Print Friendly and PDF

DİLLERİN ŞİFRESİ 2


ANTİK MISIR DİLİ VE TÜRKÇE

Bu çalışmamızda Mısırlıların yerel dili olan Kıptice ile Türkçe arasındaki ilginç benzerlikleri ortaya koyacağız. Bizim temel savımızı bilenler bu çalışmayla neyi amaçladığımızı da çok iyi anlayacaklardır. Sami dilleri ailesinden kabul edilen Kıptice dili ile - hem de binlerce yıllık tarihi olan Hiyeroglif yazıtlarından yola çıkılarak bulduğumuz- Türkçe arasındaki benzerlikler bizi aslında Ortak Dünya Diline götüreceklerdir. Bilhassa Avrupalı bilim adamlarının bu benzerliklerden bahsetmemeleri sanırım kendi dil teorilerinin çürümesini istememelerinden dolayıdır. İşte biz de bulacağımız örneklerle genel kabul gören görüşlerin yanlış olmasa bile eksik olduğunu bir kere daha vurgulayacağız.

Bilindiği gibi Büyük İskender MÖ. Kasım 332'de Mısır’a girene kadar Mısır içine kapanık bir yapı arz ediyordu. Elbette tekil manada bu ülkeyi ve topraklarını gezen dolaşan filozoflar da vardı; ancak bu topraklarda yaşayan halkın diline, kültürüne ancak Helen Kralı Büyük İskenderle birlikte etki edilebilmişti. Bu nedenle biz Eski Mısır diline bu dönemde giren Yunanca kelimeleri, terimleri göz ardı ederek daha eski dönemlerde de kullanılan Eski Mısırca kelimelerden yola çıkacağız.

Öncelikle Hiyeroglif işaret sisteminden bahsetmeden geçemeyeceğim. Bu işaret sistemi bugünkü manada bildiğimiz Alfabe sisteminden oldukça farklıydı. Aslında bu sistem ilk insandan bu yana, duygu ve düşünceleri ifade etmek için kullanılan resim diline dayanan bir sistemdi. Bazı varlıklara o dilde verilen karşılıkları bilmek bu dilin çözümlenmesini sağlayacaktır. Mesela Eski Mısır dilinde güneş anlamına gelen “Ra” kelimesi ve de sesini ifade etmek için bir güneş resmi kullanılmıştı. Rahip kelimesini ifade için de bir rahip resmi kullanılmıştı. Örneğin Papağan resmi ya “pa, pe” sesini veriyordu ya da doğrudan “papağan” varlığını ifade ediyordu. Sonuçta bu varlıkların resimleri Eski Mısır diline göre Alfabe amaçlı olarak kullanılıyordu. Elbette o dili bilmeyen bu resimleri okumakta zorlanacaktı.

Zira o resimlerdeki bazı hayvanların, varlıkların o dildeki karşılığını bilmeden o resmin hangi sesi karşılayacağını bilmek de imkânsız olacaktı. Göktürk yazıtlarında da buna benzer bir sistem kullanılmıştı. Bu yazıtların alfabesinde “b” (eb) sesi eski Türkçe’de (Ev) anlamına geliyordu ve bu resmin şekli “ev” şeklindeydi. Çift sesli “Ok” harfini ifade etmek için “ok” resmi kullanılıyordu. Aslında bu örnekler de bugünkü alfabe sisteminden önce kullanılan resimlere dayalı yazılı iletişim sisteminin varlığını da ispatlıyordu.

İşte Eski Mısır Dili ile yazılmış bu Hiyeroglifler

Fransız Dilbilimci Jean-Fronçois Champollion tarafından 1820’li yıllarda çözülmüştü. Elbette bu bilim adamının insanlığa sunduğu bu katkı öyle basit bir katkı değildi. Bugün pek çalışmanın yanında bizim çalışmalarımızı da aydınlatacak kutsal bir katkıydı bu. Şimdi bizler de çözülmüş ve çeşitli yayınlarla yayımlanmış bu yazıtlardaki bazı kelimeler ve ekler üzerinde durarak Türkçe ve Eski Mısır dili arasındaki şaşırtıcı benzerlikleri belki de ilk olarak ortaya koymaya çalışacağız. (Bu alanda çalışmalar yapılmış olabilir, bilemiyorum ama bu benzerlikleri ORTAK DÜNYA DİLİ tezi için kullanan ilk araştırmacı sanırım biz olacağız). Bunu ortaya koyarken Eski Mısır dilinin aslında Türkçe olduğunu iddia etmeyeceğiz. Ya da Türkçe’nin bu dilden doğduğunu da söylemeyeceğiz. Sadece mahiyeti tam da bilinmeyen İlk İnsanlık Diline bizleri götürecek bazı örnekleri sunacağız. Muhtemelen göçlerle ana vatanlarından ayrılan Nuh’un çocuklarının ortak dilinin kalıntıları olan bu örnekler bizi oldukça heyecanlandırmıştır.

Umarız dünya bilim çevreleri de daha kapsamlı araştırmalarla bu ilk insanlık dilinin ortaklığını kanıtlamaya uğraşırlar.

Türkçe’de kullanılan işaret zamirlerini hatırlayalım. “Şu”, “Bu” vb. İşte biz bu zamirlerin yakın anlamlarda Eski Mısır dilinde var olduğunu açıkça görüyoruz. Yazıtlarda bulunan “Su” kelimesi “O, bu” anlamında bu dilde kullanılmıştır. Bu “Su” kelimesi ile “Şu”

kelimesi arasındaki benzerlik ya da yine “Bu, o” anlamındaki “Pu” kelimesi arasındaki bu ilginç benzerlik tesadüfi olmasa gerek. Yine aynı anlamda kulanılan “pe, pi” kelimeleri de ilginçtir. Yine (şu, o) anlamındaki “Si” kelimesi de oldukça ilginçtir. Üstelik iki milletin karşılaşmasının dahi hem de binlerce yıl önce imkansız olduğu düşünülürse bu ilginç benzerlikler tesadüf değil de çok öncelerdeki ortak bir dilin varlığını gösteren delillerdir. Türkçe’deki “b, ş” sesleri yerine bu dilde “p, s” seslerinin kullanılması da kurallı bir gerçeği ifade edebilir. Bunu da sorgulamaya çalışacağız yeri geldiğinde. Türkçe’de kullanılan “Tengri” kelimesinin benzeri sesleri içeren “ntr” sesleri de oldukça ilginçtir. Büyük, yüce anlamına gelmek üzere kullanılan “Aa” sesleri de Türkçe’den uzak olmasa gerek. Hatta Türkçe’de kadın anlamında da kullanılan “Hanım” kelimesi aynı anlamda bu dilde de aynı seslerle kullanılmaktadır ki bu da şaşırtıcıdır (hanhiomi). Türkçe’de de “Çim” şeklinde kullanılan (Çimen) kelimesinin bu dilde de cim şeklinde var olması Ortak dünya dilinin varlığını bizlere bir kere daha fısıldıyorlar.

Bütün bu benzerliklerin yanı sıra bazı eklerdeki benzerlikler de oldukça ilgi çekicidir. Bu dildeki ilgi hali eki Türkçe’deki gibi “n” ekidir. Yine bu dilde de yönelme ifade etmek için “e” sesi kullanılmaktadır. Bu dilde de “ile” anlamında olmak üzere Türkçe’de de karşılıkları bulunan “in, nem” (in, nen “toprakınan” ) sesleri kullanılmaktadır. Yine bilhassa Orhun abidelerinde “yönelme, bulunma” anlamlarında kullanılan “ra” eki aynı seslerle “yönelme” anlamında bu Antik Mısır Dilinde açıkça görülmektedir. Sanki “bütün” kelimesinin seslerinin yer değiştirmişi olan “nbt” kelimesi de “bütün” anlamında bu dilde vardır. Bu da kökenden uzaklaştıkça oluşan ses değişimlerinin, seslerin yer değiştirmelerinin canlı bir örneği olmaktadır Tanrı kelimesinde olduğu gibi. Bütün dünya dillerinin genelinde anne kavramını ifade etmek için genelde dudaksı seslerin kullanıldığı daha önceki çalışmalarımızda ve başka bilim adamlarının çalışmalarında ortaya konumuştu.

İşte bu dilde de anne kelimesini karşılamak üzere “Mut” kelimesinin kullanılması dünya dillerinin ortaklığına bizi götürmektedir. Türkçe’de baba anlamına gelen “ata” kelimesinin benzeri seslerini içeren bu dilde de kullanılan “iwt” kelimesi de şaşırtıcıdır.

Bu dille Türkçe arasında Hiyerogliflerin de şahitliğiyle fiil bazında da benzerlikler vardır. Söylemek, demek anlamında bu dilde “Dd” sesleri kullanılmaktadır. Bu seslerin “Dedi” şeklinde okunması da pekâlâ mümkündür.

Gitmek, kitmek fiillerine benzer şekilde aynı anlamlarda bu dilde de “kim” kelimesinin bulunması, eski Türkçe’de yemek anlamında da kullanılan “ham” kelimesinin “ouwm” şeklinde bu dilde de var olması fiillerin benzerliği konusunda da ilginç örnekler oluşturuyorlar.

Yukarıda saydığımız örneklerin dışında da daha yüzlerce örnek Türkçe ve Eski Mısır Dili arasındaki benzerlikleri gösteriyor.

Farklı dil ailelerinden kabul edilen bu iki dil arasındaki bu ilginç benzerlikleri görünce İlk İnsanlık Diline biraz daha yaklaştığımızı hissetmeden ve bu tatlı hissin mutluluğunu yaşamadan edemiyoruz.

Âdem’in ya da Nuh’un çocuklarının konuştukları o Ortak Dilin nasıl başkalaştığının bazı yasalarını bulmak ve bu savlarımızı örneklemenin, bizi “Başlangıçta tek bir ümmet idiniz.” kutsal sözünün kıyılarına yanaştırdığını hissetmek de ruhumuzu ürpertiyor.

Umarız bu küçük çalışmalarımız daha büyük gerçeklerin bulunmasına ufak da olsa bir katkı sağlayabilirler.

Umarız bu çalışmalarımız dünyada barışın, sevginin tesisine katkıda bulunurlar.

Kaynaklar:

http://ancienthistory. about. com/od/egyptlanguage/ http://hometown. aol. com/egyptnew/glyph. html202


TÜRKÇE’NİN YİTİK KARDEŞİ KIZILDERİLİCE

Kızılderili kabilelerinin hepsinin olmasa da bir kısmının Türk kökenli olduğunun söylendiğini duyarız bazen. Ancak haklı olarak bu savın doğru olup olmadığı konusunda şüphelere de kapılırız. Elbette bu insanların yani “Kızılderili” ya da bir galat-ı meşhur olarak “indians” olarak anılan insanların kökeninin şu veya bu olmasının, yani kafataslarının şeklinin bizim için çok da önemi yok. Sonuçta onlar kendilerini şu anda farklı bir halk ya da millet olarak tanımlıyorlar. Kökenleri nereden gelirse gelsin bu insanlar binlerce yıldır Amerika kıtasında yaşıyorlar ve bu binlerce yıllık süre de onların yepyeni bir millet olarak başkalaşmasına yeter bir süredir. Bulgar Türkleri daha kısa bir sürede Bulgar milleti diye apayrı bir millet olmuşlardı bildiğiniz gibi. Bunlara Türk soyundan gelen Finler ve Macarlar da eklenebilir. Fakat bu insanlarla bir şekilde akraba olduğumuzu bilimsel verilerle ispat edebiliriz. Bunu ispat için kullanılabilecek en önemli araçlardan birisi de bildiğiniz gibi dildir. Pek çok Kızılderili dilinin Ural-Altay kökenli diller olma ihtimali hem de kuvvetli olarak vardır.

Bering boğazı yoluyla Orta Asya’dan Amerika’ya göçen Orta Asya halklarının tamamının da Türkler olduğunu söylemek imkânsızdır. Ancak Kızılderili dillerini incelediğimizde bu kıtaya göçen milletler içinde Türk milletinin de atalarının var olduğu kesindir. Yoksa Kızılderili dillerindeki Türkçe kökenli kelimeleri açıklamamız asla mümkün olmazdı. Elbette Osmanlı döneminde Amerika’ya göçen “Meluncanlar” denen topluluğun Kızılderililerin dillerini etkilediği gerçeğini de unutmamamız yerinde olur. Zira Meluncanlar büyük bir ihtimalle Osmanlı Türkçesi konuşuyorlardı. Bildiğimiz gibi bu Türkçe, Arapça ve Farsça kelimeler itibariyle zengin bir lehçeydi. İşte Kızılderililerin yakınlarına yerleştirilen Meluncan’ların Kızılderili dillerini etkilediğini varsayarsak, bu dillerdeki bazı kelimelerin Arapça ya da Farsça kökenli olma ihtimalini de göz ardı etmememiz gerekir. Bir Kızılderili kavmi olan Çerokilerin dilindeki “saat” gibi Arapça kökenli kelimelerin de başka bir izahı zor görünmektedir. Üstelik “hadjo” (haco) şeklinde telaffuz edilen ve Osmanlı Türkçesinde ve günümüz Türkçesinde sıklıkla kullanılan Farsça kökenli “Hoca” (Hace) kelimesi de ancak Meluncan’ların dillerinin etkisiyle açıklanabilir. Biz bu gerçeği inkâr etmemekle birlikte Orta Asya’dan göç edildiği şekliyle Kızılderili dillerinde kalan Türkçe kelimeler üzerine odaklanmak istiyoruz. Küçük de olsa bulacağımız benzerlikler bizleri ortak bir kökene en azından Moğollarla, Japonlarla olduğu gibi Kızılderililerin bazı boylarıyla da akraba olabileceğimiz gerçeğine bizi götürür. Bu gerçek de belki Kızılderililerin Türkiye’ye, Türklere daha sıcak bakmasına vesile olabilecek gelişmeleri doğurabilir.

Bizim asıl amacımız Türkçe’nin köklü ve de büyük bir dil olduğunu gözler önüne sermektir.

Bu çalışmalarımız neticesinde dünya milletlerinin ve bilhassa da Amerikanın yerli halklarının güzel dilimiz Türkçemize sevgiyle bakmasını sağlayabilirsek mutlu oluruz. Bu amacımız da daha büyük bir tali gayeye odaklanmıştır. Biz Türkçe’yi sadece bir ırkın dili olarak görmüyoruz. Bu dil İran’dan Yunanistan’a, Doğu Türkistan’dan Bosna Hersek’e, Hindistan’dan Arnavutluk’a kadar binlerce yıl yaşanmış büyük bir medeniyetin ve de kültürün simgesi olmuş bir dildir. İnsanlığın kurtuluşunun ise medeniyetimizin sahillerinde olduğunu görmekteyiz. Türkçe de bu medeniyetin ve kültürün dili olarak bu medeniyete yaraşır şekilde, haşmetli, düzenli ve de güzel bir dildir. Dünya milletlerinin Türkçe’ye yönelmesi demek, onların Türkleşmesi anlamına gelmez. Bizim de dünya insanlarını Türkleştirmek gibi bir gayemiz asla yoktur. Zaten böyle bir ırkçı ve de asimle edici bir anlayışı benimsememiz mümkün de değildir. Belki büyük bir medeniyetin ortak kültür dili olan Türkçe yoluyla insanlar, Doğunun,

Asya’nın huzurlu limanlarına sığınarak, çağın bunalımlarından kurtulabilirler. Reçete bizim medeniyetimizdedir. Reçetenin dili ise Türkçe’dir. Dünya insanları kurtuluşlarının reçetesini tam manasıyla okumak istiyorlarsa Türkçe’yi öğrenmek, sevmek zorundadırlar. Bu da ancak Türkçe’nin güzelliklerini, zenginliklerini dünyaya haykırmakla mümkün olabilir. Yani Türkçe, harflerine kadar içine sindirdiği, medeniyeti, dini, kültürü haykırmak istemektedir. Bu bir boşalma hamlesidir. Binlerce yılın elmaslarla, mücevherlerle dolup taşmış birikimini başka kültürlere, dünyalara ulaştırma çabasında olan önderimiz; Dilimiz Türkçe’nin ricasını yerine getirmekteyiz. O bize kendisini gösterdi, biz de bu acizane aynalığımızla onu dünyaya gösterme azmindeyiz. O bizle konuştu, biz de şu zavallı mikrofonluğumuzla onu evrene dinletme aşkı içindeyiz. İşte şimdi Kızılderili diliyle bir yakınlık hisseden Türkçe bakalım nasıl konuşmaktadır ve bu yakınlığı haykırmaktadır görelim:

Kızılderililerin sayı sitemleri incelendiğinde Türkçe’nin bu dillerdeki izlerine rastlamaktayız:

Örneğin “bir” sayısını aynı anlamda üstelik aynı seslerle bazı Kızılderili kavimlerinin dillerinde bulmamız oldukça şaşırtıcıdır. Bilhassa dilbilim alanında pek çok bilim adamı yetiştirmiş Amerika bu gerçekleri neden daha açık ve güçlü bir şekilde haykırmamaktadır bilinmez. Biz Amerikanın

yerli kavmi olan Kızılderilileri Kowboy (çoban) filmlerinden öğrendiğimiz kadarıyla savaşçı, kafa derisi soymayı seven, beyazları öldürme alışkanlıkları olan insanlar olarak tanımaktayız. Hâlbuki onların yüzlerce yıl katliamlara maruz kalan ve de bugün soyu nerdeyse tükenmiş bir millet olduklarını da hatırlamamız gerekiyor. İşte bu özgürlüğüne düşkün kavmin Çin seddini defalarca aşmış Türklerle ve diğer özgürlüğüne düşkün orta asya milletleriyle akraba olduğunu bu “bir” sayısı bir kere daha ilan ediyor. Tarahumara Kızılderililerinin dilinde Türkçe’deki “Bir” sayısı “Bire” şeklinde Guarijo Kızılderililerinde ise aynı sayı “Pire” şeklinde yine bu kelime ile aynı kökenden gelerek başkalaşan “Wihl” (Bir>Whir>Wihl) Quileute dilinde binlerce yıldır yaşamayı başaran Türkçe kelimelerdendir.

Yuki, Nuxalk gibi Kızılderili boylarında bu “Bir” sayısı “Maw” “Panwi” şekillerinde yaşamaktadır ki bu küçücük örnekler bile binlerce ses ihtimali içinde Türkçe’deki “Bir” sayısıyla bu kadar benzer seslerle telaffuz edilmelerinin ortak bir kökenle açıklanabileceğini gösteren nadide örneklerdendir.

Türk dillerinde hemen hemen hiç değişmeden “iki” ya da “yiki” şeklinde telaffuz edilen “iki” sayısı Bir sayısından daha yaygın bir şekilde ufak ses farklılaşmalarıyla birlikte Kızılderili dillerinin tamamına yakınında yaşamayı başarmıştır. Bazı kullanımlarda mesela; Jicarilla Apaçilerinde “Naakii” Batı Apaçilerinde “Naki” şeklinde

başlarına bir “n” ünsüzü alarak yaşamayı başarmışlardır. Lavrentian dilinde “Tigneny”, Pomo dillerinde “Kaw”, Koyukon dilinde “Netih”, Powhatan dilinde Ninge, Carrier dilinde “Nanki”, Çipewyanların dilinde “Naki”, Willapa dilinde “Natke”, Kato dilinde “Nakaa”, daha belirgin bir şekilde Sarcee/Tsuut'ina dillerinde “Ekiyi”, Pawne dilinde “Pitku” şeklinde başa “p” ünsüzü alarak, Inezeno Chumash dilinde Iskom şeklinde, Cochimi dilinde “kuak” formunda, Karok lisanında “Axak” (x=Gırtlaksı hırıltılı h) Havasupailarda “Xuwak” , Mojave dilinde “Havik”, Highland Chontalların dilinde “Ogueh” şeklinde aslını açıkça andırır bir ses dizgesiyle, Kueçularda “İskay” sesleriyle kullanılan kelimenin Türkçe kökenli İki, eki, yiki şekillerinde telaffuz edilen “İki” kelimesiyle benzerliği aşırı bir dilbilim bilgisini gerektirmeyecek şekilde aşikârdır.

Diğer sayılarda da çok benzerlikler olmakla birlikte bilhassa “beş” sayısı pek çok Kızılderili dilinde Türkçe “beş” sayısı ile benzerlik göstermektedir. Bu kelimenin Kueçu dilinde “piska”, Mutsun Ohlone dilinde “Parwes”, sesler ters dönmüş bir şekilde Maya dilinde “Job”, Wyandotlarda adeta Türkçe’deki seslerle aynı biçimde “Weyş” (Beş>Weş>Weyş) şeklinde telaffuz edilmesi de tesadüf olmasa gerektir. Susquehannock dilinde “Wisck”, Seneca yerlilerince “Wis”, Mohawklarca “Wis” şeklinde ve pek çok Kızılderili lehçesinde benzer şekillerde telaffuz edilen bu kelimelerin Türkçe “Beş” kelimesi ile ortak bir kökenden geldiğini söylemek “iki kere iki dört eder” demek kadar doğrudur. Diğer sayılar da bilhassa “üç” ve “dört” sayıları da dört kelimesini andıracak seslerle Kızılderili dillerinde halen yaşamaktadırlar.

Yine Kızılderili dillerinde “Su” kelimesi Türkçe ile benzer şekilde yaşamaya devam etmektedir. Kızılderili lehçelerinin çoğunda su yerine “Akar” “akan” “akı” gibi akan suları anlatan Türkçe kelimelerin kökünden gelen kelimeler de kullanılmaktadır. Herhalde Amerika’ya göçen Türkler su ihtiyaçlarını Amerika’da bolca bulunan “Akarsular” yoluyla karşılamışlar ve zamanla bu “akar” kelimesi su kelimesinin yerini tutmuştu. Şimdi Kızılderili dillerindeki “su” anlamını karşılayan kelimeleri örneklerle görelim. Batı Apaçileri “su” kelimesinin biraz değişimişi olana “tu” kelimesini kullanmaktadırlar. Çipewyanlar, Willapalar, Katolar, Hupalar, Mattolalar, Navajolar, Sarceler da aynı kelimeyi su anlamında kullanmaktadır. Bu kelime diğer bazı Kızılderili oymaklarında da “Tu, ta, to” ya da benzer şekillerde kullanılmaktadır. Peltek bir şekilde bu “su” kelimesini telaffuz ettiğinizde “tu” denileceğini bir düşünün. Aynı mantıkla Koyukonlar “to” şeklini kullanmakatdırlar.

Etcheminler ise farklı bir şekilde “Shamogoon” şeklinde başkalaştırarak bu kelimeyi kullanmışlardır. Muhtemelen “sub-akan” kelimeleri birleşik telaffuz edilmiş zamanla bu kelimeler

“Subakan>Sabakan>Samakan>Samokan>Şamok on>şamogon” şeklinde değişimlere uğramışlardır. Tabii ki bu benzerlikler başka şekillerde de izah edilebilir. Ancak diğer kızılderili dillerini incelediğimizde bu savımızı destekleyici argümanlara ulaşmaktayız. Maliseet- Passamaquoddy dilinde su anlamında kullanılan “Samakan” kelimesi, bizim “Şamogon” kelimesinin kökeni konusunda söylediklerimizin doğru olabileceğini açıkça göstermektedir. Hele bir de Powhatan dilinde su anlamını karşılamak üzere kullanılan “Suckquahan” kelimesini görmemiz bizim doğru bir mantık üzerinde olduğumuzu adeta Kızılderili dilini Türkçe’ye bağlayan şifreleri adım adım çözme yolunda olduğumuzu bize göstermiştir. “Sudagi” şeklindeki örnek de Pima Bajo dilinde yaşayan ve bu savımızı kanıtlayan delillerden birisi olarak kendini bize göstermektedir.

Arikara dilinde bu “su” kelimesi “tstoho”(sıtoho) şeklinde Türkçe’deki bazı seslerini muhafaza ederek telaffuz edilir. Pawne dilinde isi bu “su” kelimesi daha da aşikârdır; “Kiitsu'” Bu kelimenin aslı belki de “gitsu” yani “giden, akan su” olabilir. Chitimacha dilinde ise bu “su” kelimesi değişik bir yolla başkalaşmış “s>k” değişmesi yaşanmıştır. (Sub>Kub>Kuw>Ku) Achumawi dilinde başa gelen bir “a” ünlüsü bu kelimeyi farklılaştırmış

fakat “s” sesi aynen muhafaza edilmiştir. Su kelimesi “as” kelimesine dönüşmüştür. Cochimi dilinde su kelimesi “tasi” şekline dönüşmüştür. ta-si.Si kelimesi ile “su” kelimesi arasındaki benzerlik oldukça açıktır.

Su kelimesinin “akar” kelimesi ile ifade edildiğini ispat eden örneklerden olmak üzere Cocopa dilindeki “erkah” kelimesini gösterebiliriz. Kirpik>kirpik kelimelerindeki değişimin bir benzeri akar>erka kelimeleri arasında yaşanmış olabilir. Esselen dilindeki asanax(h) belki de

“sulak>sunak>asunak>asanak>asanax” şeklinde bir değişim geçirmiştir. Ya da bu kelime su-lık kelimesinden gelmiştir. Ya da yine içinde “su” kelimesinin geçtiği başka bir kökenden gelmiştir bu kelime. Achumawi dilindeki değişime benzer bir şekilde, Karok dilinde de su>aas değişimi vardır. “Saundustee” şeklinde bir kullanım Wyandotlarda kullanılmaktadır. Baştaki “sau” sesleri ile Türkçe “su” kelimesinin sesleri arasındaki benzerliği söylemeye bilmem gerek var mı? Muhtemelen eski Türkçe’de “Sub” şeklinde var olan kelimenin aslı “sab” kelimesi idi. Zamanla bu kelime “b” dudaksı sesinin de etkisiyle “a” sesinin yuvarlaklaşmasıyla “sub” oldu. Belki de Kızılderili dilindeki bu “sau” örneği gibi örnekler daha öncelerdeki “sab” kelimesinin değişik bir biçimde farklılaşması yoluyla oluşmuş da olabilirler.

Az önce “Akar” kelimesinin Kızılderili dillerinde “su” anlamında kullanılmış olabileceğini ifade etmiştik. İşte bu iddiayı güçlendiren örneklerden birisi de Choctaw dilindeki “Oka” kelimesidir. “Akar>Aka>oka” hatta bazı Kızılderili lehçelerinde bu akar kelimesi sadece “ka” şekline bile dönüşmüştür. Kızılderili dillerinde “su” kelimesi ile en kuvvetli bağlantıyı Mutsun Ohlonelerde görmekteyiz. Bu yerliler adeta Türkçe şekliyle “su” kelimesini kullanmaktadırlar. Biz “su” onlar ise Türkçe’nin farklı bir ağzını konuşurmuş gibi aynı kavram için “si” kelimesini kullanmaktadırlar. Coeur d'Alene yerlilerince kullanılan “sıkwe” kelimesinin de “su” kelimesi ile bağlantılı olduğu açıktır. Az önce “sulak” ya da “sulık” kelimesinden gelen kelimeler olabileceğinden bahsetmiştik. İşte bu iddiamızı kuvvetlendiren örneklerden biri olarak karşımızda Sinkiuse dilinde “Sawolik” Wenaçi dilinde de “Savulk” kelimeleri durmaktadır. (Sub- lik>Suwlik>Sawolik) Colville ve Nespelem lehçelerinde bu kelimenin “Si'ulk” şeklinde telaffuzu iddiamızı daha da güçlendirmektedir. Kalispel dilindeki “Se'uliq” örneği de sanki bize “haklısınız” der gibi haykırmaktadır. Bu durumda diğer örneklerin tamamı birleştiğinde güçlü bir delil ortaya çıkmaktadır. Bu deliller de şunu kesin olarak ortaya koymaktadır ki Kızılderili dilleri ile Türkçe arasında bir akrabalık vardır. Biz farklı kelime örneklerini incelemeye devam edelim.

Türklerin asırlardan beri içli dışlı olduğu köpekleri bir hatırlayalım. Orta Asya’da köpekleri evcilleştirmiş bir kavim elbette bu geleneklerini Amerika kıtasında da sürdürmüş olabilir. O halde eski Türkçe’de “Köpek” anlamını karşılamak üzere kullanılan, bugün de halen kullanılmakta olan “İt” kelimesini bir arayalım bakalım. Abenaki dilinde “it” kelimesine benzer bir kelime “adia” kelimesi, Cree dilinde yine benzer bir kelime “atim” Montegnaislerde “atemu” Naskapi dilinde ise yine “atim” kelimelerinin bulunması herhalde tesadüf olmasa gerek. Gros Ventre dilinde ise adeta aynen bu kelime kullanılmaktadır. Bu kızıderili halkı it kelimesini “et” şeklinde telaffuz ederek kullanmaktadır. Powhatanlar “attemus”, Sarcee/Tsuut'ina dilinde Tl-itc'â şeklinde it kelimesi bazı sesler ilavesiyle yaşamaktadır. Tlingitler “it” kelimesini “keitl” şeklinde telaffuz etmektedirler. Vaylakiler ise yine öne bir “n” ünsüzü ekleyerek bu kelimeyi “n-ati” şeklinde yaşatmaktadırlar. Demek ki Kızılderili lehçelerinin çoğunda kurallı bir değişim yaşanmıştır. Bazı lehçe ya da dillerde başa “L” bazı lehçelerde “N” bazı lehçelerde de “t, x” gibi ünsüzler gelerek kelimeler başkalaşmıştır adeta. Arikara dilinde de bu it kelimesinin önüne “x” ünsüzü gelmiştir kelime “xats” şeklinde yerleşmiştir. Daha pek çok lehçede “it” kelimesi ve türevlerine rastlamamız mümkündür.

Bu sefer farklı bir yöntemle birkaç Kızılderili dilini ayrı ayrı inceleyelim:

Mesela şimdi Abenaki diline bir bakalım. Bu dille Türkçe arasındaki benzerlikleri bulalım. Bu dilde Hey! Ünlemi Türkçe’dekiyle neredeyse aynıdır. Kway! şeklinde telaffuz edilir. Tabii ki pek çok farklı dilin tesiriyle Kızılderili dillerinde büyük başkalaşmalar da görülmüştür ancak yine de Türkçe ile ortak yönler bu dillerde bulunmaktadır. Yine bu dilde söylemek, demek fiili Türkçe’deki -de fiiliyle aynıdır. Bir Abenaki de- fiilini karşılamak için ı-da- fiilini kullanır ki baştaki ı sesi bu kelimenin de- kökünden geldiğini anlamamıza engel değildir. Yine bildiğimiz gibi eski Türkçe’de İyi anlamında Eygu kelimesi kullanılırdı. İşte Abenaki dilinde bu kelime biraz farklılaşarak yaşamaya devam etmiştir. ”y” sesi “L” sesine dönüşmüştür. Kelime karşımıza “Oligu-oligo” şeklinde çıkmıştır. Yine bu dilde bazı Türkçe kelimeler açık olmasa da kelimelerle birlikte kalıplaşarak yaşamaya devam etmiştir. Örneğin “O iyidir” cümlesi “Olig-en” şeklinde kurulur. Burada da eski Türkçe’de “bu, o” anlamlarına gelen “an” kelimesini “en” şeklinde bulmaktayız. İsterseniz bir cümle inceleyelim.

“Ni didam oho. ” Bu cümleye baktığımızda “N” sesinin “M” sesinden başkalaştığını Bu “Ni” kelimesinin aslının “Mi” kelimesi olduğunu unutmayalım. Bunu başka bir örnekle ispat da

edeceğiz. Bir de burada Amerika’da asırlardır hüküm süren Anglo-Sakson dillerinin de etkisinin varlığını unutmamak gerektiğini de söyleyelim. Zira cümle dizilişi bizi aldatabilir. Şimdi bu cümlenin anlamını söyleyelim aynı dizilimle. “Ben derim “evet” Şu “didam” kelimesine bir bakın. “Dedim” kelimesinden başkalaşmış bir kelime gibi gözüküyor.

Abenaki dilindeki zamirler de Türkçe zamirlerle benzerlik göstermektedir. Mesela “O” adılını karşılamak üzere kullanılan zamirlerden birisi de “YO” zamiridir ki buradaki ses benzerliği oldukça bellidir. Erkek anlamına gelen “San-oba” kelimesinde oba kelimesi erkekliği çağrıştıran “ap” kelimesinden gelmiştir muhtemelen. Yine kadın kelimesi yerine bu dilde “behanım” kelimesi kullanılır ki bugün de çoklukla kullandığımız Türkçe “hanım” kelimesinin ta kendisidir bu kelime. Yine “bu gün” demek için “bame gizakak” kelime grubu kullanılır. “Bame” ile “Bu”, “gizakak” ile de “gün” ya da “güncük” kelimeleri arasındaki şaşırtıcı benzerlik de bir kökendaşlığı çağrıştırmıyor mu? Bizi asıl şaşırtan örnek yarın anlamına gelen “Saba” kelimesidir. Kurmanç lehçesinde “Sibe” şeklinde telaffuz edilen bu kelime “Sabah” kelimesinden gelmektedir. Ancak “sabah” kelimesi köken itibariyle Türkçe bir kelime değildir. Bu kelime Arapça’dan geçmiştir dilimize. O zaman şunu söyleyebiliriz. Osmanlı’dan göçüp Amerika’ya yerleştirilen Meluncan Türklerinin dilerinin

etkisidir diyebiliriz bu benzerlik için. Yine bu dilde “hava” anlamına gelen “awan” kelimesini aynı teoriyle izah edebiliriz. Demek ki öyle ya da böyle Türkler bir şekilde birbirlerini buluyor ve Türkçe yeni karşılaşılan kavimin diliyle kendisi arasındaki eksikliği gidermek için bütün gücüyle çalışmakta, Türkçe kökenli olabilecek olan dile yeni kelimelerinden de ekleyebilmektedir. Biz kelimeleri incelemeye devam edelim. Güneş kelimesi Abenaki dilinde “gizos” şeklinde telaffuz edilir. Bu kelime ile “güneş” kelimesi arasındaki ortaklık da açıkça görünmektedir. (güneş>gizos).

“Ye haydi!” bu dilde “Mic ida” şeklinde söylenir. “ida” kelimesiyle “hadi” kelimesi arasındaki benzerlik ilgi çekicidir. Bu dilde “anne” ve “baba” anlamlarını karşılayacak kelimeler de açıkça ortak bir kökeni işaret ederler. Bilindiği gibi Türk lehçelerinde “Baba” kelimesini karşılamak üzere “Dede, dada” gibi kelimeler de kullanılırlar ki bugün bu kelime “büyük baba” anlamında dilimizde de yaşamaktadır. Abenakice de “baba” kelimesinin karşılığı “dada” kelimesidir. Benzerlik bununla sınırlı değildir. Bildiğimiz gibi “ana, anne, nene” kelimeleri Türkçe’de “anne” kelimesine karşılık olarak kullanılır. Abenaki dilinde ise anne kelimesine karşılık olarak benzer şekilde “nono” kelimesi kullanılır ki bu benzerlik oldukça şaşırtıcıdır. Yine “bebek” anlamına gelen “çijiz” kelimesinin “çocuk” kelimesi ile aynı kökenden

gelmediğini de kimse söyleyemez. Arada hiçbir ortak özellik olmasa da bu benzerlikler bizi derin derin düşündürtmelidir.

Şimdi de gelin başka bir Kızılderili lehçesini, mesela Kueçu dilini bir inceleyelim. Azeri Türkçesinde yaşamakta olan “apar-“ (götür-) kelimesini ufak bir farkla bu Kueçu dilinde bulunca bizde sizler gibi şaşırdık öncelikle. Ancak bu kelimenin bizim savlarımızı destekleyici deliller grubuna dahil edilmesi de bizi ayrıca sevindirdi. “Apar-“ fiili Kueçu dilinde “Apay-“ şeklinde telaffuz edilmekte. Sadece bir r>y değişmesi olmuş. “Ye-“ fiiliyle benzer bulduğumuz “ayça-“ fiilinden de bahsetmeden geçemeyeceğim. Bu kelimenin “Aş-“ kelimesinden gelmesi ise kuvvetle muhtemeldir. “Aş-ça- Aşçamak”. Hatta Tatar Türkçesinde “ye-“ fiilini karşılamak üzere “Aşa-“ kelimesinin kullanıldığını düşünürsek bu “Ayça-“ fiilinin de Aşa>Aça>ayça şekline dönüştüğünü kabul edebiliriz. Zaten telaffuzdaki benzerlik oldukça açıktır. Tatar Türkleri çocuklarına “aşa balam aşa” derler. Yani “yemek ye oğlum ye” derler. Muhtemelen bu kelimeler arasında bir bağlantı vardır. “eyi” (iyi) kelimesi bu dilde “alli” şeklinde telaffuz edilir. Yine bu dilde akşam “tuta” kelimesiyle ifade edilir. Öğleden sonra “tün-aydın” kelimesini kullandığımızı bir hatırlayın. Türkçe’de “kün” gündüzü “tün” kelimesi de akşamı ifade eder. Hatta tavukların “tüne-diğini” de söyleriz bazen yani akşamladığını anlatmak isteriz. İşte Kueçu dilindeki akşam anlamındaki “tuta” kelimesi de büyük bir ihtimalle bizim “tü-n” kelimesinin “tü, tu” sesiyle alakadardır. Zaten sondaki “-n” sesi tekillik ifade eden ektir. Kök “tü-“ kelimesidir. Güzel anlamına gelen “kuyaylla” kelimesinin “küzel” kelimesi ile ilişkisi de asla inkâr edilemeyecek kesinliktedir. “kuzel>kuyel>kuyal>kuyayl”...

Tanrı kavramını karşılamak üzere bu dillerin bazısında kullanılan kelimeler de öz Türkçe kelimeler olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Hatta küçültmenin yanında sevgi, teklik ifadesi olarak da kullanılan “-çik” eki de Tanrı için sıklıkla kullanılır. Burada maksat Tanrıyı küçültmek değil onun tekliğini ve çok sevildiğini vurgulamaktır. Mesela “apunçik” kelimesi kullanılır bazen Tanrı kavramını karşılamak için. Bu kelime köken itiberiyle “apa” (güçlü, erkek) kelimesinden gelmiş olabilir. Biricik güç sahibi anlamında da “apunçik” kelimesi ile Tanrıya yakarılmış olabilir. Yine “efendi” manasına gelen “kamak” kelimesinin eski Türkler’de din adamı ve efendi görevindeki “kam” kelimesinden gelme olasılığı oldukça fazladır. Yine Tanrı manasında kullanılan “tayta” “tata” kelimeleri Eski Türkçe’de baba anlamında kullanılan” dede, dada” kelimelerinden gelmiş olabilir. Ya da bu “tayta” kelimesi “tengri” kelimesi ile alakalı olabilir. Ancak birinci ihtimal bizce daha kuvvetlidir. Zira bu dilde “tayta” ve “tata”

kelimeleri “baba, dede” anlamlarında da kullanılmaktadır.

Bu dilde “az” manasına gelen “as” kelimesinin varlığı apaçık bir şekilde bizi Türkçe’nin sahillerine götürmektedir. Yine eski Türkçe’de “büyük, güç” anlamlarına gelen “kurak” kelimesi de bu dilde “büyük” anlamında kullanılmaktadır. Belki de bu kelimenin Türkçe "gür" kelimesi ile bir kökendaşlığı bile vardır. Yine “çok” anlamında bugün “onca” şekliyle kullanılan “ança” kelimesine de rastlıyoruz. Yine “büyük” anlamında kullanılan “biyiha” kelimesi bizim yüzümüze “büyükçe” bir tebessüm kondurmayı başarıyor. (büyük>biyik>biyih>biyiha).

Bugün “uyar-“ şeklinde kullandığımız kelime Kızılderililerde “uyariy, uyay “şekillerinde duymak, duyurmak anlamlarında kullanılmaktadır. Zaten “uy” ve “duy” kelimeleri arasındaki ses benzerliği de ortadadır. Bu dillerin akraba diller olduklarını anlamak için bu birkaç örnek bile yeter ancak biz gücümüz yettiğince örnekleri toplamaya devam edeceğiz inşallah. Bugün anlamında kullanılan “kun-an” kelimesi de bize çok şey söylemektedir. “an” kelimesi eski Türkçe’de de “bu, o” anlamlarında kullanılmaktaydı. “kun” kelimesinin “kün” kelimesi ile aynı kökenden olduğunu söylemeye bile gerek yok sanırım. “Işık” ve “açık” anlamlarına gelen “açik” kelimesi de bize Türkçe olduğunu söylemektedir. Belki de bu “ışık” kelimesi köken itibariyle yine “açık” kelimesinden gelmektedir “aydınlık” anlamını karşılamak üzere. Ya da Kueçu dilinde bu iki kavram “açik” şeklinde telaffuz edilmektedirler. Bu kelimenin öz Türkçe bir kelime olduğunu herhalde ilkokula giden bir çocuk bile anlayıverecektir.

Kurmanç lehçesinde “keçik” Anadolu Türkçesinde “köçek” şeklinde telaffuz edilen “kız” anlamındaki kelimenin bir benzerine aynı manada Kueçu dilinde de rastlamaktayız. Bu dilde “kaçun” kelimesi “kız” anlamında kullanılan kelimedir. Bu kelime Türkçe Hatun>Kadun>Kadın şeklinde değişime uğramış kelime ile de alakadar gibi gözükmektedir. Yine Türkçe’de kadınlar için kullanılan “nene, nana” kelimeleri de bu dilde kadınlar için kullanılır. Bize göre bu dilde Türkçe ile akraba daha binlerce kelime var.

Tabii ki sadece bu örneklere bakıp da Kızılderili dilleri tamamen Türkçe’dir ya da Türkçe kökenlidir dememiz bilimsel olarak mümkün değil. Amerika kıtası yakınlarındaki Kayıp Kıta Atlantik ya da sulara gömülmüş olan “Mu Kıtasının” sâkinlerinden pek çoğunun Amerika Kıtasına göçmüş olabilecekleri; bu milletlerin dillerini de pek çok özellikleriyle beraber bu kıtaya getirmiş olabilecekleri de hesaba katılmalıdır.Çok önceleri dilleri Türkçeden farklı


pek çok kavmin Orta Asya’dan Bering Boğazı yoluyla Amerika kıtasına göçtükleri de bilinmektedir.Elbette bütün bu göçler ve farklılıklar bu kıtada Homojen bir dil sistemi oluşmasını önlemiş olabilir. Ancak yine de Kueçu Kızılderilicesi gibi bazı Kızılderili dillerinde Türkçe ile var olan benzerlikler gözden kaçmamaktadır.

Bu araştırmalar Türkçe’nin yazıya geçirilmemiş çok eski formlarının da ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Bu örneklere bakarak diğer dillerde var olan ancak delil yetersizliğinden dolayı anlayamadığımız Türkçe kökenli pek çok kelimeyi de bulmuş olacağız. Bu da insanlarımızın dilimize olan sevgisini bir kat daha arttıracaktır.

Bu ve benzer konuları bundan sonraki yazılarımızda da incelemeye devam edeceğiz. Biz sadece bir “dikkat çekiciyiz”. Gayemiz uyumakta olan “dehaları” uyandırmak. Bu konularla ilgili gerekli çalışmaları yapmak konusunda ilgili “bilim adamlarımıza” çok iş düşmektedir. Bu yazımızla onları da Türkçe ve Kızılderili dilleri arasındaki benzerlikleri, ortak yönleri, araştırmaya davet ediyoruz. Biz bu kısıtlı imkânlarımızla bu güzellikleri gördüysek herhalde ilimkentlerimizin değerli hocaları daha bilimsel, daha tarafsız çalışmalarla kim bilir ne güzellikler yakalayacaklardır?

Şurası da bir gerçek ki Kızılderili dilleri ve Türkçe arasındaki benzerlikler binlerce kelimeyle de sınırlandırılamayacak düzeydedir. Biz bile bunu görmekteyiz. Amacımız; insanımızın ve dünya insanlarının da bu güzellikleri görmesi. Belki de kapıda bekleyen ve Fransa’da ayak sesleri duyulan “Medeniyetler Çatışmasını” önleyebilmenin yegâne çaresi de dillerdeki, kültürlerdeki ve geleneklerdeki bu ve benzeri ortak yönleri ortaya koymaktır.

Yüce Yaratıcı da Kuran’da “Biz dilleri ve renkleri birbirinizi tanıyasınız diye farklılaştırdık. ” buyurmuyor mu? Diller, bu ve benzeri çalışmalarla dünya insanlarının kardeşçe yaşamasının da bir teminatı olabilir. Türkçe ise dünya insanlarını Yunus’a, Hacı Bektaş-ı Veli’ye, Ahmed Yesevilere ve de tüm diğer güzelliklerimize yaklaştıracak “altın bir köprüdür. ”Dünya insanlığını kurtuluşunun formülleri ise Türkçe ile yazılmış binlerce ciltlik eserlerde fazlasıyla vardır. Terörden, kandan, kinden kurtulmak için tüm dünya insanlarını Türkçe’ye çağırıyoruz; sevginin dili olan Türkçe’ye.

Oğuz DÜZGÜN

Kaynaklar:

(Kayıp Medeniyetler-Carpe Diem Kitap)www. native-languages. org/


KUANTUM FİZİĞİ VE TÜRKÇE

Evrendeki düzenin kurallarının formüllerle ve de çeşitli işaretlerle gösteriminden ibaret olan pek çok bilim dalının, dilbilimde yansımalarının olması gibi, fizik biliminin de dilbilimde bazı yansımaları olacaktır ve de olmuştur. Öncelikle meşhur “Shrödinger’in Kedisi” örneğini hatırlayarak, kuantum fiziğinin bize demek istediğini anlamaya çalışalım. Shrödinger adlı bilgin, varlığın normal şartlar altında var ya da yok olmasının olasılığının Yüzde 50 olduğunu savunur. O bunu ispat etmek için de laboratuarında bir deney düzeneği hazırlar. Kapaklı bir kutunun içersine iple bağlı bir çekiç, çekicin tam düşeceği yere de siyanür dolu bir şişe koymuştur. Bu kutuya daha sonra bir de kedi konulur. Kutunun kapağı kapanır. Ortada bir belirsizlik vardır. İçeride var olan bir sayaç, radyo aktif bir çekirdeğin patlamasını kaydedecek, buradan gelen çıktı, bir büyültücü kutu içine aksettirilecektir. O da çekici harekete geçirerek, siyanür şişesinin kırılmasına böylelikle de kedinin ölmesine sebep olacaktır. Kedi bu durumda yüzde elli ölü, yüzde elli canlıdır. Bu teori bazıların göre saçma olarak kabul edilmektedir. Ancak bu teori tüm evrene uyarlandığında evrenin her an yok olması imkan dahilinde gibi gözükmektedir. Fakat evren milyonlarca yıldır düzenli gelişimini sürdürmektedir. Demek ki evren belli bir

düzenleyici tarafından en düzenli yöne yönlendirilmektedir. Yoksa kuantum fiziğinin söylediği hakikat, bizi her an yok olma korkusuyla dolu kâbuslara itecektir.

Bu kurala göre, bir dildeki kelimeler her an başkalaşabilecektir. Bu ihtimal yüzde ellidir. Bu dillerin düzenli olarak kalmaları da yüzde elli ihtimal dahilindedir. İngilizce daha çok düzensizleşme ihtimalini seçerken, Türkçe’nin düzenlileşmesinin sırrı nedir? Bu bir tesadüf müdür? Bence bu tesadüf değildir. Fakat Türkçe’nin bu kurala uyarlayabileceğimiz bir bölümü vardır. O da kelimelerin farklı vurgu ve tonlamalarla farklı anlamlara gelecek şekilde kullanılmalarıdır. Türkçe’de olumlu olarak kabul edilen bir fiil düşünelim. Bu “Geliyorum” fiili olsun. Bu fiilde gördüğünüz gibi olumsuzluk eki yoktur. Bu fiilin olumsuz şekli “gelmiyorum” dur. Shrödinger’in Kedisi örneğine göre, “geliyorum” kelimesinin olumlu ya da olumsuz olması yüzde elli ihtimalle mümkündür. Hafif bir vurgu değişikliği ile bu kelime kızgınlık anında başımızı sallayarak söylediğimiz ve olumsuzluk ifade eden “geliyorum geliyorum” şeklindeki vurgusuyla söylenebilir. Bu kullanım “tariz” sanatının bir benzeridir aslında. Yani, sağ gösterip sol sallamak. Bir arkadaşımız çok kibirlidir, mesela ona “ sen çok mütevazısin” deyiveririz. Burada amacımız onu yermektir, övmek değil. Ancak bu kelimenin yüzde elli gerçek manasında olabileceği ihtimali de saklı tutulur. Bu sözü söylediğimiz şahıs itiraz ederse, “canım ben sana kötü bir şey demedim ki mütevazısin dedim sadece” deyiveririz. Ya da bir kelime hafif bir vurgu değişikliğiyle bütün bir cümlenin anlamını değiştirebilir. Şimdi aşağıya yazacağım cümlenin anlamını söyleyin lütfen:

“Genç adamın yanına gitti. ”Şimdi bu cümledeki “genç” kelimesi ya “adam” kelimesinin sıfatıdır ya da kendi başına bir isimdir. Bu iki seçeneğin doğruluk olasılığı yüzde elli, yüzde ellidir. Yani buradaki genç kelimesi yüzde elli isim ve yüzde elli sıfattır.

Öğrencilik günlerimizde Türkçe dersinde bize sık sık verilen “Oku baban gibi kötü olma” örneğini hatırlayalım. Bu cümlede birbirine zıt iki farklı anlam vardır. Burada kişiye ya babası gibi kötü olmaması, ya da babası gibi okuması öğütlenmektedir. Bu iki seçeneğin doğruluk olasılıkları yüzde ellidir.

Yine Türkçe’de tek başına yazılan bazı eş sesli kelimelerin de hangi anlamı karşılayacağı yüzde elli olasılıkla bilinir. Örneğin, “al” kelimesi almaktan “al” fiilini mi yoksa “kırmızı” manasındaki “al” rengi mi anlatmaktadır? Ya da “yüz” kelimesi sayı olan “yüz” müdür yoksa “surat” manasındaki “yüz” müdür? Her iki seçenek de yüzde elli yüzde elli doğrudur. Belki

de Türkçe’nin bu gibi yönlerinde Kuantum Fizik yasalarının tesiri vardır. Evrendeki tüm yasaları bize göre, bünyesinde barındıran Türkçe, neden kuantum fiziğinin çekirdeklerini de içinde barındırmasın?

Şunu da söyleyelim. Kuantum Fiziği alanında ortaya atılan teoriler de aslında çoğu zaman problemlerin çözümünde yetersiz kalırlar. Bizim çalışmamız, Türkçe’yi dünya bilim adamlarına ve de insanlarına sevdirmek adına yapılmıştır. Bu yazımız öncelikli olarak Türkçe’nin beğenilirliğini arttırmak ve bu dilin bilim çevrelerince tartışılması, incelenmesi gerektiğini ifade etmek için yazılmıştır. Aslında Kuantum Fiziğinin dillendirdiği belirsizlikler, Türkçe’de çok azdır, istisnadır. Ancak Türkçe’nin her istisnasından başka bir kurala kapı açılabilir. O halde fizikçilerimiz, Türkçe’nin fizik bilimiyle irtibatlı incelemesini de yapmalıdırlar. Biz sadece onlara minik bir davetiye gönderdik.

Türkçe yaşamaktadır. O bütün diller gibi belki de daha fazla, evrenin parçasıdır. Belki de o evrenin düzeninden süzülmüş bir dildir. Türkçe bu mantıkla incelendiğinde ondaki pek çok güzellik de kendisini gösterecektir. Bu şekilde Türkçemiz, bilim dili olarak, tüm dünyaca kabul edilecektir. Bu bir ütopya ya da hayal değildir. Gelecek bunu çok açık bir şekilde ortaya koyacaktır. Türkçe’nin sadece fizikle değil tüm bilimlerle olan ilişkisi de artık ortaya konulmalıdır. Bu alanda bilim

adamlarımıza ve dilcilere çok iş düşmektedir. Başka bir örnek vererek konuya bir hatime çekelim. Biz de bu örneğimizde bir kedi kullanalım. Bu da

Oğuz’un kedisi Minnoş olsun (Minnoş çocukluğumda beslediğim bir kedinin adıydı)

KÜÇÜK KEDİ SEVDİ: “Küçük bir çocuk, kedi sevdi. ” Bu anlamın doğruluk olasılığı, yüzde ellidir. (Çocuğun biri bir kediyi sevdi)

KÜÇÜK KEDİ SEVDİ: “Küçük bir kedi, başka birini sevdi. ” Bu anlamın da kastedilmiş olma olasılığı yüzde ellidir. (Küçük bir kedi sevme eyleminde bulundu)


TÜRKÇE’DEKİ ERİL VE DİŞİL KELİMELER

Bize hiç öğretmediler Türkçe’deki kelimelerde de dişi erkek ayrımı olabileceğini. Belki de onlar da bilmiyorlardı. Bu bölümde Türkçe’de bazı kelimelerde dişilik, erkeklik ayrımı yapıldığını size ispatlamaya çalışacağım. Tabii ki bu ayrım artikeller yoluyla yapılmaz Türkçemizde Almanca’da ya da diğer bazı bükümlü dillerde olduğu gibi.

Şimdi lütfen bayanların isimlerini ve erkeklerin isimlerini bir düşünün. Biz doğadan da pek çok ismi çocuklarımıza ad olarak veriyoruz. Peki, bu isimlerin hangisinin erkeğe, hangisinin bayana konulacağını nereden biliyoruz? Bu aslında bizim şuuraltımıza atalarımızdan miras olarak kayıtlı. Hiç kimse kızına Kaya, Demir gibi isimler vermeyi düşünmez. Hiç bir kimse de oğluna Çiçek, Çiğdem gibi isimler koymaz. Neden? Çünkü doğadaki bu varlıklara bizler farkında olmadan dişilik, erkeklik vermişiz de ondan.

Buna göre Türkçe’de bitki isimleri dişi kabul edilir. Sert, celalli varlıkların isimleriyse erkek. Kesin ölçü bu değil tabii ki. Bu kuralda istisnalar çoktur. Bazı isimler de “nötr” yani hem erkeğe, hem de dişiye veriliyor. Örneğin “ay” dişidir Türkçe’de. Eski destanlarda bile Ay kız ismi olarak geçer. Tabii ki bu kullanımın istisnai uygulamaları vardır, günümüzde de olmuştur bu istisnâi uygulamalar. Güneş ise erkektir. “Gün” ismi erkeklere verilir. Örneğin Ogün, Ergün gibi. Elbette bu kelimenin dişiler için kullanıldığı örneklere de nadiren rastlanır. Buradaki mantık da mükemmeldir. Ay edilgendir. Işık kaynağı değildir. Işığı güneşten alır. Güneş etkendir. Bu durumda güneş erkek, ay dişi olmaktadır. Kutadgu Bilig adlı eserde Kün-Togdı ve Ay- Togdı kullanımları vardır. Burada da görülecektir ki Kün-Togdı (Gün-Doğdu) Etken olandır, yâni Hükümdardır. Ay-Togdı (Ay Doğdu) ise edilgendir yâni vezirdir. Demek ki Türkçemizde erillik-dişillik ifade eden bâzı kelimeelr etkenlik- edilgenlik karşıtlığı için de kullanılmışlar. Tabii ki bu her zaman olmamıştır.

İsterseniz Türkçemizdeki bazı kelimelerle Almanca’daki bazı kelimeleri kıyaslayalım. Bakalım Almanca’daki dişilik ve erkeklik mantığıyla bizim kelimelerimizdeki dişilik ve erkekliğin bir paralelliği var mı? Almanca’da manzara, resim, renk gibi kelimeler dişidir yani “feminin” Biz de renk, resim, manzara kelimelerini dişi olarak kabul ediyoruz. Bu kelimeleri birer isim olarak kızlara mı, erkeklere mi verirdiniz? Bunu düşünün. Bu isimlerin şuuraltımızda dişi olarak kayıtlı olduğu, bu denemeyle ortaya çıkacaktır. Tabii ki Almanca gibi dillerde var olan dişillik-erillik mantığı ile Türkçe’deki dişillik-erillik mantığı arasında bazı benzerlikler olsa da yer yer farklar da bulunur. Belki de başlangıçta belli bir mantığa ve kurala dayanan dişillik-erillik uygulamaları bazı dillerde tamamen klişeleşmiştir. Bu durumda da mantıksızlıklar, kuralsızlıklar almış başını yürümüştür.

Doktor deyince aklımıza erkeksilik çağrışımı yapılırdı. Bu kelimeyi bir isim olarak koysaydık herhalde erkek çocuğuna koyardık. Zaten doktor kelimesi Almanca’da masculin yani erkek.

Elbette bayanların da sıklıkla Doktor olmaya başladığı günümüzde dişi ve eril ayrımı Doktor kelimesinin sonuna eklenen “Bey” ya da “Hanım” kelimeleriyle sağlanmaktadır. Bu yönüyle Türkçe’de kelimeleri kesin kurallarla dişi ya da erkek diye belirlememenin de yararları olduğu görülür. Almanca’da olduğu gibi bu kelimeye kesin olarak “dişi” deseydik bayanlar için farklı bir kelime bulmak zorunda kalcaktık içine düştüğümüz paradokstan kurtulmak için. Ancak “Hemşire” örneğinde olduğu gibi bazı kelimeler vardır ki tamamen dişilemişlerdir.

Zaten bu kelime Arapça kökenli bir kelimedir ve anlamı itibariyle “Kız Kardeş” anlamını ifade etmektedir. Elbette bu kelime de erkekler için kullanıldığında zamanla galat-ı meşhur olacak ve lugat-ı fasihten de evlalaşacaktır. Bizce bu durumda erkek hemşireleri ifade etmek için başka bir kelime türetilmelidir. Sağlıkçı, Sağlık Memuru, Sıhhıyeci, Sağlıkeri vb.

Az önce çiçek örneğini vermiştik ve Türkçe’de bu kelime dişi demiştik. Almanca’da ve pek çok dilde de çiçek kelimesi dişidir. Mesela, Şâir kelimesi de erkeksi bir isimdir bizde. Almanca’da da “şair” kelimesi erkeksidir. Anadolu insanı, “toprak ana” tabirini sıklıkla kullanır. Yani toprak, Türkçe’de doğurganlığı, dişiliği temsil eder. Almanca’da da toprak (erde) kelimesi dişidir. Çoban deyince aklımıza hemen bir erkeksilik geliverir. Almanca’da da bu kelime erkek olarak kabul edilmiştir. Eğer “aşk” kelimesi bir isim olsaydı bu ismi erkeklere mi verirdiniz, kızlara mı? Sanırım çoğunluk bu ismin kızlara daha çok yakışacağını söylemiştir. Hatta düşünün bir kere bu kelimenin yakın anlamlısı “Sevgi” kelimesini erkeklere mi veriyorsunuz, kızlara mı? Tabii ki kızlara. Demek “aşk” ve “sevgi” kelimeleri dişi birer kelimedir. Türkü kelimesi genelde bayanlara isim olarak konuluyor. Herhalde müzik kelimesini de isim olarak kullansaydık, bu kelimeyi bayanlara ad yapardık. Çünkü bu kelime dişi bir kelime. Almanca’da da bu böyle. Tatlı kelimesi de dişi bir kelime Almanca’da. Bizde de bu böyle.

Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi Türkçemizde de dişi ve erkek kelimeler var.

Fakat bu kelimeler Almanca’da olduğu gibi artikellerle esir edilmemişler. Hem bu kullanımlar bütün Türk lehçelerinde de kesin olarak aynı değildir. Ve de “şu kelimeler sadece dişilere” ya da “bu kelimeler sadece erkeklere” verilecek diye

elimizde kesin emirnâmeler bulunmamaktadır. Bu nedenle bâzı Türk lehçelerinde dişilere verilen bir isim, bazı Türk lehçelerinde erkeklere verilebiliyor. Almanca’daki ya da diğer dillerdeki dişil ve eril kelimelerin bizim dilimizdekilerle tamamen paralel olduğunu söylemiyorum. Elbette her dilin dişillik ve erillik mantığında bazı farklar olabiliyor.

Üstelik kelimelerin bu özellikleri, sadece insanlara isim koyarken dikkate alınır. Bilinçli olarak uygulanmazlar. Geleneklerle, toplumsal kurallarla, kültürle şekillenirler. Yani Anglo­Sakson dillerinde olduğu gibi dişilere dişil, erkeklere de eril zamir kullanımı Türkçe’de yoktur. Ya da dişil eril artikeller dilimizde yoktur. Bu gibi sebeplerle Türkçe eşitlikçi bir dildir, her cinse eşit bakar. Hatta Türkçe bütün kâinatın unsurlarını el ele vermiş kardeş varlıklar olarak görür ki “O” zamirinin hem dişiler, hem eriller, hem canlılar hem de cansızlar için kullanılması bu gerçeği gösterir.

Hint Avrupa dillerinde var olan düzensizlik kuralı yine bu konuda da karşımıza çıkıyor. Mesela Fransızca, İngilizce gibi pek çok dilde kelimelerin dişilliği ve erilliği mantıksallıktan uzaklaşmış durumda. Belki de Avrupalı bilim adamları bu nedenle Esperanto gibi yapma diller geliştirme peşinde koşuyorlar. Belki de onlar kendi dillerindeki bu kuralsızlıklardan, düzensizliklerden kurtulmak istiyorlar.

Belki çok eskilerde belki de on binlerce yıl önce, atalarımız kullandıkları kelimelerin dişiliğini, erkekliğini daha iyi biliyorlardı. Belki de sadece onların bazı kullanımları bize miras kalabildi. Eğer benim bahsettiğim bu mantıkla Türkçe bazı kelimeleri incelersek, bu kelimelerin de bizlere eril ya da dişil özellikleri çağrıştırdığını fark edebiliriz.

Bu aslında bizi bir yerde ilk çekirdek dile de götürüyor. Bu dil, bütün dillerin birleştiği nokta.

Bütün dünya dillerinde benzer şekillerde bazı kelimeler insanlarda erillik ve dişillik çağrıştırıyorsa, bu kelimelerin ruhunun ortak bir kökenden gelmesi kuvvetle muhtemeldir.

TÜRKÇE’DEN ARAPÇA’YA GEÇMİŞ KELİMELER

Bu kitabımızın çeşitli yerlerinde ve şimdi okuyacağınız bölümde Osmanlı Türkçesi tabirini çoklukla kullanıyoruz. Türklerin tüm dünyaya, kültür, medeniyet, edebiyat yönlerinden üstünlük sağladığı en güçlü dönem Osmanlı dönemi olmuştur. Bu sebeple, Türkçe’den dünyaya kelime yayılımı en çok bu dönemde olmuştur. Dünya üzerinde geniş bir alana yayılan Osmanlı, idaresine aldığı ve çeşitli sebeplerle ilişkiye girdiği milletlerin dillerinden de tabii olarak, kelimeler almıştır. Bu sayede Osmanlı Türkçesi dediğimiz, Türkçe’nin yeni bir lehçesi oluşmuştur. Osmanlı gibi medeniyet sahibi ve tüm dünya üzerinde egemen bir devletin dünya dillerinden unsurlar alması gayet doğaldır. Ancak Osmanlı aldığı yeni kelimeleri adeta Türkçeleştirmiş, bu kelimeleri Türk’ün malı yapmasını bilmiştir.

Bu yeni alınan kelimeler Osmanlı Türkçesinde iyice yerleştikten sonradır ki, tekrar Osmanlı’nın egemen olduğu diğer toplumlara yayılmıştır. Osmanlı’nın diğer dillerden kelime alımı aşağılık duygusundan kaynaklanmamıştır. Zira padişahının bir fermanıyla Fransa’daki iğrenç bir baloyu durdurabilen ve padişahları fermanlarında Fransa’dan, Fransa vilayeti diye bahseden bir devlet, elbette Fransa’ya aşırı hayranlığından dolayı bu dilden kelimeler almamıştır. Tabii ki çöküşün yaklaştığı Tanzimat dönemi bahsimizden hariçtir. Osmanlı Yunanca’dan veya diğer dillerden kelimeler alırken, bu milletlerin medeniyetlerinden etkilenip de bu kelimeleri almış değildir. Zira Osmanlı’nın reayası konumunda olan Yunan milleti sönük bir vaziyetteydi ve o zaten kendisi Osmanlı medeniyetinden etkiler almaktaydı. Yunancadaki Türkçe kelimeler ve Yunanların adetlerindeki Müslüman Türk izleri bunun canlı birer şahididirler.

Demek ki Osmanlı ta Tanzimat dönemine kadar, zaten kendisi asli bir medeniyet kaynağı olduğu ve kendine her yönden yettiği için, hiçbir medeniyete hayran olmamıştır. Bu sebeple de Osmanlı Türkçesine bu dönemde yabancı kelimelerin girme sebepleriyle, günümüzde dilimize yabancı kelimelerin girme sebepleri bir değildir. Günümüz Türkiyesi kültürel, medeni, siyasi ve ekonomik yönlerden batı toplumlarından geride olduğu için, insanlarımız bu toplumlara özenmektedir. Bunun sonucunda da dilimizden, adetlerimize kadar tamamen batı peyki bir duruma gelmiş bulunmaktayız. Her yönümüzle batıyı taklit etme modasının dilimizde de yansımaları görünmektedir. Bu bir milletin kayboluşudur adeta. Bu kayboluştan kurtulmanın yegâne çaresi, kendi kültürümüzü, medeniyetimizi, adetlerimizi ve dilimizi yeniden tüm kuvvetli yönleriyle birlikte öğrenmek, bu öğrendiklerimizi de hayata geçirmektir. Biz eğer kendi medeniyetimizi kurarsak, o zaman insanımız haliyle ne batıya ne doğuya özenmeyecektir. O kendisi gibi olacaktır. Bunun için de en başta dilimizin güzelliklerini öğrenmemiz ve onun üstünlüğüne önce kendimiz inanmamız gerekir. Milletimiz eğer dilinin diğer dillerden daha aşağı olmadığını, onun da pek çok güzellikleri bulunduğunu tam manasıyla anlarsa; buna inanırsa, dilini yabancı dillerin istilasından seve seve kurtarmak için gönüllü olacaktır.

Şimdi Türkçemizin dünyanın en köklü dillerinden olan Arap dilini nasıl etkilediğine şahit olacağız. Türklerin Arap dilini etkilemeleri bu birkaç kelime alış verişiyle sınırlı değildir tabii ki. Arap dilini Arap milletinden çok kullanan, onu felsefi, edebi terimlerle zenginleştiren Türkler olmuştur. Bazı Türk kökenli felsefeciler, bilim adamları Arap dilinin Felsefe dili olabilmesi için ellerinden gelen gayreti göstermişler, Yunanca felsefi terimlerine karşılık gelebilecek ve Arapça’da daha önce hiç kullanılmayan yeni yeni kelimeler, terimler üretmişlerdir. Meselemizi açıklamak için bir başka örnek daha verelim. Arapça’da eskiden “Varlık” kelimesini karşılayacak bir kavram yoktu. Çünkü böyle bir kullanıma da ihtiyaç yoktu. Daha sonra Yunan felsefe metinleriyle karşılaşan ve bu metinleri Arapça’ya çevirmeye gayret gösteren çoğunluğunu da ünlü bazı Türklerin oluşturduğu felsefeciler, bu gibi kavramları karşılamak için yeni kelimeler türetme yoluna gittiler. Yunanca “esse” (varlık) kelimesine karşılık gelmesi için vecede kökünden gelen Mevcud, çoğulu olarak da Mevcudat kelimesi kullanıldı. Yine aynı mantıkla “Cosmos” kelimesini karşılamak için “Kane” kökünden gelen “Kâinat” kelimesi geliştirildi. “Khronos” (hareket) kelimesi için “hareke” kökünden gelen “Hareket” kelimesi oluşturuldu. Yine İbn-i Sina karşılaştığı “Analiyse” kelimesine karşılık bulmakta gecikmedi ve “Tahlil” kelimesini buldu. O, tartışma manasına gelen “Dispute” kelimesinin

karşılığı olarak da “Cedel” kelimesini yerleştirmişti. Daha önce Arap dilinde bir karşılığı olmayan “Logic” kelimesini karşılamak üzere “Nataka” kökünden gelen “Mantık” kelimesini, Müslüman Türk filozoflar geliştirdi.

Osmanlı Edebiyatçılarının Arapça’dan alarak kullandıkları öyle vezinler vardır ki, bu kullanımlar Araplar arasında sonradan yayılmıştır. Bu vezinler Osmanlı Edebiyatında şiirlere âhenk katmak için kullanılmıştır. Osmanlı Türkçesinde türetilen pek çok kelime sonradan Arapça ve Farsça gibi dillere geçmiştir. Örneğin; Hilal-i Ahmer kelime grubu köken olarak Arapça’dır. Ancak bu kelime grubu daha önce Araplar tarafından bu şekilde hiç kullanılmamıştır. Bu terkibi yapıp, kullanıma koyan millet Türkler olmuştur. Bu Hilal-i Ahmerin Türkçe karşılığı Kızılay’dır. “Hilal-i Ahmer” terimi “Kızıl Haç” terimine karşılık olarak oluşturulmuştur. Bütün Müslümanları temsil etmesi açısından da Arapça kelimeler kullanılmıştır. Tabii ki bu Türk filozofların Arap milletinin dilini zengin etmek gibi bir kaygıları yoktu. Onların kaygısı İslam dünyasının ilim dili olan Arapça’yı tüm felsefi terimleri karşılamaya yeterli bir dil haline getirmekti.

Bu Müslüman Türk bilginler, Arap diline bu terimleri kazandırırken kendi dillerinden de istifade ediyor olmalıydılar. Çünkü Türkçe’de bu gibi terimlere karşılık oluşturmak hiç de zor

değildi. Mantıklı bir yapısı olan Türkçe, yapım ekleri sayesinde yepyeni anlamları, kavramları karşılayabilecek bir güce sahipti. Hatta bu dil, kendi dini kavramlarını bile kendisi üretebilecek derinlikteydi. Uçmak, tamu gibi öteler âlemlerini karşılayan kavramlar bile Türkçe’nin kendisinde mevcuttu. Allah kavramı (tam karşılamasa da) Türkçe olan “Tengri” kelimesiyle ifade ediliyordu. Uygur Budist metinlerini incelediğimizde de görürüz ki, Türkler dillerinin zenginliğinden dolayı kendi dini terimlerini de çoğunlukla kendi dillerinden türetmişlerdi.

Elbette din konusunda bu denli kavram üretebilen bir dil, felsefe konusunda adeta kanatlanırdı.

İşte Müslüman Türk alimleri Arap dilini geliştirirken kendi dillerinin bu zenginliğinden de istifade etmiş olmalıydılar. Demek ki,

Türkçe’nin Arapça’yı etkilemesi sadece bu dile giren Türkçe kelimelerle açıklanacak basitlikte değildir. Türklerin ve Türkçe’nin Arapça’ya daha köklü tesirleri olmuştur diyebiliriz. Bunları söylerken Arap dilini küçümsediğimizi de kimse düşünmesin. Arapça’nın da Türkçe’ye bazı tesirleri olmuştur. Hatta Fatiha suresini oluşturan kelimelerin tamamına yakını dilimize girmiştir. Bu verdiğim örnek göstermektedir ki Türkler Kutsal Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in etkisiyle dillerini Arapça’nın tesirlerine açmışlardır. Arapça’nın Türkçe’yi etkilemesi şiir dilimizin gelişmesi açısından da etkili olmuştur.En azından dilimizde yeni uzun ünlüler oluşmuş, bu uzun

ünlüler de Türkçe’ye ayrı bir musiki derinlik katmıştır.

Arapça kendi üstünlüğünü ve evrensel bir vahiy dili olabileceğini zaten Allah’ın kendisini seçmesiyle ispatlamıştır. Arap dilinin başka dillerden etkilendiğini söylemek, ne günahtır, ne de Kuran’ı küçültme anlamını taşır. Kuran-ı Kerim’de Allah kendisi bizzat Arapça’dan farklı kelimeleri kullanarak da konuşmuştur. Örneğin, “kalem” kelimesi Yunanca kökenli bir kelime olup, Kuran’da geçmiştir. Bu Kuran’ı asla küçültmez. Aslında “Kalem” kelimesinin bu kitaba alınması “kalemi” yücelten ve ilahi hakikatleri akıllarıyla bulan filozoflara, ilahi bir takdiri de ifade eder. Yine Kur’an-ı Kerim’de İbrânice, Aramice, Rumca, Süryânice hatta Hintçe kökenli kelimelere bile rastlanmaktadır. Çünkü Kur’an-ı Kerim “tenazzulat-ı kelamiyye” özelliğine sahiptir. Yâni “o dönem Araplarının anlayabileceği konuşma diline yakın bir dilde” indirilmiştir. Elbette Arapların konuştukları dil olan Arapça da başka dillerden etkilenmektedir bir dil olduğu için.Bu nedenle Kur’an-ı Kerim’de farklı kökenden gelen kelimelerin bulunması oldukça doğaldır.

Yukarıda da dediğimiz gibi Arapça’yı İslam alemindeki konumundan alaşağı edebilecek bir güç de söz konusu değildir. O yine dualarımızda, ezanlarımızda kendini bize duyuran, güzel ve geniş bir anlam derinliğine sahip güçlü bir dil olarak kalacaktır. Türkçe’nin ya da başka bir dilin de o dilin bu üstün yönleriyle yarışmak gibi bir kaygısı da yoktur zaten. Ezanın, Kur’an-ı Kerim’in ya da namazda okunan surelerin Arapça olması artık bir şeâir-i İslâmiye (islâmın Sembolü) olmuştur. Bu nedenle onların değiştirilmesi dahi teklif edilemez. Ne Ezan, ne de Namaz Sureleri asli dilinin dışında başka bir dilde, ibadet için kullanılamaz. Elbette Kur’an-ı Kerim’in, Ezan’ın ya da namaz surelerinin meallerini, Türkçe çevirilerini okumamız gerekmektedir. Elbette din adamlarının da belirttiği gibi bundan büyük yararlar edinebiliriz. Ancak okuduklarımızın o metinlerin asılları olmadığını, anlamamız için dilimize çevrilmiş açıklamalar olduklarını bilmemiz gerekiyor.

Sadece şu gerçeği söylemek istiyoruz. Türkçe pek çok dili etkilediği gibi felsefi Arapça’dan tutun halk Arapçasına varana kadar bu dile etkilerde bulunmuştur. Haliyle Türkçe de güçlü bir dini dil olan Arapça’dan pek çok kelime alarak etkilenmiştir. Arapça ve Farsça gibi dillerden de etkilenmiş olan Osmanlı Türkçesi, yabancı dillerden aldığı kelimeleri bir köprü vazifesi yaparak Arapça’ya geçirmiştir. Yine bizzat öz Türkçe pek çok kelime de Arapça’ya geçmiştir.

Şu andaki Arapça sözlükler Türkçe kelimeler yönünden sansürlenmiş olduğundan bizim için yeterli araştırma kaynağı olmamaktadırlar. Bu çalışma elimizdeki dar imkânlar kullanılarak hazırlanmış bir çalışmadır. Bu nedenle kusurlarımıza müsamaha ile bakacağınızı umuyoruz. Bazı Türkçe kelimeler, Arapça’da değişik şekillerde telaffuz edilmektedir. Bu kelimeleri parantez içinde gösterdik. Eğer bir kelime diğer dillerden dilimize geçmiş bir kelimeyse onu da göstermeyi uygun bulduk. Genelde Arapça’ya Osmanlı döneminde pek çok kelimemiz geçtiği için Osmanlı Türkçesi tabirini kullandık. Eğer Arapça’ya geçen kelimenin başka dillerden dilimize girdiğine dair bir delil bulamamışsak ya da onun öz Türkçe bir kelime olduğunu düşünmüşsek, o kelime için Türkçe tabirini kullandık. Tabii ki bu kelimeler içinde de farklı kökenli kelimeler olabilir. Umarım bu naçiz çalışmamızın, Türk Dilbilim’inin gelişmesine ufak da olsa bir katkısı olur.

Şimdi sizleri Türkçe kanalıyla Arapça’ya geçmiş bazı kelimelerle baş başa bırakıyoruz:

Abajur-Fransızca>Osmanlı Türkçesi>Arapça

Abanoz-Yunanca>Osmanlı Türkçesi>Arapça

Afyon-Yunanca>Osmanlı Türkçesi>Arapça

Ağda-Türkçe>Arapça(Muakkad-kökü akda)

Akasya-Yunanca>Osmanlı Türkçesi>Arapça Akbaba-Türkçe>Arapça(Ukab) Pehlivan-Farsça>Osmanlı Türkçesi>Arapça Cambaz-Farsça>Osmanlı Türkçesi>Arapça Kırmızı-Türkçe>Arapça(Kırmızun) Alay-Türkçe>Arapça

Albüm-Latince>Osmanlı Türkçesi>Arapça

Ambar-Farsça>Osmanlı Türkçesi>Arapça

Amiral-Osmanlı’lar Arapça’dan geliştirdi>Arapça’ya geçti

Ampul-Fransızca>Osmanlı

Türkçesi>Arapça(Ambule)

Ardıç-Türkçe>Arapça(Arar)

Arşiv-Fransızca>Osmanlı

Türkçesi>Arapça(Arşif)

Artezyen-Fransızca>Osmanlı

Türkçesi>Arapça(Artuvazi)

Bustani(bahçıvan)-Farsça Bostan kelimesinden>Osmanlı Türkçesi>Arapça

Bahşiş-Farsça>Osmanlı Türkçesi>Arapça

Baht-Farsça>Osmanlı Türkçesi>Arapça

Balya>Almanca>Osmanlı

Türkçesi>Arapça(Bale)

Barut-Osmanlı Türkçesi>Arapça

Bez-Türkçe>Arapça(Bezzun)

Bezelye-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Bazila)

Bezirgan-Farsça>Osmanlı

Türkçesi>Arapça(Bezzaz)

Biftek-Fransızca>Türkçe>Arapça

Bilardo-İtalyanca>Türkçe>Arapça

Bilye-İtalyanca>Türkçe>Arapça

Bodrum-Osmanlı Türkçesi>Arapça(bedrum)

Bostan-Osmanlı Türkçesi>Arapça

Bulgur-Türkçe>Arapça(Burgul)

Burgu-Türkçe>Arapça

Burmak-Türkçe>Arapça(Bermen)

Bülbül-Osmanlı Türkçesi>Arapça

Ceket-Fransızca>Osmanlı Türkçesi>Arapça

Cumhuriyet-Arapça’dan Osmanlı’da ilk kullanıldı>Arapça

Çanta-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Şanta)

Çavdar-Türkçe>Arapça(cavdar)

Çavuş-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Caviş)

Çek-Türkçe>Arapça(Şik)

Polat-Türkçe>Arapça(Fulaz)

Çengel-Osmanlı Türkçesi>Arapça(şengel)

Dut-Türkçe>Arapça(Tut)

Çuval-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Cuvalık- Türkçe’deki —lık eki de -ık şeklinde geçmiş)

Dama-Osmanlı Türkçesi>Arapça

Damacana-Osmanlı Türkçesi>Arapça

Davul-Türkçe>Arapça(Tubul)

Dem-Farsça>Osmanlı Türkçesi>Arapça

Derviş-Farsça>Osmanlı Türkçesi>Arapça

Divan-Osmanlı Türkçesi>Arapça

Domates-İngilizce>Türkçe>Arapça(Tamatımun)

Düzine-Osmanlı Türkçesi>Arapça

Efendi-Osmanlı Türkçesi>Arapça

Menekşe-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Benefse)

Kestane-Türkçe>Arapça(kestena)

Onbaşı-Türkçe>Arapça(Evşaviş)

Fare-Türkçe>Arapça

Fayton-Osmanlı Türkçesi>Arapça

Fırça-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Furşa)

Fırın-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Furnun)

Fıstık-Türkçe>Arapça(Fustuk)

Fındık-Türkçe>Arapça(bunduk)

Firuze-Farsça>Osmanlı Türkçesi>Arapça

Fiş-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Fişe)

Fişek-Osmanlı Türkçesi>Arapça (Fişke)

Fitil-Osmanlı Türkçesi>Arapça

Garaj-Fransızca>Osmanlı

Türkçesi>Arapça(Karacun)

Gargara-Türkçe>Arapça

General-Türkçe>Arapça(Ceneral)

Gergedan-Osmanlı Türkçesi>Arapça


İbrik-Osmanlı Türkçesi>Arapça

İbrişim-Farsça>Osmanlı

Türkçesi>Arapça(İbreysem)

Kaftan-Osmanlı Türkçesi>Arapça

Kaktüs-Yunanca>Osmanlı Türkçesi>Arapça

Kalbur-Türkçe>Arapça(Gırbalun)

Kandil-Latince>Osmanlı Türkçesi>Arapça

Kanepe-Fransızca>Osmanlı Türkçesi>Arapça

Karanfil-Yunanca>Osmanlı Türkçesi>Arapça

Karton-Osmanlı Türkçesi>Arapça

Kauçuk-Osmanlı Türkçesi>Arapça(kavuştuk)

Kehribar-Farsça>Osmanlı Türkçesi>Arapça (Kehriman)

Kelepçe-Farsça>Türkçe>Arapça(Kelebşun) Keman-Osmanlı Türkçesi>Arapça Kereviz-Farsça>Türkçe>Arapça(Kerefsun)


Köfte-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Küfte)

Körük-Türkçe>Arapça(Kirun)

Köse-Türkçe>Arapça(Kevsec, kusec)

Kumru-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Kumriyyun)

Kunduz-Türkçe>Arapça(Kundus)

Küme-Türkçe>Arapça(Kümetün)

Küspe-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Küsbetün)

Lades-Osmanlı Türkçesi>Arapça (Elyedes)

Lale-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Bu dilde Lale Gul demek bu da Gülden gelir)

Lavanta-İtalyanca>Osmanlı Türkçesi>Arapça

Tas-Türkçe>Arapça(Tastü)

Leylak-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Leylek)

Leylek-Türkçe>Arapça(Laklak)


Makarna-İtalyanca>Osmanlı Türkçesi>Arapça (Mekrunetün)

Mandalina-Osmanlı Türkçesi>Arapça (Menderin veYusuf Efendi)

Manolya-Türkçe>Arapça(Manulya)

Mareşal-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Türkler geliştirmiştir)

Margarin-Yunanca>Türkçe>Arapça Marmelat-Fransızca>Osmanlı Türkçesi>Arapça Maydanoz-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Bakdunes) Mekik-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Mekuk) Mermer-Türkçe>Arapça Midye-Türkçe>Arapça Milyarder-Fransızca>Türkçe>Arapça Milyoner-Fransızca>Türkçe>Arapça Mobilya-Osmanlı Türkçesi>Arapça Mumya-Osmanlı Türkçesi>Arapça

Musiki-Osmanlı Türkçesi>Arapça Cevher-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Cevher) Naftalin>Osmanlı Türkçesi>Arapça Nankör-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Nakirun) Şişe-Farsça>Osmanlı Türkçesi>Arapça Neft-Farsça>Osmanlı Türkçesi>Arapça Ney-Farsça>Osmanlı Türkçesi>Arapça Nişadır-Osmanlı Türkçesi>Arapça Nisan-Osmanlı Türkçesi>Arapça Nişasta-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Neşaun) Okyanus-Osmanlı Türkçesi>Arapça Ortanca-Türkçe>Arapça(Urtansiyye) Ödemek-Türkçe>Arapça(Edde) Paket-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Bakit) Palamut-Türkçe>Arapça(Ballutun) Pancar-Türkçe>Arapça (Bencer)


Pabuç-Osmanlı Türkçesi>Arapça

Papatya-Türkçe>Arapça(Babunacun)

Paşa-Osmanlı Türkçesi>Arapça (Başa)

Patates-İngilizce>Osmanlı

Türkçesi>Arapça(Batates)

Patlıcan-Türkçe>Arapça(Badıncan)

Pedal-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Bedal)

Peksimet-Türkçe>Arapça(Baksimat)

Pelerin-Osmanlı Türkçesi>Arapça

Perçin-Farsça>Osmanlı

Türkçesi>Arapça(Berşam)

Pergel-Farsça>Osmanlı Türkçesi>Arapça(Berkel)

Pervane-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Bervane)

Portakal-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Burtukalun)

Pudra-Fransızca>Osmanlı Türkçesi>Arapça

Reçine-İtalyanca>Osmanlı


Türkçesi>Arapça(Ratinecun)

Sac-Türkçe>Arapça

Salça-İtalyanca>Osmanlı Türkçesi>Arapça

Samur-Farsça>Osmanlı Türkçesi>Arapça

Sarnıç-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Sıhrıc)

Satranç-Farsça>Osmanlı

Türkçesi>Arapça(Şetranc)

Sele-Türkçe>Arapça

Servi(Ağaç)-Farsça>Türkçe>Arapça(Servun)

Sigara-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Sicara)

Siğil-Türkçe>Arapça(Sü’lül)

Sinema-Fransızca>Osmanlı Türkçesi>Arapça

Sini-Türkçe>Arapça(Sınıyye)

Şah-Farsça>Osmanlı Türkçesi>Arapça

Şalgam-Türkçe>Arapça(Şalcam)

Şamdan-Farsça>Osmanlı

Türkçesi>Arapça(Şamadan)

Şamfıstığı-Türkçe>Arapça(Fustuka)

Şalvar-Farsça>Osmanlı

Türkçesi>Arapça(Servalun)

Tabur-Türkçe>Arapça

Tabure-Farsça>Osmanlı Türkçesi>Arapça

Şaklaban-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Şaklabatun- Takla)

Tarçın-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Darsınıyyun) Taze-Türkçe>Arapça(Tazecun)

Tebeşir-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Tabaşir) Tencere-Türkçe>Arapça(Tancara) Teneke-Türkçe>Arapça Topuz-Türkçe>Arapça(Dubbusun)

Kese-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Kisun) Tuğra-Türkçe>Arapça Uskumru-Türkçe>Arapça Üstübeç-Osmanlı Türkçesi>Arapça(İsfideç)


Vaşak-Farsça>Osmanlı Türkçesi>Arapça

Vernik-Osmanlı Türkçesi>Arapça (Verniş)

Vida-Bu kelime bizde yabancı ama Arapça’da Türkçe-Burgu

Kiraz-Türkçe>Arapça(Kerezun)

Vişne-Türkçe>Arapça(Vişnetün)

Yaka-Türkçe>Arapça

Yasemin-Osmanlı Türkçesi>Arapça Yaşmak-Arapça’da Türkçe “Bürgü” kelimesinden gelen “Burgun” kelimesi kullanılır. Bu Bürgü kelimesi de bizden çok uzaklardaki Afganlar gibi kavimlerce de başörtüsü anlamında kullanılır. Hardal-Türkçe>Arapça(Hartal) Süsen(Zambak)-Türkçe>Arapça(Sevsen) Zerzevat-Farsça>Osmanlı Türkçesi>Arapça

Kaynaklar:

Türkçe-Arapça Sözlük (Fono)

Türkçe-Arapça Sözlük(Ensar Neşriyat) Türkçe-Farsça Sözlük (Fono)

İbn-i Sina Felsefesi ve Ortaçağ Avrupasındaki Etkileri(ProfDr. A. -M.GOICHON-ProfDr.

İsmail YAKIT-Ötüken)

TÜRKÇE’NİN SES ÂHENGİ

Türkçemizde kullandığımız pek çok kelime tabiat olaylarının izlerini taşımaktadır. Sanki dilimizde her bir sözcüğün kendini anlatan ayrı bir lisanı vardır. Örneğin; “soğuk” kelimesini inceleyelim. ”Soğuk” kelimesini oluşturan sesler, içerdikleri anlamı da pekiştirecek şekilde soğuk sesler. Soğuk bir havada dışarı çıktığımızda duyacağımız sesler, sanki bu soğuk kelimesinin içine saklanmış. Bu kelimeyi duyduğumuzda bir fırtınanın uğultusunu duyar gibi oluruz. Soğuk kelimesindeki “o, ğ, u “ sesleri bir rüzgârın uğultusunu andırır. Baştaki “s” sesi yaprakların ve rüzgârın sesini hatırlatır. Sondaki “k” sesi de gök gürlemesine bir gönderme gibidir. İşte bir kelimemizde pek çok tabiat olayı adeta resmedilmiştir.

Bir başka kelimeyi ele alalım. Örneğin; Kış kelimesinde “ı”, ”ş” sesleri adeta bir akışı ifade eder. Yağmur ve kar yağışında duyduğumuz sesler bu kelimede toplanmış gibidir. Sıcak kelimesi sesleri itibariyle de anlamı gibi sıcaklığı ortaya koyar. Bir sobada odunların yanışını hatırlayalım. Önce ateş yakılır. Bu esnada havanın özelliğinden dolayı “s” sesi ortaya çıkar. Ardından “c”, “a”, “k” sesleri bir odunun yanarken çıkardığı sesleri yansıtır.

Yine Türkçemizde bazı soyut anlamları karşılayan kelimelerde rastladığımız ses yapısı, duygulara tercüman olacak niteliktedir. Örneğin —korku” kelimesi duyulduğunda bile kalbe bir korku salar. Bu sözcüğün içindeki kalın sesler ve —k” sesleri Türklerin korktukları tabiat olaylarının ve diğer korkularının seslerini içerirler. Kılınç sesleri, gök gürlemeleri, depremde çıkan gürültü gibi Türk insanının hafızasına kazınmış büyük felaketlerin bir hulasası gibi olan bu kelime, gerçekten manidardır. Bu kelimenin ortasındaki akıcı —r” sesi de yine Türklerin eskiden beri saygı duydukları suyun akışını hissettirir. —Sevgi” kelimesinin kökü olan —sev” kelimesi sevginin sıcaklığını ve akıcılığını, inceliğini anlatır. Buradaki —s” sesi akıcı bir sestir. Bu sevginin kalpten kalbe aktığına işaret eder. Yine —e” sesi sevginin inceliğine işaret eder. Sondaki dudaksı —v” sesi sevme fiilinin doğal bir sonucu olarak oluşacak öpme fiiline işaret eder. ”Sev” fiilini söyleyen kimsenin son mertebede dudakları yuvarlaklaşır, öpme konumuna gelir. Annesini seven bir çocuk, çocuğunu seven bir anne ve eşini seven bir insan, sevgisini en son mertebede öperek ortaya koyar. ”Öp-— fiilinde de benzer bir güzellik vardır. Bu fiili söyleyen bir kimsenin dudakları yuvarlaklaşır ve o kimse zaten havaya bir öpücük yollar. Bu gibi ses özellikleri Türklerin duygusallığını ve sevgiye düşkünlüğünü gösteren birer örnektir.

Türkçe konuşan insanları dinleyen yabancılar, bu dilin farklılığını hissetmektedirler. Hatta çeşitli

duyguları Türkçe ile ifade ettiğimizde dilimizi bilmeyen yabancı insanlar ne demek istediğimizi iyi kötü hissetmektedirler. Olumsuz, kötü sözler söylediğimizde kelimelerin tabii sesleri, tonlamaları ve vurguları anlama göre sertleşmektedir. Sevgi, mutluluk içeren sözler söylediğimizde de dilimizin kulaklarda hoş bir sada bıraktığı bilinmektedir. Bunu anlamak için eski Türkçe yazın ürünlerinden örnekler verelim:

“Bunça bitig bitigma Kül tigin atısı yolug tigin bitidim. Yigirmi kün olurup bo taşka bo takma kop Yolıg tigin bitidim. ”

Bu sözleri dinlediğimizde bir taşa bir demirle vurulduğunu hissederiz. Üstelik bu vuruşların çok da sert olmadığını ince ve nazik vuruşlar olduğunu seslerin inceliğinden de anlarız. Zaten bu sözlerde Yolıg Tigin’in taşlara yazıları kazıdığı anlatılmaktadır.

“Anilki Tadıkıng çorung boz atın binip tagdi”

Bu sözlerde ata binme olayından bahsedilmekte. Bu anlama uygun olarak da bu sözlerde atın giderken çıkardığı sesler bir musiki şeklinde duyulmaktadır.

“Kül tiginig az erin irtirü ıtımız ulug süngüş süngüşmüş. Alp şalçı ak atın binip tagmiş kara Türgiş bodunug anda ölürmiş almış”

Bu cümlelerde de bir savaşın anlatıldığı anlaşılmaktadır. Kılıç seslerini, at seslerini, bu sözlerde duyabiliriz.

Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir.

İspanya neşesiyle bu akşam bu zildedir.

Yelpaze çevrilir gibi birden dönüşleri,

İşveyle devriliş, açılış, örtünüşleri

Bu mısralar söz üstadımız Yahya Kemal’den alıntıdır. Bu kıtayı dinlediğimizde kulağımıza şiirde ifade edilmek istenen anlama uygun seslerin (aliterasyon) dizilmiş olduğunu görmekteyiz. Bu Türkçe’nin ses ve ek zenginliğinin verdiği müthiş bir imkândır.

Elbette Türkçemizde kullandığımız her bir kelimede bu örneklerdeki gibi muhteşem ses özellikleri olmayabilir. Ancak bu kadar örnek bile Türkçe’nin güzelliğini göstermeye yeter de artar sanırım. Biz yine de konumuzla ilgili birkaç örnek daha vermek istiyoruz:

Titremek kelimesi adeta söyleyenin ağzını titretmektedir. “t” ve “r” seslerinin arka arkaya gelmesi titreyen bir nesneyi anımsatmaktadır. Ağlamak kelimesinin aslı yığlamak, ığlamak kelimeleridir. Bu “yığ-“, “ığ-“ sesleri ağlayan, inleyen bir insanın çıkarttığı sesleri yansıtmaktadır. “Aksırık” kelimesi de benzer bir yansımayı içerir. Çirkin kelimesini

incelediğimizde bu kelimenin —iğrenç” kelimesinde olduğu gibi dinleyende —iğrenç” çağrışımlar yapacağı muhakkaktır.

—Güzel” kelimesinde ise gerçekten güzel bir eda vardır. Bu kelime bize —gül” kelimesini hatırlatır. Belki de Farsça’da —Gul” şeklinde telaffuz edilen bu çiçek ismi Türkçe’ye girdiğinde güzel kelimesinin etkisiyle güzelleştirilmiş olabilir. Ya da bu —gul” kelimesi gül- fiilinin etkisi altında da kalmış olabilir. Gül çiçeği hem gülen hem de güzel bir çiçektir. Belki de kendisine bu anlamlar yüklenen gül, bu özelliklerden dolayı, Müslümanlarca, gülmenin ve güzelliğin kaynağı olarak kabul edilen Hz. Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellemi temsil etmeye layık görülmüştür.

Yine bir başka kelime olan —Karga” kelimesini duyduğumuzda, karganın ötüş sesini ve karalığını hissederiz. ”Süpürge” kelimesinin kökü olan süpür- fiili süpürgenin süpürme esnasında çıkarttığı sesi anımsatmıyor mu? —Kürek” kelimesi de toprağa sürten küreğin sesini süpürgede olduğu gibi yansıtmaktadır. —Sürt-— fiili bile bir yansıma içermektedir. Bu fiildeki sesler nesnelerin birbirine sürtünürken çıkardıkları sesleri çağrıştırmaktadırlar.

İşte bunlar ve benzeri binlerce kelime, dilimize ayrı bir ahenk katmaktadır. Türkçe’yi konuşan insanlar sanki tabiatı dillendirmektedirler. Türk dili tabiatı yansıtan bir ayna gibi görünmektedir.

Türkçe’yi konuşan bir insan, diğer dillere nazaran tabiatla daha iç içe bir dil kullanmaktadır. Bu gün doğaseverlerimizin slogan ve pankartlarında doğayı yansıtmaktan uzak İngilizce’yi kullanmaları ne üzücüdür! Hatta tüm dünyadaki doğaseverler yazılı; sözlü eylemlerinde, “tabiatın düzenli bir dili” olarak adlandırılabilecek Türkçe’yi kullanmalıdırlar.


DNA VE TÜRKÇE ARASINDAKİ İLİŞKİ

DNA kelimesi “Deoksiribonükleik Asit” kelime öbeğinden kısaltılmıştır. DNA bir çeşit küçük “Kader Programıdır. ” Canlıların tüm hayat programı DNA kromozonlarında kayıtlıdır. DNA, canlıların hafızasıdır. Tüm geçmişimizin yaşamsal özellikleri DNA’lar vasıtasıyla bize ve bizden sonraki nesillere aktarılır. Dilbilimcilerin çoğunluğuna göre, diller de birer canlı varlıktır.

O halde dillerin de kendilerine göre genleri ve yapılarını daha sonraki zamanlara aktaracakları DNA’ları vardır. Diğer dilelrde olduğu gibi Türkçemizin de kendine has DNA’ları vardır. Bu DNA’lar vasıtasıyla Türkçemizin özellikleri asırlar öncesinden bugüne kadar gelmiştir.

Şimdi Türkçemizin DNA sistemine doğru bir yolculuk yapacağız. Öncelikle Türkçe’nin asırlarca öncesinden bugüne aktardığı özellikleri, sesleri var mıdır? Yoksa Türkçe tamamen değişmiş midir? Bunu anlayacağız. Şimdi Orhun Abidelerinden bazı bölümleri inceleyelim;

“Türük begler bodun, bunı eşiding! Türük bodunug tirip il tutsıkıngın bunta urtum; yangılıp ölsikingin yeme bunta urtum. ” “Türk Beyler milleti (bodunu), Bunu işitin! Türk milletinin dirilip il tutacağını buna vurdum. Yanılıp öleceğini de buna vurdum (hak ettim)”

Bu cümlelerde Türkçe’nin binlerce yıl önceki ve sonraki halini karşı karşıya görüyoruz.. Eğer dillerin özelde Türkçe’nin kendine has bir gen ya da DNA yapısı olmasaydı, bugün binlerce yıl önce kullandığımız kelimeler yaşamayacak, yok olacaklardı. Ancak hâlâ bin küsur yıl önce kullandığımız pek çok kelimeyi bugün de üstelik daha da güzelleşmiş biçimleriyle kullanmaktayız. Şimdi yukarıdaki cümlelerdeki kelimeleri bugün kullandığımız aynı kökenden gelen kelimeelrle karşılaştıralım.

“Türük-Türk”, görüldüğü gibi Türk kelimesinin eski hali daha çok sese sahipti. Bu kelimenin şimdiki şekli ise, oldukça güzelleşmiş bir durumda. “Beg-bey” beg kelimesi sonundaki “g” sesinden dolayı kaba gözükmektedir. Ancak bu “g” sesi zamanla sanki düzenleyici bir elin katkısıyla “y” sesine dönüştürülmüştür. Bu şekilde “beg” kelimesi daha da yumuşamış, inceleşmiş yani kulağa daha güzel gelen “bey” sözcüğüne dönüşmüştür. Bu değişimlere rağmen Türük-Türk ve beg-bey kelimelerinin kökenleriyle benzerlikleri ortada. Yani büyük başkalaşmalar, bozulmalar olmamış ama kelimeler asli DNA’larını da muhafaza ederek daha bir inceleşmiş, güzelleşmişlerdir. İngilizce gibi bazı dillerde ise kelimeler zamanla bükümlüleşmeye, başkalaşmaya doğru giderler. Tabii ki dünya dillerinin çoğunda kendilerine göre bir güzelleşme meyli vardır. Kesinlikle o dilleri küçümsediğimizi kimse düşünmesin.

”Bodun” kelimesi diriltilmeye çalışılan bir kelimedir. Ancak bu kelime bugün yerini kulağa daha hoş gelen —millet” kelimesine bırakmıştır. Millet kelimesi hangi kökenden gelirse gelsin artık Türkçe’dir. — Bodun” kelimesi bazı Türk lehçelerinde de yaşamaya devam etmektedir ancak çoklukla kullanılan kelime —millet” kelimesidir. Yine -ler(çoğul eki) halen dilimizde muhafaza edilmektedir. Bu da Türkçe’nin dilbilgisi özelliklerini binlerce yıla rağmen muhafaza ettiğini göstermektedir. Türkçe’nin dilbilgisinin(gramerinin) sağlamlığı tartışılmaz. Bu noktadaki DNA’lar daha kuvvetlidir. Nasıl ki bugünkü balıklar yüz binlerce yıl önceki balıklarla benzer özelliklere sahiptir. Çünkü aynı DNA yapısı ilk balıktan bugünkü balıklara kadar aktarılmıştır. Bunun gibi Türkçe, diğer kuralları olan düzenlileşme, inceleşme ve güzelleşme gibi özelliklerini devam ettirmekle birlikte, gramer yönünden kendini korumaya değişime, başkalaşmaya direnmeye çalışmaktadır. Bu da Türkçe’nin DNA yapısını kanıtlayan başka bir belgedir.

Yukarıda verdiğimiz cümlelerdeki kelimeleri karşılaştırmaya devam edelim: ”Bunı-bunu” görüldüğü gibi düzenlileşme kuralı burada da kendini gösteriyor. Eskiden nesne hali ekinin sadece “ı” ve “i” şekilleri vardı. Yani “u, ü” şekilleri yoktu. Ancak zamanla küçük ünlü uyumu kuralının bugünkü hali oluştu. Düzenlilik böylelikle daha da arttı. Ayrıca Türkçe kelimeler kulağa daha da hoş gelmeye başladı. Ancak nesne hali eklerinin de “bu” kelimesi gibi zamirlerin de aslı değişmedi. ”Eşiding-işitin” kelimeleri arasındaki benzerlik de ortadadır. Ufak ve kurallı bazı değişiklikler dışında “eşid-“ fiili aynen bugün de “işit-“ şeklinde yaşamaktadır. Yine 2. çoğul emir kipi eki olan eski “-ing” eki de “-in” şeklinde bugün de varlığını devam ettirmektedir. Görüldüğü gibi sondaki “-g” sesi kaybolmuş ama bu Türkçe’nin kulağa daha da hoş gelmesini sağlamıştır. Ancak ek çoğunlukla korunmaya devam etmiştir.

Bütün bu verdiğimiz örneklerde görüldüğü gibi diğer dillerde olduğu gibi Türkçe’nin de kendine has bir DNA yapısı vardır. Türkçe, gün geçtikçe daha hoş, daha düzenli, daha şiirsel bir dil olmaktadır. Bu da Türkçe’nin güzelliğini ispat eden başka bir delil olarak kaydedilecektir.

Ayrıca Türkçe, bu yönüyle bize canlılarda değişmeyen bazı gensel özellikler olduğunu fısıldamaktadır.

Bize de —aslınızdan uzaklaşmayın ama başka milletlerin teknolojilerini, iyi yönlerini alın” der gibi asıldan uzaklaşmadan değişimi, düzenlileşmeyi öğütlemektedir.


TÜRKÇE’NİN MATEMATİKSELLİĞİ VE FELSEFİ BOYUTU

Büyük ünlü uyumu kuralının matematikselliği:

Bildiğimiz gibi Türkçe’de bir kelimenin ilk hecesi kalın ünlüyle başlıyorsa, diğer heceler de kalın ünlüyle, ilk hece ince ünlüyle başlıyorsa, diğer heceler de ince ünlüyle devam eder. Şimdi bu kurala uyan ve uymayan örnekleri görelim: K(i)t(a)p> bu kelimede i=ince, a=kalın olduğundan bu kelime kurala uymaz. Bunu matematiksel olarak şöyle gösterebiliriz: i= -1 olsun, a= +1 olsun... -1. 1= -1 yani sonuç olumsuz...

Birisi eksi diğeri artı olursa, sonuç eksi olduğu gibi, birisi ince diğeri kalın olduğunda da sonuç olumsuzdur.

K(i)t(a)pç(ı)= Burada kalın ünlülerin tamamını yine +1 olarak alacağız.

-1. 1. 1=-1 bir tane eksi diğerlerini de eksi yapıyor.

Olumlu birkaç örnek verelim şimdi de: Ç(o)c(u)k= 1. 1=+1 sonuç olumlu, pozitif. (i)nc(e)= -1. -1= +1 sonuç yine olumlu.

Eğer bu kalın ünlüleri çift, ince ünlüleri de tek sayılar olarak kabul etsek;

Çift sayıyla çift sayının toplamı çift olur. Sonuç çift çıkarsa iki sayı bir biriyle aynıdır yani uyumludur demektir. Çift+çift=çift Tek sayıyla tek sayının toplamı da çifttir. Demek ki tek sayıyla tek sayı da birbiriyle uyumludur. Tek+tek=çift

Fakat tek sayıyla çift sayının toplamı tektir. Demek ki, tek sayı ile çift sayı birbirinden farklıdır.

Çift+tek=tek

Kalın+kalın=uyumlu

İnce+ince=uyumlu

İnce+kalın=uyumsuz

Kalın+ince=uyumsuz

Sayıların ikisi de eksi olursa sonuç yine olumludur. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Sanırım burada anlatmak istediklerimiz anlaşılmıştır. Türkçe bilim dili değil diyenler, Türkçe’nin bu matematikselliği karşısında ne diyecekler? Türkçe’yi ve Türkleri çağın gerisinde görmeye çalışan Batı, Türkçemizin bu matematiksel mucizesinin farkına varacaklar mı? Onlar bunun farkına varmasa da biz Türkçemizin güzelliğinin farkındayız. Bu öyle subjektif bir güzellik de

değil. Matematiksel olarak ispat edilen bir güzellik.

ÜNLÜLER KÜPÜNÜN ÇİZİLMESİ

Sihirli bir küpümüz var bizim. Bu küp Türkçe’nin güzelliğini gösteren matematiksel harikalardan biri. Üstelik bunu bir Türk de bulmamış. Bu kübü ilk defa çizen bir yabancı, bir Fransız. Ona bu yardımından ve keşfinden dolayı teşekkür ederken, kendime de sitem ediyorum: “Neden ben de Türkçe’nin daha değişik matematiksel özelliklerini ortaya koymayayım? ” Zaten ben de yola bu niyetle koyuldum ilk başta. Size de bunun için sesleniyorum: “Neden siz de Türkçe’nin daha değişik güzelliklerini ortaya koymayasınız? ” Ancak yabancılar bizim dilimizi bizden daha iyi biliyorlar. Bizde de dünya standartlarında dilbilimciler yok değil. Bir Doğan AKSAN bence pek çok yabancı dilbilimciyle boy ölçüşecek donanımda. Daha ismini bilemediğimiz başka üniversite hocalarımız da mevcut, bunu biliyorum. Ancak Türkçe her şey gibi tek bir bakış açısıyla değil farklı farklı bakış açılarının verileri nazara alınarak incelenmeli. Yüz dâhinin yapmayı beceremeyeceği yüksek bir düzende olan Türkçe’yi bir iki kişi nasıl tam manasıyla, tüm güzellikleriyle çözebilir? Türkçe’nin bir şifresi var. Bu şifre mutlaka çözülmeli. Bu şifreyi çözmek için ilk adımlardan birini François Deny adındaki bir dil okulu öğrencisi atmış. Bu şifreyi çözmek için ben de bir adım atmak istiyorum. Belki o adımı attım, belki de ömür boyu o adımı atmak için uğraşacağım. Ama öncelikle ilk adıma vefadır. Bu adımdan çıkarılacak dersler var. Bu ünlüler küpü çizilirken şu formül kullanılmış: c    3

N=2 > N=2 > N=8... Sonra François Türkçe’nin bir gizemli şifresini çözmenin heyecanıyla ünlüler küpünü, ünlülerin tüm özelliklerini gösterecek şekilde çiziyor. Aslında o kendisi bir şey yaratmıyor. Sadece Türkçe’nin var olan ama bilinmeyen bir özelliğini gözler önüne seriyor. Bizler de araştırmalarımızda işte buna talibiz.

 

Görüldüğü gibi Kâbe de aslında bir “küp” görünümünde. Ünlüler Küpüyle Kâbe’nin şekli arasında bir ilişki olamaz mı? Kâbe kelimesi “küp” anlamına gelmektedir zaten. Belki de yüce Yaratıcı, bu ünlüler küpüyle bir çeşit Kâbe’yi yani boyutsuzluğun ve zamansızlığın sembolü olan “küp” şeklini Türkçe üzerine resmetmiştir. Belki de bu sadece Türkçe’nin düzeninin bir başka delilidir. Ancak Türkçe’nin böyle bir güzelliğinin olduğu açıktır. Üstelik “küp” insanın çok boyutluluğunu da sembolize eder. Zaten “kabe” insan “kalbinin” de bir nevi sembolüdür. İnsan kalbi ve ruhu ise “beden” gibi sınırlı değil aksine “sonsuz” yani boyutsuzdur.

Şekil: Ünlüler küpü

 

TÜRKÇE’NİN MATEMATİKSELLİĞİNE ÖRNEKLER

Yine matematiğin diğer bir konusu olan simetriye de bu kuralları uyarlayabiliriz. Bir ünlüler doğrusu olduğunu var sayalım. Bu ünlüler doğrusunun ortası 0 noktası olsun. Bu ünlüler doğrusunda A noktası düz ünlüleri sembolize etsin.

Küçük Ünlü Uyumu kuralının birinci bölümü için;

A (a, e, ı, i)             0

A’(a, e, ı, i)

Bu örnekte görüldüğü gibi düz ünlüler düz ünlülerle 0 noktasına göre simetrik olmaktadırlar.

Aynı simetri özelliğini B. Ü. U. K için de kullanabiliriz.

A (a, o, u, ı)            0

A(a, o, u, ı)

A(e, ö, ü, i)              0

A(e, ö, ü, i)

Burada da kalın ünlülerin kalın ünlülerle, düz ünlülerin de düz ünlülerle simetrik olduğu görülebilir.

Türkçe’deki sesteş kelimeler de birbirleriyle ses itibariyle eş anlamlı kelimeler ise anlam itibariyle simetrik görünmektedir.

Ak-Ak, Yüz-Yüz, Bin-Bin-

Mektep-Okul, Al-Kırmızı, Ak-Beyaz

Türkçe’de her zaman 1+1=2 olmayabilir. Aslında bütün dillerde bu böyledir. Yani;

Özne(1) +Yüklem(1) = Cümle(1)

1+1=1 oldu. Demek ki 1+1 her zaman 2 etmez. Türkçe ve diğer diller bunu bize ispat ederler.

Türkçe’de en önemli öğe sondadır.

Ali bugün okula geliyor. Bu kurala göre bu cümlede en önemli kelime geliyor kelimesidir. O zaman bunu matematiksel olarak şöyle ifade edebiliriz.

Geliyor>okula>bugün>Ali aslında Türkçe’de özne de önemlidir ancak cümleden özneyi çıkarttığımızda cümlenin anlamı bozulmaz. Zaten yüklemde özne de vardır.

1000>100>10>0 bu cümlede 0 etkisiz elemandır. 0 sayısı olmasa da bu sayıların toplamı aynıdır. 1000+100+10=1110

1000+100+10+0=1110 şimdi bu örneklerden Türkçe’de öznenin lüzumsuz olduğu çıkarılmamalıdır. Sadece şunu söylüyoruz Türkçe’de özne görünüşte olmadan da cümlede şahıs ekleri bize özneyi verir.

Örneğin; Geliyor. Bunu bir sayıyla ifade edelim. 100 Biz bu geliyor kelimesinin başına O zamirini koysak da koymasak da fiilin öznesinin O olduğu bellidir.

(O)Geliyor. Şimdi bu 100 sayısının önüne + işaretini koysak da koymasak da bu sayının artı olduğu bellidir. Ancak sayı - olduğunda bu işareti muhakkak koymam gerekir. Bunun gibi eğer cümlede yüklem yoksa biz cümleye bu - işaretini koyarız. Yani cümle eksiltilmiş bir cümle olur. Daha doğrusu cümle ortadan kalkar. Sadece kelime elimizde kalır. Yüklem olmadan cümle olmaz.

Türkçe’de kelimelere getirilen bütün ekler muhakkak sondadır. Bunun istisnası yoktur. Bu halde burada müthiş bir düzen göze çarpmaktadır. Şimdi bunu daha iyi anlamaya çalışalım:

Kök+ek önce kelime kökü vardır, sonra ek gelir. İsimler için de fiiller için de bu böyledir. Örneğin: “gör-dü” kelimesinde de “kitap+lık” kelimesinde de ek sonda gelir. O halde Türkçemizdeki ek için şöyle bir formül yapabiliriz. Ekli kelime=kök+ek

Bunun bir sağlamasını yapalım. Kök=ekli kelime-ek bir ek bir ekli kelimeden çıkarıldığında sonuç sıfırdır. O halde kök eksiz olan kelimedir. Ya da ekli kelime-kök=ek yani ekli kelimeden kök çıktığında geriye sadece ek kalacaktır.

3=2+1 ekli kelime=kök+ek 2=3-1 kök=ekli kelime-ek 1=3-2 ek=ekli kelime-kök

2+1 3 eder matematik kuralının kesinliğinde bu kural kendini gösterir. Bu da Türkçe’deki kuralların matematiksel yapısının başka bir şeklini bize gösterir.

Türkçe’de bildiğimiz gibi cümlenin olmazsa olmazı özne ve yüklemdir. Eğer özne ortada gözükmese de, bizler Gizli bir Özne’nin var olduğunu biliriz.

Buraya geldi.

Bu cümlede görünüşte bir özne yoktur. Ancak eyleme baktığımızda biz özneyi, yani işin yapıcısını buluruz. Bunun gibi kâinatta pek çok eylem ve iş yapılmaktadır. Bulutlar arasından yağmur gelir, çiçekler büyür, dünya güneşin etrafında gezer ve galaksiler birbirlerinin arasından birbirlerine çarpmadan geçerler. Bu eylemlerin özneleri ise yok gibidir, görünmez. Bu eylemlerin oluşmasına bahane gösterdiğimiz sebepler de aslında edilgendir, yapılmaktadırlar. İşte bu evrendeki fiilleri bir özneye vermemiz ise mantığın gerekliliğidir. O halde Türkçe’deki gibi gizli bir özne vardır. Bütün bu işleri yapan 3. tekil kişi zamirini buluruz. Bu zamir “O”dur. O ise her şeyin ve her eylemin Yaratıcısı olmaktadır. Zahirde gizlidir ama o fillerinin eylemlerinin içindedir. Eserden eseri yapana çıkarsak, onu buluruz. Türkçemizde de özne aslında eylemin içinde gizlidir. Eylemin şahıs eki bize özneyi verir.


TÜRKÇE’DEN FELSEFİ MESAJLAR

Kita(pt)a bu kelimede görüldüğü gibi p sesi ince d sesini etkileyerek sertleştirmiştir. Türkçemizde sert ünsüzler yumuşak ünsüzleri etkiler. Yani sert ünsüzle biten bir kelimeden sonra yumuşak ünsüzle başlayan bir ek gelirse, yumuşak ünsüz sertleşir. Bu halde doğanın bir kuralı ortaya çıkmaktadır. ”Güçlü olanlar, zayıf olanları etkilerler. Onları asimle ederler. Kendilerine benzetirler. ”Demek ki, dilimiz bize şunu öğütlemektedir: “Her zaman güçlü olun.

Geçmişte Çin’in gücüne, üstünlüğüne kanmadığınız gibi, şimdi de diğer kültürlerin aldatıcı gücüne kanmayın. Kendinizdeki büyük gücü keşfedip bütün kültürleri siz etkileyin. Burada kastettiğimiz sadece maddi güç değildir. Manevi gücü de elde etmemiz gerekmektedir.

Asıl güç bize göre manevi üstünlüktür. Bunun yanında zaten maddi üstünlük de gelecektir. Çünkü manevi gücü temsil eden ünlüler sert ünsüzleri de etkilemekte ve onları yumuşatmaktadırlar.”

Örneğin: kitap+ı>kitabı görüldüğü gibi sert p sesi yumuşadı b oldu. Eğer manevi değerlerimize sarılırsak, önümüzde hiçbir engel duramaz. Düşmanın çelik zırhları da olsa onları yeneriz. Atalarımızın köleliği kabul etmemesindeki, özgürlük uğruna dağları eritmesindeki sır, dilimizin bu özelliğinde saklı olabilir. Bu özelliğin Türk milletinin şuur altına gizli bir etkisi olmuş olabilir. Bizler ünlü harfler gibi özgür olmalıyız. En sert ve etkileyici medeniyetlere bile kanmamalı, onları Çanakkale’de olduğu gibi biz etkilemeliyiz.

Türkçe’de bildiğimiz gibi en önemli öge her zaman sondadır. Türkçemizde fiiller zaman ve şahıs eklerini alırlar. Bu fiiller bu ekleri gelişi güzel almazlar. Adeta felsefi anlam boyutu yüksek olan bir sıra takip ederler. Sanki binlerce felsefeci oturmuş ve bu sıralamayı ayarlamış gibidir. Türkçemizde;

Eylem+zaman+kişi sıralaması fiilleri oluştururken takip edilen sıradır. Örneğin;

“Gel-iyor-um” bu cümlede gel eylem, “i yor” zaman(şimdiki), (u)m da kişiyi gösterir. Şimdi en önemli öge sondadır prensibini bu fiile uygularsak, buradaki en önemli öge, kişi olacaktır. Buradaki kişi varlıklar âlemini, varlıkların şahsiyetlerini temsil eder. Eğer kişi varlık sahnesinde değilse, o zaten bizim anladığımız tarzda bir kişi değildir ve ona zamanın bir etkisi olmaz. O, zaman üstü bir boyutta olur. Fakat eğer kişi varsa onun bir anı, geçmişi ve bir geleceği de olacaktır. Yani varlık varsa onun bir momenti de olacaktır. Bir cismin koordinatlarını zamanı hesaba katmadan hesaplamamız zordur. Kendimize bakalım. Hepimiz birer şahısız. Hepimizin birer benliği var. O halde bizler zamanla sınırlanmışız. Kişiden sonra önem sıralamasında zaman ikinci sıradadır. Çünkü kişi iş ve eylem yapabilmek için zamana muhtaç. Daha doğrusu iş ve eylem zamanlı bir boyutun özelliği, sonucudur. Zaman olmasaydı iş ve eylem de olmazdı diyebiliriz. Ahirette bile zaman vardır. Eylem ise varlık ve zamanın kaçınılmaz özelliğidir. Varlığı olan ve zamanla sınırlı her varlık eylem halindedir. Örneğin; atomlar birer kişidir. Atom kişileri zaman nehrine girerler. Zaman nehrinde atomlar hareket ederler ve eylemi oluştururlar. Var edilmiş her nesneyi bir kişi olarak kabul edeceğiz. Bu kişilerin bir zamanı ve bir eylemi vardır. Orhun abidelerini düşünün. Bu anıtlar varlık sahnesine girdiklerinden, zaman dairesine de girmişlerdir. Zaman dairesinin bir sonucu olarak bu yazıtlar eskimişlerdir. Eğer zamansızlık boyutunda olsalardı eskimeyeceklerdi, çünkü eylemleri olmayacaktı. Onların eylemi eskimek olmuştur. Demek ki, Türkçe matematiğin ve felsefenin de dilidir. Türkçe’deki kelime ve eklerin dizilimi bile boş değildir. Bu olayın arkasında bile büyük felsefi hakikatler vardır. Soru ekinin de bizce felsefi bir anlamı vardır. Soru eki “-mi” genelde

şahıs ekinden önce gelir. Zaman ekinden de sonra gelir. Dünyaya gelen kişi boştur. Yani sorularla doludur. Küçük bir çocuk bu boşluğu sorularla doldurur. Aslında insanoğlu zamana, ihtiyarlamaya ve ölüme karşı devamlı sorular yöneltir. Buradaki soru eki onu temsil eder. Bu “­mi” soru eki diğer zamanlardan farklı olarak, hikâye bildiren geçmiş zamanda kişi ekinden sonra gelir. Bu durumda buradaki soru eki, kişiden daha önemli olmaktadır. Bize göre; burada verilmek istenen bir mesaj vardır.

Kâinatın yaratılışını düşünün. İnsanlar iyi kötü buna bir tarih verebiliyorlar. Ya bu varlık âleminin öncesi? İşte buradaki “-mi” soru eki buna işaret ediyor. Kişiden önce, varlıktan önce başka bir âlem vardı. Ne idi bu âlem? Araştır, bul, düşün diyor. Hawking gibi bilim adamları bu âlemi araştırmaya koyulmuşlardır. Ancak zamandan, kişiden önceki âlem, boyut, ötelerin ötesi şu anda ancak imanla anlaşılabilecek, kabul edilebilecek bir boyuttur. Hz. Muhammed Miraç’ta Cebrail’i de geride bırakarak bu âleme ayak basmıştır. İşte o âlem bizim için “-mi? ” Yani bir bilinmezdir, sorudur, imtihandır.

Kaynaşma Olayının Felsefi Boyutu

Türkçemizde ünlüyle biten bir kelimeden sonra, ünlüyle başlayan bir ek geldiğinde bu iki ünlü arasına y, ş, s, n harflerinden birini koyarız. Biz bu kurala kaynaşma diyoruz.

Örneğin:

Bura-a>bura(y)a gibi... Bu kaynaşma harflerini kullanmazsak iki ünlüyü yan yana yazamayız. Arapça ve Farsça dillerinden dilimize girmiş bazı kelimelerde iki ünlünün yan yana yazıldığı görülür. Örneğin; saat. Aslında burada saat kelimesinin ikinci ünlüsü olarak görünen kelime gırtlaksı bir ses olan “ayın” harfidir. Bu nedenle bu ses Türkçemizde de gösterilmiştir. Fiil kelimesinde de aynı özellik mevcuttur. İkinci “i” sesi esreli “ayın” sesidir. “Ayın” harfi de ünsüz bir harftir. Türkçe’de iki ünlünün yan yana olduğu örneklerin çoğunda bu özellik vardır. Dua, faal, miad, buut, Said vb. Ya da ünlülerden birisi uzundur diğeri de kısa. Bu durumda iki ünlü yan yana bulunabilir. Bu örnekler de Arapça ve Farsça kökenli kelimelerde bulunur. “kâinat, nâil” eğer bu kelimelerdeki uzun ünlüler olmasaydı yani kelimeler kainat, nail şeklinde olsaydı bu kelimelerdeki “i” sesleri “y” sesine dönüşürdü. Fâide kelimesindeki “a” ünlüsü zamanla kısa olarak okuna okuna, onun yanındaki “i” ünlüsü “y” sesine dönüşmüştür. Ancak aile kelimesindeki uzun “a” sesi halen muhafaza edildiğinden yanındaki “i” ünlüsü de muhafaza edilmiştir. Ancak biz bu kelimeyi söylerken fark etmeden “y” kaynaştırma harfini “a” ile “i” arasına katarız. “A(y)ile” deriz. Aslında bütün diğer örneklerde de fark etmeden halkımız iki ünlü arasına bir ünsüz ses koyar. Saat genellikle sa(ğ)at diye telaffuz edilir. Fiil denmez “i” uzun bir ünlü gibi okunur. Ya da iki “i” sesi arasına bir

“ğ” sesi gelir. Dua>du(v)a, Said>sayit vb. örnekler de aynı mantığın ürünüdür. Demek ki Türkçe iki ünlüyü yan yana kabul edemiyor. Aslında bu asimilasyonu reddir. Bu Türkçe’nin yok olmamaya karşı bir manifestosudur. Yani Türkçe der ki, ben bükümlüleşmeye, ihtiyarlamaya doğru gitmeyeceğim. Gerçekten iki ünlünün yan yana geldiği kelimelerde ileriye doğru müthiş değişimler olmaktadır. Örneğin; ne asıl kelimesi nasıl diye bambaşka bir kelimeye bu şekilde dönüşmüştür. Çünkü ünlülerden biri atılmak zorundadır. Bu da kelimelerde değişmenin bir başlangıcını oluşturur. Türkçe ise değil Türkçe kelimeleri, yabancı dillerden gelme kelimeleri bile koruma temayülündedir. Yine “Allah’a ısmarladık” kelime grubu “Allasmarladık” şekline dönüşmüştür. Türkçe kendisini bu şekilde deforme olmayı önlemek istemektedir.

Evliliklerde bile aynı fıtrata sahip insanların beraber yaşaması çok zordur. Birisi sertse birisi yumuşak olacaktır. Birisi çok bilgiliyse birisi az bilgili olacaktır. İşte Türkçe’de de iki ünlü birbiriyle uyuşamaz. Bu ünlülerin birbirlerinden boşanmalarını önlemek için devreye “y, ş, s, n” harflerinden biri kurallı olarak girer. İki küs insanı birleştirmek için ortada bir hakem olmalıdır. İşte Türkçe şuur altlarımıza bu kuralı da öğütlemektedir. Türkçe bir kitap gibi okunsa, insanların düzenini sağlayacak bütün kurallar onda bulunabilirdi. Zaten vardır. Bu kuralların Türk insanının bilinçaltına müthiş etkileri olmaktadır ve olmuştur. Benim çabam da Türkçe’yi tüm insanlığa bir kitap gibi okutmaktır. İnsanımızın kaynaşması için bazı değerlere ihtiyaç vardır. Bu değerler olmassa bir unsur ortadan kaybolacak demektir. Ünlüler ünsüzleri de etkileyecek kadar güçlüdür demiştik. Ünlülerin bu güçleri birbirlerini de etkilemektedir. “Ne asıl” örneğinde olduğu gibi azınlık çoğunluğa tabi olmaktadır. Bu kelime grubu nesil şekline de dönüşebilirdi fakat nasıl olmuştur. Çünkü “a, ı” daha fazla “e” ise bir tane.. .2 sayısı birden çok olduğuna ve güçlü olduğuna göre bu “e” sesinin şansı yoktur ya “a” sesine dönüşecektir ya da yok olacaktır. Yani bunu matematiksel olarak ifade edelim:

2>1. ya da doğal sayılarda çarpma işlemini hatırlayalım.

Doğal sayılarda çiftle tek çarpılırsa sonuç yine çift olur. Burada (a, ı) çift olarak, (e) de tek olarak kabul edilse, çift. tek=çift olacaktır. Yani (a, ı). (e)=(a, ı) olacaktır.

Cümlelerdeki kelimelerin dizilişinin felsefi boyutu:

Türkçe’de cümleyi oluşturan kelimeler de gelişi güzel dizilmezler. Örneğin:

Ali yarın kitap okuyacak.

Özne+zaman tümleci+nesne+yüklem

Kâinatta yapılan her işin bir yapıcısı vardır. Bu nedenle öncelikle varlık sahnesinde işi yapacak bir kişinin tezahür etmesi gerekir. O olmadan eylem de olmaz. Evet, bu işleri yapmak için Ali yaratılmıştır, varlık sahnesine konulmuştur. Ali varlık sahnesine gelmiştir ve artık o zamanla sınırlıdır. Bir zamana ihtiyacı vardır. O zamanla yaşlanmaktadır, vücudu da eskimektedir. Belli bir zaman içinde yaşayan Ali, nesnelerle ilişki kurmaktadır. O bir varlık olarak ya bir nesneyi etkileyecek, ya da kendisi etkilenecektir. Aslında Ali etkilediğinden çok etkilenir de. Zaman onu etkiler, okuduğu kitap da onu etkiler. Hem fiziki hem de psikolojik yönden etkilenir Ali. Bu etkileşimlerin sonucunda Ali bir iş yapacaktır. Etki tepkiyi doğuracak ve bütün nesnelerle ölene kadar Ali, etkileşimde bulunacaktır. Bu etkileşim de eylemleri meydana getirecektir. Yani Ali en son mertebede bitmek tükenmek bilmeyen bir eylemin içinde bulacaktır kendisini. Eylemin bitmesi Ali’nin ölümü olacaktır. Bu cümledeki kelimelerin yerleri Türkçe’nin imkânları el verdiği ölçüde değiştirilebilir. Bu şekilde yeni yeni felsefi yorumlar yapılabilir.

Kelimelerdeki kökler ve ekler:

Türkçe’de ekler hep kök kelimeden sonra gelir. Kâinatın da bir kökeni vardır. Bütün kâinat bu köken üzerine giydirilmiş eklerdir. Her şey ve bütün sebepler aslında hakikatin üzerinde birer ektir. Bu ekler ortadan kalktığında köke ulaşırız. “Gidiyorlar” kelimesinin eklerini ortadan kaldırdığımızda geriye, “git-“ fiili kalır. Atomlar, elektronlar, sebepler gibi milyonlarca eki ortadan kaldırdığımızda, sonuçta bir tek köke ulaşırız. O da her şeyin sahibi ve yaratıcısı olan yüce varlıktır. O her şeyin kökeninde olan varlıktır.

Büyük Ünlü Uyumu Kuralı:

Büyük ünlü uyumunda kalın ve ince ünlüler birbirleriyle uyum içindedirler. Bu da müthiş bir düzeni bize göstermektedir. Kalınlardan sonra kalınlar, incelerden sonra inceler gelir. Her ünlü yerini vazifesini bilir. Aslında bütün evrende bu uyumun bir benzeri vardır. Her şey dengeli bir şekildedir. Denge bozulduğunda uyum da bozulur. İşte Türkçe evrendeki bu dengenin adeta Kartezyen haritasıdır. Evrendeki düzen kanunları adeta Türkçe haritasında gösterilmiştir. Bu düzen sahipsiz ve kendi kendine olamaz. Her düzeni düzenleyen bir düzenleyici vardır. Bu kâinattaki dengeyi düzenleyen bir düzenleyici varlık da olmalıdır.

Evrende Yokluk Yok:

İnsanoğlu normal şartlar altında kendine güvenmekte bazen gurura kapılmaktadır. Ancak o bazen üzerinden kalkamayacağı musibetlerle karşılaşır. Ezilir, adeta yok olur. Fakat onun yok olacağını sandığımız yerde, o yeniden dirilir. Ölüm bile insanı yok edemez. Nasıl ki, sert ünsüzler ölürler fakat daha da yumuşayarak, letafet kazanarak hayatlarını sürdürürler. Tamamen yok olmazlar. Türkçe bize gerçek yokluğun yok olduğunu da öğretir. Evet, yokluk diye bir şey yoktur Türkçe dünyasında. Ünlü Azrail’iyle karşılaşan sert ünsüz, ölür gibi yapar ama aslında ölmez. O yumuşak bir ünlü olarak hayatını sürdürür. ”Kitap” kelimesi “a” ünlüsüyle karşılaşınca “kitaba” olur. “P” sesi, “b” sesine dönüşür. Hiç bir şey vardan yok olmaz prensibi Türkçe için de geçerlidir. Bazen bakarız, bir kelimeden ünlü düşmüş. Burun burnu olmuş mesela. Fakat sondaki “u” sesini çıkarttığımızda aslında ikinci hecedeki “u” sesinin ölmediğini yaşadığını anlarız. O buram buram hayat kokar. Ben ölmedim yaşıyorum, der bize. Biraz dikkatle “Burnu” kelimesini eşelesek, burada bir “u” sesinin daha olduğunu anlarız. İşte o mezarlıklarda yok oldu sanılan ruhlar başka bir boyutta vardırlar aslında. En azından onların hafızalarda yaşadığına herkes inanır. Peki ya hafıza ve hayal âlemi beyin anteninin başka âlemlerden aldığı frekansların bir sonucuysa! Bazen de yumuşak ünsüzler ölürler, sert bir ünsüzle karşılaştıklarında. Ölümün sertliğinden daha sert bir şey var mı? İşte insanoğlu da ölümle karşılaşır bir gün. O sert ve soğuk kavramla. Ancak nasıl ki, yumuşak ünsüzler ölmez, sert bir ünsüze dönüşürler, bunun gibi de insan ölümle ölmez. O bir halden başka bir hale geçer. Şu dünyadaki yaşamından daha kuvvetli bir yaşama geçer. İşte Türkçe, bize öldükten sonra dirilmenin gerçekliğini de anlatır. Uçmak ve Tamu’ya çok eski zamanlardan beri inanan Türklerin şuuraltında Türk dilinin bu incelikleri etkili olmuş olamaz mı? Belki de olmuştur. Belki de Türklerin inancı Türkçe ’yi etkilemiştir. Ama bir gerçek var ki ortada, o gerçek de yokluk diye bir nesnenin Türkçe ’de olmadığıdır. Gizli özne örneği de bizim davamızı ispatlayan diğer bir örnektir.

Çok Yi(y)enler Daralır:

Burada bahsettiğim manevi darlaşma. Yemekten kasıtsa haram yemek ya da israf etmektir. Bildiğimiz gibi Türkçemizde düz geniş ünlülerden sonra “-y” ünsüzü, özellikle de “­yor” eki gelirse, düz geniş ünsüz darlaşır. Çünkü “y” sesi “i, ı” sesine yakın bir sestir. Bu seslerin çıkış yerleri birbirine benzer. Bu nedenle “y”” sesi önüne geldiği düz geniş sesleri etkiler. Çünkü “y” sesinin çıkışı da düz sesler gibidir. “Y” sesi çıkarılırken ağız düzdür. Bu sebeple bu “y” sesinin gidip de “o, ö” seslerini darlaştırması, onları “u, ü” yapması beklenemez. Örneğin, “ağla-“ fiiline “-yor” ekini ekleyelim. Ağlayor diyemiyoruz. Ağlıyor daha uygun oluyor. Demek ki, şeytan bizi kandırırken bizdenmiş gibi davranır. Yoksa o bizi asla kandıramaz. Nefis

kötülük yapmayı, haram yemeyi bize emreder.

Biz bu emirlere kanıp, onlara uyduğumuz anda manen darlaşırız. O manevi genişliğimiz ortadan kalkıverir. O halde bizler güzel değerlerimizi kaybetmek istemiyorsak, kötü arkadaşlardan (örneğin; kumardan) kaçmalıyız. Yoksa bu arkadaşlar bizleri manen ve maddeten zayıflatır. Hatta kumar gibi arkadaşlara yaklaşırsak, mali yönümüz de daralır. İsraf ve kumar gibi arkadaşlar fertlerin olduğu gibi milletlerin de ekonomik yönden daralmasını, gerilemesini sağlayan olumsuz etkenlerdir. İşte Türkçe ’nin bu özelliği bize “Kötü arkadaşlardan kaçının, yoksa manen ve maddeten daralırsınız demektedir. ”

Küçülürsek büyürüz:

Bazı insanlar alçakgönüllülüğü alçaklık olarak algılar. Ne yanlış düşüncedir. Ağaçlarda ne kadar çok meyve varsa, onların dalları o kadar çok yerlere eğilir. Meyvesiz ağaçsa, dimdik durur öylece. Şimdi herkes ben meyvesiz ağaç değilim diyor kendi kendine. Bu bile gururun bir göstergesi değil mi? Eğer meyvelerin varsa, bırak bunu başkaları söylesin. Sen ne diye bunu başkalarına söyletmeye uğraşıyorsun? İnsan ortaya koyduğu eserlerle büyür, kendine düzdüğü methiyelerle değil. Elbette Budist rahipleri gibi al eline tencere kapı kapı dolaş demiyorum. Türkçe için, din için, devlet için olabildiğince gururlanmaya hakkın var. Eğer onlarla gururlanmasan yanlış. Eğer dilini savunmazsan,

dinini, başka devletlere karşı devletini savunmazsan vatan hainisin. Sana git de kitap yaz da demiyorum. Ben “anglo sakson istilasını kabul etmiyorum” demen yeterli. Ya da savunduğun diğer davaları en azından kalben savunman da olumludur. Bütün bunların ötesinde normal yaşantımızda alçak gönüllü olmamız gerekli. Aslında o tarih sahnesinde dev ruhlarıyla dimdik ayakta duran büyükler de hep alçak gönüllüydüler. Zaten onlar böyle büyüdüler. İşte Türkçe de bize alçak gönüllülüğü öğütlüyor. Türkçe’deki bütün kelimelerin kökenleri aslında çok küçük kelimelerdir. Hatta Türkçe’deki bütün kelimelerin kökenleri iki sese indirgenebilir. Örneğin; gözlük kelimesinin kökeni aslında “gö-“ kelimesidir. Gerçekten bu kelime küçücük bir kelimedir. Eğer bu kelime küçüklüğünü kabul etmeseydi, nasıl yüzlerce kelimeyi oluşturup büyüyebilirdi? Eğer bu kelime acizliğini anlayıp ekler almasaydı, nasıl yep yeni kelimeler, isimler, sıfatlar, filler oluşturabilirdi? Demek ki, önce küçüklüğümüzü, acizliğimizi hissedeceğiz. Öncelikle yaratıcıya karşı aciz olduğumuzu bileceğiz. Sonra tüm kâinat bizim emrimizde olacak. Ne kadar ucuz bir ticaret değil mi? İnsan ilişkilerinde de acaba mütevazıler mi beğenilmekte, yoksa kibirliler mi? Elbette herkes kibirliden kaçar. İnsanlar alçakgönüllüleri daha çok severler. Alçakgönüllü olmak her yönden kazançlı değil mi? İşte alın size bir Türkçe dersi daha. Türkçe adeta bizimle konuşuyor. O bizi

adeta devamlı iyiliğe yönlendiriyor. Ne mutlu Türkçe’yle iyiliğe kanatlananlara!

Ünsüz Düşmesinden İbret Al!

Dedelerimiz ninelerimiz hep söyler: “Düşmez kalkmaz bir Allah” diye. Ne kadar da doğru söylemişler. İnsanoğlu bu, bazen düşer, bazen kalkar. İnsan her düşüşünde yeni bir düşünüşün kapılarını aramalı. Her düşünüşte yeni düşler kurmalı. Her düşte düşmanlarından uzaklaşmalı. Nedir insanın düşmanları? Cehalet. Başka yok mu? Dediğinizi duyar gibiyim. Belki de bazıları şu da düşman, bu da düşman diye saymaya başlamıştır bile. Ancak bütün kötülüklerin başı cehalettir. Okumayan, düşünmeyen insandan her şey beklenir. Başkalarını anlamayan ya da anlamaya çalışmayan cahiller de yok değil. Evet, onlar da cahil. İki Ömer vardı Hz. Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellemin yanında. Birisi adildi, diğeri cahil. Onun lakabı da zaten cahildi. Neden cahildi peki bu Ebu Cehil? Çünkü o yanı başındaki nuru göremedi. Çünkü o yalanı seçti. Bu çünküler arttırılabilir. Cehalet cümle kötülüğün başıdır işte. Cahil olmayan insanlar düştüklerinde yeniden, yeni bir diriliş hamlesiyle ayağa kalkmasını bilirler. Çünkü onlar düşünürler. Çünkü onlar düş görürler. Çünkü onlar düşmanlarını bilirler. İşte Türkçe’de de bazı düşüşler yok değil. Ünlüler düşer, ünsüzler düşer. Ancak bu düşüşler yeni bir düşünüşü doğurur.

İşte şu ünsüz düşmesini hatırlayın. Bu ünsüz düşmesinin düşündürdükleri var bizde. Bazı

insanlar tüm kâinata kıyasla o kadar küçü(k) oldukları halde yine de gururlanırlar. Çünkü onların “k” si vardır. Nedir bu “k”? . Kuvvet, kazanç, kızgınlık, konuşma, küfür, kumar, kara para, kaslar. Bu “k”leri arttırmamız elbette mümkün. İşte insanoğlu bu “k” lerine güvenir ve nihayetsiz küçü(k)lüğünü birden unutuverir. Tam bu esnada o insan bir musibetle karşılaşır, ya da bir şekilde düşer. Maddi, manevi sıkıntılara girer.

O zaman o insan “küçü(k)lüğünü anlar ve bütün o “k” lerin hiçbir önemi olmadığını, onların da bir gün düşebileceğini idrak eder. İşte bizim küçü(k) insandan bu aşamadan sonra, sonsuzluk karşısında küçücük olduğunu anlar. İşte küçük kelimesi Türkçe’de bir küçültme eki olan “-cük” ekini aldığında biz bunları düşünürüz. Çünkü bu “-cük” eki küçü(k) kelimesinin “k” sini düşürür. Bu olay insanoğluna der ki: “Ey insanoğlu! Bu “k” lerine sakın güvenme! Şimdiden sonsuzluk karşısında “küçük” olduğunu idrak et. Eğer sen bunu şimdi anlamazsan, bir gün bir şekilde anlarsın ve sonsuzluk karşısında “küçücük” oluverirsin. ”

TÜRKÇE’NİN ANALİTİK GEOMETRİSİ

Analitik Geometri Nedir?

“Geometrik çalışmaya cebrik analizi tatbik eden ve cebrik problemlerin çözümünde geometrik kavramları kullanan bir matematik dalı. Bütün bunlar kartezyen sistem denilen bir koordinat sisteminin kullanılmasıyla mümkündür.

Kartezyen kelimesi, batıda analitik geometride ilk ilmi çalışmayı yapan Rene Descartes'tan gelmektedir.

Fransız düşünürü Descartes'ın çok önemli bir buluşudur. Descartes'a gelinceye kadar geometri problemleri ayrı ayrı yöntemlerle, sistemsiz olarak ve anlak gücüyle çözümleniyordu. Descartes'ın Kartezyen koordinat sistemini kullanarak ve cebir dilini geometriye uygulayarak bulduğu bu yöntemle geometri problemleri cebir denklemelerine çevrildi ve cebirle çözümlendikten sonra geometri diliyle açıklandı. Birçok fizik probleminin çözümü de bu yöntemle kolaylaşmış oldu.

Uzay analitik geometride temel bir konu, bir eğrinin veya belirli şartlar altında herhangi bir doğru veya noktanın kendi hareketiyle meydana getirdiği yüzeyin denklemidir. Denklem, eğriyi meydana getiren her bir nokta kümesi tarafından sağlanan sayısal terimlerle ifade edilir. Mesela, merkezi başlangıçta olan birim yarıçaplı daire, başlangıçtan, birim uzaklıktaki noktalar kümesidir. Bir çember üzerindeki herhangi bir nokta (x,y) koordinatlarına sahipse, birim yarıçaplı çemberin denklemi :

x2 + y2 = 1 olur.

Bu denklem, çember üzerindeki her noktanın koordinatları tarafından sağlanır. Benzer şekilde x2 + y2= 4 denklemi merkezi başlangıçta ve yarıçapı iki birim olan çemberin denklemidir.

Bazı geometrik ifadeler eşitsizliklerle ifade edilebilir. Mesela;

x2 + y2 < 1 yukarıda tarif edilen çemberin içindeki bütün noktaları;

x2 + y2 > 1 denklemi de dışındaki bütün noktaları ifade eder.

1  < x2 + y2 < 4 eşitsizliği x2 + y2 = 1 ve x2 + y2 = 4 denklemi bu iki çember arasındaki alanın noktalarını gösterir. Analitik geometri, x ve y eksenlerine bir noktada dik olan üçüncü bir z ekseni ile genişletilir. x, y ve z eksenleriyle gösterilen bir denklem yüzey ifade eder. Mesela, x2 + y2 + z2 = 1 merkezi başlangıçta yarıçapı bir

birim olan kürenin denklemidir. Yüzeylerin ve eğrilerin önemli özelliklerini araştırmada kullanılan analitik geometri metatlarson üç asırda bilimin en önemli araçlarından biri haline gelmiştir.

"http://tr.wikipedia.org/wiki/Analitik geometri"'d an alındı

Yukarıda alıntıladığımız Analitik Geometri tanımına uygun olarak biz de Türkçe’ mizin bir Kartezyen Koordinat Sistemini oluşturmayı hayal etmiştik. Bu hayale ulaşmak adına bir ilk adım olarak, Büyük Ünlü Uyumu, Küçük Ünlü Uyumu Kuralı gibi bazı dil kurallarını x, y koordinatları üzerinde göstermeye çalıştık. Elbette bir ilk olan bu çalışmayı uygularken bazı kusurlarımız da olmuş olabilir. Ancak bu sistemin ileride daha uygulanabilir ve yaygın bir sisteme dönüşeceğine olan inancımızı muhafaza ederek, eksik yönleri de bulunsa, buluşumuzu siz okurlarımızla paylaşmaya karar verdik. Umarız bu paylaşımımızı beğenirsiniz.

Büyük Ünlü Uyumu Kuralını kısaca şöyle tarif edebiliriz:

“Bir kelimenin birinci hecesinde kalın bir ünlü (a, ı, o, u) bulunuyorsa, diğer hecelerdeki ünlüler de kalın; ince bir ünlü (e, i, ö, ü) bulunuyorsa diğer hecelerdeki ünlüler de ince olur ”

Bu bölümde Büyük Ünlü Uyumu Kuralını ilk defa, koordinat düzleminde adeta bir matematik kuralını açıklar gibi açıklayacağız. Bu örnekle Türkçe’nin matematikselliğini anlamaya yönelik bir adım daha atmış olacağız.

Öncelikle Limon kelimesini inceleyelim. Bakalım bu kelimenin koordinatları bizim kuralımıza uygun mu? Şunu da belirtelim. İki nokta arasındaki doğru kesişirse kelimedeki ünlüler uyumsuz, eğer iki doğru paralel olursa kelimedeki ünlüler de uyumlu olarak kabul edilecekler.


 

Grafik 1:

X: Kalın UnlUler Y: İnce Ünluler

Bu grafikte i ve o noktalarının kesiştiği görülmektedir. Bu durum göstermektedir ki limon kelimesi Büyük Ünlü Uyumu Kuralına uymaz. Çünkü i sesinden sonra o sesi gelmez.

Şimdi çizeceğimiz grafikte de büyük ünlü uyumu kuralına uyan bir örnek göreceğiz “Yazı” kelimesinin Türkçe uzayındaki koordinatlarını

bulalım.GörUldUğU gibi a ve ı UnlUleri birbirine paraleldir.O halde burada uyum vardır.Bakalım bunu grafikle nasıl göstereceğiz.Bu örneği de incelerseniz, TUrkçe’nin tam bir matematik dili olduğunu kavrarsınız.

Grafik 2:


 

X: Kalın UnlUler Y: İnce ÜnlUler

ÜnlUleri ince olan bir kelime bulalım. Örneğin; bilezik kelimesi. Bakalım bu kelime bUyUk UnlU uyumu kuralına uyuyor mu? Aynı olan sesleri tek ses gibi kabul edelim. Aşağıdaki grafikte TUrkçe’nin matematiksel yönUnU eminim hayretlerle izliyorsunuzdur. TUrkçe’de keşfedilmeyi bekleyen daha ne gUzellikler var bir bilseniz! Belki siz de Türkçe’mizin bir başka güzelliğini bulur ve insanlarla paylaşırsınız, kim bilir?

Grafik 3:


 

X: Kalın ünlüler Y: İnce Ünlüler

Bilindiği gibi Türkçemizde bir kelimenin ilk hecesi düz ünlüyle başlıyorsa, diğer heceler de düz ünlüyle devam eder. Yine Türkçe bir kelimenin ilk hecesi yuvarlak bir ünlüyle başlıyorsa, bunu takip eden hecenin ünlüsü ya düz geniş, ya da dar yuvarlak olur. Bu kurala

Küçük Ünlü Uyumu Kuralı dendiğini bilmeyenimiz yok gibidir.

Küçük Ünlü Uyumu Kuralının matematikselliğini örneklerle görmeye çalışalım.

“ K (a) l (e) m” kelimesindeki ünlüler Büyük Ünlü Uyumu Kuralına göre uyumsuzlar.. Formel bir dille ifâde edecek olursak, birisi eksi birisi artı.. Ancak bu kelimeyi oluşturan sesler Küçük Ünlü Uyumu Kuralına göre birbirleriyle uyumlular. Çünkü iki hecenin ünlüleri de düz ünlüdür. Yani ikisi de Koordinat grafiğindeki x doğrusundalar.. Birisi eksi kutbunda diğeri artı kutbunda ama ortak özellikleri ikisinin de x doğrusu üzerinde olması.. Analitik geometrideki bu x doğrusu gibi, bu kelimenin ünlüleri de “düz” doğrusu üzerindedir.. Türkçe’nin bu kuralını grafikler üzerinde göstermeye çalışalım. İlk defa gerçekleştirilecek bu uygulamayı nasıl yapacağımızı da açıklayalım isterseniz.

Kalın düz ünlüleri x doğrusunun + bölümüne, ince düz ünlüleri de yine bu x doğrusunun - bölümüne yerleştireceğiz. Yine kalın yuvarlak ünlüleri y doğrusunun + ince yuvarlak ünlüleri de y doğrusunun - bölümüne yerleştireceğiz. Bu çizeceğimiz grafik, kuralımızın birinci bölümünü açıklayacak. Yani düz ünlülerden sonra düz ünlüler gelir . Bu demektir ki, düz ünlüler düz ünlülerle paraleldir.. Bu doğruda da düz ünlülerin paralelliği görülmektedir.


Y ı

t

 

 

a

o u X

ü ö

e

i

r

 

X: Yuvarlak ünlüler Y: Düz ünlüler

Yukarıdaki grafikte yazı kelimesini oluşturan a ve ı ünlülerinin birbirine paralel olduğu görülmektedir. O halde yazı kelimesi K.Ü.U.K’ına uyar.

Şimdi de “balon” kelimesini grafiğimizde inceleyelim. Bakalım bu kelimenin ünlüleri birbiriyle uyumlu mu?


 

a

i

W ^

 

o

*■ u X

 

 

 

ü


e


 


 

X: Yuvarlak ünlüler Y: Düz ünlüler

Bu grafikte görüldüğü gibi balon kelimesinin a ve

o ünlüleri burada kesişmektedir. O halde burada K.Ü.U.K’ına uyma söz konusu değildir.

Bütün bu örneklerde görüldüğü gibi Türkçemiz, Analitik Koordinatlarla da ifade edilebilecek kurallara sahip matematiksel bir dildir. Türkçemizdeki bütün bu örnekler çoğaltılabilir. Değişik kurallara da benzer matematiksel yöntemlerle yaklaşılabilir. Bu alanda yapılacak


çalışmalar dilimizin daha başka güzelliklerini de ortaya koyabilecektir.

İNTERNET İMLÂSI

Bu çalışmamızda TDK’ya bir öneride bulunacağız. Artık hayatımızın ayrılmaz bir parçası olmuş “Sanalbağ” hakkında olacak önerimiz. Bu öneri sadece Türk Dil Kurumu’na değil Milli Eğitim Bakanlığı’na da yönelik olacak. Öncelikle bir gerçeği ortaya koymak gerekiyor. Sanalbağ yani İnternet artık hayatımıza istesek de istemesek de girmiş durumda. Devamlı Sanal Âlemin Türkçemizi bozduğunu söylüyoruz ya da bu söylemi çeşitli vesilelerle çeşitli mekânlarda işitiyoruz. Türkiye’deki pek çok okulda artık bilgisayar var. Bunun doğal bir sonucu olarak Sanalbağa girmeyen öğrencimiz, gencimiz de yok. Mesenger denilen Mesajlaşma sistemleri ya da Chat Odası olarak telaffuz edilen sanal Sohbet Odaları aile içi sohbetlerden, sokaktaki arkadaş ortamlarından daha revaçta gençlerimiz hatta büyüklerimiz arasında. Bu olayın olumlu yönleri var elbette. Bunlara değinmeyeceğim hâliyle. Bizi ilgilendiren Türkçe ile ilgili olan yönüne değineceğim meselenin. Bu değinişi yaparken de yetkililere seslenmeye çalışacağım olanca samimiyetimle.

İnsanlarımızın gündelik hayatta “Yes” “Ok” vb pek çok yabancı kelimeyi sıklıkla kullanmaya başladığına şahit oluyoruz. Bunda sanalbağdaki Sohbet Odalarının da büyük bir payı var elbette. İşte bizim önerimiz bu noktada kendini gösterecek. Bildiğimiz gibi Türkçe yaşayan bir dildir ve o her alanda elbette kullanılacaktır. Sanalbağ da bizim hayatımızın bir gerçeği ise Türkçe o alanda da elbette kullanılacaktır.

Bundan daha doğal bir şey yoktur. Fakat “Mektup”, “Dilekçe”, “Tebrik Kartı” yazmanın kendine has kuralları olduğu gibi Sanalbağda da yazışmanın bize uygun, Türkçe’yi yadsımayan, yazım geleneğimizi kuşatan akılcı kuralları olmalıdır. Bu kurallar da okullarımız vasıtasıyla ivedilikle öğrencilerimize öğretilmelidir. Öğretmenlerimiz bilhassa da Türkçe ve Edebiyat dersi öğretmenleri bu Sanalbağ Yazım Kurallarını öğrencilere öğretmelidirler. Tabii ki bunun da olabilmesi için öncelikle bu kuralların ihtisas ehli kişilerce yazıya geçirilmesi ardından da yazıya geçirilen bu kuralların Milli Eğitim Müfredatına girmesi şart. Bir öğrenci mektubun ya da resmi bir mektup olan dilekçenin nasıl yazılması gerektiğini öğrendiği gibi o nasıl sanal sohbet yapılır bunu da öğrenmelidir. Belki de bugün Sanalbağ yazımında karşılaştığımız bu sorunlar bir kafa karışıklığının ürünü de olabilir. Sanıyorum ki bu kuralları öğrenen insanlarımız Türkçe’ye ve Türk Yazım Geleneğine uygun sanal yazılar yazabilecektir sohbet ortamlarında.

Bildiğimiz gibi sanal ortamlarda kısaltmalar süratlilik açısından oldukça önemli. Borsada da bu kısaltmalar çoklukla kullanılıyor. Öncelikle TDK bu kısaltmaları da bir kurala bağlamalı bizce. Örneğin “ne haber? (naber)” yerine “nbr” mi yazılacak yoksa “nabr” mi yazılacak? Ya da bu kullanım hiç olmamalı mı? Ya da “Yaş, Cinsiyet, Yer” anlamlarına gelen İngilizce kelimelerden kısaltılmış olan “asl” yerine ne konulacak? Kısaltmanın ekonomikliği/iktisâdiliği bir kenara fırlatılarak “Yaş, cinsiyet, yer ya da mekân” mı denilecek yoksa “YCM” diye kısaltılarak mı yazılacak bu kelimeler? Yes yerine “evet” yazılacağı herkesce malum ama bu “evet” kısalatılarak “evt” şeklinde mi yazılacak yoksa aynen “evet” şeklinde mi yazılacak? Ya da “ok” yerine kullanacağımız “tamam” kelimesi “tmm” şeklinde mi ya da “tm” şeklinde mi yazılacak? Yoksa bu kelime hiç kısaltılmayacak mı? Yine sanal sohbetlerde sıklıkla kullanılan “Slm” kısaltması aynen muhafaza edilecek mi yoksa buna “Selam” denmesi gerektiği mi ifade edilecek?

İnsanlarımızın bilhassa yabancı sanal sohbet ortamlarında yaptıkları bir yanlıştan da bahsetmeden geçemeyeceğim bu yazımda. Bizim ülkemizin on tane ismi yoktur bildiğimiz gibi. Türkiye’nin ismi sadece ve sadece “Türkiye” olabilir. Elbette bir Fransız, bir İngiliz ya da bir Alman kendi dil yapısına göre telaffuz edecektir ülkemizin ismini. Onların kendi yazım sistemlerinin de tesiriyle, ülkemizin ismini kendi telaffuzlarına göre yazmalarını bir dereceye kadar müsamaha ile karşılayabiliriz. Ancak Türkçe konuşan bir insanın Türkiye yerine “Turkey” kelimesinin kullanması oldukça üzücüdür. Bu, vaktinde itiraf edeyim ki benim de yaptığım bir hatadır. Ancak önemli olan hatayı bilmek ve yanlıştan dönmektir. Artık gelin bu “Turkey” kullanımını hiçbir yazışmamızda kullanmayalım ve onun yerine “Türkiye” ya da bazı mazeretlerle “Turkiye” yazımını kullanalım. Bu şekilde yabancıları da ülkemizin ismini doğru telaffuz etmeye, onları ülkemizin ismini bizim telaffuzumuza uygun yazmaya da teşvik etmiş oluruz.

Peki, bütün bu kullanımlar gerekli düzeltmeler yapılarak uygulandı diyelim. Sanal Sohbet yazı türünün genel kuralları nasıl olacak? Sıkça kullandığımız elektronik mektupları nasıl kullanacağız? Söze başlarken hangi hitap cümlelerini yazacağız? Bu elektronik mektubun bir yerlerinde muhatabımızın büyüklerinin ellerinden, küçüklerinin gözlerinden öpecek miyiz? Bu mektup nasıl ve hangi cümlelerle sonlandırılacak? Tabii ki iş bunlarla da bitmiyor. Asta, üste dair yapılan sanal yazışmalardaki kurallar nasıl olacak? “Ne düşünüyorsun kardeşim mektup gibi ya da dilekçe gibi yaz” demekle de mesele hallolmuyor. Muhakkak ki Sanal Mektubun, Sanal Sohbetin Mektuptan ya da dilekçeden farkları olacak. Peki, bu farklar neler olacak? Ya da bu değişik türler arasındaki benzerlikler nelerdir? Aslında bu sıralayıp durduğumuz sorular Türkçe dersinin ya da Bilgisayar dersinin müfredatına eklenecek ek birkaç konuyla cevaplandırılabilir. Bu alanda zaten oturmakta olan bir yazım geleneği de vardır ama bu gelenek içinde pek çok yanlışı da barındırmaktadır. Bizim isteğimiz de doğruların yanlışlardan ayıklanması ve uygun olan kuralların ortaya konmasından da başka bir şey değildir.

Günümüz Türkçe müfredatında Standart Türkiye Türkçesinde kullanımdan düşmüş pek çok konunun halen gündemde tutulduğunu düşünürsek (Mesela; “-e yazmak” yardımcı fiili yaklaşma bildiren yardımcı fiil olarak ülkemizin çoğunluğu tarafından hiç kullanılmadığı halde halen öğretilmeye devam ediliyor) çağımızın bir gereği ve de büyük bir sorunu olan bu konulara da değinilmesi yanlış olmayacaktır. TDK yeni Yazım kılavuzlarında bu konulara da değinebilir. En azından bu yeni yazı türlerinin kurallarının ciddi bir şekilde alanında yetkin kişilerce, kurullarca belirlenmesi, insanlarımızın kafasındaki karışıklıkların yanında, bu yazışmalardaki yanlış anlaşılmaları da önler, diye düşünüyorum.

Umarım demek istediklerimiz anlaşılmıştır. Yazımızın içeriğindeki hatırlatmalar ve öneriler de umarız ilgili yerlere ulaşır. Ben de maalesef sık sık yazım yanlışları yapmış olan ve yazım kurallarına uymanın önemini pişmanlıklarla hisseden birisi olarak, bu konunun dilcilerimizin ve diğer ilgililerin gündemine girmesini arzuluyorum. Belki bu konularda yapılan ciddi çalışmalar vardır da bizim haberimiz yoktur bunlardan. Bu da olabilir tabii ki. Ancak TDK ve

Milli Eğitim Bakanlığı’nın bahsettiğimiz konularla ilgilenen yetkililerinden; bu mevzular üzerinde yapılan çalışmalar hakkında da bilgi istemem doğal karşılanmalıdır. Bu çalışmalar hakkında bana ulaşacak bilgileri de okuyucularımla paylaşmaktan onur duyacağımı ifade etmek istiyorum. Güzel dilimiz Türkçe adına yapılan böylesine anlamlı çalışmaları ayakta alkışlamayı kendime en birinci vazife olarak görüyorum. Tüm okuyucularıma ve ilgililere en derin saygılarımı sunuyorum.

TDK’NIN TÜRKÇE ÇALIŞMALARINA VERDİĞİ ÖNEMİ GÖSTEREN MEKTUPLARINDAN ÖRNEKLER

TDK'dan “İnternet İmlâsı” Başlıklı Yazımıza Gelen Cevap :

T. C.

ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU

Türk Dil Kurumu Başkanlığı

Sayı : B. 02. 1. KDT. 5. 02. 10. 00- 232

Konu :

Sayın Oğuz Düzgün,

İlgi: 18/ 01/ 2007 tarihli yazı.

Önerileriniz Güncel Türkçe Sözlük ve Yazım Kılavuzu Çalışma Grubunda görüşülecektir

Bilgilerinizi rica ederim.

Prof. Dr. Şükrü Halûk AKALIN Türk Dil Kurumu Başkanı

TDK’dan Başka Bir Yazımıza Gelen Cevap:

T. C.

ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU Türk Dil Kurumu Başkanlığı

Sayı : B. 02. 1. KDT. 5. 02. 10. 00-

Konu :

Sayın Oğuz DÜZGÜN,

İlgi: 10/ 02/ 2007 tarihli yazı.

Türk Dil Kurumunun Genel Ağ sayfasının http://tdk. org. tr/TR/BelgeGoster. aspx? F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EFD157 CB4DF4A46466 adresinden kesme işaretinin kullanımıyla ilgili bilgilere ulaşabilirsiniz.

Dilimiz Türkçe için gösterdiğiniz ilgi ve

duyarlılığa teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılar dilerim.

Prof. Dr. Şükrü Halûk AKALIN Türk Dil Kurumu Başkanı

TÜRKÇE’NİN ŞİFRESİ

İnsanlar genellikle duygularıyla yaşarlar. Akıllarıyla yaşadıklarını öne süren bilim adamları bile, pek çok savlarında duygularının esiridir aslında. Şu anda dünyada büyük bir yayılma alanı bulmuş olan Hint Avrupa (Anglo-Sakson) dil ailesine mensup İngiliz dilini konuşan bilim adamları, böyle bir öznel yaklaşımla kendi dillerini “en üstün dil” konumuna oturtmuşlardır. Onlara göre bütün dünya, İngilizce’yi konuşursa medenileşecektir. Anglo- Sakson kültürüne sahip bazı bilim adamları, “En çok yayılan ve bükümlüleşen dil, en üstün dildir ” demektedirler. Bu görüşe göre, günümüzde Türkçe, İngilizce’ye göre oldukça aşağı basamaklardadır. En alt basamakta ise Çince gibi diller vardır. Bizim bu çalışmayı yapmaktaki amacımız; bunlar gibi güzel dilimizi hafife alan görüşleri, bilimsel yöntemlerle yeryüzünden tamamen ortadan kaldırmaktır. Bizim bu kadar cesaretli konuşmamızı sağlayan Türkçe’nin muhteşem düzenidir. Nasıl ki, her şey zıddıyla bilinir, bunun gibi Türkçe’nin düzeni ortaya konulduktan sonra, artık diğer bâzı dillerin düzensizlikleri gün gibi aşikar olacaktır. Tabii ki düzensiz olan dillerin de diğer dillerden ayrılan güzel yönleri olabilir ve vardır. Bunu da dilbilimciler ortaya koyacaktır.

İngilizce, çok mükemmel ve düzenli bir dil olduğundan dolayı bu kadar yayılmamıştır. Belki bu dili konuşanların bilimsel ve ekonomik üstünlükleri, diğer insanları, bu dili öğrenmeye itmiştir. Bir zamanlar, bilimde, edebiyatta kendilerini Fars ve Arap toplumlarından aşağı gören milletler, bu toplumların dillerini öğrenmişler; bu dilleri gerçek sahiplerinden daha iyi kullanmışlardır. Bunun gibi, bugün de batı dillerine bir yönelme, doğal olarak gerçekleşmiştir. Bilindiği üzere Selçuklu Devlet’inde Farsça, Resmi Dil olarak kabul edilmiştir. Arapça ve Farsça’nın etkileriyle Türkçe’nin “Osmanlıca” olarak tanınan yeni bir lehçesi oluşmuştur. Bu yeni oluşumlar, dillerin doğal gelişmesine katkıda bulunan tabii etkileşimlerin sonucudur. Bu bakış açısıyla bakıldığında, bütün dünya dillerinin birbirini etkilmiş olduğu gerçeği de açıkça görülecektir. Bu etkileşim, dillerin doğasında var olan bir kanunun tezahürüdür..

Aslında bütün dünya dilleri güzeldir. Her bir dilin ayrı bir güzelliği de muhakkak vardır. Bizim bu çalışmayı yapmaktaki amacımız, diğer dillerin “kötü ve çirkin” olduğunu savunmak değildir. Bizim amacımız yüzlerce yıldır yabancı (bizim içimizden de bazı “yabancılar” çıkmış) bilim adamlarınca küçümsenen; Yunus Emrelerin, Hacı Bektaş-ı Velilerin, Hoca Ahmet Yesevilerin güzel dilini yani Türkçeyi savunmaktır. Aslına bakılırsa, Türkçe’nin savunulmaya da ihtiyacı yoktur. Türkçe zaten tüm güzellikleriyle kendini savunmaktadır. Bizim gayemiz de kendi bakış açımızla görebildiğimiz güzellikleri sizlerle paylaşmaktır. Türkçe’nin güzellikleri bizim söylediklerimizden ibarettir dersek, bizler de Türkçe’yi küçümsemiş oluruz. Elbette biz, buz dağının görünen kısmıyla ilgilenebildik. Uzak amacımız, Türkçe’nin bilinmeyen daha pek çok güzelliklerine de ulaşabilmektir.

Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, Türkçe, dünyanın tamamına yayılmış bir dildir. Şu anda da Ermenilerden Arnavutlara kadar onlarca halkın ikinci bir dil olarak konuştuğu mükemmel bir dildir. Türkçe, pek çok dünya milletinin dilinde köklü değişiklikler yapmış bir dildir. Bugün Yunanca’da yüzlerce Türkçe kelime vardır. Sırplar, Osmanlı’dan miras kalan “Devlet” kelimesini hala kullanmaktadırlar. Birçok dili de etkilemiş bir dildir Türkçe.

Bazı dil bilginleri Türkçe’nin kökenlerinin İsa’dan Önce 15 binlere dayandığını ifade etmektedirler. Hatta bazı cesaretli dil bilginleri, biraz abartılı bir iddiayla Hint Avrupa dillerinin kökenin de Ön Türkçe olduğunu iddia etmektedirler. Anadolu’daki bazı medeniyetlerin de Ön Türklerin medeniyeti olduğu Türkologlar ve Dil Bilginleri tarafından ispat edilmektedir. Hititçe ve Sümerce’nin Ön Türkçe diller olduğu da iddia edilmektedir. Elbette bu iddiaların bilimselliği tartışmalıdır. Sümerce, Türkçe kökenli bir dil olmasa da Sümerler döneminde Türkçe’nin Sümer topraklarında konuşulmakta olduğu, Sümerce’deki Türkçe kelimelerden anlaşılmaktadır. Bütün bu deliller gösteriyor ki Türkçe on binlerce yıldır yaşayan bir dildir.

Bazı Mezopotamya ve Anadolu medeniyetlerinin dillerinin Gramer yapıları, Türkçe’ye çok benzemese de, çok çeşitli yönlerden Türkçe’nin bu dilleri derinden etkilediği görülmektedir. Bu da Türkçe’nin erken dönemlerdeki tesirini göstermektedir. Bütün bu örneklerden de anlaşılacağı gibi Türkçe, gerçekten köklü bir dildir. Bu dil, tarihte çağ açan ve çağ kapatan bir medeniyetin Ortak Dili olmuş güzel bir dildir. Bugüne kadar Türkçe’nin üstünlüğünü ve güzelliğini anlatan pek çok kitap neşredilmiştir. Bizim, Türkçe’yi Anglo-Sakson kelimelerin istilasına karşı muhafazaya çalıştığımız gibi, bizden binlerce yıl öncesinde de Kaşgarlı Mahmud, Fahreddin Mubarekşah, Zemahşeri gibi Müslüman Türk bilginleri, yazdıkları birbirinden değerli eserlerle, Türkçe’nin en azından diğer diller kadar güzel bir dil olduğunu ispata çalışmışlardı. Bizim bu mutevazi çalışmamız da aynı geleneksel çalışmaların, bir farklı anlayışla devamından ibarettir. Anlayış farkımız şudur:

Artık bizim için tehlike, Farsça ve Arapça gibi diller değildir.. Onlarla zaten bir sulh (barış) tesis ettik. Bizim için şu andaki mesele, Anglo­Sakson dillerinin ahlaki bakımdan olumsuz yan etkileriyle, bizim edebi dilimizi, ebediyen yok etmek üzere yaptıkları edepsiz saldırılara mukavemet etmektir.. Bu alanda da pek çok başarılara imza atılmıştır.. Pek çok bilginimizin pek çok nadide çalışmaları, insanımızı uyandırmaya devam etmektedir. Ancak böyle ulvi vazifeler, fani şahsiyetlere bina edilemez. Türkçe ’yi korumak vazifesi, tüm milletin vazifesidir. İlmi vasfı ne olursa olsun, herkesin Türkçe’yi savunmaya ve korumaya hakkı vardır. Yeter ki Türkçe ’yi korumak adına söylenenler, ilmi delillerle kuvvetlendirilsin.

Biz bu çalışmamızda, Türkçe’nin muhteşem düzenini göstermeye çalıştık. Bunu yaparken sade bir dil kullanmaya da özen gösterdik. Zira ulaşmak istediğimiz kitle geniş bir kitledir. Bu kitlenin ilköğretim öğrencisinden, Üniversite Hocalarına kadar çeşitli fertleri vardır. Maddeler halinde Türkçe’nin Anglo-Sakson kökenli dillerden Düzenli olan yönlerini tespite çalıştık. Şimdi lafı fazla uzatmadan sizleri, Güzel Dilimizin şifrelerle ve güzelliklerle dolu dünyasıyla baş başa bırakıyorum. Umarım siz de

Türkçe’nin hazinelerinden birine ulaşmak için, bir şifre çözersiniz:

1.     Türkçemiz fiil yönünden gerçekten işlek bir dildir. Diğer dillerden isim almış olsa da çok sayıda fiil almamıştır. İngilizce’nin %80’inin Latince, Fransızca gibi dillerden alıntı olduğu bilinmektedir. Günümüzde Türkiye ve Orta Asya Türkçeleri incelendiğinde Türkçe’nin asliyetini doğal değişmeler dahilinde koruduğunu görmekteyiz. Belli bir zaman diliminde bazı kelimeler alınmışsa da bu kelimeler halk diline fazla nüfuz etmemiş, devlet diline has kalmıştır. Hatta pek çok Osmanlı Padişah’ının şiirleri incelenirse bu Pâdişahların ne tatlı bir Türkçe kullandıkları ortaya çıkacaktır. Türkçe bilim dili olabilecek, kendine yetebilen nadide dillerden birisidir. Yavuz Sultan Selim’in              Edebi     Sanatlarla

zenginleştirdiği ve Şah İsmail’e gönderildiği rivayet edilen, o dönemin Türkçesiyle yazılmış bir kıtasını sizlerle paylaşalım:


 

1

2

3

4

1

Sanma

şahım

herkesi

sen

sadıkane

yar olur

2

Herkesi

sen

dost mu sandın

belki ol

ağyar olur

3

Sadıkane

belki ol

alemde

dildar olur

4

Yar olur,

ağyar olur,

dildar

olur,

serdar olur

 

Bu şiiri incelediğimizde Osmanlı Türk’ünün ince edebi zekasını müşahede edebiliyoruz. Orhun abidelerindeki şiirsel üsluba fazla şaşırmamak gerekir. Bu üslup daha da güzel süslemelerle Osmanlı döneminde de devam etmiştir. Şiir, Müslüman Türk’ün de hayatında ayrılmaz bir parça olmuştur. (Not: Nu şiirin inceliklerini öğrencilerime anlatıyordum. Bir kız öğrencim, bu şiirdeki edebi sanatın benzerini uyguladığı çok güzel bir şiir yazdı.. Üstelik 5-10 dakika içinde yazdı bu şiiri.. Pek çok öğrencim de bu şiire birer nazire yaptı. )

Daha önce hiçbir şiir deneyimi olmayan ve fazla da okumayı sevmeyen bu çocuklara böyle sanatlı bir şiiri yazdıran nedir? Elbetteki o çocukların analarından süt emdikleri sırada ruhlarıyla ve kulaklarıyla emdikleri Türkçe sütü, bu müthiş kabiliyetlerin doğmasına sebep olmuştur. Türkçe en okumuşunu da, hiç okumamışını da şiire, edebiyata meftun eden

nadide bir dildir. Aşık Veysel gibi çok az tahsil görmüş insanlara o ölümsüz eserleri yazdıran neden, kendi içlerindeki deha ve yeteneklerin Türkçe bağında sünbüllenmesinden ibarettir.

2.    Türkçe’deki kurallılık Türkçe’yi ezber dili olmaktan çıkarmakta bir mantık dili haline getirmektedir. Hint Avrupa dillerinde birçok Düzensiz Fiil ve Kelimeler yoğun bir ezber faaliyetini gerektirmektedir. İngilizce, Gramer kitaplarında geçen yüzlerce düzensiz fiil bize bu hakikati haykırmaktadır. Herkesin bildiği bir Go- fiilinin Past Tense (Geçmiş Zaman) hali “Went” şeklindedir. İnsanın mantığını “Go” dan “Went” e götürecek hiçbir mantıksal köprü kurulamamaktadır. Böyle yüzlerce düzensiz formu ezberlemek gerekmektedir. Ancak Türkçemizde bu kelimenin karşılığı olan “Git- “ fiilinin dili geçmiş zaman hali, Git-ti şeklindedir. Bu kelime bir “-ti” ekiyle kökünden başkalaşmadan oluşmaktadır. Diğer bütün fiillerde istisnasız aynı ekler mantıksal bir süreçle yeni fiiller kurmaktadır. Bu diğer eklerde ve zamanlarda da aynı şekilde görülmektedir. Demek ki Türkçe, ezberden ziyade mantığı öne alan yegâne dillerden birisidir. Bu açıdan yabancılar tarafından öğrenilmesi -bazı ses özelliklerinin dışında- kolay bir dildir.

3.   Hint-Avrupa dillerini konuşan dil bilginleri tarafından ortaya atılan bir iddia da Hint Avrupa dillerinin diğer dil ailelerinden üstün olduğu iddiasıdır. Bu iddiaya göre diller yapıları bakımından 3 şekle ayrılmaktadır:

1)            Tek Heceli (Yalınlayan) Diller: Çince bu dil grubuna örnek gösterilir. Bu dilde bir kelime farklı tonlama ve seslerle farklı manaları oluşturmaktadır.

2)    Sondan Eklemeli Diller : Türkçe, Japonca, Macarca gibi sondan eklemeli ve düzenli yapılar içeren diller bu gruba girmektedir.

3)                              Bükümlü   Diller: İngilizce, Fransızca gibi içinde düzensiz fiiller ve kelimeler bulunan diller bu gruba girmektedir. Bükümlü Dillerde kelimelerin kökleri ve yeni şekilleri arasında mantıksal, etimolojik, fonetik ilişkiler kurmak çok zordur.

Avrupalı bazı dilbilimciler, bükümlü dillerin en üstün diller olduğunu iddia etmektedir. Bize göre bu iddia tutarsızdır. Ben Bükümlü Dillerin bazılarını, değişime ve başkalaşmaya her an açık ihtiyarlamış diller olarak görmekteyim. Düzenini muhafaza etmiş bir binayla düzensizliğe doğru giden, harap olmuş bir bina aynı değildir. Bunun gibi Türkçe ile Anglo-Sakson dilleri arasında da o kadar fark vardır. Türkçe düzenini muhafaza etmiş bir bina gibidir. İngilizce gibi Anglo­Sakson dilleri ise başkalaşmaya yüz tutmuş, düzensizleşmiş kelimelere sahiptir. Türkçe’nin haricindeki     dilleri   küçümsediğimiz düşünülmemelidir. Bize göre bütün diller güzeldir. Bütün dillerin kendilerine has güzellikleri vardır. Ancak bazı diller düzen yönünden diğer dillerden daah üstün görünmektedir. Türkçemiz de “Düzenlilik” yönünden bu gibi dillerden üstündür.

Bu noktada bizim önerimiz şudur:

“Diller yapısı bakımından 2 ana grupta incelenmelidir. Biz bütün dünya dillerini Düzensiz ve Düzenli Diller şeklinde ifade edebileceğimiz iki ana başlıkta inceleyebiliriz. Belki bu iki ana gruba bir de Yarı Düzenli Diller başlığını da ekleyebiliriz.”

Bu önerimize uygun olarak örnek bir sınıflandırma yapalım:

1-                              DÜZENLİ       DİLLER

2-                                   DÜZENSİZ   DİLLER

1-           Türkçe Japonca Arapça Eski Latince Gürcüce Çerkezce Macarca

2-           İngilizce Fransızca Almanca

Rusça

4.    Anglo-Sakson dillerinde fiilimsilerin yapımı Türkçemizden oldukça farklı bir şekil göstermektedir. Türkçemizde fiilimsiler “-an, - esi, -erek, -ince” gibi eklerin yardımıyla oluşturulmaktayken Anglo-Sakson dillerinde aynı yapı birkaç farklı cümlelerin birleşmesiyle teşkil edilmektedir. (Bkz: Adem ve Havva Dili)

5.    Hint Avrupa dillerinde bir dağınıklık göze çarpmaktayken, Türkçe’de eklerin sağladığı geniş çaplı bir düzenlilik görülmektedir. Türkçemizde bir cümleyi oluşturan unsurlar birbirlerine canlı birer harçla kaynaşmış gibi görünmektedirler. Cümleye görev yükleyen çekim ekleri cümleden çıkarıldığında cümlenin anlamlarında da bozulmalar olacaktır. Ekler kelimeleri birbirine bağlayarak cümleyi bir bütün hâline getirmektedirler.

Okul-un ön-ün-de oyna-yan çocuğ-un kitab-ın-ı ban-a mı getir-ecek-sin?

Örnekte de görüldüğü gibi ekler vasıtasıyla bütün bir cümle tek vücut olmuş gibi gözükmektedir. Hatta kelimelerdeki ünlü, ünsüz uyumları gibi özellikler de cümleye ayrı bir uyum katar.

6.   Türkçemizde bir cümleyi çok çeşitli şekillerde ifâde edebiliriz:

Ben okula gidiyorum.

Ben gidiyorum okula

Okula ben gidiyorum.

Okula gidiyorum ben.

Gidiyorum okula ben.

Gidiyorum ben okula.

Türkçemizde cümlelerin birbirinden çok farklı dizilimlerle ifade edilebilme özgürlüğü vardır. Türkçe bu yapısı itibariyle tam bir edebiyat dilidir. Türkçemizin bu özelliği sayesinde duygular, düşünceler en güzel şekilde ifade edilir. Türkçe’nin gramerindeki bu esneklik diğer Anglo-Sakson dillerinde yoktur. Bu dillerde cümle, belli bir yapıya hapsedilmiştir. Hafif bir unsur değişikliği cümlenin anlamını tamamen değiştirebilmektedir.

7.        “ I am going to school.” (Ben okula gidiyorum)

Türkçe’de şahıs zamirini çıkardığımızda anlam bozulmamaktadır ancak yukarıdaki örnekten de anlaşılacağı gibi İngilizce’de durum böyle değildir. Bir örnek verelim:

(Ben) Okula gidiyor -um > (1. Tekil Şahıs eki)

Bu cümledeki fiilin sonundaki şahıs eki sayesinde birinci tekil şahıs zamiri muhafaza edilmektedir. Yaratıcı, savaşlar, göçler nedeniyle hızlı yaşaması gereken Türklerin diline böyle kolaylıklar vermiştir ki; ifade edilmek istenen düşünce ve duygular çabukça ifade edilsin. Bir de buradan şunu anlamamız gerekiyor, Türkçe bu esnek yapısıyla birçok dili de etkilemiş olabilir. Bu da incelenmesi gereken bir konudur.

8.       Hint- Avrupa dillerini konuşan bazı büyük filozoflar, dillerinin mantık dışı ve kuralsız unsurlar içerdiğini kabul etmişlerdir. Bu filozoflar, dillerinin savurgan da olduğunu öne sürmüşlerdir. Platon, “Kratylos” Diyalogunda - Yunanca bir eser- kendi kullandıkları (Yunanca gibi) dillerin, bilgileri yanlış anlamaya sebep olabileceğini, bu nedenle mantıklı ve kurallı bir dile ihtiyaçları olduğunu açık yüreklilikle belirtmiştir. Descartes de aynı şekilde kurallı ve düzenli bir dil arayışındadır. Düzensiz fiillerle; kelimelerle dolu bir dilin bilim ve felsefe dili olamayacağı, daha birçok filozof tarafından kabul edilmiştir. Belki de bütün bu Avrupalı filozoflar Türkçe’yi yeterince inceleme imkânı bulsaydılar, Türkçe’yi, Felsefe ve Bilim dili olarak benimsemişlerdi bile.

9.         Türkçemiz yapım ekleri sayesinde yeni kelime türetebilme özelliğine sahiptir. Böylelikle kelimelerin ve fiillerin tanınmayacak şekilde başkalaşması önlenmiştir. Hint-Avrupa dillerinde bu ekler çok az işlevseldir. Genelde kelime türetme, kelimenin başkalaşması yoluyla yapılır. Ünlü filozofların beğenmediği noktalardan biri de budur. Bugün İngilizce’de yaşayan pek çok kelime iki üç kelimenin baş harflerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuştur. (RAM kelimesi “Random Access Memory” kelime grubunun baş harflerinden oluşur) Türkçe’deki işlevsel yapım ekleri sayesinde böyle garabetlere rastlanılmaz.

Örneğin; İngilizce’de “gitti” diyebilmek için “go” fiilini başkalaştırarak “went” şekline dönüştürürüz. Kökle yeni yapı arasında bir farklılık vardır. Türkçe’de ise yapım ve çekim eklerinin işlekliği sayesinde bir sorun çıkmamaktadır. “Git-“ fiilini -di’li geçmiş zaman formuna sokmak için yapmamız gereken kelimeyi başkalaştırmadan sonuna bir “-di” eki eklemektir. Kelime “Gitti” şeklinde kökünü de muhafaza ederek yeni bir kullanıma hazırdır.

10.  İngilizce’de fiillerin dışında da bazı kelimeler kuralsızdır. Birçok kelimenin çoğul halleri böyledir:

child(çocuk)- childreen(çocuklar) woman(kadın)- women(kadınlar) man(adam)- men(adamlar)

Türkçemizde ise böyle bir karışıklık yoktur. Çoğul hal “-ler” eki ile sağlanır. Üstelik bu “-ler” eki de üç sesten oluşur. 3 çoğulluğun ifadesidir. Bu çoğul ekinde ayrı bir müzikallik de vardır. Sondaki “-r” sesi sayesinde devam eden, akıp giden bir çokluk (kemiyet) nazara veriliyor..

11.        İngilizce’de ve diğer Anglo-Sakson kökenli dillerde önüne sayı sıfatı alan kelimeler, sayı birden büyükse, çoğul eki alırlar. Türkçe’de böyle bir olay yoktur. Nesneyi belirten sayı zaten çokluk ifade ettiğinden nesneye bir çoğul eki eklenmez. Biz “iki kalem” deriz “iki kalemler” demeyiz. Mantıksal olarak zaten biliriz ki, iki sayısı çokluğu ifade eder. Yani 1kedi+2kedi=3kedi olur.

12. İngilizce’de bazı fiiller birçok farklı anlamı birden içerirken, Türkçe’de her bir eylemi karşılayacak ses yapısı mevcuttur.

“to take” = almak, götürmek, çekmek(fotoğraf) anlamlarını ifade eder..Fakat Türkçemizde bütün bu anlamları karşılayacak farklı fiiller kullanılır. Yabancı Dillerden dilimize tercüme ettiğimiz bazı fiiller “fotoğraf çekmek” fiili örneğinde olduğu gibi asıl dildeki fiilin anlamından hareketle kullanılmaktadır. Bu da yabancı dillerin etkisini açıkça göstermektedir.

13.    Türkçe, şahıs zamirlerinde bir ses ahengi vardır. Ben>Sen >O/Biz>Siz>Onlar örneklerinde görüldüğü gibi l.ve 2.tekil şahıslar kendi aralarında; sondaki “-n” sesi bakımından bir uyum içindedirler. Çoğul şahıslarda ise “-z” uyumu vardır. Hint Avrupa dillerinde böyle düzenlilikler bulunmaz. Örneğin; Almanca l.tekilŞ: Ich, 2.Tekil: Du zamirleri, İngilizce “I” ve “You” bu zamirler arasında bir ses uyumu yoktur..

14.            Anglo-Sakson dillerindeki şahıs zamirlerinin yönelme, tamlama belirten halleri düzensiz olarak oluşturulur. Ben (I), Benim (My) Beni, Bana (Me) vd..

15.    Türkçe’de önemli unsur devamlı sondadır. Kelimeler, ögeler ve ekler, önemli unsuru savunmak için adeta bir kale vazifesi yaparlar. “Ben kitabı bugün okudum.” cümlesinde önemli öge olan “okudum” kelimesi kalp ya da beyin kelime olduğu için muhafaza edilmiştir. Bir de bu sayede eylemin ne olacağı konusundaki merak devamlı taze tutulur. Dinleyici sondaki eylemi anlayabilmek için cümlenin tamamını dikkatle dinler..

16.   Türkçe’nin herkes tarafından kabul edilen bir matematiksel bir yapısı vardır. Bunu ispat eden bir küpü aşağıya naklediyoruz. Bu ünlüler küpü ilk olarak Türkçe’nin düzenine âşık olmuş bir Fransız bilgin olan Jean DENY tarafından çizilmiştir:

 

Geniş Ünlüler: a, e, o, ö (Küpün solu) Düz Ünlüler: a, e, ı, i (Küpün üstü) Dar Ünlüler: ı, i, u, ü (Küpün sağı) Kalın Ünlüler: a, ı, o, u (Küpün önü) İnce Ünlüler: e, i, ö, ü (Küpün arkası)

17.        Türkçe’de bir sözcükte hükümdar mesabesinde olan öğe yüklemdir. Hangi öğe bu hükümdarın yanına yaklaşırsa, önemi o derecede artar. Bu nedenle “Yükleme” yakın olan öge diğer öğelere nazaran daha vurgulu telaffuz edilir.

18.       Anglo-Sakson kökenli dillerde bir cümleyi edilgen yapabilmek için o cümleyi tamamen değiştiririz. Türkçemizde ise bir “-l” ve “-n” eki yeterlidir. Bütün Ural Altay dillerinde benzer bir özellik vardır. İngilizce’de edilgen durumda nesne başa getirilir. “The book is being read” bu pasive’i (edilgeni) bir de aktive (etken) yapalım. “He is reading the book. ” Görüldüğü gibi cümlenin şekli tamamen değişti..

Türkçemizde böyle bir zorluk yoktur. Aynı cümleyi Türkçe yazalım. “Kitap okunuyor” Görüldüğü gibi bir tek “-n” eki sayesinde yüklem “edilgen” çatılı olmuştur. Aynı cümleyi etken yapalım, “(ıO)Kitap okuyor” Görüldüğü gibi sadece bir sesi atarak cümleyi yine etken yaptık. Bu durum Türkçemizin güzelliğini gösteren örneklerden dâdece birisidir.

19.   İngilizce’nin mazisi 500 yıl civarındadır. Türkçe’nin ise 15 bin yıllık bir mazisi olduğu ispat edilmektedir. Üstelik Proto Türkçe’nin Hint Avrupa dilleri dahil bir çok dili etkilediği de iddia edilmektedir. İngiltere ll.yy’ın 2. yarısında az gelişmiş bir yerdi. Bu dönemde İngilizlerin ataları ottan yaptıkları evlerde yaşıyorlardı. O dönemlerde bizim edebiyatımız zirve noktasını yaşıyordu. Yunus Emreler, Hacı Bektaşlar, Hoca Ahmet Yeseviler güzel Türkçemizle birbirinden edebi eserler ortaya koyuyorlardı. Dünya Dilbilimcilerinin de kabul ettiği gibi İngilizce’nin en az yüzde 60’ı belki de daha fazlası Latince, Yunanca gibi dillerden alınmıştır. Kendi kelime hazinesi ise %15 belki de daha azdır. Türkçe ise en az 10 bin sene işlenmiş köklü, düzenli ve sağlam bir dildir.

20.    Bir çok ünlü alim ve bilgin Türkçe’nin güzelliğini; zengin yapısını kavramış olmalı ki; en güzel eserlerini bu dille vermişlerdir. Onlar dönemlerinin ortak dili olan Arapça’yı ya da diğer dünya dillerini kullanabilirlerdi ancak

Türkçe’yi tercih ettiler. Yunus Emre (Divan) Hoca Ahmet Yesevi (Divan), Hacı Bektaşı Veli (Nefesler) Nazım Hikmet, Orhan Pamuk, Atilla İlhan, Nurullah Genç, Ahmet Turan Alkan, Yahya Kemal, Tevfik Fikret, Osman Yüksel Serdengeçti, Necip Fazıl ve daha binlerce ismi aklımıza gelmeyen farklı görüşlerin temsilcileri, güzel Türkçemizi kullanmışlar, bu dili bütün dünyaya tanıtmışlardı.

21.   İngilizce’de “Get” , “have” gibi bazı fiiller pek çok anlama gelecek şekilde kullanılabilmektedir. İngilizce konuşan kimseler de bu eylemleri çok kullanan kişilere “tembel” demektedir. Çünkü bu eylemlerin belirsiz olduğu ve gereksiz yere kullanıldığı samimiyetle ifade edilmektedir. Bu eylemler kullanıldığında yanlış anlamalara yol açabilmektedir. Yaşayan İngilizce’de bu eylemler sıklıkla kullanılmaktadır. Türkçemizde ise her bir eylem yerli yerinde ve karışıklığa mahal vermeyecek şekilde kullanılmaktadır.

22.      Türkçemizde kelimeler çok az değişime uğrar.. Bilhassa fonetik yönden oluşan değişmeler çok az seviyededir. Bilhassa kitap ve yazın Türkçe’sinde bu değişimler oldukça azdır. Ancak Anglo-Sakson dillerinde bu değişim had safhadadır. İngilizce’deki ya da Fransızca’daki gibi kelimelerin aslından çok farklı seslere dönüşmesi örnekleri Türkçemizde görülmez.

23.  Türkçemizde istisna yok denecek kadar azdır. Her istisna da ayrı bir kuralın, düzenin başlangıcını gösterir. Türkçemiz devamlı düzene ve güzelleşmeye doğru ilerlemektedir.

24.     Türkçemizde diğer pek çok dilin aksine akraba adları ayrıntılı bir şekilde mevcuttur. Özellikle, “ağabey, abla, kardeş, bacı, teyze, yeğen, kuzen, amca, dayı, hala” gibi pek çok akrabalık ifade eden kelime Türkçe’yi konuşan toplumların akrabalığa verdiği önemi açıkça göstermektedir. Bu durumda Türkçe, akrabalar arası muhabbetin ifade edilmesi açısından en uygun dillerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

25.  Orhun abideleri gibi eski Türklere ait anıtları incelediğimizde, o dönemlerde kullanılan pek çok fiilin şu andaki Türk lehçelerinde de yaşadığını görmekteyiz. Hatta binlerce yıl önce konuşulan Türkçe’nin pek çok özelliği bugün de yaşamaktadır. Türkçe’nin bu kelime ve ekleri muhafaza etme özelliği, bu dilin kurallılığının; sağlamlığının açık bir tezahürü olarak gözükmektedir. Ama pek çok Hint Avrupa dilinde bildiğimiz gibi fiiller, değişik zaman çekimleri esnasında bile değişebilmekte, aslıyla hiç ilgisi olmayan konuma girmektedirler.

26.       Türkçemiz yapım eklerinin yoğunluğu bakımından Hint Avrupa dillerinden ayrılır. Yapım ekleri sayesinde çok kolay bir şekilde bir kelime, başka bir anlamı karşılayacak şekle dönüştürülebilmektedir. İngilizce’de “ly, ness, less...” vd. gibi sınırlı sayıda işlek yapım eki varken, Türkçemizde yüzlerce yapım eki halen kullanılmaya devam etmektedir. Antik çağlarda yaşamış pek çok felsefeci Hint Avrupa dillerini incelemiş, kendi dillerinin düzensizlikleri karşısında mantıklı ve düzenli dili oluşturma gayretine girişmişlerdir. Onları en çok zorlayan konulardan birisi de dillerindeki fiillerin ve kelimelerin düzensiz bir biçimde türemeleri olmuştur. Bu felsefeciler dillerindeki bu eksikliği gidermenin yapım ekleri kullanarak mümkün olacağını ifade etmişlerdir. Esperanto gibi yapma dillerin oluşturulmasında da aynı arayışın izleri görülmektedir.

27.    Türkçe’de birleşik zamanların oluşturulması oldukça kolaydır. İki zaman eki yan yana sırasına uygun bir şekilde kullanılıverir ve mesele hallolmuş olur. Ancak İngilizce gibi bazı dillerde yardımcı fiil kullanılma zorunluluğu vardır. Türkçe’de ikinci bir zaman ekinin eklenmesini sağlayan “i-“ yardımcı fiili düştüğünden bu eklerin birbirine görünürde hiçbir kelime yardımı olmadan eklenmesi, Türkçe’nin devamlı düzene doğru yürüyecek şekilde programlandığının açık bir kanıtı gibidir.

Ben geliyordum. (Ben geliyor idim)

I  was coming.

28.   Türkçemiz dünya dilleri içerisinde bilinen en eski dillerden birisidir. Ve bu özelliğiyle hiçbir etki altında kalmadan kendi seyrinde gitmesini bilmiş müstesna dillerden birisidir. Prof. Dr. Osman Nedim TUNA pek çok ikna edici delile dayanarak Türkçe’nin en asgari 8.500 yaşında olduğunu hesaplamıştır. Onun en büyük delillerinden birisi, Sümer yazıtlarında oldukça yoğun bir şekilde bulunan Türkçe kelimelerdir. Bu bulgulardan yola çıkan bilgin Türkçe’nin en az 8.500 yıl öncesine uzanan bir geçmişi olduğunu ispat etmektedir. İngilizce gibi diller ise en çok 600-700 sene mazisi olan dillerdir. Türkçe gibi köklü bir geçmişi olan bir dil, elbette bu yönüyle de pek çok dilden üstündür.

29.    Prof. Dr. Oktay SİNANOĞLU “Bye Bye Türkçe” adlı eserinde Türkçe ve Japonca arasındaki ilişkilere değinmiştir. Türkçe ve Japonca arasındaki benzerlikler oldukça şaşırtıcıdır. Bu durum, Türkçe’nin çok köklü bir dil olduğunun başka bir kanıtıdır. Yine Profesör Elövset Zakiroğlu ABDULLAYEV “Türk Dillerinin Tarihsel Gelişme Sorunları” adlı eserinde Türkçe’nin Ermeni dilini pek çok yönden etkilediğini ve değişime uğrattığını reddedilmesi imkansız delillerle ispat etmiştir. Türkçe’nin Arapça’yı, Farsça’yı ve hatta İngilizce’yi de etkilediği aşikar bir gerçektir. Şuanda Arapça, Farsça ve İngilizce’de pek çok Türkçe kökenli kelime mevcuttur.

30.       Türkçe, edebiyat dili olmak için de oldukça elverişli bir dildir. Türkçe’de nazma benzeyen atasözü, deyimler hazinesi oldukça zengindir. Hatta Orhun abidelerini inceleyen bazı bilginler, bu abidelerdeki yazıların Şiir olabileceğini savunmuştur. Türkçe’nin şiirsel üslubundan kaynaklanan bu durum, Türkçemizin nazma yatkınlığını gösteren bir örnektir.

31.           Türk dili gibi, konuşanlarının sosyal yaşantısını aksettiren dil yok gibidir. Orhun abidelerindeki Türkçe incelendiğinde ses yapısı itibariyle bu kitabelerdeki dilin göçebe ve savaşçı bir topluma ait olduğu gözükmektedir. Bu abidelerde oldukça fazla kullanılan “k, t, d, g, a, ı” benzeri sesler bize bir savaştaki kılınç seslerini, atların nal seslerini hatırlatmaktadır. Ayrıca bu ve benzeri sesler Türkçe’ye ayrı bir azamet katmaktadır. Bu dönemde Türkçe düşmanların yüreğine korku salmayı başaran ses yapısına sahip bir dildir. Ancak zamanla toplumsal yapının değişmesi ile birlikte Türkçe’de de bazı değişimler olmuştur. Böylelikle Türkçe, yeri geldikçe oldukça yumuşak, yeri geldikçe oldukça sert bir dil ola gelmiştir.

Kül Tigin Yazıtının Doğu yüzünde geçen bir ibareyle tezimizi örneklendirelim: “Tört bulun kop yagı ermiş sü sülepen tört bulundaki bodunug kop almış kop baz kılmış başlıgıg yüküntürmiş tizligig sökürmiş ilgerü kadırkan yışka tegi kirü temir kapıgka tegi konturmış ekin ara ”

(Dört bucak hep düşmanmış. Ordular göndererek, dört bucaktaki halkları hep almış, hep (kendilerine) bağımlı kılmışlar. Başlılara baş eğdirmiş, dizlilere diz çöktürmüşler. Doğuda Kadırgan (Kingan) dağlarına kadar, batıda Demir Kapı'ya kadar (halklarını) yerleştirmişler. (Bu) iki (sınır) arasında)

Görüldüğü gibi yukarıdaki ifadeler anlamlarına uygun sesleri de içererek güzel bir ahenk oluşturmuşlardır.

Şimdi gayet yumuşak ifadeleri içeren bir örnek yazarak Türkçe’nin bu güzelliğini ortaya koymak istiyorum. Türkçe’yi en güzel kullanan şâirlerimizden olan Yahya Kemal’in “Aşk Hikâyesi” adlı şiirinden bir bölüm:

Âh o akşam o trenden gülüşün!

O gülüş kalbime aksettiği an Duymadım ilk ateşin düştüğünü;

Şavka benzer bir ışık zannettim.

Macera başlamak üzereymiş o gün. Sürecekmiş bu ateş yıllarca.

Bir taraftan Yakacık, mor dağlar...

Bir taraftan da deniz, şûh adalar...

O gün ömrümde, kader,

Geçecek aşkı resimleştirmiş Bu güzel çerçevede.

Bu güzel şiir incelendiğinde görülecektir ki, gayet yumuşak ifadeler kullanılmıştır aşkı ifade etmek için.. Devamlı tekrar edilen “ş”, “m”, “n”, “r” vb. ünsüzleri; “e”, “ü”, “i” gibi ince sesler aşkı adeta resmetmişlerdir. Elbette daha pek çok ses ahengi (Aliterasyon ve Asonans) örnekleri de şiirde mevcuttur. Bu durum şâirin şiir dehasını gösterdiği gibi, Türk dilinin duyguları ifade edebilmedeki muhteşem gücünü de kanıtlar. Bu arada yeri gelmişken 2008 yılını Yahya Kemal BEYATLI Yılı İlan eden Kültür Bakanlığımızı da tebrik etmek istiyorum. Umarım bundan sonra diğer şâirlerimizin ve edebiyatçılarımızın anıları da bu gibi uygulamalarla yaşatılır. Onların da hayırla yâd edilmeleri sağlanır. Türk kültür ve edebiyatına hizmet etmiş yaşayan edebiyatçılarımızın onurlandırılmaları ise öncelikli hedefimiz olmalıdır.

32.    Bir gazetede Sırbistanlı Profesör Mirjana Teodosiyeviç’in Türkçe’yi övüşünü ve bu dile olan sevgisini anlatışını okumuştum. Sırpça’da on bin Türkçe kökenli kelimenin var oluşu Sırpları Türkçe’ye ilgi duymaya itmektedir. Osmanlı’nın bu Hıristiyan tebaası bile Türkçe pek çok kelimeyi dillerinde bugüne kadar yaşata gelmiştir. Bugün Sırp gençliği Türkçe’ye büyük ilgi duymaktadır. Hatta bayan Prof. Teosodoviç, Üniversite’deki Sırp gençlerin Türkçe şiirlerden çok hoşlandığını, gençlerin Türkçe’nin müzikalliğine hayran kaldıklarını ifade etmektedir. Bu da Türkçemizin apayrı bir güzelliğini de ortaya çıkarmaktadır. Acun Firarda adlı programda bir yabancı bayan Acun’a, “Konuştuğu dilin kulağa çok hoş gelen bir dil olduğunu” açık yüreklilikle ifade etmişti. Dilimiz gerçekten başka dilleri konuşanların da samimi itiraflarıyla kulağa hoş gelen düzenli bir dildir.

33.     Türkçe binlerce yıllık geçmişi olan ve halen de canlı olan bir dildir. Vaktiyle tüm dünyaya yayılan bu dil, bugün de Adriyatik’ten Çin seddine kadar farklı coğrafyalarda yaşayan yüz milyonlarca insan tarafından konuşulmaktadır. Almanya ve Avrupa’nın pek çok ülkesinde Türkçe ikinci en çok konuşulan dildir. Düzeniyle, yaygınlığı ve canlılığıyla bu dil Dünya Dili olmaya aday bir dildir.

34.       Türkçe’deki ünlü seslerin zenginliği dikkat çekmektedir. Bu ünlüler dilimize ayrı bir güzellik katmaktadır. Zengin ünlü hazinesine sâhip olduklarından dolayı Türkçe konuşanlar başka dillerdeki ünlüleri seslendirmekte zorlanmazlar. Pek çok Hint Avrupa dilinde olmayan “ö, ü, i” gibi ünlüler gerçekten dilimize bir ayrıcalık katmaktadır.


35.           Türkçemizde başka dil mensuplarının söylemekte zorlanacağı şekilde yan yana iki sessiz bulunmaz. Hint Avrupa dillerinde bulunan “tren, global” örneklerinde olduğu gibi iki ünsüzün iilk hecede yan yana gelmesi gibi bir durum söz konusu değildir.

36.        Kafkas dilleri gibi bazı dillerde o derece fazla sessiz harf vardır ki, başka dil mensupları bu derece yoğun sessizleri çıkarmakta zorlanmaktadır. Bu dillerdeki bu özellik, bu dillerin öğrenilmesini zorlaştırmaktadır. Fakat yine de Kafkas dilleri pek çok bakımından Anglo­Sakson kökenli dillerden üstün gözükmektedir. Türkçemizdeki ünsüz sesler ise tüm dünya dillerinin genelinin ses sistemlerinde var ola gelen seslerdir. Bu nedenle Türkçe’de telaffuzu çok zor bir ünsüz sese rastlanmaz. Bir dili dünya dili yapan özelliklerden biri olan bu özellik, dilimizin ses yapısının öğrenilmesini oldukça kolaylaştırmaktadır.

37.     Aslen Türk olan pek çok bilgin, Arapça, Farsça gibi dilleri o dilleri konuşanlardan daha iyi konuşmuşlardır. Mevlana, Zemahşeri, Fahreddin Mübarekşah gibi pek çok Türk ilim adamı Arapça, Farsça gibi dilleri çok iyi öğrenmişler ve kullanmışlardır. Onların bu dilleri bu denli iyi öğrenmelerinde Türkçemizin 36. maddede zikrettiğim özelliklerinin de büyük payı olmuştur. Şu anda da başka ülkelerde yaşayan vatandaşlarımızın yabancı dilleri o ülke vatandaşlarından daha iyi ve daha düzenli konuştuğu da bir gerçektir. Erevizyon şarkı yarışmasında İngilizce şarkı ile aldığımız ödül, biraz da bu dilin Sertap Erener tarafından iyi kullanılmasının şerefine olmuş olabilir.

38.   Kaşgarlı Mahmud gibi bir Türk bilgini daha 11. Asırda Türkçe’deki kelime dağarcığının on bin civarında olduğunu, bu kelimeleri tek tek derleyip Divan-ı Lugatit Türk adlı eserine alarak ispat etmiştir. Bu alimimiz o dönemin şartlarına göre yaptığı araştırma ve incelemelerle 7.500 civarında kelimeyi lügatine alabilmiştir. Ancak kaba bir tahminle halk arasında kullanılan bu kelime sayısının en az on bin civarında olduğunu söyleyebiliriz. Hatta Türkçemiz daha 5. ve 6. yüzyıllarda Ermenice gibi dilleri etkilemeye başlamış, bu gibi dillere daha o dönemlerde kelimeler vermeye başlamış müstesna bir dildir. Bu günkü Ermenice’de Türkçe kökenli binlerce kelimenin olduğu da Ermeni dil bilginlerince de bilinen; kabul edilen bir gerçektir.

39.    Türkçe’de Hint Avrupa dillerinde olduğu gibi varlıklara dişilik veya erkeklik verme olayı yoktur. Örneğin İngilizce’de “O” zamiri kadın ve erkekte farklıdır. (He-She) Bu olay kadın ve erkek arasında köklü bir ayırım yapıldığını göstermektedir. Türkçemizde ise “O” zamiri, hem kadını hem erkeği ifade etmektedir. Fransızca, Almanca gibi dillerde her bir nesneye dişilik, erkeklik, nötrlük verilmektedir. Üstelik bu dişilik ve erkeklik, çoğu zaman gelişi güzel olmakta, belli bir mantık takip etmemektedir. Dişiye ayrı, erkeğe ve nötre ayrı artikel yükleyen bu diller başkaları tarafından kolay kolay öğrenilememektedir. Türkçemizde ise böyle bir sorun olmadığı için bu dili öğrenmek bu yönüyle oldukça kolaydır.

40.    Bazı sanal aydınlar, Türk dilinin bilim dili olmadığını iddia etme gafletinde bulunmuşlardır. Biz sadece duygusal bir yoğunlukla bu meseleye değinmiyoruz. Osmanlı, gerçekten de Türkçe’yi bilim dili konumuna getirmiştir. Bu döneme kadar İslam dünyasında bilim dili olarak Arapça ve Farsça kullanılmaktaydı. Ancak Osmanlı aydınları, Arapça ve Farsça eserleri de Türkçe’ye çevirerek büyük bir hizmet yapmışlardır. Osmanlı aydınları Fransızca’dan ve diğer Avrupa dillerinden Türkçe’ye pek çok bilimsel eser çevirmişlerdir. Daha 16.yy.dan itibaren yabancı dillerdeki pek çok bilimsel eser Türkçe’ye çevrilmiştir. Hatta bugün Avrupa ve Amerika’dan gelen bilim adamları Osmanlı arşivlerinde, eski kütüphanelerde sabahlamaktadırlar. Osmanlı alfabesiyle yazılmış bu Türkçeyi, biz Türklerden daha iyi bilen araştırmacılar, pek çok bilimsel veriyi bu kitaplardan kopyalayarak kendi literatürlerine eklemektedirler. Demek ki Türkçe, batıyı etkileyecek kadar pek çok bilimsel alanda eserlerin verildiği, verilebildiği bir dildir. Evet güzel Türkçemizle Dini, bilimsel, edebi dallarda binlerce eser yazılmıştır. Bize düşen Türkçe’nin bir lehçesi olan Osmanlıca’yı daha iyi öğrenerek bu güzide eserleri gün yüzüne çıkarmaktır. Sadece Osmanlı değil, Selçuklu ve diğer Türk devletlerinde de Türkçe pek çok ilmi eser ortaya konmuştur. (Edebiyata fazla ilgisi olmayan bazı kişilerin Arap harfleriyle yazılmış metinleri gördüklerinde bu metinlere Arapça dediklerini duyuyoruz. Bu mantığa göre Latin harfleriyle yazılan Türkçe’ye de Latince demek gerekirdi. Nasıl bu harflerle yazılan dile Türkçe diyoruz, bunun gibi Osmanlı harfleriyle yazılan binlerce eser de Türkçe’dir. Osmanlı alfabesi Arap alfabesinden farklıdır. Osmanlı alfabesinde Arap alfabesinde olmayan ama Türkçe’de olan pek çok harf vardır. “P, ç, j, nazal n, yumuşak ğ” harfleri gibi harfler Osmanlı alfabesinde var olan harflerdir. Yani Osmanlı Alfabesi, Arap alfabesi kökenli olmakla birlikte, büyük bir oranla Türk ses sistemine uyarlanmış bir alfabedir.)

41.       Bütün evrende büyük bir düzen göze çarpmaktadır. Atomlardan galaksilere, hücrelerden insanlara kadar bu kainatın her bir öğesi inanılmaz bir düzen içermektedir. Dünya dilleri içerisinde evrendeki bu düzeni içinde barındıran yegane dillerden biri de Türkçe’dir. Hatta Türkçe, cümlenin bütününden tutun da harflerine varana kadar büyük bir düzen görülmektedir. Türkçe’deki her kuralın bir tutarlılığı ve mantıksal bir açıklaması vardır. Zaten Türk dili ile uğraşanların ayrıca bir mantık ilmi uğraşısına ihtiyaç duymadan, mantıksal düşünüşün zirvelerine çıkışı da bu nedenledir.

42.    Türkçe’de bütün ekler sondadır. Ancak diğer pek çok dilde ekler ya başta, ya iki üç hece ortasında ya da sonda gelmektedir. Yani bu tür diller insanın zihninde mantık bölünmesi oluşturmaktadırlar. Ancak Türkçe; “istisnasız ekler sondadır” kuralına kesin olarak bağlıdır. Bu dili öğrenecek olanlar da şu ek başta mı olacaktı, bu ek ortada mı olacaktı şu da sonda mı olacaktı gibi tereddütlerle uğraşmazlar. “Bütün ekler sondadır” derler ve mantık bölünmesinden kurtulurlar. Dil birikimlerinin “ek” konusunu “bütün ekler sondadır” cetveli üzerinden hafızalarına kolaylıkla ve dümdüz olarak çizerler.

43.        Türkler tarihin ilk çağlarından beri Yaratıcının varlığına inanan bir toplum olmuştur. Türklerin şuuraltında devamlı bir “Yaratıcı” kavramı olagelmiştir. Roma, Yunan, İran, Hint medeniyetlerinde çok Tanrılı dinlerin etkilerini görmekteyiz. Hatta bu çok Tanrı fikri üçe inerek bu günkü Avrupa’ya da miras kalmıştır. Orhun abidelerinde Türklerin tek bir Tanrı’ya inandıkları açıkça görülmektedir. Belki de dil ve inanç arasında bir bağlantı vardır. Türkçe gibi Hint- Avrupa dillerine nazaran daha tutarlı ve mantıklı bir görünüm arz eden Arapça ve İbranice gibi dilleri konuşanlşarın da öteden beri Tek Allah inancına sahip olmaları da şayan-ı dikkattir. Hatta Hintçe’nin Sanskritçe döneminde de Tek Allah inancı hakim olmuş olabilir. Çünkü bu dönemin dili de düzen arz etmektedir. Bana göre, inançları etkileyen pek çok unsurdan birisi de dillerin düzenliliğinin veya düzensizliğinin şuuraltına yaptığı etkiler olabilir. Düzensiz bir dil, yaşantıda ve inançta da bir düzensizliğe yol açıyor olabilir. Ancak bu iddianın ciddi bir şekilde araştırılması gerekmektedir. Diğer dillerle bu dilleri konuşan kimselerin inançları arasında kesin bir bağ kurma donanımını ve birikimini kendimde göremiyorum. Özelde sadece sevgili dilimiz Türkçemiz ve Allah inancımız arasındaki ilişkinin bir vakıa olduğuna inandığımı belirtmekte yarar görüyorum. Tarihi araştıranlar göreceklerdir ki, ilk düzenli orduyu kuran millet de Türk milletidir. Türk tarihinin daha pek çok “düzeni” barındırdığına eminim. Şimdi inançtaki bu mantıksallıktan tutun da, orduda, devlet yönetiminde, geleneklerde görünen bu hassas düzen “dünyaya düzen” (nizam-ı alem) vermeyi amaçlamış bir milletin, o düzenli diliyle alakalı değildir demeye kimin gücü yeter? Ve bunu söylemek kimin haddidir?

44.     Türkçemizdeki bazı eklerin anlamıyla da yakın ilgisi bulunmaktadır. Geniş zaman, şimdiki zaman ekleri gibi eklerin akışkan seslerden oluşması oldukça ilginçtir. Geniş zaman kavramı devamlılığı, bir akışı belirtmektedir. Bu kavramın anlamına uygun bir şekilde, Türkçemizde geniş zaman eki olan “-r” eki de akışkan, hareketli bir ektir. Yine aşağı yukarı benzer anlamları içeren ve zaman kaymalarıyla muzarileşen (geniş zaman, şimdiki zaman) şimdiki zaman eki “-yor” da “-y” ve “-r” gibi akıcı sesleri içermektedir. Bu pek çok dilde rastlanılamayacak bir durumdur. Türkçe’deki gelecek zaman eki de oldukça ilginçtir. Adeta bir kuş sesini andıran bu “-cek, - cak” eki Türklerde öteden beri ayrılığın sembolü olan kuşlara (turnalara) işaret eder gibidir. Kuşlar özgürdür, uzaktır ve bir manada da gelecektir. İnsanın gözünde uçup giden her kuş ulaşılmazdır ve bir yerde geleceği de sembolize eder. Yine Türkçemizdeki “görülen geçmiş zaman” eki olan “-dı” eki dilin dişlere değmesiyle çıkarılan bir sestir. Dil adeta bu sesi çıkarırken dışarı doğru yönelmektedir. Pek çok dilde belirginlik ifadesi olan “der, the, das, te, ta” gibi sesler yine aynı mantıkla kullanılmaktadır. Bu “-dı” eki de geçmişte olan olayın görüldüğünü, belirgin olduğunu sesleriyle de göstermektedir. Rivayet bildiren zaman eki “-mış” ekinde de ayrı bir âhenk vardır.

45.    Pek çok kişi Rusça, Yunanca sunucuların Televizyonlardaki hızlı konuşmalarını görüp şaşırmaktadır. Türkçemiz ne kadar hızlı konuşulsa da seslerin yutulmasına imkan vermeyen bir yapıya sahiptir. Örneğin, İngilizce’yi bir kişi kitaptan öğrendiği şekliyle konuşabilir ancak kulak aşinası olmadan bu dille konuşulanları anlayamaz. Türkçe öğrenen bir kimse ise konuşulanları anlamak için kitaptan öğrendikleriyle yetinebilecektir. Yani Türkçe, öğrenildikten sonra telaffuzu çok kolay bir dildir. Ve dolayısıyla duyulduğunda da çok kolay anlaşılabilmektedir. Hatta İngilizce’yi öğrenen bir kimse, bu dilde konuşurken cümledeki öğelerin yerlerini değiştirirse farklı anlamalara yol açabilir. Ancak Türkçe’yi yeni öğrenen bir kimse vurgulaması ne olursa olsun, öğelerin yerlerini değiştirse de anlaşılır. Hatta büyük ünlü uyumu, küçük ünlü uyumu gibi kurallara dikkat edilmese de Türkçe ifadeler anlaşılabilir. Ve yine dilimizde manayı pekiştiren unsurlardan biri olan şahıs ekleri kullanılmasa da konuşanın ne demek istediği anlaşılacaktır. Bu kullanımlara birkaç örnek verelim:

Ben seni seviyorum cümlesi yerine Türkçe’yi yeni öğrenen bir İngiliz,

Seviyor ben seni Ben seni seviyor Ben seviyor seni Seviyor seni ben Cümleleri gibi eksik, devrik cümleler kursa da söylenmek istenen hemen anlaşılacaktır. Elbette yabancı dilleri konuşanlar da dillerini yeni öğrenmeye çalışanların konuşmalarını tek tük anlarlar. Ancak bu dillerdeki artikellerin, edilgen yapıların yanlış ve eksik kullanımı anlamı bütün bütün değiştirebilmektedir.

46.    Bir kelimenin öz Türkçe olup olmadığı çok kolay anlaşılabilmektedir. Bir İlkokul öğrencisi bile Türkçe bir kelimeyle Arapça veya Farsça

kökenli bir kelimeyi birbirinden ayırt edebilmektedir. Bu Türkçe’nin kurallığını ve düzenliliğini gösteren ayrı bir delildir. Büyük Ünlü Uyumu ve Küçük Ünlü Uyumu kuralları yardımıyla bir kelimenin öz Türkçe olup olmadığını anlayabiliriz. Bu kuralların istisnaları ise oldukça azdır. Örneğin bir 5. sınıf öğrencisi “Kitap” kelimesinin Büyük Ünlü Uyumu kuralına uymadığından dolayı Öz Türkçe bir kelime olmadığını anlayabilir. Yine “balon” kelimesinin küçük ünlü uyumu kuralına uymadığını sezen bir 7.sınıf öğrencisi bu kelimenin Türkçe kökenli olmadığını çok rahat söyleyebilir. Ancak Hint Avrupa dillerinde bir kelimenin başka bir kökenden geldiğini anlamak o kadar da kolay değildir. Kelimenin kökenini anlayabilmek için köklü bir kelime kökeni bilgisine sahip olmak gerekir.

47.       Türkçe’de tamlamalardaki öğelerin yeri değişse de o söz grubunun tamlama olduğu anlaşılır. Örneğin, “Ali’nin kitabı nerede?” cümlesi “Kitabı Ali’nin nerede?” Şeklinde söylense de buradaki “Kitabı Ali’nin” terkibinin belirtili isim tamlaması olduğu anlaşılıverir. Bu tamlamanın tamlanan bölümündeki ekler buna imkan vermektedir. Ancak İngilizce gibi dillerde tamlamayı oluşturan unsurların yerleri ekler değişmeden değiştirilse anlam başkalaşır. Örneğin, “Where is Ali’s book? ” yerine “Where is book’s Ali?” diyemeyiz. “Where is book of school?” (Okulun kitabı nerede?) cümlesi yerine,

“Where is school of book?” (Kitabın okulu nerede) dediğimizde bambaşka anlama gelen bir cümle oluşur. İngilizce’de ekleme imkanlarının kısıtlılığı bizi bu içinden çıkılmaz duruma düşürmektedir.

48.     İngilizce gibi bazı dillerde sıra sayılarının eklerindeki farklılıklar bu sayıların öğrenimini zorlaştıran bir unsurdur. Örneğin İngilizce’de “one” (van) “bir” iken “First”, “birinci” anlamına gelir. Yine “two”, “iki” anlamına gelirken “second” “ikinci” anlamına gelir. Sayılar sıra sayısı yapılabilmek adına oldukça başkalaştırılmaktadır. Bu dilin bu konuda yetersiz ve düzensiz olduğu açıkça görünmektedir. Türkçe’de ise bir sayıyı sıra sayısı yapmak için sonuna “-nci” ve “-inci” eklerini eklemek yeterli olacaktır. Bir > Birinci, iki> ikinci, üç> üçüncü vd...

49.     Anglo-Sakson dillerinde şahıs zamirleri de başkalaşabilmektedir. Örneğin İngilizce’de “Ben”

I          (AY) şeklinde söylenirken benim, “my” benimki “mine” şeklinde kullanılır. Türkçe’de ise zamirlerin hangi kökten geldiği ve hangi eki aldığı açıkça bellidir.

Ben, Ben-im, ben-im-ki... Bu ekler bütün kelimeler için kurallı ve düzenli olarak uygulanır. Yine İngilizce’de Bayanlar için “o“ zamiri “she” iken bayanlar için onun, “her” şeklinde kullanılır. Türkçe’de ise zamirlerde de bir kurallılık hakimdir.

50.        Hint-Avrupa dillerinden Almanca gibi dillerde eklerin çoğunluğu başka dillerden geçmiştir. Örneğin Almanca’da; a-analyse, anti- antiklerikal (papalık düşmanı) dis-diskret (ketum), epi-epidemie (salgın hastalık), kon- kongress (kongre), kor-korrekt (doğru), ex-extra (ayriyeten), il-illegal (kanuna aykırı), im- imaginar (hayal), vize-vizekonig (kral yardımcısı- buradaki vize Osmanlı Türkçe’sindeki Vezir kelimesinden geçme olabilir) vd... Türkçemizde ise ekler, binlerce yıldır kullanıla gelmiş olan Türkçe kökenli eklerdir. Üstelik Osmanlıca döneminde bile Türkçe yabancı ekler çoğunlukla almamıştır. Yabancı ekli kelimeler zaten diğer bir dilden örneğin Farsça’dan ekli olarak dilimize aktarılmış ve öyle yerleşmiştir. Yoksa bu dillerin ekleri dilimizde hiçbir zaman işlerlik kazanmamıştır.

51.     Almanca gibi bazı Hint Avrupa dillerinde İsimlerin aldıkları artikeller durumlarına göre çekime uğratılır. Örnek olarak şu tabloya bakabilirsiniz;

 

Singular=Tekil

 

Plural=Çoğul

 

Erkek

cinsi

Dişi

Cinsi

Nesne

Cinsi

 

Yalın hal

Der

Die

Das

Die

İlgi hali

Des

Der

Des

Der

Yönelme

Dem

Der

Dem

Den

Nesne hali

Den

Die

Das

Die

 

Yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi isimlerin dişiliğine ve erkekliğine göre aldıkları artikeller de farklılık arzetmektedirler. Dikkat edildiğinde görülecektir ki, dişiler için iki artikelle yetinilmektedir. “Die ve Der” artikelleri.... Erkeklerde ise der, des, dem, den artikelleri olarak nominatif, genitiv, datif, akkusatif halleri ayrı ayrı belirginleştirilmiştir. Erkek ve kadın ayrımı burada aşikare görülmektedir. Türkçemizde ise böyle örneklere rastlanmaz. Hem bu artikel meselesi başka dil mensuplarınca öğrenilmesi zor düzensiz bir yapı arz etmektedir.

52.      Almanca, İngilizce gibi dillerdeki yapım eklerinin çoğu kalıplaşmış ve canlı olmayan eklerdir. Yine bu yabancı dillerden alınan ekler bile zamanla bu dillerde eski anlamını yitirmiştir. Örneğin “ver” eki eskiden, “geçti, uzaklaştı” anlamlarında kullanılan bir ekken şimdi, “sebep bidiren bir ek olarak kullanılmaktadır” “verbluten” (kan kaybından ölmek)

53.     İngilizce’de bazı adlar, hem çoğulluk hem tekillik ifade eder. Türkçemizde böyle bir kullanım yoktur. Örneğin, “ aircraft” kelimesinin çoğulu “aircraft?” Yine “deer” kelimesinin çoğulu “deer?” kelimesidir. Yani gayet mantıksız bir şekilde bir kelime aynı anda tekilken bir yandan da çoğul olmaktadır. Bu durum “teslis” akidesini anımsatmaktadır. Aynı anda Tanrı “tek” iken yine aynı anda “üç” yani çoğuldur. Bu olay belki de inançların dile yansımasını gösteren bir örnektir.

54.     Özellikle İngilizce’nin bilim dilinde, bazı kelimelerin çoğulları da kuralsız yapılır. Türkçemizde böyle bir düzensizliğe rastlamak mümkün değildir. Örneğin;

medium/media

stimulus/stimuli vb.

Bu gibi kelimeler genelde Latince kökenli kelimelerdir ve düzensiz bir biçimde çoğullaşırlar. Çoğul olmalarını sağlayacak belli başlı bir kural yoktur.

55.      İngilizce’de sıfatlarda da bir kuralsızlık mevcuttur. Örneğin: good-iyi

better-daha iyi

best-en iyi

Bu üç örnek birbirleriyle güya aynı kökten gelmiştir ama birbirleriyle aralarında bir yazım ilgisi bulunmamaktadır. Ana dili İngilizce olanlar dışında bir başkasının bu anlam ilgisini kavraması çok güçtür. Ancak Türkçe’de kökten en değişik hale türetilmiş kelime bile mantıksal bir süreçle türetilmiş gibi gözükmektedir. “İyi- Daha iyi- En iyi” kelime grupları ve bu kelime grupları içinde bulunan zarflar belli bir düzen ve mantıkla oluşturulmaktadır. Bu zarflar bütün sıfatlar için kullanılabilir. (Güzel, daha güzel, en güzel. Kötü, daha kötü, en kötü vd.) görüldüğü gibi kelime değişmemekte, bir yabancının işin mantığını kavraması halinde öğrenebileceği kolay bir hal almaktadır.

56.       İngilizce’de kiplerin edilgen ve “-di’li” geçmiş zamandaki şekilleri değişmektedir. Mesela “e-bilmek” manasındaki “Can” kipi’nin “-di’li” geçmiş zamandaki şekli “could” olmaktadır. Türkçe’de böyle bir değişim yoktur. Her görev kelimeye belli bazı eklerle yüklenir, “- ebilir, -ebildi, -ebilmiş” gibi.. Türkçe, bu şekliyle mantık dili olduğunu ispatlamaktadır.

57.   İngilizce’de fiiller azdır. Bu yetersizliği telafi için bu dilde edatların yardımıyla bir fiil, bazen kuralsız bir şekilde pek çok anlama gelebilmektedir.

Get about-dolaşmak

Get away-kaçmak

Get away with-cezasız atlatmak

Give in-teslim olmak

Go down-inmek

Get up-yönetmek,kalkmak..

Have-sahip olmak,yapmak..

58.     İngilizce’de dönüşlü fiili oluşturmak adına yeni bir cümle kurulur.

Alışmak-to accustom one’s self Yorulmak-to fatıque one’s self Dinlemek-to rest one’s self Isınmak-to warm one’s self

Türkçe’de ise Dönüşlülük bir tek fiille ve ekle yapılır:

Tara-n-dım

Yor-ul-dum

59.    İngilizce gibi Anglo-Sakson dillerinde bazı soru zamirlerinde bulunma hali ya da yönelme hali bulunmadığı halde bu ekler varmış kabul edilir.

here= bura-ya bura-da where= nere-ye nere-de

60.     Bazıları İngilizce’de eylemleri karşılayan benzer, fakat farklı kelimelerin sayısının çok olduğunu söylerler. Bu doğrudur. Ancak bu kelimeler incelendiğinde görülür ki, bu fiillerin çoğu, bu dile başka dillerden geçmiştir. Bu mantıkla Türkçe’ye baktığımızda Türkçe’deki fiillerin de oldukça zengin olduğunu sözyleyebiliriz.

pour-bir yerden bir yer dökmek spill-yanlışlıkla dökmek drop-kazara düşürmek pour-katmak spill-dökmek

İngilizce’ye yabancı dillerden geçmiş pek çok fiili örnek gösterip, işte İngilizce ne zengin bir dil, demek, İngilizce’nin üstünlüğünü ortaya koyuyorsa, Türkçe’deki yabancı kökenli kelimelerden hareketle biz de Türkçe’nin daha üstün olduğunu ortaya koyabiliriz. Bu halde Türkçe’ye Farsça ve Arapça’dan geçmiş on binlerce kelimeyi de nazara almak gerekir ki; Türkçe’deki fiil zenginliği o zaman daha da iyi anlaşılır. Fakat biz yine de bütün dillerin kendine has güzellikleri barındırdığına inanıyoruz. Elbette

Anglo-Sakson dillerinin de kendilerine has pek çok güzelliği olabilir.

61.       Anglo-Sakson dillerini konuşanların bir iddiası daha vardır. Onlar, dillerinin özelliği olarak, karşılaştıkları nesnelere karşılık olacak kelimeleri anında türetebildiklerini iddia ederler. Sanki Türkçe’de böyle bir özellik yok gibi bunu bize karşı bir üstünlük vesikası kabul ederler. Halbuki halkın konuştuğu Türkçe’yi incelediğimizde, bizim ismini İngilizce olarak söylediğimiz pek çok kavramın Türk ağızlarında öz Türkçe karşılıklarıyla yaşadıkları görülmektedir. İşlek yapım ekleri sayesinde pek çok kavrama karşılık bulabilme özelliği olan Türkçe, eşi dünyada bulunmayan bir dildir. Örneğin şu “Bilgisayar” kelimesi, belki “Computer” kelimesinden daha kapsamlı bir şekilde o aletin görevini yansıtmaktadır.

Batı dillerinde yeni bulunan bazı kavramlara örneğin; elementlere isim verilirken mantıklı ve anlama dayalı bir yöntem izlenmemektedir. Madem batı dilleri karşılaşılan kavramlara hemen yeni adlar koymaya müsaittir o halde neden Germanyum, ainştanyum, polonyum, berkiliyum, unununiyum vb.. gibi o elementin hiçbir özelliğini yansıtmayan isimler konulmaktadır. Türkçe’yi konuşanlar ise asla böyle yollara tevessül etmezler. Türkçe’nin zenginliği sayesinde o kavrama anlam bakımından da karşılık olacak kelime hemen ortaya çıkıverir. Bu kelimenin, o kavramın pek çok özelliğini karşılayacak nitelikte olmasına da dikkat edilir.

İngilizce’de, Türkçe’deki “sözcük” ve “söz” karşılığı olarak tek kelime yani “Word” kullanılır. Ancak Türkçe, “sözcük” ile “söz” arasındaki ayırımı yapmıştır. Bu kavramların daha da belirginleşmesini sağlamıştır. Elbette ağızdan çıkan ve daha bir bütüncüllük, daha bir yargı ifade eden sözle, “sözcük” aynı şeyler olmasa gerek. “Sözcük” daha küçük yargıları ve ses birimlerini kapsayan bir addır. Bu nedenle “söz” kelimesinin sonuna bir “-cük” eki gelerek bu anlam ayırımı belirginleşmiştir. İşte Türkçe en ufak bir anlam ve görev farklılığını gösteren müstesna bir dildir.

Printer yerine “yazıcı”, scanner yerine “tarayıcı”, refrigerator yerine “buzdolabı” kelimelerinin yerleşmesi oldukça anlamlıdır. Bu örnekler, Türkçe’nin teknolojinin en son merhalesini bile adlandırabilecek zenginlikte olduğunu göstermektedir. Bizim dilcilerimizin eksiği, kendi oluşturdukları kelimelerin halk tarafından kabul görüp görülmeyeceğini      düşünmeden

yaygınlaşmasını istemeleridir. Aslında bunun tam tersi olsa, yani Türkçe’yi en saf şekliyle konuşan halka sorulsa, o doğruyu söyleyecektir. Binlerce yıldır pek çok kavrama karşılık gelecek kelimeyi bu Türk halkı oluşturmuştur. O halde yeni kelimeler türetirken yine söz hakkı onların olmalıdır. Gelişigüzel kelimeler türetmek yerine halka yayılabilecek, halkın beğenisini kazanacak, ekonomik kelimeler türetilmelidir. Demek ki bir kelime türetilmeden önce iyi bir kamuoyu araştırması yapılmalı, halkın Türkçesine başvurulmalıdır.

Türkçe her bilimsel kavrama karşılık yeni kelimeler türetebilecek güçtedir. Ancak “Faks” kelimesi yerine söylenmesi zor olan, “belgegeçer” kelimesini yerleştirmeye çalışırsak amacımıza ulaşamayız. Zaten bunu, Türkçe’nin kendisi kabul etmez. Bu kelimede görüldüğü gibi iki tane “ge” yan yana gelmekte ve bu durum kelimenin telaffuzunu güçleştirmektedir. Türkçe, şiirsel yapısıyla bu gibi kullanımları tasfiye etmesini bilir. Yine “çe” sesi de telaffuzda diğer bir güçlüğü doğurur. “Faks” kelimesi yerine belki belgesayar, belgeyazar vb kelimeler kullanılsaydı, dilimizi Faks kelimesinden kurtarmış olurduk.. Bugün halkımız “belgegeçer” kelimesinden bozma “belgeç” kelimesini kullanmaktadır.

Üç buçuk yaşındaki kızım bile bazı yabancı kökenli kelimelere anında karşılık bulmaktadır. Türkçe konuşan bütün çocuklarda aynı özellik vardır. Bu da yapım eklerinin sunduğu bir imkandır. Kızım “püpet” kelimesini bir türlü söylemez. Hiç kimseden öğrenmediği halde bu kelime yerine “Çekme-m” kelimesini kullanır. Yine o “Lego” kelimesi yerine “Takma-m” sözcüğünü kullanır. Üstelik bu kelimeler ona hiçbir kimse tarafından öğretilmemiştir. O anlamını bildiği kelimelerle farkında olmadan yeni karşılaştığı kavramlara karşılık gelecek kelimeler türetebilmektedir. Türkçe konuşan bütün çocuklarda belli bir yaşa kadar bu durum gözlemlenebilir.

62.      Türkçe, dışarıdan aldığı kelimeleri adeta Türkçeleştirmektedir. O, kelimelere kendi kurallarını tatbik etmektedir. Ancak bu kelimeleri bütün bütün de aslından uzaklaştırmamakta, onların orijinalliğini de korumanın bir yolunu bulmaktadır. Kitap kelimesi Arapça kökenli bir kelimedir. Bu kelimenin aslı “Kitab” kelimesidir. Yani bu kelimenin aslında son sesi “b” sesidir. Türkçe ise kendi düzeni itibariyle sonda “b” sesini bulunduramayacağından bu “b” sesini sert “p” sesine dönüştürmüştür. Böylelikle bu kelime Türkçeleşmiştir. Fakat Türkçe, bu dili konuşan insanların fıtratına uygun bir şekilde hoşgörülü bir dil olduğundan, bu kelimeyi aslından tamamen koparmamıştır. Zaten içinde var olan bir kural gereği “Kitap” kelimesine ünlüyle başlayan bir ek geldiğinde bu “p” sesi aslına yani “b” sesine dönüşür. Kitap, Kitaba, kitabı şekillerinde olduğu gibi.. Yine bazı Arapça kökenli kelimelerin sonunda iki ünsüz bulunmaktadır. Örneğin; “Hiss” kelimesi.. Türkçe’de bu kelime his şeklinde telaffuz edilerek Türkçeleştirilir. Fakat “his” kelimesi “etmek” yardımcı eylemini aldığında sondaki “-s” sesi ortaya çıkıverir: “Hissetmek” Pek çok yabancı kelimede bu durum görülmektedir. Türkçe, içine aldığı kelimeleri tamamıyla asimle etmemektedir. Onları adeta tüm gücüyle yaşatmaya çalışmaktadır. Bu yönüyle dünyada Türkçe’ye benzer başka bir dil gösterilemez. Dilin bu güzelliği Türkçeyi konuşan insanlara da yansımıştır.. Bir başka örnek de “fikir” şeklinde Türkçeleştirilen ama aslı “fıkr” olan kelime benzeri kelimelerdir. Bu tür Arapça’dan gelmiş kelimeler de tamamen asimle edilmezler. Bu tür kelimeler de sonlarına ünlüyle başlayan bir ek aldıklarında ikinci ünlü düşer. Fikri, fikre vb..

63.     Türkçe’nin diğer bir güzelliği de dilbilgisi araştırmaları için oldukça uygun bir dil olmasıdır. Türkçe’yi “şekli” yani “Morfolojik” yönden incelemek isteyen biri hiç zorlanmayacaktır. Az bir uğraşla kelimenin kökünü, ekini bulabilecektir. Bunları da tire çizgileriyle çok rahat ayırabilecektir. Ancak Fransızca’yı, Almanca’yı ya da İngilizce’yi morfolojik yönden araştırmak isteyen biri oldukça zorlanacaktır. Türkçe’deki kelimelerin köken incelemesini yani etimolojik incelemesini yapmak da gayet kolaydır. Türkçe’de hiçbir zaman önek bulunmaması bunu sağlayan unsurlardan birisidir. “Türkçe daima sondan ek alır”, kuralını bilen birisi Türkçe’yi köken yönünden çok rahat inceleyebilecektir. Anglo-Sakson dillerinde ise kelimenin kökeni çoğunlukla öneklerle karıştığından ve kaynaştığından ya da kelimelerde düzensiz değişimler, başkalaşmalar olduğundan etimolojik araştırmalar oldukça zordur.

64.     Türkçe’deki bütün kelimelerin kökleri tek başlarına bir anlama ve yargıya sahiptirler. Özelikle Fransızca’da kökler genelde tek başlarına bir anlam ifade etmezler. Eklere, zamirlere muhtaçtırlar. Türkçe kelimeler ise hiçbir eke veya zamire ihtiyaç duymadan, kök halleriyle bir yargı ifade edebilirler. Örneğin: —git-— fiili tek başına emir bildirmektedir üstelik hiçbir eke de ihtiyacı yoktur.

65.    Türkçe’deki bazı kelimelerdeki kalın ünlüler medenileşmeyle paralel olarak inceleşmeye başlar. Bu bir kuralın delinmesi gibi görünmektedir ama aslında başka bir kuralın da başlamasıdır. Türkçe’deki bazı kelimeler şehir diline geçtikçe ünlüleri itibariyle incelmeye yüz tutar. Ana-anne, kardaş-kardeş, alma-elma örneklerinde olduğu gibi..Elbette bu çok da yaygın değildir. Ancak Türkçe’nin içinde tetiklenmeyi bekleyen böyle bir eyilim vardır. Bu temayüller Türkçe’nin gün geçtikçe daha da inceleşeceğini ve müzikalleşeceğini gösteren birer delillerdir de aslında.. Örneğin —karı-koca” tabirlerinin kaba bulunarak bırakılmaları ve bunların yerine —eş, hanım” kelimelerinin yerleşmesi, Türkçe’deki bu temayülü gösteren ayrı bir göstergedir. —Çocuk” kelimesinin yerini çoğu zaman —küçük” kelimesi almaktadır. Bu da böylesine bir meylin işaretçisi olabilir. Farsça —Gol”, —gul” kelimesinin Türkçe’de —Gül” kelimesine dönüşmesi de meselemizi aydınlatmak açısından ayrı bir örnektir.

Artık kaba olarak kabul edilen ancak zamanında çokça kullanılan kelimeler yerlerini daha inceleşmiş ve kibarlaşmış kelimelere terk etmektedirler. Örneğin “avrat” ,”yosma ,”hatun” , “karı” , hatta “kadın” kelimeleri artık Türkçe’nin değişen mantığına göre değişik versiyonlarla yer değiştirmektedir. “Hanım ve bayan” kelimeleri bu kelimelere nispeten daha akıcı olan “h, y” ve daha annemsi olan “b, m” seslerini aldıklarından muhafaza edilmektedirler. Kısacası Türkçe’de kelimeleri anlamlarına uygun seslerle kullanma temayülü ilk çağlarda olduğu gibi bugün de daha renkli ve güzel bir şekilde yaşamaktadır. Arapça, Farsça ve Rumca gibi dillerden gelen bazı kelimeler ise bu değişimi desteklemektedirler.

66.      Hint Avrupa dillerinde kullanılan çekim eklerinin birden fazla görevi olabilir. Bir ek hem çokluk bildirirken hem de farklı bir görevi ifade edebilir. Türkçemizde her görev için ayrı bir ek bulunmaktadır. Bu da anlam karışıklığını önleyici güzel bir özelliktir. Türkçe hakkında eleştiri konusu yapılan aşırı ek birleşmeleriyle uzun kelimeler oluşması olayı ise asla bir kusur değildir. Başka dillerde ayrı ayrı kelimelerle hatta cümlelerle anlatılan bir yargının, düşüncenin Türkçe’de eklerle anlatılması nasıl bir kusur olabilir? Türkçe’nin bu özelliği her duyguyu, her düşünceyi özgürce ve çok aşırı kelime kullanımına gitmeden kullanmayı sağladığından alkışlanması gereken bir özelliktir. Pek çok örnek verebiliriz ama güncel olması dolayısıyla İnternette e-postalar yoluyla dolaşan bir cümleyi örnek verelim.

“Afyonkarahisarlılaştıramadıklarımızdan mısınız?” cümlesi. Bu kelimenin (cümlenin) İngilizcesi: “Are(1) not (2) you (3) one (4) of (5) those (6) people (7) whom (8) we (9) tried (10) unsuccessfully (11) to (12) make (13) resemble (14) the (15) citizens (16) of (17) Hashish (18) Black (19) Tower (20)?” (18, 19, 20. kelimeler yerine “Afyonkarahisar ” sözcüğü yazılması bana daha uygun gibi geliyor. Zira bu kelime özel bir isimdir. Başka dilde de aynen ifade edilmelidir)

Örnekte       de         görüldüğü       gibi

“Afyonkarahisarlılaştıramadıklarımızdan mısınız?” cümlesini, İngilizce’ye tamamen çevirmek için pek çok kelime kullanmak zorunda kalırız. Kurallara bağlanmış, düzenli olan bazı eklerin öğrenimi, kullanımı, yepyeni kelimelerin ezberlenmesinden ve kullanılmasından daha kolaydır. Sonuçta aynı düzenli ekler kullanılarak oluşturulacak binlerce cümle vardır. Fakat İngilizce’de yukarıdaki örnekte de görüldüğü gibi kurallı ekler yerine, kelimeler kullanılır. Bu kelimeler de elbette cümlenin anlamına göre değişiklikler gösterecektir. Türkçe’de yeniden özne kullanımı ihtiyacı da yoktur.. Uzunluk bakımından bu iki cümle arasında fazla fark yoktur. İngilizce’de aynı cümleyi kurabilmek için 20 ayrı kelimeyi ve o kelimelerin anlamlarını öğrenmek gerekmektedir. O halde Türkçe’nin bu yönden kusurlu olduğunu söylemek apayrı bir kusurdur. Üstelik bu verdiğimiz basit örneğin dışında öyle örnekler vardır ki, Türkçe’deki eklerle ifade edilen anlamların, daha fazla ekonomiklik sağladığını göstermektedirler Sanal âlemde dolaşırken ilginç bir cümleyle karşılaştım. Bu İngilizce cümle şöyleydi:

Three witches watch three Swatch watches.

Which witch watch which Swatch watch?

(Üç cadı üç adet saate bakıyorlar. Hangi cadı hangi saate bakıyor?)

Elbette İngilizce cümlelerde her zaman yukarıdaki gibi benzer sesli kelimeler bir araya gelmez. Ancak beni tebessüme getiren bu örneği sizlerle paylaşma gereği duydum. Şu da bir gerçektir ki İngilizce konuşmalarda en sık tekrarlanan sesler “h”, —o”, —w” vb. seslerdir. Şu bir gerçektir ki, bu seslerin sıklıkla tekrar edilmesi kulağa hoş gelmemektedir. Kuş sesleri ya da su şırıltıları ile uyuyabiliriz ama horlama sesleri arasında gözlerimizi uyku tutmaz. Demek ki ses çok önemlidir..

67.   Anglo-Sakson dillerini konuşanlardan bazıları Türkçenin zor bir dil olduğunu savunur. Bu iddiada bir bakıma haklılar. Çünkü Türkçe’nin sistemi, bu iddia sahiplerinin alıştığı Hint Avrupa dil ailesinin sisteminden oldukça farklıdır. Elbette alışılan bir dil sisteminden bambaşka bir dil sistemine geçmek, o kadar da kolay değildir. Bizim için de İngilizce’yi, Fransızca’yı öğrenmek o kadar kolay değildir. Çünkü o dillerin sistemleri, bizim dilimizin dahil olduğu Ural-Altay dil ailesinden oldukça farklıdır.

Bir gün öğrencilerimle Çanakkale’den feribotla Gelibolu’ya geçiyorduk. Maksadımız Çanakkale’de yatmakta olan atalarımızın şehitliklerini ziyaret etmekti. Feribotta, atalarının mezarlarını ziyarete gelen İngiliz geziciler de vardı. Tabii ki öğrencilerim doğal bir merak sevkiyle bu yabancılarla konuşmak istediler. Bir iki geziciyle konuşmaya başladık..Türkçe öğrenip öğrenmediklerini sordum. “Türkçe’nin çok zor bir dil olduğunu ve bu dili bu nedenle öğrenemediklerini” ifade ettiler. Ben de kendilerine Türkçe’nin mantıklı, kurallı ve akla uygun bir dil olduğunu gücüm yettiğince açıklamaya çalıştım. Bunu kendileri de anlamıştı. Çünkü çok kesin bir şekilde bana katıldıklarını ifade ediyorlar ve bunu hissettiriyorlardı. O gün için bilimsel İngilizce seviyem çok iyi olmadığından onlara söylemek istediğim pek çok gerçeği de söyleyemedim.

Gerçekten de İngilizce, Türkler için o kadar da kolay bir dil değildir. Bu gün hazırlanan Gramer kitapları, kolaylaştırılmış ve yontulmuş İngilizce’nin yabancılara öğretilmesini amaçlayan kitaplardır. Bu kitaplarda geçen cümle yapıları, düzensiz fiiller, kelimeler nisbeten hafifleştirilmiş ve avam bir İngiliz’in de anlayabileceği seviyeye indirgenmiş yapılardır. Aslında Shekspir’in İngilizcesi o kadar da kolay öğrenilebilecek bir İngilizce değildir. Üstelik biz, bugünkü İngilizce’ye de kolay diyemeyiz. Azaltılmış haliyle bile beş yüzden fazla düzensiz fiil, isim ve sıfatı içinde barındıran bir dile nasıl basit diyebiliriz? Belki bizim yanlışımız İngiliz’e, Fransız’a Türkçe’yi öğretmek gibi bir vazifeyi kendimize yükleyemeyişimizdir. Bu vazifeyi omuzlarımıza alırsak, elbette, onların anlayabileceği şekle indirgenmiş dil bilgisi kitapları da basabiliriz.

Örneğin “ben kitabı okuyorum” cümlesinde yüklemin yeri sondadır. Ancak İngilizce’de yüklem hemen özneden sonra gelir. Bu kullanım Türkçemizde de zaten mevcuttur. “Ben okuyorum kitabı” bu şekil de Türkçe’ye göre yanlış değildir. Türkçe’yi yeni öğrenen bir İngiliz, bu şekilde meramını çok rahat ifade edebilir. Biz onu bu kulanımıyla rahatlıkla anlarız. Yine bir İngiliz, şahıs zamirini ve özneyi her cümlede kullanmaya alışmıştır. Bırakalım Türkçe’yi konuşurken de devamlı —ben, sen, o” gibi zamirleri sürekli kullansın..

Yine —büyük ünlü uyumu kuralı” gibi mantığa uygun kuralları anlamakta zorlanan yabancılar da çıkabilir. Onlara katı bir tutumla yaklaşmak yerine, dili öğrenmeye geçiş sürecinde, bazı kolay kullanımları da gösterebiliriz. Örneğin, “azaltılmış” kelimesi köken olarak “azal-“ fiilinden gelmektedir. Bu fiilin “azaltilmiş, azaltulmuş...” gibi Büyük Ünlü Uyumu kuralına uymayan kullanımlarının da Türkçe konuşanlar tarafından anlaşılacağını göz önüne alarak, yabancıların bu tür kullanımlarına müsamaha ile yaklaşmak gerekir. Belki de böylelikle dilimiz daha çok yaygınlaşma imkanını bulabilir.

68.    Türkçemiz’de haber kipleri “şimdiki zaman, gelecek zaman, geniş zaman, görülen geçmiş zaman, duyulan geçmiş zaman” olarak kullanılmaktadır. Bu zamanlar dünya dillerinin çoğunluğunda bulunan ortak zamanlardır. İngilizce’deki gibi diğer dillerin mantık yapılarına uymayan zaman anlayışı Türkçe’de mevcut değildir. İngilizce’yi sonradan öğrenen birisi, hatta İngilizce konuşanların çoğu, aslında pek çok zaman kipini kullanmazlar. Onlar da belli başlı zaman kiplerini kullanırlar. Türkçe bu yönüyle kolay öğrenilebilecek dillerden birisidir. Birleşik zamanların oluşturulması ise oldukça matematikseldir, formülize edilebilir niteliktedir. Bu Türkçe’nin düzenliliğinin bir başka göstergesidir.

69.    Türkçe’de renk adları genelde benzetmeler, somutlaştırmalar yoluyla oluşturulur. Böylelikle Türkçe, doğayı iyi inceleyenlerin ve gözlemleyenlerin dili olduğunu ispat eder..

İngilizce’de örneğin “Brown” kelimesi tamamen kalıplaşmış bir kelimedir.. Türkçe’de bu kelimenin karşılığı “Kahverengi” olmaktadır.. Görüldüğü gibi burada bir somutlaştırma vardır. Kelime sadece ezberlenmekle kalmamakta, hayale de, düşünceye de adeta resmedilmektedir. Kahveyi görmüş olan birisi kolaylıkla bu rengi çıkarabilir. Yine “turuncu” derken “turunçgillere” bir çağrışım yapılmaktadır. Hemen bu meyvenin rengi aklımıza geliverir. Böylelikle bu rengi daha iyi kavrarız. Son yıllarda yaygınlaşan “Şampanya sarısı” tabiri de aynı mantığın ürünüdür. Yine “yeşil” (<yaşsıl) kelimesi “yaş” kelimesinden gelmekte “otu, çimeni” hatırlatmaktadır. Günümüzde de bilinen yedi rengin tonlarını anlatmak için benzetmeler, somutlaştırmalar kullanılmaktadır. Örneğin; “çimen yeşili, çağla yeşili, fıstık yeşili, kırmızının bir tonu olan ve dudak rengine benzeyen yavruağzı, turkuaz mavisi, krem rengi vb.” Bu da Türkçe’nin ne kadar mantığa uygun bir dil olduğunu gösteren başka bir delildir.

70.      Türkçemizde İngilizce veya diğer Anglo­Sakson dillerinde olan bükümlülük yoktur. Bu da kelimenin aslına ulaşmamızı kolaylaştıran bir unsurdur. Bazı dilciler dillerinin bükümlü olmasını övünç kaynağı olarak gösterebilmektedir. Halbuki dilin “bükülmeden, kırılmadan, değişmeden” düzgün ve düzenli bir biçimde ayakta kalması daha da övünülmesi gereken bir durum değil midir?

71.       Bazı Hint Avrupa dillerinde kelimenin tekilliğini ifade etmek için yalın haldeki kelimelere ek getirilir. Türkçe ise buna gerek görmemiştir. Zira çoğul olduğu belirtilmeyen bir kelimenin tekil olduğu zaten malumdur. Malumu ilam ise abestir.

72.   Bazı Hint Avrupa dilleri erkek için ayrı, kadın için ayrı fiil çekimlerine, kelime kullanımlarına yer verir. Bu da o dilin kolaylıkla öğrenilmesini zorlaştırır. Türkçemiz ise, erkek kadın ayrımı yapmaz. Türkçemizde ‘Teminin, masculin” (Dişi- Erkek) ayrımı yapılmadan her cins için aynı şekiller kullanılır.

73.   İngilizce’de üleştirme eki yoktur. Türkçe’den üstün olduğu söylenen bu gibi dillerde üleştirme ekinin olmaması büyük bir eksikliktir. Türkçemizde ise bir sayıyı bölüştürmek için —-er, -şer” eklerini kullanmamız yeterli olmaktadır. Örneğin, “bir-er, iki-şer, üçer” Fakat İngilizce’de böyle bir imkanımız yoktur.. Üleştirmeyi bu dilde ifade edebilmek için “each, apiece” gibi kelimeler kullanılır.

74.          Türkçemizde bazen isim tamlamalarının tamlayanını kullanmadan da meramımızı ifade edebiliriz. Örneğin, “onların biri” dememize gerek yoktur. Biri dediğimiz zaman meramımız anlaşılıverir. Ancak İngilizce’de “one of them” demek zorundayız. Yoksa ne demek istediğimiz anlaşılmaz. Bizdeki tamlanan eki sayesinde bu iş gerçekten kolaydır.

75.   Bazı dillerde bir kısım seslerin fazlaca tekrar edildiğini görürüz. Örneğin; bilhassa Amerikan İngilizcesinde “ha, wa, u” gibi seslerin çokça tekrar edildiğini görürüz. Yunanca gibi dillerde ise “t, s” seslerinin fazlaca tekrar edildiği aşikardır. Bu sesler adeta bu dillerin birer sembolü olmuştur. Türkçemiz eski Türkçe döneminde gerçekten “te, dan, k” gibi seslerin çokça tekrar edildiği bir dildi. Fakat İslamiyetle birlikte Türkçe, zamanla inceldi ve bugünkü güzel kıvamına ulaştı.. Bir yerde Arapça, Farsça gibi diller Türkçe’nin durgunlaşmış olan daha da inceleşme temayülünü tetiklemiştir. Türkçe’yi dinleyen yabancılar, her sesin yerli yerince yerleştirildiğini gördüklerinden onun devamlı tekrar eden seslerini anlamakta zorlanmaktadırlar. Türkçe’nin bu müzikal yapısına da hayran kalmamak elde değildir..

76.    Türkçemizde bulunan pekiştirme sıfatlarının (Simsiyah, bembeyaz, sapsarı, masmavi)

bir benzeri diğer dillerde yok gibidir. Üstelik bu pekiştirme sıfatları Ermenice gibi pek çok dile Türkçe’den geçmiştir. Bu özellik Türkçe’nin icadı bir özelliktir. Sıfatların derecelerini daha da arttırmak için gerçekten akıllıca bir çözümdür. Üstelik “si-m, be-m, sa-p, ma-s” derken kullanılan “m, p, s” sesleri öyle gelişi güzel kullanılmazlar..

77.    Bilindiği gibi bir müzik eseri çalınırken ne denli farklı sesler ve ne denli farklı notalar düzenli bir ahenkle kullanılıyorsa, o eser o derece kulağa hoş gelir.. Anadolu Ateşi’nin tüm yabancıları büyüleyişi de biraz bu özelliğinden kaynaklansa gerek.. Bunun gibi Türkçemizdeki kelimelerdeki eklerde bulunan seslerin farklılığı, vurgu ve tonlamaların uyumu, ünlü-ünsüz uyumlarının ahenkleri, uzun seslerin yerli yerince oluşu, kulağa hoş gelen, “-l, -y, -r, -n, -ş” gibi seslerin tekrarı bir bütün olarak baktığımızda Türkçe’yi ses telleriyle çıkarılan bir musikiye dönüştürmüştür.. Bu da Türkçe’nin inkar edilemez ayrı bir güzelliğidir.

78.        Türkçe’de bazı cümlelerin üç boyutlu resimlerde olduğu gibi, ufak vurgu değişiklikleri sayesinde çok değişik anlamlara gelmesi, dünya dillerinde bir örneği sadece yalınlayan dillerde görülen müstesna bir özelliktir. Türkçe’nin bu özelliği, pek çok dünya dilinin oluşumunun Türkçeyle irtibatlı olabileceğini de bize hatırlatmaktadır. Bu konuyla alakalı olarak kendi yazdığım bir şiiri aşağıya alıntılıyorum:

ÜÇ BOYUTLU ŞİİR

Ağlayacaksan ağla yakala gül Ağlayacak san, ağlaya kala gül

Bende dermanı yarin; al al gül Bende der mani, yar in, al al gül!

Gülsen de gülmesen de yardir gül 'Gül sende, gülme sende yar' der, gül

Anla! sev! gider yoksa ağlayan gül Anla sevgi, der: 'yoksa, ağla! yan! gül.'

DÜZGÜN sever, koşar peşinde, der: 'gül gül' Düzgün sev er, koş ar peşinde, der! gül gül.

79.         İngilizce’de karşılama için kullanılan —Welcome” kelimesi, hiçbir değişikliğe uğramadan —Hoşça kal” manasında yeniden kullanılır. Türkçemizde ise her bir kavram için bir kelime kullanılması mecburiyeti hissedilir. —Hoş geldin” kelimesi ile gelen kişi karşılanır.. —Hoşça kal” kelimesiyle de gelinen yerden ayrılınır.

80.   İngilizce’de —İyi günler” anlamını ifade eden —Good Bye” kelime grubu aslında —God be with you” cümlesinden kısalmıştır. Bu cümlenin manası “Tanrı seninle olsun” demektir. Demek ki İngilizce, sadece kelimeleri değil cümleleri bile başkalaştırmaktadır. Türkçe’de ise cümlelerde ufak tefek ses düşmeleri bazen olsa da, bu gibi köklü farklılaşmalara çok az rastlanır. İslamiyeti kabullerinden sonra Türkler, neredeyse bin yıldır —Allaha ısmarladık” cümlesini kullanmaktadır. Türkçe, özellikle “Allah, Resul, Kitap” gibi kutsallık ifade eden kelimelerin cümle içinde başkalaşmaması için oldukça titiz davranmaktadır. Tabii bu durumun da istisnaları muhakkak vardır.

81.     Türkçemiz, Arapça gibi köklü dillere bile kelimeler vermiş bir dildir. Bilhassa Arap Dili lügatlerinde bundan 50, 60 yıl öncesine kadar bulunan pek çok Türkçe kelime çıkarılmıştır.. Ancak buna rağmen halk dilinde pek çok Türkçe kelime halen yaşamaktadır. “Kızılala” kelimesi “Alabalık” kelimesinden başkalaşmış bir Türkçe kelime olarak Arapça’da yaşamaktadır. Yine “burgu” kelimesi Türkçe bir kelime olarak “vida” anlamında Arapçadaki bazı lehçelerde kullanılmaktadır. Bu örneklerde olduğu gibi halk arasında yaşayan yüzlerce Türkçe kelimenin olduğu da muhakkaktır. ,

Hatta bazı yerlerde “kapıyı kapat” demek isteyen Arap dostlarımız “Sekrul bab” cümlesi yerine “Kappat ulbab” cümlesini kullanmaktadır. “Kapat” kelimesi Türkçedir. Yine Pakistan gibi bazı devletlerin dilleri bile Türkçe’den köklü bir şekilde etkilenmiştir. Pakistanlılar’ın konuştuğu dil “Ordu” dilidir. Bu dili Müslüman Türkler geliştirmiştir. “Ordu” kelimesi, dilimizde “ordu, askeri birlik” manasında halen kullanılmaktadır. Tacikçe, Orduca gibi dillerde pek çok Türkçe kelime, bazı seslerin başkalaşmasıyla da olsa halen yaşamaktadır.

Orduca, Kurmanç Lehçesi, Zazaca, Çerkezce, Gürcüce, Lazca, Tacikçe, Arnavutça, Boşnakça, Ermenice, Sırpça, Yunanca, İngilizce, Almanca, Fransızca vb onlarca dile girmiş olan Arapça ya da Farsça kökenli kelimeleri, bu dillere taşıyan dil Türkçedir. Zira ne Farslar, ne de Araplar, Türklerin ulaştığı; yüzlerce yıl yönettiği milletlere bu denli yakınlaşmayı başaramamışlardır. Sadece Müslüman Türkler, bu milletlere ulaşmışlardır. Bilhassa Balkanlardaki halkların Müslümanlaşmasına vesile olan da Müslüman Türklerdir. Adeta Türkçe, pek çok milleti birleştirmeyi başaran köprü bir dil olmuştur.

82.     Türkçe, pek çok dille etkileşime girmiştir. Diğer dillere kelime verdiği gibi başka dillerden kelimeler de almıştır. Ancak bizce Türkçe bazı dilleri daha köklü bir biçimde etkilemiştir. Bilhassa Çince değişik yapısı sayesinde Türkçe kelimeleri içinde sindirmeyi başarmıştır. Bu yapısı sayesinde Çin dili, Türkçe kelimeleri kamufule edebilmiştir. Elbette yapılacak bir çalışmayla bu dildeki Türkçe kelimeler de hemen ortaya çıkacaktır.

Moğolca’nın Türkçe ile %60 paralel olduğunu da söylemeye gerek yok. Pek çok ek ve kelimenin iki dilde de aynı olduğu ortadadır. Bulunma hali eki iki dilde de “-de, da” ekidir. İki dilin de şahıs zamirleri ve ekleri birbirlerine oldukça benzerdir. “Sakal” kelimesi Moğolca’da “Sahal”, “güç” kelimesi “Hüç”, “bilig, bilgi” kelimesi aynen —bilig” şeklinde muhafaza edilmektedir. Bunlar gibi daha binlerce benzer kelime vardır iki dilde. İki dilin de aynı dil ailesinden olması bu benzerlikleri açıklayan ikinci bir yorumun da kaynağıdır. Bu iki dilin benzerliği gayet normaldir.

Türkçe Rus dilini de etkilemiş ve bu dile yeni kelimeler vermiştir. Örneğin, —çiçek” kelimesi bu dilde —tsvesti” şeklinde kullanılmaktadır. Yine —bağla-— kelimesi Rusça’da — pakovat” kelimesidir ki, bu kelimenin —bag-— kelimesinden geldiği kesindir. Yine bu dilde —lik, li” gibi bazı ekler biraz farklılaşarak yaşamaya devam etmiştir. Örneğin; tsvet-nik> çiçek-lik, umeliy- bilikli...Yine —çoban” kelimesi Rusça’da —çaban”, —kesik” kelimesi — kusok”, — dartmak” (tartmak) kelimesi, — dyorgat”, —bag” (bağ) kelimesi —jaba” şeklinde bu dilde yaşamaktadır. Demek ki, Türkçe en ummadığımız dilleri bile etkilemiştir. Bu etkiler, günümüzde de yaşamaya devam etmektedir. Bugün Yahudiler’in bir dili olan Ladino dilinde bile yüzlerce Türkçe kökenli kelime yaşamaktadır.

83.    Türkçemiz, daha bin yıl öncesinden uğruna kitaplar yazılan ve kendisine adeta aşık olunan mükemmel bir dildir. Binlerce yıldır Türkçe’nin üstünlüğünü, güzelliğini ispat eden çalışmalar yapılagelmiştir. Demek ki, akıllı ve düşünen insanlar, Türkçe’nin düzenini ve üstünlüğünü keşfetmişlerdir. Bu konuyla ilgili bizim de bir

sözümüz olsun diyerek kitaplar yazmışlardır. Dille ilgili hiçbir milletin bu denli çalışma yapmadığı, belki bunun aklından bile geçirmediği bir dönemde, Türkçe’nin güzelliğini ispata çalışan birkaç kitabın yazılabilmesi bile başlı başına Türkçe’nin güzelliğini ispat eden ayrı bir delildir. En koyu karanlıklar içinde bile kendini gösterebilen bir ışık kaynağı, gerçekten kuvvetli bir enerjiye sahiptir. Bunun gibi dille ilgili hiçbir çalışmanın yapılamadığı, dilbilim açısından karanlık sayılabilecek bir dönemde, kendini birkaç kitapla tüm güzellikleriyle ortaya koyan bir dil, o derece güçlü bir dildir.

84.        Anglo-Sakson dillerini konuşan bilim adamlarının dillerinin yetersizliklerinden şikayet ettiklerinden bahsetmiştik. Örneğin Richard Dawkins “Tanrı Yanılgısı” adlı kitabının 112.sayfasında, maneviyatı inkar eden diğer görüşlerine nazaran daha mantıklıca bir iddia dile getiriyor. Dawkins’in İngilizce hakkındaki görüşlerini yorumsuzca naklediyoruz.

“Cinsiyet zamirleri kötü şöhretlerinin yanında bilinçlendirme konusunda yol göstericidirler ve İngilizce dili cinsiyet zamirleri konusunda oldukça talihsizdir. (He or She must ask himself or herself whether his or her sense of style could ever allow himself or herself to write like this. Düşünce yapısının böyle bir yazı yazmasına imkan verip vermeyeceğini kendine sormalı.) Ancak eğer dilin bu talihsizliğiyle başa çıkmasını

başarabilirsek, insan ırkının yarısının (kadınların) hassaslıklarına karşı bilincimiz artacaktır. Man (Adam), mankind (İnsanoğlu), The Rights of Man (İnsan Hakları), all men created aqual (Tüm erkekler/insanlar eşit yaratılmıştır), one mano ne vote (Bir erkek/insan bir oy); İngilizce, kadınları sürekli dışlıyormuş gibi görünür. Gençliğimde kadınların “erkeklerin/insanların geleceği” (the future of men) gibi bir ifadeden onurlarının kırılabileceği hiç aklıma gelmezdi.”

Yazarın yukarıya alıntıladığımız görüşlerini dikkatle okuyanlar, onun Türkçe benzeri bir dil arayışında olduğunu açıkça fark eder. Yazarla aynı görüşte olan Avrupalı bilginlerimizin Düzenin Dili olan Türkçe’yi kullanmalarını ve yaygınlaştırmaya çalışmalarını kendilerine öneririz. Zira Türk Dili grameri erkek egemen bir gramer değildir. O, onun, ona, kendisinin vb. örneklerdeki zamirler, kadınlar ve erkekler için aynıdır, cinsiyete göre farklılaşmazlar. Hem Türkçe’de Anglo-Sakson dillerinin çoğunda mevcut bulunan dişi ya da eril artikel ayrımı yoktur. Üstelik “İnsan” kavramı Erkek kelimesiyle asla ifade edilmez. İnsan (Human) kelimesi hem erkek, hem de kadınları ifade etmek için binlerce yıldır kullanılır.

Hatta Müslümanların kullandıkları Allah kelimesi de dişil ya da eril bir kelime değildir. O nötr bir kelimedir. Sadece dişilik ve erkekliği olmayan Yaratıcıya has olarak kullanılır. Buradan hareketle dünya insanlarının da dişil ya da eril olmayan bu kelimeyi —God” kavramını ifade etmek için kullanmaları daha eşitlikçi olacaktır. Zira Yaratıcı adına kullanılan bütün diğer isimlerin bir karşıt cinsi muhakkak vardır. Mesela God kelimesi eril bir isim olarak kabul edilir. Tanrı kelimesi de eril kabul edilir ki dişi Tanrı için Tanrıça ifadesi kullanılması bu gerçeği ispat eder. Allah kelimesinin ise hiçbir dişil ya da eril çağrışımı yoktur. Arapça’da, Kur’an ayetlerini ifade etmek için de —hiye” (Dişil o) zamiri kullanılır. Kur’an’da —Erkek” suresi yoktur ama —Nisa” (Kadın) suresi mevcuttur. Kur’an-ı Kerim’de de kadınlar ve erkekler için —nas” (İnsanlar) tabiri kullanılır. Kutsal Kitabımızda kadınlar kesinlikle erkekleştirilmeye çalışılmaz ve onların dişil yönleri muhafaza edilir. Kur’an-ı Kerim’de de Allah, kendisini ifade etmek için Nahnu (Biz) zamirini kullanır ki bu zamir, dişiler için de eriller için de aynıdır. Allah için kullanılan —Huve” (Eril o) zamirine gelince, bu zamir Arapça’da erillerin dışında —mahiyeti bilinmeyen varlıklar” için de kullanılır Hatta —hüviyet” (O’luk) kelimesi dahi bu —Huve” kelimesinden gelmektedir. Farabi’ye göre bu zamir teklik ve şahsiyet gibi anlamları da ifade eder. (http://sosyalbilimler.cu.edu.tr/tezler/1030.pdf / sh. 14) Bütün bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere —Huve” (O) zamiri sadece eriller için kullanılan bir zamir değildir Arapça’da. Mahiyeti bilinmeyen varlıklar için de kullanılır ki Allah için kullanılması da bu özelliğinden dolayıdır.

Demek ki hem dilimiz hem de kutsal dinimiz dişil-eril ayrımcılığının tek panzehiri olmaktadır.

85.    Türkçe’nin tarihin bilinen ya da bilinmeyen dönemlerinde pek çok dili etkilendiğinden bahsetmiştik. Türkçe’nin Latinceyle hatta Hint- Avrupa dilleriyle ortak bazı ekleri, kelimeleri kullanması, bütün dünya dillerinin ortak bir kökeni olduğu tezini kuvvetlendirdiği gibi Türkçe’nin köklü dünya dilleri etkileme gücünü de ortaya koyar. İki tez de bizim savunduğumuz görüşler arasındadır ve hangi tez doğru olursa olsun haklı olduğumuz ortaya çıkacaktır.

Sanal alemde dolaşırken www.dilimiz.com sitesinde karşıma çıkan bir makale çalışmalarımda yalnız olmadığımı bana hatırlattı. Prof. Dr. Vecihe Hatiboğlu gibi bazı bilim insanlarının da bizim pek çok görüşümüzle ve diğer çalışmalarımızla uyumlu sayılabilecek görüşleri olduğunu fark ettim. Sayın Prof. Hatiboğlu’nun bazı görüşlerini aşağıya aynen naklediyorum: “Bilim verilerine göre Türkçe ile Latince arasında bir araştırma, karşılaştırma yapılacak olursa, kökende, yani menşede, bu iki dilin bazı sözcük ve ekler bakımından aynı kaynaktan yararlandıkları görülür. Şimdilik bilinmeyen bir çağda, Türkçe ile Latince aynı kaynağa yakın dolaylarda kullanılmış, sonra da bu kaynaktan ve birbirinden uzaklaşmışlardır. Bu tür yakınlıkları Türk gramercisi A.C. Emre daha önce [6] Türkçe ile Hint-Avrupa sözcükleri arasında açıklamağa çalışmışsa da, burada işlenen ekler üzerine durmamış ve yaptığı karşılaştırmaları da eski Türkçeye, yani Orhun ve Uygur        Türkçesine dayandırmamıştır.

Dillerin, yüzyıllar boyunca kolay kolay kök veya ek yaratamadıkları bilindiğine göre, pek çok dilin kök ve ek bakımından ortak bir kaynaktan ya da birbirlerinden yararlandıkları daima söz konusudur.

Türkçenin ekleriyle Hint-Avrupa dillerinin ekleri arasında, özellikle Latincenin bazı kök ve ekleri bakımından, çok yakın bir benzerlik bulunduğu kolay kolay inkâr edilemez [7]................................................

"ne" sözcüğü Latincede eylemlerin sonuna gelmekte ve ek gibi kullanılmaktadır : "venisti-ne = geldin mi?", "vidisti-ne = gördün mü?", "vidit- ne       =        gördü mü?"             gibi.

"ne" sözcüğü Latincede de Türkçede olduğu gibi soru kavramından başka "olumsuzluk" kavramı da verir: "ne veniat = gelmesin" gibi.

Türkçede olduğu gibi Latincede de "ne" sözcüğünün ikilenmesiyle de "olumsuzluk" kavramı sağlanır: "neque venit neque me vidit = ne geldi ne beni gördü = gelmedi, beni görmedi" gibi. Bu tür yakınlıklar "tesadüf" diye yorumlanamaz, çünkü bu yakınlıklar bir tek sözcük veya ekte görülmemekte, bir dizide, bir sıralanışta olayların gelişmesinde görülmektedir.

Türkçenin en eski kaynaklarında geçen kişi ve soru adıllarıyla Latincenin kişi ve soru adılları, karşılaştırılacak olursa şu yakınlıklar ortaya çıkar:

Kişi Adılları Türkçe

men (ben) sen [9]

ol

miz (biz) siz

ol-lar

Latince

me

te

ille, illa, illud

nos

vos

ille, illa, vb.

Görülüyor ki her iki dilin birinci kişi tekil adılı "m" dudak ünsüzüyle, ikinci kişi tekil adılı ise "s-" ya da "t-" gibi bir diş ünsüzüyle, üçüncü kişi tekil adılı da ünlü ile başlamakta ve "l" ünsüzü ile


86.              Türk Dil Kurumu’nun başarılı çalışmalarından birisi olan Türkçe Verintiler Sözlüğü, Türkçe’den diğer dillere geçen kelimeleri başarılı bir şekilde ortaya koyuyor. Bu çalışma bizim yıllardır dile getirdiğimiz bir gerçeği nesnel bir şekilde ortaya koymuş oldu. TDK’yı bu çalışmadan ötürü tebrik ediyorum. Çalışmayla ilgili Milliyet Gazetesinde yayımlanan bir haberden alıntı yaparak bu sözlüğün mahiyeti hakkında bilgi vermiş olalım:

“TDK Danışmanı Prof. Dr. Recep Toparlı, şimdiye kadar Türkçeye Arapça ve Farsça gibi dillerden geçen sözcüklerin kitaplaştırıldığını, böyle bir çalışmanın ilk kez yapıldığını belirterek, kitabın önümüzdeki aylarda basılacağını söyledi. Çalışmayı yapan Karaağaç'a göre ise dünyada bir dilden başka dillere giden sözcükleri bir araya getiren başka bir sözlük yok. Türkçe'nin imparatorluk dili olmasının, çok sayıda komşu ülkeye sözcük vermesine neden olduğunu belirten Karağaaç, "Kitapta 8 bin 500 madde var. Tek tek sözcük olarak değerlendirdiğimizde ise 20 binden fazla sözcük var" dedi.

Köşkten babaya

Türkçenin diğer dillere verdiği bazı sözcükler ve anlamları şöyle:


ABA (Yünden yapılan kumaş):

Rusça.: aba "kalın ipten gevşek dokunmuş kumaş"

Ermenice: aba "yünlü kumaştan yapılmış palto" Sırpça: haba "kalın çuha"

AÇIK

Farsça: açig (ağaçsız ve açık yer, alan)

Rumence: acıc, (üstü örtülü olmayan)

Yunanca: açih-açiğâ (açık açık, açıkça) çikmavı (açık mavi)

ADA

Bulgarca: ada, adalıya (adalı)

Arnavutça: hade BABA

Farsça: baba (baba, saygı değer yaşlı)

Rusça: baba, babay (büyük baba, dede)

Bulgarca: baba, babö, böba, babaya, babayko,

bubayko

BACANAK

Farsça: bacanak

Rusça: bacınak

Yunanca: bacanakis

ÇADIR

Çince: chadie'er

Urduca: çatr (padişah için kullanılan büyük şemsiye)

Yunanca: çadıri (çadır; dağınık ev veya oda) ÇAKAL

İtalyanca: sciacallo, jacal, sciacal (avının üzerine atılmağa hazır kimse; dehşet günlerinde vurgunculuk yapan kimse; gösterişli cenaze törenleri düzenleyen kimse)

Fransızca: chacal-chakal ELÇİ

Çince: e'erqin İngilizce: elchee KÖŞK Farsça: kûsk Fransızca: kiosque İngilizce: kiosk, kiosque

Sırpçada 9 bin Türkçe sözcük

Türkçe Verintiler Sözlüğü çalışmasına göre, Türkçeden diğer dillere geçen yaklaşık olarak sözcük sayıları şöyle:

Çince 300 Farsça 3000 Urduca 227 Arapça 2000 Rusça 2500 Ermenice 4260 Ukraynaca 800 Macarca 2000 Rumence 3000 Bulgarca 3500 Sırpça 9000 Çekçe 248 İtalyanca 146 Arnavutça 3000 Yunanca 3000 İngilizce 470 Almanca 166”

http://www. milliyet.com. tr/2007/10/09/yasam/yas 01.html

Aslında bütün bu deliller dünya dillerinin Ortak bir Kökenden geldiğini de açıkça ortaya koyan örneklerdir.

Bu kitapta verilen örneklerdeki gibi dil çalışmalarının yapılması, dünya insanlarının ihtiyaç duyduğu —barış ve hoşgörü”nün yaygınlaşması açısından da önemlidir.

Hem kendi öz kimliğimizi kaybetmemek, hem de bütün Kutsal Kitapların söylediği gibi tüm dünya insanlarıyla Ortak Bir Kökenden gelmiş olduğumuzu bilmek, bizi birbirimize daha çok yakınlaştıracaktır.

Bu gerçekleri gördüğümüzde Kutsal Kitabımızda geçen aşağıdaki ayetlerin ne demek istediğini daha iyi anlayacağız:

“Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır. ”

(Rum Suresi-22)

Not: Türkçe’nin Şifresi adlı çalışmayı ilk olarak 2002 - 2003 yılları arasında gerçekleştirdim. Bu dönemden başlayarak Türkçe ile ilgili çalışmalarımız sanal alemdeki pek çok internet sitesine hızlı bir şekilde yayıldı. Bazı saygın bilim adamlarımız, Türkçe ile ilgili çalışmalarımızı kitaplarına alma nezaketi gösterdiler. Mesela Sayın M. Baki GÖKÇE, 2007 yılında Üniversiteler için hazırladığı Türk Dili Ders kitabında; Türkçe’nin Şifresi adlı çalışmamızın bir bölümününü yayınladılar. Ben tabii ki bulgularımı geliştirme, çalışmalarımdaki mevcut eksiklikleri düzeltme arayışıma devam ettim. Okuduğunuz 86 adet (aslında daha arttırılabilecek) maddenin her biri, bu arayışın tatlı birer meyvesidir. Elbette yine de eksikliklerimiz olacaktır. Ulvi gayemiz dikkate alınarak, kusurlarımıza müsamaha ile bakılması ise tek ümidimizdir.

FAYDALANILAN DİĞER KAYNAKLAR:

1)  Her Yönüyle Dil-Prof. Dr. Doğan AKSAN- 1995 TDK-Ankara

2)  Dil Denen Mucize-Prof. Dr. Walter PORZİG- 1995 TDK-Ankara

3)   Türk Dili Gramerinin Temel Kuralları-Jean DENY-1995 TDK-Ankara

3)  Türkiye Rehber Ansiklopedisi

4)  Büyük Tarih ansiklopedisi-Yılmaz ÖZTUNA 6) Yeni Türk Ansiklopedisi

5)  Fince Cep Sözlüğü-Fono

6)  Almanca sözlük-Fono

7)  İngilizce Sözlük

8)  Kim Korkar Shrodinger’in Kedisinden-Ian Marshal, Danah Zohar (Orhan DÜZ tarafından çevrilmiş) Gelenek Yayınları-İstanbul

9)   İlköğretimde Türkçe Öğretimi-Yrd. Doç. Dr. Banu YANGIN-MEB 1999 Ankara

10)   Kendi Kendine Öğrenmek İçin Almanca- Prof. Dr. Rahmi ÖZTOPRAK-İnkılâp yayınları

11)  Orhon Yazıtları-Talat TEKİN-Simurg-1998

12)   Türk Dillerinin Tarihsel Gelişme Sorunları- Prof. Dr. Elövset Zakiroğlu ABDULLAYEV- Ankara 1996-TDK

13)   Practical English Grammar-Artun ALTIPARMAK-Milliyet yayınları

14)   Türk Dilbilgisi 2, Yapı Bilgisi -Doç. Dr. Mukim SAĞIR-Erzurum

15)  Bye Bye Türkçe-Prof. Dr. Oktay SİNANOĞLU-Otopsi

16)   Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi-Prof. Dr. Ahmet B. Ercilasun-Akçağ

17)                       Türkçe- Farsça Sözlük (Fono)

18)  Türkçe- İngilizce Sözlük (Redhouse)

19)   Telaffuzlu Türkçe-Farsça Ortak Deyimler Sözlüğü ( Prof.Dr. A. Naci TOKMAK-Simurg)

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar