DİLLERİN ŞİFRESİ 2
ANTİK MISIR DİLİ VE TÜRKÇE
Bu çalışmamızda Mısırlıların yerel dili olan Kıptice ile Türkçe
arasındaki ilginç benzerlikleri ortaya koyacağız. Bizim temel savımızı bilenler
bu çalışmayla neyi amaçladığımızı da çok iyi anlayacaklardır. Sami dilleri
ailesinden kabul edilen Kıptice dili ile - hem de binlerce yıllık tarihi olan
Hiyeroglif yazıtlarından yola çıkılarak bulduğumuz- Türkçe arasındaki
benzerlikler bizi aslında Ortak Dünya Diline götüreceklerdir. Bilhassa Avrupalı
bilim adamlarının bu benzerliklerden bahsetmemeleri sanırım kendi dil
teorilerinin çürümesini istememelerinden dolayıdır. İşte biz de bulacağımız
örneklerle genel kabul gören görüşlerin yanlış olmasa bile eksik olduğunu bir
kere daha vurgulayacağız.
Bilindiği
gibi Büyük İskender MÖ. Kasım 332'de Mısır’a girene kadar Mısır içine kapanık
bir yapı arz ediyordu. Elbette tekil manada bu ülkeyi ve topraklarını gezen
dolaşan filozoflar da vardı; ancak bu topraklarda yaşayan halkın diline,
kültürüne ancak Helen Kralı Büyük İskenderle birlikte etki edilebilmişti. Bu
nedenle biz Eski Mısır diline bu dönemde giren Yunanca kelimeleri, terimleri
göz ardı ederek daha eski dönemlerde de kullanılan Eski Mısırca kelimelerden
yola çıkacağız.
Öncelikle
Hiyeroglif işaret sisteminden bahsetmeden geçemeyeceğim. Bu işaret sistemi
bugünkü manada bildiğimiz Alfabe sisteminden oldukça farklıydı. Aslında bu
sistem ilk insandan bu yana, duygu ve düşünceleri ifade etmek için kullanılan
resim diline dayanan bir sistemdi. Bazı varlıklara o dilde verilen karşılıkları
bilmek bu dilin çözümlenmesini sağlayacaktır. Mesela Eski Mısır dilinde güneş
anlamına gelen “Ra” kelimesi ve de sesini ifade etmek için bir güneş resmi
kullanılmıştı. Rahip kelimesini ifade için de bir rahip resmi kullanılmıştı.
Örneğin Papağan resmi ya “pa, pe” sesini veriyordu ya da doğrudan “papağan”
varlığını ifade ediyordu. Sonuçta bu varlıkların resimleri Eski Mısır diline
göre Alfabe amaçlı olarak kullanılıyordu. Elbette o dili bilmeyen bu resimleri
okumakta zorlanacaktı.
Zira
o resimlerdeki bazı hayvanların, varlıkların o dildeki karşılığını bilmeden o
resmin hangi sesi karşılayacağını bilmek de imkânsız olacaktı. Göktürk
yazıtlarında da buna benzer bir sistem kullanılmıştı. Bu yazıtların alfabesinde
“b” (eb) sesi eski Türkçe’de (Ev) anlamına geliyordu ve bu resmin şekli “ev”
şeklindeydi. Çift sesli “Ok” harfini ifade etmek için “ok” resmi
kullanılıyordu. Aslında bu örnekler de bugünkü alfabe sisteminden önce
kullanılan resimlere dayalı yazılı iletişim sisteminin varlığını da
ispatlıyordu.
İşte Eski Mısır Dili ile yazılmış bu
Hiyeroglifler
Fransız
Dilbilimci Jean-Fronçois Champollion tarafından 1820’li yıllarda çözülmüştü.
Elbette bu bilim adamının insanlığa sunduğu bu katkı öyle basit bir katkı
değildi. Bugün pek çalışmanın yanında bizim çalışmalarımızı da aydınlatacak
kutsal bir katkıydı bu. Şimdi bizler de çözülmüş ve çeşitli yayınlarla
yayımlanmış bu yazıtlardaki bazı kelimeler ve ekler üzerinde durarak Türkçe ve
Eski Mısır dili arasındaki şaşırtıcı benzerlikleri belki de ilk olarak ortaya
koymaya çalışacağız. (Bu alanda çalışmalar yapılmış olabilir, bilemiyorum ama
bu benzerlikleri ORTAK DÜNYA DİLİ tezi için kullanan ilk araştırmacı sanırım
biz olacağız). Bunu ortaya koyarken Eski Mısır dilinin aslında Türkçe olduğunu
iddia etmeyeceğiz. Ya da Türkçe’nin bu dilden doğduğunu da söylemeyeceğiz.
Sadece mahiyeti tam da bilinmeyen İlk İnsanlık Diline bizleri götürecek bazı
örnekleri sunacağız. Muhtemelen göçlerle ana vatanlarından ayrılan Nuh’un
çocuklarının ortak dilinin kalıntıları olan bu örnekler bizi oldukça
heyecanlandırmıştır.
Umarız
dünya bilim çevreleri de daha kapsamlı araştırmalarla bu ilk insanlık dilinin
ortaklığını kanıtlamaya uğraşırlar.
Türkçe’de kullanılan işaret zamirlerini hatırlayalım. “Şu”, “Bu”
vb. İşte biz bu zamirlerin yakın anlamlarda Eski Mısır dilinde var olduğunu
açıkça görüyoruz. Yazıtlarda bulunan “Su” kelimesi “O, bu” anlamında bu dilde
kullanılmıştır. Bu “Su” kelimesi ile “Şu”
kelimesi arasındaki benzerlik ya da yine “Bu, o” anlamındaki
“Pu” kelimesi arasındaki bu ilginç benzerlik tesadüfi olmasa gerek. Yine aynı
anlamda kulanılan “pe, pi” kelimeleri de ilginçtir. Yine (şu, o) anlamındaki
“Si” kelimesi de oldukça ilginçtir. Üstelik iki milletin karşılaşmasının dahi
hem de binlerce yıl önce imkansız olduğu düşünülürse bu ilginç benzerlikler
tesadüf değil de çok öncelerdeki ortak bir dilin varlığını gösteren
delillerdir. Türkçe’deki “b, ş” sesleri yerine bu dilde “p, s” seslerinin
kullanılması da kurallı bir gerçeği ifade edebilir. Bunu da sorgulamaya
çalışacağız yeri geldiğinde. Türkçe’de kullanılan “Tengri” kelimesinin benzeri
sesleri içeren “ntr” sesleri de oldukça ilginçtir. Büyük, yüce anlamına gelmek
üzere kullanılan “Aa” sesleri de Türkçe’den uzak olmasa gerek. Hatta Türkçe’de
kadın anlamında da kullanılan “Hanım” kelimesi aynı anlamda bu dilde de aynı
seslerle kullanılmaktadır ki bu da şaşırtıcıdır (hanhiomi). Türkçe’de de “Çim”
şeklinde kullanılan (Çimen) kelimesinin bu dilde de cim şeklinde var olması
Ortak dünya dilinin varlığını bizlere bir kere daha fısıldıyorlar.
Bütün bu benzerliklerin yanı sıra bazı eklerdeki benzerlikler de
oldukça ilgi çekicidir. Bu dildeki ilgi hali eki Türkçe’deki gibi “n” ekidir.
Yine bu dilde de yönelme ifade etmek için “e” sesi kullanılmaktadır. Bu dilde
de “ile” anlamında olmak üzere Türkçe’de de karşılıkları bulunan “in, nem” (in,
nen “toprakınan” ) sesleri kullanılmaktadır. Yine bilhassa Orhun abidelerinde
“yönelme, bulunma” anlamlarında kullanılan “ra” eki aynı seslerle “yönelme”
anlamında bu Antik Mısır Dilinde açıkça görülmektedir. Sanki “bütün”
kelimesinin seslerinin yer değiştirmişi olan “nbt” kelimesi de “bütün”
anlamında bu dilde vardır. Bu da kökenden uzaklaştıkça oluşan ses
değişimlerinin, seslerin yer değiştirmelerinin canlı bir örneği olmaktadır
Tanrı kelimesinde olduğu gibi. Bütün dünya dillerinin genelinde anne kavramını
ifade etmek için genelde dudaksı seslerin kullanıldığı daha önceki
çalışmalarımızda ve başka bilim adamlarının çalışmalarında ortaya konumuştu.
İşte bu dilde de anne kelimesini karşılamak üzere “Mut”
kelimesinin kullanılması dünya dillerinin ortaklığına bizi götürmektedir.
Türkçe’de baba anlamına gelen “ata” kelimesinin benzeri seslerini içeren bu
dilde de kullanılan “iwt” kelimesi de şaşırtıcıdır.
Bu dille Türkçe arasında Hiyerogliflerin de şahitliğiyle fiil
bazında da benzerlikler vardır. Söylemek, demek anlamında bu dilde “Dd” sesleri
kullanılmaktadır. Bu seslerin “Dedi” şeklinde okunması da pekâlâ mümkündür.
Gitmek, kitmek fiillerine benzer şekilde aynı anlamlarda bu
dilde de “kim” kelimesinin bulunması, eski Türkçe’de yemek anlamında da
kullanılan “ham” kelimesinin “ouwm” şeklinde bu dilde de var olması fiillerin
benzerliği konusunda da ilginç örnekler oluşturuyorlar.
Yukarıda saydığımız örneklerin dışında da daha yüzlerce örnek
Türkçe ve Eski Mısır Dili arasındaki benzerlikleri gösteriyor.
Farklı dil ailelerinden kabul edilen bu iki dil arasındaki bu
ilginç benzerlikleri görünce İlk İnsanlık Diline biraz daha yaklaştığımızı
hissetmeden ve bu tatlı hissin mutluluğunu yaşamadan edemiyoruz.
Âdem’in ya da Nuh’un çocuklarının
konuştukları o Ortak Dilin nasıl başkalaştığının bazı yasalarını bulmak ve bu
savlarımızı örneklemenin, bizi “Başlangıçta tek bir ümmet idiniz.” kutsal
sözünün kıyılarına yanaştırdığını hissetmek de ruhumuzu ürpertiyor.
Umarız bu küçük çalışmalarımız daha büyük gerçeklerin
bulunmasına ufak da olsa bir katkı sağlayabilirler.
Umarız bu çalışmalarımız dünyada barışın, sevginin tesisine katkıda
bulunurlar.
Kaynaklar:
http://ancienthistory.
about. com/od/egyptlanguage/ http://hometown. aol.
com/egyptnew/glyph. html202
TÜRKÇE’NİN YİTİK KARDEŞİ KIZILDERİLİCE
Kızılderili
kabilelerinin hepsinin olmasa da bir kısmının Türk kökenli olduğunun
söylendiğini duyarız bazen. Ancak haklı olarak bu savın doğru olup olmadığı
konusunda şüphelere de kapılırız. Elbette bu insanların yani “Kızılderili” ya
da bir galat-ı meşhur olarak “indians” olarak anılan insanların kökeninin şu
veya bu olmasının, yani kafataslarının şeklinin bizim için çok da önemi yok.
Sonuçta onlar kendilerini şu anda farklı bir halk ya da millet olarak
tanımlıyorlar. Kökenleri nereden gelirse gelsin bu insanlar binlerce yıldır
Amerika kıtasında yaşıyorlar ve bu binlerce yıllık süre de onların yepyeni bir
millet olarak başkalaşmasına yeter bir süredir. Bulgar Türkleri daha kısa bir
sürede Bulgar milleti diye apayrı bir millet olmuşlardı bildiğiniz gibi.
Bunlara Türk soyundan gelen Finler ve Macarlar da eklenebilir. Fakat bu
insanlarla bir şekilde akraba olduğumuzu bilimsel verilerle ispat edebiliriz.
Bunu ispat için kullanılabilecek en önemli araçlardan birisi de bildiğiniz gibi
dildir. Pek çok Kızılderili dilinin Ural-Altay kökenli diller olma ihtimali hem
de kuvvetli olarak vardır.
Bering boğazı yoluyla Orta Asya’dan Amerika’ya göçen Orta Asya
halklarının tamamının da Türkler olduğunu söylemek imkânsızdır. Ancak
Kızılderili dillerini incelediğimizde bu kıtaya göçen milletler içinde Türk
milletinin de atalarının var olduğu kesindir. Yoksa Kızılderili dillerindeki
Türkçe kökenli kelimeleri açıklamamız asla mümkün olmazdı. Elbette Osmanlı
döneminde Amerika’ya göçen “Meluncanlar” denen topluluğun Kızılderililerin
dillerini etkilediği gerçeğini de unutmamamız yerinde olur. Zira Meluncanlar
büyük bir ihtimalle Osmanlı Türkçesi konuşuyorlardı. Bildiğimiz gibi bu Türkçe,
Arapça ve Farsça kelimeler itibariyle zengin bir lehçeydi. İşte
Kızılderililerin yakınlarına yerleştirilen Meluncan’ların Kızılderili dillerini
etkilediğini varsayarsak, bu dillerdeki bazı kelimelerin Arapça ya da Farsça
kökenli olma ihtimalini de göz ardı etmememiz gerekir. Bir Kızılderili kavmi
olan Çerokilerin dilindeki “saat” gibi Arapça kökenli kelimelerin de başka bir
izahı zor görünmektedir. Üstelik “hadjo” (haco) şeklinde telaffuz edilen ve
Osmanlı Türkçesinde ve günümüz Türkçesinde sıklıkla kullanılan Farsça kökenli
“Hoca” (Hace) kelimesi de ancak Meluncan’ların dillerinin etkisiyle
açıklanabilir. Biz bu gerçeği inkâr etmemekle birlikte Orta Asya’dan göç
edildiği şekliyle Kızılderili dillerinde kalan Türkçe kelimeler üzerine
odaklanmak istiyoruz. Küçük de olsa bulacağımız benzerlikler bizleri ortak bir
kökene en azından Moğollarla, Japonlarla olduğu gibi Kızılderililerin bazı
boylarıyla da akraba olabileceğimiz gerçeğine bizi götürür. Bu gerçek de belki
Kızılderililerin Türkiye’ye, Türklere daha sıcak bakmasına vesile olabilecek
gelişmeleri doğurabilir.
Bizim
asıl amacımız Türkçe’nin köklü ve de büyük bir dil olduğunu gözler önüne
sermektir.
Bu çalışmalarımız neticesinde dünya milletlerinin ve bilhassa da
Amerikanın yerli halklarının güzel dilimiz Türkçemize sevgiyle bakmasını
sağlayabilirsek mutlu oluruz. Bu amacımız da daha büyük bir tali gayeye
odaklanmıştır. Biz Türkçe’yi sadece bir ırkın dili olarak görmüyoruz. Bu dil
İran’dan Yunanistan’a, Doğu Türkistan’dan Bosna Hersek’e, Hindistan’dan
Arnavutluk’a kadar binlerce yıl yaşanmış büyük bir medeniyetin ve de kültürün
simgesi olmuş bir dildir. İnsanlığın kurtuluşunun ise medeniyetimizin
sahillerinde olduğunu görmekteyiz. Türkçe de bu medeniyetin ve kültürün dili
olarak bu medeniyete yaraşır şekilde, haşmetli, düzenli ve de güzel bir dildir.
Dünya milletlerinin Türkçe’ye yönelmesi demek, onların Türkleşmesi anlamına
gelmez. Bizim de dünya insanlarını Türkleştirmek gibi bir gayemiz asla yoktur.
Zaten böyle bir ırkçı ve de asimle edici bir anlayışı benimsememiz mümkün de
değildir. Belki büyük bir medeniyetin ortak kültür dili olan Türkçe yoluyla
insanlar, Doğunun,
Asya’nın huzurlu limanlarına sığınarak, çağın bunalımlarından kurtulabilirler.
Reçete bizim medeniyetimizdedir. Reçetenin dili ise Türkçe’dir. Dünya insanları
kurtuluşlarının reçetesini tam manasıyla okumak istiyorlarsa Türkçe’yi
öğrenmek, sevmek zorundadırlar. Bu da ancak Türkçe’nin güzelliklerini,
zenginliklerini dünyaya haykırmakla mümkün olabilir. Yani Türkçe, harflerine
kadar içine sindirdiği, medeniyeti, dini, kültürü haykırmak istemektedir. Bu
bir boşalma hamlesidir. Binlerce yılın elmaslarla, mücevherlerle dolup taşmış
birikimini başka kültürlere, dünyalara ulaştırma çabasında olan önderimiz;
Dilimiz Türkçe’nin ricasını yerine getirmekteyiz. O bize kendisini gösterdi,
biz de bu acizane aynalığımızla onu dünyaya gösterme azmindeyiz. O bizle
konuştu, biz de şu zavallı mikrofonluğumuzla onu evrene dinletme aşkı içindeyiz.
İşte şimdi Kızılderili diliyle bir yakınlık hisseden Türkçe bakalım nasıl
konuşmaktadır ve bu yakınlığı haykırmaktadır görelim:
Kızılderililerin sayı sitemleri
incelendiğinde Türkçe’nin bu dillerdeki izlerine rastlamaktayız:
Örneğin “bir” sayısını aynı anlamda
üstelik aynı seslerle bazı Kızılderili kavimlerinin dillerinde bulmamız oldukça
şaşırtıcıdır. Bilhassa dilbilim alanında pek çok bilim adamı yetiştirmiş
Amerika bu gerçekleri neden daha açık ve güçlü bir şekilde haykırmamaktadır
bilinmez. Biz Amerikanın
yerli
kavmi olan Kızılderilileri Kowboy (çoban) filmlerinden öğrendiğimiz kadarıyla
savaşçı, kafa derisi soymayı seven, beyazları öldürme alışkanlıkları olan
insanlar olarak tanımaktayız. Hâlbuki onların yüzlerce yıl katliamlara maruz
kalan ve de bugün soyu nerdeyse tükenmiş bir millet olduklarını da hatırlamamız
gerekiyor. İşte bu özgürlüğüne düşkün kavmin Çin seddini defalarca aşmış
Türklerle ve diğer özgürlüğüne düşkün orta asya milletleriyle akraba olduğunu
bu “bir” sayısı bir kere daha ilan ediyor. Tarahumara Kızılderililerinin
dilinde Türkçe’deki “Bir” sayısı “Bire” şeklinde Guarijo Kızılderililerinde ise
aynı sayı “Pire” şeklinde yine bu kelime ile aynı kökenden gelerek başkalaşan
“Wihl” (Bir>Whir>Wihl) Quileute dilinde binlerce yıldır yaşamayı başaran
Türkçe kelimelerdendir.
Yuki,
Nuxalk gibi Kızılderili boylarında bu “Bir” sayısı “Maw” “Panwi” şekillerinde
yaşamaktadır ki bu küçücük örnekler bile binlerce ses ihtimali içinde
Türkçe’deki “Bir” sayısıyla bu kadar benzer seslerle telaffuz edilmelerinin
ortak bir kökenle açıklanabileceğini gösteren nadide örneklerdendir.
Türk
dillerinde hemen hemen hiç değişmeden “iki” ya da “yiki” şeklinde telaffuz
edilen “iki” sayısı Bir sayısından daha yaygın bir şekilde ufak ses
farklılaşmalarıyla birlikte Kızılderili dillerinin tamamına yakınında yaşamayı
başarmıştır. Bazı kullanımlarda mesela; Jicarilla Apaçilerinde “Naakii” Batı
Apaçilerinde “Naki” şeklinde
başlarına
bir “n” ünsüzü alarak yaşamayı başarmışlardır. Lavrentian dilinde “Tigneny”,
Pomo dillerinde “Kaw”, Koyukon dilinde “Netih”, Powhatan dilinde Ninge, Carrier
dilinde “Nanki”, Çipewyanların dilinde “Naki”, Willapa dilinde “Natke”, Kato
dilinde “Nakaa”, daha belirgin bir şekilde Sarcee/Tsuut'ina dillerinde “Ekiyi”,
Pawne dilinde “Pitku” şeklinde başa “p” ünsüzü alarak, Inezeno Chumash dilinde
Iskom şeklinde, Cochimi dilinde “kuak” formunda, Karok lisanında “Axak”
(x=Gırtlaksı hırıltılı h) Havasupailarda “Xuwak” , Mojave dilinde “Havik”,
Highland Chontalların dilinde “Ogueh” şeklinde aslını açıkça andırır bir ses
dizgesiyle, Kueçularda “İskay” sesleriyle kullanılan kelimenin Türkçe kökenli
İki, eki, yiki şekillerinde telaffuz edilen “İki” kelimesiyle benzerliği aşırı
bir dilbilim bilgisini gerektirmeyecek şekilde aşikârdır.
Diğer sayılarda da çok benzerlikler olmakla birlikte bilhassa
“beş” sayısı pek çok Kızılderili dilinde Türkçe “beş” sayısı ile benzerlik
göstermektedir. Bu kelimenin Kueçu dilinde “piska”, Mutsun Ohlone dilinde
“Parwes”, sesler ters dönmüş bir şekilde Maya dilinde “Job”, Wyandotlarda adeta
Türkçe’deki seslerle aynı biçimde “Weyş” (Beş>Weş>Weyş) şeklinde telaffuz
edilmesi de tesadüf olmasa gerektir. Susquehannock dilinde “Wisck”, Seneca
yerlilerince “Wis”, Mohawklarca “Wis” şeklinde ve pek çok Kızılderili
lehçesinde benzer şekillerde telaffuz edilen bu kelimelerin Türkçe “Beş”
kelimesi ile ortak bir kökenden geldiğini söylemek “iki kere iki dört eder”
demek kadar doğrudur. Diğer sayılar da bilhassa “üç” ve “dört” sayıları da dört
kelimesini andıracak seslerle Kızılderili dillerinde halen yaşamaktadırlar.
Yine Kızılderili dillerinde “Su”
kelimesi Türkçe ile benzer şekilde yaşamaya devam etmektedir. Kızılderili
lehçelerinin çoğunda su yerine “Akar” “akan” “akı” gibi akan suları anlatan
Türkçe kelimelerin kökünden gelen kelimeler de kullanılmaktadır. Herhalde
Amerika’ya göçen Türkler su ihtiyaçlarını Amerika’da bolca bulunan “Akarsular”
yoluyla karşılamışlar ve zamanla bu “akar” kelimesi su kelimesinin yerini
tutmuştu. Şimdi Kızılderili dillerindeki “su” anlamını karşılayan kelimeleri örneklerle
görelim. Batı Apaçileri “su” kelimesinin biraz değişimişi olana “tu” kelimesini
kullanmaktadırlar. Çipewyanlar, Willapalar, Katolar, Hupalar, Mattolalar,
Navajolar, Sarceler da aynı kelimeyi su anlamında kullanmaktadır. Bu kelime
diğer bazı Kızılderili oymaklarında da “Tu, ta, to” ya da benzer şekillerde
kullanılmaktadır. Peltek bir şekilde bu “su” kelimesini telaffuz ettiğinizde
“tu” denileceğini bir düşünün. Aynı mantıkla Koyukonlar “to” şeklini
kullanmakatdırlar.
Etcheminler ise farklı bir şekilde
“Shamogoon” şeklinde başkalaştırarak bu kelimeyi kullanmışlardır. Muhtemelen
“sub-akan” kelimeleri birleşik telaffuz edilmiş zamanla bu kelimeler
“Subakan>Sabakan>Samakan>Samokan>Şamok
on>şamogon” şeklinde değişimlere uğramışlardır. Tabii ki bu benzerlikler
başka şekillerde de izah edilebilir. Ancak diğer kızılderili dillerini
incelediğimizde bu savımızı destekleyici argümanlara ulaşmaktayız. Maliseet-
Passamaquoddy dilinde su anlamında kullanılan “Samakan” kelimesi, bizim
“Şamogon” kelimesinin kökeni konusunda söylediklerimizin doğru olabileceğini
açıkça göstermektedir. Hele bir de Powhatan dilinde su anlamını karşılamak
üzere kullanılan “Suckquahan” kelimesini görmemiz bizim doğru bir mantık
üzerinde olduğumuzu adeta Kızılderili dilini Türkçe’ye bağlayan şifreleri adım
adım çözme yolunda olduğumuzu bize göstermiştir. “Sudagi” şeklindeki örnek de
Pima Bajo dilinde yaşayan ve bu savımızı kanıtlayan delillerden birisi olarak
kendini bize göstermektedir.
Arikara dilinde bu “su” kelimesi
“tstoho”(sıtoho) şeklinde Türkçe’deki bazı seslerini muhafaza ederek telaffuz
edilir. Pawne dilinde isi bu “su” kelimesi daha da aşikârdır; “Kiitsu'” Bu
kelimenin aslı belki de “gitsu” yani “giden, akan su” olabilir. Chitimacha
dilinde ise bu “su” kelimesi değişik bir yolla başkalaşmış “s>k” değişmesi
yaşanmıştır. (Sub>Kub>Kuw>Ku) Achumawi dilinde başa gelen bir “a”
ünlüsü bu kelimeyi farklılaştırmış
fakat “s” sesi aynen muhafaza edilmiştir. Su kelimesi “as”
kelimesine dönüşmüştür. Cochimi dilinde su kelimesi “tasi” şekline dönüşmüştür.
ta-si.Si kelimesi ile “su” kelimesi arasındaki benzerlik oldukça açıktır.
Su kelimesinin “akar” kelimesi ile ifade
edildiğini ispat eden örneklerden olmak üzere Cocopa dilindeki “erkah”
kelimesini gösterebiliriz. Kirpik>kirpik kelimelerindeki değişimin bir
benzeri akar>erka kelimeleri arasında yaşanmış olabilir. Esselen dilindeki
asanax(h) belki de
“sulak>sunak>asunak>asanak>asanax” şeklinde bir
değişim geçirmiştir. Ya da bu kelime su-lık kelimesinden gelmiştir. Ya da yine
içinde “su” kelimesinin geçtiği başka bir kökenden gelmiştir bu kelime.
Achumawi dilindeki değişime benzer bir şekilde, Karok dilinde de su>aas
değişimi vardır. “Saundustee” şeklinde bir kullanım Wyandotlarda
kullanılmaktadır. Baştaki “sau” sesleri ile Türkçe “su” kelimesinin sesleri
arasındaki benzerliği söylemeye bilmem gerek var mı? Muhtemelen eski Türkçe’de
“Sub” şeklinde var olan kelimenin aslı “sab” kelimesi idi. Zamanla bu kelime
“b” dudaksı sesinin de etkisiyle “a” sesinin yuvarlaklaşmasıyla “sub” oldu.
Belki de Kızılderili dilindeki bu “sau” örneği gibi örnekler daha öncelerdeki
“sab” kelimesinin değişik bir biçimde farklılaşması yoluyla oluşmuş da
olabilirler.
Az önce “Akar” kelimesinin Kızılderili
dillerinde “su” anlamında kullanılmış olabileceğini ifade etmiştik. İşte bu
iddiayı güçlendiren örneklerden birisi de Choctaw dilindeki “Oka” kelimesidir.
“Akar>Aka>oka” hatta bazı Kızılderili lehçelerinde bu akar kelimesi
sadece “ka” şekline bile dönüşmüştür. Kızılderili dillerinde “su” kelimesi ile
en kuvvetli bağlantıyı Mutsun Ohlonelerde görmekteyiz. Bu yerliler adeta Türkçe
şekliyle “su” kelimesini kullanmaktadırlar. Biz “su” onlar ise Türkçe’nin
farklı bir ağzını konuşurmuş gibi aynı kavram için “si” kelimesini
kullanmaktadırlar. Coeur d'Alene yerlilerince kullanılan “sıkwe” kelimesinin de
“su” kelimesi ile bağlantılı olduğu açıktır. Az önce “sulak” ya da “sulık”
kelimesinden gelen kelimeler olabileceğinden bahsetmiştik. İşte bu iddiamızı
kuvvetlendiren örneklerden biri olarak karşımızda Sinkiuse dilinde “Sawolik”
Wenaçi dilinde de “Savulk” kelimeleri durmaktadır. (Sub-
lik>Suwlik>Sawolik) Colville ve Nespelem lehçelerinde bu kelimenin
“Si'ulk” şeklinde telaffuzu iddiamızı daha da güçlendirmektedir. Kalispel
dilindeki “Se'uliq” örneği de sanki bize “haklısınız” der gibi haykırmaktadır.
Bu durumda diğer örneklerin tamamı birleştiğinde güçlü bir delil ortaya
çıkmaktadır. Bu deliller de şunu kesin olarak ortaya koymaktadır ki Kızılderili
dilleri ile Türkçe arasında bir akrabalık vardır. Biz farklı kelime örneklerini
incelemeye devam edelim.
Türklerin asırlardan beri içli dışlı olduğu köpekleri bir
hatırlayalım. Orta Asya’da köpekleri evcilleştirmiş bir kavim elbette bu
geleneklerini Amerika kıtasında da sürdürmüş olabilir. O halde eski Türkçe’de
“Köpek” anlamını karşılamak üzere kullanılan, bugün de halen kullanılmakta olan
“İt” kelimesini bir arayalım bakalım. Abenaki dilinde “it” kelimesine benzer
bir kelime “adia” kelimesi, Cree dilinde yine benzer bir kelime “atim”
Montegnaislerde “atemu” Naskapi dilinde ise yine “atim” kelimelerinin bulunması
herhalde tesadüf olmasa gerek. Gros Ventre dilinde ise adeta aynen bu kelime
kullanılmaktadır. Bu kızıderili halkı it kelimesini “et” şeklinde telaffuz
ederek kullanmaktadır. Powhatanlar “attemus”, Sarcee/Tsuut'ina dilinde Tl-itc'â
şeklinde it kelimesi bazı sesler ilavesiyle yaşamaktadır. Tlingitler “it”
kelimesini “keitl” şeklinde telaffuz etmektedirler. Vaylakiler ise yine öne bir
“n” ünsüzü ekleyerek bu kelimeyi “n-ati” şeklinde yaşatmaktadırlar. Demek ki
Kızılderili lehçelerinin çoğunda kurallı bir değişim yaşanmıştır. Bazı lehçe ya
da dillerde başa “L” bazı lehçelerde “N” bazı lehçelerde de “t, x” gibi
ünsüzler gelerek kelimeler başkalaşmıştır adeta. Arikara dilinde de bu it
kelimesinin önüne “x” ünsüzü gelmiştir kelime “xats” şeklinde yerleşmiştir.
Daha pek çok lehçede “it” kelimesi ve türevlerine rastlamamız mümkündür.
Bu sefer farklı bir yöntemle birkaç Kızılderili dilini ayrı ayrı
inceleyelim:
Mesela
şimdi Abenaki diline bir bakalım. Bu dille Türkçe arasındaki benzerlikleri
bulalım. Bu dilde Hey! Ünlemi Türkçe’dekiyle neredeyse aynıdır. Kway! şeklinde
telaffuz edilir. Tabii ki pek çok farklı dilin tesiriyle Kızılderili dillerinde
büyük başkalaşmalar da görülmüştür ancak yine de Türkçe ile ortak yönler bu
dillerde bulunmaktadır. Yine bu dilde söylemek, demek fiili Türkçe’deki -de
fiiliyle aynıdır. Bir Abenaki de- fiilini karşılamak için ı-da- fiilini
kullanır ki baştaki ı sesi bu kelimenin de- kökünden geldiğini anlamamıza engel
değildir. Yine bildiğimiz gibi eski Türkçe’de İyi anlamında Eygu kelimesi
kullanılırdı. İşte Abenaki dilinde bu kelime biraz farklılaşarak yaşamaya devam
etmiştir. ”y” sesi “L” sesine dönüşmüştür. Kelime karşımıza “Oligu-oligo”
şeklinde çıkmıştır. Yine bu dilde bazı Türkçe kelimeler açık olmasa da
kelimelerle birlikte kalıplaşarak yaşamaya devam etmiştir. Örneğin “O iyidir”
cümlesi “Olig-en” şeklinde kurulur. Burada da eski Türkçe’de “bu, o”
anlamlarına gelen “an” kelimesini “en” şeklinde bulmaktayız. İsterseniz bir
cümle inceleyelim.
“Ni
didam oho. ” Bu cümleye baktığımızda “N” sesinin “M” sesinden başkalaştığını Bu
“Ni” kelimesinin aslının “Mi” kelimesi olduğunu unutmayalım. Bunu başka bir
örnekle ispat da
edeceğiz.
Bir de burada Amerika’da asırlardır hüküm süren Anglo-Sakson dillerinin de
etkisinin varlığını unutmamak gerektiğini de söyleyelim. Zira cümle dizilişi
bizi aldatabilir. Şimdi bu cümlenin anlamını söyleyelim aynı dizilimle. “Ben
derim “evet” Şu “didam” kelimesine bir bakın. “Dedim” kelimesinden başkalaşmış
bir kelime gibi gözüküyor.
Abenaki dilindeki zamirler de Türkçe zamirlerle benzerlik
göstermektedir. Mesela “O” adılını karşılamak üzere kullanılan zamirlerden
birisi de “YO” zamiridir ki buradaki ses benzerliği oldukça bellidir. Erkek
anlamına gelen “San-oba” kelimesinde oba kelimesi erkekliği çağrıştıran “ap”
kelimesinden gelmiştir muhtemelen. Yine kadın kelimesi yerine bu dilde
“behanım” kelimesi kullanılır ki bugün de çoklukla kullandığımız Türkçe “hanım”
kelimesinin ta kendisidir bu kelime. Yine “bu gün” demek için “bame gizakak”
kelime grubu kullanılır. “Bame” ile “Bu”, “gizakak” ile de “gün” ya da “güncük”
kelimeleri arasındaki şaşırtıcı benzerlik de bir kökendaşlığı çağrıştırmıyor
mu? Bizi asıl şaşırtan örnek yarın anlamına gelen “Saba” kelimesidir. Kurmanç
lehçesinde “Sibe” şeklinde telaffuz edilen bu kelime “Sabah” kelimesinden
gelmektedir. Ancak “sabah” kelimesi köken itibariyle Türkçe bir kelime
değildir. Bu kelime Arapça’dan geçmiştir dilimize. O zaman şunu söyleyebiliriz.
Osmanlı’dan göçüp Amerika’ya yerleştirilen Meluncan Türklerinin dilerinin
etkisidir diyebiliriz bu benzerlik için. Yine bu dilde “hava”
anlamına gelen “awan” kelimesini aynı teoriyle izah edebiliriz. Demek ki öyle
ya da böyle Türkler bir şekilde birbirlerini buluyor ve Türkçe yeni
karşılaşılan kavimin diliyle kendisi arasındaki eksikliği gidermek için bütün
gücüyle çalışmakta, Türkçe kökenli olabilecek olan dile yeni kelimelerinden de
ekleyebilmektedir. Biz kelimeleri incelemeye devam edelim. Güneş kelimesi
Abenaki dilinde “gizos” şeklinde telaffuz edilir. Bu kelime ile “güneş”
kelimesi arasındaki ortaklık da açıkça görünmektedir. (güneş>gizos).
“Ye haydi!” bu dilde “Mic ida” şeklinde
söylenir. “ida” kelimesiyle “hadi” kelimesi arasındaki benzerlik ilgi
çekicidir. Bu dilde “anne” ve “baba” anlamlarını karşılayacak kelimeler de
açıkça ortak bir kökeni işaret ederler. Bilindiği gibi Türk lehçelerinde “Baba”
kelimesini karşılamak üzere “Dede, dada” gibi kelimeler de kullanılırlar ki
bugün bu kelime “büyük baba” anlamında dilimizde de yaşamaktadır. Abenakice de
“baba” kelimesinin karşılığı “dada” kelimesidir. Benzerlik bununla sınırlı
değildir. Bildiğimiz gibi “ana, anne, nene” kelimeleri Türkçe’de “anne”
kelimesine karşılık olarak kullanılır. Abenaki dilinde ise anne kelimesine
karşılık olarak benzer şekilde “nono” kelimesi kullanılır ki bu benzerlik
oldukça şaşırtıcıdır. Yine “bebek” anlamına gelen “çijiz” kelimesinin “çocuk”
kelimesi ile aynı kökenden
gelmediğini de kimse söyleyemez. Arada hiçbir ortak özellik
olmasa da bu benzerlikler bizi derin derin düşündürtmelidir.
Şimdi de gelin başka bir Kızılderili
lehçesini, mesela Kueçu dilini bir inceleyelim. Azeri Türkçesinde yaşamakta
olan “apar-“ (götür-) kelimesini ufak bir farkla bu Kueçu dilinde bulunca bizde
sizler gibi şaşırdık öncelikle. Ancak bu kelimenin bizim savlarımızı
destekleyici deliller grubuna dahil edilmesi de bizi ayrıca sevindirdi. “Apar-“
fiili Kueçu dilinde “Apay-“ şeklinde telaffuz edilmekte. Sadece bir r>y değişmesi
olmuş. “Ye-“ fiiliyle benzer bulduğumuz “ayça-“ fiilinden de bahsetmeden
geçemeyeceğim. Bu kelimenin “Aş-“ kelimesinden gelmesi ise kuvvetle
muhtemeldir. “Aş-ça- Aşçamak”. Hatta Tatar Türkçesinde “ye-“ fiilini karşılamak
üzere “Aşa-“ kelimesinin kullanıldığını düşünürsek bu “Ayça-“ fiilinin de
Aşa>Aça>ayça şekline dönüştüğünü kabul edebiliriz. Zaten telaffuzdaki
benzerlik oldukça açıktır. Tatar Türkleri çocuklarına “aşa balam aşa” derler.
Yani “yemek ye oğlum ye” derler. Muhtemelen bu kelimeler arasında bir bağlantı
vardır. “eyi” (iyi) kelimesi bu dilde “alli” şeklinde telaffuz edilir. Yine bu
dilde akşam “tuta” kelimesiyle ifade edilir. Öğleden sonra “tün-aydın”
kelimesini kullandığımızı bir hatırlayın. Türkçe’de “kün” gündüzü “tün”
kelimesi de akşamı ifade eder. Hatta tavukların “tüne-diğini” de söyleriz bazen
yani akşamladığını anlatmak isteriz. İşte Kueçu dilindeki akşam anlamındaki
“tuta” kelimesi de büyük bir ihtimalle bizim “tü-n” kelimesinin “tü, tu”
sesiyle alakadardır. Zaten sondaki “-n” sesi tekillik ifade eden ektir. Kök
“tü-“ kelimesidir. Güzel anlamına gelen “kuyaylla” kelimesinin “küzel” kelimesi
ile ilişkisi de asla inkâr edilemeyecek kesinliktedir.
“kuzel>kuyel>kuyal>kuyayl”...
Tanrı kavramını karşılamak üzere bu dillerin bazısında kullanılan
kelimeler de öz Türkçe kelimeler olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Hatta
küçültmenin yanında sevgi, teklik ifadesi olarak da kullanılan “-çik” eki de
Tanrı için sıklıkla kullanılır. Burada maksat Tanrıyı küçültmek değil onun
tekliğini ve çok sevildiğini vurgulamaktır. Mesela “apunçik” kelimesi
kullanılır bazen Tanrı kavramını karşılamak için. Bu kelime köken itiberiyle
“apa” (güçlü, erkek) kelimesinden gelmiş olabilir. Biricik güç sahibi anlamında
da “apunçik” kelimesi ile Tanrıya yakarılmış olabilir. Yine “efendi” manasına
gelen “kamak” kelimesinin eski Türkler’de din adamı ve efendi görevindeki “kam”
kelimesinden gelme olasılığı oldukça fazladır. Yine Tanrı manasında kullanılan
“tayta” “tata” kelimeleri Eski Türkçe’de baba anlamında kullanılan” dede, dada”
kelimelerinden gelmiş olabilir. Ya da bu “tayta” kelimesi “tengri” kelimesi ile
alakalı olabilir. Ancak birinci ihtimal bizce daha kuvvetlidir. Zira bu dilde
“tayta” ve “tata”
kelimeleri “baba, dede” anlamlarında da kullanılmaktadır.
Bu dilde “az” manasına gelen “as”
kelimesinin varlığı apaçık bir şekilde bizi Türkçe’nin sahillerine
götürmektedir. Yine eski Türkçe’de “büyük, güç” anlamlarına gelen “kurak”
kelimesi de bu dilde “büyük” anlamında kullanılmaktadır. Belki de bu kelimenin
Türkçe "gür" kelimesi ile bir kökendaşlığı bile vardır. Yine “çok”
anlamında bugün “onca” şekliyle kullanılan “ança” kelimesine de rastlıyoruz.
Yine “büyük” anlamında kullanılan “biyiha” kelimesi bizim yüzümüze “büyükçe”
bir tebessüm kondurmayı başarıyor. (büyük>biyik>biyih>biyiha).
Bugün “uyar-“ şeklinde kullandığımız
kelime Kızılderililerde “uyariy, uyay “şekillerinde duymak, duyurmak
anlamlarında kullanılmaktadır. Zaten “uy” ve “duy” kelimeleri arasındaki ses
benzerliği de ortadadır. Bu dillerin akraba diller olduklarını anlamak için bu
birkaç örnek bile yeter ancak biz gücümüz yettiğince örnekleri toplamaya devam
edeceğiz inşallah. Bugün anlamında kullanılan “kun-an” kelimesi de bize çok şey
söylemektedir. “an” kelimesi eski Türkçe’de de “bu, o” anlamlarında kullanılmaktaydı.
“kun” kelimesinin “kün” kelimesi ile aynı kökenden olduğunu söylemeye bile
gerek yok sanırım. “Işık” ve “açık” anlamlarına gelen “açik” kelimesi de bize
Türkçe olduğunu söylemektedir. Belki de bu “ışık” kelimesi köken itibariyle
yine “açık” kelimesinden gelmektedir “aydınlık” anlamını karşılamak üzere. Ya
da Kueçu dilinde bu iki kavram “açik” şeklinde telaffuz edilmektedirler. Bu
kelimenin öz Türkçe bir kelime olduğunu herhalde ilkokula giden bir çocuk bile
anlayıverecektir.
Kurmanç lehçesinde “keçik” Anadolu Türkçesinde “köçek” şeklinde
telaffuz edilen “kız” anlamındaki kelimenin bir benzerine aynı manada Kueçu
dilinde de rastlamaktayız. Bu dilde “kaçun” kelimesi “kız” anlamında kullanılan
kelimedir. Bu kelime Türkçe Hatun>Kadun>Kadın şeklinde değişime uğramış
kelime ile de alakadar gibi gözükmektedir. Yine Türkçe’de kadınlar için
kullanılan “nene, nana” kelimeleri de bu dilde kadınlar için kullanılır. Bize
göre bu dilde Türkçe ile akraba daha binlerce kelime var.
Tabii ki sadece bu örneklere bakıp da Kızılderili dilleri
tamamen Türkçe’dir ya da Türkçe kökenlidir dememiz bilimsel olarak mümkün
değil. Amerika kıtası yakınlarındaki Kayıp Kıta Atlantik ya da sulara gömülmüş
olan “Mu Kıtasının” sâkinlerinden pek çoğunun Amerika Kıtasına göçmüş
olabilecekleri; bu milletlerin dillerini de pek çok özellikleriyle beraber bu
kıtaya getirmiş olabilecekleri de hesaba katılmalıdır.Çok önceleri dilleri
Türkçeden farklı
pek çok kavmin Orta Asya’dan Bering Boğazı yoluyla Amerika
kıtasına göçtükleri de bilinmektedir.Elbette bütün bu göçler ve farklılıklar bu
kıtada Homojen bir dil sistemi oluşmasını önlemiş olabilir. Ancak yine de Kueçu
Kızılderilicesi gibi bazı Kızılderili dillerinde Türkçe ile var olan
benzerlikler gözden kaçmamaktadır.
Bu araştırmalar Türkçe’nin yazıya geçirilmemiş çok eski
formlarının da ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Bu örneklere bakarak diğer
dillerde var olan ancak delil yetersizliğinden dolayı anlayamadığımız Türkçe
kökenli pek çok kelimeyi de bulmuş olacağız. Bu da insanlarımızın dilimize olan
sevgisini bir kat daha arttıracaktır.
Bu ve benzer konuları bundan sonraki yazılarımızda da incelemeye
devam edeceğiz. Biz sadece bir “dikkat çekiciyiz”. Gayemiz uyumakta olan
“dehaları” uyandırmak. Bu konularla ilgili gerekli çalışmaları yapmak konusunda
ilgili “bilim adamlarımıza” çok iş düşmektedir. Bu yazımızla onları da Türkçe
ve Kızılderili dilleri arasındaki benzerlikleri, ortak yönleri, araştırmaya
davet ediyoruz. Biz bu kısıtlı imkânlarımızla bu güzellikleri gördüysek herhalde
ilimkentlerimizin değerli hocaları daha bilimsel, daha tarafsız çalışmalarla
kim bilir ne güzellikler yakalayacaklardır?
Şurası da bir gerçek ki Kızılderili
dilleri ve Türkçe arasındaki benzerlikler binlerce kelimeyle de
sınırlandırılamayacak düzeydedir. Biz bile bunu görmekteyiz. Amacımız;
insanımızın ve dünya insanlarının da bu güzellikleri görmesi. Belki de kapıda
bekleyen ve Fransa’da ayak sesleri duyulan “Medeniyetler Çatışmasını”
önleyebilmenin yegâne çaresi de dillerdeki, kültürlerdeki ve geleneklerdeki bu
ve benzeri ortak yönleri ortaya koymaktır.
Yüce Yaratıcı da Kuran’da “Biz dilleri
ve renkleri birbirinizi tanıyasınız diye farklılaştırdık. ” buyurmuyor mu?
Diller, bu ve benzeri çalışmalarla dünya insanlarının kardeşçe yaşamasının da
bir teminatı olabilir. Türkçe ise dünya insanlarını Yunus’a, Hacı Bektaş-ı
Veli’ye, Ahmed Yesevilere ve de tüm diğer güzelliklerimize yaklaştıracak “altın
bir köprüdür. ”Dünya insanlığını kurtuluşunun formülleri ise Türkçe ile
yazılmış binlerce ciltlik eserlerde fazlasıyla vardır. Terörden, kandan, kinden
kurtulmak için tüm dünya insanlarını Türkçe’ye çağırıyoruz; sevginin dili olan
Türkçe’ye.
Oğuz
DÜZGÜN
Kaynaklar:
(Kayıp Medeniyetler-Carpe Diem Kitap)www. native-languages. org/
KUANTUM
FİZİĞİ VE TÜRKÇE
Evrendeki düzenin kurallarının
formüllerle ve de çeşitli işaretlerle gösteriminden ibaret olan pek çok bilim
dalının, dilbilimde yansımalarının olması gibi, fizik biliminin de dilbilimde
bazı yansımaları olacaktır ve de olmuştur. Öncelikle meşhur “Shrödinger’in
Kedisi” örneğini hatırlayarak, kuantum fiziğinin bize demek istediğini anlamaya
çalışalım. Shrödinger adlı bilgin, varlığın normal şartlar altında var ya da
yok olmasının olasılığının Yüzde 50 olduğunu savunur. O bunu ispat etmek için
de laboratuarında bir deney düzeneği hazırlar. Kapaklı bir kutunun içersine
iple bağlı bir çekiç, çekicin tam düşeceği yere de siyanür dolu bir şişe
koymuştur. Bu kutuya daha sonra bir de kedi konulur. Kutunun kapağı kapanır.
Ortada bir belirsizlik vardır. İçeride var olan bir sayaç, radyo aktif bir
çekirdeğin patlamasını kaydedecek, buradan gelen çıktı, bir büyültücü kutu
içine aksettirilecektir. O da çekici harekete geçirerek, siyanür şişesinin
kırılmasına böylelikle de kedinin ölmesine sebep olacaktır. Kedi bu durumda
yüzde elli ölü, yüzde elli canlıdır. Bu teori bazıların göre saçma olarak kabul
edilmektedir. Ancak bu teori tüm evrene uyarlandığında evrenin her an yok
olması imkan dahilinde gibi gözükmektedir. Fakat evren milyonlarca yıldır
düzenli gelişimini sürdürmektedir. Demek ki evren belli bir
düzenleyici tarafından en düzenli yöne yönlendirilmektedir.
Yoksa kuantum fiziğinin söylediği hakikat, bizi her an yok olma korkusuyla dolu
kâbuslara itecektir.
Bu kurala göre, bir dildeki kelimeler her an
başkalaşabilecektir. Bu ihtimal yüzde ellidir. Bu dillerin düzenli olarak
kalmaları da yüzde elli ihtimal dahilindedir. İngilizce daha çok düzensizleşme
ihtimalini seçerken, Türkçe’nin düzenlileşmesinin sırrı nedir? Bu bir tesadüf
müdür? Bence bu tesadüf değildir. Fakat Türkçe’nin bu kurala
uyarlayabileceğimiz bir bölümü vardır. O da kelimelerin farklı vurgu ve
tonlamalarla farklı anlamlara gelecek şekilde kullanılmalarıdır. Türkçe’de
olumlu olarak kabul edilen bir fiil düşünelim. Bu “Geliyorum” fiili olsun. Bu
fiilde gördüğünüz gibi olumsuzluk eki yoktur. Bu fiilin olumsuz şekli
“gelmiyorum” dur. Shrödinger’in Kedisi örneğine göre, “geliyorum” kelimesinin
olumlu ya da olumsuz olması yüzde elli ihtimalle mümkündür. Hafif bir vurgu
değişikliği ile bu kelime kızgınlık anında başımızı sallayarak söylediğimiz ve
olumsuzluk ifade eden “geliyorum geliyorum” şeklindeki vurgusuyla söylenebilir.
Bu kullanım “tariz” sanatının bir benzeridir aslında. Yani, sağ gösterip sol
sallamak. Bir arkadaşımız çok kibirlidir, mesela ona “ sen çok mütevazısin”
deyiveririz. Burada amacımız onu yermektir, övmek değil. Ancak bu kelimenin
yüzde elli gerçek manasında olabileceği ihtimali de saklı tutulur. Bu sözü
söylediğimiz şahıs itiraz ederse, “canım ben sana kötü bir şey demedim ki
mütevazısin dedim sadece” deyiveririz. Ya da bir kelime hafif bir vurgu
değişikliğiyle bütün bir cümlenin anlamını değiştirebilir. Şimdi aşağıya
yazacağım cümlenin anlamını söyleyin lütfen:
“Genç adamın yanına gitti. ”Şimdi bu cümledeki “genç” kelimesi
ya “adam” kelimesinin sıfatıdır ya da kendi başına bir isimdir. Bu iki
seçeneğin doğruluk olasılığı yüzde elli, yüzde ellidir. Yani buradaki genç
kelimesi yüzde elli isim ve yüzde elli sıfattır.
Öğrencilik günlerimizde Türkçe dersinde
bize sık sık verilen “Oku baban gibi kötü olma” örneğini hatırlayalım. Bu
cümlede birbirine zıt iki farklı anlam vardır. Burada kişiye ya babası gibi
kötü olmaması, ya da babası gibi okuması öğütlenmektedir. Bu iki seçeneğin
doğruluk olasılıkları yüzde ellidir.
Yine Türkçe’de tek başına yazılan bazı
eş sesli kelimelerin de hangi anlamı karşılayacağı yüzde elli olasılıkla
bilinir. Örneğin, “al” kelimesi almaktan “al” fiilini mi yoksa “kırmızı”
manasındaki “al” rengi mi anlatmaktadır? Ya da “yüz” kelimesi sayı olan “yüz”
müdür yoksa “surat” manasındaki “yüz” müdür? Her iki seçenek de yüzde elli
yüzde elli doğrudur. Belki
de Türkçe’nin bu gibi yönlerinde Kuantum Fizik yasalarının
tesiri vardır. Evrendeki tüm yasaları bize göre, bünyesinde barındıran Türkçe,
neden kuantum fiziğinin çekirdeklerini de içinde barındırmasın?
Şunu da söyleyelim. Kuantum Fiziği
alanında ortaya atılan teoriler de aslında çoğu zaman problemlerin çözümünde
yetersiz kalırlar. Bizim çalışmamız, Türkçe’yi dünya bilim adamlarına ve de
insanlarına sevdirmek adına yapılmıştır. Bu yazımız öncelikli olarak Türkçe’nin
beğenilirliğini arttırmak ve bu dilin bilim çevrelerince tartışılması,
incelenmesi gerektiğini ifade etmek için yazılmıştır. Aslında Kuantum Fiziğinin
dillendirdiği belirsizlikler, Türkçe’de çok azdır, istisnadır. Ancak Türkçe’nin
her istisnasından başka bir kurala kapı açılabilir. O halde fizikçilerimiz,
Türkçe’nin fizik bilimiyle irtibatlı incelemesini de yapmalıdırlar. Biz sadece
onlara minik bir davetiye gönderdik.
Türkçe yaşamaktadır. O bütün diller gibi belki de daha fazla,
evrenin parçasıdır. Belki de o evrenin düzeninden süzülmüş bir dildir. Türkçe
bu mantıkla incelendiğinde ondaki pek çok güzellik de kendisini gösterecektir.
Bu şekilde Türkçemiz, bilim dili olarak, tüm dünyaca kabul edilecektir. Bu bir
ütopya ya da hayal değildir. Gelecek bunu çok açık bir şekilde ortaya
koyacaktır. Türkçe’nin sadece fizikle değil tüm bilimlerle olan ilişkisi de
artık ortaya konulmalıdır. Bu alanda bilim
adamlarımıza ve dilcilere çok iş düşmektedir. Başka bir örnek
vererek konuya bir hatime çekelim. Biz de bu örneğimizde bir kedi kullanalım.
Bu da
Oğuz’un kedisi Minnoş olsun (Minnoş çocukluğumda beslediğim bir
kedinin adıydı)
KÜÇÜK KEDİ SEVDİ: “Küçük bir çocuk, kedi sevdi. ” Bu anlamın
doğruluk olasılığı, yüzde ellidir. (Çocuğun biri bir kediyi sevdi)
KÜÇÜK KEDİ SEVDİ: “Küçük bir kedi, başka birini sevdi. ” Bu
anlamın da kastedilmiş olma olasılığı yüzde ellidir. (Küçük bir kedi sevme
eyleminde bulundu)
TÜRKÇE’DEKİ
ERİL VE DİŞİL KELİMELER
Bize hiç öğretmediler Türkçe’deki
kelimelerde de dişi erkek ayrımı olabileceğini. Belki de onlar da
bilmiyorlardı. Bu bölümde Türkçe’de bazı kelimelerde dişilik, erkeklik ayrımı
yapıldığını size ispatlamaya çalışacağım. Tabii ki bu ayrım artikeller yoluyla
yapılmaz Türkçemizde Almanca’da ya da diğer bazı bükümlü dillerde olduğu gibi.
Şimdi lütfen bayanların isimlerini ve
erkeklerin isimlerini bir düşünün. Biz doğadan da pek çok ismi çocuklarımıza ad
olarak veriyoruz. Peki, bu isimlerin hangisinin erkeğe, hangisinin bayana
konulacağını nereden biliyoruz? Bu aslında bizim şuuraltımıza atalarımızdan
miras olarak kayıtlı. Hiç kimse kızına Kaya, Demir gibi isimler vermeyi
düşünmez. Hiç bir kimse de oğluna Çiçek, Çiğdem gibi isimler koymaz. Neden?
Çünkü doğadaki bu varlıklara bizler farkında olmadan dişilik, erkeklik vermişiz
de ondan.
Buna göre Türkçe’de bitki isimleri dişi
kabul edilir. Sert, celalli varlıkların isimleriyse erkek. Kesin ölçü bu değil
tabii ki. Bu kuralda istisnalar çoktur. Bazı isimler de “nötr” yani hem erkeğe,
hem de dişiye veriliyor. Örneğin “ay” dişidir Türkçe’de. Eski destanlarda bile
Ay kız ismi olarak geçer. Tabii ki bu kullanımın istisnai uygulamaları vardır,
günümüzde de olmuştur bu istisnâi uygulamalar. Güneş ise erkektir. “Gün” ismi
erkeklere verilir. Örneğin Ogün, Ergün gibi. Elbette bu kelimenin dişiler için
kullanıldığı örneklere de nadiren rastlanır. Buradaki mantık da mükemmeldir. Ay
edilgendir. Işık kaynağı değildir. Işığı güneşten alır. Güneş etkendir. Bu
durumda güneş erkek, ay dişi olmaktadır. Kutadgu Bilig adlı eserde Kün-Togdı ve
Ay- Togdı kullanımları vardır. Burada da görülecektir ki Kün-Togdı (Gün-Doğdu)
Etken olandır, yâni Hükümdardır. Ay-Togdı (Ay Doğdu) ise edilgendir yâni
vezirdir. Demek ki Türkçemizde erillik-dişillik ifade eden bâzı kelimeelr
etkenlik- edilgenlik karşıtlığı için de kullanılmışlar. Tabii ki bu her zaman
olmamıştır.
İsterseniz Türkçemizdeki bazı
kelimelerle Almanca’daki bazı kelimeleri kıyaslayalım. Bakalım Almanca’daki
dişilik ve erkeklik mantığıyla bizim kelimelerimizdeki dişilik ve erkekliğin
bir paralelliği var mı? Almanca’da manzara, resim, renk gibi kelimeler dişidir
yani “feminin” Biz de renk, resim, manzara kelimelerini dişi olarak kabul
ediyoruz. Bu kelimeleri birer isim olarak kızlara mı, erkeklere mi verirdiniz?
Bunu düşünün. Bu isimlerin şuuraltımızda dişi olarak kayıtlı olduğu, bu
denemeyle ortaya çıkacaktır. Tabii ki Almanca gibi dillerde var olan
dişillik-erillik mantığı ile Türkçe’deki dişillik-erillik mantığı arasında bazı
benzerlikler olsa da yer yer farklar da bulunur. Belki de başlangıçta belli bir
mantığa ve kurala dayanan dişillik-erillik uygulamaları bazı dillerde tamamen
klişeleşmiştir. Bu durumda da mantıksızlıklar, kuralsızlıklar almış başını
yürümüştür.
Doktor deyince aklımıza erkeksilik çağrışımı yapılırdı. Bu
kelimeyi bir isim olarak koysaydık herhalde erkek çocuğuna koyardık. Zaten
doktor kelimesi Almanca’da masculin yani erkek.
Elbette bayanların da sıklıkla Doktor olmaya başladığı günümüzde
dişi ve eril ayrımı Doktor kelimesinin sonuna eklenen “Bey” ya da “Hanım”
kelimeleriyle sağlanmaktadır. Bu yönüyle Türkçe’de kelimeleri kesin kurallarla
dişi ya da erkek diye belirlememenin de yararları olduğu görülür. Almanca’da
olduğu gibi bu kelimeye kesin olarak “dişi” deseydik bayanlar için farklı bir
kelime bulmak zorunda kalcaktık içine düştüğümüz paradokstan kurtulmak için.
Ancak “Hemşire” örneğinde olduğu gibi bazı kelimeler vardır ki tamamen
dişilemişlerdir.
Zaten bu kelime Arapça kökenli bir kelimedir ve anlamı
itibariyle “Kız Kardeş” anlamını ifade etmektedir. Elbette bu kelime de
erkekler için kullanıldığında zamanla galat-ı meşhur olacak ve lugat-ı fasihten
de evlalaşacaktır. Bizce bu durumda erkek hemşireleri ifade etmek için başka
bir kelime türetilmelidir. Sağlıkçı, Sağlık Memuru, Sıhhıyeci, Sağlıkeri vb.
Az önce çiçek örneğini vermiştik ve
Türkçe’de bu kelime dişi demiştik. Almanca’da ve pek çok dilde de çiçek
kelimesi dişidir. Mesela, Şâir kelimesi de erkeksi bir isimdir bizde.
Almanca’da da “şair” kelimesi erkeksidir. Anadolu insanı, “toprak ana” tabirini
sıklıkla kullanır. Yani toprak, Türkçe’de doğurganlığı, dişiliği temsil eder.
Almanca’da da toprak (erde) kelimesi dişidir. Çoban deyince aklımıza hemen bir
erkeksilik geliverir. Almanca’da da bu kelime erkek olarak kabul edilmiştir.
Eğer “aşk” kelimesi bir isim olsaydı bu ismi erkeklere mi verirdiniz, kızlara
mı? Sanırım çoğunluk bu ismin kızlara daha çok yakışacağını söylemiştir. Hatta
düşünün bir kere bu kelimenin yakın anlamlısı “Sevgi” kelimesini erkeklere mi
veriyorsunuz, kızlara mı? Tabii ki kızlara. Demek “aşk” ve “sevgi” kelimeleri
dişi birer kelimedir. Türkü kelimesi genelde bayanlara isim olarak konuluyor.
Herhalde müzik kelimesini de isim olarak kullansaydık, bu kelimeyi bayanlara ad
yapardık. Çünkü bu kelime dişi bir kelime. Almanca’da da bu böyle. Tatlı
kelimesi de dişi bir kelime Almanca’da. Bizde de bu böyle.
Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi Türkçemizde de dişi ve
erkek kelimeler var.
Fakat bu kelimeler Almanca’da olduğu gibi artikellerle esir
edilmemişler. Hem bu kullanımlar bütün Türk lehçelerinde de kesin olarak aynı
değildir. Ve de “şu kelimeler sadece dişilere” ya da “bu kelimeler sadece
erkeklere” verilecek diye
elimizde kesin emirnâmeler bulunmamaktadır. Bu nedenle bâzı Türk
lehçelerinde dişilere verilen bir isim, bazı Türk lehçelerinde erkeklere
verilebiliyor. Almanca’daki ya da diğer dillerdeki dişil ve eril kelimelerin
bizim dilimizdekilerle tamamen paralel olduğunu söylemiyorum. Elbette her dilin
dişillik ve erillik mantığında bazı farklar olabiliyor.
Üstelik kelimelerin bu özellikleri, sadece insanlara isim
koyarken dikkate alınır. Bilinçli olarak uygulanmazlar. Geleneklerle, toplumsal
kurallarla, kültürle şekillenirler. Yani AngloSakson dillerinde olduğu gibi
dişilere dişil, erkeklere de eril zamir kullanımı Türkçe’de yoktur. Ya da dişil
eril artikeller dilimizde yoktur. Bu gibi sebeplerle Türkçe eşitlikçi bir
dildir, her cinse eşit bakar. Hatta Türkçe bütün kâinatın unsurlarını el ele
vermiş kardeş varlıklar olarak görür ki “O” zamirinin hem dişiler, hem eriller,
hem canlılar hem de cansızlar için kullanılması bu gerçeği gösterir.
Hint Avrupa dillerinde var olan düzensizlik kuralı yine bu
konuda da karşımıza çıkıyor. Mesela Fransızca, İngilizce gibi pek çok dilde
kelimelerin dişilliği ve erilliği mantıksallıktan uzaklaşmış durumda. Belki de
Avrupalı bilim adamları bu nedenle Esperanto gibi yapma diller geliştirme
peşinde koşuyorlar. Belki de onlar kendi dillerindeki bu kuralsızlıklardan,
düzensizliklerden kurtulmak istiyorlar.
Belki çok eskilerde belki de on binlerce yıl önce, atalarımız
kullandıkları kelimelerin dişiliğini, erkekliğini daha iyi biliyorlardı. Belki
de sadece onların bazı kullanımları bize miras kalabildi. Eğer benim
bahsettiğim bu mantıkla Türkçe bazı kelimeleri incelersek, bu kelimelerin de
bizlere eril ya da dişil özellikleri çağrıştırdığını fark edebiliriz.
Bu aslında bizi bir yerde ilk çekirdek
dile de götürüyor. Bu dil, bütün dillerin birleştiği nokta.
Bütün dünya dillerinde benzer şekillerde
bazı kelimeler insanlarda erillik ve dişillik çağrıştırıyorsa, bu kelimelerin
ruhunun ortak bir kökenden gelmesi kuvvetle muhtemeldir.
TÜRKÇE’DEN ARAPÇA’YA GEÇMİŞ KELİMELER
Bu kitabımızın çeşitli yerlerinde ve
şimdi okuyacağınız bölümde Osmanlı Türkçesi tabirini çoklukla kullanıyoruz.
Türklerin tüm dünyaya, kültür, medeniyet, edebiyat yönlerinden üstünlük
sağladığı en güçlü dönem Osmanlı dönemi olmuştur. Bu sebeple, Türkçe’den
dünyaya kelime yayılımı en çok bu dönemde olmuştur. Dünya üzerinde geniş bir
alana yayılan Osmanlı, idaresine aldığı ve çeşitli sebeplerle ilişkiye girdiği
milletlerin dillerinden de tabii olarak, kelimeler almıştır. Bu sayede Osmanlı
Türkçesi dediğimiz, Türkçe’nin yeni bir lehçesi oluşmuştur. Osmanlı gibi
medeniyet sahibi ve tüm dünya üzerinde egemen bir devletin dünya dillerinden
unsurlar alması gayet doğaldır. Ancak Osmanlı aldığı yeni kelimeleri adeta
Türkçeleştirmiş, bu kelimeleri Türk’ün malı yapmasını bilmiştir.
Bu yeni alınan kelimeler Osmanlı Türkçesinde iyice yerleştikten
sonradır ki, tekrar Osmanlı’nın egemen olduğu diğer toplumlara yayılmıştır.
Osmanlı’nın diğer dillerden kelime alımı aşağılık duygusundan
kaynaklanmamıştır. Zira padişahının bir fermanıyla Fransa’daki iğrenç bir baloyu
durdurabilen ve padişahları fermanlarında Fransa’dan, Fransa vilayeti diye
bahseden bir devlet, elbette Fransa’ya aşırı hayranlığından dolayı bu dilden
kelimeler almamıştır. Tabii ki çöküşün yaklaştığı Tanzimat dönemi bahsimizden
hariçtir. Osmanlı Yunanca’dan veya diğer dillerden kelimeler alırken, bu
milletlerin medeniyetlerinden etkilenip de bu kelimeleri almış değildir. Zira
Osmanlı’nın reayası konumunda olan Yunan milleti sönük bir vaziyetteydi ve o
zaten kendisi Osmanlı medeniyetinden etkiler almaktaydı. Yunancadaki Türkçe
kelimeler ve Yunanların adetlerindeki Müslüman Türk izleri bunun canlı birer
şahididirler.
Demek ki Osmanlı ta Tanzimat dönemine
kadar, zaten kendisi asli bir medeniyet kaynağı olduğu ve kendine her yönden
yettiği için, hiçbir medeniyete hayran olmamıştır. Bu sebeple de Osmanlı
Türkçesine bu dönemde yabancı kelimelerin girme sebepleriyle, günümüzde
dilimize yabancı kelimelerin girme sebepleri bir değildir. Günümüz Türkiyesi
kültürel, medeni, siyasi ve ekonomik yönlerden batı toplumlarından geride
olduğu için, insanlarımız bu toplumlara özenmektedir. Bunun sonucunda da
dilimizden, adetlerimize kadar tamamen batı peyki bir duruma gelmiş
bulunmaktayız. Her yönümüzle batıyı taklit etme modasının dilimizde de
yansımaları görünmektedir. Bu bir milletin kayboluşudur adeta. Bu kayboluştan
kurtulmanın yegâne çaresi, kendi kültürümüzü, medeniyetimizi, adetlerimizi ve
dilimizi yeniden tüm kuvvetli yönleriyle birlikte öğrenmek, bu öğrendiklerimizi
de hayata geçirmektir. Biz eğer kendi medeniyetimizi kurarsak, o zaman
insanımız haliyle ne batıya ne doğuya özenmeyecektir. O kendisi gibi olacaktır.
Bunun için de en başta dilimizin güzelliklerini öğrenmemiz ve onun üstünlüğüne
önce kendimiz inanmamız gerekir. Milletimiz eğer dilinin diğer dillerden daha aşağı
olmadığını, onun da pek çok güzellikleri bulunduğunu tam manasıyla anlarsa;
buna inanırsa, dilini yabancı dillerin istilasından seve seve kurtarmak için
gönüllü olacaktır.
Şimdi Türkçemizin dünyanın en köklü dillerinden olan Arap dilini
nasıl etkilediğine şahit olacağız. Türklerin Arap dilini etkilemeleri bu birkaç
kelime alış verişiyle sınırlı değildir tabii ki. Arap dilini Arap milletinden
çok kullanan, onu felsefi, edebi terimlerle zenginleştiren Türkler olmuştur.
Bazı Türk kökenli felsefeciler, bilim adamları Arap dilinin Felsefe dili
olabilmesi için ellerinden gelen gayreti göstermişler, Yunanca felsefi
terimlerine karşılık gelebilecek ve Arapça’da daha önce hiç kullanılmayan yeni
yeni kelimeler, terimler üretmişlerdir. Meselemizi açıklamak için bir başka
örnek daha verelim. Arapça’da eskiden “Varlık” kelimesini karşılayacak bir
kavram yoktu. Çünkü böyle bir kullanıma da ihtiyaç yoktu. Daha sonra Yunan
felsefe metinleriyle karşılaşan ve bu metinleri Arapça’ya çevirmeye gayret
gösteren çoğunluğunu da ünlü bazı Türklerin oluşturduğu felsefeciler, bu gibi
kavramları karşılamak için yeni kelimeler türetme yoluna gittiler. Yunanca
“esse” (varlık) kelimesine karşılık gelmesi için vecede kökünden gelen Mevcud,
çoğulu olarak da Mevcudat kelimesi kullanıldı. Yine aynı mantıkla “Cosmos”
kelimesini karşılamak için “Kane” kökünden gelen “Kâinat” kelimesi
geliştirildi. “Khronos” (hareket) kelimesi için “hareke” kökünden gelen
“Hareket” kelimesi oluşturuldu. Yine İbn-i Sina karşılaştığı “Analiyse”
kelimesine karşılık bulmakta gecikmedi ve “Tahlil” kelimesini buldu. O,
tartışma manasına gelen “Dispute” kelimesinin
karşılığı
olarak da “Cedel” kelimesini yerleştirmişti. Daha önce Arap dilinde bir
karşılığı olmayan “Logic” kelimesini karşılamak üzere “Nataka” kökünden gelen
“Mantık” kelimesini, Müslüman Türk filozoflar geliştirdi.
Osmanlı Edebiyatçılarının Arapça’dan alarak kullandıkları öyle
vezinler vardır ki, bu kullanımlar Araplar arasında sonradan yayılmıştır. Bu
vezinler Osmanlı Edebiyatında şiirlere âhenk katmak için kullanılmıştır.
Osmanlı Türkçesinde türetilen pek çok kelime sonradan Arapça ve Farsça gibi
dillere geçmiştir. Örneğin; Hilal-i Ahmer kelime grubu köken olarak Arapça’dır.
Ancak bu kelime grubu daha önce Araplar tarafından bu şekilde hiç
kullanılmamıştır. Bu terkibi yapıp, kullanıma koyan millet Türkler olmuştur. Bu
Hilal-i Ahmerin Türkçe karşılığı Kızılay’dır. “Hilal-i Ahmer” terimi “Kızıl
Haç” terimine karşılık olarak oluşturulmuştur. Bütün Müslümanları temsil etmesi
açısından da Arapça kelimeler kullanılmıştır. Tabii ki bu Türk filozofların
Arap milletinin dilini zengin etmek gibi bir kaygıları yoktu. Onların kaygısı
İslam dünyasının ilim dili olan Arapça’yı tüm felsefi terimleri karşılamaya
yeterli bir dil haline getirmekti.
Bu Müslüman Türk bilginler, Arap diline bu terimleri
kazandırırken kendi dillerinden de istifade ediyor olmalıydılar. Çünkü
Türkçe’de bu gibi terimlere karşılık oluşturmak hiç de zor
değildi. Mantıklı bir yapısı olan Türkçe, yapım ekleri sayesinde
yepyeni anlamları, kavramları karşılayabilecek bir güce sahipti. Hatta bu dil,
kendi dini kavramlarını bile kendisi üretebilecek derinlikteydi. Uçmak, tamu
gibi öteler âlemlerini karşılayan kavramlar bile Türkçe’nin kendisinde
mevcuttu. Allah kavramı (tam karşılamasa da) Türkçe olan “Tengri” kelimesiyle
ifade ediliyordu. Uygur Budist metinlerini incelediğimizde de görürüz ki,
Türkler dillerinin zenginliğinden dolayı kendi dini terimlerini de çoğunlukla
kendi dillerinden türetmişlerdi.
Elbette din konusunda bu denli kavram üretebilen bir dil,
felsefe konusunda adeta kanatlanırdı.
İşte Müslüman Türk alimleri Arap dilini geliştirirken kendi
dillerinin bu zenginliğinden de istifade etmiş olmalıydılar. Demek ki,
Türkçe’nin Arapça’yı etkilemesi sadece bu dile giren Türkçe
kelimelerle açıklanacak basitlikte değildir. Türklerin ve Türkçe’nin Arapça’ya
daha köklü tesirleri olmuştur diyebiliriz. Bunları söylerken Arap dilini
küçümsediğimizi de kimse düşünmesin. Arapça’nın da Türkçe’ye bazı tesirleri
olmuştur. Hatta Fatiha suresini oluşturan kelimelerin tamamına yakını dilimize
girmiştir. Bu verdiğim örnek göstermektedir ki Türkler Kutsal Kitabımız
Kur’an-ı Kerim’in etkisiyle dillerini Arapça’nın tesirlerine açmışlardır.
Arapça’nın Türkçe’yi etkilemesi şiir dilimizin gelişmesi açısından da etkili
olmuştur.En azından dilimizde yeni uzun ünlüler oluşmuş, bu uzun
ünlüler de Türkçe’ye ayrı bir musiki derinlik katmıştır.
Arapça kendi üstünlüğünü ve evrensel bir vahiy dili
olabileceğini zaten Allah’ın kendisini seçmesiyle ispatlamıştır. Arap dilinin
başka dillerden etkilendiğini söylemek, ne günahtır, ne de Kuran’ı küçültme
anlamını taşır. Kuran-ı Kerim’de Allah kendisi bizzat Arapça’dan farklı
kelimeleri kullanarak da konuşmuştur. Örneğin, “kalem” kelimesi Yunanca kökenli
bir kelime olup, Kuran’da geçmiştir. Bu Kuran’ı asla küçültmez. Aslında “Kalem”
kelimesinin bu kitaba alınması “kalemi” yücelten ve ilahi hakikatleri
akıllarıyla bulan filozoflara, ilahi bir takdiri de ifade eder. Yine Kur’an-ı
Kerim’de İbrânice, Aramice, Rumca, Süryânice hatta Hintçe kökenli kelimelere
bile rastlanmaktadır. Çünkü Kur’an-ı Kerim “tenazzulat-ı kelamiyye” özelliğine
sahiptir. Yâni “o dönem Araplarının anlayabileceği konuşma diline yakın bir
dilde” indirilmiştir. Elbette Arapların konuştukları dil olan Arapça da başka
dillerden etkilenmektedir bir dil olduğu için.Bu nedenle Kur’an-ı Kerim’de
farklı kökenden gelen kelimelerin bulunması oldukça doğaldır.
Yukarıda da dediğimiz gibi Arapça’yı İslam alemindeki konumundan
alaşağı edebilecek bir güç de söz konusu değildir. O yine dualarımızda,
ezanlarımızda kendini bize duyuran, güzel ve geniş bir anlam derinliğine sahip
güçlü bir dil olarak kalacaktır. Türkçe’nin ya da başka bir dilin de o dilin bu
üstün yönleriyle yarışmak gibi bir kaygısı da yoktur zaten. Ezanın, Kur’an-ı
Kerim’in ya da namazda okunan surelerin Arapça olması artık bir şeâir-i İslâmiye
(islâmın Sembolü) olmuştur. Bu nedenle onların değiştirilmesi dahi teklif
edilemez. Ne Ezan, ne de Namaz Sureleri asli dilinin dışında başka bir dilde,
ibadet için kullanılamaz. Elbette Kur’an-ı Kerim’in, Ezan’ın ya da namaz
surelerinin meallerini, Türkçe çevirilerini okumamız gerekmektedir. Elbette din
adamlarının da belirttiği gibi bundan büyük yararlar edinebiliriz. Ancak
okuduklarımızın o metinlerin asılları olmadığını, anlamamız için dilimize
çevrilmiş açıklamalar olduklarını bilmemiz gerekiyor.
Sadece şu gerçeği söylemek istiyoruz. Türkçe pek çok dili
etkilediği gibi felsefi Arapça’dan tutun halk Arapçasına varana kadar bu dile
etkilerde bulunmuştur. Haliyle Türkçe de güçlü bir dini dil olan Arapça’dan pek
çok kelime alarak etkilenmiştir. Arapça ve Farsça gibi dillerden de etkilenmiş
olan Osmanlı Türkçesi, yabancı dillerden aldığı kelimeleri bir köprü vazifesi
yaparak Arapça’ya geçirmiştir. Yine bizzat öz Türkçe pek çok kelime de
Arapça’ya geçmiştir.
Şu andaki Arapça sözlükler Türkçe
kelimeler yönünden sansürlenmiş olduğundan bizim için yeterli araştırma kaynağı
olmamaktadırlar. Bu çalışma elimizdeki dar imkânlar kullanılarak hazırlanmış
bir çalışmadır. Bu nedenle kusurlarımıza müsamaha ile bakacağınızı umuyoruz.
Bazı Türkçe kelimeler, Arapça’da değişik şekillerde telaffuz edilmektedir. Bu
kelimeleri parantez içinde gösterdik. Eğer bir kelime diğer dillerden dilimize
geçmiş bir kelimeyse onu da göstermeyi uygun bulduk. Genelde Arapça’ya Osmanlı
döneminde pek çok kelimemiz geçtiği için Osmanlı Türkçesi tabirini kullandık.
Eğer Arapça’ya geçen kelimenin başka dillerden dilimize girdiğine dair bir
delil bulamamışsak ya da onun öz Türkçe bir kelime olduğunu düşünmüşsek, o
kelime için Türkçe tabirini kullandık. Tabii ki bu kelimeler içinde de farklı
kökenli kelimeler olabilir. Umarım bu naçiz çalışmamızın, Türk Dilbilim’inin
gelişmesine ufak da olsa bir katkısı olur.
Şimdi sizleri Türkçe kanalıyla Arapça’ya geçmiş bazı kelimelerle
baş başa bırakıyoruz:
Abajur-Fransızca>Osmanlı
Türkçesi>Arapça
Abanoz-Yunanca>Osmanlı
Türkçesi>Arapça
Afyon-Yunanca>Osmanlı
Türkçesi>Arapça
Ağda-Türkçe>Arapça(Muakkad-kökü
akda)
Akasya-Yunanca>Osmanlı
Türkçesi>Arapça Akbaba-Türkçe>Arapça(Ukab) Pehlivan-Farsça>Osmanlı
Türkçesi>Arapça Cambaz-Farsça>Osmanlı Türkçesi>Arapça Kırmızı-Türkçe>Arapça(Kırmızun)
Alay-Türkçe>Arapça
Albüm-Latince>Osmanlı
Türkçesi>Arapça
Ambar-Farsça>Osmanlı
Türkçesi>Arapça
Amiral-Osmanlı’lar
Arapça’dan geliştirdi>Arapça’ya geçti
Ampul-Fransızca>Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Ambule)
Ardıç-Türkçe>Arapça(Arar)
Arşiv-Fransızca>Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Arşif)
Artezyen-Fransızca>Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Artuvazi)
Bustani(bahçıvan)-Farsça Bostan
kelimesinden>Osmanlı Türkçesi>Arapça
Bahşiş-Farsça>Osmanlı
Türkçesi>Arapça
Baht-Farsça>Osmanlı
Türkçesi>Arapça
Balya>Almanca>Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Bale)
Barut-Osmanlı Türkçesi>Arapça
Bez-Türkçe>Arapça(Bezzun)
Bezelye-Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Bazila)
Bezirgan-Farsça>Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Bezzaz)
Biftek-Fransızca>Türkçe>Arapça
Bilardo-İtalyanca>Türkçe>Arapça
Bilye-İtalyanca>Türkçe>Arapça
Bodrum-Osmanlı
Türkçesi>Arapça(bedrum)
Bostan-Osmanlı Türkçesi>Arapça
Bulgur-Türkçe>Arapça(Burgul)
Burgu-Türkçe>Arapça
Burmak-Türkçe>Arapça(Bermen)
Bülbül-Osmanlı
Türkçesi>Arapça
Ceket-Fransızca>Osmanlı
Türkçesi>Arapça
Cumhuriyet-Arapça’dan Osmanlı’da ilk kullanıldı>Arapça
Çanta-Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Şanta)
Çavdar-Türkçe>Arapça(cavdar)
Çavuş-Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Caviş)
Çek-Türkçe>Arapça(Şik)
Polat-Türkçe>Arapça(Fulaz)
Çengel-Osmanlı
Türkçesi>Arapça(şengel)
Dut-Türkçe>Arapça(Tut)
Çuval-Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Cuvalık- Türkçe’deki —lık eki de -ık şeklinde geçmiş)
Dama-Osmanlı Türkçesi>Arapça
Damacana-Osmanlı Türkçesi>Arapça
Davul-Türkçe>Arapça(Tubul)
Dem-Farsça>Osmanlı Türkçesi>Arapça
Derviş-Farsça>Osmanlı
Türkçesi>Arapça
Divan-Osmanlı Türkçesi>Arapça
Domates-İngilizce>Türkçe>Arapça(Tamatımun)
Düzine-Osmanlı Türkçesi>Arapça
Efendi-Osmanlı Türkçesi>Arapça
Menekşe-Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Benefse)
Kestane-Türkçe>Arapça(kestena)
Onbaşı-Türkçe>Arapça(Evşaviş)
Fare-Türkçe>Arapça
Fayton-Osmanlı Türkçesi>Arapça
Fırça-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Furşa)
Fırın-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Furnun)
Fıstık-Türkçe>Arapça(Fustuk)
Fındık-Türkçe>Arapça(bunduk)
Firuze-Farsça>Osmanlı
Türkçesi>Arapça
Fiş-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Fişe)
Fişek-Osmanlı Türkçesi>Arapça (Fişke)
Fitil-Osmanlı Türkçesi>Arapça
Garaj-Fransızca>Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Karacun)
Gargara-Türkçe>Arapça
General-Türkçe>Arapça(Ceneral)
Gergedan-Osmanlı Türkçesi>Arapça
İbrik-Osmanlı Türkçesi>Arapça
İbrişim-Farsça>Osmanlı
Türkçesi>Arapça(İbreysem)
Kaftan-Osmanlı Türkçesi>Arapça
Kaktüs-Yunanca>Osmanlı
Türkçesi>Arapça
Kalbur-Türkçe>Arapça(Gırbalun)
Kandil-Latince>Osmanlı
Türkçesi>Arapça
Kanepe-Fransızca>Osmanlı Türkçesi>Arapça
Karanfil-Yunanca>Osmanlı
Türkçesi>Arapça
Karton-Osmanlı Türkçesi>Arapça
Kauçuk-Osmanlı
Türkçesi>Arapça(kavuştuk)
Kehribar-Farsça>Osmanlı
Türkçesi>Arapça (Kehriman)
Kelepçe-Farsça>Türkçe>Arapça(Kelebşun)
Keman-Osmanlı Türkçesi>Arapça Kereviz-Farsça>Türkçe>Arapça(Kerefsun)
Köfte-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Küfte)
Körük-Türkçe>Arapça(Kirun)
Köse-Türkçe>Arapça(Kevsec, kusec)
Kumru-Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Kumriyyun)
Kunduz-Türkçe>Arapça(Kundus)
Küme-Türkçe>Arapça(Kümetün)
Küspe-Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Küsbetün)
Lades-Osmanlı Türkçesi>Arapça
(Elyedes)
Lale-Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Bu dilde Lale Gul demek bu da Gülden gelir)
Lavanta-İtalyanca>Osmanlı
Türkçesi>Arapça
Tas-Türkçe>Arapça(Tastü)
Leylak-Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Leylek)
Leylek-Türkçe>Arapça(Laklak)
Makarna-İtalyanca>Osmanlı
Türkçesi>Arapça (Mekrunetün)
Mandalina-Osmanlı
Türkçesi>Arapça (Menderin veYusuf Efendi)
Manolya-Türkçe>Arapça(Manulya)
Mareşal-Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Türkler geliştirmiştir)
Margarin-Yunanca>Türkçe>Arapça
Marmelat-Fransızca>Osmanlı Türkçesi>Arapça Maydanoz-Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Bakdunes) Mekik-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Mekuk)
Mermer-Türkçe>Arapça Midye-Türkçe>Arapça
Milyarder-Fransızca>Türkçe>Arapça Milyoner-Fransızca>Türkçe>Arapça
Mobilya-Osmanlı Türkçesi>Arapça Mumya-Osmanlı Türkçesi>Arapça
Musiki-Osmanlı Türkçesi>Arapça Cevher-Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Cevher) Naftalin>Osmanlı Türkçesi>Arapça
Nankör-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Nakirun) Şişe-Farsça>Osmanlı
Türkçesi>Arapça Neft-Farsça>Osmanlı Türkçesi>Arapça
Ney-Farsça>Osmanlı Türkçesi>Arapça Nişadır-Osmanlı Türkçesi>Arapça
Nisan-Osmanlı Türkçesi>Arapça Nişasta-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Neşaun)
Okyanus-Osmanlı Türkçesi>Arapça Ortanca-Türkçe>Arapça(Urtansiyye) Ödemek-Türkçe>Arapça(Edde)
Paket-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Bakit) Palamut-Türkçe>Arapça(Ballutun)
Pancar-Türkçe>Arapça (Bencer)
Pabuç-Osmanlı Türkçesi>Arapça
Papatya-Türkçe>Arapça(Babunacun)
Paşa-Osmanlı Türkçesi>Arapça (Başa)
Patates-İngilizce>Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Batates)
Patlıcan-Türkçe>Arapça(Badıncan)
Pedal-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Bedal)
Peksimet-Türkçe>Arapça(Baksimat)
Pelerin-Osmanlı Türkçesi>Arapça
Perçin-Farsça>Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Berşam)
Pergel-Farsça>Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Berkel)
Pervane-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Bervane)
Portakal-Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Burtukalun)
Pudra-Fransızca>Osmanlı
Türkçesi>Arapça
Reçine-İtalyanca>Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Ratinecun)
Sac-Türkçe>Arapça
Salça-İtalyanca>Osmanlı
Türkçesi>Arapça
Samur-Farsça>Osmanlı
Türkçesi>Arapça
Sarnıç-Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Sıhrıc)
Satranç-Farsça>Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Şetranc)
Sele-Türkçe>Arapça
Servi(Ağaç)-Farsça>Türkçe>Arapça(Servun)
Sigara-Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Sicara)
Siğil-Türkçe>Arapça(Sü’lül)
Sinema-Fransızca>Osmanlı
Türkçesi>Arapça
Sini-Türkçe>Arapça(Sınıyye)
Şah-Farsça>Osmanlı
Türkçesi>Arapça
Şalgam-Türkçe>Arapça(Şalcam)
Şamdan-Farsça>Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Şamadan)
Şamfıstığı-Türkçe>Arapça(Fustuka)
Şalvar-Farsça>Osmanlı
Türkçesi>Arapça(Servalun)
Tabur-Türkçe>Arapça
Tabure-Farsça>Osmanlı
Türkçesi>Arapça
Şaklaban-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Şaklabatun- Takla)
Tarçın-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Darsınıyyun)
Taze-Türkçe>Arapça(Tazecun)
Tebeşir-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Tabaşir)
Tencere-Türkçe>Arapça(Tancara) Teneke-Türkçe>Arapça
Topuz-Türkçe>Arapça(Dubbusun)
Kese-Osmanlı Türkçesi>Arapça(Kisun) Tuğra-Türkçe>Arapça
Uskumru-Türkçe>Arapça Üstübeç-Osmanlı Türkçesi>Arapça(İsfideç)
Vaşak-Farsça>Osmanlı
Türkçesi>Arapça
Vernik-Osmanlı
Türkçesi>Arapça (Verniş)
Vida-Bu kelime bizde yabancı ama Arapça’da Türkçe-Burgu
Kiraz-Türkçe>Arapça(Kerezun)
Vişne-Türkçe>Arapça(Vişnetün)
Yaka-Türkçe>Arapça
Yasemin-Osmanlı Türkçesi>Arapça Yaşmak-Arapça’da Türkçe
“Bürgü” kelimesinden gelen “Burgun” kelimesi kullanılır. Bu Bürgü kelimesi de
bizden çok uzaklardaki Afganlar gibi kavimlerce de başörtüsü anlamında
kullanılır. Hardal-Türkçe>Arapça(Hartal)
Süsen(Zambak)-Türkçe>Arapça(Sevsen) Zerzevat-Farsça>Osmanlı
Türkçesi>Arapça
Kaynaklar:
Türkçe-Arapça
Sözlük (Fono)
Türkçe-Arapça Sözlük(Ensar Neşriyat) Türkçe-Farsça Sözlük (Fono)
İbn-i Sina Felsefesi ve Ortaçağ Avrupasındaki Etkileri(ProfDr.
A. -M.GOICHON-ProfDr.
İsmail
YAKIT-Ötüken)
TÜRKÇE’NİN
SES ÂHENGİ
Türkçemizde kullandığımız pek çok kelime
tabiat olaylarının izlerini taşımaktadır. Sanki dilimizde her bir sözcüğün
kendini anlatan ayrı bir lisanı vardır. Örneğin; “soğuk” kelimesini inceleyelim.
”Soğuk” kelimesini oluşturan sesler, içerdikleri anlamı da pekiştirecek şekilde
soğuk sesler. Soğuk bir havada dışarı çıktığımızda duyacağımız sesler, sanki bu
soğuk kelimesinin içine saklanmış. Bu kelimeyi duyduğumuzda bir fırtınanın
uğultusunu duyar gibi oluruz. Soğuk kelimesindeki “o, ğ, u “ sesleri bir
rüzgârın uğultusunu andırır. Baştaki “s” sesi yaprakların ve rüzgârın sesini
hatırlatır. Sondaki “k” sesi de gök gürlemesine bir gönderme gibidir. İşte bir
kelimemizde pek çok tabiat olayı adeta resmedilmiştir.
Bir başka kelimeyi ele alalım. Örneğin;
Kış kelimesinde “ı”, ”ş” sesleri adeta bir akışı ifade eder. Yağmur ve kar
yağışında duyduğumuz sesler bu kelimede toplanmış gibidir. Sıcak kelimesi
sesleri itibariyle de anlamı gibi sıcaklığı ortaya koyar. Bir sobada odunların
yanışını hatırlayalım. Önce ateş yakılır. Bu esnada havanın özelliğinden dolayı
“s” sesi ortaya çıkar. Ardından “c”, “a”, “k” sesleri bir odunun yanarken
çıkardığı sesleri yansıtır.
Yine
Türkçemizde bazı soyut anlamları karşılayan kelimelerde rastladığımız ses
yapısı, duygulara tercüman olacak niteliktedir. Örneğin —korku” kelimesi
duyulduğunda bile kalbe bir korku salar. Bu sözcüğün içindeki kalın sesler ve
—k” sesleri Türklerin korktukları tabiat olaylarının ve diğer korkularının
seslerini içerirler. Kılınç sesleri, gök gürlemeleri, depremde çıkan gürültü
gibi Türk insanının hafızasına kazınmış büyük felaketlerin bir hulasası gibi
olan bu kelime, gerçekten manidardır. Bu kelimenin ortasındaki akıcı —r” sesi
de yine Türklerin eskiden beri saygı duydukları suyun akışını hissettirir.
—Sevgi” kelimesinin kökü olan —sev” kelimesi sevginin sıcaklığını ve
akıcılığını, inceliğini anlatır. Buradaki —s” sesi akıcı bir sestir. Bu
sevginin kalpten kalbe aktığına işaret eder. Yine —e” sesi sevginin inceliğine
işaret eder. Sondaki dudaksı —v” sesi sevme fiilinin doğal bir sonucu olarak
oluşacak öpme fiiline işaret eder. ”Sev” fiilini söyleyen kimsenin son
mertebede dudakları yuvarlaklaşır, öpme konumuna gelir. Annesini seven bir
çocuk, çocuğunu seven bir anne ve eşini seven bir insan, sevgisini en son
mertebede öperek ortaya koyar. ”Öp-— fiilinde de benzer bir güzellik vardır. Bu
fiili söyleyen bir kimsenin dudakları yuvarlaklaşır ve o kimse zaten havaya bir
öpücük yollar. Bu gibi ses özellikleri Türklerin duygusallığını ve sevgiye
düşkünlüğünü gösteren birer örnektir.
Türkçe
konuşan insanları dinleyen yabancılar, bu dilin farklılığını hissetmektedirler.
Hatta çeşitli
duyguları Türkçe ile ifade ettiğimizde dilimizi bilmeyen yabancı
insanlar ne demek istediğimizi iyi kötü hissetmektedirler. Olumsuz, kötü sözler
söylediğimizde kelimelerin tabii sesleri, tonlamaları ve vurguları anlama göre
sertleşmektedir. Sevgi, mutluluk içeren sözler söylediğimizde de dilimizin
kulaklarda hoş bir sada bıraktığı bilinmektedir. Bunu anlamak için eski Türkçe
yazın ürünlerinden örnekler verelim:
“Bunça bitig bitigma Kül tigin atısı yolug tigin bitidim.
Yigirmi kün olurup bo taşka bo takma kop Yolıg tigin bitidim. ”
Bu sözleri dinlediğimizde bir taşa bir demirle vurulduğunu
hissederiz. Üstelik bu vuruşların çok da sert olmadığını ince ve nazik vuruşlar
olduğunu seslerin inceliğinden de anlarız. Zaten bu sözlerde Yolıg Tigin’in
taşlara yazıları kazıdığı anlatılmaktadır.
“Anilki
Tadıkıng çorung boz atın binip tagdi”
Bu sözlerde ata binme olayından bahsedilmekte. Bu anlama uygun
olarak da bu sözlerde atın giderken çıkardığı sesler bir musiki şeklinde
duyulmaktadır.
“Kül tiginig az erin irtirü ıtımız ulug süngüş süngüşmüş. Alp
şalçı ak atın binip tagmiş kara Türgiş bodunug anda ölürmiş almış”
Bu cümlelerde de bir savaşın anlatıldığı anlaşılmaktadır. Kılıç
seslerini, at seslerini, bu sözlerde duyabiliriz.
Aşkın
sihirli şarkısı yüzlerce dildedir.
İspanya
neşesiyle bu akşam bu zildedir.
Yelpaze
çevrilir gibi birden dönüşleri,
İşveyle
devriliş, açılış, örtünüşleri
Bu mısralar söz üstadımız Yahya
Kemal’den alıntıdır. Bu kıtayı dinlediğimizde kulağımıza şiirde ifade edilmek
istenen anlama uygun seslerin (aliterasyon) dizilmiş olduğunu görmekteyiz. Bu
Türkçe’nin ses ve ek zenginliğinin verdiği müthiş bir imkândır.
Elbette Türkçemizde kullandığımız her
bir kelimede bu örneklerdeki gibi muhteşem ses özellikleri olmayabilir. Ancak
bu kadar örnek bile Türkçe’nin güzelliğini göstermeye yeter de artar sanırım.
Biz yine de konumuzla ilgili birkaç örnek daha vermek istiyoruz:
Titremek kelimesi adeta söyleyenin
ağzını titretmektedir. “t” ve “r” seslerinin arka arkaya gelmesi titreyen bir
nesneyi anımsatmaktadır. Ağlamak kelimesinin aslı yığlamak, ığlamak
kelimeleridir. Bu “yığ-“, “ığ-“ sesleri ağlayan, inleyen bir insanın çıkarttığı
sesleri yansıtmaktadır. “Aksırık” kelimesi de benzer bir yansımayı içerir.
Çirkin kelimesini
incelediğimizde bu kelimenin —iğrenç” kelimesinde olduğu gibi
dinleyende —iğrenç” çağrışımlar yapacağı muhakkaktır.
—Güzel” kelimesinde ise gerçekten güzel
bir eda vardır. Bu kelime bize —gül” kelimesini hatırlatır. Belki de Farsça’da
—Gul” şeklinde telaffuz edilen bu çiçek ismi Türkçe’ye girdiğinde güzel
kelimesinin etkisiyle güzelleştirilmiş olabilir. Ya da bu —gul” kelimesi gül-
fiilinin etkisi altında da kalmış olabilir. Gül çiçeği hem gülen hem de güzel
bir çiçektir. Belki de kendisine bu anlamlar yüklenen gül, bu özelliklerden
dolayı, Müslümanlarca, gülmenin ve güzelliğin kaynağı olarak kabul edilen Hz.
Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellemi temsil etmeye layık görülmüştür.
Yine bir başka kelime olan —Karga”
kelimesini duyduğumuzda, karganın ötüş sesini ve karalığını hissederiz.
”Süpürge” kelimesinin kökü olan süpür- fiili süpürgenin süpürme esnasında
çıkarttığı sesi anımsatmıyor mu? —Kürek” kelimesi de toprağa sürten küreğin
sesini süpürgede olduğu gibi yansıtmaktadır. —Sürt-— fiili bile bir yansıma
içermektedir. Bu fiildeki sesler nesnelerin birbirine sürtünürken çıkardıkları
sesleri çağrıştırmaktadırlar.
İşte bunlar ve benzeri binlerce kelime,
dilimize ayrı bir ahenk katmaktadır. Türkçe’yi konuşan insanlar sanki tabiatı
dillendirmektedirler. Türk dili tabiatı yansıtan bir ayna gibi görünmektedir.
Türkçe’yi konuşan bir insan, diğer dillere nazaran tabiatla daha
iç içe bir dil kullanmaktadır. Bu gün doğaseverlerimizin slogan ve
pankartlarında doğayı yansıtmaktan uzak İngilizce’yi kullanmaları ne üzücüdür!
Hatta tüm dünyadaki doğaseverler yazılı; sözlü eylemlerinde, “tabiatın düzenli
bir dili” olarak adlandırılabilecek Türkçe’yi kullanmalıdırlar.
DNA VE
TÜRKÇE ARASINDAKİ İLİŞKİ
DNA kelimesi “Deoksiribonükleik Asit” kelime
öbeğinden kısaltılmıştır. DNA bir çeşit küçük “Kader Programıdır. ” Canlıların
tüm hayat programı DNA kromozonlarında kayıtlıdır. DNA, canlıların hafızasıdır.
Tüm geçmişimizin yaşamsal özellikleri DNA’lar vasıtasıyla bize ve bizden
sonraki nesillere aktarılır. Dilbilimcilerin çoğunluğuna göre, diller de birer
canlı varlıktır.
O halde dillerin de kendilerine göre genleri ve yapılarını daha
sonraki zamanlara aktaracakları DNA’ları vardır. Diğer dilelrde olduğu gibi
Türkçemizin de kendine has DNA’ları vardır. Bu DNA’lar vasıtasıyla Türkçemizin
özellikleri asırlar öncesinden bugüne kadar gelmiştir.
Şimdi Türkçemizin DNA sistemine doğru
bir yolculuk yapacağız. Öncelikle Türkçe’nin asırlarca öncesinden bugüne
aktardığı özellikleri, sesleri var mıdır? Yoksa Türkçe tamamen değişmiş midir?
Bunu anlayacağız. Şimdi Orhun Abidelerinden bazı bölümleri inceleyelim;
“Türük begler bodun, bunı eşiding! Türük bodunug tirip il
tutsıkıngın bunta urtum; yangılıp ölsikingin yeme bunta urtum. ” “Türk Beyler
milleti (bodunu), Bunu işitin! Türk milletinin dirilip il tutacağını buna
vurdum. Yanılıp öleceğini de buna vurdum (hak ettim)”
Bu cümlelerde Türkçe’nin binlerce yıl
önceki ve sonraki halini karşı karşıya görüyoruz.. Eğer dillerin özelde
Türkçe’nin kendine has bir gen ya da DNA yapısı olmasaydı, bugün binlerce yıl
önce kullandığımız kelimeler yaşamayacak, yok olacaklardı. Ancak hâlâ bin küsur
yıl önce kullandığımız pek çok kelimeyi bugün de üstelik daha da güzelleşmiş
biçimleriyle kullanmaktayız. Şimdi yukarıdaki cümlelerdeki kelimeleri bugün
kullandığımız aynı kökenden gelen kelimeelrle karşılaştıralım.
“Türük-Türk”, görüldüğü gibi Türk
kelimesinin eski hali daha çok sese sahipti. Bu kelimenin şimdiki şekli ise,
oldukça güzelleşmiş bir durumda. “Beg-bey” beg kelimesi sonundaki “g” sesinden
dolayı kaba gözükmektedir. Ancak bu “g” sesi zamanla sanki düzenleyici bir elin
katkısıyla “y” sesine dönüştürülmüştür. Bu şekilde “beg” kelimesi daha da
yumuşamış, inceleşmiş yani kulağa daha güzel gelen “bey” sözcüğüne dönüşmüştür.
Bu değişimlere rağmen Türük-Türk ve beg-bey kelimelerinin kökenleriyle
benzerlikleri ortada. Yani büyük başkalaşmalar, bozulmalar olmamış ama
kelimeler asli DNA’larını da muhafaza ederek daha bir inceleşmiş,
güzelleşmişlerdir. İngilizce gibi bazı dillerde ise kelimeler zamanla
bükümlüleşmeye, başkalaşmaya doğru giderler. Tabii ki dünya dillerinin çoğunda
kendilerine göre bir güzelleşme meyli vardır. Kesinlikle o dilleri
küçümsediğimizi kimse düşünmesin.
”Bodun” kelimesi diriltilmeye çalışılan
bir kelimedir. Ancak bu kelime bugün yerini kulağa daha hoş gelen —millet”
kelimesine bırakmıştır. Millet kelimesi hangi kökenden gelirse gelsin artık
Türkçe’dir. — Bodun” kelimesi bazı Türk lehçelerinde de yaşamaya devam
etmektedir ancak çoklukla kullanılan kelime —millet” kelimesidir. Yine
-ler(çoğul eki) halen dilimizde muhafaza edilmektedir. Bu da Türkçe’nin
dilbilgisi özelliklerini binlerce yıla rağmen muhafaza ettiğini göstermektedir.
Türkçe’nin dilbilgisinin(gramerinin) sağlamlığı tartışılmaz. Bu noktadaki
DNA’lar daha kuvvetlidir. Nasıl ki bugünkü balıklar yüz binlerce yıl önceki
balıklarla benzer özelliklere sahiptir. Çünkü aynı DNA yapısı ilk balıktan
bugünkü balıklara kadar aktarılmıştır. Bunun gibi Türkçe, diğer kuralları olan
düzenlileşme, inceleşme ve güzelleşme gibi özelliklerini devam ettirmekle
birlikte, gramer yönünden kendini korumaya değişime, başkalaşmaya direnmeye
çalışmaktadır. Bu da Türkçe’nin DNA yapısını kanıtlayan başka bir belgedir.
Yukarıda verdiğimiz cümlelerdeki
kelimeleri karşılaştırmaya devam edelim: ”Bunı-bunu” görüldüğü gibi
düzenlileşme kuralı burada da kendini gösteriyor. Eskiden nesne hali ekinin
sadece “ı” ve “i” şekilleri vardı. Yani “u, ü” şekilleri yoktu. Ancak zamanla
küçük ünlü uyumu kuralının bugünkü hali oluştu. Düzenlilik böylelikle daha da
arttı. Ayrıca Türkçe kelimeler kulağa daha da hoş gelmeye başladı. Ancak nesne
hali eklerinin de “bu” kelimesi gibi zamirlerin de aslı değişmedi.
”Eşiding-işitin” kelimeleri arasındaki benzerlik de ortadadır. Ufak ve kurallı
bazı değişiklikler dışında “eşid-“ fiili aynen bugün de “işit-“ şeklinde
yaşamaktadır. Yine 2. çoğul emir kipi eki olan eski “-ing” eki de “-in”
şeklinde bugün de varlığını devam ettirmektedir. Görüldüğü gibi sondaki “-g”
sesi kaybolmuş ama bu Türkçe’nin kulağa daha da hoş gelmesini sağlamıştır.
Ancak ek çoğunlukla korunmaya devam etmiştir.
Bütün bu verdiğimiz örneklerde görüldüğü
gibi diğer dillerde olduğu gibi Türkçe’nin de kendine has bir DNA yapısı
vardır. Türkçe, gün geçtikçe daha hoş, daha düzenli, daha şiirsel bir dil
olmaktadır. Bu da Türkçe’nin güzelliğini ispat eden başka bir delil olarak
kaydedilecektir.
Ayrıca Türkçe, bu yönüyle bize
canlılarda değişmeyen bazı gensel özellikler olduğunu fısıldamaktadır.
Bize de —aslınızdan uzaklaşmayın ama başka milletlerin
teknolojilerini, iyi yönlerini alın” der gibi asıldan uzaklaşmadan değişimi,
düzenlileşmeyi öğütlemektedir.
TÜRKÇE’NİN
MATEMATİKSELLİĞİ VE FELSEFİ BOYUTU
Büyük
ünlü uyumu kuralının matematikselliği:
Bildiğimiz gibi Türkçe’de bir kelimenin
ilk hecesi kalın ünlüyle başlıyorsa, diğer heceler de kalın ünlüyle, ilk hece
ince ünlüyle başlıyorsa, diğer heceler de ince ünlüyle devam eder. Şimdi bu
kurala uyan ve uymayan örnekleri görelim: K(i)t(a)p> bu kelimede i=ince,
a=kalın olduğundan bu kelime kurala uymaz. Bunu matematiksel olarak şöyle
gösterebiliriz: i= -1
olsun, a= +1
olsun... -1.
1= -1
yani sonuç olumsuz...
Birisi eksi diğeri artı olursa, sonuç eksi olduğu gibi, birisi
ince diğeri kalın olduğunda da sonuç olumsuzdur.
K(i)t(a)pç(ı)= Burada kalın ünlülerin tamamını yine +1
olarak alacağız.
-1.
1. 1=-1
bir tane eksi diğerlerini de eksi yapıyor.
Olumlu birkaç örnek verelim şimdi de: Ç(o)c(u)k= 1. 1=+1 sonuç
olumlu, pozitif. (i)nc(e)= -1.
-1= +1
sonuç yine olumlu.
Eğer bu kalın ünlüleri çift, ince ünlüleri de tek sayılar olarak
kabul etsek;
Çift sayıyla çift sayının toplamı çift olur. Sonuç çift çıkarsa
iki sayı bir biriyle aynıdır yani uyumludur demektir. Çift+çift=çift Tek sayıyla
tek sayının toplamı da çifttir. Demek ki tek sayıyla tek sayı da birbiriyle
uyumludur. Tek+tek=çift
Fakat tek sayıyla çift sayının toplamı tektir. Demek ki, tek
sayı ile çift sayı birbirinden farklıdır.
Çift+tek=tek
Kalın+kalın=uyumlu
İnce+ince=uyumlu
İnce+kalın=uyumsuz
Kalın+ince=uyumsuz
Sayıların ikisi de eksi olursa sonuç
yine olumludur. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Sanırım burada anlatmak
istediklerimiz anlaşılmıştır. Türkçe bilim dili değil diyenler, Türkçe’nin bu
matematikselliği karşısında ne diyecekler? Türkçe’yi ve Türkleri çağın
gerisinde görmeye çalışan Batı, Türkçemizin bu matematiksel mucizesinin farkına
varacaklar mı? Onlar bunun farkına varmasa da biz Türkçemizin güzelliğinin
farkındayız. Bu öyle subjektif bir güzellik de
değil. Matematiksel olarak ispat edilen bir güzellik.
ÜNLÜLER KÜPÜNÜN
ÇİZİLMESİ
Sihirli bir küpümüz var bizim. Bu küp
Türkçe’nin güzelliğini gösteren matematiksel harikalardan biri. Üstelik bunu
bir Türk de bulmamış. Bu kübü ilk defa çizen bir yabancı, bir Fransız. Ona bu
yardımından ve keşfinden dolayı teşekkür ederken, kendime de sitem ediyorum:
“Neden ben de Türkçe’nin daha değişik matematiksel özelliklerini ortaya
koymayayım? ” Zaten ben de yola bu niyetle koyuldum ilk başta. Size de bunun
için sesleniyorum: “Neden siz de Türkçe’nin daha değişik güzelliklerini ortaya
koymayasınız? ” Ancak yabancılar bizim dilimizi bizden daha iyi biliyorlar.
Bizde de dünya standartlarında dilbilimciler yok değil. Bir Doğan AKSAN bence
pek çok yabancı dilbilimciyle boy ölçüşecek donanımda. Daha ismini
bilemediğimiz başka üniversite hocalarımız da mevcut, bunu biliyorum. Ancak
Türkçe her şey gibi tek bir bakış açısıyla değil farklı farklı bakış açılarının
verileri nazara alınarak incelenmeli. Yüz dâhinin yapmayı beceremeyeceği yüksek
bir düzende olan Türkçe’yi bir iki kişi nasıl tam manasıyla, tüm
güzellikleriyle çözebilir? Türkçe’nin bir şifresi var. Bu şifre mutlaka
çözülmeli. Bu şifreyi çözmek için ilk adımlardan birini François Deny adındaki
bir dil okulu öğrencisi atmış. Bu şifreyi çözmek için ben de bir adım atmak
istiyorum. Belki o adımı attım, belki de ömür boyu o adımı atmak için
uğraşacağım. Ama öncelikle ilk adıma vefadır. Bu adımdan çıkarılacak dersler
var. Bu ünlüler küpü çizilirken şu formül kullanılmış: c 3
N=2 > N=2 > N=8...
Sonra François Türkçe’nin bir gizemli şifresini çözmenin heyecanıyla ünlüler
küpünü, ünlülerin tüm özelliklerini gösterecek şekilde çiziyor. Aslında o
kendisi bir şey yaratmıyor. Sadece Türkçe’nin var olan ama bilinmeyen bir
özelliğini gözler önüne seriyor. Bizler de araştırmalarımızda işte buna
talibiz.
|
Görüldüğü gibi Kâbe de aslında bir “küp”
görünümünde. Ünlüler Küpüyle Kâbe’nin şekli arasında bir ilişki olamaz mı? Kâbe
kelimesi “küp” anlamına gelmektedir zaten. Belki de yüce Yaratıcı, bu ünlüler
küpüyle bir çeşit Kâbe’yi yani boyutsuzluğun ve zamansızlığın sembolü olan
“küp” şeklini Türkçe üzerine resmetmiştir. Belki de bu sadece Türkçe’nin
düzeninin bir başka delilidir. Ancak Türkçe’nin böyle bir güzelliğinin olduğu
açıktır. Üstelik “küp” insanın çok boyutluluğunu da sembolize eder. Zaten
“kabe” insan “kalbinin” de bir nevi sembolüdür. İnsan kalbi ve ruhu ise “beden”
gibi sınırlı değil aksine “sonsuz” yani boyutsuzdur.
Şekil: Ünlüler küpü |
TÜRKÇE’NİN
MATEMATİKSELLİĞİNE ÖRNEKLER
Yine matematiğin diğer bir konusu olan
simetriye de bu kuralları uyarlayabiliriz. Bir ünlüler doğrusu olduğunu var
sayalım. Bu ünlüler doğrusunun ortası 0 noktası olsun. Bu ünlüler doğrusunda A
noktası düz ünlüleri sembolize etsin.
Küçük Ünlü Uyumu kuralının birinci bölümü için;
A
(a, e, ı, i) 0
A’(a,
e, ı, i)
Bu örnekte görüldüğü gibi düz ünlüler düz ünlülerle 0
noktasına göre simetrik olmaktadırlar.
Aynı simetri özelliğini B. Ü. U. K için de kullanabiliriz.
A
(a, o, u, ı) 0
A(a,
o, u, ı)
A(e,
ö, ü, i) 0
A(e,
ö, ü, i)
Burada da kalın ünlülerin kalın ünlülerle, düz ünlülerin de düz
ünlülerle simetrik olduğu görülebilir.
Türkçe’deki sesteş kelimeler de birbirleriyle ses itibariyle eş
anlamlı kelimeler ise anlam itibariyle simetrik görünmektedir.
Ak-Ak,
Yüz-Yüz, Bin-Bin-
Mektep-Okul,
Al-Kırmızı, Ak-Beyaz
Türkçe’de her zaman 1+1=2 olmayabilir. Aslında bütün dillerde bu
böyledir. Yani;
Özne(1)
+Yüklem(1) = Cümle(1)
1+1=1 oldu. Demek ki 1+1 her zaman 2
etmez. Türkçe ve diğer diller bunu bize ispat ederler.
Türkçe’de
en önemli öğe sondadır.
Ali bugün okula geliyor. Bu kurala göre bu cümlede en önemli
kelime geliyor kelimesidir. O zaman bunu matematiksel olarak şöyle ifade
edebiliriz.
Geliyor>okula>bugün>Ali aslında Türkçe’de özne de
önemlidir ancak cümleden özneyi çıkarttığımızda cümlenin anlamı bozulmaz. Zaten
yüklemde özne de vardır.
1000>100>10>0
bu cümlede 0 etkisiz elemandır. 0
sayısı olmasa da bu sayıların toplamı aynıdır. 1000+100+10=1110
1000+100+10+0=1110 şimdi bu örneklerden
Türkçe’de öznenin lüzumsuz olduğu çıkarılmamalıdır. Sadece şunu söylüyoruz
Türkçe’de özne görünüşte olmadan da cümlede şahıs ekleri bize özneyi verir.
Örneğin; Geliyor. Bunu bir sayıyla ifade
edelim. 100 Biz bu geliyor kelimesinin başına O zamirini koysak da koymasak da
fiilin öznesinin O olduğu bellidir.
(O)Geliyor. Şimdi bu 100 sayısının önüne
+ işaretini koysak da koymasak da bu sayının artı olduğu bellidir. Ancak sayı -
olduğunda bu işareti muhakkak koymam gerekir. Bunun gibi eğer cümlede yüklem
yoksa biz cümleye bu - işaretini koyarız. Yani cümle eksiltilmiş bir cümle
olur. Daha doğrusu cümle ortadan kalkar. Sadece kelime elimizde kalır. Yüklem
olmadan cümle olmaz.
Türkçe’de kelimelere getirilen bütün
ekler muhakkak sondadır. Bunun istisnası yoktur. Bu halde burada müthiş bir
düzen göze çarpmaktadır. Şimdi bunu daha iyi anlamaya çalışalım:
Kök+ek önce kelime kökü vardır, sonra ek gelir. İsimler için de
fiiller için de bu böyledir. Örneğin: “gör-dü” kelimesinde de “kitap+lık”
kelimesinde de ek sonda gelir. O halde Türkçemizdeki ek için şöyle bir formül
yapabiliriz. Ekli kelime=kök+ek
Bunun bir sağlamasını yapalım. Kök=ekli
kelime-ek bir ek bir ekli kelimeden çıkarıldığında sonuç sıfırdır. O halde kök
eksiz olan kelimedir. Ya da ekli kelime-kök=ek yani ekli kelimeden kök
çıktığında geriye sadece ek kalacaktır.
3=2+1 ekli kelime=kök+ek 2=3-1 kök=ekli kelime-ek 1=3-2 ek=ekli
kelime-kök
2+1 3 eder matematik kuralının
kesinliğinde bu kural kendini gösterir. Bu da Türkçe’deki kuralların
matematiksel yapısının başka bir şeklini bize gösterir.
Türkçe’de bildiğimiz gibi cümlenin
olmazsa olmazı özne ve yüklemdir. Eğer özne ortada gözükmese de, bizler Gizli
bir Özne’nin var olduğunu biliriz.
Buraya
geldi.
Bu cümlede görünüşte bir özne yoktur.
Ancak eyleme baktığımızda biz özneyi, yani işin yapıcısını buluruz. Bunun gibi
kâinatta pek çok eylem ve iş yapılmaktadır. Bulutlar arasından yağmur gelir,
çiçekler büyür, dünya güneşin etrafında gezer ve galaksiler birbirlerinin
arasından birbirlerine çarpmadan geçerler. Bu eylemlerin özneleri ise yok
gibidir, görünmez. Bu eylemlerin oluşmasına bahane gösterdiğimiz sebepler de
aslında edilgendir, yapılmaktadırlar. İşte bu evrendeki fiilleri bir özneye
vermemiz ise mantığın gerekliliğidir. O halde Türkçe’deki gibi gizli bir özne
vardır. Bütün bu işleri yapan 3. tekil kişi zamirini buluruz. Bu zamir “O”dur.
O ise her şeyin ve her eylemin Yaratıcısı olmaktadır. Zahirde gizlidir ama o
fillerinin eylemlerinin içindedir. Eserden eseri yapana çıkarsak, onu buluruz.
Türkçemizde de özne aslında eylemin içinde gizlidir. Eylemin şahıs eki bize
özneyi verir.
TÜRKÇE’DEN
FELSEFİ MESAJLAR
Kita(pt)a bu kelimede görüldüğü gibi p sesi ince d sesini
etkileyerek sertleştirmiştir. Türkçemizde sert ünsüzler yumuşak ünsüzleri
etkiler. Yani sert ünsüzle biten bir kelimeden sonra yumuşak ünsüzle başlayan
bir ek gelirse, yumuşak ünsüz sertleşir. Bu halde doğanın bir kuralı ortaya
çıkmaktadır. ”Güçlü olanlar, zayıf olanları etkilerler. Onları asimle ederler.
Kendilerine benzetirler. ”Demek ki, dilimiz bize şunu öğütlemektedir: “Her
zaman güçlü olun.
Geçmişte Çin’in gücüne, üstünlüğüne kanmadığınız gibi, şimdi de
diğer kültürlerin aldatıcı gücüne kanmayın. Kendinizdeki büyük gücü keşfedip
bütün kültürleri siz etkileyin. Burada kastettiğimiz sadece maddi güç değildir.
Manevi gücü de elde etmemiz gerekmektedir.
Asıl güç bize göre manevi üstünlüktür. Bunun yanında zaten maddi
üstünlük de gelecektir. Çünkü manevi gücü temsil eden ünlüler sert ünsüzleri de
etkilemekte ve onları yumuşatmaktadırlar.”
Örneğin: kitap+ı>kitabı görüldüğü
gibi sert p sesi yumuşadı b oldu. Eğer manevi değerlerimize sarılırsak,
önümüzde hiçbir engel duramaz. Düşmanın çelik zırhları da olsa onları yeneriz.
Atalarımızın köleliği kabul etmemesindeki, özgürlük uğruna dağları
eritmesindeki sır, dilimizin bu özelliğinde saklı olabilir. Bu özelliğin Türk
milletinin şuur altına gizli bir etkisi olmuş olabilir. Bizler ünlü harfler
gibi özgür olmalıyız. En sert ve etkileyici medeniyetlere bile kanmamalı,
onları Çanakkale’de olduğu gibi biz etkilemeliyiz.
Türkçe’de bildiğimiz gibi en önemli öge
her zaman sondadır. Türkçemizde fiiller zaman ve şahıs eklerini alırlar. Bu
fiiller bu ekleri gelişi güzel almazlar. Adeta felsefi anlam boyutu yüksek olan
bir sıra takip ederler. Sanki binlerce felsefeci oturmuş ve bu sıralamayı
ayarlamış gibidir. Türkçemizde;
Eylem+zaman+kişi
sıralaması fiilleri oluştururken takip edilen sıradır. Örneğin;
“Gel-iyor-um” bu cümlede gel eylem, “i yor” zaman(şimdiki), (u)m
da kişiyi gösterir. Şimdi en önemli öge sondadır prensibini bu fiile
uygularsak, buradaki en önemli öge, kişi olacaktır. Buradaki kişi varlıklar
âlemini, varlıkların şahsiyetlerini temsil eder. Eğer kişi varlık sahnesinde
değilse, o zaten bizim anladığımız tarzda bir kişi değildir ve ona zamanın bir
etkisi olmaz. O, zaman üstü bir boyutta olur. Fakat eğer kişi varsa onun bir
anı, geçmişi ve bir geleceği de olacaktır. Yani varlık varsa onun bir momenti
de olacaktır. Bir cismin koordinatlarını zamanı hesaba katmadan hesaplamamız
zordur. Kendimize bakalım. Hepimiz birer şahısız. Hepimizin birer benliği var.
O halde bizler zamanla sınırlanmışız. Kişiden sonra önem sıralamasında zaman
ikinci sıradadır. Çünkü kişi iş ve eylem yapabilmek için zamana muhtaç. Daha
doğrusu iş ve eylem zamanlı bir boyutun özelliği, sonucudur. Zaman olmasaydı iş
ve eylem de olmazdı diyebiliriz. Ahirette bile zaman vardır. Eylem ise varlık
ve zamanın kaçınılmaz özelliğidir. Varlığı olan ve zamanla sınırlı her varlık
eylem halindedir. Örneğin; atomlar birer kişidir. Atom kişileri zaman nehrine
girerler. Zaman nehrinde atomlar hareket ederler ve eylemi oluştururlar. Var
edilmiş her nesneyi bir kişi olarak kabul edeceğiz. Bu kişilerin bir zamanı ve
bir eylemi vardır. Orhun abidelerini düşünün. Bu anıtlar varlık sahnesine
girdiklerinden, zaman dairesine de girmişlerdir. Zaman dairesinin bir sonucu
olarak bu yazıtlar eskimişlerdir. Eğer zamansızlık boyutunda olsalardı
eskimeyeceklerdi, çünkü eylemleri olmayacaktı. Onların eylemi eskimek olmuştur.
Demek ki, Türkçe matematiğin ve felsefenin de dilidir. Türkçe’deki kelime ve
eklerin dizilimi bile boş değildir. Bu olayın arkasında bile büyük felsefi
hakikatler vardır. Soru ekinin de bizce felsefi bir anlamı vardır. Soru eki
“-mi” genelde
şahıs
ekinden önce gelir. Zaman ekinden de sonra gelir. Dünyaya gelen kişi boştur.
Yani sorularla doludur. Küçük bir çocuk bu boşluğu sorularla doldurur. Aslında
insanoğlu zamana, ihtiyarlamaya ve ölüme karşı devamlı sorular yöneltir.
Buradaki soru eki onu temsil eder. Bu “mi” soru eki diğer zamanlardan farklı
olarak, hikâye bildiren geçmiş zamanda kişi ekinden sonra gelir. Bu durumda
buradaki soru eki, kişiden daha önemli olmaktadır. Bize göre; burada verilmek
istenen bir mesaj vardır.
Kâinatın
yaratılışını düşünün. İnsanlar iyi kötü buna bir tarih verebiliyorlar. Ya bu
varlık âleminin öncesi? İşte buradaki “-mi” soru eki buna işaret ediyor.
Kişiden önce, varlıktan önce başka bir âlem vardı. Ne idi bu âlem? Araştır,
bul, düşün diyor. Hawking gibi bilim adamları bu âlemi araştırmaya
koyulmuşlardır. Ancak zamandan, kişiden önceki âlem, boyut, ötelerin ötesi şu
anda ancak imanla anlaşılabilecek, kabul edilebilecek bir boyuttur. Hz.
Muhammed Miraç’ta Cebrail’i de geride bırakarak bu âleme ayak basmıştır. İşte o
âlem bizim için “-mi? ” Yani bir bilinmezdir, sorudur, imtihandır.
Kaynaşma
Olayının Felsefi Boyutu
Türkçemizde ünlüyle biten bir kelimeden sonra, ünlüyle başlayan
bir ek geldiğinde bu iki ünlü arasına y, ş, s, n harflerinden birini koyarız.
Biz bu kurala kaynaşma diyoruz.
Örneğin:
Bura-a>bura(y)a gibi... Bu kaynaşma
harflerini kullanmazsak iki ünlüyü yan yana yazamayız. Arapça ve Farsça
dillerinden dilimize girmiş bazı kelimelerde iki ünlünün yan yana yazıldığı
görülür. Örneğin; saat. Aslında burada saat kelimesinin ikinci ünlüsü olarak görünen
kelime gırtlaksı bir ses olan “ayın” harfidir. Bu nedenle bu ses Türkçemizde de
gösterilmiştir. Fiil kelimesinde de aynı özellik mevcuttur. İkinci “i” sesi
esreli “ayın” sesidir. “Ayın” harfi de ünsüz bir harftir. Türkçe’de iki ünlünün
yan yana olduğu örneklerin çoğunda bu özellik vardır. Dua, faal, miad, buut,
Said vb. Ya da ünlülerden birisi uzundur diğeri de kısa. Bu durumda iki ünlü
yan yana bulunabilir. Bu örnekler de Arapça ve Farsça kökenli kelimelerde
bulunur. “kâinat, nâil” eğer bu kelimelerdeki uzun ünlüler olmasaydı yani
kelimeler kainat, nail şeklinde olsaydı bu kelimelerdeki “i” sesleri “y” sesine
dönüşürdü. Fâide kelimesindeki “a” ünlüsü zamanla kısa olarak okuna okuna, onun
yanındaki “i” ünlüsü “y” sesine dönüşmüştür. Ancak aile kelimesindeki uzun “a”
sesi halen muhafaza edildiğinden yanındaki “i” ünlüsü de muhafaza edilmiştir.
Ancak biz bu kelimeyi söylerken fark etmeden “y” kaynaştırma harfini “a” ile
“i” arasına katarız. “A(y)ile” deriz. Aslında bütün diğer örneklerde de fark
etmeden halkımız iki ünlü arasına bir ünsüz ses koyar. Saat genellikle sa(ğ)at
diye telaffuz edilir. Fiil denmez “i” uzun bir ünlü gibi okunur. Ya da iki “i”
sesi arasına bir
“ğ” sesi gelir. Dua>du(v)a, Said>sayit vb. örnekler de
aynı mantığın ürünüdür. Demek ki Türkçe iki ünlüyü yan yana kabul edemiyor.
Aslında bu asimilasyonu reddir. Bu Türkçe’nin yok olmamaya karşı bir
manifestosudur. Yani Türkçe der ki, ben bükümlüleşmeye, ihtiyarlamaya doğru
gitmeyeceğim. Gerçekten iki ünlünün yan yana geldiği kelimelerde ileriye doğru
müthiş değişimler olmaktadır. Örneğin; ne asıl kelimesi nasıl diye bambaşka bir
kelimeye bu şekilde dönüşmüştür. Çünkü ünlülerden biri atılmak zorundadır. Bu
da kelimelerde değişmenin bir başlangıcını oluşturur. Türkçe ise değil Türkçe
kelimeleri, yabancı dillerden gelme kelimeleri bile koruma temayülündedir. Yine
“Allah’a ısmarladık” kelime grubu “Allasmarladık” şekline dönüşmüştür. Türkçe
kendisini bu şekilde deforme olmayı önlemek istemektedir.
Evliliklerde bile aynı fıtrata sahip
insanların beraber yaşaması çok zordur. Birisi sertse birisi yumuşak olacaktır.
Birisi çok bilgiliyse birisi az bilgili olacaktır. İşte Türkçe’de de iki ünlü
birbiriyle uyuşamaz. Bu ünlülerin birbirlerinden boşanmalarını önlemek için
devreye “y, ş, s, n” harflerinden biri kurallı olarak girer. İki küs insanı
birleştirmek için ortada bir hakem olmalıdır. İşte Türkçe şuur altlarımıza bu
kuralı da öğütlemektedir. Türkçe bir kitap gibi okunsa, insanların düzenini
sağlayacak bütün kurallar onda bulunabilirdi. Zaten vardır. Bu kuralların Türk
insanının bilinçaltına müthiş etkileri olmaktadır ve olmuştur. Benim çabam da
Türkçe’yi tüm insanlığa bir kitap gibi okutmaktır. İnsanımızın kaynaşması için
bazı değerlere ihtiyaç vardır. Bu değerler olmassa bir unsur ortadan kaybolacak
demektir. Ünlüler ünsüzleri de etkileyecek kadar güçlüdür demiştik. Ünlülerin
bu güçleri birbirlerini de etkilemektedir. “Ne asıl” örneğinde olduğu gibi
azınlık çoğunluğa tabi olmaktadır. Bu kelime grubu nesil şekline de
dönüşebilirdi fakat nasıl olmuştur. Çünkü “a, ı” daha fazla “e” ise bir tane.. .2 sayısı birden çok olduğuna ve güçlü
olduğuna göre bu “e” sesinin şansı yoktur ya “a” sesine dönüşecektir ya da yok
olacaktır. Yani bunu matematiksel olarak ifade edelim:
2>1. ya da doğal sayılarda çarpma işlemini
hatırlayalım.
Doğal sayılarda çiftle tek çarpılırsa
sonuç yine çift olur. Burada (a, ı) çift olarak, (e) de tek olarak kabul
edilse, çift. tek=çift olacaktır. Yani (a, ı). (e)=(a, ı) olacaktır.
Cümlelerdeki kelimelerin dizilişinin
felsefi boyutu:
Türkçe’de cümleyi oluşturan kelimeler de
gelişi güzel dizilmezler. Örneğin:
Ali
yarın kitap okuyacak.
Özne+zaman
tümleci+nesne+yüklem
Kâinatta yapılan her işin bir yapıcısı vardır. Bu nedenle
öncelikle varlık sahnesinde işi yapacak bir kişinin tezahür etmesi gerekir. O
olmadan eylem de olmaz. Evet, bu işleri yapmak için Ali yaratılmıştır, varlık
sahnesine konulmuştur. Ali varlık sahnesine gelmiştir ve artık o zamanla
sınırlıdır. Bir zamana ihtiyacı vardır. O zamanla yaşlanmaktadır, vücudu da
eskimektedir. Belli bir zaman içinde yaşayan Ali, nesnelerle ilişki
kurmaktadır. O bir varlık olarak ya bir nesneyi etkileyecek, ya da kendisi
etkilenecektir. Aslında Ali etkilediğinden çok etkilenir de. Zaman onu etkiler,
okuduğu kitap da onu etkiler. Hem fiziki hem de psikolojik yönden etkilenir
Ali. Bu etkileşimlerin sonucunda Ali bir iş yapacaktır. Etki tepkiyi doğuracak
ve bütün nesnelerle ölene kadar Ali, etkileşimde bulunacaktır. Bu etkileşim de
eylemleri meydana getirecektir. Yani Ali en son mertebede bitmek tükenmek
bilmeyen bir eylemin içinde bulacaktır kendisini. Eylemin bitmesi Ali’nin ölümü
olacaktır. Bu cümledeki kelimelerin yerleri Türkçe’nin imkânları el verdiği
ölçüde değiştirilebilir. Bu şekilde yeni yeni felsefi yorumlar yapılabilir.
Kelimelerdeki
kökler ve ekler:
Türkçe’de ekler hep kök kelimeden sonra gelir. Kâinatın da bir
kökeni vardır. Bütün kâinat bu köken üzerine giydirilmiş eklerdir. Her şey ve
bütün sebepler aslında hakikatin üzerinde birer ektir. Bu ekler ortadan
kalktığında köke ulaşırız. “Gidiyorlar” kelimesinin eklerini ortadan
kaldırdığımızda geriye, “git-“ fiili kalır. Atomlar, elektronlar, sebepler gibi
milyonlarca eki ortadan kaldırdığımızda, sonuçta bir tek köke ulaşırız. O da
her şeyin sahibi ve yaratıcısı olan yüce varlıktır. O her şeyin kökeninde olan
varlıktır.
Büyük
Ünlü Uyumu Kuralı:
Büyük ünlü uyumunda kalın ve ince
ünlüler birbirleriyle uyum içindedirler. Bu da müthiş bir düzeni bize
göstermektedir. Kalınlardan sonra kalınlar, incelerden sonra inceler gelir. Her
ünlü yerini vazifesini bilir. Aslında bütün evrende bu uyumun bir benzeri
vardır. Her şey dengeli bir şekildedir. Denge bozulduğunda uyum da bozulur.
İşte Türkçe evrendeki bu dengenin adeta Kartezyen haritasıdır. Evrendeki düzen
kanunları adeta Türkçe haritasında gösterilmiştir. Bu düzen sahipsiz ve kendi
kendine olamaz. Her düzeni düzenleyen bir düzenleyici vardır. Bu kâinattaki
dengeyi düzenleyen bir düzenleyici varlık da olmalıdır.
Evrende
Yokluk Yok:
İnsanoğlu normal şartlar altında kendine
güvenmekte bazen gurura kapılmaktadır. Ancak o bazen üzerinden kalkamayacağı
musibetlerle karşılaşır. Ezilir, adeta yok olur. Fakat onun yok olacağını
sandığımız yerde, o yeniden dirilir. Ölüm bile insanı yok edemez. Nasıl ki,
sert ünsüzler ölürler fakat daha da yumuşayarak, letafet kazanarak hayatlarını
sürdürürler. Tamamen yok olmazlar. Türkçe bize gerçek yokluğun yok olduğunu da
öğretir. Evet, yokluk diye bir şey yoktur Türkçe dünyasında. Ünlü Azrail’iyle
karşılaşan sert ünsüz, ölür gibi yapar ama aslında ölmez. O yumuşak bir ünlü
olarak hayatını sürdürür. ”Kitap” kelimesi “a” ünlüsüyle karşılaşınca “kitaba”
olur. “P” sesi, “b” sesine dönüşür. Hiç bir şey vardan yok olmaz prensibi
Türkçe için de geçerlidir. Bazen bakarız, bir kelimeden ünlü düşmüş. Burun
burnu olmuş mesela. Fakat sondaki “u” sesini çıkarttığımızda aslında ikinci
hecedeki “u” sesinin ölmediğini yaşadığını anlarız. O buram buram hayat kokar.
Ben ölmedim yaşıyorum, der bize. Biraz dikkatle “Burnu” kelimesini eşelesek,
burada bir “u” sesinin daha olduğunu anlarız. İşte o mezarlıklarda yok oldu
sanılan ruhlar başka bir boyutta vardırlar aslında. En azından onların
hafızalarda yaşadığına herkes inanır. Peki ya hafıza ve hayal âlemi beyin
anteninin başka âlemlerden aldığı frekansların bir sonucuysa! Bazen de yumuşak
ünsüzler ölürler, sert bir ünsüzle karşılaştıklarında. Ölümün sertliğinden daha
sert bir şey var mı? İşte insanoğlu da ölümle karşılaşır bir gün. O sert ve
soğuk kavramla. Ancak nasıl ki, yumuşak ünsüzler ölmez, sert bir ünsüze
dönüşürler, bunun gibi de insan ölümle ölmez. O bir halden başka bir hale
geçer. Şu dünyadaki yaşamından daha kuvvetli bir yaşama geçer. İşte
Türkçe, bize öldükten sonra dirilmenin gerçekliğini de anlatır. Uçmak ve
Tamu’ya çok eski zamanlardan beri inanan Türklerin şuuraltında Türk dilinin bu
incelikleri etkili olmuş olamaz mı? Belki de olmuştur. Belki de Türklerin
inancı Türkçe ’yi etkilemiştir. Ama bir gerçek var ki ortada, o gerçek de
yokluk diye bir nesnenin Türkçe ’de olmadığıdır. Gizli özne örneği de bizim
davamızı ispatlayan diğer bir örnektir.
Burada bahsettiğim manevi darlaşma.
Yemekten kasıtsa haram yemek ya da israf etmektir. Bildiğimiz gibi Türkçemizde
düz geniş ünlülerden sonra “-y” ünsüzü, özellikle de “yor” eki gelirse, düz
geniş ünsüz darlaşır. Çünkü “y” sesi “i, ı” sesine yakın bir sestir. Bu
seslerin çıkış yerleri birbirine benzer. Bu nedenle “y”” sesi önüne geldiği düz
geniş sesleri etkiler. Çünkü “y” sesinin çıkışı da düz sesler gibidir. “Y” sesi
çıkarılırken ağız düzdür. Bu sebeple bu “y” sesinin gidip de “o, ö” seslerini
darlaştırması, onları “u, ü” yapması beklenemez. Örneğin, “ağla-“ fiiline
“-yor” ekini ekleyelim. Ağlayor diyemiyoruz. Ağlıyor daha uygun oluyor. Demek
ki, şeytan bizi kandırırken bizdenmiş gibi davranır. Yoksa o bizi asla kandıramaz.
Nefis
kötülük
yapmayı, haram yemeyi bize emreder.
Biz bu emirlere kanıp, onlara uyduğumuz anda manen
darlaşırız. O manevi genişliğimiz ortadan kalkıverir. O halde bizler güzel
değerlerimizi kaybetmek istemiyorsak, kötü arkadaşlardan (örneğin; kumardan)
kaçmalıyız. Yoksa bu arkadaşlar bizleri manen ve maddeten zayıflatır. Hatta
kumar gibi arkadaşlara yaklaşırsak, mali yönümüz de daralır. İsraf ve kumar
gibi arkadaşlar fertlerin olduğu gibi milletlerin de ekonomik yönden
daralmasını, gerilemesini sağlayan olumsuz etkenlerdir. İşte Türkçe ’nin bu
özelliği bize “Kötü arkadaşlardan kaçının, yoksa manen ve maddeten daralırsınız
demektedir. ”
Bazı insanlar alçakgönüllülüğü alçaklık
olarak algılar. Ne yanlış düşüncedir. Ağaçlarda ne kadar çok meyve varsa,
onların dalları o kadar çok yerlere eğilir. Meyvesiz ağaçsa, dimdik durur
öylece. Şimdi herkes ben meyvesiz ağaç değilim diyor kendi kendine. Bu bile
gururun bir göstergesi değil mi? Eğer meyvelerin varsa, bırak bunu başkaları
söylesin. Sen ne diye bunu başkalarına söyletmeye uğraşıyorsun? İnsan ortaya
koyduğu eserlerle büyür, kendine düzdüğü methiyelerle değil. Elbette Budist
rahipleri gibi al eline tencere kapı kapı dolaş demiyorum. Türkçe için, din
için, devlet için olabildiğince gururlanmaya hakkın var. Eğer onlarla
gururlanmasan yanlış. Eğer dilini savunmazsan,
dinini, başka devletlere karşı devletini savunmazsan vatan
hainisin. Sana git de kitap yaz da demiyorum. Ben “anglo sakson istilasını
kabul etmiyorum” demen yeterli. Ya da savunduğun diğer davaları en azından
kalben savunman da olumludur. Bütün bunların ötesinde normal yaşantımızda alçak
gönüllü olmamız gerekli. Aslında o tarih sahnesinde dev ruhlarıyla dimdik
ayakta duran büyükler de hep alçak gönüllüydüler. Zaten onlar böyle büyüdüler.
İşte Türkçe de bize alçak gönüllülüğü öğütlüyor. Türkçe’deki bütün kelimelerin
kökenleri aslında çok küçük kelimelerdir. Hatta Türkçe’deki bütün kelimelerin
kökenleri iki sese indirgenebilir. Örneğin; gözlük kelimesinin kökeni aslında
“gö-“ kelimesidir. Gerçekten bu kelime küçücük bir kelimedir. Eğer bu kelime
küçüklüğünü kabul etmeseydi, nasıl yüzlerce kelimeyi oluşturup büyüyebilirdi?
Eğer bu kelime acizliğini anlayıp ekler almasaydı, nasıl yep yeni kelimeler,
isimler, sıfatlar, filler oluşturabilirdi? Demek ki, önce küçüklüğümüzü,
acizliğimizi hissedeceğiz. Öncelikle yaratıcıya karşı aciz olduğumuzu
bileceğiz. Sonra tüm kâinat bizim emrimizde olacak. Ne kadar ucuz bir ticaret
değil mi? İnsan ilişkilerinde de acaba mütevazıler mi beğenilmekte, yoksa
kibirliler mi? Elbette herkes kibirliden kaçar. İnsanlar alçakgönüllüleri daha
çok severler. Alçakgönüllü olmak her yönden kazançlı değil mi? İşte alın size bir
Türkçe dersi daha. Türkçe adeta bizimle konuşuyor. O bizi
adeta devamlı iyiliğe yönlendiriyor. Ne mutlu Türkçe’yle iyiliğe
kanatlananlara!
Ünsüz
Düşmesinden İbret Al!
Dedelerimiz ninelerimiz hep söyler:
“Düşmez kalkmaz bir Allah” diye. Ne kadar da doğru söylemişler. İnsanoğlu bu, bazen düşer, bazen kalkar.
İnsan her düşüşünde yeni bir düşünüşün kapılarını aramalı. Her düşünüşte yeni
düşler kurmalı. Her düşte düşmanlarından uzaklaşmalı. Nedir
insanın düşmanları? Cehalet. Başka yok mu? Dediğinizi duyar gibiyim. Belki de
bazıları şu da düşman, bu da düşman diye saymaya başlamıştır bile. Ancak bütün
kötülüklerin başı cehalettir. Okumayan, düşünmeyen insandan her şey beklenir.
Başkalarını anlamayan ya da anlamaya çalışmayan cahiller de yok değil. Evet,
onlar da cahil. İki Ömer vardı Hz. Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellemin
yanında. Birisi adildi, diğeri cahil. Onun lakabı da zaten cahildi. Neden
cahildi peki bu Ebu Cehil? Çünkü o yanı başındaki nuru göremedi. Çünkü o yalanı
seçti. Bu çünküler arttırılabilir. Cehalet cümle kötülüğün başıdır işte. Cahil
olmayan insanlar düştüklerinde yeniden, yeni bir diriliş hamlesiyle ayağa
kalkmasını bilirler. Çünkü onlar düşünürler. Çünkü onlar düş görürler. Çünkü
onlar düşmanlarını bilirler. İşte Türkçe’de de bazı düşüşler yok değil. Ünlüler
düşer, ünsüzler düşer. Ancak bu düşüşler yeni bir düşünüşü doğurur.
İşte şu ünsüz düşmesini hatırlayın. Bu ünsüz düşmesinin
düşündürdükleri var bizde. Bazı
insanlar tüm kâinata kıyasla o kadar küçü(k) oldukları halde
yine de gururlanırlar. Çünkü onların “k” si vardır. Nedir bu “k”? . Kuvvet,
kazanç, kızgınlık, konuşma, küfür, kumar, kara para, kaslar. Bu “k”leri
arttırmamız elbette mümkün. İşte insanoğlu bu “k” lerine güvenir ve nihayetsiz
küçü(k)lüğünü birden unutuverir. Tam bu esnada o insan bir musibetle
karşılaşır, ya da bir şekilde düşer. Maddi, manevi sıkıntılara girer.
O zaman
o insan “küçü(k)lüğünü anlar ve bütün o “k” lerin hiçbir önemi olmadığını,
onların da bir gün düşebileceğini idrak eder. İşte bizim küçü(k) insandan bu
aşamadan sonra, sonsuzluk karşısında küçücük olduğunu anlar. İşte küçük
kelimesi Türkçe’de bir küçültme eki olan “-cük” ekini aldığında biz bunları
düşünürüz. Çünkü bu “-cük” eki küçü(k) kelimesinin “k” sini düşürür. Bu olay
insanoğluna der ki: “Ey insanoğlu! Bu “k” lerine sakın güvenme! Şimdiden
sonsuzluk karşısında “küçük” olduğunu idrak et. Eğer sen bunu şimdi anlamazsan,
bir gün bir şekilde anlarsın ve sonsuzluk karşısında “küçücük” oluverirsin. ”
TÜRKÇE’NİN
ANALİTİK GEOMETRİSİ
Analitik
Geometri Nedir?
“Geometrik çalışmaya cebrik analizi tatbik eden ve cebrik
problemlerin çözümünde geometrik kavramları kullanan bir matematik dalı. Bütün
bunlar kartezyen sistem
denilen bir koordinat sisteminin kullanılmasıyla mümkündür.
Kartezyen kelimesi, batıda analitik geometride ilk ilmi
çalışmayı yapan Rene Descartes'tan
gelmektedir.
Fransız düşünürü
Descartes'ın çok önemli bir buluşudur. Descartes'a
gelinceye kadar geometri problemleri ayrı ayrı yöntemlerle, sistemsiz olarak ve
anlak gücüyle çözümleniyordu. Descartes'ın Kartezyen koordinat sistemini kullanarak
ve cebir dilini geometriye uygulayarak bulduğu bu yöntemle geometri problemleri
cebir denklemelerine çevrildi ve cebirle çözümlendikten sonra geometri diliyle
açıklandı. Birçok fizik probleminin çözümü de bu yöntemle kolaylaşmış oldu.
Uzay analitik geometride temel bir konu, bir eğrinin veya
belirli şartlar altında herhangi bir doğru veya noktanın kendi hareketiyle
meydana getirdiği yüzeyin denklemidir. Denklem, eğriyi meydana getiren her bir
nokta kümesi tarafından sağlanan sayısal terimlerle ifade edilir. Mesela,
merkezi başlangıçta olan birim yarıçaplı daire, başlangıçtan, birim uzaklıktaki
noktalar kümesidir. Bir çember üzerindeki herhangi bir nokta (x,y)
koordinatlarına sahipse, birim yarıçaplı çemberin denklemi :
x2 + y2 = 1 olur.
Bu denklem, çember üzerindeki her noktanın koordinatları
tarafından sağlanır. Benzer şekilde x2 + y2= 4 denklemi merkezi başlangıçta ve
yarıçapı iki birim olan çemberin denklemidir.
Bazı geometrik ifadeler eşitsizliklerle ifade edilebilir.
Mesela;
x2
+ y2
< 1
yukarıda tarif edilen çemberin içindeki bütün noktaları;
x2
+ y2
> 1
denklemi de dışındaki bütün noktaları ifade eder.
1 < x2 + y2 < 4 eşitsizliği x2 + y2 = 1 ve x2 + y2 = 4
denklemi bu iki çember arasındaki alanın noktalarını gösterir. Analitik
geometri, x ve y eksenlerine bir noktada dik olan üçüncü bir z ekseni ile
genişletilir. x, y ve z eksenleriyle gösterilen bir denklem yüzey ifade eder.
Mesela, x2
+ y2
+ z2
= 1
merkezi başlangıçta yarıçapı bir
birim olan
kürenin denklemidir. Yüzeylerin ve eğrilerin
önemli özelliklerini araştırmada kullanılan analitik geometri metatlarson üç
asırda bilimin en önemli araçlarından biri haline gelmiştir.
"http://tr.wikipedia.org/wiki/Analitik geometri"'d
an alındı
Yukarıda alıntıladığımız Analitik Geometri tanımına uygun olarak
biz de Türkçe’ mizin bir Kartezyen Koordinat Sistemini oluşturmayı hayal
etmiştik. Bu hayale ulaşmak adına bir ilk adım olarak, Büyük Ünlü Uyumu, Küçük
Ünlü Uyumu Kuralı gibi bazı dil kurallarını x, y koordinatları üzerinde
göstermeye çalıştık. Elbette bir ilk olan bu çalışmayı uygularken bazı
kusurlarımız da olmuş olabilir. Ancak bu sistemin ileride daha uygulanabilir ve
yaygın bir sisteme dönüşeceğine olan inancımızı muhafaza ederek, eksik yönleri
de bulunsa, buluşumuzu siz okurlarımızla paylaşmaya karar verdik. Umarız bu
paylaşımımızı beğenirsiniz.
Büyük Ünlü Uyumu Kuralını kısaca şöyle tarif edebiliriz:
“Bir kelimenin birinci hecesinde kalın bir ünlü (a, ı, o, u)
bulunuyorsa, diğer hecelerdeki ünlüler de kalın; ince bir ünlü (e, i, ö, ü)
bulunuyorsa diğer hecelerdeki ünlüler de ince olur ”
Bu bölümde Büyük Ünlü Uyumu Kuralını ilk
defa, koordinat düzleminde adeta bir matematik kuralını açıklar gibi
açıklayacağız. Bu örnekle Türkçe’nin matematikselliğini anlamaya yönelik bir
adım daha atmış olacağız.
Öncelikle Limon kelimesini inceleyelim.
Bakalım bu kelimenin koordinatları bizim kuralımıza uygun mu? Şunu da
belirtelim. İki nokta arasındaki doğru kesişirse kelimedeki ünlüler uyumsuz, eğer
iki doğru paralel olursa kelimedeki ünlüler de uyumlu olarak kabul edilecekler.
|
Grafik 1:
X:
Kalın UnlUler Y: İnce Ünluler
Bu grafikte i ve o noktalarının kesiştiği görülmektedir. Bu
durum göstermektedir ki limon kelimesi Büyük Ünlü Uyumu Kuralına uymaz. Çünkü i
sesinden sonra o sesi gelmez.
Şimdi çizeceğimiz grafikte de büyük ünlü uyumu kuralına uyan bir
örnek göreceğiz “Yazı” kelimesinin Türkçe uzayındaki koordinatlarını
bulalım.GörUldUğU gibi a ve ı UnlUleri birbirine paraleldir.O
halde burada uyum vardır.Bakalım bunu grafikle nasıl göstereceğiz.Bu örneği de
incelerseniz, TUrkçe’nin tam bir matematik dili olduğunu kavrarsınız.
Grafik 2:
|
X:
Kalın UnlUler Y: İnce ÜnlUler
ÜnlUleri ince olan bir kelime bulalım. Örneğin; bilezik
kelimesi. Bakalım bu kelime bUyUk UnlU uyumu kuralına uyuyor mu? Aynı olan sesleri
tek ses gibi kabul edelim. Aşağıdaki grafikte TUrkçe’nin matematiksel yönUnU
eminim hayretlerle izliyorsunuzdur. TUrkçe’de keşfedilmeyi bekleyen daha ne
gUzellikler var bir bilseniz! Belki siz de Türkçe’mizin bir başka güzelliğini
bulur ve insanlarla paylaşırsınız, kim bilir?
Grafik 3:
|
X:
Kalın ünlüler Y: İnce Ünlüler
Bilindiği gibi Türkçemizde bir kelimenin ilk hecesi düz ünlüyle
başlıyorsa, diğer heceler de düz ünlüyle devam eder. Yine Türkçe bir kelimenin
ilk hecesi yuvarlak bir ünlüyle başlıyorsa, bunu takip eden hecenin ünlüsü ya
düz geniş, ya da dar yuvarlak olur. Bu kurala
Küçük Ünlü Uyumu Kuralı dendiğini bilmeyenimiz yok gibidir.
Küçük Ünlü Uyumu Kuralının
matematikselliğini örneklerle görmeye çalışalım.
“ K (a) l (e) m” kelimesindeki ünlüler
Büyük Ünlü Uyumu Kuralına göre uyumsuzlar.. Formel bir dille ifâde edecek
olursak, birisi eksi birisi artı.. Ancak bu kelimeyi oluşturan sesler Küçük
Ünlü Uyumu Kuralına göre birbirleriyle uyumlular. Çünkü iki hecenin ünlüleri de
düz ünlüdür. Yani ikisi de Koordinat grafiğindeki x doğrusundalar.. Birisi eksi
kutbunda diğeri artı kutbunda ama ortak özellikleri ikisinin de x doğrusu
üzerinde olması.. Analitik geometrideki bu x doğrusu gibi, bu kelimenin
ünlüleri de “düz” doğrusu üzerindedir.. Türkçe’nin bu kuralını grafikler üzerinde
göstermeye çalışalım. İlk defa gerçekleştirilecek bu uygulamayı nasıl
yapacağımızı da açıklayalım isterseniz.
Kalın düz ünlüleri x doğrusunun + bölümüne, ince düz ünlüleri
de yine bu x doğrusunun - bölümüne yerleştireceğiz. Yine kalın yuvarlak
ünlüleri y doğrusunun + ince yuvarlak ünlüleri de y doğrusunun - bölümüne
yerleştireceğiz. Bu çizeceğimiz grafik, kuralımızın birinci bölümünü
açıklayacak. Yani düz ünlülerden sonra düz ünlüler gelir . Bu demektir ki, düz
ünlüler düz ünlülerle paraleldir.. Bu doğruda da düz ünlülerin paralelliği
görülmektedir.
Y ı |
t |
|
|
a |
o
u X |
ü ö |
e i r |
X:
Yuvarlak ünlüler Y: Düz ünlüler
Yukarıdaki grafikte yazı kelimesini oluşturan a ve ı ünlülerinin
birbirine paralel olduğu görülmektedir. O halde yazı kelimesi K.Ü.U.K’ına uyar.
Şimdi de “balon” kelimesini grafiğimizde inceleyelim. Bakalım bu
kelimenin ünlüleri birbiriyle uyumlu mu?
|
a |
i |
W ^ |
|
o |
*■ u X |
|
|
|
ü |
e |
|
X: Yuvarlak ünlüler Y: Düz ünlüler
Bu grafikte görüldüğü gibi balon
kelimesinin a ve
o ünlüleri burada kesişmektedir. O halde burada
K.Ü.U.K’ına uyma söz konusu değildir.
Bütün
bu örneklerde görüldüğü gibi Türkçemiz, Analitik Koordinatlarla da ifade
edilebilecek kurallara sahip matematiksel bir dildir. Türkçemizdeki bütün bu
örnekler çoğaltılabilir. Değişik kurallara da benzer matematiksel yöntemlerle
yaklaşılabilir. Bu alanda yapılacak
çalışmalar
dilimizin daha başka güzelliklerini de ortaya koyabilecektir.
İNTERNET
İMLÂSI
Bu çalışmamızda TDK’ya bir öneride
bulunacağız. Artık hayatımızın ayrılmaz bir parçası olmuş “Sanalbağ” hakkında
olacak önerimiz. Bu öneri sadece Türk Dil Kurumu’na değil Milli Eğitim
Bakanlığı’na da yönelik olacak. Öncelikle bir gerçeği ortaya koymak gerekiyor.
Sanalbağ yani İnternet artık hayatımıza istesek de istemesek de girmiş durumda.
Devamlı Sanal Âlemin Türkçemizi bozduğunu söylüyoruz ya da bu söylemi çeşitli
vesilelerle çeşitli mekânlarda işitiyoruz. Türkiye’deki pek çok okulda artık
bilgisayar var. Bunun doğal bir sonucu olarak Sanalbağa girmeyen öğrencimiz,
gencimiz de yok. Mesenger denilen Mesajlaşma sistemleri ya da Chat Odası olarak
telaffuz edilen sanal Sohbet Odaları aile içi sohbetlerden, sokaktaki arkadaş
ortamlarından daha revaçta gençlerimiz hatta büyüklerimiz arasında. Bu olayın
olumlu yönleri var elbette. Bunlara değinmeyeceğim hâliyle. Bizi ilgilendiren
Türkçe ile ilgili olan yönüne değineceğim meselenin. Bu değinişi yaparken de
yetkililere seslenmeye çalışacağım olanca samimiyetimle.
İnsanlarımızın gündelik hayatta “Yes”
“Ok” vb pek çok yabancı kelimeyi sıklıkla kullanmaya başladığına şahit
oluyoruz. Bunda sanalbağdaki Sohbet Odalarının da büyük bir payı var elbette.
İşte bizim önerimiz bu noktada kendini gösterecek. Bildiğimiz gibi Türkçe
yaşayan bir dildir ve o her alanda elbette kullanılacaktır. Sanalbağ da bizim
hayatımızın bir gerçeği ise Türkçe o alanda da elbette kullanılacaktır.
Bundan daha doğal bir şey yoktur. Fakat “Mektup”, “Dilekçe”,
“Tebrik Kartı” yazmanın kendine has kuralları olduğu gibi Sanalbağda da
yazışmanın bize uygun, Türkçe’yi yadsımayan, yazım geleneğimizi kuşatan akılcı
kuralları olmalıdır. Bu kurallar da okullarımız vasıtasıyla ivedilikle
öğrencilerimize öğretilmelidir. Öğretmenlerimiz bilhassa da Türkçe ve Edebiyat
dersi öğretmenleri bu Sanalbağ Yazım Kurallarını öğrencilere öğretmelidirler.
Tabii ki bunun da olabilmesi için öncelikle bu kuralların ihtisas ehli kişilerce
yazıya geçirilmesi ardından da yazıya geçirilen bu kuralların Milli Eğitim
Müfredatına girmesi şart. Bir öğrenci mektubun ya da resmi bir mektup olan
dilekçenin nasıl yazılması gerektiğini öğrendiği gibi o nasıl sanal sohbet
yapılır bunu da öğrenmelidir. Belki de bugün Sanalbağ yazımında karşılaştığımız
bu sorunlar bir kafa karışıklığının ürünü de olabilir. Sanıyorum ki bu
kuralları öğrenen insanlarımız Türkçe’ye ve Türk Yazım Geleneğine uygun sanal
yazılar yazabilecektir sohbet ortamlarında.
Bildiğimiz gibi sanal ortamlarda kısaltmalar süratlilik
açısından oldukça önemli. Borsada da bu kısaltmalar çoklukla kullanılıyor.
Öncelikle TDK bu kısaltmaları da bir kurala bağlamalı bizce. Örneğin “ne haber?
(naber)” yerine “nbr” mi yazılacak yoksa “nabr” mi yazılacak? Ya da bu kullanım
hiç olmamalı mı? Ya da “Yaş, Cinsiyet, Yer” anlamlarına gelen İngilizce
kelimelerden kısaltılmış olan “asl” yerine ne konulacak? Kısaltmanın
ekonomikliği/iktisâdiliği bir kenara fırlatılarak “Yaş, cinsiyet, yer ya da
mekân” mı denilecek yoksa “YCM” diye kısaltılarak mı yazılacak bu kelimeler?
Yes yerine “evet” yazılacağı herkesce malum ama bu “evet” kısalatılarak “evt”
şeklinde mi yazılacak yoksa aynen “evet” şeklinde mi yazılacak? Ya da “ok”
yerine kullanacağımız “tamam” kelimesi “tmm” şeklinde mi ya da “tm” şeklinde mi
yazılacak? Yoksa bu kelime hiç kısaltılmayacak mı? Yine sanal sohbetlerde
sıklıkla kullanılan “Slm” kısaltması aynen muhafaza edilecek mi yoksa buna
“Selam” denmesi gerektiği mi ifade edilecek?
İnsanlarımızın bilhassa yabancı sanal
sohbet ortamlarında yaptıkları bir yanlıştan da bahsetmeden geçemeyeceğim bu
yazımda. Bizim ülkemizin on tane ismi yoktur bildiğimiz gibi. Türkiye’nin ismi
sadece ve sadece “Türkiye” olabilir. Elbette bir Fransız, bir İngiliz ya da bir
Alman kendi dil yapısına göre telaffuz edecektir ülkemizin ismini. Onların
kendi yazım sistemlerinin de tesiriyle, ülkemizin ismini kendi telaffuzlarına
göre yazmalarını bir dereceye kadar müsamaha ile karşılayabiliriz. Ancak Türkçe
konuşan bir insanın Türkiye yerine “Turkey” kelimesinin kullanması oldukça
üzücüdür. Bu, vaktinde itiraf edeyim ki benim de yaptığım bir hatadır. Ancak
önemli olan hatayı bilmek ve yanlıştan dönmektir. Artık gelin bu “Turkey”
kullanımını hiçbir yazışmamızda kullanmayalım ve onun yerine “Türkiye” ya da
bazı mazeretlerle “Turkiye” yazımını kullanalım. Bu şekilde yabancıları da
ülkemizin ismini doğru telaffuz etmeye, onları ülkemizin ismini bizim
telaffuzumuza uygun yazmaya da teşvik etmiş oluruz.
Peki, bütün bu kullanımlar gerekli düzeltmeler yapılarak
uygulandı diyelim. Sanal Sohbet yazı türünün genel kuralları nasıl olacak?
Sıkça kullandığımız elektronik mektupları nasıl kullanacağız? Söze başlarken
hangi hitap cümlelerini yazacağız? Bu elektronik mektubun bir yerlerinde muhatabımızın
büyüklerinin ellerinden, küçüklerinin gözlerinden öpecek miyiz? Bu mektup nasıl
ve hangi cümlelerle sonlandırılacak? Tabii ki iş bunlarla da bitmiyor. Asta,
üste dair yapılan sanal yazışmalardaki kurallar nasıl olacak? “Ne düşünüyorsun
kardeşim mektup gibi ya da dilekçe gibi yaz” demekle de mesele hallolmuyor.
Muhakkak ki Sanal Mektubun, Sanal Sohbetin Mektuptan ya da dilekçeden farkları
olacak. Peki, bu farklar neler olacak? Ya da bu değişik türler arasındaki
benzerlikler nelerdir? Aslında bu sıralayıp durduğumuz sorular Türkçe dersinin
ya da Bilgisayar dersinin müfredatına eklenecek ek birkaç konuyla
cevaplandırılabilir. Bu alanda zaten oturmakta olan bir yazım geleneği de
vardır ama bu gelenek içinde pek çok yanlışı da barındırmaktadır. Bizim isteğimiz
de doğruların yanlışlardan ayıklanması ve uygun olan kuralların ortaya
konmasından da başka bir şey değildir.
Günümüz Türkçe müfredatında Standart Türkiye Türkçesinde
kullanımdan düşmüş pek çok konunun halen gündemde tutulduğunu düşünürsek
(Mesela; “-e yazmak” yardımcı fiili yaklaşma bildiren yardımcı fiil olarak
ülkemizin çoğunluğu tarafından hiç kullanılmadığı halde halen öğretilmeye devam
ediliyor) çağımızın bir gereği ve de büyük bir sorunu olan bu konulara da
değinilmesi yanlış olmayacaktır. TDK yeni Yazım kılavuzlarında bu konulara da
değinebilir. En azından bu yeni yazı türlerinin kurallarının ciddi bir şekilde
alanında yetkin kişilerce, kurullarca belirlenmesi, insanlarımızın kafasındaki
karışıklıkların yanında, bu yazışmalardaki yanlış anlaşılmaları da önler, diye
düşünüyorum.
Umarım demek istediklerimiz
anlaşılmıştır. Yazımızın içeriğindeki hatırlatmalar ve öneriler de umarız
ilgili yerlere ulaşır. Ben de maalesef sık sık yazım yanlışları yapmış olan ve
yazım kurallarına uymanın önemini pişmanlıklarla hisseden birisi olarak, bu
konunun dilcilerimizin ve diğer ilgililerin gündemine girmesini arzuluyorum.
Belki bu konularda yapılan ciddi çalışmalar vardır da bizim haberimiz yoktur
bunlardan. Bu da olabilir tabii ki. Ancak TDK ve
Milli Eğitim Bakanlığı’nın bahsettiğimiz konularla ilgilenen
yetkililerinden; bu mevzular üzerinde yapılan çalışmalar hakkında da bilgi
istemem doğal karşılanmalıdır. Bu çalışmalar hakkında bana ulaşacak bilgileri
de okuyucularımla paylaşmaktan onur duyacağımı ifade etmek istiyorum. Güzel
dilimiz Türkçe adına yapılan böylesine anlamlı çalışmaları ayakta alkışlamayı
kendime en birinci vazife olarak görüyorum. Tüm okuyucularıma ve ilgililere en
derin saygılarımı sunuyorum.
TDK’NIN TÜRKÇE ÇALIŞMALARINA VERDİĞİ
ÖNEMİ GÖSTEREN MEKTUPLARINDAN ÖRNEKLER
TDK'dan “İnternet İmlâsı” Başlıklı Yazımıza Gelen Cevap :
T.
C.
ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU
Türk
Dil Kurumu Başkanlığı
Sayı
: B. 02. 1. KDT. 5. 02. 10. 00- 232
Konu
:
Sayın
Oğuz Düzgün,
İlgi:
18/ 01/ 2007 tarihli yazı.
Önerileriniz Güncel Türkçe Sözlük ve Yazım Kılavuzu Çalışma
Grubunda görüşülecektir
Bilgilerinizi
rica ederim.
Prof.
Dr. Şükrü Halûk AKALIN Türk Dil Kurumu Başkanı
TDK’dan
Başka Bir Yazımıza Gelen Cevap:
T.
C.
ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU Türk Dil Kurumu
Başkanlığı
Sayı
: B. 02. 1. KDT. 5. 02. 10. 00-
Konu
:
Sayın
Oğuz DÜZGÜN,
İlgi:
10/ 02/ 2007 tarihli yazı.
Türk Dil Kurumunun Genel
Ağ sayfasının http://tdk. org. tr/TR/BelgeGoster.
aspx? F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EFD157 CB4DF4A46466 adresinden kesme
işaretinin kullanımıyla ilgili bilgilere ulaşabilirsiniz.
Dilimiz Türkçe için
gösterdiğiniz ilgi ve
duyarlılığa teşekkür
eder, çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Prof. Dr. Şükrü Halûk AKALIN Türk Dil Kurumu Başkanı
TÜRKÇE’NİN ŞİFRESİ
İnsanlar genellikle duygularıyla
yaşarlar. Akıllarıyla yaşadıklarını öne süren bilim adamları bile, pek çok
savlarında duygularının esiridir aslında. Şu anda dünyada büyük bir yayılma alanı
bulmuş olan Hint Avrupa (Anglo-Sakson) dil ailesine mensup İngiliz dilini
konuşan bilim adamları, böyle bir öznel yaklaşımla kendi dillerini “en üstün
dil” konumuna oturtmuşlardır. Onlara göre bütün dünya, İngilizce’yi konuşursa
medenileşecektir. Anglo- Sakson kültürüne sahip bazı bilim adamları, “En çok yayılan ve bükümlüleşen dil, en
üstün dildir ” demektedirler. Bu görüşe göre,
günümüzde Türkçe, İngilizce’ye göre oldukça aşağı basamaklardadır. En alt
basamakta ise Çince gibi diller vardır. Bizim bu çalışmayı yapmaktaki amacımız;
bunlar gibi güzel dilimizi hafife alan görüşleri, bilimsel yöntemlerle
yeryüzünden tamamen ortadan kaldırmaktır. Bizim bu kadar cesaretli konuşmamızı
sağlayan Türkçe’nin muhteşem düzenidir. Nasıl ki, her şey zıddıyla bilinir,
bunun gibi Türkçe’nin düzeni ortaya konulduktan sonra, artık diğer bâzı
dillerin düzensizlikleri gün gibi aşikar olacaktır. Tabii ki düzensiz olan
dillerin de diğer dillerden ayrılan güzel yönleri olabilir ve vardır. Bunu da
dilbilimciler ortaya koyacaktır.
İngilizce, çok mükemmel ve düzenli bir
dil olduğundan dolayı bu kadar yayılmamıştır. Belki bu dili konuşanların
bilimsel ve ekonomik üstünlükleri, diğer insanları, bu dili öğrenmeye itmiştir.
Bir zamanlar, bilimde, edebiyatta kendilerini Fars ve Arap toplumlarından aşağı
gören milletler, bu toplumların dillerini öğrenmişler; bu dilleri gerçek
sahiplerinden daha iyi kullanmışlardır. Bunun gibi, bugün de batı dillerine bir
yönelme, doğal olarak gerçekleşmiştir. Bilindiği üzere Selçuklu Devlet’inde
Farsça, Resmi Dil olarak kabul edilmiştir. Arapça ve Farsça’nın etkileriyle
Türkçe’nin “Osmanlıca” olarak tanınan yeni bir lehçesi oluşmuştur. Bu yeni
oluşumlar, dillerin doğal gelişmesine katkıda bulunan tabii etkileşimlerin
sonucudur. Bu bakış açısıyla bakıldığında, bütün dünya dillerinin birbirini
etkilmiş olduğu gerçeği de açıkça görülecektir. Bu etkileşim, dillerin
doğasında var olan bir kanunun tezahürüdür..
Aslında bütün dünya dilleri güzeldir.
Her bir dilin ayrı bir güzelliği de muhakkak vardır. Bizim bu çalışmayı
yapmaktaki amacımız, diğer dillerin “kötü ve çirkin” olduğunu savunmak
değildir. Bizim amacımız yüzlerce yıldır yabancı (bizim içimizden de bazı
“yabancılar” çıkmış) bilim adamlarınca küçümsenen; Yunus Emrelerin, Hacı
Bektaş-ı Velilerin, Hoca Ahmet Yesevilerin güzel dilini yani Türkçeyi
savunmaktır. Aslına bakılırsa, Türkçe’nin savunulmaya da ihtiyacı yoktur.
Türkçe zaten tüm güzellikleriyle kendini savunmaktadır. Bizim gayemiz de kendi
bakış açımızla görebildiğimiz güzellikleri sizlerle paylaşmaktır. Türkçe’nin
güzellikleri bizim söylediklerimizden ibarettir dersek, bizler de Türkçe’yi
küçümsemiş oluruz. Elbette biz, buz dağının görünen kısmıyla ilgilenebildik.
Uzak amacımız, Türkçe’nin bilinmeyen daha pek çok güzelliklerine de
ulaşabilmektir.
Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, Türkçe,
dünyanın tamamına yayılmış bir dildir. Şu anda da Ermenilerden Arnavutlara
kadar onlarca halkın ikinci bir dil olarak konuştuğu mükemmel bir dildir.
Türkçe, pek çok dünya milletinin dilinde köklü değişiklikler yapmış bir dildir.
Bugün Yunanca’da yüzlerce Türkçe kelime vardır. Sırplar, Osmanlı’dan miras
kalan “Devlet” kelimesini hala kullanmaktadırlar. Birçok dili de etkilemiş bir
dildir Türkçe.
Bazı dil bilginleri Türkçe’nin
kökenlerinin İsa’dan Önce 15 binlere dayandığını ifade etmektedirler. Hatta
bazı cesaretli dil bilginleri, biraz abartılı bir iddiayla Hint Avrupa
dillerinin kökenin de Ön Türkçe olduğunu iddia etmektedirler. Anadolu’daki bazı
medeniyetlerin de Ön Türklerin medeniyeti olduğu Türkologlar ve Dil Bilginleri
tarafından ispat edilmektedir. Hititçe ve Sümerce’nin Ön Türkçe diller olduğu
da iddia edilmektedir. Elbette bu iddiaların bilimselliği tartışmalıdır.
Sümerce, Türkçe kökenli bir dil olmasa da Sümerler döneminde Türkçe’nin Sümer
topraklarında konuşulmakta olduğu, Sümerce’deki Türkçe kelimelerden
anlaşılmaktadır. Bütün bu deliller gösteriyor ki Türkçe on binlerce yıldır
yaşayan bir dildir.
Bazı Mezopotamya ve Anadolu medeniyetlerinin dillerinin Gramer
yapıları, Türkçe’ye çok benzemese de, çok çeşitli yönlerden Türkçe’nin bu
dilleri derinden etkilediği görülmektedir. Bu da Türkçe’nin erken dönemlerdeki
tesirini göstermektedir. Bütün bu örneklerden de anlaşılacağı gibi Türkçe,
gerçekten köklü bir dildir. Bu dil, tarihte çağ açan ve çağ kapatan bir medeniyetin
Ortak Dili olmuş güzel bir dildir. Bugüne kadar Türkçe’nin üstünlüğünü ve
güzelliğini anlatan pek çok kitap neşredilmiştir. Bizim, Türkçe’yi Anglo-Sakson
kelimelerin istilasına karşı muhafazaya çalıştığımız gibi, bizden binlerce yıl
öncesinde de Kaşgarlı Mahmud, Fahreddin Mubarekşah, Zemahşeri gibi Müslüman
Türk bilginleri, yazdıkları birbirinden değerli eserlerle, Türkçe’nin en
azından diğer diller kadar güzel bir dil olduğunu ispata çalışmışlardı. Bizim
bu mutevazi çalışmamız da aynı geleneksel çalışmaların, bir farklı anlayışla
devamından ibarettir. Anlayış farkımız şudur:
Artık bizim için tehlike,
Farsça ve Arapça gibi diller değildir.. Onlarla zaten bir sulh (barış) tesis
ettik. Bizim için şu andaki mesele, AngloSakson dillerinin ahlaki bakımdan olumsuz
yan etkileriyle, bizim edebi dilimizi, ebediyen yok etmek üzere yaptıkları
edepsiz saldırılara mukavemet etmektir.. Bu alanda da pek çok başarılara imza
atılmıştır.. Pek çok bilginimizin pek çok nadide çalışmaları, insanımızı
uyandırmaya devam etmektedir. Ancak böyle ulvi vazifeler, fani şahsiyetlere
bina edilemez. Türkçe ’yi korumak vazifesi, tüm milletin vazifesidir. İlmi
vasfı ne olursa olsun, herkesin Türkçe’yi savunmaya ve korumaya hakkı vardır.
Yeter ki Türkçe ’yi korumak adına söylenenler, ilmi delillerle
kuvvetlendirilsin.
Biz bu çalışmamızda, Türkçe’nin muhteşem
düzenini göstermeye çalıştık. Bunu yaparken sade bir dil kullanmaya da özen
gösterdik. Zira ulaşmak istediğimiz kitle geniş bir kitledir. Bu kitlenin
ilköğretim öğrencisinden, Üniversite Hocalarına kadar çeşitli fertleri vardır.
Maddeler halinde Türkçe’nin Anglo-Sakson kökenli dillerden Düzenli olan
yönlerini tespite çalıştık. Şimdi lafı fazla uzatmadan sizleri, Güzel Dilimizin
şifrelerle ve güzelliklerle dolu dünyasıyla baş başa bırakıyorum. Umarım siz de
Türkçe’nin
hazinelerinden birine ulaşmak için, bir şifre çözersiniz:
1. Türkçemiz fiil yönünden gerçekten işlek bir dildir. Diğer
dillerden isim almış olsa da çok sayıda fiil almamıştır. İngilizce’nin %80’inin
Latince, Fransızca gibi dillerden alıntı olduğu bilinmektedir. Günümüzde
Türkiye ve Orta Asya Türkçeleri incelendiğinde Türkçe’nin asliyetini doğal
değişmeler dahilinde koruduğunu görmekteyiz. Belli bir zaman diliminde bazı
kelimeler alınmışsa da bu kelimeler halk diline fazla nüfuz etmemiş, devlet
diline has kalmıştır. Hatta pek çok Osmanlı Padişah’ının şiirleri incelenirse
bu Pâdişahların ne tatlı bir Türkçe kullandıkları ortaya çıkacaktır. Türkçe
bilim dili olabilecek, kendine yetebilen nadide dillerden birisidir. Yavuz
Sultan Selim’in Edebi Sanatlarla
zenginleştirdiği ve Şah İsmail’e gönderildiği rivayet edilen, o
dönemin Türkçesiyle yazılmış bir kıtasını sizlerle paylaşalım:
|
1 |
2 |
3 |
4 |
1 |
Sanma şahım |
herkesi sen |
sadıkane |
yar olur |
2 |
Herkesi sen |
dost mu sandın |
belki ol |
ağyar olur |
3 |
Sadıkane |
belki ol |
alemde |
dildar olur |
4 |
Yar olur, |
ağyar olur, |
dildar olur, |
serdar olur |
Bu şiiri incelediğimizde Osmanlı
Türk’ünün ince edebi zekasını müşahede edebiliyoruz. Orhun abidelerindeki
şiirsel üsluba fazla şaşırmamak gerekir. Bu üslup daha da güzel süslemelerle
Osmanlı döneminde de devam etmiştir. Şiir, Müslüman Türk’ün de hayatında
ayrılmaz bir parça olmuştur. (Not: Nu şiirin inceliklerini öğrencilerime
anlatıyordum. Bir kız öğrencim, bu şiirdeki edebi sanatın benzerini uyguladığı
çok güzel bir şiir yazdı.. Üstelik 5-10 dakika içinde yazdı bu şiiri.. Pek çok
öğrencim de bu şiire birer nazire yaptı. )
Daha önce hiçbir şiir deneyimi olmayan
ve fazla da okumayı sevmeyen bu çocuklara böyle sanatlı bir şiiri yazdıran
nedir? Elbetteki o çocukların analarından süt emdikleri sırada ruhlarıyla ve
kulaklarıyla emdikleri Türkçe sütü, bu müthiş kabiliyetlerin doğmasına sebep
olmuştur. Türkçe en okumuşunu da, hiç okumamışını da şiire, edebiyata meftun
eden
nadide
bir dildir. Aşık Veysel gibi çok az tahsil görmüş insanlara o ölümsüz eserleri
yazdıran neden, kendi içlerindeki deha ve yeteneklerin Türkçe bağında
sünbüllenmesinden ibarettir.
2. Türkçe’deki kurallılık Türkçe’yi ezber dili olmaktan çıkarmakta
bir mantık dili haline getirmektedir. Hint Avrupa dillerinde birçok Düzensiz
Fiil ve Kelimeler yoğun bir ezber faaliyetini gerektirmektedir. İngilizce,
Gramer kitaplarında geçen yüzlerce düzensiz fiil bize bu hakikati
haykırmaktadır. Herkesin bildiği bir Go- fiilinin Past Tense (Geçmiş Zaman)
hali “Went” şeklindedir. İnsanın mantığını “Go” dan “Went” e götürecek hiçbir
mantıksal köprü kurulamamaktadır. Böyle yüzlerce düzensiz formu ezberlemek gerekmektedir.
Ancak Türkçemizde bu kelimenin karşılığı olan “Git- “ fiilinin dili geçmiş
zaman hali, Git-ti şeklindedir. Bu kelime bir “-ti” ekiyle kökünden
başkalaşmadan oluşmaktadır. Diğer bütün fiillerde istisnasız aynı ekler
mantıksal bir süreçle yeni fiiller kurmaktadır. Bu diğer eklerde ve zamanlarda
da aynı şekilde görülmektedir. Demek ki Türkçe, ezberden ziyade mantığı öne
alan yegâne dillerden birisidir. Bu açıdan yabancılar tarafından öğrenilmesi
-bazı ses özelliklerinin dışında- kolay bir dildir.
3. Hint-Avrupa dillerini konuşan dil bilginleri tarafından ortaya
atılan bir iddia da Hint Avrupa dillerinin diğer dil ailelerinden üstün olduğu
iddiasıdır. Bu iddiaya göre diller yapıları bakımından 3 şekle ayrılmaktadır:
1)
Tek Heceli (Yalınlayan) Diller: Çince bu dil
grubuna örnek gösterilir. Bu dilde bir kelime farklı tonlama ve seslerle farklı
manaları oluşturmaktadır.
2) Sondan Eklemeli Diller : Türkçe, Japonca, Macarca gibi sondan
eklemeli ve düzenli yapılar içeren diller bu gruba girmektedir.
3)
Bükümlü Diller: İngilizce, Fransızca gibi içinde
düzensiz fiiller ve kelimeler bulunan diller bu gruba girmektedir. Bükümlü
Dillerde kelimelerin kökleri ve yeni şekilleri arasında mantıksal, etimolojik,
fonetik ilişkiler kurmak çok zordur.
Avrupalı bazı dilbilimciler, bükümlü
dillerin en üstün diller olduğunu iddia etmektedir. Bize göre bu iddia
tutarsızdır. Ben Bükümlü Dillerin bazılarını, değişime ve başkalaşmaya her an
açık ihtiyarlamış diller olarak görmekteyim. Düzenini muhafaza etmiş bir
binayla düzensizliğe doğru giden, harap olmuş bir bina aynı değildir. Bunun
gibi Türkçe ile Anglo-Sakson dilleri arasında da o kadar fark vardır. Türkçe
düzenini muhafaza etmiş bir bina gibidir. İngilizce gibi AngloSakson dilleri
ise başkalaşmaya yüz tutmuş, düzensizleşmiş kelimelere sahiptir. Türkçe’nin
haricindeki dilleri küçümsediğimiz düşünülmemelidir. Bize göre
bütün diller güzeldir. Bütün dillerin kendilerine has güzellikleri vardır.
Ancak bazı diller düzen yönünden diğer dillerden daah üstün görünmektedir.
Türkçemiz de “Düzenlilik” yönünden bu gibi dillerden üstündür.
Bu
noktada bizim önerimiz şudur:
“Diller yapısı bakımından 2 ana grupta incelenmelidir. Biz bütün
dünya dillerini Düzensiz ve Düzenli Diller şeklinde ifade edebileceğimiz iki
ana başlıkta inceleyebiliriz. Belki bu iki ana gruba bir de Yarı Düzenli Diller
başlığını da ekleyebiliriz.”
Bu önerimize uygun olarak örnek bir sınıflandırma yapalım:
1-
DÜZENLİ DİLLER
2-
DÜZENSİZ DİLLER
1-
Türkçe
Japonca Arapça Eski Latince Gürcüce Çerkezce Macarca
2-
İngilizce
Fransızca Almanca
Rusça
4. Anglo-Sakson dillerinde fiilimsilerin yapımı Türkçemizden
oldukça farklı bir şekil göstermektedir. Türkçemizde fiilimsiler “-an, - esi,
-erek, -ince” gibi eklerin yardımıyla oluşturulmaktayken Anglo-Sakson
dillerinde aynı yapı birkaç farklı cümlelerin birleşmesiyle teşkil
edilmektedir. (Bkz: Adem ve Havva Dili)
5. Hint Avrupa dillerinde bir dağınıklık göze çarpmaktayken,
Türkçe’de eklerin sağladığı geniş çaplı bir düzenlilik görülmektedir.
Türkçemizde bir cümleyi oluşturan unsurlar birbirlerine canlı birer harçla
kaynaşmış gibi görünmektedirler. Cümleye görev yükleyen çekim ekleri cümleden
çıkarıldığında cümlenin anlamlarında da bozulmalar olacaktır. Ekler kelimeleri
birbirine bağlayarak cümleyi bir bütün hâline getirmektedirler.
Okul-un ön-ün-de oyna-yan çocuğ-un kitab-ın-ı ban-a mı
getir-ecek-sin?
Örnekte de görüldüğü gibi ekler vasıtasıyla bütün bir cümle tek
vücut olmuş gibi gözükmektedir. Hatta kelimelerdeki ünlü, ünsüz uyumları gibi
özellikler de cümleye ayrı bir uyum katar.
6. Türkçemizde bir cümleyi çok çeşitli şekillerde ifâde edebiliriz:
Ben
okula gidiyorum.
Ben
gidiyorum okula
Okula
ben gidiyorum.
Okula
gidiyorum ben.
Gidiyorum
okula ben.
Gidiyorum
ben okula.
Türkçemizde cümlelerin birbirinden çok
farklı dizilimlerle ifade edilebilme özgürlüğü vardır. Türkçe bu yapısı
itibariyle tam bir edebiyat dilidir. Türkçemizin bu özelliği sayesinde
duygular, düşünceler en güzel şekilde ifade edilir. Türkçe’nin gramerindeki bu
esneklik diğer Anglo-Sakson dillerinde yoktur. Bu dillerde cümle, belli bir yapıya
hapsedilmiştir. Hafif bir unsur değişikliği cümlenin anlamını tamamen
değiştirebilmektedir.
7.
“
I am going to school.” (Ben okula gidiyorum)
Türkçe’de şahıs zamirini çıkardığımızda anlam bozulmamaktadır
ancak yukarıdaki örnekten de anlaşılacağı gibi İngilizce’de durum böyle
değildir. Bir örnek verelim:
(Ben)
Okula gidiyor -um > (1. Tekil Şahıs eki)
Bu cümledeki fiilin sonundaki şahıs eki sayesinde birinci tekil
şahıs zamiri muhafaza edilmektedir. Yaratıcı, savaşlar, göçler nedeniyle hızlı
yaşaması gereken Türklerin diline böyle kolaylıklar vermiştir ki; ifade edilmek
istenen düşünce ve duygular çabukça ifade edilsin. Bir de buradan şunu
anlamamız gerekiyor, Türkçe bu esnek yapısıyla birçok dili de etkilemiş
olabilir. Bu da incelenmesi gereken bir konudur.
8. Hint- Avrupa dillerini konuşan bazı büyük filozoflar, dillerinin
mantık dışı ve kuralsız unsurlar içerdiğini kabul etmişlerdir. Bu filozoflar,
dillerinin savurgan da olduğunu öne sürmüşlerdir. Platon, “Kratylos”
Diyalogunda - Yunanca bir eser- kendi kullandıkları (Yunanca gibi) dillerin,
bilgileri yanlış anlamaya sebep olabileceğini, bu nedenle mantıklı ve kurallı
bir dile ihtiyaçları olduğunu açık yüreklilikle belirtmiştir. Descartes de aynı
şekilde kurallı ve düzenli bir dil arayışındadır. Düzensiz fiillerle;
kelimelerle dolu bir dilin bilim ve felsefe dili olamayacağı, daha birçok
filozof tarafından kabul edilmiştir. Belki de bütün bu Avrupalı filozoflar
Türkçe’yi yeterince inceleme imkânı bulsaydılar, Türkçe’yi, Felsefe ve Bilim
dili olarak benimsemişlerdi bile.
9.
Türkçemiz
yapım ekleri sayesinde yeni kelime türetebilme özelliğine sahiptir. Böylelikle
kelimelerin ve fiillerin tanınmayacak şekilde başkalaşması önlenmiştir.
Hint-Avrupa dillerinde bu ekler çok az işlevseldir. Genelde kelime türetme,
kelimenin başkalaşması yoluyla yapılır. Ünlü filozofların beğenmediği
noktalardan biri de budur. Bugün İngilizce’de yaşayan pek çok kelime iki üç
kelimenin baş harflerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuştur. (RAM kelimesi
“Random Access Memory” kelime grubunun baş harflerinden oluşur) Türkçe’deki
işlevsel yapım ekleri sayesinde böyle garabetlere rastlanılmaz.
Örneğin; İngilizce’de “gitti” diyebilmek için “go” fiilini
başkalaştırarak “went” şekline dönüştürürüz. Kökle yeni yapı arasında bir
farklılık vardır. Türkçe’de ise yapım ve çekim eklerinin işlekliği sayesinde
bir sorun çıkmamaktadır. “Git-“ fiilini -di’li geçmiş zaman formuna sokmak için
yapmamız gereken kelimeyi başkalaştırmadan sonuna bir “-di” eki eklemektir.
Kelime “Gitti” şeklinde kökünü de muhafaza ederek yeni bir kullanıma hazırdır.
10. İngilizce’de fiillerin dışında da bazı kelimeler kuralsızdır.
Birçok kelimenin çoğul halleri böyledir:
child(çocuk)- childreen(çocuklar) woman(kadın)- women(kadınlar)
man(adam)- men(adamlar)
Türkçemizde ise böyle bir karışıklık yoktur. Çoğul hal “-ler”
eki ile sağlanır. Üstelik bu “-ler” eki de üç sesten oluşur. 3 çoğulluğun
ifadesidir. Bu çoğul ekinde ayrı bir müzikallik de vardır. Sondaki “-r” sesi
sayesinde devam eden, akıp giden bir çokluk (kemiyet) nazara veriliyor..
11.
İngilizce’de
ve diğer Anglo-Sakson kökenli dillerde önüne sayı sıfatı alan kelimeler, sayı
birden büyükse, çoğul eki alırlar. Türkçe’de böyle bir olay yoktur. Nesneyi
belirten sayı zaten çokluk ifade ettiğinden nesneye bir çoğul eki eklenmez. Biz
“iki kalem” deriz “iki kalemler” demeyiz. Mantıksal olarak zaten biliriz ki,
iki sayısı çokluğu ifade eder. Yani 1kedi+2kedi=3kedi olur.
12. İngilizce’de bazı fiiller birçok farklı anlamı birden içerirken,
Türkçe’de her bir eylemi karşılayacak ses yapısı mevcuttur.
“to take” = almak, götürmek, çekmek(fotoğraf) anlamlarını ifade
eder..Fakat Türkçemizde bütün bu anlamları karşılayacak farklı fiiller
kullanılır. Yabancı Dillerden dilimize tercüme ettiğimiz bazı fiiller “fotoğraf
çekmek” fiili örneğinde olduğu gibi asıl dildeki fiilin anlamından hareketle
kullanılmaktadır. Bu da yabancı dillerin etkisini açıkça göstermektedir.
13. Türkçe, şahıs zamirlerinde bir ses ahengi vardır. Ben>Sen
>O/Biz>Siz>Onlar örneklerinde görüldüğü gibi l.ve 2.tekil şahıslar kendi aralarında;
sondaki “-n” sesi bakımından bir uyum içindedirler. Çoğul şahıslarda ise “-z”
uyumu vardır. Hint Avrupa dillerinde böyle düzenlilikler bulunmaz. Örneğin;
Almanca l.tekilŞ: Ich, 2.Tekil: Du zamirleri, İngilizce “I” ve “You” bu
zamirler arasında bir ses uyumu yoktur..
14.
Anglo-Sakson
dillerindeki şahıs zamirlerinin yönelme, tamlama belirten halleri düzensiz
olarak oluşturulur. Ben (I), Benim (My) Beni, Bana (Me) vd..
15. Türkçe’de önemli unsur devamlı sondadır. Kelimeler, ögeler ve
ekler, önemli unsuru savunmak için adeta bir kale vazifesi yaparlar. “Ben
kitabı bugün okudum.” cümlesinde önemli öge olan “okudum” kelimesi kalp ya da
beyin kelime olduğu için muhafaza edilmiştir. Bir de bu sayede eylemin ne
olacağı konusundaki merak devamlı taze tutulur. Dinleyici sondaki eylemi anlayabilmek
için cümlenin tamamını dikkatle dinler..
16. Türkçe’nin herkes tarafından kabul edilen bir matematiksel bir
yapısı vardır. Bunu ispat eden bir küpü aşağıya naklediyoruz. Bu ünlüler küpü
ilk olarak Türkçe’nin düzenine âşık olmuş bir Fransız bilgin olan Jean DENY
tarafından çizilmiştir:
|
Geniş Ünlüler: a, e, o, ö (Küpün solu) Düz Ünlüler: a, e, ı, i
(Küpün üstü) Dar Ünlüler: ı, i, u, ü (Küpün sağı) Kalın Ünlüler: a, ı, o, u
(Küpün önü) İnce Ünlüler: e, i, ö, ü (Küpün arkası)
17.
Türkçe’de
bir sözcükte hükümdar mesabesinde olan öğe yüklemdir. Hangi öğe bu hükümdarın
yanına yaklaşırsa, önemi o derecede artar. Bu nedenle “Yükleme” yakın olan öge
diğer öğelere nazaran daha vurgulu telaffuz edilir.
18. Anglo-Sakson kökenli dillerde bir cümleyi edilgen yapabilmek
için o cümleyi tamamen değiştiririz. Türkçemizde ise bir “-l” ve “-n” eki
yeterlidir. Bütün Ural Altay dillerinde benzer bir özellik vardır. İngilizce’de
edilgen durumda nesne başa getirilir. “The book is being read”
bu pasive’i (edilgeni) bir de aktive (etken) yapalım. “He is reading the book. ”
Görüldüğü gibi cümlenin şekli tamamen değişti..
Türkçemizde böyle bir zorluk yoktur. Aynı cümleyi Türkçe
yazalım. “Kitap okunuyor” Görüldüğü
gibi bir tek “-n” eki sayesinde yüklem “edilgen” çatılı olmuştur. Aynı cümleyi
etken yapalım, “(ıO)Kitap okuyor” Görüldüğü gibi sadece bir sesi atarak
cümleyi yine etken yaptık. Bu durum Türkçemizin güzelliğini gösteren
örneklerden dâdece birisidir.
19. İngilizce’nin mazisi 500 yıl civarındadır. Türkçe’nin ise 15 bin
yıllık bir mazisi olduğu ispat edilmektedir. Üstelik Proto Türkçe’nin Hint
Avrupa dilleri dahil bir çok dili etkilediği de iddia edilmektedir. İngiltere
ll.yy’ın 2.
yarısında az gelişmiş bir yerdi. Bu dönemde İngilizlerin ataları ottan
yaptıkları evlerde yaşıyorlardı. O dönemlerde bizim edebiyatımız zirve
noktasını yaşıyordu. Yunus Emreler, Hacı Bektaşlar, Hoca Ahmet Yeseviler güzel
Türkçemizle birbirinden edebi eserler ortaya koyuyorlardı. Dünya
Dilbilimcilerinin de kabul ettiği gibi İngilizce’nin en az yüzde 60’ı belki de daha
fazlası Latince, Yunanca gibi dillerden alınmıştır. Kendi kelime hazinesi ise
%15 belki de daha azdır. Türkçe ise en az 10 bin sene işlenmiş köklü, düzenli ve
sağlam bir dildir.
20. Bir çok ünlü alim ve bilgin Türkçe’nin güzelliğini; zengin
yapısını kavramış olmalı ki; en güzel eserlerini bu dille vermişlerdir. Onlar
dönemlerinin ortak dili olan Arapça’yı ya da diğer dünya dillerini
kullanabilirlerdi ancak
Türkçe’yi tercih ettiler. Yunus Emre (Divan) Hoca Ahmet Yesevi
(Divan), Hacı Bektaşı Veli (Nefesler) Nazım Hikmet, Orhan Pamuk, Atilla İlhan,
Nurullah Genç, Ahmet Turan Alkan, Yahya Kemal, Tevfik Fikret, Osman Yüksel
Serdengeçti, Necip Fazıl ve daha binlerce ismi aklımıza gelmeyen farklı
görüşlerin temsilcileri, güzel Türkçemizi kullanmışlar, bu dili bütün dünyaya
tanıtmışlardı.
21. İngilizce’de “Get” , “have” gibi bazı fiiller pek çok anlama
gelecek şekilde kullanılabilmektedir. İngilizce konuşan kimseler de bu
eylemleri çok kullanan kişilere “tembel” demektedir. Çünkü bu eylemlerin
belirsiz olduğu ve gereksiz yere kullanıldığı samimiyetle ifade edilmektedir.
Bu eylemler kullanıldığında yanlış anlamalara yol açabilmektedir. Yaşayan
İngilizce’de bu eylemler sıklıkla kullanılmaktadır. Türkçemizde ise her bir
eylem yerli yerinde ve karışıklığa mahal vermeyecek şekilde kullanılmaktadır.
22. Türkçemizde kelimeler çok az değişime uğrar.. Bilhassa fonetik
yönden oluşan değişmeler çok az seviyededir. Bilhassa kitap ve yazın
Türkçe’sinde bu değişimler oldukça azdır. Ancak Anglo-Sakson dillerinde bu
değişim had safhadadır. İngilizce’deki ya da Fransızca’daki gibi kelimelerin
aslından çok farklı seslere dönüşmesi örnekleri Türkçemizde görülmez.
23. Türkçemizde istisna yok denecek kadar azdır. Her istisna da ayrı
bir kuralın, düzenin başlangıcını gösterir. Türkçemiz devamlı düzene ve
güzelleşmeye doğru ilerlemektedir.
24. Türkçemizde diğer pek çok dilin aksine akraba adları ayrıntılı
bir şekilde mevcuttur. Özellikle, “ağabey, abla, kardeş, bacı, teyze, yeğen,
kuzen, amca, dayı, hala” gibi pek çok akrabalık ifade eden kelime Türkçe’yi konuşan
toplumların akrabalığa verdiği önemi açıkça göstermektedir. Bu durumda Türkçe,
akrabalar arası muhabbetin ifade edilmesi açısından en uygun dillerden biri
olarak karşımıza çıkmaktadır.
25. Orhun abideleri gibi eski Türklere ait anıtları incelediğimizde,
o dönemlerde kullanılan pek çok fiilin şu andaki Türk lehçelerinde de
yaşadığını görmekteyiz. Hatta binlerce yıl önce konuşulan Türkçe’nin pek çok
özelliği bugün de yaşamaktadır. Türkçe’nin bu kelime ve ekleri muhafaza etme
özelliği, bu dilin kurallılığının; sağlamlığının açık bir tezahürü olarak
gözükmektedir. Ama pek çok Hint Avrupa dilinde bildiğimiz gibi fiiller, değişik
zaman çekimleri esnasında bile değişebilmekte, aslıyla hiç ilgisi olmayan
konuma girmektedirler.
26. Türkçemiz yapım eklerinin yoğunluğu bakımından Hint Avrupa
dillerinden ayrılır. Yapım ekleri sayesinde çok kolay bir şekilde bir kelime,
başka bir anlamı karşılayacak şekle dönüştürülebilmektedir. İngilizce’de “ly,
ness, less...” vd. gibi sınırlı sayıda işlek yapım eki varken, Türkçemizde
yüzlerce yapım eki halen kullanılmaya devam etmektedir. Antik çağlarda yaşamış
pek çok felsefeci Hint Avrupa dillerini incelemiş, kendi dillerinin
düzensizlikleri karşısında mantıklı ve düzenli dili oluşturma gayretine girişmişlerdir.
Onları en çok zorlayan konulardan birisi de dillerindeki fiillerin ve
kelimelerin düzensiz bir biçimde türemeleri olmuştur. Bu felsefeciler
dillerindeki bu eksikliği gidermenin yapım ekleri kullanarak mümkün olacağını
ifade etmişlerdir. Esperanto gibi yapma dillerin oluşturulmasında da aynı
arayışın izleri görülmektedir.
27. Türkçe’de birleşik zamanların oluşturulması oldukça kolaydır.
İki zaman eki yan yana sırasına uygun bir şekilde kullanılıverir ve mesele
hallolmuş olur. Ancak İngilizce gibi bazı dillerde yardımcı fiil kullanılma
zorunluluğu vardır. Türkçe’de ikinci bir zaman ekinin eklenmesini sağlayan “i-“
yardımcı fiili düştüğünden bu eklerin birbirine görünürde hiçbir kelime yardımı
olmadan eklenmesi, Türkçe’nin devamlı düzene doğru yürüyecek şekilde
programlandığının açık bir kanıtı gibidir.
Ben geliyordum.
(Ben geliyor idim)
I was coming.
28. Türkçemiz dünya dilleri içerisinde bilinen en eski dillerden
birisidir. Ve bu özelliğiyle hiçbir etki altında kalmadan kendi seyrinde
gitmesini bilmiş müstesna dillerden birisidir. Prof. Dr. Osman Nedim TUNA pek
çok ikna edici delile dayanarak Türkçe’nin en asgari 8.500 yaşında olduğunu
hesaplamıştır. Onun en büyük delillerinden birisi, Sümer yazıtlarında oldukça
yoğun bir şekilde bulunan Türkçe kelimelerdir. Bu bulgulardan yola çıkan bilgin
Türkçe’nin en az 8.500 yıl öncesine uzanan bir geçmişi olduğunu ispat
etmektedir. İngilizce gibi diller ise en çok 600-700 sene mazisi olan
dillerdir. Türkçe gibi köklü bir geçmişi olan bir dil, elbette bu yönüyle de
pek çok dilden üstündür.
29. Prof. Dr. Oktay SİNANOĞLU “Bye Bye Türkçe” adlı eserinde Türkçe
ve Japonca arasındaki ilişkilere değinmiştir. Türkçe ve Japonca arasındaki
benzerlikler oldukça şaşırtıcıdır. Bu durum, Türkçe’nin çok köklü bir dil
olduğunun başka bir kanıtıdır. Yine Profesör Elövset Zakiroğlu ABDULLAYEV “Türk
Dillerinin Tarihsel Gelişme Sorunları” adlı eserinde Türkçe’nin Ermeni dilini
pek çok yönden etkilediğini ve değişime uğrattığını reddedilmesi imkansız
delillerle ispat etmiştir. Türkçe’nin Arapça’yı, Farsça’yı ve hatta
İngilizce’yi de etkilediği aşikar bir gerçektir. Şuanda
Arapça, Farsça ve İngilizce’de pek çok Türkçe kökenli kelime mevcuttur.
30. Türkçe, edebiyat dili olmak için de oldukça elverişli bir
dildir. Türkçe’de nazma benzeyen atasözü, deyimler hazinesi oldukça zengindir.
Hatta Orhun abidelerini inceleyen bazı bilginler, bu abidelerdeki yazıların
Şiir olabileceğini savunmuştur. Türkçe’nin şiirsel üslubundan kaynaklanan bu
durum, Türkçemizin nazma yatkınlığını gösteren bir örnektir.
31.
Türk
dili gibi, konuşanlarının sosyal yaşantısını aksettiren dil yok gibidir. Orhun
abidelerindeki Türkçe incelendiğinde ses yapısı itibariyle bu kitabelerdeki
dilin göçebe ve savaşçı bir topluma ait olduğu gözükmektedir. Bu abidelerde
oldukça fazla kullanılan “k, t, d, g, a, ı” benzeri sesler bize bir savaştaki
kılınç seslerini, atların nal seslerini hatırlatmaktadır. Ayrıca bu ve benzeri
sesler Türkçe’ye ayrı bir azamet katmaktadır. Bu dönemde Türkçe düşmanların
yüreğine korku salmayı başaran ses yapısına sahip bir dildir. Ancak zamanla
toplumsal yapının değişmesi ile birlikte Türkçe’de de bazı değişimler olmuştur.
Böylelikle Türkçe, yeri geldikçe oldukça yumuşak, yeri geldikçe oldukça sert
bir dil ola gelmiştir.
Kül Tigin Yazıtının Doğu
yüzünde geçen bir ibareyle tezimizi örneklendirelim: “Tört bulun kop yagı
ermiş sü sülepen tört bulundaki bodunug kop almış kop baz kılmış başlıgıg
yüküntürmiş tizligig sökürmiş ilgerü kadırkan yışka tegi kirü temir kapıgka
tegi konturmış ekin ara ”
(Dört bucak hep düşmanmış. Ordular göndererek, dört bucaktaki
halkları hep almış, hep (kendilerine) bağımlı kılmışlar. Başlılara baş
eğdirmiş, dizlilere diz çöktürmüşler. Doğuda Kadırgan (Kingan) dağlarına kadar,
batıda Demir Kapı'ya kadar (halklarını) yerleştirmişler. (Bu) iki (sınır)
arasında)
Görüldüğü gibi yukarıdaki ifadeler anlamlarına uygun sesleri de
içererek güzel bir ahenk oluşturmuşlardır.
Şimdi gayet yumuşak ifadeleri içeren bir örnek yazarak
Türkçe’nin bu güzelliğini ortaya koymak istiyorum. Türkçe’yi en güzel kullanan
şâirlerimizden olan Yahya Kemal’in “Aşk Hikâyesi” adlı şiirinden bir bölüm:
Âh
o akşam o trenden gülüşün!
O gülüş
kalbime aksettiği an Duymadım ilk ateşin düştüğünü;
Şavka
benzer bir ışık zannettim.
Macera başlamak üzereymiş o gün. Sürecekmiş bu ateş yıllarca.
Bir
taraftan Yakacık, mor dağlar...
Bir
taraftan da deniz, şûh adalar...
O gün ömrümde, kader,
Geçecek aşkı resimleştirmiş Bu güzel çerçevede.
Bu güzel şiir incelendiğinde
görülecektir ki, gayet yumuşak ifadeler kullanılmıştır aşkı ifade etmek için..
Devamlı tekrar edilen “ş”, “m”, “n”, “r” vb. ünsüzleri; “e”, “ü”, “i” gibi ince
sesler aşkı adeta resmetmişlerdir. Elbette daha pek çok ses ahengi (Aliterasyon
ve Asonans) örnekleri de şiirde mevcuttur. Bu durum şâirin şiir dehasını
gösterdiği gibi, Türk dilinin duyguları ifade edebilmedeki muhteşem gücünü de
kanıtlar. Bu arada yeri gelmişken 2008 yılını Yahya Kemal BEYATLI Yılı İlan
eden Kültür Bakanlığımızı da tebrik etmek istiyorum. Umarım bundan sonra diğer
şâirlerimizin ve edebiyatçılarımızın anıları da bu gibi uygulamalarla
yaşatılır. Onların da hayırla yâd edilmeleri sağlanır. Türk kültür ve
edebiyatına hizmet etmiş yaşayan edebiyatçılarımızın onurlandırılmaları ise
öncelikli hedefimiz olmalıdır.
32. Bir gazetede Sırbistanlı Profesör Mirjana Teodosiyeviç’in
Türkçe’yi övüşünü ve bu dile olan sevgisini anlatışını okumuştum. Sırpça’da on
bin Türkçe kökenli kelimenin var oluşu Sırpları Türkçe’ye ilgi duymaya
itmektedir. Osmanlı’nın bu Hıristiyan tebaası bile Türkçe pek çok kelimeyi
dillerinde bugüne kadar yaşata gelmiştir. Bugün Sırp gençliği Türkçe’ye büyük
ilgi duymaktadır. Hatta bayan Prof. Teosodoviç, Üniversite’deki Sırp gençlerin
Türkçe şiirlerden çok hoşlandığını, gençlerin Türkçe’nin müzikalliğine hayran kaldıklarını
ifade etmektedir. Bu da Türkçemizin apayrı bir güzelliğini de ortaya
çıkarmaktadır. Acun Firarda adlı programda bir yabancı bayan Acun’a, “Konuştuğu dilin kulağa çok hoş gelen
bir dil olduğunu” açık yüreklilikle ifade etmişti.
Dilimiz gerçekten başka dilleri konuşanların da samimi itiraflarıyla kulağa hoş
gelen düzenli bir dildir.
33. Türkçe binlerce yıllık geçmişi olan ve halen de canlı olan bir
dildir. Vaktiyle tüm dünyaya yayılan bu dil, bugün de Adriyatik’ten Çin seddine
kadar farklı coğrafyalarda yaşayan yüz milyonlarca insan tarafından
konuşulmaktadır. Almanya ve Avrupa’nın pek çok ülkesinde Türkçe ikinci en çok
konuşulan dildir. Düzeniyle, yaygınlığı ve canlılığıyla bu dil Dünya Dili
olmaya aday bir dildir.
34. Türkçe’deki ünlü seslerin zenginliği dikkat çekmektedir. Bu
ünlüler dilimize ayrı bir güzellik katmaktadır. Zengin ünlü hazinesine sâhip
olduklarından dolayı Türkçe konuşanlar başka dillerdeki ünlüleri seslendirmekte
zorlanmazlar. Pek çok Hint Avrupa dilinde olmayan “ö, ü, i” gibi ünlüler
gerçekten dilimize bir ayrıcalık katmaktadır.
35.
Türkçemizde
başka dil mensuplarının söylemekte zorlanacağı şekilde yan yana iki sessiz
bulunmaz. Hint Avrupa dillerinde bulunan “tren, global” örneklerinde olduğu
gibi iki ünsüzün iilk hecede yan yana gelmesi gibi bir durum söz konusu
değildir.
36.
Kafkas
dilleri gibi bazı dillerde o derece fazla sessiz harf vardır ki, başka dil
mensupları bu derece yoğun sessizleri çıkarmakta zorlanmaktadır. Bu dillerdeki
bu özellik, bu dillerin öğrenilmesini zorlaştırmaktadır. Fakat yine de Kafkas
dilleri pek çok bakımından AngloSakson kökenli dillerden üstün gözükmektedir.
Türkçemizdeki ünsüz sesler ise tüm dünya dillerinin genelinin ses sistemlerinde
var ola gelen seslerdir. Bu nedenle Türkçe’de telaffuzu çok zor bir ünsüz sese
rastlanmaz. Bir dili dünya dili yapan özelliklerden biri olan bu özellik,
dilimizin ses yapısının öğrenilmesini oldukça kolaylaştırmaktadır.
37. Aslen Türk olan pek çok bilgin, Arapça, Farsça gibi dilleri o
dilleri konuşanlardan daha iyi konuşmuşlardır. Mevlana, Zemahşeri, Fahreddin
Mübarekşah gibi pek çok Türk ilim adamı Arapça, Farsça gibi dilleri çok iyi
öğrenmişler ve kullanmışlardır. Onların bu dilleri bu denli iyi öğrenmelerinde
Türkçemizin 36. maddede zikrettiğim özelliklerinin de büyük payı olmuştur. Şu
anda da başka ülkelerde yaşayan vatandaşlarımızın yabancı dilleri o ülke
vatandaşlarından daha iyi ve daha düzenli konuştuğu da bir gerçektir. Erevizyon
şarkı yarışmasında İngilizce şarkı ile aldığımız ödül, biraz da bu dilin Sertap
Erener tarafından iyi kullanılmasının şerefine olmuş olabilir.
38. Kaşgarlı Mahmud gibi bir Türk bilgini daha 11. Asırda
Türkçe’deki kelime dağarcığının on bin civarında olduğunu, bu kelimeleri tek
tek derleyip Divan-ı Lugatit Türk adlı eserine alarak ispat etmiştir. Bu
alimimiz o dönemin şartlarına göre yaptığı araştırma ve incelemelerle 7.500
civarında kelimeyi lügatine alabilmiştir. Ancak kaba bir tahminle halk arasında
kullanılan bu kelime sayısının en az on bin civarında olduğunu söyleyebiliriz.
Hatta Türkçemiz daha 5. ve 6.
yüzyıllarda Ermenice gibi dilleri etkilemeye başlamış, bu gibi dillere daha o
dönemlerde kelimeler vermeye başlamış müstesna bir dildir. Bu günkü Ermenice’de
Türkçe kökenli binlerce kelimenin olduğu da Ermeni dil bilginlerince de
bilinen; kabul edilen bir gerçektir.
39. Türkçe’de Hint Avrupa dillerinde olduğu gibi varlıklara dişilik
veya erkeklik verme olayı yoktur. Örneğin İngilizce’de “O” zamiri kadın ve
erkekte farklıdır. (He-She) Bu olay kadın ve erkek arasında köklü bir ayırım yapıldığını
göstermektedir. Türkçemizde ise “O” zamiri, hem kadını hem erkeği ifade
etmektedir. Fransızca, Almanca gibi dillerde her bir nesneye dişilik, erkeklik,
nötrlük verilmektedir. Üstelik bu dişilik ve erkeklik, çoğu zaman gelişi güzel
olmakta, belli bir mantık takip etmemektedir. Dişiye ayrı, erkeğe ve nötre ayrı
artikel yükleyen bu diller başkaları tarafından kolay kolay öğrenilememektedir.
Türkçemizde ise böyle bir sorun olmadığı için bu dili öğrenmek bu yönüyle
oldukça kolaydır.
40. Bazı sanal aydınlar, Türk dilinin bilim dili olmadığını iddia
etme gafletinde bulunmuşlardır. Biz sadece duygusal bir yoğunlukla bu meseleye
değinmiyoruz. Osmanlı, gerçekten de Türkçe’yi bilim dili konumuna getirmiştir.
Bu döneme kadar İslam dünyasında bilim dili olarak Arapça ve Farsça
kullanılmaktaydı. Ancak Osmanlı aydınları, Arapça ve Farsça eserleri de
Türkçe’ye çevirerek büyük bir hizmet yapmışlardır. Osmanlı aydınları
Fransızca’dan ve diğer Avrupa dillerinden Türkçe’ye pek çok bilimsel eser
çevirmişlerdir. Daha 16.yy.dan itibaren
yabancı dillerdeki pek çok bilimsel eser Türkçe’ye çevrilmiştir. Hatta bugün
Avrupa ve Amerika’dan gelen bilim adamları Osmanlı arşivlerinde, eski
kütüphanelerde sabahlamaktadırlar. Osmanlı alfabesiyle yazılmış bu Türkçeyi,
biz Türklerden daha iyi bilen araştırmacılar, pek çok bilimsel veriyi bu
kitaplardan kopyalayarak kendi literatürlerine eklemektedirler. Demek ki
Türkçe, batıyı etkileyecek kadar pek çok bilimsel alanda eserlerin verildiği,
verilebildiği bir dildir. Evet güzel Türkçemizle Dini, bilimsel, edebi dallarda
binlerce eser yazılmıştır. Bize düşen Türkçe’nin bir lehçesi olan Osmanlıca’yı
daha iyi öğrenerek bu güzide eserleri gün yüzüne çıkarmaktır. Sadece Osmanlı
değil, Selçuklu ve diğer Türk devletlerinde de Türkçe pek çok ilmi eser ortaya
konmuştur. (Edebiyata fazla ilgisi olmayan bazı kişilerin Arap harfleriyle
yazılmış metinleri gördüklerinde bu metinlere Arapça dediklerini duyuyoruz. Bu
mantığa göre Latin harfleriyle yazılan Türkçe’ye de Latince demek gerekirdi.
Nasıl bu harflerle yazılan dile Türkçe diyoruz, bunun gibi Osmanlı harfleriyle
yazılan binlerce eser de Türkçe’dir. Osmanlı alfabesi Arap alfabesinden
farklıdır. Osmanlı alfabesinde Arap alfabesinde olmayan ama Türkçe’de olan pek
çok harf vardır. “P, ç, j, nazal n, yumuşak ğ” harfleri gibi harfler Osmanlı
alfabesinde var olan harflerdir. Yani Osmanlı Alfabesi, Arap alfabesi kökenli
olmakla birlikte, büyük bir oranla Türk ses sistemine uyarlanmış bir
alfabedir.)
41. Bütün evrende büyük bir düzen göze çarpmaktadır. Atomlardan
galaksilere, hücrelerden insanlara kadar bu kainatın her bir öğesi inanılmaz
bir düzen içermektedir. Dünya dilleri içerisinde evrendeki bu düzeni içinde
barındıran yegane dillerden biri de Türkçe’dir. Hatta Türkçe, cümlenin
bütününden tutun da harflerine varana kadar büyük bir düzen görülmektedir.
Türkçe’deki her kuralın bir tutarlılığı ve mantıksal bir açıklaması vardır.
Zaten Türk dili ile uğraşanların ayrıca bir mantık ilmi uğraşısına ihtiyaç duymadan,
mantıksal düşünüşün zirvelerine çıkışı da bu nedenledir.
42. Türkçe’de bütün ekler sondadır. Ancak diğer pek çok dilde ekler
ya başta, ya iki üç hece ortasında ya da sonda gelmektedir. Yani bu tür diller
insanın zihninde mantık bölünmesi oluşturmaktadırlar. Ancak Türkçe; “istisnasız
ekler sondadır” kuralına kesin olarak bağlıdır. Bu dili öğrenecek olanlar da şu
ek başta mı olacaktı, bu ek ortada mı olacaktı şu da sonda mı olacaktı gibi
tereddütlerle uğraşmazlar. “Bütün ekler sondadır”
derler ve mantık bölünmesinden kurtulurlar. Dil birikimlerinin “ek” konusunu
“bütün ekler sondadır” cetveli üzerinden hafızalarına kolaylıkla ve dümdüz
olarak çizerler.
43.
Türkler
tarihin ilk çağlarından beri Yaratıcının varlığına inanan bir toplum olmuştur.
Türklerin şuuraltında devamlı bir “Yaratıcı” kavramı olagelmiştir. Roma, Yunan,
İran, Hint medeniyetlerinde çok Tanrılı dinlerin etkilerini görmekteyiz. Hatta
bu çok Tanrı fikri üçe inerek bu günkü Avrupa’ya da miras kalmıştır. Orhun
abidelerinde Türklerin tek bir Tanrı’ya inandıkları açıkça görülmektedir. Belki
de dil ve inanç arasında bir bağlantı vardır. Türkçe gibi Hint- Avrupa
dillerine nazaran daha tutarlı ve mantıklı bir görünüm arz eden Arapça ve
İbranice gibi dilleri konuşanlşarın da öteden beri Tek Allah inancına sahip
olmaları da şayan-ı dikkattir. Hatta Hintçe’nin Sanskritçe döneminde de Tek
Allah inancı hakim olmuş olabilir. Çünkü bu dönemin dili de düzen arz
etmektedir. Bana göre, inançları etkileyen pek çok unsurdan birisi de dillerin
düzenliliğinin veya düzensizliğinin şuuraltına yaptığı etkiler olabilir.
Düzensiz bir dil, yaşantıda ve inançta da bir düzensizliğe yol açıyor olabilir.
Ancak bu iddianın ciddi bir şekilde araştırılması gerekmektedir. Diğer dillerle
bu dilleri konuşan kimselerin inançları arasında kesin bir bağ kurma donanımını
ve birikimini kendimde göremiyorum. Özelde sadece sevgili dilimiz Türkçemiz ve
Allah inancımız arasındaki ilişkinin bir vakıa olduğuna inandığımı belirtmekte
yarar görüyorum. Tarihi araştıranlar göreceklerdir ki, ilk düzenli orduyu kuran
millet de Türk milletidir. Türk tarihinin daha pek çok “düzeni” barındırdığına
eminim. Şimdi inançtaki bu mantıksallıktan tutun da, orduda, devlet
yönetiminde, geleneklerde görünen bu hassas düzen “dünyaya düzen” (nizam-ı
alem) vermeyi amaçlamış bir milletin, o düzenli diliyle alakalı değildir demeye
kimin gücü yeter? Ve bunu söylemek kimin haddidir?
44. Türkçemizdeki bazı eklerin anlamıyla da yakın ilgisi
bulunmaktadır. Geniş zaman, şimdiki zaman ekleri gibi eklerin akışkan seslerden
oluşması oldukça ilginçtir. Geniş zaman kavramı devamlılığı, bir akışı
belirtmektedir. Bu kavramın anlamına uygun bir şekilde, Türkçemizde geniş zaman
eki olan “-r” eki de akışkan, hareketli bir ektir. Yine aşağı yukarı benzer
anlamları içeren ve zaman kaymalarıyla muzarileşen (geniş zaman, şimdiki zaman)
şimdiki zaman eki “-yor” da “-y” ve “-r” gibi akıcı sesleri içermektedir. Bu
pek çok dilde rastlanılamayacak bir durumdur. Türkçe’deki gelecek zaman eki de
oldukça ilginçtir. Adeta bir kuş sesini andıran bu “-cek, - cak” eki Türklerde
öteden beri ayrılığın sembolü olan kuşlara (turnalara) işaret eder gibidir.
Kuşlar özgürdür, uzaktır ve bir manada da gelecektir. İnsanın gözünde uçup
giden her kuş ulaşılmazdır ve bir yerde geleceği de sembolize eder. Yine
Türkçemizdeki “görülen geçmiş zaman” eki olan “-dı” eki dilin dişlere
değmesiyle çıkarılan bir sestir. Dil adeta bu sesi çıkarırken dışarı doğru
yönelmektedir. Pek çok dilde belirginlik ifadesi olan “der, the, das, te, ta”
gibi sesler yine aynı mantıkla kullanılmaktadır. Bu “-dı” eki de geçmişte olan
olayın görüldüğünü, belirgin olduğunu sesleriyle de göstermektedir. Rivayet
bildiren zaman eki “-mış” ekinde de ayrı bir âhenk vardır.
45. Pek çok kişi Rusça, Yunanca sunucuların Televizyonlardaki hızlı
konuşmalarını görüp şaşırmaktadır. Türkçemiz ne kadar hızlı konuşulsa da
seslerin yutulmasına imkan vermeyen bir yapıya sahiptir. Örneğin, İngilizce’yi
bir kişi kitaptan öğrendiği şekliyle konuşabilir ancak kulak aşinası olmadan bu
dille konuşulanları anlayamaz. Türkçe öğrenen bir kimse ise konuşulanları
anlamak için kitaptan öğrendikleriyle yetinebilecektir. Yani Türkçe,
öğrenildikten sonra telaffuzu çok kolay bir dildir. Ve dolayısıyla duyulduğunda
da çok kolay anlaşılabilmektedir. Hatta İngilizce’yi öğrenen bir kimse, bu
dilde konuşurken cümledeki öğelerin yerlerini değiştirirse farklı anlamalara
yol açabilir. Ancak Türkçe’yi yeni öğrenen bir kimse vurgulaması ne olursa
olsun, öğelerin yerlerini değiştirse de anlaşılır. Hatta büyük ünlü uyumu,
küçük ünlü uyumu gibi kurallara dikkat edilmese de Türkçe ifadeler
anlaşılabilir. Ve yine dilimizde manayı pekiştiren unsurlardan biri olan şahıs
ekleri kullanılmasa da konuşanın ne demek istediği anlaşılacaktır. Bu
kullanımlara birkaç örnek verelim:
Ben seni seviyorum cümlesi yerine Türkçe’yi yeni öğrenen bir
İngiliz,
Seviyor ben seni Ben seni seviyor Ben
seviyor seni Seviyor seni ben Cümleleri gibi eksik, devrik cümleler kursa da
söylenmek istenen hemen anlaşılacaktır. Elbette yabancı dilleri konuşanlar da
dillerini yeni öğrenmeye çalışanların konuşmalarını tek tük anlarlar. Ancak bu
dillerdeki artikellerin, edilgen yapıların yanlış ve eksik kullanımı anlamı
bütün bütün değiştirebilmektedir.
46. Bir kelimenin öz Türkçe olup olmadığı çok kolay
anlaşılabilmektedir. Bir İlkokul öğrencisi bile Türkçe bir kelimeyle Arapça
veya Farsça
kökenli bir kelimeyi birbirinden ayırt edebilmektedir. Bu
Türkçe’nin kurallığını ve düzenliliğini gösteren ayrı bir delildir. Büyük Ünlü
Uyumu ve Küçük Ünlü Uyumu kuralları yardımıyla bir kelimenin öz Türkçe olup
olmadığını anlayabiliriz. Bu kuralların istisnaları ise oldukça azdır. Örneğin
bir 5. sınıf öğrencisi “Kitap” kelimesinin Büyük Ünlü Uyumu kuralına
uymadığından dolayı Öz Türkçe bir kelime olmadığını anlayabilir. Yine “balon”
kelimesinin küçük ünlü uyumu kuralına uymadığını sezen bir 7.sınıf öğrencisi bu
kelimenin Türkçe kökenli olmadığını çok rahat söyleyebilir. Ancak Hint Avrupa
dillerinde bir kelimenin başka bir kökenden geldiğini anlamak o kadar da kolay
değildir. Kelimenin kökenini anlayabilmek için köklü bir kelime kökeni
bilgisine sahip olmak gerekir.
47. Türkçe’de tamlamalardaki öğelerin yeri değişse de o söz grubunun
tamlama olduğu anlaşılır. Örneğin, “Ali’nin kitabı nerede?” cümlesi
“Kitabı
Ali’nin nerede?” Şeklinde söylense de buradaki “Kitabı
Ali’nin” terkibinin belirtili isim tamlaması olduğu anlaşılıverir. Bu
tamlamanın tamlanan bölümündeki ekler buna imkan vermektedir. Ancak İngilizce
gibi dillerde tamlamayı oluşturan unsurların yerleri ekler değişmeden
değiştirilse anlam başkalaşır. Örneğin, “Where is Ali’s book? ”
yerine “Where is book’s Ali?”
diyemeyiz. “Where is book of school?”
(Okulun kitabı nerede?) cümlesi yerine,
“Where is school of book?”
(Kitabın okulu nerede) dediğimizde bambaşka anlama gelen bir cümle oluşur.
İngilizce’de ekleme imkanlarının kısıtlılığı bizi bu içinden çıkılmaz duruma
düşürmektedir.
48. İngilizce gibi bazı dillerde sıra sayılarının eklerindeki
farklılıklar bu sayıların öğrenimini zorlaştıran bir unsurdur. Örneğin
İngilizce’de “one” (van) “bir” iken “First”, “birinci” anlamına gelir. Yine
“two”, “iki” anlamına gelirken “second” “ikinci” anlamına gelir. Sayılar sıra
sayısı yapılabilmek adına oldukça başkalaştırılmaktadır. Bu dilin bu konuda
yetersiz ve düzensiz olduğu açıkça görünmektedir. Türkçe’de ise bir sayıyı sıra
sayısı yapmak için sonuna “-nci” ve “-inci” eklerini eklemek yeterli olacaktır.
Bir > Birinci, iki> ikinci, üç> üçüncü vd...
49. Anglo-Sakson dillerinde şahıs zamirleri de başkalaşabilmektedir.
Örneğin İngilizce’de “Ben”
I
(AY)
şeklinde söylenirken benim, “my” benimki “mine” şeklinde kullanılır. Türkçe’de
ise zamirlerin hangi kökten geldiği ve hangi eki aldığı açıkça bellidir.
Ben, Ben-im, ben-im-ki... Bu ekler bütün kelimeler için kurallı
ve düzenli olarak uygulanır. Yine İngilizce’de Bayanlar için “o“ zamiri “she”
iken bayanlar için onun, “her” şeklinde kullanılır. Türkçe’de ise zamirlerde de
bir kurallılık hakimdir.
50.
Hint-Avrupa
dillerinden Almanca gibi dillerde eklerin çoğunluğu başka dillerden geçmiştir.
Örneğin Almanca’da; a-analyse, anti- antiklerikal (papalık düşmanı) dis-diskret
(ketum), epi-epidemie (salgın hastalık), kon- kongress (kongre), kor-korrekt
(doğru), ex-extra (ayriyeten), il-illegal (kanuna aykırı), im- imaginar
(hayal), vize-vizekonig (kral yardımcısı- buradaki vize Osmanlı Türkçe’sindeki
Vezir kelimesinden geçme olabilir) vd... Türkçemizde ise ekler, binlerce yıldır
kullanıla gelmiş olan Türkçe kökenli eklerdir. Üstelik Osmanlıca döneminde bile
Türkçe yabancı ekler çoğunlukla almamıştır. Yabancı ekli kelimeler zaten diğer
bir dilden örneğin Farsça’dan ekli olarak dilimize aktarılmış ve öyle
yerleşmiştir. Yoksa bu dillerin ekleri dilimizde hiçbir zaman işlerlik
kazanmamıştır.
51. Almanca gibi bazı Hint Avrupa dillerinde İsimlerin aldıkları
artikeller durumlarına göre çekime uğratılır. Örnek olarak şu tabloya
bakabilirsiniz;
|
Singular=Tekil |
|
Plural=Çoğul |
|
|
Erkek cinsi |
Dişi Cinsi |
Nesne Cinsi |
|
Yalın hal |
Der |
Die |
Das |
Die |
İlgi hali |
Des |
Der |
Des |
Der |
Yönelme |
Dem |
Der |
Dem |
Den |
Nesne hali |
Den |
Die |
Das |
Die |
Yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi isimlerin dişiliğine ve
erkekliğine göre aldıkları artikeller de farklılık arzetmektedirler. Dikkat
edildiğinde görülecektir ki, dişiler için iki artikelle yetinilmektedir. “Die
ve Der” artikelleri.... Erkeklerde ise der, des, dem, den artikelleri olarak
nominatif, genitiv, datif, akkusatif halleri ayrı ayrı belirginleştirilmiştir.
Erkek ve kadın ayrımı burada aşikare görülmektedir. Türkçemizde ise böyle
örneklere rastlanmaz. Hem bu artikel meselesi başka dil mensuplarınca öğrenilmesi
zor düzensiz bir yapı arz etmektedir.
52. Almanca, İngilizce gibi dillerdeki yapım eklerinin çoğu
kalıplaşmış ve canlı olmayan eklerdir. Yine bu yabancı dillerden alınan ekler
bile zamanla bu dillerde eski anlamını yitirmiştir. Örneğin “ver” eki eskiden,
“geçti, uzaklaştı” anlamlarında kullanılan bir ekken şimdi, “sebep bidiren bir
ek olarak kullanılmaktadır” “verbluten” (kan kaybından ölmek)
53. İngilizce’de bazı adlar, hem çoğulluk hem tekillik ifade eder.
Türkçemizde böyle bir kullanım yoktur. Örneğin, “ aircraft” kelimesinin çoğulu
“aircraft?” Yine “deer” kelimesinin çoğulu “deer?” kelimesidir. Yani gayet
mantıksız bir şekilde bir kelime aynı anda tekilken bir yandan da çoğul
olmaktadır. Bu durum “teslis” akidesini anımsatmaktadır. Aynı anda Tanrı “tek”
iken yine aynı anda “üç” yani çoğuldur. Bu olay belki de inançların dile
yansımasını gösteren bir örnektir.
54. Özellikle İngilizce’nin bilim dilinde, bazı kelimelerin
çoğulları da kuralsız yapılır. Türkçemizde böyle bir düzensizliğe rastlamak
mümkün değildir. Örneğin;
medium/media
stimulus/stimuli
vb.
Bu gibi kelimeler genelde Latince kökenli kelimelerdir ve
düzensiz bir biçimde çoğullaşırlar. Çoğul olmalarını sağlayacak belli başlı bir
kural yoktur.
55. İngilizce’de sıfatlarda da bir kuralsızlık mevcuttur. Örneğin:
good-iyi
better-daha iyi
best-en iyi
Bu üç örnek birbirleriyle güya aynı kökten gelmiştir ama
birbirleriyle aralarında bir yazım ilgisi bulunmamaktadır. Ana dili İngilizce
olanlar dışında bir başkasının bu anlam ilgisini kavraması çok güçtür. Ancak
Türkçe’de kökten en değişik hale türetilmiş kelime bile mantıksal bir süreçle
türetilmiş gibi gözükmektedir. “İyi- Daha iyi- En iyi” kelime grupları ve bu
kelime grupları içinde bulunan zarflar belli bir düzen ve mantıkla
oluşturulmaktadır. Bu zarflar bütün sıfatlar için kullanılabilir. (Güzel, daha
güzel, en güzel. Kötü, daha kötü, en kötü vd.) görüldüğü gibi kelime
değişmemekte, bir yabancının işin mantığını kavraması halinde öğrenebileceği
kolay bir hal almaktadır.
56. İngilizce’de kiplerin edilgen ve “-di’li” geçmiş zamandaki
şekilleri değişmektedir. Mesela “e-bilmek” manasındaki “Can” kipi’nin “-di’li”
geçmiş zamandaki şekli “could” olmaktadır. Türkçe’de böyle bir değişim yoktur.
Her görev kelimeye belli bazı eklerle yüklenir, “- ebilir, -ebildi, -ebilmiş”
gibi.. Türkçe, bu şekliyle mantık dili olduğunu ispatlamaktadır.
57. İngilizce’de fiiller azdır. Bu yetersizliği telafi için bu dilde
edatların yardımıyla bir fiil, bazen kuralsız bir şekilde pek çok anlama
gelebilmektedir.
Get
about-dolaşmak
Get
away-kaçmak
Get
away with-cezasız atlatmak
Give
in-teslim olmak
Go
down-inmek
Get
up-yönetmek,kalkmak..
Have-sahip
olmak,yapmak..
58. İngilizce’de dönüşlü fiili oluşturmak adına yeni bir cümle
kurulur.
Alışmak-to accustom one’s self Yorulmak-to fatıque one’s self Dinlemek-to
rest one’s self Isınmak-to warm one’s self
Türkçe’de ise Dönüşlülük bir tek fiille ve ekle yapılır:
Tara-n-dım
Yor-ul-dum
59. İngilizce gibi Anglo-Sakson dillerinde bazı soru zamirlerinde
bulunma hali ya da yönelme hali bulunmadığı halde bu ekler varmış kabul edilir.
here= bura-ya bura-da where= nere-ye nere-de
60. Bazıları İngilizce’de eylemleri karşılayan benzer, fakat farklı
kelimelerin sayısının çok olduğunu söylerler. Bu doğrudur. Ancak bu kelimeler
incelendiğinde görülür ki, bu fiillerin çoğu, bu dile başka dillerden
geçmiştir. Bu mantıkla Türkçe’ye baktığımızda Türkçe’deki fiillerin de oldukça
zengin olduğunu sözyleyebiliriz.
pour-bir yerden bir yer dökmek spill-yanlışlıkla dökmek
drop-kazara düşürmek pour-katmak spill-dökmek
İngilizce’ye yabancı dillerden geçmiş pek çok fiili örnek
gösterip, işte İngilizce ne zengin bir dil, demek, İngilizce’nin üstünlüğünü
ortaya koyuyorsa, Türkçe’deki yabancı kökenli kelimelerden hareketle biz de
Türkçe’nin daha üstün olduğunu ortaya koyabiliriz. Bu halde Türkçe’ye Farsça ve
Arapça’dan geçmiş on binlerce kelimeyi de nazara almak gerekir ki; Türkçe’deki
fiil zenginliği o zaman daha da iyi anlaşılır. Fakat biz yine de bütün dillerin
kendine has güzellikleri barındırdığına inanıyoruz. Elbette
Anglo-Sakson dillerinin de kendilerine has pek çok güzelliği
olabilir.
61. Anglo-Sakson dillerini konuşanların bir iddiası daha vardır.
Onlar, dillerinin özelliği olarak, karşılaştıkları nesnelere karşılık olacak
kelimeleri anında türetebildiklerini iddia ederler. Sanki Türkçe’de böyle bir
özellik yok gibi bunu bize karşı bir üstünlük vesikası kabul ederler. Halbuki
halkın konuştuğu Türkçe’yi incelediğimizde, bizim ismini İngilizce olarak
söylediğimiz pek çok kavramın Türk ağızlarında öz Türkçe karşılıklarıyla
yaşadıkları görülmektedir. İşlek yapım ekleri sayesinde pek çok kavrama
karşılık bulabilme özelliği olan Türkçe, eşi dünyada bulunmayan bir dildir.
Örneğin şu “Bilgisayar” kelimesi, belki “Computer” kelimesinden daha kapsamlı
bir şekilde o aletin görevini yansıtmaktadır.
Batı dillerinde yeni bulunan bazı kavramlara örneğin;
elementlere isim verilirken mantıklı ve anlama dayalı bir yöntem
izlenmemektedir. Madem batı dilleri karşılaşılan kavramlara hemen yeni adlar
koymaya müsaittir o halde neden Germanyum, ainştanyum, polonyum, berkiliyum,
unununiyum vb.. gibi o elementin hiçbir özelliğini yansıtmayan isimler
konulmaktadır. Türkçe’yi konuşanlar ise asla böyle yollara tevessül etmezler.
Türkçe’nin zenginliği sayesinde o kavrama anlam bakımından da karşılık olacak
kelime hemen ortaya çıkıverir. Bu kelimenin, o kavramın pek çok özelliğini
karşılayacak nitelikte olmasına da dikkat edilir.
İngilizce’de, Türkçe’deki “sözcük” ve “söz” karşılığı olarak tek
kelime yani “Word” kullanılır. Ancak Türkçe, “sözcük” ile “söz” arasındaki
ayırımı yapmıştır. Bu kavramların daha da belirginleşmesini sağlamıştır.
Elbette ağızdan çıkan ve daha bir bütüncüllük, daha bir yargı ifade eden sözle,
“sözcük” aynı şeyler olmasa gerek. “Sözcük” daha küçük yargıları ve ses
birimlerini kapsayan bir addır. Bu nedenle “söz” kelimesinin sonuna bir “-cük”
eki gelerek bu anlam ayırımı belirginleşmiştir. İşte Türkçe en ufak bir anlam
ve görev farklılığını gösteren müstesna bir dildir.
Printer yerine “yazıcı”, scanner yerine
“tarayıcı”, refrigerator yerine “buzdolabı” kelimelerinin yerleşmesi oldukça
anlamlıdır. Bu örnekler, Türkçe’nin teknolojinin en son merhalesini bile
adlandırabilecek zenginlikte olduğunu göstermektedir. Bizim dilcilerimizin
eksiği, kendi oluşturdukları kelimelerin halk tarafından kabul görüp görülmeyeceğini düşünmeden
yaygınlaşmasını istemeleridir. Aslında bunun tam tersi olsa,
yani Türkçe’yi en saf şekliyle konuşan halka sorulsa, o doğruyu söyleyecektir.
Binlerce yıldır pek çok kavrama karşılık gelecek kelimeyi bu Türk halkı
oluşturmuştur. O halde yeni kelimeler türetirken yine söz hakkı onların
olmalıdır. Gelişigüzel kelimeler türetmek yerine halka yayılabilecek, halkın
beğenisini kazanacak, ekonomik kelimeler türetilmelidir. Demek ki bir kelime
türetilmeden önce iyi bir kamuoyu araştırması yapılmalı, halkın Türkçesine
başvurulmalıdır.
Türkçe her bilimsel kavrama karşılık
yeni kelimeler türetebilecek güçtedir. Ancak “Faks” kelimesi yerine söylenmesi
zor olan, “belgegeçer” kelimesini yerleştirmeye çalışırsak amacımıza
ulaşamayız. Zaten bunu, Türkçe’nin kendisi kabul etmez. Bu kelimede görüldüğü
gibi iki tane “ge” yan yana gelmekte ve bu durum kelimenin telaffuzunu
güçleştirmektedir. Türkçe, şiirsel yapısıyla bu gibi kullanımları tasfiye
etmesini bilir. Yine “çe” sesi de telaffuzda diğer bir güçlüğü doğurur. “Faks”
kelimesi yerine belki belgesayar, belgeyazar vb kelimeler kullanılsaydı,
dilimizi Faks kelimesinden kurtarmış olurduk.. Bugün halkımız “belgegeçer”
kelimesinden bozma “belgeç” kelimesini kullanmaktadır.
Üç buçuk yaşındaki kızım bile bazı
yabancı kökenli kelimelere anında karşılık bulmaktadır. Türkçe konuşan bütün
çocuklarda aynı özellik vardır. Bu da yapım eklerinin sunduğu bir imkandır.
Kızım “püpet” kelimesini bir türlü söylemez. Hiç kimseden öğrenmediği halde bu
kelime yerine “Çekme-m” kelimesini kullanır. Yine o “Lego” kelimesi yerine
“Takma-m” sözcüğünü kullanır. Üstelik bu kelimeler ona hiçbir kimse tarafından
öğretilmemiştir. O anlamını bildiği kelimelerle farkında olmadan yeni
karşılaştığı kavramlara karşılık gelecek kelimeler türetebilmektedir. Türkçe
konuşan bütün çocuklarda belli bir yaşa kadar bu durum gözlemlenebilir.
62. Türkçe, dışarıdan aldığı kelimeleri adeta Türkçeleştirmektedir.
O, kelimelere kendi kurallarını tatbik etmektedir. Ancak bu kelimeleri bütün
bütün de aslından uzaklaştırmamakta, onların orijinalliğini de korumanın bir
yolunu bulmaktadır. Kitap kelimesi Arapça kökenli bir kelimedir. Bu kelimenin
aslı “Kitab” kelimesidir. Yani bu kelimenin aslında son sesi “b” sesidir.
Türkçe ise kendi düzeni itibariyle sonda “b” sesini bulunduramayacağından bu
“b” sesini sert “p” sesine dönüştürmüştür. Böylelikle bu kelime Türkçeleşmiştir.
Fakat Türkçe, bu dili konuşan insanların fıtratına uygun bir şekilde hoşgörülü
bir dil olduğundan, bu kelimeyi aslından tamamen koparmamıştır. Zaten içinde
var olan bir kural gereği “Kitap” kelimesine ünlüyle başlayan bir ek geldiğinde
bu “p” sesi aslına yani “b” sesine dönüşür. Kitap, Kitaba, kitabı şekillerinde
olduğu gibi.. Yine bazı Arapça kökenli kelimelerin sonunda iki ünsüz
bulunmaktadır. Örneğin; “Hiss” kelimesi.. Türkçe’de bu kelime his şeklinde
telaffuz edilerek Türkçeleştirilir. Fakat “his” kelimesi “etmek” yardımcı
eylemini aldığında sondaki “-s” sesi ortaya çıkıverir: “Hissetmek” Pek çok
yabancı kelimede bu durum görülmektedir. Türkçe, içine aldığı kelimeleri
tamamıyla asimle etmemektedir. Onları adeta tüm gücüyle yaşatmaya çalışmaktadır.
Bu yönüyle dünyada Türkçe’ye benzer başka bir dil gösterilemez. Dilin bu
güzelliği Türkçeyi konuşan insanlara da yansımıştır.. Bir başka örnek de
“fikir” şeklinde Türkçeleştirilen ama aslı “fıkr” olan kelime benzeri
kelimelerdir. Bu tür Arapça’dan gelmiş kelimeler de tamamen asimle edilmezler.
Bu tür kelimeler de sonlarına ünlüyle başlayan bir ek aldıklarında ikinci ünlü
düşer. Fikri, fikre vb..
63. Türkçe’nin diğer bir güzelliği de dilbilgisi araştırmaları için
oldukça uygun bir dil olmasıdır. Türkçe’yi “şekli” yani “Morfolojik” yönden
incelemek isteyen biri hiç zorlanmayacaktır. Az bir uğraşla kelimenin kökünü,
ekini bulabilecektir. Bunları da tire çizgileriyle çok rahat ayırabilecektir.
Ancak Fransızca’yı, Almanca’yı ya da İngilizce’yi morfolojik yönden araştırmak
isteyen biri oldukça zorlanacaktır. Türkçe’deki kelimelerin köken incelemesini
yani etimolojik incelemesini yapmak da gayet kolaydır. Türkçe’de hiçbir zaman
önek bulunmaması bunu sağlayan unsurlardan birisidir. “Türkçe daima sondan ek alır”,
kuralını bilen birisi Türkçe’yi köken yönünden çok rahat inceleyebilecektir.
Anglo-Sakson dillerinde ise kelimenin kökeni çoğunlukla öneklerle karıştığından
ve kaynaştığından ya da kelimelerde düzensiz değişimler, başkalaşmalar
olduğundan etimolojik araştırmalar oldukça zordur.
64. Türkçe’deki bütün kelimelerin kökleri tek başlarına bir anlama
ve yargıya sahiptirler. Özelikle Fransızca’da kökler genelde tek başlarına bir
anlam ifade etmezler. Eklere, zamirlere muhtaçtırlar. Türkçe kelimeler ise
hiçbir eke veya zamire ihtiyaç duymadan, kök halleriyle bir yargı ifade
edebilirler. Örneğin: —git-— fiili tek başına emir bildirmektedir üstelik
hiçbir eke de ihtiyacı yoktur.
65. Türkçe’deki bazı kelimelerdeki kalın ünlüler medenileşmeyle
paralel olarak inceleşmeye başlar. Bu bir kuralın delinmesi gibi görünmektedir
ama aslında başka bir kuralın da başlamasıdır. Türkçe’deki bazı kelimeler şehir
diline geçtikçe ünlüleri itibariyle incelmeye yüz tutar. Ana-anne,
kardaş-kardeş, alma-elma örneklerinde olduğu gibi..Elbette bu çok da yaygın
değildir. Ancak Türkçe’nin içinde tetiklenmeyi bekleyen böyle bir eyilim
vardır. Bu temayüller Türkçe’nin gün geçtikçe daha da inceleşeceğini ve
müzikalleşeceğini gösteren birer delillerdir de aslında.. Örneğin —karı-koca”
tabirlerinin kaba bulunarak bırakılmaları ve bunların yerine —eş, hanım”
kelimelerinin yerleşmesi, Türkçe’deki bu temayülü gösteren ayrı bir
göstergedir. —Çocuk” kelimesinin yerini çoğu zaman —küçük” kelimesi almaktadır.
Bu da böylesine bir meylin işaretçisi olabilir. Farsça —Gol”, —gul” kelimesinin
Türkçe’de —Gül” kelimesine dönüşmesi de meselemizi aydınlatmak açısından ayrı
bir örnektir.
Artık kaba olarak kabul edilen ancak zamanında çokça kullanılan
kelimeler yerlerini daha inceleşmiş ve kibarlaşmış kelimelere terk
etmektedirler. Örneğin “avrat” ,”yosma ,”hatun” , “karı” , hatta “kadın”
kelimeleri artık Türkçe’nin değişen mantığına göre değişik versiyonlarla yer
değiştirmektedir. “Hanım ve bayan” kelimeleri bu kelimelere nispeten daha akıcı
olan “h, y” ve daha annemsi olan “b, m” seslerini aldıklarından muhafaza
edilmektedirler. Kısacası Türkçe’de kelimeleri anlamlarına uygun seslerle kullanma
temayülü ilk çağlarda olduğu gibi bugün de daha renkli ve güzel bir şekilde
yaşamaktadır. Arapça, Farsça ve Rumca gibi dillerden gelen bazı kelimeler ise
bu değişimi desteklemektedirler.
66. Hint Avrupa dillerinde kullanılan çekim eklerinin birden fazla görevi
olabilir. Bir ek hem çokluk bildirirken hem de farklı bir görevi ifade
edebilir. Türkçemizde her görev için ayrı bir ek bulunmaktadır. Bu da anlam
karışıklığını önleyici güzel bir özelliktir. Türkçe hakkında eleştiri konusu
yapılan aşırı ek birleşmeleriyle uzun kelimeler oluşması olayı ise asla bir
kusur değildir. Başka dillerde ayrı ayrı kelimelerle hatta cümlelerle anlatılan
bir yargının, düşüncenin Türkçe’de eklerle anlatılması nasıl bir kusur
olabilir? Türkçe’nin bu özelliği her duyguyu, her düşünceyi özgürce ve çok
aşırı kelime kullanımına gitmeden kullanmayı sağladığından alkışlanması gereken
bir özelliktir. Pek çok örnek verebiliriz ama güncel olması dolayısıyla
İnternette e-postalar yoluyla dolaşan bir cümleyi örnek verelim.
“Afyonkarahisarlılaştıramadıklarımızdan
mısınız?” cümlesi. Bu kelimenin (cümlenin) İngilizcesi: “Are(1) not (2) you (3)
one (4) of (5) those (6) people (7) whom (8) we (9) tried (10) unsuccessfully
(11) to (12) make (13) resemble (14) the (15) citizens (16) of (17) Hashish (18)
Black (19) Tower (20)?” (18, 19, 20. kelimeler yerine “Afyonkarahisar ” sözcüğü
yazılması bana daha uygun gibi geliyor. Zira bu kelime özel bir isimdir. Başka
dilde de aynen ifade edilmelidir)
Örnekte de görüldüğü gibi
“Afyonkarahisarlılaştıramadıklarımızdan
mısınız?” cümlesini, İngilizce’ye tamamen
çevirmek için pek çok kelime kullanmak zorunda kalırız. Kurallara bağlanmış,
düzenli olan bazı eklerin öğrenimi, kullanımı, yepyeni kelimelerin
ezberlenmesinden ve kullanılmasından daha kolaydır. Sonuçta aynı düzenli ekler
kullanılarak oluşturulacak binlerce cümle vardır. Fakat İngilizce’de yukarıdaki
örnekte de görüldüğü gibi kurallı ekler yerine, kelimeler kullanılır. Bu
kelimeler de elbette cümlenin anlamına göre değişiklikler gösterecektir.
Türkçe’de yeniden özne kullanımı ihtiyacı da yoktur.. Uzunluk bakımından bu iki
cümle arasında fazla fark yoktur. İngilizce’de aynı cümleyi kurabilmek için 20
ayrı kelimeyi ve o kelimelerin anlamlarını öğrenmek gerekmektedir. O halde
Türkçe’nin bu yönden kusurlu olduğunu söylemek apayrı bir kusurdur. Üstelik bu
verdiğimiz basit örneğin dışında öyle örnekler vardır ki, Türkçe’deki eklerle
ifade edilen anlamların, daha fazla ekonomiklik sağladığını göstermektedirler
Sanal âlemde dolaşırken ilginç bir cümleyle karşılaştım. Bu İngilizce cümle
şöyleydi:
Three witches watch three
Swatch watches.
Which witch watch which
Swatch watch?
(Üç cadı üç adet saate bakıyorlar. Hangi cadı hangi saate
bakıyor?)
Elbette İngilizce cümlelerde her zaman yukarıdaki gibi benzer
sesli kelimeler bir araya gelmez. Ancak beni tebessüme getiren bu örneği
sizlerle paylaşma gereği duydum. Şu da bir gerçektir ki İngilizce konuşmalarda
en sık tekrarlanan sesler “h”, —o”, —w” vb. seslerdir. Şu bir gerçektir ki, bu
seslerin sıklıkla tekrar edilmesi kulağa hoş gelmemektedir. Kuş sesleri ya da
su şırıltıları ile uyuyabiliriz ama horlama sesleri arasında gözlerimizi uyku
tutmaz. Demek ki ses çok önemlidir..
67. Anglo-Sakson dillerini konuşanlardan bazıları Türkçenin zor bir
dil olduğunu savunur. Bu iddiada bir bakıma haklılar. Çünkü Türkçe’nin sistemi,
bu iddia sahiplerinin alıştığı Hint Avrupa dil ailesinin sisteminden oldukça
farklıdır. Elbette alışılan bir dil sisteminden bambaşka bir dil sistemine
geçmek, o kadar da kolay değildir. Bizim için de İngilizce’yi, Fransızca’yı
öğrenmek o kadar kolay değildir. Çünkü o dillerin sistemleri, bizim dilimizin
dahil olduğu Ural-Altay dil ailesinden oldukça farklıdır.
Bir gün öğrencilerimle Çanakkale’den feribotla Gelibolu’ya
geçiyorduk. Maksadımız Çanakkale’de yatmakta olan atalarımızın şehitliklerini
ziyaret etmekti. Feribotta, atalarının mezarlarını ziyarete gelen İngiliz
geziciler de vardı. Tabii ki öğrencilerim doğal bir merak sevkiyle bu
yabancılarla konuşmak istediler. Bir iki geziciyle konuşmaya başladık..Türkçe
öğrenip öğrenmediklerini sordum. “Türkçe’nin çok zor bir dil olduğunu ve bu
dili bu nedenle öğrenemediklerini” ifade ettiler. Ben de kendilerine Türkçe’nin
mantıklı, kurallı ve akla uygun bir dil olduğunu gücüm yettiğince açıklamaya
çalıştım. Bunu kendileri de anlamıştı. Çünkü çok kesin bir şekilde bana
katıldıklarını ifade ediyorlar ve bunu hissettiriyorlardı. O gün için bilimsel
İngilizce seviyem çok iyi olmadığından onlara söylemek istediğim pek çok
gerçeği de söyleyemedim.
Gerçekten de İngilizce, Türkler için o kadar da kolay bir dil
değildir. Bu gün hazırlanan Gramer kitapları, kolaylaştırılmış ve yontulmuş
İngilizce’nin yabancılara öğretilmesini amaçlayan kitaplardır. Bu kitaplarda
geçen cümle yapıları, düzensiz fiiller, kelimeler nisbeten hafifleştirilmiş ve
avam bir İngiliz’in de anlayabileceği seviyeye indirgenmiş yapılardır. Aslında
Shekspir’in İngilizcesi o kadar da kolay öğrenilebilecek bir İngilizce
değildir. Üstelik biz, bugünkü İngilizce’ye de kolay diyemeyiz. Azaltılmış
haliyle bile beş yüzden fazla düzensiz fiil, isim ve sıfatı içinde barındıran
bir dile nasıl basit diyebiliriz? Belki bizim yanlışımız İngiliz’e, Fransız’a
Türkçe’yi öğretmek gibi bir vazifeyi kendimize yükleyemeyişimizdir. Bu vazifeyi
omuzlarımıza alırsak, elbette, onların anlayabileceği şekle indirgenmiş dil
bilgisi kitapları da basabiliriz.
Örneğin “ben kitabı okuyorum”
cümlesinde yüklemin yeri sondadır. Ancak İngilizce’de yüklem hemen özneden
sonra gelir. Bu kullanım Türkçemizde de zaten mevcuttur. “Ben okuyorum kitabı”
bu şekil de Türkçe’ye göre yanlış değildir. Türkçe’yi yeni öğrenen bir İngiliz,
bu şekilde meramını çok rahat ifade edebilir. Biz onu bu kulanımıyla rahatlıkla
anlarız. Yine bir İngiliz, şahıs zamirini ve özneyi her cümlede kullanmaya
alışmıştır. Bırakalım Türkçe’yi konuşurken de devamlı —ben, sen, o” gibi
zamirleri sürekli kullansın..
Yine —büyük ünlü uyumu kuralı” gibi
mantığa uygun kuralları anlamakta zorlanan yabancılar da çıkabilir. Onlara katı
bir tutumla yaklaşmak yerine, dili öğrenmeye geçiş sürecinde, bazı kolay
kullanımları da gösterebiliriz. Örneğin, “azaltılmış” kelimesi köken olarak
“azal-“ fiilinden gelmektedir. Bu fiilin “azaltilmiş, azaltulmuş...” gibi Büyük
Ünlü Uyumu kuralına uymayan kullanımlarının da Türkçe konuşanlar tarafından
anlaşılacağını göz önüne alarak, yabancıların bu tür kullanımlarına müsamaha
ile yaklaşmak gerekir. Belki de böylelikle dilimiz daha çok yaygınlaşma
imkanını bulabilir.
68. Türkçemiz’de haber kipleri “şimdiki zaman, gelecek zaman, geniş
zaman, görülen geçmiş zaman, duyulan geçmiş zaman”
olarak kullanılmaktadır. Bu zamanlar dünya dillerinin çoğunluğunda bulunan
ortak zamanlardır. İngilizce’deki gibi diğer dillerin mantık yapılarına uymayan
zaman anlayışı Türkçe’de mevcut değildir. İngilizce’yi sonradan öğrenen birisi,
hatta İngilizce konuşanların çoğu, aslında pek çok zaman kipini kullanmazlar.
Onlar da belli başlı zaman kiplerini kullanırlar. Türkçe bu yönüyle kolay
öğrenilebilecek dillerden birisidir. Birleşik zamanların oluşturulması ise
oldukça matematikseldir, formülize edilebilir niteliktedir. Bu Türkçe’nin
düzenliliğinin bir başka göstergesidir.
69. Türkçe’de renk adları genelde benzetmeler, somutlaştırmalar
yoluyla oluşturulur. Böylelikle Türkçe, doğayı iyi inceleyenlerin ve
gözlemleyenlerin dili olduğunu ispat eder..
İngilizce’de örneğin “Brown” kelimesi tamamen kalıplaşmış bir
kelimedir.. Türkçe’de bu kelimenin karşılığı “Kahverengi” olmaktadır..
Görüldüğü gibi burada bir somutlaştırma vardır. Kelime sadece ezberlenmekle
kalmamakta, hayale de, düşünceye de adeta resmedilmektedir. Kahveyi görmüş olan
birisi kolaylıkla bu rengi çıkarabilir. Yine “turuncu” derken “turunçgillere”
bir çağrışım yapılmaktadır. Hemen bu meyvenin rengi aklımıza geliverir.
Böylelikle bu rengi daha iyi kavrarız. Son yıllarda yaygınlaşan “Şampanya
sarısı” tabiri de aynı mantığın ürünüdür. Yine “yeşil” (<yaşsıl) kelimesi
“yaş” kelimesinden gelmekte “otu, çimeni” hatırlatmaktadır. Günümüzde de
bilinen yedi rengin tonlarını anlatmak için benzetmeler, somutlaştırmalar
kullanılmaktadır. Örneğin; “çimen yeşili, çağla yeşili, fıstık yeşili,
kırmızının bir tonu olan ve dudak rengine benzeyen yavruağzı, turkuaz mavisi,
krem rengi vb.” Bu da Türkçe’nin ne kadar mantığa uygun bir dil olduğunu
gösteren başka bir delildir.
70. Türkçemizde İngilizce veya diğer AngloSakson dillerinde olan
bükümlülük yoktur. Bu da kelimenin aslına ulaşmamızı kolaylaştıran bir unsurdur.
Bazı dilciler dillerinin bükümlü olmasını övünç kaynağı olarak
gösterebilmektedir. Halbuki dilin “bükülmeden, kırılmadan, değişmeden”
düzgün ve düzenli bir biçimde ayakta kalması daha da övünülmesi gereken bir
durum değil midir?
71. Bazı Hint Avrupa dillerinde kelimenin tekilliğini ifade etmek
için yalın haldeki kelimelere ek getirilir. Türkçe ise buna gerek görmemiştir.
Zira çoğul olduğu belirtilmeyen bir kelimenin tekil olduğu zaten malumdur.
Malumu ilam ise abestir.
72. Bazı Hint Avrupa dilleri erkek için ayrı, kadın için ayrı fiil
çekimlerine, kelime kullanımlarına yer verir. Bu da o dilin kolaylıkla
öğrenilmesini zorlaştırır. Türkçemiz ise, erkek kadın ayrımı yapmaz.
Türkçemizde ‘Teminin, masculin” (Dişi- Erkek) ayrımı yapılmadan her cins için
aynı şekiller kullanılır.
73. İngilizce’de üleştirme eki yoktur. Türkçe’den üstün olduğu
söylenen bu gibi dillerde üleştirme ekinin olmaması büyük bir eksikliktir.
Türkçemizde ise bir sayıyı bölüştürmek için —-er, -şer” eklerini kullanmamız
yeterli olmaktadır. Örneğin, “bir-er, iki-şer, üçer”
Fakat İngilizce’de böyle bir imkanımız yoktur.. Üleştirmeyi bu dilde ifade
edebilmek için “each, apiece” gibi kelimeler kullanılır.
74.
Türkçemizde
bazen isim tamlamalarının tamlayanını kullanmadan da meramımızı ifade
edebiliriz. Örneğin, “onların biri” dememize gerek yoktur. Biri dediğimiz
zaman meramımız anlaşılıverir. Ancak İngilizce’de “one of them” demek
zorundayız. Yoksa ne demek istediğimiz anlaşılmaz. Bizdeki tamlanan eki
sayesinde bu iş gerçekten kolaydır.
75. Bazı dillerde bir kısım seslerin fazlaca tekrar edildiğini
görürüz. Örneğin; bilhassa Amerikan İngilizcesinde “ha, wa, u”
gibi seslerin çokça tekrar edildiğini görürüz. Yunanca gibi dillerde ise “t, s”
seslerinin fazlaca tekrar edildiği aşikardır. Bu sesler adeta bu dillerin birer
sembolü olmuştur. Türkçemiz eski Türkçe döneminde gerçekten “te, dan, k”
gibi seslerin çokça tekrar edildiği bir dildi. Fakat İslamiyetle birlikte
Türkçe, zamanla inceldi ve bugünkü güzel kıvamına ulaştı.. Bir yerde Arapça,
Farsça gibi diller Türkçe’nin durgunlaşmış olan daha da inceleşme temayülünü
tetiklemiştir. Türkçe’yi dinleyen yabancılar, her sesin yerli yerince
yerleştirildiğini gördüklerinden onun devamlı tekrar eden seslerini anlamakta
zorlanmaktadırlar. Türkçe’nin bu müzikal yapısına da hayran kalmamak elde
değildir..
76. Türkçemizde bulunan pekiştirme sıfatlarının (Simsiyah, bembeyaz,
sapsarı, masmavi)
bir benzeri diğer dillerde yok gibidir. Üstelik bu pekiştirme
sıfatları Ermenice gibi pek çok dile Türkçe’den geçmiştir. Bu özellik
Türkçe’nin icadı bir özelliktir. Sıfatların derecelerini daha da arttırmak için
gerçekten akıllıca bir çözümdür. Üstelik “si-m, be-m, sa-p, ma-s” derken
kullanılan “m, p, s” sesleri öyle gelişi güzel kullanılmazlar..
77. Bilindiği gibi bir müzik eseri çalınırken ne denli farklı sesler
ve ne denli farklı notalar düzenli bir ahenkle kullanılıyorsa, o eser o derece
kulağa hoş gelir.. Anadolu Ateşi’nin tüm yabancıları büyüleyişi de biraz bu
özelliğinden kaynaklansa gerek.. Bunun gibi Türkçemizdeki kelimelerdeki eklerde
bulunan seslerin farklılığı, vurgu ve tonlamaların uyumu, ünlü-ünsüz
uyumlarının ahenkleri, uzun seslerin yerli yerince oluşu, kulağa hoş gelen,
“-l, -y, -r, -n, -ş” gibi seslerin tekrarı bir bütün olarak baktığımızda
Türkçe’yi ses telleriyle çıkarılan bir musikiye dönüştürmüştür.. Bu da
Türkçe’nin inkar edilemez ayrı bir güzelliğidir.
78.
Türkçe’de
bazı cümlelerin üç boyutlu resimlerde olduğu gibi, ufak vurgu değişiklikleri
sayesinde çok değişik anlamlara gelmesi, dünya dillerinde bir örneği sadece
yalınlayan dillerde görülen müstesna bir özelliktir. Türkçe’nin bu özelliği,
pek çok dünya dilinin oluşumunun Türkçeyle irtibatlı olabileceğini de bize
hatırlatmaktadır. Bu konuyla alakalı olarak kendi yazdığım bir şiiri aşağıya
alıntılıyorum:
ÜÇ BOYUTLU ŞİİR
Ağlayacaksan ağla yakala gül Ağlayacak san, ağlaya kala gül
Bende
dermanı yarin; al al gül Bende der mani, yar in, al al gül!
Gülsen
de gülmesen de yardir gül 'Gül sende, gülme sende yar' der, gül
Anla!
sev! gider yoksa ağlayan gül Anla sevgi, der: 'yoksa, ağla! yan! gül.'
DÜZGÜN
sever, koşar peşinde, der: 'gül gül' Düzgün sev er, koş ar peşinde, der! gül
gül.
79.
İngilizce’de
karşılama için kullanılan —Welcome” kelimesi, hiçbir değişikliğe uğramadan
—Hoşça kal” manasında yeniden kullanılır. Türkçemizde ise her bir kavram için
bir kelime kullanılması mecburiyeti hissedilir. —Hoş geldin” kelimesi ile gelen
kişi karşılanır.. —Hoşça kal” kelimesiyle de gelinen yerden ayrılınır.
80. İngilizce’de —İyi günler” anlamını ifade eden —Good Bye” kelime
grubu aslında —God be with you” cümlesinden kısalmıştır. Bu cümlenin manası “Tanrı seninle olsun”
demektir. Demek ki İngilizce, sadece kelimeleri değil cümleleri bile
başkalaştırmaktadır. Türkçe’de ise cümlelerde ufak tefek ses düşmeleri bazen
olsa da, bu gibi köklü farklılaşmalara çok az rastlanır. İslamiyeti
kabullerinden sonra Türkler, neredeyse bin yıldır —Allaha ısmarladık” cümlesini
kullanmaktadır. Türkçe, özellikle “Allah, Resul, Kitap”
gibi kutsallık ifade eden kelimelerin cümle içinde başkalaşmaması için oldukça
titiz davranmaktadır. Tabii bu durumun da istisnaları muhakkak vardır.
81. Türkçemiz, Arapça gibi köklü dillere bile kelimeler vermiş bir
dildir. Bilhassa Arap Dili lügatlerinde bundan 50, 60 yıl öncesine kadar
bulunan pek çok Türkçe kelime çıkarılmıştır.. Ancak buna rağmen halk dilinde
pek çok Türkçe kelime halen yaşamaktadır. “Kızılala” kelimesi “Alabalık”
kelimesinden başkalaşmış bir Türkçe kelime olarak Arapça’da yaşamaktadır. Yine
“burgu” kelimesi Türkçe bir kelime olarak “vida” anlamında Arapçadaki bazı
lehçelerde kullanılmaktadır. Bu örneklerde olduğu gibi halk arasında yaşayan
yüzlerce Türkçe kelimenin olduğu da muhakkaktır. ,
Hatta bazı yerlerde “kapıyı kapat”
demek isteyen Arap dostlarımız “Sekrul bab”
cümlesi yerine “Kappat ulbab” cümlesini kullanmaktadır. “Kapat”
kelimesi Türkçedir. Yine Pakistan gibi bazı devletlerin dilleri bile Türkçe’den
köklü bir şekilde etkilenmiştir. Pakistanlılar’ın konuştuğu dil “Ordu” dilidir.
Bu dili Müslüman Türkler geliştirmiştir. “Ordu” kelimesi, dilimizde “ordu, askeri birlik”
manasında halen kullanılmaktadır. Tacikçe, Orduca gibi dillerde pek çok Türkçe
kelime, bazı seslerin başkalaşmasıyla da olsa halen yaşamaktadır.
Orduca, Kurmanç Lehçesi, Zazaca, Çerkezce, Gürcüce, Lazca,
Tacikçe, Arnavutça, Boşnakça, Ermenice, Sırpça, Yunanca, İngilizce, Almanca,
Fransızca vb onlarca dile girmiş olan Arapça ya da Farsça kökenli kelimeleri,
bu dillere taşıyan dil Türkçedir. Zira ne Farslar, ne de Araplar, Türklerin
ulaştığı; yüzlerce yıl yönettiği milletlere bu denli yakınlaşmayı
başaramamışlardır. Sadece Müslüman Türkler, bu milletlere ulaşmışlardır.
Bilhassa Balkanlardaki halkların Müslümanlaşmasına vesile olan da Müslüman
Türklerdir. Adeta Türkçe, pek çok milleti birleştirmeyi başaran köprü bir dil
olmuştur.
82. Türkçe, pek çok dille etkileşime girmiştir. Diğer dillere kelime
verdiği gibi başka dillerden kelimeler de almıştır. Ancak bizce Türkçe bazı
dilleri daha köklü bir biçimde etkilemiştir. Bilhassa Çince değişik yapısı
sayesinde Türkçe kelimeleri içinde sindirmeyi başarmıştır. Bu yapısı sayesinde
Çin dili, Türkçe kelimeleri kamufule edebilmiştir. Elbette yapılacak bir
çalışmayla bu dildeki Türkçe kelimeler de hemen ortaya çıkacaktır.
Moğolca’nın Türkçe ile %60 paralel olduğunu da söylemeye gerek
yok. Pek çok ek ve kelimenin iki dilde de aynı olduğu ortadadır. Bulunma hali
eki iki dilde de “-de, da” ekidir. İki dilin de şahıs zamirleri ve ekleri
birbirlerine oldukça benzerdir. “Sakal” kelimesi Moğolca’da “Sahal”, “güç”
kelimesi “Hüç”, “bilig, bilgi” kelimesi aynen —bilig” şeklinde muhafaza
edilmektedir. Bunlar gibi daha binlerce benzer kelime vardır iki dilde. İki
dilin de aynı dil ailesinden olması bu benzerlikleri açıklayan ikinci bir
yorumun da kaynağıdır. Bu iki dilin benzerliği gayet normaldir.
Türkçe Rus dilini de etkilemiş ve bu
dile yeni kelimeler vermiştir. Örneğin, —çiçek” kelimesi bu dilde —tsvesti”
şeklinde kullanılmaktadır. Yine —bağla-— kelimesi Rusça’da — pakovat”
kelimesidir ki, bu kelimenin —bag-— kelimesinden geldiği kesindir. Yine bu
dilde —lik, li” gibi bazı ekler biraz farklılaşarak yaşamaya devam etmiştir.
Örneğin; tsvet-nik> çiçek-lik, umeliy- bilikli...Yine —çoban” kelimesi
Rusça’da —çaban”, —kesik” kelimesi — kusok”, — dartmak” (tartmak) kelimesi, —
dyorgat”, —bag” (bağ) kelimesi —jaba” şeklinde bu dilde yaşamaktadır. Demek ki,
Türkçe en ummadığımız dilleri bile etkilemiştir. Bu etkiler, günümüzde de
yaşamaya devam etmektedir. Bugün Yahudiler’in bir dili olan Ladino dilinde bile
yüzlerce Türkçe kökenli kelime yaşamaktadır.
83. Türkçemiz, daha bin yıl öncesinden uğruna kitaplar yazılan ve
kendisine adeta aşık olunan mükemmel bir dildir. Binlerce yıldır Türkçe’nin
üstünlüğünü, güzelliğini ispat eden çalışmalar yapılagelmiştir. Demek ki,
akıllı ve düşünen insanlar, Türkçe’nin düzenini ve üstünlüğünü keşfetmişlerdir.
Bu konuyla ilgili bizim de bir
sözümüz olsun diyerek kitaplar yazmışlardır. Dille ilgili hiçbir
milletin bu denli çalışma yapmadığı, belki bunun aklından bile geçirmediği bir
dönemde, Türkçe’nin güzelliğini ispata çalışan birkaç kitabın yazılabilmesi
bile başlı başına Türkçe’nin güzelliğini ispat eden ayrı bir delildir. En koyu
karanlıklar içinde bile kendini gösterebilen bir ışık kaynağı, gerçekten
kuvvetli bir enerjiye sahiptir. Bunun gibi dille ilgili hiçbir çalışmanın
yapılamadığı, dilbilim açısından karanlık sayılabilecek bir dönemde, kendini birkaç
kitapla tüm güzellikleriyle ortaya koyan bir dil, o derece güçlü bir dildir.
84.
Anglo-Sakson
dillerini konuşan bilim adamlarının dillerinin yetersizliklerinden şikayet
ettiklerinden bahsetmiştik. Örneğin Richard Dawkins “Tanrı Yanılgısı” adlı
kitabının 112.sayfasında,
maneviyatı inkar eden diğer görüşlerine nazaran daha mantıklıca bir iddia dile
getiriyor. Dawkins’in İngilizce hakkındaki görüşlerini yorumsuzca naklediyoruz.
“Cinsiyet
zamirleri kötü şöhretlerinin yanında bilinçlendirme konusunda yol göstericidirler
ve İngilizce dili cinsiyet zamirleri konusunda oldukça talihsizdir. (He or She must ask
himself or herself whether his or her sense of style could ever allow himself
or herself to write like this. Düşünce yapısının böyle bir yazı yazmasına imkan
verip vermeyeceğini kendine sormalı.) Ancak eğer
dilin bu talihsizliğiyle başa çıkmasını
başarabilirsek,
insan ırkının yarısının (kadınların) hassaslıklarına karşı bilincimiz
artacaktır. Man (Adam), mankind (İnsanoğlu), The Rights of Man (İnsan Hakları),
all men created aqual (Tüm erkekler/insanlar eşit yaratılmıştır), one mano ne
vote (Bir erkek/insan bir oy); İngilizce, kadınları sürekli
dışlıyormuş gibi görünür. Gençliğimde kadınların
“erkeklerin/insanların geleceği” (the future of men) gibi bir ifadeden
onurlarının kırılabileceği hiç aklıma gelmezdi.”
Yazarın
yukarıya alıntıladığımız görüşlerini dikkatle okuyanlar, onun Türkçe benzeri
bir dil arayışında olduğunu açıkça fark eder. Yazarla aynı görüşte olan
Avrupalı bilginlerimizin Düzenin Dili olan Türkçe’yi kullanmalarını ve
yaygınlaştırmaya çalışmalarını kendilerine öneririz. Zira Türk Dili grameri erkek
egemen bir gramer değildir. O, onun, ona, kendisinin vb. örneklerdeki zamirler,
kadınlar ve erkekler için aynıdır, cinsiyete göre farklılaşmazlar. Hem
Türkçe’de Anglo-Sakson dillerinin çoğunda mevcut bulunan dişi ya da eril
artikel ayrımı yoktur. Üstelik “İnsan” kavramı Erkek kelimesiyle asla ifade
edilmez. İnsan (Human) kelimesi hem erkek, hem de kadınları ifade etmek için
binlerce yıldır kullanılır.
Hatta Müslümanların
kullandıkları Allah kelimesi de dişil ya da eril bir kelime değildir. O nötr
bir kelimedir. Sadece dişilik ve erkekliği olmayan Yaratıcıya has olarak
kullanılır. Buradan hareketle dünya insanlarının da dişil ya da
eril olmayan bu kelimeyi —God” kavramını ifade etmek için kullanmaları daha
eşitlikçi olacaktır. Zira Yaratıcı adına kullanılan bütün diğer isimlerin bir
karşıt cinsi muhakkak vardır. Mesela God kelimesi eril bir isim olarak kabul
edilir. Tanrı kelimesi de eril kabul edilir ki dişi Tanrı için Tanrıça ifadesi
kullanılması bu gerçeği ispat eder. Allah kelimesinin ise hiçbir dişil ya da
eril çağrışımı yoktur. Arapça’da, Kur’an ayetlerini ifade etmek için de —hiye”
(Dişil o) zamiri kullanılır. Kur’an’da —Erkek” suresi yoktur ama —Nisa” (Kadın)
suresi mevcuttur. Kur’an-ı Kerim’de de kadınlar ve erkekler için —nas”
(İnsanlar) tabiri kullanılır. Kutsal Kitabımızda kadınlar kesinlikle
erkekleştirilmeye çalışılmaz ve onların dişil yönleri muhafaza edilir. Kur’an-ı
Kerim’de de Allah, kendisini ifade etmek için Nahnu (Biz) zamirini kullanır ki
bu zamir, dişiler için de eriller için de aynıdır. Allah için kullanılan —Huve”
(Eril o) zamirine gelince, bu zamir Arapça’da erillerin dışında —mahiyeti
bilinmeyen varlıklar” için de kullanılır Hatta —hüviyet” (O’luk) kelimesi dahi
bu —Huve” kelimesinden gelmektedir. Farabi’ye göre bu zamir teklik ve şahsiyet
gibi anlamları da ifade eder. (http://sosyalbilimler.cu.edu.tr/tezler/1030.pdf / sh. 14) Bütün bu ifadelerden
de anlaşılacağı üzere —Huve” (O) zamiri sadece eriller için kullanılan bir
zamir değildir Arapça’da. Mahiyeti bilinmeyen varlıklar için de kullanılır ki
Allah için kullanılması da bu özelliğinden dolayıdır.
Demek ki hem dilimiz hem de kutsal dinimiz dişil-eril
ayrımcılığının tek panzehiri olmaktadır.
85. Türkçe’nin tarihin bilinen ya da bilinmeyen dönemlerinde pek çok
dili etkilendiğinden bahsetmiştik. Türkçe’nin Latinceyle hatta Hint- Avrupa
dilleriyle ortak bazı ekleri, kelimeleri kullanması, bütün dünya dillerinin
ortak bir kökeni olduğu tezini kuvvetlendirdiği gibi Türkçe’nin köklü dünya
dilleri etkileme gücünü de ortaya koyar. İki tez de bizim savunduğumuz görüşler
arasındadır ve hangi tez doğru olursa olsun haklı olduğumuz ortaya çıkacaktır.
Sanal alemde
dolaşırken www.dilimiz.com sitesinde karşıma çıkan bir makale çalışmalarımda yalnız
olmadığımı bana hatırlattı. Prof. Dr. Vecihe Hatiboğlu gibi bazı bilim
insanlarının da bizim pek çok görüşümüzle ve diğer çalışmalarımızla uyumlu
sayılabilecek görüşleri olduğunu fark ettim. Sayın Prof. Hatiboğlu’nun bazı
görüşlerini aşağıya aynen naklediyorum: “Bilim verilerine göre
Türkçe ile Latince arasında bir araştırma, karşılaştırma yapılacak olursa,
kökende, yani menşede, bu iki dilin bazı sözcük ve ekler bakımından aynı
kaynaktan yararlandıkları görülür. Şimdilik bilinmeyen bir çağda, Türkçe ile
Latince aynı kaynağa yakın dolaylarda kullanılmış, sonra da bu kaynaktan ve
birbirinden uzaklaşmışlardır. Bu tür yakınlıkları Türk gramercisi A.C. Emre
daha önce [6] Türkçe ile Hint-Avrupa sözcükleri arasında açıklamağa çalışmışsa
da, burada işlenen ekler üzerine durmamış ve yaptığı karşılaştırmaları da eski
Türkçeye, yani Orhun ve Uygur Türkçesine
dayandırmamıştır.
Dillerin, yüzyıllar
boyunca kolay kolay kök veya ek yaratamadıkları bilindiğine göre, pek çok dilin
kök ve ek bakımından ortak bir kaynaktan ya da birbirlerinden yararlandıkları
daima söz konusudur.
Türkçenin ekleriyle Hint-Avrupa dillerinin ekleri arasında, özellikle
Latincenin bazı kök ve ekleri bakımından, çok yakın bir benzerlik bulunduğu
kolay kolay inkâr edilemez [7]................................................
"ne" sözcüğü Latincede eylemlerin sonuna gelmekte ve ek gibi
kullanılmaktadır : "venisti-ne = geldin mi?", "vidisti-ne =
gördün mü?", "vidit- ne = gördü mü?" gibi.
"ne" sözcüğü
Latincede de Türkçede olduğu gibi soru kavramından başka "olumsuzluk"
kavramı da verir: "ne veniat = gelmesin" gibi.
Türkçede olduğu gibi
Latincede de "ne" sözcüğünün ikilenmesiyle de "olumsuzluk"
kavramı sağlanır: "neque venit neque me vidit = ne geldi ne beni gördü =
gelmedi, beni görmedi" gibi. Bu tür yakınlıklar "tesadüf" diye
yorumlanamaz, çünkü bu yakınlıklar bir tek sözcük veya ekte görülmemekte, bir
dizide, bir sıralanışta olayların gelişmesinde görülmektedir.
Türkçenin en eski
kaynaklarında geçen kişi ve soru adıllarıyla Latincenin kişi ve soru adılları,
karşılaştırılacak olursa şu yakınlıklar ortaya çıkar:
Kişi Adılları Türkçe
men (ben) sen [9]
ol
miz (biz) siz
ol-lar
Latince
me
te
ille, illa, illud
nos
vos
ille, illa, vb.
Görülüyor ki her iki
dilin birinci kişi tekil adılı "m" dudak ünsüzüyle, ikinci kişi tekil
adılı ise "s-" ya da "t-" gibi bir diş ünsüzüyle, üçüncü
kişi tekil adılı da ünlü ile başlamakta ve "l" ünsüzü ile
86.
Türk
Dil Kurumu’nun başarılı çalışmalarından birisi olan Türkçe Verintiler Sözlüğü,
Türkçe’den diğer dillere geçen kelimeleri başarılı bir şekilde ortaya koyuyor.
Bu çalışma bizim yıllardır dile getirdiğimiz bir gerçeği nesnel bir şekilde
ortaya koymuş oldu. TDK’yı bu çalışmadan ötürü tebrik ediyorum. Çalışmayla
ilgili Milliyet Gazetesinde yayımlanan bir haberden alıntı yaparak bu sözlüğün
mahiyeti hakkında bilgi vermiş olalım:
“TDK Danışmanı Prof. Dr.
Recep Toparlı, şimdiye kadar Türkçeye Arapça ve Farsça gibi dillerden geçen
sözcüklerin kitaplaştırıldığını, böyle bir çalışmanın ilk kez yapıldığını
belirterek, kitabın önümüzdeki aylarda basılacağını söyledi. Çalışmayı yapan
Karaağaç'a göre ise dünyada bir dilden başka dillere giden sözcükleri bir araya
getiren başka bir sözlük yok. Türkçe'nin imparatorluk dili olmasının, çok
sayıda komşu ülkeye sözcük vermesine neden olduğunu belirten Karağaaç,
"Kitapta 8 bin 500 madde var. Tek tek sözcük olarak değerlendirdiğimizde
ise 20 binden fazla sözcük var" dedi.
Türkçenin diğer dillere
verdiği bazı sözcükler ve anlamları şöyle:
ABA (Yünden yapılan
kumaş):
Rusça.: aba "kalın
ipten gevşek dokunmuş kumaş"
Ermenice: aba "yünlü
kumaştan yapılmış palto" Sırpça: haba "kalın çuha"
AÇIK
Farsça: açig (ağaçsız ve
açık yer, alan)
Rumence: acıc, (üstü
örtülü olmayan)
Yunanca: açih-açiğâ (açık
açık, açıkça) çikmavı (açık mavi)
ADA
Bulgarca: ada, adalıya
(adalı)
Arnavutça: hade BABA
Farsça: baba (baba, saygı
değer yaşlı)
Rusça: baba, babay (büyük
baba, dede)
Bulgarca: baba, babö,
böba, babaya, babayko,
bubayko
BACANAK
Farsça: bacanak
Rusça: bacınak
Yunanca: bacanakis
ÇADIR
Çince: chadie'er
Urduca: çatr (padişah
için kullanılan büyük şemsiye)
Yunanca: çadıri (çadır;
dağınık ev veya oda) ÇAKAL
İtalyanca: sciacallo,
jacal, sciacal (avının üzerine atılmağa hazır kimse; dehşet günlerinde
vurgunculuk yapan kimse; gösterişli cenaze törenleri düzenleyen kimse)
Fransızca: chacal-chakal
ELÇİ
Çince: e'erqin İngilizce:
elchee KÖŞK Farsça: kûsk Fransızca: kiosque İngilizce: kiosk, kiosque
Türkçe Verintiler Sözlüğü
çalışmasına göre, Türkçeden diğer dillere geçen yaklaşık olarak sözcük sayıları
şöyle:
Çince 300 Farsça 3000
Urduca 227 Arapça 2000 Rusça 2500 Ermenice 4260 Ukraynaca 800 Macarca 2000
Rumence 3000 Bulgarca 3500 Sırpça 9000 Çekçe 248 İtalyanca 146 Arnavutça 3000
Yunanca 3000 İngilizce 470 Almanca 166”
http://www. milliyet.com. tr/2007/10/09/yasam/yas
01.html
Aslında bütün bu deliller dünya dillerinin Ortak bir Kökenden
geldiğini de açıkça ortaya koyan örneklerdir.
Bu kitapta verilen örneklerdeki gibi dil çalışmalarının
yapılması, dünya insanlarının ihtiyaç duyduğu —barış ve hoşgörü”nün
yaygınlaşması açısından da önemlidir.
Hem kendi öz kimliğimizi kaybetmemek, hem de bütün Kutsal
Kitapların söylediği gibi tüm dünya insanlarıyla Ortak Bir Kökenden gelmiş
olduğumuzu bilmek, bizi birbirimize daha çok yakınlaştıracaktır.
Bu gerçekleri gördüğümüzde Kutsal Kitabımızda geçen aşağıdaki
ayetlerin ne demek istediğini daha iyi anlayacağız:
“Göklerin ve yerin yaratılması,
dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da onun (varlığının ve kudretinin)
delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır. ”
(Rum Suresi-22)
Not: Türkçe’nin
Şifresi adlı çalışmayı ilk olarak 2002 - 2003 yılları arasında gerçekleştirdim.
Bu dönemden başlayarak Türkçe ile ilgili çalışmalarımız sanal alemdeki pek çok
internet sitesine hızlı bir şekilde yayıldı. Bazı saygın bilim adamlarımız,
Türkçe ile ilgili çalışmalarımızı kitaplarına alma nezaketi gösterdiler. Mesela
Sayın M. Baki GÖKÇE, 2007 yılında Üniversiteler için hazırladığı Türk Dili Ders
kitabında; Türkçe’nin Şifresi adlı çalışmamızın bir bölümününü yayınladılar.
Ben tabii ki bulgularımı geliştirme, çalışmalarımdaki mevcut eksiklikleri
düzeltme arayışıma devam ettim. Okuduğunuz 86 adet (aslında daha
arttırılabilecek) maddenin her biri, bu arayışın tatlı birer meyvesidir.
Elbette yine de eksikliklerimiz olacaktır. Ulvi gayemiz dikkate alınarak,
kusurlarımıza müsamaha ile bakılması ise tek ümidimizdir.
1) Her Yönüyle Dil-Prof. Dr. Doğan AKSAN- 1995 TDK-Ankara
2) Dil Denen Mucize-Prof. Dr. Walter PORZİG- 1995 TDK-Ankara
3) Türk Dili Gramerinin Temel Kuralları-Jean DENY-1995 TDK-Ankara
3) Türkiye Rehber Ansiklopedisi
4) Büyük Tarih ansiklopedisi-Yılmaz ÖZTUNA 6)
Yeni Türk Ansiklopedisi
5) Fince Cep Sözlüğü-Fono
6) Almanca sözlük-Fono
7) İngilizce Sözlük
8) Kim Korkar Shrodinger’in Kedisinden-Ian Marshal, Danah Zohar
(Orhan DÜZ tarafından çevrilmiş) Gelenek Yayınları-İstanbul
9) İlköğretimde Türkçe Öğretimi-Yrd. Doç. Dr. Banu YANGIN-MEB 1999
Ankara
10) Kendi Kendine Öğrenmek İçin Almanca- Prof. Dr. Rahmi
ÖZTOPRAK-İnkılâp yayınları
11) Orhon Yazıtları-Talat TEKİN-Simurg-1998
12) Türk Dillerinin Tarihsel Gelişme Sorunları- Prof. Dr. Elövset
Zakiroğlu ABDULLAYEV- Ankara 1996-TDK
13) Practical English Grammar-Artun ALTIPARMAK-Milliyet yayınları
14) Türk Dilbilgisi 2, Yapı Bilgisi -Doç. Dr. Mukim SAĞIR-Erzurum
15) Bye Bye Türkçe-Prof. Dr. Oktay SİNANOĞLU-Otopsi
16) Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi-Prof. Dr. Ahmet
B. Ercilasun-Akçağ
17)
Türkçe- Farsça Sözlük (Fono)
18) Türkçe- İngilizce Sözlük (Redhouse)
19) Telaffuzlu Türkçe-Farsça Ortak Deyimler Sözlüğü ( Prof.Dr. A.
Naci TOKMAK-Simurg)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar