Print Friendly and PDF

Heidegger’in Naziliği “farklı”

Bunlarada Bakarsınız


 

İSMET ÖZEL

Elektrik ampulü üfleyerek söndürülmez

Oruç Aruoba ile konuştuğumuza göre anlaşmış olmalıydık. Çünkü birbiriyle anlaşmak isteyen insanların sahip oldukları en geniş imkan konuşmadır. Konuşurken telâffuz edilen kelimeler kadar, belki onlardan daha çok ses tonu, vurgular, el, yüz, beden hareketleri anlatılan şeyi ortaya döker. Anlamı tamamlayan anlaşmak isteyen iki insan arasındaki tavırlardır. Bu yönüyle konuşma bir raks, bir danstır. Birbirleriyle konuştukları halde bir anlaşma sağlayamayan insanların birlikte raksetmeyi başaramadıklarını, aynı türden oyunu oynamadıklarını kabul etmemiz gerek. Konuşmamız sırasında birbirinden çok farklı havalara uyarak raksettiğimiz belli olduğu için yazı aracılığıyla bir bildirişim deniyoruz, okurların gözü önünde. Bunun anlaşmayı kolaylaştırmaktan çok, zorlaştırması daha büyük ihtimal, yine de denenmeye değer.

Konuşma dediğimiz raks farklı havalara uyularak yapıldığında, karşımızdakinin hangi adımı attığına dikkat etmeyiz. Kendi işittiğimiz müziğe uygun adımı atması gerektiğini düşünürüz yalnızca. Nitekim, Aruoba benim hangi kelimeyi, nasıl ve ne anlamda kullandığıma dikkat etme gereğini duymamış ve benim “Heidegger faşisttir” dediğimi sanmış. Bilindiği gibi faşist kelimesini günümüz dünyasında insanlar özel anlamından kopuk olarak bir “cins isim” gibi kullanıyorlar. Artık faşizm “Duçe”Mussolini'nin korporasyonlara dayalı totaliter milliyetçiliğine özgü bir deyim sayılmıyor. İnsanlar nerede merkezî otokratik bir hükümet görseler, nerede bir liderin diktatörlüğü farkedilmişse, nerede İktisadî veya sosyal denetim sert, sıkı tedbirlerle yürütülüyorsa, nerede siyasî muhalefet kuvvet kullanılarak susturuluyorsa orada faşizm olduğunu söylüyorlar. Bir karalama, sövme ve hakaret kelimesi bu, o kadar ki faşist sıfatının suçlu anlamına gelmesinden en büyük ideolojik rantı temin eden Sovyet yönetimi bile hasımları tarafından faşistlikle nitelenmekten yakasını kurtaramıyor. Çizilen bu geniş çerçeve içinde sertlik gösteren her kişiye faşist diyebilirsiniz, böylece faşist babalar veya öğretmenler sık sık karşınıza çıkar. Eğer Heidegger faşisttir demişseniz, onun bir hödük olduğunu söylemiş olursunuz. Ben kelimenin ifade ettiği sınırlar içinde kullanılmasına dikkat ederek Heidegger'in Nazi olduğunu söyledim. Bununla Heidegger düşüncesinin Nasyonal Sosyalist Alman

İşçi Partisi’nin ideolojisiyle uyum içinde olduğunu, Heidegger'in Führer yönetimini onayladığını dile getirmek istedim. Yazdığı kadarıyla (Yeni Gündem, sayı 8) Aruoba Heidegger’in Nazi olmadığını değil, olamayacağını anlatmaya çalışmış. Başvurduğu akıl yürütme yolu şöyle: Heidegger çok büyük bir düşünürdür, oysa Nazizm (gerçi o faşizm diyor) boş, aptalca bir palavradır, bir düşünce bile değildir. Öyleyse Heidegger Nazi olamaz. Yani yazar olaylardan yola çıkmayı reddediyor. Nazizm ile Heidegger düşüncesi arasındaki farkları açığa çıkarmaktan geri duruyor ve yalnızca o ayıp işi o ağırbaşlı kişi yapamaz diyor.

Bu tutum beni çocukluğuma götürdü. Dokuz yaşımda bebeklerin dünyaya gelmesinin erkek-dişi yakınlaşmasıyla mümkün olduğunu öğrendiğim zaman “olamaz” demiştim, annem ve babam için böyle bir şey söz konusu “olamaz”. İçinde yaşadığımız çarpık toplum insanın temel etkinliklerinden birine neden sövgü ve hakaret anlamı yüklemişti? Yaşım ilerleyince bu sorunun cevabını buldum: Herhangi bir toplum yozlaştığı zaman insanlar arasındaki en geçerli bağlantı yenen-yenilen ilişkisi olarak anlaşılmaktadır. Hükümdarın tebeayı, zenginin fakiri, erkeğin kadını yendiği ve yediği farzedilmektedir. Vae victis! Veyl mağluba! Almanlar, İtalyanlar, Japonlar savaşı kaybettiler, bunlar zaten faşistti. Kazanan haklıydı ve kaybedenlerden Avrupalı olmayanlar üzerinde nükleer deneme yapma hakkına sahipti.

Savaşın son yıllarında ve daha sonra doğmuş bulunan herkes, ister Sovyet blokunda ister Batı blokunda doğsun, Gestapo'nun bir gece kapılarını çalacağı, kıpırdayan dalların arkasından kaniçici bir Japon'un çıkıvereceği korkusunu tanıdı. Tuhaf olan şu ki, savaş suçları mahkemelerinden biri Nürnberg'te diğeri Tokyo'da kurulduğu halde bütün suç İtalyanca bir kelimenin üzerinde kaldı: Faşizm. Bunun sebeplerinden biri totaliter milliyetçi rejimieri ilkinin 1922 yılında İtalya'da Fa- şizm adıyla kurulmuş olmasıdır. Bu rejimin Avusturya'ya, Romanya'ya, İspanya'ya gerekli uyarlamalarla ihracı mümkün olmuştur. Dolayısıyla İngiliz, Fransız faşistleri gibi tabirler savaştan önce de kullanılabiliyordu. Ama faşist keIimesinin yaygınlaşmasında en bü- yük pay Sovyet yetkililerinin ve bağlı odaklarınındır. Çünkü bu kamp kendilerine karşı bütün politikalara muhafazakar da olsa, sosyal demokrat da olsa faşist demekten geri durmamıştır. Bununla birlikte dünyadaki kitle iletişim araçlarını ellerinde tutanlar karalama ve sövgü sıfatı olarak Nazi kelimesini seçebilirlerdi. Böyle yapmayışları Nazizmin Avrupa medeniyeti için gerçek bir kabus olmasına karşılık, Faşizmin aynı medeniyetin gözünde tatsız bir şaka oluşu yüzündendir. Faşistler faşistliklerinde bile hezimete uğramışlardır. Bir insanı faşistlikle suç- layarak yenmek ve yemek eskiden de kolaydı, şimdi de kolay.

Biz insanlar hasmımızı damgalayarak “yeriz”. Faşist! Komünist! Siyonist! Mason! Bir damgalama faaliyetinin başarıya ulaşması için iki şart gereklidir: Önce hakaret olarak fırlattığımız sıfat kimin üzerine yapışmışsa, onu toplum dışı bırakmalıdır. İkinci olarak sövgü sıfatının gerçek anlamı çoğunluk tarafından bilinmemeli veya olduğundan farklı bilinmelidir. Ben Martin Heidegger Nazi’ dir derken onu yenmek veya yemek düşüncesini taşımıyorum. Düşündüğüm şey gündelik şartlanmaların ve çıkar ilişkilerinin gerçekleri açık seçik görmemize alabildiğine engel olduğudur. Ama Aruoba Heidegger'i “temize çıkarmak” istediğine göre işporta malı düşüncelerin ağırlığını üzerinde taşıyor demektir. Üstelik Faşizm ve Nazizm arasındaki ciddi farkları görmezlikten gelerek bugün de içinde olduğumuz birçok meselenin kavranılmasını güçleştiriyor. Bu haliyle yazar ya çarpık toplumun kavramları çarpıtma, gerçekleri perdeleme tuzağına kıskıvrak yakalanmıştır veya bizzat kendisi bazı düşünce sansürlerinin kalkmasından korkmakta, bulanık bir düşünce ortamından yarar ummaktadır.

Heidegger'in Nazizmi Hitler’inkinden farklıdır. Ama aradaki fark bir mahiyet farkı değil, bir derece farkıdır. Her ikisi de aynı yere varan merdivenin farklı basamaklarında konuşmaktadırlar. Bu tıpkı Theodor Herzl’in Siyonizmi ile Martin Buber'in Siyonizmi arasındaki fark gibidir. Oruç Aruoba’nın Buber hakkındaki kanaatlerini bilmiyorum, ama büyük bir kafa olduğunu sanırım teslim edecektir. Eğer öyle ise siyonizmi övgüye değer mi bulacak acaba? Ya İsrail’in ikinci cumhurbaşkanı olmayı idari işlerden anlamadığı mazeretiyle utanarak reddeden Albert Einstein’in 1920’lerdeki militan siyonizmini nasıl açıklayacak?

Bir şeyi, bize aşikâr görünen hususların biz o hususta düşünmediğimiz için bize aşikâr göründüğünü anlayabilirsek, şartlanmalarımızı aşabilir, bir üst basamakta düşünmeye geçebiliriz. Düşünmenin en alt basamağı karşılaştığıma nesne ve olayları halihazırdaki bilgi dağarcığımız ve düşünce mekanizmamızla sabit (sandığımız) biı yere koymamızdır. Petrol lambasını bildiğimiz için ilk defa gördüğümüz elektrik ampülünü söndürmemiz gerektiğinde ona üfleriz. Yanılmamızın sebebi elektrik ampülünün de nihayet bir lamba olduğunu aşikârane bilişimizdendir. Nitekim svastikayı gören Avrupalı ona kendi kültürel şartlanması içinde bir ad vermiş, Yunan alfabesindeki majiskül gamma harflerinin bitişmesinden meydana gelen bir haç sanmıştır. Birçok ırkçı Nazi svastikanm aryan ırka ait bir sembol olduğunu sanarak, onu anti-semîtizmin bir belirtisi saymıştır. Halbuki svastika neolitik çağdan beri mevcut olduğunu bildiğimiz, Uzak Doğu’da olduğu kadar Uzak Batı’da raslanan, Tibet’te, Litvanya’da, Amerika yerlileri arasında, Mezopotamya’da çeşitli biçimlere bürünen, evrenin yaratılışına ilişkin bir açıklama taşıyan “primordiale” bir simgedir. Daha kullandığı simge hakkında pek çok insanın ve pek çok Nazinin açık seçik bilgilere sahip olmadığı bir harekete Heidegger' in niçin bağlandığını anlamak elbet kolay değil. Kolay olan ortalama yargıların, empoze edilmiş değerlerin gücünden yararlanarak toptancı sonuçlara varmaktır.  

Example fallback content: Bu tarayıcı PDF'leri desteklemiyorsa...Görüntülemek için lütfen PDF dosyasını indirin:

İNDİR PDF

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar