HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR
Hazırlayan: Kemal Bek
Türk
Romanımızda doğalcılığın ve gerçekçiliğin en önemli kavşaklarından biri olan
Hüseyin Rahmi Gürpınar, sanat yaşamı boyunca hep aklın ve mantığın yanında
olmuş; romanlarıyla, öyküleriyle, yazılarıyla toplumun çağdaşlaşması yolunda,
yobazlığa, gericiliğe, bağnazlığa, sömürücülüğe karşı savaşmıştır. Onu böylesine
verimli, çok okunan bir yazar yapan da bu özelliği olmuştur. Hüseyin Rahmi,
Türk toplumunun büyük bir dönüşüm sürecine girdiği bir dönemde, yani doğru
zamanda ortaya çıkmış bir düşünür yazardır.
YAŞAMI
19
Ağustos 1864'te, İstanbul'un Ayaspaşa semtinde doğan Hüseyin Rahmi Gürpınar,
hünkar yaverlerinden Mehmet Sait Paşa'nın oğludur. Ancak babasının pek etkisi
altında kaldığı söylenemez; çünkü, Mehmet Sait Paşa, görevli olarak zamanının
çoğunu İstanbul dışında geçiren bir kimsedir. Anesi de, küçük Hüseyin Rahmi
daha dört buçuk yaşındayken ölünce, yapayalnız kalır. Bu nedenle çocukluğu
teyzesinin Aksaray'daki konağında geçer.
Tipik
bir Osmanlı konutu olan konakta kadınlar arasındaki yaşamı, romanlarında
işlediği olaylar ve özellikle kadın tipleri konusunda büyük bir gözlem birikimi
sağlamasında en önemli etken olacaktır.
Belki
de anne imgesi ve bu imgeden çok çabuk ayrılması, romanlarındaki ve
öykülerindeki «yaşlı kadın» tiplerinin de ana çizgilerini oluşturmuştur. Bir
anısında, annesini şöyle anlatır: «Annem okur yazar bir kadındı. Beni dört
buçuk yaşında teyzemin eğitici kucağına bırakarak pek genç iken, yirmi iki
yaşında öldü.
Söz
annemden açılınca, kendimi tutamam, ağlamadan duramam. Çünkü kendisine pek
düşkündüm. Kucağından hiç inmezdim.» (Yalınlaştırılmıştır, Yeni Türk Dergisi,
sayı 25, 1934). Buna karşın Hüseyin Rahmi, ilk öğrenimden sonra, önce
Beyazıt'taki Mahmudiye Rüştiyesi'nde okumaya başlar ama diploma almadan Mahreci
Aklam adı verilen bir tür meslek okuluna geçer. Bu okul, devlet memuru
yetiştiren bir okuldur. İ878'de Mülkiye İdadisi'ne yazılır; ancak ikinci sınıftayken,
hastalandığı için ayrılmak zorunda kalır. Ağzından kan gelmiştir. Bu durum,
genç Hüseyin Rah mi'yi ürkütür. Annesinin de veremden ölmüş olması, yazarın,
bir bakıma mikrop korkusunun da nedenini oluşturur. Yakınlarının belirttiğine
göre, oldukça «kuruntulu» bir kişiliği vardır ve işi, başkalarıyla ilişkiden
kaçmaya kadar götürür.
1880'de
Adliye Nezareti Umuru Cezaiye Kaleminde (Ceza İşleri Bürosu) memur olarak
çalışmaya başlar. Daha sonra İkinci Asliye Mahkemesi namzet üyeliğinde bulunur.
1908
Meşrutiyeti'nden sonra, resmi görevinden ayrılır ve yapıtlarını yayımlamaya
başlar.
1912'de,
Heybeliada'da yaptırdığı köşke taşınır ve ömrünün otuz yılını bu köşkte
geçirir. 1914'te Da rülbedâyi kurulduğu zaman oluşturulan «edebi kurul
üyeliğine atanır. ikdam gazetesinde, tiyatro yazıları da yayımlar. 1936'da
Kütahya milletvekili seçilmesiyle başlayan siyasi yaşamı, iki dönem sonra,
1943'te sona erer.
Hüseyin
Rahmi, 8 Mart 1944'te yaşama gözlerini yumar ve Heybeliada'daki Abbas Ağa
Mezarlığı'na gömülür. Köşkü, ölümünden sonra, müze haline getirilmiştir.
YAZARLIĞA BAŞLAMASI
Hüseyin
Rahmi'nin annesi de babası da okumuş insanlardı. Babasının divan şiiri yolunda
şiirler yazdığı da bilinmektedir. Kendisinin yeteneği de küçük yaşta ortaya
çıkmıştır; 1887'de yayımlanan ilk yazısı, Istanbul'da Bir Frenk adını taşır. Bu
öykü, hayli de beğeni toplar.
Bu
yıllar, Tanzimat ikinci kuşak yazar ve şairlerinin, edebiyat dünyasına egemen
olduğu, Serveti Fü nun kuşağınınsa yazı alanına çıkmaya hazırlandığı yıllardır.
Şiirde, coşumculuk (romantizm) kendisini duyururken, roman ve öyküde,
Samipaşazade'nin Sergüzeşt romanıyla Küçük Şeyler adlı öykü kitabı, Nabi zade
Nazım'ın Zehra romanıyla Karabibik adlı ilk doğalcı (natüralist) uzun öyküsü,
Recaizade Ekrem'in Araba Sevdası romanı edebiyatımıza büyük açılımlar getirmiş,
dilde, anlatımda, anlatı estetiğinde büyük bir gelişme sağlanmıştır. Bunların
yanı sıra, ama bambaşka bir yolda yazan, dönemin basın ve yazın alanındaki devi
Ahmet Mithat Efendinin her türden yazdığı romanları, okuru hem anlatı türünü
okumaya alıştırmış, hem de romanlarıyla geçinebilmesi, genç yazarları yüreklendirmiştir.
Hüseyin
Rahmi'nin ilk romanı da, 1887'de Ahmet Mithat Efendinin çıkardığı Tercümanı
Hakikat gazetesinde, tefrika edilmeye başlar. Kendisi, romanını Ahmet Mithat
Efendiye göndermiş, ertesi günü romanın gazetede yayımlanacağını, kendisinin
matbaaya çağrıldığını okuyunca gözlerine inanamamıştır: «Hazretin huzuruna
büyük bir helecanla çıktım. Gür kaşlı, kara sakallı, iri yan, heybetli bir
zat... Beni görünce ilk sorusu şu oldu:
— Kimsin sen çocuğum?
— Şık yazarı Hüseyin Rahmi.
Korktuğuma
uğradım. Efendinin yüzünde derhal bir güvensizlik gülümsemesi belirdi. (.) Bana
pek alaycı gelen bir sesle:
— Oğlum, senin ağzın daha süt kokuyor. Bu roman
usta işi. Senin ne kalemin, ne yazı gücün, ne deneyimin, ne de görgün henüz bunu
yazmaya yeterli değil. Bu gerçek görünüyor. Sen böyle bir şey tasvirine
özenebilirsin, ama tek başına başaramazsın. Sana bir yardım eden var. Baban
mıdır, ağabeyin midir, arkadaşın mıdır, o kimdir? Söyle...
(...)
Koca Ahmet Mithat Efendinin bu suçlaması karşısında küçüldüm, büzüldüm, hiçbir
söz bulamadım. Sonunda gözlerimden dökülen iki damla, hüzünlü bir yanıt yerine
geçti. Bu saf, masumca ağlayışım Efendi'ye dokundu, hemen:
— Ağlama... Ağlama, inandım... dedi.»
(Şık'ın önsözünden, ikinci basım, İbrahim Hilmi Kütüphanesi, 1920)
Böylece
Hüseyin Rahmi, yazın dünyasına, hem de onu, daha sonra kızını vermeyi düşünecek
kadar beğenen ve seven Ahmet Mithat Efendinin desteğiyle girmiş olur. (Ahmet
Mithat Efendi'nin, kendisine kızını verme teklifini nazikçe reddeder ve ömür
boyunca evlenmez.)
ROMANCILIĞI
Hüseyin
Rahmi, daha ilk yapıtıyla yani Şık romanıyla büyük bir ün kazanır. Buna kendisi
de şaşırmıştır. Nedenini Ahmet Mithat Efendi'ye sorduğunda, şu yanıtı alır:
«Oğlum, senin kafandan daha çok şeyler doğacak gibi görünüyor. Eserinin en
büyük erdemi, okuyanları kahkahalarla güldürmesidir.».
Gerçekten
de, Hüseyin Rahmi, üstadı Ahmet Mithat Efendi gibi, hem okurlarını
bilinçlendirmeye, çağdaşlaştırmaya, boş inanlardan, çağdışılıklardan kurtarmaya,
hem de bunu yaparken eğlendirmeye, okura hoşça vakit geçirtmeye çalışır. Bu
arada, ilerde değinileceği gibi, belki biraz aşırıya kaçar, öğreticiliğin dozunu
biraz kaçırır; ama onun inancına göre, roman estetiği ister zedelensin, ister
zedelenmesin, bunun o dönemde, o koşullarda, yaşamsal bir gereği vardır.
Hüseyin
Rahmi'nin romanlarında, ilk kez yapmacıksız bir yerlilik vardır. İstanbul'un
bütün semtleriyle, mahallenin delisinden konak hanımefendisine, sokak
çocuklarından kayınpederinin evine yan gelen iç güveyine kadar, kimi ve neyi
konu olarak alıyorsa, onu yerli renkleriyle betimlemesini bilir. İffet
romanının yayımlandığı sırada (1897) romanın konusunun bir Fransız yapıtından
aşırıldığını ileri sürenlere, şair Andelib'in verdiği yanıt, ilginçtir: «İnsaf
ediniz yahu, Fransa'da Edirnekapı mezarlığı, Yenibahçe çayırı, Kaledibi
mahallelerimizin hayatı var mıdır? Hüseyin Rahmi bu halkı dil şiveleriyle,
bütün âdetleri, feci ve gülünç ahlakları, sefaletleriyle yaşatmıştır. Mezarlıklarda
gördüğümüz şiir de büsbütün yerlidir, hiç Fransız şiirselliğini andırmaz.
İffet; ipliği, yünü, boyası yerli olan eski Türk halıları kadar Türktür!»
Hüseyin
Rahmi, sanatı, halkı yükseltmek için bir araç olarak görür. Bu nedenle, bütün
yazarlık yaşamı boyunca üzerine gitmediği, eleştirip alay etmediği hiçbir
toplumsal kurum yoktur; iki yüzlü aile ahlakını (daha doğrusu ahlaksızlığını),
dini kötüye kullanıp dünyalıklarını doğrultan yobazları, karısını ya da kocasını
aldatan eşleri, her türlü rezaleti Avrupalılaşmanın bir gereği olarak gören
kadınları, tüyü bitmedik yetimin hakkını gaspeden ticaret erbabını yergilerinin
hedefi olarak işlerken, amacı yalnızca okuru biraz olsun düşündürmek ve
eğlendirmektir. Kendisini «Üslupsuzlukla suçlayan yazar ve eleştirmen
Şahabettin Süleyman'a şöyle yanıt verir: «Karşımızda yükselmek özlemiyle
ellerini bize uzatmış milyonlarla halk var. Bir milletin genel kültürü, birkaç
estetik hocasının araştırmalarının sonuçlarıyla ölçülemez. / Halk için edebiyat
olmazmış... Ne saçmalık! Halk bilgisizlik içinde boğulsun, koca bir millet yok
olmaya mahkûm olsun, biz karşıdan seyrine bakalım, öyle mi? Siz edebiyatı kendi
aranızda geçerli bir kalp paraya, yalnız seçkinlere özgü bir şifreye çevirmek
istiyorsunuz.» (Cadı Çarpıyor dan).
KONULARI
Refik
Ahmet Sevengil, Hüseyin Rahmi Gürpınar adlı yapıtında, «Halk için yazan yazar,
konularını ve tiplerini halkın yaşayışından, duygusundan, düşüncesinden,
konuşuşundan aldı. Üstadın romanlarını okurken, bu kitaplardaki kahramanları
bir bir tanır gibi olurum. Onlar yazarın düşlem-gücünün (muhayyilesinin)
yarattığı tiplerdir ama bu hayal âleminin yaratıkları, sokakta dolaşan, vapura,
tramvaya, trene binen, sizinle konuşan, benim yanımda oturan gerçek insanlardan
hiç de başka türlü değillerdir,» demektedir (1944, s. 58).
Gerçekten
de Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın yapıtlarında, coşumculuğun, düşlemlerin, büyük
aşkların, karasevdaların, yaşamın düşsü yanlarının yeri yoktur. Kendi deyişiyle
o, okurlarını yüksek bir felsefeye doğru yükseltme amacından başka bir amaçla
yazmaz; bunun için de konularını seçerken, bunların yaşamın içinden sayfalar
olmasına özen gösterir. İstanbul'un kenar semtlerinde, mezarlıklarında, Çingene
mahallelerinde, konaklarında, şirketi hayriye vapurlarında, gazinolarında,
yazlıklarında, gezi yerlerinde vb. dolaşır, okurlarını dolaştırır. Berna
Moran'ın deyişiyle, «Halk cahil kaldıkça hiçbir şeyin düzelmeyeceğine
inandığından, halkın geleneklere, göreneklere ve dine dayalı zihniyeti yerine,
Batı'nın akla, bilime dayalı pozitivist zihniyetini yerleştirmek istemiştir.
Onun için, romanlarında hep 'eski kafa', 'yeni kafa' dediği iki zihniyetin
çarpıştığına tanık oluruz.» (Selim İleri ile yaptığı konuşmadan). Bu amacını
gerçekleştirmek için, İstanbul, bir laboratuvardır sanki.
Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın Romanları ve
Romanlarında Şahıslar Kadrosu adlı yapıtında Önder Göçgün, Hüseyin Rahmi'nin
işlediği konuları şöyle sınıflandırmaktadır:
«1.
Batılılaşmayı yanlış anlayan, davranışları Türk toplumunun gelenekleriyle tezat
teşkil ettiği için gülünç durumlara düşen, alafranga, züppe ve dejenere tiplere
yer veren eserler (Şık, Mürebbiye, Metres, Şıpsevdi, Tutuşmuş Gönüller, Gönül
Bir Değirmendir Sevda Oğütür, Dirilen iskelet, Kaderin Cilvesi, Can Pazarı).
2. Toplumun gerisine itilmiş, yokluklar
içinde kıvranan, genellikle her türlü himayeden mahrum, zavallı, aciz kimseleri
ve onların problemlerini, düştükleri kötü durumları ele alan eserler (İffet,
Nimetşinas, Hakka Sığındık, Billur Kalp).
3. Bâtıl şeylere inanan ve birtakım
fantastik unsurların etkisinde kalan tipleri konu edinen eserler (Kuyruklu
Yıldız Altında Bir İzdivaç, Gulyabani, Cadı, Efsuncu Baba, Muhabbet Tılsımı,
Mezarından Kalkan Şehit, Şeytan İşi).
4. Karıkoca geçimsizliklerini ve bunların
zeminini hazırlayan çeşitli faktörleri işleyen eserler (Mutallâka, Tebessümi
Elem).
5. Kadının veya erkeğin isteğine aykırı
olarak yapılan evlilikleri ve bunların olumsuz neticelerini konu alan eserler
(Muadelei Sevda, Tesadüf, Sevda Peşinde, Son Arzu).
6. Yaşlı erkeklerle evlendirilen genç
kızların fizyolojik ve ruhsal çırpınmalarını, ev içindeki veya dışındaki kendi
yaşıtları delikanlılarla gayrimeşru münasebetlerini, türlü maceralarını ve
neticede tam anlamıyla ahlaki düşüşlerini sergileyen eserler (Toraman, Cehennemlik,
Dünyanın Mihveri Kadın mı Para mı?, Namuslu Kokotlar).
7. Toplumu temelinden sarsan sosyal
meselelerin en mühimlerinden birini teşkil eden fuhuşu, son derece realist
ölçüler içersinde gözler önüne seren eserler (Hayattan Sayfalar, Kokotlar
Mektebi).
8. Felsefeyi hareket noktası kabul ederek,
dünya ve ahretle ilgili çeşitli hadiselerle uğraşan filozof tavırlı kimseleri,
onların fikri ve ruhsal yapılarını, anlayışlarını, davranış özelliklerini,
eğilimlerini ve ideallerini ele alan
eserler (Deli Filozof, İnsanlar Önce Maymun mu idi?)
9. Ruhsal bakımdan hasta tipleri ve onların
toplum içersindeki son derece olumsuz, zararlı hareketlerini, bir psikolog
titizliğiyle tahlil ve tenkit eden eserler (Ben Deli miyim?, Utanmaz Adam).
10. İlerlemiş yaşlarına rağmen, hâlâ olgunlaşmamış
ve kendilerini sadece cinsel içgüdülerine teslim etmiş tipleri, yer yer
hicvederek ele alan eserler (Evlere Şenlik Kaynanam Nasıl Kudurdu?).
11. Tehditle para sızdırmak sacıyla kaçırılan
insanları ve onlara türlü eziyetler çektiren eşkıyayı konu alan eserler (Eşkıya
İninde).
12. Baştan sona polisiye bir nitelik taşıyan,
gerilimi yüksek eserler (Kesik Baş). '
13. Ruhçuluk ve bu nedenle ruhçuluğa inanan
kimselerin geçirdikleri sarsıntıları konu alan eserler (Ölüler Yaşıyor mu?)
14. Çeşitli psikolojik zikzaklar çizerek,
çareyi canlarına kıymakta bulan ve neticede intihar manyasına tutulan
zavallıları ve onların bu hallerini tasvire yönelik eserler (Ölüm Bir Kurtuluş
mudur?).» (1993, s. 603604).
Bu
sınıflandırmadan da anlaşılacağı gibi, Hüseyin Rahmi, genel olarak toplumun ve
insanların her türlü olumsuzluklarını, suça yönelmelerini, toplumsal ve dinsel
yolsuzluklarını, cinsel kudurganlıklannı, saflıklarını, doğalcılara özgü bir
gözlemci gerçekçilikle işlemiştir.
ROMANLARINDA İŞLEDİĞİ TİPLER
Yine
Önder Göçgün'ün kapsamlı sınıflandırmasına göre, Hüseyin Rahmi'nin romanlarında
işlediği tipler, toplumun her kesiminden, her yaştan, her ruhsal durumda olan
tiplerdir: Yoksullar, dilenciler, evlatlıklar, öksüz ve yetimler, gayri meşru
çocuklar, iffetsizler; mülkiyeliler, hukukçular, askerler, doktorlar, eczacılar,
öğretmenler, din adamları, mürebbiyeler, bürokratlar, küçük memurlar, polisler,
yazarlar, politikacılar, şairler, musikişinaslar, ressamlar, tiyatrocular,
sporcular, harp zenginleri, vurguncular, mirasyediler, içgüveyi olanlar,
dullar, dolandırıcılar, fahişeler, metresler, muhabbet tellalları, beslemeler,
dadılar, kalfalar; aydınlar, yarıaydınlar, cahiller; alafrangadejene rezüppe
tipler, tutucular, yobazlar, milliyetçiler, devrimciler, yenilikçiler,
pozitivistler, enternasyonalistler, namussuzlar, kalenderler, kaderciler,
filozof geçinenler; Fransızlar, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Ruslar;
hovardalar, şıpsevdiler, İstanbul hanımefendileri, İstanbul beyefendileri,
fedakârlar, dedikoducular, fettanlar vb.
Bütün
bu tipler arasında, Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın özel bir beceriyle canlandırdığı
tipler, kadınlar, özellikle yaşlı kadınlardır. Birçok eleştirmen bu konuda,'
onun küçük yaşta teyzesinin konağında tanıdığı kadınlan gözlemlediğini söyler.
ROMAN TEKNİĞİ
Hüseyin
Rahmi Gürpınar'ın romanlarında teknik bir yetkinlik olmadığı genel kabul gören
bir yargıdır. Roman estetiği tekniğinin yenileştiği, çağdaşlaştığı bir dönemde,
Serveti Fünuncular'la aynı zaman diliminde yaşadığı düşünülürse, bir Halit Ziya
Uşaklıgil'in, bir Mehmet Raufun romanlarında ulaştıkları düzeyle
karşılaştırıldığında Hüseyin Rahmi'nin üslupta estetiğe değil, konuya ağırlık
verdiği söylenmelidir.
Örneğin,
doğalcıları ve gerçekçileri örnek almasına karşın, romanın akışını sık sık
keserek kendi düşüncelerini söylemesi, hem roman tekniği açısından kusur
sayılır, hem de gerçekçi ve doğalcı akımın anlatılan olaylara romancının
karışmaması, yorum yapmaması, yalnızca olayı betimlemesi anlayışına aykırıdır.
Romandan bir ders, bir sonuç çıkarılacaksa, bunu okurun anlayışına ve yorumuna
bırakmak gerçekçiliğin ve doğalcılığın genel kuralıdır. Mürebbiye romanında
Hüseyin Rahmi, Fransız mürebbiye Anjel'in geçmişine değinirken, onun düşkün bir
kadın olduğunu belirtir ve dönemin Paris'inin betimlemesini yaparken, ahlak
düşüklüğünün yol açtığı felaketler üzerinde uzun uzun durur; sözü doğalcılara
getirerek, doğalcılığın nasıl bir sanat akımı olduğu, hangi özellikleri
bulunduğu konusunda bilgi verir. GuZyabamnin sonunda da, Gulyaba ni'nin gizi
çözüldükten sonra, aslında bunun boş inançtan başka bir şey olmadığını, bu boş
inançlardan dolayı, açıkgözlerin insanları dolandırdığım anlatır.
Hüseyin
Rahmi'nin teknik özelliklerinden biri de, roman kurgusunu estetik bir biçimde
düzenlemeyişi, dolayısıyla konunun gelişimini yalnızca olayların akışına
bırakmasıdır. Bu nedenle de ortaya çıkan zorlukları, düğüm noktalarını kimi
zaman mantığa uygun gelmeyen yollarla çözmek zorunda kalmakta, o zaman da
yetkin olmaktan uzak, naifbir roman çatısı ortaya çıkmaktadır. Ancak bu
konunun, onun romanlarında gülmece öğelerinden birini oluşturduğu da söylenmelidir.
GERÇEKÇİLİĞİ VE DOĞALCILIĞI
Hüseyin
Rahmi, sanatında gerçekçilik ve doğalcılık akımlarından çok etkilenmiş ve bu
yolda yapıtlar vermiştir. Onun yapıtlarında, doğalcı geleneğe uygun olarak
topluma kötümser, yergici bir gözle bakılır ve çocuklar dışında «iyi insan»
bulmak çok güçtür. Yazarın bu kötümserliğinde, annesini genç yaşta yitirmesinden
hastalık korkusuna kadar pek çok etken bulmak olasıdır; ama asıl etkeni, belki
de bir fotoğraf objektifi gibi betimlediği toplumda aramak yerinde olur.
Asıl
olarak gerçekçiliği aldığı halde, Hüseyin Rahmi'nin romanlarında neden-sonuç
ilişkisi de oldukça zayıftır. Kahramanlar daha çok «yazar öyle ya da böyle
istediği için» «öyle ya da böyle» davranırlar. Çünkü yazarın olayları
düzenleyişinde nedensonuç ilişkisine dikkat etmekten çok başka amaçlan vardır:
«Okuru bilinçlendirmek». Bununla birlikte, Selim İleri'nin kendisiyle yaptığı
konuşmada, Berna Moran, haklı olarak şunları söylemektedir: «Okurlarını yüksek
bir felsefeye doğru çekmeye çalıştığını söyleyen Gürpınar'ın bunu başardığı
söylenemez. Ondan akılda kalan, gülmecesi, türlü tipleriyle, canlı bir İstanbul
yaşamıdır. Okura aşılamaya çalıştığı ve önemli saydığı fikirlerin pek çoğu
gürültüye gitmiştir. Çünkü bunları romanın olay örgüsüyle bütünleştirerek
işleyememiştir.»
Onun
doğalcılığı konusunda söylenecek bir başka yargı da, doğalcıların genel olarak
işlediği her toplum için geçerli olacak ilişkileri, aşk, cinayet, evlilik
ilişkileri, kan ya da kocanın ihaneti gibi konulan değil, yazarın kendi
toplumunun, hatta denebilir ki İstanbul'da yaşayan insanların (bu topluma özgü)
ilişkilerini işlemesidir. Bu da aslında romantiklere özgü konu anlayışından
başka bir şey değildir.
DİL VE ANLATIMI
Hüseyin
Rahmi Gürpınar, romanlarında da öykülerinde de dil estetiğine önem vermez. İlk
yapıtlarında yer yer Serveti Fünun anlatımını uygular. Daha sonraysa hem sözcükleri,
hem de anlatımı yalınlaşmaya yönelir. Bu konuda, Cadı Çarpıyor adlı polemik
kitabında (1913), «Dilimizde sadeliğin zorunluluğu ve önemi ciddi olarak
bilindiği gün, edebiyat başlamış olacaktır,» demektedir.
Hüseyin
Rahmi'nin en verimli olduğu tür, romandır. Roman dışında öykü, oyun, makale
gibi türlerde de yazmıştır. Yazın ve dil konusundaki görüşlerini, kalem
tartışmalarında dile getirmiştir. .
Gönül
Ticareti, Melek Sanmıştım Şeytanı, iki Hödüğün Seyahati, Meyhanede Kadınlar
gibi kitaplarda topladığı öykülerinde, romanlarında olduğu gibi, amacı yine
toplumsal yergi yoluyla halkın bilinç düzeyini yükseltmektir. Oykülerinin dili,
romanlarından daha yalın, yapı bakımından da daha basittir.
Kalem
tartışmaları Cadı Çarpıyor ve Şakaveti Edebiyye (Yazın Eşkıyalığı) adlı
yapıtlarında yer alır. Bu iki kitap, Şahabettin Süleyman'ın, Cadının sanat
yapıtı olmadığını, acele yazılmış olduğunu, güldürücü değil üzücü felsefelerle
dolu olduğunu ileri süren eleştirisinin Rübâb dergisinde yayınlanmasıyla
başlayan, lehte aleyhte birçok kişinin katıldığı tartışmalara verdiği yanıtları
içerir. Bu kalem tartışmalarında Hüseyin Rahmi, kendi yazdıklarının üzerine
titreyen, hırçın ama yazıncı kişiliğinden emin bir yazar kimliği göstermektedir.
(Bu konuda daha fazla bilgi için bk. N. Po lat, "Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın
Cadı Romanı Hakkında Münakaşaları," Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, s.
21, Ar. 1982.)
YAPITLARI
(Tarihler,
kitap olarak çıktığı yılı göstermektedir):
ROMAN
Şık
(Ayna, 1889), İffet (1896), Mutallâka (1898), Mürebbiye (1899), Bir Muadelei
Sevda (1899), Metres (1899), Tesadüf (1900), Nimetşinas (1901), Şıpsevdi
(1911), Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç (1912), Sevda Peşinde (1912),
Gulyabani (1912), Cadı (1912), Hakka Sığındık (1919), Toraman (1919), Hayattan
Sayfalar (1919), Son Arzu (1922), Tebessümi Elem (1923) , Cehennemlik (1924), Efsuncu Baba (1924), Ben Deli miyim?
(1925), Billur Kalp (1926), Tutuşmuş Gönüller (1926), Evlere Şenlik Kaynanam
Nasıl Kudurdu? (1927), Muhabbet Tılsımı (1928), Mezarından Kalkan Şehit (1929),
Kokotlar Mektebi (1929), Şeytan İşi (1933), Utanmaz Adam (1934), Eşkıya ininde
(1935), Kesik Baş (1942), Gönül Bir Yeldeğirmenidir Sevda Öğütür (1943), ölüm
Bir Kurtuluş mudur? (1945), Dirilen İskelet (1946), Dünyanın Mihveri Kadın mı
Para mı? (1949), Deli Filozof (1964), Acı Gülüş (Tebessümi Elem, (1967), Can.
Pazarı (1968), İnsanlar Maymun muydu? (1968), Namuslu Kokotlar (1973).
ÖYKÜ
Kadınlar
Vaizi (1920), Meyhanede Hanımlar (1924) ,
Namusla Açlık Meselesi (1933), Katil. Buse (1933), İki Hödüğün Seyahati (1933),
Tünelden Ilk Çıkış (1934), Gönül Ticareti (1939), Melek Sanmıştım Şeytanı
(1943), Eti Senin Kemiği Benim (1963).
OYUN
Hazan
Bülbülü (1916), Kadın Erkekleşince (1933), İki Damla Yaş (1973), Tokuşan
Kafalar (1973).
KALEM TARTIŞMALARI
Cadı
Çarpıyor (1913), Şakaveti Edebiyye (1913). [İki kitabın bir arada basımı, 1998]
MAKALE
Müntehabatı
Hüseyin Rahmi / Bülbül Yuvası (1889-1890).
Hüseyin
Rahmi Gürpınar'ın Mektupları ve Tiyatro Eleştrileri (1998).
Gazetecilikte
İlk Yazılarım (1999).
SEÇME KAYNAKÇA (Kitap Olarak)
Alangu,
Tahir: 100 Ünlü Türk Eseri, Milliyet yay., c. 2, s. 823-847. '
Alemdar,
Yalçın: Sosyal ve Siyasal Değişmeler Açısından Cumhuriyet Devri Türk Romanı I,
kendi yayımı, s. 126, 127,130, 131, 132, 133,135, 138, 140, 141, 143, 144, 145.
Cevdet
Kudret: Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman, Varlık yay., 1965, c. 1, s. 263297.
Fethi
Naci: 40 Yılda 40 Roman, Oğlak yay., 1994, s. 1420.
: Türkiye'de Roman ve Toplumsal Değişme,
Gerçek
yay., 1981, s. 4651.
Göçgün,
Önder: Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın Romanları ve Romanlarında Şahıslar Kadrosu,
Kültür Bakanlığı yay., 1993.
Gökman,
Muzaffer; Hüseyin Rahmi Gürpınar, Devlet Kitapları, 1966, Bibliyografya I, 249
s.
Hizarcı,
Suat; Hüseyin Rahmi Gürpınar, Varlık yay., 1953.
Kabaklı
Ahmet: Türk Edebiyatı, Türk Edebiyatı yay., 1974, s. 312374.
Kaplan,
Mehmet: Edebiyatımızın İçinden, Dergâh yay., s. 9096.
: Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar I,
Dergâh yay., 1976, s. 392, 442, 457, 459474.
: Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar II,
Dergâh yay., 1987, s. 51, 52, 77, 91, 99, 107, . 121.
Karaalioğlu,
Seyit Kemal: Resimli Motifli Türk Edebiyatı Tarihi, c. 3 Cumhuriyet Edebiyatı,
İnkılâp Kitabevi yay., 1985, s. 95156.
Kutlu,
Şemsettin: Serveti Fünun Dönemi Türk Edebiyatı Antolojisi, Remzi Kitabevi yay.,
1981, s. 286315.
Levend,
Agâh Sırrı: Türk Edebiyatı Tarihi I, Türk Tarih Kurumu yay., 1973, s. 5455.
Mutluay,
Rauf: Bende Yaşayanlar, İş Bankası yay., 1977, s. 304, 311, 318, 376.
: 100 Soruda Tanzimat ve Serveti Fü
nun
Edebiyatı (XIX. Yüzyıl Türk Edebiyatı), Gerçek yay., 1988, s. 228229.
Özön,
Mustafa; Hüseyin Rahmi Gürpınar'dan Seçilmiş Parçalar ve Eserleri Hakkında
Mütalâalar, Hilmi Kitabevi yay., 1945.
Sevengil,
Refik Ahmet: Hüseyin Rahmi Gürpınar, Hilmi Kitabevi yay., 1944.
Sevinçli,
Efdal: Hüseyin Rahmi Gürpınar / İnceleme, Arba yay., 1990.
Tanrınınkulu,
Abdullah: Hüseyin Rahmi Gürpınar, Toker yay., 1974.
Timur,
Taner: OsmanlıTürk Romanında Tarih, Toplum ve Kimlik, Afa yay., 1991, s. 4649.
Yücebaş,
Hilmi: Bütün Cepheleriyle Hüseyin Rahmi, İnkılâp ve Aka Kitabevleri yay., 1964.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar