Print Friendly and PDF

MUZAFFER SARISÖZEN (HAYATI, ESERLERİ ve ÇALIŞMALARI)

 

Armağan COŞKUN ELÇİ

ANKARA 1997

 

SÖZBAŞI

Türküler, Türk Halk Edebiyatımızın çok özellikli ve en yaygın mahsulleridir. Bu mahsullere Doğu ve Kuzey Türkleri "yır" veya "cır" adını verirken, Batı Türkleri Türk kelimesinden doğan ve Tüklere mahsus ezgi manâsına gelen "türkü"yü kullanmışlardır. Türküler, herkesin anlayabileceği ortak, sade bir dille, hece vezni ile söylenmektedirler. Aruzla meydana getirilmiş örnekleri de vardır. Divan, Kalenderi Müstezad, Semaî gibi... Hece vezni ile yaygın türküler, mâni ve koşma formuna bağlı nakaratlı, nakaratsız lirik manzumeler olarak başlangıçta ferdi birer yaratma eseridir; zamanla anonimleşmişlerdir.

Türkülerin özünü müzik teşkil eder. Müziksiz güfte veya söz düşünülemez. Türküler, küçük bir çevrede, tarikat-tekke mensuplan arasında veya bütün millet hayatındaki yayılışı ile geçmişte olduğu gibi, bugün ve yarın millî ve beşerî canlılığını devam ettirecek mahsullerdir.

İşte halk edebiyatının yaygın olan bu mahsullerini, Muzaffer Sansözen sistemli bir müzik dalı haline getirerek ve Yurttan Sesler topluluğunu çalıştırarak, türkülerle kuzeyi güneye, güneyi kuzeye, doğuyu batıya, batıyı doğuya tanıtarak millî bir bütünlük sağlamıştır. Derleme yapmış, araştırmış, bir düzene sokarak notaya almış, topluluk kurmuş, öğrenci yetiştirmiş ve radyo dalgalan aracılığıyla programlannı yurdun dört bir yanma ulaştırmıştır. Halk edebiyatının en yaygm mahsulleri olan türkülere böylesine büyük bir hizmet veren bilim adamının hayatını, çalışmalannı, eserlerini, derlemelerini incelemek ve araştırmak, bana çok büyük bir haz ve şevk kazandırmıştır.

Konuya girmeden önce, Türk Halk Müziğinin Muzaffer Sarısözen'e kadar olan tarihi gelişimine bilgi kabilinden olmak üzere değinmeye çalıştık. Birçok kütüphaneden aldığımız kaynaklardan, yakınlarından ve özellikle Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı arşivinden elde ettiğimiz bilgileri fişleyerek, bölümleri ve bölümler içerisindeki konuları bir anlam ve mantık zinciri içerisinde incelemeye çalıştık.

İlk bölümde, Sarısözen'in hayatmı inceledik. Bu bölümü hem kaynaklardan elde ettiğimiz bilgilerle, hem de yakınlan ile yaptığımız görüşmeler sonucu edindiğimiz bilgilerle; doğuşu, ailesi, eğitimi, meslek hayatı, çevresi, evliliği, oğlu, ölümü, kişiliği gibi başlıklar altında anlatmaya çalıştık.

İkinci bölümde, Sansözen'in müzik adamı yanını, sanat yönünü inceledik. Bu bölümü üç büyük gruba ayırarak inceledik: Müzik araştırıcısı, müzik derleyicisi, müzik öğreticisi ve icracısı. Müzik araştırıcısı bölümünde makalelerinin ve eserlerinin içeriğini incelemeye çalıştık. Müzik derleyicisi bölümünde yaptığı bütün derleme gezilerinin yerlerini, tarihlerini, hangi grupla derleme gezisine çıktığını, kaç ezgi derlediğini tespit ettik. Bu bölümün sonunda onun derlediği türkülere örnekler vererek, derlediği şekli ile günümüzde bize yansıyan şekli arasında bir tahlil yaptık. Bu tahlili yapmadan önce ışık tutması açısından, Türk Halk Müziğinin yapısı hakkında kısa bir bilgi vermeğe çalıştık. Derlenen ezgilerin plâkları ve fişleri devlet konservatuarı arşivinde bulunmaktadır; ancak derleme fişlerinin çoğu yıpranmaya yüz tutmuştur ve kısa bir süre sonra tamamen okunmayacak bir hale gelecektir. Uzun yıllar emek verilerek derlenen türkülerle ilgili bilgiler bu fişlerde bulunmaktadır. Bu fişleri, 1937'den başlayarak 1952'ye kadar derlendikleri yıllara göre ezgi adı, kaynak kişi, derlendiği tarih, derlendiği yer, düşünceler gibi küçük başlıklar altında bir liste halinde kaleme almamızın yerinde olacağını düşünerek, listeyi ekler bölümünde sunduk. Böylece, 1937 ile 1945 yılları arasındaki çalışmalarda derlenen 10.000'e yakın ezginin büyük bir kısmının adı ve bu ezgilere ait önemli bilgiler düzenli bir liste halinde kaleme alınmış oldu. Bu liste bize, Türk Halk Müziği repertuarı açısından ışık tutacaktır. Müzik öğreticisi ve icracısı bölümünde Sansözen'in yetiştirdiği öğrencilerden, çalıştırdığı Yurttan Sesler topluluğundan ve bu topluluğunun yaptığı çalışmalardan, radyo proğramlanndan bahsetmeye çalıştık.

Sonuç bölümünde Sansözen'in en başta halk müziğini bir sisteme koyduğunu, bir müzik dalı olarak gelişimini sağladığını vurgulayarak, türkülere getirdiği yenilikleri, buluş mahiyetindeki çalışmalannı ifade etmeye çalıştık.

Bu kitap; bir yüksek lisans çalışmasının temelleri üzerine oturtulmuştur. 1992 yılında Gazi Üniveritesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Eğitimi - Halk Edebiyatı Bölümü’nde Prof. Dr. Abdunahman GÜZEL yönetiminde yapılmıştır; Prof. Dr. Abdurrahman GÜZEL, Prof. Dr. Dursun YILDIRIM ve Prof. Dr. Şükrü ELÇİN'den oluşan jüri önünde savunulmuştur.

Çalışmamın her safhasında yardımlarını ve rehberliğini esirgemeyen Hocam Prof. Dr. Sayın Abdurrahman GÜZEL'e burada şükranlarımı arzetmeyi bir borç bilirim.

Armağan COŞKUN ELÇİ

"TÜRK'Ü SEVEN, TÜRKÜ SÖYLER.

"VAHDET-İ MİLLÎYE, SAZIN TELLERİNİN ALTINDADIR."

"YURTTAN SESLER İN FEDAKÂR İŞÇİLERİ, BUGÜN ÖYLE BİR KALE YAPMAKLA MEŞGULDÜRLER Kİ; TAMAMLANINCA DEĞME TOPRAK ONU YIKAMAZ."

MUZAFFER SARISÖZEN

EKLER

Derlenen Ezgilerin Listesi

(Bu liste, sayfa 128'den itibaren kitabın sonuna kadar verilmiştir.)

GİRİŞ

Müzik türlerinin içinde, Türk Halk Müziğinin doğuşu çok eski tarihlere dayanmaktadır. Bu tarihi seyri incelemeye çalışırken, öncelikle sadece Türk Halk Müziğinin tarihi gelişimi değil, Türk Müziğinin tarihi gelişimi dememiz yerinde olur.

Yakutların "Bahşı ya da Baksı", Altay Türklerinin "Kam", Tonguzlarm "Şaman" ve Oğuzların "Ozan" adını verdikleri (bizim bugün âşık dediğimiz halk şair-musikîşinasları) büyücü şairler; kopuzla, kendi şiirlerini okuyarak Türk Müziğinin ilk şeklini oluşturmuşlardır. Sihirbazlık, rakkashk, büyücülük, şairlik, musikişinaslık, hekimlik gibi birçok özellikleri olan bu kişilerin halk arasında büyük bir yeri vardı. Çeşitli zamanlara göre bunlara verilen önem derecesi, kıyafetleri, kullandıkları müzik aletleri ve yaptıkları işlerin şekli değişir. Semadaki mabutlara kurban sunmak; ölünün ruhunu yerin dibine göndermek; fenalıklar, hastalıklar ve ölümler gibi fena cinler tarafından gelen işleri önlemek; hastaları tedavi etmek; bazı ölülerin ruhunu semaya yollamak gibi görevler onlara aitti. Bunlar için belirli ayinler yapılırdı. Bu ayinlerin bir kısmı unutulmakla beraber bir kısmı şekil değiştirerek hâlâ Kırgızlarda, Kazaklarda ve Altaylarda yaşamaktadır. Bu ayinlerde ozan (ya da Şaman, Kam, Bahşı) şiirlerini müzik aleti ile okur ki; işte bunlar Türk şiirinin en eski şekilleridir. Tonguzlarm Şaman'ı bu ayinlerde davul kullanırken, Kırgızların Bahşı ya da Baksıları da kopuzu (üzerinde bükülmüş at kılından iki kiriş bulunan ve önlerine koyarak çaldıkları bir çalgı) kullanmışlardır. Yaylı kopuz Altaylarda şimdi kullanılmaktadır. Uygurlarda Orta Çağ başlarında kopuzun yaysız olduğu muhakkaktır®.

Dede Korkut kitabından Ozanların, Baksılann, Şamanlann, Kamların toplum içinde sosyal ve kutsal bir hüviyete sahip oldukları anlaşılmaktadır.

Hakan huzurunda ayinlerde eline kopuzunu alarak vezinli ve ahenkli bir nezir ile oluşturulmuş esatiri hikayeler, kahramanlık destanları söyleyen ozanları; Selçuk ordularında, 15. asır ortalarına kadar Anadolu Türk beyliklerinde görüyoruz. Daha sonra Anadolu'da ve Azerbaycan'da bu kelimenin yerini Aşık kelimesi alır. Tekkelerde mutasavvıflar, kahvelerde meddahlar, kıssahanlar, saraylarda acem taklitçi şairler çeşitli vazifeler vermeye başlar®.

Ozanlar hakkındaki ilk tarihi bilgi Atilla devrine aittir (Milâdi 5. asrın ilk yarısı). Kaynaklara göre Atilla'nın ordusunda şair ve mızıkacılar vardı. O'nun ziyafetlerinde şairler, Atilla'nın kahramanlıklarını, zaferlerini konu alan şiirler okurlardı. Priscus

·        (1) GAZİMİHAL Mahmut Ragıp, Müziki Sözlüğü, "Kopuz" maddesi; ÖGEL Bahattin, Türk Kültür Tarihine Giriş, Türk Halk Musikisi Aletleri, Kültür Bakanlığı yayınlan 734, Ankara 1987, s. 66-67.

·        (2) KÖPRÜLÜ Mehmet Fuad, Edebiyat Araştırmalan 1, İstanbul 1989, s. 157. böyle bir ziyafet sahnesini şöyle anlatır: "Akşama doğru, meşaleler yandığı zaman, ipekten yapılmış güzel çadıra iki şair geldi; bunlar, Atilla'nın önünde Hun diliyle şiirlerini okudular; bu şiirler, Atilla'nın kahramanlıklarını, zaferlerini anlatıyordu. Bu şiirleri dinleyenlerin gözleri parlıyor; gençler arzu ve ihtiras, ihtiyarlar da elem ve teessür yaşlan döküyorlardı". Atilla'nın ölüm töreninde ozanlann rolü görülmektedir^1 2).

Türklerin müziğe ve şiire çok düşkün olduklannı, özellikle Çin kaynakları kuvvetlendirmektedir. İslâmiyetten önceki Türk devletlerinde Hunlarda, Tukyularda, Uygurlarda İslâmiyetten önce, halk şair-musikîşinaslannm bulunduğunu görürüz. Sadece genel ve özel toplanmalarda, ziyafetlerde, orduda değil; eski Türklerde büyük bir öneme haiz olan matem merasimlerinde de halk şair-musikîşinaslarının yeri önemlidir.

Tükler, îslâmiyeti kabul ettikten sonra da halk şair-musikîşinaslann rollerinin devam ettiğini görmekteyiz. Ordusunun büyük bir bölümünü Türklerin oluşturduğu Gazneliler devrinde, hem doğu Türk lehçesi ile hem de batı Türk lehçesi ile şiirler yazılmış olması, o dönemdeki Türkler arasında halk şair-musikîşinaslannın oluşturduğu şiir ve müziğin devam ettiğini göstermektedir.

Kaşgarlı Mahmut'un "Divan-ı Lûgat-it Türk" adlı eserinde, o dönemde kullanılan müzik aletlerinden bahsedilmektedir. Ayrıca Kaşgarlı Mahmut, "Cuci" adlı bir Türk şairinin adını kaydederek, halk şairlerinin saraya mensup olduğunu ve hükümdarlara övgüler yazdıklarını anlatmaktadır. Bunlan takiben Selçuklular ve Harzemşahlar döneminde de, halk şair-musikîşinaslannın mevcudiyeti anlaşılmaktadır. İlk Selçuklu hükümdarı Tuğrul Beyin, Abbasi halifesinin kızıyla evlenme törenini anlatan tarihçi Abu-1 Farac, Türklerin dans ettiklerini aktarmıştır. Bu rakslar, eğlenceler, ziyafetler esnasında müziğin ve halk şair-musikîşinaslannın mevcudiyeti hissedilmektedir^.

İslâmiyetten önceki devletlerde dinî esaslı ve belirli kurallan olan üç büyük ayin yapılırdı. Bunlar "Sığır" denilen büyük sürgün avları; "Şila", "Şölen", "Çeşn" ya da "Toy" denilen büyük kurban ziyafetleri; "Yug" denilen büyük matem törenleri idi. İşte bu törenlerde, dini ya da büyüsel esasa sahip olan Türk Müziğinin ilk sözlü eserleri söylenirdi ve bunlar halkın değil, bütün bir kabilenin ortak malı idi. Türk Müziğinin ilk sözlü eserlerini şu şekilde ömeklendirebiliriz: Hükümdarların hayatı ile oluşmuş menkıbeler, Tann'nın varlığını ve yüceliğini belirterek ona şükreden şiirler, eski mitolojik kahramanların hikayeleri ile Oğuz Han ve Karahan menkibelerinin söylendiği ezgiler... îşte bu dinî törenlerde oluşturulan bu ezgiler, başlangıçta dinî tarafı olan ve tapılan tanrılara ait bir çeşit ilahi şeklindeyken, daha sonra din dışı bir şekil aldılar (Şölenlerdeki kasideler, "Öleng" denilen türküler; "Sığırlardaki destanlar, "Yuğ"lardaki "Sagu"lar yani mersiyeler/3).

Görüldüğü gibi Türklerin müziği Arapların ve Acemlerin müziklerinden ayn bir gelişim göstermiştir. Çalgı ile çalman eserlere "gök", sesle okuduklarına "ır, yır, cır, dule” derlerdi. Göklerin sayısı senenin günlerine eşit olması üzere 366 tane idi. Her gün hakanın huzurunda biri çalınırdı. Bunlardan dokuz tanesinin her gün çalınması gelenek haline gelmişti. İslâmiyetten önceki Türk devletlerinde çalınan belli başlı Türk çalgıları yaylı-yaysız kopuzlar, davul, Çinlilerden alınan org ve tunçdan yapılmış kûslardı.

İslâmiyetten önce, Türklerin müziği millî ve kavmî bir özellik göstermiştir. İslâmiyetin kabulünden sonra, bu hüviyet değişmiştir.

Selçuklular döneminde (1040-1207) Türkistan ve Horasan Türkleri arasında tasavvuf düşüncesi ve tekke hayatı yayılıp gelişti. îslâm felsefesi içinde "tarikat" adı verilen düşünce ve inanç grupları oluştu. Tarikatlara bağlı olanlar, ana görüş ve tasavvufu, gelenek ve göreneklerine göre uygularlardı. Bunlar, tekke ve dergâhlarda toplanarak, bir şeyhin idaresinde ibadet eder ve ayin yaparlardı. İşte bu ayin sırasında icra edilen müzik, dinî-tasavvufî Tekke müziğiydi.

Ozanların, Baksıların, Şamanlann kopuzu ile okudukları ezgilerin bir kısmı, halka malolarak "Anonim Halk Müziğini"; yine bu ezgilerin bir kısmı da bugün hâlâ yaşamakta olan "Âşık müziğini" oluşturmuştur. İslâmiyetten önceki Türk Müziğinin -bazı değişikliklerle- bir devamı olan anonim halk müziği, halkın göçebe yaşaması, insanların yaşama ve kültür gibi konularda birbirlerinden farklı olmaması sebebiyle birçok türe ayrılmamıştı.

Âşık müziğinde âşık, yöresinin halk müziği geleneğinde varolan ezgi kalıpları üzerine, yeni deyişlerini söyler. Halk ezgileri muhafaza edildikleri için, değişmeleri uzun zaman alır. Âşık müziğinin belli başlı sazı başta bağlama sayılmakla beraber, Doğu Anadolu'da kaval, mey, Doğu Anadolu'nun batı kesimi ve Karadeniz bölgesinde kemanedir. Kars ilinde çalgı topluluğu eşliğinde söyleyen âşıklar da görülmüştür. Âşıkların bizzat kendileri bu çalgıları çalarlar. Âşıklar, ezgi kalıplarını kullanarak ezgilerini oluştururlar. Günümüzden evvel, "Usta-Çırak" geleneğine göre yetişen âşıklarımız vardı. Çoğu okuma-yazma bilmeyen ya da ilkokulu bitirmiş bu âşıkların, geleneklerden ve belirli ezgi kalıplarından sıyrılarak, yeni kalıplara yönelmeleri imkânsızdı. Bugün, hemen hemen bütün imkanların varolduğu bir zamanda, geleneğin ağır değişimi hızlanmış ve âşıklar diğer yörelerdeki âşıkların ezgi kalıplarını da kullanmaya başlamışlardır. Âşıkların 17. ve 18. yüzyılda kâhyaları ve loncaları vardı. Âşıklar, eskiden âşık kahvelerinde yani Semaî kahvelerinde atışırken, bugün sadece Erzurum ve Kars'ta bu gelenek devam etmektedir.

Anadolu'ya gelen Türkler, doğudaki şehirleri Türkleştirdikten sonra; Bursa, İstanbul ve Edime gibi büyük şehirlere de gelmişlerdir ve burada ayn bir yaşam tarzı kurmuşlardır. Saray, konak ve medrese çevresinde toplanan aydınların oluşturduğu müzik türü de saray müziğidir.

Cumhuriyet döneminde Türk Halk Müziği ile ilgili bilimsel içerikli çalışmalar yapılır. Bu çalışmaları şu şekilde özetleyebiliriz. 1916 yılında İstanbul'da "Darü'l-Elhan" adıyla kurulan İstanbul Konservatuarı 1926-1929 yılları arasında derleme çalışmalarına başlar. Yusuf Ziya Demircioğlu, Dürrî Turan, Rauf Yekta, Muhittin Sadak, Ekrem Besim, Ferruh Arsunar, Mahmut Ragıp Gazimihal, Abdülkadir İnan ve Remzi bey'den oluşan grup, derlediği ezgileri notaya alarak, 14 defter halinde yayınlarlar.

1936'da, batılı anlayışta Ankara Devlet Konservatuarı (Ankara Musikî Muallim Mektebi) açılır. Bu konservatuar, 1937 yılından 1950'li yılların sonuna kadar aralıksız olarak derleme çalışmaları yapar. Bu çalışmalara başta Muzaffer Sarısözen olmak üzere (Bütün derleme gezilerine, başından sonuna kadar katılır.) Halil Bediî Yönetken, Mahmut Ragıp Gazimihal, Hasan Ferit Alnar, Necil Kazım Akses, Ulvî Cemal Erkin, Nurullah Şevket Taşkıran, teknisyen Ali Rıza Yetişen ve Arif Etikan katılmışlardır. Bu derleme çalışmalarında, yaklaşık 10.000 halk ezgisi derlemişlerdir. Bunları Sarısözen, konservatuar arşivinde bir düzene koyarak, plaklara aktarmış ve bir kısmını notaya almıştır.

1940'da Yurttan Sesler topluluğu kurulmuş ve 1946 yılına kadar bu topluluğa hem Türk Sanat Müziği sanatçıları, hem de Türk Halk Müziği sanatçıları katılmışlardır. 1940-46 yılları arasında Yurttan Sesler'i Mesut Cemil Bey yönetirken, Sarısözen de repertuar hocalığı yapmıştır. Sarısözen, her iki müziğin melodik olarak, edebiyat olarak, üslûp olarak, çalgı olarak iki ayn müzik türü olduğunu savunarak, ayrılmalarını sağlamıştır. Radyo müdürü Vedat Nedim Tör'ün ve Mesut Cemil'in daveti ve iknası ile Sarısözen, Halk Müziği sanatçılarının oluşturduğu Yurttan Sesler topluluğunu yani korosunu, 1946'dan itibaren yönetmeye başlar. 1953'te İzmir'de, 1954'te İstanbul'da Yurttan Sesler korosunu kurarak, burada öğrenciler yetiştirir. Ankara Devlet Konservatuarının öncülüğünde yapılan derleme çalışmalarından derlenen türküler, Yurttan Sesler'in repertuarını oluşturur. Bu arada, Sarısözen, halk oyunları ve Türk Müziği enstrümanları üzerinde de değerli çalışmalar yapar.

1958 yılında sadece hanım seslerinden oluşan, "Yurttan Sesler Kadınlar Korosu" kurulur ve bu koroyu Neriman Altındağ Tüfekçi yönetir. 1964'te TRT kurulduktan sonra Türk Halk Müziği iyi bir seviyeye ulaşır. Daha sonra, Neriman Altındağ Tüfekçi ve Nida Tüfekçi'nin girişimleri ile Halk Müziğine bağlı bir müdürlük oluşturulur (1972).

·        1-15 Eylül 1967 tarihleri arasmda TRT, Gaziantep, Burdur, Van, Erzurum, İzmir, Trabzon, Balıkesir ve çevrelerinde derleme çalışmaları düzenler. Bu derleme çalışmalarını, Muammer Sun, Cenan Akın, Gültekin Oransay, Melahat Oransay, Sarper Özson, Ülkün Aydoğdu, Nurhan Büyükgönenç, Veysel Arseven, Erdoğan Akyay, Talip Özkan, Işık Gülöksüz, İlhan Baran, Suzan Koldaş, Cengiz Tunç ve Kemal Ilener gibi müzikolog ve uzmanlar gerçekleştirir. 15 gün süren çalışmada, 1738 ezgi derlenir.

Neriman Altındağ Tüfekçi ile Nida Tüfekçi'nin çalışmaları sonucunda 1976'da, Türk Halk Müziğinin ses sistemine göre çalgı ve ses eğitimi yapan İstanbul Türk Musikisi Devlet Konservatuarı kurularak halk müziği daha bilimsel bir yola kanalize edilir.

Buraya kadar anlattığımız bilgiler Türk Müziğinin ve Türk Halk Müziğinin tarihi seyir içindeki gelişimini içermektedir. Bu bilgilerden de anladığımız gibi, Cumhuriyet döneminden sonra Türk Halk Müziğinin yerleşmesi ve gelişmesi gibi konularda öncülüğü Muzaffer Sarısözen yapmıştır. Bana göre Muzaffer Sarısözen demek, Cumhuriyetten sonraki Türk Halk Müziğinin gelişmesi ve bu konuda yapılan çalışmalar demektir.

Bu konuyu, araştırma konusu olarak seçmemin sebebini şu şekilde açıklayabilirim. Halk edebiyatında yeralan türküler yani Türk Halk Müziği nasıl oluşmuştur? Hangi evrelerden geçmiştir? Bu konuda ne tür çalışmalar yapılmıştır? Bu çalışmalarda kimler yer almıştır? Tabii ki; bu sorularımızın cevaplarında Muzaffer Sansözen büyük rol oynadığı için; Muzaffer Sarısözen ile Türk Halk Müziğinin doğuşu ve gelişimini birbirine paralel olan konular olarak kabul etmemiz gerekti. Türk Halk Müziği, O'nun gayretleri ile hızla gelişerek günümüze gelmiştir.

Günümüzde Türk Halk Edebiyatı içinde yer alan türküler ile dolayısıyla Türk Halk Müziği ile yapılan nazarî çalışmalar çok az sayıdadır. Bir folklorcu ya da bir sanatçı, bu konudaki çalışmaları okumak istediği zaman az sayıdaki kaynaklara başvurmak zorunda kalmaktadır. Bu konuda daha geniş çalışmaların yapılacağı günleri görmek umuduyla...

BÖLÜM : I

MUZAFFER SARISÖZEN'İN HAYATI VE KİŞİLİĞİ

·        A. HAYATI

·        a. Doğuşu, Ailesi ve Eğitimi

Muzaffer Sansözen, 1899 yılında Sivas ilinin, Cami-i Kebir mahallesinde doğmuş. Babası Sarıhatipzadelerden Şeyh Hüseyin Hüsnü Efendi, annesi Zeliha Hanımdır. Sivashlar, Sarıhatipzâdeleri "Saçlı Efendiler" diye bilirler ve Sarısözen'i de "Saçlıların Muzaffer" diye tanırlardı^.

Yavuz Sultan Selim, İran seferini yaptığı zaman, o bölgede derin dinî bilgilere sahip olan bir kişiyi alıp götürmek istediğini söylemiş. Bunun sonucunda Sarısözen'in dedesi Yakup Efendi'yi ve ailesini beraberinde götürmüş. Yakup Efendi ve ailesi, Sivas'ı beğenerek yerleşmişler. Sarısözen'in babasına gelinceye kadar dedelerinin hepsi Nakşibendî şeyhiymiş. Sarısözen'in dedesi Yakup Efendi'nin uzun san saçları varmış ve "Saçlılar" soyadı buradan gelmiş*®.

Baba evi, Sivas'ta Ulu Camiin bitişiğindedir. Bir medrese ve bir kütüphane binası, büyük babalarından ve büyük müftülerden müderris "San Hatipzade Ahmet Efendi'nin oğlu Müderris Numan Sabit Efendi'nin" adını taşımaktadır. Baba oğul, her ikisi de 18. yüzyılın bilinen şairlerindendir. Ailede daha birçok şair, bilgin ve musikişinas yetişmiştir.

Sansözen, ilk müzik şevk ve hevesini ailesinden almıştır. Beş erkek kardeş içinde (Rüştü Sansözen, Sim Sansözen, Kemal Sansözen, Abdülkadir Sansözen ve Muzaffer Sansözen) Muzaffer Sarısözen'in dışında Kemâl ve Abdülkâdir Sansözen şairdir. Abdülkâdir Sansözen'e şairliği dışında, türküler ve halk çalgıları ile yakından ilgisi olduğu için "Çalgıcı Vali" denilirmiş*®.

Sansözen ailesinin Sivas'taki evlerinin üst çatı katının camlan vitray, duvarlan kütüphane yapılarak, arada gizli bölmeler- oluşturuimuştur. Bu gizli bölmelere ut, keman, bağlama, tanbur gibi sazlar konulmuştur. Nakşibendî bir ailenin çocuklanmn bu aletleri çalması, Sarısözen'in dünyaya geldiği dönemde son derece aykın bir şey olduğu için, böyle bir yola başvurulmuştur*®.

Ailenin en küçük çocuğu olan Sansözen, küçük yaştan itibaren müziğe ilgi göstermiş, nota ve kulak eğitimi almıştır. Her hangi bir türküyü dinlerken, hemen notaya alacak kadar meleke sahibi olmuştur. Sivas'da bağlamanın yaygın olduğu zamanlarda, bağlama ve arkasından ut çalmaya başlamıştır. Kendisiyle röportaj yapan Ali Rıza Avni'nin "Halk musikîsiyle ilk alâkanız ne zaman başladı?" sorusuna şöyle cevap venniştir: "Halk musikîsi ile ilk alâkamın ne zaman başladığı sorusunun cevabını ararken, ne zaman konuşmaya başladığımı düşünür gibi oldum. Çünkü her ikisinin de sadece aile muhitinde başlayan bir mebdei vardır. Annem ve ağabeylerim, temiz memleket havalarına karşı alâkamı çeken ve kulağımı bu güzelliğe ısındıran ilk terbiyecilerim olmuşlardır. Çok sevdiğim uzun havaların başında gelen:

·        (6) AŞKUN Vehbi Cem, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, s. 163, c. 8, s. 2978, Şubat 1963.

·        (7) SARISÖZEN Memil, 10.7.1992 tarihli görüşme, İstanbul 1992.

·        (8) TÜFEKÇİ Neriman Altındağ, 10.7.1992 tarihli görüşme, İstanbul 1992.

·        (9) SARISÖZEN Memil, 10.7.1992 tarihli görüşme, İstanbul 1992.

"Ben bu yaylara yayla mı derim

Başı bölük bölük kar olmayınca..."

ve

Kandilli Kerem ağzından söylenen:

"Yüce dağ başında yattım oturdum

Derdim elli iken yüze yetirdim

Lokman Hekim gibi cerrah getirdim Şu benim derdimi bilen olmadı"

gibi parçalar, bana merhum annemin bıraktığı en aziz mısralardan bazılarıdır. Biraz daha büyüdükçe ağabeylerimle birlikte gittiğim sazlı ve hikâyeli kahveler, yaz mevsimini geçirdiğimiz köy hayatı, beni memleket musikîsine âşık eden belli başlı hadiselerden olmuştur"'4-1.

îşte, Sarısözen'in önce ailesi ve yaşadığı çevreden aldığı kuvvet ve ilhamlarla gün geçtikçe gelişen müzik sevgisi, daha sonra konservatuar eğitimi, müzik öğretmenliği, derleyiciliği ve Yurttan Sesler'in şefliği şeklinde kendini gösterir.

Sansözen, ilkokulu Sivas'ta bitirir. Sivas Lisesinin 8. sınıfındayken ayrılarak, Çanakkale Savaşı'na katılır ve askerliğini İstanbul'da yapar. Çocuk yaşta askere gittiğini kendisi, 1960'11 yıllarda çıkan Ulus Gazetesindeki bir makalesinde "15'li ağıtı" başlığı altında "Onbeşliler gidiyor, kızların gözü yaşlı" isimli türkü ile ifade ede/5-*. Askerden geldikten sonra Sivas'ta ilkokul öğretmenliğine başlar. Bu arada halk müziğine olan yakınlığı, kabiliyeti ve bu konudaki çalışmaları dikkat çeker. O'nun bu çalışma ve çabasını görenler, Sivas ili hesabına İstanbul Belediye Konservatuarında öğrenim görmesini sağlar (1925) (-6\ Konservatuarın keman bölümünü, Ekrem Besim Tektaş'm öğrencisi olarak bitirir. Konservatuarı bitirdikten sonra Sivas'a döner ve önce öğretmen okulunda ve sonra Sivas Lisesi'nde müzik öğretmenliği yapar. Bu arada 1930'larda yakın arkadaşı öğretmen okulu müzik öğretmeni Hüseyin Kaya ile Sivas'ta, Türkiye'deki ilk müzik okulunu açarlar. Bir yıl sonra bu okul kapanır; zira batı müziği öğretimi alacak öğrenci bulamazlar. Ancak, Sivas gibi kendi gelenekleri içinde kapalı hayat süren bir yerde, batı müziğini yaymak amacıyla açılan bu okul, öğülecek ve ilerici bir adımdır^ 7\

·        b. Çevresi ve Meslek Hayatı

Sansözen, 1930 yılının Eylül ayında Milli Eğitim Müdürü olan Ahmet Kutsi Tecer ile tanışır. Tecer, Sarısözen'le tanıştıktan sonra, 1930'da "Halk Şairlerini Koruma Demeği"ni kurar ve Sansözen genel kâtip olur. İlk halk şairleri bayramı 1931 'de yapılır ve Âşık Veysel, bu şekilde ortaya çıkanlır. Bayram sonunda çıkanlan "Sivas Halk Şairleri Bayramı" adh broşürde Sansözen, "Sivas Halayları" başlıklı yazısını yayınlar ve halayların notalannı koyar. Bu, büyük bir ihtimalle bizde, halaylar hakkında yazılmış ilk notalı makaledir1141.

17 Ağustos 1937'de Halil Bediî Yönetken, Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferit Alnar, Necil Kazım Akses ve teknisyen Arif Etikan'dan oluşan grup, Ankara'dan Sivas'a derleme yapmak amacıyla giderler. Ahmet Kutsî Tecer, Halil Bediî Yönetken'e Sansözen'i tavsiye ederek, gruba katılmasını söyle/151. Böylece türkülerin resmî olarak derlenmesi Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) Saffer Arıkan'm zamanında başlar. Derleme grubu, Almanya'dan getirilen "Saja" markalı hem elektrik, hem de akümülatörle çalışan, alıcı ve verici ses kaydeden makinelerle çalışı/8 9 10 11/

Sarısözen'in Sivash oluşu, burayı iyi tanıması, bu ilk derlemede önemli faydalar sağlar. Her konuda en doğru habercilerden emin bilgiler ahr. Sansözen, bu ilk derleme heyetine, Sivas ve çevresinin müzik folklorunu tanıtmada önder olur. Sansözen, Sivas'ın müzik ve oyun folklorunu çok iyi bilmekle beraber, Ruhsatî, Veysel, Verânî, Emrah, Sümmânî ve Sivash diğer âşıkların edebiyatlarını tanır; Sivas ağzını iyi bildiği için âşıkların söylediklerini iyi anlar ve doğru bir şekilde kaydeder. Sivas'daki derleme gezisinde gösterdiği başarıyı, bundan sonraki yerlerde, Erzurum, Erzincan, Kemaliye, Malatya, Rize ve Trabzon'da da gösterir.

Milli Eğitim Bakanlığınca başlatılan resmi derleme gezilerine 1937’de katıldıktan sonra, 1938'de Ankara Devlet Konervatuarı Folklor Arşivi şefliğine tayin edilerek Ankara'ya geli/171.

Sansözen, 1937 yılından başlayarak 1953'e kadar tüm derleme gezilerine katılır ve on bin halk ezgisinin plağa, tele ve banda kaydedilmesini sağlar; bu türküleri ve oyun havalannı arşivde bir düzene koyarak, bir kısmını notaya alır.

Sansözen, derleme gezilerinde, halka büyük saygı göstererek, bütün insanlan kendisinin akrabasıymış gibi hissederek onlarla konuşur. Bu açıdan Sansözen, bir folklorcunun, bir halk araştırmacısının sahip olması gereken özelliklere sahiptir. Fizik olarak zayıf görünmesine rağmen, çok dayanaklı bir bedene sahip olduğunu Halil Bediî Yönetken şöyle anlatır: "Ziganaları geçerken, hepimiz neyimiz varsa onlara sarınmış, onlar içinde titrediğimiz halde, o sadece bir ceketle soğuğa karşı umulmaz bir mukavemet gösteriyordu. Son derleme gezilerimizin birinde, Mardin'in Cizre ilçesinde, gölgede ısı elli derecede çalışırken, o serin bir hava içindeymiş gibi gayet rahat, hiç şikayet etmeden, o cehennemi sıcakta tam randımanla çalışmasına devam etmişti. Kuvvetli bir hafızaya sahipti. Neyi, ne zaman, neredeyken kaydettiğimizi, binlerce ezgi içinde hatırlar ve aynı şeyleri tekrar tekrar kaydetmemizi önlerdi"

1938'de Halil Bediî Yönetken, Ferit Alnar, Cevat Memduh Altar, Tahsin Banguoğlu Batı Anadoluda derleme yaparken; Muzaffer Sarısözen de Ulvi Cemal Erkin, Nurullah Taşkıran ve Arif Etikan ile Güneydoğu Anadolu'da çalışmıştır.

·        1939 yılının Ağustos ayında Sarısözen, Mahmut Ragıp Gazimihal ve Rıza Yetişen ile Çorum'da derleme yapmıştır.

·        1940 yılında, yine Ağustos ayında Sarısözen, Mahmut Ragıp Gazimihal, Mithat Fenmen ve Rıza Yetişen'den oluşan grup, Konya'da derleme yapmıştır. Sarısözen Konya'daki derleme çalışmaları ile ilgili olarak Avni Özbenli'ye şu bilgileri verir: "Konya'da 20 gün içinde 420 parça derledik. Şâyet, bir ay kalabilseydik eminim bu sayı 600'ü aşardı". Bundan elverişsiz şartların, maddi imkansızlıkların bilimsel derleme yöntemlerini olumsuz bir şekilde etkilediğini anlıyoruz. Bu konuyla ilgili olarak Sarısözen yine Avni Özbenli'ye şöyle der: "Elazığ Halkevine gittik. Halkevinin pencereleri alçak, birinci kat odalarının birinde derleme çalışmalarına dinlenme amacıyla ara verildiği bir sırada; kahve, sigara içilirken kaynak kişi bunalmış olacak ki, derleme heyetinin daldığı sohbet vakfesinden istifade ederek pencereden atlamak suretiyle kaçıyor. Çünkü, mevsim yoğun iş mevsimidir, düğün değil, bayram değildir; üstelik o kaynak kişi köyünden jandarma ile getirilmiştir, kaçar elbet!.

Sarısözen'in söylediği bu cümleciklerden, o dönemde ne denli zor şartlar altında derleme yapıldığı anlaşılmaktadır.

1941'de yapılan derleme gezisinde, Halil Bediî Yönetken, Muzaffer Sarısözen ve Rıza Yetişen'den oluşan grup ile, Kayseri, Niğde, Maraş ve Seyhan civarındaki Türkmen aşiretleri arasında yapılmıştır.

1942'den sonraki yıllarda, 1941 yılındaki gibi Muzaffer Sarısözen'le, Halil Bediî Yönetken ve Ali Rıza Yetişen'den oluşan grup geriye kalan bölgeleri dolaşarak derleme yapar. Bu grup, 1942'de İsparta, Burdur, Antalya, Muğla civarında derleme yapar. Halil Bediî Yönetken, 1942'de Muzaffer Sarısözen, kendisi ve teknisyen Ali Rıza Yetişen'den oluşan grubun yaptığı derleme çalışmalarıyla ilgili olarak şunları anlatır: "İlmî yönden ekibin mihveri o idi. Ben, gideceğimiz yerler hakkında çeşitli kaynaklardan tarihî, coğrafî, etnolojik bilgiler toplar, o zamana kadar o bölgelerde yapılmış ve yayınlanmış incelemeleri görür, hatta oralarda kimlerden neler alacağımızı tesbit ederdim. Derleme yapılacak yere vardığımız zaman elemanları sağlar, kendisine teslim eylerdim, o eşsiz bir tahammülle çalışmasını yapar, gerekli notlar alır, onları fişlerin mülahazat hanelerine kaydeder, bazen ezgilerin notalarını da fişin bir kenarına yazıverirdi. Günde 12 saat durmadan çalıştığı olurdu. Çok sıcak 12 13 bölgelerde, hele ramazan aylarında geceleri sabahlara kadar çalıştığımız çok olmuştur, O bir an bile yorgunluk alameti göstermez, eşsiz bir sabır ve tahammülle çalışmalarına devam ederdi.

Radyodan tanınması işimizi kolaylaştınrdı. M. Sarısözen, gelmiş denilince istisnasız herkes onu görmek isterdi, halk ona karşı büyük bir sempati ve hayranlık beslerdi. Gezilerimizde gün geldi ki; biz memlekette en popüler olmuş insanın Sarısözen olduğuna inandık. Bütün Anadolu, radyodan yalnız Yurttan Sesler yayınını dinliyor, Sarısözen'i ismi ve sesiyle tanıyordu. O'nu herkes çok severdi. Çok neşeli, espritüel, hoş sohbet bir insandı, çok enteresan hikayeler, fıkralar anlatır, herkesi kırar geçirirdi. Konservatuarın folklor arşivindeki 10.000 ezginin derlenmesinde, fişlerinin doldurulmasında onun bitmek tükenmek bilmeyen sabır ve tahammülünün büyük rolü olmuştur"*-14^.

1943'te M.Sarısözen, Halil Bediî Yönetken ve Rıza Yetişen'den oluşan grup Tokat, Amasya, Samsun, Ordu, Giresun ve Trabzon'da; 1944'te Elazığ, Tunceli, Bingöl ve Muş'ta; 1945'te Ankara, Çankırı, Yozgat ve Kırşehir'de; 1946'ta İçel, Antakya ve Antalya'da; 1947'de Çanakkale, Bursa, ve Tekirdağ'da; 1948'de Bolu, Sinop ve Zonguldak'ta; 1949'da Bilecik ve Eskişehir'de; 1950'de Van, Kars, Çorum ve Ağrı'da; 1951'de İzmit'te; 1952'de İzmir, Siirt, Mardin ve Bitlis'te derleme yapmıştır.

1955'te M. Sarısözen tek başına, İstanbul'da Altay Türklerinden; 1957'de de yine tek başına sadece İstanbul'da derleme yapmıştır.

Ankara Devlet Konservatuarınca yapılan bu derleme gezilerinde Muzaffer Sarısözen, uzman bir folklorcu olarak, bütün Türkiye'nin müzik folklorunu yakından tanıma fırsatını bulmuştur. Derlenen on tene yakın halk ezgisini tele, muma ve taş plaklara kaydetmiştir. Sarısözen, bu türkü ve oyun havalarım arşivde bir düzene koyarak, bunların bir kısmını notaya almış; ancak tümünü değerlendirmesine ömrü vefa etmemiştir. Plâkların bozulabileceğini düşünerek, bunların bir bölümünü de ses bantlarına aktarmıştır.

Sarısözen, derleme gezilerinde kendi çabası ve emeği ile topladığı bağlama, cura, ney, (özellikle zor bulunan) çifte kaval, kemençe, kaval, tulum, davul, zuma, tef, darbuka gibi bir çok halk sazından bir koleksiyon oluşturmuştur. Ayrıca derleme gezileri sırasında, kaynak kişiler ile halk oyunlarını görüntüleyen fotoğraflardan bir resim albümü de yapmıştır. Ne yazık ki; ölümünden sonra, evi olarak gördüğü, çok değer verdiği, özen gösterdiği arşivi topladığı on binlerce ezgi ve halk çalgıları kendi haline terkedilmiştir.

Muzaffer Sarısözen'in halk müziğine verdiği hizmet kadar, halk oyunlarına verdiği hizmet de büyüktür. 1950 yılında İtalya ve Ispanya'daki Avrupa Uluslararası Raks Müsabakalarına, Erzurum bar ekibi ve davulcu Kara Yılan, zurnacı Mümtaz Ardıç ile katılır. Madrit'te 68.000 kişinin önünde, Biariz ve San Sebastian'da yapılan 5 yanşmada ekip birinciliği alır. 1955'te Yapı ve Kredi Bankasınm kurduğu "Halk Oyunlarını Yaşatma ve Yayma Tesisi"nin, İstanbul Açık Hava Tiyatrosunda hazırladığı bayramda, 22 ilden gelen oyun ekiplerinin İstanbul'u coşturan gösterilerinden sonra Muzaffer Sarısözen, şöyle der: "Halk oyunları millî kültürümüzün sarsılmaz temel taşlarından birisidir. Türk ulusu nice yüzyıllar en asil heyecanını bu muazzam kuvvetten almıştır. Bu oyunlar tarih boyunca bütün bir ulusu etrafında toplamış ve gönülden gönüle nice figürlerden sihirli bağlar örmüştür.

Millî oyunlarımıza şehirli, köylü, büyük, küçük ve bu ulusu duyabilen herkes aşıktır. Hâdiseye bu açıdan bakılınca yarışmayı tertip edenlerin bir ulus bütünlüğü ve birliği davasına parmak bastıkları derhal sezilebilir"^15\ Bu yarışma ve festival daha sonra halk oyunlarımızın ilkokullara, ortaokullara, liselere ve üniversitelere kadar girmesine bir ortam hazırlamıştır.

Vedat Nedim Tör ve Mesut Cemil Bey'in daveti ile Yurttan Sesler'in başına Muzaffer Sarısözen getirilir. 1946 yılında "Yurttan Sesler" korosunu çalıştırmaya başlayarak derlenen türküleri koro üyelerine öğretir ve yayınlara başlar. Program büyük ilgi görür. 1953 yılında İzmir'de, 1954 yılında da İstanbul radyolarında "Yurttan Sesler" toplulukları kurarak, halk türküleri ve oyunlarının yurt çapında sevilmesi, yaygınlaşması, doğudan batıya, kuzeyden güneye tanıtılmasında Sarısözen büyük rol oynar.

Muzaffer Sansözen'e kadar radyolarda düzenli ve programlı halk müziği çalışmaları olmamıştır. Yurttan Sesler topluluğunu kurduktan sonra, programlarına kaynak kişileri ve bölge sanatçılarını davet ederek radyo sanatçılarına örnek dersler vermiştir.

Sarısözen, Yurttan Sesler topluluğunu yetiştirerek, ilk koral halk müziği icrasını başlatmıştır; toplu bağlama çalma geleneğinin uygulayıcısı olmuştur; halk müziğinde koro seslerini numaralayarak otantik karakterin kaybolmasını önlemiştir. Bunların yanı sıra Sarısözen, halk ezgilerinin asıllarma uygun olarak kendilerine özgü üslûp ve ifadelerle çalınıp söylenmesi hususunda büyük titizlik göstermiştir.

Muzaffer Sarısözen çok sayıda öğrenci yetiştirmiştir. Sarısözen'in kaleminden çıkan makale ve eserlerini şöyle sıralayabiliriz:

·        1. Sivas'ta çıkan "Duygu ve Düşünce" dergisine yazılar yazmıştır.

·        2. Çorum'da çıkan "Çorumlu" dergisine Çorum halayları hakkında yazılar yazmıştır.

·        3. "Radyo" dergisine genel havalar hakkında yazılar yazmıştır.

·        4. "Ülkü" dergisine halaylar ve çok seslilik hakkında makaleler yazmıştır.

·        5. Maarif Vekâletince çıkarılan "Güzel Sanatlar" dergisinin 2. sayısında "Çok Sesli Müzik ve Bağlamalar"; 4. sayısında "Kaval, Tulum ve Çifte" konusunda makaleler yazmıştır.

·        6. 1941'de "Seçme Köy Türküleri" adlı kitabını yayımlayarak, re-la beşlisi ve re üzerinde hüseynî dizisine varan bir sıra ile bu dizi ve tonla başlayan tek ve çift sesli bazı türküleri ömeklemiştir. Sadece okullarda müzik eğitimine yardımcı olacak yerli bir tonla başlayan bir deneme yapmıştır.

·        7. 1952'de, 86 parçayı ihtiva eden "Yurttan Sesler" kitabını yayımlamıştır. Bu kitabındaki türkülerde, diyez ve bemoller üzerine rakamlar koyarak, seslerin kaç koma tiz veya pes olduklarını içeren bir yöntem, metot kullanmıştır. Bu yöntemi "Türk Halk Müziği Usulleri" adlı eserinde de uygulamıştır.

·        8. 1962'de "Türk Halk Müziği Usulleri" adlı eserini yayımlamıştır.

Sarısözen, basıma hazır hale getirdiği üç ciltlik "Altay Türküleri" adlı eserini yayımlayamamıştır. Vasiyeti üzerine Neriman Altındağ Tüfekçi, yayımlamaya çalışmışsa da, arşivde notaları bulamamıştı/16^.

Neriman Altındağ Hanım, 1941 yılının ortalarında Yurttan Sesler Korosuna girer ve Muzaffer Sarısözenle tanışır. Her iki sanatçının halk müziğinde büyük birer yetenek olması, halk müziğine büyük emeklerinin geçmesi gibi unsurlar Onlar'ı bir araya getirir ve 1951'de evlenirler. M. Sarısözen, Neriman Altındağ'ın sanatçı olarak yetişmesinde, en çok emeği geçen hocasıdır ve O'na rehber olmuştur. Sarısözen, Neriman Altındağ için şunları yazmıştır: "Neriman Hanımın Halk Musikisi konusunda gösterdiği gayret ve fedakarlık hiç kimse ile kıyaslanamayacak kadar büyüktür. Mesleki değerinden ayrıca, taşıdığı İnsanî meziyetleri ile, emsali arasında temayüz eden kıymetli sanatkârın yeri daima boş kalacaktır. Radyo idaresinin ve bütün radyo sanatkârlarının aynı kanaatta olması geride bıraktığı arkadaşları için başlıca teselli noktası ve kendisi için de en büyük mükâfattır. Her yayında arkadaş ve yıllarca ders verdiği sanat öğrencileri, kendisini beraber hissedecek ve saygı ile anacaklardır. Bu da herkese nasip olmayan bir mertebedir". (22.10.1959 Muzaffer Sarısözen)"^17).

1952 yılında Memil Sarısözen dünyaya gelir. Muzaffer Sarısözen, doğum sırasında Cizre'de derleme yapmaktadır. Derlemeye gitmeden önce, Neriman Altındağ'a: "Eğer kız olursa, "Yenge kızı bir tane"; oğlan olursa "Oğlan, boynuma dolan" adlı türküyü, Yurttan Sesledin programında dinlerim".der^18 19\ Cizre'de derleme yaparken, Muzaffer Akgün, "Oğlan, boynuma dolan" adlı türküyü söyler ve Sarısözen de oğlunun olduğunu anlar.

Sarısözen, oğlu Memil'in adını şu şekilde bulur. Binboğa taraflarında derlemeye gittiğinde, "Burada ezgi derleyeceğimiz kişi varsa çağırın." der. Ordaki kişi "Memil" diye bağırınca bu ses boşlukta yankılanır; Sarısözen'in çok hoşuna gider ve anlamını sorar. Memil'in yardımsever, merhametli, açık kalpli, iyi niyetli anlamına geldiğini öğrenir. Sonra kara kaşlı, kara gözlü, kendi tâbiri ile yanaklarından kan damlayan bir adam gelir. Ondan türküleri derledikten sonra, defterin bir köşesine Memil adını ayrıca not alarak kendi yaşı ilerlediği için çevresindeki yakınlarının yeni doğan erkek çocuklarından birine bu ismi vermeyi düşünür. Daha sonra kendine kısmet olur ve Neriman Hanıma oğlan olursa bu ismi vermesini, kız olursa kendisinin karışmayacağını söyler(25\

Muzaffer Sarısözen, oğlu Memil’e yedi tane nasihati içeren bir mektup yazmıştır. Bu mektubun Memil Sarısözen için değeri çok büyüktür. Kendisi ile röportaj yaptığımızda Sarısözen'in mektubundaki nasihatlann, Memil Sarısözen tarafından uygulandığını bizzat gördüm.

Sarısözen'in mektubu şöyledir:

"Sevgili Memil,

Bu yazıyı çok dikkatli oku ve çok iyi sakla. Nüfus cüzdanın gibi kaybolmayacak bir yere koy.

Yaşına göre değil de başına göre artık büyümüş sayılırsın. Şimdi beni iyi dinle:

·        1. Okula giderken numara almak veya sınıf geçmek için değil de çok şeyler öğrenmek için gittiğini unutma. Bunu unutmazsan göreceksin ki almak istediğin notlar da geçmek istediğin sınıflar da ayaklarının altında kalmıştır.

·        2. Sınıfta akıllı ve teneffüslerde yaramaz olacaksın.

·        3. Okulda arkadaşlarına ve büyüdüğün zaman da bütün yurttaşlarına, hatta bütün insanlara iyilik etmeye çalışacaksın.

·        4. İnsanlar arasında iyiler de kötüler de vardır. Onları tanıyacaksın ama hiçbir vakit "filan kötü adamdır" demeyeceksin. Onlardan uzak durursun olur gider.

·        5. Hayatta hiçbir vakit paranın ve mal zenginliğinin peşinde koşmayacaksın. Onun yerine adam kazanmanın peşinde koşacaksın. Her çeşit zenginlik ancak böyle elde edilebilir.

·        6. Yüksek yerlere göz dikmeyeceksin. Ancak yüksek bir bilgiye, yüksek bir ahlaka, yüksek bir vicdana sahip olmaya çalışacaksın. O vakit yüksek sandığın yerlerin kendi ayakların altında kaldığını hayretle göreceksin.

·        7. Liseyi bitirene kadar daima erkek arkadaşlarını kız arkadaşlarına tercih edeceksin. Ben senin yerinde olsam bir meslek adamı oluncaya kadar kızlarla hiç ilgilenmem. Çünkü onlar insanın kafasını dağıtmak için birebirdir, bunu unutma.

Yukarıdaki baba nasihatini her sene bir iki defa dikkatle oku. Göreceksin ki bu küçük yazı seninle beraber büyüyecek ve hayatta rastlayacağın güçlüklerde sana en büyük destek olacaktır. (Bu yedili nasihat iyi dinlenirse belki de hayatta hiç güçlük çekilmeyecektir)".

·        c. Ölümü

1962 yılında Sarısözen, prostat rahatsızlığından dolayı Devlet Demiryolları Hastahanesine yatar. Burada ameliyat olacağını öğrenince diğer doktorlara tercihen, özellikle kendisinin öğrencisi olan bir operatöre ameliyat olur^20\ Daha sonra ağabeyi Abdülkadir Sözen'in evine çıkar. Tekrar rahatsızlandığında Ankara Hastahanesine kaldırılır ve sağlığına kavuşamayarak, 4 Ocak 1963 günü vefat eder. Asri mezarlıkta büyük bir törenle defnedilir.

B. KİŞİLİĞİ

Sansözen'in kişiliğini bilen, yakından tanıyan şüphesiz, oğlu Memil Sarısözen ve Memil Sansözen'in annesi Neriman Altındağ Tüfekçi’dir. Şimdi 10.7.1992'de İstanbul'da Memil Beyle ve Neriman Hocamızla yaptığımız görüşmeleri aktaralım:

Neriman Altındağ Tüfekçi: "Sakin görünüşlüydü. Sağlık yapısı aynı karakteri gibi nazik ve nahifti; ancak bu görünüşünün altında, haklı yerlerde büyük infilak eden bir karakter saklı idi. Gördüğünüz zaman nazik, zarif, yavaş sesle konuşan, çok saygılı, büyük haksızlıklar karşısında bir volkan gibi patlayan bir kişiydi.

Esprili bir ahlaka sahipti. Güzel, zarif, kısa cümleciklerle, ender duyulmuş hikâyeler anlatırdı. Kendisi hafif gülmesine rağmen, karşısındaki insanlar gülmekten ölürdü.

Sansözen'in derlemeciliğinin sağlam oluşunun, hizmetinin sağlıklı oluşunun sebebi, kendisinin karşısındakine bilinçli, bilgili insan olarak yaptığı itimat telkinidir. Herkesle son derece güzel diyalog kurardı. Bu da memleketini, milletini iyi araştırmasından, tüm halkını çok iyi tanımasından ibaretti.

Sarısözen için maddiyat, hiç bir zaman önem taşımamıştır. Böyle olmasaydı, pek çok sanatçı yetiştiremez ve hayatının önemli bir bölümünü derleme ve notaya alma çalışmalarına harcamazdı.

Hayatında daima doğruluğu seçmiştir. Folklorda muvaffak olmasının yegâne sebeplerinden biri de dürüst ve doğrucu olmasıdır. Çünkü, "folklorcunun evvela namuslu ve dürüst olması gerekli" derdi. Kendini bu işe adadığı için, en ufak bir tahrifat yapmadan, gerek aldığı türküleri yazması bakımından; gerek yetiştirdiği talebelerin bunları en iyi şekilde icra etmeleri bakımından; yazdığı kitaplarda da en doğrusunu aktarmaya çalışmasından dolayı,büyük hizmet vermiştir. Bundan sonraki en büyük özelliği, sağlığını bozacak şekilde çalışması. Günde 12 saat çalışırdı. Büyük bir tahammülü vardı. Araştırmacılığı, folklorculuğu kadar, öğreticiliği, hocalığı da mükemmeldi. Biz onun eline geldiğimiz zaman, klâsik koro sanatçıları ile bize herşeyi büyük bir sabır ile tek tek öğretti. Bizler on iki kişiydik. Hayatında nota, usul, türkü söyleyemeyen hammadde idik. Sarısözen, herkesi bu konularda tek tek ilgilenerek yetiştirdi. Halk Müziği ile Sanat Müziğinin sazı ile, edebiyatı ile, melodisi ile, usulü ile iki ayrı grup olduğu teklifini idareye bildirdi. Gerek Sanat müziği arkadaşlarımız, gerekse yeni girenler üslûp çelişkisi içindeydi. Muzaffer Bey, Halk Müziği lehine büyük bir politika yapmıştır. Hazırlanmış bir Halk Müziği grubu olmadığı için bunlara uzun hava okuttu. Şöyle ki; isim yapmış sanatçıların ağzında türkü, uzun hava dinlemenin Halk Müziği için müsbet bir şey olacağını düşünerek, büyük bir tahammül gösterdi. Sanat Müziği üslûbundaki sanatçılara orijinal şekli ile uzun havalar geçti. Sarısözen, bir dostluk havası içerisinde bu uzun havaları öğretti. Halk buna çok müsbet bir tepki gösterdi. Telefonlar yağdı. Örneğin Perihan Altındağ, "Bizim elin koyunlan kuzular", "Sökülün turnalar zamanı geldi", "Dağlar ağardı kardan" gibi uzun havaları okudu ve çok büyük bir müsbet reaksiyon gördü.

Muzaffer Bey, yaptığı hizmetlerde öne çıkmazdı. Bu iki grubun ayn ayrı olması gerektiğini Sarısözen, Mesut Beye söyler. "Ben koroyu çalıştırırım, bütün notaları temin ederim; yalnız siz yöneteceksiniz. Programı yaparım. Benim ismim katî surette geçmeyecek" der. Daha sonra Mesut Cemil Bey, bu işin kompetanının Sarısözen olduğunu anlar ve 1946'da her iki grubu ayırır.

Muzaffer Bey, koronun önünde ceketinin önünü açmaz ve ayak üstüne atmazdı. İnsaniyet özellikleri çok olan bir insandı. Maddiyata hiç önem vermezdi. Ben, bir zamanlar Muzaffer Beyin bizden daha az maaş aldığını duyunca, çok üzülmüştüm.

"Yurttan Sesler"in zamanında arkadaşlarımız, sazlarını ya saklayarak, ya da vasıta ile evlerine götürürlerdi. Muzaffer Bey; Ankara'da Ulus'taki Eski Meclis'ten çıkan bakan, milletvekili öğrencilerini ziyarete giderek, elindeki kılıfsız sazı ile onlarla dört beş kez büyük daireler halinde dolaşarak, bağlama taşımanın yadırganmamasını sağlamış ve kabul edilmesini düşünmüştü"^21).

Memil Sarısözen: "Çok az ve çok öz konuşan bir insandı. Sanırım, araştırmacı olmasından kaynaklanıyordu. Devamlı izleyen bir insandı. İzlediklerini de fazla dışarı aksettirmezdi. Olması gerektiğinden fazla sakindi. Her söylediği sözü düşünülürdü; muhakkak söylediği şeyde ya edinmeniz gereken bir ders vardı, ya da dikkat etmeniz gereken bir husus vardı. Sizden yapmasını istediği bir şey varsa, siz O'nun bir şey beklediğini anlar, sonra o şeyi yapmaya ya da yapmamaya karar verirdiniz. Belki biraz daha sesli olsaydı, daha mı iyi olurdu? Aslında bugüne oranla bakarsanız, konservatuarda arşiv şefi olarak atanıp da, türkülerin notalarını yazmaya başladığında, o günün anlayışına göre Halk Müziğinin ciddi bir müzik olarak görülmediği bir dönemde, böyle bir şey yapmış olması önemli.

Sevdiğini de pek anlamazdınız. Öyle hislerini pek açığa vuran bir ihsan değildi, hissederdiniz. Ciddi ve resmi konuşurdu. Espri yapardı. Kendi başına hareket etmeyi öğretti. Amacı, kendine yetebilen, ne yaptığını bilen bir insan yetiştirmekti. Hayatta, yaşamaya, bilinçli olmaya hazırlayarak, beni yetiştirmek istedi. Mektuplarını, benim ilgimi çeksin diye, gazete şeklinde düzenlemişti. İçindeki makaleler, ciddi konuları, sevimli bir üslûpla sergileyen yazılardı. Çocukken, amcamın kızı Turgay Ablamın pudrasını toz haline getirmişim. "Ankara’da Büyük Panik" başlığı altında, "Memil Sarısözen, Ankara seyahatinde Turgay Ablasının pudrasını toz haline getirmiştir. Büyük üzüntü duyulan bu olayın tekrarlanmaması dileğiyle..." Ciddi konulan espritüel bir ifade ile anlatarak hem okunmasını, hem de tekrarlanmamasını sağlardı.

Türk Halk Müziği Usulleri kitabını bana ithaf etmişti. "Sevgili Memil, 11 yaşında, sana senin kadar yakın bulduğum bu hediyeyi verdiğim için, bahtiyarlığıma payan yoktur". Benim için çok önemli. Yani Türk Halk Müziği ile kardeşiz.

Bana doğrudan doğruya "Hadi oğlum, seni lunaparka götüreyim" demezdi. "Acaba lunaparka mı gitsek, yoksa Yeşil Nalın'a gidip lahmacun mu yesek?" derdi. Ben de lunaparkı tercih ederdim.

Babam öldüğü zaman, ölüm kavramı benim için çok gelişmemişti. Belki ciddi olarak, ölen bir insanın geri gelmeyeceğini, bir daha göremeyeceğimi düşünmedim. Nidâ Abim, beni okulda karşıladı ve babamın durumunun kritik olduğunu söyledi. Hanımların biraz abartacaklarını, annemin feryat figan edebileceğini söyledi. Annem eve geldiğimde yatıyordu. Nidâ Abimle hastaneyi arayarak, sonucu öğrendik. Çok üzüldüm. Bademciklerim şişdi ve 40 gün hasta yattım.

Babamı sonradan daha çok tanıdım. On bir yaşında bir çocuk neyi değerlendirebilir? Babamı, babam olduğundan çok, Muzaffer Sansözen olduğu için görmek istemişimdir. Babanız olup da size bisiklet alan, evi geçindiren klâsik baba anlayışıyla özlememişim; Muzaffer Sansözen olarak özlemişimdir. Beraber olduğumuz zaman, zamanı çok yoğun geçirirdik. Sivas'a otobüsle giderken, ilginç bir şey anlattı. Biz önümüzdeki koltuğun kenarım tutuyoruz. Bana: "Şimdi bir kaza olsa, senden benden başka herkes yaralanır. Çünkü, evde oturuyorlarmış gibi oturuyorlar. Otobüste öyle oturulmaz. Yarın gazete yazabilir ki; "Ankara'dan Sivas'a giderken bir otobüs kaza geçirdi. Muzaffer Sansözen ile oğlu Memil, çok temkinli oldukları için sıyrık bile almadan kurtuldular, diye yazarlar." dedi. Hem pedagog, hem didaktik bir üslupla yaklaşırdı. Yeri geldiği zaman, sıkmadan anlatırdı. Babamın mektubundaki öğütlerine uydum. İyi bir insan olmaya, iyi bir yurttaş olmaya çalıştım. Hatta bu yüzden yurt dışına okumaya bile gitmedim. Kendi milletime hizmet vermeyi yeğledim" <28\

·        (28) SARISÖZEN Memil, 10.7.1992 tarihli görüşme, İstanbul 1992.

BOLUM : II

MUZAFFER SARISÖZEN'İN SANAT CEPHESİ

A. MÜZİK ARAŞTIRICISI

Sarısözen, büyük özveri ile yaptığı araştırmalar sonucunda makalelerini ve eserlerini oluşturmuştur. Bu bölümde makalelerinden bir kısmını ve eserlerini, içerik bakımından inceleyeceğiz.

Sarısözen'in eserleri şunlardır:

·        1) 1941 'de Seçme Köy Türküleri

·        2) 1952'de Yurttan Sesler

·        3) 1962'de Türk Halk Müziği Usûlleri

O'nun kaleminden çıkan makalelerin bazıları ise şunlardır:

·        1) Sivas'ta çıkan "Duygu ve Düşünce" dergisine yazdığı makaleleri,

·        2) Çorum'da çıkan "Çorumlu" dergisine Çorum halayları hakkında yazdığı makaleleri,

·        3) "Radyo" dergisine yazdığı makaleleri,

·        4) "Ülkü" dergisine halaylar ve çok seslilik hakkında yazdığı makaleleri,

·        5) Milli Eğitim Bakanlığınca çıkarılan "Güzel Sanatlar" dergisinin 2. sayısında "Çok Sesli Müzik ve Bağlamalar" başlıklı makalesi ve 4. sayısında "Kaval, Tulum ve Çifte" başlıklı makalesi.

Şimdi, bu makalelerinden bazılarının ve eserlerinin içeriğini inceleyelim:

İKİ SESLİ HALK TÜRKÜSÜ

(Ülkü Dergisi, 7. cilt, Sayı: 77, 1944)

Sarısözen, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Devlet Konservatuarı arşivi için, 1944'te yapılan 8. derleme gezisinde halli müziğinin iki sesli halk türküleri kazandığını ifade eder. Bu türküler, yalnız Türk Müziği için değil, bütün müzik alemi için heyecan uyandıracak önemli belgelerdir. Bu türkülerden ilkinin adı "Siyah perçemlerin, gonca yüzlerin"dir. Heyeti, Pertek'te halk evinde toplanan halk sanatçıları karşılar. îki kemane ve bir bağlama türküyü, kemane çalanlarla bir okuyucu esas türküyü, bağlamacı da paralel beşliler halinde yürüyen ikinci sesi söyler. Pertek halkı da, türküye ikinci bir sesin katılmasını yadırgamaz. Dinleyenlerin, çalanların, söyleyenlerin tavırlarından ve hallerinden bu tarz havalar dinlemeye alışık oldukları anlaşılır. Tunceli'nin diğer illerle sosyal yönden bir alış veriş içinde olmadığı ve dışarıya her yönden kapalı olduğu gözönüne alınırsa, buradaki müziğin, diğer şehirlerin müziklerinden etkilenmediği sonucu ortaya çıkar ve böyle bir ortamda, çok sesliliğin ilk şekilleri olan paralel 4'lü ve 5'lilerin doğması, gerçekten dikkate değerdir. Bu parçaların iki sesli söylenmesi irticalendir.

İKİ SESLİ HALK MÜZİĞİ

(Ülkü Dergisi, Cilt: 10-11, Sayı: 115, 1946)

Müzik ve folklor bilimi için, tarihi belge özelliğini taşıyan iki sesli halk türkülerinden İkincisi "Gül" adlı türküdür. Bu türkü de, ilk türkünün derlendiği yörede derlenmiştir. Bu türküyü kaynak kişiler, bir keman ve bir bağlama eşliğinde paralel beşliler şeklinde yürüyen iki seslilikle çalıp söylemişlerdir.

îlk çok seslilik şekli paralel beşli ve dörtlülerdir. Bunun ilk örneklerini Tunceli'nin Pertek ve Hozat yerleşimlerinden derlenen "Siyah perçemlerin" ve "Gül" adlı türkülerinde görüyoruz.

ÇORUM HALAYI

(Çorumlu Dergisi, 1. Cilt, Yıl: 2, Sayı: 17, 1939)

Sarısözen, bu makalesini Maarif Müdürü Neşet Köseoğlu'nun, Çorumlu dergisine "Çorum Halayı" ile ilgili bilgi vermesini istemesi üzerine yazar. Çorum Halayını Sarısözen, Çorumlu Mehmet Tezcan'dan derlemiştir. Sarısözen, halayın Türkiye'nin birçok bölgesinde olduğunu; halayı çeken ya da seyreden kişilerde duygu zenginliğinin oluştuğunu vurgulamaktadır. Sarısözen, bu makalesinde oyuncuların halaya nasıl kaldırıldığını inceledikten sonra, Çorum Halayını ağırlama, oynatma, iğilme, yelleme olarak dörde ayırıp, figür ve tempo bakımından anlatır.

ÇORUM HALAYI

(Çorumlu Dergisi, 1. Cilt, Yıl: 2, Sayı: 18, 1940)

Çorum Halayının notası yer almaktadır.

GARKIN HALAYI

(Ülkü Dergisi, 3. Cilt, Sayı 30, 1942)

Sarısözen, Sivas'ta zurnacı Hacı Avlar’dan derlediği halayı ağırlama, sıktırma ve hoplatma olmak üzere üçe ayırarak, bölümlere göre halayın oynanışını ve figürlerini anlatır. Figürlerin yanısıra halayın bölümlerine göre, temponun sürati ya da ağırlığı konusuna da önem verir.

BERGAMA’DA MİLLİ OYUNLAR

(Ülkü Dergisi, 3. Cilt, Sayı: 35, 1943)

Sarısözen, bu makalesinde, A. Yılmaz ve O. Bayatlı'nm "Bergama'da Milli Oyunlar" adı ile Bergama Halk Evinde çıkarmış oldukları kitap hakkmdaki düşüncelerini anlatmıştır. Öncelikle bu kitabın folklor ilmi için önemli bir yer tuttuğunu vurgular. Sarısözen, Bergama'ya ait üç oyunun anlatılışını ve tarifini güzel bulmuştur. Bunun yanında, düğünlerde oyunların bir gelenek halinde nasıl başlayıp bittiğini anlatması bakımından eserin mükemmellik gösterdiğini ifade eder. Oyunların tarifinde, figürleri 3'ler ve 5'ler esasına göre anlatmalarını güzel bulur; ancak, figürlerin anlatımı musiki ile beraber değildir. Örneğin; Bengi oyununda müziğin tamam olmadığı ve 1/4'lük zaman istediği görülmektedir. Kitabı bu açıdan da eleştirmiştir.

Eserlerini inceleyelim:

SEÇME KÖY TÜRKÜLERİ

Sarısözen, bu eserini Devlet Konservatuarı arşiv şefi iken 1941'de hazırlamıştır. Kitap 34 sayfa olup, İstanbul Remzi Kitabevi tarafından, İstanbul Rıza Köşkün Matbaasında bastırılmıştır. Sarısözen, bu kitabını çeşitli yörelere ait türküleri örneklemek, bir Halk Müziği kitabı örneği oluşturmak ve köy enstitülerinde okutulmak amacıyla yazar. Kitabın içine aldığı türkülerin bütün öğrenciler tarafından birlikte okunması için solfej çalışmasının yapılması gerektiğini düşünerek, kitabın baş kısmına solfej bilgilerini ekler. Re-la beşlisi ve re üzerinde hüseynî dizisine varan bir dizi ve tonla başlayan, içinde tek ve iki ses bulunan bazı türküleri de örnek vermiştir.

Sarısözen, solfej bilgilerini, o zamana kadar takip edilen metoddan farklı bir metot halinde verir. O'na göre, bunun sebepleri şunlardır: O günkü solfej öğretimi, majör bir gam göz önüne alınarak oluşturulmuştur. Çocukların müzik kültürü ise, inici ve minör bir tonaliteye uygun melodilerden oluştuğu için, onların benimsedikleri yolu seçerek, bu şekilde bir solfej öğretiminin faydalı olacağını düşünür. Solfej kitaplarında farklı usullere ait türküler ve alıştırmalar konulmadığını görerek, batı müziğinden farklı olan usullerdeki türkülere yer verir.

Solfej bilgilerinin ilk bölümünde ikili, dörtlü, beşli aralıklarla yapılan inici gamlardan oluşan pasajlara; nota değerlerine, vuruşlara, sus işaretlerine ve birçok müzik kavramlarının tanımlarına yer verir. Nazarî bilgilerden çok, gerekli olan kavramları tanımlayarak, solfej dersinin kolay algılanmasını sağlamış; halka yakın anonim melodileri seçerek, öğrencinin mana ve anlam çıkarabileceğini ve rahat öğreneceğini düşünmüştür.

2/4, 3/4, 4/4, 5/4, 7/4, 9/4, 3/8, 5/8, 6/8, 7/8, 9/8, 12/8'lik ölçülerden oluşan 73 pasaj örnek vermiştir.

Kitabın solfej bölümünden sonra örnek türkülere yer vermiştir.

YURTTAN SESLER

Sarısözen, bu eserini 1952'de yayımlamıştır ve Ankara'da Akın Matbaası tarafından basılmıştır. Eserini yayımlarken ilkokulda, ortaokulda, lisede bütün sınıfların seviyesinde türküler seçerek, öğrencilerin türküleri kolayca öğrenmelerini amaçlamıştır. 108 sayfadan oluşan bu eserde, 68 türkü ve 15 oyun havası bulunmaktadır. Eserinde, röprizlerin bölümüne konulmuş olan noktaların, o kısmın nokta sayısı kadar tekrarlanacağını önemle vurgular. Diyez ve bemollere rakamlar koyarak, seslerin kaç koma tiz veya pes olduklarını örnekleyen türküler koymuştur. Ayrıca öğretim esnasında, aralıklardaki bemol ve diyezlere konulan rakamlar yok sayılarak, naturel okunması şeklinde bir icra öğütlenmektedir. Ayrıca, bu eserin 37. sayfasında bulunan "Ekin Biçme" adlı türkü, Sarısözen'in okuyanların serbest konuştukları bölümü hecelerin kısa ve uzunluklarına göre notalaması bakımından önemlidir.

Örneğin : i. Kişi


a la lım


al da gel


2. kişi

bul da


gel


l.kişi            2. kişi            3. kişi

al lan           bal lan sal lan

Günümüzde, TRT repertuarında bulunan türküler, "Yurttan Sesler" adlı ciltlerde, numaralanarak verilmiştir. İlk kez Sarısözen, radyodaki Türk Halk Müziği topluluğu için, bu başlık altında bir repertuar kitabı oluşturmuştur. Bu bakımdan bu eser, büyük bir öneme haizdir. Eserde yeralan türkü ve oyun havalarının isimleri şöyledir:

Türküler

Dere geçit vermezse Çiçekler konuşuyor Al mendili Osman Paşa Ha un ele Niksar'ın fidanları Şu boyda Demirciler

Süpürgesi yoncadan Çanakkale Yiğitleme Kirtmen kızı Kolbaşı

Estergon Kalesi Osman Efe Bitlis'in dağları Abda verin Emmiler

Tıpır tıpır yürüsün Kırat

Guguk durnalar İhtiyatlar Şu İzmir'den Türkmen kızı Güvercin vurdum Ekin biçme Gemiciler Seller aldı

Analar sunalar

Sergen'in başı

Bağ altına

Bizim eller

Menberi

Değirmende

Bahar geldi

Yaz geldi

Burçak tarlası

Sarı buğday

Köroğlu

Sepetçioğlu

Ayna ayna ellere

Şenol Bayburt

Hışhışrhançer

Akçe ferikler

Evlerinin önü

Heyamola yalessa (Eyyam olsa yel ese)

Yörük Ali

Topal koşma

Karşılama

Yemenimi

Entere aldım                         ;

Yörükler yaylası

Urfa'nın etrafı

Nalbandım

Hey güzel

Dere geliyor dere

Kars'a giderim

Hakkı Reis

Pınar senin ne belalı başın var

Dinle sana bir nasihat edeyim

Penceresi püskül

Üsküdar'a gider iken

Genç Osman

Karanfil deste gider

İstanbul'dan Üsküdar'a

Al yeşil giymiş allanır

Aman avcı

Açıl mor menevşe

Oyun Havaları

Atabar

Veysel bar

Halay havası

Üç ayak

Oyun havası

Ankara zeybeği

Bar havası

Tamzara

Kazova

Ege'den bir zeybek

Sinsin

Somali zeybeği

Tavas zeybeği

Oyun havası

Konservatuar folklor arşivinde muhafaza edilen derleme fişlerinde onun el yazısı ile değerli bilgi ve notalar bulunmaktadır. Sarısözen'in derlediği türkülerin bir kısmını 1971'den sonra Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü bir kısmını da 1975’te Ankara Radyosu banda kaydederek repertuarlarına aktarmışlardır.

TÜRK HALK MÜZİĞİ USULLERİ

Muzaffer Sarısözen, Türk Halk Müziği Usulleri kitabını, Ankara Devlet Konservatuarındaki müzik folkloru dersleri için hazırladığı notları biraraya getirerek oluşturmuştur. Bu kitap, Türk Halk Müziği usulleri hakkında yazılan ilk araştırma ve inceleme kitabıdır. Eser, 1962 yılında Ankara'da Resimli Posta Matbaası Limited Şirketi tarafından bastırılmıştır.

Sarısözen, Türk Halk Müziğinin usul ve ritm bakımından olağanüstü bir güzellik, renklilik ve ahenk taşıdığını ifade ederek,' çok güzel bir eser meydana getirmiştir. Sarısözen, bütün halk müziği usullerinin bu kitabın içindekilerden ibaret olmadığını; ancak yeni bir usulün de, bu kitapta tespit edilen kuralların dışında kalamayacağını dile getirir.

Sarısözen, usuller konusunu anlatmadan önce, halk müziğini uzun havalar ve kırık havalar olmak üzere ikiye ayırır ve bunların tanımını yapar. Daha sonra, batı müziği usullerine uyanları, doğu müziğine uyanları ve her iki müzik usullerine uyanları şeklinde gruplandırmanın yanlış olduğunu düşünerek, halk müziğinin kendi bünyesini göz önüne alıp usulleri şu şekilde tasnif eder: Ana usuller ve üçerli şekilleri, Bileşik usuller, Karma usuller.

Bütün usullere örnek verdiği türkülerde, diyez ve bemoller üzerine rakamlar koyarak, seslerin kaç koma tiz veya pes olduklarını göstermiştir.

Ana usulleri 2'li, 3'lü, 4'lü ve bunların üçerli şekilleri bölümüne yirmi türkü ve oyun havası örnek verir. Bu örnekler arasında kaval için 2 sesli olarak yazılan "Allı duma" adlı halay ile, Zonguldak Ereğli taraflarında bulunan 2 sesli ve nefesli bir halk sazı olan çifte için iki sesli olarak yazılan "Küçek Havası" önemli yer tutmaktadır.

İkili ana usullere yurdun her tarafında ve özellikle Orta Anadolu'da çoğunlukla oyun havası olarak rastlanmaktadır ve ikili oyun havalan yörelere göre değişik isimler almaktadır. Sivas'ta "Şıkırdım Havası", Tokat'ta "Sağma veya Zahma", Trabzon, Giresun ve Ordu'da "Metelik", "Kol Bastı", Burdur ve İsparta'da "İnce Hava" gibi. İkili ana usullerin üçerli şekillerinin Orta Anadolu'dan başlayarak doğuya doğru çoğaldığını görüyoruz. Üç vuruştu ana usuller ve bunların üçerli şekilleri bölümünde on sekiz türkü ve oyun havası örnek vermektedir. Üç vuruşlu ana usullere her yörede olmakla beraber, çoğunlukla güney doğu ve kuzey doğuda rastlanmaktadır. Ağır üçlülere Gaziantep, Urfa ve Elazığ'da, hareketli olanlara da Muş ve Kars'da rastlanmaktadır. Üç vuruşlu ana usullerin üçerli şekillerine de en çok doğu Anadolu'da rastlanmaktadır. Dört vuruşlu ana usuller ve bunların üçerli şekilleri bölümüne on sekiz örnek vermektedir. Bu örnekler içinde iki sesli olarak yazılan "Siyah Perçemlerin" adlı türkü iki seslilik açısından önemli bir örnektir. Dört vuruşlu ana usullere ve bunların üçerli şekillerine memleketin her tarafında rastlanmaktadır. 2'li, 3’lü, 4'lü parçaların ağır kısmı bu vuruşlarla, yeldirme kısmında da bunun üçerli şekli hakim olmaktadır. Bu kural, üçlü ve dörtlü vuruşlar için de geçerlidir.

Kitabın ikinci bölümünde bileşik usullere yer vermiştir. Bileşik usuller, ana usullerin belirli kurallarla bir araya gelmesinden oluşmaktadır.

Beş vuruşlular (3+2), (2+3);

Altı vuruşlular (4+2), (3+3);

Yedi vuruşlular (3+2+2), (2+3+2), (2+2+3);

Sekiz vuruşlular (2+3+3), (3+2+3), (3+3+2);

Dokuz vuruşlular (3+2+2+2), (2+3+2+2), (2+2+3+2), (2+2+2+3), olmak üzere beşe ayrılmaktadır ve halk müziğinin en güzel ve en zengin örneklerini içeren bileşik usuller, ikili ve üçlülerin sıralanmsındaki incelik ve ahenk, renkli ritm özellikleri yaratmaktadır. Sarısözen, beş vuruşlulara altı türkü örnek vermektedir. Önce 3, sonra 2 olanlardan, önce 2 sonra 3 olanlar fazladır. Sivas ve Gaziantep çevrelerinde rastlanmaktadır. Erzurum, Erzincan ve Kars çevrelerinde çok yaygın olan bu usule "Sümmanî ağzı" denir. Bileşik 6'h usullere 8 parça örnek vermektedir. Bu örneklerden anlaşıldığı gibi, çoğunlukla Güney Doğu Anadolu bölgesinde rastlanmaktadır. Bileşik 7'li usullere 12 türkü örnek vermektedir. 7 vuruşlu bileşik usullere her yörede olmakla birlikte, süratli yedililere Trabzon ve Rize çevrelerinde rastlanmaktadır. Bileşik yedililerdeki üçlülerin senkoplu olması, ritm bakımından zengin bir durum meydana getirmektedir. Bileşik yedililere örnek olarak verilen 2 sesli yazılmış "Gül" türküsü dikkate değerdir. Bileşik sekizli usullere 9 tane türkü örnek vermektedir. Örneklerde en çok 3+2+3 şekli görülmektedir. Hemen hemen her yörede rastlanmaktadır. Bileşik dokuzlu usullere 22 tane oyun havası ve türkü örnek vermektedir. Ritm yönünden kırık havaların en zengini olan bileşik dokuzlulara şu yörelerde rastlanmaktadır. Trakya'da 9'lu bileşikleri en ağırından en hareketlisine kadar görmek mümkündür. Batı ve Güney Batı Anadolu, 9'lu bileşiklerin en çok toplandığı bölgelerdir. Ağır tempolu bileşik 9'lulara "Zeybek Havası" denir. Zeybek havalarının hızlı, süratli olanlarına "Kıvrak Zeybek" denir. Antalya ve Burdur'da 2+2+2+3 şeklindeki bileşik 9'luların süratlilerine "Teke Zotlaması" denir. Burdur'da 2+3+2+2 şeklindeki bileşik 9'lular "Dımıdan" adını ahr. İsparta'da 2+2+2+3 şeklindeki bileşik 9'luların süratlisi "Daddiri", 2+3+2+2 şeklindeki bileşik 9'luların süratlisi "Gakgili" adını alır. Çok hareketli bileşik 9'lulara "Karşılama" adı da verilmektedir. Karşılamalara Trakya, İstanbul, Samsun, Ordu ve Giresun'da rastlanmaktadır. Kütahya ve Hatay'da bileşik 9'luların örnekleri görülmektedir. Sivas'da, Erzurum'da, Kars'ta bileşik 9'lu oyun havalarına rastlanmaktadır. Tunceli'de "Koşalma" adlı bileşik dokuzlu ilginç bir oyun havasına da rastlanmaktadır.

Kitabın üçüncü bölümünde karma usuller yer alır. M. Sarısözen, bileşiklerin veya ana usullerle bileşiklerin biraraya gelmesinden oluşan karma usulleri, 5, 10, 11, 12, 15, 16, 18, 20, 21 zamanlı olmak üzere gruplara ayırmaktadır. 10'lu karma usullere (3+2+2+3 - 2+3+3+2) 10 tane oyun havası ve türkü örnek vermektedir. Çeşitli senkopların yer almasıyla ilginç bir ritm hâzinesine sahip olan 10'lu karma usuller; Sivas ve Gaziantep'te başlar ve doğuya gittikçe sıklaşır. 1 l'li karma usullere (7+4-5+6) 3 türkü örnek vermektedir. Sarıkamış, Erzincan ve Elbistan yörelerinde rastlanmaktadır. 12'li karma usullere Elazığ'dan "Koyunu hor eyledim" (2+3+2+3+2) adlı türkü ile Erzurum'dan "Tutam yar elinden" (3+2+2+2+3) adlı türküyü örnek vermektedir. 15'li karma usullere (7+8) 6 türkü örnek vermektedir. Bu usullere, güneyde ve doğuda bazı illerde rastlanmaktadır. 16'h karma usullere Üsküdar'dan "İstanbul'dan gelir kayık" ve Antalya'dan "Çay başına bostan ektim yayıldı" adlı türküleri örnek vermektedir. 18'li karma usullere 6 türkü örnek vermektedir. Bunlar çoğunlukla doğuda ve güneydeki halaylardır. 20'li karma usullere Erzincan'a ait olan "Yalan dünya" adlı türküyü örnek vermektedir ve kuzey doğuda rastlanmaktadır. 2l'li karma usullere iki türkü örnek vermektedir ve kuzey doğu illerinde rastlanmaktadır.           (

Sarısözen, bu usullerle ilgili eserinin içinde çok seslilik ve tulum hakkında da bilgi vermektedir. Şimdi onları inceleyelim. Halk Müziğinin bünyesinde ve temelinde çok seslilik özellikleri yatmaktadır. Çok seslilik, Halk Müziği'nin bağlamasında, kavalında, tulumunda, kemençesinde, kemanesinde, çiftesinde ayrı ayrıdır.

Müzik tarihlerinde tek seslilikten çok sesliliğe geçişin ilk şekillerinin paralel 4'lü ve 5Tiler olduğu bilinmektedir. Pek çok müzik tarihçisi, çok sesliliğin ilk kez batıda başlamış olduğunu savunarak, doğuda başlamış olacağına hiç ihtimal vermezler ve buna sebep olarak da doğuda yapılan çalışmalarda bir ipucu bulunmadığını gösterirler. Buna rağmen, bağlamanın çok eski bir tarih evveliyatına sahip olması gözönüne alınırsa, çok sesli müziğin önce batıdan çok doğuyu ilgilendirdiği ve çok sesliliğe geçiş devrinde Türklerin büyük rol oynadığı anlaşılmaktadır. Buna bir örnek verelim: 1944 yılında Halil Bediî Yönetken, Rıza Yetişen ve Muzaffer Sarısözen, Tunceli Pertek'in Ulupınar Köyünden 1319 doğumlu Süleyman Kaya ile Hozat'ın Yaldızağaç Köyünden 1317 doğumlu İsmail Oğuz'dan çok sesliliğin ilk şekli olan paralel 4'lü ve 5'lilerin görüldüğü "Siyah Perçemlerin" ve "Gül" adlı türküleri derlemişlerdir. Bu bölgeler coğrafî ve sosyal sebepler yüzünden, çevre illerle irtibatı kesilen bölgeler olduğu için konunun önemini bir kat daha arttırmakta, türkülerin otantik olması ihtimalini kuvvetlendirmektedir.

Tulum en çok Rize'nin Pazar İlçesinde görülmekle beraber, nefesli ve çift sesli bir müzik aletidir. Toklu dersinden tulum çıkarılarak, koluna beş perdeli bir çift kamış eklenir. Ayak tarafındaki sipsi ile tulum şişirilerek hava depo edilir. Tulumdaki kamışların sesi ünisondur. Sarısözen, tulumda iki ses halinde kulağa gelen melodilerin aynı düzgünlükte devam etmesi ve iki seslilik açısından uygunsuz bir durumun oluşmamasına dikkati çeker. Her parçanın belli bir çift seslilik şekli olduğu sonucunu çıkarır.

Sarısözen, basıma hazır" Altay Türküleri" adlı üç ciltlik eserini, yayımlayamamış; vasiyeti üzerine Neriman Altındağ Tüfekçi, yayımlamaya çalışmışsa da arşivde bulamamıştır^22^.

Şimdi Sarısözen'in makalelerinin ve eserlerinin ilk sayfalarından örnekler verelim.

İKİ SESLİ HALK TÜRKÜSÜ

Devlet Konservatuarı Folklor Arşivi için Maarif Vekilliğince tertip edilen halk musikîsi ve halk oyunları derleme gezisinin bu yıl sekizincisi yapıldı. Her yıl başka başka bölgelerin araştırmalarında derleme heyetinin saz ve ses bakımından karşılaştığı yeni yeni konularla gittikçe zenginleşen Folklor Arşivi, bu yıl da iki sesli halk türküsü kazanmış bulunuyor.

Sadece yurt içinde değil, yurt dışı folklor aleminde de heyecan uyandıracak kadar önemli birer belge olan bu iki sesli orijinaller, Tunceli'nin Pertek Kazasında Süleyman Kaya ve İsmail Oğuz'dan plağa tespit edilmiştir.

Heyetçe Pertek'e vardığımız zaman, Halk Evinde toplanarak bizi bekleyen halk sanatçıları arasında iki kemane ve bir bağlamanın katılmasıyla sözleri Pertek'e ait bir parça okunuyordu. Türkünün kulağınıza çarpan sesleri bizi hayrete düşürdü. Çünkü çalman ve söylenen türkü tek sesli değil, düzgünce söylenen iki sesli bir parça idi. Kemane çalanlarla onlara sazsız olarak katılan bir okuyucu, esas türküyü, bağlamacı da paralel beşliler halinde yürüyen ikinci sesi söylüyordu. Türküyü kestirmeden hemen biz de dinleyenlerin aralarında yer aldık.

Orada bulunan Pertekli halkın, türküye ikinci bir sesin katılmasından çıkan başkalığı hiç yadırgamadan adeta veci içide dinlemeleri dikkati çeken bir olaydı. Çalanların, söyleyenlerin bu tabiî hallerinden açıkça anlaşılıyordu ki bu bölge halkı bu tarzda havalar dinlemeye alışıktı.

O çevre halkının kendi aralarında söyledikleri bu "çift sesli türküler" üzerine yapılması gerekli incelemelerle şu noktalar da aydınlanmış oldu:

·        1- Halk sanatçıları, yukarda işaret ettiğimiz bu çift sesliliği bir yanlış eseri olarak söylememişlerdir. Çünkü birkaç defa ara verdirerek tekrar tekrar dinledik, hep aynı düzgünlükle devam etti ve o gün kaba taslak notaya aldığımız bu ve diğer bir parçayı bir gün sonra plakla tespit ettiğimiz zaman gene aynı neticeyle karşılaştık.

·        2- Bu parçaların iki sesli söylenmesi gelenek halinde değil, irticai kabilindendi. Çünkü bu iki türküyü plağa alacağımız zaman yarım saat beklemeye mecbur kaldık. Onlar devamlıca tek sesli olarak çalıyor ve söylüyorlar, biz de usulsüzlük olmasın diye, işlerine karışmıyorduk. Nihayet coştular, "veed"e geldiler. Ancak o zaman iki seslilik başladı ve devam etti.

Gelecek yazımızda İkincisinin de notasını vereceğimiz bu türkülere Tunceli gibi belli sebepler altında yüzyıllarca çevresinden ilgisi kesilmiş bir bölgede raslanmış olması bunların folklor bakımından önemini bir kat daha arttırmaktadır.

Çalan ve söyleyenler:

Pertek Kazasının Ulupınar Köyünden 1319 doğumlu Süleyman Kaya ile Hozat Kazasının Yaldızağaç Köyünden 1317 doğumlu İsmail Oğuz.

Siyah perçemlerin, gonca yüzlerin Garip bülbül gibi zar eyler beni. Hilâl ebruların, âhu gözlerin Tiğ-i sevda ile yaralar beni. Sevda-yı aşkınla âh ü zar oldum Kalmadı tahammül, bi-karar oldum. Cemalin göreli sevdakâr oldum. Korkarım ki bu dert paralar beni. Elif kametine hayran olduğum, Gece gündüz hayaline döndüğüm. Hep senin içindir boyun eğdiğim. Yoksa zaptedemez bu yerler beni.

İKİ SESLİ HALK MÜZİĞİ

Ülkii'nün yeni seri 77'nci sayısında 1944 yılında derlenen iki sesli halk türkülerinden birisini yayımlamıştık. Aşağıda İkincisinin de notasını verdiğimiz bu iki sesli halk türküleri, hiç şüphe yok ki; yalnız bizim değil, bütün dünya folklor âleminin en seçkin tarihi belgeleri arasındadır.

Pertek İlçesinin Ulupınar Köyünden 1319 doğumlu Süleyman Kaya ile Hozat'ın Yaldızağaç Köyünden 1317 doğumlu İsmail Oğuz'dan 1944'te plâğa alınan bu türkünün, kolay anlaşılabilmesi için, saz kısmını bir tarafa bırakarak sadece vokal halinde kulağa gelen seslerini notaya aldık.

Bir bağlama ve bir kemane ile söylenirken tespit ettiğimiz "Gül" türküsünde paralel kent şeklinde yürüyen iki seslilik vardır. Notasında görülen kentlerden başka birkaç aralık da,sanatkârların bu türküyü küçük aralıklarla söylemiş olmalarından doğmaktadır.

Yirmi yıla yakın bir zaman üzerinde durduğumuz Türk halk sazlarında çok seslilik, konusunun telli saz çeşitlerinden bağlamalardaki şeklini Millî Eğitim Bakanhğı'nca yayımlanan "Güzel Sanatlar" dergisinde genişçe bir yazı ile tesbit etmiştik^. O yazıda, Türk bağlamalarında gördüğümüz çok seslilik şeklinin çoğunlukla paralel beşlilerden kurulmuş olduğu sonucuna varılmıştı.

Gene bu dergide, nefesli halk sazlarımızın çok seslilik karakteri üzerinde de biraz durmuş ve çok seslilik başlangıçlarıyla ilgili bir olay karşısında bulunduğumuzu kaydetmiştik^.

Ülkü'nün yeni seri 77'nci sayısında birincisini ve bugün İkincisini verdiğimiz bu iki sesli halk türküleriyle, gene paralel beşlilerden kurulmuş çok sesliliğin vokal olarak ta, şehir müziği tesirinden uzakta kalan halk arasında yaşamakta olduğunu tesbit etmiş bulunuyoruz.

Bilindiği gibi, paralel beşliler ve dörtlüler, sanat tarihinin kaydedebildiği ilk çok seslilik şeklidir. Musiki tarihleri bunu böylece yazıyor. Yazıyor ama bugün ortaya koyduğumuz bu kuvvetli belgelerin bir eşini de gösteremiyor ve sadece bu çeşit çok sesliliğin ilk defa nerede, ne zaman başladığının henüz belirtilememiş olduğunu işaret etmekle iktifa ediyor. Halbuki biz, folklor yolu ile, dedelerimizin zamanımıza kadar ulaştırdığı belgelere dayanarak, bugün hayran olduğumuz çok sesli Avrupa musikîsinin başlangıçlarındaki büyük hissemizi elimizle kendi tarihimize yazmış bulunuyoruz. Bu belgeler, başkalarıyla çürütülmedikçe bu böyle kalacaktır.

·        (1) Güzel Sanatlar, sayı: 2. 1940: Milli Eğitim Bakanlığı yayımı.

·        (2) Güzel Sanatlar. sayı: 4, 1942: Milli Eğitim Bakanlığı yayımı.

GÜL TÜRKÜSÜ

Devlet Konservatuarı Folklor Arşivi No: 1247: B/1944

ÇORUM HALAYI

Renkli ve zengin mündericatiyle Halk Evlerimizin bu günkü neşriyatı arasında belli bir mevkii olan "Çorumlu" dergisinin ilk nüshasında kıymetli meslektaşımız Bay Sadi Leblebicinin'Çorum Halayı" hakkında güzel bir yazısını okudum. Notasıyla birlikte çıkan bu yazıdaBay Sadi "Çorum Halayı"nm seyircileri üzerinde bırakacağı intibaı şirin bir ifade ile canlandırdıktan sonra yazısına: "Figürlerinin tesbitini de genç oyunculara bırakıyorum" diye son veriyordu.

Çorum halk şarkılarını derleme esnasında başta İlbay Salih Kılıç olduğu halde Parti, Belediye ve Halk Evinin lütfen gösterdikleri kıymetli muzaheret sayesinde, yakında tedkik etmeğe fırsat bulduğumuz "Çorum Halayı" hakkında Maarif Müdürü bay Neşet Köseoğlu "Çorumlu" için benden de bir yazı istedi.

Çorum'daki kültür gibi "Çorumlu dergisinin de her gün biraz daha olgunlaşması hususundaki büyük gayretlerine yakından şahit olduğumuz değerli maarifçinin bu teklifini bir vazife telakki ederek hemen işe başladımsa da, zihnimi takılıp kaldığı bir noktadan bir türlü kurtaramıyordum.

Acaba halay figürlerinin tesbiti için sayın meslektaşımız Bay Sadi'nin ileri sürdüğü evsaf bende var mı idi?

Yani bana "genç oyuncu" denilebilir mi idi? îşte bu ciheti düşünüp dururken, bir aralık, şimdiye kadar derlemeler yaptığımız yerlerde Tasladığımız toplu oyunlara -muhitin telakkilerine göre riayet edilmesi icap eden bütün kayidlerden silkinerek-hemen iştirake can attığını hatırladım. Şu İmalde bana "oyuncu" demekte mahzur yoktu. Yine bir bakımdan gençlik çağını aşmamışdım da. Çünkü gençlik evsafını kaybedenlerin bu oyunlara iştirakine maddeten imkân yoktu. Yahut bu oyunlarla fiilî münasebetleri olanların gençliğini kolay kolay kaybetmesine ihtimal verilemezdi.

Bir çok tarafında halk arasında yaşamakta olan toplu oyunları görüp de, bunların sağlık ve neşe kaynağı olduklarına derhal hükmetmemeğe imkan yoktur. Sağlık ve neşe... Gençlik bundan başka bir şey midir ki?

Kalaycılar içinde altmışını aşmış nice yaşlı gençler görülür ki bunlardaki; dinçliğe ve neşeye hayran olmamak elden gelmez. Millî oyunların kahramanı olan bu yaşlı gençler, henüz farkına varmadan, çöken yeni neslin yaşsız ihtiyarlarına ne müessir birer örnektirler!

Halayın faydası yalnız bir beden mümaresesi olmaktan ibaret değildir. Bu oyunların hemen hepsi figürlerinin cazibesi, nüanslarının inceliği, ifade güzelliği ve bir kelime ile "bediî"'likleri bakımından da ciltler dolduracak zenginliktedirler.

Halayı seyreden halk işte bu zenginlik içinde kendini duyar ve bu zengin duygu onlarda yüksek heyecanlar yaratır.

Halaylar kalabalık bir kitle karşısında çekilirken öyle anlar gelir ki; seyirciler, oyuncular ve müzik tamamen hem ahenk olurlar. Bu anda halay bir mahurdur. Bu nefis mahure bağlanan gönüller hep beraber döner, dolaşır.

Oyuncular halaya nasıl kaldırılır?

Düğünlerin, donanmaların ve her çeşit eğlenceli toplantıların başlıca heyecan vasıtası olan halaya oyuncular hiç bir vakit kendiliklerinden talip olamazlar. Eğer düğünse, düğün kâhyasının yahut ev sahibinin teklifi ve orada mevcut halkın yardımıyla kaldırılır. Halayı kimlerin iyi oynadığını halk bilir. Ev sahibine yahut o toplantıyı idare edene adlarını söylerler. Bazan doğruca kendilerine de hitap ederler: "Kasım! Sen de kalk. Yiğit! Ne nazlanıyorsun..." gibi.

Bu şekilde ayağa kalkanlar, kendi aralarından en iyi oyuncuya başı teklif ederler, İkinciye de oyunu çok iyi bilenlerden birisi seçilir. En sona gelecek oyuncunun da vazifesi mühimdir. O daima başı kollar. Oyunun fazlaca sürat aldığı yerlerde orta kısmın vaziyetini bozmamağa çalışır.

Çorum Halayının Ağırlaması

Çorum halayı dört kısımdır:

·        1- Ağırlama,

·        2- Oynatma,

·        3- îğilme,

·        4- Yellem.

Ağırlama, oyunun ilk kısmıdır. Ve belli başlı dört figür göze çarpar:

1 -Çömelerek yere diz vuruş, doğruluş,

·        2- Yürüyüşle karışık ayak hareketleri,

·        3- Eğiliş ve doğruluş,

·        4- Çapraz karşılaşmalar.

1-Oyuncular küçük parmaklarını birbirine kilitlemek suretiyle, orta girintili ve yanlar hafif çıkıntılı olarak kavisli bir dizi yaparlar. Baş ve son oyuncuların ellerinde birer mendil vardır. İkincinin eli de mendillidir. Bu mendili baş ve ikinci oyuncular beraber tutarlar. Baş oyuncu bazan sıradan ayrılarak oyuncuların karşısına geçtiği zaman, ikinci oyuncu derhal mendili kaldırarak oyunu idareye başlar.

Halaycılar oyuna başlamadan önce, sağlar sola ve sollar sağa dönerek ağız beraberliği yapacak tarzda eğilir ve yüksek sesle "He..........y" diye bağrışırlar.

Bundan sonra tekrar doğrulmuş olan oyuncuların, her tempo başında nefis bir irginti yaparak yavaş yavaş çökmekte oldukları görülür. Dizlerin sağa sola açılması suretiyle yapılan bu çöküşle tam çömelme vaziyetine gelindiği zaman evvelce sağ diz, her tempo başında sola aşağı hareket ettirilmek suretiyle üçüncü tempo da hafifçe yere vurulur. Dördüncüde eski vaziyete gelinir. Bunu takip eden üç tempoda sol diz yere vurulur ve dörtte eski çömelmiş vaziyete dönülür.............

GARKIN HALA YI(I

Başlangıcı ve yürüyüş figürleri düz halayın aynı olan garkın (garhın) halayı, başlıca üç bölümden kurulmuştur: Ağırlama, sıktırma ve hoplatma.

Garkın ağırlaması: Oyuncular, küçük parmaklan birbirine kilitleyerek bir dizi olurlar. Orta biraz geride ve her iki uç ileridedir. Yürüyüş başladıktan sonra kavislilik devam etmez. Garkın halayında yürüyüşler yalnız ileriye değildir. Her ileri gidişin ardından bir de geri gidiş vardır. Geri gidiş figürlerinde başçılık rolü son oyuncuya geçer. Bunun için bu halayda yalnız başçekenin değil, sondaki oyuncunun da oyunu çok iyi bilenlerden seçilmesine önem verilir.

Garkın Halayının ilk figürü, yerinde yapılan ayak hareketleridir. Saz, notada 1 numara ile işaretlenen ilk kısmı çalarken ilk dörtlükte sağ ayak pençesi hafifçe yere vurulur. İkide yine sağ ayak, belirsizce bir diz kırmasıyla yerden kesilir ve üçüncü dörtlükte tekrar yere konulur. Dörtte gövdeler sağa yükletilirken sol ayakta azıcık yerden kesilir. Bu anda oyun dizisinin sağa doğru güzel bir sallantı yaptığı görülür.

Çalgı ikinci ölçüye geçince ilk dörtlükte yerden kesilmiş bulunan sol ayak hafifçe yere vurulur. İkincide yine sol ayak yerden kesilir ve üçüncüde tekrar yere basılır. Dördüncüde gövdeler sollar üzerine bindirilirken sağ ayaklar da yerden kesilmiş bulunur. Bu defa da oyun dizisinin sola doğru güzel bir sallantı yaptığı görülür. Bundan sonraki iki ölçüde bu figür bir daha tekrarlanır......

Garkın (Garbın) Halayı

BERGAMA'DA MİLLİ OYUNLAR

Yazanlar: A. Yılmaz, O. Bayatlı, Cumhuriyet Matbaası, İzmir.

Kapağı şahlanan bir efenin güzel bir pozuyla süslenmiş bulunan bu eser bize Bengi, Harmandalı ve Arpazlı oyunlarının Bergama'daki şeklini figür figür tanıtmaktadır. İçerisinde dedelerinimizin yiğitliklerinden, inceliklerinden ve tarihimizin derinliklerinden destanlar söyleyen yirmi beş kadar resim vardır. Bu resimler Kozak ve Kaşıkçı efelerinden oyun arasında alınmış olması kitaba ayrıca bir değer kazandırmıştır. Bunlar arasında Hasan Çakı Efe, Tuzcu efe, Sadık Efe, Mustafa ve Rıza Dinçer gibi yabancısı olmadığımız simalar da vardır. Hasan Çakı Efe bizim öğretmenimizdir. O da, Âşık Veysel gibi, halk bilgisi alanında bize çok şeyler öğretmiştir. Bundan birkaç ay evvel Sandık Efenin kasnak oyunundaki ustalığına hayran kalmıştık. O gün Ankara Halk Evi sahnesinde, bu altmışlık delikanlının dimdik dolaşması otuz yaşındaki ihtiyarlarımıza ne güzel bir dersti! Gene o gün Hasan Çakı Efenin oyunda ve oyunu idarede gösterdiği yüksek başarıyı dakikalarca alkışlamıştık. Şimdi tam zamanında elimize geçen bu eserle birkaç ay önce doya doya seyrettiğimiz oyunlardan üçünün en küçük noktalara kadar izahlarını da almış bulunuyoruz.

Bergama'da Milli Oyunlar adlı eserde üç oyunun tarifinden başka, düğünlerde gelenek halinde oyunların nasıl başladığını ve nasıl bittiğini anlatan bir kayıt var ki bu da folklorcuyu oyunlar kadar ilgilendiren konulardan birisidir. Kitap, bu bakımdan da dikkati çekecek bir mükemmellik göstermektedir.

Büyük emeklerden sonra memlekete bu güzel eseri veren sayın A. Yılmaz ve O. Bayatlı ile notaları kaleme alan üstad Ahmet Yekta Madran ve Rıza Özgen'e candan tebriklerimizi ve eserin basım ve yayımını temin eden Bergama Halk Evine şükranlarımızı sunmayı borç biliriz. Kitap hakkmdaki görüşlerimizin hulâsasını yukarıda kaydettik. Şimdi bizi tereddüde düşüren bir, iki küçük nokta üzerinde biraz duracağız.

Oyunların tarifi işinde figürleri üçler ve beşler esasına göre anlatmak güzel bir buluş, fakat musikî ile beraber değil. Misal olarak "Bengi"yi ele alalım. Önce üçleri yaptık, sonra beşlere geçtik ve beşinci adımda sağ ayak ileri atılmış ve sol geride olduğu halde öylece kaldık. Fakat musikî tamam olmadı. Daha bir dörtlük zaman ister. İşte bizi tereddüde düşüren nokta budur.

Ankara Halk Evinde gördüğümüz oyunda burada, yani altıncıda bir kaykılma durumu almıyordu ve bu figürün tekrarında üçlerin birincisi sol ayağın sağ ayak yanına getirilmesiyle başlıyordu. Eğer bu görüşümüzde yanılmamışsak oyunun üçler ve altılar esasına göre düzenlenmesi ve tarifte küçük bir değişiklik yapılması zorureti vardır. Bu suretle dokuz dörtlük devam eden musikînin her vuruşuna rastlayan hareketler de tamamiyle tespit edilmiş olacaktı. 24

Bergama'da Milli Oyunların "Bengi"deki "manalı hareketler" kısmı çok alâka vericidirler. Eser sahiplerinin ince araştırmalardan sonra tamamiyle unutulmak üzere bulunan bu nefis hareketleri yeniden ortaya koymaları hiç şüphe yok ki bir başarıdır. Oyunun renkliliği, zenginliği ve ifadesi bakımından büyük bir önem taşıyan bu kısmın da tam birer figür olarak tarifi yapılsa ne güzel olacaktı. Önceleri oyunun esasına dahilken sonraları ihmale uğradığı kuvvetle tahmin edilebilen bu güzel figürlerin yapılması acaba üçlerin yahut altılıların nerelerine rastlamaktadır? Birer "manalı hareket" olarak güzelce tarifi yapılmış bulunan bu kısmın da, şüphesiz, musikî ile ilgisi ve uyarlığı vardır. İşte bizi tereddüde düşüren noktalardan birisi de budur. Memlekete çok lüzumlu bir eser kazandırmış olan değerli meslektaşlarımızdan bu cihetin tespit edilmesini de sabırsızlıkla bekliyoruz.

Oyunun esas figürlerinden ziyade, manalı hareketler üzerinde bizi durduran sebep; burada topluca oynanılan bu oyunların, gene orta Anadolu'nun toplu oyunlarından halaylarla, "diz üstüne gelişlerden başka müşterek noktalarının bulunduğuna dair elimize ipucu vermesidir. Bıyık bükmelerde ve beraberce karşıya el uzatmalarda olduğu gibi.

SEÇME KÖY TÜRKÜLERİ

Bu kitabı muhtelif mıntıkaların halk türkülerinden temiz ve güzel örnekler vermek ve bir halk müzik kitabı örneği meydana getirmek maksadıyla yazmaya çalıştım. Kitap, en geniş halk tabakasını teşkil eden köylülerimizin çocuklarını içlerinde toplayan köy enstitülerimizin talebesi için de faydalı olabilirse maksadına iki yoldan varmış olur.

Çocuklarımızın, tahsil çağında iken hep beraber memleket türküleri söylemeye alışmalarının, muhtelif bakımlardan, güzelliğini düşünerek seçtiğim otuz sekiz köy türküsünü bastırmak üzere matbaaya vermiştim. Basım işinin tamamlanacağı sırada, bu türkülerin pürüsüzce söylettirilebilmesi hususundaki şahsî düşüncelerimi kıymetli meslekdaşlara arzetmek için birkaç satır yazı yazmayı tasavvur ettiğim zaman, bu sahada söylenilecek sözlerin birkaç satırla değil birkaç sayfa ile de bitmeyeceğini anladım. Bunun yerine -maksada uygun- bir "Solfej" hazırlamak daha kolay ve daha faydalı olacaktı.

Bu suretle kitabın baş tarafına sonradan ilave etmek, mevkiinde kaldığım "Solfej" kısmında şimdiye kadar takip edilen metodun değişmesine beni mecbur eden terbiyevî sebepleri iki nokta etrafında toplayabiliriz:

1 -Bugünkü solfej tedrisatında tatbik edilen metot majör bir gamın icaplarına göre düzenlenmiştir. Halbuki çocuklarımızın muhitinden aldıkları müzik kültürü ekseriyetle inici ve minör bir tonaliteye uygun melodilerden teşekkül etmektedir. Onları hedefe götürürken tanıdıkları ve benimsedikleri yolu seçmek ve mevcut bilgilerinden istifadeyi düşünmek elbette daha uygun olacaktı.

2-Solfej kitaplarımızda bugün halk türkülerine de yer verilmiş fakat bu melodilerin farklı olan usullerine ait temrinler konulmamıştır. Usulleri garp musikîsinden daha hassas olan türkülerimizi yüzlerce talebeye falsosuz söyletmek mevkiinde bulunan bir öğretmenin, hiç şüphe yok ki; bu hususta kendisine yardımcı olacak bir solfeje ihtiyacı vardı.

Yukarıdaki iki esasa göre tertip edilen solfej kısmına ilk giriş, halk musikîsinde çok ehemmiyetli yer tutmuş olan beşli, dörtlü, ikili aralıklarla yapıldığı gibi yeni notalar daima inici olarak verildi ve bir oktav içindeki sesler tamamlanıncaya kadar ifade bakımından birbirine çok yakın melodiler kullanıldı. Bundan başka toplu okuyuşta beraberliğin ruhu demek olan tempoya ve not kıymetleri kadar sükût kıymetlerine de ehemmiyet verildi.

Solfej dersinin cazibeli olması, mutlak surette söylenebilir ki talebenin mana çıkarabileceği melodilerle karşılaşması demektir. Bu itibarla, çocukları ezberciliğe alıştıracağı düşünülmeye bile lüzum görülmeden, hece şeklindeki ifadesiz temrinlerin yerine ekserisi halkın kendi malı olan melodiler konuldu. Ve nazarî bilgilerden ancak pek lüzumlu olanları kısa notlar halinde ilave edildi.

Başta işaret edildiği gibi, bu solfej bir konuşma mahiyetinde öğretmen arkadaşlara hitap edecek yazı yerine pek kısa bir zamanda hazırlandı. Tatbik mevkiine girdiği vakit belki teferruata ait bazı noktaların tashihi icap edecektir. Yani talebe bir kısım temrinleri noksan bulacak, bazılarını tamamıyla atacak ve yeniden bazı temrinlerin konulmasına ihtiyaç gösterecektir. Kıymetli meslektaşların bu cihetleri not etmeleri metodun düzelmesine doğrudan doğruya müessir olacağı gibi müzisyenlerimizin yüksek tenkitleri de mükemmelleşmesini temin edecektir. Yeter ki bu yardımlar esirgenilmesin.

YURTTAN SESLER

·        1- Bu kitaptaki parçalar seçilirken, ilkokullardan liselere kadar bütün sınıfların seviyeleri gözönünde tutulmuştur.

·        2- Röprizlerin bazılarında görülen fazla noktalar, o kısmın üç veya dört defa tekrarlanacağını belirtmek üzere konulmuştur.

·        3- Folklorcuların da kitaptan faydalanmaları düşünülerek "Aralıklarda görülen farkların koma nisbeti diyez ve bemollere rakam koymak suretiyle işaretlenmiştir. Okullarda bu çeşit rakamlı "arıza"ların yok sayılarak natureline gidilmesi ve sadece üçle gösterilen bemollerin tam bir bemol halinde icrası ehemmiyetle gözönüne alınması gereken noktalardandır.

 

DERE GEÇİT VERMEZSE

Dere geçit vermezse

Atlarım taştan, taşa

Yaylaları, dağlan

Aşanm baştan başa

Oy nereye, nereye

Koyun inmiş dereye

Uzaktan el eyleme

Gel beriye beriye

Derenin oylumuna

Kuş konar yaylımına Görüşelim, gülelim

Geldik yol ayrımına

Vay nereye nereye

Koyun inmiş dereye Uzaktan el eyleme

Dön geriye geriye

Notalar; İtalya ve İngiltere'de matbaacılık ihtisası yapmış olan Öğretmen Nazım Ülgen'in el yazısıdır.

TÜRK HALK MUSİKİSİ USULLERİ

ÖNSÖZ

İlk bakışta monoton gibi gözüken Türk Halk Musikîsinin, araştırdıkça, çeşitli yönlerden incelikleri ihtiva eden nefis bir sanat hüviyeti taşıdığı anlaşılır.

Konu bakımından, yeryüzünde ne kadar tabiî ve sosyal olay varsa, halk musikîsinde hepsinin de yer aldığı görülür.

Estetik bakımından, bir sevinci, bir elemi ifade eden ve çeşitli olayları canlandıran melodilerin en ince örneklerini yine halk müziğinde bulabiliriz.

Türküleri notaya alırken, kullanmağa mecbur kaldığımız çeşit çeşit ölçüler ve yeni yeni ritm şekilleri gösteriyor ki; Türk Halk Musikîsi, usul (Mezür-Ritm) bakımından da olağanüstü bir renklilik ve güzellik taşımaktadır.

Halk musikîsimizin usulleri hakkında topluca ilk etüdü ihtiva edecek olan bu kitap, Ankara Devlet Konservatuarındaki "Müzik Folkloru" dersleri için hazırladığım notların bir araya getirilmesiyle yayın alanına çıkmış oldu.

İyi şartlar içinde uzun yıllar süren bir çalışma ve araştırmaya rağmen halk musikîsi usullerinin bu kitaptakilerden ibaret olduğunu söylemeyi ihtiyatsızlık telakkî etmekteyiz. Ancak kuvvetle tahmin edilir ki, bundan sonraki incelemelerde karşılaşmamız ihtimali olan yeni bir usul, bu kitapta tesbit ettiğimiz kuralların dışında kalamayacaktır.

USULLER BAHSİNE GİRMEDEN ÖNCE

Türk Halk Musikîsini incelemek için önce iki büyük kısma ayırmak lazımdır:

1 -Uzun havalar.

2-Kırık havalar.

UZUN HAVALAR

Halk musikîsini meydana getiren ezgilerden bir kısmı ölçüye sokulamazlar. Bu çeşit parçalar, ritm bakımından da esaslı bir şekil göstermezler. Bunların sadece dizisi ve dizi içindeki seyri bellidir. îşte bu özellikleri gözönüne alarak uzun havalan şöyle tarif edebiliriz:

Ölçü ve ritm bakımından serbest olduğu halde, dizisi bilinen ve dizi içindeki seyri, belli kalıplara bağlı bulunan ezgilere "Uzun Hava" denilir.

Not:

Halk musikîsinin dizileri bakımından, büyük önemi olan uzun havalardan birkaç isim:

Bozlak, Maya, Garip, Kerem, Hoyrat (Horyat) Divan, Kesik, Yanık, Müstezat, Aydos, Eğin, Türkmeni, bir kısım "Ağıt"lar ve bu uzun havalardan birisinin kalıbına uyduğu halde, bölge bölge ad değiştiren bazı parçalar (Orta Anadolu'da Kaya başı, Yüksek hava, Dağ başı sözcükleri de "Uzunhava" anlamını taşır.)

UZUN HAVA TERİMİ HAKKINDA KISA BİR AÇIKLAMA

"Uzun hava" tabiri, halk sanatçıları arasında çok seyrek olarak geçmektedir. Sanatçılar "Bir uzun hava okuyacağım." demezler. Ancak, okudukları parçanın mahiyeti sorulduğu zaman "Uzun havadır" diye açıklarlar.

KIRIK HAVALAR

Türküler ve oyun havaları gibi, ölçüsü ve ritmi belli olan parçalara "Kırık hava" denilir.

"Kırık hava" sözcüğü halk sanatçıları arasında çok geçmez. Ancak, okunacak parçanın, maya mı, bozlak mı olduğu sorulunca, "Kırık havadır." veya sadece "Kırıktır." şeklinde açıklarlar.

"Uzun hava" ve "Kırık hava" konusunda vardığımız sonuç şudur ki; halk anatçıları usulü belli olan parçalarla usulsüzleri birbirinden ayırmış ve birisini "Uzun", birisini de "Kırık" diye vasıflandırmıştır.

5-,

§ Bazı harflerin mahallî konuşmadaki değişikliğini belirtmek üzere, yalnız notadaki yanlara, şu işaretler konuldu:

S n— Harfinin üstünde şöyle - bir işaret olursa onu eski harflerdeki sağır kaf (naf) gibi okuyacağız.

§ k— Harfinin altında bir nokta bulunursa onu, boğazdan gören kaf gibi okuyacağız.

§ h— Harfinin üstünde bir nokta bulunursa onu, eski harflerde (h) den sonra gelen noktalı (hı) gibi okuyacağız.

§ Diyez ve bemoller üzerindeki rakamlar takribi olarak koma nisbetini gösterir.

§     .................Sazla icra edilecek noktalar.

§ (Özel) Resmi derlemelerle ilgisi olmayan ve hususî araştırma ile ele geçirilen parçalar.

·        B. MÜZİK DERLEYİCİSİ

DERLEME GEZİLERİ

17 Ağustos 1937'de, Hasan Ferit Alnar, Necil Kâzım Akses, Ulvi Cemâl Erkin, Halil Bediî Yönetken ve teknisyen Arif Etikan'dan oluşan grup, Ankara'dan Sivas'a derleme yapmak için gelirler. Ahmet Kutsî Tecer, Halil Bediî Yönetken'e, Sansözen'in bu heyete katılmasını tavsiye eder ve Sansözen'in ilk derleme gezisi gerçekleşir. 1938 yılında Sarısözen, Ankara Devlet Konservatuarı folklor arşiv şefliğine tayin edilir^25\

Dördüncü derleme gezisinden itibaren, gezi başkanı Muzaffer Sarısözen olur. Halkla kolayca yakınlık kurmasını bilen ve ezgiyi hemen notaya alabilen Muzaffer Sarısözen, derleme ürünlerinin daha gerçekçi ve hızlı elde edilmesini sağlar.

Şimdi, bu derleme gezilerini kronolojik olarak özetleyelim.

Birinci derleme gezisi

Ferit Alnar, Necil Kâzım Akses, Ulvi Cemâl Erkin, Halil Bediî Yönetken, Muzaffer Sarısözen ve teknisyen Arif Etikan'dan oluşan grup, 1937 yılının ağustos ve eylül ayları içinde 1,5 ay süresince, Sivas, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Gümüşhane, Trabzon ve Rize illerinde derleme yapmıştır. 588 ezgi derlemişlerdir. Derlenen ezgilere şunları örnek verebiliriz: Rize ve Trabzon'un Kolbastı, Metelik oyun havaları, Sallama, Hemşin, Sıkayak, Seyrek, Kız horon havaları; Elazığ'ın maya, hoyrat gibi mahallî havaları; Sivas'ın Düz, Abdurrahman, Gızıh, Garhm, Üç ayak gibi halayları; Karacaoğlan'dan, Ruhsatî'den, parçalar; Erzurum, Erzincan ve Gümüşhane'nin bar havaları, Sümmanî ağzı, Emrah'ın koşmaları...

İkinci derleme gezisi

Bu derleme gezisini iki ayrı grup yapmıştır. Ferit Alnar, Cevat Memduh Altar, Halil Bediî Yönetken ve Tahsin Banguoğlu'ndan oluşan birinci grup, Kütahya, Afyon, Denizli, Aydın, İzmir, Manisa, Balıkesir illerini tarayarak, 603 ezgi derlemiştir. Bu gezi, 1938 yılında bir buçuk ay devam etmiştir.

Ulvi Cemal Erkin, Muzaffer Sarısözen, Nurullah Taşkıran ve teknisyen Arif Etikan'dan oluşan ikinci grup, Malatya, Diyarbakır, Urfa, Gaziantep, Kahramanmaraş ve Adana illerini tarayarak, 735 ezgi derlemiştir.

Üçüncü derleme gezisi:

Nurullah Taşkıran'ın başkanlığında Muzaffer Sarısözen, Mahmut Ragıp Gazimihal ve teknisyen Rıza Yetişen'den oluşan grup, 1939'da ağustos ayında sadece Çorum ilini taramıştır. On beşgün süren gezide, 241 ezgi derlenmiştir. Derlenen ezgiler içinde, Pir Sultan Abdal'dan türküler, ağıtlar, güzellemelerle ayrıca ve halay havalan önemli bir yer tutmaktadır.

Dördüncü derleme gezisi:

Muzaffer Sansözen'in başkanlığında Mahmut Ragıp Gazimihal, Mithat Fenmen ve teknisyen Rıza Yetişen'den oluşan grup, 1940 yılının ağustos ayında, sadece Konya ilinde derleme yapmıştır. Yirmi gün süren çalışmada, 512 ezgi derlenmiştir. Derlenen ezgiler arasında kadın oyun havalan, kavalla çalınan dağ ve köy havaları, Rumeli havaları, kaşık havaları, divanlar ve koşmalar örnek sayılabilir.

Beşinci derleme gezisi:

Halil Bediî Yönetken, Muzaffer Sansözen ve Rıza Yetişen'den oluşan grup, 1941'de Kayseri, Niğde, Maraş ve Seyhan civanndaki Türkmen aşiretleri arasında derleme çalışmalannı yapmıştır. 412 halk ezgisi derlenmiştir. Derlenen ezgiler arasında halaylar, oyun havaları, Avşar ağıtları, bozlaklar ve Karacaoğlan'a ait türküler örnek verilebilir.

Altıncı derleme gezisi:

1942 yılının temmuz, ağustos aylan içinde bir buçuk ay süren derleme gezisi, Muzaffer Sansözen, Halil Bediî Yönetken ve teknisyen Rıza Yetişen'den oluşan grup tarafından İsparta, Burdur, Antalya ve Muğla'da yapılmıştır. 426 ezgi derlenmiştir. Sipsi, kaval, davul, zurna ile çalman oyun havalan, gurbet türküleri ve zeybek oyunları derlenenler arasındadır.

Yedinci derleme gezisi:

Yedinci derleme gezisini, yine Muzaffer Sansözen, Halil Bediî Yönetken ve teknisyen Rıza Yetişen'den oluşan grup, 1943 yılında, Tokat, Amasya, Ordu, Samsun, Giresun ve Trabzon'da yapmıştır. Elli gün içinde 772 ezgi derlemişlerdir. Trabzon'da horon havaları; Tokat ve Amasya'da halaylar, turnalar, yıldız ve bozlağı andıran uzun havalan metelik ve kolbastı oyun havaları; Samsun, Giresun ve Ordu'da karşılama, kaşıkçı ve imeci havalan derlenmiştir.

Sekizinci derleme gezisi:           '

Bu gezi, 1944 yılında aynı grup tarafından, Elazığ, Tunceli, Bingöl ve Muş'ta yapılmıştır. Bir buçuk ay süren gezide, 293 halk ezgisi derlenmiştir. Lavuk, maya, hoyrat ile çeşitli oyun havalan tespit edilmiştir.

Dokuzuncu derleme gezisi:

Bu gezi, aynı grup tarafından 1945'te Ankara, Çankın, Yozgat ve Kırşehir'de yapılmıştır. İki ay süren gezide, 432 ezgi derlenmiştir. Misket, Meşeli, Yıldız gibi türküler ile bozlaklar, sürmeliler ve sohbet havaları derlenen ezgiler arasındadır.

Onuncu derleme gezisi:

1946'da aynı grup, İçel, Antakya ve Antalya'da derleme yapmıştır. 285 halk ezgisi derlenmiştir.

Onbirinci derleme gezisi:

·        1947 yılının temmuz ve ağustos aylarında aynı grup, Çanakkale, Bursa, Tekirdağ illerini tarayarak 258 ezgi derlemiştir.

Onikinci derleme gezisi:

·        1948 yılının temmuz ve ağustos aylarında aynı grup, Bolu, Sinop ve Zonguldak illerini tarayarak 190 ezgi derlemiştir.

Onüçüncü derleme gezisi:

f

·        1949 yılının temmuz ve ağustos aylarında aynı grup, Bilecik ve Eskişehir illerini tarayarak 117 ezgi derlemiştir.

Ondürdüncü derleme gezisi:

·        1950 yılının haziran ve temmuz aylarında aynı grup, Van, Kars, Çorum ve Ağrı'yı tarayarak 373 ezgi derlemiştir.

Onbeşinci derleme gezisi:

·        1951 yılının haziran ve temmuz aylarında aynı grup, İzmit ilini tarayarak 53 ezgi derlemiştir.

Onaltmcı derleme gezisi:

·        1952 yılında, aynı grup, İzmir, Siirt, Mardin ve Bitlis'i tarayarak 204 ezgi derlemiştir.

Bu derleme gezilerinin dışında, yine Ankara Devlet Konservatuarı adına Muzaffer Sarısözen, tekbaşına iki derleme gezisi daha yapmıştır. 1955'te İstanbul'da Altay Türklerinden 55 ezgi derlemiştir. 1957'de İstanbul'da 66 ezgi derlemiştir ^26\

Uzman bir folklorcu olan Muzaffer Sarısözen, bu derleme gezilerinde, bütün Türkiye'nin müzik folklorunu yakından tanıma fırsatını bulmuştur. Derlenen 10.000 civarındaki halk ezgisini, tele, muma ve taş plaklara kaydetmiştir. Daha sonra, bu türkü ve oyun havalarını konservatuar arşivinde bir düzene koyarak, bir kısmını notaya almıştır; ancak diğer kısmını notaya alıp değerlendirmesine ömrü vefa etmemiştir.

Sarısözen, türkü ve oyun havalarının yanısıra, halk oyunlarının da öncüsü olmuştur ve derleme gezilerinde halk oyunlarını görüntüleyen bir fotoğraf albümü oluşturmuştur. Bağlama, cura, mey, özellikle zor bulunan çifte kaval, kemençe, kaval, tulum, davul, zurna, tef, darbuka gibi birçok halk sazını toplayarak konservatuar arşivinde bir kolleksiyon oluşturmuştur.

Bu arada Sansözen ile ilgili bir deyimi hatırlatalım: Hem türkü, hem oyun, hem de halk çalgıları derleyen Sansözen için, Mesut Cemil "Bedeni küçüldükçe, ruhu büyüyen arşiv böceği" demiştir.

Sarısözen'in plaklara aktardığı ezgilerin bir kısmını Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü (HAGEM), bir kısmını da TRT Müzik Dairesi banda kaydetmiştir. Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarındaki çok eskimiş olan derleme fişlerini gözönüne alırsak, bizden sonraki nesillere kalabilmesi açısından, buradaki türkü ve oyun havalan ile onlara ait bilgileri tek tek kaleme almamız, bizim için faydalı olacaktır. İşte Sarısözen'in derlediği bu ezgilerin listesi ekte sunulmuştur.

Sarısözen'in konservatuardaki derlediği türkülerin melodik ve söz yapısı ile bugün TRT'de bulunan şekilleri arasındaki farklılıkları ya da eksiklikleri tahlil edelim; ancak bu tahlile geçmeden önce Türk Halk Müziği’nin yapısını içeren çok kısa bir bilgi vermemiz, sanırım yerinde olacaktır.

TÜRK HALK MÜZİĞİ NİN YAPISI

A.Ses Sistemi: Türk Halk Müziğimizin en belirgin özelliklerinden biri yerel nitelikli olmasıdır. Yörelere göre farklı nitelikler gösteren Türk Halk Müziğini ve ses sistemini kurallaştırmak çok genelde mümkün olabilir ve genele gidildiğinde Halk Müziğinin yerel ve özel olma niteliğinin tanımlanabilme şansı kalmaz. Müzik eğitiminde ve tanımlamada kolaylık sağlamak amacıyla Sadettin Arel, Suphi Ezgi ve Murat Uzdilek tarafından geliştirilen Türk Müziği ses sisteminden yararlanılmaktadır. Bu sisteme göre diyez (#) 4 komadan bemol (b) 5 komadan oluşmaktadır. Ayrıca halk müziğimizde Muzaffer Sansözen'den bu yana diyez ve bemol işaretlerinin üzerine koma değerlerini belirlemek üzere rakamlar konulmaktadır.

En yaygın halk çalgımız olan bağlamada lâ tonuna göre son yarım yüzyıldan bu yana ençok kullanılan perde düzeni: lâ, si bemol, si bemol iki koma, si, do, do diyez üç koma, do diyez, re, mi bemol, mi bemol iki koma, mi, fa, fa diyez üç koma, fa diyez, sol, sol diyez, lâ olmak üzere 17 sesten oluşmaktadır.

Türk Halk Müziğini zengin kılan en önemli özelliği, üslûp ya da tavır özelliğidir. Türkünün sesleri kadar, onun söyleniş biçimini belirleyen bu özellikler de önemli rol oynamaktadır. İşte bu özellikler, yöre yöre değişen karakteristik özellikleri belirler. Bazı ezgi ve üslupların çok kesin bir şekilde belli yörelere ait oldukları anlaşılmıştır.

B.Usul Sistemi: Usul, ölçü yerine kullanılan bir kavramdır. Çünkü usul genel olarak Türk Müziğinde, ölçü yanında bir de tavır ve uslubu belirler. Türk Halk Müziğinde güney doğunun 5/8'lik parçası ile Köroğlu veya Sümmanî'nin havasının 5/8'liği, tavır ve üslûp olarak da birbirinden ayrılır. Kavramlaşmanın diğer söylenmesi gereken yönü ise, yine bu usullerin ölçü ile değil, belirli adlarla anılmasıdır: Karşılama, Zotlatma, Datdiri, Gakgili gibi adlar hızlı 9'lu vuruşlu usulleri, Metelik, Şıkıldım, Sağma, Zahma gibi adlar, 2 vuruşlu usulleri belirlemektedir.

Türk Halk Müziği usulleri üç bölümde incelenir.

·        1) Ana usuller ve üçerli şekilleri (2,3 ve 4 birim vuruşlu)

·        2) Bileşik usuller (5,6,7,8,9 birim vuruşlu)

·        3) Karma usuller (10 ve daha fazla birim vuruşlu)

Usullerle ilgili geniş bilgi, Sarısözen'in Türk Halk Müziği Usulleri kitabının içeriği anlatılırken verilmiştir.

C.Türler, Şekiller, Biçimler: Türk Halk Müziği ezgileri yapı bakımından uzun hava ve kırık hava olmak üzere ikiye ayrılır. Kırık hava; belirli bir dizisi olan ve bu dizi içerisinde belirli bir usulle seyreden ezgileridir. Kırık havalar, anlatım ve söyleniş biçimi gibi çeşitli unsurlara göre "zeybek", "bengi", "güvende", "bar", "horon" gibi değişik isimler alırlar. Uzun hava; belirli bir dizisi olan ve bu dizi içerisinde belirli seyri bulunup, serbest bir ağızla söylenen ezgileridir. Çoğu zaman bir solist ses tarafından söylenmekle beraber, "gurbet havası" gibi ezgilerde eşlikli okumaya da rastlarız. Hem yöreden yöreye, hem de okunuş uslubu bakımından uzun havalar da "maya", "hoyrat" "bozlak", "gurbet havası", "divan", "yol havası" gibi formlara, biçimlere ayrılarlar. Bunlardan birkaçını açıklayalım: Mayanın, özel ezgisi yanında, en belirleyici unsuru sözlerdir. Hece ölçüsünün 8+3= 11 kalıbıyla yazılmış, dört dizeli şiirler söylenir. Doğu Anadolu'da yaygın olan bir uzun hava biçimidir. Ayrıca "cılgalı maya", "düz maya" gibi çeşitleri de vardır. Divan da aruz ölçüsünün "fâilatün, fâilatün, fâilatün, fâilün" kalıbıyla yazılmıştır. Daha sonra halk şiirinin 15'li hece ölçüsü ile söylenen şiirlere de "divan" denmeye başlanmıştır. Aruz ölçüsü ile şiir yazan şairlerin şiirlerini "divan" adında bir çeşit antolojide toplamalarından dolayı, bu tür yazılmış ve halk arasında da yaygın olarak söylenen parçaların hepsine bugün "divan" denmektedir. "Müstezat", "Semâî", "Kalenderi" gibi çeşitleri hem şiir biçimi, hem ezgi bakımından birbirinden farklı olmasına karşılık, hep divan diye anılmaktadır.

Türk Halk Müziği ezgileri ayrıca sözsüz (çalgısal-enstrümental) ve sözlü olmak üzere de ikiye ayrılırlar. Sözsüz ezgiler, belirli bir veya birden fazla çalgıya, söz eşliksiz olarak çalınan kırık hava veya uzun hava türündeki ezgilerdir. Oyun havalarını, peşrevleri, güreş havalarını ve uzun hava ayaklarını (zemin, yol gösterici ezgi) örnek verebiliriz. Sözlü ezgiler, çalgı eşliği olsun ya da olmasın, halk şiiri tarzında yazılmış sözler aracılığı ile sadece sözle icra edilen ezgilerdir. Sözlü halk ezgilerinin en çok rastlanılan biçimleri "bentlerden" sonra, "bağlantı" (nakarat, kavuştak, dönderme) denen belirli kalıpların tekrar edildiği biçimlerdir ki; buna "türkü" adı verilir. Türküler, genellikle belirli bir konuyu işleyen ve anlam bakımından birbirine bağlı bentlerden meydana gelmiştir. Türkülerin diğer bir yaygın şekli ise "mani dörtlük"lerinden oluşan şeklidir. Bu dörtlüklerin arka arkaya kullanımında bir anlam bütünlüğü yoktur. Sonradan bir araya getirilmişlerdir.

Bentlerden oluşan türkülere örnek:

I. bent : Dön beri dön beri de yüzün göreyim

Yüzün görenlere kurban olayım

Nakarat : Gel gülüm gel ha gel gel (Kavuştak- Gel şirin gel di gel gel Bağlantı) Di gel di gel adına kurban

Di gel di gel şanına hayran Di gel di gel gadan ben ahm.

II. Bent : Evlerin önü de paşa makamı Çıkmaz kalem ile yazdım vefamı

Nakarat : Gel gülüm gel ha gel gel Gel şirin gel di gel gel

Mani katarlarından oluşan türkülere örnek :

Merdiven üstündeyim Dal boyun kaslındayım Yarim beni sorarsa Ben murad üstündeyim

Yola giderim yavaş

Kundurama değdi taş Yar ben senin yüzünden Düşmana dedim gardaş

Sür koyunu hansa Sözle sözün vansa

Beş günüm sana feda On gün ömrüm vansa

TÜRKÜLERİN TAHLİLİ

Türk Halk Müziğinin yapısı ile ilgili verdiğimiz bilgiler ışığı altında, örnek seçtiğimiz türkülerin tahlilini yapalım:

Konyadan bir örnek: "gitme bülbül gitme"

Türk Halk Müziğinde önemli bir bölge olan Konya'dan, Sansözen, Konya ağzı ve tavrı ile bu türküyü derlemiştir. Türkü hakkındaki ön bilgiler, kendi yazısı ile yazdığı derleme fişinde bulunmaktadır. Konservatuarda türkülerin notaları yoktur ve plaklardan dinleyerek, melodik seyri incelemeye çalıştık. Ezginin, TRT repertuarına almışı M. Sarısözen’in derlediği şekliyledir. Melodik olarak yöresel okunuş (ağız) ve yöresel çalmış (tavır) bakımından, usul sistemi bakımından bir eksiklik göstermez; ancak TRT repertuarına aktarılırken, Sarısözen’in aktardığı sözler dikkate alınmadan aktarılmıştır. Sansözen fişlerde türkülerin sözlerine büyük bir önem ve dikkat göstermiştir. TRT repertuanna aktanhrken, fişlerdeki türkü sözleri Ortak^ (Standart) Türkçe ile değil de, yöresel ağzı içeren transkripsiyon alfabesi ile yazılsaydı, daha iyi olacaktı, zira bunu Ortak (Standart) Türkçeye çevirmek bir göz melekesi ile olabilirdi. 27

Silifke'den bir örnek: "portakalım tekerlendi"

Fişteki bilgilere göre bu türküyü, Muzaffer Sansözen, Halil Bediî Yönetken, Rıza Yetişen 16.8.1946'da Silifke'de Ali Rıza Gülşen’den derlemiştir. TRT repertuanndaki notasına baktığımızda, Ahmet Yamacı belirlenmeyen bir tarihte Cavit Erden'den derlemiş gözükmektedir. Muzaffer Hocanın derlediği şekli (yani plaktaki şekli), TRT repertuarına hizmet veren kişilerin eline geçmemiştir. Ahmet Yamacı, aynı türküyü aynı bölgede derlemiştir. Her iki şeklindeki türkü metnine baktığımızda, yine sözlerle ilgili farklı bir durum karşımıza çıkıyor:

Portakalım tekerlendi

Öptük sıra şekerlendi anem çiçeğim yar

Benim göynüm efkarlandı, kız oğlana siperlendi

Gel benim zülfi siyahım, aman aman

anem güzelim yar yar

Portakalım daş üstüne

Her ne dersem baş üstüne

Galem oynar gaş üstüne

Bağlantı

Sansözen sözleri bu şekilde verirken, Ahmet Yamacı daha farklı veriyor.

Portakalım tekerlendi

Yedik sıra şekerlendi aman gidelim yar

Benim yarim şikarlandj

Gel benim zülfi siyahım aman kaçalım yar yar

Türkü sözlerinde hem eksiklik var, hem de transkripsiyon alfabesi ile aktarılmamıştır.

Muğla'dan bir zeybek: Alı da verin benim barudumu"

Bu türkü melodik seyir bakımından (yöresel tavır bakımından) TRT repertuarına aynen aktarılmıştır; ancak yöresel şive ve ağız belirtilmemiştir.

bandımı   -  barutumu

galdı       -   kaldı

yârden     -  yardan

billorlarda - billurlarda

Karadeniz'den bir örnek: "gemiciler kalkalım"

Türkünün ilk şeklindeki ön bilgiler ile TRT repertuanndaki ön bilgiler birbirini tutmaktadır. İlk şeklini plaktan dinlediğimizde, TRT repertuarına bu şekilde aktarıldığını görürüz. Zira Sansözen notaya almıştır. Sözler arasındaki farklılıklar görülmektedir.

irgati         -   ırgatı

havıyar    -  havyar

keyfumuza - keyfimize girelum    -  girelim

aci           -   acı

Diğer örnek türkülerde de görüldüğü gibi, derleme fişlerindeki karakteristik dil, ağız özelliklerini belirten şekli, TRT repertuarına aktarılmamış ve günümüz Türkçesine göre yazılmıştır.

Antep'den bir türkü: "bahçalarda zerdali"

Tipik bir Antep türküsü olan bu türkünün melodik seyrinde bir ihtilaf yoktur; ancak diğer türkülerde olduğu gibi, yöresel ağız aynen aktarılmamıştır.

Bazı türkülerin sözlerinin aktarılırken, eksik ya da değişik alındığı da görülmektedir.

Eledim eledim höllük eledim

Aynalı beşikte nenni söyledim

"Nenni söyledim" cümlesi, TRT repertuarında "bebek beledim" diye geçmektedir. İlk şeklindeki nakaratı, TRT repertuarına değişik biçimde aktarılmıştır.

Vurma zalim vurma suçumu söyle

Rüyada görmüştüm tecellim böyle

TRT repertuarında;

Gitti de gelmedi anam buna ne çare

Gitti de gelmedi yavrum buna ne çare biçimindedir.

türkülerin sözleri, plaktan dinlediğimiz şeklindeki şive ve ağızla aktarılmamıştır. Fişlerdeki türkü sözleri, yöresel ağız çoğunlukla belirtilmeden yazılmıştır; TRT repertuarındaki türkü sözleri ise günümüz Türkçesi ile aktarılmıştır. Sarısözen'in ve arkadaşlarının derlediği türkülerin yöresel tavır ve ezgi yapısı bakımından aktarılmalarında bir eksiklik yoktur; ancak hemen hemen bütün türkülerin sözleri, derleme fişlerine yöresel ağız ile yazılmamıştır. Dolayısıyla TRT repertuarında da aynı durum söz konusudur. Bütün türkülerin sözlerinin plaktan dinlenerek, yöresel ağzı belirten transkripsiyon alfabesi ile yazılması bir çalışma ve araştırma konusudur.

Bu düşünceleri dile getirirken, aklımıza şöyle bir soru gelebilir: Sanatçı, türküyü seslendirirken, o yörenin otantik şivesini kullanmalı mıdır? Tabiî ki hayır. Böyle bir zorunluluk düşüncesi taşımıyoruz. Bence, otantik şiveyi kullanma sanatçının kendi düşüncesine ve yorumuna kalmış bir şeydir. Ancak, Türk Halk Müziğinin en belirgin özelliklerinden birinin yerel nitelikli olması sebebiyle, otantik şiveyi ve buna paralel olarak da yöresel tavırları unutmamalıyız ve bizden sonraki nesillere aktarmalıyız.

Bütün bu örneklerden anlaşıldığı ve görüldüğü gibi, Sarısözen derleme fişlerine gereken bütün ön bilgileri yazmıştır. Önce söylenenin adı, yaşı, mesleği, memleketi, ezgiyi kimlerden öğrendiği gibi bilgileri açıklayan bölüm ile çalana ait aynı bilgileri içeren bölüme yer vermiştir. Fişin ikinci bölümünde parçanın adı, alındığı yer, tarih, plak numarası, plağın yeri gibi bilgileri aktarmıştır. Üçüncü bölümde, parçanın kimler tarafından derlendiği, bütün sözleri, türküyle ilgili düşünceler ve diğer bilgileri aktaran notlar yer almaktadır. Oysa TRT repertuarında, sadece derlenen kişi, derleyen kişi, derleme tarihi ve yeri yazılmıştır.

îkinci olarak vurgulamamız gereken ve bizim konumuzu ilgilendiren esas nokta ise, örneklerimizi ne kadar çoğaltsak da, Sarısözen'in ve arkadaşlarının derlediği

·        C. MÜZİK ÖĞRETİCİSİ VE İCRACISI

Muzaffer Sansözen, askerlik dönüşü Sivas'ta ilkokul öğretmenliğine başlar. Burada müzik kabiliyetini görenler, Sivas ili hesabına İstanbul Belediye Konservatuarında öğrenim görmesini sağlar (1925). Konservatuarın keman bölümünde Ekrem Besim Tektaş'ın sınıfında öğrenimini tamamlar ve yeniden Sivas'a döner. Önce öğretmen okulunda, sonra Sivas lisesinde müzik öğretmenliği yapar.

1930 yılının Eylül ayında Muzaffer Sarısözen, Sivas'a öğretmen olarak atanan Ahmet Kutsi Tecer ile tanışır. Sansözen, 1930'da Ahmet Kutsi Tecer ile "Halk Şairlerini Koruma Demeği"ni kurar ve buraya genel katip olur, ilk halk şairleri bayramı 1931'de yapılır ve böylece Âşık Veysel, bu dönemde ortaya çıkarılır. "Sivas Halayları" başlıklı yazısını yayınlar ve halaylann notalarını koyar. Bu, bizde halaylar hakkında yazılmış ilk notalı makaledir.

17 Ağustos 1937'de Ankara'dan Sivas'a gelen Halil Bediî Yönetken, Ulvi Cemâl Erkin, Hasan Ferit Alnar, Necil Kazım Akses ve teknisyen Arif Etikan'dan oluşan derleme grubuna, Sivas'ta Muzaffer Sansözen de katılır.

ilk derleme gezisindeki çalışkanlığı ve kabiliyeti ile dikkati çeken Sansözen, 1938'de Ankara Musikî Muallim Mektebi şan öğretmenliği kadrosu ile folklor arşiv şefliğine getirilir. Konservatuardaki folklor arşiv şefliği yanında, Halk Müziği Tarihi ve Milli Oyunlar öğretmenliği de yapar. Bundan sonra derleme gruplarına katılarak, yurdumuzu baştan başa tarar.

Buraya kadar verdiğimiz kronolojik dizin içinde, Sarısözen'in öğreticiliğini adım adım görmekteyiz. Bu, öğreticiliğini ve icracılığını bundan sonra Yurttan Sesler topluluğu üyelerini yetiştirmede ve Yurttan Sesler programını üretmesinde de görürüz.

Muzaffer Sarısözen'e kadar radyolarımızda, programlı ve metotlu bir halk müziği yayını olmamıştır. Sansözen, folklorumuzun en zengin kaynaklanndan biri olan Türk Halk Müziğini, Yurttan Sesler aracılığı ile hem yurda, hem dünyaya tanıtmıştır. Sarısözen'in icracılığını anlamamız için, Yurttan Sesler topluluğunu anlatmamız gerekir. Yurttan Sesler topluluğunu ilk gününden bugüne kadar, genel olarak özetleyelim.

Radyoda hem Sanat Müziği, hem de Halk Müziği sanatçılarından oluşan topluluğun adını, "Yurttan Sesler" olarak, radyo müdürü Vedat Nedim Tör koyar ve bu grubu Mesut Cemil bey yönetir. Topluluk 1940'da çalışmalarına başlar. Mesut Cemil koroyu yönetir, Sarısözen ise her iki müzik türünden oluşan ses sanatçılarına repertuar hocalığı yaparak koroyu ona hazırlar.

1940'11 yıllar, Muzaffer Sansözen için zor ve bunalımlı geçmiştir. Yurttan Sesler'de Türk Sanat Müziği sanatçıları ile Türk Halk Müziği sanatçıları arasında üslûp bakımından, tarz bakımından aynlıklar vardır. Türk Sanat Müziği sanatçıları arasında Sadi Hoşses, Mustafa Çağlar, Mefaret Yıldınm, Halim Teker, Azize Tözem, Perihan Sözeri, Sıdıka Çandarlı, Semahat Özdenses, Mahmut Karındaş, Saadet Gürses, Nevzat Akay, Çevriye Ceyhun gibi sanatçılar vardı/32). Türk Halk Müziği sanatçıları arasında da Neriman Altındağ, Muzaffer Akgün, Sabahat Karakulakoğlu, Nurettin Çamlıdağ, Ali Can ve Turan Karabulut vardır. Türk Sanat Müziği sanatçıları yetişmiş ve çoğu isim yapmış şöhret olmuş kimselerdir. Yeni girmiş olan ve halk müziği içerikli sanatçılar da, onlara ayak uydurmaya çalışarak programlara katılırlar. Sarısözen hem Halk müziği içerikli sanatçıları nota, solfej, usul, edebiyat ve uslup bakımından tek tek yetiştirmiştir; hem de halk müziğine yabancı olan sanat müziği sanatçılarına türküleri ve uzun havalan bir arkadaş, bir dost gibi yaklaşarak, otantik şekli ile öğretmiş ve başanlı olmuştur. Sanat Müziği sanatçılanna otantik şekli ile geçtiği uzun havalar, halk tarafından dinlendiği zaman ses getirmiştir. Örneğin; Perihan Sözeri, "Bizim elin koyunlan kuzular", "Sökülün turnalar zamanı geldi", "Dağlar ağardı kardan" gibi uzun havaları okuyunca halk buna olumlu tepki göstermişti/33). "Bir Türkü Öğrenelim" adlı programla, yurdun dört bir yanından derlediği ezgileri, radyo dalgaları ile bütün yurda iletmiştir.

1940-1941 yıllarında kurulan Yurttan Sesler topluluğu ile ilgili gelişmeler, Mesut Cemil ve Vedat Nedim Tör'ün radyo konuşmalarında dile getirilmiştir. Bu radyo konuşmalarını aynen aktaralım.

Mesut Cemil, radyo konuşmasında şöyle diyordu; 1938'de Ankara'da yeni devlet radyosu açılmıştı. Orada 1940-1941 yıllarını sıcak çalışmalarla doldururken bir gün, o zamanki Basın Yayın Umum Müdürlüğünün baş müşaviri olan Vedat Nedim Tör, aynı zamanda Ankara Radyosunun müdürü olarak iş başına geçmişti. Her zaman daha iyi, daha güzel ve daha yeniyi genç bir arının hızıyla kovalayan yeni müdür, Klâsik Türk Musikîsinin yanında ve en az onun hizasında bir Halk Musikîsini de Klasik Musikîde olduğu gibi sistemli bir şekilde geliştirmeyi istiyordu. Bu yolda o zamanlar sağ olan Osman Pehlivan'dan faydalanarak, dağınık gayretler yapmamış ta değildik. Ama bu alanı sevgi dışında iyice bilebildiğimiz yoktu içimizde.

Vedat Nedim Tör'e bunu anlattım. "Yarım yamalak bir işe ne girelim, ne de sen bizden bunu iste, ehlini bulmak lâzım." dedim. "Bilen kimdir?" dedi. Gözümün önüne Muzaffer Sarısözen'in dal gibi incecik hayali ve içinde ideallerinin ateşi yanan gözlerini kırpıştırarak bakışı geldi. Ama ağzını kımıldatıp da sözü kolay duyulmayan bu arşiv böceğine çok yoğun, pratik çalışmalar gerektiren böyle bir işi sürekli olarak nasıl yaptıracağımızı bilmiyorduk. Düşüncemi müdüre söyledim. Vedat Nedim: "Hadi hemen git bul." dedi; dairenin arabasına atladım, Muzaffer Sarısözen ile radyoya geldik.

Onu bu işe sürmek hiç kolay olmadı. Gerçek ve halis meslek adamlarına has titizlikler içinde, Sarısözen tereddüt ediyordu. Ancak Vedat Nedim o hararetli ve coşkun, kandırıcı haliyle ve iki eliyle Sansözen'i omuzlarından sarsarak, ismini de buldum. Bu yayınlara "Yurttan Sesler" adını vereceğiz deyince, yumuşadı.

(32), (33) TÜFEKÇİ Neriman Altındağ - TÜFEKÇİ Nida, 10.7.1992 tarihli görüşme, İstanbul 1992.

Yeni bir bölüm açtık. Fakat sazlar da eksikti, ses elemanları klâsik korodan, ince saz faslına kadar her işe yetişmeye mecburdu. Bir de bu büsbütün yeni ve nazik işe uymak zorunda bırakılıyorlardı. Bilmiyorduk. Repertuar olarak da sıfırdan başlamak gerekiyordu. Yine Vedat Nedim'in rüzgârına tutulduk.

"Bilmiyorsak öğreneceğiz" dedi ve ilâve etti "<Bir Türkü Öğreniyoruz" saatini> açalım, biz ve bütün dinleyiciler hep beraber bir türküyü mikrofonda tekrar tekrar söyleyip öğrenelim". O işe de başladık ve sempatiyi de kazandık. O sırada Sansözen, halis folklorcu, titiz arşivci anlayış ve duygusuyla, her folklorcu gibi, el değmeden saklamak, yabancılardan korumak, istediği repertuarının sonucunu, önceden bilmediği bir açık meydan gezisine çıkmasına çok güç razı olmuş, çekingen ve her an kaçıp gitmeye, her şeyi yüz üstü bırakmaya meyilli görünmüştü. Yine bu sebepten, önceleri adını bile vermekten çekinmiş, mikrofona yan yan bakmış ve Yurttan Sesler'in idaresini radyo çalışmalarına kendisinden daha alışık bir arkadaşına bırakmayı tercih etmiş, sadece eğitici ve öğretici bir görevle yetinmişti. Neden sonra yavaş yavaş, adım adım ve bu adımların başarısını denedikçe kendisine gelmiş ve sonunda ekibi yalnız halk müziği ile uğraşan ayn bir bölüm halinde kurma hamlesiyle Yurttan Sesler'ine dalmış ve artık hiç bırakmamıştır. Çünkü, artık içinde titiz folklorcunun yanında başka bir ses konuşuyordu. Bir milletin birliğini yapan ve o birliği tutan en kutsal unsur onun folklor hâzinesidir. O sesler; arşivci, folklorcu, derleyici, dinleyici Muzaffer Sansözen, asıl vatansever aktif kişiliğini kendi içinde buluyor ve bölgelerde doğup kalan, oradan da arşive kapatılan halk musikîsi materyalini, bölgeleri birbirine yaklaştıncı ve yurdun bütünlüğünde birleştirici, yayıncı, yayımcı insan oluyordu. Halk Müziği verilerinin arşiv depolarındaki rahatı, huzuru, emniyeti bırakıp, havalarda dolaşan radyo dalgalarının sırtına binmesinde korkmakta haksız değildi Muzaffer Sansözen. Bu nazik ve saf melodiler başı boş gezilere çıkınca kolayca soysuzlaşabilirdi. Nitekim hepimiz onun korktuğuna uğradık. Halk türkülerimizin birçoğunun kötü kullanıldığını gördük. Fakat Muzaffer Sansözen de, o titiz ve temiz direnmesine paralel bir anlayışla şu gerçeği görmüştü ki; Halk Musikîmiz bu yayılmaya ve geniş alanda yaşamaya layıktır ve bu arada bütünün bazı parçalannı kaybetse de, bu yayılıştan gelecek fayda, o kayıplardan çok daha büyüktür. B öylece asıl bedenden kopanları, büyük ilke uğruna feda etmeyi göze aldı ve pratik yayın çahşmalanna girişti."

Vedat Nedim Tör ise radyo konuşmasında şunları dile getirdi: "1940 senelerinde radyolarımızda halk türküsü, halk müziği adetâ bir sığıntı niteliğinde idi. Osman Pehlivan, Âşık Veysel gibi halk sanatkârlan Ankara'ya gelirlerse ancak o vakit otantik halk müziğini halkımıza sunmak imkanını bulurduk. Halk Müziğini çokluk konserve olarak, yeni plâk ve bantlardan, o da hiç de başarılı olmayan örnekleriyle nadiren verebilirdik. Günlerden bir gün, Türk Müziği şefi, Mesut Cemil’e Halk Müziğinin neden böyle nadiren ve çokluk kalitesiz örnekleriyle verildiğinin sebebini sorasım geldi:

- Sen, Klâsik Türk Musikîsini koronla yepyeni bir uyanışa kavuşturdun, aynı şeyi Halk Müziğimiz için yapsan ne olur?

Bana verdiği cevap kısaca şu oldu:

·        - Ben Halk müziğini bilmiyorum ki.

Ben de ona: "Doğrusu çok ayıp, Mesut" dedim.

·        - Doğru ayıp ayıp ama; gerçek bu, deyince

·        - Kimbilir bu Halk Müziğimizi, diye sordum.

·        - Muzaffer Sarısözen, dedi.

Derhal, Muzaffer Sansözen'i çağırtmasını rica ettim. Kendisi, Ankara Devlet Konservatuarında arşiv müdürü olarak çalışıyormuş. Hiç unutmam 1-2 saat sonra kapım vuruldu, içeriye Mesut'la: ince, zayıf, nahif, ufak tefek, fakat gözleri cin gibi parlayan biri girdi. Mesut:

·        - İşte, Muzaffer Sansözen, dedi.

Muzaffer Sarısözen'le karşılaşmam, böyle oldu. Ona derdimi anlattım. Çok heyecanlandı. Gözleri yaşardı. Kendisinden ricam, Klâsik Türk Sanat Müziği korosu gibi bir Halk Türküleri ekibi hazırlamaktı. Bunun için de: "Programlarımıza haftada iki defa, Klâsik Türk Sanat Müziği korosu üyelerine halk türkülerimizi öğretmek için, halka açık <Bir Halk Türküsü Öğreniyoruz> diye bir yarım saatlik program koyalım." dedim. Bu yarım saatte Muzaffer Sansözen, Mesut'un Klâsik Türk Müziği korosuna halk türküleri öğretecekti. Bu sayede, "Bir Halk Türküsü Öğreniyoruz Saati” pek eğlenceli ve pek popüler oluyordu. Mesut'un korosu ile beraber dinleyicisi halk da, kendi radyolan başında, her hafta iki türkü öğrenmiş oluyorlardı. Repertuar programı zenginleşince, "Bir Halk Türküsü Öğreniyoruz Saati", "Yurttan Sesler" saati olarak haftada iki defa proğrama girdi. İşte böylelikle bugünkü radyo programlarının, çeşitli adlarla, vazgeçilmez bir bölümü olan folklor müziğimiz, halk türkülerimiz 1941 yılında "ilân-ı istiklâl" etmişti. Bu tarihi dönüşümü Muzaffer Sarısözen'in yorulmak bilmez, heyecanlı, sevgi ve anlayış dolu çabalanna borçluyuz. Muzaffer Sansözen, halk türkülerimizin hem bir kara sevdalısı, hem de bilginiydi.

Türk Halk müziği bugün, bütün kültür hayatımızda özgür bir varlık olarak yerleşmiş, radyo programlarının esaslı bir demirbaşı olmuşsa ve bu sayede yaşantısı ve devamlılığı sağlanmış ise, bunun en büyük şeref payı Muzaffer Sansözen'dir."

Mesut Cemil'in ve Vedat Nedim Tör'ün radyo konuşmalanndan anlaşıldığı gibi başlangıçta Yurttan Sesler yayınları, klâsik koro elemanlan ile beraber yapılıyordu. Sansözen, Klâsik Türk Müziği icra üslûbu ile, Türk Halk Müziği bölge tavırlan arasında büyük aynlıklar olduğunu; yine her iki müzik türünün melodik açıdan, enstürmanlar açısından, edebiyatları açısından ayn olduğunu ortaya koymuştur.

Böylece 1946-1947 yıllarında Yurttan Sesler sadece Halk Müziğine hizmet veren sanatçılardan kurulan küçük bir ekiple çalışmalara başlar ve bu topluluğa, halkın içinden yetişip müziği yaşayan, halk müziği derlemeleri sebebiyle yurdun dört bir yanını dolaşıp halk ezgilerini yerinde tespit eden, halk sanatçılarını yakından tanıyan uzman folklorcu Muzaffer Sarısözen rehberlik eder.

Yurttan Sesler'in ilk kadrosu şu sanatçılardan oluşur:

Şef ve Öğretmen : Muzaffer Sarısözen

Ses Sanatçıları : Neriman Altındağ (Tüfekçi)

Muzaffer Kıvılcım (Akgün)

Alican (Canlı)

Turhan Karabulut

Nurettin Çamlıdağ (Sonradan)

Sabahat Tarabuş (Karakulak)

Sazlar               : San Recep (Güray)

Ahmet Yamacı

Osman Özdenkçi

Ahmet Gazi Ayhan

Mucip Arcıman

Bu kurucu kadroya 1950'de aşağıda ismi yazılı olan sanatçılar katılır:

Emin Aldemir (Saz)

Seyfettin Sığmaz (Mey-zuma-kaval)

Mustafa Geceyatmaz (Ses)

Cengiz Akmeriç (Ses-sonra saz) Kemal Karasüleymanoğlu (Ses) Necdet Nemutlu (Ses)

1953 yılında açılan sınavda ise saz olarak Nida Tüfekçi, ses olarak Nezahat Bayram ve Aliye Akkılıç alınır.

1955'lerde Saniye Can, Nurettin Dadaloğlu, Selâhattin Erorhan, Nevin Akol, Muazzez Türünk (daha evvel radyodadır, tekrar gelir) ve Ahmet Sezgin girer.

1960'larda açılan sınavı Ahmet Gazi Ayhan (yeniden gelir), Yıldız Ayhan, Yaşar Aydaş, Cemil Demirsipahi, Talip Özkan, Mustafa Özgül, Neclâ Erol gibi sanatçılar kazanır.

Sarısözen, 1953'te İzmir'de Yurttan Sesler korosunu kurarak, başına Mustafa Hoşsu'yu atar. Aynı yılda, izlediği yol ve takip ettiği prensipler uygun bulunduğu için, radyoların müfettişliği Sansözen'e verilir. 1954'te İstanbul'da Yurttan Sesler topluluğunu kurarak, 3 ay süreyle bu topluluğu solfej, nota, küçük türküler geçmek sureti ile çalıştırır ve buraya Ahmet Yamacı'yı atar/28)

1960 ihtilâlinden sonra radyolarda sınav açılmaz. 1963'te Muzaffer Sarısözen vefat eder.

Muzaffer Sarısözen'in ölümünden sonra, Yurttan Sesler şu evreleri geçirir: 1964'ten önce radyolar, Basın Yayın Genel Müdürlüğündeki Radyolar Dairesi Başkanlığına bağlıdır. Neriman Altındağ Tüfekçi, Türk Halk Müziği müdürüdür. 1964'te TRT kurulur. Halk Müziğinin yayın oranı, % 20 gibi büyük bir orana çıkar. Mevcut sanatçılarla bunu karşılamak imkansızdır. Osman Özdenkçi, Ali Can, Mustafa Geceyatmaz şef prodüktör kadrosuna atanır. "Tarla Dönüşü", "Günaydın" vs... gibi programlar yapılır, bantlar çoğaltılır, kopya edilerek diğer radyolara

gönderilir/29) Sanatçı sayısını artırmak için, 1966’da sınav açılır. Sınavda İstanbul, İzmir ve Ankara radyosuna toplam 10.000'in üstünde müracaat yapılır. Bugünün isim olmuş sanatçıları, işte bu dönemde radyoya girerler: Mehmet Özbek, Şâkir Öner Gürhan, Ümit Tokcan, Soner Özbilen, Bedia Akartürk, Yüksel Alpdoğan, Recep Kaymak.....

Önce Türk Müziği müdürlüğüne bağlı Halk Müziği yardımcılığı masası kurulur; bu kâfi gelmeyince 1972'de müstakil bir Şube Müdürlüğü kurulur ve Halk Müziği Müdürlüğü protokolde birinci sıradadır. Halk Müziği Müdürlüğü, Sanat Müziği Müdürlüğü, Çok Seslilik Müdürlüğü ve Arşiv Müdürlüğü. 1972'den 1974'e kadar Halk Müziği Müdürlüğünü Nida Tüfekçi yürütür. Ankara Şube Müdürü Mustafa Geceyatmaz, İstanbul Şube Müdürü Yücel Paşmakçı, Erzurum Radyosu Şube Müdürü Ateş Köyoğlu, İzmir Şube Müdürü Mustafa Hoşsu'dur. 1974'ten 76'ya kadar, Nida Tüfekçi, Müzik Dairesi Başkanlığı yapar. 1976'da eğitimin idare etmekten daha çok faydası olacağı düşüncesi ile Neriman Altındağ Tüfekçi ile Nida Tüfekçi İstanbul'da konservatuara bağlı Halk Müziği bölümünü kurarlar. Nida Tüfekçi'den sora göreve gelen kişiler sırası ile şöyledir: Yücel Paşmakçı, Mehmet Özbek, Erkân Sürmen (vekâleten), Behçet Bostan, Mustafa Geceyatmaz (vekâleten), Enis Gençtürk (vekâleten)...

Yurttan Sesler hakkında genel olarak verdiğimiz özette, Muzaffer Sansözen'in ölümünden sonra, O'nun yetiştirdiği ve emek verdiği öğrencilerinin gayretlerini ve rollerini görmekteyiz.

Şimdi de Sansözen hocanın yetiştirdiği ve Halk müziğine uzun yıllar hizmet veren öğrencileri ile yaptığımız görüşmeleri aktaralım.

Birinci kuşaktan Ali Can (16.7.1992 tarihli görüşme):

"Sarısözen Hocamız, sakin ve nazikti. Güzel giyinirdi. Son derece sevgi dolu ve karşıdaki insana karşı son derece saygılıydı. Maddiyatı önemsemezdi. Baba bir insandı inançlıydı. Duygusaldı, çok çalışırdı, gece gündüz.

Bir gün çalışmada, Hasan Dağı adlı Adana türküsünü geçiyordu. Bu türkünün usulündeki üçlüleri, ben hocanın duyduğu yerlerde duymuyordum. Parmak kadırıp söyledim. Bütün ders boyu türkünün usulünü inceledik; bir sonuca varamadık, ikinci ders saatinde de çalıştık, karşılıklı yorumlar getirdik ve ders bitti.

Bunun arkasından, belirli dönemlerde açılan bir değerlendirme sınavında, Mesut Cemil, Muzaffer Sansözen, Halil Bediî Yönetken... vardı, Hoca bana Hasan Dağı türküsünün notasını yazmamı söyledi. Ben de onun okuduğu usulde ve sonra kendi okuduğum usulde yazdım. Herkesin eli yukanda, vuruş vurarak, usule bir açıklık getirmeye çalışıyorlardı. Sonra, çıkabileceğimi söylediler. Ben, çıktıktan sonra, ordan aynlmadım, bekledim. Öğlen paydosu geldi ve Hoca, Halil Bediî Yönetken ile çıktı ve dedi ki: "Ali Can, Ali Can bu türkünün usulü senin dediğin şekildedir" ben heyecanlanmıştım ve korkmuştum. Hocanın konuşmasıdan sonra onun bir kez daha büyüklüğünü anladım."

İkinci kuşaktan Mustafa Geceyatmaz (16.7.1992 tarihli görüşme):

"Sarısözen Hoca, hepimizin hocası idi, hocadan da öte baba idi. Çok büyük bir insandı. Usta bir insandı. İyi bir eğitimci ve iyi bir pedagogdu. Korodaki elemanlarının yaşantılarını yakinen izlerdi. Ailevi sorunu varsa, maddi sorunu varsa hemen ilgilenirdi. Sarısözen Hocayı anlatmak çok zor. Bir TBMM başkanı, bir gün Sarısözen Hoca için şöyle demiştir ve kulağımla duymuşumdur: "Bizler bu mevkiye seçim meydanlarında nutuk atarak geldik. Yurttan Sesler'in şefi ve hocası Muzaffer Sarısözen, bir milli bütünlüğü sağlamıştır. Ben Divrikliyim. Ankara, Edime, Erzurum türküsü bilmezdim. Şimdi biliyorum. Demek ki biz bunu Sansözen'e borçluyuz. Çünkü O, gayretleri ve programlan ile milli kültür birliğini sağlamıştır. Saygı duyuyorum." demiştir.

Hocamızla şöyle bir anım olmuştur. Hocamızın büyüklüğünden bahsedeyim. Bizler o zaman gençtik ve fevri hareket ediyorduk. "Karpuz Kestim" adlı Ankara türküsünü derlemiştim ve ben okuyordum. Herkesin özel bir repertuan vardı. Bir gün hoca, bunu koroya okuttu. O'nun bir bildiği vardı ki okuttu. Ben de, fevri bir şekilde ordan ayrıldım. Sonra yaptığım yanlış hareketi anladım. Yapılmaması gereken birşeyi yaptım. Ertesi gün yanına gittim ve O da odada oturuyordu. Gözlüğünün üstünden bakarak, içeri girmemi söyledi. "Hocam beni affedin, yaptığım yanlış bir hareketti" dedim. "Hatanı anladın mı?" diye sordu ve ben de "Evet" dedim. "O zaman şu kağıdı al, oku ve yırt at" dedi. Kağıtta şöyle yazıyordu: "Mustafa Geceyatmaz, Yurttan Sesler'in değerli bir üyesidir; ancak bir olay burda çalışmak istemediğini uyandırdığı için, kendine hiç bir maddi zarar gelmeden, başka bir göreve atanması..". Kağıtı yırtarak attım. Özür diledim. Ve öpüştük. Önce beni yüceltti ve maddi zarara uğramamamı istedi. Bu, Hocanın yapmış olduğu bir büyüklüktü ve bana çok ders vermiştir. Ayrıca Hocamın yanından ayrılmadığım için bana "Sansözen'in çantası" derlerdi".

SONUÇ

Muzaffer Sansözen'e kadar radyolarda programlı ve sistemli Halk Müziği çalışmaları olmamıştır. Yurttan Sesler topluluğunu çalıştırıp geliştirerek, buradaki her sanatçıyı tek tek yetiştirmiş ve ilk koral Halk Müziği icrasını başlatmıştır. Buna paralel olarak da, ilk toplu çalma geleneğinin uygulayıcısı olmuştur. Ayrıca Sarısözen, halk ezgilerinin asıllarma uygun olarak, kendilerine özgü üslûp ve ifadelerle çalınıp söylenmesi konusunda da büyük titizlik göstermiştir.

Sarısözen, Halk Müziğinde koma seslerini numaralayarak, otantik karakterin kaybolmasını önlemiştir. 1940'11 yıllardan önce koma sesleri halk müziğinde kullanılmamıştır. Sanat Müziğinde de ayrı şekildedir. O zamanki notalara baktığımız zaman, Sanat Müziğinde bemolü koymuştur, koma yoktur; ama üzerine uşşak makamı demiştir. Uşşak makamını ezbere bilir ve o bemolü uşşak bemolü olarak basar. Türk Halk Müziğinde ise koma işaretleri yoktur, bilinmez. Bir ihtiyaç kendiliğinden doğar. Beş koma bemol koyulduğunda, sanatçı onu iki koma basar. Bu nasıl belli edilecek? Örneğin; halk türkülerini bilmeyen bir sanatçı, ordaki beş komayı basar; ancak türküdeki gerekli olan ses basılmamış olur. Biz ordaki koma nisbetini görünce sazımızın perdesini ona göre ayarlayarak basanz. O işareti görmediğimiz zaman, normal bemolü basarız ki bu da piyano ile türkü çalmaya benzer. Bunu, Muzaffer Sarısözen koma seslerine rakamlar vererek açığa çıkarmıştır. Muzaffer Sansözen'in bu duruma getirdiği açıklığa, dilimizden bir benzer örnek verelim. Alfabemiz 29 harftir; ancak halkımızın konuştuğu yöresel ağızları ifade etmeye yetmez. Bunu dilbilimciler, transkripsiyon alfabesini kullanarak çözümlemişlerdir. Halkın konuştuğu dili yazıya aktarmayı başarmışlardır. Nitekim, Muzaffer Sansözen'in (halk müziğinin) karakteristik özelliklerini rakamlı koma seslerle karşılama buluşunu; Ahmet Adnan Saygun, Uluslararası Folklor Kongresinde savunmuştur. Yine büyük bir müzik adamı olan Kemal İlerici makamlar ve armoniyle ilgili kitabında bu koma işaretlerini kullanmıştır*-30).

Muzaffer Sansözen, Halk Müziğinin usulleri ile ilgili buluş mahiyetinde yine bir açıklama getirmiştir: Usulleri batı müziğine uyanları, doğu müziğine uyanları ve her iki müzik usullerine uyanları şeklinde bir gruplandırmanın yanlış olduğunu saptayarak Halk Müziğinin kendi bünyesini gözönüne alıp, şu tasnifi yapmıştır: Ana usuller ve üçerli şekilleri, bileşik usuller, karma usuller. Zira böyle bir gruplandırma, Halk Müziğinin kendi özelliklerini ortaya çıkaracak bir sisteme oturtulabilir.

Ankara Devlet Konservatuannca yapılan derleme gezilerinde, Muzaffer Sarısözen bir folklorcu olarak, bütün Türkiye'nin müzik folklorunu yakından tanıma fırsatını bulmuştur. Derlenen on bine yakın halk ezgisini plaklara kaydetmiş ve büyük bir kısmını notaya almıştır. Bu türküleri Yurttan Sesler topluluğunun repertuarına aktararak, yurdun dört biryanma yapmış olduğu radyo programları ile yaymıştır.

Sansözen, yine bu derleme gezilerinde kendi emeği ve büyük çabası ile bağlama, cura, mey, özellikle zor bulunan çifte kaval, kemençe, kaval, tulum, tef, darbuka, davul, zuma gibi birçok halk sazından bir koleksiyon oluşturarak, bu halk çalgılarının yapılışı ve çalmışı gibi teknik konularla ilgili açıklamalar yapmıştır.

Sarısözen'in halk ezgileri ve halk çalgıları kadar, halk oyunları konusunda da hizmeti büyüktür. 1950'de Sansözen, Erzurum bar ekibi ile Madrit, Biariz ve San Sebastian'daki Avrupa Uluslararası Halk Oyunları Yarışmasında birinciliği ahr. Bunun arkasından, Türkiye'de halk oyunları konusunda büyük bir gelişme kendini göstererek, 1955'te Yapı ve Kredi Bankası "Halk Oyunları Yaşatma ve Yayma Tesisi" kurar ve gösterilerine başlarlar.

Mesut Cemil, Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği sanatçılarından oluşan Yurttan Sesler topluluğunu 1940'ta kurarak, kendisinin ve Vedat Nedim Tör'ün iknası ile M. Sarısözen’i topluluğun başına getirir; Sansözen; 1953'te İzmir'de ve 1954'te İstanbul'da Yurttan Sesler topluluklarını kurarak, halk türkülerinin yurt çapında sevilmesini, yaygınlaşmasını sağlar.

Sansözen, radyo dalgaları ile doğuyu batıya, batıyı doğuya, kuzeyi güneye, güneyi kuzeye kısaca yurdun dört bir yanını ezgiler aracılığı ile birleştiren bir insan olmuştur. Bir folkorcu olarak ulusal birliğe hizmet vermiştir. Sansözen sadece folklorun bir dalı olan halk müziğine hizmet vermemiştir. Derlemelerde türkü derlerken, aldığı türkülerin içinde edebiyat, felsefe, tarih, bir ağız kullanımı, bir hikmet, bir vecibe vardır; bu şekilde Halk Edebiyatına, Türk Diline, Türk Felsefesine de hizmet etmiştir.

Bugün baktığımızda, başlangıçta dokuz kişi olan Yurttan Sesler topluluğu daha büyüyerek, bugün İstanbul Radyosu, Ankara Radyosu, İzmir Radyosu, Erzurum Radyosu koroları yüzlerce kişiden oluşmaktadır. Bunun yanında Ankara Devlet Türk Halk Müziği Korosu 80, Sivas Devlet Türk Halk Müziği korosu 60, Urfa Devlet Türk Halk Müziği Korosu 60 kişiden oluşmaktadır. Bunlara bir de amatör demek ve toplulukları eklersek, çok büyük bir insan topluluğu ile karşılaşırız. İşte, Muzaffer Sarısözen'in yaktığı meşalenin arkasından, Halk Müziğine ve halk oyunlarına hizmet veren, gönül veren bu kadar büyük bir insan topluluğu bir çığ gibi büyümüştür. Burdan şu sonuca varabiliriz: Sansözen, Türk Halk Müziğini kurup, yaymış ve iş alanı haline getirmiştir. O, Türk Halk Müziğinin kurucusu ve babasıdır. O'nun sayesinde de bu kadar kişi, Halk Müziğine hizmet vererek ekmek parasını kazanmaktadır. Amatör topluluklardaki ve okullarda olan topluluklardaki öğrenciler, kendi milletinin kültürünü, yaşamını, örf ve adetini O'nun sayesinde yakından tanımaktadırlar.

Muzaffer Sansözen'in ölüm yılı olan 1963'ten bugüne kadar baktığımızda Muzaffer Sansözen gibi ikinci bir insan yetişmemiştir. Kaldı ki; o günkü imkansızlıkları, o gün kü şartlan göz önüne alırsak, O'nun vermiş olduğu hizmetlerin büyüklüğü ortaya çıkar. Derlemiş, notaya almış, öğretmiş, yayınlamış, bu işin politikası ile uğraşmış bir insan olarak Muzaffer Sansözen, büyük bir müzik adamıdır.

Aklımıza şöyle bir soru gelebilir. Sarısözen, Halk Müziğini derlemiş, notaya almış, öğretmiş, programlarını yöneterek halka türküleri tanıtmış; acaba neden Halk Müziğini öğreten bir konservatuar ya da bir konservatuarda bir bölüm kurmamıştır ya da böyle bir konservatuarın kurulmasına ön ayak olmamıştır? Bu sorunun cevabını ararken, o günkü imkanları ve imkansızlıkları düşünmemiz gerekir. Bir yere kadar geliyorsunuz, bir duvara çarpıyorsunuz. Duvarı aşmak için elimizde ne bir alet, ne bir ip ya da ne bir merdiven var. İşte Muzaffer Sansözen, bu tip yokluklarla, engellerle karşılaşmıştır. Bunları azmi ile, çok çalışması ile birer ikişer aşarak hedefine ulaşmıştır. Bu da inançtan, imandan başka birşey değildir. Sarısözen, bir müddet daha yaşamış olsaydı, Halk Müziğine ait bir konservatuar mutlaka kuracaktı; ancak, buna ömrü vefa etmemiştir. Zaten Halk Müziğini o kadar sevmiş ki; buna şöyle bir örnek verelim: En son "Türk Halk Müziği Usulleri" kitabını oğlu Memil Sarısözen'e ithaf etmiştir. İçine: "En az senin kadar sevdiğim bir mesleğin kitabını, senin doğum gününde, sana vermekten duyduğum mutluluğa, bahtiyarlığa payan yoktur." yazmıştır. Sevdiği Halk Müziğine çok vakit ayırmıştır; bunu da onu yakından tanıyanların söylediği gibi, konservatuarda masasının üzerinde duran yazıdan anlıyoruz: "Burada mesainin zamanı yoktur."

Eğer, M. Sarısözen'in Halk Müziğine yaptığı bu büyük hizmetleri olmasaydı, radyodaki Yurttan Sesler toplulukları, devlet koroları, konservatuar halk müziği öğretim bölümü, amatör topluluklar olmazdı. Halk müziği de ne seviyede olurdu?

BİBLİYOGRAFYA

·        1) ALANGU Tahir, Türkiye Folkloru El Kitabı, Adam Yayıncılık, Şubat 1983

·        2) AŞKUN Vehbi Cem, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, S. 163, C. 8, S. 2978, Şubat 1963

·        3) AVNİ Ali Rıza, Muzaffer Sansözen, Musiki Mecmuası, S. 177-178, S. 279.

·        4) BARTHOLD, Orta Asya Türk Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi.

·        5) BARTOK Bela, Konferansları, Ankara Halk Evi Neşriyatî, Recep Uslucoğlu Basımevi 1937.

·        6) BORATAV Pertev, Folklor ve Edebiyat I-II, Adam Yayıncılık 1982.

·        7) BORATAV Pertev, 100 soruda Türk Folkloru, Gerçek Yayınevi, 1973.

·        8) DEMİRCİ Yusuf Ziya, Köy Halk Türküleri, Burhanettin Matbaası, İstanbul 1938.

·        9) ELÇİN Şükrü, Halk Edebiyatına Giriş, Kültür Bakanlığı Yayınlan 365, Ankara 1986.

·        10) ELÇİN Şükrü, Halk Edebiyatı Araştırmalan I-II, Kültür Bakanlığı Yayınlan, Ankara 1989.

·        11) GAZİMİHAL Mahmut Ragıp, Musiki Sözlüğü, İstanbul Milli Eğitim Basımevi, 1961.

·        12) Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı Arşivi Derleme Fişleri

·        13) KAYMAK Mansur, Türk Halk Müziği ve Oyunları Dergileri, Ofset Matbaacılık, Ankara 1982.

·        14) KÖPRÜLÜ M. Fuad, Türk Edebiyat Tarihi, Ötüken Yayınevi, 1980.

·        15) KÖPRÜLÜ M. Fuad, Edebiyat Araştırmalan I-II, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1989.

·        16) MİMAROĞLU İlhan, Musiki Tarihi, Varlık Yayınlan, 1961.

·        17) ORANSAY Gültekin, Musiki Tarihi, Ankara 1986.

·        18) ÖGEL Bahattin, Türk Kültür Tarihine Giriş, Türk Halk Musikîsi Aletleri, Kültür Bakanlığı Yayınlan 734, Ankara 1987.

·        19) ÖZBENLİ Avni, Muzaffer Sansözen (ölümünün 25. yıl dönümünde), Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1989.

·        20) ÖZKAN İ.Hakkı, Kudüm Velveleleri, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1982.

·        21) SARISÖZEN Muzaffer, İki Sesli Halk Müziği, Ülkü Dergisi, C. 10-11, S. 115, 1946.

·        22) SARISÖZEN Muzaffer, İki Sesli Halk Türküsü, Ülkü Dergisi, C.7, S. 17, 1944.

·        23) SARISÖZEN Muzaffer, Çorum Halayı, Çorumlu Dergisi, C.l, Yıl. 2, S. 17, 1939.

·        24) SARISÖZEN Muzaffer, Çorum Halayı, Çorumlu Dergisi, C.l, Yıl. 2, S.18,1940.

·        25) SARISÖZEN Muzaffer, Garkın Halayı, Ülkü Dergisi, C.3, S.30, 1942

·        26) SARISÖZEN Muzaffer, Bergama'da Milli Oyunlar, Ülkü Dergisi, C.3, S.35, 1943.

·        27) SARISÖZEN Muzaffer, Seçme Köy Türküleri, İstanbul Remzi Kitabevi, 1941.

·        28) SARISÖZEN Muzaffer, Yurttan Sesler, Akın Matbaası, Ankara 1952.

·        29) SARISÖZEN Muzaffer, Türk Halk Müziği Usulleri, Resimli Posta Matbaası, Ankara 1978.

·        30) TAN Nail, Muzaffer Sarısözen, Sivas Folkloru Dergisi C.6, S.61, S. 3,4,5, Şubat 1978.

·        31) TANGÖR Safa, Muzaffer Sarısözen, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, C.8, S. 162, S.2982, Şubat 1963.

·        32) TECER A, Kutsi, Muzaffer Sarısözen, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, C.8, S.165, S.3039-3040, Nisan 1963.

·        33) YÖNETKEN Halil Bediî, Muzaffer Sarısözen, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, C.8, S.160, S. 2979, Şubat 1963.


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar