MUZAFFER SARISÖZEN (HAYATI, ESERLERİ ve ÇALIŞMALARI)
Armağan COŞKUN ELÇİ
ANKARA
1997
SÖZBAŞI
Türküler,
Türk Halk Edebiyatımızın çok özellikli ve en yaygın mahsulleridir. Bu
mahsullere Doğu ve Kuzey Türkleri "yır" veya "cır" adını verirken,
Batı Türkleri Türk kelimesinden doğan ve Tüklere mahsus ezgi manâsına gelen
"türkü"yü kullanmışlardır. Türküler, herkesin anlayabileceği ortak,
sade bir dille, hece vezni ile söylenmektedirler. Aruzla meydana getirilmiş
örnekleri de vardır. Divan, Kalenderi Müstezad, Semaî gibi... Hece vezni ile
yaygın türküler, mâni ve koşma formuna bağlı nakaratlı, nakaratsız lirik
manzumeler olarak başlangıçta ferdi birer yaratma eseridir; zamanla
anonimleşmişlerdir.
Türkülerin
özünü müzik teşkil eder. Müziksiz güfte veya söz düşünülemez. Türküler, küçük
bir çevrede, tarikat-tekke mensuplan arasında veya bütün millet hayatındaki
yayılışı ile geçmişte olduğu gibi, bugün ve yarın millî ve beşerî canlılığını
devam ettirecek mahsullerdir.
İşte
halk edebiyatının yaygın olan bu mahsullerini, Muzaffer Sansözen sistemli bir
müzik dalı haline getirerek ve Yurttan Sesler topluluğunu çalıştırarak,
türkülerle kuzeyi güneye, güneyi kuzeye, doğuyu batıya, batıyı doğuya tanıtarak
millî bir bütünlük sağlamıştır. Derleme yapmış, araştırmış, bir düzene sokarak
notaya almış, topluluk kurmuş, öğrenci yetiştirmiş ve radyo dalgalan
aracılığıyla programlannı yurdun dört bir yanma ulaştırmıştır. Halk
edebiyatının en yaygm mahsulleri olan türkülere böylesine büyük bir hizmet
veren bilim adamının hayatını, çalışmalannı, eserlerini, derlemelerini
incelemek ve araştırmak, bana çok büyük bir haz ve şevk kazandırmıştır.
Konuya
girmeden önce, Türk Halk Müziğinin Muzaffer Sarısözen'e kadar olan tarihi
gelişimine bilgi kabilinden olmak üzere değinmeye çalıştık. Birçok kütüphaneden
aldığımız kaynaklardan, yakınlarından ve özellikle Hacettepe Üniversitesi
Devlet Konservatuarı arşivinden elde ettiğimiz bilgileri fişleyerek, bölümleri
ve bölümler içerisindeki konuları bir anlam ve mantık zinciri içerisinde
incelemeye çalıştık.
İlk
bölümde, Sarısözen'in hayatmı inceledik. Bu bölümü hem kaynaklardan elde
ettiğimiz bilgilerle, hem de yakınlan ile yaptığımız görüşmeler sonucu
edindiğimiz bilgilerle; doğuşu, ailesi, eğitimi, meslek hayatı, çevresi,
evliliği, oğlu, ölümü, kişiliği gibi başlıklar altında anlatmaya çalıştık.
İkinci
bölümde, Sansözen'in müzik adamı yanını, sanat yönünü inceledik. Bu bölümü üç
büyük gruba ayırarak inceledik: Müzik araştırıcısı, müzik derleyicisi, müzik
öğreticisi ve icracısı. Müzik araştırıcısı bölümünde makalelerinin ve
eserlerinin içeriğini incelemeye çalıştık. Müzik derleyicisi bölümünde yaptığı
bütün derleme gezilerinin yerlerini, tarihlerini, hangi grupla derleme gezisine
çıktığını, kaç ezgi derlediğini tespit ettik. Bu bölümün sonunda onun derlediği
türkülere örnekler vererek, derlediği şekli ile günümüzde bize yansıyan şekli
arasında bir tahlil yaptık. Bu tahlili yapmadan önce ışık tutması açısından,
Türk Halk Müziğinin yapısı hakkında kısa bir bilgi vermeğe çalıştık. Derlenen
ezgilerin plâkları ve fişleri devlet konservatuarı arşivinde bulunmaktadır;
ancak derleme fişlerinin çoğu yıpranmaya yüz tutmuştur ve kısa bir süre sonra
tamamen okunmayacak bir hale gelecektir. Uzun yıllar emek verilerek derlenen
türkülerle ilgili bilgiler bu fişlerde bulunmaktadır. Bu fişleri, 1937'den
başlayarak 1952'ye kadar derlendikleri yıllara göre ezgi adı, kaynak kişi,
derlendiği tarih, derlendiği yer, düşünceler gibi küçük başlıklar altında bir
liste halinde kaleme almamızın yerinde olacağını düşünerek, listeyi ekler
bölümünde sunduk. Böylece, 1937 ile 1945 yılları arasındaki çalışmalarda
derlenen 10.000'e yakın ezginin büyük bir kısmının adı ve bu ezgilere ait
önemli bilgiler düzenli bir liste halinde kaleme alınmış oldu. Bu liste bize,
Türk Halk Müziği repertuarı açısından ışık tutacaktır. Müzik öğreticisi ve
icracısı bölümünde Sansözen'in yetiştirdiği öğrencilerden, çalıştırdığı Yurttan
Sesler topluluğundan ve bu topluluğunun yaptığı çalışmalardan, radyo
proğramlanndan bahsetmeye çalıştık.
Sonuç
bölümünde Sansözen'in en başta halk müziğini bir sisteme koyduğunu, bir müzik
dalı olarak gelişimini sağladığını vurgulayarak, türkülere getirdiği
yenilikleri, buluş mahiyetindeki çalışmalannı ifade etmeye çalıştık.
Bu
kitap; bir yüksek lisans çalışmasının temelleri üzerine oturtulmuştur. 1992
yılında Gazi Üniveritesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Eğitimi -
Halk Edebiyatı Bölümü’nde Prof. Dr. Abdunahman GÜZEL yönetiminde yapılmıştır;
Prof. Dr. Abdurrahman GÜZEL, Prof. Dr. Dursun YILDIRIM ve Prof. Dr. Şükrü
ELÇİN'den oluşan jüri önünde savunulmuştur.
Çalışmamın
her safhasında yardımlarını ve rehberliğini esirgemeyen Hocam Prof. Dr. Sayın
Abdurrahman GÜZEL'e burada şükranlarımı arzetmeyi bir borç bilirim.
Armağan
COŞKUN ELÇİ
"TÜRK'Ü
SEVEN, TÜRKÜ SÖYLER.
"VAHDET-İ
MİLLÎYE, SAZIN TELLERİNİN ALTINDADIR."
"YURTTAN
SESLER İN FEDAKÂR İŞÇİLERİ, BUGÜN ÖYLE BİR KALE YAPMAKLA MEŞGULDÜRLER Kİ;
TAMAMLANINCA DEĞME TOPRAK ONU YIKAMAZ."
MUZAFFER SARISÖZEN
EKLER
Derlenen
Ezgilerin Listesi
(Bu
liste, sayfa 128'den itibaren kitabın sonuna kadar verilmiştir.)
GİRİŞ
Müzik
türlerinin içinde, Türk Halk Müziğinin doğuşu çok eski tarihlere dayanmaktadır.
Bu tarihi seyri incelemeye çalışırken, öncelikle sadece Türk Halk Müziğinin
tarihi gelişimi değil, Türk Müziğinin tarihi gelişimi dememiz yerinde olur.
Yakutların
"Bahşı ya da Baksı", Altay Türklerinin "Kam", Tonguzlarm
"Şaman" ve Oğuzların "Ozan" adını verdikleri (bizim bugün
âşık dediğimiz halk şair-musikîşinasları) büyücü şairler; kopuzla, kendi
şiirlerini okuyarak Türk Müziğinin ilk şeklini oluşturmuşlardır. Sihirbazlık,
rakkashk, büyücülük, şairlik, musikişinaslık, hekimlik gibi birçok özellikleri
olan bu kişilerin halk arasında büyük bir yeri vardı. Çeşitli zamanlara göre
bunlara verilen önem derecesi, kıyafetleri, kullandıkları müzik aletleri ve
yaptıkları işlerin şekli değişir. Semadaki mabutlara kurban sunmak; ölünün
ruhunu yerin dibine göndermek; fenalıklar, hastalıklar ve ölümler gibi fena
cinler tarafından gelen işleri önlemek; hastaları tedavi etmek; bazı ölülerin
ruhunu semaya yollamak gibi görevler onlara aitti. Bunlar için belirli ayinler
yapılırdı. Bu ayinlerin bir kısmı unutulmakla beraber bir kısmı şekil
değiştirerek hâlâ Kırgızlarda, Kazaklarda ve Altaylarda yaşamaktadır. Bu
ayinlerde ozan (ya da Şaman, Kam, Bahşı) şiirlerini müzik aleti ile okur ki;
işte bunlar Türk şiirinin en eski şekilleridir. Tonguzlarm Şaman'ı bu ayinlerde
davul kullanırken, Kırgızların Bahşı ya da Baksıları da kopuzu (üzerinde
bükülmüş at kılından iki kiriş bulunan ve önlerine koyarak çaldıkları bir
çalgı) kullanmışlardır. Yaylı kopuz Altaylarda şimdi kullanılmaktadır.
Uygurlarda Orta Çağ başlarında kopuzun yaysız olduğu muhakkaktır®.
Dede
Korkut kitabından Ozanların, Baksılann, Şamanlann, Kamların toplum içinde
sosyal ve kutsal bir hüviyete sahip oldukları anlaşılmaktadır.
Hakan
huzurunda ayinlerde eline kopuzunu alarak vezinli ve ahenkli bir nezir ile
oluşturulmuş esatiri hikayeler, kahramanlık destanları söyleyen ozanları; Selçuk
ordularında, 15. asır ortalarına kadar Anadolu Türk beyliklerinde görüyoruz.
Daha sonra Anadolu'da ve Azerbaycan'da bu kelimenin yerini Aşık kelimesi alır.
Tekkelerde mutasavvıflar, kahvelerde meddahlar, kıssahanlar, saraylarda acem
taklitçi şairler çeşitli vazifeler vermeye başlar®.
Ozanlar
hakkındaki ilk tarihi bilgi Atilla devrine aittir (Milâdi 5. asrın ilk yarısı).
Kaynaklara göre Atilla'nın ordusunda şair ve mızıkacılar vardı. O'nun ziyafetlerinde
şairler, Atilla'nın kahramanlıklarını, zaferlerini konu alan şiirler okurlardı.
Priscus
·
(1)
GAZİMİHAL Mahmut Ragıp, Müziki Sözlüğü, "Kopuz" maddesi; ÖGEL
Bahattin, Türk Kültür Tarihine Giriş, Türk Halk Musikisi Aletleri, Kültür
Bakanlığı yayınlan 734, Ankara 1987, s. 66-67.
·
(2)
KÖPRÜLÜ Mehmet Fuad, Edebiyat Araştırmalan 1, İstanbul 1989, s. 157. böyle
bir ziyafet sahnesini şöyle anlatır: "Akşama doğru, meşaleler yandığı
zaman, ipekten yapılmış güzel çadıra iki şair geldi; bunlar, Atilla'nın önünde
Hun diliyle şiirlerini okudular; bu şiirler, Atilla'nın kahramanlıklarını,
zaferlerini anlatıyordu. Bu şiirleri dinleyenlerin gözleri parlıyor; gençler
arzu ve ihtiras, ihtiyarlar da elem ve teessür yaşlan döküyorlardı".
Atilla'nın ölüm töreninde ozanlann rolü görülmektedir^1 2).
Türklerin
müziğe ve şiire çok düşkün olduklannı, özellikle Çin kaynakları
kuvvetlendirmektedir. İslâmiyetten önceki Türk devletlerinde Hunlarda,
Tukyularda, Uygurlarda İslâmiyetten önce, halk şair-musikîşinaslannm
bulunduğunu görürüz. Sadece genel ve özel toplanmalarda, ziyafetlerde, orduda
değil; eski Türklerde büyük bir öneme haiz olan matem merasimlerinde de halk
şair-musikîşinaslarının yeri önemlidir.
Tükler,
îslâmiyeti kabul ettikten sonra da halk şair-musikîşinaslann rollerinin devam
ettiğini görmekteyiz. Ordusunun büyük bir bölümünü Türklerin oluşturduğu
Gazneliler devrinde, hem doğu Türk lehçesi ile hem de batı Türk lehçesi ile
şiirler yazılmış olması, o dönemdeki Türkler arasında halk
şair-musikîşinaslannın oluşturduğu şiir ve müziğin devam ettiğini
göstermektedir.
Kaşgarlı
Mahmut'un "Divan-ı Lûgat-it Türk" adlı eserinde, o dönemde kullanılan
müzik aletlerinden bahsedilmektedir. Ayrıca Kaşgarlı Mahmut, "Cuci"
adlı bir Türk şairinin adını kaydederek, halk şairlerinin saraya mensup
olduğunu ve hükümdarlara övgüler yazdıklarını anlatmaktadır. Bunlan takiben
Selçuklular ve Harzemşahlar döneminde de, halk şair-musikîşinaslannın
mevcudiyeti anlaşılmaktadır. İlk Selçuklu hükümdarı Tuğrul Beyin, Abbasi
halifesinin kızıyla evlenme törenini anlatan tarihçi Abu-1 Farac, Türklerin
dans ettiklerini aktarmıştır. Bu rakslar, eğlenceler, ziyafetler esnasında
müziğin ve halk şair-musikîşinaslannın mevcudiyeti hissedilmektedir^.
İslâmiyetten
önceki devletlerde dinî esaslı ve belirli kurallan olan üç büyük ayin
yapılırdı. Bunlar "Sığır" denilen büyük sürgün avları;
"Şila", "Şölen", "Çeşn" ya da "Toy"
denilen büyük kurban ziyafetleri; "Yug" denilen büyük matem törenleri
idi. İşte bu törenlerde, dini ya da büyüsel esasa sahip olan Türk Müziğinin ilk
sözlü eserleri söylenirdi ve bunlar halkın değil, bütün bir kabilenin ortak
malı idi. Türk Müziğinin ilk sözlü eserlerini şu şekilde ömeklendirebiliriz:
Hükümdarların hayatı ile oluşmuş menkıbeler, Tann'nın varlığını ve yüceliğini
belirterek ona şükreden şiirler, eski mitolojik kahramanların hikayeleri ile
Oğuz Han ve Karahan menkibelerinin söylendiği ezgiler... îşte bu dinî
törenlerde oluşturulan bu ezgiler, başlangıçta dinî tarafı olan ve tapılan
tanrılara ait bir çeşit ilahi şeklindeyken, daha sonra din dışı bir şekil
aldılar (Şölenlerdeki kasideler, "Öleng" denilen türküler;
"Sığırlardaki destanlar, "Yuğ"lardaki "Sagu"lar yani
mersiyeler/3).
Görüldüğü
gibi Türklerin müziği Arapların ve Acemlerin müziklerinden ayn bir gelişim
göstermiştir. Çalgı ile çalman eserlere "gök", sesle okuduklarına
"ır, yır, cır, dule” derlerdi. Göklerin sayısı senenin günlerine eşit
olması üzere 366 tane idi. Her gün hakanın huzurunda biri çalınırdı. Bunlardan
dokuz tanesinin her gün çalınması gelenek haline gelmişti. İslâmiyetten önceki
Türk devletlerinde çalınan belli başlı Türk çalgıları yaylı-yaysız kopuzlar,
davul, Çinlilerden alınan org ve tunçdan yapılmış kûslardı.
İslâmiyetten
önce, Türklerin müziği millî ve kavmî bir özellik göstermiştir. İslâmiyetin
kabulünden sonra, bu hüviyet değişmiştir.
Selçuklular
döneminde (1040-1207) Türkistan ve Horasan Türkleri arasında tasavvuf düşüncesi
ve tekke hayatı yayılıp gelişti. îslâm felsefesi içinde "tarikat" adı
verilen düşünce ve inanç grupları oluştu. Tarikatlara bağlı olanlar, ana görüş
ve tasavvufu, gelenek ve göreneklerine göre uygularlardı. Bunlar, tekke ve
dergâhlarda toplanarak, bir şeyhin idaresinde ibadet eder ve ayin yaparlardı.
İşte bu ayin sırasında icra edilen müzik, dinî-tasavvufî Tekke müziğiydi.
Ozanların,
Baksıların, Şamanlann kopuzu ile okudukları ezgilerin bir kısmı, halka
malolarak "Anonim Halk Müziğini"; yine bu ezgilerin bir kısmı da
bugün hâlâ yaşamakta olan "Âşık müziğini" oluşturmuştur. İslâmiyetten
önceki Türk Müziğinin -bazı değişikliklerle- bir devamı olan anonim halk
müziği, halkın göçebe yaşaması, insanların yaşama ve kültür gibi konularda
birbirlerinden farklı olmaması sebebiyle birçok türe ayrılmamıştı.
Âşık
müziğinde âşık, yöresinin halk müziği geleneğinde varolan ezgi kalıpları
üzerine, yeni deyişlerini söyler. Halk ezgileri muhafaza edildikleri için,
değişmeleri uzun zaman alır. Âşık müziğinin belli başlı sazı başta bağlama
sayılmakla beraber, Doğu Anadolu'da kaval, mey, Doğu Anadolu'nun batı kesimi ve
Karadeniz bölgesinde kemanedir. Kars ilinde çalgı topluluğu eşliğinde söyleyen
âşıklar da görülmüştür. Âşıkların bizzat kendileri bu çalgıları çalarlar.
Âşıklar, ezgi kalıplarını kullanarak ezgilerini oluştururlar. Günümüzden evvel,
"Usta-Çırak" geleneğine göre yetişen âşıklarımız vardı. Çoğu
okuma-yazma bilmeyen ya da ilkokulu bitirmiş bu âşıkların, geleneklerden ve
belirli ezgi kalıplarından sıyrılarak, yeni kalıplara yönelmeleri imkânsızdı.
Bugün, hemen hemen bütün imkanların varolduğu bir zamanda, geleneğin ağır
değişimi hızlanmış ve âşıklar diğer yörelerdeki âşıkların ezgi kalıplarını da
kullanmaya başlamışlardır. Âşıkların 17. ve 18. yüzyılda kâhyaları ve loncaları
vardı. Âşıklar, eskiden âşık kahvelerinde yani Semaî kahvelerinde atışırken,
bugün sadece Erzurum ve Kars'ta bu gelenek devam etmektedir.
Anadolu'ya
gelen Türkler, doğudaki şehirleri Türkleştirdikten sonra; Bursa, İstanbul ve
Edime gibi büyük şehirlere de gelmişlerdir ve burada ayn bir yaşam tarzı
kurmuşlardır. Saray, konak ve medrese çevresinde toplanan aydınların
oluşturduğu müzik türü de saray müziğidir.
Cumhuriyet
döneminde Türk Halk Müziği ile ilgili bilimsel içerikli çalışmalar yapılır. Bu
çalışmaları şu şekilde özetleyebiliriz. 1916 yılında İstanbul'da
"Darü'l-Elhan" adıyla kurulan İstanbul Konservatuarı 1926-1929
yılları arasında derleme çalışmalarına başlar. Yusuf Ziya Demircioğlu, Dürrî
Turan, Rauf Yekta, Muhittin Sadak, Ekrem Besim, Ferruh Arsunar, Mahmut Ragıp
Gazimihal, Abdülkadir İnan ve Remzi bey'den oluşan grup, derlediği ezgileri
notaya alarak, 14 defter halinde yayınlarlar.
1936'da,
batılı anlayışta Ankara Devlet Konservatuarı (Ankara Musikî Muallim Mektebi)
açılır. Bu konservatuar, 1937 yılından 1950'li yılların sonuna kadar aralıksız
olarak derleme çalışmaları yapar. Bu çalışmalara başta Muzaffer Sarısözen olmak
üzere (Bütün derleme gezilerine, başından sonuna kadar katılır.) Halil Bediî
Yönetken, Mahmut Ragıp Gazimihal, Hasan Ferit Alnar, Necil Kazım Akses, Ulvî
Cemal Erkin, Nurullah Şevket Taşkıran, teknisyen Ali Rıza Yetişen ve Arif
Etikan katılmışlardır. Bu derleme çalışmalarında, yaklaşık 10.000 halk ezgisi
derlemişlerdir. Bunları Sarısözen, konservatuar arşivinde bir düzene koyarak,
plaklara aktarmış ve bir kısmını notaya almıştır.
1940'da
Yurttan Sesler topluluğu kurulmuş ve 1946 yılına kadar bu topluluğa hem Türk
Sanat Müziği sanatçıları, hem de Türk Halk Müziği sanatçıları katılmışlardır.
1940-46 yılları arasında Yurttan Sesler'i Mesut Cemil Bey yönetirken, Sarısözen
de repertuar hocalığı yapmıştır. Sarısözen, her iki müziğin melodik olarak,
edebiyat olarak, üslûp olarak, çalgı olarak iki ayn müzik türü olduğunu
savunarak, ayrılmalarını sağlamıştır. Radyo müdürü Vedat Nedim Tör'ün ve Mesut
Cemil'in daveti ve iknası ile Sarısözen, Halk Müziği sanatçılarının oluşturduğu
Yurttan Sesler topluluğunu yani korosunu, 1946'dan itibaren yönetmeye başlar.
1953'te İzmir'de, 1954'te İstanbul'da Yurttan Sesler korosunu kurarak, burada
öğrenciler yetiştirir. Ankara Devlet Konservatuarının öncülüğünde yapılan
derleme çalışmalarından derlenen türküler, Yurttan Sesler'in repertuarını
oluşturur. Bu arada, Sarısözen, halk oyunları ve Türk Müziği enstrümanları
üzerinde de değerli çalışmalar yapar.
1958
yılında sadece hanım seslerinden oluşan, "Yurttan Sesler Kadınlar
Korosu" kurulur ve bu koroyu Neriman Altındağ Tüfekçi yönetir. 1964'te TRT
kurulduktan sonra Türk Halk Müziği iyi bir seviyeye ulaşır. Daha sonra, Neriman
Altındağ Tüfekçi ve Nida Tüfekçi'nin girişimleri ile Halk Müziğine bağlı bir
müdürlük oluşturulur (1972).
·
1-15
Eylül 1967 tarihleri arasmda TRT, Gaziantep, Burdur, Van, Erzurum, İzmir,
Trabzon, Balıkesir ve çevrelerinde derleme çalışmaları düzenler. Bu derleme
çalışmalarını, Muammer Sun, Cenan Akın, Gültekin Oransay, Melahat Oransay,
Sarper Özson, Ülkün Aydoğdu, Nurhan Büyükgönenç, Veysel Arseven, Erdoğan Akyay,
Talip Özkan, Işık Gülöksüz, İlhan Baran, Suzan Koldaş, Cengiz Tunç ve Kemal
Ilener gibi müzikolog ve uzmanlar gerçekleştirir. 15 gün süren çalışmada, 1738
ezgi derlenir.
Neriman
Altındağ Tüfekçi ile Nida Tüfekçi'nin çalışmaları sonucunda 1976'da, Türk Halk
Müziğinin ses sistemine göre çalgı ve ses eğitimi yapan İstanbul Türk Musikisi
Devlet Konservatuarı kurularak halk müziği daha bilimsel bir yola kanalize
edilir.
Buraya
kadar anlattığımız bilgiler Türk Müziğinin ve Türk Halk Müziğinin tarihi seyir
içindeki gelişimini içermektedir. Bu bilgilerden de anladığımız gibi,
Cumhuriyet döneminden sonra Türk Halk Müziğinin yerleşmesi ve gelişmesi gibi
konularda öncülüğü Muzaffer Sarısözen yapmıştır. Bana göre Muzaffer Sarısözen
demek, Cumhuriyetten sonraki Türk Halk Müziğinin gelişmesi ve bu konuda yapılan
çalışmalar demektir.
Bu
konuyu, araştırma konusu olarak seçmemin sebebini şu şekilde açıklayabilirim.
Halk edebiyatında yeralan türküler yani Türk Halk Müziği nasıl oluşmuştur?
Hangi evrelerden geçmiştir? Bu konuda ne tür çalışmalar yapılmıştır? Bu
çalışmalarda kimler yer almıştır? Tabii ki; bu sorularımızın cevaplarında
Muzaffer Sansözen büyük rol oynadığı için; Muzaffer Sarısözen ile Türk Halk
Müziğinin doğuşu ve gelişimini birbirine paralel olan konular olarak kabul
etmemiz gerekti. Türk Halk Müziği, O'nun gayretleri ile hızla gelişerek
günümüze gelmiştir.
Günümüzde
Türk Halk Edebiyatı içinde yer alan türküler ile dolayısıyla Türk Halk Müziği
ile yapılan nazarî çalışmalar çok az sayıdadır. Bir folklorcu ya da bir
sanatçı, bu konudaki çalışmaları okumak istediği zaman az sayıdaki kaynaklara
başvurmak zorunda kalmaktadır. Bu konuda daha geniş çalışmaların yapılacağı
günleri görmek umuduyla...
BÖLÜM
: I
MUZAFFER
SARISÖZEN'İN HAYATI VE KİŞİLİĞİ
·
A.
HAYATI
·
a.
Doğuşu, Ailesi ve Eğitimi
Muzaffer
Sansözen, 1899 yılında Sivas ilinin, Cami-i Kebir mahallesinde doğmuş. Babası Sarıhatipzadelerden
Şeyh Hüseyin Hüsnü Efendi, annesi Zeliha Hanımdır. Sivashlar, Sarıhatipzâdeleri
"Saçlı Efendiler" diye bilirler ve Sarısözen'i de "Saçlıların
Muzaffer" diye tanırlardı^.
Yavuz
Sultan Selim, İran seferini yaptığı zaman, o bölgede derin dinî bilgilere sahip
olan bir kişiyi alıp götürmek istediğini söylemiş. Bunun sonucunda Sarısözen'in
dedesi Yakup Efendi'yi ve ailesini beraberinde götürmüş. Yakup Efendi ve
ailesi, Sivas'ı beğenerek yerleşmişler. Sarısözen'in babasına gelinceye kadar
dedelerinin hepsi Nakşibendî şeyhiymiş. Sarısözen'in dedesi Yakup Efendi'nin
uzun san saçları varmış ve "Saçlılar" soyadı buradan gelmiş*®.
Baba
evi, Sivas'ta Ulu Camiin bitişiğindedir. Bir medrese ve bir kütüphane binası,
büyük babalarından ve büyük müftülerden müderris "San Hatipzade Ahmet
Efendi'nin oğlu Müderris Numan Sabit Efendi'nin" adını taşımaktadır. Baba
oğul, her ikisi de 18. yüzyılın bilinen şairlerindendir. Ailede daha birçok
şair, bilgin ve musikişinas yetişmiştir.
Sansözen,
ilk müzik şevk ve hevesini ailesinden almıştır. Beş erkek kardeş içinde (Rüştü
Sansözen, Sim Sansözen, Kemal Sansözen, Abdülkadir Sansözen ve Muzaffer
Sansözen) Muzaffer Sarısözen'in dışında Kemâl ve Abdülkâdir Sansözen şairdir.
Abdülkâdir Sansözen'e şairliği dışında, türküler ve halk çalgıları ile yakından
ilgisi olduğu için "Çalgıcı Vali" denilirmiş*®.
Sansözen
ailesinin Sivas'taki evlerinin üst çatı katının camlan vitray, duvarlan
kütüphane yapılarak, arada gizli bölmeler- oluşturuimuştur. Bu gizli bölmelere
ut, keman, bağlama, tanbur gibi sazlar konulmuştur. Nakşibendî bir ailenin
çocuklanmn bu aletleri çalması, Sarısözen'in dünyaya geldiği dönemde son derece
aykın bir şey olduğu için, böyle bir yola başvurulmuştur*®.
Ailenin
en küçük çocuğu olan Sansözen, küçük yaştan itibaren müziğe ilgi göstermiş,
nota ve kulak eğitimi almıştır. Her hangi bir türküyü dinlerken, hemen notaya
alacak kadar meleke sahibi olmuştur. Sivas'da bağlamanın yaygın olduğu
zamanlarda, bağlama ve arkasından ut çalmaya başlamıştır. Kendisiyle röportaj
yapan Ali Rıza Avni'nin "Halk musikîsiyle ilk alâkanız ne zaman
başladı?" sorusuna şöyle cevap venniştir: "Halk musikîsi ile ilk
alâkamın ne zaman başladığı sorusunun cevabını ararken, ne zaman konuşmaya
başladığımı düşünür gibi oldum. Çünkü her ikisinin de sadece aile muhitinde
başlayan bir mebdei vardır. Annem ve ağabeylerim, temiz memleket havalarına
karşı alâkamı çeken ve kulağımı bu güzelliğe ısındıran ilk terbiyecilerim
olmuşlardır. Çok sevdiğim uzun havaların başında gelen:
·
(6)
AŞKUN Vehbi Cem, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, s. 163, c. 8, s. 2978,
Şubat 1963.
·
(7)
SARISÖZEN Memil, 10.7.1992 tarihli görüşme, İstanbul 1992.
·
(8)
TÜFEKÇİ Neriman Altındağ, 10.7.1992 tarihli görüşme, İstanbul 1992.
·
(9)
SARISÖZEN Memil, 10.7.1992 tarihli görüşme, İstanbul 1992.
"Ben
bu yaylara yayla mı derim
Başı
bölük bölük kar olmayınca..."
ve
Kandilli
Kerem ağzından söylenen:
"Yüce
dağ başında yattım oturdum
Derdim
elli iken yüze yetirdim
Lokman
Hekim gibi cerrah getirdim Şu benim derdimi bilen olmadı"
gibi
parçalar, bana merhum annemin bıraktığı en aziz mısralardan bazılarıdır. Biraz
daha büyüdükçe ağabeylerimle birlikte gittiğim sazlı ve hikâyeli kahveler, yaz
mevsimini geçirdiğimiz köy hayatı, beni memleket musikîsine âşık eden belli
başlı hadiselerden olmuştur"'4-1.
îşte,
Sarısözen'in önce ailesi ve yaşadığı çevreden aldığı kuvvet ve ilhamlarla gün
geçtikçe gelişen müzik sevgisi, daha sonra konservatuar eğitimi, müzik
öğretmenliği, derleyiciliği ve Yurttan Sesler'in şefliği şeklinde kendini
gösterir.
Sansözen,
ilkokulu Sivas'ta bitirir. Sivas Lisesinin 8. sınıfındayken ayrılarak,
Çanakkale Savaşı'na katılır ve askerliğini İstanbul'da yapar. Çocuk yaşta
askere gittiğini kendisi, 1960'11 yıllarda çıkan Ulus Gazetesindeki bir
makalesinde "15'li ağıtı" başlığı altında "Onbeşliler gidiyor,
kızların gözü yaşlı" isimli türkü ile ifade ede/5-*. Askerden geldikten sonra Sivas'ta ilkokul
öğretmenliğine başlar. Bu arada halk müziğine olan yakınlığı, kabiliyeti ve bu
konudaki çalışmaları dikkat çeker. O'nun bu çalışma ve çabasını görenler, Sivas
ili hesabına İstanbul Belediye Konservatuarında öğrenim görmesini sağlar (1925)
(-6\
Konservatuarın keman bölümünü, Ekrem Besim Tektaş'm öğrencisi olarak bitirir.
Konservatuarı bitirdikten sonra Sivas'a döner ve önce öğretmen okulunda ve
sonra Sivas Lisesi'nde müzik öğretmenliği yapar. Bu arada 1930'larda yakın
arkadaşı öğretmen okulu müzik öğretmeni Hüseyin Kaya ile Sivas'ta, Türkiye'deki
ilk müzik okulunu açarlar. Bir yıl sonra bu okul kapanır; zira batı müziği
öğretimi alacak öğrenci bulamazlar. Ancak, Sivas gibi kendi gelenekleri içinde
kapalı hayat süren bir yerde, batı müziğini yaymak amacıyla açılan bu okul,
öğülecek ve ilerici bir adımdır^ 7\
·
b.
Çevresi ve Meslek Hayatı
Sansözen,
1930 yılının Eylül ayında Milli Eğitim Müdürü olan Ahmet Kutsi Tecer ile
tanışır. Tecer, Sarısözen'le tanıştıktan sonra, 1930'da "Halk Şairlerini
Koruma Demeği"ni kurar ve Sansözen genel kâtip olur. İlk halk şairleri
bayramı 1931 'de yapılır ve Âşık Veysel, bu şekilde ortaya çıkanlır. Bayram
sonunda çıkanlan "Sivas Halk Şairleri Bayramı" adh broşürde Sansözen,
"Sivas Halayları" başlıklı yazısını yayınlar ve halayların notalannı
koyar. Bu, büyük bir ihtimalle bizde, halaylar hakkında yazılmış ilk notalı
makaledir1141.
17
Ağustos 1937'de Halil Bediî Yönetken, Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferit Alnar,
Necil Kazım Akses ve teknisyen Arif Etikan'dan oluşan grup, Ankara'dan Sivas'a derleme
yapmak amacıyla giderler. Ahmet Kutsî Tecer, Halil Bediî Yönetken'e Sansözen'i
tavsiye ederek, gruba katılmasını söyle/151. Böylece türkülerin
resmî olarak derlenmesi Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) Saffer Arıkan'm
zamanında başlar. Derleme grubu, Almanya'dan getirilen "Saja" markalı
hem elektrik, hem de akümülatörle çalışan, alıcı ve verici ses kaydeden
makinelerle çalışı/8 9 10 11/
Sarısözen'in
Sivash oluşu, burayı iyi tanıması, bu ilk derlemede önemli faydalar sağlar. Her
konuda en doğru habercilerden emin bilgiler ahr. Sansözen, bu ilk derleme
heyetine, Sivas ve çevresinin müzik folklorunu tanıtmada önder olur. Sansözen,
Sivas'ın müzik ve oyun folklorunu çok iyi bilmekle beraber, Ruhsatî, Veysel,
Verânî, Emrah, Sümmânî ve Sivash diğer âşıkların edebiyatlarını tanır; Sivas
ağzını iyi bildiği için âşıkların söylediklerini iyi anlar ve doğru bir şekilde
kaydeder. Sivas'daki derleme gezisinde gösterdiği başarıyı, bundan sonraki
yerlerde, Erzurum, Erzincan, Kemaliye, Malatya, Rize ve Trabzon'da da gösterir.
Milli
Eğitim Bakanlığınca başlatılan resmi derleme gezilerine 1937’de katıldıktan
sonra, 1938'de Ankara Devlet Konervatuarı Folklor Arşivi şefliğine tayin
edilerek Ankara'ya geli/171.
Sansözen,
1937 yılından başlayarak 1953'e kadar tüm derleme gezilerine katılır ve on bin
halk ezgisinin plağa, tele ve banda kaydedilmesini sağlar; bu türküleri ve oyun
havalannı arşivde bir düzene koyarak, bir kısmını notaya alır.
Sansözen,
derleme gezilerinde, halka büyük saygı göstererek, bütün insanlan kendisinin
akrabasıymış gibi hissederek onlarla konuşur. Bu açıdan Sansözen, bir
folklorcunun, bir halk araştırmacısının sahip olması gereken özelliklere
sahiptir. Fizik olarak zayıf görünmesine rağmen, çok dayanaklı bir bedene sahip
olduğunu Halil Bediî Yönetken şöyle anlatır: "Ziganaları geçerken, hepimiz
neyimiz varsa onlara sarınmış, onlar içinde titrediğimiz halde, o sadece bir
ceketle soğuğa karşı umulmaz bir mukavemet gösteriyordu. Son derleme
gezilerimizin birinde, Mardin'in Cizre ilçesinde, gölgede ısı elli derecede
çalışırken, o serin bir hava içindeymiş gibi gayet rahat, hiç şikayet etmeden,
o cehennemi sıcakta tam randımanla çalışmasına devam etmişti. Kuvvetli bir
hafızaya sahipti. Neyi, ne zaman, neredeyken kaydettiğimizi, binlerce ezgi
içinde hatırlar ve aynı şeyleri tekrar tekrar kaydetmemizi önlerdi"
1938'de
Halil Bediî Yönetken, Ferit Alnar, Cevat Memduh Altar, Tahsin Banguoğlu Batı
Anadoluda derleme yaparken; Muzaffer Sarısözen de Ulvi Cemal Erkin, Nurullah
Taşkıran ve Arif Etikan ile Güneydoğu Anadolu'da çalışmıştır.
·
1939
yılının Ağustos ayında Sarısözen, Mahmut Ragıp Gazimihal ve Rıza Yetişen ile
Çorum'da derleme yapmıştır.
·
1940
yılında, yine Ağustos ayında Sarısözen, Mahmut Ragıp Gazimihal, Mithat Fenmen
ve Rıza Yetişen'den oluşan grup, Konya'da derleme yapmıştır. Sarısözen
Konya'daki derleme çalışmaları ile ilgili olarak Avni Özbenli'ye şu bilgileri
verir: "Konya'da 20 gün içinde 420 parça derledik. Şâyet, bir ay
kalabilseydik eminim bu sayı 600'ü aşardı". Bundan elverişsiz şartların,
maddi imkansızlıkların bilimsel derleme yöntemlerini olumsuz bir şekilde
etkilediğini anlıyoruz. Bu konuyla ilgili olarak Sarısözen yine Avni Özbenli'ye
şöyle der: "Elazığ Halkevine gittik. Halkevinin pencereleri alçak, birinci
kat odalarının birinde derleme çalışmalarına dinlenme amacıyla ara verildiği
bir sırada; kahve, sigara içilirken kaynak kişi bunalmış olacak ki, derleme
heyetinin daldığı sohbet vakfesinden istifade ederek pencereden atlamak
suretiyle kaçıyor. Çünkü, mevsim yoğun iş mevsimidir, düğün değil, bayram
değildir; üstelik o kaynak kişi köyünden jandarma ile getirilmiştir, kaçar
elbet!.
Sarısözen'in
söylediği bu cümleciklerden, o dönemde ne denli zor şartlar altında derleme
yapıldığı anlaşılmaktadır.
1941'de
yapılan derleme gezisinde, Halil Bediî Yönetken, Muzaffer Sarısözen ve Rıza
Yetişen'den oluşan grup ile, Kayseri, Niğde, Maraş ve Seyhan civarındaki
Türkmen aşiretleri arasında yapılmıştır.
1942'den
sonraki yıllarda, 1941 yılındaki gibi Muzaffer Sarısözen'le, Halil Bediî
Yönetken ve Ali Rıza Yetişen'den oluşan grup geriye kalan bölgeleri dolaşarak
derleme yapar. Bu grup, 1942'de İsparta, Burdur, Antalya, Muğla civarında derleme
yapar. Halil Bediî Yönetken, 1942'de Muzaffer Sarısözen, kendisi ve teknisyen
Ali Rıza Yetişen'den oluşan grubun yaptığı derleme çalışmalarıyla ilgili olarak
şunları anlatır: "İlmî yönden ekibin mihveri o idi. Ben, gideceğimiz
yerler hakkında çeşitli kaynaklardan tarihî, coğrafî, etnolojik bilgiler
toplar, o zamana kadar o bölgelerde yapılmış ve yayınlanmış incelemeleri görür,
hatta oralarda kimlerden neler alacağımızı tesbit ederdim. Derleme yapılacak
yere vardığımız zaman elemanları sağlar, kendisine teslim eylerdim, o eşsiz bir
tahammülle çalışmasını yapar, gerekli notlar alır, onları fişlerin mülahazat
hanelerine kaydeder, bazen ezgilerin notalarını da fişin bir kenarına
yazıverirdi. Günde 12 saat durmadan çalıştığı olurdu. Çok sıcak 12 13 bölgelerde, hele ramazan aylarında
geceleri sabahlara kadar çalıştığımız çok olmuştur, O bir an bile yorgunluk
alameti göstermez, eşsiz bir sabır ve tahammülle çalışmalarına devam ederdi.
Radyodan
tanınması işimizi kolaylaştınrdı. M. Sarısözen, gelmiş denilince istisnasız
herkes onu görmek isterdi, halk ona karşı büyük bir sempati ve hayranlık
beslerdi. Gezilerimizde gün geldi ki; biz memlekette en popüler olmuş insanın
Sarısözen olduğuna inandık. Bütün Anadolu, radyodan yalnız Yurttan Sesler
yayınını dinliyor, Sarısözen'i ismi ve sesiyle tanıyordu. O'nu herkes çok
severdi. Çok neşeli, espritüel, hoş sohbet bir insandı, çok enteresan
hikayeler, fıkralar anlatır, herkesi kırar geçirirdi. Konservatuarın folklor
arşivindeki 10.000 ezginin derlenmesinde, fişlerinin doldurulmasında onun
bitmek tükenmek bilmeyen sabır ve tahammülünün büyük rolü olmuştur"*-14^.
1943'te
M.Sarısözen, Halil Bediî Yönetken ve Rıza Yetişen'den oluşan grup Tokat,
Amasya, Samsun, Ordu, Giresun ve Trabzon'da; 1944'te Elazığ, Tunceli, Bingöl ve
Muş'ta; 1945'te Ankara, Çankırı, Yozgat ve Kırşehir'de; 1946'ta İçel, Antakya
ve Antalya'da; 1947'de Çanakkale, Bursa, ve Tekirdağ'da; 1948'de Bolu, Sinop ve
Zonguldak'ta; 1949'da Bilecik ve Eskişehir'de; 1950'de Van, Kars, Çorum ve
Ağrı'da; 1951'de İzmit'te; 1952'de İzmir, Siirt, Mardin ve Bitlis'te derleme
yapmıştır.
1955'te
M. Sarısözen tek başına, İstanbul'da Altay Türklerinden; 1957'de de yine tek
başına sadece İstanbul'da derleme yapmıştır.
Ankara
Devlet Konservatuarınca yapılan bu derleme gezilerinde Muzaffer Sarısözen,
uzman bir folklorcu olarak, bütün Türkiye'nin müzik folklorunu yakından tanıma
fırsatını bulmuştur. Derlenen on tene yakın halk ezgisini tele, muma ve taş
plaklara kaydetmiştir. Sarısözen, bu türkü ve oyun havalarım arşivde bir düzene
koyarak, bunların bir kısmını notaya almış; ancak tümünü değerlendirmesine ömrü
vefa etmemiştir. Plâkların bozulabileceğini düşünerek, bunların bir bölümünü de
ses bantlarına aktarmıştır.
Sarısözen,
derleme gezilerinde kendi çabası ve emeği ile topladığı bağlama, cura, ney,
(özellikle zor bulunan) çifte kaval, kemençe, kaval, tulum, davul, zuma, tef,
darbuka gibi bir çok halk sazından bir koleksiyon oluşturmuştur. Ayrıca derleme
gezileri sırasında, kaynak kişiler ile halk oyunlarını görüntüleyen
fotoğraflardan bir resim albümü de yapmıştır. Ne yazık ki; ölümünden sonra, evi
olarak gördüğü, çok değer verdiği, özen gösterdiği arşivi topladığı on binlerce
ezgi ve halk çalgıları kendi haline terkedilmiştir.
Muzaffer
Sarısözen'in halk müziğine verdiği hizmet kadar, halk oyunlarına verdiği hizmet
de büyüktür. 1950 yılında İtalya ve Ispanya'daki Avrupa Uluslararası Raks
Müsabakalarına, Erzurum bar ekibi ve davulcu Kara Yılan, zurnacı Mümtaz Ardıç
ile katılır. Madrit'te 68.000 kişinin önünde, Biariz ve San Sebastian'da
yapılan 5 yanşmada ekip birinciliği alır. 1955'te Yapı ve Kredi Bankasınm
kurduğu "Halk Oyunlarını Yaşatma ve Yayma Tesisi"nin, İstanbul Açık
Hava Tiyatrosunda hazırladığı bayramda, 22 ilden gelen oyun ekiplerinin
İstanbul'u coşturan gösterilerinden sonra Muzaffer Sarısözen, şöyle der:
"Halk oyunları millî kültürümüzün sarsılmaz temel taşlarından birisidir.
Türk ulusu nice yüzyıllar en asil heyecanını bu muazzam kuvvetten almıştır. Bu
oyunlar tarih boyunca bütün bir ulusu etrafında toplamış ve gönülden gönüle
nice figürlerden sihirli bağlar örmüştür.
Millî
oyunlarımıza şehirli, köylü, büyük, küçük ve bu ulusu duyabilen herkes aşıktır.
Hâdiseye bu açıdan bakılınca yarışmayı tertip edenlerin bir ulus bütünlüğü ve
birliği davasına parmak bastıkları derhal sezilebilir"^15\ Bu yarışma ve festival daha sonra halk
oyunlarımızın ilkokullara, ortaokullara, liselere ve üniversitelere kadar girmesine
bir ortam hazırlamıştır.
Vedat
Nedim Tör ve Mesut Cemil Bey'in daveti ile Yurttan Sesler'in başına Muzaffer
Sarısözen getirilir. 1946 yılında "Yurttan Sesler" korosunu
çalıştırmaya başlayarak derlenen türküleri koro üyelerine öğretir ve yayınlara
başlar. Program büyük ilgi görür. 1953 yılında İzmir'de, 1954 yılında da
İstanbul radyolarında "Yurttan Sesler" toplulukları kurarak, halk
türküleri ve oyunlarının yurt çapında sevilmesi, yaygınlaşması, doğudan batıya,
kuzeyden güneye tanıtılmasında Sarısözen büyük rol oynar.
Muzaffer
Sansözen'e kadar radyolarda düzenli ve programlı halk müziği çalışmaları
olmamıştır. Yurttan Sesler topluluğunu kurduktan sonra, programlarına kaynak
kişileri ve bölge sanatçılarını davet ederek radyo sanatçılarına örnek dersler
vermiştir.
Sarısözen,
Yurttan Sesler topluluğunu yetiştirerek, ilk koral halk müziği icrasını
başlatmıştır; toplu bağlama çalma geleneğinin uygulayıcısı olmuştur; halk
müziğinde koro seslerini numaralayarak otantik karakterin kaybolmasını
önlemiştir. Bunların yanı sıra Sarısözen, halk ezgilerinin asıllarma uygun
olarak kendilerine özgü üslûp ve ifadelerle çalınıp söylenmesi hususunda büyük
titizlik göstermiştir.
Muzaffer
Sarısözen çok sayıda öğrenci yetiştirmiştir. Sarısözen'in kaleminden çıkan
makale ve eserlerini şöyle sıralayabiliriz:
·
1.
Sivas'ta çıkan "Duygu ve Düşünce" dergisine yazılar yazmıştır.
·
2.
Çorum'da çıkan "Çorumlu" dergisine Çorum halayları hakkında yazılar
yazmıştır.
·
3.
"Radyo" dergisine genel havalar hakkında yazılar yazmıştır.
·
4.
"Ülkü" dergisine halaylar ve çok seslilik hakkında makaleler
yazmıştır.
·
5.
Maarif Vekâletince çıkarılan "Güzel Sanatlar" dergisinin 2. sayısında
"Çok Sesli Müzik ve Bağlamalar"; 4. sayısında "Kaval, Tulum ve
Çifte" konusunda makaleler yazmıştır.
·
6.
1941'de "Seçme Köy Türküleri" adlı kitabını yayımlayarak, re-la
beşlisi ve re üzerinde hüseynî dizisine varan bir sıra ile bu dizi ve tonla
başlayan tek ve çift sesli bazı türküleri ömeklemiştir. Sadece okullarda müzik
eğitimine yardımcı olacak yerli bir tonla başlayan bir deneme yapmıştır.
·
7.
1952'de, 86 parçayı ihtiva eden "Yurttan Sesler" kitabını
yayımlamıştır. Bu kitabındaki türkülerde, diyez ve bemoller üzerine rakamlar
koyarak, seslerin kaç koma tiz veya pes olduklarını içeren bir yöntem, metot
kullanmıştır. Bu yöntemi "Türk Halk Müziği Usulleri" adlı eserinde de
uygulamıştır.
·
8.
1962'de "Türk Halk Müziği Usulleri" adlı eserini yayımlamıştır.
Sarısözen,
basıma hazır hale getirdiği üç ciltlik "Altay Türküleri" adlı eserini
yayımlayamamıştır. Vasiyeti üzerine Neriman Altındağ Tüfekçi, yayımlamaya
çalışmışsa da, arşivde notaları bulamamıştı/16^.
Neriman
Altındağ Hanım, 1941 yılının ortalarında Yurttan Sesler Korosuna girer ve
Muzaffer Sarısözenle tanışır. Her iki sanatçının halk müziğinde büyük birer
yetenek olması, halk müziğine büyük emeklerinin geçmesi gibi unsurlar Onlar'ı
bir araya getirir ve 1951'de evlenirler. M. Sarısözen, Neriman Altındağ'ın
sanatçı olarak yetişmesinde, en çok emeği geçen hocasıdır ve O'na rehber
olmuştur. Sarısözen, Neriman Altındağ için şunları yazmıştır: "Neriman
Hanımın Halk Musikisi konusunda gösterdiği gayret ve fedakarlık hiç kimse ile
kıyaslanamayacak kadar büyüktür. Mesleki değerinden ayrıca, taşıdığı İnsanî
meziyetleri ile, emsali arasında temayüz eden kıymetli sanatkârın yeri daima
boş kalacaktır. Radyo idaresinin ve bütün radyo sanatkârlarının aynı kanaatta
olması geride bıraktığı arkadaşları için başlıca teselli noktası ve kendisi
için de en büyük mükâfattır. Her yayında arkadaş ve yıllarca ders verdiği sanat
öğrencileri, kendisini beraber hissedecek ve saygı ile anacaklardır. Bu da
herkese nasip olmayan bir mertebedir". (22.10.1959 Muzaffer
Sarısözen)"^17).
1952
yılında Memil Sarısözen dünyaya gelir. Muzaffer Sarısözen, doğum sırasında
Cizre'de derleme yapmaktadır. Derlemeye gitmeden önce, Neriman Altındağ'a:
"Eğer kız olursa, "Yenge kızı bir tane"; oğlan olursa
"Oğlan, boynuma dolan" adlı türküyü, Yurttan Sesledin programında
dinlerim".der^18 19\ Cizre'de derleme
yaparken, Muzaffer Akgün, "Oğlan, boynuma dolan" adlı türküyü söyler
ve Sarısözen de oğlunun olduğunu anlar.
Sarısözen,
oğlu Memil'in adını şu şekilde bulur. Binboğa taraflarında derlemeye gittiğinde,
"Burada ezgi derleyeceğimiz kişi varsa çağırın." der. Ordaki kişi
"Memil" diye bağırınca bu ses boşlukta yankılanır; Sarısözen'in çok
hoşuna gider ve anlamını sorar. Memil'in yardımsever, merhametli, açık kalpli,
iyi niyetli anlamına geldiğini öğrenir. Sonra kara kaşlı, kara gözlü, kendi
tâbiri ile yanaklarından kan damlayan bir adam gelir. Ondan türküleri
derledikten sonra, defterin bir köşesine Memil adını ayrıca not alarak kendi
yaşı ilerlediği için çevresindeki yakınlarının yeni doğan erkek çocuklarından
birine bu ismi vermeyi düşünür. Daha sonra kendine kısmet olur ve Neriman
Hanıma oğlan olursa bu ismi vermesini, kız olursa kendisinin karışmayacağını
söyler(25\
Muzaffer
Sarısözen, oğlu Memil’e yedi tane nasihati içeren bir mektup yazmıştır. Bu
mektubun Memil Sarısözen için değeri çok büyüktür. Kendisi ile röportaj
yaptığımızda Sarısözen'in mektubundaki nasihatlann, Memil Sarısözen tarafından
uygulandığını bizzat gördüm.
Sarısözen'in
mektubu şöyledir:
"Sevgili
Memil,
Bu
yazıyı çok dikkatli oku ve çok iyi sakla. Nüfus cüzdanın gibi kaybolmayacak bir
yere koy.
Yaşına
göre değil de başına göre artık büyümüş sayılırsın. Şimdi beni iyi dinle:
·
1.
Okula giderken numara almak veya sınıf geçmek için değil de çok şeyler öğrenmek
için gittiğini unutma. Bunu unutmazsan göreceksin ki almak istediğin notlar da
geçmek istediğin sınıflar da ayaklarının altında kalmıştır.
·
2.
Sınıfta akıllı ve teneffüslerde yaramaz olacaksın.
·
3.
Okulda arkadaşlarına ve büyüdüğün zaman da bütün yurttaşlarına, hatta bütün
insanlara iyilik etmeye çalışacaksın.
·
4.
İnsanlar arasında iyiler de kötüler de vardır. Onları tanıyacaksın ama hiçbir
vakit "filan kötü adamdır" demeyeceksin. Onlardan uzak durursun olur
gider.
·
5.
Hayatta hiçbir vakit paranın ve mal zenginliğinin peşinde koşmayacaksın. Onun
yerine adam kazanmanın peşinde koşacaksın. Her çeşit zenginlik ancak böyle elde
edilebilir.
·
6.
Yüksek yerlere göz dikmeyeceksin. Ancak yüksek bir bilgiye, yüksek bir ahlaka,
yüksek bir vicdana sahip olmaya çalışacaksın. O vakit yüksek sandığın yerlerin
kendi ayakların altında kaldığını hayretle göreceksin.
·
7.
Liseyi bitirene kadar daima erkek arkadaşlarını kız arkadaşlarına tercih
edeceksin. Ben senin yerinde olsam bir meslek adamı oluncaya kadar kızlarla hiç
ilgilenmem. Çünkü onlar insanın kafasını dağıtmak için birebirdir, bunu unutma.
Yukarıdaki
baba nasihatini her sene bir iki defa dikkatle oku. Göreceksin ki bu küçük yazı
seninle beraber büyüyecek ve hayatta rastlayacağın güçlüklerde sana en büyük
destek olacaktır. (Bu yedili nasihat iyi dinlenirse belki de hayatta hiç güçlük
çekilmeyecektir)".
·
c.
Ölümü
1962
yılında Sarısözen, prostat rahatsızlığından dolayı Devlet Demiryolları
Hastahanesine yatar. Burada ameliyat olacağını öğrenince diğer doktorlara
tercihen, özellikle kendisinin öğrencisi olan bir operatöre ameliyat olur^20\ Daha sonra ağabeyi
Abdülkadir Sözen'in evine çıkar. Tekrar rahatsızlandığında Ankara Hastahanesine
kaldırılır ve sağlığına kavuşamayarak, 4 Ocak 1963 günü vefat eder. Asri
mezarlıkta büyük bir törenle defnedilir.
B. KİŞİLİĞİ
Sansözen'in
kişiliğini bilen, yakından tanıyan şüphesiz, oğlu Memil Sarısözen ve Memil Sansözen'in
annesi Neriman Altındağ Tüfekçi’dir. Şimdi 10.7.1992'de İstanbul'da Memil Beyle
ve Neriman Hocamızla yaptığımız görüşmeleri aktaralım:
Neriman
Altındağ Tüfekçi: "Sakin görünüşlüydü. Sağlık yapısı aynı karakteri gibi
nazik ve nahifti; ancak bu görünüşünün altında, haklı yerlerde büyük infilak
eden bir karakter saklı idi. Gördüğünüz zaman nazik, zarif, yavaş sesle
konuşan, çok saygılı, büyük haksızlıklar karşısında bir volkan gibi patlayan
bir kişiydi.
Esprili
bir ahlaka sahipti. Güzel, zarif, kısa cümleciklerle, ender duyulmuş hikâyeler
anlatırdı. Kendisi hafif gülmesine rağmen, karşısındaki insanlar gülmekten
ölürdü.
Sansözen'in
derlemeciliğinin sağlam oluşunun, hizmetinin sağlıklı oluşunun sebebi,
kendisinin karşısındakine bilinçli, bilgili insan olarak yaptığı itimat
telkinidir. Herkesle son derece güzel diyalog kurardı. Bu da memleketini,
milletini iyi araştırmasından, tüm halkını çok iyi tanımasından ibaretti.
Sarısözen
için maddiyat, hiç bir zaman önem taşımamıştır. Böyle olmasaydı, pek çok sanatçı
yetiştiremez ve hayatının önemli bir bölümünü derleme ve notaya alma
çalışmalarına harcamazdı.
Hayatında
daima doğruluğu seçmiştir. Folklorda muvaffak olmasının yegâne sebeplerinden
biri de dürüst ve doğrucu olmasıdır. Çünkü, "folklorcunun evvela namuslu
ve dürüst olması gerekli" derdi. Kendini bu işe adadığı için, en ufak bir
tahrifat yapmadan, gerek aldığı türküleri yazması bakımından; gerek
yetiştirdiği talebelerin bunları en iyi şekilde icra etmeleri bakımından;
yazdığı kitaplarda da en doğrusunu aktarmaya çalışmasından dolayı,büyük hizmet
vermiştir. Bundan sonraki en büyük özelliği, sağlığını bozacak şekilde
çalışması. Günde 12 saat çalışırdı. Büyük bir tahammülü vardı. Araştırmacılığı,
folklorculuğu kadar, öğreticiliği, hocalığı da mükemmeldi. Biz onun eline
geldiğimiz zaman, klâsik koro sanatçıları ile bize herşeyi büyük bir sabır ile
tek tek öğretti. Bizler on iki kişiydik. Hayatında nota, usul, türkü
söyleyemeyen hammadde idik. Sarısözen, herkesi bu konularda tek tek ilgilenerek
yetiştirdi. Halk Müziği ile Sanat Müziğinin sazı ile, edebiyatı ile, melodisi
ile, usulü ile iki ayrı grup olduğu teklifini idareye bildirdi. Gerek Sanat
müziği arkadaşlarımız, gerekse yeni girenler üslûp çelişkisi içindeydi.
Muzaffer Bey, Halk Müziği lehine büyük bir politika yapmıştır. Hazırlanmış bir
Halk Müziği grubu olmadığı için bunlara uzun hava okuttu. Şöyle ki; isim yapmış
sanatçıların ağzında türkü, uzun hava dinlemenin Halk Müziği için müsbet bir
şey olacağını düşünerek, büyük bir tahammül gösterdi. Sanat Müziği üslûbundaki
sanatçılara orijinal şekli ile uzun havalar geçti. Sarısözen, bir dostluk
havası içerisinde bu uzun havaları öğretti. Halk buna çok müsbet bir tepki
gösterdi. Telefonlar yağdı. Örneğin Perihan Altındağ, "Bizim elin koyunlan
kuzular", "Sökülün turnalar zamanı geldi", "Dağlar ağardı
kardan" gibi uzun havaları okudu ve çok büyük bir müsbet reaksiyon gördü.
Muzaffer
Bey, yaptığı hizmetlerde öne çıkmazdı. Bu iki grubun ayn ayrı olması
gerektiğini Sarısözen, Mesut Beye söyler. "Ben koroyu çalıştırırım, bütün
notaları temin ederim; yalnız siz yöneteceksiniz. Programı yaparım. Benim ismim
katî surette geçmeyecek" der. Daha sonra Mesut Cemil Bey, bu işin
kompetanının Sarısözen olduğunu anlar ve 1946'da her iki grubu ayırır.
Muzaffer
Bey, koronun önünde ceketinin önünü açmaz ve ayak üstüne atmazdı. İnsaniyet
özellikleri çok olan bir insandı. Maddiyata hiç önem vermezdi. Ben, bir
zamanlar Muzaffer Beyin bizden daha az maaş aldığını duyunca, çok üzülmüştüm.
"Yurttan
Sesler"in zamanında arkadaşlarımız, sazlarını ya saklayarak, ya da vasıta
ile evlerine götürürlerdi. Muzaffer Bey; Ankara'da Ulus'taki Eski Meclis'ten
çıkan bakan, milletvekili öğrencilerini ziyarete giderek, elindeki kılıfsız
sazı ile onlarla dört beş kez büyük daireler halinde dolaşarak, bağlama
taşımanın yadırganmamasını sağlamış ve kabul edilmesini düşünmüştü"^21).
Memil
Sarısözen: "Çok az ve çok öz konuşan bir insandı. Sanırım, araştırmacı
olmasından kaynaklanıyordu. Devamlı izleyen bir insandı. İzlediklerini de fazla
dışarı aksettirmezdi. Olması gerektiğinden fazla sakindi. Her söylediği sözü
düşünülürdü; muhakkak söylediği şeyde ya edinmeniz gereken bir ders vardı, ya
da dikkat etmeniz gereken bir husus vardı. Sizden yapmasını istediği bir şey
varsa, siz O'nun bir şey beklediğini anlar, sonra o şeyi yapmaya ya da
yapmamaya karar verirdiniz. Belki biraz daha sesli olsaydı, daha mı iyi olurdu?
Aslında bugüne oranla bakarsanız, konservatuarda arşiv şefi olarak atanıp da,
türkülerin notalarını yazmaya başladığında, o günün anlayışına göre Halk
Müziğinin ciddi bir müzik olarak görülmediği bir dönemde, böyle bir şey yapmış
olması önemli.
Sevdiğini
de pek anlamazdınız. Öyle hislerini pek açığa vuran bir ihsan değildi,
hissederdiniz. Ciddi ve resmi konuşurdu. Espri yapardı. Kendi başına hareket
etmeyi öğretti. Amacı, kendine yetebilen, ne yaptığını bilen bir insan
yetiştirmekti. Hayatta, yaşamaya, bilinçli olmaya hazırlayarak, beni
yetiştirmek istedi. Mektuplarını, benim ilgimi çeksin diye, gazete şeklinde
düzenlemişti. İçindeki makaleler, ciddi konuları, sevimli bir üslûpla
sergileyen yazılardı. Çocukken, amcamın kızı Turgay Ablamın pudrasını toz
haline getirmişim. "Ankara’da Büyük Panik" başlığı altında,
"Memil Sarısözen, Ankara seyahatinde Turgay Ablasının pudrasını toz haline
getirmiştir. Büyük üzüntü duyulan bu olayın tekrarlanmaması dileğiyle..."
Ciddi konulan espritüel bir ifade ile anlatarak hem okunmasını, hem de
tekrarlanmamasını sağlardı.
Türk
Halk Müziği Usulleri kitabını bana ithaf etmişti. "Sevgili Memil, 11
yaşında, sana senin kadar yakın bulduğum bu hediyeyi verdiğim için,
bahtiyarlığıma payan yoktur". Benim için çok önemli. Yani Türk Halk Müziği
ile kardeşiz.
Bana
doğrudan doğruya "Hadi oğlum, seni lunaparka götüreyim" demezdi.
"Acaba lunaparka mı gitsek, yoksa Yeşil Nalın'a gidip lahmacun mu
yesek?" derdi. Ben de lunaparkı tercih ederdim.
Babam
öldüğü zaman, ölüm kavramı benim için çok gelişmemişti. Belki ciddi olarak,
ölen bir insanın geri gelmeyeceğini, bir daha göremeyeceğimi düşünmedim. Nidâ
Abim, beni okulda karşıladı ve babamın durumunun kritik olduğunu söyledi.
Hanımların biraz abartacaklarını, annemin feryat figan edebileceğini söyledi.
Annem eve geldiğimde yatıyordu. Nidâ Abimle hastaneyi arayarak, sonucu
öğrendik. Çok üzüldüm. Bademciklerim şişdi ve 40 gün hasta yattım.
Babamı
sonradan daha çok tanıdım. On bir yaşında bir çocuk neyi değerlendirebilir?
Babamı, babam olduğundan çok, Muzaffer Sansözen olduğu için görmek
istemişimdir. Babanız olup da size bisiklet alan, evi geçindiren klâsik baba
anlayışıyla özlememişim; Muzaffer Sansözen olarak özlemişimdir. Beraber
olduğumuz zaman, zamanı çok yoğun geçirirdik. Sivas'a otobüsle giderken, ilginç
bir şey anlattı. Biz önümüzdeki koltuğun kenarım tutuyoruz. Bana: "Şimdi
bir kaza olsa, senden benden başka herkes yaralanır. Çünkü, evde oturuyorlarmış
gibi oturuyorlar. Otobüste öyle oturulmaz. Yarın gazete yazabilir ki;
"Ankara'dan Sivas'a giderken bir otobüs kaza geçirdi. Muzaffer Sansözen
ile oğlu Memil, çok temkinli oldukları için sıyrık bile almadan kurtuldular,
diye yazarlar." dedi. Hem pedagog, hem didaktik bir üslupla yaklaşırdı.
Yeri geldiği zaman, sıkmadan anlatırdı. Babamın mektubundaki öğütlerine uydum.
İyi bir insan olmaya, iyi bir yurttaş olmaya çalıştım. Hatta bu yüzden yurt
dışına okumaya bile gitmedim. Kendi milletime hizmet vermeyi yeğledim" <28\
·
(28) SARISÖZEN Memil, 10.7.1992 tarihli
görüşme, İstanbul 1992.
BOLUM
: II
MUZAFFER
SARISÖZEN'İN SANAT CEPHESİ
A.
MÜZİK ARAŞTIRICISI
Sarısözen,
büyük özveri ile yaptığı araştırmalar sonucunda makalelerini ve eserlerini
oluşturmuştur. Bu bölümde makalelerinden bir kısmını ve eserlerini, içerik
bakımından inceleyeceğiz.
Sarısözen'in
eserleri şunlardır:
·
1)
1941 'de Seçme Köy Türküleri
·
2)
1952'de Yurttan Sesler
·
3)
1962'de Türk Halk Müziği Usûlleri
O'nun
kaleminden çıkan makalelerin bazıları ise şunlardır:
·
1)
Sivas'ta çıkan "Duygu ve Düşünce" dergisine yazdığı makaleleri,
·
2)
Çorum'da çıkan "Çorumlu" dergisine Çorum halayları hakkında yazdığı
makaleleri,
·
3)
"Radyo" dergisine yazdığı makaleleri,
·
4)
"Ülkü" dergisine halaylar ve çok seslilik hakkında yazdığı
makaleleri,
·
5)
Milli Eğitim Bakanlığınca çıkarılan "Güzel Sanatlar" dergisinin 2.
sayısında "Çok Sesli Müzik ve Bağlamalar" başlıklı makalesi ve 4.
sayısında "Kaval, Tulum ve Çifte" başlıklı makalesi.
Şimdi,
bu makalelerinden bazılarının ve eserlerinin içeriğini inceleyelim:
(Ülkü
Dergisi, 7. cilt, Sayı: 77, 1944)
Sarısözen,
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Devlet Konservatuarı arşivi için, 1944'te
yapılan 8. derleme gezisinde halli müziğinin iki sesli halk türküleri
kazandığını ifade eder. Bu türküler, yalnız Türk Müziği için değil, bütün müzik
alemi için heyecan uyandıracak önemli belgelerdir. Bu türkülerden ilkinin adı
"Siyah perçemlerin, gonca yüzlerin"dir. Heyeti, Pertek'te halk evinde
toplanan halk sanatçıları karşılar. îki kemane ve bir bağlama türküyü, kemane
çalanlarla bir okuyucu esas türküyü, bağlamacı da paralel beşliler halinde
yürüyen ikinci sesi söyler. Pertek halkı da, türküye ikinci bir sesin
katılmasını yadırgamaz. Dinleyenlerin, çalanların, söyleyenlerin tavırlarından
ve hallerinden bu tarz havalar dinlemeye alışık oldukları anlaşılır.
Tunceli'nin diğer illerle sosyal yönden bir alış veriş içinde olmadığı ve dışarıya
her yönden kapalı olduğu gözönüne alınırsa, buradaki müziğin, diğer şehirlerin
müziklerinden etkilenmediği sonucu ortaya çıkar ve böyle bir ortamda, çok
sesliliğin ilk şekilleri olan paralel 4'lü ve 5'lilerin doğması, gerçekten
dikkate değerdir. Bu parçaların iki sesli söylenmesi irticalendir.
(Ülkü
Dergisi, Cilt: 10-11, Sayı: 115, 1946)
Müzik
ve folklor bilimi için, tarihi belge özelliğini taşıyan iki sesli halk
türkülerinden İkincisi "Gül" adlı türküdür. Bu türkü de, ilk türkünün
derlendiği yörede derlenmiştir. Bu türküyü kaynak kişiler, bir keman ve bir
bağlama eşliğinde paralel beşliler şeklinde yürüyen iki seslilikle çalıp
söylemişlerdir.
îlk
çok seslilik şekli paralel beşli ve dörtlülerdir. Bunun ilk örneklerini
Tunceli'nin Pertek ve Hozat yerleşimlerinden derlenen "Siyah
perçemlerin" ve "Gül" adlı türkülerinde görüyoruz.
(Çorumlu
Dergisi, 1. Cilt, Yıl: 2, Sayı: 17, 1939)
Sarısözen,
bu makalesini Maarif Müdürü Neşet Köseoğlu'nun, Çorumlu dergisine "Çorum
Halayı" ile ilgili bilgi vermesini istemesi üzerine yazar. Çorum Halayını
Sarısözen, Çorumlu Mehmet Tezcan'dan derlemiştir. Sarısözen, halayın
Türkiye'nin birçok bölgesinde olduğunu; halayı çeken ya da seyreden kişilerde
duygu zenginliğinin oluştuğunu vurgulamaktadır. Sarısözen, bu makalesinde
oyuncuların halaya nasıl kaldırıldığını inceledikten sonra, Çorum Halayını
ağırlama, oynatma, iğilme, yelleme olarak dörde ayırıp, figür ve tempo
bakımından anlatır.
(Çorumlu
Dergisi, 1. Cilt, Yıl: 2, Sayı: 18, 1940)
Çorum
Halayının notası yer almaktadır.
(Ülkü
Dergisi, 3. Cilt, Sayı 30, 1942)
Sarısözen,
Sivas'ta zurnacı Hacı Avlar’dan derlediği halayı ağırlama, sıktırma ve hoplatma
olmak üzere üçe ayırarak, bölümlere göre halayın oynanışını ve figürlerini
anlatır. Figürlerin yanısıra halayın bölümlerine göre, temponun sürati ya da
ağırlığı konusuna da önem verir.
(Ülkü
Dergisi, 3. Cilt, Sayı: 35, 1943)
Sarısözen,
bu makalesinde, A. Yılmaz ve O. Bayatlı'nm "Bergama'da Milli Oyunlar"
adı ile Bergama Halk Evinde çıkarmış oldukları kitap hakkmdaki düşüncelerini
anlatmıştır. Öncelikle bu kitabın folklor ilmi için önemli bir yer tuttuğunu
vurgular. Sarısözen, Bergama'ya ait üç oyunun anlatılışını ve tarifini güzel
bulmuştur. Bunun yanında, düğünlerde oyunların bir gelenek halinde nasıl
başlayıp bittiğini anlatması bakımından eserin mükemmellik gösterdiğini ifade
eder. Oyunların tarifinde, figürleri 3'ler ve 5'ler esasına göre anlatmalarını
güzel bulur; ancak, figürlerin anlatımı musiki ile beraber değildir. Örneğin;
Bengi oyununda müziğin tamam olmadığı ve 1/4'lük zaman istediği görülmektedir.
Kitabı bu açıdan da eleştirmiştir.
Eserlerini
inceleyelim:
Sarısözen,
bu eserini Devlet Konservatuarı arşiv şefi iken 1941'de hazırlamıştır. Kitap 34
sayfa olup, İstanbul Remzi Kitabevi tarafından, İstanbul Rıza Köşkün
Matbaasında bastırılmıştır. Sarısözen, bu kitabını çeşitli yörelere ait
türküleri örneklemek, bir Halk Müziği kitabı örneği oluşturmak ve köy
enstitülerinde okutulmak amacıyla yazar. Kitabın içine aldığı türkülerin bütün
öğrenciler tarafından birlikte okunması için solfej çalışmasının yapılması
gerektiğini düşünerek, kitabın baş kısmına solfej bilgilerini ekler. Re-la
beşlisi ve re üzerinde hüseynî dizisine varan bir dizi ve tonla başlayan,
içinde tek ve iki ses bulunan bazı türküleri de örnek vermiştir.
Sarısözen,
solfej bilgilerini, o zamana kadar takip edilen metoddan farklı bir metot
halinde verir. O'na göre, bunun sebepleri şunlardır: O günkü solfej öğretimi, majör
bir gam göz önüne alınarak oluşturulmuştur. Çocukların müzik kültürü ise, inici
ve minör bir tonaliteye uygun melodilerden oluştuğu için, onların
benimsedikleri yolu seçerek, bu şekilde bir solfej öğretiminin faydalı
olacağını düşünür. Solfej kitaplarında farklı usullere ait türküler ve
alıştırmalar konulmadığını görerek, batı müziğinden farklı olan usullerdeki
türkülere yer verir.
Solfej
bilgilerinin ilk bölümünde ikili, dörtlü, beşli aralıklarla yapılan inici
gamlardan oluşan pasajlara; nota değerlerine, vuruşlara, sus işaretlerine ve
birçok müzik kavramlarının tanımlarına yer verir. Nazarî bilgilerden çok,
gerekli olan kavramları tanımlayarak, solfej dersinin kolay algılanmasını
sağlamış; halka yakın anonim melodileri seçerek, öğrencinin mana ve anlam
çıkarabileceğini ve rahat öğreneceğini düşünmüştür.
2/4,
3/4, 4/4, 5/4, 7/4, 9/4, 3/8, 5/8, 6/8, 7/8, 9/8, 12/8'lik ölçülerden oluşan 73
pasaj örnek vermiştir.
Kitabın
solfej bölümünden sonra örnek türkülere yer vermiştir.
Sarısözen,
bu eserini 1952'de yayımlamıştır ve Ankara'da Akın Matbaası tarafından
basılmıştır. Eserini yayımlarken ilkokulda, ortaokulda, lisede bütün sınıfların
seviyesinde türküler seçerek, öğrencilerin türküleri kolayca öğrenmelerini
amaçlamıştır. 108 sayfadan oluşan bu eserde, 68 türkü ve 15 oyun havası
bulunmaktadır. Eserinde, röprizlerin bölümüne konulmuş olan noktaların, o
kısmın nokta sayısı kadar tekrarlanacağını önemle vurgular. Diyez ve bemollere
rakamlar koyarak, seslerin kaç koma tiz veya pes olduklarını örnekleyen
türküler koymuştur. Ayrıca öğretim esnasında, aralıklardaki bemol ve diyezlere
konulan rakamlar yok sayılarak, naturel okunması şeklinde bir icra
öğütlenmektedir. Ayrıca, bu eserin 37. sayfasında bulunan "Ekin
Biçme" adlı türkü, Sarısözen'in okuyanların serbest konuştukları bölümü
hecelerin kısa ve uzunluklarına göre notalaması bakımından önemlidir.
Örneğin
: i. Kişi
a
la lım
al
da gel
2.
kişi
bul
da
gel
l.kişi
2. kişi
3. kişi
al
lan bal lan sal lan
Günümüzde,
TRT repertuarında bulunan türküler, "Yurttan Sesler" adlı ciltlerde,
numaralanarak verilmiştir. İlk kez Sarısözen, radyodaki Türk Halk Müziği
topluluğu için, bu başlık altında bir repertuar kitabı oluşturmuştur. Bu
bakımdan bu eser, büyük bir öneme haizdir. Eserde yeralan türkü ve oyun
havalarının isimleri şöyledir:
Dere
geçit vermezse Çiçekler konuşuyor Al mendili Osman Paşa Ha un ele Niksar'ın
fidanları Şu boyda Demirciler
Süpürgesi
yoncadan Çanakkale Yiğitleme Kirtmen kızı Kolbaşı
Estergon
Kalesi Osman Efe Bitlis'in dağları Abda verin Emmiler
Tıpır
tıpır yürüsün Kırat
Guguk
durnalar İhtiyatlar Şu İzmir'den Türkmen kızı Güvercin vurdum Ekin biçme
Gemiciler Seller aldı
Analar
sunalar
Sergen'in
başı
Bağ
altına
Bizim
eller
Menberi
Değirmende
Bahar
geldi
Yaz
geldi
Burçak
tarlası
Sarı
buğday
Köroğlu
Sepetçioğlu
Ayna
ayna ellere
Şenol
Bayburt
Hışhışrhançer
Akçe
ferikler
Evlerinin
önü
Heyamola
yalessa (Eyyam olsa yel ese)
Yörük
Ali
Topal
koşma
Karşılama
Yemenimi
Entere
aldım ;
Yörükler
yaylası
Urfa'nın
etrafı
Nalbandım
Hey
güzel
Dere
geliyor dere
Kars'a
giderim
Hakkı
Reis
Pınar
senin ne belalı başın var
Dinle
sana bir nasihat edeyim
Penceresi
püskül
Üsküdar'a
gider iken
Genç
Osman
Karanfil
deste gider
İstanbul'dan
Üsküdar'a
Al
yeşil giymiş allanır
Aman
avcı
Açıl
mor menevşe
Atabar
Veysel
bar
Halay
havası
Üç
ayak
Oyun
havası
Ankara
zeybeği
Bar
havası
Tamzara
Kazova
Ege'den
bir zeybek
Sinsin
Somali
zeybeği
Tavas
zeybeği
Oyun
havası
Konservatuar
folklor arşivinde muhafaza edilen derleme fişlerinde onun el yazısı ile değerli
bilgi ve notalar bulunmaktadır. Sarısözen'in derlediği türkülerin bir kısmını
1971'den sonra Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü bir
kısmını da 1975’te Ankara Radyosu banda kaydederek repertuarlarına
aktarmışlardır.
Muzaffer
Sarısözen, Türk Halk Müziği Usulleri kitabını, Ankara Devlet Konservatuarındaki
müzik folkloru dersleri için hazırladığı notları biraraya getirerek oluşturmuştur.
Bu kitap, Türk Halk Müziği usulleri hakkında yazılan ilk araştırma ve inceleme
kitabıdır. Eser, 1962 yılında Ankara'da Resimli Posta Matbaası Limited Şirketi
tarafından bastırılmıştır.
Sarısözen,
Türk Halk Müziğinin usul ve ritm bakımından olağanüstü bir güzellik, renklilik
ve ahenk taşıdığını ifade ederek,' çok güzel bir eser meydana getirmiştir.
Sarısözen, bütün halk müziği usullerinin bu kitabın içindekilerden ibaret
olmadığını; ancak yeni bir usulün de, bu kitapta tespit edilen kuralların
dışında kalamayacağını dile getirir.
Sarısözen,
usuller konusunu anlatmadan önce, halk müziğini uzun havalar ve kırık havalar
olmak üzere ikiye ayırır ve bunların tanımını yapar. Daha sonra, batı müziği
usullerine uyanları, doğu müziğine uyanları ve her iki müzik usullerine
uyanları şeklinde gruplandırmanın yanlış olduğunu düşünerek, halk müziğinin
kendi bünyesini göz önüne alıp usulleri şu şekilde tasnif eder: Ana usuller ve
üçerli şekilleri, Bileşik usuller, Karma usuller.
Bütün
usullere örnek verdiği türkülerde, diyez ve bemoller üzerine rakamlar koyarak,
seslerin kaç koma tiz veya pes olduklarını göstermiştir.
Ana
usulleri 2'li, 3'lü, 4'lü ve bunların üçerli şekilleri bölümüne yirmi türkü ve
oyun havası örnek verir. Bu örnekler arasında kaval için 2 sesli olarak yazılan
"Allı duma" adlı halay ile, Zonguldak Ereğli taraflarında bulunan 2
sesli ve nefesli bir halk sazı olan çifte için iki sesli olarak yazılan
"Küçek Havası" önemli yer tutmaktadır.
İkili
ana usullere yurdun her tarafında ve özellikle Orta Anadolu'da çoğunlukla oyun
havası olarak rastlanmaktadır ve ikili oyun havalan yörelere göre değişik
isimler almaktadır. Sivas'ta "Şıkırdım Havası", Tokat'ta "Sağma
veya Zahma", Trabzon, Giresun ve Ordu'da "Metelik", "Kol
Bastı", Burdur ve İsparta'da "İnce Hava" gibi. İkili ana
usullerin üçerli şekillerinin Orta Anadolu'dan başlayarak doğuya doğru
çoğaldığını görüyoruz. Üç vuruştu ana usuller ve bunların üçerli şekilleri
bölümünde on sekiz türkü ve oyun havası örnek vermektedir. Üç vuruşlu ana
usullere her yörede olmakla beraber, çoğunlukla güney doğu ve kuzey doğuda
rastlanmaktadır. Ağır üçlülere Gaziantep, Urfa ve Elazığ'da, hareketli olanlara
da Muş ve Kars'da rastlanmaktadır. Üç vuruşlu ana usullerin üçerli şekillerine
de en çok doğu Anadolu'da rastlanmaktadır. Dört vuruşlu ana usuller ve bunların
üçerli şekilleri bölümüne on sekiz örnek vermektedir. Bu örnekler içinde iki
sesli olarak yazılan "Siyah Perçemlerin" adlı türkü iki seslilik
açısından önemli bir örnektir. Dört vuruşlu ana usullere ve bunların üçerli
şekillerine memleketin her tarafında rastlanmaktadır. 2'li, 3’lü, 4'lü
parçaların ağır kısmı bu vuruşlarla, yeldirme kısmında da bunun üçerli şekli
hakim olmaktadır. Bu kural, üçlü ve dörtlü vuruşlar için de geçerlidir.
Kitabın
ikinci bölümünde bileşik usullere yer vermiştir. Bileşik usuller, ana usullerin
belirli kurallarla bir araya gelmesinden oluşmaktadır.
Beş
vuruşlular (3+2), (2+3);
Altı
vuruşlular (4+2), (3+3);
Yedi
vuruşlular (3+2+2), (2+3+2), (2+2+3);
Sekiz
vuruşlular (2+3+3), (3+2+3), (3+3+2);
Dokuz
vuruşlular (3+2+2+2), (2+3+2+2), (2+2+3+2), (2+2+2+3), olmak üzere beşe
ayrılmaktadır ve halk müziğinin en güzel ve en zengin örneklerini içeren
bileşik usuller, ikili ve üçlülerin sıralanmsındaki incelik ve ahenk, renkli
ritm özellikleri yaratmaktadır. Sarısözen, beş vuruşlulara altı türkü örnek
vermektedir. Önce 3, sonra 2 olanlardan, önce 2 sonra 3 olanlar fazladır. Sivas
ve Gaziantep çevrelerinde rastlanmaktadır. Erzurum, Erzincan ve Kars
çevrelerinde çok yaygın olan bu usule "Sümmanî ağzı" denir. Bileşik
6'h usullere 8 parça örnek vermektedir. Bu örneklerden anlaşıldığı gibi,
çoğunlukla Güney Doğu Anadolu bölgesinde rastlanmaktadır. Bileşik 7'li usullere
12 türkü örnek vermektedir. 7 vuruşlu bileşik usullere her yörede olmakla
birlikte, süratli yedililere Trabzon ve Rize çevrelerinde rastlanmaktadır.
Bileşik yedililerdeki üçlülerin senkoplu olması, ritm bakımından zengin bir
durum meydana getirmektedir. Bileşik yedililere örnek olarak verilen 2 sesli
yazılmış "Gül" türküsü dikkate değerdir. Bileşik sekizli usullere 9
tane türkü örnek vermektedir. Örneklerde en çok 3+2+3 şekli görülmektedir.
Hemen hemen her yörede rastlanmaktadır. Bileşik dokuzlu usullere 22 tane oyun
havası ve türkü örnek vermektedir. Ritm yönünden kırık havaların en zengini
olan bileşik dokuzlulara şu yörelerde rastlanmaktadır. Trakya'da 9'lu
bileşikleri en ağırından en hareketlisine kadar görmek mümkündür. Batı ve Güney
Batı Anadolu, 9'lu bileşiklerin en çok toplandığı bölgelerdir. Ağır tempolu
bileşik 9'lulara "Zeybek Havası" denir. Zeybek havalarının hızlı,
süratli olanlarına "Kıvrak Zeybek" denir. Antalya ve Burdur'da
2+2+2+3 şeklindeki bileşik 9'luların süratlilerine "Teke Zotlaması"
denir. Burdur'da 2+3+2+2 şeklindeki bileşik 9'lular "Dımıdan" adını
ahr. İsparta'da 2+2+2+3 şeklindeki bileşik 9'luların süratlisi
"Daddiri", 2+3+2+2 şeklindeki bileşik 9'luların süratlisi
"Gakgili" adını alır. Çok hareketli bileşik 9'lulara
"Karşılama" adı da verilmektedir. Karşılamalara Trakya, İstanbul,
Samsun, Ordu ve Giresun'da rastlanmaktadır. Kütahya ve Hatay'da bileşik
9'luların örnekleri görülmektedir. Sivas'da, Erzurum'da, Kars'ta bileşik 9'lu
oyun havalarına rastlanmaktadır. Tunceli'de "Koşalma" adlı bileşik
dokuzlu ilginç bir oyun havasına da rastlanmaktadır.
Kitabın
üçüncü bölümünde karma usuller yer alır. M. Sarısözen, bileşiklerin veya ana
usullerle bileşiklerin biraraya gelmesinden oluşan karma usulleri, 5, 10, 11,
12, 15, 16, 18, 20, 21 zamanlı olmak üzere gruplara ayırmaktadır. 10'lu karma
usullere (3+2+2+3 - 2+3+3+2) 10 tane oyun havası ve türkü örnek vermektedir.
Çeşitli senkopların yer almasıyla ilginç bir ritm hâzinesine sahip olan 10'lu
karma usuller; Sivas ve Gaziantep'te başlar ve doğuya gittikçe sıklaşır. 1 l'li
karma usullere (7+4-5+6) 3 türkü örnek vermektedir. Sarıkamış, Erzincan ve
Elbistan yörelerinde rastlanmaktadır. 12'li karma usullere Elazığ'dan
"Koyunu hor eyledim" (2+3+2+3+2) adlı türkü ile Erzurum'dan
"Tutam yar elinden" (3+2+2+2+3) adlı türküyü örnek vermektedir. 15'li
karma usullere (7+8) 6 türkü örnek vermektedir. Bu usullere, güneyde ve doğuda
bazı illerde rastlanmaktadır. 16'h karma usullere Üsküdar'dan
"İstanbul'dan gelir kayık" ve Antalya'dan "Çay başına bostan
ektim yayıldı" adlı türküleri örnek vermektedir. 18'li karma usullere 6
türkü örnek vermektedir. Bunlar çoğunlukla doğuda ve güneydeki halaylardır.
20'li karma usullere Erzincan'a ait olan "Yalan dünya" adlı türküyü
örnek vermektedir ve kuzey doğuda rastlanmaktadır. 2l'li karma usullere iki
türkü örnek vermektedir ve kuzey doğu illerinde rastlanmaktadır.
(
Sarısözen,
bu usullerle ilgili eserinin içinde çok seslilik ve tulum hakkında da bilgi
vermektedir. Şimdi onları inceleyelim. Halk Müziğinin bünyesinde ve temelinde
çok seslilik özellikleri yatmaktadır. Çok seslilik, Halk Müziği'nin
bağlamasında, kavalında, tulumunda, kemençesinde, kemanesinde, çiftesinde ayrı
ayrıdır.
Müzik
tarihlerinde tek seslilikten çok sesliliğe geçişin ilk şekillerinin paralel
4'lü ve 5Tiler olduğu bilinmektedir. Pek çok müzik tarihçisi, çok sesliliğin
ilk kez batıda başlamış olduğunu savunarak, doğuda başlamış olacağına hiç
ihtimal vermezler ve buna sebep olarak da doğuda yapılan çalışmalarda bir ipucu
bulunmadığını gösterirler. Buna rağmen, bağlamanın çok eski bir tarih
evveliyatına sahip olması gözönüne alınırsa, çok sesli müziğin önce batıdan çok
doğuyu ilgilendirdiği ve çok sesliliğe geçiş devrinde Türklerin büyük rol
oynadığı anlaşılmaktadır. Buna bir örnek verelim: 1944 yılında Halil Bediî
Yönetken, Rıza Yetişen ve Muzaffer Sarısözen, Tunceli Pertek'in Ulupınar
Köyünden 1319 doğumlu Süleyman Kaya ile Hozat'ın Yaldızağaç Köyünden 1317
doğumlu İsmail Oğuz'dan çok sesliliğin ilk şekli olan paralel 4'lü ve 5'lilerin
görüldüğü "Siyah Perçemlerin" ve "Gül" adlı türküleri
derlemişlerdir. Bu bölgeler coğrafî ve sosyal sebepler yüzünden, çevre illerle
irtibatı kesilen bölgeler olduğu için konunun önemini bir kat daha arttırmakta,
türkülerin otantik olması ihtimalini kuvvetlendirmektedir.
Tulum
en çok Rize'nin Pazar İlçesinde görülmekle beraber, nefesli ve çift sesli bir
müzik aletidir. Toklu dersinden tulum çıkarılarak, koluna beş perdeli bir çift
kamış eklenir. Ayak tarafındaki sipsi ile tulum şişirilerek hava depo edilir.
Tulumdaki kamışların sesi ünisondur. Sarısözen, tulumda iki ses halinde kulağa
gelen melodilerin aynı düzgünlükte devam etmesi ve iki seslilik açısından
uygunsuz bir durumun oluşmamasına dikkati çeker. Her parçanın belli bir çift
seslilik şekli olduğu sonucunu çıkarır.
Sarısözen,
basıma hazır" Altay Türküleri" adlı üç ciltlik eserini,
yayımlayamamış; vasiyeti üzerine Neriman Altındağ Tüfekçi, yayımlamaya
çalışmışsa da arşivde bulamamıştır^22^.
Şimdi
Sarısözen'in makalelerinin ve eserlerinin ilk sayfalarından örnekler verelim.
Devlet
Konservatuarı Folklor Arşivi için Maarif Vekilliğince tertip edilen halk
musikîsi ve halk oyunları derleme gezisinin bu yıl sekizincisi yapıldı. Her yıl
başka başka bölgelerin araştırmalarında derleme heyetinin saz ve ses bakımından
karşılaştığı yeni yeni konularla gittikçe zenginleşen Folklor Arşivi, bu yıl da
iki sesli halk türküsü kazanmış bulunuyor.
Sadece
yurt içinde değil, yurt dışı folklor aleminde de heyecan uyandıracak kadar
önemli birer belge olan bu iki sesli orijinaller, Tunceli'nin Pertek Kazasında
Süleyman Kaya ve İsmail Oğuz'dan plağa tespit edilmiştir.
Heyetçe
Pertek'e vardığımız zaman, Halk Evinde toplanarak bizi bekleyen halk
sanatçıları arasında iki kemane ve bir bağlamanın katılmasıyla sözleri Pertek'e
ait bir parça okunuyordu. Türkünün kulağınıza çarpan sesleri bizi hayrete
düşürdü. Çünkü çalman ve söylenen türkü tek sesli değil, düzgünce söylenen iki
sesli bir parça idi. Kemane çalanlarla onlara sazsız olarak katılan bir
okuyucu, esas türküyü, bağlamacı da paralel beşliler halinde yürüyen ikinci
sesi söylüyordu. Türküyü kestirmeden hemen biz de dinleyenlerin aralarında yer
aldık.
Orada
bulunan Pertekli halkın, türküye ikinci bir sesin katılmasından çıkan başkalığı
hiç yadırgamadan adeta veci içide dinlemeleri dikkati çeken bir olaydı.
Çalanların, söyleyenlerin bu tabiî hallerinden açıkça anlaşılıyordu ki bu bölge
halkı bu tarzda havalar dinlemeye alışıktı.
O
çevre halkının kendi aralarında söyledikleri bu "çift sesli türküler"
üzerine yapılması gerekli incelemelerle şu noktalar da aydınlanmış oldu:
·
1-
Halk sanatçıları, yukarda işaret ettiğimiz bu çift sesliliği bir yanlış eseri
olarak söylememişlerdir. Çünkü birkaç defa ara verdirerek tekrar tekrar
dinledik, hep aynı düzgünlükle devam etti ve o gün kaba taslak notaya aldığımız
bu ve diğer bir parçayı bir gün sonra plakla tespit ettiğimiz zaman gene aynı
neticeyle karşılaştık.
·
2-
Bu parçaların iki sesli söylenmesi gelenek halinde değil, irticai kabilindendi.
Çünkü bu iki türküyü plağa alacağımız zaman yarım saat beklemeye mecbur kaldık.
Onlar devamlıca tek sesli olarak çalıyor ve söylüyorlar, biz de usulsüzlük
olmasın diye, işlerine karışmıyorduk. Nihayet coştular, "veed"e
geldiler. Ancak o zaman iki seslilik başladı ve devam etti.
Gelecek
yazımızda İkincisinin de notasını vereceğimiz bu türkülere Tunceli gibi belli
sebepler altında yüzyıllarca çevresinden ilgisi kesilmiş bir bölgede raslanmış
olması bunların folklor bakımından önemini bir kat daha arttırmaktadır.
Çalan
ve söyleyenler:
Pertek
Kazasının Ulupınar Köyünden 1319 doğumlu Süleyman Kaya ile Hozat Kazasının
Yaldızağaç Köyünden 1317 doğumlu İsmail Oğuz.
Siyah
perçemlerin, gonca yüzlerin Garip bülbül gibi zar eyler beni. Hilâl ebruların,
âhu gözlerin Tiğ-i sevda ile yaralar beni. Sevda-yı aşkınla âh ü zar oldum
Kalmadı tahammül, bi-karar oldum. Cemalin göreli sevdakâr oldum. Korkarım ki bu
dert paralar beni. Elif kametine hayran olduğum, Gece gündüz hayaline döndüğüm.
Hep senin içindir boyun eğdiğim. Yoksa zaptedemez bu yerler beni.
Ülkii'nün
yeni seri 77'nci sayısında 1944 yılında derlenen iki sesli halk türkülerinden
birisini yayımlamıştık. Aşağıda İkincisinin de notasını verdiğimiz bu iki sesli
halk türküleri, hiç şüphe yok ki; yalnız bizim değil, bütün dünya folklor
âleminin en seçkin tarihi belgeleri arasındadır.
Pertek
İlçesinin Ulupınar Köyünden 1319 doğumlu Süleyman Kaya ile Hozat'ın Yaldızağaç
Köyünden 1317 doğumlu İsmail Oğuz'dan 1944'te plâğa alınan bu türkünün, kolay
anlaşılabilmesi için, saz kısmını bir tarafa bırakarak sadece vokal halinde
kulağa gelen seslerini notaya aldık.
Bir
bağlama ve bir kemane ile söylenirken tespit ettiğimiz "Gül"
türküsünde paralel kent şeklinde yürüyen iki seslilik vardır. Notasında görülen
kentlerden başka birkaç aralık da,sanatkârların bu türküyü küçük aralıklarla
söylemiş olmalarından doğmaktadır.
Yirmi
yıla yakın bir zaman üzerinde durduğumuz Türk halk sazlarında çok seslilik,
konusunun telli saz çeşitlerinden bağlamalardaki şeklini Millî Eğitim
Bakanhğı'nca yayımlanan "Güzel Sanatlar" dergisinde genişçe bir yazı
ile tesbit etmiştik^. O yazıda, Türk bağlamalarında gördüğümüz çok seslilik
şeklinin çoğunlukla paralel beşlilerden kurulmuş olduğu sonucuna varılmıştı.
Gene
bu dergide, nefesli halk sazlarımızın çok seslilik karakteri üzerinde de biraz
durmuş ve çok seslilik başlangıçlarıyla ilgili bir olay karşısında
bulunduğumuzu kaydetmiştik^.
Ülkü'nün
yeni seri 77'nci sayısında birincisini ve bugün İkincisini verdiğimiz bu iki
sesli halk türküleriyle, gene paralel beşlilerden kurulmuş çok sesliliğin vokal
olarak ta, şehir müziği tesirinden uzakta kalan halk arasında yaşamakta
olduğunu tesbit etmiş bulunuyoruz.
Bilindiği
gibi, paralel beşliler ve dörtlüler, sanat tarihinin kaydedebildiği ilk çok
seslilik şeklidir. Musiki tarihleri bunu böylece yazıyor. Yazıyor ama bugün
ortaya koyduğumuz bu kuvvetli belgelerin bir eşini de gösteremiyor ve sadece bu
çeşit çok sesliliğin ilk defa nerede, ne zaman başladığının henüz
belirtilememiş olduğunu işaret etmekle iktifa ediyor. Halbuki biz, folklor yolu
ile, dedelerimizin zamanımıza kadar ulaştırdığı belgelere dayanarak, bugün
hayran olduğumuz çok sesli Avrupa musikîsinin başlangıçlarındaki büyük
hissemizi elimizle kendi tarihimize yazmış bulunuyoruz. Bu belgeler,
başkalarıyla çürütülmedikçe bu böyle kalacaktır.
·
(1)
Güzel Sanatlar, sayı: 2. 1940: Milli Eğitim Bakanlığı yayımı.
·
(2)
Güzel Sanatlar. sayı: 4,
1942: Milli Eğitim Bakanlığı yayımı.
Devlet
Konservatuarı Folklor Arşivi No: 1247: B/1944
Renkli
ve zengin mündericatiyle Halk Evlerimizin bu günkü neşriyatı arasında belli bir
mevkii olan "Çorumlu" dergisinin ilk nüshasında kıymetli
meslektaşımız Bay Sadi Leblebicinin'Çorum Halayı" hakkında güzel bir
yazısını okudum. Notasıyla birlikte çıkan bu yazıdaBay Sadi "Çorum
Halayı"nm seyircileri üzerinde bırakacağı intibaı şirin bir ifade ile
canlandırdıktan sonra yazısına: "Figürlerinin tesbitini de genç oyunculara
bırakıyorum" diye son veriyordu.
Çorum
halk şarkılarını derleme esnasında başta İlbay Salih Kılıç olduğu halde Parti,
Belediye ve Halk Evinin lütfen gösterdikleri kıymetli muzaheret sayesinde,
yakında tedkik etmeğe fırsat bulduğumuz "Çorum Halayı" hakkında
Maarif Müdürü bay Neşet Köseoğlu "Çorumlu" için benden de bir yazı
istedi.
Çorum'daki
kültür gibi "Çorumlu dergisinin de her gün biraz daha olgunlaşması
hususundaki büyük gayretlerine yakından şahit olduğumuz değerli maarifçinin bu
teklifini bir vazife telakki ederek hemen işe başladımsa da, zihnimi takılıp
kaldığı bir noktadan bir türlü kurtaramıyordum.
Acaba
halay figürlerinin tesbiti için sayın meslektaşımız Bay Sadi'nin ileri sürdüğü
evsaf bende var mı idi?
Yani
bana "genç oyuncu" denilebilir mi idi? îşte bu ciheti düşünüp
dururken, bir aralık, şimdiye kadar derlemeler yaptığımız yerlerde Tasladığımız
toplu oyunlara -muhitin telakkilerine göre riayet edilmesi icap eden bütün
kayidlerden silkinerek-hemen iştirake can attığını hatırladım. Şu İmalde bana
"oyuncu" demekte mahzur yoktu. Yine bir bakımdan gençlik çağını
aşmamışdım da. Çünkü gençlik evsafını kaybedenlerin bu oyunlara iştirakine
maddeten imkân yoktu. Yahut bu oyunlarla fiilî münasebetleri olanların
gençliğini kolay kolay kaybetmesine ihtimal verilemezdi.
Bir
çok tarafında halk arasında yaşamakta olan toplu oyunları görüp de, bunların
sağlık ve neşe kaynağı olduklarına derhal hükmetmemeğe imkan yoktur. Sağlık ve
neşe... Gençlik bundan başka bir şey midir ki?
Kalaycılar
içinde altmışını aşmış nice yaşlı gençler görülür ki bunlardaki; dinçliğe ve
neşeye hayran olmamak elden gelmez. Millî oyunların kahramanı olan bu yaşlı
gençler, henüz farkına varmadan, çöken yeni neslin yaşsız ihtiyarlarına ne
müessir birer örnektirler!
Halayın
faydası yalnız bir beden mümaresesi olmaktan ibaret değildir. Bu oyunların
hemen hepsi figürlerinin cazibesi, nüanslarının inceliği, ifade güzelliği ve
bir kelime ile "bediî"'likleri bakımından da ciltler dolduracak
zenginliktedirler.
Halayı
seyreden halk işte bu zenginlik içinde kendini duyar ve bu zengin duygu onlarda
yüksek heyecanlar yaratır.
Halaylar
kalabalık bir kitle karşısında çekilirken öyle anlar gelir ki; seyirciler,
oyuncular ve müzik tamamen hem ahenk olurlar. Bu anda halay bir mahurdur. Bu
nefis mahure bağlanan gönüller hep beraber döner, dolaşır.
Oyuncular halaya nasıl kaldırılır?
Düğünlerin,
donanmaların ve her çeşit eğlenceli toplantıların başlıca heyecan vasıtası olan
halaya oyuncular hiç bir vakit kendiliklerinden talip olamazlar. Eğer düğünse,
düğün kâhyasının yahut ev sahibinin teklifi ve orada mevcut halkın yardımıyla
kaldırılır. Halayı kimlerin iyi oynadığını halk bilir. Ev sahibine yahut o
toplantıyı idare edene adlarını söylerler. Bazan doğruca kendilerine de hitap
ederler: "Kasım! Sen de kalk. Yiğit! Ne nazlanıyorsun..." gibi.
Bu
şekilde ayağa kalkanlar, kendi aralarından en iyi oyuncuya başı teklif ederler,
İkinciye de oyunu çok iyi bilenlerden birisi seçilir. En sona gelecek oyuncunun
da vazifesi mühimdir. O daima başı kollar. Oyunun fazlaca sürat aldığı yerlerde
orta kısmın vaziyetini bozmamağa çalışır.
Çorum
halayı dört kısımdır:
·
1-
Ağırlama,
·
2-
Oynatma,
·
3-
îğilme,
·
4-
Yellem.
Ağırlama,
oyunun ilk kısmıdır. Ve belli başlı dört figür göze çarpar:
1
-Çömelerek yere diz vuruş, doğruluş,
·
2-
Yürüyüşle karışık ayak hareketleri,
·
3-
Eğiliş ve doğruluş,
·
4-
Çapraz karşılaşmalar.
1-Oyuncular
küçük parmaklarını birbirine kilitlemek suretiyle, orta girintili ve yanlar
hafif çıkıntılı olarak kavisli bir dizi yaparlar. Baş ve son oyuncuların
ellerinde birer mendil vardır. İkincinin eli de mendillidir. Bu mendili baş ve
ikinci oyuncular beraber tutarlar. Baş oyuncu bazan sıradan ayrılarak
oyuncuların karşısına geçtiği zaman, ikinci oyuncu derhal mendili kaldırarak
oyunu idareye başlar.
Halaycılar
oyuna başlamadan önce, sağlar sola ve sollar sağa dönerek ağız beraberliği yapacak
tarzda eğilir ve yüksek sesle "He..........y" diye bağrışırlar.
Bundan
sonra tekrar doğrulmuş olan oyuncuların, her tempo başında nefis bir irginti
yaparak yavaş yavaş çökmekte oldukları görülür. Dizlerin sağa sola açılması
suretiyle yapılan bu çöküşle tam çömelme vaziyetine gelindiği zaman evvelce sağ
diz, her tempo başında sola aşağı hareket ettirilmek suretiyle üçüncü tempo da
hafifçe yere vurulur. Dördüncüde eski vaziyete gelinir. Bunu takip eden üç
tempoda sol diz yere vurulur ve dörtte eski çömelmiş vaziyete
dönülür.............
Başlangıcı
ve yürüyüş figürleri düz halayın aynı olan garkın (garhın) halayı, başlıca üç
bölümden kurulmuştur: Ağırlama, sıktırma ve hoplatma.
Garkın
ağırlaması: Oyuncular,
küçük parmaklan birbirine kilitleyerek bir dizi olurlar. Orta biraz geride ve
her iki uç ileridedir. Yürüyüş başladıktan sonra kavislilik devam etmez. Garkın
halayında yürüyüşler yalnız ileriye değildir. Her ileri gidişin ardından bir de
geri gidiş vardır. Geri gidiş figürlerinde başçılık rolü son oyuncuya geçer.
Bunun için bu halayda yalnız başçekenin değil, sondaki oyuncunun da oyunu çok
iyi bilenlerden seçilmesine önem verilir.
Garkın
Halayının ilk figürü, yerinde yapılan ayak hareketleridir. Saz, notada 1 numara
ile işaretlenen ilk kısmı çalarken ilk dörtlükte sağ ayak pençesi hafifçe yere
vurulur. İkide yine sağ ayak, belirsizce bir diz kırmasıyla yerden kesilir ve
üçüncü dörtlükte tekrar yere konulur. Dörtte gövdeler sağa yükletilirken sol
ayakta azıcık yerden kesilir. Bu anda oyun dizisinin sağa doğru güzel bir
sallantı yaptığı görülür.
Çalgı
ikinci ölçüye geçince ilk dörtlükte yerden kesilmiş bulunan sol ayak hafifçe
yere vurulur. İkincide yine sol ayak yerden kesilir ve üçüncüde tekrar yere basılır.
Dördüncüde gövdeler sollar üzerine bindirilirken sağ ayaklar da yerden kesilmiş
bulunur. Bu defa da oyun dizisinin sola doğru güzel bir sallantı yaptığı
görülür. Bundan sonraki iki ölçüde bu figür bir daha tekrarlanır......
Garkın
(Garbın) Halayı
Yazanlar:
A. Yılmaz, O. Bayatlı, Cumhuriyet Matbaası, İzmir.
Kapağı
şahlanan bir efenin güzel bir pozuyla süslenmiş bulunan bu eser bize Bengi,
Harmandalı ve Arpazlı oyunlarının Bergama'daki şeklini figür figür
tanıtmaktadır. İçerisinde dedelerinimizin yiğitliklerinden, inceliklerinden ve
tarihimizin derinliklerinden destanlar söyleyen yirmi beş kadar resim vardır.
Bu resimler Kozak ve Kaşıkçı efelerinden oyun arasında alınmış olması kitaba ayrıca
bir değer kazandırmıştır. Bunlar arasında Hasan Çakı Efe, Tuzcu efe, Sadık
Efe, Mustafa ve Rıza Dinçer gibi yabancısı olmadığımız simalar da vardır. Hasan
Çakı Efe bizim öğretmenimizdir. O da, Âşık Veysel gibi, halk bilgisi alanında
bize çok şeyler öğretmiştir. Bundan birkaç ay evvel Sandık Efenin kasnak
oyunundaki ustalığına hayran kalmıştık. O gün Ankara Halk Evi sahnesinde, bu
altmışlık delikanlının dimdik dolaşması otuz yaşındaki ihtiyarlarımıza ne güzel
bir dersti! Gene o gün Hasan Çakı Efenin oyunda ve oyunu idarede gösterdiği
yüksek başarıyı dakikalarca alkışlamıştık. Şimdi tam zamanında elimize geçen bu
eserle birkaç ay önce doya doya seyrettiğimiz oyunlardan üçünün en küçük
noktalara kadar izahlarını da almış bulunuyoruz.
Bergama'da
Milli Oyunlar adlı
eserde üç oyunun tarifinden başka, düğünlerde gelenek halinde oyunların nasıl
başladığını ve nasıl bittiğini anlatan bir kayıt var ki bu da folklorcuyu
oyunlar kadar ilgilendiren konulardan birisidir. Kitap, bu bakımdan da dikkati
çekecek bir mükemmellik göstermektedir.
Büyük
emeklerden sonra memlekete bu güzel eseri veren sayın A. Yılmaz ve O. Bayatlı
ile notaları kaleme alan üstad Ahmet Yekta Madran ve Rıza Özgen'e candan
tebriklerimizi ve eserin basım ve yayımını temin eden Bergama Halk Evine
şükranlarımızı sunmayı borç biliriz. Kitap hakkmdaki görüşlerimizin hulâsasını
yukarıda kaydettik. Şimdi bizi tereddüde düşüren bir, iki küçük nokta üzerinde
biraz duracağız.
Oyunların
tarifi işinde figürleri üçler ve beşler esasına göre anlatmak güzel bir buluş,
fakat musikî ile beraber değil. Misal olarak "Bengi"yi ele alalım.
Önce üçleri yaptık, sonra beşlere geçtik ve beşinci adımda sağ ayak ileri
atılmış ve sol geride olduğu halde öylece kaldık. Fakat musikî tamam olmadı.
Daha bir dörtlük zaman ister. İşte bizi tereddüde düşüren nokta budur.
Ankara
Halk Evinde gördüğümüz oyunda burada, yani altıncıda bir kaykılma durumu
almıyordu ve bu figürün tekrarında üçlerin birincisi sol ayağın sağ ayak yanına
getirilmesiyle başlıyordu. Eğer bu görüşümüzde yanılmamışsak oyunun üçler ve
altılar esasına göre düzenlenmesi ve tarifte küçük bir değişiklik yapılması
zorureti vardır. Bu suretle dokuz dörtlük devam eden musikînin her vuruşuna
rastlayan hareketler de tamamiyle tespit edilmiş olacaktı. 24
Bergama'da
Milli Oyunların "Bengi"deki
"manalı hareketler" kısmı çok alâka vericidirler. Eser sahiplerinin
ince araştırmalardan sonra tamamiyle unutulmak üzere bulunan bu nefis
hareketleri yeniden ortaya koymaları hiç şüphe yok ki bir başarıdır. Oyunun
renkliliği, zenginliği ve ifadesi bakımından büyük bir önem taşıyan bu kısmın
da tam birer figür olarak tarifi yapılsa ne güzel olacaktı. Önceleri oyunun
esasına dahilken sonraları ihmale uğradığı kuvvetle tahmin edilebilen bu güzel
figürlerin yapılması acaba üçlerin yahut altılıların nerelerine rastlamaktadır?
Birer "manalı hareket" olarak güzelce tarifi yapılmış bulunan bu
kısmın da, şüphesiz, musikî ile ilgisi ve uyarlığı vardır. İşte bizi tereddüde
düşüren noktalardan birisi de budur. Memlekete çok lüzumlu bir eser kazandırmış
olan değerli meslektaşlarımızdan bu cihetin tespit edilmesini de sabırsızlıkla
bekliyoruz.
Oyunun
esas figürlerinden ziyade, manalı hareketler üzerinde bizi durduran sebep;
burada topluca oynanılan bu oyunların, gene orta Anadolu'nun toplu oyunlarından
halaylarla, "diz üstüne gelişlerden başka müşterek noktalarının
bulunduğuna dair elimize ipucu vermesidir. Bıyık bükmelerde ve beraberce
karşıya el uzatmalarda olduğu gibi.
Bu
kitabı muhtelif mıntıkaların halk türkülerinden temiz ve güzel örnekler vermek
ve bir halk müzik kitabı örneği meydana getirmek maksadıyla yazmaya çalıştım.
Kitap, en geniş halk tabakasını teşkil eden köylülerimizin çocuklarını
içlerinde toplayan köy enstitülerimizin talebesi için de faydalı olabilirse
maksadına iki yoldan varmış olur.
Çocuklarımızın,
tahsil çağında iken hep beraber memleket türküleri söylemeye alışmalarının,
muhtelif bakımlardan, güzelliğini düşünerek seçtiğim otuz sekiz köy türküsünü
bastırmak üzere matbaaya vermiştim. Basım işinin tamamlanacağı sırada, bu
türkülerin pürüsüzce söylettirilebilmesi hususundaki şahsî düşüncelerimi
kıymetli meslekdaşlara arzetmek için birkaç satır yazı yazmayı tasavvur ettiğim
zaman, bu sahada söylenilecek sözlerin birkaç satırla değil birkaç sayfa ile de
bitmeyeceğini anladım. Bunun yerine -maksada uygun- bir "Solfej"
hazırlamak daha kolay ve daha faydalı olacaktı.
Bu
suretle kitabın baş tarafına sonradan ilave etmek, mevkiinde kaldığım
"Solfej" kısmında şimdiye kadar takip edilen metodun değişmesine beni
mecbur eden terbiyevî sebepleri iki nokta etrafında toplayabiliriz:
1
-Bugünkü solfej tedrisatında tatbik edilen metot majör bir gamın icaplarına
göre düzenlenmiştir. Halbuki çocuklarımızın muhitinden aldıkları müzik kültürü
ekseriyetle inici ve minör bir tonaliteye uygun melodilerden teşekkül
etmektedir. Onları hedefe götürürken tanıdıkları ve benimsedikleri yolu seçmek
ve mevcut bilgilerinden istifadeyi düşünmek elbette daha uygun olacaktı.
2-Solfej
kitaplarımızda bugün halk türkülerine de yer verilmiş fakat bu melodilerin
farklı olan usullerine ait temrinler konulmamıştır. Usulleri garp musikîsinden
daha hassas olan türkülerimizi yüzlerce talebeye falsosuz söyletmek mevkiinde
bulunan bir öğretmenin, hiç şüphe yok ki; bu hususta kendisine yardımcı olacak
bir solfeje ihtiyacı vardı.
Yukarıdaki
iki esasa göre tertip edilen solfej kısmına ilk giriş, halk musikîsinde çok
ehemmiyetli yer tutmuş olan beşli, dörtlü, ikili aralıklarla yapıldığı gibi
yeni notalar daima inici olarak verildi ve bir oktav içindeki sesler tamamlanıncaya
kadar ifade bakımından birbirine çok yakın melodiler kullanıldı. Bundan başka
toplu okuyuşta beraberliğin ruhu demek olan tempoya ve not kıymetleri kadar
sükût kıymetlerine de ehemmiyet verildi.
Solfej
dersinin cazibeli olması, mutlak surette söylenebilir ki talebenin mana
çıkarabileceği melodilerle karşılaşması demektir. Bu itibarla, çocukları
ezberciliğe alıştıracağı düşünülmeye bile lüzum görülmeden, hece şeklindeki
ifadesiz temrinlerin yerine ekserisi halkın kendi malı olan melodiler konuldu.
Ve nazarî bilgilerden ancak pek lüzumlu olanları kısa notlar halinde ilave
edildi.
Başta
işaret edildiği gibi, bu solfej bir konuşma mahiyetinde öğretmen arkadaşlara
hitap edecek yazı yerine pek kısa bir zamanda hazırlandı. Tatbik mevkiine
girdiği vakit belki teferruata ait bazı noktaların tashihi icap edecektir. Yani
talebe bir kısım temrinleri noksan bulacak, bazılarını tamamıyla atacak ve
yeniden bazı temrinlerin konulmasına ihtiyaç gösterecektir. Kıymetli
meslektaşların bu cihetleri not etmeleri metodun düzelmesine doğrudan doğruya
müessir olacağı gibi müzisyenlerimizin yüksek tenkitleri de mükemmelleşmesini
temin edecektir. Yeter ki bu yardımlar esirgenilmesin.
·
1-
Bu kitaptaki parçalar seçilirken, ilkokullardan liselere kadar bütün sınıfların
seviyeleri gözönünde tutulmuştur.
·
2-
Röprizlerin bazılarında görülen fazla noktalar, o kısmın üç veya dört defa
tekrarlanacağını belirtmek üzere konulmuştur.
·
3-
Folklorcuların da kitaptan faydalanmaları düşünülerek "Aralıklarda görülen
farkların koma nisbeti diyez ve bemollere rakam koymak suretiyle
işaretlenmiştir. Okullarda bu çeşit rakamlı "arıza"ların yok
sayılarak natureline gidilmesi ve sadece üçle gösterilen bemollerin tam bir
bemol halinde icrası ehemmiyetle gözönüne alınması gereken noktalardandır.
DERE
GEÇİT VERMEZSE
Dere
geçit vermezse
Atlarım
taştan, taşa
Yaylaları,
dağlan
Aşanm
baştan başa
Oy
nereye, nereye
Koyun
inmiş dereye
Uzaktan
el eyleme
Gel
beriye beriye
Derenin
oylumuna
Kuş
konar yaylımına Görüşelim, gülelim
Geldik
yol ayrımına
Vay
nereye nereye
Koyun
inmiş dereye Uzaktan el eyleme
Dön
geriye geriye
Notalar;
İtalya ve İngiltere'de matbaacılık ihtisası yapmış olan Öğretmen Nazım Ülgen'in
el yazısıdır.
TÜRK
HALK MUSİKİSİ USULLERİ
İlk
bakışta monoton gibi gözüken Türk Halk Musikîsinin, araştırdıkça, çeşitli
yönlerden incelikleri ihtiva eden nefis bir sanat hüviyeti taşıdığı anlaşılır.
Konu
bakımından, yeryüzünde ne kadar tabiî ve sosyal olay varsa, halk musikîsinde
hepsinin de yer aldığı görülür.
Estetik
bakımından, bir sevinci, bir elemi ifade eden ve çeşitli olayları canlandıran
melodilerin en ince örneklerini yine halk müziğinde bulabiliriz.
Türküleri
notaya alırken, kullanmağa mecbur kaldığımız çeşit çeşit ölçüler ve yeni yeni
ritm şekilleri gösteriyor ki; Türk Halk Musikîsi, usul (Mezür-Ritm) bakımından
da olağanüstü bir renklilik ve güzellik taşımaktadır.
Halk
musikîsimizin usulleri hakkında topluca ilk etüdü ihtiva edecek olan bu kitap,
Ankara Devlet Konservatuarındaki "Müzik Folkloru" dersleri için
hazırladığım notların bir araya getirilmesiyle yayın alanına çıkmış oldu.
İyi
şartlar içinde uzun yıllar süren bir çalışma ve araştırmaya rağmen halk
musikîsi usullerinin bu kitaptakilerden ibaret olduğunu söylemeyi ihtiyatsızlık
telakkî etmekteyiz. Ancak kuvvetle tahmin edilir ki, bundan sonraki
incelemelerde karşılaşmamız ihtimali olan yeni bir usul, bu kitapta tesbit
ettiğimiz kuralların dışında kalamayacaktır.
Türk
Halk Musikîsini incelemek için önce iki büyük kısma ayırmak lazımdır:
1
-Uzun havalar.
2-Kırık
havalar.
Halk
musikîsini meydana getiren ezgilerden bir kısmı ölçüye sokulamazlar. Bu çeşit
parçalar, ritm bakımından da esaslı bir şekil göstermezler. Bunların sadece
dizisi ve dizi içindeki seyri bellidir. îşte bu özellikleri gözönüne alarak
uzun havalan şöyle tarif edebiliriz:
Ölçü
ve ritm bakımından serbest olduğu halde, dizisi bilinen ve dizi içindeki seyri,
belli kalıplara bağlı bulunan ezgilere "Uzun Hava" denilir.
Halk
musikîsinin dizileri bakımından, büyük önemi olan uzun havalardan birkaç isim:
Bozlak,
Maya, Garip, Kerem, Hoyrat (Horyat) Divan, Kesik, Yanık, Müstezat, Aydos, Eğin,
Türkmeni, bir kısım "Ağıt"lar ve bu uzun havalardan birisinin
kalıbına uyduğu halde, bölge bölge ad değiştiren bazı parçalar (Orta Anadolu'da
Kaya başı, Yüksek hava, Dağ başı sözcükleri de "Uzunhava" anlamını
taşır.)
UZUN HAVA TERİMİ HAKKINDA KISA BİR AÇIKLAMA
"Uzun
hava" tabiri, halk sanatçıları arasında çok seyrek olarak geçmektedir.
Sanatçılar "Bir uzun hava okuyacağım." demezler. Ancak, okudukları
parçanın mahiyeti sorulduğu zaman "Uzun havadır" diye açıklarlar.
Türküler
ve oyun havaları gibi, ölçüsü ve ritmi belli olan parçalara "Kırık
hava" denilir.
"Kırık
hava" sözcüğü halk sanatçıları arasında çok geçmez. Ancak, okunacak
parçanın, maya mı, bozlak mı olduğu sorulunca, "Kırık havadır." veya
sadece "Kırıktır." şeklinde açıklarlar.
"Uzun
hava" ve "Kırık hava" konusunda vardığımız sonuç şudur ki; halk
anatçıları usulü belli olan parçalarla usulsüzleri birbirinden ayırmış ve
birisini "Uzun", birisini de "Kırık" diye
vasıflandırmıştır.
5-,
§
Bazı harflerin mahallî konuşmadaki değişikliğini belirtmek üzere, yalnız
notadaki yanlara, şu işaretler konuldu:
S
n— Harfinin üstünde şöyle - bir işaret olursa onu eski harflerdeki sağır kaf
(naf) gibi okuyacağız.
§
k— Harfinin altında bir nokta bulunursa onu, boğazdan gören kaf gibi
okuyacağız.
§
h— Harfinin üstünde bir nokta bulunursa onu, eski harflerde (h) den sonra gelen
noktalı (hı) gibi okuyacağız.
§
Diyez ve bemoller üzerindeki rakamlar takribi olarak koma nisbetini gösterir.
§
.................Sazla icra edilecek noktalar.
§
(Özel) Resmi derlemelerle ilgisi olmayan ve hususî araştırma ile ele geçirilen
parçalar.
·
B.
MÜZİK DERLEYİCİSİ
17
Ağustos 1937'de, Hasan Ferit Alnar, Necil Kâzım Akses, Ulvi Cemâl Erkin, Halil
Bediî Yönetken ve teknisyen Arif Etikan'dan oluşan grup, Ankara'dan Sivas'a
derleme yapmak için gelirler. Ahmet Kutsî Tecer, Halil Bediî Yönetken'e,
Sansözen'in bu heyete katılmasını tavsiye eder ve Sansözen'in ilk derleme
gezisi gerçekleşir. 1938 yılında Sarısözen, Ankara Devlet Konservatuarı folklor
arşiv şefliğine tayin edilir^25\
Dördüncü
derleme gezisinden itibaren, gezi başkanı Muzaffer Sarısözen olur. Halkla
kolayca yakınlık kurmasını bilen ve ezgiyi hemen notaya alabilen Muzaffer
Sarısözen, derleme ürünlerinin daha gerçekçi ve hızlı elde edilmesini sağlar.
Şimdi,
bu derleme gezilerini kronolojik olarak özetleyelim.
Ferit
Alnar, Necil Kâzım Akses, Ulvi Cemâl Erkin, Halil Bediî Yönetken, Muzaffer
Sarısözen ve teknisyen Arif Etikan'dan oluşan grup, 1937 yılının ağustos ve
eylül ayları içinde 1,5 ay süresince, Sivas, Elazığ, Erzincan, Erzurum,
Gümüşhane, Trabzon ve Rize illerinde derleme yapmıştır. 588 ezgi
derlemişlerdir. Derlenen ezgilere şunları örnek verebiliriz: Rize ve Trabzon'un
Kolbastı, Metelik oyun havaları, Sallama, Hemşin, Sıkayak, Seyrek, Kız horon
havaları; Elazığ'ın maya, hoyrat gibi mahallî havaları; Sivas'ın Düz,
Abdurrahman, Gızıh, Garhm, Üç ayak gibi halayları; Karacaoğlan'dan,
Ruhsatî'den, parçalar; Erzurum, Erzincan ve Gümüşhane'nin bar havaları, Sümmanî
ağzı, Emrah'ın koşmaları...
Bu
derleme gezisini iki ayrı grup yapmıştır. Ferit Alnar, Cevat Memduh Altar,
Halil Bediî Yönetken ve Tahsin Banguoğlu'ndan oluşan birinci grup, Kütahya,
Afyon, Denizli, Aydın, İzmir, Manisa, Balıkesir illerini tarayarak, 603 ezgi
derlemiştir. Bu gezi, 1938 yılında bir buçuk ay devam etmiştir.
Ulvi
Cemal Erkin, Muzaffer Sarısözen, Nurullah Taşkıran ve teknisyen Arif Etikan'dan
oluşan ikinci grup, Malatya, Diyarbakır, Urfa, Gaziantep, Kahramanmaraş ve
Adana illerini tarayarak, 735 ezgi derlemiştir.
Nurullah
Taşkıran'ın başkanlığında Muzaffer Sarısözen, Mahmut Ragıp Gazimihal ve
teknisyen Rıza Yetişen'den oluşan grup, 1939'da ağustos ayında sadece Çorum
ilini taramıştır. On beşgün süren gezide, 241 ezgi derlenmiştir. Derlenen
ezgiler içinde, Pir Sultan Abdal'dan türküler, ağıtlar, güzellemelerle ayrıca
ve halay havalan önemli bir yer tutmaktadır.
Muzaffer
Sansözen'in başkanlığında Mahmut Ragıp Gazimihal, Mithat Fenmen ve teknisyen Rıza
Yetişen'den oluşan grup, 1940 yılının ağustos ayında, sadece Konya ilinde
derleme yapmıştır. Yirmi gün süren çalışmada, 512 ezgi derlenmiştir. Derlenen
ezgiler arasında kadın oyun havalan, kavalla çalınan dağ ve köy havaları,
Rumeli havaları, kaşık havaları, divanlar ve koşmalar örnek sayılabilir.
Halil
Bediî Yönetken, Muzaffer Sansözen ve Rıza Yetişen'den oluşan grup, 1941'de
Kayseri, Niğde, Maraş ve Seyhan civanndaki Türkmen aşiretleri arasında derleme
çalışmalannı yapmıştır. 412 halk ezgisi derlenmiştir. Derlenen ezgiler arasında
halaylar, oyun havaları, Avşar ağıtları, bozlaklar ve Karacaoğlan'a ait
türküler örnek verilebilir.
1942
yılının temmuz, ağustos aylan içinde bir buçuk ay süren derleme gezisi,
Muzaffer Sansözen, Halil Bediî Yönetken ve teknisyen Rıza Yetişen'den oluşan
grup tarafından İsparta, Burdur, Antalya ve Muğla'da yapılmıştır. 426 ezgi
derlenmiştir. Sipsi, kaval, davul, zurna ile çalman oyun havalan, gurbet
türküleri ve zeybek oyunları derlenenler arasındadır.
Yedinci
derleme gezisini, yine Muzaffer Sansözen, Halil Bediî Yönetken ve teknisyen
Rıza Yetişen'den oluşan grup, 1943 yılında, Tokat, Amasya, Ordu, Samsun,
Giresun ve Trabzon'da yapmıştır. Elli gün içinde 772 ezgi derlemişlerdir.
Trabzon'da horon havaları; Tokat ve Amasya'da halaylar, turnalar, yıldız ve
bozlağı andıran uzun havalan metelik ve kolbastı oyun havaları; Samsun, Giresun
ve Ordu'da karşılama, kaşıkçı ve imeci havalan derlenmiştir.
Bu
gezi, 1944 yılında aynı grup tarafından, Elazığ, Tunceli, Bingöl ve Muş'ta
yapılmıştır. Bir buçuk ay süren gezide, 293 halk ezgisi derlenmiştir. Lavuk,
maya, hoyrat ile çeşitli oyun havalan tespit edilmiştir.
Bu
gezi, aynı grup tarafından 1945'te Ankara, Çankın, Yozgat ve Kırşehir'de
yapılmıştır. İki ay süren gezide, 432 ezgi derlenmiştir. Misket, Meşeli, Yıldız
gibi türküler ile bozlaklar, sürmeliler ve sohbet havaları derlenen ezgiler
arasındadır.
1946'da
aynı grup, İçel, Antakya ve Antalya'da derleme yapmıştır. 285 halk ezgisi
derlenmiştir.
·
1947
yılının temmuz ve ağustos aylarında aynı grup, Çanakkale, Bursa, Tekirdağ illerini
tarayarak 258 ezgi derlemiştir.
·
1948
yılının temmuz ve ağustos aylarında aynı grup, Bolu, Sinop ve Zonguldak
illerini tarayarak 190 ezgi derlemiştir.
f
·
1949
yılının temmuz ve ağustos aylarında aynı grup, Bilecik ve Eskişehir illerini
tarayarak 117 ezgi derlemiştir.
·
1950
yılının haziran ve temmuz aylarında aynı grup, Van, Kars, Çorum ve Ağrı'yı
tarayarak 373 ezgi derlemiştir.
·
1951
yılının haziran ve temmuz aylarında aynı grup, İzmit ilini tarayarak 53 ezgi
derlemiştir.
·
1952
yılında, aynı grup, İzmir, Siirt, Mardin ve Bitlis'i tarayarak 204 ezgi
derlemiştir.
Bu
derleme gezilerinin dışında, yine Ankara Devlet Konservatuarı adına Muzaffer
Sarısözen, tekbaşına iki derleme gezisi daha yapmıştır. 1955'te İstanbul'da
Altay Türklerinden 55 ezgi derlemiştir. 1957'de İstanbul'da 66 ezgi derlemiştir
^26\
Uzman
bir folklorcu olan Muzaffer Sarısözen, bu derleme gezilerinde, bütün
Türkiye'nin müzik folklorunu yakından tanıma fırsatını bulmuştur. Derlenen
10.000 civarındaki halk ezgisini, tele, muma ve taş plaklara kaydetmiştir. Daha
sonra, bu türkü ve oyun havalarını konservatuar arşivinde bir düzene koyarak,
bir kısmını notaya almıştır; ancak diğer kısmını notaya alıp değerlendirmesine
ömrü vefa etmemiştir.
Sarısözen,
türkü ve oyun havalarının yanısıra, halk oyunlarının da öncüsü olmuştur ve
derleme gezilerinde halk oyunlarını görüntüleyen bir fotoğraf albümü
oluşturmuştur. Bağlama, cura, mey, özellikle zor bulunan çifte kaval, kemençe,
kaval, tulum, davul, zurna, tef, darbuka gibi birçok halk sazını toplayarak
konservatuar arşivinde bir kolleksiyon oluşturmuştur.
Bu
arada Sansözen ile ilgili bir deyimi hatırlatalım: Hem türkü, hem oyun, hem de
halk çalgıları derleyen Sansözen için, Mesut Cemil "Bedeni küçüldükçe,
ruhu büyüyen arşiv böceği" demiştir.
Sarısözen'in
plaklara aktardığı ezgilerin bir kısmını Halk Kültürlerini Araştırma ve
Geliştirme Genel Müdürlüğü (HAGEM), bir kısmını da TRT Müzik Dairesi banda
kaydetmiştir. Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarındaki çok eskimiş olan
derleme fişlerini gözönüne alırsak, bizden sonraki nesillere kalabilmesi
açısından, buradaki türkü ve oyun havalan ile onlara ait bilgileri tek tek
kaleme almamız, bizim için faydalı olacaktır. İşte Sarısözen'in derlediği bu
ezgilerin listesi ekte sunulmuştur.
Sarısözen'in
konservatuardaki derlediği türkülerin melodik ve söz yapısı ile bugün TRT'de
bulunan şekilleri arasındaki farklılıkları ya da eksiklikleri tahlil edelim;
ancak bu tahlile geçmeden önce Türk Halk Müziği’nin yapısını içeren çok kısa
bir bilgi vermemiz, sanırım yerinde olacaktır.
A.Ses
Sistemi: Türk Halk
Müziğimizin en belirgin özelliklerinden biri yerel nitelikli olmasıdır.
Yörelere göre farklı nitelikler gösteren Türk Halk Müziğini ve ses sistemini
kurallaştırmak çok genelde mümkün olabilir ve genele gidildiğinde Halk
Müziğinin yerel ve özel olma niteliğinin tanımlanabilme şansı kalmaz. Müzik
eğitiminde ve tanımlamada kolaylık sağlamak amacıyla Sadettin Arel, Suphi Ezgi
ve Murat Uzdilek tarafından geliştirilen Türk Müziği ses sisteminden
yararlanılmaktadır. Bu sisteme göre diyez (#) 4 komadan bemol (b) 5 komadan
oluşmaktadır. Ayrıca halk müziğimizde Muzaffer Sansözen'den bu yana diyez ve
bemol işaretlerinin üzerine koma değerlerini belirlemek üzere rakamlar
konulmaktadır.
En
yaygın halk çalgımız olan bağlamada lâ tonuna göre son yarım yüzyıldan bu yana
ençok kullanılan perde düzeni: lâ, si bemol, si bemol iki koma, si, do, do
diyez üç koma, do diyez, re, mi bemol, mi bemol iki koma, mi, fa, fa diyez üç
koma, fa diyez, sol, sol diyez, lâ olmak üzere 17 sesten oluşmaktadır.
Türk
Halk Müziğini zengin kılan en önemli özelliği, üslûp ya da tavır özelliğidir.
Türkünün sesleri kadar, onun söyleniş biçimini belirleyen bu özellikler de
önemli rol oynamaktadır. İşte bu özellikler, yöre yöre değişen karakteristik
özellikleri belirler. Bazı ezgi ve üslupların çok kesin bir şekilde belli
yörelere ait oldukları anlaşılmıştır.
B.Usul
Sistemi: Usul, ölçü
yerine kullanılan bir kavramdır. Çünkü usul genel olarak Türk Müziğinde, ölçü
yanında bir de tavır ve uslubu belirler. Türk Halk Müziğinde güney doğunun
5/8'lik parçası ile Köroğlu veya Sümmanî'nin havasının 5/8'liği, tavır ve üslûp
olarak da birbirinden ayrılır. Kavramlaşmanın diğer söylenmesi gereken yönü
ise, yine bu usullerin ölçü ile değil, belirli adlarla anılmasıdır: Karşılama,
Zotlatma, Datdiri, Gakgili gibi adlar hızlı 9'lu vuruşlu usulleri, Metelik,
Şıkıldım, Sağma, Zahma gibi adlar, 2 vuruşlu usulleri belirlemektedir.
Türk
Halk Müziği usulleri üç bölümde incelenir.
·
1)
Ana usuller ve üçerli şekilleri (2,3 ve 4 birim vuruşlu)
·
2)
Bileşik usuller (5,6,7,8,9 birim vuruşlu)
·
3)
Karma usuller (10 ve daha fazla birim vuruşlu)
Usullerle
ilgili geniş bilgi, Sarısözen'in Türk Halk Müziği Usulleri kitabının içeriği
anlatılırken verilmiştir.
C.Türler,
Şekiller, Biçimler: Türk
Halk Müziği ezgileri yapı bakımından uzun hava ve kırık hava olmak üzere ikiye
ayrılır. Kırık hava; belirli bir dizisi olan ve bu dizi içerisinde belirli bir
usulle seyreden ezgileridir. Kırık havalar, anlatım ve söyleniş biçimi gibi
çeşitli unsurlara göre "zeybek", "bengi",
"güvende", "bar", "horon" gibi değişik isimler
alırlar. Uzun hava; belirli bir dizisi olan ve bu dizi içerisinde belirli seyri
bulunup, serbest bir ağızla söylenen ezgileridir. Çoğu zaman bir solist ses
tarafından söylenmekle beraber, "gurbet havası" gibi ezgilerde
eşlikli okumaya da rastlarız. Hem yöreden yöreye, hem de okunuş uslubu
bakımından uzun havalar da "maya", "hoyrat"
"bozlak", "gurbet havası", "divan", "yol
havası" gibi formlara, biçimlere ayrılarlar. Bunlardan birkaçını açıklayalım:
Mayanın, özel ezgisi yanında, en belirleyici unsuru sözlerdir. Hece ölçüsünün
8+3= 11 kalıbıyla yazılmış, dört dizeli şiirler söylenir. Doğu Anadolu'da
yaygın olan bir uzun hava biçimidir. Ayrıca "cılgalı maya", "düz
maya" gibi çeşitleri de vardır. Divan da aruz ölçüsünün "fâilatün,
fâilatün, fâilatün, fâilün" kalıbıyla yazılmıştır. Daha sonra halk
şiirinin 15'li hece ölçüsü ile söylenen şiirlere de "divan" denmeye
başlanmıştır. Aruz ölçüsü ile şiir yazan şairlerin şiirlerini "divan"
adında bir çeşit antolojide toplamalarından dolayı, bu tür yazılmış ve halk
arasında da yaygın olarak söylenen parçaların hepsine bugün "divan"
denmektedir. "Müstezat", "Semâî", "Kalenderi"
gibi çeşitleri hem şiir biçimi, hem ezgi bakımından birbirinden farklı olmasına
karşılık, hep divan diye anılmaktadır.
Türk
Halk Müziği ezgileri ayrıca sözsüz (çalgısal-enstrümental) ve sözlü olmak üzere
de ikiye ayrılırlar. Sözsüz ezgiler, belirli bir veya birden fazla çalgıya, söz
eşliksiz olarak çalınan kırık hava veya uzun hava türündeki ezgilerdir. Oyun
havalarını, peşrevleri, güreş havalarını ve uzun hava ayaklarını (zemin, yol
gösterici ezgi) örnek verebiliriz. Sözlü ezgiler, çalgı eşliği olsun ya da
olmasın, halk şiiri tarzında yazılmış sözler aracılığı ile sadece sözle icra edilen
ezgilerdir. Sözlü halk ezgilerinin en çok rastlanılan biçimleri
"bentlerden" sonra, "bağlantı" (nakarat, kavuştak,
dönderme) denen belirli kalıpların tekrar edildiği biçimlerdir ki; buna
"türkü" adı verilir. Türküler, genellikle belirli bir konuyu işleyen
ve anlam bakımından birbirine bağlı bentlerden meydana gelmiştir. Türkülerin
diğer bir yaygın şekli ise "mani dörtlük"lerinden oluşan şeklidir. Bu
dörtlüklerin arka arkaya kullanımında bir anlam bütünlüğü yoktur. Sonradan bir
araya getirilmişlerdir.
Bentlerden
oluşan türkülere örnek:
I.
bent : Dön beri dön beri de yüzün göreyim
Yüzün
görenlere kurban olayım
Nakarat
: Gel gülüm gel ha gel gel (Kavuştak- Gel şirin gel di gel gel Bağlantı) Di gel
di gel adına kurban
Di
gel di gel şanına hayran Di gel di gel gadan ben ahm.
II.
Bent : Evlerin önü de paşa makamı Çıkmaz kalem ile yazdım vefamı
Nakarat
: Gel gülüm gel ha gel gel Gel şirin gel di gel gel
Mani
katarlarından oluşan türkülere örnek :
Merdiven
üstündeyim Dal boyun kaslındayım Yarim beni sorarsa Ben murad üstündeyim
Yola
giderim yavaş
Kundurama
değdi taş Yar ben senin yüzünden Düşmana dedim gardaş
Sür
koyunu hansa Sözle sözün vansa
Beş
günüm sana feda On gün ömrüm vansa
Türk
Halk Müziğinin yapısı ile ilgili verdiğimiz bilgiler ışığı altında, örnek
seçtiğimiz türkülerin tahlilini yapalım:
Konyadan
bir örnek: "gitme bülbül gitme"
Türk
Halk Müziğinde önemli bir bölge olan Konya'dan, Sansözen, Konya ağzı ve tavrı
ile bu türküyü derlemiştir. Türkü hakkındaki ön bilgiler, kendi yazısı ile
yazdığı derleme fişinde bulunmaktadır. Konservatuarda türkülerin notaları
yoktur ve plaklardan dinleyerek, melodik seyri incelemeye çalıştık. Ezginin,
TRT repertuarına almışı M. Sarısözen’in derlediği şekliyledir. Melodik olarak
yöresel okunuş (ağız) ve yöresel çalmış (tavır) bakımından, usul sistemi
bakımından bir eksiklik göstermez; ancak TRT repertuarına aktarılırken,
Sarısözen’in aktardığı sözler dikkate alınmadan aktarılmıştır. Sansözen
fişlerde türkülerin sözlerine büyük bir önem ve dikkat göstermiştir. TRT
repertuanna aktanhrken, fişlerdeki türkü sözleri Ortak^ (Standart) Türkçe ile
değil de, yöresel ağzı içeren transkripsiyon alfabesi ile yazılsaydı, daha iyi
olacaktı, zira bunu Ortak (Standart) Türkçeye çevirmek bir göz melekesi ile
olabilirdi. 27
Silifke'den
bir örnek: "portakalım tekerlendi"
Fişteki
bilgilere göre bu türküyü, Muzaffer Sansözen, Halil Bediî Yönetken, Rıza
Yetişen 16.8.1946'da Silifke'de Ali Rıza Gülşen’den derlemiştir. TRT
repertuanndaki notasına baktığımızda, Ahmet Yamacı belirlenmeyen bir tarihte
Cavit Erden'den derlemiş gözükmektedir. Muzaffer Hocanın derlediği şekli (yani
plaktaki şekli), TRT repertuarına hizmet veren kişilerin eline geçmemiştir.
Ahmet Yamacı, aynı türküyü aynı bölgede derlemiştir. Her iki şeklindeki türkü
metnine baktığımızda, yine sözlerle ilgili farklı bir durum karşımıza çıkıyor:
Portakalım
tekerlendi
Öptük
sıra şekerlendi anem çiçeğim yar
Benim
göynüm efkarlandı, kız oğlana siperlendi
Gel
benim zülfi siyahım, aman aman
anem
güzelim yar yar
Portakalım
daş üstüne
Her
ne dersem baş üstüne
Galem
oynar gaş üstüne
Bağlantı
Sansözen
sözleri bu şekilde verirken, Ahmet Yamacı daha farklı veriyor.
Portakalım
tekerlendi
Yedik
sıra şekerlendi aman gidelim yar
Benim
yarim şikarlandj
Gel
benim zülfi siyahım aman kaçalım yar yar
Türkü
sözlerinde hem eksiklik var, hem de transkripsiyon alfabesi ile
aktarılmamıştır.
Muğla'dan
bir zeybek: Alı da verin benim barudumu"
Bu
türkü melodik seyir bakımından (yöresel tavır bakımından) TRT repertuarına
aynen aktarılmıştır; ancak yöresel şive ve ağız belirtilmemiştir.
bandımı
- barutumu
galdı
- kaldı
yârden
- yardan
billorlarda
- billurlarda
Karadeniz'den
bir örnek: "gemiciler kalkalım"
Türkünün
ilk şeklindeki ön bilgiler ile TRT repertuanndaki ön bilgiler birbirini
tutmaktadır. İlk şeklini plaktan dinlediğimizde, TRT repertuarına bu şekilde
aktarıldığını görürüz. Zira Sansözen notaya almıştır. Sözler arasındaki farklılıklar
görülmektedir.
irgati
- ırgatı
havıyar
- havyar
keyfumuza
- keyfimize girelum - girelim
aci
- acı
Diğer
örnek türkülerde de görüldüğü gibi, derleme fişlerindeki karakteristik dil,
ağız özelliklerini belirten şekli, TRT repertuarına aktarılmamış ve günümüz
Türkçesine göre yazılmıştır.
Antep'den
bir türkü: "bahçalarda zerdali"
Tipik
bir Antep türküsü olan bu türkünün melodik seyrinde bir ihtilaf yoktur; ancak
diğer türkülerde olduğu gibi, yöresel ağız aynen aktarılmamıştır.
Bazı
türkülerin sözlerinin aktarılırken, eksik ya da değişik alındığı da
görülmektedir.
Eledim
eledim höllük eledim
Aynalı
beşikte nenni söyledim
"Nenni
söyledim" cümlesi, TRT repertuarında "bebek beledim" diye
geçmektedir. İlk şeklindeki nakaratı, TRT repertuarına değişik biçimde
aktarılmıştır.
Vurma
zalim vurma suçumu söyle
Rüyada
görmüştüm tecellim böyle
TRT
repertuarında;
Gitti
de gelmedi anam buna ne çare
Gitti
de gelmedi yavrum buna ne çare biçimindedir.
türkülerin
sözleri, plaktan dinlediğimiz şeklindeki şive ve ağızla aktarılmamıştır.
Fişlerdeki türkü sözleri, yöresel ağız çoğunlukla belirtilmeden yazılmıştır;
TRT repertuarındaki türkü sözleri ise günümüz Türkçesi ile aktarılmıştır.
Sarısözen'in ve arkadaşlarının derlediği türkülerin yöresel tavır ve ezgi
yapısı bakımından aktarılmalarında bir eksiklik yoktur; ancak hemen hemen bütün
türkülerin sözleri, derleme fişlerine yöresel ağız ile yazılmamıştır.
Dolayısıyla TRT repertuarında da aynı durum söz konusudur. Bütün türkülerin
sözlerinin plaktan dinlenerek, yöresel ağzı belirten transkripsiyon alfabesi
ile yazılması bir çalışma ve araştırma konusudur.
Bu
düşünceleri dile getirirken, aklımıza şöyle bir soru gelebilir: Sanatçı, türküyü
seslendirirken, o yörenin otantik şivesini kullanmalı mıdır? Tabiî ki hayır.
Böyle bir zorunluluk düşüncesi taşımıyoruz. Bence, otantik şiveyi kullanma
sanatçının kendi düşüncesine ve yorumuna kalmış bir şeydir. Ancak, Türk Halk
Müziğinin en belirgin özelliklerinden birinin yerel nitelikli olması sebebiyle,
otantik şiveyi ve buna paralel olarak da yöresel tavırları unutmamalıyız ve
bizden sonraki nesillere aktarmalıyız.
Bütün
bu örneklerden anlaşıldığı ve görüldüğü gibi, Sarısözen derleme fişlerine gereken
bütün ön bilgileri yazmıştır. Önce söylenenin adı, yaşı, mesleği, memleketi,
ezgiyi kimlerden öğrendiği gibi bilgileri açıklayan bölüm ile çalana ait aynı
bilgileri içeren bölüme yer vermiştir. Fişin ikinci bölümünde parçanın adı,
alındığı yer, tarih, plak numarası, plağın yeri gibi bilgileri aktarmıştır.
Üçüncü bölümde, parçanın kimler tarafından derlendiği, bütün sözleri, türküyle
ilgili düşünceler ve diğer bilgileri aktaran notlar yer almaktadır. Oysa TRT
repertuarında, sadece derlenen kişi, derleyen kişi, derleme tarihi ve yeri
yazılmıştır.
îkinci
olarak vurgulamamız gereken ve bizim konumuzu ilgilendiren esas nokta ise,
örneklerimizi ne kadar çoğaltsak da, Sarısözen'in ve arkadaşlarının derlediği
·
C.
MÜZİK ÖĞRETİCİSİ VE İCRACISI
Muzaffer
Sansözen, askerlik dönüşü Sivas'ta ilkokul öğretmenliğine başlar. Burada müzik
kabiliyetini görenler, Sivas ili hesabına İstanbul Belediye Konservatuarında
öğrenim görmesini sağlar (1925). Konservatuarın keman bölümünde Ekrem Besim
Tektaş'ın sınıfında öğrenimini tamamlar ve yeniden Sivas'a döner. Önce öğretmen
okulunda, sonra Sivas lisesinde müzik öğretmenliği yapar.
1930
yılının Eylül ayında Muzaffer Sarısözen, Sivas'a öğretmen olarak atanan Ahmet
Kutsi Tecer ile tanışır. Sansözen, 1930'da Ahmet Kutsi Tecer ile "Halk
Şairlerini Koruma Demeği"ni kurar ve buraya genel katip olur, ilk halk
şairleri bayramı 1931'de yapılır ve böylece Âşık Veysel, bu dönemde ortaya
çıkarılır. "Sivas Halayları" başlıklı yazısını yayınlar ve halaylann
notalarını koyar. Bu, bizde halaylar hakkında yazılmış ilk notalı makaledir.
17
Ağustos 1937'de Ankara'dan Sivas'a gelen Halil Bediî Yönetken, Ulvi Cemâl
Erkin, Hasan Ferit Alnar, Necil Kazım Akses ve teknisyen Arif Etikan'dan oluşan
derleme grubuna, Sivas'ta Muzaffer Sansözen de katılır.
ilk
derleme gezisindeki çalışkanlığı ve kabiliyeti ile dikkati çeken Sansözen,
1938'de Ankara Musikî Muallim Mektebi şan öğretmenliği kadrosu ile folklor
arşiv şefliğine getirilir. Konservatuardaki folklor arşiv şefliği yanında, Halk
Müziği Tarihi ve Milli Oyunlar öğretmenliği de yapar. Bundan sonra derleme
gruplarına katılarak, yurdumuzu baştan başa tarar.
Buraya
kadar verdiğimiz kronolojik dizin içinde, Sarısözen'in öğreticiliğini adım adım
görmekteyiz. Bu, öğreticiliğini ve icracılığını bundan sonra Yurttan Sesler
topluluğu üyelerini yetiştirmede ve Yurttan Sesler programını üretmesinde de
görürüz.
Muzaffer
Sarısözen'e kadar radyolarımızda, programlı ve metotlu bir halk müziği yayını
olmamıştır. Sansözen, folklorumuzun en zengin kaynaklanndan biri olan Türk Halk
Müziğini, Yurttan Sesler aracılığı ile hem yurda, hem dünyaya tanıtmıştır.
Sarısözen'in icracılığını anlamamız için, Yurttan Sesler topluluğunu anlatmamız
gerekir. Yurttan Sesler topluluğunu ilk gününden bugüne kadar, genel olarak
özetleyelim.
Radyoda
hem Sanat Müziği, hem de Halk Müziği sanatçılarından oluşan topluluğun adını,
"Yurttan Sesler" olarak, radyo müdürü Vedat Nedim Tör koyar ve bu
grubu Mesut Cemil bey yönetir. Topluluk 1940'da çalışmalarına başlar. Mesut
Cemil koroyu yönetir, Sarısözen ise her iki müzik türünden oluşan ses
sanatçılarına repertuar hocalığı yaparak koroyu ona hazırlar.
1940'11
yıllar, Muzaffer Sansözen için zor ve bunalımlı geçmiştir. Yurttan Sesler'de
Türk Sanat Müziği sanatçıları ile Türk Halk Müziği sanatçıları arasında üslûp
bakımından, tarz bakımından aynlıklar vardır. Türk Sanat Müziği sanatçıları
arasında Sadi Hoşses, Mustafa Çağlar, Mefaret Yıldınm, Halim Teker, Azize
Tözem, Perihan Sözeri, Sıdıka Çandarlı, Semahat Özdenses, Mahmut Karındaş,
Saadet Gürses, Nevzat Akay, Çevriye Ceyhun gibi sanatçılar vardı/32).
Türk Halk Müziği sanatçıları arasında da Neriman Altındağ, Muzaffer Akgün,
Sabahat Karakulakoğlu, Nurettin Çamlıdağ, Ali Can ve Turan Karabulut vardır.
Türk Sanat Müziği sanatçıları yetişmiş ve çoğu isim yapmış şöhret olmuş
kimselerdir. Yeni girmiş olan ve halk müziği içerikli sanatçılar da, onlara
ayak uydurmaya çalışarak programlara katılırlar. Sarısözen hem Halk müziği
içerikli sanatçıları nota, solfej, usul, edebiyat ve uslup bakımından tek tek
yetiştirmiştir; hem de halk müziğine yabancı olan sanat müziği sanatçılarına
türküleri ve uzun havalan bir arkadaş, bir dost gibi yaklaşarak, otantik şekli
ile öğretmiş ve başanlı olmuştur. Sanat Müziği sanatçılanna otantik şekli ile
geçtiği uzun havalar, halk tarafından dinlendiği zaman ses getirmiştir.
Örneğin; Perihan Sözeri, "Bizim elin koyunlan kuzular", "Sökülün
turnalar zamanı geldi", "Dağlar ağardı kardan" gibi uzun
havaları okuyunca halk buna olumlu tepki göstermişti/33). "Bir
Türkü Öğrenelim" adlı programla, yurdun dört bir yanından derlediği
ezgileri, radyo dalgaları ile bütün yurda iletmiştir.
1940-1941
yıllarında kurulan Yurttan Sesler topluluğu ile ilgili gelişmeler, Mesut Cemil
ve Vedat Nedim Tör'ün radyo konuşmalarında dile getirilmiştir. Bu radyo
konuşmalarını aynen aktaralım.
Mesut
Cemil, radyo konuşmasında şöyle diyordu; 1938'de Ankara'da yeni devlet radyosu
açılmıştı. Orada 1940-1941 yıllarını sıcak çalışmalarla doldururken bir gün, o
zamanki Basın Yayın Umum Müdürlüğünün baş müşaviri olan Vedat Nedim Tör, aynı
zamanda Ankara Radyosunun müdürü olarak iş başına geçmişti. Her zaman daha iyi,
daha güzel ve daha yeniyi genç bir arının hızıyla kovalayan yeni müdür, Klâsik
Türk Musikîsinin yanında ve en az onun hizasında bir Halk Musikîsini de Klasik
Musikîde olduğu gibi sistemli bir şekilde geliştirmeyi istiyordu. Bu yolda o
zamanlar sağ olan Osman Pehlivan'dan faydalanarak, dağınık gayretler yapmamış
ta değildik. Ama bu alanı sevgi dışında iyice bilebildiğimiz yoktu içimizde.
Vedat
Nedim Tör'e bunu anlattım. "Yarım yamalak bir işe ne girelim, ne de sen
bizden bunu iste, ehlini bulmak lâzım." dedim. "Bilen kimdir?"
dedi. Gözümün önüne Muzaffer Sarısözen'in dal gibi incecik hayali ve içinde
ideallerinin ateşi yanan gözlerini kırpıştırarak bakışı geldi. Ama ağzını
kımıldatıp da sözü kolay duyulmayan bu arşiv böceğine çok yoğun, pratik
çalışmalar gerektiren böyle bir işi sürekli olarak nasıl yaptıracağımızı
bilmiyorduk. Düşüncemi müdüre söyledim. Vedat Nedim: "Hadi hemen git
bul." dedi; dairenin arabasına atladım, Muzaffer Sarısözen ile radyoya
geldik.
Onu
bu işe sürmek hiç kolay olmadı. Gerçek ve halis meslek adamlarına has
titizlikler içinde, Sarısözen tereddüt ediyordu. Ancak Vedat Nedim o hararetli
ve coşkun, kandırıcı haliyle ve iki eliyle Sansözen'i omuzlarından sarsarak,
ismini de buldum. Bu yayınlara "Yurttan Sesler" adını vereceğiz
deyince, yumuşadı.
(32),
(33) TÜFEKÇİ Neriman Altındağ - TÜFEKÇİ Nida, 10.7.1992 tarihli görüşme,
İstanbul 1992.
Yeni
bir bölüm açtık. Fakat sazlar da eksikti, ses elemanları klâsik korodan, ince
saz faslına kadar her işe yetişmeye mecburdu. Bir de bu büsbütün yeni ve nazik
işe uymak zorunda bırakılıyorlardı. Bilmiyorduk. Repertuar olarak da sıfırdan
başlamak gerekiyordu. Yine Vedat Nedim'in rüzgârına tutulduk.
"Bilmiyorsak
öğreneceğiz" dedi ve ilâve etti "<Bir Türkü Öğreniyoruz"
saatini> açalım, biz ve bütün dinleyiciler hep beraber bir türküyü
mikrofonda tekrar tekrar söyleyip öğrenelim". O işe de başladık ve
sempatiyi de kazandık. O sırada Sansözen, halis folklorcu, titiz arşivci anlayış
ve duygusuyla, her folklorcu gibi, el değmeden saklamak, yabancılardan korumak,
istediği repertuarının sonucunu, önceden bilmediği bir açık meydan gezisine
çıkmasına çok güç razı olmuş, çekingen ve her an kaçıp gitmeye, her şeyi yüz
üstü bırakmaya meyilli görünmüştü. Yine bu sebepten, önceleri adını bile
vermekten çekinmiş, mikrofona yan yan bakmış ve Yurttan Sesler'in idaresini
radyo çalışmalarına kendisinden daha alışık bir arkadaşına bırakmayı tercih
etmiş, sadece eğitici ve öğretici bir görevle yetinmişti. Neden sonra yavaş
yavaş, adım adım ve bu adımların başarısını denedikçe kendisine gelmiş ve
sonunda ekibi yalnız halk müziği ile uğraşan ayn bir bölüm halinde kurma
hamlesiyle Yurttan Sesler'ine dalmış ve artık hiç bırakmamıştır. Çünkü, artık içinde
titiz folklorcunun yanında başka bir ses konuşuyordu. Bir milletin birliğini
yapan ve o birliği tutan en kutsal unsur onun folklor hâzinesidir. O sesler;
arşivci, folklorcu, derleyici, dinleyici Muzaffer Sansözen, asıl vatansever
aktif kişiliğini kendi içinde buluyor ve bölgelerde doğup kalan, oradan da
arşive kapatılan halk musikîsi materyalini, bölgeleri birbirine yaklaştıncı ve
yurdun bütünlüğünde birleştirici, yayıncı, yayımcı insan oluyordu. Halk Müziği
verilerinin arşiv depolarındaki rahatı, huzuru, emniyeti bırakıp, havalarda
dolaşan radyo dalgalarının sırtına binmesinde korkmakta haksız değildi Muzaffer
Sansözen. Bu nazik ve saf melodiler başı boş gezilere çıkınca kolayca
soysuzlaşabilirdi. Nitekim hepimiz onun korktuğuna uğradık. Halk türkülerimizin
birçoğunun kötü kullanıldığını gördük. Fakat Muzaffer Sansözen de, o titiz ve
temiz direnmesine paralel bir anlayışla şu gerçeği görmüştü ki; Halk Musikîmiz
bu yayılmaya ve geniş alanda yaşamaya layıktır ve bu arada bütünün bazı
parçalannı kaybetse de, bu yayılıştan gelecek fayda, o kayıplardan çok daha
büyüktür. B öylece asıl bedenden kopanları, büyük ilke uğruna feda etmeyi göze
aldı ve pratik yayın çahşmalanna girişti."
Vedat
Nedim Tör ise radyo konuşmasında şunları dile getirdi: "1940 senelerinde
radyolarımızda halk türküsü, halk müziği adetâ bir sığıntı niteliğinde idi.
Osman Pehlivan, Âşık Veysel gibi halk sanatkârlan Ankara'ya gelirlerse ancak o
vakit otantik halk müziğini halkımıza sunmak imkanını bulurduk. Halk Müziğini
çokluk konserve olarak, yeni plâk ve bantlardan, o da hiç de başarılı olmayan
örnekleriyle nadiren verebilirdik. Günlerden bir gün, Türk Müziği şefi, Mesut
Cemil’e Halk Müziğinin neden böyle nadiren ve çokluk kalitesiz örnekleriyle
verildiğinin sebebini sorasım geldi:
-
Sen, Klâsik Türk Musikîsini koronla yepyeni bir uyanışa kavuşturdun, aynı şeyi
Halk Müziğimiz için yapsan ne olur?
Bana
verdiği cevap kısaca şu oldu:
·
-
Ben Halk müziğini bilmiyorum ki.
Ben
de ona: "Doğrusu çok ayıp, Mesut" dedim.
·
-
Doğru ayıp ayıp ama; gerçek bu, deyince
·
-
Kimbilir bu Halk Müziğimizi, diye sordum.
·
-
Muzaffer Sarısözen, dedi.
Derhal,
Muzaffer Sansözen'i çağırtmasını rica ettim. Kendisi, Ankara Devlet
Konservatuarında arşiv müdürü olarak çalışıyormuş. Hiç unutmam 1-2 saat sonra kapım
vuruldu, içeriye Mesut'la: ince, zayıf, nahif, ufak tefek, fakat gözleri cin
gibi parlayan biri girdi. Mesut:
·
-
İşte, Muzaffer Sansözen, dedi.
Muzaffer
Sarısözen'le karşılaşmam, böyle oldu. Ona derdimi anlattım. Çok heyecanlandı.
Gözleri yaşardı. Kendisinden ricam, Klâsik Türk Sanat Müziği korosu gibi bir
Halk Türküleri ekibi hazırlamaktı. Bunun için de: "Programlarımıza haftada
iki defa, Klâsik Türk Sanat Müziği korosu üyelerine halk türkülerimizi öğretmek
için, halka açık <Bir Halk Türküsü Öğreniyoruz> diye bir yarım saatlik
program koyalım." dedim. Bu yarım saatte Muzaffer Sansözen, Mesut'un
Klâsik Türk Müziği korosuna halk türküleri öğretecekti. Bu sayede, "Bir
Halk Türküsü Öğreniyoruz Saati” pek eğlenceli ve pek popüler oluyordu. Mesut'un
korosu ile beraber dinleyicisi halk da, kendi radyolan başında, her hafta iki
türkü öğrenmiş oluyorlardı. Repertuar programı zenginleşince, "Bir Halk
Türküsü Öğreniyoruz Saati", "Yurttan Sesler" saati olarak
haftada iki defa proğrama girdi. İşte böylelikle bugünkü radyo programlarının,
çeşitli adlarla, vazgeçilmez bir bölümü olan folklor müziğimiz, halk
türkülerimiz 1941 yılında "ilân-ı istiklâl" etmişti. Bu tarihi
dönüşümü Muzaffer Sarısözen'in yorulmak bilmez, heyecanlı, sevgi ve anlayış
dolu çabalanna borçluyuz. Muzaffer Sansözen, halk türkülerimizin hem bir kara
sevdalısı, hem de bilginiydi.
Türk
Halk müziği bugün, bütün kültür hayatımızda özgür bir varlık olarak yerleşmiş,
radyo programlarının esaslı bir demirbaşı olmuşsa ve bu sayede yaşantısı ve
devamlılığı sağlanmış ise, bunun en büyük şeref payı Muzaffer
Sansözen'dir."
Mesut
Cemil'in ve Vedat Nedim Tör'ün radyo konuşmalanndan anlaşıldığı gibi
başlangıçta Yurttan Sesler yayınları, klâsik koro elemanlan ile beraber
yapılıyordu. Sansözen, Klâsik Türk Müziği icra üslûbu ile, Türk Halk Müziği
bölge tavırlan arasında büyük aynlıklar olduğunu; yine her iki müzik türünün
melodik açıdan, enstürmanlar açısından, edebiyatları açısından ayn olduğunu
ortaya koymuştur.
Böylece
1946-1947 yıllarında Yurttan Sesler sadece Halk Müziğine hizmet veren
sanatçılardan kurulan küçük bir ekiple çalışmalara başlar ve bu topluluğa,
halkın içinden yetişip müziği yaşayan, halk müziği derlemeleri sebebiyle yurdun
dört bir yanını dolaşıp halk ezgilerini yerinde tespit eden, halk sanatçılarını
yakından tanıyan uzman folklorcu Muzaffer Sarısözen rehberlik eder.
Yurttan
Sesler'in ilk kadrosu şu sanatçılardan oluşur:
Şef
ve Öğretmen : Muzaffer Sarısözen
Ses
Sanatçıları : Neriman Altındağ (Tüfekçi)
Muzaffer
Kıvılcım (Akgün)
Alican
(Canlı)
Turhan
Karabulut
Nurettin
Çamlıdağ (Sonradan)
Sabahat
Tarabuş (Karakulak)
Sazlar
:
San Recep (Güray)
Ahmet
Yamacı
Osman
Özdenkçi
Ahmet
Gazi Ayhan
Mucip
Arcıman
Bu
kurucu kadroya 1950'de aşağıda ismi yazılı olan sanatçılar katılır:
Emin
Aldemir (Saz)
Seyfettin
Sığmaz (Mey-zuma-kaval)
Mustafa
Geceyatmaz (Ses)
Cengiz
Akmeriç (Ses-sonra saz) Kemal Karasüleymanoğlu (Ses) Necdet Nemutlu (Ses)
1953
yılında açılan sınavda ise saz olarak Nida Tüfekçi, ses olarak Nezahat Bayram
ve Aliye Akkılıç alınır.
1955'lerde
Saniye Can, Nurettin Dadaloğlu, Selâhattin Erorhan, Nevin Akol, Muazzez Türünk
(daha evvel radyodadır, tekrar gelir) ve Ahmet Sezgin girer.
1960'larda
açılan sınavı Ahmet Gazi Ayhan (yeniden gelir), Yıldız Ayhan, Yaşar Aydaş,
Cemil Demirsipahi, Talip Özkan, Mustafa Özgül, Neclâ Erol gibi sanatçılar
kazanır.
Sarısözen,
1953'te İzmir'de Yurttan Sesler korosunu kurarak, başına Mustafa Hoşsu'yu atar.
Aynı yılda, izlediği yol ve takip ettiği prensipler uygun bulunduğu için,
radyoların müfettişliği Sansözen'e verilir. 1954'te İstanbul'da Yurttan Sesler
topluluğunu kurarak, 3 ay süreyle bu topluluğu solfej, nota, küçük türküler
geçmek sureti ile çalıştırır ve buraya Ahmet Yamacı'yı atar/28)
1960
ihtilâlinden sonra radyolarda sınav açılmaz. 1963'te Muzaffer Sarısözen vefat
eder.
Muzaffer
Sarısözen'in ölümünden sonra, Yurttan Sesler şu evreleri geçirir: 1964'ten önce
radyolar, Basın Yayın Genel Müdürlüğündeki Radyolar Dairesi Başkanlığına
bağlıdır. Neriman Altındağ Tüfekçi, Türk Halk Müziği müdürüdür. 1964'te TRT
kurulur. Halk Müziğinin yayın oranı, % 20 gibi büyük bir orana çıkar. Mevcut
sanatçılarla bunu karşılamak imkansızdır. Osman Özdenkçi, Ali Can, Mustafa
Geceyatmaz şef prodüktör kadrosuna atanır. "Tarla Dönüşü",
"Günaydın" vs... gibi programlar yapılır, bantlar çoğaltılır, kopya
edilerek diğer radyolara
gönderilir/29) Sanatçı sayısını
artırmak için, 1966’da sınav açılır. Sınavda İstanbul, İzmir ve Ankara radyosuna
toplam 10.000'in üstünde müracaat yapılır. Bugünün isim olmuş sanatçıları, işte
bu dönemde radyoya girerler: Mehmet Özbek, Şâkir Öner Gürhan, Ümit Tokcan,
Soner Özbilen, Bedia Akartürk, Yüksel Alpdoğan, Recep Kaymak.....
Önce
Türk Müziği müdürlüğüne bağlı Halk Müziği yardımcılığı masası kurulur; bu kâfi
gelmeyince 1972'de müstakil bir Şube Müdürlüğü kurulur ve Halk Müziği Müdürlüğü
protokolde birinci sıradadır. Halk Müziği Müdürlüğü, Sanat Müziği Müdürlüğü,
Çok Seslilik Müdürlüğü ve Arşiv Müdürlüğü. 1972'den 1974'e kadar Halk Müziği
Müdürlüğünü Nida Tüfekçi yürütür. Ankara Şube Müdürü Mustafa Geceyatmaz,
İstanbul Şube Müdürü Yücel Paşmakçı, Erzurum Radyosu Şube Müdürü Ateş Köyoğlu,
İzmir Şube Müdürü Mustafa Hoşsu'dur. 1974'ten 76'ya kadar, Nida Tüfekçi, Müzik
Dairesi Başkanlığı yapar. 1976'da eğitimin idare etmekten daha çok faydası
olacağı düşüncesi ile Neriman Altındağ Tüfekçi ile Nida Tüfekçi İstanbul'da
konservatuara bağlı Halk Müziği bölümünü kurarlar. Nida Tüfekçi'den sora göreve
gelen kişiler sırası ile şöyledir: Yücel Paşmakçı, Mehmet Özbek, Erkân Sürmen
(vekâleten), Behçet Bostan, Mustafa Geceyatmaz (vekâleten), Enis Gençtürk
(vekâleten)...
Yurttan
Sesler hakkında genel olarak verdiğimiz özette, Muzaffer Sansözen'in ölümünden
sonra, O'nun yetiştirdiği ve emek verdiği öğrencilerinin gayretlerini ve
rollerini görmekteyiz.
Şimdi
de Sansözen hocanın yetiştirdiği ve Halk müziğine uzun yıllar hizmet veren
öğrencileri ile yaptığımız görüşmeleri aktaralım.
Birinci
kuşaktan Ali Can (16.7.1992 tarihli görüşme):
"Sarısözen
Hocamız, sakin ve nazikti. Güzel giyinirdi. Son derece sevgi dolu ve karşıdaki
insana karşı son derece saygılıydı. Maddiyatı önemsemezdi. Baba bir insandı
inançlıydı. Duygusaldı, çok çalışırdı, gece gündüz.
Bir
gün çalışmada, Hasan Dağı adlı Adana türküsünü geçiyordu. Bu türkünün
usulündeki üçlüleri, ben hocanın duyduğu yerlerde duymuyordum. Parmak kadırıp
söyledim. Bütün ders boyu türkünün usulünü inceledik; bir sonuca varamadık,
ikinci ders saatinde de çalıştık, karşılıklı yorumlar getirdik ve ders bitti.
Bunun
arkasından, belirli dönemlerde açılan bir değerlendirme sınavında, Mesut Cemil,
Muzaffer Sansözen, Halil Bediî Yönetken... vardı, Hoca bana Hasan Dağı
türküsünün notasını yazmamı söyledi. Ben de onun okuduğu usulde ve sonra kendi
okuduğum usulde yazdım. Herkesin eli yukanda, vuruş vurarak, usule bir açıklık
getirmeye çalışıyorlardı. Sonra, çıkabileceğimi söylediler. Ben, çıktıktan
sonra, ordan aynlmadım, bekledim. Öğlen paydosu geldi ve Hoca, Halil Bediî
Yönetken ile çıktı ve dedi ki: "Ali Can, Ali Can bu türkünün usulü senin
dediğin şekildedir" ben heyecanlanmıştım ve korkmuştum. Hocanın
konuşmasıdan sonra onun bir kez daha büyüklüğünü anladım."
İkinci
kuşaktan Mustafa Geceyatmaz (16.7.1992 tarihli görüşme):
"Sarısözen
Hoca, hepimizin hocası idi, hocadan da öte baba idi. Çok büyük bir insandı.
Usta bir insandı. İyi bir eğitimci ve iyi bir pedagogdu. Korodaki elemanlarının
yaşantılarını yakinen izlerdi. Ailevi sorunu varsa, maddi sorunu varsa hemen
ilgilenirdi. Sarısözen Hocayı anlatmak çok zor. Bir TBMM başkanı, bir gün
Sarısözen Hoca için şöyle demiştir ve kulağımla duymuşumdur: "Bizler bu
mevkiye seçim meydanlarında nutuk atarak geldik. Yurttan Sesler'in şefi ve
hocası Muzaffer Sarısözen, bir milli bütünlüğü sağlamıştır. Ben Divrikliyim.
Ankara, Edime, Erzurum türküsü bilmezdim. Şimdi biliyorum. Demek ki biz bunu
Sansözen'e borçluyuz. Çünkü O, gayretleri ve programlan ile milli kültür
birliğini sağlamıştır. Saygı duyuyorum." demiştir.
Hocamızla
şöyle bir anım olmuştur. Hocamızın büyüklüğünden bahsedeyim. Bizler o zaman
gençtik ve fevri hareket ediyorduk. "Karpuz Kestim" adlı Ankara
türküsünü derlemiştim ve ben okuyordum. Herkesin özel bir repertuan vardı. Bir
gün hoca, bunu koroya okuttu. O'nun bir bildiği vardı ki okuttu. Ben de, fevri
bir şekilde ordan ayrıldım. Sonra yaptığım yanlış hareketi anladım. Yapılmaması
gereken birşeyi yaptım. Ertesi gün yanına gittim ve O da odada oturuyordu.
Gözlüğünün üstünden bakarak, içeri girmemi söyledi. "Hocam beni affedin,
yaptığım yanlış bir hareketti" dedim. "Hatanı anladın mı?" diye
sordu ve ben de "Evet" dedim. "O zaman şu kağıdı al, oku ve yırt
at" dedi. Kağıtta şöyle yazıyordu: "Mustafa Geceyatmaz, Yurttan
Sesler'in değerli bir üyesidir; ancak bir olay burda çalışmak istemediğini
uyandırdığı için, kendine hiç bir maddi zarar gelmeden, başka bir göreve
atanması..". Kağıtı yırtarak attım. Özür diledim. Ve öpüştük. Önce beni
yüceltti ve maddi zarara uğramamamı istedi. Bu, Hocanın yapmış olduğu bir
büyüklüktü ve bana çok ders vermiştir. Ayrıca Hocamın yanından ayrılmadığım
için bana "Sansözen'in çantası" derlerdi".
Muzaffer
Sansözen'e kadar radyolarda programlı ve sistemli Halk Müziği çalışmaları
olmamıştır. Yurttan Sesler topluluğunu çalıştırıp geliştirerek, buradaki her
sanatçıyı tek tek yetiştirmiş ve ilk koral Halk Müziği icrasını başlatmıştır.
Buna paralel olarak da, ilk toplu çalma geleneğinin uygulayıcısı olmuştur.
Ayrıca Sarısözen, halk ezgilerinin asıllarma uygun olarak, kendilerine özgü
üslûp ve ifadelerle çalınıp söylenmesi konusunda da büyük titizlik
göstermiştir.
Sarısözen,
Halk Müziğinde koma seslerini numaralayarak, otantik karakterin kaybolmasını
önlemiştir. 1940'11 yıllardan önce koma sesleri halk müziğinde
kullanılmamıştır. Sanat Müziğinde de ayrı şekildedir. O zamanki notalara baktığımız
zaman, Sanat Müziğinde bemolü koymuştur, koma yoktur; ama üzerine uşşak makamı
demiştir. Uşşak makamını ezbere bilir ve o bemolü uşşak bemolü olarak basar.
Türk Halk Müziğinde ise koma işaretleri yoktur, bilinmez. Bir ihtiyaç
kendiliğinden doğar. Beş koma bemol koyulduğunda, sanatçı onu iki koma basar.
Bu nasıl belli edilecek? Örneğin; halk türkülerini bilmeyen bir sanatçı, ordaki
beş komayı basar; ancak türküdeki gerekli olan ses basılmamış olur. Biz ordaki
koma nisbetini görünce sazımızın perdesini ona göre ayarlayarak basanz. O
işareti görmediğimiz zaman, normal bemolü basarız ki bu da piyano ile türkü
çalmaya benzer. Bunu, Muzaffer Sarısözen koma seslerine rakamlar vererek açığa
çıkarmıştır. Muzaffer Sansözen'in bu duruma getirdiği açıklığa, dilimizden bir
benzer örnek verelim. Alfabemiz 29 harftir; ancak halkımızın konuştuğu yöresel
ağızları ifade etmeye yetmez. Bunu dilbilimciler, transkripsiyon alfabesini
kullanarak çözümlemişlerdir. Halkın konuştuğu dili yazıya aktarmayı
başarmışlardır. Nitekim, Muzaffer Sansözen'in (halk müziğinin) karakteristik
özelliklerini rakamlı koma seslerle karşılama buluşunu; Ahmet Adnan Saygun,
Uluslararası Folklor Kongresinde savunmuştur. Yine büyük bir müzik adamı olan
Kemal İlerici makamlar ve armoniyle ilgili kitabında bu koma işaretlerini
kullanmıştır*-30).
Muzaffer
Sansözen, Halk Müziğinin usulleri ile ilgili buluş mahiyetinde yine bir
açıklama getirmiştir: Usulleri batı müziğine uyanları, doğu müziğine uyanları
ve her iki müzik usullerine uyanları şeklinde bir gruplandırmanın yanlış
olduğunu saptayarak Halk Müziğinin kendi bünyesini gözönüne alıp, şu tasnifi
yapmıştır: Ana usuller ve üçerli şekilleri, bileşik usuller, karma usuller.
Zira böyle bir gruplandırma, Halk Müziğinin kendi özelliklerini ortaya
çıkaracak bir sisteme oturtulabilir.
Ankara
Devlet Konservatuannca yapılan derleme gezilerinde, Muzaffer Sarısözen bir
folklorcu olarak, bütün Türkiye'nin müzik folklorunu yakından tanıma fırsatını
bulmuştur. Derlenen on bine yakın halk ezgisini plaklara kaydetmiş ve büyük bir
kısmını notaya almıştır. Bu türküleri Yurttan Sesler topluluğunun repertuarına
aktararak, yurdun dört biryanma yapmış olduğu radyo programları ile yaymıştır.
Sansözen,
yine bu derleme gezilerinde kendi emeği ve büyük çabası ile bağlama, cura, mey,
özellikle zor bulunan çifte kaval, kemençe, kaval, tulum, tef, darbuka, davul,
zuma gibi birçok halk sazından bir koleksiyon oluşturarak, bu halk çalgılarının
yapılışı ve çalmışı gibi teknik konularla ilgili açıklamalar yapmıştır.
Sarısözen'in
halk ezgileri ve halk çalgıları kadar, halk oyunları konusunda da hizmeti
büyüktür. 1950'de Sansözen, Erzurum bar ekibi ile Madrit, Biariz ve San
Sebastian'daki Avrupa Uluslararası Halk Oyunları Yarışmasında birinciliği ahr.
Bunun arkasından, Türkiye'de halk oyunları konusunda büyük bir gelişme kendini
göstererek, 1955'te Yapı ve Kredi Bankası "Halk Oyunları Yaşatma ve Yayma
Tesisi" kurar ve gösterilerine başlarlar.
Mesut
Cemil, Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği sanatçılarından oluşan Yurttan
Sesler topluluğunu 1940'ta kurarak, kendisinin ve Vedat Nedim Tör'ün iknası ile
M. Sarısözen’i topluluğun başına getirir; Sansözen; 1953'te İzmir'de ve 1954'te
İstanbul'da Yurttan Sesler topluluklarını kurarak, halk türkülerinin yurt çapında
sevilmesini, yaygınlaşmasını sağlar.
Sansözen,
radyo dalgaları ile doğuyu batıya, batıyı doğuya, kuzeyi güneye, güneyi kuzeye
kısaca yurdun dört bir yanını ezgiler aracılığı ile birleştiren bir insan
olmuştur. Bir folkorcu olarak ulusal birliğe hizmet vermiştir. Sansözen sadece
folklorun bir dalı olan halk müziğine hizmet vermemiştir. Derlemelerde türkü
derlerken, aldığı türkülerin içinde edebiyat, felsefe, tarih, bir ağız
kullanımı, bir hikmet, bir vecibe vardır; bu şekilde Halk Edebiyatına, Türk Diline,
Türk Felsefesine de hizmet etmiştir.
Bugün
baktığımızda, başlangıçta dokuz kişi olan Yurttan Sesler topluluğu daha
büyüyerek, bugün İstanbul Radyosu, Ankara Radyosu, İzmir Radyosu, Erzurum
Radyosu koroları yüzlerce kişiden oluşmaktadır. Bunun yanında Ankara Devlet
Türk Halk Müziği Korosu 80, Sivas Devlet Türk Halk Müziği korosu 60, Urfa
Devlet Türk Halk Müziği Korosu 60 kişiden oluşmaktadır. Bunlara bir de amatör
demek ve toplulukları eklersek, çok büyük bir insan topluluğu ile karşılaşırız.
İşte, Muzaffer Sarısözen'in yaktığı meşalenin arkasından, Halk Müziğine ve halk
oyunlarına hizmet veren, gönül veren bu kadar büyük bir insan topluluğu bir çığ
gibi büyümüştür. Burdan şu sonuca varabiliriz: Sansözen, Türk Halk Müziğini
kurup, yaymış ve iş alanı haline getirmiştir. O, Türk Halk Müziğinin kurucusu
ve babasıdır. O'nun sayesinde de bu kadar kişi, Halk Müziğine hizmet vererek
ekmek parasını kazanmaktadır. Amatör topluluklardaki ve okullarda olan
topluluklardaki öğrenciler, kendi milletinin kültürünü, yaşamını, örf ve
adetini O'nun sayesinde yakından tanımaktadırlar.
Muzaffer
Sansözen'in ölüm yılı olan 1963'ten bugüne kadar baktığımızda Muzaffer Sansözen
gibi ikinci bir insan yetişmemiştir. Kaldı ki; o günkü imkansızlıkları, o gün
kü şartlan göz önüne alırsak, O'nun vermiş olduğu hizmetlerin büyüklüğü ortaya
çıkar. Derlemiş, notaya almış, öğretmiş, yayınlamış, bu işin politikası ile
uğraşmış bir insan olarak Muzaffer Sansözen, büyük bir müzik adamıdır.
Aklımıza
şöyle bir soru gelebilir. Sarısözen, Halk Müziğini derlemiş, notaya almış,
öğretmiş, programlarını yöneterek halka türküleri tanıtmış; acaba neden Halk
Müziğini öğreten bir konservatuar ya da bir konservatuarda bir bölüm
kurmamıştır ya da böyle bir konservatuarın kurulmasına ön ayak olmamıştır? Bu
sorunun cevabını ararken, o günkü imkanları ve imkansızlıkları düşünmemiz
gerekir. Bir yere kadar geliyorsunuz, bir duvara çarpıyorsunuz. Duvarı aşmak
için elimizde ne bir alet, ne bir ip ya da ne bir merdiven var. İşte Muzaffer
Sansözen, bu tip yokluklarla, engellerle karşılaşmıştır. Bunları azmi ile, çok
çalışması ile birer ikişer aşarak hedefine ulaşmıştır. Bu da inançtan, imandan
başka birşey değildir. Sarısözen, bir müddet daha yaşamış olsaydı, Halk
Müziğine ait bir konservatuar mutlaka kuracaktı; ancak, buna ömrü vefa
etmemiştir. Zaten Halk Müziğini o kadar sevmiş ki; buna şöyle bir örnek
verelim: En son "Türk Halk Müziği Usulleri" kitabını oğlu Memil
Sarısözen'e ithaf etmiştir. İçine: "En az senin kadar sevdiğim bir
mesleğin kitabını, senin doğum gününde, sana vermekten duyduğum mutluluğa,
bahtiyarlığa payan yoktur." yazmıştır. Sevdiği Halk Müziğine çok vakit
ayırmıştır; bunu da onu yakından tanıyanların söylediği gibi, konservatuarda
masasının üzerinde duran yazıdan anlıyoruz: "Burada mesainin zamanı
yoktur."
Eğer,
M. Sarısözen'in Halk Müziğine yaptığı bu büyük hizmetleri olmasaydı, radyodaki
Yurttan Sesler toplulukları, devlet koroları, konservatuar halk müziği öğretim
bölümü, amatör topluluklar olmazdı. Halk müziği de ne seviyede olurdu?
BİBLİYOGRAFYA
·
1)
ALANGU Tahir, Türkiye Folkloru El Kitabı, Adam Yayıncılık, Şubat 1983
·
2)
AŞKUN Vehbi Cem, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, S. 163, C. 8, S. 2978,
Şubat 1963
·
3)
AVNİ Ali Rıza, Muzaffer Sansözen, Musiki Mecmuası, S. 177-178, S. 279.
·
4)
BARTHOLD, Orta Asya Türk Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi.
·
5)
BARTOK Bela, Konferansları, Ankara Halk Evi Neşriyatî, Recep Uslucoğlu Basımevi
1937.
·
6)
BORATAV Pertev, Folklor ve Edebiyat I-II, Adam Yayıncılık 1982.
·
7)
BORATAV Pertev, 100 soruda Türk Folkloru, Gerçek Yayınevi, 1973.
·
8)
DEMİRCİ Yusuf Ziya, Köy Halk Türküleri, Burhanettin Matbaası, İstanbul 1938.
·
9)
ELÇİN Şükrü, Halk Edebiyatına Giriş, Kültür Bakanlığı Yayınlan 365, Ankara
1986.
·
10)
ELÇİN Şükrü, Halk Edebiyatı Araştırmalan I-II, Kültür Bakanlığı Yayınlan,
Ankara 1989.
·
11)
GAZİMİHAL Mahmut Ragıp, Musiki Sözlüğü, İstanbul Milli Eğitim Basımevi, 1961.
·
12)
Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı Arşivi Derleme Fişleri
·
13)
KAYMAK Mansur, Türk Halk Müziği ve Oyunları Dergileri, Ofset Matbaacılık,
Ankara 1982.
·
14)
KÖPRÜLÜ M. Fuad, Türk Edebiyat Tarihi, Ötüken Yayınevi, 1980.
·
15)
KÖPRÜLÜ M. Fuad, Edebiyat Araştırmalan I-II, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1989.
·
16)
MİMAROĞLU İlhan, Musiki Tarihi, Varlık Yayınlan, 1961.
·
17)
ORANSAY Gültekin, Musiki Tarihi, Ankara 1986.
·
18)
ÖGEL Bahattin, Türk Kültür Tarihine Giriş, Türk Halk Musikîsi Aletleri, Kültür
Bakanlığı Yayınlan 734, Ankara 1987.
·
19)
ÖZBENLİ Avni, Muzaffer Sansözen (ölümünün 25. yıl dönümünde), Türk Folklor
Araştırmaları Dergisi, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1989.
·
20)
ÖZKAN İ.Hakkı, Kudüm Velveleleri, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1982.
·
21)
SARISÖZEN Muzaffer, İki Sesli Halk Müziği, Ülkü Dergisi, C. 10-11, S. 115,
1946.
·
22)
SARISÖZEN Muzaffer, İki Sesli Halk Türküsü, Ülkü Dergisi, C.7, S. 17, 1944.
·
23)
SARISÖZEN Muzaffer, Çorum Halayı, Çorumlu Dergisi, C.l, Yıl. 2, S. 17, 1939.
·
24)
SARISÖZEN Muzaffer, Çorum Halayı, Çorumlu Dergisi, C.l, Yıl. 2, S.18,1940.
·
25)
SARISÖZEN Muzaffer, Garkın Halayı, Ülkü Dergisi, C.3, S.30, 1942
·
26)
SARISÖZEN Muzaffer, Bergama'da Milli Oyunlar, Ülkü Dergisi, C.3, S.35, 1943.
·
27)
SARISÖZEN Muzaffer, Seçme Köy Türküleri, İstanbul Remzi Kitabevi, 1941.
·
28)
SARISÖZEN Muzaffer, Yurttan Sesler, Akın Matbaası, Ankara 1952.
·
29)
SARISÖZEN Muzaffer, Türk Halk Müziği Usulleri, Resimli Posta Matbaası, Ankara
1978.
·
30)
TAN Nail, Muzaffer Sarısözen, Sivas Folkloru Dergisi C.6, S.61, S. 3,4,5, Şubat
1978.
·
31)
TANGÖR Safa, Muzaffer Sarısözen, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, C.8, S.
162, S.2982, Şubat 1963.
·
32)
TECER A, Kutsi, Muzaffer Sarısözen, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, C.8,
S.165, S.3039-3040, Nisan 1963.
· 33) YÖNETKEN Halil Bediî, Muzaffer Sarısözen, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, C.8, S.160, S. 2979, Şubat 1963.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar