Print Friendly and PDF

İSMET ÖZEL…Çatlıycak Kadar Aşkî

Bunlarada Bakarsınız

 


 

İSMET ÖZEL

Kayseri’de doğdu. Kastamonu’da Abdülhak Hamit Ilkokulu’nda başladığı öğrenimini Çankırı Ortaokulu’nda sürdürüp, 1962’de, Ankara Gazi Lisesi’nde tamamladı. Bir süre Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne devam etti.

İlk şiirlerini yayımladığı 1963 yılında Türkiye işçi Partisi ne üye oldu. Siyasal Bilgiler Fakültesi Fikir Kulübü yönetim kurulunda önce sekreter, sonra asbaşkan olarak görev aldı. "Dönüşüm” dergisinin hazırlanması, caddelerde satılması etkinliklerine katıldı. Sonradan adı Dev-Genç’e dönüştürülen Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun kurucuları arasındaydı. Bir yandan da sendikalarda çalışıyordu. Fakülteden mezun olamadan ayrılmak zorunda kalıp askerliğini Sivas, Konya, Elazığ, Muş’ta sakıncalı onbaşı olarak yaptı.

1969 da, "Ant” dergisi için Osman S. Arolat’ın yönettiği "Devrimci Genç Şairler Savaş Açıyor” başlıklı bir oturumda Ataol Behramoğlu, Süreyya Berfe, Özkan Mert’le, kavgacı (militan) şiir adına, barışçı (pasifist) şiire karşı çıktı. Kısa bir süre sonra Ataol Behramoğlu ile birlikte "Halkın Dostları” dergisini kurdu. On sekiz sayı yayımlanan bu dergi sıkıyönetim bildirisiyle kapatıldı. 12 Mart 1971 müdahalesi sonrasında, düşüncelerini, inançlarını derinliğine gözden geçirmek gereğini duydu. Bu arada yükseköğrenimini tamamlamaya karar verdi. 1972’de girdiği Hacettepe Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü 1977 de bitirdi.

1974’te Sezai Karakoç’un "Diriliş” dergisinde "Amentü” adlı şiirini yayımlamakla İslamcı dünya görüşüne bağlandığını açıkça belirtti. Yeni anlayışı doğrultusunda şiirler de yazıyordu, ama asıl gelişmesi düzyazıda oldu. 1970’lerin ikinci yarısından başlayarak gazete yazılarıyla, yayımladığı çok sayıda kitapla bir İslam düşünürü görüntüsüne girdi. Gazete yazarlığının yanı sıra, 1980 den sonra Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda Fransızca öğretmeni olarak yaptığı görevden 1998 de emekliye ayrıldı.

Şiir kitapları: Geceleyin Bir Koşu, 1966; Evet, isyan, 1969; Cinayetler Kitabı, 1975; Şiirler (ilk üç kitaptaki şiirler tarih sırasıyla), 198O; Şiir Kitabı (Şiir Okuma Kılavuzu; Geceleyin Bir Koşu; Cinayetler Kitabı bir arada), 1982; Celladıma Gülümserken, 1984; Erbain (Geceleyin Bir Koşu; Evet, İsyan; Cinayetler Kitabı; Celladıma Gülümserken bir arada), 1987.

İkinci Yeni’nin eteklerinde serpilen şiiriyle devrimci anlayışa benzeri görülmemiş örnekler sunmuştu. İslamcı anlayışta da böyle bir hava estirecek gibi görünürken şiirden düzyazıya doğru kaydı. (Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi, 1999)

Bir de ismet Ozel’in adı verilebilir, en gençler arasından, ilgileri üstüne çeken, değişik yolları başarıyla deneyen bir şair olarak. (Türk Edebiyatı, 1965)

Bu arada, yıllardır ilgiyle izlenen İsmet Ozel’in (...) aranan şairler arasına katıldığını belirtmek isterim. (Türk Edebiyatı, 1967)

Ama sanatçı olarak da ağırlığını koyabilen, toplumsalcı gidişin düşünce yüküyle oluşacak özleri getirebilen bir şair, bir öykücü görünmedi gene... (Belki şiirde Ataol Behramoğlu, İsmet Özel anılabilir.) (Türk Edebiyatı, 1968)

Gençlere bakıyorsunuz: önceki yılların umut veren iki sanatçısı, Ataol Behramoğlu ile İsmet Özel yoklar... (Türk Edebiyatı, 1969)

Evet, isyan Türk şiirinin gelişmelerini sindirmiş, Nâzım Hikmet’ten ikinci Yeni diye anılan şairlere kadar genişleyen bir ilişkiler bütününün ürünü özgün bir yaratıcılığa ulaşmış görünen İsmet Özel’in, sertliğine sert ama inceliklerle dolu şiirlerini bir araya topluyordu. Toplumsalcı şiiri deneyen gençler arasında ismet Özel in ayrı bir yeri var, partizanlığı şiirini yemiyor, dengesini çok iyi tutturmuş. Bence, Evet, isyan yılın en iyi şiir kitabıydı. Oktay Rifat’m £ıir/er’inden bile "sonra” diyemem. (Türk Edebiyatı, 1970)

İsmet Özel şiir bakımından suskun bir yıl geçirdi, daha çok "Halkın Dostları’na yazılar yazdı. (Türk Edebiyatı, 197i)

İsmet Özel çok az şiir yayımladı. "Halkın Dostları” kapatıldıktan sonra başka bir dergide görünmedi. (Türk Edebiyatı, 1972)

Başlangıçta devrimci bir sanatçı ismet Özel. Kendisi gibi atak, kavgacı, "militan” olmayan şairlerin üstüne  acımasızca çizgiyi çekiyor. Sonra, bir gün, değişiyor düşünceleri. Toplumsalcılığı, militanlığı bir yana itip Müslümanlığı seçiyor.

Gerçi bu değişmeden önce, 12 Mart gibi bir baskı dönemi yaşanmış, ama ismet Ozel’e yönelik bir yıldırma olayı yok. Düşüncelerini değiştirdiği günlerde ise baskı dönemi aşılmış durumda. Devrimci düşünce umutla bağlandığı bir şairini yitiriyor, tutucu düşünce yetenekli bir şair kazanıyor.

Ama hiçbir yasaya dayanmayan baskıların harcadığı bir sanatçı denemez ismet Ozel’e. Düşüncelerini değiştirmiş, kendi seçimiyle, başka bir dünya görüşüne bağlanmıştır, o kadar. ("Politika”, 28 Nisan 1976, ES)

"Züppe” sözcüğünü kötü anlamda kullanınca, ismet Ozel’in sözleri geliyor aklıma.

İngilizcede iki sözcük var Türkçeleri "züppe” olarak verilen.

Biri :

Dandy, Giyimine çok özen gösteren, züppe. (Argoda: Kendi türünde eksiksiz olan.)

Öbürü :

Snob, I. Kendisinden üstün gördüklerine özenen, onlar gibi görünmeye çalışan, onlarla birlikte olmanın yollarını arayan, gösterişçi. 2. Kendisinden aşağı gördüklerini yanına yaklaştırmak istemeyen, herkesi küçük gören, züppe.

ismet Özel, züppeliği "dandy’lik olarak değerlendirince, sanat dünyamızı dolduran züppelerden, "işine özenme, türünde eksiksiz olanı arama” gibi gerçekten üstün nitelikler bekliyor.

Oysa bizim züppelerimiz, çeşitli düzeylerde, tam anlamıyla, birer "snob”. Kendilerini üstün görebilmek için çabalıyor, çevrelerindekileri küçümseyebilecekleri bir yere ulaşmak için her şeyden yararlanıyorlar. Keşke "dandy” olabilseler... ("Somut”, 22 Nisan 1983)

İsmet Ozel’in devrimci şiirlerine de, İslamcı şiirlerine de, aklı başında hiç kimse dudak bükemiyor. Demek ki politik eğilimlerin etki gücü başarının bütününe eşit değil. ("Gösteri”, Haziran 1983)

ismet Özel kendine özgü şiirleştirme yöntemleriyle devrimciliği yücelten şeyler yazdıktan sonra, 1970’lerin başında, İslam dininden kaynaklanan bir gizemciliğe kaydı. (.Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi, 1985)

Çağdaş Türk şiirinde Necip Fazıl’la başlayan İslamcı akım İkinci Yeni içinde Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu, İsmet Özel gibi şairlerle sürmüştür. ("Milliyet”, II Mayıs 1985)

Ben kültür konuları üzerinde yazıyorum. "Yaprak” dönemindeki şiirinden Kolları Bağlı Odysseus sonrasına geçtiği, şiir anlayışını değiştirdiği için dönekliğinden söz edilebilen Melih Cevdet Anday’ı; militan bir devrimci şairken, ilerici çevrelerde el üstünde tutulurken, çocukluğundan, aile çevresinden gelen dinsel inançlarını bastırıp konumunu koruma içtensizliğine sapmayan İsmet özel i düşünüyorum.

Bu örneklerden yola çıksa Ilhan Selçuk da benim gibi konuşurdu. Ama yazımı okurken onun kafasında bambaşka örnekler canlanmış. Ayrıca kültür alanında, Melih Cevdet Anday ya da İsmet Özel gibi sanatçıları "dönek” diye aşağılamaya kalkacak kadar düzeysiz çıkışlar yapılabileceği de aklına gelmemiştir: Yazımdaki göndermeleri görememiş olması çok doğal. ("Adam Sanat”, Şubat 1987)

ismet Özel şöyle diyor :

"Benim sosyalist olmamla Müslüman olmam aynı süreç içindedir. Ben hangi sebeplerden sosyalist olduysam aynı sebeplerle Müslüman oldum.”

Niçin toplumsalcı olunur? Birtakım insanlık değerlerinin çiçeklenmesine katkıda bulunmak için... En başta da yeryüzünden savaşların kalkması, tutsaklığın, sömürünün son bulması, bütün insanların özgürlüğe kavuşması, dostluğun, kardeşliğin, sevginin üste çıkması için...

ismet Özel de, her dürüst, duyarlı insan gibi, herhalde böyle olumlu kaygılarla toplumsalcı olmuştur... Sonra da aynı kaygılarla Müslüman olmuş...

Görüldüğü gibi, bu örnekte, (...) "ülkü” değişiyor, önce toplumsalcılıkken, sonra Müslümanlık oluyor. Ama ulaşılmak istenen evrensel insanlık değerleri değişmiyor. Öyleyse asıl "ülkü” toplumsalcılık ya da Müslümanlık değil, onların getireceğine inanılan evrensel insanlık değerleri...

Ortaklamacılığa inanmadığınız halde Nâzım Hikmet’in şiirlerini seviyorsanız, ya da ismet Ozel’i, toplumsalcı olduğu günlerdeki gibi, bugün de severek okuyorsanız, bunun nedeni yalnızca onların çok usta şairler olmaları, biçimsel başarılarıyla sizi kavramaları değildir, belki daha çok, beğendiğiniz o şiirlere sinmiş olan evrensel insanlık değerleridir, o büyük ülküdür... (...)

Sonunda şu söze ulaştık :

Yeryüzünden ortaklamacılık ya da Müslümanlık ülküleri silinse de, Nâzım Hikmet’in ya da İsmet Özel’in şiirleri gene beğenilerek, sevilerek okunacaktır. Tıpkı Homeros'u, Cervantes’i, Shakespeare’i, bugün, ülkülerinin çok uzağında, beğenerek, severek okuduğumuz gibi... ("Adam Sanat", Eylül 1990)

A.B.D. ile Avrupa’da yaygınlaşan 1968 öğrenci hareketleri Türkiye’ye de üniversitelerdeki boykotlar, işgallerle yansıdı.

Bu dönemde ünlenen şairlerden Ataol Behramoğlu ile Özkan Mert devrimci tavırlarını sonraki yıllarda da sürdürdüler; çok yetenekli bir şair olarak toplumsalcı çevrelerce övgülere boğulan İsmet Özel ise, 1970’lerde dünya görüşünü değiştirip İslamcı şairlere katıldı. (...)

Güçlenerek süren bir anlayış da yenilikçi İslam şiiriydi. Yeni şiirin biçimsel gelişmelerini benimseyen bu şiirin kaynağında, 1950’lerin ünlü bir şairi, Sezai Karakoçyer almıştı. 1970’lerde İsmet Özel’in toplumsalcı dünya görüşünden uzaklaşıp İslamcı anlayışa yönelmesiyle bu akım ayrı bir önem kazandı. (Mart 1993, Biçemden Biçeme)

ikinci Yeni’nin eteklerinde serpilen şiiriyle devrimci anlayışa benzeri görülmemiş örnekler sunmuştu. İslamcı anlayışta da böyle bir hava estirecek gibi görünürken şiirden düzyazıya doğru kaydı. (.Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi, 1999)

Memet Fuat (Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi ve Aydınlar Sözlüğü’nden derlenmiştir)

 

OTOYOLDAKİ KAVŞAKTA KAVRULMUŞ

RUH SATICISI

Altmış sene yaşadım bir tek anım bile yok

Anılması korkulu yerlerdedir meşhedim

Faka bastım kaydı don çakar almaz çark amok

Oldum cen.net aşısı binbir günah işledim

Anım yok. Bırakaçak mirasım Hak getire

Rızkımla takometre sırf bu yüzden akraba

Müstantik olam dedim çalkap giyem setire

Uydurarak başımı örülmüş her çoraba

Örselerdi bir çorap kör nefsimi kabartan

Nesi körlük hangisi kadınların kaprisi

Yasa dışı bir zifaf bengi sulardan artan

Lâf çakmışlar çivisiz matematik köprüsü

Hiç Mao'nun, Lenin'in günahını almayın

Vitrinin çocukları Marquis de Sade yuttular

Ten sırrına ermeden başka telden çalmayın

Pezevenklik etmeyen iblisi de üttüler

Muamma mı göründü sana dünya işleri

Kanunların ruhunu okumak zor mu geldi

Haydi nem kap buluttan ve başlat yağışları

Ne yaptı Conte Cavour sen de yap Garibaldi 

Satıver anasım anâsır mı olucan

Gel bu ruhtan satın al bedavacılık etme

Yut bu ruhu dökülsün barsağmdan solucan

Ne kalsın trahomun ne tutsun seni sıtma

Modası bu dertlerin çoktan geçti diyorsan

Riskliyse ruhu yutmak tezgâhtan gölgeni çek

Şehre git şehirden al çünkü şehirli insan

Tınlatır boş fıçının egzoz ritmiyle köçek

Üşüş ey kavruk ruha benim transit yolcum

Diren ey kimliğinle polis saldırısına

işçim köylüm esnafım dar gelirli memurum

Ben ruh kavurduğumca para yakıp ısına

Şunu bil ki ruh satan başka eller sahtekâr

Hepsini declasse say ipten kazıktan kopmuş

Asri çağda onları lükse boğmakla Hünkâr

Zindan ettiği Muğla sürgüne saldığı Muş

Püf noktası neden ruh kavrulmadan satılmaz

Çünkü çiğ ruh bulantı sebebi sevdalarda

Çiğ ruh bakteri dolar alaşıma katılmaz

Öpüşürken siğildir elinle sev dalar da 

Durayım ruh satmaya bütün yelkenler forsa

Müşteriye havasını almadan bakmayayım

Façama kıymam diyen görsün ne hali varsa

Hoş koku duymadıkça temenna çakmayayım

Nerelerden kalkmışım yokum konulan yerde

Ansızın anısızım aşklarım vesikasız

Uygunsuz yakalanıp örtündüğüm bu perde

Ne kadar kandırıcı bir o kadar yakasız

Vara iksir vara tin vara tılsım vara kut

Ha gayret kanat takıp uçmama ramak kaldı

Ateş yakın su uzak ara yerdeki barut

Alay komutanıydı müdür bey ve bakkaldı

Ben benim benle doğdu ruh satanlar ruhsatı

Bildirildi benimle kıvam cehr uşşağına

Anım yok. Ha şimdi bilsin ruh ruhun kaç katı

Boşuna mı dikildik otoyol kavşağına. 

ÖLÜM KERE ÖLÜM / ÖLÜM KARE

İşa Golgotaçya çıkaçken tökezlemeden önce

Onü sıra şendeleyip ayağı burkulan bendim

Yâr idim dulda saydı beni açmak isteyen gonca

Dert oldum Hira,'ya beni teskine geldi Efendim

İlk ben üşüdüm sonradır Tur-i Sina'daki sağnak

Dağa çıktım, kurdu geberttim beni korkuttu keme

Çalmadığım kapı kalmadı can evimden taşarak

Duyan olmadı âvâzım ki desin Hallaç kekeme

İlenen oylumsuz kalır kargışın imza yeri boş

Aşka düşmek eceliyse bedeni coşturur anız

Ruh körelten çare bulmaz ilaç olmaz telâşlı döş

Pis mürekkeple çürük dil tokuşturanlardansanız

Kul beni bilmeyişin vakti ecelden kim sıyıra

Bir benim sayıklayan Adem'i imlâ eden adı

Bu yüzden bana değmeden dünyadan bir üvendire

Gittim çekip başımı gittj.m hakikat duraksadı. 

KISA PANTOLON, PASLI ÇAKI,

DÎZDE KABUK BAĞLAMIŞ YARA

KISA ÇAKI, PASLI PANTOLON,

GÖZDE YARASI KALMIŞ KABUK

Nazlan

Sitem et

Kırıl bana

Beni geç vakit

Tek başıma suya yolla

Bağçede yüzünü öteye çevir

Güle hayret ediyormuş gibi yap

Gülümseyerek konuş da başkalarıyla

Somurt, avluda sadece ikimiz kalınca

Kızıp en evecen adımlarınla üst kata çık

En sevdiğim çiçeğin saksısı kaysın elinden

Derinleşsin ben içerledikçe ruhumdaki sakarlık

Yamru bastım iş değildi hâke çakılmak bayırdan

Dağ sıradağdı hangi haşin belden yol veresi

Gece hep süzüldü yukardan lakayt Kehkeşân

Altımda hep beni yutmaya çağladı nehir

Yetişir hecelemen sök beni bir kere

En zoruma gideni yap hengâme getir

Çel beni tökezlet tuttur çitlere

Ahla istida edecek ahvâl değil

Kim bana kıymazsan bilebilir

Dünya dedikleri samut küp

Acılar tınladıkça bende

Hep seni seslendirir. 

SEBEB-İ TELİF

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız

yaprakla yağmurun aşkı meselâ

kim olsa serpilen coşturuyor bizi

imreniyoruz başkalarının mahvına.

Yağmur mahvoluyor çarparak

kendini parçalıyor maşukunun açılan kıvrımında

yaprak dirimle irkiliyor nazlı ve mağrur

silkiniyor vuran her damlayla.

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız

bakıp başkasının başkayla kurduğu bağlantıya

aşka dair diyoruz ilk anı bu olmalı

22 ilkönce damarlarımızda duyuyoruz çağıltısını

uzak iklimlerin

kokusu gitmediğimiz şehirlerin önceden

bir baş dönmesiyle kabarıyor hafızamızda

sonra ayrılıklar düşüne dalıyoruz:

Bize ait olan ne kadar uzakta!

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız

başkalarının düşünceleriyle değil.

"Üstümde yıldızlı gök" demişti Königsberg'li

"içerimde ahlâk yasası".

Yasa mı? Kimin için? Neyi berkitir yasa?

ister gözünü oğuştur, istersen tetiği çek

idam mangasındasm içinde yasa varsa.

Girmem, girmedim mangalara 

Yer etmedi adalet duygusu

içimde benim

çünkü ben

ömrümce adle boyun eğdim.

Yıldızlı gökten bana soracak olursanız

kösnüdüm ona karşı

onu hep altımda istedim.

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız

ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla

düşmanı gösteriyorlar, ona saldırıyoruz

siz gidin artık

düşman dağıldı dedikleri bir anda

anlaşılıyor

baştan beri bütün yenik düşenlerle

aynı kışlaktaymışız

incecik yas dumanı herkese ulaşıyor

sevinç günlerine hürya doluştuğumuzda

tek başınayız.

Diyorum hepimizin bir gizli adı olsa gerek

Belki çocuk ve ihtiyar, belki kadın ve erkek

Hepimiz, herbirimiz gizli bir istemle adaşız

yoksa şimdiye kadar hesapların tutması lâzımdı

hayatımıza kendi adımızla başlardık

bilmediğimiz bu isim, hesaptaki bu açık

belki dilimi çözer, aşkımı başlatırım

aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine

adımı aşkın üstüne kendim yazarım. 

İKİ KANAT

Bizim ahşap evimizin kapısı Kastamonu'da

iki kanatlıydı. Biri

hep kapalı dururdu kanatların

ardında demir dayak.

Gece olur

karanlığın haşyetinden kapanırdı tek kanat.

Boyasızdı tahta kapı

bu yanıyla güvenirdim ona.

Yıl elli üç. Üçteyim. Dövüşmek üzereyken bir yaşıtımla

Malenkof! diye bağırmışım öfkeden patlayarak

zavallı arkadaşım

hiçbir şey anlaşılmayan bu telâffuz karşısında

şaşırıp kaçtı bağıra ağlaya.

Sonra kızlar geldi

bir kanadı açılmayan

boyasız kapının önündeki betonda

rond yaptılar ve raspa oynadılar:

Raspa raspa ras

Kore'ye mektup yas. 

DEMANGEAISON

Hayatsız kalmıştım. Birden Dürin

Chopin'in yedi numaralı valsiyle

balkonda belirdi

cildi çürüyen İstanbul'un üstünden korkulu göz

sonbahar üssüne çöktü. Süsünden öldü şehir

hüznünden oldu. Bir de o gün Şevki bey

biraz çekil kardeşim demesin mi Chopin'e

ravii meçhul

ama inanmak serbest

ben kimseye yetim olduğumu

söylemedim üstelik

vesayet altında falan değilim. Sadece

hayatsız kalmıştım. Büyüyünce geçti.

OF NOT BEING A JEW

İniyorum kulelerinden katil

iniyorum maktul minarelerden

taraçadan, bahçeden

ilk tanıyı bulanların indikleri her yerden

ilk tanıyı bulandıran bir vaşakla birlikte

değdikçe ayaklarım merdiven alçalıyor

açılıyor leşlerin, atmıkların cesurane

canlıların korka korka uzandıkları zemin

ağzımda kef

iki gözlerimde mil

iniyorum kulelerinden

26 katiL

Körüm, o halde karanlık niye benden kaçıyor?

Sağırım, nasıl oluyor da uğultum uzaktan

beni çağırmaktadır?

Göklerin çökeltisinden başkaca soy

toprağın tortusundan gayrı hısım bilmeksizin

iniyorum kirli eteklerine

beni emziren kaltak şehrin

iniyorum ama indirilmedim

iniyorum çalıntı tahtımı terkederek

arada bir çehremi dalgalandıran karaltı

vurulmuş arkadaşlarımdan yansıyor olsa gerek

iniyorum onlardan artakalan yükü indirmek için

indiğim yerde beni bir bekleyen yok

indiğim yerde biçilmiş ot gibiyim

puslu, çapraşık, koklanmamış

ihmalkâr gözle okunmuş bir kitap

bîtab bir gözle okunmayı tercih ederdim

yoğrulmuş olan benle bir daha yoğrulsaydı

benimle açsaydı ağırdan

tükeniş faslını mızrap.

Yağmurun yoldaşı denebilir mi bana?

Ne dökülüş inişimde, ne çakış..

Yalnızca o çetrefil

aralama zahmetine katlanarak

iniyorum kızları utandıran iççekişle

erkekleri boğan kasvetle iniyorum.

Ofkemdi başlattı yolu

ısrara gerek var deyip durdu şehvetim

istemedi doğurmak böyle bir uğraşı tabiat

tarih onu tanımazlıktan geldi

bir dövüş olsaydı sonunda belki gevşerdi hırsım

belki saçlar taranırdı bir sevişmeden sonra

ama ben hıncahınç bekçisi kalacağım burçlarımın

sonunda yükü bıraktığıma yanacağım.

iniyor ve inliyorum

nereye bir kucak dolusu

sonluluk sorgusu getiriyorsam

oraya bir kucak da getiriyorum 

bir kucak sadece genç ve diri değil

bir kucak sadece yaşlı ve yorgun değil

bir kucak sadece erkek ve vakur değil

bir kucak sadece kıvrak ve dişi değil

bir kucak sadece kavruk ve intikamcı değil

bir kucak sadece gürbüz ve atak değil

bir kucak sadece üzgün ve dindar değil

bir kucak sadece temiz ve sevecen değil

bir kucak sadece pis ve sırnaşık değil

bir kucak sadece cömert ve sıcak değil

bir kucak sadece sancılı ve keskin değil

bir kucak sadece umursamaz ve bezgin değil

bir kucak sadece öksüz ve çolak değil

bir kucak

sadece bir kucak

açılınca açıkları kapatan

acıkınca doyuran

ve doyururunca

nasıl da perişan, ne kadar da ölçülü

darası alınmaz yüküm bu benim

kayda geçirilemez, narhı konulmaz

resmen ve alenen ifade usulü yok

gözümün feri saydım onu, gücüm bundadır

dizimin dermanıdır o

buradan gelir cesaretim

bende bu kucak olduktan sonra

iyi veya kötü ne yapılabilir

kendi hayatı aleyhine

binlerce defa dolap

çevirmiş olan bana?

Bakın, bulduğum her gerçeği delik deşik ediyor

kayboluş kapımı sürgüleyen bir vaşak

her sevincimi viran eden bu hayvan

yalanlar içinde boğulmamı önlüyor

ondan kurtulacak olursam biliyorum

beni yaşamakla coşturan

bir kaynak keşfederim

ondan kurtulduğum an

bütün boyutlarımı

kaybederim.

Önceleri, acemiyken

bu vaşak yokken daha yanıbaşımda

okul müdürü

veresiye satan bakkal

kapıcı ve akrabaları

dört ayrı ölümle ölmeyi öğren

demişlerdi bana

dört bucakmış

anlattıklarına bakılırsa dünya

omzun güneş kokuyor demişti

kısa eteklikli kız

o da omzuma bir şey konduracak mutlaka.

işte o zaman bildimdi

anladımdı o sıra 

ne bir atlas kalır bende, ne ibrişim

bu çuha, bu sicim elden çıkarsa

acemiydim gitmem dedim sizin provalarınıza

bön ve berbat buluyorum yaldızlı yaz gecelerinizi

berbattır balkonda o güneşli sabahlar

biraz açılmak için açıldığınız kırların

aniden karşılaştığınız ırmakların

ürpertisi ahmakça

böndür beni belimden bölmeye kalkan enlem

benden iki bakışık parça

çıkarmaya çabalayan boylam da berbat

ipekli libas giymem, altın takınmam

atımın eğerinde kaplan derisi yoktur

çehreme iyi baksalardı yırtılırdı

uykularının zarı

uykuluydular sinerken bedenime kıraç dağlar

bitek vadilerle beraber ben tenimi yumarken

uykularına tutundular..

Çocuklar acıları paylaşmaz demiştim omuz silkerek

acılardır paylaşan çocukları

gün geldi paylaşıldı acılar

çocuklar paylaşıldı

bana bırakılan neyse ona burun kıvırdım

gittim bir kuyudan su çektim

halka boynumdan geçti

geçti boynuma kemend

d harfine bak dedim

nasıl da soylu duruyor sonunda kelimenin 

harfe bak, harfe dokun, harfin içinde eri

harf ol harfle birlikte kıyam et

harf ol harfler ummanma bat

çünkü gördüm ne varsa sonunda kelimenin

çünkü böndür altında kaldığım töhmet

uğradığım kinayeler bön ve berbat.

Evet, ilmektir boynumdaki ama ben

Kimsenin kölesi değilim

tarantula yazdılar diye göğsümdeki yaftaya

tarantulaymış benim adım diyecek değilim

tam düşecekken tutunduğum tuğlayı

kendime rabb bellemiyeceğim

razı değilim beni tanımayan tarihe

beni sinesine sarmayan

tabiattan rıza dilenmeyeceğim.

Gittim su çektim en derin kuyudan

en hileli desteden

kendi kartımı çektim

yaktım belgeleri

bütün tanıkları yoketmek için

ricacıları öldürdüm

onlar bu dumanlı dünyanın

beni nasıl özlediğini görmüş olabilirdi

gerçekten özlemişti beni dünya öze çekmişti

özüm gelinceye kadar bana temas etmişti

bu dokunuş parlatınca beni

benden biraz dünya

isteyen ricacıları

öldürdüm ve

kıtal bitti.

Yazık.

Yazık ki yazgımın boyası koyu,

inilecek kadar indim. Hayfa.

Yine bir geçitteyim, yeniden bir liman şehri bura

eskilerin tayfası yine hep buradalar

hep bilinen tecimenler, tanıdık yosmalar

havada hayza benzeyen aynı koku

binalara yaklaşırken eskisi gibi

sıklet artıyor

hâlâ ayırdedilemiyor dişli gıcırtıları

çocuk çığlıklarından

tanıyorum bunlar

bulutlara bakmak için penceresi evlerin

bu da deniz

hırs püsküren, toynak durduran deniz

rezeleri yerlerinden oynatan

vâdeden, vâdeden, vâdeden tesellicimiz.

Bir yanımda kıyısı kışkırtıcı

ufku muallâk deniz, bir yanımda

kamu açıklamaları, genelgeler, tahvilât

kimin yüzünü çevirdiysem

hüznü de sevinci kadar ıskarta..

Niye indim buraya ben? 

Boşuna mıydı yol boyunca benliğime

musallat olan belâ?

Bir çevrim tamamlandı mı şimdi?

Yine mi döndüm başa?

Olmaz diyor yanımdan ayrılmayan vaşak

kimse başa dönmemiştir, dönemez

hele sen geçtiğin o ormanlar

rüyalarındaki canavarlardan sonra

çok uzaksın o ilk

fırlatıldığın zamana.

Aldanma bunlar tayfa değil

burada doğdu hepsi

denize hiç açılmadılar

denizi sen kadar bile

tanıyan yoktur aralarında

her biri uzak bir beldeden geldi

sanılsın istiyor yosmalar

böylece saygın fahişeler

arasına katışacaklar

müptezel birer facire olsalar da.

Tecimenler, onlar da sahici değil

onlar da olmayan tayfaların

gemilerinden çıkan malları

sattıklarına inandırmak istiyor

şehrin acemi insanlarını.

Sen ve yağmur.

Başa dönemezsiniz. 

Öyle bir yol yürüdünüz ki ancak

dönüş yolunu yokederek gelebilirdiniz

inişiniz bir iniş olurdu başa dönmemecesine.

Yağmur yalnız yağarken yağmurdur

sen yalnız şenken sensin

burada kalamazsın ve başa dönemezsin

gitmek zorundasın

kovalanan bir Yahudi gibi

ama Yahudiler gibi kendinle kalamıyorsun

herşey çok yetersiz senin için

herşey sana çok fazla

ayıklarsan ayık durabiliyorsun

aranı açıyorsun kendinle

eşyayı araladıkça

uyanmanın bedeli serapları fedadır

uykuyu tadayım dersen

kâbusa dalmak pahasına.

Tarihe dersini vermen gerek

yoldan ayrılamazsın

yediremezsin sokulmayı kendine

tabiatın apışaralarına

ne yıkılmış bir tapmağın suskunluğu

durdurabiliyor seni

ne gürültülü bir havra.

Yükün ağır.

He s so heavy

just because he's your brother. 

Kardeşlerin pogrom sana.

Dostlarının eşiğine varınca başlıyor

senin diasporan.

Herkesin bahanesi var senin yok

günahlı bir gölgenin serinliğinde

biraz bekleyebilirsin, daha sonra

burada kalamazsın, başa dönemezsin

ama dön

Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!

Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön!

Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön!

Eve dönmek

kendime sarkıntılık etmekten başka nedir?

Orada, arada bir beni yoklar

intihara ayırdığım zamanlar

bunlar temiz, kül bırakan zamanlardır

düzgün sabuklamalardan bana kalan..

Evde

anlaşılmaz bir tını

bilmem nereden gelir

uykumdan? kanımdaki çakıldan? unutkanlığımdan?

bilemem Yahudi değilim

gizli bir yerde genizam yok

bilemem insan nerenin yerlisidir

ömrüm burada

bütün Yahudiler gibi

raflara doğru, çekmecelere

sahanlıklara doğru geçti

yabancı ellerde çitilenmekten korunmak için

bir sıvaydım kendime kendi ellerimle

tıpkı Yahudiler gibi

buraların yerlisi ben değilim.

Şarkıya dönersem ense köküm seyrelecek

ağdası çözülecek bana aşktan bulaşan kozlarımın

şehrin insanları yumruklarımda beyaz bulut

yolun çamurunda revnâk-ı bahar bulacaklar

ben şarkıya dönünce

boğazlarındaki boğum insanların epriyecek

ve onun yerine hergünkü işleri yaparken

kepenkleri kaldırırken, silerken tezgâhı

kalbe gizlice batan kıymık geçecek

şarkıya dönersem, yanık bir şarkıya

holokost neymiş meğer

herkes bilecek.

Kalbime döneceğim, ama hangi yolla?

Yedeğimdeki okunaksız

şarapla lekelenmiş, solgun harita

uyduruk bir şey mi bilmiyorum

yoksa sahiden definenin yeri

gösteriliyor mu orada?

Ama boşver.. Nasıl bir ilgi olabilir

kalbe dönmekle define bulmak arasında?

Lâkin ben inerken her dönemeçte

bir parçasını ele geçirdiğim

her molada, her zorlanışmda nefesimin

her ayak sürçmesinde çiziktirdiğim haritamın

bütün paftalarında sabit mürekkeple işaretlenmiştir

nerelerde kıraçlaşır

rahminde levendane öcün tohumları yatan gece

güneşin şifa diye bilinen ışıkları

nerelerde kıyıcı bir zehre çevrilir..

Haritamda caddeyi ürpertiye açacak

birkaç kaçıktan başka nirengi noktası yok.

Açıkça gösteriyor haritam farkı nedir

bir cenaze kalkarken yağan yağmurun

bir hükümet darbesinden sonra yağan yağmurdan.

Yağmalar belli ki kim bulsa defineyi, umurumda mı

ben kalbime döneceğim fokurdayıp pörtlemek için

hep fokurdak ve pörtlek kalacağım kalp içinde

canı sıkkın kızların yüzlerinden

döşünden âhı kalmış delikanlıların

dünyaya ha bire pörtleyeceğim

evlerin olanca tınısı dindiği zaman

kısıldığı zaman bütün şarkıların kanatları

fokurtum dokunacak herkese yedi ırkın kavşağından

Yahudi değilsem bile

bende Yahudalık da mı yok —

Kimi öptüm de kurtuldu çarmıha çakılmaktan? 

MEVSİMLERİN İNSANA YAPTIĞI FENALIKLAR

Mevsimlerin bizim âşıklarımız olduklarını bilmezdim

Bizi duysunlar için doluyorlarmış meğer etrafımıza

Koynumuzdan her geçişinde kendine yol edermiş bir

mevsim

Ve gelirmiş sargımız kalkıverince uyarak çağrımıza

Ruhu saran zevklerden sözaçtı da nice yıldır nice insan

Kimseler anlatmadı sargıların kaldırıldığı zamanı

Söylenmedi çıplak kaldı mı ruh neydi hemen rengi

koyul tan

Neydi öperken akıtır öpülürken pıhtı kılardı kanı

Özlenen bir pişmanlık diyerek tarif ederler aşkı

sorarsak

Ve her sevilen nobran biraz her mevsim severken birer

zorba

Çözülür tirşeleşir çatık ten sonra tekrar toparlanmak

Farkederiz üstümüzde bir çentik hangi mevsimden

acaba

Bir yemini hatırlatsın diyedir belki de yazdansa bu iz

Uzayan gün bıktırıcı setreylemeyen karanlık müzevir

insan olmaktan kalan elemin zamkı gibi belli belirsiz

Depreşen o ilk yeminden başka yazın herşey alelâdedir

Herşey bir soruyu katederkenki hayatımız kadar ürkek

Taze şarap herbirimiz son korkusuna garkolmaya teşne

Köhneleşmekten kaçarken güç ararız kahverengi ve

erkek

Böyle kalır bir güz lekesi yükü artan göklerden kinaye

Yani hata önceye ait önce öbür yüz öpülecekti

Öbür gölden içecektik kaplamasaydı çabuk sineyi kış

Üşüdük terkedilmekten utandık ruh kendini içe çekti

Aldırdık aldanmak için çentik dedik oysa sadece yanlış

Koyverin matemi tasvire çengiyle köçek çullanadursun

Her yanlışı yeşeren dal fışkıran otla kapatsak da n'olur

Ağlayış buldu eşin neydi adı ko bahar coşkusu olsun

Yüze vurmaz artık elem yapışır âdeme göğsünde solur

KİTABE

Bende mevsim denilen üftâdelerin yardığı yer apaçık

Esebilsin sevgililer diyerek cân içre dünden hazırım

Korkarım kalmazsa sevişmekten bir yangılı yer ya da

sıyrık

Ömrüm fenalıklara kayıp ağulanmazsa ben ne yaparım 

EVET, İSYAN

Demirden sağmaklar altında uyur sevdiğim

göğsünde hazin ayak izleri eski Şubatların

onu yaralar kıpırdatıyor

ve o sertelmektedir yaralardan

kasıklarına boşalmaktadır nal sesleri.

Keserle yontulmuş bir ağzı var sabahın

varınca bayrakları, marşları duyuyorum

başım çılgınca sarsılan dallarla uğraşıyor

durup dineliyorum bütün taframla

bütün taframla, bütün yumruklarım, bütün

hantal yüreklerin olduğu orda.

Kesik kolları var aşkın

döl ve inat barındıran.

Hırpanî bir okşayışla akşam

yanaşınca çocuklara

ben karakavruk yüzümün arkasında

kırbaçlayarak büyüttüğüm ağrıyı bırakıyorum

bana ne çerçilerden, çerilerden, kullardan

halksa kal anı onu kal a kılan benim

boşanır damarlarıma yılların kahraman gürültüsü

çünkü kavganın göbeğidir benim yerim.

Ay vurunca çatlatır göğsümdeki mahşeri

çünkü kavganın göbeğidir benim yerim 

canlarım, kollarında Parti pazubentleri

dik başlar, erkek haykırışlarla

göndere, en yukarlara çekiyorlar

en yukarlara çatlıycak kadar aşkî yüreklerini.

Yıllardır çocuk başları akıyor yamacımızdan

yıllardır balçıklı bir hayvan çeperlerimizde

kentlimiz cebinde cinayet fotoğraflarıyla sofraya oturuyor

köylü — biraz sessizlik — ne tuhaf bir kelime?

Asfalt yakıyor genzimi

asfalt adamlarını topluyor aramızdan

yıkılıp omuzdaşlarımın seslerine

yıkılıp bir boran içinde toplayarak çiçeklerimi.

Ben merd-i meydan

Yani toprağın ve kanın gürzü

güllerin bin yıllık mezarı bendedir

yukardan bakarım efendilerin pusatlarına

insanların bütün sabahlarını merak ederim

gök hırpalanmaktadır merakımdan

ıtır kokan benim yumruklarımdır

benim kavgamdır o, aşk diye tanınan.

Alanlara çok bilenmiş yüreğim alanlara

vurulsun kösleri şu gâvur sevdamızın

vursun isyanın bacısı olan kanım karanlığa

Zülküf de vursun.

Yüzüne ay kırıkları çarpıp uyansın sevdiğim. 

YAŞAMAK UMRUMDADIR

Sabah şairin üstüne saldırıyor

yaşamaktan bir güneşle kaplanıyor onun kalbi

onun kalbi topraktan sıyrılıyor

aşk dahi sıyrılıyor topraktan

gözlerini tanıyorsunuz: çaylak sürüleri

beyni: aç kuşlardan bir ambar.

Bir kıyısına ilişmiyor dünyanın

Allah'ın ve devletin dibinde insanlar

onu barutla karıştırıyor

ve zerdali çiçekleriyle.

Ahali kapısını taşlıyor onun

onun için develer kesiyor halk

aşka ve kavgaya aydınlık getiren kalbi

topraktan sıyrılıyor.

Ben

topraktan sıyrılıyorum

buğular

ve aşiret rüzgârları kanımda.

Arklardan gece vakti sular

kaç zaman ayaklarıma

yaslı bir selâm gibi dokundu

kopartılmış yapraklarımdan ibaretti hüzün

dedim rahmet yağar ben yürürken

gece benim ardımda

taşıdım kara gençliğimi dağların damarından

hep döşümde yaratkan, patlayıcı bir kimya

beynimde hep mânâlı bir uçurum.

Benim hayranlığımdan inlerdi şehir

ben atlara ve uzaklara hayrandım

kendi ehramlarını bile tanımayan kadınlar

ansızın patlak verirdi baharda.

Dudaklarımda çürükler vardı

dağ çiçeklerinden ötürü.

Irmaklara salardım kendimi

ruhumda kaynar adımlarla gezinen dünya

bana hain sevgilimdi.

Yaşamak debelenir içimde kıvrak ve küheylân

beni artık ne sıkıntı ne rahatlık haylamaz

çünkü ben ayaklanmanın domurmuş haliyim

yürüsem rahmet boşanacak

ve sana bir karşılık vereceğim.

Sana bir karşılık vereceğim

toprağı deşen boğuk sesimle

sana bir karşılık vereceğim

amansız kum fırtınası altında

sana bir karşılık vereceğim

birbiri üstüne yığılırken günler

ey taşan suların imkânı

ey taşan suların bekâreti sana

bir karşılık vereceğim. 

KUŞUN ÖLÜMÜ

Kuş damdan düşünce

sarışın bir yürüyüşüdür artık ölümün

bir yağmurdur açılan kuraklığa

bir yağmurdur kulübesi nisandan

ve onun ayaklarına dolanan o gökyüzü

kansız yüzleridir diri kuşların

kuş düşünce damdan

kuş düşünce damdan

kızlar saçlarıyla ölümü düşünürler

uzun bacaklı tanrılar koşuşur sokaklarda

kuş öldü herkes mi arıyor

gençlik mi yürüyor herkese ve mi arıyor

onun gözlerini satılan çarşılarda

kuş öldü kanadının altındaki o yara

yağmurun karanlığını getiriyor geceye

yağmurun ırmaklarını getiriyor geceye

kuş öldü

küçücük bir yorgunluktu ölmeden önce

öldü, kim ısıtır artık onun ellerini

suların aynasında üşüyen ellerini

suların saygısıyla üşüyen ellerini. 

BAKMAKLAR

Donyağından yapılmış sabunların

ürkütüp sindirdiği gözlerim vardı — ağır —

ağır yani çoraplı ve sürgün doğmanın

taşınmaz kıldığı.

Ben şenlikçisiydim pıhtı kanın

keten helvacılardan, bileycilerden

rugan çizme giyilen çağlardan geçerdim

barutun ve susamanın güzelliğiyle

tek yatmanın akmayan yüzüyle geçerdim.

Oraya, göğsüme iliklediğim hayvanı ayartmadan

direnmenin mayasını ellemeye.

Gün dönerdi, benzi solardı kahkahamın

kapardım kapımı gevşeyen bir yanımla

ve her gece yatağımda bir engerek bulmanın

süreğen iğrentisiyle dolardım, sesim

öylece — Kusmuk Gibi — kalırdı ağzımda.

Çünkü her yerde bir göğün ufak kaldığı vardı

— akşama özgü göğsümü açardım

ey mutluserin penceresi doğanın —

her yerde köpeksi koklaşmaların sürüp gittiği vardı

uyurken bir kadına doyar gibi kanardı ayaklarım

kanardı ve bir irin seliyle boğulurdum her sabah.

Oysa babam bilirdi yaşadığını aptes alırdı çünkü

anlatacak şeyleri vardı, eğilip kalkmaları

dualar okuması, doğum sancılarıyla bırakıp gitmesi

anamı.

Ah, göğe uzatıyorum bir cumartesiyi

hayın bir çalgıyı kuşanıyorum göğün huysuz kuşlarıyla

GOK! Bir kahkahaya geçirdikçe dişlerimi

bir tabut kalmıştır akşam olmaya

bir tabut beklenen bir aydınlıktır

beklenen bir ses gibi avlularda.

Anam kirliserin penceresinde doğanın

uykusu ayaklanır kanı birikir saçlarına

gözlerine uyuşuk bir hınç siner artık

ölü bir erkeği almıştır yatağına

o soğuk ölüyü, o kurutulmuş anıyı

birdenbire benim ağzıma takılır herşey

giderim akşama özgü göğsümü açmaya.

Ben nereye adımı yazsam

nereyi göstersem parmaklarımla

orası şapkalar yüklü bir vagondur,

nerede daralmış görsem bir adamı

akşamın güzelim buğusunda eli-ayağı tutulmuş

bir çiçeğe uzanırken utandığını görsem

işte iğrentim yayılıyor derim, işte sırtlanlar soluyor

ellerimde

kuşlar çoktan kapamışlar tarlalarını. 

O zaman bir üzünç aralığında — herkes gibi — başlar

korkum.

Ey irin mutluluğu!

Ey durmayıp ağrıyan kemiği usumun!

Uğunursam beni hazdan delirten hayvanın ortasında

ben koşarken derelerde birikirse çocukluğum,

piçliğim birikirse sesimin o hıncahınç boşluğunda

coşkunun en sağlam atıyla geliyorum

sövgüm büyüyor, ağartıyor günümü.

TAN! Olü bir kediyle saçlarımı taramanın vaktidir

sarı bir bilincin ötesini ellemek istemenin

bir üzünç aralığındayız artık TAN!

savulun, çıplaklığım geliyor ardımdan.

GECELEYİN BİR KORKU

Hırlıyım, böylece büyüyor baldırlarım ve boynumun

öpülen yeri

iri bir kuş kendini ağartıyor koltukaltlarımda

geceyi hor görüyorum, böylece gecenin bütün itliğini

irkilip terliyerek bir erkek sesi olarak yatağımda

tanırım, Pekos Bil'im gözet beni.

Beni çünkü buram ağrır, bacaklarımı hor görürüm

aynalarda

bağrıma bir gül tünemiştir, kanar yanakları bir

oğlanın yağmurdan

hüznü hor görürüm çürütür çünkü o kuşu

koltukaltlarımda

hırlıyım böylece büyür aşkın bir salgıdan öteye

geçemediği

tanrım, Pekos Bil'im üşüt beni.

Üşüt, yırtsın öpüşlerimi paslı tenekeler, soyunup org

çalayım

ceketimle örteyim gecenin bütün itliğini

tanrım, Pekos Bil'im uçur beni. 

DAVUN

Uç benim boynumun soytarısı

kirle her cemreyi bana doğru olan

unuttum güçbela soluyan perdeleri

dudaklarımı ısırdıkça kabaran akşam

unuttum onu da.

Zaten bir tanım değil midir

tavsayan düşüp kalkmalara

hüznün hacanası diye bildiğim akşam

bir tanım değil midir o kıyışız ellerimiz

fırça çekmeye doğru ölümün bacısına

parmak atmaya doğru şiir okuyaraktan

aşk — bir tanım değil midir —

kusturucu güzellikler ardından.

Her tanım bir ağı parçalıyor gibi çevremizde

azgın atlar boşandıkça sesimin avlusundan

uç benim boynumun soytarısı

dölle ovalı yüreğimi akarsuyunnan

göğsümde serinleyen akçıl kuşların

esirgeyen bağışlayan DIRENMEnin adıyla

indir koynumun yılgısını mor bulutların ordan

indir, indir de

geceleyin dupduru bir iniltiyi

bağrımdaki sağırlıkla değiştirmeye doğru —

Fırlamayım, bıktım tanımlanmaktan. 

Leş yiyen akçıl kuşlan severim çünkü

akçıl göçmen kuşları çünkü

çünkü özentisiz taşra yanakları

gibi çarşılara ilişkin

firengili göklerin altında olmak gibi

yatırları severim

paskalya tatilini.

Her tanım zorlu kilitlerdir belki de

çaput yıldızları aşka dayalı duran

uç benim boynumun soytarısı

böğrümde avrupalı atları koşuşturan

aşkım, tanımım, yanaşmam. 

SEVGİLİM HAYAT

Yüzüme bak

ve yüzümü hırpala

yüzümü değiştir, dağlı bir anlatım bırak

sen

her hafta oğlunu leğende yıkayan hayat

yaban, diri memelerinden ısırmak

dudaklarındaki tuzu dudaklarıma almak için

çok oldu tepelere vurdum kendimi

bulutlara karıştım ve karanlık kahvelerde

tıraşı uzamış adamlardan

huylarını öğrendim senin.

Mahmur bir tohumdan delikanlı bağrıma.         51

Ve hatırlıyorum lokavt vardı

bezgin fabrika düdüklerinin

dizlerine yatırılmış olan sabah

senin kalbini kakışlardı.

Tomarla muştuyu omuzlayarak genç adamlar

polisin sevmediği genç adamlar sokaklarda

patronları kudurtan gazteler satarlardı.

Ey şehre başaklar:

militan ruhlar ekleyen hayat!

Gün turuncu bir hayalet gibi yükseliyorken

izmarit toplayan çocukların üstüne

çekleri imzalanıyorken devlet katlarında faşizmin

bacımı koyvermiyorken şizofreni,

yüzüme bak

ve rahmini bana doğru tekrarla

ben öyle bilirim ki yaşamak

berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır

çünkü biz savaşmasak

anamın giydiği pazen

sofrada böldüğümüz somun

yani ıscacık benekleri çocukluğumun

cılk yaralar halinde

yayılırlar toprağa

etlerimiz kokar

gökyüzünü kokutur

çünkü biz savaşmasak

Uzak Asya’dan çekik gözlerimiz

52 Küba'dan kıvırcık sakallarımızla

savaşmasak  '

güm güm vurur mu kömürün kalbi Kozlu'da

Ke San da, Kandehar'da ümüğüne basılır mı vahşetin

ve sen boynunu öperken beni sarhoş

bir okyanusla titreten hayat

sevgilim olur musun.

Ben savaşarak senin

bulanık saçlarından tutup

kibirli güzelliğini çıkartıyorum ortaya

dünya

kirletilmez bir inatla dönüyor

altımıza yıldızlar seriliyor

yüzüm suya davranıyor koşaraktan

ve inzal. 

İNCE SIZI

Var mıdır nalçaları sevincin

gün tene değince kanatları uzar mı

derin bir secde gibi rüzgâra aşılanmak

dostları düşünmenin çarpıntısından mı

Yokum arkadaş düşünmekle varılan tada

hayata yalnızca kafanı banmak

gövdende namusluca güdebilmek sevinci

elbet burkulup kalmaktan iyi.

Kara gözlerimde uğuldayan bu değil ancak

elde tüfenk, elde âlet, yürekte kor

cebelleşmek yalanla, kirle, tahvilatlarla

damarlarına papatyalar doldurarak

bir serinlik olup dünyaya sokulmak.

Ben bir deli fışkın değil miyim

sahibim Köroğlu'nun da sahibi değil mi

ve çocukların ezbere bildiği gömleğimin

kendirini kendim ekmedim mi

Öyleyse arkadaşım sinem kanayadursun

ta ki sürgün ya da mahpus kırışıklar yerine

yüzümüz köylü ve gurbetçi yakınlığa dursun

sevmekle doğrulanmıyor madem kalbimiz

girelim yarimizin avlusuna tam tekmil

ve mürdüm erikleri

ve dopdolgun elmalarıyla o bahçede

o geniş kalçalı yarimizi dört kere. 

AYNIADAM

Tozludur saçlarım, saçlarımdan

devrilmiş sarayların dumanları savrulur

yüzüm yanıktır

yüreğime bir karanfil sokuludur

ve partizanca darbelerin dünyaya ilen şavkı

benim göğsüme göğsüme vurup durur.

Ben dünyaya doğru yürümekle meşhurum

bahar da sürgülenir içime katranlar da

hem koşarak yarattığım sevgiler vardır

hem körlenmiş sevgilerin acısıyla koştururum.

Beni sular

kocaman taşları parçalayarak hatırlıyor dağlarda

ve beni hatırlatıyor çeltik tarlalarında aynı sular

umutlu sakinlikleri

lohusalıklarıyla.

Ben dünyaya doğru yürümekle meşhurum

kökten dallara yürüyen sular gibi

yürürüm kömür ocaklarına, çapalanan tütüne

yürürüm hüzün ve ağrılar çarelenir

dağların esmer ve yaban telâşından kurtula diye

torna tezgâhlarında demir.

Yürürüm çünkü ölümdür yürünülmeyen

yürürüm yürüyüşümdür yeryüzünün halleri 

kanla dolar pazuları tarladakinin

hızar gürültüsü içinde türkülenir bir öteki

gökleri göğsümden aşırtarak yürürüm

yağlı kasketimin kıyısında nar çiçekleri.

Aynı adam Ekim günlerinden beri gümbür gümbür

gelirim

teneke damların üstüne safi sinirden doğan güneş

portakallar fırlatarak parlıyor benim adımlarımla

anladım neden yorgunluk

gülümserlik getiriyor insana

hayatın bana başat

bana avrat oluşunu öğrendim

işçiler bunu kurşunlanarak öğrendi

on beşinde bir arkadaş

inancını savunurken yargıca

anladı bulana durula akmakta olan şeyi.

Yürüyorum

azarlanıyorum fışkıran başaklarla

iki bomba gibi taşıyorum koltuğumdaki bir çift somunu

hurdahaş bir sancıyla geçiyorum badem çiçekleri altından

gözlerim nemli değil

gözlerim namlu. 

YIKILMA SAKIN

Sana durlanmış kelimeler getireceğim

pörsümüş bir dünyayı kahreden kelimeler

kelimeler, bazıları tüyden bazısı demir

seni çünkü dik tutacak bilirim

kabzenin, çekicin ve divitin

tutulduğu yerden parlayan şiir.

Zorlu bir kış geçirdim, seninki gibi nefti

acıktım, bitlendim, bir yerlerim sancıdı

sökmedi ama hoyrat kuralları faşizmin

çünkü kalbim aşktan çatlayıp yarılırdı.

Her sabah çarpışarak çekilirdi karanlık alnacımdan

acılar bile duymadım kof yürekler önünde

beynim her sabah devrimcinin beyniydi

ayaklarım donukladı gelgelelim

sağlığın yerinde mi?

Yaraların kabuğu kolayca kaldırılıyor

halkın doğurgan dünyasına dalmakla

onların güneşe çarpan sesini anlamayan

dört duvarın, tel örgünün, meşhur yasakların sahipleri

seyir bile edemezken içimizdeki şenliği

yılgı yanımıza yanaşamazken

bizi kıvıl kıvıl bekliyorken hayat

yıkılmak elinde mi? 

Boşuna mı sokuldu bankalara

petrol borularına kundak

kurşun işçinin böğrünü boşuna mı örseledi

varsın zindanların uğultusu vursun kulaklarımıza

yaşamak

bizimçün dokunaklı bir şarkı değil ki.

Bu yürek gökle barışkın yaşamaya alışmış bir kere

ve inatla çevrilmiş toprağın çılgarına

yazık ki uzaktır kuşları, sokaklarıyla bizim olan şehir

ama ancak laneti hırsla tırpanlayamamak koyuyor insana

öpüşler, yatağa birden yuvarlanışlar

sevgiyle hatırlansa bile hatta.

Köpüren, köpürtücü bir hayatın nadasıdır kardeşim

bütün devrimcilerin çektikleri

biliriz dünyadaki yorgunluk habire mızraklanır

dağlarda gürbüz bir ölümdür bizim arkadaşlarınki

pusmuş bir şahanız şimdilik, ne kadar şahan olsak

ama budandıkça fışkıran da bizleriz

ölüyoruz, demek ki yaşanılacak. 

YAŞATAN

Ben halka bakınca gümüş tırnaklı kısraklar

sırça kirpikli gelinler huylanır.

Ben halka bakınca terlenirim

yaslanırım tarlaların gölgesine, tozuna

kirlenir gülkurusu mendilim.

Benim rengimle kim yarışabilir

sancımı kimler altedebilir ben halka bakınca?

Ben ki kazdım, küredim, ellerimle boşalttım geceyi

yıldızları, hüznü ordan fırlatıp attım,

sonra ordan fırtınalı bir tüzeyle halka bakınca

yeniden yaralandım dünya ırmaklarından.

Dünyanın ırmakları dediğim yer

aydınlık, gülümserlik ve sevda.

Oysa halkın göz çukurları çamurlanmıştır

kanı ılgıt ılgıt akar, kanı kara

yazlık sinemalarda, üniformalar altında

banknotların, kıravatların saltanatıyla

çürütülmektedir halk.

Gözlerim

ne güzeldir halka bakınca

gözlerimde böğürtlendir

avuçlarımda nar,

ayaklarını çıplatıp sulardan geçen çocuklar

sevinçle kıpırdatır yapraklarımı. 

Halkım

pıçaklanmış bir kadın gibidir

kaygular içinde yapayalnız

zehirli çiçeklerin uğultusu

uzaklaşmaz kulaklarından.

Gözlerim

neden güzeldir halka bakınca

beni neden küflemez o çökertilmiş anlam

herdaim karnımda tıkılı duran şafak

dünyalar biriktirir halk adına?

Çünkü bana göbek bağımdan işliyor toprak

hançeri ellerinde neşter kılan

arkadaşlarım var dağlarda.

Kara yerden kırmızı gelincikler biterken

leylekler kirlenirken bin bereket uğruna

şeffaf, bakire kızlar pencerelerden

kaçırılmak için elederken delikanlılara

o zaman benim gözlerim işte .

kavi bir mavzer olur halka.

Kanıma kızgın demirler sokulur

ben halka bakınca

kömür kokusundan yüzlerim kabarır

kalbim uyanır gıres lekelerinden

gök gürülder köleler kıpırdanır

uykumun rengi yayılır dünyaya

uykum çünkü uçarı, çünkü hovarda

şafakların öncesidir,

sazaklar içinde bir çocuğu emzirir

çapullara sarılmış çürüksüz çocuğu

ben halka bakınca.

Yaşamak güzeldir

gözlerim daha güzel

gözlerim daha güzel halka bakınca

ve sürülmüş toprağı

yaratkan beyni

işleyen elleri huylandıran bakışlarım

yani insan türünü var kılan hız

yani hatta tarlalarda

döl yataklarında bile oyalanmayan

savaşın, sevdanın rengi

her güzellik bu rengin ardındadır

yaşamak bir başına bu rengi geçebilmez

"ölümden korkup da sonunu sayan

ölür gider yar koynuna giremez." 

KANLA KİRLENMİŞ EVRAK

Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.

Aşklarım, inançlarım işgal altındadır

tabutumun üstünde zar atıyorlar

cebimdeki adreslerden umut kalmamıştır

toprağa sokulduğum zaman çapa vuran adamlar

denize yaklaşınca kumlar ve çakıltaşları

geçmiş günlerimi aşağılamaktadır.

Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.

Ve rüzgâr buruşturuyor polis raporlarını

kadınlar fazlasıyla günaha giriyorlar

bazı solgun gömleklerin çözük düğmelerinden

çelik tırpan gibi silkiniyor çocuklar

denizin satırları arasında.

Gece arsızca kükrüyor paslı beyninde şehrin

küfre yaklaştıkça inancım artıyor.

Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında

öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan

saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda

acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman

acıyla uğraşacak yerlerimi yokettim.

Ve şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın

başından başlayabilirim. 

KARLI BÎR GECE VAKTİ

BİR DOSTU UYANDIRMAK

Benim adım insanların hizasına yazılmıştır.

Her gün yepyeni rüyalarla ödenebilen bir ceza bu.

Keşke yağmuru çağıracak kadar güzel olmasaydım

ölüm ve acılar çatsaydı beni

düşüncem yapma çiçekler kadar gösterişli ve parlak

sözlerim ihanete varacak doğrulukta olsaydı.

Anmaya gücüm yetseydi de konuşsaydım

diri-gergin kasları konuşsaydım

"Kardeşler!" deseydim "Kardeşlerim!"

"Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan

"Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan

"Bakın yaklaşıyor..."

yazık, şairler kadar cesur değilim

çocukların üşüdükleri anlaşılıyor bütün yaşadıklarımdan

gövdem kuduz yarasalarla birazcık yatışıyor.

Benim gövdem yıllar boyu sevmekle tarazlandı

öyle bir çalımlarla gecenin çitlerinden atlardım

bir güneş sayardım kendimi denizin karşısında

çünkü çam kokularına sürtünüp ağırlaşan ruhların

inanmazdım dosyalara sığacağına

gittikçe ışıldardım dükkânlar kararırken

hüznün o beyaz etrafına sakallarım batardı.

Benim adım bilinen cevapların üstüne mühürlenmiş

ellerim tütsülenmiş

evlerin yeni yıkanmış serin taşlıklarında

dirgenler, bakraçlar, tornavidalar

bende kül, bende kanat, bende gizem bırakmadılar

ve içinden bir başağrısı gibi çınlamaktansa

gövdem açık bir hedef kılındı belâlara.

Ve bu yüzden yakışıksız oluyor

insanları hummalı baharlar olarak tanımlamak

ve bu yüzden göğsümde dakikalar

ince parmaklar halinde geziniyor

konvoylar geçiyor meşelikler arasından

bir yaprak kapatıyorum hayatımın nemli taraflarına

ölümden anlayan, ciddi bir yaprak

unutulacak diyorum, iyice unutulsun     

neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı

karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak.

PROPAGANDA

Köleler gördüm, karavaşlar

hayaları burulmuş bir adamın ayaklarını yıkamaktalardı

artık kelimeleri kalmamış fiyatları sormaktan

saçları taranılmaktan usanmışlar

sinemalara saklanıyorlar kışın

yaz olunca denizin yalayışlarına

kaldırımlarda demokrat

otobüslerde dindar

geceyi

saatlerine bakarak anlıyorlar

ve sabah

gökyüzünün karnını gerdiği zaman

dağların kokusundan fabrikalar

acıkınca

Köleler!

gözleri camekânlarda.

Silahlar gördüm

namlusu akla çevrilmiş sahra topları

mürekkebin utandığını gördüm basılı kâğıtlarda

tetiğe basan parmaklarda çare yok, gördüm mürekkebi:

Çare yok, radyoları kapatsam

çare yok, secde etsem anılarıma

bu bozulmuş yeminlerin bayrakları altında

olacak şey mi duymak portakal bahçelerini

mermiler araya girmeden anlayabilir miyiz artık

hangi kızlar hangi serin yerlerimize değdi:

Sanırdık saçlarımız kumrularla kaplanır

bir çocuk, İşte ırmak! diyerek haykırınca

o zaman belki çocuklar zabıtalardan daha çoktu

belki biz daha çok ağlardık bir aşk pıhtılanmca.

Gördüm

gözlerinde zindanlarla bana baktıklarını

düşündüm yaslanarak şehrin kasıklarına

düşündüm kafa kemiklerimi eritinceye kadar

nedir bu kölelerin olanca silâhları

silâhların köleleri olmaktan başka.

Bıkmadım

koyu renkler kullanıyorum hayatımda

koyu mavi, acıyı anlatırken

sessizce öperken, koyu beyaz

ve saçlarım hakaretlerle okşanırken

koyu bir itiraf sarıyor beni.

Susmak elbette zehirlidir

ve rahatlık getirir yazıklanmak da.

Ey tenimde uzak yolculukların lekeleri!

Ey çocuklarda uyuyan intizamsız güneşler!

gelin ve boğdurun bu köleleri. 

TAHRİK.

Bırakın ince kavak seslerini şehrin içinde

paralar yaşlı kızların koynunda yatarken

bırakın köprülerin üstüne yağmur

ve basma perdelerden lânet bize.

Şaşılacak bir dünyada yaşamaktı; öğrendik

şimdi külçeler yüklüyüz şaşılacak bir biçimde

külçeler yüklüyüz ve çıkmak istiyoruz yokuşu

sokaklar gittikçe katı bizim adımlarımıza

peşimizde bütün bahçeleri boşaltan ter kokusu

yankımız soyunup sevap rahatlığı alınan yataklarda

yürek elbet acıyor esvap değiştirirken

bizden artık akması beklenilen kan da katı

kovulduk ölümün geniş resimlerinden.

Efsanelerden kovulduk

kan ve demir kelimeleri söylenince

elbiseler içindeyiz, şehrin içinde

önümüz iliklenmiş, ayakkaplarımız bağlı

kimsenin uykusunun fesleğen koktuğu yok

altıkırkbeşte vapur ve sancı geç saatlerde

eski savaşçılar vesair geçmiyor bulutlardan

çiçek alıp eve götürüyoruz

bunun bir delilik olduğunu bile bile

en ıssız duyguların ucunda karakollar 

asmaların altı tuzak ve tuzak caddelerde

külçeler yüklüyüz, çıkmak istiyoruz yokuşu

gözler kısılıp bakılıyor bize.

Biliniyor

bizim mahsustan yaşadığımız

biliniyor

şarkıların sırası bizde

biliniyor

hayat bizden razıdır

biliniyor

otların sarardığı yerlerde güneş

kurşunun değdiği tende heves kalmıştır.

ÇÖZÜLMÜŞ BİR SIRRIN ÜZÜNTÜSÜ

Yaşamaktan öte özür bulamayınca aşka

sonuçları bir bir gözden geçiriyorum

pulluklarla devrilen toprağın ıslaklığındaki can

madenlerin buharından elde edilen büyü

bazı yasak kitapların verdiği dinç duygular

nelerse ki yaşamak sözünü âsi kılan

nelerse ki lekesiz, umutlu ve budala.

Denedim. Soğuk sular dökünüp fırladım sokaklara

sorular sordum nice kara sıfatları üstüme alaraktan

ipte boynum, ağzım şehvet yalaklarında

çapraştım, and içip ayna kırdım

doğadan bir vahiy bekledimse boşuna

baktım akşam herkesin kabul ettiği kadar akşamdı

hiç bir meşru yanı kalmamıştı hayatımın.

Sözlerimin anlamı beni ürkütüyor

böylesine hazırlıklı değilim daha.

Bilmek. Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum:

Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar

çocuklarda. 

ESENLİK BİLDİRİSİ

Bir şehrin urgan satılan çarşıları kenevir

kandil geceleri bir şehrin buhur kokmuyorsa

yağmurdan sonra sokaklar ortadan kalkmıyorsa

o şehirden öcalmanm vakti gelmiş demektir.

Duygular paketlenmiş, tecime elverişli

gövdede gökyüzünü kışkırtan şiir sahtedir

gazeteler tutuklanmış dünya kelimesini

o dünyadan, o şiirden öcalmalı demektir.

Ölüm gelir, ölüm duygusuna karşı saygısız

ve zekâ babacan tavrıyla tiksinti verir

söz yavan, kardeşlik şarkıları gayetle tıkız

öcalınmazsa çocuklar bile birden büyüyebilir

Yargı kesin: Acı duymak ruhun fiyakasıdır

kin, susturur insani; adına çıdam denir

susulunca tutulan çetele simsiyahtır

o siyah öcalmakcasma gür ve bereketlidir.

Vandal yürek! Görün ki alkışlanasın

ez bütün çiçekleri kendine canavar dedir

haksızlık et, haksız olduğun anlaşılsın

yaşamak bir sanrı değilse öcalmmak gerekir. 

AKDENİZ’İN UFKA DOĞRU

MORA ÇALAN MAVİSİ

Yaz günleri beni hatırlamıyor.

Salgılı bir hayvanla bitişiyorum yaz yaklaşınca

yayılıyorum ortasına sevgili tüylerimin

geniş uykulardayım, muazzam uykularda

yılların zulmünden haberim yok

ne de süzgün taşralı kızlar korosundan

geçiyor hazza yatkın dudaklarıyla gece

canımın ilmekleri arasından.

Beni artık kimseler arayıp da bulmasın

beyaz harmanilerin göklere açık sofrasında

yıktığım saltanatın dizinde inlediğim

aşkın en tabanında yattığım anlaşılmasın

çünkü ben çok gizli bir yanlışın

dehşetengiz yeteneğini ölçmek için

yepyeni bir hata için iniyorum Akdeniz'e

Meryemoğlu sanıp ben zavallı ademi

çarmıha çaktılar orda çok zaman önce.

Çok zaman önceydi ki otobüsler

mermer sütunlu şehirlerden sahil çardaklarına

nice yılgın havarilerle gidip geldi.

Hepimiz, yani taflan çiğnemekle güzelleşen çocuklar

havariler karşısında harami

gövdesindeki hayvan kabarınca mecalsiz

kutlu bir tan çıkarmayı denedik

kayser makinasından

anneler

sevecen gözyaşlarıyla korurdular bizi.

Biz sen ey beyhude ve baygın duyguların yırtıcısı

sen ey loş çalgıları uykulardan çıkarıp

bahçelerin hayatına yerleştiren esrar

bizi bırakmıştın

acı güller salınındı kanımın raddelerinde

ve ben güneş altında bize kendini öptüren neyse

gece onun kimlerle buluştuğunu araştırdım

o zaman yalın yürek kaldım şiddetin çölünde

aldanışların çölünde korkudan

denize dilimi soktum ayaklarımdan önce.

Bu kadar, bu kadardı Akdeniz

aslı yokmuş dinlediklerimin

eski moda güneş sanrılarından

bir şair cesedinden hiç farkı yok denizin.

Yok ve yaz günleri beni hatırlamıyor

boğulmuş hüznü gösteriyor bana memelerinden

geçiyorum bir yakıcı maviden derinleştirilmiş mora

geçiyorum ayaklarım altında kumları hıçkırtarak

Kara yaz! Karanlık yaz! Kararan vücutlardan

rıhtıma varmayan ceset elbette hatırlanmaz. 

"İÇİMDEN ŞU ZALİM ŞÜPHEYİ KALDIR

YA SEN GEL YA BENİ ORAYA ALDIR"

Ağzının bir kıvrımından cesaret bularak

ter yürekte susayışlar yaratan yağmurlara açıldım

kalmışsa tomurcuklar önünde sendeleyen çocuklar

kalmışsa birkaç ısrar ölümle yarışacak

onların yardımıyla dünyamıza acıdım.

Dünya. Çıplak omuzlar üstünde duran.

Herkes alışkın dölyatağı borsalarla ağulanmış bir

dünyaya

Benimse dar

çünkü dargın havsalamın

gücü yok bazı şeyleri taşımaya.

Önce kalbim lânete çarpa çarpa gümrah

sonra kalbim gümrah ırmakları tanımaktan kaygulu

sakın Styks sularının heyûlası sanmayın

er gövdesinde dolaşan bulutun simyası bu,

biraz üzgün ve Ömer öfkesinde biraz

öyle hisab katındayım ki katlim savcılardan sorulmaz

ne kireç badanalı evlerde doğmuş olmak

ne ellerin hırsla saban tutuşu

ne fabrikalarda biteviye üretilmekte olan kahır

dev iştihasıyla bende kabaran aşkı

yetmez karşılamaya. 

İnsanlar

hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır

o ferah delişmen gözüken birçok almlarda

betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır

çelik teller ve baruttan çatılınca iskeletim

şakaklarıma dayanınca güneş

can çekişen bir sansar edasıyla

uğultudan farkedilmez olunca konuştuğum

kadınların sahiden doğurduğuna

toprağın da sürüldüğüne inanmıyorum

nicedir kavrayamam haller içinde halim

demiri bir hecenin sıcağında eriyor iken gördüm

bir somunu bölünce silkinen gökyüzünü

su içtiğim tas bana merhaba dedi, duydum

duydum yağmurların gövdemden ağdığını.

Sen ol küçük bir kıvrımdan, bir heceden

aşk için bir vaha değil aşka otağ yaratan

sen ol zihnimde yüzen dağınık şarkıları

bir harfin başlattığı yangın ile söndür

beni bir ses sahibi kıl, kefarete hazırım

öyle mahzun

ki hüzün ciltlerinde adına rastlanmasın. 

ÜÇ FÎRENK HAVASI

1. Capriccio Ölüm

Gülünç bir ölümle öldü deniyor Max Stirner için

çünkü mahvına sebep nihayet bir sinektir

ama Fanya Kaplan

nasıl öldü diye sorsak sanırım

işimiz fazlasıyla ciddileşir.

Bize ne başkasının ölümünden demeyiz

çünkü başka insanların ölümü

en gizli mesleğidir hepimizin

başka ölümler çeker bizi

ve bazan başkaları

ölümü çeker bizim için.

Ölümle şaka olmaz diyenler

kıyasıya yanıldılar bu çağda

Taksitle Ölüm diye bir roman yazıldı artık

Önce Ol/Sonra Ode denilmek suretiyle

aşılıp geçildi bu roman da.

Doların dalgalanmasına bırakıldı bu çağda ölüm

geceleri şehrin varoşlarında ikâmete mecbur edildi

gündüzün kimlik soruldu ona

sağcı mı solcu mu olduğu sorusuna cevap verdi

seken bir kurşun kadar

kurşunî bir kış denizi kadar bile

taraf tutmayan ölüm.

2. Ölüm Cantabile

Ben ne büyük bir dalgınlıkla bakmış olmalıyım ki

hayata

görmedim orda çinko damlar ve plastik sürahilerin

tanrısını

yerimi yadırgadım

yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka

çılgının biri sanılmaktan sakınmaya vaktim olmadı

durmadan bir beyaz aygırla taşardım derin göllerden

bir gebe kısrakla kaçardım derin ormanlara

güneşin zekâsıyla doymak isterdim

kaba solgun kâğıtlar sunardı

şehrin insanı bana

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin

kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin.

Ogünbugün, şehri dünyanın üstüne kapatıp bıraktım

kapattım gümüş maşrapayla yaralanmış ağzımı

ham elmalar yemekten göveren dudaklarım

mırıldanmasın şehrin mutantan ve kibirli ağrısını.

Azıcık gece alayım yanıma yalnız

serçelerin uykusuna yetecek kadar gece

böcekler için rutubet

örümcekler için kuytu

biraz da sabah sisi

yabani güvercin kanatları renginde

biz artık bunlar olarak gidiyoruz

eylesin neyleyecekse şehrin insanı

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin

bozuk paraların insanı, sivilcelerin.

işte öldüm, işte son kadife çiçekleri

son defneler, baldıranlarla kefenlediler beni

bütün kaçaklar için ince bir melhem oldu benim ölümüm

bütün hoşnutsuzlar yanlarında saklayacak

benim ölümümden yayılan kırpıntıları

boğaz tokluğuna çalışanlar

özenle kilitleyecek göğüslerine

benim ölmüş olmamı

hiçbir yaprak damarından

hiçbir su özünden atamayacak beni

ortaya benim ölümüm sürülecek

pey akçesi olarak

tanrıların ölümünü bir üstlenen çıkınca

ama neler olup bittiğini hiçbir âyetten

hiçbir vakit anlamayacak şehrin insanı

şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin

pahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin. 

3- Requiem

Bozkırda yaz akşamları seni seyrederdi

seni seyrederdi ormanda gürbüz sabah

ağırkanlı bir güneşle yaşanan kış

ağır, kanlı bir güneşle yaşanan hasat zamanı

bekârların kaburgalarına gümleyen karanlık

isterik kokusu beyaz dantelâların

seni seyrederdi

sen diriyken sana bakmak

başlı ve sonlu bir uğraştı sanki.

Gövdene imrenirdi ok atmayı bilenler

gövden aklın gibi engebeli ve dakikti

sokaklarda kavga çıkardı senin yüzünden        

sen topuğunu gösterirdin ve dövüş başlardı

ejderlerle çarpışırdı bey çocukları

müminler müşriklerle savaşırlardı.

Toprak ve yağmur savaşırlardı

anahtar ve kilit

birbirine girerdi ekmekle bulutlar

kan ve su

nadirle zenit.

Isıtırdın salkımları bağlar bozulunca

tohumların bilgisine hısımdın

beyninde yelkenlerini açarak

serinlerdi kısır kadınlar

sen diriyken 

sepetlerine çiçek doldurup insanlar

peşinden gelirlerdi

serüvenler peşinden yürürdü endazelerin

mekikler otlakların yörüngesindeydi

ayıklardı insanların rüyalarını

yaktıkları tütsü, okudukları yasin.

Sonra öldün, sonra ıslıkladılar seni

gösterişsiz tabutunu yuhaladılar

lahana yaprakları attı sana

sonradan görme tombul ortayaşlılar

semiz, genç burjuvalar seni

tepeden tırnağa fermuarlardı,

akşam gezmesine çıkan emekliler bile

duygusuzca silkeledi üzerlerinden

senin gözlerini.

Bir soğuk uzay

parıltısıyla anılıyorsun artık

kuru bir bilgisayar tıkırtısıyla

açıyorlar taç yapraklarını ancak

bir alkol koması sırasında

senin yorgunluklarını

hastanelere makbuz yaptılar

çekingen duruşunu intihara karşı

kullanıyorlar koğuşlarda

çünkü çoktan ölüm götürdü seni

ölüm ölüm

gündelik sözlerimiz arasında

geçecek kadar kaba. 

ILS SONT EUX

Ağır ceza reisi duruşmaya girerken

safir bir göz yapışıyor kırmızı yakasına

kırmızı yakaları var yargıç cübbelerinin

Fransız ihtilâlinden kalma.

Burslu okuduğu yıllardan kalma ceza reisinin

garip bir tarafı var

kaşlarını çatınca bir çocukluk

dolduruyor yüzünü

ürkünç bir uğursuzluk gülümsediği sıra.

Garip bir tarafı var valinin

makam arabasına binerken her seferinde

bakır bir dudak karışıyor kırmızı saçlarına

saçlarını parmaklarıyla taradığı zamanlar

bu dudak

öpüyor onu hain bir yumuşaklıkla.

Safir göz görünmüyor yargıca

kendini valiye vermiyor bakır dudak

görmüyor alay komutanı tekmil alırken

gömleğine bir damla cıvanın sızdığını

bir gözyaşı, bir ukde anlamı kazanarak.

Kimse görmüyor buruşuk pardesüsüyle bir babanın

kırılgan bir yelpaze olduğunu akşam eve girince

karısı

katlanmış kilimlerle uyum içinde

kolunu büküyor, dayıyor elini yanağına

büyük kız kanapede bu ara

bir göl gezintisine çıkmıştır

kelebek ölülerinden bir ırmakta

sürüklenmektedir lisebirdeki oğlan.

Kız için

sırlara karışmaktır

bir gölün ortasında olmak

erkek kardeşi bir türlü

varamaz herhangi bir sırra...

İki yanında neden akar binlerce bu kelebek?

Binlerce kanatlı çekirge neden uçar

beyninin yukarsında?

Evde soba yanıyor

önce çalılar geçiyor çocukların boğazından

sonra ağaçkökleri yırtıyor damarlarını

bütün ailenin.

Dışarda soğuk

safirden, bakırdan, cıvadan bir gece uçuyor

gece uçarken kulaklarına dokunuyor bekçinin

bekçi

mavi zehir şiddetinde düdük çalarak

bir soru soruyor karanlığa

bütün cevaplar şendedir, saklama

diyor karanlık ona

bekçi en saklı yerinden bir banka broşürü

bir piyango bileti çıkarıp gösteriyor

copunu gösteriyor lisebirdeki oğlana

sonra acılı olduğu açıkça anlaşılan

bir kadına bıyık buruyor

buruk bir sabah

başlıyor acılı olduğu

açıkça anlaşılmayan

dünyada.

Ağır ceza reisi

santa luçia söylüyor traş olurken

maiyet memurluğundan beri aksatmadan

yaptığı gibi vali sabah sabah

parlatıyor

zaten pırıl pırıl olan siyah

kunduralarını.

Kışlada alay komutanı

barakaların kar altında öksüz

duruşlarına bakarak

susuyor, söylemiyor bildiği tek şiiri

"güzel olan hiçbir şey hülâsa edilemez"

demiş çünkü Valery.

Çünkü serbest düşünme zamanı geçti artık

şimdi mesai saati

disiplin kurulunun toplantısı var

arşivde sicil belgeleri damgalanacak

tayinler imzaya gidecek

teftişe gidecek generaller

rüya, okşayış, Tevrat

gibi kelimeler

gündemin dışında.

Yurttaşlar uygunadım çalışmalarıyla

söktüler kariha yarımküresini yerinden

bir pusula koydular açtıkları boşluğa

titreyen, korkak ibresiyle bu pusula

kuzeyi gösteriyor serbest

düşünme zamanlarında;

safir bir göz görünce karıştırıyor yönü

tırnaklarını yiyor bakır bir

dudak ona yaklaşınca;

cıvadan bir gözyaşı

bari olsun istiyor

bütün mesai boyunca.

Buruşuk pardesülü adam dalgın

gittikçe daha dalgın, elinde cetvel

masada hesap makinesi, pusula

yetmiyor dibe dalmasına

bağlıyor kalın bir urganla beline

ağır bir sandık

salıyor kendini

yeşil yosunların

kırmızı balıkların

uçan kabarcıkların

derinliklerine 

orada

bir sandık buluyor

yakutlar, altınlar, pırlantalar

adam dibe inmek için beline bağladığı

sandığını keşfediyor dibe ulaştığında.

Öyleyse adamın eyvah ışıdı yüreği

eve dönmesine gerekçe

bulamayacak bir daha.

Eyvah çattı kaşlarını, ayağa kalktı yargıç

elindeki kalemi

gülümsüyor, kıracak!

Atıldı öne, denize doğru lisebirdeki oğlan

denize, yakutlara, entegral hesaplarına.

Kardeşim!

diye haykırdı ablası arkasından

fırladı kanapeden

kopardı kafasını bekçinin

safirden bir baltayla.

Anneleri

mutfakta kalan son bakır sahanı

alüminyum olanıyla değiştirdi.

Mesainin bitimine on kala

istifa etti vali

çamurlu bir yoldan

yayan yürüdü sınıf arkadaşı

olan nalbantm dükkânına. 

Alay komutanı oğlu için

otomobil satın aldı

Mercury marka.

Kış geçti, öksürük haplarıyla

geçti cumartesi

hiçbirşey söylemeyen sözlere varmak için

herşeyin sonuna kadar söylenmesi gerekti

incir... yarpuz... karamela...

lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh. 

JAZZ

Bu vapuru kaçırırsam beni belki de cinnet basar

belki kanser olurum bu yıl sınıfta kalırsam

nöbette uyursam eğer kitaplarımı yakarlar

etimde şirpençe çıkar bu kızı alamazsam

bu işi bitiremezsem şehirden beni kovarlar

izin kâğıdım yanar konuşacak olursam

bu senet bankalar kapanmadan

ruhumun rengini kapatmayacak olursa

ölür kuyuya düşen çocuk

çocuğun mercan saati çatlar mutlaka

koşup haber vermeliyim

yetkili memura

bahar geliyor, ilerliyor yeminler

alnımı kapıp getirmeliyim

denizi karşılamaya

kırlangıcın kanadındaki kezzap

leylâkta sıkışan buhar için

nabzımı bulmalıyım nerede bulacaksam

nabzımı çünkü ben kasadan fiş alarak

yağmuru, selvileri zor durumda bıraktım

benim yongalarımdan yapıldı bu çelenkler

ben papatyaları şımartmadım diye oldu

Mata Hari'ler casus, Al Capone'lar gangster

inmem gerek gözbebeklerimin altına

beynimin ortasına büzülmeliyim 

genşeyip kımıldayabilirim oradan sonra

dum di dum

duridum dubida

kendi kalbimle kendi zamanım arasındaki sarkaç

püskürtüyor beni dünyaya

bırakıyorum zerreciklerime kadar emsin beni

Atlantik ve Pasifik ve beş kıta

koşmam gerek

yetişmem gerek yazgıma

tutmam gerek, sormam gerek, bilmem gerek

esenlemem, kargışlamam, irkitmem gerek niçin

niçin, niçin, niçin

kuyuya düşen çocuk niçin ölmesin

MATARAMDA TUZLU SU

West Indies, Kızıl Elma, îtaki, Maçin!

Uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

Beyazların yöresinde nasibim kalmadı

yerlilerin topraklarına karşı suç işledim

zorbaların arasında tehlikeli bir nifak

uyrukların içinde uygunsuz biriyim

vahşetim

beni baygın meyvalann lezzetinden kopardı

kendime dünyada bir

acı kök tadı seçtim

yakın yerde soluklanacak gölge bana yok

uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

Uzak nedir?

Kendinin bile ücrasında yaşayan benim için

gidecek yer ne kadar uzak olabilir?

Başım açık, saçlarımı ikiye

ortadan ayırdım

kimin ülkesinden geçsem

şakaklarımda dövmeler beni ele verecek

cesur ve onurlu diyecekler

halbuki suskun ve kederliyim

korsanlardan kaptığım gürlek nara

işime yaramıyor

rençberlerin o rahat

ve oturmuş lehçesinden tiksinirim

boynumda

bana yargı yükleyenlerin

utançlarından yapılma mücevherler

sırtımda sağır kantarı gizli bilgilerin

mataramdaki suya tuz ekledim, ağızım yok

uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

Bir hayatı, ısmarlama bir hayatı bırakıyorum

görenler üstünde iyi duruyor derdi her bakışta

askerken kantinden satın aldığım cep aynası

bazı geceler çıkarken

uçarı bir gülümseyişle takındığım muşta

gibi lükslerim de burda kalacak

siparişi yargıcılar tarafından verilmiş

bu hayattan ne koku, ne yankı, ne de boya

taşımamı yasaklayan belgeyi imzaladım

burada bitti artık işim, ocağım yok

uzun yola çıkmaya hüküm giydim. 

DİŞLERÎMİZ ARASINDAKİ CESET

Biz şehir ahalisi, Kara Şemsiyeliler!

Kapçıklar! Evraklılar! Örtü Severler!

Çığlıklardan çadır yapmak şanı bizdedir.

Bizimdir yerlere tükürülmeyen yerler

Nezaketten, haklılardan yanayızdır hepimiz

Sevinmemiz çapkıncadır, ağlatır bizi küpeşteler

Yaşamak deriz — Oh, dear — ne kadar tekdüze

Katliamlar ne kötü be birader

Güneş, neredeysek orada bulur bizi

Ya cünûp ve yalancı veya miskin ve ülser.

Falımız neyse çıksın diye açarız indeksleri

Sayılar bizi bulur, o ayıp işaretler

Saframızla kesemizi birleştiren anatomi bilgisi

Hadım tarih, kundakçı matematik, geri kafalı gramer

Evet bunlar gizlice örgütlenerek alnımıza

Verem Olmak Üretimi Düşürür ibaresini çizer

Biz şehir ahalisi, üstü çizilmiş kişiler

Kalırız orda senetler, ahizeler ve tren tarifesiyle

Kimbilir kimden umarız emr-i bi'l-ma'ruf

Kimbilir kimden umarız nehy-i ani'l-münker

Bize yalnız oğulları asılmış bir kadının

Memeleri ve boynu itimat telkin eder. 

CELLÂDIMA GÜLÜMSERKEN ÇEKTİRDİĞİM

SON RESMİN ARKASINDAKİ SATIRLAR

Ben ismet Özel, şair, kırk yaşında.

Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar

ben yaşarken koptu tufan

ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kâinat

her şeyi gördüm içim rahat

gök yarıldı, çamura can verildi

linç edilmem için artık bütün deliller elde

kazandım nefretini fahişelerin

lânet ediyor bana bakireler de.

Sözlerim var köprüleri geçirmez

kimseyi ateşten korumaz kelimelerim

kılıçsızım, saygım kalmadı buğday saplarına

uçtum ama uçuşum

radarlarla izlendi

gayret ettim ve sövdüm

bu da geçti polis kayıtlarına.

Haytanın biriyim ben, bunu bilsin insanlar

ruhumun peşindedir zaptiyeler ve maliye

kara ruhlu der bana görevini aksatmayan kim varsa

laboratuvarda çalışanlara sorarsanız

ruhum sahte

evi Nepal'de kalmış

Slovakyalı salyangozdur ruhum

sınıflan doğrudan geçip

gerçekleri gören gençlerin gözünde.

Acaba kim bilen doğrusunu? Hatta ben

kıyı bucak kaçıran ben ruhumu

sanki ne anlıyorum?

Ola ki

şeytana satacak kadar bile bende ondan yok.

Telâş içinde kendime bir devlet sırrı beğeniyorum

çünkü bu, ruhum olmasa da saklanacak bir şeydir

devlet sırrıyla birlikte insanın

sinematografik bir hayatı olabilir

o kibar çevrelerden gizli batakhanelere

yolculuklar, lokantalar, kır gezmeleri

ve sonunda estetik bir

idam belki...

Evet, evet ruhu olmak

bütün bunları sağlayamaz insana.

Doğruysa bu yargı

bu sonuç

bu çıkarsama

neden peki her şeyi bulandırıyor

ertelenen bir konferans

geç kalkan bir otobüs?

Milli şefin treni niçin beyaz?

Ruslar neden yürüyorlar Berlin'e?

Ne saçma! Ne budalaca! 

Dört Incil'den Yuhanna'yı

tercih edişim niye?

Ben oysa

herkes gibi

herkesin ortasında

burada, bu istasyonda, bu siyah

paltolu casusun eşliğinde

en okunaklı çehremle bekliyorum

oyundan çıkmıyorum

korkuyorum sıram geçer

biletim yanar diye

önümde bir yığın açalya

bir sürü çarkıfelek

gergin çenekli cesetleriyle

önümde binlerce çiçek

korkuyorum sıra sende

sen de başla ve bitir diyecek.

Yo, hayır

yapamaz bunu, yapmasın bana dünya

söyleyin

aynada iskeletini

görmeye kadar varan kaç

kaç kişi var şunun şurasında? 

Gelin

bir pazarlık yapalım sizinle ey insanlar!

Bana kötü

bana terkettiğiniz düşünceleri verin

o vazgeçtiğiniz günler, eski yanlışlarınız

ah, ne aptalmışım dediğiniz zamanlar

onları verin, yakınmalarınızı

artık gülmeye değer bulmadığınız şakalar

ben aştım onları dediğiniz ne varsa

bunda üzülecek ne var dediğiniz neyse onlar

boşa çıkmış çabalar, bozuk niyetleriniz

içinizde kırık dökük, yoksul, yabansı

verin bana

verin taammüden işlediğiniz suçları da.

Bedelinde biliyorum size çek

yazmam yakışık almaz

bunca kaybolmuş talan

parayla ölçülür mü ya?

Bakın ben, birçok tuhaf

marifetimin yanısıra

ilginç ödeme yolları bulabilen biriyim

üstüme yoktur ödeme hususunda

sözün gelişi

üyesi olduğunuz dernek toplantısında

bir söyleve ne dersiniz?

Bir söylev: Büyük İnsanlık İdeali hakkında! 

Yahut adınıza bir çekiliş düzenleyebilirim

kazanana vertigolar, nostaljiler

karasevdalar çıkar.

Yapılsın adil pazarlık

yapılsın yapılacaksa

işte koydum işlemeyi düşündüğüm suçları

sizin geçmiş hatalarınız karşısına.

Ne yapsam

döl saçan her rüzgârın

vebası bende kalacak

varsın bende biriksin

durgun suyun sayhası

yumuşatmayı bilen ateş

öğüt sahibi toprak

nasıl olsa geri verecek

benim kılıcımı.

 

 

 

 

 

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar