İSMET ÖZEL…Çatlıycak Kadar Aşkî
İSMET ÖZEL
Kayseri’de
doğdu. Kastamonu’da Abdülhak Hamit Ilkokulu’nda başladığı öğrenimini Çankırı
Ortaokulu’nda sürdürüp, 1962’de, Ankara Gazi Lisesi’nde tamamladı. Bir süre
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne devam etti.
İlk
şiirlerini yayımladığı 1963 yılında Türkiye işçi Partisi ne üye oldu. Siyasal
Bilgiler Fakültesi Fikir Kulübü yönetim kurulunda önce sekreter, sonra asbaşkan
olarak görev aldı. "Dönüşüm” dergisinin hazırlanması, caddelerde satılması
etkinliklerine katıldı. Sonradan adı Dev-Genç’e dönüştürülen Fikir Kulüpleri
Federasyonu’nun kurucuları arasındaydı. Bir yandan da sendikalarda çalışıyordu.
Fakülteden mezun olamadan ayrılmak zorunda kalıp askerliğini Sivas, Konya,
Elazığ, Muş’ta sakıncalı onbaşı olarak yaptı.
1969
da, "Ant” dergisi için Osman S. Arolat’ın yönettiği "Devrimci Genç
Şairler Savaş Açıyor” başlıklı bir oturumda Ataol Behramoğlu, Süreyya Berfe,
Özkan Mert’le, kavgacı (militan) şiir adına, barışçı (pasifist) şiire karşı
çıktı. Kısa bir süre sonra Ataol Behramoğlu ile birlikte "Halkın Dostları”
dergisini kurdu. On sekiz sayı yayımlanan bu dergi sıkıyönetim bildirisiyle
kapatıldı. 12 Mart 1971 müdahalesi sonrasında, düşüncelerini, inançlarını
derinliğine gözden geçirmek gereğini duydu. Bu arada yükseköğrenimini
tamamlamaya karar verdi. 1972’de girdiği Hacettepe Üniversitesi Fransız Dili ve
Edebiyatı Bölümü’nü 1977 de bitirdi.
1974’te
Sezai Karakoç’un "Diriliş” dergisinde "Amentü” adlı şiirini
yayımlamakla İslamcı dünya görüşüne bağlandığını açıkça belirtti. Yeni anlayışı
doğrultusunda şiirler de yazıyordu, ama asıl gelişmesi düzyazıda oldu.
1970’lerin ikinci yarısından başlayarak gazete yazılarıyla, yayımladığı çok
sayıda kitapla bir İslam düşünürü görüntüsüne girdi. Gazete yazarlığının yanı
sıra, 1980 den sonra Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda
Fransızca öğretmeni olarak yaptığı görevden 1998 de emekliye ayrıldı.
Şiir
kitapları: Geceleyin Bir Koşu, 1966; Evet, isyan, 1969; Cinayetler Kitabı,
1975; Şiirler (ilk üç kitaptaki şiirler tarih sırasıyla), 198O; Şiir Kitabı
(Şiir Okuma Kılavuzu; Geceleyin Bir Koşu; Cinayetler Kitabı bir arada), 1982;
Celladıma Gülümserken, 1984; Erbain (Geceleyin Bir Koşu; Evet, İsyan; Cinayetler
Kitabı; Celladıma Gülümserken bir arada), 1987.
İkinci
Yeni’nin eteklerinde serpilen şiiriyle devrimci anlayışa benzeri görülmemiş
örnekler sunmuştu. İslamcı anlayışta da böyle bir hava estirecek gibi
görünürken şiirden düzyazıya doğru kaydı. (Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi, 1999)
Bir
de ismet Ozel’in adı verilebilir, en gençler arasından, ilgileri üstüne çeken,
değişik yolları başarıyla deneyen bir şair olarak. (Türk Edebiyatı, 1965)
Bu
arada, yıllardır ilgiyle izlenen İsmet Ozel’in (...) aranan şairler arasına
katıldığını belirtmek isterim. (Türk Edebiyatı, 1967)
Ama
sanatçı olarak da ağırlığını koyabilen, toplumsalcı gidişin düşünce yüküyle
oluşacak özleri getirebilen bir şair, bir öykücü görünmedi gene... (Belki
şiirde Ataol Behramoğlu, İsmet Özel anılabilir.) (Türk Edebiyatı, 1968)
Gençlere
bakıyorsunuz: önceki yılların umut veren iki sanatçısı, Ataol Behramoğlu ile
İsmet Özel yoklar... (Türk Edebiyatı, 1969)
Evet,
isyan Türk şiirinin gelişmelerini sindirmiş, Nâzım Hikmet’ten ikinci Yeni diye
anılan şairlere kadar genişleyen bir ilişkiler bütününün ürünü özgün bir
yaratıcılığa ulaşmış görünen İsmet Özel’in, sertliğine sert ama inceliklerle
dolu şiirlerini bir araya topluyordu. Toplumsalcı şiiri deneyen gençler
arasında ismet Özel in ayrı bir yeri var, partizanlığı şiirini yemiyor,
dengesini çok iyi tutturmuş. Bence, Evet, isyan yılın en iyi şiir kitabıydı.
Oktay Rifat’m £ıir/er’inden bile "sonra” diyemem. (Türk Edebiyatı, 1970)
İsmet
Özel şiir bakımından suskun bir yıl geçirdi, daha çok "Halkın Dostları’na
yazılar yazdı. (Türk Edebiyatı, 197i)
İsmet
Özel çok az şiir yayımladı. "Halkın Dostları” kapatıldıktan sonra başka
bir dergide görünmedi. (Türk Edebiyatı, 1972)
Başlangıçta
devrimci bir sanatçı ismet Özel. Kendisi gibi atak, kavgacı, "militan”
olmayan şairlerin üstüne acımasızca
çizgiyi çekiyor. Sonra, bir gün, değişiyor düşünceleri. Toplumsalcılığı,
militanlığı bir yana itip Müslümanlığı seçiyor.
Gerçi
bu değişmeden önce, 12 Mart gibi bir baskı dönemi yaşanmış, ama ismet Ozel’e
yönelik bir yıldırma olayı yok. Düşüncelerini değiştirdiği günlerde ise baskı
dönemi aşılmış durumda. Devrimci düşünce umutla bağlandığı bir şairini
yitiriyor, tutucu düşünce yetenekli bir şair kazanıyor.
Ama
hiçbir yasaya dayanmayan baskıların harcadığı bir sanatçı denemez ismet Ozel’e.
Düşüncelerini değiştirmiş, kendi seçimiyle, başka bir dünya görüşüne
bağlanmıştır, o kadar. ("Politika”, 28 Nisan 1976, ES)
"Züppe”
sözcüğünü kötü anlamda kullanınca, ismet Ozel’in sözleri geliyor aklıma.
İngilizcede
iki sözcük var Türkçeleri "züppe” olarak verilen.
Biri
:
Dandy,
Giyimine çok özen gösteren, züppe. (Argoda: Kendi türünde eksiksiz olan.)
Öbürü
:
Snob,
I. Kendisinden üstün gördüklerine özenen, onlar gibi görünmeye çalışan, onlarla
birlikte olmanın yollarını arayan, gösterişçi. 2. Kendisinden aşağı
gördüklerini yanına yaklaştırmak istemeyen, herkesi küçük gören, züppe.
ismet
Özel, züppeliği "dandy’lik olarak değerlendirince, sanat dünyamızı
dolduran züppelerden, "işine özenme, türünde eksiksiz olanı arama” gibi
gerçekten üstün nitelikler bekliyor.
Oysa
bizim züppelerimiz, çeşitli düzeylerde, tam anlamıyla, birer "snob”.
Kendilerini üstün görebilmek için çabalıyor, çevrelerindekileri
küçümseyebilecekleri bir yere ulaşmak için her şeyden yararlanıyorlar. Keşke
"dandy” olabilseler... ("Somut”, 22 Nisan 1983)
İsmet
Ozel’in devrimci şiirlerine de, İslamcı şiirlerine de, aklı başında hiç kimse
dudak bükemiyor. Demek ki politik eğilimlerin etki gücü başarının bütününe eşit
değil. ("Gösteri”, Haziran 1983)
ismet
Özel kendine özgü şiirleştirme yöntemleriyle devrimciliği yücelten şeyler
yazdıktan sonra, 1970’lerin başında, İslam dininden kaynaklanan bir gizemciliğe
kaydı. (.Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi, 1985)
Çağdaş
Türk şiirinde Necip Fazıl’la başlayan İslamcı akım İkinci Yeni içinde Sezai
Karakoç, Cahit Zarifoğlu, İsmet Özel gibi şairlerle sürmüştür.
("Milliyet”, II Mayıs 1985)
Ben
kültür konuları üzerinde yazıyorum. "Yaprak” dönemindeki şiirinden Kolları
Bağlı Odysseus sonrasına geçtiği, şiir anlayışını değiştirdiği için
dönekliğinden söz edilebilen Melih Cevdet Anday’ı; militan bir devrimci şairken,
ilerici çevrelerde el üstünde tutulurken, çocukluğundan, aile çevresinden gelen
dinsel inançlarını bastırıp konumunu koruma içtensizliğine sapmayan İsmet özel
i düşünüyorum.
Bu
örneklerden yola çıksa Ilhan Selçuk da benim gibi konuşurdu. Ama yazımı okurken
onun kafasında bambaşka örnekler canlanmış. Ayrıca kültür alanında, Melih
Cevdet Anday ya da İsmet Özel gibi sanatçıları "dönek” diye aşağılamaya
kalkacak kadar düzeysiz çıkışlar yapılabileceği de aklına gelmemiştir:
Yazımdaki göndermeleri görememiş olması çok doğal. ("Adam Sanat”, Şubat
1987)
ismet
Özel şöyle diyor :
"Benim
sosyalist olmamla Müslüman olmam aynı süreç içindedir. Ben hangi sebeplerden
sosyalist olduysam aynı sebeplerle Müslüman oldum.”
Niçin
toplumsalcı olunur? Birtakım insanlık değerlerinin çiçeklenmesine katkıda
bulunmak için... En başta da yeryüzünden savaşların kalkması, tutsaklığın,
sömürünün son bulması, bütün insanların özgürlüğe kavuşması, dostluğun,
kardeşliğin, sevginin üste çıkması için...
ismet
Özel de, her dürüst, duyarlı insan gibi, herhalde böyle olumlu kaygılarla
toplumsalcı olmuştur... Sonra da aynı kaygılarla Müslüman olmuş...
Görüldüğü
gibi, bu örnekte, (...) "ülkü” değişiyor, önce toplumsalcılıkken, sonra
Müslümanlık oluyor. Ama ulaşılmak istenen evrensel insanlık değerleri
değişmiyor. Öyleyse asıl "ülkü” toplumsalcılık ya da Müslümanlık değil,
onların getireceğine inanılan evrensel insanlık değerleri...
Ortaklamacılığa
inanmadığınız halde Nâzım Hikmet’in şiirlerini seviyorsanız, ya da ismet
Ozel’i, toplumsalcı olduğu günlerdeki gibi, bugün de severek okuyorsanız, bunun
nedeni yalnızca onların çok usta şairler olmaları, biçimsel başarılarıyla sizi
kavramaları değildir, belki daha çok, beğendiğiniz o şiirlere sinmiş olan
evrensel insanlık değerleridir, o büyük ülküdür... (...)
Sonunda
şu söze ulaştık :
Yeryüzünden
ortaklamacılık ya da Müslümanlık ülküleri silinse de, Nâzım Hikmet’in ya da
İsmet Özel’in şiirleri gene beğenilerek, sevilerek okunacaktır. Tıpkı
Homeros'u, Cervantes’i, Shakespeare’i, bugün, ülkülerinin çok uzağında,
beğenerek, severek okuduğumuz gibi... ("Adam Sanat", Eylül 1990)
A.B.D.
ile Avrupa’da yaygınlaşan 1968 öğrenci hareketleri Türkiye’ye de
üniversitelerdeki boykotlar, işgallerle yansıdı.
Bu
dönemde ünlenen şairlerden Ataol Behramoğlu ile Özkan Mert devrimci tavırlarını
sonraki yıllarda da sürdürdüler; çok yetenekli bir şair olarak toplumsalcı
çevrelerce övgülere boğulan İsmet Özel ise, 1970’lerde dünya görüşünü
değiştirip İslamcı şairlere katıldı. (...)
Güçlenerek
süren bir anlayış da yenilikçi İslam şiiriydi. Yeni şiirin biçimsel
gelişmelerini benimseyen bu şiirin kaynağında, 1950’lerin ünlü bir şairi, Sezai
Karakoçyer almıştı. 1970’lerde İsmet Özel’in toplumsalcı dünya görüşünden
uzaklaşıp İslamcı anlayışa yönelmesiyle bu akım ayrı bir önem kazandı. (Mart
1993, Biçemden Biçeme)
ikinci
Yeni’nin eteklerinde serpilen şiiriyle devrimci anlayışa benzeri görülmemiş
örnekler sunmuştu. İslamcı anlayışta da böyle bir hava estirecek gibi
görünürken şiirden düzyazıya doğru kaydı. (.Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi, 1999)
Memet
Fuat (Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi ve Aydınlar Sözlüğü’nden derlenmiştir)
OTOYOLDAKİ KAVŞAKTA KAVRULMUŞ
RUH SATICISI
Altmış
sene yaşadım bir tek anım bile yok
Anılması
korkulu yerlerdedir meşhedim
Faka
bastım kaydı don çakar almaz çark amok
Oldum
cen.net aşısı binbir günah işledim
Anım
yok. Bırakaçak mirasım Hak getire
Rızkımla
takometre sırf bu yüzden akraba
Müstantik
olam dedim çalkap giyem setire
Uydurarak
başımı örülmüş her çoraba
Örselerdi
bir çorap kör nefsimi kabartan
Nesi
körlük hangisi kadınların kaprisi
Yasa
dışı bir zifaf bengi sulardan artan
Lâf
çakmışlar çivisiz matematik köprüsü
Hiç
Mao'nun, Lenin'in günahını almayın
Vitrinin
çocukları Marquis de Sade yuttular
Ten
sırrına ermeden başka telden çalmayın
Pezevenklik
etmeyen iblisi de üttüler
Muamma
mı göründü sana dünya işleri
Kanunların
ruhunu okumak zor mu geldi
Haydi
nem kap buluttan ve başlat yağışları
Ne
yaptı Conte Cavour sen de yap Garibaldi
Satıver
anasım anâsır mı olucan
Gel
bu ruhtan satın al bedavacılık etme
Yut
bu ruhu dökülsün barsağmdan solucan
Ne
kalsın trahomun ne tutsun seni sıtma
Modası
bu dertlerin çoktan geçti diyorsan
Riskliyse
ruhu yutmak tezgâhtan gölgeni çek
Şehre
git şehirden al çünkü şehirli insan
Tınlatır
boş fıçının egzoz ritmiyle köçek
Üşüş
ey kavruk ruha benim transit yolcum
Diren
ey kimliğinle polis saldırısına
işçim
köylüm esnafım dar gelirli memurum
Ben
ruh kavurduğumca para yakıp ısına
Şunu
bil ki ruh satan başka eller sahtekâr
Hepsini
declasse say ipten kazıktan kopmuş
Asri
çağda onları lükse boğmakla Hünkâr
Zindan
ettiği Muğla sürgüne saldığı Muş
Püf
noktası neden ruh kavrulmadan satılmaz
Çünkü
çiğ ruh bulantı sebebi sevdalarda
Çiğ
ruh bakteri dolar alaşıma katılmaz
Öpüşürken
siğildir elinle sev dalar da
Durayım
ruh satmaya bütün yelkenler forsa
Müşteriye
havasını almadan bakmayayım
Façama
kıymam diyen görsün ne hali varsa
Hoş
koku duymadıkça temenna çakmayayım
Nerelerden
kalkmışım yokum konulan yerde
Ansızın
anısızım aşklarım vesikasız
Uygunsuz
yakalanıp örtündüğüm bu perde
Ne
kadar kandırıcı bir o kadar yakasız
Vara
iksir vara tin vara tılsım vara kut
Ha
gayret kanat takıp uçmama ramak kaldı
Ateş
yakın su uzak ara yerdeki barut
Alay
komutanıydı müdür bey ve bakkaldı
Ben
benim benle doğdu ruh satanlar ruhsatı
Bildirildi
benimle kıvam cehr uşşağına
Anım
yok. Ha şimdi bilsin ruh ruhun kaç katı
Boşuna
mı dikildik otoyol kavşağına.
ÖLÜM KERE ÖLÜM / ÖLÜM KARE
İşa
Golgotaçya çıkaçken tökezlemeden önce
Onü
sıra şendeleyip ayağı burkulan bendim
Yâr
idim dulda saydı beni açmak isteyen gonca
Dert
oldum Hira,'ya beni teskine geldi Efendim
İlk
ben üşüdüm sonradır Tur-i Sina'daki sağnak
Dağa
çıktım, kurdu geberttim beni korkuttu keme
Çalmadığım
kapı kalmadı can evimden taşarak
Duyan
olmadı âvâzım ki desin Hallaç kekeme
İlenen
oylumsuz kalır kargışın imza yeri boş
Aşka
düşmek eceliyse bedeni coşturur anız
Ruh
körelten çare bulmaz ilaç olmaz telâşlı döş
Pis
mürekkeple çürük dil tokuşturanlardansanız
Kul
beni bilmeyişin vakti ecelden kim sıyıra
Bir
benim sayıklayan Adem'i imlâ eden adı
Bu
yüzden bana değmeden dünyadan bir üvendire
Gittim
çekip başımı gittj.m hakikat duraksadı.
KISA PANTOLON, PASLI ÇAKI,
DÎZDE KABUK BAĞLAMIŞ YARA
KISA ÇAKI, PASLI PANTOLON,
GÖZDE YARASI KALMIŞ KABUK
Nazlan
Sitem
et
Kırıl
bana
Beni
geç vakit
Tek
başıma suya yolla
Bağçede
yüzünü öteye çevir
Güle
hayret ediyormuş gibi yap
Gülümseyerek
konuş da başkalarıyla
Somurt,
avluda sadece ikimiz kalınca
Kızıp
en evecen adımlarınla üst kata çık
En
sevdiğim çiçeğin saksısı kaysın elinden
Derinleşsin
ben içerledikçe ruhumdaki sakarlık
Yamru
bastım iş değildi hâke çakılmak bayırdan
Dağ
sıradağdı hangi haşin belden yol veresi
Gece
hep süzüldü yukardan lakayt Kehkeşân
Altımda
hep beni yutmaya çağladı nehir
Yetişir
hecelemen sök beni bir kere
En
zoruma gideni yap hengâme getir
Çel
beni tökezlet tuttur çitlere
Ahla
istida edecek ahvâl değil
Kim
bana kıymazsan bilebilir
Dünya
dedikleri samut küp
Acılar
tınladıkça bende
Hep
seni seslendirir.
SEBEB-İ TELİF
Başkalarının
aşkıyla başlıyor hayatımız
yaprakla
yağmurun aşkı meselâ
kim
olsa serpilen coşturuyor bizi
imreniyoruz
başkalarının mahvına.
Yağmur
mahvoluyor çarparak
kendini
parçalıyor maşukunun açılan kıvrımında
yaprak
dirimle irkiliyor nazlı ve mağrur
silkiniyor
vuran her damlayla.
Başkalarının
aşkıyla başlıyor hayatımız
bakıp
başkasının başkayla kurduğu bağlantıya
aşka
dair diyoruz ilk anı bu olmalı
22
ilkönce damarlarımızda duyuyoruz çağıltısını
uzak
iklimlerin
kokusu
gitmediğimiz şehirlerin önceden
bir
baş dönmesiyle kabarıyor hafızamızda
sonra
ayrılıklar düşüne dalıyoruz:
Bize
ait olan ne kadar uzakta!
Başkalarının
aşkıyla başlıyor hayatımız
başkalarının
düşünceleriyle değil.
"Üstümde
yıldızlı gök" demişti Königsberg'li
"içerimde
ahlâk yasası".
Yasa
mı? Kimin için? Neyi berkitir yasa?
ister
gözünü oğuştur, istersen tetiği çek
idam
mangasındasm içinde yasa varsa.
Girmem,
girmedim mangalara
Yer
etmedi adalet duygusu
içimde
benim
çünkü
ben
ömrümce
adle boyun eğdim.
Yıldızlı
gökten bana soracak olursanız
kösnüdüm
ona karşı
onu
hep altımda istedim.
Başkalarının
aşkıyla başlıyor hayatımız
ve
devam ediyor başkalarının hınçlarıyla
düşmanı
gösteriyorlar, ona saldırıyoruz
siz
gidin artık
düşman
dağıldı dedikleri bir anda
anlaşılıyor
baştan
beri bütün yenik düşenlerle
aynı
kışlaktaymışız
incecik
yas dumanı herkese ulaşıyor
sevinç
günlerine hürya doluştuğumuzda
tek
başınayız.
Diyorum
hepimizin bir gizli adı olsa gerek
Belki
çocuk ve ihtiyar, belki kadın ve erkek
Hepimiz,
herbirimiz gizli bir istemle adaşız
yoksa
şimdiye kadar hesapların tutması lâzımdı
hayatımıza
kendi adımızla başlardık
bilmediğimiz
bu isim, hesaptaki bu açık
belki
dilimi çözer, aşkımı başlatırım
aşk
yazılmamış olsa bile adımın üzerine
adımı
aşkın üstüne kendim yazarım.
İKİ KANAT
Bizim
ahşap evimizin kapısı Kastamonu'da
iki
kanatlıydı. Biri
hep
kapalı dururdu kanatların
ardında
demir dayak.
Gece
olur
karanlığın
haşyetinden kapanırdı tek kanat.
Boyasızdı
tahta kapı
bu
yanıyla güvenirdim ona.
Yıl
elli üç. Üçteyim. Dövüşmek üzereyken bir yaşıtımla
Malenkof!
diye bağırmışım öfkeden patlayarak
zavallı
arkadaşım
hiçbir
şey anlaşılmayan bu telâffuz karşısında
şaşırıp
kaçtı bağıra ağlaya.
Sonra
kızlar geldi
bir
kanadı açılmayan
boyasız
kapının önündeki betonda
rond
yaptılar ve raspa oynadılar:
Raspa
raspa ras
Kore'ye
mektup yas.
DEMANGEAISON
Hayatsız
kalmıştım. Birden Dürin
Chopin'in
yedi numaralı valsiyle
balkonda
belirdi
cildi
çürüyen İstanbul'un üstünden korkulu göz
sonbahar
üssüne çöktü. Süsünden öldü şehir
hüznünden
oldu. Bir de o gün Şevki bey
biraz
çekil kardeşim demesin mi Chopin'e
ravii
meçhul
ama
inanmak serbest
ben
kimseye yetim olduğumu
söylemedim
üstelik
vesayet
altında falan değilim. Sadece
hayatsız
kalmıştım. Büyüyünce geçti.
OF NOT BEING A JEW
İniyorum
kulelerinden katil
iniyorum
maktul minarelerden
taraçadan,
bahçeden
ilk
tanıyı bulanların indikleri her yerden
ilk
tanıyı bulandıran bir vaşakla birlikte
değdikçe
ayaklarım merdiven alçalıyor
açılıyor
leşlerin, atmıkların cesurane
canlıların
korka korka uzandıkları zemin
ağzımda
kef
iki
gözlerimde mil
iniyorum
kulelerinden
26
katiL
Körüm,
o halde karanlık niye benden kaçıyor?
Sağırım,
nasıl oluyor da uğultum uzaktan
beni
çağırmaktadır?
Göklerin
çökeltisinden başkaca soy
toprağın
tortusundan gayrı hısım bilmeksizin
iniyorum
kirli eteklerine
beni
emziren kaltak şehrin
iniyorum
ama indirilmedim
iniyorum
çalıntı tahtımı terkederek
arada
bir çehremi dalgalandıran karaltı
vurulmuş
arkadaşlarımdan yansıyor olsa gerek
iniyorum
onlardan artakalan yükü indirmek için
indiğim
yerde beni bir bekleyen yok
indiğim
yerde biçilmiş ot gibiyim
puslu,
çapraşık, koklanmamış
ihmalkâr
gözle okunmuş bir kitap
bîtab
bir gözle okunmayı tercih ederdim
yoğrulmuş
olan benle bir daha yoğrulsaydı
benimle
açsaydı ağırdan
tükeniş
faslını mızrap.
Yağmurun
yoldaşı denebilir mi bana?
Ne
dökülüş inişimde, ne çakış..
Yalnızca
o çetrefil
aralama
zahmetine katlanarak
iniyorum
kızları utandıran iççekişle
erkekleri
boğan kasvetle iniyorum.
Ofkemdi
başlattı yolu
ısrara
gerek var deyip durdu şehvetim
istemedi
doğurmak böyle bir uğraşı tabiat
tarih
onu tanımazlıktan geldi
bir
dövüş olsaydı sonunda belki gevşerdi hırsım
belki
saçlar taranırdı bir sevişmeden sonra
ama
ben hıncahınç bekçisi kalacağım burçlarımın
sonunda
yükü bıraktığıma yanacağım.
iniyor
ve inliyorum
nereye
bir kucak dolusu
sonluluk
sorgusu getiriyorsam
oraya
bir kucak da getiriyorum
bir
kucak sadece genç ve diri değil
bir
kucak sadece yaşlı ve yorgun değil
bir
kucak sadece erkek ve vakur değil
bir
kucak sadece kıvrak ve dişi değil
bir
kucak sadece kavruk ve intikamcı değil
bir
kucak sadece gürbüz ve atak değil
bir
kucak sadece üzgün ve dindar değil
bir
kucak sadece temiz ve sevecen değil
bir
kucak sadece pis ve sırnaşık değil
bir
kucak sadece cömert ve sıcak değil
bir
kucak sadece sancılı ve keskin değil
bir
kucak sadece umursamaz ve bezgin değil
bir
kucak sadece öksüz ve çolak değil
bir
kucak
sadece
bir kucak
açılınca
açıkları kapatan
acıkınca
doyuran
ve
doyururunca
nasıl
da perişan, ne kadar da ölçülü
darası
alınmaz yüküm bu benim
kayda
geçirilemez, narhı konulmaz
resmen
ve alenen ifade usulü yok
gözümün
feri saydım onu, gücüm bundadır
dizimin
dermanıdır o
buradan
gelir cesaretim
bende
bu kucak olduktan sonra
iyi
veya kötü ne yapılabilir
kendi
hayatı aleyhine
binlerce
defa dolap
çevirmiş
olan bana?
Bakın,
bulduğum her gerçeği delik deşik ediyor
kayboluş
kapımı sürgüleyen bir vaşak
her
sevincimi viran eden bu hayvan
yalanlar
içinde boğulmamı önlüyor
ondan
kurtulacak olursam biliyorum
beni
yaşamakla coşturan
bir
kaynak keşfederim
ondan
kurtulduğum an
bütün
boyutlarımı
kaybederim.
Önceleri,
acemiyken
bu
vaşak yokken daha yanıbaşımda
okul
müdürü
veresiye
satan bakkal
kapıcı
ve akrabaları
dört
ayrı ölümle ölmeyi öğren
demişlerdi
bana
dört
bucakmış
anlattıklarına
bakılırsa dünya
omzun
güneş kokuyor demişti
kısa
eteklikli kız
o
da omzuma bir şey konduracak mutlaka.
işte
o zaman bildimdi
anladımdı
o sıra
ne
bir atlas kalır bende, ne ibrişim
bu
çuha, bu sicim elden çıkarsa
acemiydim
gitmem dedim sizin provalarınıza
bön
ve berbat buluyorum yaldızlı yaz gecelerinizi
berbattır
balkonda o güneşli sabahlar
biraz
açılmak için açıldığınız kırların
aniden
karşılaştığınız ırmakların
ürpertisi
ahmakça
böndür
beni belimden bölmeye kalkan enlem
benden
iki bakışık parça
çıkarmaya
çabalayan boylam da berbat
ipekli
libas giymem, altın takınmam
atımın
eğerinde kaplan derisi yoktur
çehreme
iyi baksalardı yırtılırdı
uykularının
zarı
uykuluydular
sinerken bedenime kıraç dağlar
bitek
vadilerle beraber ben tenimi yumarken
uykularına
tutundular..
Çocuklar
acıları paylaşmaz demiştim omuz silkerek
acılardır
paylaşan çocukları
gün
geldi paylaşıldı acılar
çocuklar
paylaşıldı
bana
bırakılan neyse ona burun kıvırdım
gittim
bir kuyudan su çektim
halka
boynumdan geçti
geçti
boynuma kemend
d
harfine bak dedim
nasıl
da soylu duruyor sonunda kelimenin
harfe
bak, harfe dokun, harfin içinde eri
harf
ol harfle birlikte kıyam et
harf
ol harfler ummanma bat
çünkü
gördüm ne varsa sonunda kelimenin
çünkü
böndür altında kaldığım töhmet
uğradığım
kinayeler bön ve berbat.
Evet,
ilmektir boynumdaki ama ben
Kimsenin
kölesi değilim
tarantula
yazdılar diye göğsümdeki yaftaya
tarantulaymış
benim adım diyecek değilim
tam
düşecekken tutunduğum tuğlayı
kendime
rabb bellemiyeceğim
razı
değilim beni tanımayan tarihe
beni
sinesine sarmayan
tabiattan
rıza dilenmeyeceğim.
Gittim
su çektim en derin kuyudan
en
hileli desteden
kendi
kartımı çektim
yaktım
belgeleri
bütün
tanıkları yoketmek için
ricacıları
öldürdüm
onlar
bu dumanlı dünyanın
beni
nasıl özlediğini görmüş olabilirdi
gerçekten
özlemişti beni dünya öze çekmişti
özüm
gelinceye kadar bana temas etmişti
bu
dokunuş parlatınca beni
benden
biraz dünya
isteyen
ricacıları
öldürdüm
ve
kıtal
bitti.
Yazık.
Yazık
ki yazgımın boyası koyu,
inilecek
kadar indim. Hayfa.
Yine
bir geçitteyim, yeniden bir liman şehri bura
eskilerin
tayfası yine hep buradalar
hep
bilinen tecimenler, tanıdık yosmalar
havada
hayza benzeyen aynı koku
binalara
yaklaşırken eskisi gibi
sıklet
artıyor
hâlâ
ayırdedilemiyor dişli gıcırtıları
çocuk
çığlıklarından
tanıyorum
bunlar
bulutlara
bakmak için penceresi evlerin
bu
da deniz
hırs
püsküren, toynak durduran deniz
rezeleri
yerlerinden oynatan
vâdeden,
vâdeden, vâdeden tesellicimiz.
Bir
yanımda kıyısı kışkırtıcı
ufku
muallâk deniz, bir yanımda
kamu
açıklamaları, genelgeler, tahvilât
kimin
yüzünü çevirdiysem
hüznü
de sevinci kadar ıskarta..
Niye
indim buraya ben?
Boşuna
mıydı yol boyunca benliğime
musallat
olan belâ?
Bir
çevrim tamamlandı mı şimdi?
Yine
mi döndüm başa?
Olmaz
diyor yanımdan ayrılmayan vaşak
kimse
başa dönmemiştir, dönemez
hele
sen geçtiğin o ormanlar
rüyalarındaki
canavarlardan sonra
çok
uzaksın o ilk
fırlatıldığın
zamana.
Aldanma
bunlar tayfa değil
burada
doğdu hepsi
denize
hiç açılmadılar
denizi
sen kadar bile
tanıyan
yoktur aralarında
her
biri uzak bir beldeden geldi
sanılsın
istiyor yosmalar
böylece
saygın fahişeler
arasına
katışacaklar
müptezel
birer facire olsalar da.
Tecimenler,
onlar da sahici değil
onlar
da olmayan tayfaların
gemilerinden
çıkan malları
sattıklarına
inandırmak istiyor
şehrin
acemi insanlarını.
Sen
ve yağmur.
Başa
dönemezsiniz.
Öyle
bir yol yürüdünüz ki ancak
dönüş
yolunu yokederek gelebilirdiniz
inişiniz
bir iniş olurdu başa dönmemecesine.
Yağmur
yalnız yağarken yağmurdur
sen
yalnız şenken sensin
burada
kalamazsın ve başa dönemezsin
gitmek
zorundasın
kovalanan
bir Yahudi gibi
ama
Yahudiler gibi kendinle kalamıyorsun
herşey
çok yetersiz senin için
herşey
sana çok fazla
ayıklarsan
ayık durabiliyorsun
aranı
açıyorsun kendinle
eşyayı
araladıkça
uyanmanın
bedeli serapları fedadır
uykuyu
tadayım dersen
kâbusa
dalmak pahasına.
Tarihe
dersini vermen gerek
yoldan
ayrılamazsın
yediremezsin
sokulmayı kendine
tabiatın
apışaralarına
ne
yıkılmış bir tapmağın suskunluğu
durdurabiliyor
seni
ne
gürültülü bir havra.
Yükün
ağır.
He
s so heavy
just
because he's your brother.
Kardeşlerin
pogrom sana.
Dostlarının
eşiğine varınca başlıyor
senin
diasporan.
Herkesin
bahanesi var senin yok
günahlı
bir gölgenin serinliğinde
biraz
bekleyebilirsin, daha sonra
burada
kalamazsın, başa dönemezsin
ama
dön
Eve
dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!
Şarkıya
dön! Kalbine dön! Eve dön!
Kalbine
dön! Eve dön! Şarkıya dön!
Eve
dönmek
kendime
sarkıntılık etmekten başka nedir?
Orada,
arada bir beni yoklar
intihara
ayırdığım zamanlar
bunlar
temiz, kül bırakan zamanlardır
düzgün
sabuklamalardan bana kalan..
Evde
anlaşılmaz
bir tını
bilmem
nereden gelir
uykumdan?
kanımdaki çakıldan? unutkanlığımdan?
bilemem
Yahudi değilim
gizli
bir yerde genizam yok
bilemem
insan nerenin yerlisidir
ömrüm
burada
bütün
Yahudiler gibi
raflara
doğru, çekmecelere
sahanlıklara
doğru geçti
yabancı
ellerde çitilenmekten korunmak için
bir
sıvaydım kendime kendi ellerimle
tıpkı
Yahudiler gibi
buraların
yerlisi ben değilim.
Şarkıya
dönersem ense köküm seyrelecek
ağdası
çözülecek bana aşktan bulaşan kozlarımın
şehrin
insanları yumruklarımda beyaz bulut
yolun
çamurunda revnâk-ı bahar bulacaklar
ben
şarkıya dönünce
boğazlarındaki
boğum insanların epriyecek
ve
onun yerine hergünkü işleri yaparken
kepenkleri
kaldırırken, silerken tezgâhı
kalbe
gizlice batan kıymık geçecek
şarkıya
dönersem, yanık bir şarkıya
holokost
neymiş meğer
herkes
bilecek.
Kalbime
döneceğim, ama hangi yolla?
Yedeğimdeki
okunaksız
şarapla
lekelenmiş, solgun harita
uyduruk
bir şey mi bilmiyorum
yoksa
sahiden definenin yeri
gösteriliyor
mu orada?
Ama
boşver.. Nasıl bir ilgi olabilir
kalbe
dönmekle define bulmak arasında?
Lâkin
ben inerken her dönemeçte
bir
parçasını ele geçirdiğim
her
molada, her zorlanışmda nefesimin
her
ayak sürçmesinde çiziktirdiğim haritamın
bütün
paftalarında sabit mürekkeple işaretlenmiştir
nerelerde
kıraçlaşır
rahminde
levendane öcün tohumları yatan gece
güneşin
şifa diye bilinen ışıkları
nerelerde
kıyıcı bir zehre çevrilir..
Haritamda
caddeyi ürpertiye açacak
birkaç
kaçıktan başka nirengi noktası yok.
Açıkça
gösteriyor haritam farkı nedir
bir
cenaze kalkarken yağan yağmurun
bir
hükümet darbesinden sonra yağan yağmurdan.
Yağmalar
belli ki kim bulsa defineyi, umurumda mı
ben
kalbime döneceğim fokurdayıp pörtlemek için
hep
fokurdak ve pörtlek kalacağım kalp içinde
canı
sıkkın kızların yüzlerinden
döşünden
âhı kalmış delikanlıların
dünyaya
ha bire pörtleyeceğim
evlerin
olanca tınısı dindiği zaman
kısıldığı
zaman bütün şarkıların kanatları
fokurtum
dokunacak herkese yedi ırkın kavşağından
Yahudi
değilsem bile
bende
Yahudalık da mı yok —
Kimi
öptüm de kurtuldu çarmıha çakılmaktan?
MEVSİMLERİN İNSANA YAPTIĞI FENALIKLAR
Mevsimlerin
bizim âşıklarımız olduklarını bilmezdim
Bizi
duysunlar için doluyorlarmış meğer etrafımıza
Koynumuzdan
her geçişinde kendine yol edermiş bir
mevsim
Ve
gelirmiş sargımız kalkıverince uyarak çağrımıza
Ruhu
saran zevklerden sözaçtı da nice yıldır nice insan
Kimseler
anlatmadı sargıların kaldırıldığı zamanı
Söylenmedi
çıplak kaldı mı ruh neydi hemen rengi
koyul
tan
Neydi
öperken akıtır öpülürken pıhtı kılardı kanı
Özlenen
bir pişmanlık diyerek tarif ederler aşkı
sorarsak
Ve
her sevilen nobran biraz her mevsim severken birer
zorba
Çözülür
tirşeleşir çatık ten sonra tekrar toparlanmak
Farkederiz
üstümüzde bir çentik hangi mevsimden
acaba
Bir
yemini hatırlatsın diyedir belki de yazdansa bu iz
Uzayan
gün bıktırıcı setreylemeyen karanlık müzevir
insan
olmaktan kalan elemin zamkı gibi belli belirsiz
Depreşen
o ilk yeminden başka yazın herşey alelâdedir
Herşey
bir soruyu katederkenki hayatımız kadar ürkek
Taze
şarap herbirimiz son korkusuna garkolmaya teşne
Köhneleşmekten
kaçarken güç ararız kahverengi ve
erkek
Böyle
kalır bir güz lekesi yükü artan göklerden kinaye
Yani
hata önceye ait önce öbür yüz öpülecekti
Öbür
gölden içecektik kaplamasaydı çabuk sineyi kış
Üşüdük
terkedilmekten utandık ruh kendini içe çekti
Aldırdık
aldanmak için çentik dedik oysa sadece yanlış
Koyverin
matemi tasvire çengiyle köçek çullanadursun
Her
yanlışı yeşeren dal fışkıran otla kapatsak da n'olur
Ağlayış
buldu eşin neydi adı ko bahar coşkusu olsun
Yüze
vurmaz artık elem yapışır âdeme göğsünde solur
KİTABE
Bende
mevsim denilen üftâdelerin yardığı yer apaçık
Esebilsin
sevgililer diyerek cân içre dünden hazırım
Korkarım
kalmazsa sevişmekten bir yangılı yer ya da
sıyrık
Ömrüm
fenalıklara kayıp ağulanmazsa ben ne yaparım
EVET, İSYAN
Demirden
sağmaklar altında uyur sevdiğim
göğsünde
hazin ayak izleri eski Şubatların
onu
yaralar kıpırdatıyor
ve
o sertelmektedir yaralardan
kasıklarına
boşalmaktadır nal sesleri.
Keserle
yontulmuş bir ağzı var sabahın
varınca
bayrakları, marşları duyuyorum
başım
çılgınca sarsılan dallarla uğraşıyor
durup
dineliyorum bütün taframla
bütün
taframla, bütün yumruklarım, bütün
hantal
yüreklerin olduğu orda.
Kesik
kolları var aşkın
döl
ve inat barındıran.
Hırpanî
bir okşayışla akşam
yanaşınca
çocuklara
ben
karakavruk yüzümün arkasında
kırbaçlayarak
büyüttüğüm ağrıyı bırakıyorum
bana
ne çerçilerden, çerilerden, kullardan
halksa
kal anı onu kal a kılan benim
boşanır
damarlarıma yılların kahraman gürültüsü
çünkü
kavganın göbeğidir benim yerim.
Ay
vurunca çatlatır göğsümdeki mahşeri
çünkü
kavganın göbeğidir benim yerim
canlarım,
kollarında Parti pazubentleri
dik
başlar, erkek haykırışlarla
göndere,
en yukarlara çekiyorlar
en
yukarlara çatlıycak kadar aşkî yüreklerini.
Yıllardır
çocuk başları akıyor yamacımızdan
yıllardır
balçıklı bir hayvan çeperlerimizde
kentlimiz
cebinde cinayet fotoğraflarıyla sofraya oturuyor
köylü
— biraz sessizlik — ne tuhaf bir kelime?
Asfalt
yakıyor genzimi
asfalt
adamlarını topluyor aramızdan
yıkılıp
omuzdaşlarımın seslerine
yıkılıp
bir boran içinde toplayarak çiçeklerimi.
Ben
merd-i meydan
Yani
toprağın ve kanın gürzü
güllerin
bin yıllık mezarı bendedir
yukardan
bakarım efendilerin pusatlarına
insanların
bütün sabahlarını merak ederim
gök
hırpalanmaktadır merakımdan
ıtır
kokan benim yumruklarımdır
benim
kavgamdır o, aşk diye tanınan.
Alanlara
çok bilenmiş yüreğim alanlara
vurulsun
kösleri şu gâvur sevdamızın
vursun
isyanın bacısı olan kanım karanlığa
Zülküf
de vursun.
Yüzüne
ay kırıkları çarpıp uyansın sevdiğim.
YAŞAMAK UMRUMDADIR
Sabah
şairin üstüne saldırıyor
yaşamaktan
bir güneşle kaplanıyor onun kalbi
onun
kalbi topraktan sıyrılıyor
aşk
dahi sıyrılıyor topraktan
gözlerini
tanıyorsunuz: çaylak sürüleri
beyni:
aç kuşlardan bir ambar.
Bir
kıyısına ilişmiyor dünyanın
Allah'ın
ve devletin dibinde insanlar
onu
barutla karıştırıyor
ve
zerdali çiçekleriyle.
Ahali
kapısını taşlıyor onun
onun
için develer kesiyor halk
aşka
ve kavgaya aydınlık getiren kalbi
topraktan
sıyrılıyor.
Ben
topraktan
sıyrılıyorum
buğular
ve
aşiret rüzgârları kanımda.
Arklardan
gece vakti sular
kaç
zaman ayaklarıma
yaslı
bir selâm gibi dokundu
kopartılmış
yapraklarımdan ibaretti hüzün
dedim
rahmet yağar ben yürürken
gece
benim ardımda
taşıdım
kara gençliğimi dağların damarından
hep
döşümde yaratkan, patlayıcı bir kimya
beynimde
hep mânâlı bir uçurum.
Benim
hayranlığımdan inlerdi şehir
ben
atlara ve uzaklara hayrandım
kendi
ehramlarını bile tanımayan kadınlar
ansızın
patlak verirdi baharda.
Dudaklarımda
çürükler vardı
dağ
çiçeklerinden ötürü.
Irmaklara
salardım kendimi
ruhumda
kaynar adımlarla gezinen dünya
bana
hain sevgilimdi.
Yaşamak
debelenir içimde kıvrak ve küheylân
beni
artık ne sıkıntı ne rahatlık haylamaz
çünkü
ben ayaklanmanın domurmuş haliyim
yürüsem
rahmet boşanacak
ve
sana bir karşılık vereceğim.
Sana
bir karşılık vereceğim
toprağı
deşen boğuk sesimle
sana
bir karşılık vereceğim
amansız
kum fırtınası altında
sana
bir karşılık vereceğim
birbiri
üstüne yığılırken günler
ey
taşan suların imkânı
ey
taşan suların bekâreti sana
bir
karşılık vereceğim.
KUŞUN ÖLÜMÜ
Kuş
damdan düşünce
sarışın
bir yürüyüşüdür artık ölümün
bir
yağmurdur açılan kuraklığa
bir
yağmurdur kulübesi nisandan
ve
onun ayaklarına dolanan o gökyüzü
kansız
yüzleridir diri kuşların
kuş
düşünce damdan
kuş
düşünce damdan
kızlar
saçlarıyla ölümü düşünürler
uzun
bacaklı tanrılar koşuşur sokaklarda
kuş
öldü herkes mi arıyor
gençlik
mi yürüyor herkese ve mi arıyor
onun
gözlerini satılan çarşılarda
kuş
öldü kanadının altındaki o yara
yağmurun
karanlığını getiriyor geceye
yağmurun
ırmaklarını getiriyor geceye
kuş
öldü
küçücük
bir yorgunluktu ölmeden önce
öldü,
kim ısıtır artık onun ellerini
suların
aynasında üşüyen ellerini
suların
saygısıyla üşüyen ellerini.
BAKMAKLAR
Donyağından
yapılmış sabunların
ürkütüp
sindirdiği gözlerim vardı — ağır —
ağır
yani çoraplı ve sürgün doğmanın
taşınmaz
kıldığı.
Ben
şenlikçisiydim pıhtı kanın
keten
helvacılardan, bileycilerden
rugan
çizme giyilen çağlardan geçerdim
barutun
ve susamanın güzelliğiyle
tek
yatmanın akmayan yüzüyle geçerdim.
Oraya,
göğsüme iliklediğim hayvanı ayartmadan
direnmenin
mayasını ellemeye.
Gün
dönerdi, benzi solardı kahkahamın
kapardım
kapımı gevşeyen bir yanımla
ve
her gece yatağımda bir engerek bulmanın
süreğen
iğrentisiyle dolardım, sesim
öylece
— Kusmuk Gibi — kalırdı ağzımda.
Çünkü
her yerde bir göğün ufak kaldığı vardı
—
akşama özgü göğsümü açardım
ey
mutluserin penceresi doğanın —
her
yerde köpeksi koklaşmaların sürüp gittiği vardı
uyurken
bir kadına doyar gibi kanardı ayaklarım
kanardı
ve bir irin seliyle boğulurdum her sabah.
Oysa
babam bilirdi yaşadığını aptes alırdı çünkü
anlatacak
şeyleri vardı, eğilip kalkmaları
dualar
okuması, doğum sancılarıyla bırakıp gitmesi
anamı.
Ah,
göğe uzatıyorum bir cumartesiyi
hayın
bir çalgıyı kuşanıyorum göğün huysuz kuşlarıyla
GOK!
Bir kahkahaya geçirdikçe dişlerimi
bir
tabut kalmıştır akşam olmaya
bir
tabut beklenen bir aydınlıktır
beklenen
bir ses gibi avlularda.
Anam
kirliserin penceresinde doğanın
uykusu
ayaklanır kanı birikir saçlarına
gözlerine
uyuşuk bir hınç siner artık
ölü
bir erkeği almıştır yatağına
o
soğuk ölüyü, o kurutulmuş anıyı
birdenbire
benim ağzıma takılır herşey
giderim
akşama özgü göğsümü açmaya.
Ben
nereye adımı yazsam
nereyi
göstersem parmaklarımla
orası
şapkalar yüklü bir vagondur,
nerede
daralmış görsem bir adamı
akşamın
güzelim buğusunda eli-ayağı tutulmuş
bir
çiçeğe uzanırken utandığını görsem
işte
iğrentim yayılıyor derim, işte sırtlanlar soluyor
ellerimde
kuşlar
çoktan kapamışlar tarlalarını.
O
zaman bir üzünç aralığında — herkes gibi — başlar
korkum.
Ey
irin mutluluğu!
Ey
durmayıp ağrıyan kemiği usumun!
Uğunursam
beni hazdan delirten hayvanın ortasında
ben
koşarken derelerde birikirse çocukluğum,
piçliğim
birikirse sesimin o hıncahınç boşluğunda
coşkunun
en sağlam atıyla geliyorum
sövgüm
büyüyor, ağartıyor günümü.
TAN!
Olü bir kediyle saçlarımı taramanın vaktidir
sarı
bir bilincin ötesini ellemek istemenin
bir
üzünç aralığındayız artık TAN!
savulun,
çıplaklığım geliyor ardımdan.
GECELEYİN
BİR KORKU
Hırlıyım,
böylece büyüyor baldırlarım ve boynumun
öpülen
yeri
iri
bir kuş kendini ağartıyor koltukaltlarımda
geceyi
hor görüyorum, böylece gecenin bütün itliğini
irkilip
terliyerek bir erkek sesi olarak yatağımda
tanırım,
Pekos Bil'im gözet beni.
Beni
çünkü buram ağrır, bacaklarımı hor görürüm
aynalarda
bağrıma
bir gül tünemiştir, kanar yanakları bir
oğlanın
yağmurdan
hüznü
hor görürüm çürütür çünkü o kuşu
koltukaltlarımda
hırlıyım
böylece büyür aşkın bir salgıdan öteye
geçemediği
tanrım,
Pekos Bil'im üşüt beni.
Üşüt,
yırtsın öpüşlerimi paslı tenekeler, soyunup org
çalayım
ceketimle
örteyim gecenin bütün itliğini
tanrım,
Pekos Bil'im uçur beni.
DAVUN
Uç
benim boynumun soytarısı
kirle
her cemreyi bana doğru olan
unuttum
güçbela soluyan perdeleri
dudaklarımı
ısırdıkça kabaran akşam
unuttum
onu da.
Zaten
bir tanım değil midir
tavsayan
düşüp kalkmalara
hüznün
hacanası diye bildiğim akşam
bir
tanım değil midir o kıyışız ellerimiz
fırça
çekmeye doğru ölümün bacısına
parmak
atmaya doğru şiir okuyaraktan
aşk
— bir tanım değil midir —
kusturucu
güzellikler ardından.
Her
tanım bir ağı parçalıyor gibi çevremizde
azgın
atlar boşandıkça sesimin avlusundan
uç
benim boynumun soytarısı
dölle
ovalı yüreğimi akarsuyunnan
göğsümde
serinleyen akçıl kuşların
esirgeyen
bağışlayan DIRENMEnin adıyla
indir
koynumun yılgısını mor bulutların ordan
indir,
indir de
geceleyin
dupduru bir iniltiyi
bağrımdaki
sağırlıkla değiştirmeye doğru —
Fırlamayım,
bıktım tanımlanmaktan.
Leş
yiyen akçıl kuşlan severim çünkü
akçıl
göçmen kuşları çünkü
çünkü
özentisiz taşra yanakları
gibi
çarşılara ilişkin
firengili
göklerin altında olmak gibi
yatırları
severim
paskalya
tatilini.
Her
tanım zorlu kilitlerdir belki de
çaput
yıldızları aşka dayalı duran
uç
benim boynumun soytarısı
böğrümde
avrupalı atları koşuşturan
aşkım,
tanımım, yanaşmam.
SEVGİLİM HAYAT
Yüzüme
bak
ve
yüzümü hırpala
yüzümü
değiştir, dağlı bir anlatım bırak
sen
her
hafta oğlunu leğende yıkayan hayat
yaban,
diri memelerinden ısırmak
dudaklarındaki
tuzu dudaklarıma almak için
çok
oldu tepelere vurdum kendimi
bulutlara
karıştım ve karanlık kahvelerde
tıraşı
uzamış adamlardan
huylarını
öğrendim senin.
Mahmur
bir tohumdan delikanlı bağrıma. 51
Ve
hatırlıyorum lokavt vardı
bezgin
fabrika düdüklerinin
dizlerine
yatırılmış olan sabah
senin
kalbini kakışlardı.
Tomarla
muştuyu omuzlayarak genç adamlar
polisin
sevmediği genç adamlar sokaklarda
patronları
kudurtan gazteler satarlardı.
Ey
şehre başaklar:
militan
ruhlar ekleyen hayat!
Gün
turuncu bir hayalet gibi yükseliyorken
izmarit
toplayan çocukların üstüne
çekleri
imzalanıyorken devlet katlarında faşizmin
bacımı
koyvermiyorken şizofreni,
yüzüme
bak
ve
rahmini bana doğru tekrarla
ben
öyle bilirim ki yaşamak
berrak
bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır
çünkü
biz savaşmasak
anamın
giydiği pazen
sofrada
böldüğümüz somun
yani
ıscacık benekleri çocukluğumun
cılk
yaralar halinde
yayılırlar
toprağa
etlerimiz
kokar
gökyüzünü
kokutur
çünkü
biz savaşmasak
Uzak
Asya’dan çekik gözlerimiz
52
Küba'dan kıvırcık sakallarımızla
savaşmasak '
güm
güm vurur mu kömürün kalbi Kozlu'da
Ke
San da, Kandehar'da ümüğüne basılır mı vahşetin
ve
sen boynunu öperken beni sarhoş
bir
okyanusla titreten hayat
sevgilim
olur musun.
Ben
savaşarak senin
bulanık
saçlarından tutup
kibirli
güzelliğini çıkartıyorum ortaya
dünya
kirletilmez
bir inatla dönüyor
altımıza
yıldızlar seriliyor
yüzüm
suya davranıyor koşaraktan
ve
inzal.
İNCE
SIZI
Var
mıdır nalçaları sevincin
gün
tene değince kanatları uzar mı
derin
bir secde gibi rüzgâra aşılanmak
dostları
düşünmenin çarpıntısından mı
Yokum
arkadaş düşünmekle varılan tada
hayata
yalnızca kafanı banmak
gövdende
namusluca güdebilmek sevinci
elbet
burkulup kalmaktan iyi.
Kara
gözlerimde uğuldayan bu değil ancak
elde
tüfenk, elde âlet, yürekte kor
cebelleşmek
yalanla, kirle, tahvilatlarla
damarlarına
papatyalar doldurarak
bir
serinlik olup dünyaya sokulmak.
Ben
bir deli fışkın değil miyim
sahibim
Köroğlu'nun da sahibi değil mi
ve
çocukların ezbere bildiği gömleğimin
kendirini
kendim ekmedim mi
Öyleyse
arkadaşım sinem kanayadursun
ta
ki sürgün ya da mahpus kırışıklar yerine
yüzümüz
köylü ve gurbetçi yakınlığa dursun
sevmekle
doğrulanmıyor madem kalbimiz
girelim
yarimizin avlusuna tam tekmil
ve
mürdüm erikleri
ve
dopdolgun elmalarıyla o bahçede
o
geniş kalçalı yarimizi dört kere.
AYNIADAM
Tozludur
saçlarım, saçlarımdan
devrilmiş
sarayların dumanları savrulur
yüzüm
yanıktır
yüreğime
bir karanfil sokuludur
ve
partizanca darbelerin dünyaya ilen şavkı
benim
göğsüme göğsüme vurup durur.
Ben
dünyaya doğru yürümekle meşhurum
bahar
da sürgülenir içime katranlar da
hem
koşarak yarattığım sevgiler vardır
hem
körlenmiş sevgilerin acısıyla koştururum.
Beni
sular
kocaman
taşları parçalayarak hatırlıyor dağlarda
ve
beni hatırlatıyor çeltik tarlalarında aynı sular
umutlu
sakinlikleri
lohusalıklarıyla.
Ben
dünyaya doğru yürümekle meşhurum
kökten
dallara yürüyen sular gibi
yürürüm
kömür ocaklarına, çapalanan tütüne
yürürüm
hüzün ve ağrılar çarelenir
dağların
esmer ve yaban telâşından kurtula diye
torna
tezgâhlarında demir.
Yürürüm
çünkü ölümdür yürünülmeyen
yürürüm
yürüyüşümdür yeryüzünün halleri
kanla
dolar pazuları tarladakinin
hızar
gürültüsü içinde türkülenir bir öteki
gökleri
göğsümden aşırtarak yürürüm
yağlı
kasketimin kıyısında nar çiçekleri.
Aynı
adam Ekim günlerinden beri gümbür gümbür
gelirim
teneke
damların üstüne safi sinirden doğan güneş
portakallar
fırlatarak parlıyor benim adımlarımla
anladım
neden yorgunluk
gülümserlik
getiriyor insana
hayatın
bana başat
bana
avrat oluşunu öğrendim
işçiler
bunu kurşunlanarak öğrendi
on
beşinde bir arkadaş
inancını
savunurken yargıca
anladı
bulana durula akmakta olan şeyi.
Yürüyorum
azarlanıyorum
fışkıran başaklarla
iki
bomba gibi taşıyorum koltuğumdaki bir çift somunu
hurdahaş
bir sancıyla geçiyorum badem çiçekleri altından
gözlerim
nemli değil
gözlerim
namlu.
YIKILMA SAKIN
Sana
durlanmış kelimeler getireceğim
pörsümüş
bir dünyayı kahreden kelimeler
kelimeler,
bazıları tüyden bazısı demir
seni
çünkü dik tutacak bilirim
kabzenin,
çekicin ve divitin
tutulduğu
yerden parlayan şiir.
Zorlu
bir kış geçirdim, seninki gibi nefti
acıktım,
bitlendim, bir yerlerim sancıdı
sökmedi
ama hoyrat kuralları faşizmin
çünkü
kalbim aşktan çatlayıp yarılırdı.
Her
sabah çarpışarak çekilirdi karanlık alnacımdan
acılar
bile duymadım kof yürekler önünde
beynim
her sabah devrimcinin beyniydi
ayaklarım
donukladı gelgelelim
sağlığın
yerinde mi?
Yaraların
kabuğu kolayca kaldırılıyor
halkın
doğurgan dünyasına dalmakla
onların
güneşe çarpan sesini anlamayan
dört
duvarın, tel örgünün, meşhur yasakların sahipleri
seyir
bile edemezken içimizdeki şenliği
yılgı
yanımıza yanaşamazken
bizi
kıvıl kıvıl bekliyorken hayat
yıkılmak
elinde mi?
Boşuna
mı sokuldu bankalara
petrol
borularına kundak
kurşun
işçinin böğrünü boşuna mı örseledi
varsın
zindanların uğultusu vursun kulaklarımıza
yaşamak
bizimçün
dokunaklı bir şarkı değil ki.
Bu
yürek gökle barışkın yaşamaya alışmış bir kere
ve
inatla çevrilmiş toprağın çılgarına
yazık
ki uzaktır kuşları, sokaklarıyla bizim olan şehir
ama
ancak laneti hırsla tırpanlayamamak koyuyor insana
öpüşler,
yatağa birden yuvarlanışlar
sevgiyle
hatırlansa bile hatta.
Köpüren,
köpürtücü bir hayatın nadasıdır kardeşim
bütün
devrimcilerin çektikleri
biliriz
dünyadaki yorgunluk habire mızraklanır
dağlarda
gürbüz bir ölümdür bizim arkadaşlarınki
pusmuş
bir şahanız şimdilik, ne kadar şahan olsak
ama
budandıkça fışkıran da bizleriz
ölüyoruz,
demek ki yaşanılacak.
YAŞATAN
Ben
halka bakınca gümüş tırnaklı kısraklar
sırça
kirpikli gelinler huylanır.
Ben
halka bakınca terlenirim
yaslanırım
tarlaların gölgesine, tozuna
kirlenir
gülkurusu mendilim.
Benim
rengimle kim yarışabilir
sancımı
kimler altedebilir ben halka bakınca?
Ben
ki kazdım, küredim, ellerimle boşalttım geceyi
yıldızları,
hüznü ordan fırlatıp attım,
sonra
ordan fırtınalı bir tüzeyle halka bakınca
yeniden
yaralandım dünya ırmaklarından.
Dünyanın
ırmakları dediğim yer
aydınlık,
gülümserlik ve sevda.
Oysa
halkın göz çukurları çamurlanmıştır
kanı
ılgıt ılgıt akar, kanı kara
yazlık
sinemalarda, üniformalar altında
banknotların,
kıravatların saltanatıyla
çürütülmektedir
halk.
Gözlerim
ne
güzeldir halka bakınca
gözlerimde
böğürtlendir
avuçlarımda
nar,
ayaklarını
çıplatıp sulardan geçen çocuklar
sevinçle
kıpırdatır yapraklarımı.
Halkım
pıçaklanmış
bir kadın gibidir
kaygular
içinde yapayalnız
zehirli
çiçeklerin uğultusu
uzaklaşmaz
kulaklarından.
Gözlerim
neden
güzeldir halka bakınca
beni
neden küflemez o çökertilmiş anlam
herdaim
karnımda tıkılı duran şafak
dünyalar
biriktirir halk adına?
Çünkü
bana göbek bağımdan işliyor toprak
hançeri
ellerinde neşter kılan
arkadaşlarım
var dağlarda.
Kara
yerden kırmızı gelincikler biterken
leylekler
kirlenirken bin bereket uğruna
şeffaf,
bakire kızlar pencerelerden
kaçırılmak
için elederken delikanlılara
o
zaman benim gözlerim işte .
kavi
bir mavzer olur halka.
Kanıma
kızgın demirler sokulur
ben
halka bakınca
kömür
kokusundan yüzlerim kabarır
kalbim
uyanır gıres lekelerinden
gök
gürülder köleler kıpırdanır
uykumun
rengi yayılır dünyaya
uykum
çünkü uçarı, çünkü hovarda
şafakların
öncesidir,
sazaklar
içinde bir çocuğu emzirir
çapullara
sarılmış çürüksüz çocuğu
ben
halka bakınca.
Yaşamak
güzeldir
gözlerim
daha güzel
gözlerim
daha güzel halka bakınca
ve
sürülmüş toprağı
yaratkan
beyni
işleyen
elleri huylandıran bakışlarım
yani
insan türünü var kılan hız
yani
hatta tarlalarda
döl
yataklarında bile oyalanmayan
savaşın,
sevdanın rengi
her
güzellik bu rengin ardındadır
yaşamak
bir başına bu rengi geçebilmez
"ölümden
korkup da sonunu sayan
ölür
gider yar koynuna giremez."
KANLA KİRLENMİŞ EVRAK
Karanlık
sözler yazıyorum hayatım hakkında.
Aşklarım,
inançlarım işgal altındadır
tabutumun
üstünde zar atıyorlar
cebimdeki
adreslerden umut kalmamıştır
toprağa
sokulduğum zaman çapa vuran adamlar
denize
yaklaşınca kumlar ve çakıltaşları
geçmiş
günlerimi aşağılamaktadır.
Karanlık
sözler yazıyorum hayatım hakkında.
Ve
rüzgâr buruşturuyor polis raporlarını
kadınlar
fazlasıyla günaha giriyorlar
bazı
solgun gömleklerin çözük düğmelerinden
çelik
tırpan gibi silkiniyor çocuklar
denizin
satırları arasında.
Gece
arsızca kükrüyor paslı beyninde şehrin
küfre
yaklaştıkça inancım artıyor.
Karanlık
sözler yazıyorum hayatım hakkında
öyle
yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan
saçlarım
çok yoruldu gençlik uykularımda
acılar
çekebilecek yaşa geldiğim zaman
acıyla
uğraşacak yerlerimi yokettim.
Ve
şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın
başından
başlayabilirim.
KARLI BÎR GECE VAKTİ
BİR DOSTU UYANDIRMAK
Benim
adım insanların hizasına yazılmıştır.
Her
gün yepyeni rüyalarla ödenebilen bir ceza bu.
Keşke
yağmuru çağıracak kadar güzel olmasaydım
ölüm
ve acılar çatsaydı beni
düşüncem
yapma çiçekler kadar gösterişli ve parlak
sözlerim
ihanete varacak doğrulukta olsaydı.
Anmaya
gücüm yetseydi de konuşsaydım
diri-gergin
kasları konuşsaydım
"Kardeşler!"
deseydim "Kardeşlerim!"
"Bakın
yaklaşıyor yaklaşmakta olan
"Bakın
yaklaşıyor yaklaşmakta olan
"Bakın
yaklaşıyor..."
yazık,
şairler kadar cesur değilim
çocukların
üşüdükleri anlaşılıyor bütün yaşadıklarımdan
gövdem
kuduz yarasalarla birazcık yatışıyor.
Benim
gövdem yıllar boyu sevmekle tarazlandı
öyle
bir çalımlarla gecenin çitlerinden atlardım
bir
güneş sayardım kendimi denizin karşısında
çünkü
çam kokularına sürtünüp ağırlaşan ruhların
inanmazdım
dosyalara sığacağına
gittikçe
ışıldardım dükkânlar kararırken
hüznün
o beyaz etrafına sakallarım batardı.
Benim
adım bilinen cevapların üstüne mühürlenmiş
ellerim
tütsülenmiş
evlerin
yeni yıkanmış serin taşlıklarında
dirgenler,
bakraçlar, tornavidalar
bende
kül, bende kanat, bende gizem bırakmadılar
ve
içinden bir başağrısı gibi çınlamaktansa
gövdem
açık bir hedef kılındı belâlara.
Ve
bu yüzden yakışıksız oluyor
insanları
hummalı baharlar olarak tanımlamak
ve
bu yüzden göğsümde dakikalar
ince
parmaklar halinde geziniyor
konvoylar
geçiyor meşelikler arasından
bir
yaprak kapatıyorum hayatımın nemli taraflarına
ölümden
anlayan, ciddi bir yaprak
unutulacak
diyorum, iyice unutulsun
neden
büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı
karlı
bir gece vakti bir dostu uyandırmak.
PROPAGANDA
Köleler
gördüm, karavaşlar
hayaları
burulmuş bir adamın ayaklarını yıkamaktalardı
artık
kelimeleri kalmamış fiyatları sormaktan
saçları
taranılmaktan usanmışlar
sinemalara
saklanıyorlar kışın
yaz
olunca denizin yalayışlarına
kaldırımlarda
demokrat
otobüslerde
dindar
geceyi
saatlerine
bakarak anlıyorlar
ve
sabah
gökyüzünün
karnını gerdiği zaman
dağların
kokusundan fabrikalar
acıkınca
Köleler!
gözleri
camekânlarda.
Silahlar
gördüm
namlusu
akla çevrilmiş sahra topları
mürekkebin
utandığını gördüm basılı kâğıtlarda
tetiğe
basan parmaklarda çare yok, gördüm mürekkebi:
Çare
yok, radyoları kapatsam
çare
yok, secde etsem anılarıma
bu
bozulmuş yeminlerin bayrakları altında
olacak
şey mi duymak portakal bahçelerini
mermiler
araya girmeden anlayabilir miyiz artık
hangi
kızlar hangi serin yerlerimize değdi:
Sanırdık
saçlarımız kumrularla kaplanır
bir
çocuk, İşte ırmak! diyerek haykırınca
o
zaman belki çocuklar zabıtalardan daha çoktu
belki
biz daha çok ağlardık bir aşk pıhtılanmca.
Gördüm
gözlerinde
zindanlarla bana baktıklarını
düşündüm
yaslanarak şehrin kasıklarına
düşündüm
kafa kemiklerimi eritinceye kadar
nedir
bu kölelerin olanca silâhları
silâhların
köleleri olmaktan başka.
Bıkmadım
koyu
renkler kullanıyorum hayatımda
koyu
mavi, acıyı anlatırken
sessizce
öperken, koyu beyaz
ve
saçlarım hakaretlerle okşanırken
koyu
bir itiraf sarıyor beni.
Susmak
elbette zehirlidir
ve
rahatlık getirir yazıklanmak da.
Ey
tenimde uzak yolculukların lekeleri!
Ey
çocuklarda uyuyan intizamsız güneşler!
gelin
ve boğdurun bu köleleri.
TAHRİK.
Bırakın
ince kavak seslerini şehrin içinde
paralar
yaşlı kızların koynunda yatarken
bırakın
köprülerin üstüne yağmur
ve
basma perdelerden lânet bize.
Şaşılacak
bir dünyada yaşamaktı; öğrendik
şimdi
külçeler yüklüyüz şaşılacak bir biçimde
külçeler
yüklüyüz ve çıkmak istiyoruz yokuşu
sokaklar
gittikçe katı bizim adımlarımıza
peşimizde
bütün bahçeleri boşaltan ter kokusu
yankımız
soyunup sevap rahatlığı alınan yataklarda
yürek
elbet acıyor esvap değiştirirken
bizden
artık akması beklenilen kan da katı
kovulduk
ölümün geniş resimlerinden.
Efsanelerden
kovulduk
kan
ve demir kelimeleri söylenince
elbiseler
içindeyiz, şehrin içinde
önümüz
iliklenmiş, ayakkaplarımız bağlı
kimsenin
uykusunun fesleğen koktuğu yok
altıkırkbeşte
vapur ve sancı geç saatlerde
eski
savaşçılar vesair geçmiyor bulutlardan
çiçek
alıp eve götürüyoruz
bunun
bir delilik olduğunu bile bile
en
ıssız duyguların ucunda karakollar
asmaların
altı tuzak ve tuzak caddelerde
külçeler
yüklüyüz, çıkmak istiyoruz yokuşu
gözler
kısılıp bakılıyor bize.
Biliniyor
bizim
mahsustan yaşadığımız
biliniyor
şarkıların
sırası bizde
biliniyor
hayat
bizden razıdır
biliniyor
otların
sarardığı yerlerde güneş
kurşunun
değdiği tende heves kalmıştır.
ÇÖZÜLMÜŞ BİR SIRRIN ÜZÜNTÜSÜ
Yaşamaktan
öte özür bulamayınca aşka
sonuçları
bir bir gözden geçiriyorum
pulluklarla
devrilen toprağın ıslaklığındaki can
madenlerin
buharından elde edilen büyü
bazı
yasak kitapların verdiği dinç duygular
nelerse
ki yaşamak sözünü âsi kılan
nelerse
ki lekesiz, umutlu ve budala.
Denedim.
Soğuk sular dökünüp fırladım sokaklara
sorular
sordum nice kara sıfatları üstüme alaraktan
ipte
boynum, ağzım şehvet yalaklarında
çapraştım,
and içip ayna kırdım
doğadan
bir vahiy bekledimse boşuna
baktım
akşam herkesin kabul ettiği kadar akşamdı
hiç
bir meşru yanı kalmamıştı hayatımın.
Sözlerimin
anlamı beni ürkütüyor
böylesine
hazırlıklı değilim daha.
Bilmek.
Bu da ürkütüyor. Gene de biliyorum:
Kapanmaz
yağmurun açtığı yaralar
çocuklarda.
ESENLİK BİLDİRİSİ
Bir
şehrin urgan satılan çarşıları kenevir
kandil
geceleri bir şehrin buhur kokmuyorsa
yağmurdan
sonra sokaklar ortadan kalkmıyorsa
o
şehirden öcalmanm vakti gelmiş demektir.
Duygular
paketlenmiş, tecime elverişli
gövdede
gökyüzünü kışkırtan şiir sahtedir
gazeteler
tutuklanmış dünya kelimesini
o
dünyadan, o şiirden öcalmalı demektir.
Ölüm
gelir, ölüm duygusuna karşı saygısız
ve
zekâ babacan tavrıyla tiksinti verir
söz
yavan, kardeşlik şarkıları gayetle tıkız
öcalınmazsa
çocuklar bile birden büyüyebilir
Yargı
kesin: Acı duymak ruhun fiyakasıdır
kin,
susturur insani; adına çıdam denir
susulunca
tutulan çetele simsiyahtır
o
siyah öcalmakcasma gür ve bereketlidir.
Vandal
yürek! Görün ki alkışlanasın
ez
bütün çiçekleri kendine canavar dedir
haksızlık
et, haksız olduğun anlaşılsın
yaşamak
bir sanrı değilse öcalmmak gerekir.
AKDENİZ’İN UFKA DOĞRU
MORA ÇALAN MAVİSİ
Yaz
günleri beni hatırlamıyor.
Salgılı
bir hayvanla bitişiyorum yaz yaklaşınca
yayılıyorum
ortasına sevgili tüylerimin
geniş
uykulardayım, muazzam uykularda
yılların
zulmünden haberim yok
ne
de süzgün taşralı kızlar korosundan
geçiyor
hazza yatkın dudaklarıyla gece
canımın
ilmekleri arasından.
Beni
artık kimseler arayıp da bulmasın
beyaz
harmanilerin göklere açık sofrasında
yıktığım
saltanatın dizinde inlediğim
aşkın
en tabanında yattığım anlaşılmasın
çünkü
ben çok gizli bir yanlışın
dehşetengiz
yeteneğini ölçmek için
yepyeni
bir hata için iniyorum Akdeniz'e
Meryemoğlu
sanıp ben zavallı ademi
çarmıha
çaktılar orda çok zaman önce.
Çok
zaman önceydi ki otobüsler
mermer
sütunlu şehirlerden sahil çardaklarına
nice
yılgın havarilerle gidip geldi.
Hepimiz,
yani taflan çiğnemekle güzelleşen çocuklar
havariler
karşısında harami
gövdesindeki
hayvan kabarınca mecalsiz
kutlu
bir tan çıkarmayı denedik
kayser
makinasından
anneler
sevecen
gözyaşlarıyla korurdular bizi.
Biz
sen ey beyhude ve baygın duyguların yırtıcısı
sen
ey loş çalgıları uykulardan çıkarıp
bahçelerin
hayatına yerleştiren esrar
bizi
bırakmıştın
acı
güller salınındı kanımın raddelerinde
ve
ben güneş altında bize kendini öptüren neyse
gece
onun kimlerle buluştuğunu araştırdım
o
zaman yalın yürek kaldım şiddetin çölünde
aldanışların
çölünde korkudan
denize
dilimi soktum ayaklarımdan önce.
Bu
kadar, bu kadardı Akdeniz
aslı
yokmuş dinlediklerimin
eski
moda güneş sanrılarından
bir
şair cesedinden hiç farkı yok denizin.
Yok
ve yaz günleri beni hatırlamıyor
boğulmuş
hüznü gösteriyor bana memelerinden
geçiyorum
bir yakıcı maviden derinleştirilmiş mora
geçiyorum
ayaklarım altında kumları hıçkırtarak
Kara
yaz! Karanlık yaz! Kararan vücutlardan
rıhtıma
varmayan ceset elbette hatırlanmaz.
"İÇİMDEN ŞU ZALİM ŞÜPHEYİ KALDIR
YA SEN GEL YA BENİ ORAYA ALDIR"
Ağzının
bir kıvrımından cesaret bularak
ter
yürekte susayışlar yaratan yağmurlara açıldım
kalmışsa
tomurcuklar önünde sendeleyen çocuklar
kalmışsa
birkaç ısrar ölümle yarışacak
onların
yardımıyla dünyamıza acıdım.
Dünya.
Çıplak omuzlar üstünde duran.
Herkes
alışkın dölyatağı borsalarla ağulanmış bir
dünyaya
Benimse
dar
çünkü
dargın havsalamın
gücü
yok bazı şeyleri taşımaya.
Önce
kalbim lânete çarpa çarpa gümrah
sonra
kalbim gümrah ırmakları tanımaktan kaygulu
sakın
Styks sularının heyûlası sanmayın
er
gövdesinde dolaşan bulutun simyası bu,
biraz
üzgün ve Ömer öfkesinde biraz
öyle
hisab katındayım ki katlim savcılardan sorulmaz
ne
kireç badanalı evlerde doğmuş olmak
ne
ellerin hırsla saban tutuşu
ne
fabrikalarda biteviye üretilmekte olan kahır
dev
iştihasıyla bende kabaran aşkı
yetmez
karşılamaya.
İnsanlar
hangi
dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır
o
ferah delişmen gözüken birçok almlarda
betondan
tanrılara kulluğun zırhı vardır
çelik
teller ve baruttan çatılınca iskeletim
şakaklarıma
dayanınca güneş
can
çekişen bir sansar edasıyla
uğultudan
farkedilmez olunca konuştuğum
kadınların
sahiden doğurduğuna
toprağın
da sürüldüğüne inanmıyorum
nicedir
kavrayamam haller içinde halim
demiri
bir hecenin sıcağında eriyor iken gördüm
bir
somunu bölünce silkinen gökyüzünü
su
içtiğim tas bana merhaba dedi, duydum
duydum
yağmurların gövdemden ağdığını.
Sen
ol küçük bir kıvrımdan, bir heceden
aşk
için bir vaha değil aşka otağ yaratan
sen
ol zihnimde yüzen dağınık şarkıları
bir
harfin başlattığı yangın ile söndür
beni
bir ses sahibi kıl, kefarete hazırım
öyle
mahzun
ki
hüzün ciltlerinde adına rastlanmasın.
ÜÇ FÎRENK HAVASI
1.
Capriccio Ölüm
Gülünç
bir ölümle öldü deniyor Max Stirner için
çünkü
mahvına sebep nihayet bir sinektir
ama
Fanya Kaplan
nasıl
öldü diye sorsak sanırım
işimiz
fazlasıyla ciddileşir.
Bize
ne başkasının ölümünden demeyiz
çünkü
başka insanların ölümü
en
gizli mesleğidir hepimizin
başka
ölümler çeker bizi
ve
bazan başkaları
ölümü
çeker bizim için.
Ölümle
şaka olmaz diyenler
kıyasıya
yanıldılar bu çağda
Taksitle
Ölüm diye bir roman yazıldı artık
Önce
Ol/Sonra Ode denilmek suretiyle
aşılıp
geçildi bu roman da.
Doların
dalgalanmasına bırakıldı bu çağda ölüm
geceleri
şehrin varoşlarında ikâmete mecbur edildi
gündüzün
kimlik soruldu ona
sağcı
mı solcu mu olduğu sorusuna cevap verdi
seken
bir kurşun kadar
kurşunî
bir kış denizi kadar bile
taraf
tutmayan ölüm.
2.
Ölüm Cantabile
Ben
ne büyük bir dalgınlıkla bakmış olmalıyım ki
hayata
görmedim
orda çinko damlar ve plastik sürahilerin
tanrısını
yerimi
yadırgadım
yerim
olmadı zaten kendi mezarımdan başka
çılgının
biri sanılmaktan sakınmaya vaktim olmadı
durmadan
bir beyaz aygırla taşardım derin göllerden
bir
gebe kısrakla kaçardım derin ormanlara
güneşin
zekâsıyla doymak isterdim
kaba
solgun kâğıtlar sunardı
şehrin
insanı bana
şehrin
insanı, şehrin insanı, şehrin
kaypak
ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin.
Ogünbugün,
şehri dünyanın üstüne kapatıp bıraktım
kapattım
gümüş maşrapayla yaralanmış ağzımı
ham
elmalar yemekten göveren dudaklarım
mırıldanmasın
şehrin mutantan ve kibirli ağrısını.
Azıcık
gece alayım yanıma yalnız
serçelerin
uykusuna yetecek kadar gece
böcekler
için rutubet
örümcekler
için kuytu
biraz
da sabah sisi
yabani
güvercin kanatları renginde
biz
artık bunlar olarak gidiyoruz
eylesin
neyleyecekse şehrin insanı
şehrin
insanı, şehrin insanı, şehrin
bozuk
paraların insanı, sivilcelerin.
işte
öldüm, işte son kadife çiçekleri
son
defneler, baldıranlarla kefenlediler beni
bütün
kaçaklar için ince bir melhem oldu benim ölümüm
bütün
hoşnutsuzlar yanlarında saklayacak
benim
ölümümden yayılan kırpıntıları
boğaz
tokluğuna çalışanlar
özenle
kilitleyecek göğüslerine
benim
ölmüş olmamı
hiçbir
yaprak damarından
hiçbir
su özünden atamayacak beni
ortaya
benim ölümüm sürülecek
pey
akçesi olarak
tanrıların
ölümünü bir üstlenen çıkınca
ama
neler olup bittiğini hiçbir âyetten
hiçbir
vakit anlamayacak şehrin insanı
şehrin
insanı, şehrin insanı, şehrin
pahalı
zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin.
3-
Requiem
Bozkırda
yaz akşamları seni seyrederdi
seni
seyrederdi ormanda gürbüz sabah
ağırkanlı
bir güneşle yaşanan kış
ağır,
kanlı bir güneşle yaşanan hasat zamanı
bekârların
kaburgalarına gümleyen karanlık
isterik
kokusu beyaz dantelâların
seni
seyrederdi
sen
diriyken sana bakmak
başlı
ve sonlu bir uğraştı sanki.
Gövdene
imrenirdi ok atmayı bilenler
gövden
aklın gibi engebeli ve dakikti
sokaklarda
kavga çıkardı senin yüzünden
sen
topuğunu gösterirdin ve dövüş başlardı
ejderlerle
çarpışırdı bey çocukları
müminler
müşriklerle savaşırlardı.
Toprak
ve yağmur savaşırlardı
anahtar
ve kilit
birbirine
girerdi ekmekle bulutlar
kan
ve su
nadirle
zenit.
Isıtırdın
salkımları bağlar bozulunca
tohumların
bilgisine hısımdın
beyninde
yelkenlerini açarak
serinlerdi
kısır kadınlar
sen
diriyken
sepetlerine
çiçek doldurup insanlar
peşinden
gelirlerdi
serüvenler
peşinden yürürdü endazelerin
mekikler
otlakların yörüngesindeydi
ayıklardı
insanların rüyalarını
yaktıkları
tütsü, okudukları yasin.
Sonra
öldün, sonra ıslıkladılar seni
gösterişsiz
tabutunu yuhaladılar
lahana
yaprakları attı sana
sonradan
görme tombul ortayaşlılar
semiz,
genç burjuvalar seni
tepeden
tırnağa fermuarlardı,
akşam
gezmesine çıkan emekliler bile
duygusuzca
silkeledi üzerlerinden
senin
gözlerini.
Bir
soğuk uzay
parıltısıyla
anılıyorsun artık
kuru
bir bilgisayar tıkırtısıyla
açıyorlar
taç yapraklarını ancak
bir
alkol koması sırasında
senin
yorgunluklarını
hastanelere
makbuz yaptılar
çekingen
duruşunu intihara karşı
kullanıyorlar
koğuşlarda
çünkü
çoktan ölüm götürdü seni
ölüm
ölüm
gündelik
sözlerimiz arasında
geçecek
kadar kaba.
ILS SONT EUX
Ağır
ceza reisi duruşmaya girerken
safir
bir göz yapışıyor kırmızı yakasına
kırmızı
yakaları var yargıç cübbelerinin
Fransız
ihtilâlinden kalma.
Burslu
okuduğu yıllardan kalma ceza reisinin
garip
bir tarafı var
kaşlarını
çatınca bir çocukluk
dolduruyor
yüzünü
ürkünç
bir uğursuzluk gülümsediği sıra.
Garip
bir tarafı var valinin
makam
arabasına binerken her seferinde
bakır
bir dudak karışıyor kırmızı saçlarına
saçlarını
parmaklarıyla taradığı zamanlar
bu
dudak
öpüyor
onu hain bir yumuşaklıkla.
Safir
göz görünmüyor yargıca
kendini
valiye vermiyor bakır dudak
görmüyor
alay komutanı tekmil alırken
gömleğine
bir damla cıvanın sızdığını
bir
gözyaşı, bir ukde anlamı kazanarak.
Kimse
görmüyor buruşuk pardesüsüyle bir babanın
kırılgan
bir yelpaze olduğunu akşam eve girince
karısı
katlanmış
kilimlerle uyum içinde
kolunu
büküyor, dayıyor elini yanağına
büyük
kız kanapede bu ara
bir
göl gezintisine çıkmıştır
kelebek
ölülerinden bir ırmakta
sürüklenmektedir
lisebirdeki oğlan.
Kız
için
sırlara
karışmaktır
bir
gölün ortasında olmak
erkek
kardeşi bir türlü
varamaz
herhangi bir sırra...
İki
yanında neden akar binlerce bu kelebek?
Binlerce
kanatlı çekirge neden uçar
beyninin
yukarsında?
Evde
soba yanıyor
önce
çalılar geçiyor çocukların boğazından
sonra
ağaçkökleri yırtıyor damarlarını
bütün
ailenin.
Dışarda
soğuk
safirden,
bakırdan, cıvadan bir gece uçuyor
gece
uçarken kulaklarına dokunuyor bekçinin
bekçi
mavi
zehir şiddetinde düdük çalarak
bir
soru soruyor karanlığa
bütün
cevaplar şendedir, saklama
diyor
karanlık ona
bekçi
en saklı yerinden bir banka broşürü
bir
piyango bileti çıkarıp gösteriyor
copunu
gösteriyor lisebirdeki oğlana
sonra
acılı olduğu açıkça anlaşılan
bir
kadına bıyık buruyor
buruk
bir sabah
başlıyor
acılı olduğu
açıkça
anlaşılmayan
dünyada.
Ağır
ceza reisi
santa
luçia söylüyor traş olurken
maiyet
memurluğundan beri aksatmadan
yaptığı
gibi vali sabah sabah
parlatıyor
zaten
pırıl pırıl olan siyah
kunduralarını.
Kışlada
alay komutanı
barakaların
kar altında öksüz
duruşlarına
bakarak
susuyor,
söylemiyor bildiği tek şiiri
"güzel
olan hiçbir şey hülâsa edilemez"
demiş
çünkü Valery.
Çünkü
serbest düşünme zamanı geçti artık
şimdi
mesai saati
disiplin
kurulunun toplantısı var
arşivde
sicil belgeleri damgalanacak
tayinler
imzaya gidecek
teftişe
gidecek generaller
rüya,
okşayış, Tevrat
gibi
kelimeler
gündemin
dışında.
Yurttaşlar
uygunadım çalışmalarıyla
söktüler
kariha yarımküresini yerinden
bir
pusula koydular açtıkları boşluğa
titreyen,
korkak ibresiyle bu pusula
kuzeyi
gösteriyor serbest
düşünme
zamanlarında;
safir
bir göz görünce karıştırıyor yönü
tırnaklarını
yiyor bakır bir
dudak
ona yaklaşınca;
cıvadan
bir gözyaşı
bari
olsun istiyor
bütün
mesai boyunca.
Buruşuk
pardesülü adam dalgın
gittikçe
daha dalgın, elinde cetvel
masada
hesap makinesi, pusula
yetmiyor
dibe dalmasına
bağlıyor
kalın bir urganla beline
ağır
bir sandık
salıyor
kendini
yeşil
yosunların
kırmızı
balıkların
uçan
kabarcıkların
derinliklerine
orada
bir
sandık buluyor
yakutlar,
altınlar, pırlantalar
adam
dibe inmek için beline bağladığı
sandığını
keşfediyor dibe ulaştığında.
Öyleyse
adamın eyvah ışıdı yüreği
eve
dönmesine gerekçe
bulamayacak
bir daha.
Eyvah
çattı kaşlarını, ayağa kalktı yargıç
elindeki
kalemi
gülümsüyor,
kıracak!
Atıldı
öne, denize doğru lisebirdeki oğlan
denize,
yakutlara, entegral hesaplarına.
Kardeşim!
diye
haykırdı ablası arkasından
fırladı
kanapeden
kopardı
kafasını bekçinin
safirden
bir baltayla.
Anneleri
mutfakta
kalan son bakır sahanı
alüminyum
olanıyla değiştirdi.
Mesainin
bitimine on kala
istifa
etti vali
çamurlu
bir yoldan
yayan
yürüdü sınıf arkadaşı
olan
nalbantm dükkânına.
Alay
komutanı oğlu için
otomobil
satın aldı
Mercury
marka.
Kış
geçti, öksürük haplarıyla
geçti
cumartesi
hiçbirşey
söylemeyen sözlere varmak için
herşeyin
sonuna kadar söylenmesi gerekti
incir...
yarpuz... karamela...
lâ
havle ve lâ kuvvete illâ billâh.
JAZZ
Bu
vapuru kaçırırsam beni belki de cinnet basar
belki
kanser olurum bu yıl sınıfta kalırsam
nöbette
uyursam eğer kitaplarımı yakarlar
etimde
şirpençe çıkar bu kızı alamazsam
bu
işi bitiremezsem şehirden beni kovarlar
izin
kâğıdım yanar konuşacak olursam
bu
senet bankalar kapanmadan
ruhumun
rengini kapatmayacak olursa
ölür
kuyuya düşen çocuk
çocuğun
mercan saati çatlar mutlaka
koşup
haber vermeliyim
yetkili
memura
bahar
geliyor, ilerliyor yeminler
alnımı
kapıp getirmeliyim
denizi
karşılamaya
kırlangıcın
kanadındaki kezzap
leylâkta
sıkışan buhar için
nabzımı
bulmalıyım nerede bulacaksam
nabzımı
çünkü ben kasadan fiş alarak
yağmuru,
selvileri zor durumda bıraktım
benim
yongalarımdan yapıldı bu çelenkler
ben
papatyaları şımartmadım diye oldu
Mata
Hari'ler casus, Al Capone'lar gangster
inmem
gerek gözbebeklerimin altına
beynimin
ortasına büzülmeliyim
genşeyip
kımıldayabilirim oradan sonra
dum
di dum
duridum
dubida
kendi
kalbimle kendi zamanım arasındaki sarkaç
püskürtüyor
beni dünyaya
bırakıyorum
zerreciklerime kadar emsin beni
Atlantik
ve Pasifik ve beş kıta
koşmam
gerek
yetişmem
gerek yazgıma
tutmam
gerek, sormam gerek, bilmem gerek
esenlemem,
kargışlamam, irkitmem gerek niçin
niçin,
niçin, niçin
kuyuya
düşen çocuk niçin ölmesin
MATARAMDA TUZLU SU
West
Indies, Kızıl Elma, îtaki, Maçin!
Uzun
yola çıkmaya hüküm giydim.
Beyazların
yöresinde nasibim kalmadı
yerlilerin
topraklarına karşı suç işledim
zorbaların
arasında tehlikeli bir nifak
uyrukların
içinde uygunsuz biriyim
vahşetim
beni
baygın meyvalann lezzetinden kopardı
kendime
dünyada bir
acı
kök tadı seçtim
yakın
yerde soluklanacak gölge bana yok
uzun
yola çıkmaya hüküm giydim.
Uzak
nedir?
Kendinin
bile ücrasında yaşayan benim için
gidecek
yer ne kadar uzak olabilir?
Başım
açık, saçlarımı ikiye
ortadan
ayırdım
kimin
ülkesinden geçsem
şakaklarımda
dövmeler beni ele verecek
cesur
ve onurlu diyecekler
halbuki
suskun ve kederliyim
korsanlardan
kaptığım gürlek nara
işime
yaramıyor
rençberlerin
o rahat
ve
oturmuş lehçesinden tiksinirim
boynumda
bana
yargı yükleyenlerin
utançlarından
yapılma mücevherler
sırtımda
sağır kantarı gizli bilgilerin
mataramdaki
suya tuz ekledim, ağızım yok
uzun
yola çıkmaya hüküm giydim.
Bir
hayatı, ısmarlama bir hayatı bırakıyorum
görenler
üstünde iyi duruyor derdi her bakışta
askerken
kantinden satın aldığım cep aynası
bazı
geceler çıkarken
uçarı
bir gülümseyişle takındığım muşta
gibi
lükslerim de burda kalacak
siparişi
yargıcılar tarafından verilmiş
bu
hayattan ne koku, ne yankı, ne de boya
taşımamı
yasaklayan belgeyi imzaladım
burada
bitti artık işim, ocağım yok
uzun
yola çıkmaya hüküm giydim.
DİŞLERÎMİZ ARASINDAKİ CESET
Biz
şehir ahalisi, Kara Şemsiyeliler!
Kapçıklar!
Evraklılar! Örtü Severler!
Çığlıklardan
çadır yapmak şanı bizdedir.
Bizimdir
yerlere tükürülmeyen yerler
Nezaketten,
haklılardan yanayızdır hepimiz
Sevinmemiz
çapkıncadır, ağlatır bizi küpeşteler
Yaşamak
deriz — Oh, dear — ne kadar tekdüze
Katliamlar
ne kötü be birader
Güneş,
neredeysek orada bulur bizi
Ya
cünûp ve yalancı veya miskin ve ülser.
Falımız
neyse çıksın diye açarız indeksleri
Sayılar
bizi bulur, o ayıp işaretler
Saframızla
kesemizi birleştiren anatomi bilgisi
Hadım
tarih, kundakçı matematik, geri kafalı gramer
Evet
bunlar gizlice örgütlenerek alnımıza
Verem
Olmak Üretimi Düşürür ibaresini çizer
Biz
şehir ahalisi, üstü çizilmiş kişiler
Kalırız
orda senetler, ahizeler ve tren tarifesiyle
Kimbilir
kimden umarız emr-i bi'l-ma'ruf
Kimbilir
kimden umarız nehy-i ani'l-münker
Bize
yalnız oğulları asılmış bir kadının
Memeleri
ve boynu itimat telkin eder.
CELLÂDIMA GÜLÜMSERKEN ÇEKTİRDİĞİM
SON RESMİN ARKASINDAKİ SATIRLAR
Ben
ismet Özel, şair, kırk yaşında.
Her
şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar
ben
yaşarken koptu tufan
ben
yaşarken yeni baştan yaratıldı kâinat
her
şeyi gördüm içim rahat
gök
yarıldı, çamura can verildi
linç
edilmem için artık bütün deliller elde
kazandım
nefretini fahişelerin
lânet
ediyor bana bakireler de.
Sözlerim
var köprüleri geçirmez
kimseyi
ateşten korumaz kelimelerim
kılıçsızım,
saygım kalmadı buğday saplarına
uçtum
ama uçuşum
radarlarla
izlendi
gayret
ettim ve sövdüm
bu
da geçti polis kayıtlarına.
Haytanın
biriyim ben, bunu bilsin insanlar
ruhumun
peşindedir zaptiyeler ve maliye
kara
ruhlu der bana görevini aksatmayan kim varsa
laboratuvarda
çalışanlara sorarsanız
ruhum
sahte
evi
Nepal'de kalmış
Slovakyalı
salyangozdur ruhum
sınıflan
doğrudan geçip
gerçekleri
gören gençlerin gözünde.
Acaba
kim bilen doğrusunu? Hatta ben
kıyı
bucak kaçıran ben ruhumu
sanki
ne anlıyorum?
Ola
ki
şeytana
satacak kadar bile bende ondan yok.
Telâş
içinde kendime bir devlet sırrı beğeniyorum
çünkü
bu, ruhum olmasa da saklanacak bir şeydir
devlet
sırrıyla birlikte insanın
sinematografik
bir hayatı olabilir
o
kibar çevrelerden gizli batakhanelere
yolculuklar,
lokantalar, kır gezmeleri
ve
sonunda estetik bir
idam
belki...
Evet,
evet ruhu olmak
bütün
bunları sağlayamaz insana.
Doğruysa
bu yargı
bu
sonuç
bu
çıkarsama
neden
peki her şeyi bulandırıyor
ertelenen
bir konferans
geç
kalkan bir otobüs?
Milli
şefin treni niçin beyaz?
Ruslar
neden yürüyorlar Berlin'e?
Ne
saçma! Ne budalaca!
Dört
Incil'den Yuhanna'yı
tercih
edişim niye?
Ben
oysa
herkes
gibi
herkesin
ortasında
burada,
bu istasyonda, bu siyah
paltolu
casusun eşliğinde
en
okunaklı çehremle bekliyorum
oyundan
çıkmıyorum
korkuyorum
sıram geçer
biletim
yanar diye
önümde
bir yığın açalya
bir
sürü çarkıfelek
gergin
çenekli cesetleriyle
önümde
binlerce çiçek
korkuyorum
sıra sende
sen
de başla ve bitir diyecek.
Yo,
hayır
yapamaz
bunu, yapmasın bana dünya
söyleyin
aynada
iskeletini
görmeye
kadar varan kaç
kaç
kişi var şunun şurasında?
Gelin
bir
pazarlık yapalım sizinle ey insanlar!
Bana
kötü
bana
terkettiğiniz düşünceleri verin
o
vazgeçtiğiniz günler, eski yanlışlarınız
ah,
ne aptalmışım dediğiniz zamanlar
onları
verin, yakınmalarınızı
artık
gülmeye değer bulmadığınız şakalar
ben
aştım onları dediğiniz ne varsa
bunda
üzülecek ne var dediğiniz neyse onlar
boşa
çıkmış çabalar, bozuk niyetleriniz
içinizde
kırık dökük, yoksul, yabansı
verin
bana
verin
taammüden işlediğiniz suçları da.
Bedelinde
biliyorum size çek
yazmam
yakışık almaz
bunca
kaybolmuş talan
parayla
ölçülür mü ya?
Bakın
ben, birçok tuhaf
marifetimin
yanısıra
ilginç
ödeme yolları bulabilen biriyim
üstüme
yoktur ödeme hususunda
sözün
gelişi
üyesi
olduğunuz dernek toplantısında
bir
söyleve ne dersiniz?
Bir
söylev: Büyük İnsanlık İdeali hakkında!
Yahut
adınıza bir çekiliş düzenleyebilirim
kazanana
vertigolar, nostaljiler
karasevdalar
çıkar.
Yapılsın
adil pazarlık
yapılsın
yapılacaksa
işte
koydum işlemeyi düşündüğüm suçları
sizin
geçmiş hatalarınız karşısına.
Ne
yapsam
döl
saçan her rüzgârın
vebası
bende kalacak
varsın
bende biriksin
durgun
suyun sayhası
yumuşatmayı
bilen ateş
öğüt
sahibi toprak
nasıl
olsa geri verecek
benim
kılıcımı.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar