Print Friendly and PDF

' İSLÂMÎ İLİMLERDE İSRÂİLİYYÂT YÂHUT GAYR İ İSLÂMÎ MENŞELİ RİVÂYETLER

Bunlarada Bakarsınız

 


Yazan:        :Prof. Dr. Muhammed HAMÎDULLAH            Çeviren: Dr. İbrahim CANAN

Pakistan’ın büyük âlimlerinden Lahorlu Prof. Syed Abdullah’ın doğumunun 70. sene-i devriyesi (5 Nisan 1976) armağanı.

İslâmın şu görüşünü hepimiz biliriz: Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e (Allâh’ın selâmı her ikisinin de üzerine olsun) kadar cihânşümûl ve ebedî olan tek din mevcûttur. İslâmiyyet, bu ayni dinin bir nevi ihyâsı ve yenilenmesinden başka bir şey değildir. Ancak Kur’ân-ı Kerîm arada gelip geçen bu peygamberlerin ve onlara tâbi olan milletlerin târihini anlatmak yerine bu târihleri' sâdece bir hatırlatıp geçer. Hâliyle müslümanlâr, bilhassa Hz. Peygamber (salla'llâhü aleyhi ve sellem) devrinden sonra, Kur’ân’ın bu çok özlü ifâdesi karşısında meraklarını yenemiyorlar ye eski çağlara âit-bilgi noksanlıklarını telâfi edebilmek için her çâreye baş vuruyorlardı. Gerçi gelip geçen bütün peygamberler hakkında. bilgi edinmek gibi aşın bir arzuya düşmüyorlardı. Bilhassa Kur’ân’da ismi geçen şahıslar hakkmda biraz fazla mâlûmât. elde etmek istiyorlardı. Birinci plânda, her yerde elde edilebilecek olan, Kitâb-ı Mukaddes vardı, Mecûsî ve Sâbiîlere müteallik kaynaklar nisbeten daha az yayılmış, daha az iştihâr etmişti.          

Kur’ân-ı Kerîm’e, Allâh’ın kelâmı ve vahyi olarak inanan bir kimse için zâhirî bâzı güçlükler mevcuttu : Kur’ân, bâzı âyetlerinde Yahudîlerin kendi mukaddes kitablannda tahriflerde bulunduklarını ifâde ederken (1) diğer bâzı âyetlerinde de elde mevcûd Kitâb-ı Mukaddes'in bir kısım âyetlerini aynen zikreder. Şu misâlde olduğu gibi:

«Ve biz orada (Tevrat’da) onlar (Yahûdiler) için, cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (karşılıktır diye) emrettik. Yaralar için de kısâs vardır» (2).

Hattâ Kur’ân: «...Söyle: (Ey Yahûdiler) eğer doğrucular iseniz Tevrat’ı getirin de onu okuyun» (3) diyecek kadar ona yer verir.                         

 Kur’ân mütemadiyen, kendisini Teyrâtm bir tasdîkcisi olarak da takdim eder (4).                              

Muhtemelen Kur’ân’da gelen bu âyetlerin karşılaştırılmasıyla ortaya çıkan müşkilât Hz. Peygamber (Aleyhisselâm) zamanında mevzubahs edilmemiştir. Bu da her âyetin kendi muhtevâsı içerisinde müstakillen anlaşılmış olmasmdan ileri gelmiştir. Zira böyle yapınca âyetler tam bir itminân sağlıyordu: Kitâb-ı Mukaddes'in bâzı kısımları itimâda şâyândır, tamâmı değil. Kur’ân-ı Kerîm bu husûsu bâzan (Kitâb-ı Mukaddes'de gelenin zıddına olarak târihî bir vakanın gerçek vechini vermek sûretiyle) zımnen belirtiyor, bâzan da şu âyette olduğu gibi açıktan açığa beyân ediyordu :

«Şeytanların : Süleymân’ın mülk (ü saltanat ve nübüwet)i. aleyhine uydurub tâkib ettikleri şeylere (yalanlara) uydular. Halbuki Süleymân aslâ kâfir olmadı, fakat o şeytanlar kâfirdirler...» (5). Bu husûsa tekrâr döneceğiz.

Hz. Peygamber’in (Aleyhisselâm) davranışı da Kur’ân’ınki gibi idi. O da hiç bir zaman Ashâb arasında bir müşkülât, bir merâk tahrik etmedi. Onlar zâten Kur’ân ve Sünnette tezâd -arayan değil, her şeyi yerli yerine koyan kimselerdi.

Bâzı hâdiseler, Hz. Peygamber’in (Aleyhisselâm) bu husûstaki davranışı hakkında bize bir fikir verebilir :

·        a) Bir gün, Hz. Ömer, Medine Yahûdîlerini Kitâb-ı Mukaddes okurken işitir —(Okunan kısım belki Mezmûrlar, belki de ahlâkî bir başka kısımdı, râvî burayı açıklamıyor)—. Bu parça Hz. Ömer’in (Radıyallahu anh) o kadar hoşuna gitti ki Yahûdilerden bu parçayı kendisine yazmalarını ricâ etti. Sonra onu alarak Hz. Peygamber’e (salla'llâhü aleyhi ve sellem) götürdü. Her ikisinden de istifâde etmeleri için müslümânlarm Kur’ân’la birlikte Kitâb-ı Mukaddesi de okumalarını teklif etti. Muhtemelen, daha Hz. Peygamber'in cevâbını bile beklemeden elindeki parçayı okumaya başladı. Bu, Hz. Ömer’e o kadar te'sîr etmiş, o kadar heyecanlandırmış ve kendisinden geçirmiş olmalı ki, Ömer, Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yüzünün rengini görmüyor musun (ne kadar değişti)?». Hz. Ömer durdu, özür diledi ve: «Allâh ve Resûlü bize kâfidir» dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber  (salla’llâhü aleyhi ve sellem)  söz aldı ve «Eğer Hz. Mûsa şimdi hayâtta olsaydı beni tâkipten başka bir şey yapmak ona helâl olmazdı, (onun risâleti bitmiştir, şu ânda benimki hâkimdir) (6) dedi. Abdürrezzak'ta gelen, şu müteâkip rivâyete (7) bakınca Hz. Ömer’in (Radıyallâhu anh) Kitâb-ı Mukaddes'ten bir .parçayı, âlime kızı Hafsa’ya (R.A.) , teslim etmiş olabileceği akla eğliyor: «Hz. Peygamber’in (salla'llâhü aleyhi ve sellem) zevce-i pâkleri, Resûlullah’ın yanına,  kürek kemiği üzerine yazılmış, Hz. Yûsuf’un hikâyesini anlatan (8) bir parça getirdi ve okumaya başladı. Hz. Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vech-i mubâreklerinin rengi değişti ve Hz. Hafsa’ya ( Radiya'llâhü anha.) : «Ben aranızda iken Hz. Yûsuf gelse ve siz de beni terketseniz, dalâlete düşmüş olursunuz» dedi.

·        b) Abdullah İbnu Amr İbni’l-Âs anlatıyor : «Bir gün rüyâm-da gördüm ki parmağımın birinde erimiş tereyağı, diğerinde bal vardı, ben de onları yalıyordum. Ertesi gün rüyâmı Hz. Peygamber’e (salla’llâhü aleyhi ve sellem)  anlattım. Şöyle tâbir etti: «Sen iki kitâbı da okuyacaksın, Kur’ân’ı da, Tevrat’ı da». Râvî ilâve ediyor: Gerçekten o, her ikisini de okuyordu» (9). Abdullah Süryânîceyi (İbrânîce ?) de öğrenmişti (10). Eğer Yahûdî mühtedîlerden Abdullâh İbnu Selâm’a da aynı şeyi yapmaya müsâade etmişse bu hayretimizi mûcib olmamalı: «Bir gün Kur'ân bir gün Tevrât oku» (11).

·        c) Bir gün Hz. Peygamber’e (salla’llâhü aleyhi ve sellem)  Yahûdîlerden zinâ yapmış olan bir erkekle bir kadını getirdiler. Hz. Peygamber  (salla’llâhü aleyhi ve sellem)  yahûdilere «bu durumda tatbik ettiğiniz cezâ nedir?» diye sordu. Şu cevâbı verdiler : «Biz böylelerinin yüzünü siyâha boyar, (eşeğe ters bindirilmiş olarak sokaklarda dolaştırmak süratiyle) halka teşhir ederiz». Bu cevâp üzerine Resûlullah (salla'llâhü aleyhi ve sellem) : «Tevrat'ı getirin ve sözünde doğru kimseler iseniz onu okuyun» buyurdu. Tevrat getirildi. Yahûdiler, aralarından îtimâd ettikleri birisine : «Hey tekgöz oku şunu» dediler. Adamcağız okumaya başladı. Belli bir yere gelince parmaklarıyla kitabın bir kısmını kapadı. Cemâatte hâzır bulunan Abdullâh İbnu Selâm : «Çek elini» diye bağırdı. Yahudi elini kaldırınca altında zinâ edenlerin recmedileceğine dâir âyet gözüktü. Bunun üzerine Yahûdiler: «Ey Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem), her ikisi de recm edilmek zorundaydılar, ancak, biz. aramızda bu âyeti gizlemeyi âdet edindik» dediler. Hz. Peygamber  (salla’llâhü aleyhi ve sellem) , her iki mücrimin de recmedilmesini emretti ve emir derhâl icrâ edildi». Râvî îbnu Ömer, ilâveten : «Ben adamcağızın,/kadını atılan taşlardan korumaya çalıştığını gördüm» der (12).     

Bir îslâm devletinde Yahûdî tebâaya, Kitâb-ı Mukaddes’in bu tatbikinin sebebini anlamak için Kur’ân’ın şu emirlerine bakmak lâzımdır:

«Alabildiğine yalanı dinleyenler, haram yiyenlerdir onlar. (Ey Muhammed) eğer (Yahûdiler) sana gelirlerse ister aralarında hükmet, ister onlardan yüz çevir. Şâyef kendilerinden yüz çevirirsen sana hiçbir şeyle zarar yapamazlar. Eğer hükmedersen aralarında adâletle hükmet. Çünkü Allah adâlet sahiplerini sever. Hem içinde Allâh’ın hükmü yazılı olan Tevrat yanlarında bulunup dururken nasıl oluyor da senin hükmüne hakemliğine mürâcaat ediyorlar ve sonra da bunun (bu hükmün) arkasmdan yine yüz çevirip gidiyorlar. Onlar (hiçbir şeye) inanan kimseler değildir.

«Şüphesiz ki Tevrat'ı biz indirdik ki Onda bir hidâyet, bir nûr vardır. Kendisini Allâh’a teslim etmiş olan (İsrâil) Peygamberleri Yahûdilere (âid dâvâlarda) onunla hükmederlerdi. Âlimler, Fa-kîhler da Allah'ın o kitâbım hıfza memûr oldukları için (yine hükümlerini onunla verirlerdi). Hepsi de onun (Allâh tarafından

gönderilmiş olduğu) üzerinde (bilittifak) şâhid idiler, o hâlde (ey yahûdiler) siz insanlardan korkmayın, benden korkun. Benim âyetlerimi az bir bahaya (hasis menfaatlara) satmayın. Kim Âllâh’ın indirdiği (hükümlerle) hükmetmezse işte onlar kâfirlerin tâ kendileridir.

«Biz onda .(Tevrat’da) onların üzerine (şunu da) yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (karşılıktır. Hülâsa bütün) yaralar birbirine kısâsdır. Fakat kim bunu (bu hakkını) sadaka olarak bağışlarsa o, kendisine (günâhına) kefâret (onun yarlığanmasına vesile) dir. Kim Allâh’ın indirdiği (ahkâm) ile hükmetmezse onlar zâlimlerin tâ kendileridir.

«Arkadan da bu peygamberlerin izlerince Meryem oğlu İsâ’yı —kendinden evvelki Tevrât’ın bir tasdikcisi olarak— gönderdik. Ona. da içinde bir hidâyet, bir nûr bulunan Incil’i —ondan evvelki Tevrât’ın bir tasdikcisi ve takvaa sâhipleri için bir hidâyet ve öğüd olmak üzere— verdik. (Ve dedik.ki:) «İncil saahibleri Allah’ın, onun içinde indirdiği (hükümler) le hükmetsin. Kim Allâh’ın indirdiği (ahkâm) ile hükmetmezse onlar fâsıklarm tâ kendileridir».

«(Habîbim) Sana da hak olarak kitâb’ı (Kur’ân’ı) —kendinden evvelki kitâbları tasdik edici (ve doğrultucu) ve ona karşı bir şâhid olmak üzere— gönderdik. O hâlde (bütün ehl-i Kitâb) aralarında Allah'ın sana indirdiği ile hükmet, sana gelen hakikatten (dönüp de) onların hevâ (ve heves) lerine uyma. (Ey Mûsâ’nm, îsâ’nın, Muhammed’in ümmetleri) sizden her biriniz için bir şeriat, bir yol tâyin ettik. Eğer Allâh dileseydi (topunuzu bir şeriata tâbi) bir tek ümmet yapardı. Fakat O, size verdiği (muhtelif şeriâtlar dâiresinde) sizi imtihân etmek için (ayırdı). Öyle ise hepiniz hayırlı işlerde birbirinizle yarış edin. Zâten topunuzun en son dönüp gelişi Allâh’adır. Artık; O, hakkında, ihtilâf etmekte olduğunuz şeyleri size (orada) haber verecektir.

«(Ve şu emri indirdik:) Aralarında Allâh’ın indirdiği vech ile hükmet, onların keyiflerine uyma, Allâh’ın sana indirdiği (hükümlerin) bir kısmından seni sapıtacaklar diye kaçın onlardan. Eğer onlar (indirilen hükümleri kabûlden) yüz çevirirlerse bilki Allâh, günahlarının (yalnız şu) biri (veyâ şu yüz çevirmeleri) sebebiyle bile kendilerini mutlaka musibete uğratmak istiyordur. İnsanlardan birçoğu muhakkak ki Allâhın emrinden dışarı çıkanlar (gürûhu) dur.

«Onlar hâlâ câhillik (devri) nin (o kötü) hükmünü mü arıyorlar? Şübhesiz bir kanâate sahip olacak bir kavm indinde hükmü Allâh’tan daha güzel olan da kimdir?» (13).

Kur'ân-ı Kerîm’in bu mühim ve uzun bölümü, İslâm devletinde idâri, kazâî, adlî ve cemâatler arası hayâtı tanzim eder ve tasrîh eder ki.: İslâm devleti içerisinde mevcut her bir azınlık cemâate kazâî ve adlî muhtâriyyet vermek gerekmektedir. Kezâ Yahûdiler Tevrâtı, Hıristiyânlar İncili tatbik etmelidirler (aksi takdirde Allâh’ın cezâsma mârûz kalacaklardır), Bu gayr-i müslimler müslümân mahkemelerde murâfaaya mecbûr değillerdir, fakat, kendiliklerinden mürâcaat. edecek olurlarsa, bu takdirde onlara, kendi' kaanûıilarım tatbik etmek gerek ve böyle davranmak, Hz. Muhammed (A.S.) dâhil bütün peygamberlerin vazifesidir. Bu umûmî kaaide sebebiyledir ki Hz. Peygamber  (salla’llâhü aleyhi ve sellem)  kendisine çıkarılan Yahûdî çiftine Kitab-ı mukaddes’in kaanûmunu tatbik etti, yine bu kaaidenin bir sonucu olarak İslâm devletlerindeki gayr-i müslim tebâa, asırlar boyu, tam bir kazâî-adlî muhlâriyeften istifâde ettiler.

·        d) Enes'in bir rivâyetine göre: «Bir Yahûdî, bir kadının başını iki taş arasında ezmişti. Hz. Peygamber  (salla’llâhü aleyhi ve sellem)  kadına «sana bunu kim yaptı» diye sordu ve falanca :, falanca mı diye birçoklarının isimlerini saydı. Bir Yahûdînin ismi zikredilince kadıncağız başıyla tasdîk işâretinde bulundu. Derhâl tevkif edilen Yahûdî, suçunu îtirâf etti. Hz. Peygamber  (salla’llâhü aleyhi ve sellem)  de yahûdînin başının iki taş arasında ezilmesini emretti» (14). Bâzı tasrîhâta göre öldürülen kadın bir arabtı. Şu hâlde ihtilâf ve şikâyet hâlinde müttehe-min kaanûnu tatbîk edilmelidir. Müslümanların, Kitâb-ı Mukaddes olsun, başka olsun, yabancı kaanûnları incelemesi için bir diğer sebeb de şu hâlde, hükmedici durumda İslâm mahkemeleri olduğu zaman onları tatbîk edebilmektir. Büyük hukukçu İmamu Muhammed eş-Şeybânî, mütemâdiyen, müslümân hâkimler tarafından tatbîk edilen, yabancı kaanûnlardan bahseder (15).

Hz. Peygamber  (salla’llâhü aleyhi ve sellem)  zamanmda cereyân.eden bu birkaç hâdise gösteriyor ki İslâm, Kitâb-ı Mukaddes’! nazarî olarak, Allah

 tarafından vahyedilmiş bir. kitâb olarak kabûl etmekle kalmaz, amelî hayâtta, birçok pratik maksadlar için onu kullanmak ihtiyâcını duyar. Buna, daha az icbârî olmayan bir diğer ihtiyâç daha ilâve edebiliriz: Kur’ân-ı Kerîm pek çok defa, ister Kitâb-ı Mukaddes olsun, ister bunda geçen peygamberlerden herhangi 'birinin sözleri olsun zikretmektedir. Müslümân müfessirler bunları araştırmak zorundadır. Kur’ân’ın bu atıflarını hafife ahp görmemezlikten gelemezler. Zira sâdece bu araştırma eski kitâblara olan ihtiyâca yeterli delîl getirecektir. îşte birkaç misâl:

·        a)  Biz onda (Tevrât’da) onların üzerine (şunu da) yazdık : «Cana can, göze göz..» (16). Tevrât'dan da şunu okuyabiliriz: «Fakat zarar olursa, o zaman can yerine can, diş yerine diş, el yerine el, ayak yerine ayak, yanık yerine yanık, yara yerine yara, bere yerine bere vereceksin» (17).

Kezâ, kısas için, Levililer’de de şunu okuruz : «Ve bir kimse bir adamı vursa mutlaka öldürülecektir. Ve bir kimse'komşusunu sakatlarsa kendisine de yaptığı gibi yapılacaktır; kırık yerine kırık, göz yerine göz, diş yerine diş olmak üzere, adamı nasıl sakat etti ise kendisine de öyle edilecektir» (18).

·        b)  «Andolsun Tevrat'tan sonra Zebûr’da yazmışızdır ki arza (ancak) sâlih kulların mîrâscı olur» (19). Eğer Kitâb-ı Mukaddes'i tedkîk edecek olursak, Mezmûrlar’da atıf yapılan kısmı görürüz : «Sâlihler yeri mîrâs alır, ve onda ebediyyen otururlar» (20).

·        c)  Kur’ân iki defa, Hz. îsâ'nın kendisinden, «Allâh’ın kulu» olarak bahsettiğini zikreder : «Ne Mesîh, ne en yakın melekler Allâh’ın kulp olmaktan aslâ çekinmezler» (21). Kezâ: «(îsâ gelip) dedi ki: «Ben hakîkat, Allah'ın kuluyum. O, bana kitâb verdi, beni peygamber yaptı» (22). Şimdi Matta İncilini okuyalım: «...Ve îsâ/kendisini belli etmesinler diye, onlara tenbîh etti, tâ ki İsa’ya Peygamber vâsıtasıyla söylenen söz yerine gelsin: «İşte benim seçtiğimkulum, canımın kendisinden râzı olduğu sevgilim... (23)

İşâya’ya yapılan atıf : «İşte kendisine destek olduğum kulum; canımın kendisinden râzı olduğu seçme kulum» (24). Şurası muhakkak ki, Matta'dan okuduğumuz atıf görünüşe göre Hz. îsâ’nın sözü değil, bu İncili kaleme alan kâtibin sözüdür. Fakat burada asıl dikkat çekmek istediğimiz nokta, Hıristiyanların bile Hz. îsâ’nm Allah'ın kulu olduğuna inanmaları (gerektiği) hususudur. Peygamber terimine gelince, İnciller bunu da, tereddüd etmeden, Hz. îsâ hakkında kullanmaktadırlar. Meselâ Matta'da.: «Ve kalabalıklar : Galile'nin Nâsıra şehrinden îsâ Peygamber budur, dediler». «Ve onu tutmak istedilerse de, halktan korktular, çünkü onlar îsâ'yı Peygamber sayarlardı.» (25) denmektedir. Kezâ Luka’da da : «Herkesi korku aldı, ve: aramızda büyük bir peygamber çık- . tı; ve: Allah kendi kavmini ziyâret etti, diyerek Allâh’a hamd ediyorlardı» (26) âyetini okuyoruz. Hattâ Hz. îsâ da kendisine Peygamber demektedir: «îsâ onlara dedi: ...Bununla beraber bugün ve yarın ve ertesi günü yoluma gitmeliyim, zira bir peygamberin Yeruşalimden (Kudüs) dışarda öldürülmesi olamaz» (27). Kezâ Matta'da da: «îsâ onlara dedi: Bir peygamber kendi memleketinden ve evinden başka yerde itibârsız değildir» (28), âyeti mevcuttur.                                                                  :

Hz. îsâ'nm havârîleri de, kendisini, çarmıh hâdisesinden sonra, peygamber, diye adlandırmışlardır. Zirâ Lüka'da okuduğumuza göre çarmıh hâdisesinden sonra, Hz. îsâ kendisini bildirmeksizin havârilerinden iki tanesine yaklaşarak onlara niçin üzgün olduklarını sorar ve şu cevâbı alır: «Allâh’ın ve bütün halkın indinde işte ve sözde kudretli bir peygamber olan Nâsırah îsâ.,..yı çarmıha gerdiler» (29).

Kurân-ı Kerîm’i müdâfaa edenlere terettüb eden bir vazife olarak hasseten mühim bir sebeb daha var: Kur’ân-ı Kerîm, bir çok kereler, Yakûdî ve Hıristiyânların çözemedikleri münâkaşaları hallettiğini ifâde eder. Meselâ:

i) «Bu Kitâbı sana (başka bir hikmetle değil) ancak hakkında ihtilâf ettikleri şeyleri açıkça anlatmak için ve îmân edecek herhangi bir kavme bir hidâyet ve rahmet olarak gönderdik» (30).

ii) «Şüphesiz ki bu Kur’ân, İsrâil oğullarına, hakkında kendilerinin ihtilâf edegeldikleri şeylerin pek çoğunu açıklar» (31).

Kur’ân-ı Kerim’in ifâdelerinin doğruluğunu tahkîk gibi mukaddes bir vazife, ancak Kitâb-ı Mukaddes’i tedkîk eden müslü-mânlarca ifâ edilebilir. Şurası muhakkak ki onlar Hz. Muham-med’in Allah’ın son Peygamberi olarak gelip, öncekilerin yanda bıraktıklarını tamamlayacağına dâir Tevrat, încil ve Hattâ diğer dinlerin mukaddes kitâblannda önceden haber verildiğine temâs eden Kur’ân-ı Kerîm’in mükrrer beyânlarını (32) tahkîk husûsun-da küçük bir gayret gösterdiler. Bu husûs üzerinde fazla durmayacağım. Zirâ kanaatimce, bu husûsî sâhada çok daha yeni araştırmalar yapılması arzuya şâyan ise de şahsen, bir Peygamberin, tebliğ ve tâlimâtının esâsları sebebiyle kabûl edilmesi gerektiğini düşünüyorum, geleceğinin önceden haber verildiği için değil. Fakat Kur’ân-ı Kerîm’in, Kitâb-ı Mukaddes’de çözülemeyen ihtilâfları hallettiğine dâir beyânını, başkalarının istihzâlanna son vermek ve bunun boş bir söz olmadığını göstermek için son derece ciddiye alıp, ehemmiyetle üzerine eğilmek' gerek. Müslümânlann bugün sâhip oldukları imkânlar, Hz. Peygamber  (salla’llâhü aleyhi ve sellem)  zamanındaki seleflerinden ve İslâmm ilk asırlarında yaşamış olan kimselerden kıyaslanamayacak kadar daha çoktur. Avrupa dilleri Yahû-dilere âit vesâikin şahâne tercümelerine sâhip ve bu dilleri küçüklüğünden îtibâren öğrenmiş olan müslümanlann sayısı ise yüz milyonları bulmaktadır. Bu benim ihtisâs 'sâham olmamakla berâber, fikrimi söylemek, ve çok zengin bir mahsûl vâdeden keşfi gerekli geniş sâhayı göstermek için birkaç vakaya işâret etmek istiyorum:

·        a) Kitâb-ı Mukaddes’de geçen Tâlut hikâyesi bizi şaşırtmaktadır. 1) Tâlut, Mitspa'da Allâh’ın irâdesine zıd olarak, kader tarafından kıral tâyîn edilir (33). 2) Yahova, Samüel'e Kıral Saül'ü Tsuf diyânnda (kıral olarak) mesh etmesini emreder (34); Halkı Filistin zulmünden kurtarmak için (35) basit bir çiftçi olan Saül, Amonîlere karşı, aniden zuhûr eden bir lider olarak, zafer kazanınca Gilgal’da kıral ilân edilir (36).

Prof. Montet, yazmış olduğu Kitâb-ı Mukaddes târihinde itiraf eder: «Bu üç rivâyetin arasını te'lîf imkânı yoktur». Kûr’ân’ın bu husûstaki hikâyesi ile karşılaştıralım :

«Mûsâ'dan sonra İsrâil oğullarının ileri gelenlerine bakmadın mı? Hani onlar, peygamberlerine : «bize bir hükümdâr gönder (tâyin et) de Allâh yolunda savaşalım demişlerdi. O (da) : «Ya üzerinize bir muhârebe yazılıp (farz edilip) de savaşı tutmayıve- . rirseniz?» demişti. Onlar şöyle söylemişlerdi: «Allâh. yolunda niye savaşmayalım? Hem hakîkaten yurtlarımızdan çıkarıldık, hem evlâtlarımızdan (mahrûm edildik)» Fakat vaktâki uhdelerine savaş yazıldı, içlerinden birazı müstesnâ olmak üzere (muhârebeden) yüz çevirdiler. Allâh çok iyi ‘bilicidir o zâlimleri. Onlara Peygamberleri «Hâkîkat, Allâh size bir pâdişâh olarak Taalût’u göndermiştir» dedi. Dediler ki: Biz hükümdârlığa ondan daha lâyık iken ve ona maldan da bir bolluk verilmemiş iken nasıl olur da bizim başımızda pâdişâhlık onun olabilir?» (Peygamber) dedi: «Şüphesiz Allâh onu sizin üstünüze beğenip seçmiştir, Ona bilgice, vü-cûdca (kuvvetçe) de bir üstünlük vermiştir. Allâh mülkünü kime dilerse ona verir. Allâh (ın rahmeti, ilmi her şeye yaygın ve lütf u keremi) boldur, gerçek bilicidir» (37).

·        b) Diğer bir mesele Hz. İbrâhim’in oğullarından hangisini kurbân ettiği, İsmâil’i mi, İshâk'ı mı meselesidir. Tekvin (38) bu husûsta uzun bir hikâye anlatır. Aşağıda vereceğimiz özetler burada bizi ilgilendirir:

«Ve bu şeylerden sonra, vâki oldu ki, Allâh İbrâhim’i deneyip ona dedi... Şimdi oğlunu, sevdiğin biricik oğlunu, İshâk’ı al ve Moriya diyânna git, ve orada sana söyliyeceğim dağların biri üzerinde onu yakılan kurban olarak takdim et... Ve İbrâhim elini uzattı, ve oğlunu boğazlamak için bıçağı aldı. Ve Rabbin meleği göklerden çağırıp ona dedi: İbrahim İbrâhim!, o da: ye işte ben dedi. Melek dedi: Elini çocuğa uzatma ve ona bir şey yapma. Çünkü şimdi bildim ki sen AHâh'dan korkuyorsun ve kendi biricik oğlunu benden esirgemedin. Ve İbrahim gözlerim kaldırp gördü ve işte arkasmda bir koç, çalılıkta boynuzlarından tutulmuştu. Ve İbrahim gidib koçu aldı. Ve oğlunun yerine onu yakılan kurbân olarak takdim etti... Ve Rabbin meleği ikinci defa göklerden İb-râhim’e çağırdı: Zâtım hakkı için yemin ettim, Rab buyurur mâ-dem ki bu şeyi yaptm ve biricik oğlunu esirgemedin, seni ziyâdesiyle mubârek kılacağım, ve senin zürriyyetini, göklerin yıldızları gibi, deniz kenarında olan kum gibi ziyâdesiyle çoğaltacağım.»

Malından ilk artan kısmı Allah'a sunmak beşer cemiyyetinin en eski dindâr davranışlarından biridir. Bu, zirâi ürünler için yapıldığı gibi, ehli hayvanlardan alman ilk yavrular için de yapılıyordu. Hatta ilk doğan insan yavrusunu da kurbân etmeye kadar gidildi. Kitâb-ı Mukaddes bu âdetin hâtırasını saklar (39). Arkeoloji ilmi de bunun fiilen tatbik edildiğini teyîd etmektedir. Rene Dussaut, Les Sacrifices Humains Chez les Caneens d’apres Les Fouilles Recentes (Yeni Hafriyâtlara göre Kenanlılar Nezdinde Beşerî kurbanlar) adlı kitâbmda şunu söyler: «Kurbân edilen çocuğun) yaşının bir haftayı geçmediği Gezer'deki küplerde mevcût cesetlerin tedkîkinden anlaşılmıştır» (40). Tevrat’ın Çıkış bölümünde bildirildiğine göre (41) bilâhare yerine bir hayvan kurbân etmek sûretiyle çocuk kurtarılmıştır. Fakat Rene Dussaut, bunun çok eskilerde vûkua gelen bir reform olduğunu düşünür.

Bu durumda Hz. İbrahim'e Cenâb-ı Hakk’ın rüyâda hitâbede-rek, unutmuş olduğu, birinci oğlunu kurbândan ibâret, eski ananeye uymasını hatırlatmış olması mâkûldür. Hz. İbrâhimden dünyâya gelen ilk evlâdm Hz. îsmâil olduğu husûsunda Kitâb-ı Mukaddes de dâhil herkes müttefiktir. Hz. İshâk tam ondört yıl sonra doğmuştur. Tekvîn'de Hz. İbrahim son nefesini verdiği zaman «oğullan İshâk ve îsmâil onu Namre karşısında olan Makpela mağarasına gömdüler» (42) denmektedir. Bu şartlar altında «biricik oğlu» tâbiri, Hz. İshâk’ın doğumundan önce, oğlu İsmâil’e tatbik edilebilir.

Kimse ilk çocuğun birinci kadından olması gerektiğini iddia edemez, zira, kısır olması da muhtemeldir. Hattâ’ ben, Kitâb-ı Mukadaes'te (köle) câriyeden olan çocukla, nikâhlı hanımdan doğan çocuk arasında bir tefrike de raslamadım. Meselâ İsraillilerin, câriyelerinden veya, hanımlarından olduklarına bakılmaksızın Hz. Yâkub’un neslinden çoğaldıkları kabûl edilir. Kitâb-ı Mukaddes’in tasvir ettiği çok kadınlı (poligam) bir cemiyette ikinci kadın aslâ bir câriye olamaz, Kitâb-ı Mukaddes nikâhlı kadınlarla câriyeler arasında çok net tefrîkde bulunur. Her hâl u kârda. Hz. İsmâil'in annesi Hacer, kâtiyyen câriye değildi. Haham troyesli Salomon Ben İshâk’ın Kitâb-ı' Mukaddes şerhinde, Tekvîn’in şerhi meyânın-da (43) şu ifâde yer alır: Hacer, Firavun’un kızıydı. Firavun Sâra lehinde husûle gelen bir kısım mûcizeleri görünce: «Kızımın bu evde (Hz. İbrahim’in evinde) hizmetçi olması bir başka evde efendi olmasından daha iyidir» dedi. «Hizmetçi», «köle» demek değildir. Faraza onun köle olduğunu kabûl bile etsek o, Hz. îbrâhim'in değil, Sara'nın kölesiydi. Talmûdî kaanûna göre (ki İbrâhimî kaa-nûnun bir devâmı olması kuvvetle muhtemeldir) Hz. İbrahim için tek imkân, efendisi için Sara'nın müsâadesiyle onu nikâhlı hanım olarak almaktı, câriye olarak değil. Kitâb-ı Mukaddes (44) Ha-çer’in Sara tarafından Hz. İbrahim'e câriye olarak bağışlandığına dâir hiç bir söz etmez. Fakat: «Ve onu kocası İbrahim’e karısı olmak üzere verdi» der.

Bu şartlara göre Tekvîn’de (45) geçen «İshâk» kelimesi, bilâhare ilâve edilmişe benziyor. Zirâ târihî şe'niyete ters düşüyor. Diğer taraftan, Hz. İbrahim'in, oğlunu kurbana teşebbüsü ve çocuğun hayâtının bir koçla kurtarılması hâdisesi son derece ehemmiyyet arzetmesine rağmen Hz. İshâk’ın neslini devâm ettirenler arasında hiç bir iz bırakmadı: hâdisenin sene-i devriyesinde ne bayram, ne hayvan kurbânı, ne de bir başka merâsim mevcût değildir. Aksine, Hz. İsmâil’in neslini devâm ettirenler arasında İslâm Öncesi Mekke’de, Hz. İbrahim ve Hz. îsmâil tarafından ihdâs edilmiş olan hac sırasında kurbân bayramının tes’îdi pek meşhurdur. Arab hac için ihrâma girerek başını bile traş etmezdi (ki bundan, bizzât Kitâb-ı Mukaddes de söz etmektedir (46) ve bu hâl hac-cın sonuna kadar devâm eder, ancak hayvânm kurbân edileceği anda traş olurdu.                                        .

Hz. İbrahim’in hanımlarının hikâyesi Kur’ân'da anlatılmaz. Fakat, Buhârî'de bu mâlumdur (47) : «Firavun kızım, hizmetçisi olmak üzere Sara’ya verdi» denir. İslâm öncesi Mekkelilerin bu hâdise hakkıhdaki bilgilerini isbâtlıyan diğer bir hâdise yine Buhâri’de rivâyet edilmektedir (48) : Hz. Peygamber  (salla’llâhü aleyhi ve sellem)  8. hicri yılında Mekke’yi feth edip Kâbe'ye girdiği zaman orada, diğer tasvirler arasmda, Hz. İbrahim ve Hz. İsmâil'iri kur'a oklarını kullanır .vaziyette yapılmış tasvirlerini bulur. Şimdi Kur’ân’da geçen Hz. İbrahim’in yapmak zorunda kaldığı kurbânla ilgili hikâyeye bakalım:

(İbrâhim) : «Ey Rabbim bana sâlihlerden (bir oğul) ihsân et» (diye dua etti). Biz de ona çok uysal bir oğul müjdesini verdik. Artık o (oğul İbrâhim’in) yanında koşmak çağma erince (babası): «Oğulcuğum dedi, ben seni rüyâmda boğazlıyorum görüyorum. Bak artık ne düşünürsün.» (oğlu) ,dedi: «Babacığım sana edilen emir ne ise yap. İnşâallah beni sabredenlerden bulacaksın.» Vaktaki bu sûretle ikisi de (Allah'ın emrine) râm oldular (ibrâhim) onu alnı üzere yıktı. Biz oha: «Yâ İbrâhim, rüyâna sadâkat gösterdin, şüphesiz ki biz iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız» diye nidâ ettik. Hakikat bu, pek açık ve kat'î bir imtihandı. Ona büyük bir kurbânlık fidye verdik. Sonra gelen (peygamberler ve ümmet) 1er arasmda ona (iyi bir nâm) bıraktık. (Bizden) selâm İbrahim’e. Biz iyi hareket edenleri işte böyle mükâfatlandırırız. Hakikat o mü’ınin kullarımızdandı. Ona sâlihlerden bir peygamber olmak üzere de İshâk’ı müjdeledik. Hem ona, hem İshâk’a (feyz u) bereketler verdik. Her ikisinin neslinden iyi hareket edeni de var, nesline apaçık zulm edeni de» (49).

Görüldüğü üzere, bu hikâyeye göre, Hz. İbrâhim rüyâda almış olduğu kurbânla ilgili İlâhî emri, tereddüd ve çekingenlik göstermeden yerine getirince Allâh onu mükâfatlandırdı: Sâdece, henüz biricik olan ilk oğlu İsmail'in hayâtım bağışlamakla, kalmadı aynı zamanda ihtiyar ve kısır olan birinci karısı Sara’nm da bir oğlan doğuracağım müjdeledi, ki bu, İshâk idi. Âyette îsmâil'in kurtarılışına fidye olarak kurban kesme fiilinin devâm edeceğinden de bahs edilir.

Bu muhtevâ târihî hâdiselere : ve mantıkî muhakemeye muvâfık düşmektedir (50).

·        c) Evâmir-i Aşere meselesi de husûsi bir ehemmiyyet taşır. Burada müteâkip benzer hâdiseden teferruâth olarak bahsetmem gerekmez: Hz. Mûsâ Sînâ Dağı’nda İlâhî huzûra kabûl edildiği vakit, Cenâb-ı Hak ona meşhûr on emri verdi. Kezâ Hz. Muhammed'i de Mîrâc sırasında, Cenâb-ı Hak huzûruna kabûl edince, kendisine on iki emirle, (ki bunu Kur'ân-ı Kerim zikreder (51) ) son derece kıymetli bir hâtıra olarak arş hazînesinden (kenzu’l-Arş) bir de hediye (ki Kur'ân bunu da kaydeder (52) ) verdi. Bu hediye İslâm dîninin ebedî ve cihânşümûl bir dîn olduğunun beyânı ile, kişinin tâkatmm fevkindeki şeylerden değil, iktidârında olan şeylerden sorumlu tutulacağının müjdesinden ibâretti. Ben burada sâdece Hz. Mûsâ’ya verilen emirlerden —ki bunların hâtırasmı Kur'ân muhâfaza eder— bahsedeceğim.

«Allah bütün bu sözleri, söyleyip dedi: Seni Mısır diyânndan esirlik evinden çıkaran Allâh’ın, Yahova benim, Karşımda başka ilâhların olmayacaktır. Kendin için oyma put, yukarda göklerde olanın, yâhud aşağıda yerde olanın, yâhud yerin altında sularda olanın hiç sûretini yapmayacaksm, onlara eğilmeyeceksin: Çünkü ben, senin Allâh’ın Rab, benden nefret edenlerden babalar günâhını çocuklar üzerinde, üçüncü nesil üzerinde ve dördüncü nesil üzerinde ariyan, beni seven ve emirlerimi tutanların binlercesine inâ-yet eden, kıskanç bir Allâhım.

Allâhın Rabbin ismini boş yere ağza almayacaksın: Çünkü Rab kendi ismini boş yere ağza alanı suçsuz tutmayacaktır.

: «Sebt (cumartesi) gününü takdis etmek için onu hatırında tut. Altı gün çalışacaksm ve bütün işini yapacaksın. Fakat yedinci gün Allâ’ın istirahat günü sebt’dir. Sen ve oğlun ve kızın ve kölen ve câriyen ve hayvanların ve kapında olan garibin hiç bir iş yapmayacaksınız. Çünkü Rab gökleri, yeri ve denizi ve onlarda olan bütün şeyleri altı günde yarattı ve yedinci günde istirahat etti. Bunun için Rab sebt gününü mübarek kıldı ve onu takdis etti.

.«Babana ve anana hürmet et, tâ ki Allâh’ın Rabbin sana vermekte olduğu toprakta ömrün uzun olsun.

«Katletmiyeceksin.                           . .

«Zinâ etmiyeceksin (53)

«Çalmıyacaksm

«Komşuna karşı yalan şehâdet etmiyeceksin.

«Komşunun evine tamah etmiyeceksin, komşunun karısına, yâhut kölesine, yahut câriyesine, yâhut öküzüne, yâhut eşeğine, yâhut komşunun hiç bir şeyine tamah etmiyeceksin» (54).

Çıkış’ta daha ileriki bahislerde (55) şunu okuyoruz : «Ve Sina dağında, Mûsa ile sözleşmeyi bitirince, şehâdetin iki levhasını, Allâh’ın parmağı ile yazılmış taş levhaları ona verdi». Fakat Hz. Mûsâ (A.S.), dağdan dönüşünde kavminin altın buzağıya tapmakta olduğunu görünce : Mûsâ’nm öfkesi alevlendi ve elinden levhaları attı, ve dağın eteğinde onları kırdı» (56).

Kefâretten sonra, Cenâb-ı Hakla yapılan mîsâk ve «yeni levhalar» söz konusudur (57) ki şöyle denir:

«Ve Rab Mûsa’ya dedi : Kendin için evvelkiler gibi iki taş levha yon ve kırdığın evvelki levhaların üzerinde olan sözleri bu levhalar üzerine yazacağım... Ve dedi îşte ben ahdediyorum... İşte ben Amorileri... (vs.) senin önünden kovanın. Gitmekte olduğun memlekette oturanlarla ahdetmekten kendini sakın, ta iki aranızda tuzak olmasm. Fakat onlarm mezbahalarım yıkacaksınız ve onların dikili taşlarım parçalayacaksınız. Çünkü başka ilâha secde kılmayacaksın, çünkü ismi kıskanç olan rab kıskanç bir Allah’tır, tâ ki diyârda oturanlarla ahdetmiyesin ve onlarm ilâhlarına tâbi olarak zinâ etmesinler ve onlarm ilâhlarına kurbân kesmesinler, ve biri seni dâvet edip sen de onun kurbânından yemeyesin, ve onların kızlarından oğullarına almayasın, ve onlarm kızları kendi ilâhlarına tâbi olup zinâ etmekle senin oğullarım kendi ilâhlarına tâbi kılarak senin oğullarına zinâ ettirmesinler.

«Kendin için dökme ilâhlar yapmayacaksın.

«Mayasız ekmek bayramım tutacaksın... Bütün ilk doğanlar benimdir. Oğullarının bütün ilk doğanları için fidye vereceksin ve kimse önünde eli boş görünmeyecek.

«Altı gün işleyeceksin ve yedinci günde rahat edeceksin, ekim ve biçim vaktinde rahat edeceksin. Ve buğday biçiminin turfandaları zamamnda kendine haftalar bayramım, ve senenin sonunda devşirme bayramını yapacaksın. Bütün erkeklerin senede üç kere, İsrâilin Allâh’ı Rab Yahova'nm önünde görünecekler. Çünkü senin önünden milletler kovacağım, ve senin hudûdlannı genişleteceğim; ve senede üç kere Rabbin önünde görünmek için çıktığın zaman kimse senin diyârına göz atmayacak.

«Kurbânınım kanım mayalı ekmekle arzetmiyeceksin; ve paskalya bayramının kurbanı sabaha kadar kalmayacak. Kendi toprağının turfandalanmn ilkini senin Allâh'ın Rabbinin evine getireceksin. Oğlağı anasının südünde. pişirmeyeceksin.

«Ve Rab Mûsâ’ya dedi: bu sözleri yaz; çünkü seninle ve İsrâil-le bu sözlere göre ahdettim. Ve orada Rab ile kırk gün kırk gece kaldı; ekmek yemedi ve su içmedi. Ve ahdin sözlerini, on emri levhalar üzerine yazdı.»

Yahûdî ve Hıristiyân âlimleri, burada beni ilgilendirmeyen bir kısım târihî tezâdlar ileri  sürerler, ilk on emre (Evâmir-i Aşere) dönüyorum.

Onlar şöylece özetlenebilir :

·        1 — Sâdece Allâh'a tapmak.

·        2 — Putların önünde secde etmemek.

·        3 — Allah'ın adını boş yere ağza almamak.

·        4 — Sebt (cumartesi) günü çalışma yasağı.

·        5 — Anne babaya hürmet.

·        6 — Kati yasağı.                                      .

·        7 — Zina yasağı.

·        8 — Çalmamak.                           -

·        9   Yalancı şehâdette bulunmamak.

·        10 — Başkasının malına karşı tamahkârlık etmemek.

Denebilir ki 1 ve 2 numaralı maddeler, 3 ve 9 numaralı maddeler, 8 ve 10 numaralı maddeler aynı şeylerden bahsetmektedirler. Bu tekrârlar nazara alınınca bence 10 değil 7 emir mevcuttur. Öyleyse geri kalan iki veyâ üçü nereye gitti?. Bu meçhûl. :

Söz gelimi hatırlatalım ki Kur'ân-ı Kerim müteaddid defalar îsrâiloğullan ile yapılan mîsâktan bahseder. Meselâ:

«Ey îsrâil (yâkûb) oğullan, size (atalarınıza) ihsânettiğim bunca nimetimi hatırlayın (Peygambere îmân husûsundaki. tavsiyemi yerine getirin, ben de size karşı olan ahdimi yapayım. Bir de (vefâyı terk husûsunda) benden korkun.

«Nezdinizdekini (Tevratı) tasdîk edici (ve doğrultucu) olarak indirdiğim Kur'ân’a îmân edin, onu inkâr edenlerin ilki siz olmayın, âyetlerimi az bir baha ile (bayağı bir menfaat. mukâbilinde) değişmeyin. Ancak benden korkun.

«Kendiniz bilip dururken Hakkı bâtıla karıştırıp da gerçeği gizlemeyin.

«Dosdoğru namaz kılın, zekât verin, rükû eden (mü’ınin) lerle birlikte rükû edin (cemâate devâm edin)» (58). .

Şu âyetler daha da açık :

«Hani İsrail oğullarından: Allahdan başkasına ibâdet etmeyin, anaya, babaya, hısımlara, yetimlere, yoksullara iyilik yapm, insanlara güzellikle söyleyin, dosdoğru namaz kılın, zekât verin diye (emretmiş), teminâtlı söz almıştık. Sonra (bu sağlam sözü-

nüze karşı —içinizden birazınız hâriç olmak üzere— arka döndünüz ve siz (de atalarınız gibi) hâla yüz çevirmekte berdevâmsınız.

. «Hani sizden (ey Yakûdiler) : «(Birbirinizin) kanlarını (haksız yere) akıtmayın, kendinizi yurtlarınızdan çıkarmayın» diye kat’î söz almıştık, sonra siz de (buna karşı) ikraar vermiştiniz ve hâlâ (bu yolda aleyhinizde) şâhidlik edip duruyorsunuz da» (59).

Mesele, üzerinde düşünmeye değer bir husûstur. Zira ihtilâflı husûslardan biridir. Fakat bunun üzerinde fazla durmayacağız.

·        d) Altın buzağı hikâyesinde Hz. Hârûn’un oynadığı rol de burada nazar-ı itibâra alınmaya değer. Çıkış'tâki hikâyeye göre :

«Ve dağdan inmek için Mûsâ’nm geciktiğini kavm görünce, Hârun’un etrâfmda toplandı ve ona dediler: Kalk, bizim için ilâh yap, önümüzden gitsinler, çünkü Mûsâ'ya, bizi Mısır’dan çıkaran bu adama, ne oldu bilmiyoruz. Ve Hârûn onlara dedi: kanlarınızın oğullarınızın've kızlarınızın kulaklarındaki altın küpeleri kırıp çıkann, ve onları bana getirin. Ve bütün kavm kendi kulaklarındaki altın küpeleri kınp çıkardılar ve onlan Hârûn’a getirdiler. Ve onu ellerinden aldı, ve oymacı âletiyle ona biçim verdi, ve onu dökme bir buzâğı yaptı; ve dediler: Ey İsrâil seni Mısır diyârın-dan çıkaran ilâhların bunlardır. Ve Hânın onu gördü ve onun önüne bir mezbah yaptı; ve Hârûn ilân edip dedi: Yann Rabbe bayramdır... Ve ertesi gün erken kalktılar ve yakılan takdîmeleri arz ettiler, ve selâmet takdîmelerini getirdiler ve kavm, yemek yemek için oturdular ve oynamak için kalktılar.

Ve Rab Mûsâ’ya dedi: Git aşağıya in, çünkü Mısır diyânndan çıkardığın kavmiri bozuldu; onlara emrettiğim yoldan çabuk saptılar, kendileri için dökme bir buzağı yaptılar, ve ona secde kıldılar ...Ve şimdi beni bırak, onlara karşı öfken alevlensin...

«Ve Mûsâ Allâh’ı Rabbe yalvarıp dedi...

«Ve Rab kavmine edeceğini söylediği kötülüğe nâdim oldu...

«Ve Mûsa Hârûn’a dedi: Bu kavm sana ne yaptı ki, onun üzerine büyük suç getirdin? Ve Hârûn dedi: Efendimin kölesi alevlenmesin; kavmi sen bilirsin, o, kötülüğe âmâdedir. Çünkü bana dediler: Bizim iğin önümüzden gidecek ilâh yap...

·        (59) Kur’ân, Bakara, 2,83-84.

«Ve Mûsa ordugâhın kapısında durup dedi: Rab tarafından olan bana gelsin. Ve bütün Levi oğulları onun yanına toplandılar. Ve onlara dedi: îsrâil'in Allâh’ı Rab şöyle diyor: Herkes kılıcını beline kuşansın, ve ordugâhta kapıdan kapıya dolaşsın, ve herkes kendi kardeşini, ve herkes kendi arkadaşını, ve herkes kendi komşusunu öldürsün. Ve Levi oğulları Mûsâ'nm söylediği gibi yaptılar, ve o gün kavinden üç bin kadar adam düştü.

t «Ve ertesi gün vâki oldu ki, Mûsâ kavme dedi: Siz büyük suç yaptınız; Şimdi ben Rabbin önüne çıkacağım;, belki suçunuz için kefâret ederim...» (60)

Tevrat’ın bu hikâyesinden anlaşıldığına göre, kavmi kendisine bir tanrı yapması için mürâcaatte bulununca altın buzağıyı döken Hz. Hârûn’un bizzat kendisidir. Kezâ bu altın buzağının önünde kurbân kesmeye mahsûs mezbâhı da yapan kendisidir. Kur’ân-ı Kerîm için böyle bir şeyi bir peygamber hakkında düşünmek bile imkânsızdır. Kur’ân’a göre bu bâtıl işi yapan Sâmirî admda, —muhtemelen, dokunulmazlık telakkilerine saplanmış bir yerli— dir. Ve Hz. Hârûn ise, değil bu menfûr işe rızâ göstermek, mânî olmaya çalışmıştır, ancak, halk onu ölümle tehdîd etmiştir. Bu husûsta Kur’ân’ın söylediklerini görelim :

«Ey İsrail oğulları, sizi düşmanmızdan kurtardık. Tûr’un sağ yanında size vâde verdik ve sizin üstünüze kudret helvasıyla bıl-dırcm indirdik:

«Size rızık olarak verdiklerimizin en temizinden yeyin, bu husûsta taşkınlık (ve nankörlük) etmeyin. Sonra üstünüze gazabım vaacib olur. Benim gazabım da kimin üzerine vâcib olursa muhakkak ki O, (helâk uçurumuna) yuvarlanmıştır.

«(bununla berâber) Şüphesiz ki ben tevbe ve îmân edenleri, iyi amel (ve harekette) bulunanları, sonra da doğru yolda (ölünceye kadar) sebât gösterenleri elbette çok yarhğayıcıyım.

«Ey Mûsâ seni kavminden (ayırıb böyle) acele ettiren (sebeb) nedir?

«Dedi: «Onlar, işte onlar da benim ardımca (geliyorlar) Ben acele ettim ki, yâ Râb, (benden daha çok) hoşnud olasın.

«Buyurdu biz senden sonra kavmini imtihana çektik. Sâmîrî onları saptırdı.

«Derhâl Mûsâ çok öfkeli ve tasalı olarak kavmine döndü: «Ey Kavmim, dedi, Rabbiniz size güzel bir vâd ile söz vermedi , mi? Yoksa (ayrılışımın) üzerinden çok zaman mı (geçip) uzadı? Yâ-hud Rabbinizden size bir gazab vâcib olmasını mı istediniz de bana olan va’dinizden caydınız?».

«Dediler: «Biz sana verdiğimiz sözden kendimize mâlik olarak caymadık. Fakat biz o kavmin zînetinden bir takım ağırlıklar yüklenmiştik de onları (ateşe) atmıştık. Sâmirî de (kendi zîneti-ni) böylece atmıştı.»

«Hülâsa o kendilerine böğüren bir buzağı heykeli (döküb) çıkarmıştı. (Gerek o, gerek avanesi) : «İşte sizin de Mûsâ’ınn da Tannsı budur! Fakat (Mûsâ) unuttu» demişlerdi.

«Bilmiyorlar mıydı ki o (buzağı) onlara hiç bir sözle mukâbele edemiyor, onlara ne bir zarar, nede bir fâide vermek kudretine mâlik olamıyordu.

«Andolsun Hârûn onlara daha evvel: «Ey kavmim, siz bu (buzağı) ile iintihâna çekildiniz. Sizin hakîki Rabbiniz çok esirgeyen (Allâhdır). Haydi bana tâbi olun. Benim emrime itaat edin» demişti.

«Onlar ise: «Biz, demişlerdi, Mûsâ bize dönüb gelinceye kadar o (buzağı) ya (tapmakta) kaaim ve dâim olmaktan kat’iyyen ayrılmayacağız».

«Mûsâ, (avdetinde) dedi ki: «Ey Hârûn, bunların saptıklarını gördüğün zaman benim ardımca gelmeden seni men eden ne idi? sen benim emrime isyân mı ettin?».

«(Hârûn) dedi: «Ey anamm oğlu, sakalımı, başımı tutma. Ben senin: —İsrâil oğullan arasmda ayrılık çıkardın,. sözüne bak-, madm, diyeceğinden korktum. '

«(Mûsâ): «Ya senin zorun ne idi ey Sâmirî?» dedi.

«O da (şöyle) dedi: «Ben onların görmediklerini gördüm. Binâenaleyh o peygamberin izinden bir avuç (toprak) alıp onu (erimiş zînetlerin içine) atdım. Buna bana nefsim hoş gösterdi böyle.».

«(Mûsâ) dedi: «Haydi (defol) git. Çünkü senin hayâtın bor yunca nasîbin (benimle) temâs etmeyin demendir. Sana, senin için şüphesiz, asla vaz geçilemiyecek bir cezâ günü dahi vardır.

Üstüne düşüb taptığın Tanrına bak, biz onu (cayır cayır) yakacağız, sonra onu parça parça edip denize atacağız».

«Ancak sizin Tanrınız kendisinden başka hiçbir Tann bulunmayan Allâhdır. Onun ilmi her şeyi kuşatmıştır.

«Sana geçmiş (ümmet) lerin haberlerinden bir kısmım işte böylece anlatıyoruz. Şüphe yok ki sana tarafımızdan bir zikir vermişizdir.» (61).

Aynı mevzû hakkında diğer bâzı teferrûât daha Kurân-ı Kerimin bir başka yerinde gelmiştir :

«Mûsâ kavmine öfkeli ve kederli döndüğü zaman dedi ki: «Size bıraktığım şu makâmımda arkamdan he kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele ettiniz hâ?» (Tevrat) levhalarım bırakıverip kardeşinin başından tuttu, onu kendine doğru çekiyordu/ (Hârûn) «Anam oğlu, dedi, bu kavm (bu adamlar) beni cidden zaîf gördüler (hırpaladılar). Az kaldı ki beni öldüreceklerdi. Sen de bana düşmanları sevindirecek harekette bulunma böyle, beni o zâlimler güruhuyla berâber tutma.

«(Mûsâ) dedi ki: «Yâ Râb beni de, birâderimi de yarlığa», bizi rahmetinin içine sal. Sen esirgeyenlerden daha esirgeyensin.» (62).

Tevrat’a insanların bir tertibi değil de Allâh’ın kelâmı olarak inananlar müslümânlara: «İyi ama Kur'ânınızın kaynağı nedir? diye bir suâl soramazlar. Zira Kur’ân da Allâh’ın kelâmıdır, Hz. Muhammed salla'llâhü aleyhi ve selleme nâzil olmuştur, üstelik müstakbel nesiller için asli-yeti olduğu gibi korunmuştur. Geçmişte olup bitenlerin gerçek hikâyesini ancak Allah nakleder. Yahûdî ve Hıristiyânların dışında kalanlara da deriz ki: Kur’ân’ın anlattığı şey çok daha mâkûl, öyle ise o, Nebukadnezar ve Antiokhos'lar vs. kimselerin mükerrer tahrîblerine mâruz kalan vesâike müreccâhtır. îç harpler ve mezhep ihtilâfları da aslî metnin bozulmasında belli bir ölçüde rol oynamışlardır.                       .

Daha önce de işâret ettiğimiz gibi, Kur’ân-ı Kerîm, Kitâb-ı Mu-kaddes'in aslma tam tamına uyarlığı husûsundaki iddiaya şüphe getiriyorsa da bu, aynı kitabın bâzı kısımlarını te’yîd etmeye mâni değildir. Bir başka deyişle, kitâb-ı Mukaddes'in tamamını reddet

mek gerekmez. Nitekim, Kur’ân-ı Kerîm'in fransızcaya yaptığım tercümesinde, Kitâb-ı Mukaddes’e her bir atıf da bulunuldukça veyâ ondan zikirler geçtikçe, bunları orada bulmaya çalıştım ve j ekserisini de buldum. Bunun miktârı onlarca defâya ulaştı. Hâliyle bu, Ahd-i Atîk’de, Hz. Lût, ,Hz. Süleymân, Hz. Dâvud gibi hayât-larma gölge düşürülerek (bir peygamber için yakışık olmıyacak şekilde) anlatılan bir kısım peygamberlere müteallik değildir. Kur’ân bunların hayâtlarıyla ilgili olarak, bir Allah elçisinin hayâtından beklenecek olana muvâfık olan bir başka şekli anlatır.

İslâmî kaynaklarda yer almayan, yabancı meseleler karşısındaki müslümanın takınacağı tavır, bizzât Hz. Peygamber tarafından, muhtelif vesilelerle, mâkûl ve hakîmâne bir tarzda, şöylece tesbît edilmiştir:

·        a)  Eğer Ehl-i Kitâb size bir şey anlatacak olursa onu ne kabûl ne de reddedin. Eğer bâtıl bir şey söylerlerse, asla tasvîb etmeyiniz (63).

·        b)  Benu İsrâil hikâyelerinden anlatın, bunda bir beis yok (64).

Bu tavsiyeler, safça her söyleneni kabûl etmeyip, Hıristiyân ve Yahûdî kaynaklarından direk araştırma yapmayı tazammun etmektedir. Bilhassa günümüzde, ister Kur'ân tefsirlerinde olsun, ister gayr-i dînî târih kitâblarmda olsun her çeşit İslâmî eserlerde raslanan «isrâilliyât» karşısında duydukları istihkâr, kitâblarmda bunlara yer veren eski müelliflerin, bu husustaki dedikodularla yetinip, rast gele ne buldularsa almış olmalarmdan ve gayr-i müslimlere karşı mübâlağaya düşmek ve hattâ alay konusu etmek zaafına düşmüş olmalarmdan ileri geliyordu. Buhârî’nin anlattığına göre (65) Hâlîfe Hz. Muâviye, yahûdî asıllı bir müslümân olan Ka’bul’l-Ahbâr hakkmda : «Biz onun yalanlarını yakalıyorduk» demiştir. Fakat, Müslümânlarm İlmî metodlan dâima öyle bir mihrâka oturmuştu ki bu mübâlağa ve hattâ yalan hâdisesi, rahatsız edici bir duruma meydan vermiyordu. Zira müslümân müellifler her bir hâdise için ayrı kaynaklar zikrederler. Böylece hangi hâdise kimden geliyor bilinir. Bizzât hâdisenin görgü şahidi bilindiği gibi, müellife intikâl edinceye kadar araya giren nâkillerde bilinir. Bu.usûl sâyesinde sâdece gayr-i müslim râvîler değil, karakterinin sağlamlığı herkesçe ittifâkla kabûl edilmemiş olan zayıf râvîler bile temyiz edilebilir. Hadîs veyâ târih râvîlerinin hayatlarım inceleyen kitâblar (kütüb-i ricâl) islâmda çok erken bir devirde ortaya çıktılar ki bunların benzeri, bir başka medeniyette mevcût değildir. Bir başka deyişle, her kaynaktan gelen her bir rivâyet, her çeşit peşin hükümden âzâde olarak, nazar-ı îtibâra alınır, gerek râvî ve gerekse mervî tamâmen İlmî ve objektif ölçülere vurulduktan sonra ,kabûl veyâ reddedilir. Meselâ gayr-i müslim, mağlûb bir düşmân: «Biz kuşatma yüzünden öyle bir gıda darlığına düştük ki kedi ve köpekleri bile yedik» demiş olsa, aynı savaşı tasvîr eden «İslâmî» kaynağın noksanlıklarını tamamlamakta bu hikâyeden niçin faydalanılmasın? Aşırı müfritlerden kaçınmak gerek, ne çok saf, ne de çok şüpheci olmalı, aksine farklı kaynakların her birinde mevcût mâlumâttan istifâde etmeli, hepsine, değerine göre haklarını vermelidir.

ISRAELITE OR NON-ISLAMIC ORIGINAL NARRATIVES İN THE ISLAMIC SCIENCES

İslam accepts and belieyes that there had been a single true religion ali över the world from Adam till Muhammad' (peace be upon them). For this resaon the prophets and their holy books, which had come before İslam, are touched upon and recounted in the Glorious Ouran. In the meantime the' Holy Ouran gives a vast place to the Holy Bible. While the Holy Ouran, s ay s- that the Holy Bible has been falsified, in some verses (such as the surah 4/46; 5/13,41 and 2/75), in some ether verses it also refers to some of its parts (for instance; the surah 5/45 refers to Exodus 21/24,25, and to Leviticus 24/17-20. The surah 21/105 refers to Psalms 37/29. The surahs 4/172 and 19/30 refer to Matthew 12/16-18; 13/57; 21/11,46; to Isaiah 42/1; to Luke 7/16; 13/37; 24/19-20). He shows the Bible as a witness to His equity (see; surah 3/93), and says that His assertion is that (see; surah 2/89) is.                           .

Ali Muslims have to study very carefully the Holy Bible to clarify this apparent opposing idea and contradictory situation.

There is same contradiction in the Venerable (Blessed) Mu-hammad’s sunnahs. When the Prophet (peace be upon Him) did

not allow some öf His companions (such as Omar and Hafsah) to read the Holy Bible '(see; al-Darimee, introduction 39. Abd al-Razzaq’s al-Musannaf hadith number: 10163, 10164, 10165 and . 19213) He did allow some others (such as Abd Allah Ibn Anır Ibn al-As and Abd Allah Ibn Salam) to read it (see; Ahmad Ibn Han-bal’s al-Musnad, hadith number 7067. Ibn Sa’d 4/1İ. Zahabee's Tazkirat al-Huffaz vol.I,page 26). Above ali when the Jews appealed to Him as a judge, He gave His decision accordirig to the Old Testament (see; al-Bukhari 61/26; 97/51. Ibn Hisham’s al-Seerah pp 393-395. Leviticus 20/10-12. John 8/3-5. al-Bukhari 41/1 and 4). This kind of behaviour is, in principle, ordered in the Glorious Quran (see; the surah 5/42-50) to the Müslim when the minorities i.e. dhimmees (ahi al-Kitab) existed in the Müslim State. The great jurist imam Muhammad al-Shaybani gave o considerable room to non-muslim rules, practised by the Müslim judges, in his book (see; Commantary al-Siyar al-Kabeer pp 4,3240,67,151,201, 231,284 ete.).

Another reason to enforce the Muslims to study the Holy Bible, ist that some verses of the Glorious Quran frequently mention that «Urisolved disputes by Jews or Christians ha ve been solved in this book i.e. the Quran (see; the surahs 16/64, and 27/76). For instance the contradictory stories of the Holy Bible, connected with the soul (see; I Samuel 8;9;10;ll) are mentioned in the Glorious Quran (see; the surah 2/246-247) in a different way. And the contradictory statements of the Holy Bible connected with the sacrifice of Ibrahem’s son (see; Genesis 22/1-18. Exodus 13/2,12; 22/29. Numbers 3/13; 9/17. Ezekiel 20/26. Exodus 13/13. Genesis 16/1,3) are explained according to historical facts and' rational rules (see; the surah 37/100-113).

The problem of the Ten Cpmmandments is also one of them. . When the Holy Bible (see; Exodus 20/1-17; 31/18; 32/19; 34/1-28 and Deuteronomy 5/6-21) is carefully examined, it is realized that only seven of these ten commendments have been recorded. The Glorious Quran mentiones in this respect that this is their disobedience to their bond (see; the surah 2/4043 and 83-84).

In the matter of the Golden Galf, the Holy Bible (see; Exodus 32/1-30) States that the Venerable Haroon (peace be upon him) produced it for them. The Glorious Ouran rejects that statement, and mentions «al-Samiree produced the Golden Calf for them...» (see; the surah 20/80-89).          .

Briefly; if the Glorious Quran claims that tlıe Holy Bible was miscontruçted and lost its originality, this claim never pre-vents the acceptance of some part of it which may be agreeable to the divine revelation. The Venerable Muhammad (peace be upon Him) has put forward these short rules: 1-If a non-muslim (one of the people of the Scripture) telis you a story, you will neither accept and believe nor reject it, and 2-There is no sharm in telling Israilite stories.», and how to take çare against narratives, coming from non-Islamic origins.

Ali those above mentioned things make it necessary to investigate the matters directly from the Jewish and Christian sources, and not to accept immediately what is said.

        (1) Kur’ân, Nisa, 4,46; Mâide, 5, 13, 41; Bakara, 2, 75

        (2)  .Kur’ân, Mâide, 5, 45; Tevrat, Çıkış 21, 45-5; Levililer, 24, 17-20.

        (3)  Kur’ân, Âl-i îmrân, 3, 93.                .

        (4)  Kur’ân, Bakara, 2, 89 vs. Yirmiye yakın yerde.

        (5)  Kur’ân Bakara, 2,102; Tevrat için bak: 1. Kıratlar. 11,7 ve devâmı.

        (6)  Bak:. Dârimî, Mukaddime 39.;. Abdurrezzâk, Musannaf, Nu: 10163, 10164, 19213; İbnu Hanbel ve pekçok diğer kaynaklar.

        (7)  Abdurrezzâk, Nu.- 10165.                    .

        (8)  Bu hikâye Tevratta (Tekvin, 35,50) mevcuttur.

        (9) Ahmed İbnu Hanbel, Nu; 7067.

        (10)  İbnu Sa’d, Tabakât, 4/ii, s. 11.

        (11)  Zehebî, TezkiretüT-Huffâz, 1,26.

        (12) Buhârî, 61,26; 97,51; îbnu Hişâm, Sîret 395-5; Mes’ûdî, Tenbih 274;Ebû Dâvûd 37,26; Beyhakî, Sünenu Kübrâ 8,231; Bak: Tevrat, Levili-ler 20,10-12; Yuhannâ 8,3-5.                 

        (13)  Kur’ân, 5,42-50.                                                             "

        (14)  Buhârî, 44,1, Nu : 4; Taberî, Tefsir, 5, 127.

        (15)  Meselâ bak: Sarahsî, Şerhu Siyeri’lJKebîr, 4,32-40, 67, 151, 201, 231, 284 vs; Kezâ Benim eserim olan: Müslim Coduct of State' 252.

        (16)  Kur’ân, 5,45.

        (17)  Çıkış, 21,24-5.

        (18)  Levililer 24,17-20.

        (19)  Kur’ân, Enbiyâ, 21,105.

        (20)  Mezmûrlar 37,29.

        (21)  Kur’ân, Nisâ, 4,172.

        (22)  Kur’ân, Meryem, 19, 30.

        (23)  Matta, 12,16-18.

        (24)  İşaya, 42,1.

        (25)  Matta, 21,11 ve 46.

        (26)  Luka 7,16.

        (27)  Luka, 13,33.

        (28)  Matta, 13,57.

        (29)  Luka, 24, 19-20.

        (30)  Kur’ân, Nahl, 16,64.              

        (31)  Kur’ân, Nemi, 27,76.                                             

        (32)  Bak; Kur’ân, Âl-i İmrân, 3,81; A’râf 7,157; Şuarâ, 26,196; Feth, 48,29;Saf, 61,9.

        (33)  Bak: 1. Samüel, 8 ve 10,17-27.

        (34)  Bak: 1. Samuel, 9,5.

        (35)  Bak: 1. Samüel, 9,1-10,16.

        (36)  Bak: 1. Samuel, 11.

        (37)  Kur’ân, Bakara, 2. 246-7.

        (38)  Tevkîn, 22,1-18.

        (39)  Bak: Çıkış, 13,2 ve 12; 22,29; Sayılar 3,13; 8,17; Hezekieî, 20,26 vs.

        (40)  Rene Dussaut, Les Sacrifices Humaines Chez Les Caneens d’Apres Les Fouilles Recentes, Paris, 1910, p. 19.

        (41)  Çıkış, 13,13 vs.

        (42)  Tekvin, 25,9. ’                                         .           .         .

        (43)  Tekvîn,

        (44)  Tekvîn,

        (45)  Tekvîn, 22,2.

        (46)  Sayılar, 6, 1-21, Bilhassa 18. âyet.

        (47)  Buhârî, 60, İl, Nu: 11.

        (48)  Buhârî, 60, 11, Nu: 4.

        (49)  Kur’ân, Saffât, 37,100-113.

        (50)  Burada İlmî yönden az çok ehemmiyyet taşıyan küçük bir hâdiseyi ilâve etmek istiyorum; Müslümân müelliflerin hepsinin ittifâkla beyân ettikleri bir husûs şudur; Hz. İbrahim'in kurbân etmek istediği oğlu Hz. İsmâil’dir. Bu iftifâka uymayan tek istisna îbnu Abbâs . (Radıyallâhu anh) dır. Ondan birbirine zıd üç söz rivâyet edilir ; «Bu İsmail’dir», «Bu İşhâk’tır». «Bu İshâk’tır diyenler, yalancıdır» (İbnu Kesir, Tefsir, 4.17-18, bak: Taberî, Tefsir, 23,53). Öyle geliyor ki ikinci rivâyet bir telhistir ve İbn Abbâs : «Yâhûdilere göre, kurbân edilen İshâk’tır, fakat' bu sahih değildir» demek istemiştir .Muhtevâdan koparılan bir telhis, hâliyle, ifâde edilen fikri kolayca tahrif eder. Bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere İbnu Abbâs’tan gelen üç rivâyet de aynı şeyi söylemektedir ve bu meselede müslümânla-rm ittifâkı tâmdır, hiç bir istisnâ yoktur.

        (51)  Kur’ân, İsrâ, 23,39.

        (52)  Kur'ân, Bakara, 2,285-286.

        (53)  Henüz evlenmemiş bir kızın zinâsmdan Tesniye (22,28-29) söz eder.-«Eğer bir adam, kız olan nişanlanmamış, genç, bir kadın bulursa, ve onu tutup onunla yatarsa ve onlar yakalanırlarsa; o zaman onunla yatmış olan adam genç kadınıh babasına elli şekel gümüş verecektir. Ve kadın onun karısı olacaktır, çünkü onu alçaltmıştır; bütün ömrünce onu boşamıyacaktır.»

        (54)  Çıkış, 20,1-17; Tesniye, 5,6-21.

        (55)  Çıkış, 31, 18.                                  

        (56)  Çıkış, 32,19.

        (57)  Çıkış, 34,1-28.                       

        (58) Kur’ân, Bakara 2,4043.

        (60) Çıkış, 32,1-30.

.         (61) Kur’ân Tâhâ, 20,80-99.

        (62) Kur’ân A’râf, 7,150-151.

        (63)  (Buhârî, 52,29, 65. Sûre 2,11, 96,35, 97,51; îbnu Hanbel, 4,136, Ebû Dâvûd 24,2.   

        (64)  Bukârî, 60,50, Müsim, 53,72; Tirmizî, 39,13; îbnu Hâce, Mukaddime, 5; îbnu Hanbel, 3,39,46.

        (65)  Buhârî, 96,26.

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar