Print Friendly and PDF

Futuhatı Mekkiyyeden Seçmeler- Selahaddin Alpay 3

 


KIYAMET GÜN VE DURAKLARI, BA’SIN NE ŞEKİLDE OLACAĞI HAKKINDA BİLGİLER

Şunu bilki, insanların kabirlerinden kalkacakları ve âlemlerin sahibi olan Rablarımn karşısında duracakları bu güne kıyam günü adı verilmiştir. Bundan birazını berzah âleminde zikir etmiştik.

Adalet ve hak bu Kıyamla gelecek Melekler de onun karşısında sıra sıra saf tutacaklardır.

Hak Teâlâ:

“Yevme yekûmunnâsü lirabbilâlemîne.”

Der. Alemlerin Rabbı geldiği için insanlar ayağa kalkacaklardır. Eğer Rab mülk sahibi ise kahır ve rahmet sıfatı olacaktır. O gün için Rahman sıfatiyle gelmeyecektir, çünkü orada mutlak bir gazabı olacaktır. Bu bapta yazıldığı gibi ilerde de bu hususa temas edilecektir.

Kıyamet gününde mutlak bir hesap vardır. Cehenneme sevk vardır, ölçü ve terazi vardır. Ve bunlar hakkaniyetle olacaktır.

Hak Teâlâ oraya gelenleri İslah, terbiye, korku yoluna sokmamak için Rab ismiyle gelmiştir. Bu isim İlâhi rahmet ismidir. Burada rahmeti gazabını geçer. Çünkü ekseri insanlarda kusur vardır, bu kusurları karşı Hak Teâlâ onları rahmet tecavüzü ile karşılar, bu sebeple rahmetinin ilerde olduğunu gösterir.

Arzın uzaması, semayı tutarak yere vurması, Rab ve Mela-ikelerin o gün için geliş şeklini, arzın şekil değiştirerek yayılmasını, bu esnada insanların nerede bulunacağını ve ne olacağını, cehennemin gelişini, Allahın o gün olacaklar hakkında ne diyeceğini sizlere anlatmak ve açıklamak isterim.

Bundan sonra sözümü 50 bin senelik süresi olan kıyamet menzillerine intikal ettireceğini. Ondan sonrada şefaati anlatacağım.

Ey kardeşim, şunu bilki, insanlar mezarından kalkınca Hak Teala bu yeri başka bir yerle değiştirmek ister. Onu uzatır ve yarar. Buraya geçmek için aydınlık bir köprü kurdurur. Arzdaki bütün mahlukatla bunun üstüne çıka, bu değişikliği arzuladığı şekilde yapar, ya şeklini değiştirir veya başka bir arzla değiştirir ki, bu arzın adı da

“Essâhiretü”

Essâhiradır. Kitabındaki bu olayı işaret etmiştir.

“Ve izelardu müddet”

der. Bu genişliği istediği kadar artırır bu artırma 21 parçadan 99 parçaya kadar çıkar, artık bu yaydığı yerin üzerinde ne bir eğrilik ve nede bir yükseklik görünür. Ondan sonra gökleri eline alarak, kapatılan bir kitabın sahifeleri gibi bu gökleri katlayıp eline alarak, yaydığı bu arzın üstüne fırlatıp atar. Hak Teala kitabmdada bunu zikr eder.

“Venşakkatissemâü fehiye yevmeizin vâhiyyetü”

Der. Ondan sonra halkı o köprüden yaydığı arza sevk eder, onlar da akıbetlerini görmek için ayakta intizar halinde bulunurlar.

Gökler yazıldığında Melaikeler Arzın etrafına yayılır ve çep çevre sararlar.

Mezarlarından kalkan ve arzda bulunan kıyam ehli bunların kendilerinden çok olduğunu görürler. Bu halk bundan evvel böyle haşmetli ve azametli bir kalabalık görmemişlerdir. Bu inen Melaikelerle Hak Teâlânın arza indiğini zan ederek sorarlar: Rabbımız sizdemidir? Melaike cevap verir: Rabbımız aramızda değildir, şimdi gelecektir! Diyerek inen bu Melaikeler ins ve cinnin çevresini kuşatarak arzın etrafında bir halka yaparak sıraya girerler. İşte bu Melaikeler dünya semasının mimarıdırlar.

Ondan sonra Hak Teala ikinci dünya semasında eline alarak katlar kevkeb ile birlikte ateşe atar ve kevkebin adı katip’dir. Oranın gök halkının da arza inzal eder, bu ikinci gök Melaike-leride ilk gök Melaikelerinden daha kalabalıktır.

Yine arzımız insanları onlara Rabbımız sizde midir diye sorarlar, bu sözden korkup ürken Melaikeler: O bizimle gelmedi aramızda yoktur. Yakında gelecektir diyerek cevap verirler, ve ötekilerin girdiği nizama girerek arkadan ikinci sırayı teşkil ederler.

Bundan sonra üçüncü gök semasımda Hak Teala katlayarak soluna kor ve kevkebi olan Zühreyi de ateşe atar. Ve Melaikesi-nide arza indirir, yine insanlar koşarak onlara Rabbm gelip gelmediğini sorarlar, onlar hayır derler bizde değil gelecektir cevabını verirler. Bu şekilde bütün yedi kat semâ ehli hepsi arza inerler. Fakat yedinci felek Melaikeleri diğer semalardakile-re nisbetle en kalabalıktır. İnsanlar bu yedinci sema Melaikele-rine de ayni suali sorunca onlar Rabbımız gelmiştir, Rabbımı-zın vaidi mutlaktır, derler.

Hak Teala buraya Melaike bulutları gölgesi içinde ve Cehennemin sol ecinlerini de yanma alarak bir padişahın gelişi gibi gelir. O gün için onun adına din günü sultanı denir.

Arz halkiyle etraflarını çevreleyen yedi sıra Melaikeler o günün sultam olan Rablarmı karşılar.

Oradaki Cehennemin zalim ve kibirlere karşı nasıl homurdandığını ve korkunç ve dehşetli manzaradan ürkmeyip ve kaçmayanları ve bu korkuyu tatmayanları Melaikeler karşılar ve onlara: İşte size vaid edilen gün bu gündür derler, onları teskin ederler. Bu gibiler Peygamberlerle tam iman sahibi kişilerdir.

Bu dehşet anında Peygamberler kendilerindeki has şefkatle kendi ümmetlerinin akibetleri için korkudadır.

Bunlar o gün eman, eman, eman diye bağirılar, feryad ederler, merdiven, merdiven diye seslenirler, çünkü Hak Teala iman müjdecilerine o gün için nur minberleri kurulmasını emir etmiştir. Bu minberler de iman sahiplerinin derecelerine göre yüksekte veya alçakta kurulmuştur. Bu gibiler buraya çıkıp huzur-u kalple oturur ve Rablarmın gelişini beklerler.

Bu minberler Rabbm huzurundan evvel Melaikeler tarafından hazırlanmıştır. Diğer dehşet ve korku içinde kalanlar, Cehennemin bu dehşetinden kaçışırlar, fakat etrafı çevreleyen Melaikeler, bu kaçanları kovalar ve yerlerine iade ederler.

Bu esneda Peypamberler .kaçışmlara geri dönün, geri dönün, diye seslenirler, kaçışmlarda bu seslere uyarak bu nida birbirini çağırırlar.

Hak Teala Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi ve Selleme diyor ki:

“Innî ehâfü aleyküm yevmettinâdi yevme tüvellûne müdbirîne mâleküm minallahi min âsimin”

Manası: O nida ve çağırma gününde dehşete kapılarak kaçmanızdan korkuyorum, o gün için Allah’tan başka bir sığmak yer yoktur, manasmdadır.

O dehşet anında elçi Peygamber ise Allah’ım, Allah’ım senden eman ve sulh diye bağırarak dua ederler, Allah’ına yalvarırlar. Böylelikle kendi ümmetlerinin akibetlerini kurtarmaya çalışırlar. O anda ümmetleri de kendi nefisleri için korku halindedir.

Muhafaza altına alınmış ve temiz kalmış olanlar da Peygamber gibi huzur heyecanı içindedir.

Bu sırada Hak tarafından bir ses duyulur, kıyamda bulunan cümle âlem bu sesi işidir, bunun Hak nidası mı veya Hakkın verdiği bir emrin nidasımı ve nerden geldiğini bilemezler.

Bu ilahi ses şöylehitab eder! Ey bu yerde toplanan kıyam ehli bu gün kerem sahibi kimdir, öğreneceksiniz?

Bir gün şeyhim ağlayarak bizlere şöyle hitab ediyordu: Ey ehali onun keremiyle alay etmeyin, onun keremiyle meydana geldik, hiç bir şey değildik. Bilmediğimizi, bize bildirdi. Bize en önce kendine, kitaplarına, Melaikelerine, inanmak iman ve kuvvetini vermişti, bunları bizler düşünmüyor ve bilmiyorduk, aklımıza geldikten sonra, inkar ve iftiranın bize azab verdiğini öğrendik ve imana geldik. Haşa haşa onun kereminden, biz ona layık değiliz diyerek beni ve orada bulunanları ağlatmiştı. Bu bizler için huzur ve ferah ağlayışı olmuştu.

Mevzuumuza dönelim! O nida ile Hak Teala diyor ki:

“İnnellezîne kânet tetecâ fî cünûbühü anilmedâcii' ye-dûne rabbehüm havfen ve tama'an ve mimmâ rezaknâ-yünfüküm”

Bu âyetindeki beyan üzere bu gibi kişileri cennete sokar.

Sonradan Hakkın ikinci nidası duyulur, bilmiyorum bu Hakkın zati nidası mı, veyahut Hak emrinin nidası mıdır?

Ticaretlerini, kazançlarını, satışlarını Allah zikrenden üstün tutmasınlar, namaz ve zekâtlarını Allah korkusiyle icra edenler, kalb ve basiretlerinin değişmesinden, kendi amellerinin neticesi olarak verilecek mükafat ve cezanın artıp eksilmesinden korkarlar.

Muhakkak ki Hak Tealâ kendi fazıl ve kereminden bunları umduklarından fazla vereceğini bildirir.

İşte bu ikram ve atiyye ihtisas cennetindendir, orayı onlara tahsis eder. Ve yine Hakkın sesi duyulur, bilmiyorum Hak nefsinin sesimi? yahut Hak emrinin nidasımıdır?

Ey bu durak ehli insanlar, bu gün kimin kerem sahibi olduğunu göreceksiniz Allaha akit vermeyip sıdık sahibi olan insanlar neredesiniz? İşte şimdi vefa ve sıdkımızm mükâfatını göreceksiniz diyerek onları da Cennete ihdal eder.

Bu seslenişten sonra Cehennem ateşi içinde bir boyun uzanır ve insanlara görünür. Bunun iki gözü ve açık ifadeli dili vardır. Ve şöyle seslenir: Ey kıyam ve bu durak ehli ben sîzlerden üç zümreye vekil oldum.

Hitabı üç defa tekrarlanır. (Cennete giren üç mutluluk zümresine sesle-nildiği gibi)...

İşte kıyam günü hesaptan evvel bütün alem bu durakta, korku telaş, kan ve ter içinde, kalpler çarpmakta, dehşetli manzaranın tesiriyle yürekler sızlamaktadır. Herkes şaşkındır, ne yapacağını bilmez bir haldedir.

İşte bu Cehennem ateşi içinden çıkan ve uzayan ve yapısı ateş olan bu boyun şöyle mırıldanır: Ben zalimlerin vekaletini aldım, diyerek o mahşeri kalabalık sıraların içinde zalimleri bir kuşun susam danesini taşıdığı gibi, bir ayıklayıp yakalar.

İkinci defa yine o ateş boynunun sesi duyulur: Ey durak ehli, şimdide Hak Teala’ya dil uzatan ve elçilerine eza ve cefa yapanlara vekil oldum, diyerek bunu yapanları bir kuş hafifliğiyle ve bir susam danesini bulduğu gibi bu gibileri o kalabalıkta hemen toplar ve bunlardan bir kimseyi bırakmaz.

Bu da bittikten sonra yine ayni ses ve hitabı tekrar ederek: Şimdi Allah’ın halk ettiğini halk ederim, ben Allah’ım diyenleri (yakalar ve götürür)...

Bunlar ressamlar ve heykeltıraşlardır. Kiliselerde ve mabed-lerde resimler yaparak ve heykeller dikerek halkı bunlara ibadet ettiren kişilerdir. Hak Teala kitabında bunlar için der ki:

“Eta'büdûne mâ tenhitûne.”

Manası: Taşdan oyduğumuz şeye mi tapıyorsunuz? Evvelki devirlerde ve şimdide taştan ve tahtadan oyulmuş kazınmış heykeller yapıp ibadet ederlerdi. İşte bunları, yapanları o ateş boyun derhal ayıklar ve götürür.

Artık orada diğer insanlar kalmıştır ki bunların içinde yine ressam ve heykeltıraşlar vardır ki, bunlarrın vücuda getirdikleri eserler, yukarda anlatılan sanatkâr olmayıp, maksatları da ayrılır, fakat bunlar da öteki meslektaşları yüzünden, kan ter içinde ve korku ile akibetlerini beklerler.

Şeyhlerimizden olan (Elkassar 599 hicri senesinde Mekkei Mükerremede iken ve Kâbedeki Küknül Yemani mevkii karşısında bu Cehennem halini bize mesnedi ile şöyle anlatmıştı; ve nisbetini şu şekilde söylemişti: Ben bu nakli, Yunus bin Yahya bin Hüseyin bin Ebil Berekat Elhaşimil Abbasi’nin ağzından dinlemiş o da bunu Ebul Fadıl Muhammed bin Ali bin Muham-med bin Musa. İbnil Hayyat diye anılan bin Caferden naklen ağzından duyduğunu o da bunu Ali Ebi Sebil Mahmut bin Ömer bin İshak Elabkeri bunu okumuşdu ve bende dinlemiştim. Ona sormuştuk bundan size Ebû Bekir Muhammed bin Elhasenelnakkaş bahs ettimi? O da evet bundan bize Ebû Bekir Elnakkaş bahs etti. Ve yine bundan Ebû Bekir bin Ahmet bin Hüseyin bin Ali Ettaberi Elmezuri de bahs etti. Ve yine bundan Selme bin Salih de bahsetti.

Ebul kasım bin Hakem, Selam Eltavilden, O da Elyas bin Elmesib den naklen aldığını şöyle anlattı: Ali bin Ebi Talih ra-diyallahü anh hazretlerinin meclisinde oturuyordum. Yanında-da Abdullah bin Abbas hazretleri vardı, etrafında da Peygamber sallallahü aleyhi ve sellemin Esbabı kiramı oturmuştu, Hazreti Ali radiyallahü anh dedi ki: Resülullah şöyle buyurmuştu:

Kıyamet gününde elli durak vardır. Her bir duraktaki duruş veya bekleme süresi 1000 senedir. Birinci durakta halk kabirlerinin kapısından çıkıp çıplak, yalın ayak, aç susuz, 1000 sene bekleyeceklerdir.

Allahı’na ve Resulün’e, Cennete ve Cehennem’e ateşe ve Ba-is Badelmevte, kıyamete, kaza ve kadere, hayır ve şerre, Peygamberimizin mü’minler hayrına getirdiği müeyyidelere, imanlı olarak mezarlarından çıkanlar, her türlü azaptan kurtuldukları gibi, bütün uhrevi seadeti kazanmış olacaklardır. Bundan şüphesi olanlar 1000 sene o sefalete katlanacaklar Hak Teala’-nın haklarındaki kararını bekleyeceklerdir.

Bundan sonra bu durak makamından mahşere sevk edileceklerdir. Orada ateş mahzenlerinde, kızgın güneş altında, altlarında ateş sağ ve solunda ateş, cephelerinde ateş, tepelerinde Güneş ve Arş gölgesinden başka hiç bir gölgesi olmayan o mahşerde 1000 sene ayak üstü vakit geçireceklerdir.

Ancak Hak Teala’ya hulus ile bağlı olan, Peygamberini ikrar eden Şirk ve sihirden uzak olan, İslâm kardeş kanı dökmeyen, Allah ve Resulünün nasihatlarını dinleyen, Allah’a ve Resulüne âsi olanlardan nefret eden, bu gibi kişileri Rahman olan Allah kendi arşının gölgesine alır ve üzüntüden kurtarmış olur. Bunun aksini yapanlar anlattığımız 1000 seneyi ateş üzüntü azab içinde geçirirler.

Bundan sonra bu insanlar nur ve zulmete sevk edilir. Bu karanlıkta 1000 sene kalınır.

Allah’ına karşı şirkte bulunmayanlar, kalbine şüphe girmeyenler, nifak yapmayanlar, dininden şüphesi olmayanlar, Hakkı ve emaneti sahiplerine kendi arzulariyle verenler, halk arasında insaf sahibi olanlar, açık ve kapalı Allah’a ibadette bulunanlar, Allah’ın kazasına boyun eğenler, Allah’ın verdiğine kanaat getirenler, bu gibi kişiler zulmetten nura çıkarlar. Bu key-fîyyet çok kısa bir an içinde olur. Alınları açık ve beyaz üzüntü ve kederden de uzak olmuş olurlar.

Bu saydıklarımızın aksini yapanlar 1000 sene azap keder, acı içinde kaldıktan sonra siyah bir alın ve çehre ile oradan çıkarlar.

Bundan sonra halk hesap kovuklarına sevk edilir. Bu hücreler on adettir. Her bir kovuk ve hücrede 1000 sene kalınır.

İlk hesap hücresinde insan oğluna, mahremiyetler, günahlar sorulur, bu gibi şeylerden uzak ve temiz kalmış ise oraya so-kulmayıp, ikinci hücreye aktarılır, burada kendilerinden, keyf ve eğlence yönü sorulur, bunda da bir alakası yoksa, beklemeden üçüncü kovuğa sevk edilir. Orada ana baba ve çevre hakkı sorulur, şayet ana baba ve çevreye mütecaviz değilse, oradan suratla geçerek dördüncü kovuğa sevk edilir, orada kendisinden Allah, Kur’an ve din hukuku sorulur. Eğer bunlarda kusuru yoksa altıncı yere sevk edilir. Orada yakmlerinin ve komşularının hukuku sorulur.

Onlara karşı iyi komşular yapmış ise, oradan atlayıp yedinci yere geçer. Orada kendisinden merhameti sorulur, bunu göstermiş ise, sekizinci yere sevk edilir, burada kendisinden hased - kıskançlık sorulur şayet onda bu ahlâk yoksa dokuzuncu kovuğa götürülür. Burada kendisinden, kötülük kin düşmanlık, Allah tarafından men edilen şeylerin yapılıp yapılmadığı sorulur, buradada bir kusuru bulunmazsa oradan geçip, gözleri açık, kalbi ferah, yüzü güleç olarak Hak Teala’mn Arş gölgesine sığınır.

Şayet bu saydıklarımızdan aksi olarak bir şey yapmışsa, her durakta 1000 sene, aç çıplak ve azap içinde kalırlar. Ve kendilerine şefaatçıda bulamazlar.

Bundan sonra amel defterlerini ellerine alarak tekrar haşre çıkarlar, ve her bir durakta 1000 sene beklemek şartiyle 15 durakta hapis edilmiş olurlar. Ve sorulan sorularda şunlardır:

Durak No. Sorulacak sorular:

·        1 — Malları üzerindeki farz olunan sadakaların yapılıp yapılmadığı

·        2 — îlâhi af, kendisinin de af edip etmediği

·        3 — İyilik yapma emri sorular

·        4 — Helâl ve Haram

·        5 — Ahlâk ve tabiat güzelliği

·        6 — Allah aşkı ve Allah düşmanlığı

·        7 — Haram mal ve rüşvet yiyip yemediği

·        8 — İçki içip içmediği

·        9 — Haram olan ferçler ve zina

·        10 — Yalan, riya, sapıklık ve Allah’tan başkasına tapıp tapmadığı

·        11 — İmanında sıdık olup olmadığı

·        12 — (Riba) faizcilik, fahiş kazanç, karaborsacılık

·        13 — İftira, iffetlere dokunup dokunmadığı

·        14 — Yalancı şahitlik yapıp yapmadığı hususu

·        15 — (Bühtan) bir müslüman kardeşine kir atıp atmadığı

Bu onbeş durakta hesap verip temize çıkanlar on beşinci, durakta beklemeden geçip Livayi Ahmedi ye kavuşurlar. Ve sağ ellerindede amel defterlerini taşıyarak hesap derdinden sıkıntı ve kederden kurtulmuş olurlar. Bunun aksini yapıp amel defterlerinde iyi notu bulunmayanlar ise bu on beş durağın beherinde 1000 sene aç susuz, perişan azap içinde kalmış olurlar, haklarında Hak Teâlâ’nm insaf ve merhameti çıkıncaya kadar bu vaziyette kalacaklar demektir.

Bundan sonra insanlar amel defterlerini okumak için 1000 sene ayakta tutulurlar, bunlardan cömert olanı, malını fukaralığı uğruna sarf etmiş ise elindeki amel kitabi derhal okur, okuma ona kolay gelir, Kendisine Cennet tacı takılarak, Cennet elbisesi giydirilir, Rahman olan Allah’ın Arşı gögesine oturtulur. Artık o kişi huzur ve ferah içindedir.

Şayet dünyasında cimri, hasis ise mal biriktirip sarf etmemiş ise, ve kimseye bir hayrı olmamış ise, amel kitabı sol eline ■ verilecek ateşde bulunanların başında beklemek üzere ve yine ateşte ona bir yer gösterilerek 1000 sene aynı ızdırap ve acı içinde kalır.

Kendi ata ve ihsanlarının tartısını ağırlaştıranlar, ve bunu tercih etmiş olanlar, derhal ve süratle kurtulur.

Ata ve ihsanlarının terazideki tartısını hafifletenler ve sey-yieleri ağır basanlar, ahirette terazinin yanında 1000 sene hapis edilirler. Bunlar da ayni fecî şartlar içinde bulundurulur.

Bundan sonra halk Allahın huzurunda 12 durakta duruşmaya çağırılır. Her bir durak yine 1000 senedir. Bu duraklarda şu sorular sorulur:

Durak No. Sorulacak Sorular:

·        1 — Köleleri azad edip etmediği

·        2 — Kur’an hakkı, Kuran okuyup okumadığı

·        3 — Allah uğrunda cihada iştirak edip etmediği

·        4 — Kişinin gıyabında konuşulan (gıybet) sorulur

·        5 — (Elnemime) sır tutup tutmadığı, ifşa edip etmediği

·        6 — Yalanı olup olmadığı sorulur

·        7 — îlme istemli olup olmadığı            ;

·        8 — Dinini, ve nefsini beğenip beğenmediği sorulur

·        9 — Kendini büyük görüp görmediği, yani tekebbür.

·        10 — Kunut yani Allah’a olan ümit ve rahmeti.

·        11 — Şer, fesad, hile ile Allah’tan korkup korkmadığı.

·        12 — Komşu hakkının verilip verilmediği

Bu on iki duraktan soruları yapmış, ve bunlara doğru cevap vermiş ise kendini Hak Teâlâ’mn huzurunda ve elleri arasında bulmuş olur. Burada kalbi ferah yüzü temiz ve ak, güler bir yüze kavuşur, hiç bir derdi ve korkusu kalmamıştır, Rabbı da ona ikramda bulunarak rızasının kendisine verildiğini müjdeler, bununla öyle bir sevince kapılır ki, bu sevinç hiç bir ifade ile anlatılamaz.

Bu on iki duraktaki soruları yapmamış ve cevap veremezse, ve bunların birisini dahi yapmadan ölmüş ise ve tövbede etmemiş ise her durakta 1000 senesini azap içinde geçirdikten sonra, Allahın takdir ve emrini bekler.

Bundan sonra bütün mahlukat Sırat’a çağrılır. Bu sırat Cehennemin üstünde kurulan kıldan ince ve kılıçtan keskin, dikenli köprülerdir

Köprüler diyorum çünkü bunlar bir değil 7 köprüdür, kırk bin seneden beri bu ateş üstünde kurulup, bu günü beklemektedir. Üstü, altı her iki yanı kızgın alev ve ateş içindedir.

Bütün mahşer nisanları istisnasız bu köprünün üstüne sevk edilir, bu köprülerden beherinin 3000 sene yokuş 1000 sene düz 1000 senede inişi vardır ki, beş bin yürüyüş senesi uzunluğundadır.

Hak Teala’nm dediği gibi (Inne Rabbeke Lebilmirsad) bu köprülerde halkı kollayıp gözetleyen Melaikeler vardır.

. Bu köprülerden geçişte sorulacak sorular şunlardır:

Sırat köprüsü No. Sorulacak sorular

·        1 — Allah ve iman hakkında

·        2 — Namaz kılıp kılmadığı (eksiksiz olarak)

·        3 — Zekatını verip vermediği

·        4 — Orucunu tutup tutmadığı

·        5 — İslamm hücceti Yani hac ödevini yapıp yapmadığı

·        6 — Temizlik ve tahareti olup olmadığı

·        7 — Zulüm yapıp yapmadığı

Bu sorulara doğru, ve eksiksiz cevap verildiği, ve bunlar eksik yapıldığı sabit olursa yedinci köprüden beklemeksizin atlayarak Cennete girer. Yok, bunları yapmamış ve sorulara cevap vermemiş ise, her yapmadığı ve cevap vermediği soru için alakalı köprüde 1000 sene hapis edilirki, Allah’ın af ve mağfiretini beklemekten başka çaresi kalmaz. Bundan sonraki konuşmalarımız Cennet bahsinde geçecektir.

Burada İnsanın berzahtaki ikinci neşeti yani ikinci yaradılışı hakkında bir şey söylemedik. Çünkü bu yaradılış ve neşet hayal mahsulü olmayıp his edilir bir haldedir.

Kıyamet ise, Hakkın muhakkak bir emri ve dünyadaki gibi hissi bir mevcudiyetidir.

Bu noktadan insanlar kendi aralarında fikir ihtilafına düştüler. îman sahiplerinden bazıları ecsamın öldükten sonra ikinci neşetteki hasrını kabul etmelerine karşı diğerleri bunu red etmişlerdir. Akli ve his edilmeyen emirlerle ikinci neşetin ahirette olacağını söyleyenlere karşı değiliz.

Yalnız bir şey varki kendileri bu yönden yanılıyorlar, burada iki neşet vardır, birincisi: Cisimlerin neşeti, İkincisi ise: Ruhların neşetidir. Bu İkincisi manevi neşettir.

İşte bu kişiler manevi neşeti isbatladılar fakat hissi neşeti isbatlayamadılar! Ruhani ve manevi neşet hususunda bizde onlar gibi düşünüyoruz;. Yalnız insan ölümünde bu halin kendi kıyameti olduğunu idrakle bulabilirse, bu keyfîyyet onun kıyameti olmuş olur demektir.

Yüce Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz: Kimki ölür ise kıyameti kıyam eder, buyurmuşlardır.

Haşır ise: Cüzi nefislerin tanı olarak nefisde toplanmalıdır. İşte size bu kadar söyleyebilirim, muhaliflerimizde bunları söylemiştir, kıyamet hakkmdaki düşünceleri ve konuşmalarıda buraya kadar gelir dayanır, daha ileriye gidemezler. Şayet bu yönden bu gibilere cevap verecek olursak mevzuumuzdan çıkmış ve bahsi uzatmış oluruz.

Şunu bilmen lâzımdır ki: Neşetin duygu ve his ile olduğunu söyleyen mü’minler arasındaki anlaşmazlık neşetin yeni baştan olmasına racidır derler, bir diğer kısmı ise bu geri dönmenin insanlar olacağını söyler, ve bunada misal olarak, evlilik, nikah, tenasüldeki başlangıç gibi ve yine halkın başlangıcını ilkden çamur olup, Adem ve Havvanm vücut bulduğu üflenerek hayatiyet verilmesi gibidir ve beşeri alemin sonuna kadar böylelikle gitmesidir derler.

Evet bunlar hep kısa anlar içinde Allahın takdiri ile olur, derlerdi. İşte Şeyh Ebulkasim bin Kusa’nm iki papucunun ayağından çıkarıp atması Hak Teala’nm bu kavline istinaden olduğunu söylerdi.

“Kemâ bedeeküm teûdûne”

«Başlangıcınızdaki gibi bana geri döneceksiniz,» manasına gelir ki, Hak Teâlânm mezhebi bu mudur? Yahut bununla kendisi için konuşan mı kast etmiştir? Bilmiyorum.

Şayet böyle ise o kelamı ile Allah’a karşı gelmiştir, çünkü o okur yazar olmayıp ümmi idi.

Yine bunlardan bir kısmı rivayeten nakil ettikleri bir haberde: Semadan meniye benzer bir yağmur yağdığını, arzı bununla bulaştırdığını, bundan da ahiretin neşet ettiğini söylerler.

Bizce burada Hak Teala’nm kema bedeeküm teudum cümlesi onun bir kavlidir. Bununla ve hiç bir misal getirmeden Hak Tealanm birinci neşetini öğrendik. Ahiret neşetide aynen beyledir, Hâk Teala’nm ikinci neşeti de bir misal ve benzer göstermeden mevcudiyeti hissedildiği halde vücuda getirir. Peygamber efendimiz, Cennet ve Cehennem ehlinin sıfat ve evsafının dünyadaki neşete muhalif olmadığını zikir etmiştir. Kudreti ilahide daha azametli olan bu neşet, yukardaki misali iptal ettiği gibi, ol kişilerin dillerine kolay gelen söz ve kavillerin de bizlere etkisi olamaz. Bir rüzgâr gibi bize esmeden geçip gider. Şayet birinci neşet bir keşif ve İhtira olmuş olsaydı, kendi düşünür taşınır tedbirini alır bir emir veya daha başka bir şey yaratmağa çalışırdı. Şayet bu neşeti iade etmiş olsaydı yerine o miktarda ve o sıfatta başka bir halk yaratması icap ederdi, ondan faydalanmayı düşünenler için en iyi ve yakın hazırlanmış bir ihtiraı da ilave ederek fikriyle vücuda getirirdi! Hak Teala böyle şeylerden münezzehtir. O yüksektir, hemde bildiğimizden daha azametli bir yüksekliktedir.

O herkesin faydalanması için çalışır, kendi faydalanmaz, ilme ihtiyacı yoktur, ilim onda bir yenilik yapmaz, çünkü o ilmi külli ile sonsuz alimdir. İşte Hak Tealaya bu Celal yakışır! Hak Teala, dünya neşetinden arta kalan kabahat ve kusurlarla ahi-ret neşetini yapar, işte bu asildir. Bu asla ahiret neşetini yükler. Fakat bizim Ebu Hamid mezkûr haberde tuhaf bulduğu şeyin nefis olduğunu düşünür, ve bunun üzerine ahiret neşetinin bindirileceğim söyler.

Bunlardan başka Ebu zeyd Elrıkrakî şu fikirdedir: O bir cevheri ferddir. Bu dünya neşetinden kalmıştırki, başkaca bir neşeti yüklenemez? Mahazacunlarında ihtimali vardır! Amma usulden bizlere bir ışık vermemektedir, fakat makul yönlerdir, bu yönlerden her biri maksatlı olmalıdır. Benim keşfime göre suç beğenmek gaye ise neşet bunu kabul etmez ve bununla anlaşamaz, cevahirde olsa Hak Teala ahiret neşetini hazırlayıp yapar, Ademden çıkarak vücud bulmuş zat ve sıfatlar, asılları vücuda geldikten sonra hiç bir zaman yok olamazlar.

Yalnız bununla şekil ve resimler birbirine imtizaç edip karışarak değişir. Bu imtizaç şekil ve resimlerde görülecek bir açıklık ve gösteriş doğurur, buda alim ve aziz olan Allahın takdiriyle olmuş olur. Şekil ve resimler hazırlanınca, yakıcı ot misali gibi ruhların kabulüne hazırlanır, yanmaya hazırlanmış kuru ota bir ateş geldiğinde nasıl ve birden yanarsa, berzahdaki resim ve şekillerde ruhlarla yanmakta olan bir kandile benzerler.

îşte İsrafil aleyhisselam bu Sur içine üfler üflemez, bu nefes Surdan geçerken bu berzahta kandil gibi yanan bu değişik ruh şekilleri sönmüş olur.

İkinci üflemeyle yanmaya hazırlanmış olan şekil ve suretler yanıp ışıldamaya başlar, işte bu İkinci neşettir. Bunlar bu ikinci üflemeyle doğrulup kalkarlar, ve neticeyi beklerler, o surda konuşan canlılar haline gelirler. Kimisi Allah’a hamdeder, kimisi bizi kim mezarımızda diriltti diye sorar, bunların bir kısımda Bizleri öldükten sonra yeni baştan ihya edip kaldıran Süphanehü ve Tealadır der. Orada her konuşmacı kendi ilmi ve kabiliyetine göre evvelden ne ise öylece konuşur.

O kendisinin berzahtaki varlığını unutarak, dalgın bir insanın gördüğü şey gibi bir rüya olduğunu zan eder, öldükten sonra berzaha geçtiği vakit dalgın olan insanın ruhuda berzahta idi, o vakit dünya hayatı onun için bir rüya olmuştur, böylelikle ahirettede dünya ve berzah hayatı onun için bir rüya olmuş olurku bu yakaza denilen ani dalgınlık durumudur. İnsan bu halde iken şöyle der: İnsan dünyada rüyadadır, uyandığı vakit gördüğünü hatırlamış olması gibi gelir. Sonra ahiret neşetide bu yakaza anıdır ki, artık saadet ehli için ne başlangıcında ve ne de sonunda uyku ve rüya diye bir şey kalmaz. Fakat azap ehli için orada azap rahatlığı vardır.

Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem: Dünyada insanlar uykudadır, öldükleri vakit kendilerine gelirler, dünya ve berzah nisbeten uyku ve rüyadır, buyurmuşlardır. Berzah hakkın emirlerine daha yakındır, burada kendine gelme ve uyanma hali daha çabuk olur.

Berzah ta ikinci neşete göre, yani ahiret gününe nisbetle bir rüyadır. İşte bunları böylece bilesin!

İnsanların o gün mezarlarından doğrulduğunu, arzında yayılıp genişlediği, göklerin yarılıp yıldızları aşağıya yuvarladığı, Güneş ve Ayın tutularak ışıklarının kayıp olduğu vakit, vahşi hayvanlar da mahşere gelirler, denizler taşar, nefisler bedenleriyle çiftleşir. Melaikeler dünya çevresine inerler Rabbımız bulut gölgesi halinde buraya gelir ve Münadi: Ey mutlu olanlar diye seslenerek, daha evvelki bahsimizde anlattığımız üç zümreyi alır.

O sırada ateşten boyun uzanarak o da üç şekavet ehlini ister ve toplar, bu sırada insanlar şaşkındır, ter dökmektedir, çünkü sıcak artmıştır, Cehennem getirilerek insanların önüne kurulur, bütün bunlarla Hakkın ne arzuladığı bilinmez.

Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz: Orada insanlar birbirine, gelin Adem babamıza kaçalım ve ondan halimizi soralım ve isteyeceğimizi isteyelim bu azaptan bizi kurtarmasını talep edelim derler ve Hazret! Ademe varırlar, Adem aleyhisselam onlara: Hak Teala bugün öyle bir gazaba gelmiş-tirki, bundan evvel böyle bir gazab göstermemiştir, bundan sonrada böyle gazaba gelmeyecektir diyerek vaktile işlediği kendi hatasını düşünür, Allahına bu insanlar için müracaattan utanır. Oradan Nuh aleyhiselama koşarlar O da Ademin dediğini onlara tekrar eder ve kendi kavmine olan davetini onlara hatırlatır. Ve

“Ve lâ yelidû illâ fâciren keffâren.”

kavli şerifini ağzıyle söyler ve tekrar eder. Ondan sonra İbrahim aleyhisselama giderler, oda onlara söyleyeceğini söyleyerek isteklerini karşılayamaz. Oradan Musa ve İsa aleyhisselama varırlar, ne istediklerini anlatırlar, Hazreti Ademin söylediğini onlarda tekrar ederler. En nihayet Peygamberimiz Sallal-lahü aleyhi ve sellem efendimize gelirler, arzu ve isteklerini açıklarlar, o ahiret gününün efendisi olduğundan onlara: İsteğinizi yaparım, taleplerinizi Hak Teala’ya arz ederim der. Çünkü o kıyamette kurulacak mahmut bir makamın sahibidir.

Derhal gelerek Allah’ına secdeye varır, Allah’ına öyle bir ha-mitte bulunurki, o vakite kadar bilmediği şeyleri dahi Hak Teala ona ilham eder. Şefaat kapısının açılması için Rabbma düa eder. Rabbininde istekte bulunur.

İşte o an şefaat kapısı açılarak Hak Teala, Melâike, Peygamberler ve müminlere, şefaat iznini verir. İşte yüce Peygamberimiz kıyamet gününün insanların efendisi olmuş olur.

Yüce Peygamberimiz kendisine bütün mahlukatm efendisi-yim dememiştir, yüksek edebi buna manidir. Ancak ben kıyamet gününde insanların efendisiyim demiştir.

Bunun aksini söylemiş olsaydı, Melaikeler dahi bu sözün şümulüne girerdi. Burada yüce Peygamberimiz, Hakkın bu azametli gazabında dahi, Rabbma yalvararak İnsanların isteğmi Rabbma bildirmiş onun şefaatma herkesi kavuşturmuştu. İşte bu münacattan sonra, teraziler asılıp sırat köprüsü hazırlanmıştır.

Şefaati ilk evvel Melaikeler yapar, ondan sonra enbiya ve tam iman sahiplerinin şefaati gelir, en sonada Rahman ve Rahim olan Hak Teala kalır. Çünkü bu mevzuda Hak Teala makamı gibi azametli uzun ve geniştir. Ancak o gün Hak, en az görülecek bir surette orada zuhur ve tecelli ederek: Ben sizin Rab-binizim der. İnsanlarda: İşte bizler Rabbimizi gelinceye kadar burada bekleyeceğiz, sen bizim rabbimiz değilsin, Rabbimiz senden bizleri korusun, derler.

Hak Teala yine seslenir: Rabbinizin işaretini biliyor musunuz, aranızda anlaşacağınız bir işaret var mıdır? Diye sorar. Onlar da evet vardır derler. O sırada Hak Teala onların rabla-rım tanıdığı bir şekilde tecelli zuhur eder.. İnsanlar o vakit heyecan ve telaşla: İşte Rabbimiz budur, sensin diye feryat ederler.

Hak Teala onlara kendisine secdeye varmalarını emreder. Bu anda secdeye varmayan bir tek kişi dahi görülmez. Bunların içinde yalnız korkorak Riya ve yalan olarak secdeye varanlar varsa, bunların arkası derhal bakırdan bir külçe olur. Her secdeye varışta arkalarına yıkılırlar. Hak Teala’nm.

“Yevme yükşefu an sâkin ve yedûne ilessücûdi felâ yestatîûne.”

Kavlinde dünyada sağlam idiler burada secde etmeleri istenince bunu yapamıyorlar. Bu ayetteki Sak kelimesi kıyamet gününün azametli bir meselesidir. Araplar darbı mesellerinde derler ki, (Kesafet Elharbu An sakiha) Harp kendi gövdesini göstermiştir, yani bu da harbin şiddetlendiğini anlatır.

“Keşefetil harbü an sâkihâ.”

burada mana olarak birbirine karışacak ne bir ayak ve ne de bir gövde manasına gelir, bu ayetle kıyamet gününde büyük ve zorlu meselelerin zuhur edeceğini bizlere bildirmektedir.

Şefaat çıktığı an ateşte Şeri müminlerden asla kimse kalmayacaktır. Bunlardan ehli tevhit, yani ehli delail ile tevhidi bulup öğrenenler, Allaha şirkte iştirak etmeyenler, hiç bir hayırda bulunmayanlar, şeri bu iman ile iman etmeyenler, Peygamberlere uymayanlar, bir zerre iman sahibi olmayanlar ve hatta bunlardan daha aşağılık olanlarda Rahim olan Rahmanın Şe-faatma mahzar olur.

Hazreti Osman bin Affan radiyallahü anhü hazretlerinin, Müslim bin Haccac’m Sahihinde Peygamber efendimiz sallalla-hü aleyhi ve sellem: Kimki, La İlahe İllallah cümlesine iman edip ikrar etmeden ölecek olursa Cennete girer, buyurmuşlardır.

Burada bu gibiler için, Allah’ın inayeti ateşi geçmiş olur. Ateş bizatihi hangi yönde olursa olsun tevhid edeni ateşte tutmak istemez.

Bu yönlerden en sağlam yön bilerek imandır. İşte vakit ilim ile imanı bir araya getirmiş olur. İblis Allah’ın bir olduğunu bilmez mi? Elbette bilir, fakat Hak Teala’ya karşı şirki hazırlayan odur! Bütün müşriklerin günahı ondadır ki ateşten çıkmasınlar diye öyle bir günaha onları sokmuştur. Acaba bu ölen kişi müşrik olarak ölmüş ise bunu nasıl anlayabilirsin? İblis bizatihi ateş ehlidir, ateşden çıkmaz, bunun ötesini Hak Tealâ bilir, bu uzun bir mevzudur, bu yönden bilinenler vardır maksatlarımızdan bizleri uzaklaştıracağından hülasa olarak geçiyorum.

Fakat buna rağmen kıyamet hakkında bazı açıklamalar icab eder. Kıyamet gününün karar kılınacak meşhur yerlerinden mesela: Arz yeri, kitapları alma yeri, terazi ve tartı yeri, sırat yeri, araf yeri, ölümü kesme veya kurban etme yeri, ve yemek ziyafeti yeri olarak cennet meydanının yedi başlıca yeridir. Bunlar Cehennem ve Cennette bulunan 7 kapının ana yerleridir. Sekizinci kapı ise rüyet Cennetidir bu ateşteki cennete bakan kapıdır, bu katiyyen açılmaz saklıdır, buna hicab kapısı derler. Çünkü Cehenneme girenler yaptıklarından utanarak çektikleri azabı Hak Teala görmesin diye bu kapı daimi kapalı kalır. Bu yedi cennet köşesini sıra ile anlatalım:

·        1 — Arz köşesi: Bu yer hakkında Resulullah efendimize Hak Teala’nm

“Fesevfe yühâsibü hisâben yesîran.”

Kavli sorulunca, bu yer arz yeridir ya Ayişe hesap münakaşasından azap duyanın hesabının sorulduğu yerdir, buyurmuşlardır. Bu yer insan halinin Allah’a arz edildiği yerdir, bu bir ordunun kendini en büyüğüne göstereceği gibi, resmi geçit yeridir. Hak Teala orada her şeye hakimdir. Burada nasıl askerler kıyafetleriyle kendilerini tanıtırsa oda orada mücrimleri simasından tanır.

·        2 — Kitapları alma yeri ise: Bundan kasıt, amel kitaplarıdır. Hak Teala’nm

“İkra' kitabeke kefâ binefsikelyevme aleyke hasîben.”

Kavlile, kimki kitabını sağ elile getirirse bu mutlu ve imanlı bir kişidir. Kitabını sol elile getirirse bu kişi münafıktır, münafıktan İslamlık alınmaz, yalnız İmanı çalınmış veya alınmış olur. Münafık için, büyük Allah’a imanı yoktur denir. Bu söz ile, münafıkm içine veya anlamına, muattala ile müşrikte girmiş olur.

Münafıkm bütün çabası, malını, çocuğunu, kanını canım korumak ve kendi nefsinin rahatım temin etmektir. Muhakkak ki bu koruyacağı üç şeyden biri içinde saklıdır. Yukardaki ayetin bu saydığımız üç hususu anlatmak istediğini demiş olsak, mü-nafıkm kavli, büyük olan Allah’a iman etmemekdir. Münafık Allah’ı hiç bir zaman tasdik etmez ve bunlar iki taifedir. Birincisi: Allah’ı tasdik etmeyenler muattala olanlardır. İkincisi: Allah’ın vahdetine inanmayanardır. Bunlarda müşriklerdir.

Bu ayette Hak Teala’nm belirtmek istediği, Allah’a karşı kendilerini büyük görenlerdir. Bu ayet onlar hakkındadır. Allah’ın hak etmiş olduğu azametine itikadı olsaydı, kendini o Allah’tan daha büyük ve daha azametli görmezdi. Bunlar ateşde yanacak zümre olduğundan münafıkm bunlardan bir farkı vardır.

Amel kitabını arkasında getirenler, kitaplarını, arkalarından çıkaranlardır. Bu kitabla çok değil az bir şey satın almış olurlar. Kıyamet günü bunlara kitabını arkandan çıkar denirse, yani dünya hayatındaki yerinden çıkartmak isterse, kendi amel kitabı değil, kendilerine nazil olan kitabı çıkarır, işte zikri geçen kitap budur. Bu kitabı arkasından çıkardığı vakit artık öksürmeyeceğini zan eder. Çünkü kendisine, yükenen bir ağırlık his eder. Sahihde yazıldığı gibi: Kıyamet günü Hak Te-alâ ona, benimle buluşacağınımı zan ettin? Der. Hak Teala;

“Ve zâlike zannükümüllezî zanentüm birabbiküm er-dâküm.”

Rabbimiz hakkmdaki şüpheniz sizlerin şüphesidir onu size geri gönderir.

·        3 Mizan ve tartı yeri: Burada teraziler amelleri tartmak için yerleştirilir. Bununla insanların amel kitapları tartılır, ve en son olarak teraziye insanın kavli olan ve her daim söylediği Elhamdülillah konur. Bu yönden Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, bu Allaha hamdetme kelimesinin teraziyi doldurduğunu söylemişlerdir.

Teraziye bütün ibadm amelleri yüklenir, bunlardan tevhit:

“Lâ ilâhe illâ hüve.”

istisna edilir. Çünkü terazinin bir gözüne tek insanın ameli konmuştur. Diğer kefesine ise zikir ve tahmid yüklenir. Bununla terazide denklik temin edilir. (Burada istisna edilir tartıya girmez) Ancak (La ilahe İllallah) kelimesi tevhidi müşrikin şir-kile birleşerek terazide muvazeneyi temin eder.

Hiç bir kimsenin tartısına tevhit ve şirk sokumaz, çünkü bunu inanarak söylemiş olsa Allaha karşı şirki yoktur demek, şayet şirkte ısrar ederse tevhide itikadı olmadığından bunu kullanmaya lüzum görmez, bundan şu netice çıkar: Şirkle tevhit imtizaç edemez ve bir araya gelemez, bu sebepledirki tartıya girmez.

Kıyamet gününde ne amelleriyle ne nede başka bir sebeple tartılmaz. Müşrikin hayır amelleri ahiret günü kalkmış olur ki, bunların şerrini dolduracak veya kaldıracak dara yoktur.

Bu gibiler, kötü sicili olanlardan hiç bir hayır işi yapmamış olsa da günün birinde ağzından tevhit kelimesi çıkarsa, bu bir tevhide karşılık 99 şer ameli silinmiş olur. Çünkü hayır olarak ancak bu tevhidi kullanmıştır. Böylelikle terazinin bir kefesi ağır basar, diğer kefedeki kötülükler ise hafif gelerek taşarlar. Kendiside buna hayret eder. Tartılara ancak şerden ve hayırdan gelen hususat girer. Bunlar işitme, görme, dil, el, karın, fere ve ayak gibi uzuvlardan gelen iyilikler ve kötülüklerdir. Bu uzuvların işlediği fiiller mutlak teraziye girer. Batınî iyilikler veya kötülükler ise hissedilen terazi ve tartıya girmez. Fakat bu yönden de adalet tatbik edilir. Bu adalet hükmî ve manevî tartı ile temin edilir.

·        4 — Sırattır: Bu meşru bir mânâ sıratıdır. Daha evvel bahsi geçen Sırat hissedilen ve görülen sırattı.

“Ve inne hazâ sırâtî müstakîmen fettebiû‘hu velâ tet-tebiûssübüle feteferraka biküm an sebîlihi.”

Bu âyeti Resulullah sallâllahü aleyhi ve sellem tilâvet eder etmez bir çizgi çizdi, iki yanma muayyen ölçüde şu şekilde (IX) çizgiler koydu, işte tevhit sıratı ve hukuku ve yardımcıları bu-dur, buyurmuşlardır. Yine Resulullah bir sözünde: Ben insanların La İlâhe İllallah cümlesini onlara söyletmek için muharebe emri aldım, karşımda bunu söyleyenler, kanlarını, canlarını, mallarını benden İslâm hakkıyle korumuş olurlar, ve hesapları da Allah’a kalır buyurmuşlardır. Hesapları Allah’a kalır demesinden maksat, tevhidi kullanmaları buna olan itikatlarından mı değil mi? Onun için bu yönü Hak Tealâya havale etmiştir. Şunu bilin ki, Şirkin ayağı tevhid Sıratına basmaz. Onun ayağı hakiki surette vücuda gelen sıratla basar.

Elmuattal ise: Hakiki vücud sıratına ayak atmaz. Müşrik tevhidi kullanmadığından, kıyamet günü kıyamda muattal ve ona benzeyenlerle doğruca ateşe sokulur.

Bunlardan yalnız münafıklara evvelâ Cennet içindeki nimetler gösterilir burada gördükleri naz ve nimet manzarasından içleri hasretle dolu olarak Cehenneme sevk edilir. İşte bu da Allah’ın bir adaletidir. Onlar kendi amellerinin karşılığını görürler.

Ateşte ebedi kalmıyacak zümreler ise: Tutulur, sual edilir, sıratta işkence edilir, o sırat ki, daha evvel izahını yapmıştık, bu kıldan ince kılıçadan keskin, Cehennemde sonu görünmeyen bir geçittir. Bu sıratı Hak Teâlâ çengellerle tutturup asmıştır, sırat ateş üstünde olunca Cennet yolu da mutlak olarak buradan geçer.

Muhyiddin-i İbn-i Arabi---

Hak Teâlâ:

“Ve irme minküm illâ vâridühâ.”

Sizden her biriniz mutlak bundan geçecektir.

“Kâne alâ rabbike hatmen makdiyyen.”

Buyurmuşlardır. Bu âyetin mânâsını bilenler cehennemin mekânını ve ne olduğunu bilmiş olur. Cehennem hakkında bir soruya yüce Peygamberimiz: Cehennem’den sorarlarsa ne olduğunu söylerim, susmam buyurmuşlardır. Allah bilgisi hakkm-daki soruya da: Allah’ın emrile ancak söylerim, demişlerdir. O boş yere konuşmazdı, çünkü bu dünya işine ait bir mesele değildir.

Bizimle sukutumuz terbiyemizden ileri gelir. Burada susalım. Sıratın kıldan ince ve kıhnçtan keskin olduğunu söylemiştik, bu bir Şeriat ilmidir. Bunun için çalıştık çabaladık bu yüzden zan altına da girdik bunun hakkında tevatür ve hikâye değil, kati delaili aradık. İlimde tevatürden faydalanır.

Buna ancak açık ve mütevatir bir nas ile varılabilir, bunuda bulmak zordur, ve nadirdir. Hak Teâlâmn kavline göre bunlar tam olarak ondur. Kıldan ince ve kıhnçtan keskindir der. Böyle olması doğrudur, buradaki şere göre sırat düzdür.

Bizler her namazda şöyle deriz: Yarabbi bize doğru sıratı bağışla artık bunlar ahirette görünüşü hissedilen sıratlardır. Ve anlatılan sıfattadırlar.

Hak Teâlâya basiretle ve hulusla dua ederseniz sıratın dünyadaki çıkışını kendisine göstermiş oluruz. Bunun dünyada iken görenler, Peygamberler ve tabileridir.

Bir habere göre sırat kıyamet günü üstünden geçenlerin ışıkları kadar göze görünür. Bir takım insanlara keskin görünür, bir takımlarına da geniş olarak görünür:

“Nûruhüm yesâ' beyne eydîhim ve bieymânihim.”

Hak Teâlâ’iıın bu kavlile bunun doğruluğu anlaşılır. Burada Sai yürümek ilerlemek demektir. Müminin bu yürüdüğü yerde sırattır. Dünyada buna iman deniyor. Çünkü ahirette müminin solu olmadığından ışıkları da onlarla beraber sağda yürür. Cehenneme girenlerin ise sağı yoktur. İşte sırattaki hallerden birisi de budur.

Bu sıratın asıldığı veya onda bulunan, askılar, çengeller, dikenler, vinçler bunlar insanın gördüğü amelleri suretleridir. Bu suretleri orada yani sıratta amelleri tutar.

Allah’ın Şefaati, ve Rabbani İnayeti gelinceye kadar bu sı-rattakiler, ne ateşe düşerler ve ne de cennete varırlar, sırat üzerinde azap içindedirler. Ey insanlar, Hak Teâlâ amellerinize göre sizlere yarın karşılığını verir terbiyeli ve ahlâklı olun ki istikbaliniz korunsun.

·        5 — Araf yeridir: Burası Cennet ile Cehennem arasında bir settir veya maniadır. Bunun içinde rahmet var ki, Cennet’le ilgilidir. Zahirinde de azap var ki, ateşle ilgilidir.

Terazi kefelerinin denk gelmesinden o kişiler, hem Cennete ve hem de Cehennem’e dönüp bakarlar, acaba ne tarafa gideceğiz diye içlerinde bir istifham belirir, ortada yalnız secdeye davet kalmıştır. Bunlar secdeye çağırıldığında secdeye varırlarsa iyilik tartıları ağırlaşarak Cennete girmiş olurlar. Ayrıca bunlar ehli tevhid olduğundan, tevhidi terazide görmediklerinden endişeye kapılmazlar. Çünkü Hak Teâlâ’nın haksız yere zulüm yapmayacağını katiyyetle bilirler.

Araf ta öyle insanlar var ki gelenleri simalarından tanırlar. Cennete girecekleri çağırırlar onlara size selâm olsun derler. Fakat bunlar nazlanır girmek istemezler. Cehenneme gireceklere de bakarak: Ya Rabbî bizi O zalim kavimlerden yapma, onlardan uzak tut, diye söylenirler. Buradaki zulüm kelimesi şirki ilgilendirir, yoksa başka bir zulüm değildir.

·        6 — Ölümü kesme yeri: Ölüm nasıl kesilir ve mânâsı nedir: Hak Teâlâ ölümü güzel bir koç olarak bu yere kor. Ey Cennet ehli, diye seslenir, Cennet ehli başlarını o tarafa doğru uzatarak bakarlar, ondan sonra Cehennem ehline seslenir, onlarda boyunlarını uzatarak o tarafa doğru bakarlar, o sırada ateşte ancak ateş ehli bulunmaktadır.

Her iki tarafa birden: Bunu tanıyor musunuz? Diye sorulur, onlarda evet bu ölümdür tanıyoruz derler, o esnada Yahya aley-hisselâm gelir keskin bir ciletle veya bıçakla o koç şeklindeki ölümü keser. Bu sırada münadiler bağırır, ey Cennet ehli artık sizlere ölüm yoktur! Ve yine ey Cehennem ehli artık sizlere de ölüm yoktur, diye seslenir. İşte bu gün hasret günüdür, Cennet ehli ölmeyeceklerine sevinerek, Allah seni bizlere mübarek kılsın derler. Bizleri dünya derdinden kurtarmışdm bizlere Cennetler getirdin derler.

Bu bapta Resulullah efendimiz, ölüm müminin hediyesidir. Buyurmuşlardır. Fakat ateş ehli ölümü görünce: Bizler için bir şer idin! Nimetler ve hayır içinde iken aramıza girdin, keşke bizleri öldürsen de bu azaptan kurtulsak derler, ve bağrışırlar.

Artık Ölüm olmayacağından her iki tarafa da bu hal bir hasret ve iştiyak yaratmıştır. Bundan dolayı bu güne hasret günü demişlerdir. Ondan sonra Cehennem kapısı bir daha açılmamak üzere kapanır, ateş oradakilerin üzerlerine dökülmeye bağlar, herkes birbirine girer oranın altı üstüne gelmeye başlar, insanlar ve şeytanlar birbiriyle karışmış görülür. Altlarında ateş tufanlar gibi kaynamaktadır, şeytan ve insanlar birer et lokmacıkları halinde görünür, ateş sükunet bulunca tekrar değişir ve yakılır, o sırada insanların derileri değişir onlar da yanmaya başlar, bu şekilde azap devam edip gider.

·        7 — Ziyafet ve davet yeridir: Bu da ev sahibi Padişahın Cennet ehline bu cennet köşesinde çektiği yemek ziyafetidir. O sırada ateş ehli toplaşıp ağlaşmaktadır. Cennet ehli ise davette gönülleri ferah ve sevinç içindedir.

Bu ziyafette onlara, su ve hayat unsuru olan balina veya kı-lınç balığının yürek ve kalp artıkları verilir, yerler beyaz ve yuvarlak nimetlerle dolu olarak önlerindedir. Öküzden alman dalak ve böbreklerde Cehennem halkına verilir. İşte Cennet ehli sudan çıkma ve Cennete münasip olan ve hayat unsuru olan bu balığın yüreğini yerler (burada yürek hayat evidir). Hayat sıcak olur, nemli olur, kanın buharı ise hayvani ruh olan nefes-dir ki, beden onunla ebedi yaşar. Ev sahibi Cennet ehlini bu ziyafetle müjdelemiş olur.

Fakat hayvandaki dalak veya böbrek ise, o pislik ve kir evidir, çünkü hayvanın pisliği bunda toplanır, işte bunlar cehennem ehlinin yemeğidir. Bu pis sakatat öküzden çıkmıştır ki, bu da bir toprak hayvanıdır. Pis, soğuk ve kurudur, işte cehennemde camus yani manda şeklindedir.

İşte Cehennem ehli bunları yemekle ne ihya olurlar ve ne de hastalıktan kurtulurlar, hep sıkıntı ve maraz içinde kalırlar. Bu dersimiz bu kadar Allah doğruyu söyler ve hidayete erdirir.

CENNET DURAKLARI VE BASAMAKLARI HAKKINDA BİLGİLER

Allah seni ve bizi teyit etsin şunu bil ki: Cennet ikidir, biri hissedilen bir Cennet, diğeri manevî Cennet’tir. Akıl ise her ikisini bir görür. Alem de ikidir: İnce, yumuşak, güzel bir âlem olan âlemi Gayb, diğeri de, kesafeti olan bir âlemdir ki, âle-müşşahadedir, yani görülen ve ispatlamaya lüzumu olmayan âlemdir.

Bunlara karşı hitabla mükellef olan nefsi natık, kendi görüşü ve akli delâil ile ulaştığı, ilim ve anlayıştan, hayvani nefisten hissi kuvvetlerle de lezzet şehvet nimetlerini elde etmiştir. Meselâ, yemek, nikâh, giyim, kuşam, koku, tatlı nağmeler,, güzel bir sevgili, aşk, değişik renkler, ağaçlar, nehirler gibi ve emsalini, hislerimiz nefsi natıka taşır. Bu intikalden nefsi natık o tabiatından dolayı kendisinde lezzet ve zevk duyar.

Bunlardan zevk ve tat almayan hayvani hissi ruhtur. Nefsi natık değildir. Böyle olmasaydı hayvanda güzel bir kadından, genç ve güzel bir çocuktan renklerden, zinetten hoşlanır zevk duyardı, fakat hayvanda bunlardan zevk alan bir sıfat göremiyoruz. Şunu öğrendik ki nefsi natık hissi kuvvetin verdiği şeylerle lezzet almaktadır.

Şunu bilki, Hak Teâlâ halk ettiği bu his Cennetini aslan burcunu halk ettiği vakit yaratmıştır, bu burç bu Cennetin anahtarıdır. Bu Cennetin ruhu olan manevi Cenneti de İlâhi sevinçten yaratmıştır. Bu kemal sıfatı, gönül hoşluğu, sevinç gibi hasletlerden olmuştur. Mahsus Cennet ise cisme benzer. Akli Cennet ise ruh kuvvetleridir. Bu sebeple Hak Teâlâ dünyayı hayvan evi olarak isimlendirmiştir. Burada yaşayanlar, hissi ve manevî nimetler içinde ölürler. Bu sözümden darılmayın bu misal ve açıklanan düşünce ve mânâ insani bir lâtifedir.

Cennete girenler daha naz ve nimet içindeler, cennet kendini insanlarla doldurmak ister.

Resulüllah efendimizden haber aldığımıza göre, Cennetin Bilâle, Aliye, Ammara, ve Selmana göreceği gelmiştir müjdesini buyurmuşlardır. Bunu da onlara sevinerek bildirmiştir. Ne güzel ve manâlı müjdedir bu. Kelimeler ve mânâları, da birbirine uymuştur. Bilâl, ebelden gelir yani hastalık ve illetten kurtulmak manasınadır. Selman ise, selâmete çıkan manasınadır. Ammar ise, elemden kurtulup sıhhatla yaşayan demektir, Ali ise ulviyetten müştaktır, yani yukarı mevki sahibi demektir. İşte Hak Teâlânm isimlere de tecellisi böyledir.

İnsanlarda kendi durumlarına göre dört mertebe sahibidir.

·        1 — Bunlardan bir kısmı arzusu ve iştiyakı çoktur ve cennete susamıştır. Bunlar büyük insanlar olan, Resuller, Enbiya ve evliyadır.

·        2 — Cenneti arzular fakat, iştahı ve iştiyakı olmaz, bunlarda mânâları hislerinde galebe çalan Hak Teâlâ’nm hal ehli insanlarıdır.

·        3 — Cenneti arzular fakat oraya hemen gitmek istemez. Bunlarda müminlerin asileridir.

·        4 — Cennete gitmeyi arzulamayan ve ne de ona istek ve iştahı olan insanlardır. Bunlar din gününü yalanlayanlar, ahire-te inanmayan kimselerdir. Hissi cenneti de sözleriyle reddedenlerdir.

Şunu bilki Cennetler üçtür:

·        1 — İhtisas Cenneti: Dünyayı anlamayan, amelleri olmayan, 6 yaşma kadar olan çocuklar girer. Fakat Hak Teâlâ istediğini buraya sokar. Meselâ akıllanmayan deliler buraya girer ve yine buraya ilmi ehl-i tevhit ve feterat ehli girer. Yani iki peygamber arasında gelenler, peygamberlerin davetini almayanlar.

·        2 — Miras Cennetidir: Daha evvel bahsi geçen müminler buraya girer, burası daha evvel ateş ehline ayrılmış olan cennettir.

3 — Ameller Cennetidir: İnsanların amellerine göre kendilerinin ineceği Cennettir. Cenneti olmayan hiç bir amel yoktur. Yalnız ameller birbirine nisbetle artar eksilir. Buna göre amel sahipleri Cennette yerini bulmuş olur.

Sahibinden nakil edilen bir hadisten haber aldığımıza göre Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz Bilâli Habeşi-ye: Ya Bilâl! Hangi sebeple benden evvel Cennete vardın, hangi köşesine varsam ve yürüsem önümde senin hışırtını duyuyorum. Hazreti Bilâlî Habeşi de: Ya Resulullah, yeni bir şey icad etmiş değilim abdest alır almaz hemen iki rekât namaza dururum, demesi üzerine, Resulüllah efendimiz ona evet sebep bu-dur buyurmuşlardır, işte buradan bunun amel cenneti olduğunu anlıyoruz. Resulü Ekrem yine Bilâlî Habeşiye: İki elimin arasında önümde, yanımda her vakit ve anda, adeta benimle yarışır gibi etrafımda dolanmanın sebebi nedir, diye sorar, Bilâl de sebebini anlatır, doğrudur bunlarla benden ilerdesin buyururlar.

Bu fiillerde bulunanlar, farz, nafile ve hayır işi yapanlar, muharrem ve mekruhu şere göre tatbik edenler işte bu cennete girer, oradaki nimetlere kavuşur.

Buraya girenler arasında daha imtiyaz sahibi olanlar vardır. Bunlar bu gibi amelleri daha fazlasile yapan yaşlı olanlardır. Fakat İslâmlık ve taatte amelleri denk ise ileri yaşta olanlar daha az yaşta olanlara nisbetle daha üstün tutulurlar. Çünkü ileri yaşta olanlar diğerlerine nisbetle bu işte daha fazla amel sahibidir. Vakit ve zaman bakımından, Ramazanda, Cuma gününde, kadir gecesinde Zilhiccenin onunda, Aşure ayındaki ameller ve bunun failleri, yine bunları vakıflarında yapmayanlara göre Cennetteki yerlerinde üstünlüğü ve rüchaniyeti vardır.

Ayrıca mekan ve yer bakımından efdal olan ameller vardır ki cennetde de failleri üstün mevkie getirilir. Meselâ: Namazını Kâbede kılanın, Medine’deki mescitte namaz kılandan daha af-daliyeti vardır. Medinede namaz kılanın Mescidi Aksada namaz kılandan Efdaliyeti vardır. Mescidi aksada namaz kılanın diğer mescit ve camilerde namaz kılana afdaliyeti vardır. Cemaatla namaz münferit kılman namazdan daha efdaldir. Bu da hal bakımındandır.

Ve yine Hak Teâlâ bütün amelleri birbirinden efdaliyetli yapmıştır. Meselâ, kendi riza ve merhametiyle sadaka veren, istemiyerek ve merhametle sadaka verenden efdaldir.

Ehli beytten şerefli olan bir kimseye verilen bir hediyenin, şerif olmayan birisine verilen hediyeden daha efdaliyeti vardır. Tercih ve efdaliyetlere size bir çok misaller getirdim. Hak Teâlâ tarafından gönderilen elçilerin de Cennetteki efdaliyetleri ihtisas Cennetinde zuhur eder.

Amel bakımından hal ve vaziyete göre onlar amel Cennetin-deler, bazı insanlar aynı vakit ve zaman içinde bir çok ameller yapar. Zekâtında, namazında, zikrinde kulağını ve kendini o amele sarf eder, göz ve nazarını zemanma göre harcar, elini sadakasında namazında zikrinde niyetinde harcamış olur. Bunların hepsi bir vakıtta yapılır, hiç şüphesiz bu fiillerinde ayrı ayrı yapılanlara nisbetle efdaliyetleri vardır.

Resulüllah efendimiz sekiz. Cennet kapısının hangi birinden girmek istediğini Ebû Bekre sorunca, Ebû Bekir elsıddik radı-yallahü anh hazretleri: Ya Resulüllah, bu sekiz kapıdan aynı anda girilmez mi? diye sorunca: Allah’tan dileğim bu şekilde girenlerden biri olasın buyurmuşlardır... Bu yönde de Ebu Bekir hazretleri aynı anda bütün kapıları ilgilendiren bir çok amellerin yapılabileceğini imâ ve anlatmak istemiştir. İşte burada da ahiret neşetinin ne olduğunu öğrenmiş olursun. Burası dünya Cennet ve haline hiç bir suretle benzemez.

Ahiretteki yaradılış hissi yaradılıştan daha kuvvetlidir. Bu hilkatin dünyadaki kesafetiyle, dünya evinde bunun tadını almıştık, insanın zafiyeti bir çok yerde ayrı ayrı bulunur, işte bu hali insanlar uykuda ve rüyada bulurlar.

Kendi nefsime ait, kendim bir rüya görmüştüm, bunu Allah’tan bîr müjde olarak kabul ettim. Bu Peygamberlerimizin Hadisine Uymaktaydı. Resulüllah: Peygamberler arasında benim gibisi tek bir kerpiç yeri kalıncaya kadar dıvar, bina eden kişiye benzer ki bu kalan bu kerpiç benim, benden sonra ne bir elçi ve ne de bir peygamber gelecektir.

Hakikat halde o son Peygamber olmuştur. Duvar denildiği vakit akla kerpiç gelir, burada Peygamberliği duvara, Peygamberleri de kerpice benzetmesi yerinde ve çok güzel bir örnektir. 599 senei Hicriyesinde Mekkede idim, bir gece rüyamda Kabe duvarlarının kerpiçle bina edildiğini gördüm, burada kullanılan kerpiçlerin cinsi, altın ve gümüş idi, yapıcılar bir kerpiç altın ve bir kerpiç gümüş kullanarak duvarı bina edip tamamlamışlardı, bende hayran hayran ve bir zevkle bu güzelliği seyrediyordum.

Bana yakın olan Rüknü Yemani ile Rüknü Şami tarafına dönünce o taraftaki duvarda biri gümüş diğeri altın iki kerpiç yerinin en üst iki sırada boş ve eksik kaldığını gördüm. Kendi nefsimi o anda bu boşlukları doldurduğumu gördüm. O anda o iki eksik kerpiç ben olmuştum böylelikle eksik tamamlanmış ve duvarın inşası bitmişti. Kâbede eksik bir şey kalmamıştı. Bütün bunları ayakta görüyorum, ve ayakta olduğumu biliyorum. O iki kerpicin kendim ve zafiyetim olduğunu görüyordum.

Kendime geldiğimde Hak Teâlâ’ya şükranda bulundum, bu rüyayı şöyle tabir ettim, Hak Teâlâ beni Peygamberler ve elçiler safında ve onların bir tabiî olarak bana bu rüya ile tecelli ettirdi. Belkide evliyalığı benimle sona erdirmiş olması ihtimali vardır, Allah ikramcıdır ve Azizdir.

Peygamberimizin Hadisi şerifiyle bu gördüğüm rüyanın bir başkası görmüş gibi yaparak tabiri için Mekke’nin bu işle uğraşan tariki dünya bir alimine baş vurmuştum. Bana bu rüyamın tevilini bildirdi, bu tabir ve tevil benim düşündüğüm gibi çıkmıştı, Hak Teâlâ’dan bunu bana bağışlamasını dilerim. Şunu bilki, ameller Cenneti 100 basamak yukarı, Cehennem ise 100 basamak aşağı doğrudur. Cennet ve basamaklarının her birinin bir çok durakları vardır. Kuran ve şehadet hakkıyle en hayırlı ümmet olarak çıkan Muhammet ümmetine ait olan bu durakların, diğer ümmetlere verilen Cennet duraklarından efda-liyetini söyleyelim. Bu sekiz sınıf Cennet’in her birinde 100 basamak vardır beher basamakta Cennet içinde bir Cennet’tir. Bu basamakların en üstü Aden Cennet’idir ki, bu cennetlerin başkentidir. Burası sık ve kalabalıktır, Cennete girebilen ve Hak Teâlâ’yı görmek için gelen halkla doludur. Padişah sarayı gibi burası Cennetlerin en yükseğidir.

Etrafı sekiz surla çevrilmiştir. Her iki sur arası bir Cennettir. İkinci cennet Firdevs” Cennetidir. Bu Cennetlerin ortası dır ve adenden sonra Cennetlerin en efdalıdır. Ondan sonra Huld Cenneti gelir, daha sonra Naim Cenneti, Elme’va Cenneti, Da-rüsselam ve Darülmakame Cenneti gelir. Ve son olarak ta El-vesile Cenneti gelir ki adendeki Cennetlerin en yükseğidir. Burası Resulullah efendimize tahsis edilmiştir. Bunu Hak Teâlâ onu ümmeti hakkında şefaat duası yaptığı için hediye edilmiştir.

Bizlerde onun sayesinde Hak Teâlâdan mutluluk kazandık. Biz insanların en hayırlısı ümmeti olarak çıkarıldık, kavli şeri-file bu hayırlı ümmetimizle ümmetlerin sonunu getirmiştir. Cennet basamaklarının her basamağı ayrı ayrı 5105 kısma ayrılır, bu-daha çok olurda eksik olmaz.

Keşif ehli ittifakla anlaştığına göre bu basamaklardan ümmeti Muhammediye diğer ümmetlerden ayrı ayrı olarak tahsis edilen basamaklar 12’dir. Buna başka millet ve ümmetler iştirak edemezler.

Bundan evvel Resulullah efendimize sair Enbiyaya nisbetle ahirette nasıl bir şefaat efdaliyeti verildiğini söylemiştik. Bu dünyada altı husustan birini dahi Hak Teâlâ hiç bir Peygambere vermediğini Müslim Ellhaccac sahihinde zikreder. Bu altı husus şunlardır: Umumî risalet, ganaimin tahlili, korku ile zafer kazanma, bütün arzın ona mescit olarak verilmesi, dünya toprağının temizlenmesi, yer hâzinelerinin verilmesi gibi, kimseye nasip olmayan ve verilmeyen, şeylerin ona verilmesidir.

Şunu bilki Cennet ehli dört sınıftır:

·        1 — Elçiler yani peygamberlerdir.

·        2 — Evliyalar, beyyine ile peygamberlerin tabileridir.

·        3 — Müminler, evliya ve Enbiyayı tasdik edenlerdir.

·        4 — Alimlerdir, akli isbatlarla Allah’ı tevhit eden, ve

“Lâ ilâhe illâ hüve.”

diyen âlimlerdir, âlim diye kast ettiğim bunlardır.

Bunlar hakkında Hak Teâlâ der ki:

 “Yerfei'llâhüllezîne âmenû minküm vellezîne ûtüli'lme derecâtin.”

Hak Teâlâ iman edenlerle bu babda ilimle bezenenleri basamaklara çıkararak yükseltir.

Allahı tanıyıp bilmek için iki yol vardır, bu iki yoldan gayri Allahı tevhit edenler mutlak surette taklitçidirler.

·        1 — Birinci yol keşif yoludur. Bu zarurî bir ilimdir, insan bunu keşfi esnasında nefsinde bulmuş olur. Bu şüphe kabul etmez başkaca bir isbatı yoktur. Nefsinde bulunan budur. Bazıları keşfi esnasında isbat ye delil bulur, isbatsız ve delilsiz hiç bir şey bilinmez, muhakkak bir isbat ve iz bulunması ve dayanılarak keşif edilmesi elzemdir derler. Bu yönü Fas’da iken şeyh Ebu Abdullah elkittani hazretlerinden duymuştum, Bunu kendi halinden haber vererek doğruladı ve böyledir dedi. Bunun böyle olması icab eder ve hatasız olduğunu söyledi. Başkaları bunun nefislerinde delaili keşif etmeden karar ve hüküm vermeyi bir zevk olarak bulurlar. Bu keşif ilmini İlâhi bir tecelliyle kazanmış olabilir. (Peygamberler ve bazı evliyada olduğu gibi)

·        2 — Bu yol burhan-ı akli ile fikir yolu ile neticeye varmaktır. Bu yol öteki yoldan daha aşağı derecededir. Ve daha başkadır. Çünkü burada nazar sahibi kişi isbat ve delilinde zorlu şüpheler içine girmiştir. Bunu keşfetmek için uğraşır hakkın vechini araştırır. Bir yol daha vardırki, bu yolda yürüyenler, Allah’ın vahdetine şehadet eden ilim sahibi kimselerdir. Bunlardan sivrilmiş olanların tevhid ilminde fazla bilgi ve görüş sahibi oldukları muhakkaktır. Bunların isbat ve delilleri ehli keşfin bazısında görülür, işte bu dört taife Aden Cennetlerinde temayüz ederler: Beyaz kum tepelerinden bulutlar içinde gelen Hak Te-âlâyı bunlar görürler. Bunlar orada dört makamdadırlar:

·        1 — En yukarı makam taifesi, Minber sahipleridir ki elçi ve peygamberlerdir.

·        2 — İkinci makam taifesi, Peygamberlerin varisleri olan evliyalardır. Allah’ın beyan ettiği bu kişiler, İlâhi aile ve arşın dostlarıdır.

·        3 — Üçüncü makam taifesi ise aklî burhan ve görüş sahibi hak teâlânm âlimleridir.

·        4 — Dördüncü makam taifesi ise, tevhiddeki taklitçi müminlerdir, bunlar aklı nazari sahibi alimlerden hasırda, daha ileridir.

Hak Teâlâ ibadma umumî bir ziyaretle tecelli etmek isterse, Hakkın münadileri bütün Cennetlerde: Ey Cennet ehli, Azamet ve minnet sahibine, yakın ve pak mekân sahibine, ulu nazar sahibine selâma durun, karşılayın! Rabbinizi görmeye koşun. Bunun üzerine bütün Cennettekiler, Aden Cennetine doğru koşup girerler, her taife kendi mertebe ve derecelerine göre yerlere otururlar, yemek sofralarının kurulması emredilir, ne dünyalarında ve ne de bulundukları amel cennetlerinde görmedikleri özel sofralar önlerinde hazırlanır, o kadar nefis yemekler verilir ki, bunları ne evlerinde ne de başka bir yerde görmüş ve yemiş değillerdir.

Bu yemek şöleninden sonra ne hayatlarında ve ne de sonradan giymedikleri nadide elbiseler kendilerine giydirilir.

Bu ciheti yüce Peygamberimiz onaylayarak der ki: Evet gözün görmediği kulağın işitmediği, hiç bir beşeri kalbin aklına gelmediği şeyler giyerler. Buyurmuşlardır. Bundan sonra oradaki beyaz miskten toplayarak kendi Cennet evlerine dönmüş olurlar.

Özel amelin meyvesi İlâhi güzelliği görmek olmayıp, Cennet nimetlerine kavuşmaktır, gaye ve hedef bu idi, bu yönleri açıklamıştık.

Bu şölen esnasında, aniden bir nur gözlerini alınca, cümlesi secdeye varırlar, o sırada o ışık zahiren gözlerine ve batmen basiretlerine girmiş olur, vücudlarınm en ince ufak akşamına kadar rabbm bu güzellik nuru nüfuz ederek içlerini doldurmuş olur.

O sırada oradakilerin tümü göz ve kulak kesilmiş olur. Yön ayrıntısı yapmadan kendi zatında onu görür onu işidir, işte bütün bunları tümü ile onlara O nur vermiştir ki bununla müşahedelerini yapmış olurlar. Bu sırada onlara Allah’tan bir elçi gelerek onlara: Rabbinizi görmek için hazır olsun, işte sizlere görünüyor demesi üzerine tümü onu görmek için hazırlanır.

Hak Teâlâ kendini üç örtü arkasından gösterir ve görünür. Bu üç hicap şunlardır:

1 — îzzet hicabı

2— Azamet hicabı (ve büyüklük)

·        3 — Ululuk hicabı (yükseklik)

Oradakilerin kendilerinde bu hicablara bakmak cesaret ve kudretleri olmadığından, Hak Teâlâya bakamazlar.

Hak Teâlâ en büyük hicapcıya, îbadımm beni görmesi için aramızdaki bu hicabı kaldırın? buyururlar. O sırada Hak Teâlâ tek örtü arkasından kendisini o güzel ve ince adile göstermiş olur. Oradakilerin tümü onu görür ve üzerlerine kolaylık nuru yağar, Rabbm güzelliği onları şaşırtmıştır, bu güzellik nuriyle onlar da parlamış olurlar.

Şeyh Nakkaşın Hadisinde, Resulüllah kıyamet durakları hakkında Hak Teâlânm: Ey İbadım, sizlere selâmım olsun, siz-lere merhaba, Allah’ın sizlere selâmı var, yaşayan ve ebedi olan Rahim olan Rahmanın sizlere selâmı var; ebedi ve mutlu olarak içeriye girin. Cennet sizleredir, nefislerinizi burada bulunan nimetlerle doldurun, ve iyi edin. Mükrim olandan sevab alın, ve ebedi kalın! İşte sizler imanlı mü’minlersiniz, bende her şeye hâkim olan iman sahibi Allah’ım! Adlarımdan birini parçalayıp size dağıttım, artık sizler için korku yoktur, sakın kederlenmeyin, sizler benim evliyamsmız komşum ve dostla-rımsmız, benim maiyetimsiniz, muhabbet ehlimsiniz, benim evimdesiniz!

Ey Müslüman kullarım, siz Müslüman ben de selâmım, evim de selâm evidir, sizlere yüzümü göstereceğim, yüzümdeki hicabı kaldırıp sizlere tecelli edersem bana hamdedin, utanmadan sıkılmadan emniyet ve selâmetle evime girin, bana cevap verin, etrafımda oturunki yakından beni göresiniz, sizlere hediyelerimden hediye vereyim, sizleri mükâfatlarımla sevindireyim, güzelliğimle sizleri bayıltayım, mülkümden size mülk vereyim, gülüşümle sizleri memnun edeyim, kendi elimle sizi örteyim, ruhumu sizlere koklatayım, işte vaktiyle korkarak sevdiğiniz Rabbmız benim! Ben bütün vasfı Celâlunla sizden memnunum ve sizi severim, nefisleriniz ne dilerse, gözleriniz neden hoşlanırsa hepsi bende vardır, ne arzu ederseniz vereceğim, sakın utanmayın ve uzak kalmayın, işte zengin ve cömert olan Allah benim, vefa ve sıdık sahibi benim, evimi sizlere mesken yaptım, Cennetimi sizlere helâl kıldım. Zatımı sizlere gösterdim, işte elim üzerinizdedir, size uzanıyor size bakıyorum. Gözümü sizlerden ayırmıyorum.

İstediğinizi bana sorun, ben sizin için hem celis ve hemde enisim. Artık miskinlik yoktur keder yoktur, hastalık ve ihtiyarlık da yoktur. Kötülükte yoktur, siz ebedi buranın sakinlerisiniz. Buranın eşraf ve büyüklerisiniz. Sizler ki itaat etmiş yasaklarımı tutmuştunuz, ihtiyaçlarınızı bana bildirin ki size temin edeyim!

Cennet halkı bu İlâhi hitap karşısında hayran ve sevinç içinde: Bu ne bizim umduğumuz ve ne selâmetimiz değildi. Bizler yalnız senin cemalini görmek ve rızanı almak isteriz başkaca hiç bir şeye ihtiyacımız yoktur ya Rabbımız dediler. Bunun üzerine Hak Teâlâ:

İşte size yüzümü gösteriyorum! Bakın ve kendinizi müjdeleyin. Rızam hepinizin üzerinde olsun. Kalkın zevcelerinize gidin, boyunlarına sarılın ve nikahlanın. Çocuklarınızla eğlenin ve gülün. Evlerinize odalarınıza bahçelerinize girin, hayvanlarınıza binin. Minderlerinize ve yataklarınıza yaslanın, sırdaşlarınızla komşularınızla tanışın ve muhabbet edin. Rabbinizin vereceği hediyeleri kabul edin. Elbiselerinizi giyinin, meclislerinize de konuşun, karanlıkta değilsiniz gaileniz kalmamıştır, mevcudiyetimin yakınınızda olmasından sonsuz emniyettesiniz.

Buradan Kevser ve Kafur nehrine gidiniz!, tesirim, Selsebil, ve Zencebil isimlerindeki saf ve temiz olan su ile yıkanınız, sonra orada kurulan yeşil renkteki çadırlara giriniz, yüksekçe kurulan yataklarınıza uzanın burada sonsuz bir gölge, akan sular, yasak edilmemiş ve henüz koparılmamış yemişler vardır, onlardan koparıp yiyiniz. Buyurmuşlardır.

-Bundan sonra Resulü Ekrem şu âyet-i celileyi okumuştur:

“İrme ashabelcennetilyevme fî şugulin fâkihûne hüm ve ezvâcühüm fî zilâlin a'lelerâiki

Müttekiûne lehüm fîhâ fâkihetün ve lehüm mâ yedde-ûne selâmün kevlen min rabbin rahîmin.”

Bundan sonra şu âyet-i celileyi tilâvet etmişlerdir:

“Ashabülcenneti yevmeizin hayrün müstekirran ve ahsenü mekîlen.”

Kıyamet hakkmdaki Eba Bekir Elnakkaşm hadis nakli burada bitmiş olur. Hak Teâlâ bu hitaptan sonra yüzündeki örtüyü kaldırır ve ibadma görünür. Tümü secdeye varırlar. Hak Teâlâ onlara: Başınızı kaldırın burası secde yeri değildir. Ben sizi secdeye değil görmeğe davet etmiştim. Bundan sonra bir diyeceğiniz var mı ? Buyururlar.

Onlar: Ya Rabbımız. Sen bizleri Rıza evine aldın, Cehennemden kurtardın, bizi kendine komşu ettin, kereminle bizi giydirip süsledin, ve en nihayet bize yüzünü gösterdin derler.

Hak Teâlâ, daha var, buyurur. Onlar: Bu ne olabilir diye sorarlar? O da: Hakkınızda Rızamın sürekli olmasıdır, bunu sizden esirgemeyeceğim. Bu ne güzel bir söz ve ne güzel bir müjdedir. Allah cümlemize bunu kısmet etsin.

Hak Teâlâ ilk önce konuşmasiyle bizi yaratmıştır. Ol demiştir, olmuşuzdur. Ve bunu biz duymuşuzdur. İşte Cennette de sonunu kendi sesiyle ve emirleriyle kapamıştır. Bu insanlar için büyük bir müjde olmuştur.

Şunu bilki, son rahatlık ve rahmet hepsi Cennettedir. Rahmet bedeni bir emir veya hal olmayıp, ancak rahmete kavuşanın lezzet duyduğu ve hoşlandığı ruhî bir haldir.

Cennetin içi nimetlerle dolu olduğundan buradakilerin tümü bolluk içindedir. Cennettekilerin hareketlerinde hile yoktur, yalan yoktur, amellerinde meşakkat yoktur.

Yalnız Cennettekilerde uyku rahatlığı yoktur, çünkü uyku orada ateş ehline verilmiştir, bu yüzden Cennet’tekiler uyuyamazlar, uyumak nimetinden yoksundurlar. Uyku rahatlığı Cehennem’de yananlara verilmişdir ki, bu azap bitinceye kadar, ve ateşleri sönünceye kadar bu uyku devam ederek o müdhiş ızdırap ve acıyı duymazlar, o ateş içinde böylece yanarak vakitlerini doldururlar.

Buradan anlaşılır ki ateş hiç şüphesiz hissidir. Esasen ateşin his vasfı yoktur. Ateş bu vasfı kabul etmez, kıyamet günü Cehennem cisimlerle dolacağından bu vasfı alır:

“KüIIemâ habet ve zidnâhüm segîran.”

Bu âyetin mânâsına nüfuz edince, ateş içindeki cisimlerin kendi kendine yanmakta oldukları, anlaşılır. Bunlar söndükçe yanması kendi kendine arartar ve başlar. Hak Teâlâ’nm buyruğu budur. Yoksa bu cisimleri yakmak için sönen ateşe ateş ilâve edileceğini Hak Teâlâ söylemiyor.

Bunun mânâsı, Cehennem’de yananların ateşi içlerindedir, işte bu en şiddetli his azabı ki, mânevi azaptan onları uzaklaştırmış olur.

Duyguları bakımından, zahiri görünen ateş hafifleyip rahata kavuşacakları an, Hak Teâlâ içlerine kötü amellerinin fikirlerini musallat ederek onları tekrar tutuşturur.

Şayet verilen İlâhi emirleri suiistimal etmemiş olsalardı, içlerinde bu azap olmayacak ve kendileride mutluluğa kavuşacaklardı. Bu yönden aklımdan bunlar geçerek şunları söyledim: Bu sizlere ateşin ne olduğu anlatırsa ne mutluyum:

Türkçesi:

“Ennâru narani narunkülleha lehebun Ve narun manâ âlâ elervahi tatlau Vehiyye elleti ma lehâ sefaun velâ lehebun Lâkin leha elemun fî elkalbi muntabiun.”

Ateş ikidir biri Alevdir

Biride mânâda ruha Ateştir

Birinin rengi, Alevi olmaz

Bununla kavrulan yalnız yürektir.

İşte böylelikle Hak Teâlâ Cennet ehline kendilerinin ummadıkları nimet ve rahmeti verir. Onların vehim ve temennisi mânâ ile olmuştur. Yani mânâ temennisidir. Hissi olmuş ise bu hissedilmiştir demektir.

İhtisâs Cennetinin nimeti insanın bu dünyadaki vehminin mükâfatı olmuş olur.

Akıbetinin ateş olacağını bilseydi, Allah’ına karşı asi bir kul, olmaz, taat ehli salih bir kişi olur, ve mutlulara iltihak ederdi. Fakat inayeti ilâhiyye dünya evinde hükmünü yürütmüş ve onu bu güzel yoldan geriletmiştir, işte dünyadaki her vehim ve temenni, Cennette ona bir mükâfat olarak verilmiş olur. Vehmi ve temennisi yüzünden Allah onu dünyada fena amellerden korumuş sonunda rahata kavuşturmuştur.

Bunları anlattığımızın sebebi şudur, Resulüllah sallallahü aleyhi ve sellemden naklen gelmiştir ki: Bir kişi vardır ki ne bedeni kuvveti ve ne de malı vardır, köleleri azat eden, sadaka veren, halkın muhtacına koşan, mescit ve camiler yaptıran, bedenen kuvvetli, ibadetini rahatlıkla yapan bir adamı görür.

İşte bu hasta ve fakir adamın içinde kıskançlık değil, bir hasret ve temenni doğar, onun gibi olmayı ister, işte Peygamberimiz bu netice üzerindeki mütalâasını söyler, her iki adamın ecri ve sonları birdir buyurmuşlardır.

Çünkü birinin hulus ile temennisi, diğer amel sahibinin ameliyle denk gelmiştir. Bu sebeple Cennette bu zaif kişiye bir nimet ve rahmet verilir, temenni ve arzusuda olmuş olur. Dünyadaki temennisi olmasaydı Cennette bulduğu nimetleri daha lezzetli ve kuvvetli bulur ve daha mutlu olurdu. Şayet bu kişi dünyada iken bu temennisine kızıp reddetmiş olsaydı, ona ahi-rette verilecek nimetler daha yüksek ve çok olurdu.

İhtisas Cennetinde bulunan nimetler, kişinin vehim ve temennilerinden yaratılarak makul amel ve vehimlerinin mükâfatı olarak oraya konmuştur.

Temenninin dünyada hiç bir şekilde vücud bulması ve meyve vermesi mümkün değildir. Bu sözlerimizle ihtisası anlatmak istedik.

İkinci ihtisası istersen, bu ne tevehhümden ve ne de temenniden olur. Birinci ihtisasta ise temenni ve tevehhümün ne olduğunu gördük ki, bunun dünyadaki temenni ve tevehhümün cezası olduğunu anladık.

Kötü ve makbul olmayan nimetlerin bir faydası olmaz, fakat sahibi bununla nimetlenmiş olur. Malda hâlâ gözü ve hasreti vardır. Hak Teâlâ derki:

“Ve gurinnekümülemâniyye hattâ câe emrullâhi.”

Şer ve hayır arasında bir tefazul yoktur, kafirin düşündüğü ve umduğu hayır ona küfürle geri döneceği cihetle vücutça va-kii ve mahsus olacağından Cennet ehlinin hayri daha iyi ve daha tercihli olmuş olur.

Allah doğruyu söyler ve hidâyete erdirir.

CEHENNEMDE EN ÇOK AZAP GÖRENLERLE BİR KISIM ULVİ YARADIŞLAR HAKKINDA BİLGİLER

Hak Teala hepimizi korusun: Cehennem denilen yer en azametli ilahi hilkattir. O ahiretin ceza evidir Müşrikler ve muat-taladan olanlar burada hapis olunurlar.

Burası iki taifeye mahsustur. (Makame) Evine kâfirler münafıklar ve müminlerden büyük günah işleyenler girer.

Hak Teala :

“Ve cealnâ cehenneme lilkâfirîne hasîran”

Cehennemi kâfirlere tahsis ettik, der. Azaptan sonra bunlar aradan şefaatle çıkarılır

Buna Cehennem adının verilmesi, derinliğinin fazla olmasındandır. Buna derin kuyu veya dipsiz kuyu adı verilir. Asıl ismi Cihnamdır. Buradaki elif hazfedilerek cehennem olmuştur

Ateş derecesi çok yüksek olduğu gibi soğuk derecesi de çok düşüktür, öyle ki, bu sühunete hiç bir şekilde dayanılmaz.

Cehennemin üst kısmı ile dibi arasındaki zeman ölçüsü 70 senedir. Bu Cehennemin halen mevcudiyeti hakkında insanlar birbirile münakaşa halindedir. Tartışmaya değer bir mevzu olduğundan oldu-bitti bu mevzu konuşulur. Bu mevzuu tartışan iki taifeden biri Cennet ve Cehennemin mevcudiyetini delail ve burhan serd etmeden red ederler.

Fakat biz ve ehli keşif olan dostlarımız, bunların her ikisinin de halk edilerek hazırlandığını, çift olarak yaradılmış olmadıklarını, ve halen var olduğunu delaili ile söyler ve isbat ederiz

Bir düşünceden bir fikir doğar, bu fikirden de söz doğmuş olur. Bu fikir bir ev yapmak ister en evvela dört duvarını inşa eder, bu duvarlar olunca ev yapıldı denir, içeri girilirse yer gök ve duvarlar görünür, bundan sonra ihtiyaca göre odalarını mahzenlerinin, zindanını, ve burada kullanılacak ne varsa yapar ve hazırlar, ayrıca bir bölümünde sıcaklık evi ilâve eder, burası havası daimi yanan bir yerdir, koru yoktur, burada kor olarak insanlar ve dünyada tapılan putlar heykeller vardır, bu ateşin alevi ise Ecinnilerdir. İşte bu anlattığımız yer ve inşa edilen yer kıyamet gününde göreceğimiz Cehennemdir.

Hak Teala,

 “Ve kûduhannâsü velhicâretü.”

Yakılacak malzemenin insan ve taş olduğunu bizlere haber veriyor. Veyine derki :

“İnneküm vemâ ta'büdûne min dûnillâhi hasabu cehenneme.”

Ve yine:

“Fe kübkibû fîhâ hüm vel gâvûne ve cünûd iblise ec-maûne.”

Dünyadaki ateşe müstahak olanlarla iblisin ve maiyyetinin buraya atılacağı bildiriliyor.

İşte bu. Cehennem öküz burcu ile birlikte yaratılmıştır. Cehennem halkıda şekil ve sıfatiyle öküz ve mandaya benzerler. Bunun böyle olduğunu Şeyh Ebulhakem bin Bercan, kendi keşfinde görmüştür. Bazılarına da yılan şeklinde belli olmuştur ki Hak Tealamn bunları böyle yarattıklarına kani olurlar Mesela böyle görenlerden biri de Ebülkasım bin Kusa’dır.

Hak Teala Cehennemi yarattığı vakit zühal kevkebi öküz burcunda idi, kızıl güneşte yay burcunda, diğer cevherlerde keçi burcunda idi.

Hak Tealamn Cehennemi müslimin hadisinde kendi kavlile şöyle anlatılır: Acıktım! Beni doyurmuyorsun, susadım beni içirmiyorsun? Hastalandım, beni yoklamıyorsun, diye cehenem böyle seslenir.

İşte Hak Tealamn ibadma lütuf ve keremi bakımından en azametli iniş ve tevazuu bu sözdedir, işte bu hakikatten Cehennem yaratılmıştır, Allah cümlemizi bundan korusun.

İlahi gazabın neticesi olarak içindeki ıztırap ve elemlerile Cehennem zalimlerin ve kendini Allah gibi gören kibirlilerin yeri olmuştur.

Bu azap ve elem ve Cehennemin faaliyeti ins ve cinden halk edilenlerin buraya girmesile başlar.

Şayet buraya kimse sokulmamış olsa, ne Melaikelerin ve nede Cehennemin nefsinde bir elem his edilir ve azapta duyulmaz, Cehennem zebanileri de Allahın zikir ve rahmetine dalar daimi onu teşbih ederek hiç bir şekilde iftirada bulunmazlar. Hak Teala onlara: Sakın orada fazla zulüm yapmayın sonra gazabıma uğrarsınız, gazabımı alan yok olmuş olur. Hak Teala burada hiddet ve gazabını, Cehenneme ve zebanilere yükler. Şayet bu gazabı ilahi onlara inmiş olursa bu yer onların ebedi meskeni olmuş olur ki, bunlar bu gazap için yaratılıp oraya indirildiği cihetle, Hak Tealadan da onlara gazaptan başka bir şey inmez.

Buradaki gazabı ilahi, bizim duyduğumuz elem ve acıdır. Marifeti olmayan ve bizim yolumuzda düşündüklerini ve yürüdüklerini iddia eden kısa görüşlü softaların münasip kuvvetlerin temessülü yönünden, Cehennemin ilahi kahırdan yaratıldığını söylerler.

Burada Kahredici, Cehennemin Rabbidir. Ve tatlı ve yumuşak görünen ve bilinendir. Söyledikleri doğru olmuş olsaydı, kendisi bizzat zalimlere musallat olur, kendi nefesile burayı çalıştırırdı. Ve artık ona, fazlası var mı? Diyen ve birbirini yedi diyen kimse bulunmazdı. İşte o vakit herşeyi geniş rahmeti içine alan Hak zail olmuş olurdu.

Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem’den naklen gelen rivayete göre: Eshabi, ile bir gün mescitte otururlarken şiddetli bir sarsıntı duyulur. Oturanlar ürkerler, Resulüllah efendimiz bu sarsıntının ve gürültünün neden ileri geldiğini bi-liyormusunuz? Diye sorunca: Eshab: Bunu ancak Allah ve Resulü bilir diye cevap verdiler. Bunun üzerine, bu bir taş parçasıdır ki yetmiş sene evvel Cehennemin ağasından içeri atılmıştır, şimdi bu taş Cehennemin dibine çarparak bu sarsıntıyı yapmıştır. Buyurmuşlardır.

Bu sözünü henüz bitirmemişti ki mescide yakın bir yerden bir feryadın koptuğunu duydular, orada 70 yaşında bir münafı-kın öldüğünü anladılar, bu sırada Resulüllah Allahü Ekber, Al-lahü Ekber diyerek tekbir getirmiştir. Esbabın ileri görüşleri de düşen taşın bu münafık olduğunu doğduğu günden Cehenneme atıldığını, 70 seneden beri bu cehennem içinde hedefine varmak için yuvarlanmakta olduğunu, ölünce hedefine ve cehennemin dibine vardığını anlamışlardı.

Hak Teala der ki :

“İnnelmünâfikîne fidderkilesfeli minennâri.”

Münafıklar cehennem ateşinin dibindedir. İşte bu sarsıntının duyulması gerek eshab için ve gerek başkaları için büyük ve iyi bir ders ve ibret olmuştur.

Dikkat buyurun burada Resulüllahm söz ve işareti ne güzel ve ne incedir. Hak Tealadan bana da böyle bir olay hissettirmesini diledim! Evet bana da Cehennemdeki münafıkların düşmanlıklarını gösterdi.

Hak Teala :

“Kâlû ve hüm fihâ yahtesimûne tallâhi in künnâ lefî dalâlin mübînin lidilalahum ve el hemahum

İz nüsevvîküm birabbilâlemîne ve mâ edallenâ illel-mücrimûne.”

İşte bunlar ateş halkıdır. Ve oranın sakinleridir.

Hak Teala bunlar hakkında;

 

“Vemtâzülyevme eyyühelmücrimûne.”

Bu ayetten murad oraya girip de çıkmayanlar hakkındadır.

Buradan çıkmayanlar şefaatle çıkanlara nisbetle daha imtiyaz sahibidirler. İşte bu yönü Hak Teala bana keşf ettirip gösterdi. Cehennem ehli arasındaki düşmanlık ve boğuşma, dünyada yapılan münazaralarda birisinin hakikate varmasiyle ona karşı cephe alıp karşı gelmelerine benzettim.

Böyle bir hadiseyle karşılaşırsanız, Hak Teâlânm bana gösterdiği bu Rahmeti hatırlayınız? Ben bu Rahmeti, Peygamberi bir telekki ve teslimiyyette, kitabına, sünnetine vukufumla buldum.

Resulüllahm bu sözünü insanlar bilmiyorlarmı? Peygamber yanında münazaa ve ihtilaf olmaz, bu cihet kitabımızda da işaret edilmiştir.

Böylelikle, Resulüllahın Hadisi okunur ve söylenirken dahi ses ve gürültü çıkarmak, itiraz etmek, sözü kesmek doğru değildir. Hak Teala bu bapta der ki:

 

“Lâ terfeû esvâteküm fevka savtinnebiyyi.”

Bu ayet yukarıdaki sözümüzü teyit eder.

Allaha yakın olanlar, Peygamberin kendi sesi ve sözü ile kendi hadisini bir başka birinin ağzından dinlemek arasında bir fark olmadığını söylerler. Bu hadis bir suale cevap olsa dahi, böyle bir hadis anlatılırken bunun karşısında terbiye ve edep ve sessizlikle bunu dinlemek ve mücadele ve münazaadan uzak kalmak icabeder.

Şayet dinleyici itiraz eder konuşmasile sükûnu bozarsa artık o dinleyici değildir. Sessizlik ve huşu edep ve terbiye mahsulüdür.

Bu sebeple Hak Teâlâ Resulüne büyük bir ahlak ve terbiye vermiştir. Hak Teâlâ’nm Resulüne kavli:

“Ve lâ ta'cel bilKur'âni min kabli en yükdâ ileyke vah-yüh”

dir. Bunun manası da, vahiy gelinceye kadar Kur’an’da acele etme? Ve yine Hak Teala:

“Ve lâ techerû lehu bilkavli kecehri ba'diküm li-ba'din.”

Bununla insanın his etmeden amel sevabının gitmiş olduğunu bize anlatır. Burada insan kendi itiraz ve hücumu ile Hak Te-alanm dininde bir tereddüt yaratmayı düşünür, bu düşünce ona Hak Tealâ’dan gelmiş bir oyun olduğunu şu ayetten anlarız. Hak Teala der ki:

“Senestedricühüm min haysü lâ yaglemûne.”

Ve yine:

 

“Ve mekernâ mekran ve hüm lâ yeşu'rûn.” Buyurmuşlardır.

Akıllı ve nasihat sever bir mümin Hak Teala ve Resulünün sözleri okunur veya söylenirken, susması, kulak kesilmesi ve edebini muhafaza etmesini bilmelidir. Bu konuşulan ve söylenenlerden faydalanmalıdır.

Hak Teala:

“Ve izâ kuriel Kur'ânü festemiû lehu ve ensıtû lealle-küm turhamûne.”

Bu ayette Hak Tealanın hem ricası ve hem de Rahmeti vardır. Bu böyle liken nasıl olur da buna karşı gelinir ve düşmanca hareket edilir, veya çıkarılır, hadisin mana ve anlaşılmasına nasıl mani olunur? Bu ricaya böylemi mukabele edilir? Ben bu ilahi Ricanın öteki bilginlerin düşündüğü gibi vacip olmasını isterim.

Bu yönü muayene ettiğimde Hocada bir fevkaladelik his ettim, ve gördüm. Burada suyun havaya itimat ettiğini, bunun bina inşasında en tuhaf bir şey olduğunu gördüm. Bu iki cevher bir yerde ve bir iz ve seviyede bulunmaz, bu ayrım onu çalıştırmaz, bu görüşle bunları yaratıp ve doğurtan amillerin kahramanını gördüm. Ve anlamış oldum.

Escam ve eşyanın hareket ettiricisi Hak Tealadır. Bu sebeple fiilde izi görülmez diyebiliriz.

Bu görüşte, yumuşaklık ve inceliğin, katı ve kaba olana nis-betle daha kuvvetli olduğunu gördüm. Burada hava sudan daha yumuşak ve ince olduğu şüphe götürmez bir hakikattir. Su havaya kuvvetile karşı gelip havanın tazyikine mani olamaz. Fakat hava daha yumuşak ve ince olmasına rağmen suyun aşağı inmesine mani olduğunu gördüm.

Bu görüşle bir çok bilgiler elde ettim. Ateş yönünden değil, Cehennem olması yönünden bunlardan yanacakları gördüm. İşte bu cehennemde karanlık Elmuzlime denilen yeri gördüm. Sonra tatlılık ve yumuşaklıkla yukarıya doğru su ile itildim, bunu geçtim burada üstün şeyler gördüm, bu ateş ehlinin düşmanlıklarını seyrettim. Cehennemde de birbirine düşmanlık ediyorlardı.

İşte bu çekişme ve itişme onların azabı oluyordu. Cehennemdeki azapları Cehennemden değildir, sakin oldukları ve hapsedildikleri evlerindendir. Hak Teala onlara bu evlerinde istediği an ve zamanda bir elem ve azap yaratır, bu azap Allahtandır, amellerinin neticesi hak ettikleri ilahi adalettir.

Hak Teala Cehennemde 7 kapı yaratmıştır, her kapı bu alemden bir parçadır. Dâhi azap bu kapılara taksim edilmiştir. Bu yedi kapı süresiz açıktır, ancak bunlardan biri kapalı olup hiç bir şekilde açılmaz bunun adı da Hicab kapısıdır. Yani Hak Teala buradaki asi kullarını görmesin diye bu kapı kapalı tutulur.

Her kapıda yedi gök katinin Melaikelerinden bir Melaike bekler, bunların isimlerini orada iken biliyordum, şimdi ise unuttum. Yalnız aklımda biri kalmıştır ki adı İsmail idi.

Bütün ecramı semaviye ve kevkebler kendi parlaklıklariyle görünmez, tümü karanlıktır. Keza güneş ve ayın doğuşu ve batışı, aynen olmuşolur. Fakat ne güneş ve nede ay nur ve ziya vermez. Böylelikle diğer bütün mukevvenatta Cehenneme ve içindekilere yakışır bir şekilde hareketederler. Hak Teala’nm:

“Ennârü yu'radûne aleyhâ gudüvven ve gaşiyyen.”

İşte bu hal ve şekil üzere, bir şey değişmeden devam edip gider.

İşte daha evvel anlattığımız gibi berzah alemindeki gösteri yürüyüşünden sonra, ahiret diyarında da içeri giriş başlar.

Yalnız ecram ve kevakibin Cehennem evindeki hareket ve ölçüleri, dünyada görülen hareket ve ölçülere benzemez.

Oradaki Küsuf dediğimiz güneşin tutulmasını göremeyiz. Çünkü o gözlerimizdeki Kûsuf değil bizatihi kûsufdur. Orada hava da vardır, eksik ölçüden dolayı bu hava görüş ile ışık kavramının arasına girerek gözlerin bu parlamayan kevkepleri görmelerine yardım eder.

Ve yine kesin olarak bil ki, güneş burada bizatihi ışık verir, fakat ayın güneşi kapaması gözün bu ışığı vermesine mani olur. Hüsuf da böyledir Yerine göre bu husuf ve küsufda değişir.

Şekil ve nevine göre Güneşin tutulması ilahi tecelliden olmayıp tutulan cismin korkusundan ileri geldiğini, Cehennemdeki hesabın sonu geldiğinden, Cehennemin kapatıldığım, Cennet ehlininde sabit olan kevkeplerin aşağısından Cennete girdiğini, diğerlerinin esfeli saf iline indiğine inanan cahil ve imanı zayıf bir çok insanlar vardır.

İşte bütün bu sapık düşünceler, şimdi içinde bir mahlûk olmayan bu Cehennemdeki özelliklerin artması sebep olur.

Hak Tealamn kürre-i arzda tesbit ve ta’yin ettiği yerler vardır ki, meselâ Ravzai Mutahhara denilen minber ile kabri şerifi arasındaki kısım ayrıca serin hazırlayıcısı tarafından her nehir veya yer Cennetin olur, geri kalanı da ateşe dönerek Cehennemin olur.

Bu yönden Şeyh Abdullah bin Ömer denizi gördükçe, ne vakit ateşe döneceksin derdi.

Hak Teala’nm:

“Ve izâlbihâru sücciret.”

Yani denizler yanıp kurursa, buradaki manadan ötürü şeyh Abdullah deniz suyu ile abdest almayı istemez, bana teyemmüm daha iyi gelir, der deniz suyundan kerahat duyardı.

Hakikatte Hak Teala bu denizin hakikat yönünü kullarına göstermek istemiş olsa ve bunu örten gizliliği kaldırmış olsa, kullar denizlerin tutuşarak yandığını görürler. Hak Teala istediğini açar, istediğini kapar ve saklar o herşeye kadirdir, kudretine erişen yoktur.

İşte misalini gösterdiğimiz bu gibilerde bir korku görülür, bu korku haram ve helâl şüphesinden doğar.

İşte bu hisle korkan kimse içinde haram olan bir yiyeceği domuz veya bakire bir kız olarak görür, içilecek bir şeyi de hamır yani tahammür etmiş bir içki görür. Fakat bu korku sahibiyle oturan diğer bir kişi bunları onun gibi görmez, ekmeği güzel bir somun, şerabıda tatlı bir su görür. Acaba bu duygular hayal sahiplerinden hangisinin doğru his sahibi olduğunu gösterir. Seri hükümleri bir suret olarak hatırlayıp hisedenlermi veya adet üzere his ve idrak edilenmi doğrudur?

îşte Mutezile’nin mezhebini kuvvetlendiren bu iki naldır. Çirkin olan kendi neisine çirkindir, güzelde kendi nefsine güzeldir.

Doğru bir fikre varış, haram olan şarabı hamır olarak görmesidir. Bu nefsine çirkin olmasaydı, bu keşif sahibini doğrula-mazdı. Şayet onun fiili yemekde de yasakları düşünmek olmasaydı o yemek ona domuz olarak görünmezdi.

Bu fiil mükellefde olmadığı için Hak Teala bu çirkin yasak yemeği yememesi için ona bu yemeğin rengini ve şeklini göstermiş olur.

Şunu kesinlikle bil ki, bunu âdet üzere bir yemek gören, hükmü sert ile kendi arasında bir mania çıkar ki bu maniada çirkinliktir.

Şayet o nesne kendi hal ve vaziyetiyle çirkin olmuş olsada, şeriatı koyanın haberlerdeki kavliyle bunun çirkin veya güzel, iyi veya fena olduğunu tasdik etmez, çünkü ona hilafı hakikat olarak bir haber verilmiştir. Her akıl sahibi ve sözünü bilenler için ahkam hiç şüphesiz İlâhi söz ve haberlerdir.

Burada Hak Teâlâ bizlere nelerin haram veya helâl olduğunun haber vermektedir.

Allah’ı zem edenler için Hak Teâlâ diyor ki :

“Velâ tekûlû limâ tesifü elsinetükümülkezibe

Hâ zâ halâlün ve hâzâ harâmün litefterû a'lâllâhilke-zibi.”

Bu emirle ve âyetle hükmünü göndermiştir ki bu kesin ve şüphesiz bir haberdir.

Eşyada ki çirkinlik ve güzelliği idrak etmek beşeri kuvvetin elinde değildir. Hak Teâlâ bunu bize anlatır ve bildirirse bunun ne olduğunu anlarız, bu anlayışımızla bunun çirkinliğini veya güzelliğini anlamış ve öğrenmiş oluruz.

Meselâ: Yalan gibi, nimet sahibine küfür, veya aklen ihsanda bulunmak sıdık gibi, nimet sahibine şükranda bulunmak gibi, özelliklerdir.

Günah, sıdık ve ecir çeşidi ile tekevvün eder. Bazende günâh yalanların çeşidiyle tekevvün etmiş olur. Hak Teâlâ istediğine güzellik istediğine de güzellik ecri verir. Fakat bu o şeyin güzel veya çirkin olduğuna delalet etmez.

Meselâ yalanın çirkin ve kötü olduğu bilindiği halde, bir mü’minin ölümden kurtulmasında bu yalanın insana sevap kazandırması misalidir.

Şu bilinmeli ki! Cehennemdeki azapta en kuvvetli azap çekecek ve yanacak olan İblistir. Şirki hazırlayan odur. Bütün bu karşı gelmesinin sebebi ateşten halk olunmasıdır. İşte onun azabıda ateşte olacaktır. Hassas olan hayati cisim onun nefesiyle tekevvün eder, bu nefes boğulma ve asılma gibi hallerde dışarı çıkmaktan men edilirse geri dönerek kalbi o anda yakar, o insanda derhal ölür işte onun hayatı nefesdedir, onunla yaşar onunla ölür. Onun yok olması ve ölmesi, nefes sahibi olduğundan veya nefes alamadığından değildir, kendi tekevvününde ki cazibe kuvvetinin soğuk havayı kalbinde cezb ederek sıcak havanın dışarı atılması hayatının devam etmesini temin eder ki bunun aksi hali ölümü intaç eder.

Öldürmek maksadiyle ateşe atılanlarda iki hal olur. Ateşte nefes almayayım derse iple asılan bir kişiye benzer ki nefesi kendini öldürür.

Şayet ateşte nefes alayım derse cazibe kuvvetiyle alacağı ateş havası kalbini yakmış olur.

İşte yaşamada bu gibi şeyler vardır, iblisin ateşteki azabı ise, kendi tekevvünü ateşten olduğu için ateş azabına karşı koyabilecek güçtedir. Bu sebeple azabı şiddetli soğukla yapılmış olur. Bu öyle bir ateşdir ki terkibi hava, su ve topraktır. Buna rağmen iblisin neşeti olan ateşde de azabını çekecektir.

Burada iki ateş vardır, 1 — Hissi ateşdir ki, hayvaniyyetine, iç ve dış duygularına bağlıdır.

2 — Manevi ateşdir ki kalplere bakan ateştir. Teşekkülündeki tedbirli ruh bu ateşten müteessir olur ve azap duyar.

Şunu açık olarak söyleyebilirim ki, Cehalet ruhların en büyük azabı olmuş olur. Çünkü cahillik tümünü aldatmıştır, işte o azap gününe (birbirini aldatma günü) adı verilmiştir.

Nefislerin azabında şöyle muhasebe yapar, keşke dünyada bunu keşfedip anlasaydım, işimde basiret sahibi olurdum diyerek nefsini aldatmağa çalışır. Bütün bu aldanma ve kandırma hesap günü doğru ve asilerce anlaşılmış olur.

İtaatli ve doğru olanda mutlu olmasına rağmen, der ki : Keşke ben bütün gücümü verip bana verilen hakkı fazlasiyle ödemiş olsaydım, Rabbımm kemaliyle tedbir sahibi olup gereğini yapsaydım der. Asi olanda: Allah’ımın emirlerine karşı gelme-seydim, der. Bu bahsi kıyamet gününde konuşmuştuk.

Sana nefes ve teneffüs mertebeleri hakkında bilgi verdik bu bilgiyi vermemizin gayesi şudur: Cehennem ve Cennet Ehlinin İlâhi kişiliğiyle, azap ve elemin, ve İlâhi rahmetin buraya nüzulü hakkında bilgi sahibi olmanızdır.

Sahih deki habere göre, Rahmanın nefesinde gazap sıfatı taşıdığını haber verir. Bizim teneffüsümüzde de gazap ve hiddet sıfatı bulunur.

Bu bakımdan rahmanın nefesi sağ tarafından gelirse kâfirlere ilahi gazap düşmüş olur. Hak Tealanın bu nefesi yardımiy-le ensarın kılınç ve iman kuvvetiyle düşmana galip geldikleri gibidir. İşte Allah’ın bu gazaplı nefesi ensar ve Peygamberine muharebeyi ve zaferi kazandırmıştır. Burada bu elem ve azap düşmanlara bu nefes gazabiyle gönderilmiştir. Burada size cehennemin ateş evi olması hasebiyle özelliğini gösterdik ateş ehlinin mertebeleri hakkında size kâfi izahat vermiştim.

Allah bizleri mutlu olanlardan yapsın arzumuz budur.

Ebrar hakkmda Hak Teala der ki:

“Ta'rifu fî vücûhihim nasdratennaîmi.”

Bir sahipleri yaradılışları icabı bu vasfı taşırlar.

Ateş ehlinin neş’eti Cennet ehlinin neş’etine benzemez. Cennetin yaratılışı Hak Tealanm emriyle özel valilere verilmiştir. Ateş ehlinin, Cehennemin neş’eti de yine özel idarecilere verilmiştir, bunlar duruma göre artar veya eksilir. Fakat şu var ki bunlar çoktur. Rakamla toplanmaz, sayılarını ancak Allah bilir.

Buradaki her iki taraf Melaikelerinin dünyevi neş’ette ve oralardaki neş’etlerde bir ileri hükmü olduğudur.

Allah doğruyu söyler, hidâyete erdirir.

İNHİRAF VE MUKABELEDE MÜŞAHİTLERİN GÖRECEĞİ GİZLİLİKLER HAKKINDA BİLGİLER

Sekizdir Nüceba kiramdır onlar

Kentlerin sahibi vardır mutlaka

Bizleri koruyan dört kale vardır

İki âleme vezir olurlar

Altı yönde alü neferdirler

Bu iki işareti düşündüm uzun

On ikidir Nükaba dini korurlar

Gözle görülür ayan olurlar

Hisar gibidir temeldir onlar

Alemin meliki kutuptur onlar

İmamları çamur sudandır onlar

Sırrın zuhurunu gizlemek hüner

Şunu bilki Hak Teala hepimizi kendi ruhiyle te’yit etmiştir. Bu mevzuumuz zaman tanımayan bazı kişilerin san’at ve sıfatları ve bunlar hakkında, bilinenlerdir.

Bazı meseleleri ancak büyük kişiler bilir. Bilhassa bu gibi kişiler Nübüvvetin bitimiyle, Enbiya derecesine yakın bir yer tutarlar.

Resulü Ekremin vefatiyle subut son bulmuştur. Bu son bulan şeriat nübüvvetidir. Fakat nübüvvetin makam ve yeri son bulmamıştır.

Hiç bir şeriat onun şeriatını inkar ve yok edemez, onun yerine geçemez, gelse dahi getireceği hükümlerle bir üstünlük elde edemez.

Kendisinin dediği gibi, Peygamberlik benden sonra yoktur ne bir elçi ve nede bir Peygamber gelir ki, benim getirdiğim şeriatı bozsun.

İşte Resulüllahm vefatiyle bu yönden bu kapı kapanmıştır. Fakat Peygamberlik makamı kapanmamıştır.

Hiç şüphesizdir ki, İsa aleyhisselam hem elçi ve hem de Peygamber idi. O son zamanda âdil bir hüküm ve şeriatla inecektir.

Bu getireceği şeriat ne başkasının ve nede kendisinin beni İsraile getirdiği şeriat olacaktır.

Ancak Muhammed aleyhisselâtü vesselamın karar kılacağı şeriatı yüklenerek onunla inecektir. Çünkü Hazret-i İsa’nın nübüvveti Resulüllahca sabittir. Resulüllah efendimiz ise dünyaya ondan sonra gelmiştir ki, sözü ile bunu onaylamış, ve artık kendisinden sonra bir Peygamberin gelmeyeceğini öğrenmiş bulunuyoruz.

Nazar ehline göre Peygamberlik kazanılmış bir hak değildir. Bunun aksini iddia edenler Allah katında kendilerine, ve nede başkaları için şeria muvafık olmayan özel bir basamak vermek istemeyenlerdir. Peygamberlik kulun bilmediği şeFi tayin eder, Ahkam kurar bilhassa kesbe mani olur, diye konuşurlar.

Keşif sahibi bu Allahın kulunun bu iddia ve sözü üzerinde durursanız sözünde iktibas’a işaret ettiğini görürsünüz.

Meselâ, Ebâ Hamid Elgazali ve başkaları gibilerin gayeleri yukarda anlattığımız gibidir.

İşte bu gibiler Allah’ın yakın dostlarıdır. Bunlarada:

Elmukarreburi derler.

Hak Teala bunlar için:

o Jp^Aİi ÇyLjLuy

“A'ynen yeşrebu bihâl mukarrebûne.”

İşte bununla Hak Teala’ya elçisi olan İsa aleyhisselâm hakkında âyet-i celilesiyle şöyle bildiriyor:

“Vi cîhen fiddünya velâhireti ve minel mukarrabîne.”

Manası, dünya ve ahirette büyüklerden olup bana yakın olanlardandır, buyurmuşlardır. Ve yine Melaikeler hakkında da:

“Ve lelmelâiketülmukarrebûne.”

Buyurmuşlardır.

Kesinlikle biliniyor ki, Cibril aleyhisselâm Resulüllah efendimize vahy ile iniyordu, şeran ona Peygamber ismi verilmemişti. Halbuki o Peygamber sıfatında idi.

Peygamberlik Allah tarafından kula verilen bir makamdır. Bu makam sahibide kesinlikle 9 kulların en büyüğüdür ki, bu makam şeriatla gelen Peygambere ve onun sünneti ve şeriatı üzerinde yürüyen tabiine verilir. Hak Teala der ki:

“Ve vehebnâlehu ehâhu hârûne nebiyyen.”

Tabi sıfatiyle bu makama bakılacak olursa, bu makamı etbaı sayesinde iktisab ettiği cihetle, ona müktesib maiyyete olan yö-nede iktisab denir. Burada ona Allahından gelmiş bir şeriat yoktur ki, onunla özelliği olsun. Veya başka bir şer ile başkasına erişsin. İşte Harun aleyhissam böyle idi. Hakikat olmakla bu nübüvvet makamı sözünü kapayalım ki, düşünen bir insan bu telaffuzun bunun şefi nübüvvete aidiyetini anlamış olsun.

Meselâ, bazı insanlar Ebâ Hamit Elgazali hakkında yanılmışlardı, ve onun için nübüvvet iktisabı Kimyayı Saadetle olmuştur, dediğini söylemişlerdir.

Allah muhafaza etsin, halbuki Ebâ Hamid Elgazali bunu demek istememişti, yeri gelince bu makam sahibinden sizlere bahsedeceğim.

Şunu bil ki, anlattıklarım bu makam ehlinin bilgilerinden-dir. Şimdi burada mevzuumuzun kapısı olan mukabele ve inhirafı anlatalım.

Şunu bilki, kulların Hak Teala’yı müşahede etmesi iki nis-betle olur

·        1 — Tenzih nisbeti

·        2 — Hayale inme nisbeti dir.

Tenzih nisbetine gelince; Bunun tecellisi onun benzeri olmadığıdır. Hayale inme nisbeti ise Resulüllahm kavli ile, Allah’ı görür gibi ibadet et, ve yine Allah namaz kılanın kıblesindedir, buyurmuşlardır.

Hak Teala bu yönden:

“Fe eynemâ tüvellû fesemme vechullâhi.”

Nereye dönerseniz dönün Hak Tealanın çehresini görürsünüz, buyurmuşlardır.

Bizlere gelen ayetler, hadislerdeki lafızlar manalariyle değerlendirilir. Çünkü bunlar rast gele değil üstün manalariyle gelmişlerdir. Şayet manalariyle gelmemiş olsalardı faydaları olmazdı. Çünkü muhatabına kendini ve ne demek istediğini anlatamazdı, hangi dille inmiş ise o dilde de bu hal muhalif olurdu. Hak Teala:

“Ve mâ erselnâ min Resûlin illâ bilisâni kavmihî liyü-beyyine lehüm.”

Buyurmuşlardır ki, kendi dilleriyle onlarla konuşan ve beyanda bulunacak elçiler gönderdik, bu ayet bu manayı taşır.

Yoksa, burada gönderilen elçi bu lafızlarla lafızları şerh etmemiştir, yani açıklamamıştır. Çünkü o vakit istilana uymayacağını bilir.

O lafızlardan gelen ve anlaşılan manaları da kendi nefsine yakıştırdığı gibi, Allah’ada yakıştırırız, o vakit telaffuzların mana ve açıklaması o ulusun kendi diliyle olcağmdan zorluk çekilmez. Şayet bu aksi olmuş olsaydı başka bir dil telaffuz ve istilahlariyle gönderilmiş olsaydı, bunun şerhi açıklaması o ulusun anlayamayacağı mana ve sözle olmuş olsa, o vakit biz-ler bu kelimeleri ve lafızları yerinden ayırıp, tahrif etmek veya uydurmak mecburiyetinde kalırdık.

Bu şekilde yanlış ve tahrif edilmiş şekli öğrendiklerinden tahrifci olarak kalırlar. îşte bizden evvelkilerin kanaat ve itikadı budur.

Bu iki meşru nisbetlerden daha evvel anlattığımız üzere hangisinde karar kılarsan, kalbinle ibadetinle bu iki nisbete bütüniyle kamil olarak dönüp ona bağlanman ve bu kemal mertebelerinden birinden dahi vaz geçmemelidir.

Akılları cihetinden Allah’ın kelam ehli bunu neden böyle söyler, veya aklı kısa ve havai olanlar Hakkı kendi hulk ve tabiatına neden benzetirler? Her iki tarafta anlayamamış cahil olduklarından böyle düşünür ve söylerler. Hak ise o toplulukta aralalarmdadır, insan yaradılışı hakkında alman haberde Halk Teala Ademi kendi elleriyle yaratmıştır.

Âdemin teşrifini karinei hal ile anlayan îblis, Âdem aleyhis-selâma hilkati bakımından şeref iddiasında bulunduğundan Hak Teala İblise: Elimde halk ettiğim bir şeye secde etmemenin sebebi nedir? Buyurmuşlardır. Burada elleri kudrete yüklememiz doğru değildir. Çünkü burada çift el vardır: Bu elden birinin nimet, diğerinin kudret olduğuna hüküm edemeyiz, çünkü -her mevcudta bu hal vardır. Onun bu şekilde olması ve bunu tevil etmesi Âdeme şeref vermez, bu şeref, onun kolunda halk ettiğinin, şimdi ellerimdedir demesindedir.

Anlattığımın aksine olarak bu iki nisbet yani tenzih ve teşbih nisbeti insan hulkune dönerse bununla şereflenmesi mümkündür.

İnsan evlâdı kamil olarak ve bünyesinde bu iki nisbeti birleştirerek hususiyle delili akli ve fikri nazari ile gelen lafzın ona verdiği benzerleriyle üç mertebe üzerinde çıkmıştır. Mü’minlerden bunun dördüncüsü yoktur. Mukabele ve inhiraf ancak İlâhi hayalin inmesi nisbeti yönünden olur. Resulülla-hm, Allahını görür gibi ibadet et demesi, işte bu Mabuda mukabeledir. Bu mukabeleden inhiraf ise iki suretlidir, ya onun tenzih etmekle olur ki, konuşmacıların inhirafiyledir. Veya bir teşbih ile cisimlendirilmişlerin ve ikmal edilmişlerin inhirafıdır ki, bunlar ki yönlü söz ehlidir.

Zikrettiğimiz bu mukabele 360 makamdır bunun 36 makamı ana makamlardır. Diğerleri bundan, daha aşağı makamlardır ki, bunların tümü Dehir isminden olan şehadet ehlinde toplanır.

Şunu bilinki Allahü Teala Dehir dir. Feleklerin hareketini hazırlayan ve bilinen zamanda bu sözden endişe etmez ve vehme kapılmaz.

Şimdi bundan da kevkeplerin kat ettikleri dereceleri tahav-vül ederiz ki, buda zamandır. Sözümüz zamanın zuhur ettiği Dehir ve makamlarına aittir. Ve alettahkik, zaman ise size bildirdiğim gibi vücudi bir emir olmayıp bir nisbet olduğudur. Anlatana göre ezelin kadime olan nisbeti gibidir; Suretteki hulku bakımından zafiyetleriyle karşılarlarsa bu makamlar şahadet ehline olmuş olur.

Burada zaman dehri karşıladığı gibi ebediyette ezeliyeti karşılamış olur. Bu karşılaşma ve mukabele esnasında hiç bir kevne, yaradılışa kendi zatiyetlerini ve görecekleri zatları ayırmak için asla nazar etmezler. Birisinden böyle bir şey vuku bulursa onun makamı günlerden bir güne dönmüş ve ayrılmış olur, veya karşıladıkları kimselerle kendi zafiyetlerinin karşılanmasındaki fark ve ayrımı görmüş olur. Bu ayrım görüşü ile sınırı aşarak mukabeleden inhiraf etmiş olurlar. Böylelikle 18 makam aşağı inmiş olurlar.

Bu miktar evvelki ölçünün yansıdır. Bu inhiraf ya Allah’a veya makamın onlara olan inhirafıdır. Şayet bu makam inhirafı kendisine yani Hak Tealaya ise, bu makamlar onlardan uzaklaşır Ve kaybolmuş, olur. Onların da istekleri bunların onlarla bulunmalarıdır. Şayet bu inhiraf kendilerine ise kendileri ondan kaybolurlar buradaki istek te onunla bulunmaları arzusudur

Şayet inhiraf yönü artarsa daha yarıya inmiş olurlar ve dokuza inmiş olur, yine yön ve inhiraf artarsa altı makama düşerler ki, bu on sekizin üçte biri demektir. Otuz altının altıda biridir. Kemal sahibi bir kulun yeri bu iki nisbet arasındadır. Her nisbet kendi zatiyetinin karşılığıdır. Zati yet te bölünmez. Bölünmeyince de tavsif edilemez. Çünkü her nis diğer bir nis-betin karşıladığını karşılamaz.

Hak Teala bu iki nisbetle vasf olmasına rağmen nefsinde birdir. Ahadiyyet sahibidir. Bu iki nisbet sayıda olsun bölmede olsun ona tahakküm edemez. Keza kamil bir kulda bu iki nisbetle Allah’ı karşılamada değişik iki çehresi olamaz. Bütün nis-betlere göre Hak Teala’ya mukabele böyle olur.

Şayet nisbetler çoğalırsa bu iki nisbete geri dönmüş olurki, vasfedilenin gözünde bir şey teşkil etmez, çünkü hepsi bir gözdür. Ve o mevcudiyetin günahıdır. Bu misalleri nisbet yönünden getirdik. Nisbetin gözleri yoktur. Bir göz ise haktandır, kulda da göz birdir, kulun gözü sabittir, aslını bırakmamış, cevherlerinden çıkmamıştır.

Bu sebeple hakkın gözü bedenin içindedir, beden de onu yaratanın gözü olmuştur ki, bundan da hak çıkmıştır, fakat kulun gözü olduğu gibi durmaktadır, fakat kendi zafiyetinde olmayan ilimlerden faydalanmıştır.

İşte âlimler Rab gözünün mevcudiyetiyle birbirini görürler. Kendi Habbı gözü ile kendine bakan bir kişi bu farkı göremez ve arzusundan uzaklaşmış olur.

İşte Allahın gözünde ve katında cahil sıfatı bu gibilere verilir. Bu sıfatla ona hüküm vermesi, vücut sıfatı olmadığı içindir, çünkü cehalet hiçliktir, yok olmak demektir.

·        1 — Rüyasında Allah’ı Allah olarak gördüm diyenler kamil kullardır. İşte her nisbet böyledir, bu bilginin en yüksek dereceleridir.

·        2 — Marifet ve bilgi sahipleri: Gözümü yummuştum, açtım, ne gördüm ise Allah idi. Allah’tan başka bir şey görmedim, gözlerim yerinde ve usulünde, Allahı görmede bana yardımı olmadı, diyenlerdir.

·        3 — Bilgi ve marifette: Bir zümre, bir şey görmedim diyenlerdir.

·        4 — Marifet ve bilgide ise: Bir şey görmeden evvela Allah’ı görüyordum. İşte bu sınırlanmış görüştür.

Kulun iki nisbet arasında tekevvün ettiğini daha evvel söylemiştik. Tabii cisim sahibi olmayınca insana bu isim yaraşmaz. İnsan bizzatihi cesediyle ve hakikatiyle bu dünya evinde bulunur.

Kesinlikle bu insanların bu dünya evinde koruyacak, gıdasını cesedinden ve ruhundan alan bir elçiye lüzum vardır.

O elçi ki Adem aleyhisselamdan kıyamete kadar hakkı gösteren bir elçidir. Bunu evvelki bahislerde geniş olarak açıklamıştık.

Resulüllah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) değişmez dini, değişmiyecek şeriatı getirip yerleştirdikten sonra vefat etmiştir.

Artık böylelikle bütün elçi ve peygamberler, bu şeriatın içine girmiş ve bununla amel etmiş olacaklardır.

Şunu bilki! Arzımızda cismi ve zatiyeti ile yaşayan Peygamberler vardır. Bunlar İnsanî âlemin kutuplarıdır.

Bunların sayısı bin olsa dahi bunlardan biri kesinlikle işaret ettiğimiz imamlardan biridir.

Hak Teala, Resulüllahdan sonra bu âlemde cismanî olarak sağ bıraktığı üç elçi vardır:

·        1 — İdris aleyhisselâm cismaniyetiyle sağdır. Yedi gök semasından dördüncü sema katindadır. Ve orada yaşar. O semanın yok olmasiyle yok olur. Orası dünya alemindendir ve benzeridir.

Çünkü kıyamet günü, kâinat âleminin şekli, dünyamızda dahil olmak üzre değişecektir. Bu meyanda insanlar da değişecektir.

Haber aldığımıza göre ikinci neşette, mutlu olanlar, safiyet, incelik, güzellik bu gibi tabii ve cismi olan neşetler, ağırlıkları kabul etmez.

Bunlar dünyada oldukları gibi, kusmaz, abdest etmez, süm-kürmez, olurlar. Ateş ehli de bunlar gibidir.

·        2 — İlyas ve İsâ peygamberleri arzımızda bırakmıştır. İkisi de Allah’ın elçisidir. İkisi de Resulüllahm hanifi olan diniyle vazifelidir.

İşte bu topluluğun üçü Allah’ın elçileridir, dördüncüsü de Hızır Aleyhisselâm dır. Bunun hakkında rivayetler değişir ve an-laşamamazlık vardır. Fakat bizce doğrudur.

İşte bunlar cisimleriyle, zafiyetleriyle esas temellerdir. Bunlardan ikisi imamdır, biri de kutuptur ki, bunda hakkın nazarı vardır.

İşte bunlar bu şeriatla ve “bu din ile kıyamet gününe kadar dünyada sağ olup hükümlerini icra ederler. Bu dört kişiden biri olan Hızır alehisselâm esas kutuptur. Din evinin temellerinden biridir. Yani Kabe-i rnuazzamadaki Haceri Esved’in temelidir.

Bunlardan ikisi imamdırki dördü temel direkleri teşkil eder. Hak Tealâ bunlardan birinde îmanı korur, İkincisinde vilâyeti korur, üçüncüsünde nübüvveti korur, dördüncüsünde de risale-ti korur.

Hak Tealâ bunların dördüyle de hanifî olan dini korumuş olur. Bunlardan kutup olan hiç bir şekilde ölmez ve katılâş-maz.

İşte bunun aynini biz de ancak yolumuzda yürüyen, emniyetli kişilere gösterdik ve öğrettik.

Bu ümmetten olan, bu dört kişiden her zaman için kalplerini bunların vücudiyle şahıslandırarak, o dört din temelinin vekil veya mebusları olurlar.

Ençok evliyalar bizim dostlarımızdan olup yukarda ismi geçen dört temeli tanımazlar. Ancak bunların vekili olan mebusları tanırlar. Bu yönde bu ümmetten bu makama uzananlar çoktur, uzanıpta bu makamı elde edebilirlerse, kendilerinin o esas elçilerin vekili olduklarını görürler.

Resulüllah efendimizin mucizelerinden biri de ümmetinden etba veya elçilerinden iki Muhammed adım bırakmasıdır. Bunlar henüz gönderilmemelerine rağmen makam sahibi olarak beklemektedirler. Ve makamı Muhammediden gönderileceklerdir, ve gönderilmişti bunu öylece bilin! Resulüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimizin Esra gecesi, hissiyle cismaniyye-tiyle bütün peygamberlere imamlık yaparak namaz kıldırdığı kesinlikle bilinmektedir.

Resulüllahm öteki dünyaya intikalinden sonra, bu peygamberlerde bu din muhafaza edilmiştir.

Böylelikle din Allah’ın inayetiyle sabit olarak kalmıştır. Alemde bu dini fesad ve fitne ile bozacak ve yıkacaklar çıksa-da, bunu koruyanlar varken bundan hiç bir temeli yıkamazlar ve sarsamazlar, kendileri yıkılır gider. Sana açıkladığımız bu sırları başkasından duyamazsın, bunu kalben arzuladığım için size söylüyorum. Yoksa bu sırlan ifşa etmezdim.

Ey Kardeşlerim! Kulaklarınız, kalpleriniz bu İlâhi gizliliklerle dolduğundan, Allah’ımıza hamdü senada bulunun, buna, layık kabiliyetli ve imanlı olunuz, bu gizliliklere kesinlikle inanın, onaylamadan kaçınmayın, Aksi hareket ederseniz bundan sizlere gelecek hayırdan mahrum kalırsınız.

Ebâ Musa Eldibiliy in vekillerinden olan Ebû Yezid Elbista-mi derki: Ya Ebâ Musa! Şayet bu yolun yolcularının sözüne mü’minlerden inanmayan birini görürsen ona: Seni sözüme inanmaya davet ediyorum diye söyle o kadar, çünkü o bu daveti hak etmiştir.

Ve yine Şeyhim olan Ebû Ümran Musa Bin Ümran Elmiret-liy îşbilyedeki mesciddeki evinde hatip olan Ebal Kasım Bin Ufeyreya: Ebû Kasım tarikat ehlinin söylediklerini inkar ediyor, der, sonra. Ey Ebû Kasım bunu yapma, bunu yaparsan toplumumuz iki mahrumiyet arasında kalır. Nefislerimiz bunu görmez ve buna da bizden başkası inanmaz, bunu red edecek delil kalmaz ve nede bunu seran ve aklen ateşleyip yakacak bulunur, demişti. Ve beni de şahit olarak göstermişti.

Ebû Kasım bize itikadı ve inancı olan bir zattı, şeyhin yanında ona kesin delail getirerek meseleyi isbatladım, çünkü kendisi Hadisci idi. Hak Teâlâ’nm. İlhamına mazhar olarak bizim yolumuzu kabul etmişti. Şeyhim de bundan dolayı bana teşekkür ederek hayır duada bulunmuştu. Şunu bil ki, bu yolda yürüyen Allahın kulların nefis âlimleridir. Bu isim tümüne şamildir. Onların hal ve vaziyetleri ve dereceleri değişiktir. Bunlardan bir kısmı katlariyle bütün halleri kendide toplar. Bir kısmı da bunlardan istediğini alır ve yapar.

Bu hal makam sahibi kişilerin, görünüş ve çıkışlarına göre kendi katlarında özel (lakap) soy adları vardır.

Hak Teâlâ’nm

“Ve meâric aleyhâ yezherûne.”

dediği gibi her taife kendi cinsiyle çıkar. Bunlardan bir kısmının sayısı vardır, bir kısmmmda lüzumlu bir sayısı yoktur söyleyerek çoğalırlar.

Şimdi bunların her ikisini size anlatalım. Bunlardan bir kısmı kutuplardır. Bütün makam ve halleri asil ve vekil olarak kendi nefsinde toplayan ve anlattığımız gibi olan kişilerdir.

Bu hürriyyet ve serbestiye malik olduklarından bunlar genişleyip kutup olmuşlardır.

Hangi evde bir makam varsa kendi cinainin çocuklarına temayüz ve infirad etmişse ona o kentin kutbu veya o cemaatın şeyhi diye anılır.

Böylece en üstün vasıfta olanlar bir şey ilâve edilmeden mustalah olan bu isimle anılırlar, bu kutuplardan her zaman için ancak bir kişi bulunur ki oda Elgavs adını alır.

İşte bu zat o cemaatın efendisi olup kendi zamanında Hak Teâlâya en yakın olanıdır.

Bunların bir kısmının hükmü zahirî olur, yani makam yönünden zahirî ve batınî icazet sahibi kişilerdir.

Bunlar: Ebâ Bekir Elsıddık, Ömer, Osman, Ali, Haşan, Mu-aviye Bin Yezit, Ömer bin Abdülaziz, ve Mütevekkil, gibileridir.

Bunlardan bir kısmı da özellikle Batıni icaaet sahibidirler. Zahirde hükümleri yoktur. Ahmed bin Harun Elreşid Elsebtiy, ve Ebâ Yezid Elbistami gibilerdir.

Çoğunlukla kutupların zahiri hükmü yoktur. Allahın rızası üzerine olsun, bunlar da imamlardır.

Bunlar da her zaman içinde ikiden fazla değildirler, üç olamazları Bunlardan biri Abdürrab diğeri Abdülmelektir. Ve kutup Abdullahdır. Hak Teâlâ

“Ve ennehulemmâ kâine a'bdullâhi.”

der burada Abdullah Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sef-lem) dimizdir.

Her kişinin özellikle bir İlâhi adı vardır. Bu sebeple bütün kutupların adı Abdullahdır.

Elimmelerin (imamları) de her vakit için adları Abdülmelik veya Abdürrabdir. İşte bu iki imam kutbun vefatından sonra onun halefleri ve vekilleri olurlar.

Bu iki haleften biri yukarı âlemin müşahedesini diğeri ise mülk İşleminin müşahedesini yaparlar.

Allah’ın rızası üzerlerine olsun bunlardan esas direk (Evtad) olan dörttür. Ne artar ve nede eksilir.

Bunlardan birini Fas ülkesinde gördük bu (İbin Cadun) isminde bir zat idi. Geçimini, ücret mukabilinde kına elemekle yapardı. Bu zat batı İslâm Ülkelerinin manevî muhafızı idi. Bunlardan biri de Doğunun, biri Güneyin biri de Kuzeyin îlâhi muhafızlarıdır. Bunlar yönleri Kâbeden İdare derler, bunlara Dağ adı verilir. Hak Teâlâ’nm

“Elem nec'alilarda mihâden velcibâle evtâden.”

buyurmuşlardır. Bunların alemdeki hükmü dağların ovaların hükmü gibidir. Bunların makamı Hak Teâlâ’nm İblise

“Sümme leâtiyennehüm min beyni ey dibim ve min halfihim ve an imânihim ve an şemâilihim.”

buyurmuştur.

İşte Hak Teâlâ Evtad yani dört esas direk ile dört ciheti korur. Bunlara şeytan tasallut ve tahakküm edemez.

Yine bunlardan: Abdüşşekûr, Abdüssemi, Abdülbasir adındaki her İlâhi sıfatın bir erkek bedeli, vardır. Hak Teâlâ bu sıfatla onları görür. Bunlardan hiç bir kişi yoktur ki İlâhi nisbetle bir isim almış olmasın. Bu adla onlar Hak Teâlâdan her türlü hayrı almış olurlar.

İşte İlâhi adlarla bezenmiş olan bu Ebdal büyük kavrayış ve anlayış sahibidirler.

Bunların Ebdal olarak adlandırılmasının sebebi, bir emir veya bir is için o zat yerinden ayrılmış olsa, kimsenin şüphesini çekmemek için makamında yerine kendine benzer birisini kendi arzu ve rızasiyle bıraktığından, yerine kaim olacağı cihetle kendisine bedel demişlerdir. Yerine bıraktığı şahıs ruhani olup kendi benzeridir. İşte bu kuvvet ve kudret-bedeldedir.

Hak Teâlâ’nın rıza ve iradesi olmadan yerine bedel koyanın bu ebdalden olmayacağı şüphesizdir. Biz bunları bir çok defa gördük ve muayane ettik. Bu ebdah Mekkede Hanbelilerin kırıldığı yerin (mezarlık olabilir) arkasında gördük, onlarla orada buluştuk, bunların toplandığı yerden daha güzel yer görmedik.

Bunların arasında Musa Elsedderaniyi Endülüste İşbilyada 586 hicri senesinde görmüştüm. Kasden bu toplantımıza gelerek aramızda bulundu. Bunlardan Şeyhül Cibal Muhammed Bin Eşref Elretediyi gördük, arkadaşım ve dostum olan ve bu toplantıda bulunan dostum Abdülmecit Bin Selme bu toplulukta Meaz Bin Eşres adındaki kendi büyüklerinden birini görmüştü, ve bizlere selâmını göndermişti.

Abdülmecit Bin Selme ona bu bedellerin dereceleri ve menzillerinin neden ileri geldiğini sorunca, bu dört bedel hakkında Ebû Talip Etmekki’nin dediği gibi, bu zat ta bu mertebe ve basamakları şu sıfatla elde ettiklerini söylemiştir. Açlık, uykusuzluk, sükun, sessizlik, insanlara karışmamak, uzak olmaz vasfını taşıyanlardır.

Bu gibilere Eşcebiyyin yani receb ayının kişileri olanlara Ebdal adı verilmiştir. Bunların sayılan 40’dır.

Bu ebdal hakkında ilerde bahsedeceğiz. Recebilere göre Eb-dal 40 nefistir. Bunlardan en ilerde olanlara Nükeba derler her an ve zaman için 12 dir ne artar ve nede eksilir. Bunların sayısı 12 felek burcunun sayısına göredir.

Her Nakib kendi burcunun özellikerini, Allah’ın oraya verdiği gizlilikleri ve etkenleri bilir, ve yine kendine ait ve ona inen sabit ve seyyar gök uydularının ne vereceğini bilir.

Sabit olan gök uydularının kendi burçlarında hareketleri vardır. Bunlar hisle anlaşılmaz, çünkü bu hareket binlerce sene geçtikten sonra anlaşılır ki, rasat ehlinin bu harekatı görmeye ömürleri vefa etmez.

Şunu bil ki: Hak Teâlâ bu Nükeba’nm eline şeriatlar ilmini vermiştir. Onlar bununla nefislerdeki saklı kötülükleri, gaileleri çıkarır, ve bulurlar.

İblise gelince onlar tarafından ne olduğu bilinir. İblisi bildikleri kadar kendi nefislerini bilemezler.

İlim cihetine gelince bunlardan biri arzda doğru bir iz çizen birini görürse, bu kişinin iyi veya kötü bir izde olduğunu bilir. Bu gibilerden Mısır’da çoktur, bunlar eser veya iz bilginleridir. Eserlerini çoğunlukla kayalardan çıkarırlar, birisi bunu görse ona, bu kişi şu eserin sahibidir derler. Bunlar Allah’ın evliyası değildir.

Hak Teâlâ’nm bu nakiplere verdiği bu ilim hakkında ne düşünebilirsin? Yine bu ebdaldân Nüceba sınıfı vardır ki, bunlar iyi ahlâk sahibi eli açık cömert kişilerdir. Sayıları da sekizdir ne artar ve nede eksilir. îşte bunlara Hal galebe çalar, bunlardan hangi birinin yukarıda veya aşağıda olduğu bilinmez.

Bunlar sekiz ilim sıfatı sahibidirler. Bunların sekizincisi idraktir. Bunların biri kürsüdür, nüceba kaldıkça bunu tecavüz edemezler. Keşif ve ittila yönünden bunlar da gök uydularının seyri hakkında yüksek bilgileri ve kudretleri vardır ki, bu işle uğraşan, bizim âlimlerin ilmine ve bilgisine benzemez.

‘ Burada Nükeba olanlar dokuzuncu felek ilmine vukufları vardır. Nüceba ise kendi feleklerinden başka sekiz feleğin ilmini bilir ve tanırlar. Burada her feleğin bir uydusu vardır. Allah’ın rızası üzerlerine olsun bu uykuda Elhavariyyun’dır. Bu her zaman için birdir, iki olamaz. Şayet o bir tek ölürse yerine bir diğeri geçer.

Asrı seadette Resulüllah zamanında Zübeyr bin Avvam, kı-Imçlariyle, cesaretleriyle dine hizmet eden bir çok ensar arasında temayüz etmiş bu makam sahibi olmuştu.

Havariler dinin zafer amili veya sembolü kılınç ile hüccet arasında bir topluluktur. Meşru olan dinin sarsılmaması için kılınçı, şecaati, mukavemeti ve hücceti vermiştir.

Meselâ Peygambere verilen mucizedir ki ondan sonra buna benzer bir hüccet ve isbat vermez işte havarinin makamı bu-dur, ve bu makamda mucize adı kalmış olur .

Bu delail ile demek istiyorum ki, bu mucize adı Havari ile iktiran eder yani birleşir, ve Resulüllah efendimizle birleşmez.

Buna benzeyen bir şey için keramet ismi verilmez, bu velinin kerametidir diyemeyiz.

Burada Mucizeler Peygamberlerin Hüccet isbatıdır. Kerametler de evliyaullahm hüccet ve isbatlarıdır. Kerametlerde mucizeler gibi havariden çıkmış olur. Böyle bir keramet gösteren zatta zamanın havarisi olmuş olur.

Biz bu havariyi 586 hicri senesinde hayatta iken zamanımızda görmüştük Allahın rızası üzerlerine olsun gördüklerimiz Recebiyyun idi. Bunlar 40 nefistir ne artar ve nede eksilir, bunlar Allah’ın azamele ayakta olanlardır. Bunlar yalnızdırlar, ağır söz sahibidirler. Hak Teâlâ bunlar için

“Innâ senulkî aleyke kavlen sekilen.” der.

Bunlara Recebiyyun demeleri, bu makamın hali onlarda ancak receb ayında ay hilâlinin görünmesinden kaybolmasına kadar görülür. Bu hal sonradan kendilerinden silinir. İkinci senenin recebi girinceye kadar beklenir. Bu yol ehli az ve dağınıktır, onlar birbirlerini tanırlar, bunlardan birine Diyarı Bakırın Denigir kasabasında rastladım. Bunları görmeyi çok arzuluyordum.

Bu gördüğüm zat Şii olanlardan Kafızileri keşfederdi, böyle bir kalabalığa rastladımı, bunların arasında bulunan rafızileri birer domuz olarak görürdü, bunlardan biri saklı kıyafetle dahi gelmiş olsa dahi onu domuz biçiminde görür ve ona, Allaha tövbe etsen şii ve Rafızisin der muhatabı da buna şaşardı.

Şayet o şahıs tövbe edip tövbesini tutarsa, artık onu insan olarak görmeye başlar, yalan yere tövbe ettim diye söylemiş olsa onu yine domuz olarak görmeye devam eder ve ona, yalan söylüyorsun bu sözünde sadakat yoktur der, şayet tövbesini tasdik ederse, artık onu insan olarak görmeye başlar, bu yönden hiç bir şekilde aldanmaz.

Buna misal olarak bir olaya rastladım, şafii mezhebinden akıllı ve adalet işleriyle çalışan iki kişi kalplerinde Ebû Bekir ve ömere kötü niyyet ve Hazret-i Aliye de sevgi ve bağlılık beslerler, bu hissiyatını içlerinde tutarak bu mezhep sahibinin yanma girerler, bu girenleri gören tarikat sahibi şeyh, derhal dışarı çıkarılmalarını ister çünkü onlar kendisine bir domuz olarak görünmüş, ne olduklarını ve kalplerindeki niyyetlerini görmüş ve bilmişti. Onları tövbe ve istiğfara davet etmiş, bu iki şâhısta fikir ve kalplerini sedaketle düzelttiklerinden şimdi sizi insan olarak görüyor ve kabul ediyorum demiştir.

İşte böylelikle sünni olmayanlar bu tarikat ehline domuz olarak görünürler, Hak Teâlâ onlara bu hal ve görüşü vermiştir. Bu mezhebin de yegâne işareti budur .

İşte bu Recebciler, Recep ayının birinci gününden itibaren gökün üzerlerine bütün ağırlığıyle çöktüğünü hissederler, bu duygu onlarda bir donuklukla başlar, bedenlerinde, gözlerinde kirpik ve ellerinde, ayaklarında bir canlılık ve hareket görülmez, ayın birinci gününü bu şekil de, üzerlerine çöken bu ağırlıkla, baygın, ve hareketsiz geçirirler Recebin ikisinde üzerlerinde olan bu ağırlık biraz hafifler, üçüncü gün daha azalır, işte onlar bu hareketsiz halde iken onlarda İlâhi tecelli ve keşifler başlamış olur. Bilinmeyen ve görünmeyen gizlilikler onlara malûm olur. İkinci ve üçüncü günlerde biraz kendilerine gelirler, konuşurlar, ve sorulara cevap verirler. Böylelikle receb ayı bitinceye kadar, yemeden içmeden, yatarlar ve ayı ikmal ederler.

Şaban girer girmez sanki bir şey yokmuş gibi kalkar ve neşesine kavuşur ve eski halini almış olurlar. İşine gücüne koşar, başarı elde eder.

Şimdi bunlardan bir olan (Elhıtım) anlatayım, o zamanda bir değil, o âlemde birdir. Bununla Hak Teâlâ velayeti Muham-mediyyeyi hatmetmiş olur.

Muhammedi evliyalar içinde ondan büyüğü yoktur, sonra diğer bir batını daha var ki bununla da Adem Aleyhisselâmdan son veliye kadar umumî velayeti hatmeder, bu da İsa Aleyhiss-elâmdır ki o evliyaların hatimidir. Hazreti îsanm kıyamet gününde iki haşrı vardır. İlkden Peygamberlerle haşrolur, sonradan ümmeti Muhammedi ile hasrolmasıdır.

Allah’ın rızası üzererine olsun, bunlardan üç yüzü Âdemin kalbinde dururlar ne artar ve nede eksilirler.

Resulüllah efendimizin bu üç yüz zat hakkındaki kavliyle, bunların Âdemin kalbinde olduklarını bizlere bildirir.

Resülullah efendimiz bunlardan başka, melaikeden ve insanların ileri gelenlerinden şahısların kalplerinde de bunlardan bulunduğunu söyler. Ve bu üç yüz sayısının Âdemin kalbinde olduğunu haber vermiştir. Fakat bu üç yüzün ümmetinde olduğunu bize bildirmemiştir.

Bu üç yüzden her biri, ahlâkı ilâhiyeden 300 hulk taşır, insan bu hulklardan biriyle ahlâklanırsa mutluluk ve seadete kavuşmuş olur.

Bu üç yüz sayıyı merak ettiniz, bunlar Elmuctebun ve El-mustafun’dır.

“Rabbenâ zalemnâ enfüsenâ ve in lem ta'fir lenâ ve terhamnâ lenekûnenne minelhâsirîn.”

Hak Teâlâ bu Âyetle bunların duasını kitabmd zikreder.

Ve yine Hak Teâlâ

“Sümme ev resnâlkitâbellezînestafeynâ min ibâdinâ.” der. Bunlar kendi nefsine zulüm edenlerdir. İşte bu taifenin 300 senei şemsiye olduğundan Kurbanda

“Vezdâdû tis'an.”

dokuz fazlasiyle denilmesi, kamerî hesaba göre 309 sene yapar, malumunuz her sene kendi mevsimleriyle tamamlanır ki, bu da Hak Teâlâ’nın gününden 1/3 karşılar. Çünkü Hak Teâlânm bir günü dünyamızdaki bin seneyi karşılar veya sayar.

Artık bununla mukayese edilirse işin azameti çıkmış olur. Düşünün! Bir insan için artık zaman katlanmış ve yığılmış olur ki, gözde de bir miktar ve uzaklıklar o şekilde katlanır ve yığılır.

Kapamış olduğunuz gözünüzü açtığınız zaman sabit olan kevkeplerden birisine baktığınızda nazarınız oraya derhal ulaşır, şu uzaklığa bakın, şu surata bakın, ses te buna benzer.

Bunları düşünecek olursanız, rabbinizin görüş ve azametini anlamış olursunuz. Senden onu görenin, oradan seni görenin de kim olduğunu anlarsın.

îşte bu kat bizlere işaretlenmiş olan İlâhi isimleri öğretmiştir. Hak Teâlâ bu yönde

“Enbiûnî biesmâi hâûlâi.”

buyurur.

Allah doğruyu söyler, hidâyete erdirir.

RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH ADİYLE

Bu mevzu bir evvelkine bağlıdır. Allah’ın Rızası üzerlerine olsun, bunlardan Nuh Aleyhisselamm kalbinde 40 kişi vardır. Ne artar ve ne de eksilir. Resulüllah efendimiz bunu böylece bize bildirmiştir. Bu katta kendi ümmetinden Nuh Aleyhissela-mm kalbinde 40 kişinin bulunduğunu söylemiştir. Nuh Aley-hisselam Allah elçilerinin birincisidir, kalbindekilerin sıfatı ise Kabızdır (yani sıkı sıkıya bir şeyi tutmak ve almak. Bunların duası Nuhun düasıdır, bu düa da Kuranda yazılı olan:

 “Rabbiğfir lî velivâlideyye ve limen dehale beytiye mü'minen velmü'minâti ve lâ tezidizzâlimîne illâ tebâ-ren.”

Nuhun kalbindeki bu 40 kişinin yeri ve makamı ve bunların sıfatı, din aşkı ve kıskançlığıdır, bu bakımdan bu yere erişmek çok zordur. Bu yönden Resulüllah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz (innellaha gayyur ve min gayretihi harremel feva-hiş) manası: Hak Teâlâ kıskançtır, bu kıskançlığından kötülükleri yasak etmiştir, buyurmuşlardır. Bu sözü ile bizlere kötülüğün mezmum ve iyi bir şey olmadığını işaret etmektedir. Resulüllah efendimize Hak Teâlâ tarafından:

“Kul innemâ harreme rabbîyelfevâhişe mâ zahera minha vemâ betane.”

emri verilmiştir. Bu ayetle fuhuşun bilinen ve bilinmeyen özelliklerini göstermiş, ve ne sebeplerle insanlara yasakladığını göstermiştir. Hak Teâlâ’mn yasakladığı her şey kesin olarak kötü şeydir, Hak Teâlâ kulunu kıskanır, kendi sıfatlarından, ona verdiği cihetle hiç bir kulunun kötü amel yapmasını istemez. Bu kötülükleri kullarına daha evvel gönderdiği şeriatlarda da yasaklamıştı. İşte burada bu yönü örten bir gizlilik vardır, içilmesi ona helâl olan bir (Hamır) içki, ona haram kılınmış olan değildi, öyle ise içilmesi yasaklanan şey ne idi? Muayyen şeyin seçilmesi ahkamın illetlerindendir. Bu yönden Kelam (söz) ehlinin mezhepleri değişik fikirleri vardır. Bu yönden en az iki mezhep ehlinin bunu onaylaması zaruridir.

Keşfedici kendi cemaatının karar ve hükmiyle hüküm verir, böylelikle ona bunun hakkında bilgi verir. Bundan da dini kıskanma Ve koruma çabası bu makama erişmeyi güçleştirir. Burada Hak Teâlâ yukardaki ayette gösterildiği üzre kendi nefsini Resulüllar diliyle açıklamış ve tavsif etmiştir. Burada makamlar batini, kalpler batının sıfatıdır. İşte bu sıfatla buraya varmaya çalışanlar, bu gibi şeyleri isbatlamaya ve mümkünleri bulmaya çalışırlar. Gayret, yani kıskançlık, mümkünlerin tes-bit ve tayininden doğar. Mümkünlerin vucud bulması ve kabulü yönünden Allah celle celalühü çalışkandır gayret sahibidir. İşte bu yönden belli olan (Zahiri) ve olmayan (Batıni) kötülükleri yani (Fevahiş) i tümü ile yasaklamıştır ki bu kıskançlık ve gayret tümünü örtmüştür. Kıskançlık zihayat olanların hamu-rundandır. Bunun hükmünü his etmez, kim ki aklen çalışır ve (gayret) sarf ederse, o şeyin ayniyyetini ve isbatlandığını görmüş olur. Şeran çalışır ve gayret sarf ederse 6 şeyin ayniyyeti-nin vucud bulduğunu görmüş olur.

İşte bu 40 1ar bu makamın kişileridir, ve hakiki yer ise Musa’nın 40 kişi için 40 gece ikamet ettiği yerdir. Burada gece ve gündüz belli olmadan 40 gün Rabbinin mikatım beklemiş ve tamamlamıştır. Busa burada Mikatı yeri ve zamanı Rabbine izafet etmiştir. Resulüllahm kavlini öğrendik Allah benden fazla kıskançtır buyurmuşlardır. Burada Allah’ın adından muradı, onu Rab olarak adlandırmaktır, çünkü mana yoliyle kendisine kesinlikle Allah ismi verilmelidir. Buradaki durum halin istediği özel adı kabul etmesidir. Rab yine Allah adiyle vasf edilmiş olsa gayret Rabbin adına olur. Konuşma ve tecelli bunların bütününde olsaydı, bu hal kırklardaki kişilerin âlemdeki makamları, babalan Nuhun makamı yerme çıkmış olurdu ki hazreti Nuh anlatıldığı gibi ikinci babadır. Ademin kalbindeki 300 kişiden dağılan olursa kendinde toplandığı gibi kırk kişiden dağılanlar da Nuh Aleyhisselamda birleşir ve toplanmış olur. İşte bu kırklarla kırklar toplumu çıkmıştır ki, bunlar kırk kişi olarak toplarlar ve halvet ederler. Bu toplantıya da Fetih Halveti adı verilir. Bunlar Resulüllah efendimizin şu haberine de itiraz ederler, efendimizin:

“Men ahlasa lillâhi erbaine sabahan zaharet yenâ-bîu'lhikmeti min kalbihi ilâ lisânihi.”

Manası: Kim ki Allah kırk sabah hülus ile dua ederse o kişinin kalbinden diline hikmet gözleri açılır.

Allah’ın Rızası üzererine olsun bunlardan 7 kişi de Halil Aley-hisselamm kalbindedir. Her zaman için ne artar ve ne de eksilil-. Resulüllah efendimizin bunlar hakkında verdiği haberde, bunlar İbrahim aleyhis selâmın düasiyle düa ettiklerini bildirir.

“Rabbi heblî hükmen ve elhiknî bissalihîn.”

Bunların makamı şek ve şüpheden uzaktır, Hak Tealâ bunların içlerinden kin, haset, ve yalanı silmiştir. Bu sebeple insanlarda bu kötü düşünceden kurtulmuş oldular. Bu yedi kişi doğru ve ilim sahibidirler, zan ve şüphe cahil ve bilgisi olmayandan çıkar. Bunlar kendilerini nasıl biliyorlarsa insanları da öyle bilirler, kendisi kötü ise kötü bilir, iyi ise iyi bilir.

Hak Teâlâ insanların taşıdıkları şerlerle bunlar arasına bir perde çekmiştir. Hak Teâlâ bu perde ve ayrım ile bunlara, kendisi ile kulunun arasındaki nisbeti göstermiştir. Burada Hak Teâlâ kullarına rahmet ile bakar, çünkü onlara verdiği tüm hayır ve nimetler bu rahmetten verilmiştir. Kullar tarafından görülen de kendisidir, yani rahmetidir. Bir gün bu 7 kişi ile güzel bir köşede buluştuk, bunların bilgi, ve tabiatlarının yumuşaklığını takdir ettim, bu arkadaşlar o güzel yerde karşılıklı sedirlerde rahatlıkla sohbet ediyorlardı bunlar sıdık sahibi kişilerdi. Ruhani ve Manevi cennetler onların kalplerinde acele kurulmuştur, bu kuruluşa hükümle bağlı olmak değil, yaratılışlarındaki görüşleri var olduğundan Hak Teâlâ’ya devamlı saygıyle zikir halindedirler.

Allah’ın Rızası üzerlerine olsun bunlardan beşi Cebrail aley-hisselâmm kalbindedir her züman için ne artar ve ne de eksilir. Resulüllah efendimizden naklen bir rivayete göre bunlar bu tarikatın padişahıdırlar. Cibril aleyhisselâmm kanat kuvvetiyle inip çıktığını, ve kuvvet tabir ettiğimiz ilmi kadar, inmeyi ve çıkmayı ve onun bildiği ilmi bilirler. Fakat eşinin toplam bilgisi Cibril aleyhisselâmdan üstün olamaz, ve onun makamını geçemezler, gaypten onlara uzanan odur, haşır günü Cibril aleyhis-selâmla beraber dururlar.

Allah’ın rızası üzerlerine olsun bunlardan 3 de Mikâilin kalbindedir. Bunlar geniş rahmet, şefkat, hayır, ve iltifat sahibi kişilerdir. Bu üç kişinin başlıca vasıfları, iç rahatlığı, güler bir yüz, yumuşaklık aşırı şefkat, ve bu sayılan sıfatların amillerini ve nedenlerini arayıp bulmaktır. Bunlar her zaman için ne artar ve ne de eksilir. Bu üç kişinin bilgisi de Mikâilin bilgisi üstüne çıkmaz, ve onu geçemez.

Allah’ın Rızası üzerine olsun bunlardan biri de her zaman için İsrafil aleyhisselamm kalbindedir. Her türlü emir ve hüküm ondadır. Her iki tarafı anlaştıran sıfatı vardır. Resülullah efendimizden naklen bir rivayete göre Ebu Yezid Elbistami İs-rafîlin kalbinde olanlardan birisidir. İsrafilin kalbinde olanlardan birisi de İsa Aleyhisselamdır. İsa’nın kalbinde olanlar ise îsrafilin kalbinde olur. İsrafilin kalbindekiler ise İsanm kalbinde olmaz. Bizim Şeyhlerimizden bazıları İsanm kalbinde idiler bunlar ulu ve büyük kişilerdi. Allah’ın Rızası üzerlerine olsun size nefis bilginlerini anlatayım: Bunlar Davut Aleyhisselamm kalbindedir. Her zaman için ne azalır ve ne de çoğalır. Bunları Davut aleyhisselama intisap ettirdiğimizin sebebi bunların daha evvel bu sıfatta bulunmaladırdandır. Bundan murat şu ki, bunlardaki bilgiler haller, mertebeler, dağılmayıp, tümünün Davutta toplanmasıdır.

Ben bu Alimlerin tümüne rastladım, konuştum onlardan faydalandım, onlar bulundukları basamakları hiç bir zaman tecavüz etmezler, bunları Allah kısmet ederse sizlere anlatacağım. Allah’ın Rızası üzerlerine olsun: Bunlardan Gayb ehli vardır bunların sayısı 10 dur. Ne eksilir ve ne de artar, bunlar Huşa ehlidir. Rahmanın tecellisi üzerlerinde fazla olduğu için ancak sessiz ve işaretle konuşurlar. Hak Teâlâ

 “Ve haşea'tilesvâtü lirrahmâni felâ tesmeu' illâ hem-sen.”

buyurur. Manası: Sesler rahmana huşuda olduğundan ancak bir mırıltı duyarsın. İşte bunlar saklı olanlardır. Fakat kendileri dahi Allah’ın semasında ve yerinde neden gizli tutulduklarını bilmezler. Yeryüzünde yavaş yürüdükleri halde, bunlar Hak Teâlâ’ya münacattan başka bir şey yapmaz Hak Teâlâ’dan başkasını görmezler. Bunlarla bir cahil konuşursa ancak selâm verirler, çünkü bunların gıdası hayadır. Şayet bir kişinin yüksek sesle konuşup atıp tuttuğunu görürlerse, yanları sızlar şah damarları kabarır sinirlenirler. Çünkü hal ve sıfatları, İtaat, korku, haya olduğundan, böyle bir olay karşısında hayrette kalırlar.

Bundan dolayı Hak Teâlâ kullarına peygamberlerle konuşurken seslerini yükseltmemelerini Resulün kelâmını kesmemelerini emretmiştir.Hak Teâlâ

“Yâ eyyühellezîne âmenû lâ terfeû asvâteküm fevka savtinnebiyyi ve lâ techerû lehu bilkavli kecehri ba'di-küm liba'din en tahbete a'mâlüküm ve entüm lâ teşu'rû-ne.”

buyurmuşlardır. Bu ilahi emre göre, Resulüllahm huzurunda seslerini yükselten ve kelâmını kesenlerin amelleri sakit olur. Bu sebeple Kuran okunduğu vakit seslerimiz kesilir ve huşu içinde Allah’ın kelâmı dinlenir. Hak Teâlâ

“Ve izâ kuriel Kur'anü festemiû' lehu ve ensitû lea'lle-küm turhamûne.”

buyurur, işte gayb ehlinin makam ve halleri böyledir. Kurandan alman ve Resulüllah tarafından söylenen Hadis-i nebevi daha imtiyazlıdır, bizim de Hadisi nebeviden konuşmamız daha imtiyazlıdır. Fakat haramdan şüphesi olup korkanların arasında bir dini meseleden bir münazara açacak olursan iki hasımdan biri Resulüllahm bir hadisini anlatır, bunu anlatırken bu muhalif ve hasım taraf sesini keser ve alçaltır işte Allahla beraber olmayı ve bulunmayı isteyenlerin ve Allah için ilmi arzulayanların terbiyeleri böyledir. Fakat zamanımızın alimleri, ne Allah’a ve ne de Resulüne karşı, hayırları ve ne de hayaları vardır. Bunlar münazarada karşı taraftan bir Hadis ve Ayet duysalar, onu dinlemedikleri gibi seslerini de kesmezler, o Ayeti ve Hadisi anlatan veya okuyana da müdahalede bulunurlar. Alim sıfat ve ismini taşıdıkları halde kendileri bütüniyle cahildirler. Bunların haramdan günahtan şüpheleri azdır, Allah fiilinizi bu gibilerin fiiline benzetmesin.

Şunu bil ki, gayb kişileri Allah ehlinin istılahmca zikrettiğimiz mevzuda isimleri geçenlere karşı kullanılır. Bunları serbest bırakarak insanlardan gözden saklananlar istenir, ve bunları vasıta kılarak Ecinnilerden mümin ve salih kişiler istenir, hülasa histen yoksun, bilinen ilim rızkından nasibini alamayanlara gayp ehlinden, bu gibiler gönderilir.

*

Allahın Rizası üzerlerine olsun bunlardan 18 Nefis de, Allahın emriyle zahir olanlardır. Bunlar belli kişilerdir ne artar ve ne de eksilirler. Bütün görünüşlerinde Allahın karşısmdadır-lar. Allah hukuku ile tesbit edilmişledir. Alışkanlıklarını tecavüz etmek, ayetlerinin adetidir.

“Kulillâhü sümme zerhüm.” ve keza

“İnnî dea'vtühüm cihâren.”

onları aşikar olarak sesle davet ettir. Ve Allah de sonra onları bırakmanasmadır, Allah rehmet eylesin Şeyhimiz Ebu Medyen bunlardan biri idi. kendi dostlarına şöyle hitap ederdi: İnsanlar size nasıl karşı gelirse gelsin, sizde uygun ne varsa onlara gösterin, Allah’ın sizlere verdiği ve görünen nimetlerinden ne varsa onlara gösteriniz, gizli olan bilgi ve alışkanlıklarınızı tecavüz ediniz ve geçiniz, işte Ebu Medyen bunları kast ediyordu.

Hak Tealâ bu yönden

“Ve emmâ bini'meti rabbike fehaddis.”

kendi nimetlerinden konuşulmasını ister. Resulüllah (sallalla-hü aleyhi vesellem) efendimiz de: Nimetlerden konuşmak, Allaha şükretmek demektir, buyururlar. Hak Teâlâ bu makam ehli diliyle der ki:

“Egayrallâhi tedûne in küntüm sâdikîne.”

burada siz onu davet ediyorsunuz. İşte bu 18 nefis elçi ve peygamberlerin basamaklarında bulunurlar. Zahir ve batında ancak Hak Teâlâ’yı bilirler. Bu sebeple bu kat ehli zuhur ehli olarak adlandırılır. Çünkü bunlar şahadet alemine çıkmışlardır. Kim ki görüş âlemine çıkarsa, bütün âleme Çıkmış ve görünmüş sayılır. Gayp ehlini anlatan Sehil Bin Abdullah bu ilk on kişi hakkında der ki: Kişi bir yerde namazını kılar, namazdan sonra kalkar gider, bu sırada kendisiyle beraber dağlar misali Melaikeler de onunla giderler, kendisi bunları görür, onlar da onu görür. Bunu anlatana sehil hakkında dedim ki: Kişi bir yerde yalnız namazını kılar, namazını bitirdikten sonra gider-fakat Melaikeden hiç biri onunla gitmez, çünkü, onun nereye gideceğini bilmezler işte hakikat halde bizdeki gayb ehli bunlardır.

Bunlar iki kısmıdır: Bunlardan yükselip çıkanlar, yüksek ruhların gayb ehlidir. Mahlûka değil Hak Teâlâya yükselip görünenlerdir. İkincisi de görgü ve şehadetle yüksek alemlerde görünen gayb ehli vardır. Her kişi de Allah’ın emriyle zuhur edip, kainatta Allah’tan başkasını görmezler. Kainat onlar için Hakkın mazharıdır. Bunlar aşikâr görünüş ve ses ehlidir. Her katta bulunanlar, kendi yer ve makamlarına aşıktırlar. Kendi makamlarının kıymetini ancak oradan ayrıldıkları vakit bilirler. Şayet o yerden ayrılan yabancı bir gözle ona bakacak olursan onu tanırsın makamının yüksekliğini görürsün, şayet onun huzuruna girersen, zevk duyarsın, bir şey içmiş gibi ferahlar ve neşelenirsin. Şayet ondan uzaklaşırsan onun bulunduğu makam ve mertebelerini zevkle görür ve kadrini anlamış olursun.

Kendisi ince bir dille zevkle konuştuğundan, her dediğini kabul edersin, onun şahitleri de o konuşulanlardır. Misal olarak, Şiblinin Hallacı Mansur hakkmdaki sözlerini tasdik ettiğimiz gibi, Hallacın kendi nefsine ve Şibli hakkmdaki sözlerini tasdik edemeyiz. Çünkü, Hallaç daimi sarhoş, Şibli ise daimi ayıktı.

Allah’ın Rızası üzerlerine olsun yine bunlardan 8 kişi vardır ki, bunlara ilahi Kuvvet kişileri denir. Kitapta yazılı olduğu üzre

“Eşiddâü a'lelküffâri.”

yani kafirlere daima merhametsiz ve sertdirler. Bunlara yine ilahi isimlerden

“Zül kuvvetilmetîni”

güçlü kuvvet kişileri adı verilir. Bunlar vacibil vücud olan nefsin arzulamadığı öğrenmesini istemediği bilgileri bilirler. Bunlar kahır kişileridir. Nefislerde bunların değerli işleri vardır. Bu kişiler bunlarla tanıhr. Fas ülkesinde bunlardan bir kişi vardı ismi de Ebu Abdullah Eldekkak idi. Bu zat: Kimsenin gıyabında konuşmadım, huzurumda kimse hakkında bir kimseye bir şey söyletmedim, derdi.

Endülüste bunlardan bir topluluğa rastladım, bunların izleri tuhaf hal ve manaları da bana yabancı idi. Benim Şeyhlerimden bir kaçı da nunlardandı. Bu yoldan olanlardan beşi kudret ve kuvvet bakımından yukardaki zikri geçenlerin en şiddetlileridir. Diğer üçü biraz daha yumuşak olanlardır. Fakat o beş kişinin sıfatını taşımazlar, bunların makamı peygamberlerden bir basamak aşağıdır. Hak Teâlâ kitabında bunlar hakkında

“Fe kulâ lehu kavlen leyyinen.” ve yine

“Fe bimâ rahmetin minallâhi linte lehüm.”

buyururlar. Bunlar kuvvetli ve sert olmalarına rağmen bazı yerde yumuşak davranırlar fakat azim ve kesinlikle karar verdikleri bir şeyde bu beşin kuvveti sekiz kişinin kuvvetine eşit olur. Belki de biraz artar bile. îşte bizler bunlarla buluştuk ve onlardan faydalanmıştık.

*

Allah’ın Rizası üzerlerine olsun bunlardan 15 kişi vardır ki İlahi atıfet ve rahmet kişileridir. Bunlar hakkında Hak . Teâlâ Rih suretinde bu ayetle bahseder. Bunların, Allah’ın mümin ve kafir kullarına şefkat ve merhametleri vardır. Bunlar kullara cömert bir yaratık nazariyle bakarlar. Yoksa hüküm ve adalet göziyle bakmazlar. Bu kişiler rahmette Hak Teâlâ ile kesinlikle beraberdirler. Hak Teâlâ.

“Ve rahmeti ve sia't külle şey'in.”

der. İşte bunlardan bir topluluğa rastladım, onlarla yürüdüm. Sonra daha evvel size anlattığım beş kişiye döndüm, bunlarla onları bir araya getirdim, kendi aralarında bir anlaşma (akit) yapıldı Bu iki zümreden kulları idare edecek velayetini yapacak kimse çıkmaz bunların hal ve tabiatları böyledir. Öylece bilin.

*

Allah’ın Rızası üzerlerine olsun bunlardan 4 kişi vardır ki her zaman için bu miktardadır. Ne artar ve ne de eksilir. Hak Teâlâ kitabında bunlar hakkında

“Allâhüllezî halaka seb'a semâvatin ve minelardi mis-lehünne yetenezzelülemrü beynehünne.”

ve yine

“Tebârekel meliküllezî halaka seb'a semâvâtin tibâ-kan.”

burada rahmanda bir (Tefavüt) yani artan eksilen bir şey göremezsin. İşte bu dört kişi heybetli ve celal sahibi kişilerdir. Bunlar bahsi kitabımızın başında geçen Evlada yardım edenlerdir, bunların hali ruhanidir. Kalpleri semavidir. Yerde bilinmezler, gökte ise birinci gök semasında bunlardan bir kişi bilinir. Hak Teâlâ bunları diğerlerinden ayırıp istisna etmiştir. Hak Teâlâ bunlar hakkında

“Ve nüfiha fissûri fesai'ka men fissemavâti ve men fi-lardi illâ men şâallâhü.”

buyurmuşlardır. Bunlardan İkincisi, sonsuz tükenmeyen İlmin sahibidir. Makamı azizdir. Her şeyi toplu ve tafsilatiyle bilir. Bunlardan üçüncüsü, İcadta faal himmet sahibidir. Bunda bir şey bulunmaz. Dördüncüsü ise, bunda eşya bulunur. Fakat bu eşyada onun iradesi yoktur. Semavi alemi kendi mertebeleri ve derecelerine göre bağdaştırır ve tatbik eder. Bu bağdaştırdığı bir alemi Muhammed Aleyhisselatü vesselamın kalbine, diğerini Şuayb Aleyhisselama, üçüncüsü Salih aleyhisselama, dördüncüyü de Hud aleyhisselamm kalbine bağdaştırır.

Yukarı kattan bu dört kişiden birine Azrail bakar ve nezaret eder. Diğerine Cibril, diğerine de Mikâil, bir diğerine de İsrafil bakar. Bunlardan biri görmeden kör olarak Allah’ına ibadet eder. İkincisi Arşa nisbetle Allah’ına ibadet eder. Üçüncüsü, Sema nisbetiyle Allah’ına ibadet eder, dördüncüsü de arzımız nisbe-tiyle Allah’ına ibadette bulunur. İşte anlattığımız bu dört kişi de bütün kâinatın ibadeti toplanmış olur. Bunların hal ve durumları değişik olduğu kadar acayiptir. Hiç bir yerde görmediğim bu zatları Şamda buldum. Anladım ki, yukarda zikri geçen kişiler bunlardır. Ben bunları Şam’a gidip görmedim, bunlar Endülüs’te iken benimle buluştukları halde bunların bu makam sahipleri olduklarını bilmiyordum. Onlar sair kullar gibi yanımda bulunuyorlardı. Hak Teâlâ bunların kimliklerini bana öğrettiğinden ona binlerce defa hamdü senalar olsun.

*

Allah’ın Rızası üzerlerine olsun yine bunlardan 24 nefis vardır ki bunlara Fetih kişileri derler. Ne artar ve nede eksilirler. Bunlar Allah kullarının kalplerini açarak, içini bilgi ve ilahi gizliliklerle doldurur. Bunların sayıları günün saatma uyar. Bunlardan her birinin, gece ve gündüz kendi saat vakti içinde görevleri vardır. Bunlar yerde dağınıktırlar, bir araya gelmezler, bunlardan her kişi saatini ve yerini bilir. Yerinden ayrılmaz, bunlardan Yemende iki kişi, Doğu ülkelerinde 4 kişi Batı ülkelerinde 6 kişi geri kalanlarda değişik yönlerde bulunurlar. Hak Teâlâ bunlar hakkında

(—A         jLr-j             £

“Mâ yeftahillâhü linnâsi min rahmetin felâ mümsike lehâ”

Bu ayetin kısmı da bundan evvel zikrettiğimiz 4 kişi hakkındadır. Hak Teâlâ onlara temasla

“Ve mâ yümsik felâ mürsile lehu min ba'dihi ve hüve-la’zizülhakîmü.”

buyurmuşlardır.

Allah’ın Rızası üzerlerine olsun yine bunlardan 7 nefis vardır ki bunlara:

“Ricâlülu'lî.”

yukarı îlahi kişiler denir. Bunlar ne eksilir ve ne de artar. Bunlar yüksek basamakların kişileridir. Her nefiste bunların yükseliş basamakları vardır. Bunlar nefislerin en yüksek alemidir. Allah’ın kitabında bunlar hakkmdaki ayet:

ARAPÇA

“Ve entümüla'levne vallâhu meaküm.”

Manası, siz yüksektesiniz, Allah sizinledir .

Bunların sayısına bakan bazı tarikat kişileri onları abdal olarak tahayyül ederler. Keza Recebciler de bunları Ebdal olarak'kabullenirler. Çünkü kendilerinin sayısı 40, ebdalinde 40 olduğu yönünden bu şekilde düşünmelerine yol açmıştır. Bu anlayışın yegâne sebebi bunlar hakkında hiç bir açıklama yapılmamış olmasıdır.

Bu 7 kişi ise, Uruc ehlidir. Biraz evvel ne olduklarını söylemiştik. Kişiliğin nefsinde Hak Teâlâ’nm ilminden almak için ve onu tanımak, için bir Miraç yani yükselme ve tırmanma vardır. İşte bunlar özellikle yükselen nefislerle alınır.

Hak Teâlâ’nm bazı kişileri vardır ki onlarla inen Rahmani nefisler, dünyadaki insanların ve nefislerin hayat ve gıdasını teşkil eder.

Allah’ın rızası üzerlerine olsun. Bunlardan 21 kişi vardır ki bunlara:

“Et tahtel esfelü.”

en alt tabaka adı verilir. Bunlar hakkmdaki ayette:

“Sümme redadnâhu esfele sâfilîne.”

Bu ayetten murad, tabiat alemidir, ondan daha aşağı bir alem yoktur. Bu Alemi buraya hayat bulsun ve yaşasın diye geri çevirmiştir. Bu kişiler Hak Teâlâ’dan aldıkları nefis ile, kendilerinden çıkan nefsi bilmeyen kişilerdir. Bunlar ne artar ve ne de eksilir. Çünkü aslında tabi, hulk ölüdür. Hak Teâlâ bu rahmani nefis ile kainatta bu yaşantı devam etsin diye hayatı geri çevirmiştir.

Bundan maksat, kulların Allah’a ibadetleridir. Bu ibadet ancak canlılıkla, ve Hükmi olarakta ölü bulunmakla olur ki böy-lece, ölümle hayatı birleştirmiş olur.

Muhyiddin-i tbn-i Arabi

Hak Teâlâ bu yönden:

te tifo

“Evelâ yezkürulinsânü ennâ halaknâhu min kablü ve lemyekü şey'en.”

Böylece sen bir şey değilsin. Burada dedik ki: Sen yağıyorsun, fakat hükmen bir ölüsün, bununla sana hiç bir şey olmadığını anlatmak istiyor.

İşte bu kişiler, Allah’ın geri çevirdiği bu nefislerden bir şey bilmezler. Yalnız vazifelerini yaparlar. Fakat devamlı olarak Hak Teâlâ’nm karşısında buldular.

Allah’ın Rızası üzerlerine olsun. Bunlardan üç kişi vardır ki: Bunlara İlahi ve Kevnî yardım kişileri derler. Her zaman için ne artar ve ne de eksilirler. Bunlar Hak Teâlâ’dan aldıklarını, ibadınm yardımına şiddet ve hiddetle değil, merhamet, şefkat ve yumuşaklıkla götüren kişilerdir.

Bunlar kadınlı, erkeklidir. Hak Teâlâ tarafından insanların ihtiyacını gidermek için görevlidirler.

Bunlardan birisine Endülüsteki îşbilya kentinde rastlamıştım. Bu gördüklerimin en büyüğü idi. Ismide Musa bin Ümran idi. Zamanının efendisi ve sözü geçen büyüğü idi.

Resulüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimizden alman bir habere göre: Beni kim ki bir defa kabul etse, kimseye bir şey söylemeden ben de ona cennette karşılığını veririm, veya şu manaya da gelir; beni bir defa öpen, kimseye bir şey söylemeden, cennette benden karşılığını alır.

Hak Teâlâ bunu hazreti Osman bin Affan hazretlerine nasip etmiş ve bunun, üzerinde kendisi çalışmıştır.

Bir gün, bir deveyle bir yere giderken, değneği elinden düşmüş, kimseye değneğinin kendisine verilmesi için işaret etmemiştir. Devesini çöktürerek değneğini yerden almıştır, işte bu gibilerin sıfatı budun Hareketlerinde dikkat, amellerinde yumuşaklık ve güzellik görülür. Gayeleri halktan kendilerinin yardım gördüğünü anlatmak isterler. Bu üç kişiden başka, halk seviyesine inen ve onlarla bu şekilde geçinen görmedim ve rastlamadım.

Bu üç kişiden birinin fethi devamlıdır. Kesilmez ve makamlarda da değişmez. O Allah ile durmaktadır. Allah’ın hulku onda bulunur. Bu hulk ise;

“Allâhü lâ ilâhe illâ hüvelhayyül kayyûmü.” dır.

İkincisi ise, Melekutun sahibidir. Kainatta yer ve mekân ne varsa ondadır. Melaikelerle oturur. Halleri ve makamları kendinde değişir Alemde her şekil ve surette zuhur eder. Arzularsa öd ağacı veya günlük gibi kokar.

Üçüncüsü ise, kendisine Mülk Alemi verilmiştir. İnsanlarla oturur ve yumuşak tabiatlıdır. Makamları değişiktir. Bu insanlara yani hayvani nefislere yardım eder..

*

Allah’ın rızası üzerlerine olsun. Bunlardan üç kişi vardır ki Ebdal olmadıkları halde bazı ahvalde Ebdale benzerler. Bunlar İlahi ve rahmani kişilerdir. Her zaman için ne artar ve ne de eksilirler.

Bunlar hakkmdaki Ayette

“Vemâ kâne salâtühüm i'ndelbeyti illâ mukâen ve tasdyeten.”

Manası; Kabe evindeki namazları, bir ıslık ve mırıltı gibidir. Onlar İlahi vahiy kişileridir. İlahi bir titreyiş sesinden başka hiç bir şey duymazlar. İşte bu kişilerin makamı budur. Acaba Hak Teala bunlara kendi nefislerince mi bir anlayış vermiştir. Veya Hak Teâlâ’nm vahyi onlara bir madeni ses olan çıngırak gibimi gelir, bunu anlayamadım ve bilemedim.

*

Allah’ın rızası üzerine olsun bunlardan bir kişi vardır ki, Kişiliği belki de kadındır. Bunun isbatı ve sıfatı ayettedir:

“Hüvelkâhiru fevka i'bâdihi.”

Allah’tan başka her şeye elini uzatabilir. Büyük dava sahibidir. Kahraman ve merttir. Her şeyin doğrusun söyle, Adaletle hüküm verir. îşte bu, Şeyhimiz olan ve Bağdatta bulunan Şeyh Abdülkadir Elciliydin Büyük bir şöhret ve hakkaniyet sahibi olduğunu söylerler. Fakat ben onunla buluşmadım. Karşılaşmadım. Zamanızm sahibini bu makamda gördüm. Fakat Ab-dülkadirin bu kişiden daha ileri olduğu kesindir. Ondan sonra bu makama kimin çıktığını bilmiyorum.

Allah’ın rizası üzerine olsun. Bir kişi vardır ki, zamanında ve makamında Hazreti İsaya benzer. Sanki ruhla insanlık arasında yaradılmış bir kişidir. Beşerden bir babası olduğunu bilmez. Saba Melikesi Belkisin cin ve insan arasında doğduğu gibi. O da kendini ona benzetir. Bu kişi iki değişik cinsten olmuştur, Bu berzah kişisidir. Hak Teâlâ berzah alemini bununla korur ve bunu oradan eksik etmez ki, doğumunun bir yönü buradandır. İkinci doğuş şeklide, anlattığımızın aksi olarak anasının suy andan olmuş olmasıdır.

Buna, Tabiat Alimleri ana suyundan kendiliğinden bir çocuk olmaz derler. Halbuki Hak Teâlâ herşeye kadirdir.

Allah’ın rızası üzerlerine olsun. Bunlardan iki kişi vardır ki bunlar Allah Zengini Kişiler, derler. Her zaman için nefis ale-mindedirler. Hak Teâlâ’nm:

“Vallahü ganiyyün a'nilâlemîne.”

Hak Teâlâ zenginlik makamını bunlarla korur. Bunlardan birinin diğerine nisbetle üstünlüğü vardır. Bunlardan biri kendi nefsine, diğeri Hak Teâlâ’ya izafe edilir. Resulüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz bunlar hakkında şu sözleri söylemiştir:

“Leyseli'na min kesretilardi lâkinneli'nânnefsi.”

manası: Zenginlik mal çokluğu olmayıp, nefis zenginliğidir. Buyurmuşlardır. İşte bu iki makama bu iki kişi bakar. Bu alemde nefis zenginleri varsada, bunların zenginlikleri bir halttan başka bir şey olmayıp anlaşılmaz, manasız bir zenginliktir.

Vakit ve zamana iki kişi yardım eder. Bunların sonu başlangıcında, başlangıcıda sonunda tükenmiş olur. Bunlardan birisi şehadet aleminin yardımına koşar. Görüş (şehadet) âleminde her zengin bu adamdan kısmetini alır. Diğeri ise, Melekut Alemine yardım eder. Görünmeyen bu melekut Aleminin her zengini bundan kısmetini alır ve zengin olur. Bu iki kişide zenginlik yardımını, Hakla tahakkuk etmiş Allah’ın zengin ettiği ulvi Ruhtan zenginliklerini alırlar.

Bir sonuncuyu da ilave edecek olursak burada Allah’ın zengin kişilerinin üçe çıktığı görülür.

Fakat bunlara insanlık yönünden bakarsak, bunlar anlattığımız gibi ikidir. Bunlar kadında olabilir.

Allah’ın rızası üzerine olsun. Bunlardan bir kişi vardır ki, her nefiste gezdiği görülür. Kendi ilmile rabbinin bilgileri arasında bir fark ve anlaşamamazlık yoktur. Ve yine kendi ilmile Rabbinin Zafiyeti arasında bir anlaşamamazlık yoktur. Bunu, bu iki duraktan birinde gördüğün gibi başka bir durakta da görebilirsin. Kişiler içinde bundan daha acayibini göremezsin.

Hak Tealayı bilme tanıma ve bilmek bakımından, bundan daha iyibilen, Allah’tan çekinip korkan, bir makam sahibi bulamazsın.

Bu yönü inceledim, buldum ve gördüm. Hak Teâlâ’nm bu kişiye temas ettiği Ayeti bana gösterdi.

“Leyse kemislihi şey'ün ve hüvessemîu'lbasîru.”

Ve yine Hak Teâlâ’nm:

“Sümme redadnâlekümülkerrete a'leyhim.”

kendisi bu ayetleri bana okudu. Allah korkusundan hâlâ yanları titrer durur. İşte biz bu kişiyi böyle gördük. Allah doğruyu söyler. Hidayete eriştirir.

Allah’ın rızası üzerlerine olsun. Bunlardan 10 kişi vardır ki bunlara

“Ricâlü a'yneltahkîm vezzevâid.”

Nefislerine korku yerleşmiş kişilerdir. Bunlar her zman için ne artar ve nede eksilir.

Bunların makam ve ödevi: Özel arzular için tatlı ve münasip bir dil ile dua etmektir. Bunların halinde iman fazlalağı görülür. Gayb ile hakikate varmakla kalplerine iman fazlaca dolmuş olur. Bunlar hakkmdaki Ayeti celile:

“Ve kul Rabbi zid nî i'lmen.”

diye yalvarırlar, imanlarını biraz daha artması için Hak Te-âlâ’dan müjde beklerler Hak Teâlâ da onlara:

“Ve izâ seeleke i'bâdî a'nnî karîbün ücîbü da'veteddâ-Aı izâ deânî.”

Manası: Beni kullarım senden soracak olurlarsa, onlara yakın olduğumu, davetlerine geleceğimi, söyle. Böyle bilmelerini arzulamaktadır.

*

Allah’ın rozası üzerine olsun. Yine bunlardan 12 kişi vardır ki bunlara Elbüdela derler yani değiştiriciler manasına gelir. Fakat bunlar daha önce anlattığımız ebdal değildirler. Bunların sayıları ne artar ve ne de eksilir. Bu adı aldıklarının sebebi, bunlardan birisi, diğerlerinin yokluğunda arkadaşlarına vekâlet etmesindendir. Ve onların yapacağını tek başına yapmasıdır.

Bunlardan birinin görüşü ve gözü, tümünün gözü ve görüşü gibidir. Bunların adlarındaki vasıflar Ebdale benzer. Sayılanda Nükabaya benzer.

Allah’ın rızası üzerlerine olsun. Bunlardan 5 kişi vardırki bunlara, Arzulayan kişiler denir. Kendileri devamlı şüphe ve gönül sıkıntısı içinde olurlar. Gördükleri şeyde arzularının şiddeti onlara darlık ve sıkıntı verir. Bunlar Allah yolunun padişahlarıdır. Beş vakit Namazın kişileridir. Bunlardan her biri farz olan bir namaz vaktinin uzmanı ve özünü bilen kişilerdir.

Resulüllah Efendimiz bunlar için:

“Vecea'lethukurrete a'ynehu fissalâti bibim.”

Hak Teâlâ bunlarla Alemin varlığını muhafaza eder. Hak Teâlâ bunlar hakkında:

“Hâfizû alâssalevâti vessalâtilvustâ.”

Mânası: Bütün namazlarla orta namazını yapın ve muhafaza edin buyurur. Bunlar gece gündüz namazlarını bırakmaz ve birbirinden ayrılmazlar. İşte bunlardan biri de Salih Elberberiydir. Bu kişi ile uzun zaman tanıştık, konuştuk, ölünceye kadar ondan faydalanmıştım. Ve yine bunlardan biri de Ebu Abdullah Elmehdeviydir. Bu zatı Faşta görmüştüm.

Bu taifeden bazı keşif ehli kişiler her vakit. Namazının canlanıp cesedlendiğini zan ederlerdi. Hakikatte böyle değildir. Bunlar görünmez ve böyle bir şey olamaz.

Allah’ın rızası üzerlerine olsun bunlardan 6 nefis vardırki ne artar ve nede eksilir. Bunlardan biri de Harur Reşid Sebti’nin oğludur. 599 hicri senesinde Mekkede tavaf sırasında bu zatı görmüştüm. Kendisine soru sordum, Cevap verdi. Bu kişinin tavaf esnasında ruhunun cesedlendiğini his ettim. Bu cesed-lenme keyfiyeti Cibril Aleyhisselam yönünden bir çöl adamı kıyafetinde bana görünmüştü.

Önceden bunun nedenini çözememiştim. Fakat sonradan Hak Teâlânm altı günde yarattığı bu alemin altı kişisi olduğunu ahlak ve adetlerinden anlamış ve öğrenmiş oldum.

Bunların hulk ve âdeti, sıfat ve halleri yönünden Hak Teâlâ Hazretleri.

“Velekad halaknâssemâvâti vel arda vemâ beynehümâ fî siteti eyyâmin ve mâ messennâ min lügûbü.”

buyururlar.

İnsanın varlığında bulunan altı yöne bunların etkisi vardır. Bunlardan biri Rum diyyarında k Erzin de olduğunu haber verdiler. (Burada bu velinin rum diyarı dediği yer Anadolu Erzin dediği yerde Erzincan olabilir.

Bu zat ağlamanın esiri idi. Onunla buluştuk ve tanıştık. Her vakit için bana selam verirdi, ve sık sık beni görürdü. Ken-disile Şam’da, Sivas’ta, Malatya’da Kayseri’de buluştuk. Bana uzun bir vakit hizmet etmiştir. Gerçek sıdık sahibi bir an-neside vardı. Onunla yine Harranda, anasına hizmet ederken karşılamıştık. Bütün hayatımda anasına gerçekten böyle sadakatle hizmet eden seven ve bağlanan bir kimseye rastlamadım. Kendisi mal mülk sahibi idi. Şimdi seneler oluyor ki onu görmedim. Şam’da kaybettim. Sağ mı veya yaşıyor mu bilmiyorum. Allah’ın Selâmı ona olsun.

Hak Teâlâ dünya idaresi için ne vermiş ve ne emretmiş ise, sayılarına bunların her birine muhafazası için bir kişiyi memur etmiştir. Hak Teâlâ emirlerini bunlarla muhafaza eder.

Bütün evliyaların tümünü bilen büyük bir zât vardır ki, bu ulu kişinin adı da; İmam Muhammed Bin Ali Eltermizi el-hakimdir. Bu zat marifet ve hikmet sahibi bir kişi idi. Şöhreti etrafı kaplamıştır. Tüm zorlu davalara eğilen ve bir sonuca bağlayan bu zat idi.

Şimdilik bunlar hakkında bu kadar söyledim, Allah doğruyu söyler, hidâyete erdirir.

Allah’ın rızası üzerine olsun bunlardan bir kişi vardırki; bunun da bir kadın olması ihtimali vardır. Bu kişinin bütün âleme dağılmış cariye ve köleleri vardır. Makamı ve şahsiyeti ise acayiptir. Bu şahıs bazı tarikat sahibi kişilere kendini gösterir ve girer. Kendini zemanın kutbu olmadiği halde kutbu gösterir.

*

Allah’ın rızası üzerine olsun bunlardan bir kişi vardırki, kendisine makamında (sakit elrefref bin sakıt elarş) ismi verilir. Manası Refrefden düşen Arştan düşenin oğlu) anlamına gelir. Bu zatı konyada gördüm Bu zat hakkında ayette (vennec-mu iza Heva) dır. Kendi hâli kendisine tecavüz etmez. Kendi nefsile daima meşguldür. Rabbı Hakkmdaki düşüncesi büyüktür. Hali azametlidir. Görünüşü tesirlidir. Hal esnasında onu görenler onu küskün bulurlar. Ben onu alçak gönüllü kendi nefsine kırgın ve küskün buldum. Yüksek meziyetlerine hayran oldum. Bileğisi, dili, çok kuvvetli olup son derece haya sahibi olduğunu gördüm.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar