Print Friendly and PDF

Futuhatı Mekkiyyeden Seçmeler- Selahaddin Alpay 7

 

ALLAH YOLUNDA YÜRÜYEREK FAYDALANMAK İSTEYENLERE HÜKMİ VASİYETLER

·        1 — Ey müslüman kardeşim, İslâm kelimesi üzerinde sebat sahibi ol. La ilahe illallah zikrini ağzından bırakma. Resülul-lah efendimizin bir sözünde, gerek ben gerek peygamberlerin en faziletli hitab ve konuşması isbat ve neti yönünden La ilahe illallah telâffuzudur.

Bunun ihtiva ettiği ve taşıdığı manayı bunun tartısını veya veznini ancak bilenler anlar, öğrendiğimize göre ve bunu isbat-layan ve gelen haberler de, bu telâffuzun bir kelimei tevhid olduğunu bildirir. Bu kelime ile her şey kıyaslanmaz, ölçülmez, bununla kıyaslanacak birşey olsaydı, bunun iki üç çeşidi olurdu.

Fakat buna imkân olmadığından buna muadil ve bu tartıda bir kelime olmadığından bu kelimei tevhidin bir kaç türlü söylemek imkânsız olmaktadır. Umumiyetle bilginler, şirkin karşılığının tevhid olduğunu söylemektedirler. Bu yönü daha evvelki derslerimizde anlatmıştık.

Bir insan ya müşrik veya muvahhid olur. Terazide tevhidi ancak şirk tartar. Bundan dolayı terazide ikisi bir araya gelemezler.

Bizim bildiğimiz, ve Hak Teâlâ’dan verilen en doğru haberlerde bu yedi gök ve yedi yeri yapan benden başka biri yapmış olsaydı, terazinin bir kefesine onu, bir kefesine de Lailahe illallah kelimei tevhidini koyacak olursanız, Lailahe illallah kelimei tevhid kefesi dana ağır bastığını görmüş olursunuz. Çünkü terazinin yeri ve mevkii belli değildir. Kul amellerinin vardığı Sidrei Muntehanm sabit kevkeplerinin bulunduğu mukalar bir felek içindedir.

Kulların bu âmellerine karşılık bir terazi icab eder, bu terazi amellerin tecavüz etmediği nesneleri tartmakla tecavüz etmez, ne eksik tartar ve ne de ağır tartar. Bu yedi gök ve yeri Hak Teâlâ’dan gayri başkası yapmış olsaydı böyle mi olurdu? Bundan da katiyyetle anlaşılıyorki, bunların haliki ve vazii Hak Teâlâ’dır. Sonra şu bilinmelidir ki, Hak Teâlâ umumun menfa-atına, en faziletli ve en ağır, ve en faydalı şeyleri vazetmiştir.

Bu sebeple Allah her şeyin bir zıddını ve karşılığını eşit olarak yaratmıştır. Bu yönde (Sallallahü Aleyhi ve sellem) efendimiz yukarda anlattığımız gibi, ben ve diğer Peygamberlerin konuştuğu en faziletli şey «Lailahe illâllahtır.» buyurmuşlardır.

Ey Allahın muhipleri, sabit olan zikri bırakmayın, çünkü bu zikir bir kuvvettir. En çok ışığı olan bir nurdur. Bunun ulvi bir makamı vardır. Bunu ancak bununla amel edenler bilir. Şayet kurtuluşu arzuluyorsanız, Mizan sahibi yer ve göklerin yapıcısı olan Allah’ını bu kelimei tevhid ile zikret..

·        2 — Ey kardeşim, hastaları git yokla ve onları ziyaret et! Bunda hem iyi niyyet ve hem de itibar vardır. Allah insanı hastalıklı olarak yaratmıştır. Nazarını hastaya çevirir isen kendi hastalığına bakmış gibi olursun. Şunu bil ki kul hastalandığı vakit Allah onun yanında olur. Hasta olan kişi hastalığından acı çekmekte iken kalb ve diliyle Allah dediğini ve Allahı zikrettiğini duymazmışım

Doktor tarafından tedavi edilerek ilâcı verilmesine rağmen hasta daima Allah’a tevekkül eder, onun yardımıyle iyi olacağını bilerek, onun adını ağzından hiç bir zaman düşürmez. Çünkü Hak Teâlâ hastasının yanındadır. Kıyamet günü Hak Teâlâ Adem oğluna seslenerek: Ey Adem oğlu ben hastalandım, sen beni ziyaret etmedin? O da ona cevap olarak: Ey Rabbim sen Alemlerin Rabbisin ben seni nasıl ziyaret edebilirim? Hak Teâlâ ona: Filanca hastalanmıştı duymadın mı? Onu ne sebeple ziyaret etmedin? Şayet ziyaret etmiş onun hatırını sorumş olsaydın beni orada bulacakdm? îşte bu hadis doğrudur. Burada beni yanında bulacaktın sözü, hasta olanın namına gıyaben veya aleni olarak Allah tarafından söylenmiş sözdür; Ey kardeşim, şayet sana kullardan yediren içiren olursa, bundan sana bir şeref ve iftihar gelmeyecek olsa dahi sen de ona, onu bulursan on karşılık ver, o kişiyi yedir, içir. Çünkü yedirip içirmek ve ikram etmek seni Hak menzilesine sokmuş olur.

Bir dilenci dilenirken sesini yükselterek Allah için bana verin diye bağırır, bunu kendi söylemez, senin ona yardım etmen için ve sana halini duyurmak için bunu ona Allah söyletir. Dikkat edecek olursanız o dilenci, Allah’ın adiyle sana iltica etmiş durumdadır. O seni Allah menzilesine indirmiş oluyor. Bundan dolayı senin ona yardım edip vermen ve onu memnun etmen icab eder. İş olarak ve amel olarak bundan daha şerefli ne vardır?

Yukarda anlattığımız hadis de yine Hak Teâlâ der ki: Ey Âdem oğlu sana verdim ve yedirdim, sen bana bir şey yedirmedin, kul buna hitaben ey! Âlemlerin Rabbi olan Allah’ını, ben seni nasıl yediririm? Deyince, seni filanca kulum doyurmuştu ve yedirmişti, sen ona bir şey ikram edip yedirmedin, şayet yedirmiş olsaydın beni orada bulacaktın. Buyururlar, ve yine Hak Teâlâ, ey Âdem oğlu susamıştın sana su verip içirdim, sen bana bir şey içirmedin? Kul cevap olarak: Ey Âlemlerin Rabbı olan Allah’ım sana ben nasıl bir şey içirebilirim. Hak Teâlâ, kullarından filanca sana içirdiğini bilmiyor musun? Şayet sen ona bir şey içirmiş olsaydın beni onun yanında bulacaktın. Bu hadisi Müslim Muhammed bin Hatemden, o da Behizden, o da Hammad bin selmeden, oda Sabitten, oda ebâ Nafiden, oda Hüreyreden alarak Resulüllah efendimiz der ki: Bu habere göre Allah Teâlâ nefsini kendisiyle beraber olanlarla ve Allah adını zikredenlerle ve ona seslenenlerin seviyesine indirmiş olur.

Bundan dolayı kıyamet günü, yukarda anlattığımız şekilde hareket edenleri Hak Teâlâ mükafatlandırır. Yedirdiği ve içirdiği şeyleri Hak Teâlâ’mn yanında bulur. Ey kardeşim bu sebeple yardım maksadiyle uzanan elleri hiç bir şekilde boş çevirme, bir şey veremeyecek durumunda isen ona güzel sözle mukabele et. Bunu unutma. Verdiğin mükâfatım alırsın. Haz-reti Haşan ve Hüseyin efendilerimiz bir fakir gördülermi, koşarak ve iyi sözle elindekilerini ona verirler, hatıran alarak gönderirlerdi.

Hazreti Haşan efendimiz şöyle der, verilen sadaka ve yapılan yardım ahiret gününde o fukara tarafından yükümün hafifliğine sebep olur.

*

·        3 — Ey kardeşlerim kullara zulüm etmekten kaçının, zulüm kıyamet gününün karanlıklarıdır. Hak Teâlâ’nm verdiği bir hakkı kuldan alır, ve ondan esirger isen o kula zulüm etmiş olursun. Sen kudret sahibi isen o kulun hakkını korursun. Çünkü o hak sana verildiği gibi aynen ona da verilmiştir. O kulun hakkını kurtarmak veya ona iade etmek kudretin olduğu halde bundan uzaklaşmak ve yüz çevirmekle aynı zalimin zulüm ortaklığına düşmüş olursun. Yani Allah katında zalim sıfatını ve sicilini almış olursun.

Bilhassa muhtaç olana yardım mü’minin ödev ve sıfatlarm-dandır. Çünkü mü’minler kardeştir. Bir mü’min bir ihtiyaç ve zaruretten ölürse, mü’min komşusu da Allah katında sorumludur. Hayır yapmaktan daha faziletli bir şey yoktur. Ata ve ihsan sahibi kul dünya ve ahirette mutludur.

·        4 — Ey veli olacak kimse, dünyada yükselmekten çekin? kendini küçük gör. Senin sözün yükselirse bunu Allah’tan bil. Halkın kalbinde sana incelik ululuk ve sana rızık vermiş seni sevdirmiş ise bunu Allahtan bil. Ey dostum! sana tevazu zillet ve inkisar yaraşır. Çünkü sen yerdeki topraktan neş’et ettin, sakın onun üstünde yükselmeye kalkma, çünkü o senin anandır. Anasına karşı büyüklük gösteren kimse ona asi olmuş demektir. Anaya, babaya isyan etmek haramdır. Allah katında da af edilmeyecek suçlardandır.

Şunu sana tavsiye ederim ki, yerde yükselmeyi arzu etme, bu yükselmeyi sen Allah’ından isteme, bırak o seni yükseltsin.

Sen arzu edip istersen kıyamet günü hüsrana uğrar nadim olursun.

Resulüllah efendimizin bu yöndeki hadisi şöyledir: Yeryüzünde yükselmeyi arzu edenler velayet veya tahakküm etmeyi arzulamış olacaklarından, kıyamet günü bu çabalarından ötürü pişmanlık duyacaklardır.

·        5 — Ey kardeşim! Bir müslüman her Cuma günü yıkanmalıdır. Bu yıkanma namazdan evvel olmalıdır. Bu gusülle üzerine düşen vacibi yapmış olursun.

Sahihden öğrendiğimize göre Cuma guslü müminlere vacip olmuş tur. Resulüllah efendimizden öğrendiğimize göre her müslüman haftada bir gün yıkanmalıdır Hafta yedi gün olduğuna göre Cuma günü ikinci haftanın başlangıcı ve bir önceki haftanın da son günüdür. Bu gusül ile, müslüman temizliğini yapmış olacağından Allah’ının rızasını da almış olur.

Temizlikde Allah emriyle imandan olduğuna göre, bu emri yapmak her müslüman için şarttır.

·        6 — Ey müslüman kardeşim! Ahlâk sahibi olmaya bakın? Bunun faziletlerini unutmayın.

Yüce peygamberimiz (sallâllahü aleyhi ve sellem efendimiz), ben ahlâk faziletlerini tamamlamak için gönderildim buyurmuşlardır. Ahlâkı güzel olan Cennette kendine yüksek bir ev hazırlamış olur demişlerdir.

Ahlâkı bize Hak Teâlâ verdiğinden onun ahlâkiyle ahlâklan-mak icab etmektedir ve bu ahlâk karşılıklı olur. Birisini memnun etmek için diğerini kırmamak icab eder. İnsan öyle bir hûlk ve ahlâk sahibi olmalıki, cümle etrafmdakileri ahlâk ve nezaketiyle etrafında toplamalı ve aralarım bulmalıdır.

Demek burada ahlâk bahsinde Hak Teâlâ nefsini kullarıyla sohbete sokmuştur. Sabit olan ve resullüllah efendimizden öğrendiğimize göre bu yönden: Sen seferde iken vekilin de cümle insanlara ve ailene sahiptir. Hak Teâlâ ona hitaben nerede olursanız olun o sizlerle beraberdir.

Allah’ın sohbetinde bilhassa ahlâk faziletlerini sarf etmek lâzımdır. Allah’ın rızasını kazanacak her şeyi yapmak lâzımdır. Onun rızası olmayan bir şeyden içtinap edilmelidir.

Bilhassa Allah tecavüz ve teaddiyi hiç bir şekilde kabul etmez ve buna razı olmaz. Mü’min kimse Allah’ın razı olmadığı bir şeyi yapmaz. Allah’ın düşmanı ise onun bizce itibarı yoktur. Çünkü Hak Teâlâ mü’minlerin kardeş olduğunu bildirir ve yine:

 “Lâ tettehizû a'düvvî ve a'düvveküm evliyâe tülkûne ileyhim bilmeveddeti.”

Allah tarafı iltizam edilirse bütün mü’minler bundan fayda görür, kazançlı çıkarlar.

Bundan dolayı her mü’min kul, Allah’ın mahlûkatmdan olan, başkasına karşı Melâikeye, cinne, insan, hayvan, nebat ve cemadata hatta mü’min olan ve olmayanlara karşı mekari-mi ahlâkla çıkmalı ve onlara ona göre muamele etmelidir.

Bu ahlâk ilmi gizli fakat şerefli bir ilimdir. Bunu elde etmeye bak!

*

·        7 — Ey müslüman kardeşim! Haya sahibi olmaya bak! Çünkü Allah Haydır. Hayanın kökü imandır. Hayanın tümü hayırlıdır.

Hak Teâlâ kıyamet gününde lekeli ve şaibe taşıyanlardan utanır. Bir kul haya ile sıfatlanırsa Allah’ın nzası olmayan şeyleri bırakmış, Allahını ve Resulünü memnun etmiş olur. Hayanın manası terk etmek veya bırakmaktır. Haya insana hayır getirir, haya sahibi bir insandan, kendini mahcup edecek ve küçük düşürecek bir şey çıkmaz. Mü’minin sıfatlarından birisi de hayadır. Haya olmayanda iman da bulunmaz. Bunu böylece bilmelidir.

·        8 — Ey müslüman kardeşim! Etrafına daima nasihatta bulun. Çünkü nasihat borçtur ve din görevidir. Müslüman sahibinde, peygamber efendimiz: Nasihat borçtur, buyuruyorlar. Kime diye sorduklarında, Allah’a, peygamberine ve bütün müs-lümanlaradır buyurdular.

Şunu bil ki, nasihat etmek nasihat mevzuu da iğneye, nasihat edende elbise biçen ve diken bir terziye benzer.

Kullarının arasını bulan ve onların Allah katında mutluluklarını temin eden, Allah ve din uğrunda çaba gösteren, nasihatta bulunan kişidir. Müslüman ümmetlere nasihat edenler şunlardır. Mahallin amirleri, halkın dini görevlerini idare edenler, hâkimler, din âlimlerinden olup fetva veren ulemâ, bunların tümü İslâmm önderleri ve imamları sayılır. Bunlar dünya ve ahirette insana nelerden fayda geleceğini, ve nelerden zarar göreceğini verecekleri nasihatlarla, mensup oldukları cemiyeti uyarırlar, bu uyarmaların cemiyet üzerinde büyük etkileri vardır. Meselâ yük taşıyan ve susamış bir hayvanın susuzluğunu gidermek için kendiliğinden suya doğru gittiğini görürsün, bu hayvanın su içmesine mani olan varsa, onu bizzat suya doğru yürütmen ve sahibine nasihat etmen senin vazifendir. Bu aynı zamanda dinî bir vecibedir.

îslâm olsun olmasın veya İslâm olmayandan ahlâk ve edep haricî bir hareket veya fiil görülmüş olsa ona nasihat etmek ve doğru yolu göstermek şarttır.

Hatta İslâm örf ve âdetlerine göre, İslâm olmayanlarla bir muharebeye tutuşmadan önce hasmım İslama davet edip nasihat etmek icab eder. Nasihat ve ihtarı kabul etmiyecek olursa onunla dövüşebilirsiniz. Bunun aksine sizin haberleriniz ve na-sihatlarınız üzerine sulh yani barış talep edilirse ve şayet bunda menfaatiniz varsa dövüşmeyip barışa gidileceğini Hak Teâlâ kitabında bildirmektedir.

Yalnız, nasihat eden kişi ilimle bezenmiş olmalı ki, karşısındakini ikna edebilsin. Meselâ: Umumî ilimlerle şeriatının inceliklerini bilmiş olmalı, nasihatini da zamana ve bulunduğu mekâna göre yapmalıdır. Bazen rastgele düşünülmeden yapılan nasihatlar (öğütler) aksi etkiler yapar. Nasihat eden kişi, ilim sahibi, ahlâk sahibi, haya sahibi, görüş sahibi, mutedil mizaçlı insan olmalı, bunlar olmadı mı yapılan öğütlerden hiç bir fayda görülmeyeceği gibi, hataların süratle artmasına da sebebiyet vermiş olur!..

·        9 — Ey müslüıiıan kardeşim, Allah’tan fakir olmaya bak! Bu tavsiye tenbel ol, çalışma, sefil ol, muhtaç Vaziyete gel, çoluk çocuğun aç kalsın, miskinlik ve tenbellikle çalışmayıp sefil kalman demek değildir. Dünyada her insan çalışmakla mükelleftir. Allah ye Peygamberi tembel çalışmayan kulunu sevmez.

Biz burada fakirliği manen ve maddeten Allah yönünden anlatmağa çalışacağız.

Ey insan oğlu çünkü sen her an Allah’a muhtaçsın. Ona nis-betle, hiç bir şey değilsin elbette fakirsin. Her şeyi sana veren o olduğu gibi olur olmaz her şeyi de ondan istersin. Allah’dan fakir ve muhtaç olmak ne demektir? Anlamı ise, Hak Teâlâ senden rububiyet kokusunu almamalıdır. Ancak senden ubudiyyet ve kulluk kokusunu koklamak ister ve bekler. Allah rahmet eylesin Şeyhim ve hocam olan Ebül Abbas Elureybi bana: Sen kıymetini tuttuğun davada değil bulunduğun haldeki tasarrufunda ara, derdi.

Sen sen ol! Nefsin sana, Allah ile zengin ol derse, sana tahakkümü emretmiştir demektir. Sende ona, ben Allah’a muhtaç ve fakirim, hamurumdaki tuza varıncaya kadar ona muhtacım, ve ona karşı fakirim, o beni neye muhtaç bıraktı? Dersin?..

·        10 — Ey müslüman kardeşim! Fatiha suresini okuduğun vakit besmeleyi Fatihaya bağlayıp, kesmeden bir nefes ile okuman iktiza eder. Allah’ın azametine yemin ederek bunun katiyetini tevsik ve isbat eden Musullu şeyh Ebul Haşan tarafından bana nakil edilmişti. Bunu bana 601 hicri senesinde Mu-sulu ziyaretimde nakil etmişti. O da bunu yeminle isbatlaya-rak şeyhi olan Abdullah Tusi Elhatipten dinlemiş, o da bunu babası Ahmetten, o da bunu Mübarek Nisaburiden, o da bunu Ebâ Bekir fazıl Elhüreviden o da bunu Muhammed bin Ali El-cası gafiiden o da bunu Abdullah Serhasiden o da bunu Ebû Bekir Muhammed bin Fazıldan o da bunu Muhammed bin Ali Elverrak Fakihden o da bunu Fakih Muhammed Tavilden, o da bunu Muhammed Zahit Elaleviden o da bunu Musa Bin isadan o da bunu Ebû Bekir Elracüden, o da bunu Ammar Elbermeki-den o da bunu Enes bin Malikten, o da bunu Hazreti Aliden, o da bunu Ebû Bekir Elsıddikten, o da bunu' Resulüllah efendimizden o da bunu Cebrail Aleyhisselâmdan o da bunu Mikail Aleyhisselâmdan o da bunu İsrafil Alevhisselâmdan, İsrafil Aleyhisselâma Hak Teâlâ dedi ki: İzzetime, Celâlime, keremime, vücuduma yemin ederim ki, kim ki besmeleyi fatiha ile birleştirerek bir kez okursa bu sözüme şahit olun ki, onu gufranıma nail edip kötülüklerini ondan uzaklaştırıp, iyiliklerini kabul edeceğim, dilini ateşte yakmayacağım, onu kabir azabından, Cehennem azabından, kıyamet azabından, duruşma gününün dehşetinden koruyacağım. Benimle de cümle Enbiya ve evliyalardan önce buluşacağını vait ederim...

KUR’AN TEFSİRİ HAKKINDA GENEL BİLGİLER

Arablar İslâmiyetin başlangıcında Resulüllah efendimiz tarafından bir sure veya bir ayet tilâvet buyuruldukça o sure veya âyeti gerek müfredat elfaz, gerek kelime terkibi itibariyle anlayarak mana neye şamil ise, o cihetleri de idrak ederlerdi. Çünkü o sûre ve âyetler kendi lisanlariyle ve kendi lisanlarının belagat tarzı ile inmiş olmakta idi. Fazla olarak o sûre ve âyetler, ekseriyetle öyle bir takım olaylar esnasında inmiş idi ki mezkûr olaylar inen âyetleri anlamakta karine teşkil ediyordu.

Bununla beraber bir âyetin anlaşılmasında müşkülâta düşünce peygamber efendimize müracaat ederlerdi. Cenab-ı Peygamber onlara anlayamadıkları şeyleri tefsir eder, ve âyetlerden mensuh bir şey varsa nasibi göstererek müşküllerini hal ederdi.

İşte Esbabı Kiram hazreti Peygamberden bu izahatı alarak ezberlerlerdi. Kendisinden sonra gelen tabiin ve bunların tabiini sahabei kiramdan KuFan ilmini almışlardı.

En sonunda İslâmiyet devlet sekline girerek kanun ve nizamlara ihtiyaç olunca KuFan-ı azimüşşan istenilen kanun ve nizamlara bir menba ve doğuş yeri olarak görülmüş KuFan’m tefsirine bir kat daha ehemmiyet verilmiş hafızlar ve müfessir-ler, o ahkâmı çıkarmakta İslamların bas vuracağı yer olmuştur.

Şu halde hafızlar ve müfessirler îslâmın ilk zamanlarında fükaha Bayılırdı. İslâmlar birinci asrı hicrinin sonlarına kadar tefsiri şifahen ezber olarak bellemiş ve nakil etmişlerdir.

KuFan tefsirini yazı ile ilk tesbit edip yazan zat 104 hicri senesinde vefat eden Mücahit bin Cübeyr idi. Daha sonra pek çok zevat, tefsire dair eser yazmışlar ve nihayet 207 senesinde ve-

fat eden Vakidiy ve 310 senesinde vefat eden Taberi, gibi zatlar yetişmişlerdir. Vakidiye gelince o meşhur Arap müverrihlerin-dendi 130 hicri senesinde Medinei Münevvere’de doğmuş ve 207 senesinde Bağdatta vefat etmiştir. Kendisine halife Me-mun zamanında Bağdad’m Kesafe denilen doğu kesimi kadılığına getirilmişti,

Futuha dair bir kaç kitabı vardır, özellikle Şam’ın fethini pek uzunca yazmıştır. Fakat hadis ilminde pek itimade şayan değildir.

Tabariye gelince, Arabm büyük ve ileri tarih yazan idi. Fıkıh, hadis ve tefsirde ve diğer ililmlerde yerini doldurur kişi yoktu. Büyük bir tefsir kitabı vardır.

Yazdığı tarihler de bitaraf olarak geniş bir şümulle yazılmıştır. Bu tarih kitabı âlemin hilkatinden 300 hicri senesine kadar olan vukuatı ihtiva eder (kapsar). Taberi 224 senesinde Tabe-ristanm Amil şehrinde doğup 310 senesinde Bağdat’ta vefat etmiştir.

Bu sıralarda Araplar ekseriyetle okuma ve yazma bilmezlerdi. Merak ettikleri şeyleri anlamak isteyince kendi aralarmda oturan ve kendilerinden evvel kitap’ehlinden olan, Musevî ve hıristiyanlardan sorarlardı. Bunlar ekseriyetle museviliği kabul eden yemenlilerden ibaretti. Bu musevi ve hıristiyanlar, o sırada her ne kadar İslâm olmuşlarsa da kendi din ve kitaplarının tesirinden kurtulamamışlardı.

Bunlara bir şey sorülunca tevrattan hatırlarında kalan hikâyeler anlatılırdı.

Bu sebeple tefsir kitabları bu nevinden menkûlât ile dolmuştu. Hazreti Ömer zamanında İslâm olan Kaıp bin Mani muse-vilerin en şöhret sahiplerinden birisiydi.

Keza hazreti Peygamberin, Medineye hicreti sırasında İslâm olan Abdullah bin Selâm bin Elharis dahi bu kişilerdendi.

Bundan başka Sabiilerden ve Mecusilerden bir çok kimseler İslâm olmuşlardı.

Bunlardan bazıları büyük bir mevki ihraz etmiş, bunlara dahi bir müşkül hakkında bir soru sorulunca eski mezheplerinde hafızalarında kalan malûmatı söylerlerdi.

Bu kabilede olan zevatın en meşhuru Vehep bin Müneyye idi. Bunun büyük babası Yemen’i istilâ eden habeşlileri memleketten çıkarmak için İran hükümdarı tarafından mezkûr kıtaya gönderilen yardım kuvveti efradından bir İranlı idi.

Bu İranlılar Yemen’de kalarak çoluk çocuk sahibi olmuşlar ve İran oğulları namiyle isim almışlardı.

Bunlar Yemen’de museviler arasında oturduklarından muse-vilere ait bir çok âdet ve malûmatı onlardan almışlar, diğer cihetten Habeşliler ile karıştıklarından bunlardan da hıristiyan-lığa ait bir çok şeyleri öğrenmişerdir.

Bu cihetle İslâmiyetin ilk asırlarında yazılan tefsir kitapları bu neviden bir çok malûmatı kapsamaktadır. Nitekim hıristi-yanlık dahi ilk asırlarında bu gibi hallere düşmekten kurtulamamıştı.

Fakat bir zaman sonra ilimler dili zuhur ederek Islâmlar bu ilimlerle uğraşıp mantık ve felsefî kitapları okuyunca delil ve kıyas aramağa alışarak tefsire dair olan kitapları incelemişler, bunları esaslı incelemeden sonra akıl ve mantığa muvafık bir hale koymuşlardır.

Bu zevatın en şöhretlileri Kurtubah (Endülüslü) İbin Atiyye ile (bu zatın adı ebû Muhammed Abdülhak bin Atiyyedir). Keşşaf eserinin sahibi Zamahşeridir.

Yukarda ismi geçen îbni Atiyye, Endülüste, Kurtuba’da yetişen en büyük ve ileri ulemadandır. 481 hicri senesinde doğmuş 546 Lorne kasabasında vefat etmiş ve oraya gömülmüştür.

Elveciz adlı meşhur ve muteber bir tefsir eseri vardır. Allah rahmet eylesin..

FÜTUHATI MEKKİYE MÜELLİFİNİN HAYAT HİKAYESİ

Bu kitabın müellifi, güzeller güzeli, büyük şeyh ve veli, Eh-lullah ve arifıbillah Halifetul hülafa, elmusel ilallah, gavsülva-sılin, mesnedilkamilin, Esseyyidiül Mesut, ve şeyhul Mahmud, büyük mutasavvif şeyh, Muhammed bin Ali, bin Muhammed bin Ahmet, bin Abdullah Elhatemi Taiy’dir. Kendisi şeyh Mü-hiddin lakabiyle anılır. Çünkü şark müslümanlarından bu lakapla anılan Kadı Ebâ Bekir Bin El’arabî mevcut olduğundan ve lakapları da birbirine benzediği cihetle, hazreti şeyhin lakabından Elif ve Lam harfleri çıkarılmak suretiyle İbin Arabi lakabı vermişlerdir.

Halbuki bu zat İslâm diyarı Mağripte Elif ve Lam harfleriyle birlikte lakabı ibin Elarabi, Endülüste ise ibin Serake diye anlıyordu. İşte bu iki büyük zatı birbirinden ayırmak için kitabımız müellifinin lakabından Elif ve Lam harfleri kaldırılmak suretiyle ibin Arabi olarak kısaltılmıştır. Ve asırlar boyu bu şekilde anılmıştır.

Şeyh Muhittin hazretleri 560 hicri senesinin Ramazan ayının 17 günü gecesinin ilk saatlarmda Endülüsün Mürsiye kasabasında dünyaya gelmiştir. Bu kent bidayette Endülüs Eme-vileri zamanında İslâmlar tarafından vücuda getirilmiştir. Bu kasabanın yeri Endülüsün doğu kesimindedir. Bunun batısında îşbilya denilen tarihî ve güzel bir şehir vardır. Burası Cennet misali bağ ve bahçelerle bezenmiş, bir yerdir. îşte bu mürsiye cennet diyarı gibi güzel ve Endülüs Emevileri tarafından tesis ve inşa edilmiş Endülüsün en şirin bir kasabasıdır.

Hazreti şeyh küçük bir yaşta İşbilye’deki hocası şeyh Ebâ Bekir bin Halef den Kukan dersi almış, hadis derslerinde babası yerine kaim olan Ebâ Elhasan şüreyh bin Muhammed şüt-reyh Elrainiy’den öğrenmişti, Ve yine bazı din adabı ve derslerinde Şeyh Ebâ Elkasun Elşarrat Elkurtubiden almıştı. O vakitler için îşbilya şehri Endülüsün en hareketli ve bereketli namlı merkezlerinden biri sayılırdı. Bu şehrin 15 kapısı vardı. Burası da Endülüsün batı kesiminde bir yerdi. Bunun güneyinde Kurtuba merkez şehri bulunuyordu. Orası da İslâmm azametli bir ülkesi idi. Bu iki baş şehir arasında yaya olarak dört günlük bir uzaşlık vardı. Bu şehrin lugâtça anlamı yayılmış şehir anlamına gelir. Bu zeki ve anlayışlı küçük çocuk, bu ufak yaşta gerek Pasta ve gerekse Endülüsteki bütün hocalarının nazar, takdir ve hayretini çekiyordu.

Değişik âlim hocalardan hadis, şiir, edebiyat, fıkıh, ve din ilmini öğrenip ikmal ediyor, günden güne şöhreti dört bir yana yayılmış oluyordu, ibâdetinde Mezhebi zahiri, itikatlarında ise mezhebi batini idi. îlk hocalarından Muhammed bin Şüreyh ve îbin Mesedi’nin anlattığına göre sonsuz zekâsiyle ilim deryasına doğru bu çocuğun akıp gittiğini, bildirmişlerdir. Keskin zekâsiyle her şeyi inceden inceye düşünür, ve az konuşurdu. Konuştuğu her şeyde bir hikmet vardı. İçinde hazineler saklamış gibi halleri vardı. Bunun sırrını ancak Hak Teâlâ biliyordu. Kendisi hadislere pek düşkündü. Bir çok hadisleri Ebalkasım Elhazestani’den işitmiş ve bellemişti.

Müslimin sahihini de şeyh Ebalhasan bin Ebâ Nasırdan 606 hicri senesinin Şevvalinde dinlemişti.

Bu yönde Eba Tahir Elselefi’den umumî icazetname almıştır. Hazreti Şeyh bilhassa Tasavvufta pek ileri gitmiş ve büyük bir isim bırakmaya başlamıştır. Tasavvuf babında bir çok kitaplar ve telifleri vardır. Bunlardan Elcemi vettafdil, hakaİkul Tenzil, Velcezyel Muktebise, Velhatral Muhtalisa, ve yine Keşfülmana Fi Tefsir Esmaülhüsna, gibi nam almış eser ve telifleri vardır. Ve yine kendisinin İlâhi bilgiler, Elesra ila Makamül Esra gibi tasavvuf! düşüncelerle yüklü eserleri ve astronomiyi ilgilendiren Mevakiulmıcum, Ve Matali Ehilet Esrarülulum gibi meşhur telifi vardır. Ve yine müellefatından Ankaül Mağrip, ve yine Hatimül evliya sıfa-tıyle yazdığı Mağrip Güneşi ve Faziletler adındaki şöhret bulmuş eserleri vardır. Ve yine namlı eserlerinden Elesran Kudsiyye ve Matali, Envar-ı İlahiyye Bundan sonra en azametli eserlerinden biri de Fusus ile Medeni fetihler kitabıdır. En nihayet en büyük ve azametli eserlerinden biri olan Fütuhatı Mekkiyesiyle şöhreti yedi cihana varmıştır. Bu kitabı 973 hicri senesinde büyük üstad ve hoca olan şeyh Ab-dülvehhab bin Ahmet Şerani Hazretleri yeni baştan mütalâa etmiş, fütuhatı Mekkiyenin içine ve Şeyh Ekbere ait olmayan bir takım aleyhte yabancı yazılan içinden ayıklayarak hülasa etmiş ve bunun adını da Kırmızı Kibrit koymuştur.

Ehli sünnet ve cemaat aleyhine yazılı olan bu yazıları, bu şeyhi çekemeyenler ve onun tasavvuf! felsefesini hazım edemi-yenler, bu kitaba sokmuş ve bu büyük zatı kötülemeye ve gözden düşürmeye çalışmışlardı. İşte yukarda ismi geçen âlim zat 955 senesinde vefat eden Elşerif Şemseddin Esseyit Mııham-med bin Esseyit Eba Tayyip Elmedenî ile görüşerek ve onda bulunan ve bizzat şeyh Mühiddin İbni Arabinin elyazısiyle Konya’da yazılan fütuhatı, Mısır’da bulunan fütuhatla karşılaştırmak suretiyle hakikî fütuhatı Mekkiyeyi ortaya çıkarmış oldular. Konyadaki asıl nüshasında ehli sünnet ve cemaatı aleyhinde hiç bir şeyin mevcud olmadığını müşahede ve tesbit ettiler. Vaktiyle Mısır’da iktibas olarak yazılan Fütuhatı Mek-kiye’ye bir çok muhalif akideler ve düşüncelerin kasden sokulduğu anlaşıldığından Konyadaki nüsha esas tutularak yeni baştan bu kitabın tabı ve teksirine ve şeyhi ekberi bu süfli mahlûkların şerrinden korumak kasdiyle doğru olarak yeni baştan kaleme alınmış ve tabı ve teksiri yapılmıştır. Kendisi bir çok mesnedli ve isbatlı hadisleri toplamış ve tesbit etmiştir.

Şeyh Ekberin hadis ve İlahî gizlilikler hakkında bir çok eserleri olduğu gibi, maarifte, ilimde, fende sayılmayacak kadar da eserleri vardır. Bütün ömrünce yazı yazmış, etrafını uyarmış, muhitine ve İslama faydalı olmuş büyük şahsiyetlerden biridir. Kendisi sekiz yaşma kadar vatanı olan Mürsiyede oturmuş, 568 hicri senesinde oradan ayrılarak İşbilye’ye gelmiş 598 hicri senesine kadar orada tahsilini yapmış, ilim ve irfanını ikmal etmiş, bu olgunluğa bu Endülüs kasabasında erişmiştir. Bu tarihten sonra hac ödevini yapmak üzre hazırlığa başlamış hafız Elselifiy ve İbin, Asakir ve Abülferej bin Elcev-ziy gibi zamanın şöhretli âlimlerinden icazet alarak, vatanına bir daha dönmemek üzre Hicaza doğru yola çıkmıştır. Mısıra gelmiş, Hicazda oturmuş, Bağdadi, Musulu, ve Rum diyarı Anadoluyu gezmiş hatta bir müddet Konya, Malatya, Erzincan gibi Selçukların hâkimiyyetinde bulunan şehirlerde dinlenmiş ve oturmuştur. Etrafına bir çok seçkin âlimleri, müridleri, cemaatları toplamış, cümlenin hayranlığını ve sevgisini üzerine çekmiştir. 601 senesinde ilk Bağda’da gidişinde orada 12 gün oturmuş sonradan ikinci defa olarak 608 senesinde Bağda’da varmış orada bir müddet oturmuştur. Nefis cihadında, riyazette ileri gitmiş, tasavvuf babında ve bu yönde bir çok yazılar yazmıştır. Kendisi aynı zamanda lirik bir şair ve edip idi. Eli açık ecdadı gibi cömert hayır sever bir zat idi. Şairliği akıcı ve sonsuzdu, tasavvufî bapta yüzlerce hattâ binlerce şiir yazmıştır. Lisanı açış, tatlı ve çekici konuşması vardı. Onu dinleyen bir daha dinlemek isterdi. Natıkası kuvvetli çekici bir üslubu vardı.

Kendisi çok heybetli celâl sahibi ve suretli bir insandı. Kendisi lâtîfeden hoşlanır, etrafını sıkmazdı, inanmayanları çabuk ikna eder kimseyi sıkmadan sözlerini dinletirdi. Şeyh Mühid-din hazretleri ibin Seraka adiyle anılırdı. Endülüsteki lakabı bu idi. Dili çok açık, anlayışı çok kuvvetli iradesi yüksek zekâsı keskin idi. Son olarak Hacca gitmek üzere Mısır'a gelip bir şey konuşmadan ayrılmışlardır. Şeyhi Ekbere Sühreverdiyi nasıl buldun sözünü ve yazısını tenkit ettiler, hakaret ve tecavüz ettiler. Fakat Hak Teâlâ onu bü bilgisiz ham ve sofu diyardan şeyh Eba elhasan elbicaiy eliyle ve yardımiyle kurtarmıştır.

Bu şeyh bu kötülüğü yapmak isteyenlere karşı çıkmış, yanlış düşündüklerini ve bunun çok kıymetli büyük bir şahsiyyet ve Allah ehli evliya olduğunu anlatarak, binbir güçlükle merhum şeyhi ekberi mutlak bir kötülük ve ölümden kurtarmıştır.

Yemenli Abdullah bin sair elyafîiy şeyh ekber hakkında şunları bizlere bildirir. Şeyhi ekber, İranlı şeyh Sühreverdi ile buluşmuştur. Birbirlerini tanımışlar ve bir saat karşılıklı beraber oturmuşlar ve sonradan bir şey konuşmadan ayrılmışlardır. Şeyhi Ekbere «Sühreverdiyi nasıl buldunuz» sorusuna, Şeyhi Ekber: «Tepeden tırnağa kadar sünnetle doludur» buyurmuşlardır. Bu sefer İranlı şeyhe: «Şeyhi Ekberi nasıl buldunuz» sorusuna karşılık, sühreverdi: Hakikatlar denizidir, buyurmuşlardır.

Şeyh Muhittin hazretleri anlaşılması zor büyük bir şahsiy-yet idi. Çünkü, Hızır Aleyhisselâm onun hocası idi. Onunla bir çok defalar buluşmuş ve görüşmüşlerdi. Kendisi yukarda anlatıldığı üzre artık mezkur tarihten sonra vatanı olan Endülüse dönmemiş ve Şam’da ikamete karar vermiş ölünceye kadar orada oturmuştur. Tekke ve zaviyesini de orada kurmuş, bir çok ilim erbabı etrafını sarmış binlerce talebe ve mürid yetiştirmiş. Allah yolunda durmadan cehdi nefs etmiş etrafına İslâmiyet nurunu yaymıştır. Bu cümleden Mevlanâ Celâleddin Ru-miye de genç yaşında hocalık etmiş ve bir iki kez buluşmuşlardır. Artık Şam onun gençlik ve yaşlılık çağının ikinci vatanı olmuştur. Mevlanâ Celâleddin Rumi Hazretleri Konya’ya gelmeden babasiyle Hicaz yoluyla Şam’a geldiğinde, ilk genç yaşının dersini bu şöhretli Şeyhten almıştır.

Demek Mevlanâ Hazretleri, tasavvuf da babasından aldığı feyzle kalmamış temel bilgilerini Şam’da genç yaşında şeyhi Ekber’den almıştır. Mevlanâ’nm olgun çağında da şeyhi Ekber Konya’ya Mevlanâ’nm davetlisi olarak gelmiş ve bir müddet onunla görüşmüştür.

Hatta bu sırada Selçuk hükümdarı şeyhi Ekber’in ikameti için ikram olarak kendisine Konya’da bir köşk hediye etmiş ve orada bir müddet oturmuştur. Günün birinde fakir bir derviş bu köşkün önünden geçerken durup bu güzel kâşaneyi seyre dalmış, bu hal Şeyhi Ekber’in dikkat nazarını çekmiş ve bu fakir tanımadığı şeyhi Ekbehe, ne güzel köşk, bunun gibi bir köşküm olsaydı ne olurdu diye söylenmiş, fakirin bu sözü şeyhi Ekberin içinde fırtına estirmiş o fakiri çağırarak derhal o köşkü bütün eşyasiyle birlikte o fakire hediye ederek içinden çıkıp gitmiştir.

Şeyh Muhiddin Hazretleri bir kaç izdivaç yapmış, bu evlenmelerden çocukları olmuştur. İki çocuğunun adı biliniyorsa da, bir kaç çocuğunun adı bilinmemektedir.

Kendisi 638 hicri senesinin Rebiül Ahirin 18’ci Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece Şam’da Salihiye’de vefat etmiş kasyun dağının eteğinde Salihiye mevkiine defin edilmiştir.

Yavuz Sultan Selim Şam’ı fethettiğinde yarı kaybolmuş olan bu ulu şeyhin mezarını tesbit ettirmiş ve yeni baştan türbesini yaptırmış ve oraya bir cami de ilâve etmiştir. Şeyh ardında iki çocuk bırakmış bunlardan 618 de Malatya’da doğan Sadettin Muhammed adındaki oğlu, iyi yetişmiş, hadisleri bellemiş şair ruhlu bir gençti. Kendisinin büyükçe şiir divanı vardır. 656 hicri senesinde henüz genç yaşında iken Şam’da vefat etmiş babasının yanma gömülmüştür. Bu tarih Hulağunun Bağda’da girip Halife Mustasımı öldürdüğü tarihtir. İkinci oğlu ise îmadeddin Ebu Abdullah Muhammed, Şam’da yetişmiş 667 senesinde vefat etmiş, babası ve kardeşinin yanına defn edilmiştir. Allahın rahmeti üzerlerine olsun.

ENDÜLÜS ULEMASI

Felsefe ilmi Endülüse hükümdar Abdurrahman Evsat tarafından sokulmuştu. Endülüslüler felsefi ilimlerin bazılariyle uğraşarak yeni ilimlerde ve ilmi nucumda şöhretli alimler yetiştirdiler, bunların ilki kıble sahibi namiyle ün almış üçüncü asrı hicrinin sonlarında vefat edenebu Ubeyde Mülim bin Ahmet idi. Bundan sonra İbni semine lakabiyle anılan ve 315 senesinde vefat eden şöhretli tabiblerden Kurtubalı Yahya bin Yahya ile Merhiti denilen ve 398 senesinde ölen endülüsteki asrının riyazi ilimler imamı olan Ebulkasım Mesleme bin Ah-mettir. Bu son olarak adı geçen zat üç kıymetli talebe yetiştirmiştir ki, en meşhurları, Gırnatah mühendis İbin Semahtır, diğeri riyaziyeci ibnisafferdir. Ve diğe«ri de hesab hendese ve tıp alimi (kitabül erkan filmuamelat alâ tarikilburhan) sahibi Abulhasan Ali bin Süleyman Zihravidir. Ve yine meşhur mühendislerden Abülhakem Amru bin Abdurrahman kirmani’dir. Bunlar ulumu dahile ile uğraşırlardı. Bu zat şarka seyahat ederek Harran da ikametle orada hendese ve tıbbı öğrendikten sonra Endülüseavdetle 458 senesinde Seragostada vefat etmiştir. Bu ulema eski alimlerin uğraştıkları, riyaziye, heyet, hendese ve emsali şeylerle uğraşmışlardır.

Felsefeye gelince buna ancak îhvani sefa risalelerinin endülüse girmesinden sonra ehemmiyet vermişler, endülüs emevi padişahlarından hakem bin Nasır, daha evvel şarktan felsefe kitaplarını endülüse getirtmişti. İbni Saeğ namiyle tanınmış ve 533 tarihinde vefat eden Ebu Bekir bin Bace bu devrin yetiştirdiği, büyük feylesoflardandı. Kurtubalı kadı Ebulvelid ibnir-rüşt de onun talebesindendi. Ayrıca ibin Tufeyl, ibin Hud gibi feylesof ve hekimler de yetişmiştir.

İbin Hace ile İbin Rüşd’ün yazdığı eserler, bu günkü AvrupalIların başlangıçtaki uyanmalanna esas olmuştur. İbin Cel-

cel’in yazdığı tıb nebatlarının adlarını eskiler dahi bilmezlerdi. Ediplerden ibin Cübeyr de edebî yâzılâriyle şöhret yapmıştı. Endülüs kütüphanelerine gelince, 350 hicri senesinden 366 senesine kadar hüküm süren endülüs padişahlarından Hakem bin Nasır, Abbasi halifesi Memunu kendine rehber yapmıştı; bu zat kitab toplamayı severdi. Ulemaya da düşkündü, kitap toplamada şöhret yapmıştı. Kendisi şimdi Abbasilerle yarışa çıkmış bulunuyordu. Her tarafa adamlar göndererek ve büyük masraflar yaparak, kütüphaneler tesis etmişti. Bilhassa Ağanı kitabı sahibi Abulferec esbehani hükümdarı gibi Emevi aslından idi. îşte bu hükümdar bu alimi ve kitaplarını Endülüs’e getirtti. Ve daha bir çok kitaplar cem etti. Bu kitaplar Kurtuba Sarayı’nda hususî salonlara konarak muhafaza edildi. Buradaki şiir divanları sayısı 44 binden fazla idi. Gerçek olarak da bu saray kütüphanelerindeki cild sayısının 400 bin olduğu îbni Haldun’un eserinden anlaşılmaktadır. Bu kütüphaneler halkın kendi evlerinde merakla tesis ettikleri kütüphanelerden ayrıdır. Bilhassa Kurtuba’da bunlardan başka binlerce eseri olan özel kütüphaneler vardı.

(İzleri bu güne kadar gelen yapılar ve kalıntılar)

Bulunduğu kent: Gırnatada Gırnatada Kurtubada

Yapının cinsi:

Meşhur Elhamra Sarayı

Elhamra camii

Kurtuba sarayı

Elkasır sarayı

Santiyago kilisesinin Arab kulesi

Elkasır sarayı


Sokoviyyede Tuleytulede İşbiyada

Ve daha binlerce irili ufaklı mescid imaret ve hamamlar vardır. Endülüs din ulemasına gelince, Fütuhatı Mekkiyede bunların adlan hazreti şeyh tarafından gösterildiğinden aynca burada tekrarlamayı doğru bulmadım. Bu kitabın böylece sonuna gelmiş bulunmaktayım takdir sizden hidayet yüce mevlada amin.

İsmi “Şeyhül Ebubekir Muhiddin’dir. Lâkabı çoktur. Şeyhül Ekber, Hatemül Evliya, Şeyhül âzam, Kutbul arifin, İmamül muvahhidin, Rehberü âlem... vesaire...

560 yılı (Hicri) Ramazan ayının on yedinci pazartesi günü Ispanya’da “Endülüs” vilâyetinin “Mersiyye” şehrinde dünyaya gelmişlerdir. Pederinin ismi “Mehmet bin Ali ibni Arabî” dir. Sekiz yaşlarında (568) tarihinde Mersiyye’den ‘Sevil”e gitmiş ve o zamanın Alim ve muhaddislerinden olan “Ebu Muham-med” ve “İbni Beşgül”den ilim tahsil etmiştir. Hicri 598 yılında hacca gitmiş. Mısır, Irak ve Şam’ı dolaşarak Konya’ya gelmiş. Orada meşhur ulemadan “Sadreddini Konyevî” ye rastlamış. Onun validesi evlenmiş ve Sadreddin’den maddî ve manevî ilimlerle süslenip Şam’a dönmüştür. Batın ilmini “Gavsül Azam Abdülkadir Geylânî, Şeyh Ebu Medyeni Mağribî, Ebu Abdullahil Temimi, Ebu Haşan ibni Camî, Cemaleddin Yû-nus”dan öğrenmiştir. Zamanın meşhur âlimlerinden İmam Fahreddini Râzî ile mektuplaşmış ve bir müddet sonra da buluşmuşlardır.

Meşhur İbni Cezvî der ki: KuFan-ı Kerim’de gizli olan İsm-i Azami o bilirdi ve ilmi Simyaya da vakıftı.

Hafız İbni Neccar der ki:

·        — Şam’a gittiğimde Muhiddini Arabî ile görüştüm ve bütün anlattıklarını yazdım. Vallah ne güzel Şeyhi Kâmildir!.

Şeyh Sadeddin Hamevî de:

·        — Muhiddin, sahili bulunmaz bir marifet denizidir., diyor.

Muhiddini Arabî, zamanının en büyük zatlarından Hazreti Ebül Hasanil Şazelî ile konuşarak ehli hakikatin ahvaline vakıf olduğunu söyler. Beşyüzden fazla eseri vardır, (Bunlardan bazılarını bu faslın sonunda gösterdik). Eserleri muhtelif lisana tercüme olunmaktadır. Meşhur kâşif Edison bile ona eserinde “Üstadım” der.

Hicrî 638 yılı Rabiülahır ayının 22 ci Cuma gecesi 78 yaşında vefat etmiş ve Şam’da “Kasyon” dağı eteğindeki “Salihiye” nam mevkîye gömülmüştür. Mezarı o zamanın taassubu yüzünden kaybolmuş ve Osmanlı Türk padişahı Yavuz Sultan Selim tarafından bulunarak meydana çıkarılmış ve üzerine muazzam bir türbe yaptırmıştır. İki tane evlâdı vardır.

·        1 — cisi: Şeyh Muhammed Sadeddin.. Hicrî 618 yılı Ramazan ayında Malatya şehrinde doğmuş. Hadis ilminde üstad olmuş.

·        2 — cisi: Ebu Abdullah lâkabile anılan Şeyh Mehemmed İmadeddindir. 667 Hicrî yılında Şam’da vefat etmiş ve pederinin yanma gömülmüştür.

*

* *

MENKIBELER

Muhiddini Arabi’nin pederi Bağdat’a gelmişti, kendisinde ihtiyarlık alâmetleri baş göstermişti. Her fani insan gibi o da bu âlemden gideceğini biliyor ve yerine bir tek evlât bırakmak istiyordu. Bağdat’ta Büyük Evliya Gavsül âzam Hz. Muhiddin Abdülkadir Geylânî’yi ziyarete gitti. Hazreti Bazül Eşhebe Cenabı Haktan kendisine bir erkek evlât lütfetmesi için duâ etmesini rica etti. Hz. Gavs murakabeye dalıp:

·        — Yâ Mehmet bin Ali, ben âlemi misâle nazar ettim, senin sulbün kesilmiş.. Beyhude yorulma.

·        — Aman sultanım sizin duanızı Cenabı Allah red etmez. Hazreti Abdülkadir bir kere daha dalıp:

·        — Benim kısmetimde, sulbümden gelecek bir erkek evlât var. İstersen onu sana vereyim.

·        — Evet, lütfedin..

·        — O halde gel!..

Sultan Evliya Hazreti Abdülkadir, Mehmed’in arkasına geçti kendi de sırtını çevirip arkadan kolkola tutuştular. Şeyh Mehmet bin Ali Endülüs’te bu hâdiseyi anlatırken der ki:

·        — Vaktaki Hazreti Gavsül azamla sırtsırta verdik ensemden belime sıcak bir şeyin aktığını hissettim. Ve bir müddet sonrada bir evlâdım oldu ve ismi Hazreti Abdülkadir’in emrettiği veçhile Muhiddin kodum.

Muhiddin Arabî Endülüs’ten Hicaz’a doğru yola çıktığı vakit Allah’a yalvarmış:

·        — Yâ Rabbi.. ne olur bana ömrümün sonuna kadar geçecek zahiri ve batını ahvali göster. Cenabı Hak onun bu duasını kabul etmiş. Murakabeye dalan Şeyhül Ekbere gayip âlemini açmış ve birçok acayibat göstermiş. Hazreti Muhiddin, der ki:

·        — Kıyamete kadar gelen Kutuplan isim ve nesepleri ile ifşa edebilirim. Fakat her asrın halkına merhameten gizledim, çünkü, aşikâr olan şeye itiraz etmek insanı felâkete sürükler.

Hazreti Şeyhül Ekber Hızır ile karşılaşmasını şöyle hikâye eder:

“— Sülûkûmun iptidaî zamanlarında idi... Şeyhim Ebul Ab-bas’m bir zat hakkında söylemiş olduğu sözleri kabul etmemiştim. O gün boyuna itiraz ediyordum. Yanından ayrılıp haneme avdet ederken tanımadığım nurlu bir kimse ile karşılaştım. O şahıs benimle selâmlaştı ve:

·        — Şeyh Ebul Abbas’m o zat hakkında söylediği şeyler doğrudur, onu tasdik et., dedi. Ben hayretle geriye dönüp meseleyi Şeyhime anlattım o:

·        — Sana söylediğim sözün doğru olduğunu isbat etmek için Hızır Aleyhisselâmdan yardım istedim., dedi. Ben de bir daha itirazda bulunmayacağıma tövbe ettim.

Muhiddin Arabî ikinci defa olarak Hızır’la mülakatını şöyle nakleder:

·        — Tunus limanında bir gemide bulunuyordum. Gece uykum kaçmıştı. Güverteye çıkmıştım. Ayı bütün güzelliğile denizden seyrediyordum. Dalmıştım, birden ürperdim. Geminin yan cihetinden uzun boylu beyaz sakallı bir zatın suyun üzerine basa basa geldiğini gördüm. Gözlerimi oğuşturdum, acaba bu bir hayal mıydı? Bu zat yanıma yaklaştı, ayağının birini kaldırıp diğerinin üzerine koydu. Ayağına dikkat ettim, ayağı ıslak değildi! Bana selâm verdi, bir iki söz söyleyip bir tepe üzerinde bulunan Menare şehri tarafına doğru gitmiye başladı. Fakat hayret!. Her adımda bir mil katediyordu. Çok uzaklardan onun İlâhi zikrini işitip gaşy oldum.. Ertesi gün şehre çıkmıştım. Bir Şeyh yanıma yaklaşıp:

·        — Gemide Hızır ile geçen gece nasıl idi. O sana ne dedi ve sen ona ne cevap verdin ?, dedi.

Rivayete nazaran Şeyhül Ekber Büyük Okyanusta seyahat ederken bir memlekete uğramış. Öğle vakti imiş. Harap bir mescide namaz kılmak için girmiş. Yanında mucize, keramet gibi harikulade şeyleri inkâr eden birisi varmış.. Birkaç seyyah da mescide gelmişler. Şeyh denizde gördüğü ve sonradan Hızır olduğunu öğrendiği zatında onların arasında olduğunu görmüş. Hızır yerde mihrapta duran küçük bir hasırı yerden yedi arşın hava üzerinde muallâkta durdurup üstünde namaz kılmış ve Şeyhe: Ben bunu şu inkâr eden şahıs için yaptım demiştir.

* *

Bir vakit gelmiş ki Muhiddini Arabi Hz. leri Şeyh Ebül Ab-bas’a bir mektup yazmış:

·        — Bana batınınla teveccüh et ben sana batınımla soracağın suallerin cevaplarını vereyim demiş.. Bir müddet sonra Ebul Abbas’tan bir mektup almış. Ebul Abbas:

·        — Geçen gece Evliyaları bir daire şeklinde toplanmış gördüm. Ortalarında iki zat var idi. Bunların biri “Ebul Haşan bin Siban” diğeri “Endülüslü” idi. Bana bir ses dedi ki:

·        — Şu dairenin ortasında bulunan iki şahıstan birisi Gavis-tir!. Bir âyeti kerime okundu ikisi birden secdeye kapandılar. Hangisi başını secdeden evvel kaldırırsa Kutup ve Gavis odur denildi. Evvelâ Endülüs başını secdeden kaldırdı. Kendisine harfi ve kelimesi olmıyan bir suâl sordum. Bana doğru bir defa üfürmekle cevabını verdi. Bu nefeste bütün sorduğum suallerin cevabı vardı. Bu nefes beni kendimden geçirdi. Diğer velilerde o nefesten gaşyolmuşlardı, Endülüslünün yüzüne dikkatle baktım sen idin!..

Soğuk bir kış günü idi. Muhiddini Arabi bir evde üç kişiyle sohbet ediyordu. Bu adamlardan biri inatçı biri filozof idi. Diyordu ki:

·        — Cahil insanlar Kuhan’daki İbrahim Peygamber kıssasını yanlış anlarlar..

·        — Ne gibi?..

·        — İbrahim Aleyhisselâm ateşe atıldı, ateş onu yakmadı derler. Halbuki, ateş yanıcı cisimleri muhakkak yakar, Kur’an’da-ki ateşi Nemrud demek ona gazap ve hiddetinden ibarettir. Ateşe fırlatılması hiddetinin kendi üzerine gelmesini ve ateşin yakmaması bu gazabın kendisine dokunmamasıdır, yoksa ateş yakmaz mı?.. Muhiddin Arabi dedi ki:

·        — Eğer ben size ateşin Hazreti İbrahim Halilûllahı yakmadığını ve KuFan-ı Kerimdeki sözlerin doğru olduğunu bizzat gösterirsem imana gelir misin?.

·        — Bu imkânsız bir şeydir.

·        — Ban burada İbrahim Peygamberin dâvasını isbat etmek için onun yerine geçerim ve göstereceğim harikulade mucize keramet olmaz.

·        — Bu mümkün değildir..

·        — Evet..

·        — Şimdi onun yakıp yakmadığını bizzat kendin görürsün.. Muhiddin Arabi Filozofun “aman ne yapıyorsun” demesine kalmadan mangaldaki ateşi filozofun kucağına boşalttı. Filozofun rengi kül gibi olmuştu. Fakat hayret ateş onun kucağını yakmıyordu. Elile tuttu yakmıyordu.. Gözlerini açtı.

·        — Bu şayanı hayret bir şey!., dedi ve ateşi mangala doldurdu. Hz. Muhiddin Arabi:

·        — Tekrar ateşi bir tut bakalım., dedi Filozofun elini uzatma-sile:

·        — Ay!., diye çekmesi bir oldu.. Ateş elini yakmıştı. Muhiddi-ni Arabi tennan sesile dedi ki:

·        — Ey Filozof, ne oldun.. Hani ateş yakardı. Sonra yakmaz oldu. Tekrar yaktı..

___w..

·        — İşte şöyle oldu. Ateş emir ile yakar. Ve Emri ilâhile yakmaz. Cenabı Allah dilediğini işler...

Muhiddinî Arâbî Hazretleri Şeyh Şahabeddinî Sühreverdî ile buluşmuşlardı. Her ikisi murakabe edip kunuşmaksızm ayrılırlar.. Onları seyreden İhvanı kiram; Şeyhül Ekber’in yanma giderler, ve Hazreti Sühreverdî’yi nasıl bulduğunu sorarlar: Hz. Muhiddin:

·        — Cenabı Sühreverdî, tepeden tırnağa kadar sünneti peygamberi ile muttasıf, zahiri ve batını nuru Ahmediye ile parlamaktadır... buyurur..

Bu sefer Hazreti Sühreverdî’ye giderler ona Şeyhül Ekber hakkında ne düşündüğünü sorarlar. O şu cevabı verir:

·        — Muhiddinî Arabî uçsuz bucaksız bir hakikattir!..

* *

Hazreti Gavsül Azam Abdülkadir Geylâni halifelerinden Şeyh Cemaleddin Yûnus bin Yahya’yı yanma çağırmış ve:

·        — Benden sonra benim künyem olan “Muhiddin” ismini taşıyan azizül vücut bir zât çıkacaktır. Şimdi vereceğim hırkayı ona teslim ediniz., demiştir. Bilâhare o hırkai Gavsiyye Hazreti Muhiddine ulaşmış ve Muhiddin Arabî Hazretleri ömrünün son günlerinde o hırkaî mübareki evlâdı manevisi Sadrettini Konyevî Hazretlerine giydirmiştir.

*

* *

Mehabettim Taberî Validesinden şu hâdiseyi hikâye eder;

“— Muhiddinî Arabî bir gün Kâbe’de Kâbe’nin mânası hak-' kında bir vaaz veriyordu. İçimden onun dediklerini inkâr ettim. O gece mânamda Kâbe’nin Şeyhül Ekberi tavaf ettiğini gördüm!..”

Büyük İslâm âlimlerinden Fahreddinî Râzî büyük bir debdebe ile Kâbe’ye gelmişti. Kabe’yi tavaf ediyordu. O sırada ihramına bürünmüş bir adamın kendisine ayağa kalkmadığını göl dü. İçinden:

·        — Benim gibi bir âlime hürmet etmemek, tazim yapmamak ne ayıp şey!., dedi.

Biraz sonra büyük camide vaaza çıkıyordu. Bütün Mekke ahalisi Tefsiri Kebi’ri yazan bu büyük âlimin vaazını dinlemek için camiye dolmuştu. Fahreddini Râzî ağır ağır kürsiye çıktı.

·        — Ey cemaati müslimin dedi.. Fakat birden kafası durur gibi oldu. Akimdaki bilgiler o anda silinmişti. Ter içinde kaldı..

·        — Bugün biraz rahatsızım konuşamıyacağım dedi. Ve kürsüden indi. Hanesine vardığı vakit başını secdeye koydu ağlamaya başladı:

·        — Yâ Rabbi ne işledim de, ne gibi bir kusur yaptım da beni kepaze ettin. O gece mânasında ona Muhiddin’i gösterdiler. Evet o içinden kızdığı adam Muhiddini Arabi Hazretleri idi. Onu günlerce aradı. Ümit kesmiş bir vaziyette iken kapısı çalındı. Koştu açtı. Bir de baktıki Şeyhül Ekber karşısında. Ondan af diledi, o da Hakka dua edip Fahrî Râzî’ye bilgisini iade ettirdi.

Muhiddini Arabi’nin yüksek sözlerini kimse anlamıyordu. Bir gün Cebele çıkıp:

·        — Ey Şam ahalisi sizin taptığınız mabut benim ayağım altındadır!, deyince halk onu hapsetti, öldüreceklerdi, fakat Şeyh Ebul Haşan onun sözlerini değiştirmiş ve onu hapisten kurtarmış. Muhiddin’e:

·        — Kendisinden dolayı Nasut âlemine Lâhut âleminin girmiş olduğu bir kimse nasıl hapis edilir?., deyince Muhiddin:

·        — Benim sözlerim sekir halinde söylenmiş sözlerdir. Bunlar suç teşkil eder mi?..

Heyhat, Muhiddini Arabi’nin sözleri, eserleri muhitinde büyük bir suç addolunuyordu. Cahil halk onun vefatından sonra mezarını yıktılar, nişanını bırakmadılar. O hazretin mezarı Yavuz Sultan Selimin Şam’ı istilâsına kadar devam etti. Yavuz Zembilli Ali Efendiden, Muhiddini Arabi’ye aid birçok malûmat almıştı. Onun bir eserindeki:

“İza dahallesîni ilâ şm yazharu kabri Muhiddin” ibaresidir.

“Selim Şam’a dahil olunca Muhiddi’nin kabri meydana çıkar” olarak çözdü. Ve Şam âlimlerini toplayıp Muhiddi’nin nerede:

“— Sizin taptığınız benim ayağımın altındadır” sözünü söylemiş olduğunu sordu. Onlar, Cebeldeki yeri gösterdiler. Orayı kazdırdı ve orada bir çok paralar çıkarttı. Demek ki Muhiddin onlara paraya tapmakta olduğunu söylemiş. Muhiddin’in, yerini keşfettirip mezarını buldurdu. Ve üzerine muazzam bir türbe inşa ettirdi.

Muhiddini Arabi Hazretlerinin manevî evlâdı Sadrettin Şeyhin kabrini ziyaret edip avdet ediyordu. Sıcak bir gündü.. Tarsus ovasında yürüyordu. Çiçekleri seyre başladı. Onlardan bir iki tane koparıp kokladı. Onlara bakıp kudreti ilâhiyeyi düşün-miye başladı. Allah’ın sevgi ateşi kalbini yakmaya başladı. Yavaşça söylendi:

·        — Bu dünyanın cefası neden çekilir. Şeyhim, Sultanım Muhiddin bu dünyadan gittikten sonra ben niçin yaşıyorum..

O anda ölmeyi arzu etmişti. Birden karşısında bir nur belirdi içinden Muhiddini Arabî belirip elini uzattı:

·        — Bana bak!., dedi. Bu anda Sadrettin kendisini kaybetti. Gözünü açtığı vakit Muhiddini Arabî yanındaydı.

·        — Gülümsedi.. Evlâdım, biz ebediyiz ölmeyiz!..

Şeyh Sadrettin, Muhiddini Arabînin ruhuyla bunun gibi bir çok defalar konuşmuş ve İlmî batını inkişaf etmiştir.

*' *

Muhiddi’ne birisi yüz bin kuruş değerinde bir ev bağışlamış idi, içinde oturuyordu. Bir gün bir fakir gelip:

·        — Allah rızası için bana bir şey ver!., deyince Muhiddin:

·        — Bu evden başka bir şeyim yoktur. Al onu da sana verdim., demiş. Ve evi terketmiştir.

Kendisine sormuşlar:

·        — Bir salike/SaZi^ İlmi Tasavvufu tatbik ederek öğrenmiye çalışan kimsedir. Şeyh onun üstadıdır.] ne lâzımdır..

·        — Bir salike uyku halinde huzur üzerine olup uyanıklık halinde nasıl aklı hayaline tasarruf ediyorsa rüyasında dahi öyle tasarruf etmelidir.. Bir kulda bu rahatlık meydana gelirse âlemi berzahta/AZemî berzah bu dünyadan sonra ruhun gideceği alemdir. 2 nci alemi misâldir. 1 inci alemi misâl âlemi Ervah ile dünya arasında 2 ncisi dünya alemi ile kıyamet alemi arasındadır. İzahı Eserleri kısmında mufassalan verilecektir.] çalışmasının meyvasım bulup fayda görür.. Cevabını vermiş.

·        — Ervah ile ne şekilde görüşüyorsun?

·        — Uç şekilde., cevabını vermiş. 1 — Rüyada. 2 — Onları bu fani âleme davet ile. 3 — Ben bu kalıbı terkedip ruhumla onların yanma varmakla.

ESERLERİ

Muhiddini Arabi’nin 500 ü geçen eseri vardır. Bunların ismini anmak bile insana hayret verir. En büyük eseri Fütuhatı Mekkiye’dir. Ondan sonra meşhur olan Füsusül Hikem’dir. Yüze yakın muhtelif mevzular üzerine yazılmış risaleler vardır. Muhiddin Arabi’nin yazdığı eserlerden meşhurlarını yazıyoruz:

“Fütuhatı Mekkiyye, Neticetül Hak, Vesayatil Kudsiyye, Le-vamiünnûr, Netayicüt Tevhîd, Barbut Tevhîd, Tecelliyül îşare, Eddevrü Âlâ, Risalei Keyfiyetüssülûk, Risalei Kutub ve Nuk-ba, Tasfîri Adem, Kudreti Ulûmet Hakayık, Ricali Gayb, Esrarı Uluhiyye ve Miraç, Kitabül Beyan fi hakikatül insan, Maricül bâb fi keşfül evtad vel Aktap, Tuhfetül Sefere, Kitabül Kürsî, Arş, Levh, Felek, Cisim, Zaman, Mekân, Sücudel Kalb, Risaleti Nübüvveti Vilâyeti vel Marifet, Kitabı Nâr, Cennet, Aşk, Elme-nazzaratül Beynel însanü vel Hayvan, İnsanı Kâmil, El Ruh vel Nefis, El Talib ve Meczup, El İfna vel Baka, Sehivvel Sekir, İstihare, Risalei fi Esraril Zât, Şakkal cîb ve Şefi Hicacül Gayb, El Makamat Fit Tasavvuf, Ennecatü Min Esrarı Sıfat, Sırrıl Esmail Hüsnâ, Cilâil Kulûb, Sıracil Vehhab, Hakikatül İnsan, Kitabı Taaşşuk El Nefsi Ba Cisim, İşaretü KuFan Fi Ellemel İnsan, Kitabül Nûr Kitabül Anka, Ravzatül Aşıkm, İttihadül Kevnî, Mekârimül Ahlâk, Câmiül Ahkâm, Cifrül Cami, Kitabı Elif, Nün, Ruhül Kudüs, Şeceretül Vücût Vel Bahril Mev’ut, El Kenzil Tılsım Minessıril Âzam Fi İlmel Hurûf, Esrail Mektûm, Hurufil Kelimat, Eldürretül Nasiyettül Minel Cifir, Keşfül Esrar, Keşfür Settar an Havasül Esrar, El Mevalidül Cismanî Verruhani, Nevmü Vel Yakaza, Tefsiri Suretil Fatiha, Mevaki-ünnücûm, Füsûsül Hikem,”

Biz bu kitabımızda Muhiddini Arabi Hz. lerini iyice anlıya-bilmemiz ve onun ileri görüşleriyle aydınlanmamız için muhtelif kitap ve risalelerinden topladığımız yazıları ayrı birer konu halinde sunuyoruz.

“VÜCUT”

Vücut birdir. O da Cenabı Hakkın varlığıdır. Onun varlığı kendi zatından ibarettir. Ve bütün mevcudatın varlığı ondadır. Onun iledir. Hakikatta Cenabı Haktan başka hariçte hiç bir mevcut yoktur. Bu vücudu İlâhinin evvelide kendisidir ahiri de (Hüvel .Evvelü Vel Ahirü) Vücuda bir menşe aramak boşunadır. Çünkü, evvelce var olan vücut şimdide vardır. Yok olan bir şey hiç bir vakit var olmaz. Var olan, mevcut olan şeyde yok olmaz. Ve yokluk (Adem) denilen bir şey öyle bir ebedî ve sonsuz bir karanlıktır ki; ondan hiçbir vakit bir şey çıkmaz. Bir hareket görülmez. Vücut namütenahi olduğundan yokluk denilen şey mevcut değildir. Bu görünen mevcudat vücudu İlâhinin muhtelif mertebelere tenezzül tecelliyatmdan ibarettir. Vücutü İlâhinin 7 tecelliyat mertebesi vardır:

·        1 — Ahadiyyet: (Bu mertebe vücudu İlâhinin esasıdır. Cenabı Hakkın bu mertebesine insanlar vakıf olamazlar.

Çünkü insanlardaki akıl, rehini, fikir, havas ve kıyas gibi kabiliyetler bilinmiyen nurani büyük varlığı anlamağa yetmez. Çünkü, bu idrâk kabiliyetleri o büyük varlığın yanında büyük bir kesafet halindedir. Kesif lâtifin halinden anlar mı?..

Bu mutlak vücut gizli bir hazinedir. Kendi Cenabı zatisinde müstağraktır. Sonradan vücut bulan insan Cenabı Hakkın Ahadiyyet halini anlıyamaz. Büyük Peygamberimiz (“Lâ Tete-fekkerû bi zatıllâh Allah’ın hakikatini düşünmeyiniz buyurmuşlardır.

·        2 — Taayyüni evvel mertebesidir.

Bu mertebede Cenabı Hak kendisindeki Esma ve sıfatı toplu olarak bilir. Bu mertebede bütün Esma ve sıfatile tezahür eder. Bütün Esma ve sıfat burada toplu olduğu için “Allah” denir. Bu mertebeye Tecellii Evvel de derler. Çünki, Ahadiyyette gizli olan burada aşikâr oldu. Cenabı Hak buyurdu: “Ben bir gizli hazine

idim bilinmekliğimi istedim. Zatımdan Zatına tecelli ettiğim vakit Habibim Muhammedim meydana geldi ve ona olan aşkımdan bu kâinatı halkettim.” Bu mertebenin zahiri (dışı) ve batını (içi) vardır. Zahirine Nübüvveti mutlaka, batınına Velâyetil mutlaka derler. Hazreti Fahri kâinat buyurdu. “Küntü Nebiy-yen ve âdemi beynel mai vettiyn” (Ademin çamuru halkolunma-dan ben Nebi idim). Bütün Nebi ve Veliler onun ruhu mübare-kinden halkolundular. Nübüvvet ve vilâyet ışığını ondan aldılar. Bu mertebeye Hakikati Muhammediye ismi de verilmiştir.

·        3 cü mertebe — Taayyünü sanî 2 ci mertebedir.

Bundan evvelki mertebede toplu olan Esma ve sıfat ve bunların icap ettirdiği bütün mâna ve suretler bu mertebede yekdiğe-rinden ayrılırlar. Yaradılan eşyanın hakikatlerinden ibaret olan bu suretler kendi hakikatini ve etrafını bilmezler, sınırları yoktur. Çünkü onların vücutları ilmidir. Vücut bu mertebede bu ilmi suretler sebebile müteaddit olur. Kesretin başlangıcı burasıdır. Tasavvuf lisanında bu İlmî suretlere “Ayani Sabite” denir. Bu mertebede bütün eşya, varlıklar yekdiğerinden ayrılmışlar fakat şekle bürünmemişlerdir. Bu ayani sabitelerin harici bir vücutları yoktur. Bunlar şuunatı zatiyeden ibarettirler: Hakkın vücud ile mevcutturlar. Buayanı sabitelerin her birinin kendisine göre bir kabiliyeti ve istidatı vardır. Hiçbir vakit biri diğerine benzemez. Mutlak vücut bu ayanı sabitelerin (İlmî suretlerin) herbirinin istidatma uygun olarak herbir ayın ile görünür.

·        4 üncü mertebe: Mertebei Ervahtır.

Bu mertebede İlmî suretlerin herbiri bir basit cevher olarak meydana çıkar. Bu basit cevherlerin herbirinin rengi ve şekli olmadığı gibi zaman ve mekân ile de vasıflanmamışlardır. Çünkü zaman ve mekân cisme göredir, bunlar ise cisim değillerdir.

Bu mertebede her bir ruh kendini ve kendi mislini ve kendinin mebdei olan Cenabı Hakkı bilir. Ervah Cenabı Hakkın askerleridir. Burada tanışması olanlar dünyada da anlaşılırlar, burada uzlaşamıyanlar dünyada da uzlaşamazlar. Her Ruh kendi zatı ile mevcut olup baka hususunda bedene muhtaç değildir.

Kufan-ı Kerim’deki (Elestü birabbiküm) “Ben sizin Rabbiniz değil miyim” hitabı bu mertebede olmuş ve ruhlar “Kalû belâ” “Evet sen bizim Rabbimizsin” deyip Cenabı Hakkı tasdik et-mişlerdir.fCenaöı Allah, o alemde kendisine secde eden ruhların sözünde sadık olup olmadıklarını meydana çıkartmak için bu alemi imtihan olan dünyaya sevketmiştir]

·        5 inci Mertebe Âlemi Misâldir.

Bu mertebeye âlemi misâl denmesinin sebebi: Âlemi Ervahtan zahir olan her bir ferdin bu âlemden sonra gideceği Âlemi Ecsam (cisimler âlemi) da meydana getireceği surete benzer bir şekil bu âlemde gözükmesi, nasıl olmasındandır. (İnsanda âlemi misâlin müşabihi hayaldir.) Burada eşya mürekkep ve lâtiftir, bunlar yırtılmaz ve parçalanmaz, yapıştırılmaz. Aynada ve rüyada görülen hayali suretler gibidir. Evliyayı kiram hazretlerinin daima nazar ettikleri (baktıkları) âlem âlemi Misâldir. Bu âleme Levhi mahfuz da denir. Rüyada olacak şeylerin bir numunesi bu âlemde mevcuttur (nasılki bir ressamın yapacağı resim bütün manzarası ve teferrüatile hayalinde mevcuttur), bu âlemde de dünyada “vuku bu acak ve bulan her bir hâdise bütün teferrüatile mevcuttur. Kendinden geçebilen yani dünyanın kesretinden sıyrılıp ruhlarını bu âleme sevke-denler ruhlarının temizliğine göre o âlemi görür ve olacak hâ-disattan haberleri olur. Onlar için kayıp birşey yoktur.

Muhiddin Arabi Hz. leri de böyle büyük şahıslardandır, aca-yibattan söyledikleri herbir söz çıkmıştır. Telgrafın icadından yüzlerce yıl evvel “iki demir birbirine vurunca uzaktan ses gelir, demir yere düşünce uzak yakın olur” diye bu günkü dünyayı birbirine bağlıyan demiryollarını anlatmıştır.

— Size kıyamete kadar gelecek velî ve kutupların ismini ve şeklini gösterebilirim diyen de o büyük kâmildir. Muhiddini Arabî Hazretlerinin istikbal hakkında söylediklerinin hepsi çıkmıştır ve çıkmaktadır.

·        6 ncı meratip - Alemi Ecsam (Alemi Şahadet) dir.

Bu alemde suretler Alemi misâldeki suretlerin aksine olarak ayrılırlar, parçalanırlar, yanarlar ve dağılırlar. (Alemi misâldeki bir şekli el ile tutup başkasına gösteremediğimiz halde Alemi Şahadette tutup göstermek kabildir.

Bazı âlimler alemi canlı ve cansız olarak ikiye bölerlersede hakikatte hepsi canlıdır. Hepsinin mertebei taayyünü sanide (3 üncü mertebe) sabit olan bir hakikati vardır. Ve bu hakikat onun ruhudur.

·        7 ncisi Dünya aleminde görülen insan - mertebesidir. (Buradaki insan lafzı insanı kâmil içindir. İnsanı kâmili ayrı birba-his halinde sunacağımız için burada kısaca anlattık.) Bu mertebe vücudu mutlakm son tecellisi ve son büründüğü elbisedir.

Böylelikle 7 mertebe halinde vücut bahsini tamamladık.

*

 

ÂLEMİN OLUŞU

İki cihan serveri Peygamberimiz bir hadisinde buyururlar-kif“İnnallahe halaka dürretün beydaün fe nazare ilel Celâli vel heybeti fesabet hayaün fesare nisfüha raaen ve nisfüha naren fe hasüle minha duhanün fe halâkas semavati mindu hanin vel arda zebedühü fe kâne arşühu alel mâ.”] “Hak Teâlâ evvelâ büyük bir beyaz inci yarattı. Heybet ve Celâl bakışlariyle ona baktı. O inci hayadan eridi. Onun yarısı su ve yarısı ateş oldu. Ve ondan bir duman meydana çıktı. Gök yüzünü dumandan ve yeryüzünü onun köpüğünden yarattı. Onun arşı su üzerinde oldu.”

Bu Hadisi Şerifteki mâna şudur: “Allah’tan murat vücudu İlâhinin yukarda gösterdiğimiz mertebei vahdetidir. Büyük beyaz inciden maksat hakikati insaniyye (Taayyünü Sani) mertebesidir. Bu mertebeye Heybet ve Celâl nazarlarile bakmak hakikati insaniyye Alemi Ervah mertebesine tenezzülüdür. Ve bu tenezzülden hasıl olan gayriyyet mukabelesi olarak vücudu İlâhinin örtünmesidir. (Çünkü Cemâl bakışı Hakkın kendi nurile Bu apaçıktır. Nazarı Celâlim ile gayriyyet elbisesi le örtünmek vardır, yani gayriyetten maksat 1 ci meratipten 2 ci ve diğer mertebelere vücudun tenezzülüdür.

Beyaz incinin hayadan erimesinden maksat vücut bahsinde izah ettiğimiz veçhile “Kün” ol emrile muhtelif ayanı sabitenin muhtelif devrelerden geçip Alemi Ecsama varması ve orada vücudu harici meydan bulmasıdır. Ve nefesi Rahmanile ortasında ateş ve etrafının rutubet ve su olmasına işarettir (seyyaremizin bu duman halindeki sehabı muzideh ve kürei arzın onun tekâ-lüs etmesinden meydana geldiği) Arş; mülk ve bina mânasın-dadır. Bütün alemler Allah’ın birer emlâkidir.

Bu hadisi şeriften anlaşıldığı üzere Arz ve Gökyüzü iptidai yaradılışta bitişik bir madde idi. Sonra birbirlerinden ayrıldılar ve ecsamm olması sudandır. (Bu hadisi şerif şu âyeti kerimenin tefsiridir: “Evelem yerellezine keferû ennes semavatî vel arda kâneta ratkan fefeteknahüma ve cealna minel maikülle şey’in hay efelâ yüminûn.”

Güneş kendi manzumesinin kalbi gibidir. Ve Cenabı Allah’ın ismi ARAPÇA “Muhyî” “Diri, hayat verici” nin mazharıdır. Onun için kendine tabi olan seyyarelere hayat saçar.

Cenabı Allah bir ayeti kerimesinde yedi kat semavatm ve Arzın iki günde yaratıldığını söylüyor/AyeZ “Allahüllezi hala-kas semavatî vel arda vema beynehüma fi sitteki eyyamın süm-mes teva alel arş” Kulinküntüm letekfürûne lillezi Kalakal arda fiyevmeyni.” Secde 416 Ayet 4],

Bu Ayetteki gün kelimesi büyük devre demektir, 1 inci devrede semavat ve Arz bitişiktir. 2 nci devrede ise Sema ve Arz biıbirinden ayrıldılar. Ve şu ayeti kerime/AhmaZe fihâ revasiye min fevkiha ve bereke fıhave kadere fihâ akvataha fi erbaati eyyam.” Fussilet 478 Ayet 10] mucibince dünyamız dört devrede tekâmül etmiştir:

Gök yüzünde gördüğümüz veya görmediğimiz bir çok yıldızlar, varlıklar vardır ki, bir taraftan meydana gelir ve diğer taraftan dağılırlar. Bunların dağılışları ve oluşları hakkın vücudu dahilindedir. Çünkü o, her şeyin evveli ve sonudur. Ve her-şeyi muhittir. (Hazreti Abdülkadir Geylâni Sultanı enbiya Cenabı Hak ile konuşmasında şöyle anlatır “— Yâ Rabbi senin için bir mekân var mıdır? Tarafı İlâhiden şu cevap gelir: “— Yâ Gavsül âzam ben mekânların mekânıyım benim için mekân yoktur ve ben insanın sırrıyım.)

Arzdan evvel yaradılan seyyareler seyyarei ulviyye ve on-

1 — Devri ateş 2 — Su devri 3 — Toprak devri 5 — Nebatat ve hayatat devridir.

Gök yüzünde sayılaımyacak derecede âlemler mevcuttur. Hazreti Resulü Ekrem S. A . bir hadisinde şöyle buyurur:/^-nallahe teâlâ halâka miete elfi elfi kandilin ve alâka bil arşi vessemavati vel ardi vema fiha hattel cennete vennar Küllaha fil kandilin vahidin velâ yâlemü âkâdün ma fil kandili illalla-hü teâlâ.”]

Allahü Taâlâ milyonlarca kandil yaratıp onları Arşa çiviledi Arz ve Semavat ve onlarda olan şeyler, cennet ve cehennem hepsi bir kandilin içindedir. Kandillerde olan şeyi Cenabı Haktan başka hiç bir kimse vakıf değildir. (Bu Hadisi şerifteki kandilden murat yıldızlardır.)

Diğer bir hadisi şerifte [“Lemâ süile Mûsâ aleyyisselâm rüye-tillahi teâlâ ve kâne magşiyyen aleyhi keşefel gıtaü anhü ferea seb’ine elfitûrin alâ vahidün minha Musâ yekulu rabbi erini -ilâhın ”].

‘Vaktaki Musa Peygamber Allahı görmekliği istedi Ve onun üzerine kendisinden geçti. (Cenabı Musa A. S. Hakkı görmek istemişti. Cenabı Hak “beni göremezsin varlığın sana perde oluyor” demişti. Hazreti Musa ısrar etti. O vakit Cenabı Hak Tür dağında tecelli etti tür parçalandı. Buradaki Tür Hz. Mu-sanın vücududur.) Hazreti Musa’nın gözünden perde kalktı ve herbirinin üzerinde “Rabbi erini” diyen, bir Musa Jjulunan yetmiş bin tür gördü!.

Muhiddinî Arabi Hz. leri “Füsüs” nam eserinde her Peygamberi bir kelimei ruhiyye ile anmıştır. Hurufu nefsi Rahmaniden her Nebi bir heyeti içtimaiyle harfi olduğundan, ruhu Enbiyaya Kelimat denmiştir.

Bütün mevcudatta Allah’ın bir kelimesinden ibarettir. Ayet (Kul levkânel bahri midaden li kelimatı rabbi) Kâinat Allah’ın (Kün) Ol emrinden vücut bulmuştur. Mertebei Adem âlemde olan bütün mertebeleri kendisinde toplar. Binaeneleyh Adem ayinei mertebei ilâhiyeye ve bütün esmai rabbaniyyenin zuh-ruur.

Allah’ı Teâlâ bu alemi büyük bir ceset halinde vücuda getirdi. Ve o cesede ruh olarak Ademi koydu. Ve Adem bu alemden maksat ve netice oldu. (Buradaki Ademden maksat insanı kâmildir.) Allah insanı kâmile bütün isimlerini öğretti. (Esmai ilâhiyiye insan kâmile ruhani ve cismani kuvvetler yerindedir.) Görünüşte bu alem insanı kebir (büyük insan) ve Adem de insani sagir (Küçük insan) dır. Halbuki manen Ademi sağir alem ve Ademi kebir insandır. Binaenaleyh alemde mufassalen ne varsa Ademin vücudunda toplu özlü olarak mevcuttur. Aleme insanı kebir tabiri doğru değildir. Fakat; insanı kâmilin o alemde olması sebebile önada denilebilir. (Çünkü, alemi bir ceset farzettik. İnsanda onun içindeki rûh olmasile ikisine birden büyük insan denilebilir.) İnsan arzın, melekütûn, ceberut ve lâ-hûtun özü ve mânâsıdır./Bttzı sufıler Ahadiyyet ve Taayyünü Evvel mertebelerine Ceberut, Alemi Taayyünü Sani ve alemi Ervaha lâhut ve alemi misâle melekût ve dünyaya Nasût tabir ederler. ]

Allah’ın okunması en güç olan ve sırlarını hikmetlerini taşıyan bir kitabıdır. İnsanı kâmil esmalarını taşıyan bir kitabı İlâhi olduğu için sureti Rahman üzerine halkolundu. (Hadisi şerifteki Allah’ın insanı kendi sureti üzerine halketmesi demek; Cenabı Hakkın esma ve sıfatı üzerine halketmesi demektir. Yani insan sureti şekli ile nasıl görünüyorsa Cenabı Hakta esma ve sıfatile biliniyor, işte insan o esma ve sıfatı üzerine yarattı.) Cenabı Hak insanı kâmilde tecelli etti.

İnsan cisminin sekli unsuriyle meydanda göründü. Onun için peygamberlerimiz (bende sizin gibiyim) buyurdu. Cenabı Hak kendi merifetinin bilinmesi içn peygamberler ve veliler gönderdi. Peygamberler diğer insanlardan ziyade Alemi Lâhût Ceberüt ve Melekûtun esrarını ve Allah’ın emanetini taşımaktadır. Ayet (innel aradnel emanete alessemavati.. ilâhirdir.) Bazı insanlar kendilerinde olan Cenabı Hakkın kudretini görüp bunları kendisinden çıkıyor zan etti. Firavun ve Nemrut gibiler Uluhiyet iddia ettiler.

Bütün Esmai îlâhiyye insanın hakikatma taliptirler. İnsanın iki yüzü vardır. Dışı aleme ve içi Hakka dönüktür. İnsanın bir yüzü yükseklere ve bir yüzü yere uzanır. Onun için insan Şeytanı ve Meleği Ulviyyi ve süfleyyi kendisinde topluyan bir (Mecmaul bahreyni yeltekıyan)/ZAı denizin birleştiği yer.] dır.

Cenabı Hak bir ayeti kerimesinde diyor ki:fTn mâşerel cini vel insi inistetatüm en tenfüzû min aktarissemavati vel ardi fenfüzû Iha tenfüzûne illâ bi sultân. ”].

‘Ey insan ve cin [Kurbanı Kerim’in bir çok yerlerinde Cenabı Hak Cin tabir edilen bir takım mahlûkattan bahsetmiştir. Su-rei Cinin, inzali şöyle olmuştur. Hz. Ali ve İbni Mes’ut R.A. Hazreti Fahri alem bir gün yanma alarak bir semte götürmüş. Onlara bir yeri işaret etmiş:

— Burada durunuz! Buyurmuş. Ve kendisi ilerlemiş Gökten güvercin sürüleri gibi bir taife belirmiş, bunlar Peygamberin etrafını sarmışlar. Hepsi genç kimselermiş. Bunlara büyük Peygamber Sureî Cini okumuş. Bu vak’ayı Hazreti Ali ve İbni Mes’ut gözleri seyretmişler. (Bu gün bile bazı şeyler var ki onların varlığı yeni yeni anlaşılıyor. Meselâ mikroplar. Pestörün mikroskobu keşfetmesile görülmeye başlamadı mı. Bugün İspi-ritizme ile İlmî ile ruhlarla temas etmeğe çalışıyor, belki günün birinde cinlerde gözle görülebilecektir. Büyük Peygamber “ben insanların ve cinlerin Peygamberiyim” buyuruyor... taifesi: Se-mavat ve arzın hudutlarından çıkabilirseniz çıkın bakalım. Hayır sizin kuvvet ve kudretiniz yetmez. Ancak kuvveti ilâhîy-ye ile benim kudretimle çıkabilirsiniz.

Hazreti Muhiddinî Arabi Fütuhatı Mekkiyye isimli kitabında kendisinin bizim bilmediğimiz alemleri seyrettiğini söyler: “Alemi Simsime” tabir edilen yere ruhumla gittim. Cesedim dünyada kalmıştı. O alemin, sakinleri beni karşıladılar. Ruhum o alemin cinsine göre yeni bir kalıba bürünmüştü.

O alemde çok hayret edilecek şeyler gördüm. Toprağı yumuşak kırmızı altındandı. Ağaçları ve meyvaları hepsi altındandı. Bir kimse o meyvalardan alıp yese öyle bir zevk içinde kalır ki!. Orada bir yer daha var ki, gümüştendir. Onun meyvaları da ânlatılamıyacak kadar kokulu ve lezzetlidir. Ve beyaz kâfurdan bir yer daha vardır ki, orası ateş gibi yanar gözükür. Fakat içine girildiği vakit yakmaz. Ve bazı yerleri mutedil ve bazı yerleri soğuktur.

Ve yine zafîrandan bir yer vardır ki, oranın ferahlığı hiçbir arzda yoktur. Ve oranın meyvalarından biri koparıldımı hemen yerine yenisi biter. Koparan farkına varmaz bile. Kadınlarının güzelliği; cennetteki hurilerin güzelliğinin arzdaki güzellere nisbeti gibidir.

O alemde Teklifi İlâhi yoktur. Onlar Allah’ın tanzimi üzerine hareket ederler.

O alemde ayrılacağım vakit o alemin mahlûkları beni selametlediler. Arkamdan o arzın elbisesini çıkardım ve arza döndüm.. Aklın dünyamızda mümkün görmediğini o alemde mümkün olduğunu gördüm.

(Muhiddinî Arabî Hazretleri alemi Simsine tabir edilen yerde bir çok acayibatlar naklediyor. Altından ve Gümüşten, Zafi-ran ve kâfurdan yerler ve ateş gibi şiddetli yanar bir şey olduğu halde içine girildiği vakit insanı yakmaması ve koparılan meyvenin yerinde ani olarak bitmesi hayret edilecek ve aklımızın alamıyacağı şeylerdir. Fakat dikkat edersek bizim dünyamızın bile muhtelif bölgelerinde bile muazzam farklar vardır. Şimal kutbunda yaşıyan insanlarla orta iklim bölgesinde yaşı-yan insanların durumu bir değildir. Orada 6 ay geçe ve 6 ay gündüz olur. Hattı üstüvada yaşıyan insanların vücutları o 60-70 derece (gölgede) hararete nasıl tahammül ediyorlar. Bunlar bizi hayrete sevkeder. Düşündürür. Yâ arzı bizden olan diğer yıldızlarda kimbilir ne gibi ahvâl vardır. Bugün Merih ve Züh-re gibi yıldızlarda hayat olduğunu fen âlimleri isbat ediyorlar. Senenin muhtelif zamanlarında o âlemlere teleskopla baktıkları zaman o dünyaların kutuplarında beyazlık ve yeşillik görüyorlar. O dünyanın etrafında havai nesimi olmasile orada da hayat olduğuna kabul ediyorlar. Ve hattâ o alemlere gitmek için proje hazırlıyorlar...)

İNSANI KAMİL

İnsanı Kâmil, yukarda beyan ettiğimiz yedi mertebeyi vücudunda toplanmıştır. İnsanı Kâmil Kur’anı ‘Kerimdeki İsmi Azâm/İsmt azam Kur’anı kerimin içinde gizlidir. Kadir gecesi nasıl gecelerin içinde gizli ise İsmi Azam da öyledir. Fakat ekseri ulemanın ittifakiyla “Allah” ismi İsmi Azamdır. Çünkü Allah ismi doksan dokuz Esmai İlâhiyi nefsinde toplamıştır. Muhid-din Arabi Hz. leri de onu kastediyor.] yerindedir. Ve ismi Azam bütün Allah’ın Esmasını nasıl kendinde toplamışsa zahiri ve batini bütün mertebeleri insanı Kâmil havidir. İnsanı Kâmil onsekiz bin alemin özüdür, insanı Kâmil onsekiz bin âlemi on-sekiz bin gözle seyreder. (Her aleme dahil olup o alemin gözüle görür, His alemini his gözüyle görür.)

İnsanı Kâmilin kalbi bütün mekânları içine alır, insanı Kâmilin kalbi Allah’ın aynasıdır.

Şu nihayeti olmıyan varlık ki, onu yaratan, meydana getiren, varlığın yanında ne kadar olabilir? O sonu bulunmıyan, kâinatı icad eyliyen aynı kalb Arifte olsa idi, Arif ona doymaz idi. Eğer cümle ağaçlar ve nebatlar kalem olsa bütün denizler mürekkep olsa ve bütün cinlerle melâikeîer insanı Kâmilin büyüklüğünü ve ahvalini yazmağa kalkarlar kıyamete kadar bitiremezlerdi... Nitekim Kur’anı Kerimde Cenabı Hak Habibine buyurdu “Yâ Habibim; Sen söyleki, benim Rabbimin kelimelerini yazmada bütün denizler mürekkep olsaydı denizler bitip Rabbimin sözleri bitmezdi.f“KW levkânel bahri midade likeli-matı râbbi enfedel bahri kalbe en tevfüd kelimatırabbi velev cîynâ bî müslihi medâdâ.”]

Bu insanı kâmilin bir adı “Alem” dir. “İnsanı kâmille Kuran bir kardeştir/Hadisi şerif “El insanu vel Kur’an tevâman.”]” Yukarıda söylemiş olduğumuz bütün alemler birbirinin aynasıdır.

Ve bütün alemlerin aynası insanı kâmildir. Ve insanı kâmil Allah’ın Halifesidir. Hazreti Şeyhül Ekber buyurur ki:

“Eğer Arif kendi hakikatini bilseydi kendini bir itikatla mükellef tutmazdı. Eğer Arif kendi hakikatini bilirse kâmil olurdu. Ve însanı Kâmil olunca kalbi Hakkın mutlaka aynası olur. Ve Cenabı Hak ne suretle tecelli ederse onu itirazsız kabul ederdi.

Bir insan Arifi billâh olmak için üç sefer eder.

·        1 incisi — Her kimsenin zatı İlâhide bir hakikati vardır. Cenabı Allah o hakikatin dünyaya gelip aşikâr olmasını dilese o hakikat Akh külde tasarruf eder ve oradan Nefsi küle gelir. Ve sonra Arş ve Kürsiden geçip yedi kat göklerden (1) geçip Feleki kamere gelir ve sonra kürrei nâra, (Ateşe) ve kürrei hava, su ve toprağa gelir ve orada, maden nebat, hayvan’a geçip oradan insana gelir. İnsana gelince yarım dairesi tamam olur. (İnsanda tekrar bir rehberi kâmille geldiği noktaya varırsa daire tamam olur.)

·        2 ncisi akh külle gelip ve seferi manevi ile gelmek lâzım ki ona hakikati Muhammediye de derler. (Bu mertebeye varınca bütün geçmiş olduğu mertebelerden birer hûy, birer renk, birer sıfatı reddiye getirmiştir. Onların fena olanlarını mürşid artırmıştır bir salikin buluğa erme akh külle gelmesidir ve ilk Evliyalık mertebesi buradan başlar.) Bu makamda Renksiz olur. Bu makamda, akh, akh kül, nefsi, nefsi kül, ruhu, ruhu mukaddes olur. Ve bu makama cemi ve badel fark dahi derler. Meczup ve Hak makamıdır. Salik bu makamda, kalıp bu makamdan geçmeğe gayret etmezse kimseye rehberlik yapamaz. Ve tekmil olamaz. Burası seyri fillâh mertebesidir. Burada ne kendisinden ve nede alemden haberdardır. Ve şeriat emrinide tutamaz, çünkü kendini kayib etmiştir. Bu fena fillâh mertebesinden geçmesi lâzımdır.

·        3 üncü seyir: Bakabillâh mertebesidir.

Burada salik. “Hak” dan halka döner. Cemi makamından fark makamına gelir. İnsanları irşat etmek için bu mertebeden manevi nüzul ile inib beşeriyet elbisesine bürünür. -Büyük Peygamberimiz Hz. Resulü Ekrem buyururfVnnemn ene beşe-rün mislüküm yûhâ ileyye”] “Ben de sizin gibi insanım.”

Bu avdetten sonra o kimsenin bütün işleri itidal üzerinedir. Dünyanın hevesatma kaptırmaz. Ve şeriatı Muhammediyeden ayrılmaz. O kimselerin (yani yukarıdaki 3 seyirden geçip kâmil olanların) dışı halk ile ve kalbi Hak ile meşgul olur. Kamilin bu makama inişi onun terakkisidir. Bunlar bir kimsenin Tanrısı hakkında olan itikadatını inkâr ve red etmezler çünkü onlar bütün itikatların ne şekilde meydana geldiğini bilirler.

Cenabı Allah habibine buyurur:

“Senin Rabbin böyle hüküm ve takdir etmiştir ki, kendisinden başkasına ibadet etmiyesinÇVe kaadâ rabbuke ellâ tâbüdu illâ iyâyâh]”

Hattâ puta tapanların dahi hakikatte ibadeti Tanrıyadır. Çünkü onların varlığı Cenabı Hak iledir.

Bu makamda Arife[“Fe eynema tüvellû fe semme vechullâh] “Hangi tarafa zahiren ve batman dönerseniz orada Hakkın yüzünü görürsünüz” mânası tecelli eder.

Fakatf“KWe yevmin hüve fi şe’n”] “Her anda ve bir şanda” yani daima yeni başka, bir oluşta, terakkide ayetine göre yeni yeni makamat ve ilerleyiş vardır. Bu makamda Aşık, kâmil insan sevgilisi Cenabı Hakkın türlü türlü naz ve cilvelerini görür. Başka başka imtihanlara maruz kalır. Bazan Kabız (durgunluk, sıkıntı) ve Celâl halleri ve hazanda basit (açıklık, ferahlık) ve Cemal hallerine düşer. Her kime bakarsa, ondaki kabiliyeti ezeliyeyifYukarda vücut bahsinde izah etlimiz veçhile ayani sabitelerine nazar eder.] görür. Ona göre hareket eder, O kimsenin hangi ismi ilâhiyyenin tesiriyle hareket ettiğini bilir. Nitekim Kukanı Kerimde gelir;

[Vemâ min dâbbetin fil ârdi illâ hüve ahsen bî nâsiyetihi in-ne râbbi âlâ sıraten müstakiym”] “— Dünyada hareket, eden bütün varlık Cenabı Hakkın tahtı ve tasarrufu, altındadır. O nasıl isterse öyle yapar. Benim rabbim doğru yol üzeredir.”

Bütün herkes bir ismi ilahinin mâzharıdır. Onun tesirile hareket ederler. Ve ona mazhar düşen ismi İlâhi (Celâl, Cemal; Hadi,) o ismin sıratı müstakimidir. (Yayın doğruluğu eğriliğin-dedir. Dalâlet ismi Mûdile göre doğrudur. Yani o isimden olmalıdır. Halbuki dalâlet ismi Hadi (Yâ Hadi) ismine göre eğri görünür) Onun için kâmil insan kimsenin dinine karışmaz.

Cenabı Allah buyurur: “— Ey Habibim sen dinimi yalnız tebliğ et Onları (insanları) kendi haline bırak..

Vücut “isim ve resim ve sıfat” tan münezzeh iken bu makamda beşeriyete tenezzül etmiştir. Hadisi kudside/ Weradü'z lem teadeni ve cââtülem tatamâni” (Nitekim Gasiyyede Hazreti Abdülkadir Geylâni Hakka sorar) “— Yarabbi sen yer içermişin1?. Hak Teâlâ buyurur: “—Fakirlerin yediği benim yemeğim-dir.”) “Hasta oldum sormıya gelmedin. Aç kaldım doyurmadın” buyurulur.

Hazreti Muhiddinî Arabî buyurur ki: Bu Kâmil, Arif olan insanların sonu şudur ki: “Onlar Cenabı Mutlak Hz. lerine ibadet ederler, diğer insanlar ise zihninde tasavvur ettiği Tanrıya ibadet yaparlar. Nitekim Allah b\ıywcwc[‘‘Limenilmülkül yevm lillahil vahidil kahhar.”] (lillâhil vahidil kahhar) “Benden başka bükmedici bir Tanrı varımdır. Yoktur.” O vakit Kahhar olan Allah bir sevdiğine Kahhar sıfatile tecelli eylerse o kimsenin nazarında bütün eşya mahvolup yalnız Allah kalır. Ve bir müddet sonra Hak kendi varlığına yeni bir varlık katıp hayat verir. Allah boyasile }ooywn.\r[“Sıbgatallah” Ayet..] İçinde ve dışında olan bütün karakteri değişir. Ehli keşf bütün makamatı ve ilmi bilir. Hiç bir şeyin cahili değildir ve keşfi tam., olan kâînil insan herhangi bir sözün ne için söylenmiş olduğunu ve onu söyl-iyen zatın hangi makarada olduğunu bilir. Ve söylenilen sözüde bunun için mazur görür. Ve çirkin görmez çünkü: bilir ki, Cenabı Allah hiç bir şeyi boşuna yere yaratmamıştır. Arif cümle makamat ve mertebelerin bir Esmanın tecellisi olduğunu bilir. O kimse “Ölmeden evvel ölünüz.f“MAîzz Kable entemûtû” Hadis..] “sırrına erişmiştir. O kimse kendini Hakkın deryasına bırakmış o deryadaki katresini ummana karıştırmıştır. Bir insanın ruhu bedeninden ayrılırsa o ruh renksiz iken şahsın itikadı ve fikrine göre bir renk alır ve elbiseye bürünür.

Allah hakikatte kendi fikrini taşıyamıyan kimsenin gönlüne gelmez. Gönül ve fikir Allah olursa o kul müsafirinin hakkına riayet etmiş olur. Eğer hakkın emri kalbe nazil olduğu vakit Hakkın yerine melâike ile buluşursa bu buluşmadan bir sureti melekiye hasıl olub Ervahın yükseldiği yoldan, yükselib sidreyi müntehaya kadar varır, oradan ileri geçemez. Ve kalbine Emri hak geldiği vakit kendisine şeytan yoldaş ederse onunla buluşmasında bir siyah kuş gibi ruhanî vücut peydahlar ve Feleki Kamere kadar yükselir oradan ileri geçemez./Brr çok büyük mutasavvifler Cennet ve Cehennemin yıldızlar âleminde kurulacağını söylerler.

Bir insanın ölümünde ruhu eğer dünyadan almış olduğu fena ahlâkları atamamışsa Kürrei arzla Ayın arasındaki mıntıkada kalır, yer yüzünde yapılan fenalıkları görür onlarla ıztı-rap çeker. Ruhu kabrinde cesedine sokulan, saldıran hayvanat tarafından ve ölmeden evvel yapmış onunla mübadele eder. İzti-rap çeker.

Dünyada fen ahlâklarından sıyrılıp tertemiz ölünlerin ruhu semalara kolaylıkla yükselir. Kamer mıntıkasını geçib diğer yıldızlara giderler. ]

Alemi şehadet her nekadar Allah’ın esmasının zuhuruna müsait ise de tamamile parlak bir ayna olmadığından sureti ilâhiyye bütün kemalile onda görünmez. Bunun için insan ya-radılmıştır. Alem insan vücudile bir parlak ayna olur ve “oraya İlâhi suret akseder. Fakat bu aksetmek kelimesi uzaktan veya hariçten birşeyin aksetmesi demek değildir bütün zerrelerde bizzat zuhur ve rahatlık ile görmek zevkidir. Bunu Kukam mü bin ne güzel söyler.

“La tüdrikühül ebsar ve hüve yüdrikül ebsâr ve hüvellâtiful hâbir”.

Lâtif vücud eşya suretile görününce onlarda zahir olan ahval lâtif zatın zevk ve görmesile makamı olur. Ayeti kerimede onun için “Habir” ve “Lâtif’ ismi zikredilmiştir.

Bu kâinatta Allah can ve kâinat ceset hükmündedir. Ve Melekler, Felekiyyat, Anasır (Ateş, su, hava, toprak, mevalid (Nebat, maden, hayvan) hepsinin hülâsası ye özü Adem olduğundan yerin ve göklerin yaradılması onun için olmuştur. Cenabı Allah buyurur/“Leu/â^ levlâk lemâ halektûl eflâk” “Vemâ ersel-mâke illâ rahmeten lil âlemin.”] (Ey habibim ben bu alemleri senin için yarattım, sen alemin rahmetisin.)

Esmai ilâhiyyenin toplu olmasından ibaret bulunan emaneti ilâhiyyeyi kabul etmeğe ve taşımağa Semavat ve Arz, nebatat ve hayvanat razı olmadılar. Yâni bunların taayyünleri yapılışları müsait olmayıp ancak Ademin, insanın yapılışı müsait oldu. Ayeti kerimede buyurulur:f“Znna aradnel emanete alesse-mavati vel ardi vel cibâle feebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehel inşân”] “Ben Emaneti ilâhiyyemi Semava-ta ve Arza, dağlara teklif ettim onlar red ettiler. Ancak onu insan kabul etti.”

Cenabı Allah güneşi kalb ve diğer seyyareleri aza olmak üzere mahzumei güneşi halketti ve insanı da bütün varlıkların aynası yaptı. Onda kendisi tecelli etti. (Buradaki insandan ademden maksat İnsanı Kâmildir.).

İnsanı Kâmilin kemali yalnız ilmen değildir. Belki bütün sıfat ve Esmai İlâhhiyenin ahkâmı kendisinde bizzat meydana çıkar. Kendisinde sıfatı halk görünmiyen yani kendisinde bütün mertebelerde halk kudreti olmayıbta başka sıfatın icraatı görünen insanı kâmil değildir. İnsanı Kâmilde idam ve icad (yok etmek ve yeniden var etmek) imate ve ihya (öldürmek ve diriltmek) gibi kuvvetler sıfat ilâhiyye filen görülür.

Vücut mertebei uluhiyyete tenezzülünde Esma ve Sıfat sahibidir. Fakat efal yoktur. Mertebei şehadete tenezzüliyle hareket meydana çıkar. Ve mertebei şahadette (dünya âlemi) kesif bir elbiseye büründüğü için Esma ve sıfatı ziyade olur. Binaenaleyh “Allah” ismi bütün esmanın toplandığı bir öz İsim olur. Alemsiz ve Ademsiz Allah’ı görmek mümkün olamaz. Bunun için insanı Kâmilde Zat, Sıfat ve Esma topludur.

Bu mertebe vücudu İlâhinin yedinci ve son mertebesidir. Vücudu mutlakı İlâhinin İnsanı Kâmil mertebesindeki olgunluğu hiçbir mertebe ve harekâtında görülemez. Hak İnsanı Kâmil ile bilir, görür, işitir ve bütün sıfatı yaradılış ile vasıflanır. İnsanı Kâmilin zevki, görüşü hakkın görüşü ve zevkidir. Bu bahiste insanı kâmil diye andığımız zat Cenabı Fahri Kâinattır. Çünkü; onun hakikati bütün hakikatleri toplamış olan merte-bei ulûhiyyettir. (Yukarda Vücûd bahsinde de görüldüğü üzere) “Allah” ismi onun mürebbiidir. Ve bu isim altında toplanmış olan bütün esmada itidal vardır yani birinin diğerine galebesi esmanın tesirinde olup o isimler onun terbiyecisidir, Onun için yoktur. Hepsi müsavidir. Fakat diğer peygamberler ve veliler mazharı de “Allah” isminin mazharı olduğu halde, onlarda itidal yoktur.

Meselâ Hazreti Salih Peygamber ‘Tâ Fettah” isminin maz-harı olduğundan (yani bu isim diğer isimlerden fazla tesir ettiğinden tabiî burada vücudun aynası sabitelerinin iktizasıdır) mucizesi fetih suretile meydana çıktı. Hazreti İsa’da ismi hay-ya mazharı olduğu için ölüleri diriltti ve kör gözleri açtı. Diğer peygamberan da bunun gibidir.

İnsanı Kâmil; Allah’ı tenzihte teşbih, eder/“Znne/nâ ene beşe-rün mîslüküm“]. (Ben de sizin gibi bir beşerim) Ve Teşbihte tenzih eder,/“Men reani fakat reel Hak” “yedullahi fevka eydi-ftiıri’] “Beni gören Allah’ı görmüştür. Bu el Hakkın elidir.” Bir insanı kâmil için hem tenzih ve hem teşbih yapması lâzımdır.

ADEM VE HAVVA’NIN YARADILIŞI

Vücudun mutlak mertebei vahidiyetten dördüncü mertebe olan mertebeye tenezzül ettiği vakit üç marifet meydana geldi

·        1 — Nefis marifeti: Kendi hakikatini ve aslını bilmek.

·        2 — Mübdi marifeti: Kendisinin, kimin tarafından meydana geldiğini bilmek.

·        3 — Rabbisine karşı vücudunun yok olduğunu bilmek. Resulü. Ekrem S. A. bir hadisinde buyururlar:

“Cenabı Hak evvelâ Kalemi ve benim ruhumu halketti/“Ea-velü ma halakallahül kaleme ruhi”

Diğer bir hadis (Evvelü ma halakallahül akle ven nefs) “İlk defa aklı ve nefsi halkettim”.]

Onun için diğer ruhlar ondan çıkmadır. Peygamber Efendimize bunun için ruhların babası (Ebul ervah) da derler.

Buradaki ruh toplu akıldır, hakiki Ademdir. Vücut bu aklı küllin sağ yanı, imkân sol yanıdır. Ve Havva toplu nefsin (nefsi kül) suretidir ki Aklı evvelin sol kenarından yaradıldı. Ve bu görünen mevcudatın ve mahlûkatm doğuşu Aklı kül ile Nefsi küllün izdivacından meydana geldi.

Cenabı Hak, KuFan-ı Aziyminde buyurur:

“Yâ Eyyühennasüttekû rabbeküm.. Halekaküm min nefsin vahidetin ve halâka minha zevceha ilhahır...” (Ben sizi evvelâ tek bir nefisten size eş vererek çoğalttım.)

Bu erkek ve kadınlar ahseni takvim (en güzel) suretinde yaratıldı Ayet: “Biz insanı ahseni takvim suretinde halkettik.” [“Lekad haleknelisane fi ahsenti takvim sümme redednâha esfe-le safilin”]

İşte bütün insanların ceddi hakikisi, ilk babası ve annesi; Ademi hakiki olan Aklı kül ile Havvayı hakiki olan nefsi küldür. Ve bunlar Cennette yani Allah’ın vücudu pakinde gizli örtülü idiler. Kendileri memnu meyvaya el uzatmadıkça cennette kaldılar. Memnu ağaç; Şu gördüğünüz çokluk ki Cenabı Hakk’m varlığına nazaran bir hayal ve rüyadır. Bu çokluk alemi Ervahtan, Arştan yerlere bir ağaç gibi uzanmıştır. Ve bunun meyvası-nı yiyenler haktan uzak kalırlar. Bunun meyvası tabiat karanlığıdır. Teki çift gösterin İşte Kürüm Kerimde Allah’ın anlattığı Adem ve Havva hakikî mânasile (Aklı kül ile nefsi kül) şeytanın (Vehim ile hayal kuvvetinin birleşmesi) Havvayı aldatıp onun vasıtasile men edilen meyvayı Ademin yemesi (Ve bu vehim ile hayalin nefsi külde ve nefsi külün aklı küle galip gel-mesile vahdetten kesrete koşdular) cennetten dünyaya indiler. Ayet:

“Ey büyük peygamberim, şu vakti insanlara anlat ki; biz sana söyledik (muhakkak senin Rabbin İnsanları Ülûhiyeti ile icaplar. (Onların hakiki vücutları yoktur. Cümlesi Esmai ilâ-hiyyemden ibarettir. Gölge ise hayeldir.) Bizim sana göstermiş olduğumuz rüya ve Kurün-ı Kerim’deki olan melün ağaç insanlara fitnedir. (Bu gösterdiğimiz çokluk taayyünatı .rüyadan ibarettir, onlara hakiki gözle irfan gözüle bakmak lâzımdır.[“Ve iz kulna leke inne rabbeke ehatabinnasi vemâ cealnerrüyelleti eraynake inne fitnelen nasi veşşeceretel melûneti fil kur’ani ve muhauvifehüm femâ yezüdühüm illâ tuğyanen kebirâ”]

Cenabı Hak Nefis ve ruhtan ibaret olan insanlara [“Velâ tek-rabâ hazihiş şecereten”

Muhiddini Arabi Hz. leri Fusûnunda Ademi anlatırken “gözbebeği insan için ne mesabede ise Cenabı Hakka nisbetle Adem dahi o mesabededir” diyor. Buradaki Adem’den murad ayrı bir bahis halinde sunduğumuz İnsanı Kâmil’dir. Ve Muhittini Arabi de insanı Kâmil olarak Hazreti Muhammedül Mustafa S.A. efendimizi gösteriyor.”] “Bu şecereci melüneye yaklaşmayın” buyuruyor. Onlara yaklaşan insanların yani tabiatın karanlığında kalıp kendi zevk ve sefalarına dalıp aslını, Hakkı unutan insanların örtüsü kalınlaşıyor. Büyük bir tuğyan içinde kalıyorlar.

Ademin yaradılışı hakkında bugüne kadar belli başlı dört nazariye vardır:

·        1 incisi Kur’ani Kerim ve diğer kütübü semaviyyenin anlattığı şekilde, Kurün-ı Kerim’de Cenabı Allah kâinatı halk ettikten sonra Adem’in cesedini kokmuş çamurdan meydana getirip ona ruh verdi. Melâikelerine secde ile emretti. Şeytan “Ben Adem’den hayırlıyım çünkü sana yıllarca ibadetim var vücudum ateşten halkolunmuştur o ise topraktır. Ateş topraktan üstündür” diyerek secde etmedi ve huzuru İlâhiden tard edildi.

Kur’an-ı Kerim’deki iblis, şeytan Esmai ilâhiyyeden ismi Mudilbin mazhardır. Ve mertebei ervahtan zatın hariçteki huzurundan ibarettir. Ve tek olan vücudun iki olarak görünmesidir. Bu ise halkı şaşırtır yoldan çıkarır. Ve bu şekilde görüş hayalden ibarettir. İblis, şeytan ikidir. 1 incisi afaki şeytan 2 ncisi enfüsü şeytandır.

Peygamber efendimiz: “Şeytan insanın damarlarında kan dîlbin mazharıdır. Ve mertebei ervahtan zatın hariçteki zuhu-runle doğan şeytanı müslüman yaptım.” buyurmuştur. Buradaki şeytandan maksat insandaki nefse işarettir. Nefiste hasıl olan kuvvei vehmiyye daima vücudun bütün kuvvetlerini istilâ etmek ister. Ve vücudda eseri olmıyan bir şeyi var ve var olan “bir nesneyi de yok gösterir. Eğer insandaki kuvvei fikriyye vehmiyeye tabi olursa ona mütehayyile denir iblis, nefis insanı haktan ayrı görüp “ben ondan hayırhyım”f“E'ne hayrürı mün-hü.”] dedi. Cevab kendisine ayrı bir vücut vermek dernektir.

İşte şeytan aklı külle tabi olmayıp var yok, yokudâ var gördüğü için Hak katından “Fahrüç inneke mines sağırin” hitabile koğuldu. Hakkın kuvvetinden bir kuvvet olan şeytan afakta ve Enfüste bir çok insanları yoldan çıkarmak için faaliyete geçti. Bilhassa ahitlere ve ehli sülûka musallat oldu. Onları yoldan çıkarmak için sema ve arz şekline girdi. Hattâ bazı yerde bir nur şeklinde görünüp:

·        — Ben Allah’ım... dedi[Büyük Evliyaullah Abdülkadir Gey-lâni Hazretleri şöyle anlatır.

“— Bir gün çölde gidiyorduk, bir nur göründü ve arkasında bir ses duyuldu.

·        — Yâ Abdülkadir ben senden ibaadeti kaldırdım, ben senin Rabbinim “ye, iç” ben onun şeytan olduğnu Allah’ın emirlerni inkâr etmesinden ve sesinin bir taraftarn gelmesinden anladım. Çünkü Allah chitten münezzehtir. Şeytanı kovdum.”] Fakat hiç bir vakit Peygamber Efendimizin şekline giremedi. Onun yolundan giden varisi kâmillerin bile., çünkü: Hazretleri Resulü Ekrem ve anda yok olan kâmiller “İsmi Hadi”nin mazharıdır. Halbuki şeytan ve onun askerleri “İsmi MudiFin mazharıdır.

Şeytanın Allah’ın tecelliyatna karışması kendini Allah diye göstermesi Cenabı Hakta “Hadi” ve “Müdil” isimlerini ikisinin toplanmış olmasındandır. Sonra Ademin sol ege kemiğinden Havvayı yarattı. (Bunun hakikatini yukarda anlattık). Yiyip içerek Cennette gezinmelerini fakat şecerei mel’uneye yaklaşmamalarını emretti. Şeytanın aldatmasile bu ağaca yaklaşıldı. Allah’ta onları emrile cennetten düyaya şevketti ve bu Adem’le Havva’dan bugünkü insanlar türedi.

·        2 nci Nazariye: Ehli mutasavvufa ve batın alimlerinin fikirleridir. Hazreti Mevlâna mesnevi şerifinde şöyle buyuruyor.

“Cematlıktan öldün ve nebat oldun. Ve nebatlıktan ölüp hayvan mertebesinde göründün ve ondan da geçip Adem oldun. Ve Adem olunca artık ölmedin.”

Ayeti Kerime '.[Surei secdede “— Ve bedee halakal insana min tinin sümme ceâlâ meslühü min sülâtin min main mehinin sümjne sevvahü ve nefahtü fihi min ruhi”] “Ademi cıvık, kokmuş çamurdan halkettim ve onun neslini sudan yaptım ve ruhu gönderdim.”

Bu Ayeti Kerime şöyle tefsir olunur “Hazreti Adem’in vücut bulması pıhtılaşmış çamurdan oldu. Onun vücudundan Havva yaratıldı ve Adem topraktan çıkan nebatatı ve nebatatı yiyen hayvanatı yedi. Bu gıdalar insanın vücudunda nûtfe (su) oldu. Bu su Havvanm rahmine aktı ve orada muhtelif devre geçirdikten sonra insan sureti oldu ve dünyaya doğdu, (Muhittim Arabi insanın oluşunu, hakikatini şöyle anlatır:)

Her kimsenin İlmî İlâhide bir aynı hakikati vardır, Bu hakikat Alemi ervahta ve Alemi misalde şeklini alır ve Arş, kürri ve yedi felekten geçip Ayın semasına ve ondan dünyaya gelir. Dünyada Ateş su, havadan toprağa geçer. Topraktan nebat olur, nebatı hayvan yer ve hayvandan insanın midesine girip mûtfe olur. Bu oradan rahmi madere (ana karnı) düşüp insan olur. Bu nazariyeye devir nazariyesi denilir.

·        3 üncü nazariye: Adem’in muntelif devreler geçirerek yara-dılması kabul edilmez. Bunlara göre Adem Adem olarak dünyada yaradılmıştır.

·        4 üncü nazariye: Bu günkü tabiiye âlimlerinin tezidir. Onlar "İptidai varlık basit veya mürekkep hüceyreler halindeydiler. Eşmiye fasilesinden nebatatı mevaddi jelâtiniyye hayvanatı na-imeden, maden ve hayvan ve nebat vasfına haiz olan mercanlar ve süngerlerden ve hayvanatın kabuklarından ibaret idi. Arzın tekâmül etmesile hayat olgunlaştı. Karada ve denizde yaşıyan hayvanlar zuhur etti. Sonra havada uçan kuşlar görüldü ve bir zaman sonra maymunlar zuhur etti. Ve onlana tekâmülü ile insan zuhur etti. (Darvin nazariyesi) Son zamanlarda yapılan tetkiklerde ise Darvin nazariyesi çürütülmüş ve insanın kendine has bir neviden meydana geldiği isbat olunmuştur.

Bu dört; nazariyeden hangisi olursa olsun insanın bütün mahlûkattan şerefli ve olgun olduğu meydandadır. Cenabı Al-]ah:[“Velekad kerremnâ beni ademe. ”] "Ben beni ademi bütün mahlûkata üstün ve şerefli halkettim” buyuruyor.

Muhiddini Arabi Hazretleri, Adem faslında buyuruyor:

“Biz Rabbimizi bir şeyle tavsif etmedik fakat o vasfın aynı olduk. Cenabı Hak nefsini bize tavsif etti. Onu ne zaman görürsek kendimizi görmüş oluruz ve ne zaman kendimizi görürsek o kendi nefsini görür buyurmuştur.

Bundan maksat kendimizi Cenabı Hakkın bizde tecelli eden sıfatları ile biliriz. Ve ilim, kudret, hayat, irade, kelâm, görmek ve işitmek gibi kendimize nisbet ettiğimiz sıfatı ona nisbefc ederiz. Fakat bizde zerre olan o sıfatlar Cenabı Hakda küldür..

Muhiddini Arabi Hazretleri yukardaki sözlerde kendisinin Cenabı Hakda ifnayı vücut ettiğini gösteriyor. Ve kendinde Allah’tan başka bir şey görmüyor. Zaten hakikatte Allah’tan başka bir varlık varmı. Şu gördüğünüz alem denizdeki dalga ve aynadaki akis gibi değilmi? Muhittinin vücudundan kendini kim seyrediyor?. Cenabı hak buyuruyor ki “Ben bir hâl gelir kuluma öyle yakın olurum ki; onun gözünden ben görürüm, Elinde ben kuvvetimi gösteririm. (Ayet) “Ey habibim düşmanın üzerine attığın toprağı sen attığını zan ediyorsun? Onu ben attım!..”

“KIYAMET CENNET VE CEHENNEMİN HAKİKATLERİ”

Kıyamet:

Kıyametin muhtelif çeşitleri vardır.

·        1 — ci kıyamet: Ölüm ile yani herkesin mev’ut eceli gelmesi-le ruhunun bu cesedi bırakması ile olur. Peygamber S.A. efendimiz buyururlar:f“Mezı mate fakad kamet kıyametühü”] “Ölen kimsenin kıyameti kopar.”

·        2 — ci kıyamet: Her an ve her dakikada vukubulan kıyamettir. Çünkü varlıklar her anda gayıp, gizli alemden (misâl aleminden) şehadet (dünya) alemine ve dünyadan da alemi berzaha (Alemi berzah ikinci misâl alemdir.) Alemi berzah denilmesinin sebebi kıyamet üe alemi şehadetin arasında olmasındandır. Alemi berzaha ceset değil ruh intikal eder. Ruh ise dünya da hangi ahlâkla alâka peydan etmişse o huyun tecessüm eden şeklinde bir latif kalıba düşürür. Meselâ çok, şehvetli olan insanlar, zinaya düşkün olanlar ve hasis olan kimseler ayı şekline; kıskanç ve nankör olanlar kedi şekline; dünyada herkese fenalık edenler ısıranlar köpek ve akrep şeklindeki lâtif cesede bürünürler. Şurada yalnız dikkat edeceğimiz bir nokta var. Oda bu bahsettiğimiz hayvani kalıpların dünya alemine geriye dönerek tenasüh nazariyesindeki gibi değil, berzah, misâl aleminde o aleme mahsus bir lâtif kalıp içine girer. Dünya alemi “ismi zahir” in ve alemi berzah ise “ismi batın” in mazharıdır. Her fena huydan temizlenmiş insan böyle acayib bir kalıba bürünmez o aleme insan olarak intikal eder.

Bu alemi berzahta (kabir aleminde) herkese kendi hakikatinin keşfinden sorulur. Kudan-ı Kerim’de cenabı Hak buyurur:

[“Ve caet küllü nefsin maaha saikan ve şehit lâkat künte fi gafletihi min haza fe keşefne anke gıtâeke fe basarükel yevmel hadîd”] “Her bir nefis kendisi ile beraber saik ve şahit olduğu halde gelir ve ona denir ki, sen bu halinden gaflette idin, biz senden perdeyi kaldırdık bu gün de senin kazanç günündür.” Perdenin kalkması bir tecelli İlâhi ile meydana gelir. Herkesin suali ve cevabı bu tecelli içinde süratle vuku bulur. Çünki Al-lah[İnnallahe seriül hisâb’] “O günde hesabınız süratle görülür” buyuruyor.[Muhittin! Arabi Hz. terinin vefatından sonra bazı ehli keşif sahipleri onun kabir alemindeki halin nazar etmişler ve şu vak’a ile karşılaşmışlar: “Sorgu melekleri Muhitti-nin yanma gelmişler ve herkese sorulan sorguyu sormuşlar o:

·        — Biz bizimle bizde idik, biz bizimle bize geldik bizi bizimle bizden mi sorarlar!., deyince melekler bu cevaptan bir şey anlamamışlar. Tarafı İlâhiden bir ses gelmiş.

·        — Muhittinimi rahat bırakın. Onun sözlerini dünyada bile anlıyan azdır. Sözleri doğrudur!..]

·        3 — cü kıyamet: îrade ve istekle ölüm tarım bu alemde tatmaktadır. Buna küçük kıyamet denir. Bir de kümmeliyni Evliya ullah Hazeratımn fenafillah ve bakabillâh mertebelerinden sonra tam vahdet haline erişmeleridir, burada kıyameti kübra (büyük kıyamet) denir.

·        4 — cü kıyamet: Bütün kâinat için günün birirîde kopacak olan kıyamettir. İsra suresinde Cenabı Hak (Allah sizleri muhakkak kopacak olan kıyamet gününde toplayacaktır/“Le yec-maanneküm”]” buyuruyor. Mezardan doğrulup hesap yerine gideceğimiz için bugüne kıyamet yani halk huzura dur manasına gelir. Bu güne saat günü de denir (ve ennes saate atiyetün lâ reybe fiha) Muhiddin Arabi Hazretleri Fütühatı Mekkiyesinin (64) cü babında buyuruyor ki: “Kıyamet günü'bütün insanlar mezarlarından silkinip huzur rabbil alemine çıktığı için bu güne kıyamet ismi verilmiştir. O günde arzımış başka bir arzla değiştirilecek, o yeni arz gayet büyük ve geniş olacak[“Yevme tübeddelül ardı”] mahşer gününde dünyada yapılan büyük, küçük günah ve işlerden suâl sorulacak. Bu sulaller sırulurken mahşerdeki insanlardan çok fazla olarak birinci semadan inen melekler ve diğer semalardan inan melekler cebrailin emrinde olmak üzere yedi daire olmak üzere mahşer halkının etrafını çevirirler. Muhiddini Arabi Hazretleri Fütühatınm (37) babında der ki:

“O gün tahtı İlâhiyi yüklenen sekiz melek bu tahtı Cehennemle Cennet arasına getirir. Cennet sağda ve Cehennem sol taraftab bulunur. Cenabı Maliki yevmiddinin azamet ve heybetinden bütün insanların dilleri söylemeş olur.

“Yükşefü..” Ayeti kerimesi mucibince birinci perde kaldırılır. İnsanları bir melek secdeye çağırır. Bütün insanlar secdeye kapanırlar. Fakat burada riyakârane bir surette secde etmek isti-yenlerin muvazeneleri bozulur ve arka üstü yuvarlanırlar. Secdeyi bir türlü yapamazlar. Vücutları kendilerinin cehennemlik olduğunu adeta haykırır.

Bu yerde Cenabı Hak peygamberlerine sorarak       yecmeullahürrüsüle”]

·        — “Sizlere emrettiğim dini tebliğ ettiğiniz vakit ümmetlerinizden ne cevapla karşılaştınız?..

·        — Yâ Rabbi sen bütün işimizi, halimizi bilirsin diyecekler. Cenabı Allah bütün peygambeleri dünyaya geliş sırasıile çağıracak. îlk sorguya gelen Nûh Aleyhisselâmdır. (emirleri mi tebliğ ettin mi denilecek Nûh Aleyhisselâm:

·        — “Evvet yarabbi!” diyecek. Onun ümmetleri inkâr edecekler. Bir müddet sonra Hazreti îsa’ya sorulacak:

·        — Sen vâhdani ilâhiyyetini onlara anlatacakken ben onun oğluyum, Meryem annemdir, dedin mi? Hazreti İsa bu sual karşısında titriyecek:

·        — Yâ rabbi onlara böyle bir şey söylemedim. Onlar bunu kedilerinden uydurdular, diyecek.

Bu mahşer gününde dünyanın hücra bir köşesinde olup ta kendilerine bir peygamber vasıl olmayanlar ile akıl baliğ olmadan evvel ölen umum çocuklar ayrı bir yerde toplanacaklar. İç-Zerinde en akıllı, alim bilinen kişi Hakkın emrile peygamberliğini ilân edecek ortaya bir ateş yakacak ve:

— Ben Cenabı Allah tarafından şu an için gönderilmiş bir peygamberim. Size Hak namına emrediyorum. Bana itaat gösterin ve şu ateşin içinde girin!., kim bu ateşin içine gir emrine itaat edrek gierse Cennete de girer. Ateşe girmiyenler cehenneme girecektir!, diyecek, bir kısmı sözünü yapmıyacaklar ve ateşe atılmıyacakla. Diğerleri de sözünü tasdik edip ateşe girecekler ve ateş Hz. ti İbrahim peygamberi nasıl yakmadıysa o girenleri de yakmıyacak ve girenler o büyük aeşin öbür tarafından Cennete gidecekler. Diğerleri ise Cehenneme.”

Muhittin Hz. leri Ahiret aleminde kurulacak nizamdan şöyle bahsediyor: “Mizan insanlar ile cinlerin amellerin tartmak içindir. Burada iyi işler, huylar tartılacaktır.f“Vema nünezzillu-hu illâ bi kaderin malum” (Biz onu ancak idare ve durumuna göre tayin edilmiş bir ölçü dairesinde göndeririz.”] Manevi işlerin terazisi akıl değil midir?” Buna mantık tabir edilmez mi, cenabı Allah insanın şeklini, cesedini terazi şeklinde halket-miştir. Sağ ve sol eller bu terazinin kefeleridir. O ceset mizanın insanın dili kaldırır. Bu dil hangi tarafa dönerse ondan iyilik ve fenalık meydana çıkar. Ahiretteki amellerin (sevap ve günahları), fiillerin tartılışları misajidir. Çünki, bu işler dünya aleminde birer haldi. Ahirette ise bu haller şahsiyet olurlar. Hiç bir hakikat değişemez, burada misâli olarak bir şekle girerler. Bu anlatılanların hepsi misâlidir. Bir hadisi şerifde peygamberimiz “bir zaman sonra ahiret alimende ölüm beyaz bir koç şeklinde getirilip boğazlanacak” buyuruyor. Bu mir misâl olarak anlatıştır. Kıyametteki mizan dünyadaki mizanın şeklindedir. Kefenin ikisinin ya müsavi gelmesi veya bunlardan birinin ağır gelmesiyle olur. Cenabı Allah bir sevabı on sevab olarak kaydettirir. Halbuki, bir fenalığı bir fenalık olarak kaydedilir. Bunun iin kötü insanların fenalık gözleri ağır ve iyilik gözleri hafif olur.

Ahiret aleminde yedi geçit vardır. (Fütühatı Mekkiye 64 cü bap) arz, defter verilme, mizan Sırat, Araf Ölümün boğazlanması Cennete (ve Cenabı Hakkı görmek).

·        1 — cisi Dünyada yapılan işler mahşerde halka birbir arz olunur.

·        2— cisi Dünyada yapmış oldukları iyilik ve fenalıkları yazılmış bulunan (Kiramen kâtibin adlı mekelrein her anda yazmış bulundukları) defterler kendilerine verilir. Ve kendilerinefV/era kitabek”] “Kitabın oku ve kendi kararını kendin ver denilir.” (Bu gün bu hal acaba olur mu? diye sorulamaz bile. Çünki KuFan-ı Kerim’in tefsiri olan fen bunu göstermiştir. Bir sinema filmi bile insanların yıllarca evvel yaşadıkları sahneleri göstermiyor mu? Kauçuktan yapılma bir plâk bize yıllarca evvel söylenmiş şarkıları dinletmiyor mu?..) Dünyada nefsi hevası peşinde koşanlar, boyuna hırsla mal biriktirip Allah’ın emirlerini unutanlar o günde unutacaklar, kitapları arkalarından verilecek. Daha onlar kitapların kendilerine sunulmasından vaziyetlerinin vahim olduklarını anlayacak ve sararıp solacaklar.

·        3— cüzü Mizan: Bütün ameller teraziye konulup tartılacak, insanın bütün sözleri temessül edip tartıya konulacak. “El-hamdülillâh” diyenin sevap gözü ağır gelecektir. Çünki Peygamberimiz şöyle buyurmuştur. (Elhamdülillâh mizanı doldurur.)

Bütün sözler terazi gözüne konacak fakat “Lâ ilâhe îllallah” kelimesi tevhidi tam manasıile ömründe bir kere söylemiş bulunan insan iyiler zümresine ayrılıp Cennete girecek (peygamberimiz öyle buyurmuştur. “Ömründe bir kere lâ ilâhe illâllah diyen Cennete girecektir” Fakat efendim birçok insanlar var ki boyuna tevhit çekiyorlar yapmadıkları fenalıkta kalmıyor. Onlar zahiren kelimeyi söyliyorlar. “Vaktile bir kâmilin birisi dervişi ile birlikte bir nehir kenarına gelmişler. Şeyh demişki:

— Evlâdım, ben yâ Allah! der karşıya suya basarak geçerim sen de.

·        — Destûr ya Şeyhim! dersin ve suya basarak geçersin. Talip peki demiş Şeyh:

·        — Destûr yâ Allah!., demiş ve suya basarak geçmiş (Bir insan kesafetini letâfete kalbederse yani cesedini nur yaparsa rüyadaki gibi denizde yürür.) Dervişte:

·        — Destur yâ Şeyhim! demiş kendisini suyun ortasında bulmuş. O sırada aklına gelmiş.

·        — “Şeyhim mi büyük yoksa Allah mı? Tabii Allah! O halde ben de Allah der geçerim.

·        — Destûr yâ Allah!. Talip batmış ve boğulmasına ramak kalmışken kurtarılmış. Şeyh ona demiş ki:

·        — Be hey aptal. Benim nasıl Allah dediğimi biliyor musun? Ben kırk sene Allah diye diye bu kelimenin tam hakkını şimdi verdim. Allah dediğim vakit Allah tecelli etti. Ve beni batırmadı sen de destur yâ Şeyhim dediğin vakit benim söylediğim kelime yüzü suyu hürmetine Allah seni de suya batırmadı...” İşte o kimselerin çektikleri kelimei tevhit tam kelimei tevhit değildir. O tam kelimei tevhidi söyliyebilmeleri, kelimei tevhidin tam hakkını verebilmeleri için bütün fena ahlâklardan soyunmaları lâzımdır. Zaten Peygamberimiz “Ben ahlâkı tamamlamak, düzeltmek için geldim” buyurmuşlardır.)

·        4 — cüsü Sırat: Dünyada göze görünmeyen manevî köprü ahiret aleminde göze görülüyor. Bu köprü mahşer meydanı ile Cennet arasında kurulmuştur. Altı Cehennem vardır. Bir kısım insanlar yıldırım hızile, bir kısımları uçarak ve kısımları yürüyerek bu kıl kadar olan manevi köprüden geçerler. İnsanların nurları bu köprü üzerinde rehberlik eder.” Muhittini Arabi Hazretleri buyuruyor ki: Havada birer cisim olan kuşları tutmaya kadir olan Allah o ince sıratın üzerinde insanları tutmaya kadirdir. (Ehli mutasavafeye göre bu sırat Feleki kamerdir. Dünya cehennemdir, fena huylarını atabilmiş olanlar bu feleki kameri geçerler ve Cennetlere (7 yıldıza) giderler. Gidemiyen-ler tekrar ateş, su ve hava toprak, nebat ve maden, hayvan arasına avdet ederler.) Sıratın ince ve keskin oluşu amellerin iyice elenmesi ve tahkik edilmesi demektir.

·        5 — cisi Araf: Cennet ile Cehennemin ortasındaki bir yerdir. Bu yerin Cennete bakan tarafı onlar için bir sefâ cehenneme bakan kısmı azap olur. (Cehennemin içinden gelen haykırışları duyarak).

·        6 — cısı Ölümün boğazlanması: Kıyamet günü Cenabı Allah ölümü temsili.bir surette (koç şeklinde) yaratıp cehennem ile Cennetin ortasına getirip iki taraf halkının gözleri önünde Yahya peygamberin elile boğazlatacak, bundan sonra ölüm diye bir şey ortada kalmıyacak. (Yakarlarda izah olunduğu veçhile ölüm diye olan şeyin hakikatma nüfuz edilmediği için o korkunçtur. Her şey canlıdır. Cenabı Allah “Hay” diri olduğu için o esmanın tevellisi kıyamet anında zuhur edecek ve ölüm denen koç şeklindeki temessül eden mefhum iradei ilâhile zihinlerden silinecektir.)

·        7 — cisi: Çenette girenlere verilecek ziyafettir. Cennetteki ziyafette (Nun tâbir olunan bir deniz hayvanının ciğeri burada yenilecektir. Cehennemde ise öküz dalağı çıkartılacatır. Öküz bir kuru ve soğuk hayvandır. Dalakta vücudun bütün kirlerini muhafaza eder. Vücudun yaramıyan maddeleri fena kanlar orada toplanır) Bu öküz dalağını yiyen cehennem ahalisinin iz-tirapları artacak.

Cennet ve Cehennemin her alem de misâli mevcuttur. Allah yanında ayanı sabiteleri vardır. Dünya aleminde misalleri elem ve zevktir. (Dünyadaki bütün elem veren şeyler bir cehennem hayatı değil midir? Bir geçimsizlik, hakaret, açlık, hastalık, bunlar Cehennemden bir nümunedir. Bir diş ağrısına tahammül edemiyen insan Cehennem cezalarına nasıl tahammül eder? Dünyadaki iyilik, güzellik, güleryüzlülük cennetin misâlidir.) Peygambeimiz onun için buyurmuşlar “Asık yüzlü olmayın, asık suratsız yüz Cehennemdeki zebanilerin yüzleridir.”

insandaki kalp ve ruhun kemâlât bulması Cennet ve nefsin kuvvetiyle cesede ve ruha hükmetmesi Cehennemdir. Cenabı Hak buyuruyorfTa eyyütühennefsel mutmainne...”] “Ey nefislerini terbiye edip, ruhi sultanilerinin emrine tabi olarak Mutmainne makamına çıkmış olanlar.” (Makamı mutmainne inanmış kimselerin, tam manasile herşeyin Cenabı Hak tarafından olduğunu bilen kimselerin yolundan Cennete giriniz. Duanız kabul olunmuştur. Cennet sizindir.” (Radiye mertebesi razı olan insanların yani üzerlerine gelen her türlü belâ ve sıkıntılara sabreden onların hak tarafından kendisini imtihan için gönderildiğni bilen kimselerin makamıdır.) Merdiyye kimseleri hakkın emirlerin tuttuktları için muratlarına erişmiler ve ebedi olarak Cenneti hakikiye ki Cenneti zata dahil olmuşlardır. Yunus Emre ne güzel der:

“Cennet cennet dedikleri bir kaç köşkle birkaç huri istiyene versen anı seni isterim seni” Cehennem kârfirlerin yeridir.fYn-ne cehenneme le muhitatün bil kâfirin”] Ahirete insanların duhulü ruhani ve cismani olarakvuku bulacaktır. Yani dünyadaki-gibi. Ruhu o alemde mahsus bir kabba girecktir. Hadisi kudsi-de buyurulur: “Ben mütteki kulları için gözüm görmediği ve kulağım işitmediği ve beşerin kalbine, hayaline gelmedik şeyler hazırladım.” Gözlerin görmediği ve kulakların işitmediği ve akla hayale gelmeyen şeyler dünyadaki tahayyülâtımızm haricinde ve fevkinde olacaktır. Allah ne yapmaya kadir değildir? Cennetin manası: Ağacı çok, güzel döşemeli bir yer demektir.

Cennet bir kaç kısımdır. Efal Cenneti, Amâl Cenneti, Sıfât Cenneti; o kulun Allah’ın güzel sıfat ve o ahlâklarına bürünmesi o\wc[“Tahallüku bi ahlâkillâh vettasifû, bi sıfatillâh”] “Allah’ın ahlakiyle ahlâklarımız onun sıfatiyle sıfatlanınız” Müşahede makamına erişmeyen her bir mümin kendi hayatinde si-uretlere “Allah” demiştir. Halbuki Allah bütün bu şekillerden münezzehtir. İnsan şah damarından yakındır.PVİ? nahnü akre-bün ileyhi nün kablil verîd”] Zaten bu yakınlığı onu göstermez.

Cenneti sıfattan başka Cenneti Zât vardır. (O da fena fillah, Allah’ta fâni olan insanların gireceği yahut girdiği Cennettir). Bu Cenneti zât üç kısımdır.

·        1 — cisi Ayani Sabite Cenneti: Cenabı Allah onunla örtülmüştür.

·        2 — cisi Cenneti Rûh: Cenabı Allah Alemi Ervahta (vücut bahsine ve bakınız) kendisini gizlemiştir.

·        3 — cüsü Yaradılmış alemlerdeki Cennettir. (Dünyada Cennete giren. Hakkı gören Ahirettede Cennete girer hakkı müşa-nede eder.)

Cennet ahalisi Hak tarafından verilen nimet içinde ebedî olarak yaşarlar (Allah’ın seyrine nihayet var mıdır?)

Cehennem iki kısımdır.

·        1 cisi: Muvakkat Cehennem

·        2 cisi: Ebedi olan Cehennem

1 — ci Cehenneme kabiliyeti ezeliyeleri temiz olupta sonr-dan fena huylar almış olanlar girerler. (Yani bu fena huylar. Kibir, hırs, azamet, şehvet, rüya yalancılık, çekiştiricilik birer cehennemdir. O huylarından kurtulurlarsa o huylarını gözyaşı ile, fenalıklarını iyiliğe çevirerek atalarsa rahata kavuşurlar.)

Eebedi olarak girenler: Allah’a şirk (ikilik) koşanlar, küfür ve nifak ehlidir. Bunlar hiçbir vakit Cehennemden çıkmazlar. Çünki kabiliyeti ezeliyleri öledir. Onlar Cenabı Hakka karşı istiğfar ve ibadetlerin Cehennemde yaparlar. Fakat ahiret aleminde bir zaman gelir ki, Cehennemin ateşi Allah’ın rahmeti ile soğwc[“Sebekat rahmeti âlâ gadabı”] “Hakkın rahmeti gada-bını bastırır.” Bu hal Cehennem ahalisi hakkında büyük bir nimettir. Şeyhül Ekber Muhittin Arabi Hz. leri Fütühatı Mekki-sinde buyururlar ki: Cehennem havayı nariden (Ateş havası) ibarettir. İçinde ayrıca ateş yoktur. Mücrim olanlar orada ateş gibi yanarlar. Ve onların vücudu bu havaya göre yapılmış oldu-ğundan[“KüZZema nadiçet cülûdühüm cedde’mahün cüluden gayrehâ bi nezukıd âzab”] ce tamamiyle mahvolmazlar. Bunlar Cehennemde yana yana vücutları liyakat kesbeder ve Cennete sokulsa istemezler. (İnsan bir gülü koklamaktan nasıl hoşlanırsa Cennet ahalisi de Cennetteki güzel kokuları koklamak-

tan öylece hoşlanırlar ve bir pislik görseler onun kokusuna burunlarını tıkayıp kaçalar. Halbuki bok böceği gülden nefret edip kaçar. Cehnnemdekiler de öyledir.

Muhitini Arabi Hazretleri buyuruyor ki: Cehennemde azap duyanlar Cehennemin esrarına vakıf olmadıkları için azaptadırlar Cehennemin hakkın (Müdil) isminin mazharı olduğunu anladıkları an feraha ererler (Dünyada bir nevi cehennemdir. Fakat bu hakikati bilmiyenler içindir. Çünkü dünyadaki bütün işler cenabı hakkın emriyle yapılır. Ondan başka faili hakiki yoktur./Ya file illallah. ”] Dünyada elem ve sıkıntı bir şeyi haktan ayrı görmek ile başlar. Bir yeri ağrıyan kimse (of) diye bağırır. Halbuki halk arasında bir tabire göre “bir insan of’ dediği vakit şeytan onun tepesine Şeytanın ismi oftur.” Bu tabir ne güzeldir. Bir insan bir sıkıntıdan of derse bedbinleşir. Yüzünün şekli değişir, yürüyüşü, oturuş kalkışı değişir, bir takım evha-mat onu sarmıştır. O hiç bir vakit bu fena durumdan kultula-mıyacağı zan eder. İşte bu yeis en büyük küfürdür. Hakiki Allah adamı bütün sıkıntı ve belâ hallerinde “— Oh! Yarabbi şükür!.. der. Ve Cenabı Hak onu manen terakki ettirir. O nikbin olan kimsenin dünyası cennettir. Çünki hakta ayrılmamış ve ikilikte kalıp şeytana (vehme) uymamıştır. Onun yemiş olduğu kupkuru yemek, zengin insanların yemiş oldukları tatlı yemeklerden tatlıdır. Mısri Niyazi Hazretlerine güzel buyuruyor: “Kahrı lütfü şeyhi vahit bilmeyen çekti azap. “Ol azaptan kurtulup sultan olan anlar bizi..”

“İşte cehennemliklerde azabın hakikatini ismi Mudil olduğunu anlarsa (kendi sırlarını çözerlerse, Cehennemin ateşi onları yakmaz.)

ESMA VE SIFAT

Vücudu İlâhi birdir. Fakat sıfatı çoktur. Vücut bu esma sıfat ile bir çok suretlerde tecelli eder. Bu tecelli zatından zatmadır. Bu Esmali ilâhiyye ve Sıfat sayılmıyacak dar çoktur. Fakat asli sıfat 8 dir. Bunlar:

“Hayat, ilim, kudret, irade, yaratmak, semi (işitici), kelâm (söyleyici), basar (gören) dir. Bunlar Kemâl sıfatı da derler. Bütün eşyanın esası, başlangıcı olan vücud Hayatın kendisidir. Müteharriktir sükûn hali hiçbir vakit yoktur. Eğer sükûn hali olsaydı yokluk olurduve ondan bir şey zuhur etmezdi. (Fizik kanununa göre hiçbir şey bilâ sebep hareketini sükûnete ve sükûnetimde harekete değiştirmez.) Hareketinden vücudun muhtelif devrelerdeki tecelliyat meydana gelmiştir. Hareket olan yerde hareket ettiren vardır. Ve o hareket ettiren Hay (diri) dir. Hayat bi sıfattır ve sıfat kendinden ayrılmadığından onun aynıdır.

Vücut hayat ile sıfata hürünce kendi zatını ve nefsini bilmesi lâzım gelir. Bu ise onun aslına olan bilgisi (ilim) dir. Ve bu ilim, Hayat gibi bir sıfattır. Hayat ve ilim ile sıfatlanan vücudun kudret ve irade ile sıfatlanmması olamaz. Çünkü bunlar onların levazımıdır. Bu vücutta bu sıfatlarla beraber Kelâm, Basaı, Semi, Tekvin, gibi sıfatların olması lâzımdır. Bu sıfatı Zatiye-nin başı Hayattır.. Çünki hayatın olmadığı yerde ne ilim, ne hareket ne kudret hiç bir şey bulunmaz.

Zat sıfat ile ve sıfat isim ile meydana çıkar. Bunun için isim sıfatın ve sıfat zatın zahiri ve zat sıfatın ve sıfatta esmanın batını olur.

Esma ve sıfatı ilâhiyye külliyatı itibarile sayılır. (En’am şeriflerde mevcut olan doksandokuz isim.) Fakat cüz’iyete hesab ile sonsuzdur.

Esmai İlâhinin hepsinde iki itibar vardır:

1 incisi Zate 2 incisi kendisinin manayı hususisine delâlet eder. Meselâ Hayat, Kudret isimleri zate delalet ettikleri gibi kendilerinin hususi mânalarına da delâlet ederler. “Hayat, kudret sahibi kimdir?” diye sorduğunuz vakitte;

— Zâti İlâhidir., denilir.

Cenabı Hak alemi esmai ilâhiyyesini, saltanatını meydana çıkması için yaratmıştır.

Biz hakkın muhtelif mertebelere tenezzülünden (yukarıda bahsetmiştik) meydana gelen arzdaki gördüğümüz muhtelif mahlûkata ve eserlere bakarak şu hükmü veririz. “Allah Hây dır çünkü onun vücudunun delili olan kâinatın her yerinde hayat görünüyor. Ve kendimizde diriyiz. Bu dirliğimiz Hakkın diri olduğuna bir işarettir (Dekart’m dediği gibi, mademki ben varım Allah’ta vardır.) Hak ilim sahibidir. İcat yapar, görür, işitir, söyler insanda da bu sıfat vardır. İnsan da görür, söyler, işitir icat eder. Fakat Cenabı Hakka nazaran onun sıfatları ancak bir zerredir. Cenabı Hakkın diriliği bozulmaz. Ebedidir. İnsan ise 60, 70 yıllık tabiî ömrünü bitirince ölür. Yani vücudun zahirisi dünya aleminden kaybolur.

İnsan görür. Fakat güzünün kuvveti, takati kadar görür. Önüne çıkan bir setin arkasını göremez. Cenabı Allah ise bir bakışta kâinatı her zerresini bütün teferrüatile görür. Hiçbir şey onun bakışından kaçamaz. Cenabı Allah işitir. Fakat insanın işittiği kadar değil.. Gece karanlığında siyah karıncanın karataş üzerinde gezerken çıkardığı ayak sesini bile duyar. Onun dinlemesi bizimki gibi değildir; o kâinatın her ilini bilir. Ve kâinata istediği dilde hitap eder. Onun yaratması bizim icat etmekliğimiz gibi değildir. Biz vakitle Cenabı Allah tarafından meydana getirilmiş bir maddeyi, bir şeyi şeklini değiştirip yepyeni bir şekle sokarız. Bizim icadımız budur. Yoksa maddei as-liyesi olmadan bir şeyi meydna getiremeyiz. Maddei asliyesi olmadan bir şeyi meydana getirmek ancak Cenabı Hakka mahsustur. Ve buna yaratmak denir. Zaten maddei asliye kendisi değil midir?

Onun kudretile insanın ve diğer mahlûkatm kudreti bir midir? Bir insan ne kadar zeki olsa, kudreti olsa onun çizdiği kanunlardan dışarı çıkamaz. Ömrü tabiîyesi azalınca vücudu çöker, demarı azalır ve günün birinde aslına toprağa rüvû eder. Onu Allah’tan başka hiçbir kuvvet dönüşten men edemez. (Büyük Peygamberimiz Hazreti Fahri alem bir gün mescitte otururken bir genç görmüş ve ona bakmış. O genç gidice yanındakilere demiş ki:

·        — Şe genç yarın ölecek, Lehvi mahfuzda öyle gördüm.

Ertesi gün olmuş genç yine görünmüş. Ve bu görünüş uzun zaman devam etmiş, ashabı kiram şaşırmışlar. Çünki Fahri Nebi bu genç için ölecek buyurmuştu. Bu nasıl oldu da yaşıyor. Sordular:

·        — Yâ Resulü âzam bu genç için dün ölecek buyurmuştunuz? Büyük Peygamber temessüm etti:

·        — Evet öyle demiştim. Fakat genç dün evine giderken bir fakire sadaka verdi. Bu fakir ona içten:

·        — Allah senden râzı olsun. Ömrünü uzun etsin! diye dua etti. Allah’ta onun ömrünü uzattı.

·        — Peki yâ Resülâllah bir adamın ömrü nasıl uzar?

·        — Allah dünyada herkese bir yaşama müddeti tayin etmiştir. Fakat o insanın bir de kabir alemi vardır. Bu kabir alemin kıyamete kadar sürer. îşte o gencin kabir alemindeki ömründen Cenabı Hak dünya alemindeki ömrüne zam yapmıştır. (Yani burada Hazreti Nebiyyi Zişan buruyor ki: İnsanın ömrü yalnız dünyaya mahsus değildir bi de alemi berzah 2 nci misâl) denilen bir yer vardır. Dünya alemiyle alemi bezah bir tutulur. Yani berzah dünya aleminin devamıdır. Burada eksik olarak vefat eden müminler alemi berzahta ibadetine devamla tekmil olunurlar) büyük Peygamber sözünü şu hadisi şerifle bitirdi:

“Essadakatü terüddül belâ ve tezyidil ömür” (Sadaka belâyı defeder ve ömrü uzatır.)

(Şurada şunu da söyliyelim ki; insanda bir çok sıfatlar mevcuttur. Fakat onlar hakkın sıfatına nazaran cüzüdür. Yalnız bir insan kendi cüzü olan sıfatların Kül olan Cenabı Hakkın sıfatlarında fâni kalırsa, o vakit Cenabı Hak (İnsanı Kamillin gzün-de ve sair azalarında tecelli eder. (İnsan Hak ile görür ve Hak ile işitir ilâahır... Ve o vakit insan Hakdan gayri bir vücudun olmadığını bizatihi anlar) Cenabı Allah yanında bu sıfatlar top-luolduğu bir halde Mahlûkatm yanında muhtelif şekilde, derecede meydana çıkarlar. Mahlûkat Hakkın vücudile vardır. Ayrıca bir müstakil vücutları yoktur. Bundan dolayı onlarda görülen ilim, kelâm, görmek, işitmek, söylemek gibi Hakka nazaran cüzi olan sıfatlar gine Hakdan ayrı bizatihi o şahsın değildir. Nasıl ki însan 7 nci devrede (1 inci vücudun tenezzülâtı bahsinde yazmıştık) vücuda gelmiş haktan ayrı değilse o sıfatlarda (Hakkın o sıfatlarının) 7 nci tenezzülâtı Hakkmdır. Yalnız insanlarda alemi süflide kesif, kalın bir örtü ile örtüldüğü için (yani cesette hapsedildiği için) Külliyette tasarruf edemez. Ne vakit vücut şişesini taşa çalıp kırarsa (yani nefsini fena huylarından kurtulup dünyada iken ruhunu cesedine hakim kılıp ve ruhi sultanını ruhi külli (Muhammedül Mustafa S.A.) de fani kılarsa) o vakit Hak ile dilediğine erer. Muhittim Arabi Hz. leri buyuruyor ki:[Faslı Şuayıp] “Kendini, nefsini bilen rabbisini de bilir[“Menarefe nefsehü fakat arafe rabbe”] Hâdisi şerifinde mâna şudur ki: “Esmai ilâhiyyenin hakikatleri muhtelif ve çoktur. Fakat esası, aslı birdir. O kimse kesrete baktığı vakit onları bir olarak görür. Muhtelif şekiller birlik mertebesinde kaybolur. Cenabı Hak o arifi kendi sureti üzerine halk ebt,i[“Ennella-he halâka ademi alâ sûrtihı”] belki o arefîn hüviyet ve hakikatinin aynıdır.”

Burada “Allah insanı kendi sureti üzerinde halk etti” Yani Allah insanı kendi esma ve sıfat üzerine halkette demektir. (Fakat yukarda da izah edildiği üzere insan ile Tanrının ara-smdaki fark aşikârdır. Hakikatta Rabdan başka bir şey yoktur. Fakat alemi farka gelinince bu aşikâr olarak meydana çıkar. İmamıRabbaniye göre. “Dünyadaki görülen vücudun gölgeleri vehim ve hayalden doğma bir varlık değildir. Elle tutulur gözle görülür bunlar. Hakka nazaran zayıf bir varlıktır. Allah Hayat, Kudret, İrade, Semi, Basar, İlim sıfatlariyle sıfatlanmış olduğu gibi insanda bu sıfat ile muttasıftır. Fakat insandaki ilim sıfatı Cenabı Allah’ın ilmine nazaran bir hiçtir. İlâhır” Fakat Muhittim Arabi’de buyuruyor ki, “Bu görülen vücût, bir de onun gölgesi olamaz. Vücut yalnız hakkmdır ve onun muhtelif mertebe-' ye tenezzülünden olmuştur. (Kar ve buz suyun bir donmuş şekli değil midir?. Su tekâsüf edince bululut olmuyor mu? Fakat hakikatta b muhtelif şekillerde su değil midir? Bu mertebeye işareten bir çok ayetler vardır. Ezcümle;f“FeZem taktulûhüm velâ kinnallahe kateluhüm vema remeyte izrmeyte velâkinalla-he remâ.”] Onları siz atmadınız. Allah attı ve o kâfirleri siz katletmediniz ben katlettim.”

[“Ve mekerallahe vallahü, hayrül makirırı”]“Allah mekir edicilerin hayırlısıdır.”

[“Yedullahi fevka eydihim”]“Bu el onun elidir.”

Bir çok da hadisi şerif vardır.

[“Meridate felem teadeni”]“~H.asta oldum ziyarete gelmedin.”

[“Hadisi kûdsi” vema takreb ilâ abdi bişey’i “ilâhir...”JKuluxa bana emretmiş olduğum şeylerle, ibadet ile yakınlık ettiği vaki onu severim ve onu sevdiğimde; onunla (işittiği kulağı ve gördüğü gözü ve tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı) olurum ve gördüğü gözü ve tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı olurum ve benden bir şey isterse veririm ve bana sığınırsa onu saklarım.)                  s

Bu insan kâmil mertebesidir (İnsanı Kâmil bahsinde izah j edilmiştir.) Cenabı hakkın insana böyle hitabı insan için büyük | bir lûtuftur. Cenabı Allah hiç bir mahlûkatma yukardaki hadi- | si şerifler ve ayetdeki gibi hitap etmemiştir. Ancak Ahsenî Tak- | vim olarak halkettiği insana söylemiştir.                         1

Bu bahsi bitirmeden evvel sofiler lisanında ekseriyetle söylenilen “Cem” ve “Fark” ne demektir. Ondan bahsedelim.

Cem: Bütün yaratılmış eşyada yalnız Cenabı Hakkı görmek..

Fark: Vücut aynasına akseden çokluk ile meşgul olmak. (Yukarda da izah olunduğu üzere bu çok görülen varlık birdir. Bir büyük ayna kılırsa insan kendisini muhtelif kırık aynacıklar üzerinde görmez mi, Şaşı olan kâinatı iki görür. Fakat azası tamam olan insan iki gözle baktığı halde bir, iki kulakla işittiği halde bir duyar.)

Büyük mutasavvıflar “Faksız Cem’i zındıklık ve Cemisiz fark fısık ve küfürdür” demişlerdir.

Cem makamına ermiyen kimsede marifet ve farkı olmıyan kimsede de ubudiyet yoktur. Arif olan kiseler ikisini de birleştirirler.

Yukarda Farksız Cem zındıklıktır demiştik. Çünkü bu makam Ahadiyyet makamıdır. Ve o makama mahsustur. Dünyada zahir olursa şeriata aykırı olur.

Fark makamında ikilik makamıdır. İnsan nefsinin (Şeytan) hoşlandığı bu dünya suretleri vaktini geçirirse, bu varlıklara Haktan ayrı bir vücut verirse Şirk etmiş olur. Ve küfür karanlığı içinde yuvarlanır gider. İşbu keserata bakıp Allahı görmek (yani zahirde halk ile, işi ile meşgul olup batında Hakkı zikretmek düşünmek) teferrür etmektir.

KAZA VE KADER

Vahidiyet mertebesinde (Vücut bahsinde 3 üncü mertebedir. 1 inci mertebe Ahadiyyet, 2 ncisi Taayyünü evvel ve 3 cüsü Ta-ayyüni sani, yani vahidiyet, hakikati insaniye mertebesi.) Aya-ni sabiteler. (Her canlı varlığın özleri, meselâ ağacın çekirdeği, tohumu gibi o alemde de herkesin şekil almamış bir özü vardır. Yukarıki bahiste geçmiştir) Kendi istidatı ve kabiliyetlerine göre meydana çıkmayı isterler yani beni dünya alemine indir de kendimi şöyle bir göreyim derler. Onların halleriyle Cenabı Allah’tan bu istekleri üzerine Cenabı Hak kabul etti ve onların meydana çıkmalarını istedi. İşte Cenabı Hakkın bu ayanı sabi-telerin kendi kabiliyetlerine göre muhtelif mertebelerde aşikâr olmasına hümük vermesi “Kaza”dır. Fakat bu emirde Cebir yoktur. Çünkü bunu ayanı sabiteler kendileri istemiştir. (Yâ Rabbi beni meydana çıkar da marifetimin iyiliğini veya fenalığını göstereyim demişlerdir.) Binaenaleyh Kazai İlâhi Allah’ın eşya üzerindeki verdiği kararıdır. Ve Cenabı Hak her eşyayı olduğu gibi çıkmasına karar vermiş ve onları kendi kabiliyet ve meziyetlerin göre tekemmül ettirerek beşer alemine kadar eriş-tirmiştir. Hiçbir vakit Cenabı Hak kendi aslı temiz olan bir ferdi zorla tutup fenalğıa sürüklememiştir. Bu alemde herkes vücudunun istidadını yapmıya koyulmuşlardır.

Kazai İlâhi iki kısma ayrılır:

1— Kazai mübrem, 2— Kazai muâllak.

·        1— Kazi mübrem: Muhakkak olması lâzım gelen kazadır. Bu kaza hiçbir dua ile ve tedbir ile giderilmez.

·        2— Kazai muâllak: Kayıt ve şarta göre meydana gelir (Meselâ; dünya âlemine geleceksin orada Peygamberlerin sözünü dinleyeceksin. Ona tabi olursan felhah bulacak iki cihanda da saadete ereceksin. Eğer sözünü tutmazsan azaba düçar olacaksın. Peygamberimiz bir hadisinde “Kaza kaza ile red olunur.” buyuruyor. Bunun için aklımızı iyi kullanıp adımımıza ona göre atmalıyız. Eğer biz Cenabı Allah’ın emirlerini tutarsak el-

bette o da bizi kollıyacak ve iyi hükümler verecektir. Cenabı Hak dilediğ vakit bizim isteğimizi yerine getirir. “Üd’ûnî iste-cib lekûm.” Yani benden isteyiniz size vereyim., buyuruyor. Fakat istemesini bilmeli. Herkesin bir mesele hakkında yazdığı dilekçe bir olur mu. Bazılarınınki bir anda kabul olur. Bazı kimselerinki de haftalar, aylar sürer. Bu yazının yazılış şeklinde ve maharetindedir.)

Kader kazanın tafsilâtıdır. Kazai İlâhide yalnız hüküm verilir. Meselâ: Halil saadet ehlidir. Mervan şakidir. Bunların meydana çıkması emrolunur. Fakat ne şekilde zuhur edeceği kadere aittir. Yani kaderde, filân zat filân saatte filân yerde dünyaya gelecek dünyada ömrü şöyle geçecek ilâh gibi.. (Büyük Veliler bir din telkin etmek istediler mi karşılarındaki insanın istidadı zatilerine yani Ayani Sabitelerine bakarlar, istıtadı temiz düzgün olmıyan kimseler Cevheri Muhammediyeyi sunmazlar. Çünkü onların kabiliyeti ezeliyeleri bozuktur. Ne söylesen para etmez. Peygamberimiz S.A. herkesin kabiliyetini bildiği halde onlara dini tebliğ ediyordu. Çünkü Allah onu beşeriyete büyük bir Nebi olarak göndermişti, ona: “Ey Habibim, sen dini tebliğ ile mükellefsin, olan kabul edip etmemesi bana aittir.” buyurdu. Yani “ben onların hakikadelirin kabiliyeti ezeliyelerini bilir ve onlara göre, o kimselere hidayet veririm” demektin Kıyamet gününde kâfirler ve sapkınlar üzerine azap ile karar verildiği vakit onlar:

Yâ rabbi sen bizi dünya âleminde istediğin gibi hareket ettirdin. Bizim kabahatimiz ne? Cenabı Hak:

·        — Ben sizin kabiliyeti ezeliyenize göre ve isteğinize göre ha-disat vücuda getirdim. Siz benim gönderdiğim peygamber ve kitaplara inanmadınız. Alemi ervahta Elestü birabbiküm “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?..” hitabında hepiniz “Kâlû Belâ”

·        — Evet sen bizim Rabbimizsin ve bu sözümüzde biz sabit kalacak ve senin emirlerini tutacağız. Bizi dünyaya şevket demediniz mi? Ben de sizi hiç değiştirmeden yani filânın şakilik halini beriki saitin haline çevirmeden alemi imtihan olan dünyaya şevkettim. Siz orada sözünüzü tutmadınız ve kendi vü-

çatlarınıza benden ayrı olarak bir varlık verdiniz, şerik koştunuz ve bu gün de cezanızı çekeceksiniz.

Bir hadisi şerifte “Bütün doğan çocuklar İslâm dini üzerine doğarlar. Fakat onları ana ve babaları kendi dinlerine sokarlar,” buyuruluyor. Bütün insanların İslâm dini üzerine dünyaya gelişleri bir müsavatı ilâhiyye değil midir?. (Müslümanlık yalnız bizim zamanımıza mahsus bir din değildir? Tâ Adem Peygamberin dünyaya gelişinden beri mevcuttur. Müslümanlık: Allah’ın bir olduğunu ve ondan başka tapacak bir mevcut olmadığını bildiren bir dinî İlâhidir. Hazreti Adem, Nuh ve diğer bizce bilinen 28 Peygamber bu vahdaniyeti ilâhiyeyi yaymı-ya çalışmışlardır. Fakat herbiri zamanında yeni yeni kanunlar ortaya koymuşlardır. Yeni bir kanun çıkınca kendinden evvelki kanunlar kalkmaz, fesholmaz mı?.. Bu da öyle olmuş. Cenabı Hak beşeriyetin icabatma göre kitaplar, kanunlar göndermiştir. Yani kanunları tanımayıp kendilerine varlık verip eski dinlerinde ısrar edenler yoldan ayrılmışlardır. Vaktile Musevilik ve Hıristiyanlık bir müslüman dini iken kendi kitaplarında bizzat kendi peygamber terinin haber verdiği veçhile “Yuhanna İncilinin 16 cı babında peygamberimiz Hazreti Muhemmedin geleceğini tebşir eder. Ve orada peygamberimizden “peraklit” diye bahsolunur. Peraklit - seçilmiş mânasına gelen Ahmed’in yani Hz. Muhammed’in ismidir. Ve onun ne büyük bir debdebe ve tantana ile yere ineceğinden ve dünyayı cehil ve karanlığından kurtaracağından bahseder. Bu gün İtalya’da bulunan “Ber-naba” İncili de peygamberimizi tafsilâtla anlatır. Gelecek olan kurtarıcı peygamberimizi tanımadılar ve böylelikle Müslümanlık yolundan çıktılar.)

Peygamber efendimizin üç ciheti vardır:

·        1 — cisi — Ciheti Risalettir; Ahkâmı ilâhiyyeyi tebliğ eder.

·        2 — cisi — Cihedi Vilâyettir; Onun fenafillah mertebesidir ki, sıfatını sıfatı İlâhide ifna etmişlerdir. Ve bundan dolayı Pey-gambr ef. mizde bütün ahlâk ve sıfat, isim en yüksek şekilde görünmüştür, zaten kendisi “Ben iyi ahlâkı tamamlamak için geldim” buyuruyor.

·        3 — cü — Ciheti Nübüvvettir. Bu cihet Ciheti Vilâyetin zahiridir. Ve Ciheti Vilâyet bunun batınıdır. Ve Nebi Allah Tealâmn habercisidir.

Peygamberler kendi vücutlarının iktizası üzerine diğer halk üzerine üstün tutulmuşlardır. (Vallahü faddale bâdeküm âla bâd fil rızkı) “Allah sizin bazınızı diğeriniz üzerine rızıkta üstün, hayırlı tuttu.” Buradaki rızık iki kişidir. 1 incisi: Rızkı ruhaniye... İlâhi ilim gibi...

2 ncisi maddi rızıktır. Bütün insanlar kendi vücutlarının kabiliyetlerine göre Haktan rızık talep ettiler ve Hak da onlara verdi. Çünkü Allah her şeyin hakkını verir. Yani ezelde her ayın istidatı ile istemiş oluduğu şeyi Cenabı Hak ona lütfedip verdi. O varlık Semavat ve Arzdan maddî gıdasını ve dünyaya gelmeden seçmiş olduğu Alemi Ervah ve misâldende ruhani gıdasını aldı. Kaza ve kader iradeti meşiyyete ve iradeti ıneşiy-yet ilmi İlâhiye ve ilmi İlâhi malûm olan kadere tabidir.

Sim kader bahsi büyü bir ilimdir. Hak Teâlâ herkese aşikâr olarak bildizmez, çünkü herkes ne olacağını bilip kedere ve sevince düşerler. Şeriatten (Allah’ın emirlerinden) ayrılırlar. Benim şanım madem ki şakiliktir deyip şakiliğini fazlasile yapıp ortalığın nizamını bozarlar. Ve herkes bir isme mazhaı düşmüştür. Bu mazhar olduğu esmanın tesirinde hareket eder. Fakat kabiliyetlerinin dışına çıkmazlar. Kabiliyetleri olduğa kadar ismi İlâhi tahtında çalışırlar. Ve bu ebediyen devam eder. Meselâ ayanı sabitleri bozuk olanlar ismi (Mudil; in; sert , haşin olanlar ismi Kahhar’m; yumuşak affedici olanlar ismi Rah-man’ın hükmündedirler.

Yukarıdan beri yazdığımıza göre Cenabı Hak bir varlık üzerine bir işle, bir sıfat ve hâl ile hüküm etmez. Ancak onun ilmi ezeliyesindeki haline göre hüküm eder.

Hazreti Üzeyir Peygamber Cenabı Haktan kendisine kaza ve kader bildirmesini yalvardı. Cenabı Hak ona sert davrandı, reddetti. Çünkü Üzeyir A.S. Vahiy yolile öğrenmek istemişti. Çünkü vahyi İlâhi Resûllere ve Velilere halkı davet içindir. Halka sırrı kaderi anlatmak olmaz. Onun için Cenabı Hak va-

I         A'    TJgpijBİlP      il11 FTü-IT                                     P ■> İl                                  VMIMIHN hiy ile istenilen Kader sırrını bildirmedi. Kaderi bilmek bir zevki ve isteği İlâhidir. Yani Hakkın hoşlanması ile ve aşk ile olur. Bu ise bir kabiliyet meselesidir. Bu zevken olur. Bunun üzerine Üzeyir A.S. Cenabı Haktan ölmek ve dirilmek hâdisesini kendi vücudunda göstermesini diledi. Bu isteyiş Hazreti İbrahim’in isteği şekildeydi. Hak Teâlâ onun bu isteğini kabul etti. Birden onu öldürdü ve diriltti. O vakit Üzeyir Aleyhisselâm kendisinin ne şekilde vücut bulduğunu bizatihi gördü. Hayatı ezelisini devir, devir müşahade etti. Fakat Vahiy yolile istemiş olduğu sırrı kader verilmedi, çünkü sırrı kader halk için zevken vücudu olmıyan bir şeydir. (Nezle olan bir kimseye güzel kokular koklat duyar mı? Sağır olan bir kimseye güzel şarkılar söyle işitir ve zevkini ahlar mı? Anlamaz.) Halkta o seviyede yani kabiliyetleri kaza ve kadere aykırı olduğu cihetle Cenabı Hak kaza ve kaderi Üzeyir A.S. halka bildirmesi için tebliğ etmedi. Bu azarlama hali Üzeyir peygamber için hayırlı oldu ve Hak dedi ki:

— Eğer bu kaderi öğrenmek işinde İsrar edersen senden Ne-bîlik vazifesini geri alırım. Bu vilâyet (Velilik işidir).

Nebili iki kısımdır. 1 incisi batını Nübüvvet, 2 ncisi zahiri Nübüvvet. Velilikde iki kısma ayrılır.

·        1 — Zahiri Vilâyet, 2 ncisi batını Vilâyet.

·        2 — Vilâyeti zahiri insanlığın tekâmülü ile vücut bulmuştur. İki kısma ayrılır:

1— Umumî Vilâyet, 2 — Hususî Vilâyet.

Umumla ait olan vilâyet üçe ayrılabilir:

·        1 — cisi Peygamberlerin vilâyeti.

·        2 — cisi Evliyaullah vilâyeti

·        3 — cüsü Tevhit ehline mahsus vilâyet.

2 nci kısım vilâyet yani Vilâyeti hususiye de ikiye ayrılır:

1 — Hazreti Muhammedül Mustafa efendimize ve onda ifnai vücut eden kutuplara mahsustur. 2 ncisi sülük gören müminlerin vilâyetidir.

Vilâyet Muhiddini Arabi Hz. lerine göre Nübüvvetten efdal-dir (üstün). Çünkü Vilâyet; Allah’ın sıfatmdandır. Ve özdür. Allah’ın yanındadır. Bir kul Hakda fani olmadan velî olamaz. Ri-salet, Nebilik beşeriyete tenezzüldür. Vilâyet Allah’ın ismidir (yâ Velî) bu Esmai İlâhiye iki alemde de ebedi kalacağına göre Vilâyette Dünyada ve alemi ahirette baki kalacaktır. Vilâyet öyle bir kalbdır ki kâinatı içinden ve dışından kaplar. Peygamberimizle peygamberlik sona ermiştir. Peygamberlerde hem Velilik ve hem Nebilik mevcuttur. Fakat Velîlerde yalnız vilâyet vardır. Vilâyeti ve Nübüvveti nefsinde toplamış olan Nebî tabî yalnız Nebî olandan üstündür. Çünkü kendisinde hem Vilâyet ve hem risalet vardır. İşte o peygamberin Vilâyeti kendi Nübüvvetinden üstündür.

Nübüvvet ve Risâlet Vilâyette mertebei hassadır. Vilâyet bütün feleği kaplar ve sıfatı İlâhiyedir. Nübüvvet ve Risâlet dünyadaki insanların harekâtı için peygamber olan Evliyada sıfat arizidir ve vilâyette has bir rütbedir. Ve Resulde Nübüvvet ve Risalet onun vilâyetine nisbetle hâs bir rütbedir. Nebinin hakka müracatı kendi vilâyet cihetiledir ve Nübüvvet ve Risalet ona sonradan konmuştur. (Bundan evvelki Vücut bahsinde de izah olunduğu üzere insanın tekevvün etmesi vücudun yedi mertebe üzerine tenezzül etmesinden meydana gelmiştir. İkinci İlâhide şekli şemaili olmıyan varlıklar, kendi isteklerine yani vücutlarının kabiliyetlerinin meydana çıkmağa teşebbüs etmeleriyle, Alemi Ervah ve misalde yekdiğerinden ayrılmış muhtelif latif suret ve şekillere bürünmüştür. Ve Alemi Ecsamda ise bu lâtif suretler kesiflenmiş ve gördüğümüz varlıklar modana gelmiştir. Bu kadar çok eşya ilmi İlâhide yekvücut idi. İşte orası velilik mertebesidir. Orada kahır ve lütuf birleşmiştir. Hz. Musa ve Firavun, Hz. İbrahim ve Nemrut bir yerdedir. Fakat alemi beşeriyeye gelince Hz. İbrahim ve Musa A.S. Nübüvvetlerini izhar etmiştir, Firavun ve Nemrut da melanetlerini göstermişlerdir.)

MUHİDDİNİ ARABİ’YE KARŞI YAPILAN İTİRAZLAR

Muhiddini Arabî Hz. lerinin kitapları dünyanın dört bir yanına dağılmıştır. Onun zamanında ve ondan sonraki yıllarda eserleri okunuyor. Lehinde ve aleyhinde yazılar yazılıyor ve yazılar veriliyordu. İşte Ulemadan Aliyyül Kari de Şeyhül Ekbe-rin eserlerini okumuş ve ona karşı aşağıdaki yazılan itirazları yapmıştı.

Aliyyül Kari’nin yaptığı itirazlar:

1 — Adem peygamberi anlatırken “Biz Allahı bir şeyle tavsif etmedik. Fakat o vasfın aynı olduk. Tahkikan Cenabı Hak nefsini bize tavsif etti. Ne vakit onu görürsek kendimizi görürüz. Ne zaman kendimize bakarsak o kendi nefsini seyreder.” diye bahsetmiştir. Bu bir açık küfürdür. Çünkü insanın zat ve sıfatı ancak hulûliye ve vücudiye mezhebine Cenabı Hakkın kendisi ve sıfatıdır.

·        1 — nci suale cevabımız: Bu sualin cevabını insanı kâmil ve-Kaza ve Kader bahislerinde vermiştik. Şurada şunu tekrar edelim.. “Cenabı Haktan başka bir mevcut yoktur ve o insanı kâmilde seyir eder. Be insanı kâmil doğrudan doğruya iki cihan Fahri Muhammet Mustafa Aleyhisselâmdır. Hakikî büyük adem odur. Ve Tanrı Ademin vücuduna hariçten girmiş veya onunla birleşmiş değildir ki hulûl etmiş olsun. Adem Hakkın en son tecellisidir.”

·        2 — Gine Adem Peygamber bahsinde: “Göz bebeği insan için ne mertebede ise Adem da Hak yanında Cenabı Allaha nisbetle o mesafededir” diyor.

Cevap: İnsanı kâmil ve Adem bahislerinde verilmiştir.

·        3 — Adem fassmda insan hakkında “İnsan ezeli ve ebedidir” denmiştir. Alemin kıdemine hüküm vermek küfürdür.

Cevap; Vücut ve İnsanı kâmil bahsinde de yazdığımız üzere insan taayyünü evvel yani hakikati Muhammediye makamına göre bütün olan varlıkların başı, özüdür. Dünya alemindeki cesedi itibarile de sonra halkolunmuştur. Ve Ademin (Hakikî Adem Muharnmed A.S. dır) lisanı ezeli ve ebedidir. Çünkü ondan söyliyen Hakdır.fAe/na yentiku anıl heva inhüve illâ vahyi yûhun Surei Necm.”]

·        4 — Şit A.S. fassma bu alem yalnız son Peygamber ve son batım Evliyanındır ve onu Evliya ve Mürselinden hiç birisi görmez. Ancak Hatemi Resulün kalb hücresinden görür ve onu Evliyadan hiç bir göremez ancak hatem olan velinin kalb hücresinden görürfMuhiddinî Arabi ve Vahdeti vücut S. 175.] Ve keza aynı yerde “Rüyada Beyti muazzamada (Kâbe’de) biri gümüş ve diğeri altın olarak noksan kalan iki kerpiçin birini kendisinin doldurduğunu söylüyor.”

Cevap: Her peygamber ilmini ve feyzini Hakikati Muham-mediyeden alır. Bu tavır Hatemi Enbiyanın kalb hücresi (Miş-kat) mertebesidir. Ve bütün Evliya da nurlarını ve feyizlerini ayni yerden (Hz. Fahrî kâinattan) alırlar. Onlar için de mişkat mertebesidir. Hz. Fahrî âlem batında hatemi vilâyet ve zahirde de Hatemi Risâlet ve Hatemi Nübüvvettir/Bir hadisi şerif vardır: “Benim ümmetimin üleması beni israilin peygamberleri gibidir.” Bu hadise göre bütün peygamberler ışığını Fahri Alemden alırlar, onların ülemaları ise kendi peygamberlerinden alırlar. Hakiki İslâm üleması da ışığını doğrudan doğruya Fahri Alemden altığı için yukariki hadisi şerife mazhar olurlar.] (Kaza ve kader bahsine bakınız) Muhiddin de feyzini ve ilmini Cenabı Resulü Ekrem Ef. den almıştır. (Bunu Füsûs adlı kitabının başında yazar. “Bu eserimi bana iki cihanın Fahri rüyamda bahşetti. Onun söylediklerini harfıyyen yazdım.”}

Muhiddini Arabi Fütühatı Mekkiyesinde peygamberimizin bir hâdisi şerifinde “Nübüvveti duvara ve Enbiyayı duvarın kerpiçlerine benzettiği ve işte ben bu duvarda noksan kalan kerpicim, benden sonra Nebi ve Resül gelmiyecektir.” buyurduğu gün ve kendisinin Kâbe’de bulunduğu sırada şöyle bir rüya gördüğünü; “Kâbe’nin bir dizisi altın ve bir dizisi gümüşten olan kerpiçlerden yapıldığını bunun bir yerinde bir altın ve bir gümüşün eksi olduğunu anlatıp: İşte o altın ve gümüş benim, buradaki altın batını vilâyetim ve gümüş zahirî şeriatimdir. Ben bunları ikmâl ettim,” demiştir.

Muhiddini Arabi Hazretleri “Ben hatemi Evliyayım” buyurmuş. Ve eserlerinin birçok yerlerinde bu hatem kelimesini izah etmiştir: Evliyanın Hatemi Fahri Alemdir. Hatem demek kendinden evvel gelenlerin sonu demektir. Muhiddin de kendinden evvel gelen Velilerin (Hz. Cüneydi Bağdadı, Hz. Abdül Kadir Geylâni, Seyit Ahmed Rüfai) sonunda gelmiştir.

Şeyhül Ekber bir eserinde ehli keşif hakkında şöyle buyuruyor:

“Evliyayı kiram Hazretlerinin keşifleri tek, ayrı evlerde gece yanan kandillere ve Peygamberlerin keşifleri gündüzün bütün kâinata ışık, nur veren güneşe benzer. Ve insanlar her birine verilen kuvvete göre yekdiğerinin üstünde uçan kuşlar gibidir. Süfli nur ile cüz’i surette bakan bir insan ile ulvî nur ile külli olarak bakan şahsın arasında pek büyük fark vardır.”

·        5 — Musa Peygamberi anlatırken “Firavun mümin olarak öldü ve temiz olarak ruhu alındı. Ve Firavun Musa’ya Allah nedir? diye sorması doğrudur” demesi küfürdür.

Cevab: Bir çok ülema Firavunun imansız olarak vefat ettiğini ve onun tam boğulacağı sıradaki, imanını kabul etmezler. Buna imanı ye’s derler. Yani öleceğini anlayıp can korkusile iman etti derler. Muhiddini Arabî ise “Bu bir yeis imanı değildir. Çünkü iman ettiği anda öleceğini biliyordu. Kurtulacağından emin idi. Çünkü o sırada Hz. Musa peygamber Asasile Kızıl denize vurmuş ve iki tarafa ayrılan suların arasından kendine iman edenlerle birlikte geçip kurtulmuştu. Firavun bunu görmüş ve inanmıştı ki, ben de iman edersem ben de kurtulurum.

 

Bosnavî Abdullah efendi: “Şeyhül Ekber kâmillerin varisidir maziyi olduğu gibi müşahede eder ve bilir. Meydana açıkladığı esrar peygamberimizin işaretile olmuştur. Peygamberimiz ona öyle söylemiş ve o da hükmünü öyle vermiştir.

Fahri kâinat efendimiz, alemlere rahmet etmek için gelmiştir. “Senden sonra geleceklere ibret ve nişan olmaklık için bu gün seni bedeninle kurtarırız.” Kavli Celili Firavuna rahmet etmiştir. “Bu insanlar için bir numunedir” demiştir. (İki cihan Fahrinden bütün ilmini rüyada öğrenmesi doğrudur.) Muhiddi-ni Arabi Hz. leri hayatında bir kere bile yalan söylememiştir. Rüyasında peygamberimizi görmüş olduğu sahihtir. Çünkü Şeytan her şekle girer fakat ismi Hadi’nin mazharı olan peygamberimizin şekline temessül edemez. Onun için Peygamberi-miz[“Merı reani fakad recini fe innşşeytan la yetemesselü bi”J «Her kim beni gördüyse muhakkak beni görmüştür. Çünkü şeytan benim suretime giremez buyurmuştur. Hazreti Gavsül Azam Abdülkadirül Geylâni Esrarül esrar adlı kitabında; bazı ilim vardır ki avama gizlidir. Onu ancak Allah’ın bildiği Veli kulları bilir, ve onu anlattıkları vakit yalnız Allahtan haberi olmayanlar inanmazlar, Hadisi şerifinden bahseder.

Bu hadiste bahsolunan ilim Hazreti Resulü Ekrem Efendimize miraç gecesi tevdi edilen sırdır ki, onu yakın olan ashabı, Ashabı soffa (yakın olan Ashabı Hazreti Ali, Hz. Ebubekir ve Hz, Ömer ve Hz. Osman ilâhın. Aşereyi müheşşere ve peygamberin muayyen zamanlarında hususî olarak görüştüğü 4 kişi, bunlara Ashabı soffe denir) dan başka halktan hiç kimseye söylememiştir buyuruyor.

·        6 — İshak Peygamberi anlatırken; İbrahim Peygamber oğlu İsmail A. S.’a (rüyamda seni kurban etiğimi gördüm, seni kurban yapacağım) dedi. Halbuki rüya âlemi misaldendir. Hayal âlemindendir, bunu o aleme uygun olarak tabir etmeli idi. Çünkü peygamberimiz rüyada gördüğü sütü ilim diye ve Yusuf A. S. da Firavunun görmüş olduğu yedi inegifHazreti Yusuf zindanda iken Firavun bir rüya gördü rüyasında 7 zayıf inek 7 şişman ineği yedi, bunu kimseye tabir ettiremedi. Hz. Yusufun iyi rüya tabir ettiğini öğrenince onu çağırttı. Rüyasını ona anlattı. O “yedi yıl bolluk olacak, bolluk yıllarında ambarlarınızı zahire ile doldurun. Çünkü onu takip edecek 7 yıl kıtlık olacaktır. Sıkıntıya düşmeyesiniz dedi ve dediği de çıktı.] yedi yıl diye tabir etmiştir. Koyun İbrahim Peygamberin oğlu şeklinde göründü. Kendisi bunu bir koyunun kurban edilmesi lâzım, diye tabir etmeliydi. Halbuki bunu zahirine yormuştur” Demiştir. Bu bir hata değil midir?

Cevap — Allah kitabı muazzamı Kur’an-ı Kerim’inde Hazreti İbrahime oğlunu kurban etmesi hakkında bir rüya gösterdiğini ve Hazreti İbrahim bunu zahire yorarak oğlu İsmaili kurban etmeğe götürdüğü fakat o sırada Hak tarafından bir koç gönderilerek o koçun kurban edilmesi bildirildi. Demek Hazreti İbrahimin görmüş olduğu rüyasında oğlunun kurban edilmesini tabiri dünyada bir koçun kurban edilmesi hakkındaydı. Fakat Hazreti İbrahimi o şekilde hareket ettiren Allah, Hazreti İsmailin Hakka teslimini kâinata göstermek istiyordu. (Her müslüman zahiren kurban kesmekle mükelleftir. Batmen ise nefsini Hakka kurban vermelidir.)

·        7 — Musa Peygamber babında “İnsan rütbesi itibarile yer ve gök meleklerinin üstündedir. Melâikeî illiyyin unsurlardan (Ateş, Su, Hava, Toprak) halkedilmiş, onların hepsinden efdal-dir, diyor. Melekler nasıl insandan efdal olur?.

Cevap: Füsusu şerh eden Bâli efendi: “İnsan ve Melâikeyi illyyinden her biri bir cihetle birbirinden üstün ve efdal olurlar. İnsan bütün mertebeleri nefsinde toplamasiyle mevcudatı un-suriye ve tabiiyyeden üstündür. Bunun için insan melâikeyi il-liyinden de üstündür.

Melâikeyi illıyyin/B/v, meleklere Melâikeyi Müheymun dahi derler. Bu melekler başkalarından ve kendi nefislerinden haberdar değillerdir. Bunlar Allahın Celâl ve Cemaline aşıktırlar. Bunlar dört meleğin (Cebrail, İsrafil Azrail, Mikail) in ve diğer yakın meleklerin de üstündedir. Bunları ancak veliler bilir.

Çünkü onlar peygamberlerin ilimlerine, sırlarına varis olmuşlardır] ise letafetleri, unsûri bedenleri olmaması itibarile insandan üstündür.” demiştir.

·        8 inci itiraz — Şeyhül Ekber Fütuhatı Mekkiyesinde “Eşyayı meydana getireni zikrederim. O eşyanın aynıdır.” Diyor, bu bir açık küfürdür. Bunun tevili de yoktur. Eşya eşyadır nasıl olur da vacibül vücudun zuhurda olsun aynı olsun.

Eşyanın oluşu sıfatın tecellisi ve Esmai İlâhiye mazhar olmaları içindir. Fakat Allah’ın zatını gözler germez ve büyük ulemadan hiçbirinin ilmi çevirmez. Biz Muhiddin’in küfrüne kail olanlardan değiliz.. Zira Şeyhül Ekber’in işi kat’i olarak belli değildir. Biz şeriat ve Tarikate aykırı söz söyliyenlerin küfrüne hüküm veririz. Onun kitaplarını okuyanlar batıl itikatlardan beri kalıyorlar, bu Tanrının bir lûtfudur. Ve ona dalâlet yolunda uydukları halde bunun böyle oluşu kaza ve kaderindir. Bununla beraber Muhiddin’in kitaplarını okumak ümmeti müslümana haramdır. Çünkü onun hileleri bazı vakit Velilere bile gizli kalır. Nitekim Şeyh Celâl Süyûtîde böyleder. Şeyhül Ekber’e gelince, ben onun hakkında bir hareket yapmam, onun işini Rabbime havale ederim. Bütün sözleri zındıklığa delâlet ederse de bir çoklarının söylediği gibi ben zındıktır diyemem. Kendisi için iyi düşünürüm. Sözlerindeki manayı araştırmadan ve keramete [Keramet: Velilerin gösterdiği harikulade hallerdir. Bu harikulade haller eğer bir peygamberden oluyorsa mucize denir. Eğer bir din adamı tarafından gösteriliyorsa istidraç tabir olur. Bir veli ile bir sihirbazın (istidraç yapan) arasında ne fark vardır. Fark şu: Nebi ve Velî bulundumuz arzdan 7 kat sema dahilinde harikulade işlerini gösterebilirler. Halbuki istidraç yapan ancak Kamere kadar olan saha dahilinde kuvvetini gösterebilir. Ve bir Velî ile karşılaştığı zaman daima altta kalır. Kur’an-ı Kerim’de bunun misali Hz. Musa ile firavunun sihirbazları arasında geçmiştir.] benzer bazı vak’ala-rı işitildiği halde ve bir çok ulema ona doğrudur dedikleri halde ben tasdikte etmem .

Cevap — “Cenabı Hak hakikati ve zatı itibarile eşyanın aynı” demesi: Cenabı Hakkın Esma ve sıfatı ile vücut itibarile ayrı değildir. Aynıdır demektir. Cenabı Allah her vücudun batınıdır. Ve herşey ona dönmektedir. Ayet “İnnalillâhi ve innâ ileyhi raciûn.” Allahtan başka ezeli ve ebedi olan birşey var mıdır!. Cenabı Allah’ın vücudundan başka bir vücut mevcut mudur? Görünen şu varlıkların dışı halk ve içi Hakdır. Cenabı Allah vücut ve Esma ve sıfatının mahlûkatta görünmesi itibarile mahlûkatm aynıdır. Ve zatı hususiyesi ve eşyada görünen eksik sıfatlar itibarile (Çünkü Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. Ve Allah dediğimiz vakit bir kül ismi zikretmiş oluruz. Allah ismi doksan dokuz ismi İlâhinin toplanmışıdır. Meselâ Hak ismi Cenabı Allah’ın bir ismidir. Hak olan, Hay olan kimdir? diye sorunca Allah’tır diye ceap veririz. Fakat; Allah kimdir? deyince onu tam mânasile tarif edecek başka bir isim bulamayız. Allah Alah’tır. Eski Türk lisanında Tanrı, Çalab gibi kelimeler “Allah!” isminin yerini tutabilir mi? Onun verdiği kuvvet ve kudreti verebilir mi? Denilebilir ki bu bir inanış meselesidir. Bir insan hangi isme inandıysa onun tesiri altındadır. Bu bir cihetten doğrudur. Fakat “Allah” ismi itibarile değildir. Muharebe alanlarında “Allah!” “Allah!” diye zikrederek düşmana saldıran yiğitlerde bu husus görülmüştür. Onlar bu ismi şerifle on kat daha kuvvetlendiğini hissetmişler ve kendilerinden geçerek düşmanlarına hamle yapmışlardı, Düşmanları onların zikrettiği bu ismi uzaktan işittikleri vakit yürekleri korku ile dolmuştu. Bunun tecrübesi meydandadır. Canı gönülden “Allah!” diyen bir insan kendini her cihetten kuvvetli bulur. Fakat diğer isimler bunun gibi midir?) ayni değildir. Muhiddini Arabi Hazretleri Fütuhatı Mekkiye’nin 205 ci babında “O oluş itibarile her şeyin aynıdır, Fakat eşyanın ayrılığında ayni değildir. Cenabı Hak bundan münezzehtir. Allah’a Allah’tır» buyurmuştur. Ve 558 ci babda da: “Bu gördüğünüz âlemin Hakkın aynı olmayıp ancak Allah’ın vücudunda göründüğünü gösterir. Eğer Hakkın aynı olsa idi Cenabı Allah’ın bir mevcudatı numune ve misli olmadan yaratması sahih olmazdı. Ben eşyayı yoktan var eden (Şekli yokken şekil veren ona vücut içinde vücut bahşeden) Cenabı Allah’ı teşbih ederim.” demiştir. Cenabı Hak Zatı vücutları itibarile eşyadan münezzehtir. Yalnız vücut itbariyle onun aynıdır. Vahdeti Vücudu kabul etti diye Şeyhimizin Şeyhi diye bahsettiği Celâlettini Suyutî’yi hoş görmüyor. Fakat Aliyül Kari Muhiddini Arabî Hazretlerinin bir çok kerametlerini işitiğini söyliyerek; ben ona bir şey söyliyemem diyerek bâtmen ondan korktuğunu açıklıyor. Ve orta bir yol takip ediyor. Birçok büyük adamların onun tutmuş olduğu Vahdeti vücut nazariyesini kabul ettiklerini söyliyor (Vahdeti vücut -Vücut birliği demektir. Yani Hakkın vücudundan başka bir vücut yoktur. Buna delâlet eden birçok Ayeti kerime ve Hadisi şerifler mevcuttur. Zaten kâmil olan insanlar ve bilhassa Hz. Muhiddini Arabî o KuFan-ı Kerim’den ve Ahadisten gayrı bir şey söylememiştir. Rüyasında ve yakaza yani uyku ile uyanıklık arasında iki cihan servetinden aldığı emir ve ilhamat ile bu kitapları yazmıştır. Ve sonra kendisi ifnâyı vücut ettiği yani vücudunu Hazreti Fahri Alemde yok ettiği için sözleri asla Kur'an’a ve hadisi şerife aykırı olmamıştır. Bilâkis onun tersidir. Hz. Mevlânanm Mesnevîsi’nde böyledir. Zaten bu Ayeti kerimeler ve Ahadisi şerifler okunulduğu ve onun sözlerine tatbik olunduğu vakit onun sözleri asla Ayete ve ahadise aykırı çıkmaz. Bir kimsenin velî olduğu ne ile anlaşılır? Sözleri ve amelleri Kitabullaha uygunsa o velidir. Kur’an-ı Kerim kalbin mihenk taşıdır. Hakkın biz insanlara lütfettiği bir saadet deryasıdır. O denizin içine garkolan insanlara ne mutlu...

Vahdeti vücudu gösteren ayeti kerimelerden bazıları:

[“Allahü nûrüs semauatı velarz“]“Alla.h yerlerin ve göklerin nurudur”.

[Hûvelevvelü, velahir, vellzahiri vel batm”]“'Elvvel ve son iç ve dış odur”.

[“Küllü şey’in halikün illâ veçhe”]“Her şey halikindir. Ancak onun kendisinin halik; yaratıcısı yoktur.

[“Ve kânallahü bikülli şeyin muhit”J“Aliah her şeyi kaplar, çevirir.”

[‘Ve ileyhi yerciû, ilâ emri küllihi”]“İşlerin hepsi ona döner.”

[“Fe eynema tüvellû fesemme veçhullah”]“Vüzünüzü hangi cihete çevirirseniz çevirin Allah’ın veçhi oradadır.”

[“İnnehû hüvessemiül alîym”]“İşiten ve bilen odur.”

[“Ve nahnü akrebü ileyhi minküm velâkin la tübsirün”]“Vy habibim, kullarım sana benden sordukları vakit ben onlara yakınım.”

[“Ve nahnü akrebü ileyhi minküm velâkin la tübsirûn”]“Biz ona sizden daha yakınız fakat siz göremezsiniz”

[“Felem taktülûhüm velâkinnallahe katelehüm ve rameyte iz rameyte velâkinnallahe ramd’7“Onları siz öldürmediniz, Allah katletti. Ve attığın vakitte atan sen değildin. Allah attı. (Bedir savaşında Resulü Ekrem Efendimiz bu ayeti okuyarak yerden bir avuç taş aldı ve müşriklerin üzerine attı.)

[“Hüvellezi yüsavvirüküm fil erham”]“Size ana karnında şekil veren odur”

[“Kulhüvellahü ahad, Allahüssamed lemyelid velem yûled velem yekûn lehû küfüven ahad”]Allah ahaddir” (Allah’tan başka bir vücut yoktur, yukarda vücut bahsinde gösterdiğimiz üzere mertebeyi Ahaddiyyet vücudu İlâhinin 1 nci mertebesi olup hakikatidir. Esasıdır, Ondan başka bir vücut yok ki sayılsın.

Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Zaten bütün ihtiyaçları ve istekleri o verir, o halkeder. Ne oğlu ve ne de kızı vardır. Diğer bazı din kitaplarında görüldüğü üzere Hazreti İsa ve Zübe-yir Allah’ın evlâdı, akrabası değildir. Çünkü eğer Hazreti İsa’yı Hakkın oğlu kabul edersek. Onun bir de annesi olması lâzım gelecek. Ve o baba ile zevcenin bittabi pederleri ve valideleri olması lâzım gelecek ve bu ilâ nihaye gidecek. İşte kulların bu gibi yanlış düşünceye sapmamaları için Allah kitabında ilân ediyor. Ben doğmuş ve doğurmuş değilim. Benim oğlum ve kızım yoktur. Bu günkü elimizde bulunan bazı İncillerde Hazreti İsa “Ben rabbime, babama gideceğim” diyor, Hazreti Isa’nın bu sözü, Cenabı Hakkı baba gibi sevmesindendir. Yoksa onu baba olarak saymasından değildir. Cenabı Allah’ın hiçbir eşi de yoktur ve olamaz.

[“İnnellezine yübayiûneke innemâ yübayiûnaUah yedullahi fevka eydihim”]“Sana biat edenler ancak Alah’a biat ederler. Allah’ın eli onların eli üstündedir.”

[“Ve nahnü akrebü ileyhi mın hablil verid”]“Ve biz insana şah damarından yakınız”

[“Yes’elühü menfis semavati velardi külli yevmin hüve fi şe’n”] ‘Onu yerde ve semada olan kimseler ister. O hergün bir şandadır, Hergün yeni bir şekilde tecelli eder.

[“Ve fil ardi âyâtün lil mûkinîn ve fi enfüsiküm efelâ tübsi-rzzn”7“İman [arında kuvvet bulup eşyayı, kâinatı aynel yakın olarak görenler için yer yüzünde ayet ve alâmet vardır.” (Cenabı Hak üç şekilde bilinir. 1 incisi Ilmel yakın, yani İlim ile misâl olarak. Arabistan’da bir Kabe varmış ve oraya bir çok müs-lümanlar giderek onu tavaf ediyorlarmış. Orası dört tarafı siyah örtüyle çevrili muazzam bir yermiş. Bu ilme] yakındır. 2 ncisi Aynel yakın: Görerek. Tabii Cenabı Hakkın tecelliyatını görerek. Misal olarak 1 cide duyduğumuz Kâbe-i Şerifi bizzat Mekke-i Mükerreme’ye gidip gözlerimizle görmek. 3 cüsü Hakka] yakın. Hakta ifnâyı vücut ederek. Misâl; o dört tarafı örtüyle çevrili Kâbe’nin içine, esrarına vâkıf olmakla.)

Vahdeti vücuda delâlet eden Ahadisi şerifler:

[“Menreâni, fekad reyülhak”J“Y>eni gören şüphesiz Hakkı gördü.” Arifin biri ne güzel söylemiştir:

“Ayîneniz bu alem her şeyi Hak ile kaim

Mir’atı Muhammedden Allah görünür daim”

Burada mir at ayna demektir. Hakkın aynası...

Başka bir aşıkta ne güzel demiş:

“Muhammetten muhabbet oldu hâsıl

Muhammetsiz muhabbetten ne hasıl?”

[“Kânallahü velâ şey’i. meâ’TNKah var idi ve onunla beraber bir şey mevcut değildi.’”

[“Lâ tahzen innallahe meana.”]“Allah bizimle beraberdir, müteessir, mahsun olma.”

Hazreti Ebubekihe mağarada Peygamberi ziş anımız buyurmuştur.

[“Mamın recülün yetasaddaku bi sadakatihi illâ vak’atı fi ye-dûllah kable en taka fi yedüssail. Ennallahe hüve yakbil el tev-betihi an ibade veya hazessadakat. ”J“Bir adam sadakayı fukaraya verirken o sadaka fukaranın eline düşmeden evvel Allah’ın eline düşer ve kullarından tövbeyi kabul eden ve sadakayı alan Cenabı Haktır.”

[“Küntü kenzen mahfiyyen”]“Ben bir gizli hazine idim. Bilinmekliğimi istedim ve zâtımdan zatıma tecelli ederek bu halkı yarattım.”

[“En ehadüküm izakame ilessalavatı feennema yenacı rabbe fe ennerabbe beyne ve beynel kıble” Buhari şeriftedir.] “Birimiz namaz için kıyamettiği yani kalktığı vakitte ancak rabbine yalvarır. Çünkü onun Rabbi onunla kıble anasmdadır.”

[“Vellezî nefsü Muhammed biyede levenneküm.. ilâhır.” Bu hadisi Şerifi Tirmizi Ebu Hüreyre R.H. dan rivayet etmiştir] “Muhammedin nefsi onun elinde olan Cenabı Allah’a yemin ederim ki, eğer süfli olan arza bir iplik sarkıtsanız Allah’ın üzerine düşerdi.”

[îmallahe yekulü yevme kıyametin yâ ibni ademlmeridtü fe-lenı teadeni. Kale yârab keyfe endün ve ente rabbül alemin kale ema alemet ene abdi filâna merîde felem teadehu ema alimet inneke levııdetihi lev ceddeteni.. ilâhır.” Bu hadisi Şerif Sahihi Müslirrûn Kitabül berinde Eba Hüreyre’den rivayettir.]“Cenabı Rabbül-alemin kıyamet gününde diyecek ki: Ey Adem oğlu... Hasta oldum beni dolaşmadın..

Kul:

·        — Yâ Rabbi, Sen alemlerin Rabbi olduğun halde ben seni nasıl dolaşırım?., der. Cenabı Hak:

·        — Bilmiyor musun filân kulum hasta olmuştu. Eğer onu ziyaret etmiş olsa idin beni onun yanında bulmuş olacaktın.

·        — Ey insan oğlu, Senden yiyecek istedim beni doyurmadın.

·        — Sen Alemlerin Rabbi olduğun Halde ben seni nasıl doyururum?

·        — Bilmiyor musun, ki filân kulum senden yiyecek istemişti sen onu doyurmadın. Eğer sen onu doyursa idin bunu benim yanımda bulacak idin.

·        — Ey Adem oğlu, senden su istedim bana vermedin..

·        — Sen alemlerin Rabbi olduğun halde ben sana suyu nasıl verebilirim?

·        — Bilmiyor musun ki, filân kulum senden su talep etmişti sen ona vermedin. Eğer ona suyu verse idin, bunu benim yanımda bulacak idin!..”

Muhiddini Arabi Vahdeti vücut için kitabının bir yerinde şöyle der:

“Kâinatın satırlarını düşün, çünkü onlar sana meleî âlâdan gelen sayfalardır. Eğer onların satırlarını okuyabilirsen onlarda (İyi bil ki Allah’tan başka herşey batıldır) sözleri yazılmıştır. Bil ki alem Tanrının gayri olan şeylerin cümlesinden ibarettir. Ve vücut bulunsun bulunmasın mümkünattan başka bir şey değildir. Çünkü mümkünat bize Allah’ı öğretir. İmkân mümkü-natm yokluk ve varlık halinde lâzım olan hükmüdür. Mümkü-natın olması yokluğuna tercih edilmelidir ve tercih eden de Cenabı Allah’tır. Bunun için Alem dendi. Bunu öğren ve hal vücudunda alem (âma) kabul ettiği suretlerden başka bir şey değildir. Onda meydana çıkmıştır. Bunun için âlemin hakikatma bakacak olursan bu alemin bir gölgeden ibaret olduğunu anlarsın. Bunun için Cenabı Allah “Külli şeyin halikun illâ veçhe” buyurdu.

Tevhidin üç mertebesi vardır:

·        1 cisi Tevhidi efâl: Bir fiili tecelli olup, arifin gerek insandan gerek melekten ve gerek şeytandan husule gelen bütün ahvâl ve harekâtı masivallahtan ayrılarak Allah’tan görmesidir. (Ma-siva Haktan alıkoyan şeylerdir. Peygamber Efendimiz “Ve ne-heytü kalbi an masivallah.” Allah kalbimizi[“Kalb: Lügat itiba-rile manası; bir şeyi geri döndürmek ve çevirmek veyahut bir kimsenin yüreğine vurmak ve dokunmak manasına gelir ki (gerek hakiki ve gerek manevî olsun) bir de bir nesneyi tersine çevirmek manasına da gelir.Bunun da beş sureti vardır.

1 —Aşağı ve yukarıya 2 — Öne, arkaya 3 — Sağa, sola 4 — Arkaya öne döndürmektedir. Vücuttaki yüreğe kalb denir. Kalb ve Fuat birdir. Fuat fariside dil, Türkçede gönül manasına gelir. Fuat yüreğin yani kalbin ortasına denir. Fuat kalbin habbei süveydasmdan ibarettir. Ve bütün kuvveti havasın mebdeidir. Nitekim dimağda cesii havassın mebdedir. Bu hakikati insa-niyyedir ki, buna nefsi natıka ve ruhu batma derler. Ve kalb nefsi natıkanın tahtı saltanatıdır. Hadis “Adem oğlunda bir et parçası vardır. O et parçası salâh bulursa cesedin küllüsü salah bulur.” Hazreti peygamber S.A. efendimize sormuşlar:

“— O et parçası nedir?.”

“—Kalbtir..” çevabmı vermiş. Kalb yedi tabakadır:

1 — Sadır mahalli (Burası doğruluğun ve eyriliğin yani melek ve şeytanın yeridir), 2 — Mahallî iması 3 — Şugaf (Mahallî muhabbeti! hakktır), 4 — Fuat (Mahallî niyetül Haktır), 5 — Habbetül kalb (Mahallî mahabbetil hakdır), 6 — Süveyda (dini ilimler mahallidir), 7 — Mehcetil kalb (sıfatı İlâhinin tecelli ettiği yer) Mâsivadan muhafaza etsin diye dua edin” buyurmuştur.

Bu mertebede olan insan “la fâ île illallah” der. Yâni bütün olan işler senden’dir der. İbrahim Hakkı Erzurûmi Hazretlerine ne güzel der:

“Hakdan olacak işler, boştur kamu teşvişler

Ol bildiğin işler, Mevlâ görelim neyler.

Deme niçin bu böyle, yerindedir o öyle

Bak sonunu seyreyle, Mevlâ görelim neyler.”

Tevhidin 2 nci mertebesi: Tevhidi sıfattır. Sıfattan masivah-tan ayırmaktır. Allah’ın her tecelli ve sıfatında Haktan gayriyi görmemektedir. Arif burada “lâ mevsûfe illallah” der.

Tevhidin 3 cü mertebesi: Tevhidi zattır..

Tevhidi zat, vücutta yalnız bir zatı, yani Allah’ı görmektir. Ve onun muhtelif mertebelerindeki tecelliyatım görmektedir. Arif bu makamda “lâ m aşuka illallah” Allah’tan başka maşuk yoktur ve “Lâ mevcude illallah” Allah’tan başka mevcut yoktur der.

Ben bilmez idim gizli ayan hep sen imişsin

Tenlerde ve canlarda nihan hep sen imişsin

Senden bu cihan içre nişan isterdim ben

Âhir bunu bildim ki cihan hep sen imişsin

Muhiddini Arabi Hazretlerine göre:

Arifler katında yedi derece, yedi tur vardır.

1 inci Tur: Bir kimse kendi cisminde ve cesedinde tasarruf eden ruhi cüz’isini (Yani ona Nefsi natıka derler. Fakat vahdet ehli indinde nefsine, kalbine, ruha ve akla ve sırra cümlesine şey’i vahid derler. Ancak sıfatı değiştikçe birer itibarla birerisi-ni verirler. Nefsi natıka cisim ve cismanî değildir. Cesedinin i-çinde ve dışında tedbir ve tasarruf eden (düşünen ve kuvvetini istediği gibi kullanan) onun mekânı ve nişanı yoktur. İstediği yerde bilkülliye mevcuttur. Cesedin elinden tutan ve gözünden göreni ve dilinden söyliyen ve bütün uzuvları kullanan, işleten odur. Ve bedeninin her yerinde bizatihi ve bil külliye mevcuttur. Cümle bedeni çevirmiştir. Herşeyden münezzehtir her an merkezinde durur.) bilmektir.

·        2 ncisi: Afakta olan nefsi külle nazaran ona Akıl ve izafi ruhi külli dahi denir. Halifetullahtır. O da cisim ve cismani değildir. Bütün yerlerin ve göklerin dahilinde ve dışında değildir.Ve cümle mevcut olan varlığı ihata ve tasarruf eden odur. Onda hiçbir zaman zeval ve fenâ yoktur. Bu izafi ruh kemakân sabit olup merkezinde durur. Bunu öğrense.

·        3 cüsü: Birinci ve ikinci mertebelerden geçip cüzi ruhunu külli ruhta fani ve mahvettiğini görüp ruhi izafi ile dinç olan yani nuhunun ruhu külli ve aklının aklı külli olduğunu Hak-kal yakın müşahede etmek.

·        4 cüsü: Kendi ruhunu ruhu İzafîde yok edip ve ruhu izafiyi Hakkın zatında ifna edip cüziyetten ve külliyetten kurtulup cümle efal ve harekâtı Hakta ve Cümle Esma ve sıfatı Hakta ve Cümle zatı Hakta ifnâ ettiğini ilmel yakin ve Hakkel yakin olarak görmesidir. Bu mertebede “lâ mevcude ilâ hû” mânâsım zevkle ve hali ile anlayıp “Limenil mülkül yevın Lillâhil vahi-dil kahhar, yani kimin mülkü ve vücudu vardır. Ancak bir olan kahhâr Allah mevcuttur.” mânasını anlayıp Allah’tan başka bir mevcudun olmadığını bilmek. (Burada anlatılan turların biri enfüsi, biri afaki ve biri 2 sinin cemidir. Ve bir turda hepsinin Allah’ta fâni olduğnu bilmetir)

·        5 inci tur: Yukarda sayılan dört turu toplayıp, bir yerde görmektir. Bu makam sahibine ibnil vakit derler.

·        6 ncı tur: Burada cümle eşyada kendini görür, ve kendisi cümle eşyaya aynadır. Bütün eşyayı kendine bağlı görür. (Burada Cüneydi Bağdadi Hazretlerinin dediği gibi (Cübbemin altında Hakdan başka kimse bulunmaz ve iki alemde benden başka kimse mevcut değildir der) Bu mertebede “Lâ mevcude illâ ene” der ve bu makama “Ebül vakit” derler.

·        7 nci tur: Burada Salih fenai külli ile mahvolup ne halle ve ne makamla mevsuf olur. Ve ne müşahede ve ne marifeti bil külliyesi yok olup halini anlatamaz. Çünkü mahvü kül makamıdır. Ve bu mertebenin sahibi makamsızdır ve nişanı yoktur. Bu makama arifler yanında “Cem” makamı derler. Kendi hakikatini öğrenip arif olur.

9 cu itiraz — Azab, şeriata ve lûgata aykırı bir şekilde anlatılmıştır. “Cehennem ahalisi cehennemde su içinde balık gibi hareket, ederler. Yerler, içerler.” diyor.

Cevap: Muhiddinî Arabi Fütuhatı Mekkiye’sinin 301 rinci babında şöyle buyuruyor:

“Cehennem halkı Cehennemde Cenabı Allah’ın delâleti (Adil oluşuyla Cenabı Hak adillerin adilidir, hiçbir vakit bir mazlum kulunun hakkını almamazlık etmez, Eskiden şöyle bir levha vardı. “Zalimin zulmü var ise mazlumun da Allah’ı var.” Bu ne güzeldir. Alemi kıyametin, zuhuru da mazlumların (ah) larının hesapları verilmesi için olacaktır. Bazan Cenabı Hak öbür dünyaya bile bırakmıyor.. Nefsini güçlükle veren insanlara çok tesadüf olunmuştur. Cenabı Allah benim yanıma kul hakkı ile gelmezseniz sizi affederim buyuruyor. Peygamberimiz “Küllü müminin îhve” bütün müslümanlar birbirile kardeştir buyuruyor. Ve o kardeşlerin yükselmeleri için Zekât emir ediyor. “Komşusu aç olduğu halde karnını doyuran müslüman değildir” buyuruyor) ile kalırlar. Ve cennette lutfu İlâhi ile kalırlar. Allah’ın yarattıklarından hiçbirisi onun mahlukatı hakkmdaki düşüncesini, kararını bilmez. Ancak Allah’ın bildirmesile bilir. Görmüyor musun ki iyi kullar, cennetlikler hakkında/Atde/ı gayri meczuz.] Arkası kesilmez lütuf buyurmuştur. Suret ve müddet birdir. Fakat azab hakkında böyle dememiştir.

Yalnız onların, cehennem halkının ateşten çıkmıyacaklarına kafi surette hüküm verilebilirse de Allah rahmeti sebebile bazılarının belki affeder. Çünkü onun rahmeti gazabını bastırır. Cennet ehli hakkında öyle değildir. Onlar hakkında cehennem halkı hakkında öyle değildir. Onlar hakkında ehli keşif sahihleri Hakkın kendilerine bildirdiği kadar haber alırlar. Ayet “Eşkıya oldular ateş içindedirler onlar için orada zayıf ve şiddetli azap vardır, iptida kuvvetli ve sonra zayıf bir sesle çağırırlar. Gök ve yer durdukça orada ebedî olarak kalırlar. Ancak Allah’ın dilediği kimse müstesnadır. Çünki Allah’ın istediği şeyi işler. Saadet ehli olanlar Cennet içindedirler, Arkası kesilmeyen bir lûtfu İlâhî olarak yer ve gök daim durdukça orada ebedî olarak kalırlar. Ancak Rafbbimin dilediği şey müstesnadır.”

Cehennemde ancak ateşe liyakat kesbetmiş olanlar kalır. Cehennem ahalisinin ateş ile azap görmeleri lâzım gelmez. Çünkü: Cehennem de bulunan melek (zebani) ve burada bulunan haşerata ateş azap vermez. Ve ehli nar bir vakit gelir ki ateşten zevk almıya başlarlar. Onları cennete koysalar istemezler. (Cennet ve Cehnnem bahsinde izah olunmuştur.) İşte o kimseler istediklerde orada kalır.

10 cu itiraz: Putlara tapan insanların Alah’tan başka bir şeye tapmadıklarını ve uluhiyet (Allahlık) iddiasında bulunan kimselerin dâvasında doğru olduklarını söylüyor, bu nasıl olur?

Cevap: Bütün eşya Hakkın tecellisinden ibarettir, (yukarda vücut bahsmda bu izah edilmiştir. Bütün, eşyadan gören ve işiten Cenabı Hak’dır.

Muhiddinî Arabî Hazretleri “Rabbim ancak kendisine ibadet etmenizi takdir ve kaza etti.” “Ayet/^Vfe kaza rabbüke ellâ ta’bü-dû”] çelilesim şöyle tefsir ediyor: Alim olan şahıs kime ibadet olduğunu ve hangi surette işiyle meydana çıkıp ta tâki kendisine ibadet olunduğunu ayırmak ve bu kesretin vahdete zarar vermediğini bilir. Her mabutta Allah’tan başkasına ibadet olunmaz. Abidlerin cahil taptığı şeyde ulûbiyyet tecelli edendir. Eğer bu tecelli olmazsa taşa, toprağa ibadet yapmazdı. Cenabı Allah “onların isimlerini söyleyiniz” buyurdu. Eğer insanlar tapmış oldukları putların isimlerini söyleselerdi, taş, toprak derlerdi, ve eğer kendilerine sorulsa:

“Kime ibadet ediyorsunuz,”

“Mukıd olan ilaha ibadet ediyoruz demezlerdi. Arif olan abid “putlarda ulûhiyet tecelli etmeyip bu Hakkın bir tecellisinden ibarettir” der ve bu mabudu Allah’ın tecelli etmiş olduğu bir eşya farzeder. Cahil abid “biz onlara mertebemizi ancak Allaha yaklaşdırsmlar diye taparız” ve yüksek olan abîd “sizin taptığınız ancak bir ilâhtır her nerede görünse ona teslim olunuz” der.

Kâmillere göre putlar Hakkın vücudunun görünen fani suretlerinden ibarettir. Yoksa doksan dokuz esmayı cami olan Allah değil. Kâmiller bu fani suretlerin arkacına bakarak onları hareket ettireni görürler. (Putların en büyüğü insanın nefsidir. Peygamber efendimiz bir muharebeden avdet ettiklerinde:

— “Küçük muharebelerden döndük, büyük muharebe şimdi başlıyacak. O evvelkine nazaran daha mühimdir, o da nefsinizle olan savaştır.” buyurmuşlardır. Nefis insanlara ne putlar çıkarır. Hırs putu, istek putu, kadın putu, para putu ilâhır... Bazı insanlar yaptıkları ibadetle Cennete gireceklerini zannederler. Cenabı Allah bana şirk koşmayın da yanıma ne ile gelirseniz geliniz buyurur. Cenabı Hakka lâf ile şirk koşmamak, yani onu iki bilmemek olmaz. Allah Hâl ile bilinir. En büyük putlardan birisi de tahayyül putudur. O Allah’ı kendi havsalası ve fikrine göre bir şekilde canlandırmıştır. Hızır da öyle.. Meselâ Hızır Aleyhisselâm karşısına bir genç çocuk şeklinde çıksa: “Ben hızırım” dese inanmaz. Çünkü o Hızın başka şekilde yeşil kavuklu, cübbeli ve uzun sakallı olarak tahayyül etmiştir, Halbuki hakikatler daima tahayyülden uzaktır. Nefsinin isteklerini tepeleyip hakikat şehrine girmiş olanlar her şeye baktıkları vakit o şeyin esasını görürler. Meselâ bir salonda oynanan kukla ve karagözle meşgul olmayıp onları oynatan şahısla meşgul olurlar.) Putlara tapanlar Hakkın esrarına vakıf olmadıklarından yapmış oldukları ibadet batıldır, boşunadır. Hazreti Şey-hülekber der ki: “Bu insanlar surette kaldıklarından dolayı küfür içindedirler. Eğer hakikata vakıf olsalardı imanları doğru olurdu. Fakat bununla beraber, Cenabı Allah kendisi varken bizim böyle putlarla uğraşmamızın doğru olmadığını söyler. Çünki Allah “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etmeleri için yarattım” diyor. Muhiddinî Arabi onun için buyuruyor ki: “Allahü Teâlâ bütün isteklerin yalnız kendisinden istenmesini emreder. Başka kimselerden taleb edilmesini sevmez. Ondan başkasından zahiri lisanla istenilirse, isterken kalbi Cenabı Hak ile beraber olmalı ve her şeyi Allah’tan istediğini asla fikrinden çıkarmamalıdır. (Adamın biri gece gündüz Rabbisine ibadet ediyormuş. Günün birinde şöyle bir hitap karşısında kalmış.

·        — Yâ kulum bu kapı sana kapanmıştır. Kendine başka bir kapı ara!..

Fakat âbit yine ibadet ve aşkında berdevam etmektedir. Bu sefer ibadetini fazlalaştırmıştır bile... Bir müddet sonra kendisine yine ayni hitap vaki olur. O gine aldırmaz, üçüncüsünde:

·        — Ben sana git başka kapı ara. Demedim mi? Deyince secdeye kapanır. Gözlerinden bir inci yağmuru boşanır.

·        — Yâ Râbbi!. der. Senin kapından başka bir kapı mevcut mu ki ben ona gideyim... Ve bu suretle Cenabı Hakkın iltifatına nail olur.)

Allahlık iddiasında bulunan her kimsenin iddiasının doğru olması meselesine gelince; böyle birşey mevcut değildir. Bilhassa kâmil insanlar böyle söz söylememeğe çok dikkat ederler. Daha doğrusu bu söz kendilerini Hakda ifna eden şahısların tecelliyatı külliye anında söylemiş oldukları sözdür. Fakat o halde söyleyen kendileri değildir. Yukarıdaki “Abid bir hale gelir ki onun dilinde ben söylerim, kulağından ben işitir ve gözünden ben görürüm” hadisi buna işarettir. Mansur böyle bir aşka duçar oldu ve onun için “Enel Hak” “Ben Hakkım” dedi. Mansur hocaların taassubu yüzünden asıldı. O hiç bir vakit sözünden dönmedi. Bir arife sordukları vakit “Mansur tabiî doğru söylemiş ben Hakkım demiş ben batılım mı? diyecekti!..” Demek ki kâmillerin konuşmasında bile bir hikmet vardır. Mu-hiddini Arabi’nin Füsus’unun Musa peygamber batısında; “Sihirbazlar firavuna sen yalnız dünyada Hükmünü sürersin, devlet sana aittir.” Firavun onlara:

·        — O halde ben sizin Rabbinizim demesi doğrudur. Kelimesi Firavunun bilmiyerek söylemiş olduğu sözdür. Çünkü Hak herkesin hakikatidir. Fakat Firavun bunun farkında değildi. Ve sonra bu sözü söylediğine pişman oldu ve sihirbazlarının ellerini ve ayaklarını kestirdi.

·        11 ci itiraz: Hûd peygamberler faslında: Şeyhül Ekber “Bizim vücudumuz Hakkın gıdasıdır. O da bizim gıdamızdır” diyor. Malûm olduğu üzere gıda bizi baki tutacak olan şeydir. Halbuki Hak Teâlâ bundan münezzehtir, nitekim “o doyurur, doyurulmaz” ayeti buna delildir. Şeyhül Ekber “Hakkın bakası vücuduna sebep olduğundan şüphesiz o bizim gıdamızdır. Ve yaratmak rızık vermek ve diğer esmaî İlâhiye mahlûksuz olursa ne derece doğru olur. O esmaî İlâhiye nerede hükmünü gösterir. Elbette biz Esmaî olmasının sebebiyiz. Bu hale göre onun efal ve esmasının sükûtunda onun gıdasıyız” sözü bir mezhebi batıldır.

Cevap: Buradaki gıda ve yemek sözü misaldir. Gıda yiyenlerin vücudunda gizlenir ve diğer taraftan da onun şeklinde meydana çıkar. (Meselâ; bir insan bir nebat veya hayvanı gıdayı yerse vücudu ondan kuvvet bulur. Vücuduna fazla gelen kısmı kazurat vasıtasiyle def olur. Özü insanda kalır. Ve bu kalan öz günün birinde ■ nutfe şeklini alır ve o nutfe ana karnında kan pıhtısına ve kan pıhtısı et paçasına tahvil olarak kendine benzer bir evlât meydana çıkar..) Bunun için Hak göründüğü yani tecelli ettiği vakit abit kaybolur batma çekilir. Nitekim Alemi ahadiyette Abit batında idi. Hakkın murat etmesile aşikâra çıktı. Aşikâra çıkınca Hak batın oldu. Muhiddini Arabi Hazretleri de bunu kasdediyor, yani gıda nasıl insanın içinde gizliyse Hak ta kâinatın içinde kendisine öyle perde çekiliştir. Perde açılırsa Hak meydana çıkar. Var görülen şeyler, Hakikatta bir hiçten ibarettir. Var olan ancak Allah’tır.

12ci itiraz: Hazreti İsa bahsinde “Vaktaki İsa A. S. ölüyü diriltir olduysa bazıları Cenabı Hakkın ona hulul ettiğine ve bazıları onun Rab olduğuna inanmaları ile küfür içinde kaldılar. Cenab Hak “Allah Mesih Meryemin oğludur diyenler şüphesiz küfür içindedirler” buyurdu. Bu ayete göre onlar hata ile küfü-rü sözün tamamında topladılar. Çünkü onların küfürleri yalnız Allah demeleri değildir. Çünkü bu söz tek olarak Hakdır küfür değildir ve yalnız Meryemin oğlu Mesih demeleri de değildir.

Çünkü Mesih şüphesiz Meryemin oğludur belki sözün mecmuu ile küfür ettiler” diyor.

Cevap: Şeyhin muradı bu sözdeki “Mesih Meryemin oğludur” lâfının küfür oluşu değil küfürün “Allah Meryemin oğludur” demesi olduğudur. Hz, Muhiddine göre Allah İsa peygamber suretinde tecelli etmiştir. Ve ölüyü diriltmek ve kör gözleri açmak gibi hallerde İsa peygamberdir. Çünkü o anda İsanın vücudu zahirisi Hakkın vücudunda ifnâ etmiştir. Diriltmek Allah’a mahsustur. Fakat Allah hiçbir vakit Meryem anadan doğan İsa değildir. Çünkü İsa kendisile Rabbi arasını ayırmak istedi tâki kendisinin İsa ve onda icraat yapanın Hak olduğu meydana çıksın diye. (Bu sözümüzden anlaşılacağı üzere Hz. Muhiddini Arabi Hazreti İsa’dan görünenin Hak olduğunu, çünkü onun ifnâyı hak etmiş bir vücuda sahip olduğunu ve böylece ölüleri dirilttiğini ve bu diriltenin Hak olduğunu ve Asla Alla-h’m ona hülûl etmediğini söylüyor. Zaten Muhiddin’in sözlerini defaatle okuyanlar onun maksadını meramını çabuk anlarlar. Muhiddini Arabi, Vahdeti vücudcudur. Hakdan başka bir şeyi tanımaz.

NÜBÜVVET, RİSÂLET VE VİLÂYET MAKAMI MUHABBET

Nebi şu kimseye denir ki, Allah ona Vahyi İlâhi ile emirlerini bildirir. O vahiy bir şeriatı gösterir. O kendi nefsinde o şeriatla ibadet eder. Eğer Hakkın emirlerini, şeriatını Halka dirmekle vazifelenirse ona Resul denir.

Nübüvvet iki kısımdır. 1 cisi Nübüvveti batini 2 cisi nübüvveti zahirî

·        1 — Nübüvveti batini: Hazreti Fahri Kâinat efendimiz ismi batında ve alemi gayıbda hakikati ruhu ile Enbiya ve Evliya ve Müminlerin hakikatlarına ve ruhlarına imam oldu. Nitekim-Hadisi şerifte gelir.[“Küntü nebıyyen ve ademe beynel mai vet-tîyn”] “Ben Âdemin çamuru halkolmadan Nebi idim.” İşte bu Resulü Ekrem efendimizin Nübüvveti Hassasına işarettir.

·        2 — Nübüvveti Zahiri: İki kısımdır: 1 ci kısmı Nübüvveti Teşriiye, 2 nci kısmı Nübüvveti Tarifiyyedir.

Nübüvveti Teşriyye de 2 kısma ayrılır:

1 — Şeriatı müceddede ile emredilen Nebinin, 2 cisi — Şeriatı hassa ile mükellef olan.

Birincisi de 2 kısma ayrılır. 1 — Nübüvveti mutlakai küllıyei âmme, 2 — Nübüvveti mukidei cüzüyeyi hassadır.

1 — cisi (Nübüvveti mutlakai külliyei âmme) Hazreti Mu-hammed A.S. nin Nübüvvetidir. 2 cisi (Nübüvveti mukidei cüsi-yei hassa) Hazreti Adem Peygamberden Hz. Fahri Aleme kadar gelen Enbiyanın nübüvvetidir.

Nübüveti Tarifiyye de 2 kısımdır:

1 cisi Enbiya Aleyhisselâmm ulûmu Vilâyet cihetile vasıtasız olarak Hakdan almalarıdır. 2 cisi Keşfi Rabbani ile Enbiya ve Evliyanın ilimlerini alemi gayibdan almalarıdır.

Hızırın dahî Nübüvveti bu kısımdandır. Ve Nübüvveti Teşri-iyye Vilâyeti ilâhiyyei mutlakmın mertebesinden bir mertebedir. Ve onun dışıdır Nübüvveti Tesmiye peygamberimiz ile biter. Ondan sonra şeriatı müceddede ile olan Resul gelmez fakat dünyada ve ahirette Nübüvveti Tarifîyye vardır.

Vilâyet, sıfatı ilâhiyyedir. Nübüvveti ise Ciheti Melekiyyedir. Risalet, Ciheti beşeriyedir. Ve bir cihetten Risalet Nübüvvet ve Vilâyetten âlâdır. Nübüvvet de Vilâyetten âlâdır. Ve Resul Nebiden ve Veliden âlâdır. Çünkü Resul kitap ile gönderilmiştir. Ve Nebî Velîden, âlâdır. Çünkü Velî şeriat itibarile tabidir. Enbiyanın başlangıcı Evliyanın Nihayetidir. Ve Aklı turun nihayeti Vilâyet turunun başlangıcıdır. Diğer cihetten Vilâyet İlâhi bir sıfat olduğu için daima ebedîdir. (Allah’ın bir ismi yâ Velîyyü-dür) Ve Vilâyet bütün İlâhi mertebeleri nefsinde toplar. Alemi muhittir. Ve Nübüvvet onun külli olan mertebelerinden birisidir. Vilâyet kula nisbet edildiği vakit Hakkın vücudunda kulun yok olmasından ibarettir. Velîye kendi nefsile zuhur yoktur. Ve Veli abdi mahzdir. Eğer Hak isterse meydana çıkar. İstemezse gizli kalır. Kendi kendine meydana çıkar kul zahiri bir kuldur. Allah’ın abdi olan kimse kendi kendine zahiri ve batini olamaz, Allah isterse olur.

Vilâyet iki kısımdır:

·        1 — Vilâyeti ilâhiyyei Muhammediyei külliyeyi batma

·        2 — Zahiri Vilâyettir.

Zahiri vilâyet beşeriyetin mazhariyetine göredir. İki kısma ayrılırı. 1 cisi Vilâyeti âmme ve bir kısmı vilâyeti hassadır.

Vilâyeti âmme de iki kısma ayrılır. 1 — Adem peygamberden iki cihan Fahrine kadar gelen peygamberlerin vilâyetidir, (Kutupların en sair Evliyanın vilâyetidir.) Ehli Tevhidin vilâyeti. Vilâyet hassada ikiye ayrılır. 1 cisi Vilâyeti hassai küliyei Mu-hammediyyedir. Bu beşerin vücudunda Resul A. S. in mübarek nefsine ve onun rüesası olan Aktaba mahsustur. 2 ci kısmı Ehli süluktan havvası mümininin vilâyetidir.

Her bir mertebede vaki olan vilâyet o mertebeye göre isim alır. Her bir mertebede ve her bir makamda müteayyin olan Veli o mertebeye göre kendini hakka verir. Hakdaki o mertebe ve makam dolayısile onun üzerine mütevellidir. Tâ Vilâyeti hassaî Muhammediyye ile mütehakkık oluncaya kadar. Çünkü zevki Muhammedide Velî her şeyden fanidir. Allah Teâlâ ile bir-şeyi müşahede etmez belki vücudu ile yok olup Hakkın vücudu ile baki olduktan sonra her şeyde baki olur. Ve her Hakkın vücudu ile Hakkı görür. Hazreti Fahri kâinata kadar olan maka-matın her bir yerinde vuku’a gelen Vilâyet Vilâyeti hassai Mu-hammediyedir. Hazreti Muhammedin makamından makamı Kabı kavseyndekki makam insanı kâmildir.

Müteayyin olan Evliya da iki kısımdır:

1 — cisi Evliyayı mükemmeledir. 2 cisi Evliyayı Kâmiliyin-dir. 2 çiler beşeriyet darlık ve sıkıntılarından kurtulup kabı kavseyn ahadiyyetinde gark olunmuşlardır. Onlar kendi varlıklarını bilmezler. Onlar daima hakkın zikrederler. Bunlar halkı Hakka davet etmezler fakat halkı davet edenlere 1 çilere Hilâfet ve icazet verirler. Makam kabı kavseyn de mütüeayyi-ne olan vilâyeti Hassai Muhammediyye Mehdi A. S. ile zuhur etmesidir. (Çekirdek şekli mahvolmak, Nübüvvet hatmine temsil zuhur etmek, şecer şekli. Vilâyettir bu temsil ât vilâyet hatmidir fehmet. Kemali meyvanın şekli olur tecdidi şekliyle me-zahir içre tahvilât)

Ve Vilâyeti ilâhiyyei zatiyyei Muhammediyeyi külliyye; en olgun ve mükemmel olan Muhammed Mustafa A.S.’m en mükemmel varisi ile görünür. Ve bu kitab sahibi Şeyh Muhiddini Arabidir. O Hatemül vilâyettir. Vilâyette hatemden maksat; devrei zahiriyyei Muhammediyye ve beşeriyei insaniyyede vilâyetin hülâsa ve özünün ve batında olan kümmeliyenin zuhur etmesidir.

Hak Teâlâ hem zahir ve hem batındır. Zahir zahir ile bilinir. Batın da batın ile öğrenilir. İlmi zahir iki kısımdır: 1 cisi Kukanı Kerimin zahirinden ibaret olan alemdir. Bu alem bir vücud, beden gibidir. 2 ci kısım zahiri havas ve insanın azası ile hası] olur. Görmek kuvveti, işitmek kuvveti gibi..

Ve Batın ilmi iki kısımdır. Bir kısmı Kukanın batınından ibaret olan alemdir. Ve o alemde tevhiddir. Bir çok esrarı ilâ-hiyyeyi ve gaybiyyeyi havidir. 2 ci kısım; Havassı batma ve ruhanî kuvvetler ile hasıldır. Ruhu hayvanı ve ruhu akli ve ruhu fikri ve ruhu kudsî ile parlamış olan kaibdir.

Kemali Muhammedi zahiri ve batını nefsinde toplamaktır. Ve zahir ve batını tam manası ile cem eden insanı kâmildir. Ve mertebeî hilâfettir ki, kavsi zahir ve batın ve kavsi vücub ve imkân ve kavsi halk onda toplu bir vaziyettedir. Ve insanı kâmil kavsiyenin arasında ve ortada durur.

Makamı Muhabbet bütün makamların üstündedir. Çünkü Allah sevgisi bütün makamata sirayet etmiştir. Ve bütün eşyanın meydana gelmesi Allah’ın sevgisindendir. Muhabbet vücudun aslıdır. Ve kâinatın mebdei olan Hazreti Muhammet Mustafa S. A.’in makamıdır. Allah’ı Teâlâ makamatın aslı olan makamı muhabbeti mevcudatın aslı olan Muhammet S. A.’e hediye etti.[“Kul inküntüm tühibbunallah fettebiuni yuhbibkümül-lah”] Hazreti Muhammed Allah’ın sevgisinin suretidir. Eğer sende hakikî sevgilinin yüzünü müşahede etmek istersen Allah’ın sevgisini kazanmaya bak. Çünkü Allah/Hadisı kudsı: “Küntü kenzen mahfiyen fe ahbebtü. en uğrefe ve halâktül halhali uğref’] “Beı: bir gizli hazine idim. Bilinmek istedim. Muhabbetimden halkı yarattım” Kavli üzere kâinatı sevgisinden dolayı yarattığını bildirir. Vüsûlda Allah sevgisiyle olurf“Ayeh Vallahü yehdi men yeşâ ilâ sıratın müstakim”]

Şöyle bilmelidir ki, Allah gaybi hüviyetin müstakim olan kemâlinin cemalini meyda’ ıa çıkarmak için insanı Ahseni takvim üzere yaradıp esfeli safıline indirmiştir.

Risalet ile Nübüvveti Teşrikiyye Peygamber efendimizle hitam bulur. Hazreti Resulü Ekrem S. A. den sonra Nebi gelmez. Fakat Vilâyeti Ammei Muhammediyye dünyada ve ahirette berdevamdır. Onlar kutuplar ve hülâfadır. Hakikati vahide onlarda tecelli eder.

“RAHMANÂ HİKMETLER”

Hazreti Muhiddini Arabî Süleyman peygamber bahsinde rahmeti evvelâ iki kısma ayırıyor:

1— Rahmeti zatiyye, 2 — Rahmeti sıfatiye ve bunlar da iki kısma ayrılır. 1 — Umuma mahsus olan rahmet, 2 cisi hususa olan rahmettir.

Besmelede olan rahmet umuma ve hususa olan zatiyei rahmettir. Fatihada olan rahmet ise umumî ve hususî olan rahmet umumî rahmeti sıfatiyyedir. Hazreti Süleymana verilen rahmet umumî rahmet sıfatiyyedir. Ve bu rahmet eşyanın umumuna sirayet eden umumî zati rahmetin hükmüdür. Süleyman aleyhisselâm bundan dolayı kâinatta büyük bir tasarruf sahibi oldu. Cenabı Hak ona ulvî ve süfli alemleri teshir etmek kudretini verdi. Ve süfli olan alemde Cin ve insanlarda kara, deniz ve hava hayvanatında onun tahakkümü sebebile rahmeti İlâhi ondan anasıra (ateş, su, hava, toprak) geçti. Rüzgârı emrile es-tirtti. Ve sular da emrile akarlardı. Hakkın ona alemi ulviyi teshir etmesi buradan gayet açık olarak bildirilmektedir. Bu alemde Süleyman A. S.’m tasarruf ve hükmetmesi Hak tarafın-dandır ve Süleyman A. S. teshiri umumî rahmete mahsus olan umumî hükmün eseridir. Hak Teâlâ sevdiği kullarına bu has-saları verir. Hızır hakkında “Ateynahü rahmeten min indina ve alimnahü minledünna ilmâ” “Hızıra bizdeki rahmeti ilâhiy-yeden verdik ve ledün ilmini öğrettik” buyurdu. Süleyman için saadeti buldu denildi. Onun saadeti ve rahmeti dünyada olan muvakkat rahmet ve saadet değildir. Belki ebedidir. Ehli kuvvetin rahmeti ebedidir. Süleyman A. S. Seba melikesi Belkıs’ı tacı ve tahtı ile nezdine celbettirdi. Belkıs Yurep bia Kahtan neslinden Şerhiyalin kızıdır. Şerhiyal büyük bir hükümdardı. Belkıs’dan başka Şerhiyal’in evlâdı yoktu. Bazılarına göre Bel-kıs’m babası Şerhiyal’in veziri Melik bin Seb’a idi. Ve anası padişah Ümeyr bin Heymin kızı Umeyre banû idi. Bir vakit sonra Belkıs Şerhiyal’in başını kesti ve onun yerine hükümdar oldu. Belkıs’m güzelliği dillerde dolaşıyordu. Ülkesi bütün ülkelerden zengindi. Fakat Belkıs Halikten başkasına secde ediyordu. Hazreti Süleyman onun haline vakıftı. Ona Hakkın lisanile yazılı bir kitab hazırladı. Ve kitaba Besmele ile başladı. İmana davet etti. Kitabı yüzüğüyle mühürleyip Enfası rahmaniyye ve nafahatü ilâhiyye ile müeyyid olan Hüdhüt kuşuyla gönderdi. Kitap Belkıs’m görmediği ve bilmediği bir yoldan yani havadan Belkıs’m bulunduğu yere vasıl oldu. Belkıs hayret etti. “Kitab-da Süleyman A. S. in ismi ismi ilâhiyye ile beraber yazılmıştı, (İnnehu min Süleymane ve innehu bismillâhirrahmanirrahim) bundan dolayı. Belkıs hürmet etti. Yoksa başka padişahlara yaptığı gibi kitabı veya nâmeyi yakar ve elçiyi öldürürdü. Ona bir heybet arız oldu, Kitap onu teshir etti. O kitaba nasıl hürmet edeceğini şaşırdı. Halbuki imansızın biri idi. Bu böyle nasıl olmuştu?.. Kitabı başından sonuna kadar okudu. Muhiddini Arabi Hazretleri buyuruyor ki: Süleyman peygamberin kitaba kendi ismiyle başlayıp sonra Hakkın ismini zikretmesi (.innehü min Süleymane ve innehu bismillâhirrahmanirrahim) demesi, kendi büyüklüğünün Allah’ın büyüklüğü ile meydana çıkmasıdır. Hazreti Süleyman kitabında ismi İlâhiden sonra rahmet sahibi olduğu Hakkın o sıfatıle sıfatlanmış bulunduğunu bildiriyordu.

Belkıs vaziyeti kimseye haberdar etmedi Hazreti Süleyman veziri Asafa emredip Belkıs’ı buraya getir dedi. Asafı Berhiya:

“— Ben onu yanma bir anda getiririm” dedi. Asaf ilmi ile arşı Belkıs’de tasarruf etti. Onu bir anda Seb’ada yok edip Süleyman’ın yanında varetti. (Muhiddine göre onu orada idam etti, dağıttı, yani atomuna ayırdı. Ve Süleyman’ın yanında bir araya topladı) Süleyman A. S. Nebi idi ve zamanının kutbu idi. Bütün işlerini Hakkın emrine göre yapıyordu. Hazreti Süleyman’ın huzurunda Belkıs’m anide zuhuru icad ve idamile olduysa, Belkıs’m Seb’a’da yok ohışule Hz. Süleyman yanında vücut bulması ayni zamanda, oldu. [Hazreti Muhiddin heranda. mevcudatın ölüp dirildiğinden ve aydınlığın geceye, galebesi ve hayatın (Hây) ölüme üstünlğünden dolayı her an öleni görmüyor. Onları diri zannediyoruz diyor. (Muhiddiııi Arabi’nin bu sözünden meşhur alim Edison istifade etmiş ve saniyede 60 defa yanıp söndüğü halde yanıyor gözüken elektrik ampulünü icat etmiştir. Kendisi Muhiddin’den üstadım diye bahseder. Bu günkü tıp alimleri yedi yılda bir insanın vücudunun değiştiğini söylüyorlar.]

Hazreti Süleyman ve Asaftan bu şekilde bir hâl görünmesi Süleyman Peygamberin Davut Peygambere Allah’ın bir hediyesi olmasıdır. Yani Allah Süleyman’ı Davud’a hediye olarak lütfetmiştir. (Süleyman A. S. Davut Peygamberin oğludur) bu “Ve vehebna li Dâvude Süleymane” âyetinden çıkmıştır. Süleyma-mn vücudu Davud hakkında Allah’ın bir inayeti sebakat ve rahmeti idi. Çünkü Davut ile Süleyman’ın ayam sabitleri onu iktiza ediyordu. Süleyman Davut A. S.’a bir nimettir. Davud’un ekmeliyeti Süleyman’da meydana çıktı. Süieyman’m ilmi Hakkın ilmidir. Ayet “Külle âteynahü hükmen ve Uma” ve Hz. ti Muhiddin der ki:

“Tecelliî zât katında Süleyman’ın beşeriyeti fâni idi Ve sureti Süleymanide hakim olan Hak idi.” Ve “Ümmeti Muhammedden Müçtehidiyn olanlara hükümde Süleyman’ın mertebesi verildi.”

Belkıs bir anda kendini Hz. Süleyman’ın yanında bulunca şaşırdı, kaldı. Kendi tahtı üzerinde duruyordu. Yoksa Süleyman Peygamber onun yanma mı gelmişti?.. O hâlâ kendini memleketi Seb’ada zannediyordu. Hakikati öğrenince şimdiye kadar yaptığı günahlardan istiğfar etti:

4 — “Ya Rabbi, ben kendi nefsime zulüm ettim. Şimdi tövbe ediyorum, İslâmiyeti Süleyman ile Rabbil alemin olan senin emrine boyun eğiyorum!..” dedi. Ve Süleyman’a tabi oldu.

Cenabı Hak buyuruyor ki “biz rüzgârı Süleyman’ın emrine verdik.”

(Hak Teâlâ rüzgâr ve yıldızların vesairenin teshirini zikir etti ki, bunların hepsi bize musahhardır. Fakat bizim emrimizde değildir. Emri ilâhile bize müsahhar olurlar. Çünkü “Ve Sah-hirleküm”f“V& sahhirleküm ma fıssimavati ve ma fil ardı cemi-en minhü.”] dedi. Hz. Süleyman bu ilmi Rabbinden istedi ve Rabbi lütfetti. Sen de Allah’tan iste. Çünkü Cenabı peygamber -‘Yarabbi benim ilmimi arttır” [“Rabbi zidni ilma.”] diye dua etmiştir.

Süleyman Aleyhisselâm mertebe hilâfetin ekmeliyyetinde mütehakkık idi. Ve Hak mazhariyeti Süleymanide mertebe! hilâfetin ekmeliyetinde (olgun şeklinde) Sırrı Rahmaniyyenin ek-meliyeti üzere tecelli etmişti. Ve ekmeli ubudiyyeti Hakla kaim idi (Gece gündüz ibadet yapardı.) Süleyman A. S. bu kemâl üzere Rakibinin ayni şuhudunda azam olan esmasiyle görünü-yorken gece gündüz çalışır, kendi kazancından yer idi. Ve Fukara ve ulemaya hürmet ve ikram ederdi.

PEYGAMBERLER

Dünyada peygamberlerin meydana çıkması ve vücutları lâzımdır. Eksik insanda yani aklı az olan kimsede vücudun istiklâli ve kendisini başka gösteren vahim galip olduğundan kendisinde görülen sıfat ve harekâtı nefsinden bilir. Kendine benlik verir. Bu ise büyük bir zulümdür. Ayet “İnneş şirke lezülmül aziym.” Şirk en büyük zulümdür. Lügat itibarile şirk, bir şeyi yerinden başka bir yere koymaktır. Buda vücutta vehim kuvvetinin galebesile olur. O vakit şirkin yâni kendini Haktan ayrı görmenin menşei kendi nefsinden ve çevresindeki eşyanın ha-kikatlarmdan ve onları icad edenden cehalet sebebile agah olunarak tabiat karanlığına gömülmektedir.

Dünyada (Alemi şahadette) ayanı sabitelerin istidat ve kabiliyetleri dolayısiyle temiz bir vücut kesbetmiş olanlara tarafı İlâhiden rütbe verilip asılları temiz olup karanlıkta (cehil ve ahlâk karanlığında) kalan insanlara Allah’ı bildirmek ve onları iki alemde (dünya ve ahirette) selâmete ve saadete eriştirmek için hakikati öğretirler. Yani onları tabiat karanlığından, şirk koşmaktan kurtarıp aslı hakikiye çevirirler.

Peygamberanm gönderilmesinin diğer sebebi: Cenabı Hak kullarının bazısından razıdır, ve bazısından razı değildir. Nitekim âyatı kerimede buyurur/“Ve/â yerda li ibadihil küfür” \ “Allah kulları için küfüre razı değildir.”

Küfür Mudil isminin (yâ Mudillü) mazharı olup diğer esma gibi vücut bulmak ister. Cenabı Allah Rahmeti ranmaniyesile ona da vücut verir. Çünkü Cenabı Allah’ın rahmeti rahmaniy-yesi umuma şamildir. (Kukan-ı Kerim’in başındaki fatihayı kitapta besmelei şerifte bunu gösterir. Besmeledeki “Rahman” ismi şerifi dünyadaki bütün insanlara şamildir. Bütün insanlara

Cenabı Hak rızkın ve isteğini verir, Peygamberlerimiz Hz. Mu-hammed A.S. hatemün nebi olduğundan ondan sonra kıyamete kadar gelen insanlar onun ümmetidir. Ümmette iki kısma ayrılır. 1 cisi Ümmeti davet, 2 cisi Ümmeti icabettir. İslâmiyetin bütün icabatı bir hikmete mebni kurulmuştur. Müezzinin ezan okurken sağa dönüp namaza davet etmesi Hazreti Fahri kâinata tabi olan Ümmeti Muhammedi ibadete, tevhid sofrasına çağırmaktadır. Müezzinin sola dönüp “Felaha” daveti, bütün insanlar içindir. Yani siz de şirkten vazgeçin, kâinatı şaşı görmeyin, eğer bu sözlerimi işitirseniz, Ruhunuz ve vücudunuzla Cenabı Allah’a secde ederseniz dünya ve ahirette azaptan kurtulursunuz. Zaten azap her şeyi haktan ayrı görmekle olur, demektir. Besmele! Şerifteki “Errâhim” ismi şerifi ise ahiret aleminde dünyada Hakkı tanıyan kullarına verilecek nişandır. Orada Cenabı Hak Rahim ismile tecelli edip müslümanların cehennemin yakan ateşinden muhafaza edecektir. Kâfirlerin ahirette bu ismi şeriften hisseleri yoktur.) Cenabı Allah rahmeti Rahmaniyyesine göre imana ve küfüre meydan verdiği halde rahmeti Rahimiyyesine göre imandan razıdır ve küfürden hoşlanmaz. İşte Cenabı Hak kendisinden razı olduğu ve olmadığı işleri mertebei risalete tenezzül edip koymuş olduğu, şeriatla kullarına ilânetti.

İlâhi suret üzerine yaradılan insan kendi nefsini araştıracak olursa Cenabı Hakkın razı olduğu veya olmadığı işlerin ne olduğunu zevk hali ile bilir. Çünkü insanda bazı işler olurki ondan kendisi razı olmaz. Fakat bir işin olması vücudunun icaba-tmdandır onu bir türlü terkedemez.

Peygamber gönderilmesindeki diğer hikmet, her biri birer has olan, Esmai ilâhiyyenin ahkâmından iyilerin ve kötülerin ayrılmaları emir edilir. Bu ise dünyada zahir olmasından sonra olur. Dünya bir alemi imtihandır. “Ayet[“Ellezi halâkal mevte vel hayate li yeblüveküm eyyüküm ahsenü amelâ”]” Eğer dünyada Resul gönderilmeyip iyi ve fena yol tarif edilmemiş olsaydı. Her ayanı sabitenin istidatı ve kabiliyeti filen meydana çıkmazdı. Ayetf'Ke keyfe izâ ci’nâ min küli ümmetin bi şehidin vc ci’na bike alâ hâülâi şehiden”] Ümmetten peygamberlerini şahit getirdiğimiz vakit onların hali nasıl olur. Ya habibim, seni de onların üzerine şahit getirdik. Ve diğer ayettefVe yevmi tüb’asü min külli ümmetin şehiden sümme lâ yüzemmillezine keferû”] (Biz o günde her ümmetten bir şahit gösterdiğimiz vakit kâfirler itiraz edemezler.)

(Felillâhil hüccetül bâliga) Ayeti kerimesi mucibince dünya ile herkesin istidatı ve kabiliyeti meydana çıkar. Hakka yakın olanlarla, ondan ayrılanlar seçilir. “Ferıkun fil cenneti ve ferikim fıssair.” Cennet ehli ile Cehennem ehli birbirinden ayrılır. Cennet ehli olanlar yürümüş oldukları doğru yol üzerinden doğruca Cennete, diğerleri de tuttukları eğri yolda Cehenneme varırlar. Hakka davet için gönderilen peygamberlere sırrı kader perdesi bildirilmemiştir. Yani onlar istidadı olsun olmasın bütün insanlara emri İlâhiyi tebliğ ile mükelleftirler. (Bu beyanattan anlaşılıyor ki, peygamberler gönderilmesi zaruret icabmdandır. Zamanımızdaki kendini âlim sanan, bazı kimseler peygamberlere ehemmiyet vermemekte ve kendilerini onlarla bir tutmaktadır. Fakat onlar biliniyorlar ki peygamberlerin ortaya koymuş oldukları dini mübin sayesinde bugünkü kemalâta erişmişlerdir. Yoksa o karanlık günlerde gelselerdi acaba bu günkü vaziyetlerini bulurlar mı idi. Kendilerine ruhlardan ilhâm geldiğini söyli-yenler ve bu ilham ve tebliğleri peygamberlerin sunmuş oldukları tebliğlerle ölçenler ne kadar zavallı ve acınacak kimselerdir. Fakat güneş örtülemediği gibi Hakkın kitabı da örtülemez. O kitap bir zaman için değil ebed ve ezel için yazılmıştır. Çünkü yazan Haktır ve Hakkın evveli ve âhırı yoktur. Ebedidir.)

Muhiddini Arabi Hazretleri Füsus nam eserinde yirmisekiz Peygamberden bahsetmiş, onların havi oldukları esrarı İlâhiyi açıklamıştır. Biz de bu bahsimizde bu (28) peygamberi sıra ile bildirmeye çalışacağız. Muhiddini Arabi Hazretleri bu tertibi mânasında Hazreti Fahri kâinat efendimizden aldığını söylüyor

[Muhiddini Arabi’nin peygamberânı âlişana ait olan bu bahisler. Filsûs şârihi Bosnavı Abdüllatif ef.den ve şârihi Mesnevi İsmail Hakkı Ankaravinin Zübtetül Füsus adlı eserlerinden alınmıştır.]

ADEM PEYGAMBER

·        1 ci peygamber Hazreti Adem’dir: İlâhi hikmetlere mazhar olmuştur. (Hazreti Adem hakkında Adem ve Havva ve hilkat bahislerinde tafsilât verdiğimizden burada yazmadık.)

ŞİT PEYGAMBER

·        2 ci Peygamber Şit A. S:

Hikmeti Nefsiyye yani Şit Aleyhisselâma verilen ulûmi veh-biyye gibi Cenabı Hakkın lütfetmiş olduğu ilimlerdir. (Şit İbrani dilinde Allah’ın hediyesi ve öz insan demektir, Cenabı Hak ona ilimlerini hediye etmiştir. Hazreti Şit Hazreti Âdeme Cenabı Hakkın bir hediyesidir. Adem A. S. kendinden evvel gelen, bütün mertebelerini nefsinde toplamıştı, Taayyünü Evvel mertebesinin (Vücut bahsinde izah edilmiştir) icmalidir. Bu mertebeye yakın olan mertebe Nefesi Rahmani ve Füyüzatı sübhani mertebeleridir. Şit A.S. Adem’den sonra Cenabı Hakkın tecellisine mazhar olmuştur. Onun için Şit Aleyhisselâmda nefesi Rahmani tecelli etti. Allah’ın kullarına hediyesi bir çok kısım üzeredir: 1 incisi “Enne yûti” Hak kendisine şükür ve hamd etmeden kullarına rızık (maddi ve manevi rızık verir. 2 ncisi: sual ve hesap sormaksızın (yani bu verdiği rızırları nerede harcadığını ne yaptığını sormadan) “Vehhap” ismile verir. Bu Veh-hap ismile verdiği hediye iki kısma ayrılır:

1 ncisi Zata mahsustur. Başlangıçta zat olana atiyei zatiyye denilir. Atiyyei zatiyye Esma ve Sıfat vasıtasile meydana gelir. Çünkü Cenabı Hak Esma perdesinden tecelli eder. Zatından tecelli etmez. 2 nci kısım: Muhabbetü Esmaiyyedir. Başlangıcı Allah’ın Sıfatından bir sıfat olana denilir ve bu zatından görülür.

Zati hediye tecelli İlâhi iledir. Hakkın zatı tecelli etse kendinde bütün Esmayı toplamış bulunan Allah ismiyle tecelli edeceğinden zatı uluhiyyetin tecellisile muttasıf olan zata mu-zaf olan kulun sureti ve istidadı üzere olur.

Çünkü Hakkın bir muayyen sureti yoktur ki onunla görüne. Zatı ilâhiyye bir parlak ayna gibidir. Ona bakan istidatma göre suret görür. Nitekim hak bu görünen eşyada istidatlarına göre zahir olur.

Zatî hediyenin bir çok aynası vardır. Evvelâ Feyzi akdes gelir. Yani Feyzi kendinden kendinedir. Zatından zatına olan bu feyizden Ayanı sabite ve onun istidatları meydana gelir. İkincisi: Ayanı sabiteden tabiat üzerine akan feyizdir. 3 üncüsü: Tabiattan mevcut olan şahıslar üzerine akan feyzdir o da onların mertebelerine göre olur.

Atayayı Esmaiyye bunun aksidir. Atai zatiyenin mastarı Es-mai zatiyyedir.

Atayayı Esmaiyye bir isminin örtüsü ile olup o isime son gelen isminden meydana gelir. Şuhut ehli olan kimseler her ismin tecellisini fark ederler. Tecelli üç kısımdır:

·        1 incisi Tecelli zâtdır. Alâmeti nuru satvet iledir. Telâş ve şaşkınlık olur. Hazreti Musa’ya bu tecelli oldukta kendisini uzun zaman kaybetti. Ama bazı kimseler Hak ile baki olup zatın nuru ile Cemali zatı görürler. Zatın tecellisi onları telâşa düşürmez. Bu makam Hazreti Resûlü Ekrem Efendimizin ve ona varis olanların, onda ifnayı vücut etmişlerin makamıdır.

·        2 ncisi Tecellii sıfattır:

Bunun alâmeti; eğer zat kadim sıfatı Celâl ile tecelli ederse onda hüzû ve hüşü hasıl olur. Eğer Cemâl sıfatı ile tecelli ederse onda keramet, sevinç, yumuşaklık hasıl olur.

·        3 üncü Tecellii Efâl:

Halktan ne görürse ve bilirse gerek hayır ve gerek şer olsun Haktan bilir.

Hakdan olan bu hediyeler herkesin istidadına göredir. Cenabı Hak her şeye istidadına göre tecelli eder. (Cenabı Hak her şeyi yerli yerinde yaratmıştır. Bu niçin herkesi ısırıyor. Bu neden haydutluk yapıyor. Bu karınca olmasaydı gibi sözler boştur. Cenabı Hak bütün mahlûkatm istidati ezeliyesine göre halketmiştir. Ondan ancak o vücuda gelebilir. Eğer o insanda iyiliğe doğru bir temayül varsa bilinmelidir. Kabiliyeti temindir. İnsanın kabiliyeti, kaderi kendisini mıknatıs gibi çeker. Ben yıkıp yakmak istiyorum fakat vicdanım mani oluyor der. “Bir türlü şu işi yapamıyorum acaba niçin?.” Çünkü sen bir elmassın çamura düşmüşsün. Senin yerin kuyumcu dükkânıdır. Sen o işi yapamazsın çünkü kabiliyeti ezeliyen temizdir.)

Bazan Hakkın tecellisi olana lisanı istidat ile Esmai ilâhiyye ve ayanı sabitenin suali sorulur, istidat ile yaratan arasında farkı istidat sahibi olanların ekserisi istidat ve kabiliyetlerini bilmezler. Fakat Ehli keşif, kutup veya Arif olanlar, sırrı kaza ve kadere vakıf olanlar bilir. Sual bazan lisanı kal ile olur, meselâ “Yâ Rabbi ilmimi artır” demek gibi veya isteğini tayin et-meyib sevdiğini bırakmak.

Sual iki kısımdır, 1 incisi; tabiidir, insan acele halkolundu tabirince süalde acele etmek. Eğer sual istidadına uygun gelirse o sual cevaplanır, (duası kabul olur) yoksa olmaz. Her emir bir vakte ve her kâr bir saate mahsustur. Binaenaleyh onun oluş saatini beklemek lâzımdır. (Bazı insanlar “ben gece gündüz ibadet ile dua ediyorum, olmuyor” diyorlar. Her duanın kabulü için bir an ve şart vardır, onları bilmek lâzımdır. Hava yağmurlu olduğu vakitte, seher vaktinde olan dualar ekseriya hüsul bulur. Babaların ve validelerin evlâtları için yaptıkları dualar çıkar. Yalnız Muhiddini Arabi Hazretlerinin buyurdukları veçhile, herkes istidatma göre dua yapmalı söz söylemelidir. Zaten dua kalpten çıkmazsa kabul olmaz. Şunu da bilmeliyiz ki kâinatta hiçbir söz kaybolmuyor. Herkes söylemiş olduğu sözün hükmünü beklemelidir. Çünkü her söylenen söz vücut bulur. Bazı kimseler fena söz sarfettikleri için karşılarındakini rahatsız ederler. Onları vesveseye ve korkuya düşürürler. Çünkü Peygamber Efendimizin buyurduğu veçhile “Söz büyüdür.” Fesat kalpten çıkan söz fesat bir hava, ve sana meydana getirir. îyi, temiz kalpten çıkan bir söz iyi ve ferah verici bir hava vücuda getirir. İyi ve fena fikirlerimizi, sözlerimizi kullanırken bunların kâinatta kaybolmadığını ve bunları bilen ve gören bir Allah’ın mevcut olduğunu bilip ona göre adımlarımızı atmalıyız-)

Bir sual de Allah’ın emrine uymak ve onu yerine getirmektir. Yani Cenabı Hak “isteyiniz benden vereyim” der. Bu suale maruz kalan kimse âbdimahzdir. İsteği ve muradı Allah’ın isteği ve muradıdır. Eğer kul lisanı kal (yani içinden değilde ağzından) ile sual ederse isteği Hakkın isteği olmadığından vermez. (Yani yukarda da söylediğimiz üzere bir şeyi Haktan istedimi onu kalbi ile ruhu ile istemeli ki Hak onu versin.)

NUH PEYGAMBER

“Nuh” ismi Kudusü mukaddes manalarına gelir. Nuh peygamberin meşrebinde tenzih galip idi. Yani Cenabı Hakkı bütün her şeyden başka, temiz ve büyük olarak görürdü. Nuh’un zamanında kavmi putlara tapıyordu. Nuh A. S. bunlara boyuna nasihat eder, “Kendi eliniz ve kendi icadınızla yaptığınız bu putlara tapmayın” derdi.

Tenzih ve teşbihi bir araya getiren kimse arifi muhakkik ve kâmil olur. Arifi muhakkik olan kimse Hakkın nuru ile Hakkı müşahede eder. Cenabı Allah kullarından kendini bilmek istediği yol Hak enbiya ve mürseline münzel olan şeriat ahkâmı getirdiği burhan ve irad ettiği esrarı irfan dır. Hakkın tenzille teşbihi bir yere toplamak lâzımdır. Çünkü Cenabı Allah bir ayette “Leyse kemislihi şeyün” buyurdu. Diğer “Vehüvessemiül basır” ‘‘O görücü ve işiticidir” Ayeti teşbihtir, çünkü bu sıfatlar hem Cenabı Hakka ve hem de kullarına affolunur. Bu alem sureti Hak ve Hale bu aleme nisbeten kuvvetini istediği gibi kullanabilen bir ruh mesafesindedir. Onun içm Hz. Fahri Kâinat Efendimiz marifeti Hakkı nefsine raptedip “Nefsini bilen Ra.b-bini bilir” dedi

Arif iki marifet sahibidir:

·        1 incisi, îdrak ve irfandır ki onunla Cenabı Allah’ı tenzih eder. (Yâ rabbi sen hiç bir şeye benzemezsin. Cümle görülen şeylerden güzel ve üstünsün der.)

·        2 ncisi; Şeriatı Kuran’dan ve onu şerhedenden aldığı ve öğrendiği tenzihi ve teşbihi bir araya toplamasıdır.

İDRİS PEYGAMBER

Hikmeti Kudsiyeye mazhardır. Hazreti İdris Aleyhisselâm büyük bir riyazetle/_Rçyazei: Ruhu bedene galip kılmak için bedeni nefsi bir takım eziyetlere sokmaktır. Meselâ: Riyazat yapan bir insan kat’iyyen hayvanattan çıkan gıdaları yemez. Bütün yiyecekleri nebatidir. Halktan uzaklaşır ve az uyur, çok ibadet eden] meşgul olup zikri ibadetle ruhunu bedenine galip kıldığından ekseriya ruhu ulviyete, gökyüzüne yükselir ve Ervahı mücerrede ve Melekler ile görüşürdü. Muhiddini Arabi Hazretleri ulviyeti iki kısma ayırır:

·        1 — Ulvî mekândır. Eğer bu ulvî mekân Hakka nisbet edilse bu sözü Rahman Arş üstündedir demek olur. Arş bütün yıldızlan ve kâinatı çeviren, bir felektir. Bütün mekânlar orada toplanmıştır. Rahman ona müstevidir.

·        2 ncisi Ulvî mertebedir. Bundan dolayı Cenabı Hak “Küllü şey’in halikün illâ veçhe”. Her şey helâktir. Ancak Allah’ın zatı değildir. Her zerresi mahvolup Hakkın sıfatı ile baki kalmak en büyük bir mertebedir.

Mekân cesedin mekânet ruhudur. Amelin ilme nisbeti cesedin ruha nisbeti gibidir. İlim amelin ruhu ve amel onun cesedidir.

Cenabı Hak buyurdu: ‘Yâ ümmeti Muhammed, sizin mertebeniz diğer ümmetlerin mertebesinden ulvidirf'Ve entümü-la’levn”]

Ve Ey habibim sizin amalinizi dininiz azaltmaz ve kaldırmaz, belki sizi yüksek dereceler eriştirir. Siz ulvî mekân ve me-kâneti şamil olursunuz.” dedi.

İBRAHİM PEYGAMBER

Hikmeti müheymine mazhardır. Yani Hazreti İbrahim Cenabı Hakka aşkı ve muhabbeti ziyade idi. Kula lâzımdır ki makamı Fenâfillâhta sabit ve baki olsun. Fenâdan murat: Kulun tamamile dağılması ve mahvolması demek değildir. Yıldızların güneş göründüğü vakit kaybolmaları gibidir. Yani o göründüğü vakit yalnız onun rızası tesir eder. Işığı ortalığı kaplar. Fakat bununla beraber diğer şeylerde mevcuttur. Fakat hükmü yoktur. Cenabı Hak da bir yere tecelli edince yalnız onun isteği hüküm sürer. Kendilerinden geçip yani çalışmakla “kötü” ahlâklarını iyi ahlâka çevirmek, tebdil etmek suretile Hak da fâni olunca Hak ondan zahir olur. (İnsan kâmil bahsinde bu mevzu-ya ait olan ahadisi şerifler anlatılmıştır.) Cenabı İbrahim’in aşkı dolayısiyledir ki, Nemrut onu ateşe attığı vakit yanmadı. (Dünya da bir ateştir. Kim ki bu ikilik, ateşine kendi aslından haberi olmadan, Nemrud’un yâni nefsinin arzusile girerse yanar. Eğer İbrahim Peygamber gibi Hak aşkında fâni olup yani kendi aslını kâinatta ondan başka bir mevcut olmadığını bilirse yanmaz.)

İSHAK PEYGAMBER

- Hazreti Şeyhül Ekber bu faşta Alemi hayali ikiye ayırır. Bir kısmına mutlak hayâl ve âlemi misâl denir. Bu alemi kebirin hayalidir. İkinci kısım Hayâli mukiddir. Alemi misâle bitişiktir. Onun bir cetveli gibidir ki insanın vücudundaki haydir. Bu alemi hayal ruhani ve nurani bir cevher ve alemdir. Nurani olmasıyla tek cevheri ruhaniye benzer. Yalnız maddî bir cevher değildir. Bütün Alemi ecsamı nefsinde toplamıştır. İnsan hayalinin bir yüzü Alemi misâle (Alemi misâl vücut mertebesinin 5 incisidir. Vücut bahsinde tafsilât verilmiştir.) ve diğer tarafı kendi vücuduna bitişiktir. Yani hayalin bir yanı ulvî Aleme ve diğer tarafı süfli aleme bitişiktir-. (Muhiddini Arabî Hazretleri ruhu temiz olan insanları kalbine Alemi mislin aksedip onlara ilerde olacak rüyalar gösterdiğini ve Ruhu fena ahlâklarla bedeninden uruç edemiyenlerin uyuduğu vakit sathı arzda dolaştığını ve fena ahlâklarının korkunç hayvan ve şekillerde rüyasına girdiğini söy\ex.[Muhiddini Arabi’nin rüya ve ruh hakkın-daki sözleri “Ruh ve ölüm ötesi” adlı kitabında yazılır]

İSMAİL PEYGAMBER

Cenabı Hakkın yüksek hikmetlerine mazhardır. Muhiddini Arabi bu fasda kâinatın oluş şekillerinden ve istidatlarından bahseder (Vücut ve Kaza ve kader bahislerinde anlatılmıştır.;

YAKUP PEYGAMBER

Hazreti Yakub’un meşrebine ruhi kuvvetler galip idi. Onun için evlâdı Hazreti Yusufun kokusunu uzaktan aldı. Bir kimse Allah’ın emirlerin tutarsa dünyada ve ahirette saadete nail olur. Dinî hakiki İslâm dinidir[“İnnelddîne indallahil İslâm”] Din arabca lûgatta bir çok manalara gelir. Boyun eğmek ve adet manasına da gelir. Onun için din kulun zahiren ve batı-nan Cenabı Allah’a boyun eğmesi, itaat etmesidir. Kalp gözü ile bütün yaradılmışlara bakarsak hepsi Cenabı Hakka itaat halindedirler. Çünkü, her şey Cenabı Allah’ın bir isminin mazha-rıdır. O isim ona galiptir.

Dini iki kısma ayrılır: 1 incisi Emir olunan din. 2 ncisi Emri İlâhi olmıyan fakat insanları Hakka, hakikate götüren din-(Emri İlâhi olmayan din demek Evliyaullâhm Hakka vasıl etmek için kurmuş oldukları tarikler ve usullerdir.)

Emri İlâhi iki kısımdır: 1 incisi Emri icabi vasıta ile, 2 ncisi vasıtasız olan emirdir. Bu ikinci kısma emri iradi ve icadi de denilir. Ezelde kazai İlâhide olan emirdir]“Innemâ emrühû ızâ erade şey’en en yekule lehû kün fe yekûn. ”]

YUSUF PEYGAMBER

Nurani hikmetlere mazhar olmuştur. Nurani hikmetlerden murat tabir ilmidir. Hazreti Yusuf bu alemi ve alemi misâli iyi bildiğinden güzel rüya tabir ederdi. Nûr bir keyfiyettir ki nefse keşif ve mazhar olur ve onunla diğer eşya keşfedilir ve görülür. Alemi Misâlde görülen şekiller, dünyada olan şeylere nazaran aykırıdır. (Rüyada ağlamak gülmeğe işarettir.)

Hazreti Yusuf zindanda iken zindanda olan kimselerden ikisi gelip rüyalarını ona anlattılar. 1 incisi dediki:

Ben rüyamda kendimi şarap yapar gördüm.” 2 ncisi:

“— Ben de başımın üzerindeki ekmeğin kuşlar tarafından yendiğini gördüm”.

Yusuf A.S. bunların rüyasını şöyle tabir etti:

— Şarap yapan gene efendisine şakilik yapacak. Ekmeği kuşlar yiyen ise asılacak ve başından kuşlar yiyecek!.

Yusuf peygamberin dediği gbi de çıktı. Bu iki adamın birisi hapisten kutulup efendisi yanına döndü, diğeri bir iftiraya uğrayıp asıldı. Allah’ın tecellisini keşfeyleyen nura tâbir denir.

Rüya tabircileri nasıl rüyada görülen şeyleri nasıl fark edip tabir ediyorlarsa, Kâmiller de bu dünyada gördükleri muhtelif şekil ve hâdiseleri tabir ederler. Çünkü bu dünyada olan hadi-sat alemi misâlde olan hâdiselerin eseridir. Alemi misâl ise Alemi ervahın şekli büründüğü sahadır.

Dünya âlemi bir rüya âlemi gibidir. Onun için Fahri kâinat Efendimiz:

“—Nas uykudadır. Öldükleri vakit uyanırlar” buyurmuştur.

HÛD PEYGAMBER

Hikmeti Ahadiyyetin mazhardır. Bütün yollar netice itibari -le Hakka vasıl olur. Hakka giden yollar çoktur. (Hakkı bildiren on iki büyük yol vardır. Diğer yollar bunlardan ayrılmadır. Bu on iki yolu on iki pîran kurmuşlardır. Gök yüzünü nasıl on iki burç süslemişse, İlmî ledünnüde bu on iki pîr süslemiştir. Bunlar Abı hayat havuzunun on iki musluğudur. Bunlar tasavvuf âleminin solmıyan çiçekleridir. Cenabı Hakkın On iki esmasının tecellisidir. Bunlar ve kurdukları tasavvuf okullarını teber-rüken yazıyorum.

Hazreti Fahri Alem zamanında Ashabı Soffa denilen kırk kişi vardı. Bunlar Resûlü Ekrem S.A. Efendimizin batınlarına agâhtılar. Dört Halife de bunlara dahildi. Bunlardan Hazreti Aliye âşikâr olarak Hakkın isimlerini söylemesi talim edilmişti. Hazreti Ebubekir ise kalbî zikir talim edildi. Her üstad kendi talebesine ilmini öğretti. Hazreti Ali Evlâtları Hazreti Haşan ve Hazreti Hüseyine ve Hasanül Basrî’ye batın ilmini öğretti. Onlar da kendi talebelerine öğrettiler. Böylelikle Hakkı bildirmeye koyuldular. Zamanın ilim ve fennine, gidişatına göre on iki pîran on iki yol tesis etti. 1 — Hazreti Abdülkadir Geylânî, Kadiri, 2 — Hazreti Ahmeder Rüfaî, Rüfaî, 3 — Hazreti İbrahim Dissukî, Dissukiye, 4 — Ahmedül Bedevi, Bedeviye, 5 — Hazreti Bahattin Nakşibent Nakşiye, 6 — Hz. Hacı Bektaşi Velî, Bektaşiyye, 7 — Hazreti Mevlâna Celâlettin Rûmî, Mevle-viyye, 8 — Hazreti İmam Aliyyüş Şazilî, Şaziliyye, 9 — Hazreti Şaban Velî, Şabaniye, 10 —- Hazreti Hacı Bayram Velî, Bayra-miyye, 11 — Hazreti Hudâî, Celvetiyye, 12 — Hazreti Sünbül Sinan Sübnüliyye batını okullarını açtı. Bunların herbirinden muhtelif yollar çıktı. Bunlardan Hacı Bayram Veli’nin Bayra-miyye ve Hazreti Muhiddini Arabi’nin tesis ettiği Ekberiye isimli mektepleri bir ara tophyanlar Melâmiyye diye bir mektep meydana getirdiler. Fakat haddi zatında Melâmiyye bir yol değildir. Her yolun nihayetinde varacığı bir makamdır.

Bütün bu yolların hedefi Hakka vasıl olmaktır. Fakat her birinin kendisine göre bir usulü vardır. Umumiyet itibarile tasnif edilecek olursa Nefsi Terbiye eden üç yol vardır:

·        1 — incisi Ahyar yolu.

·        2 — ncisi Ebrar yolu.

·        3 — üncüsü Şettar yoludur.

·        1 — inci yolun mensupları gece gündüz ibadet ve taat ile meşgul olurlar. Yolları gayet ağırdır. Salikleri 2 nci yola nisbe-ten azdır.

·        2 — ncisi ebrar yoludur. Bunlar riyazat ile meşgul olup nefislerine eza vermek ve bu suretle nefislerini zayıf düşürüp ruhun emrine geçirmek isterler.

·        3 — üncüsü Şettar yoludur. Bu yolun mensuplan evvelkilere nazaran fazladır. Bu yolda nefis kendi haline bırakılır, bütün kuvvet ruha verilir. Ruh esma ve murakabe ile kuvvetlendiıi-lir. Ruh kuvvetlenince nefse halcim olur. Onu istediği gibi kullanır. Bütün bu yolların gayesi vahdet şehrine varmaktır. Oraya erice bütün yollar birleşmiş olur.

Cenabı Hakkın rahmeti her şeyi muhittir. İntikam, gazap, kahır insanlara bir cihetten rahmettir. Hakkın Rahmeti gazabını bastırır...

Muhaddini Arabi Hazretleri buyuruyor ki:

“Kurtuba şehrinde iken şöyle bir mâna gördüm. Bütün Peygamberler toplanmışlardı, Hazreti Hûd Aleyhisselâm yanıma geldi selâm verdi selâmını aldım. Bana niçin toplandıklarının sebebini anlattı.

·        — Bizim buraya toplanmamızın sebebi Hallacı Mansur’un. affolunması içindir. Zira Hallacı Mansur hayatta iken şöyle bir söz sarfetmişti. (Resulü Ekrem Hazretlerinin himmeti mansa-bının altındadır.) Allah’ı Teâlâ “Velesevfe yûtike rabbüke feter-dâ” buyurmuştur. Hazreti Fahri Alemin her sözü Cenabı Rab-bül alemin tarafından kabul edilir. O bütün müminler ve kâfirler hakkında mağfiret dilese Allah hepsini affederdi. Fakat o “Şafaatim ancak ümmetimin ehli kebâirinedir” dedif1 Şefaati li ehlil kebâiri min ümmeti”]. Hazreti Resulü ekrem efendimiz MansuFa rüyasında göründü. Ona dedi ki:

·        — Yâ Mansur, Şefaat hakkında benim arzum senin lisanından tuhaf bir şekilde inkâr şeklinde çıkmıştır..

·        — Öyle oldu yâ Resûl..

·        — Yâ Mansur. Sen şu hadisi kudsiyi işitmedin mi? Cenabı Hak buyuruyor: “Iza ahbebtü abden küntü lehu sem’an ve basa-ren lisanen ve bedenen” (Ben bir kulumu sevdiğim vakit onun kulağı, gözü, lisanı olurum.)

·        — Peki yâ Mansur. Ben Allah’ın habibi değil miyim. Cenabı Hak Kur’an-ı Kerim’defEm? silün min haza femâ kefarettin zenbi”] “Habibim ne söylerse nefsinden söylemez. Benim vahyi ilâhiyemle, emrimle söyler demedi mi?

Benden söyliyen o değil midir? Mansur:

·        — Yâ Resulûllah/H7Z^wZw nefsike bi seyfi şeriati”] “Söylediklerim büyük bir hatadır ondan tövbe ve istiğfar ediyorum. Benim bu suçumun affohnası için vereceğim kefaret nedir?”

·        — Yâ Mansur bu hususta senin vereceğin kefaret ancak nefsini kurban etmekle olur.

·        — Bu nasıl olmalıdır?.. Diye sounca Hazreti Fahri kâinatın mübarek lisanından:

[Surei necm “Vema yentiku anlil hevâ inhüve illâ vakyil yuha”] — “Yâ Mansur senin cismin şeriat kılıcı ile kati edilecek emri çıktı. Ve alemi manada verilen bu emir dünyada zuhura geldi ve Mansur bilinen şekilde katledildi (Hallacı Mansur “Enel Hak” dediği için şeriat ehli tarafından kati edildi.) Hûd A.S. sözüne devamla:

“Mansur zamanında şu ana kadar üç yüz yıllık bir müddet geçmiştir. Ve o zamandan beri MansuFun ruhu Fahri Alemi görmemiştir. Şuraya toplanmaklığımızın sebebi MansuFun suçunu bağışlamasi içindir. Sen de bizlere katıl, öyle ümid ediyorum ki bu sefer inşallah affa uğrıyacaktır. (Görülüyor ki Hak yolunda yükselmiş, Hakkı tanımış bir adamın ağzından çıkan yanlış bir söz büyük bir günah teşkil ediyor. Ve onu hayatile ödüyor. Bu bizlere ders olmalıdır.)

SALİH PEYGAMBER

Salih A.S. ismi Fettahm mazharıdır. Onun için Muhiddin Arabi Hazretleri bu bahiste Fethi ilâhiyyenin esrarından bahsetti. Kâinat Cenabı Allah’ın 1. Zatından 2. irade etmesinden ve 3. “Kün” (ol) emrinden meydana geldi. Bu görünen üçlük Cenabı Hakkın birliğine halel getirmez, çünkü zât birdir. Bu bize anlatmak içindir. (Yani kâinat mertebei ahadiyyete bir tohum gibi gizli iken Cenabı Hak onun olmasını istedi ve kâinat meydana geldi. Bu görünen çokluk onun birliğine halel getirmez. Çünkü Cenabı Allah haddi zatında birdir.) Üç görünen şey evvelki tekdir. Her şeye irfan gözüyle bakmalı ki onun ha-kikatma vakıf olalım. (Bazı İslâm yollarında Alem üç şeyden hasıl olmadır derler. 1. Allah 2. Muhammed. A.S. 3. Hazreti Ali’den. Bu sözün de hakikatma nazar edecek olursak hakikatte bu üç görünen birdir. Yâni Hz. Muhammed A.S. kendini Hakta ifna etmiştir. Hz. Ali de kendini Cenabı Hakta yok olmuşlardır. Onun için yalnız Cenabı Allah mevcuttur, birdir.) Salih peygamber mertebesine vasıl olanlar vücutta büyük fetihlere nail olurlar.

ŞUAYIP PEYGAMBER

Kalbin bir çok sırlarına agâh oldu. Kalbden maksat nefsi natıkadır (Kalbe ait olan malûmat ayrı bir bahis halinde bundan evvelki yazılarda verilmiştir.)

Cenabı Allah bir hadisi kudside buyurııyorÇVe inkâne mev-cuden min rahmetillah”] Kalb Allah’ın rahmetinden vücuda gelmiştir.f'Te innehu evsîâ min rahmetihi velâ semai velâkin vasini kalbi abdülmümin”] Arifin kalbi Tanrının rahmetinden gelmiştir.

Cenabı Allah buyuruyorf“EnneZ kalbi abid vesia ve rahmetel tes’ahû ma vasiâni ardi] “Ben yerlere ve göklere sığmam ancak müminin kalbine sığarım.” Kalbi Arif Hakkın bir nurudur. Arş ve ne kadar eşya var ise onun kalbinin bir köşesine konulsa hardal tanesi kadar bile olmaz. Hakikatte Arş ve beytullah Arifi billâhın kalbidir. (Arifi bulanın kalbi yerleri ve gökleri ihata eder.) daha doğrusu bu bir sırrı İlâhidir.

Cenabı Allah muhtelif şekilde tecelli eder. Kıyamet anında Cenabı Hak halkın inkâr ettikleri bir şekilde görünecek:

“Ben, sizin Allah’mızım”: diyecek onlar, inkâr edecekler.

Çünkü onlar Tanrıyı kendi kafalarında başka bir şekilde tasavvur etmişlerdi. Cenabı Hak bu sefer onların istediği gibi görününce secdeye kapanacaklar. Halbuki haddi zatında her şekilde tecelli eden Cenabı Haktır. Fakat hakikatte Cenabı Allah değişmemiştir ve değişemez de. Tecelli cihetinden değişik olması suyun içinde bulunduğu kaba nazaran muhtelif şekilde görülmesi gibidir. Hakkın tecellisi asla tekerrür etmez[“Külle yevmin hüve fi şen”] “Q her an bir yeniliktedir.” Kalb yalnız istidadına göre tecelliye tabidir. (Yani kalbi vesvese ve hayalât ve dünya sıkıntıları, kesret gibi şeyler tıkar oraya Hakkın tecellisi az olur. Halbuki kalbini zikir çeşmesinde tevhid suyu ile yıkıyanlar pak olur, ayna gibi parlaklaşıp oraya Hak külliyetle tecelli eder). Hakkı her yerde müşahede eden kimseler temiz kalbi olan insanlardır.

LÛT PEYGAMBER

Hazreti Lût’un kavmi gayet kuvvetli, şiddet sahibi kimselerdi. Onun için Lût A.S. Cenabı Hakdan kendisine kuvvet ve kudret ihsan etmesini yalvardı. Cenabı Hak duasını kabul etti. Cenabı Resûlü Ekrem efendimiz: Kuvvete iltica eden kardeşim Lût’a rahmet olsun buyurdu. Kuvvet zaten Rabbin bir ismidir (yâ kavi). Lût A.S. bildi ki kâinatta bütün işler Cenabı Hakkın kuvvet ve kudretile meydana geliyor, onun için oraya baş vurdu.

Cenabı Hak buyuruyor “Ben insanı zaaftan halkettim ve sonra ona geçici kuvvet vererek kavi yaptım ve sonra onu gine ilk kuvvetsiz haline döndürdüm.” İnsan doğduğu vakit ufacık ve kuvvetsizdir. Zamanla kuvvet kesbeder, arslanlarla boy ölçüşmeye kalkar ve ihtiyarlayınca gine eski kuvvetsiz haline döner. Zaten Tanrının kuvveti yanında insanın kuvveti nedir. Ha-kikatteyalnız onun kuvveti vardır. (Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh). Marifet Nefse hakim olma zahirde insanı kuvvetsiz düşürürse de batında kuvvetli yapar. Muhiddinî Arabi Hazretleri buyurur ki: Arifi billâh beşeriyet halinden kurtulup her halde Hakkı vekili mutlak bilip meşiyyeti İlâhide el, alet mesabesinde olmuşlardır.

ÜZEYİR PEYGAMBER

Sırrı kadere vakıf olmak istemiştir. (Kaza ve kader bahsinde tafsilâtiyle anlatmıştır.)

İSA PEYGAMBER

Hazreti İsa vilâyet neticesi Nübüvveti Amme ile nebidir. Kemali ruhaniyetleri meşrebine galipti.

Ruh ismi “Rab”in mazharıdır. Cenabı Hak bu ismi ile eşyayı terbiye eder. Eşyaya her şeyden evvel lâzım olan hayattır. Onun için ismi “Hay” (ya Hayyü) beşinci esma olarak sunulmuştur. (Sülûkta ismi Hây 5 ci esmâdır) Rûh bir şeyin üstünden geçtiği vakit onu diriltir. İtidalde olduğu vakit bütün ha-vassile meydana çıkar. İnsandaki gibi itidalde olmazsa bazı emareleriyle görülür. Nebattaki gibi...

Ruh bir kudsi emirdir. Bütün eşyaya mizacına göre hükmeder. “Onu düzelttiğinde ona ruhumdan üfledim” Ayeti kerimesi buna işarettir.

Bir Samiri (Samiri beni İsrail kabilelerinden birinin ismidir. Bu Samiri’nin namı Musâ bin Zâfir’dir. Hazreti Musâ peygambere hizmet ederdi.) Cebrail A.S. “Fersül hayat” isimli atı ile Hazreti Musa’ya geldiği vakit görmüştü ki Cebraililin atı nereye basmışsa orada hayat görünürdü. Samiri Cebrailin atının ayağını bastığı (Cebrail dört büyük melekten birisidir. Bir ismi de “Ruh” dur) yerden bir avuç toprak aldı ve sakladı. Musa Peygamber Tür’a gittiği vakit bir çok altın ve gümüşü toplayıp onlardan bir dana yaptı. O bir avuç toprağı serpince o dana canlandı. Ve acayip bir sesle bağırdı. Çünkü istidadı ona görey-di. Eğer o toprak bir insan cesedine tesadüf etseydi onu diriltir ve konuştururdu. (Yani kâinatta bütün harekât ve canlılık Cenabı Hakkın Hây isminin tecellisidir. Ve o ismin kuvveti Ceb-raildir. Hz. İsa dünyaya gelmiştir. Onun için kime elini sürdüyse orası şenleşmiş, ölüleri diriltmiş ve kör gözleri açmıştır. Zahiren böyle mana verdiğimiz gibi diğer cihetten batman da deriz ki Hazreti İsa Cenabı Hakkın ismini anmakla birçok ölü gibi olan kalpleri diriltmiş ve Alemi Hakdan ayrı gören, şaşı, kör gözleri tevhit ışığıyle açmıştır.)

SÜLEYMAN PEYGAMBER

(Rahmani Hikmetler bahsinde mufassalan izah edilmiştir.)

DAVUD PEYGAMBER

Hikmeti vücudiyyetin Davut A.S.’a isnad olunmasındaki sebep tamam olduğundandır. Cenabı Hak ancak Davud’a “Halifem” dedi. Ayet [“Yâ davûd inna ceâlnâke halifeterı fil ardi.. ilâhir...”] Hazreti Davud’a zatından bir çok mertebe isim ve sıfat, marifet hediye etti. Davud’a ismi “Vehhab” dan hediye idi. Bu hediyeler, ona ameli karşılığı verilmemişti. Ondan yalnız Cenabı Hakka şükür etmesi istendi. (Hilâfeti maneviye erişen kimseye keramet, vilâyet ve harikulade gibi şeyler de verilir. Çünkü Hilâfet cümleye şamildir.) Davut ile beraber kuşlar ve dağlar, taşlar Hakkı çağırırlar, teşbih ederlerdi. Hülâsa: Vaktaki Davut A. S. ruhu zikir ile Allah’a teveccüh ettiyse Allah’ın nuru onun bütün kuvvetlerine sirayet edip her azası ruhu ile beraber teşbih etti. Bu görülen zahiri mahlukât alemin azası gibidir. Hakikati insaniye ruh, alem onun cesedi mevzilerin’de-dir. (İnsan da hakikati insaniye mertebesine erince ruhu külli olur.) Onun zikrile kâffe eşya zikir eder.

YÛNUS PEYGAMBER

Hikmeti Nefsiyyeye mazhardır. Hazreti Yûnus peygamber balığın karnında mahbus kaldı. Fakat orada Cenabı Hakkı zikir ve teşbih etti. Burada tabiat bir balığa benzetilmiştir. İnsanın ruhu tabiatte, cesedinde mahbustur, buradan kurtulabilmesi için Cenabı Allah’a gece gündüz yalvarması lâzımdır. Cenabı Hak buyuruyor ki: “Kim ki bana sığınırsa onu muhafaza ederim. Kim beni çağırırsa ona yardım eder, sıkıntılarını feraha tebdil ederim. Kim günahlarına tövbe ederse ben onu affederim.” (Hazreti Abdülkadir Geylâni buyuruyor ki: “Tövbe ederken günah işlemeği hatırından çıkart öyle tövbe et.”)

EYYÛB PEYGAMBER

Hikmeti Gaybiyeye mazhardır. Bunun sebebi Hazreti Eyyûb A.S. Ayağını yere yurduğu vakit oradan bir su çıktı. Eyyûb A.S. hastalığı bununla geçti. Bunun batın manası şudur ki Eyyûb peygamber üzerine gelen hastalıklara, felâketlere nasıl şükredip netice de kurtuldu ise. Hak yolunda yürüyen bir sabık kendi üzerine gelen çileye tahammül etmelidir. Eyyûb gibi sabretmek ve nefsinin arzularına gem vurmamahdır ki netice de Hak ona lutfuyla nazar etsin. Velileri arasına davet etsin. Ariflere göre sabır kendi halinden başka kimseye şikâyette bulunmamaktır. Tanrıdan halinin düzelmesini istemelidir. Cenabı Hak kendine yalvaran kulunu boş çevirmez.

YAHYA PEYGAMBER

Hikmeti Cellâliyyeye mazhardır. Hazreti Yahya A.S.’m vücudunda Celal sıfatı galip idi. Onun için daima Celâlli havf ve hüzün içinde idi. Zekeriyya Peygamberin duasile dünyaya geldi. Zekeriyya peygamberdeki güzel ahlâk onda meydana çıktı. Pederinin himmeti Yahya’da göründü. Babasının validesile birleşme anındaki iyi tahayyülü Yahya’yı meydana getirdi. Bunun için bazı alimler dediler ki: İnzalde en iyi vücut hayale getirilsin ki çıkan çocuk öyle bir şekil alsın. (Hazreti Muhiddinî Arabi’nin bu sözü şâyanı dikkattir. Bu gün doğan çocukların üzerinde muhakkak ki ana ve babasının ilk birleşme anındaki düşünce ve hayallerinin tesiri vardır. Şeriat demiştir ki üç kere bir insan şehvet nazarı ile bir kadının gözüne bakarsa onunla zina etmiş olur. Bu bir hakikattir. Avrupa’da şöyle bir vak’a olmuş: Büyük kimselerden birinin beyaz renkli ailesi, simsiyah renkli bir çocuk doğurmuş. Adamcağız telâşa düşmüş. Tahkikat yapmış, ailesinin başka bir kimse ile temasda bulunmadığını ve gerek kendi ve gerek bayanının sülâlesinde siyah renkli bir kimsenin olmadığını öğrenmiş Netice itibarile bir de bakmış ki kendi yatak odalarında bir zenci resmi var. Karısı ken-disile yattığı vakit daima o zenciyi tahayyül ettiğini anlamış. Demek ki çocuk o tahayyülünsesebi ile siyah olmuş. Bu gün şu neticeye varılmştır ki doğan çocuk üzerinde peder ve validelerinin tesirleri vardır.

Sakat ve cılız bütün ömrünü meyhane ve fuhuşla geçiren insanları çocukları hastalıklı ve sakat olarak doğuyorlar. Bazı çocuklar da pederlerinde gizli kalan ve tatmin olunamıyan istekleri tezahür ediyor. Meselâ içki içmeyip te içkiye hırsla bakanların çocukları içkiye müptelâ oluyorlar. Bir de her hangi bir sebeple başkasını fena görenler aynı ilette tutuluyorlar. Onun için çocuk ana ve babasının mahsûlüdür.) Şeriat Muhammediy-yeyi tam tatbik edenler, Onun emirlerini tam veçhile tutanların evlâtları arslanlar gibi oluyor. Onlardan büyük insanlar yetişiyor. Kadının vazifesi cemiyete çocuk yetiştirmektir. Çünkü onun yaradılışı, tabiatı öyledir. Erkeğe nazaran narindir, yumuşaktır. Çünkü ismi cemalin mazharıdır. Erkek ise ismi celâlin mazharıdır. Herkes tabiatının iktizasını yapmalıdır. Erkeğin vazifesi karısını ve yavrusunu korumaktan Bir aile yuvası hoş olursa o insan dünyada cennettedir. Eğer hoş değilse cehennemdedir. Hazreti Ali: Çocuğunuzu gelecek zaman için hazırlayınız” buyuruyor. Çünkü o zaman erişecektir. O zaman ise sizin bulunduğunuz zaman değildir.

ZEKERİYYA PEYGAMBER

Hikmeti melekkiyyenin mazharıdır. İhtiyarlık vaktinde Cenabı Haktan çocuk istedi. Cenabı Allah ona Yahya A.S.’ı vereceğini mücedeledi. O:

— Yâ Rabbi karım kısırdır, dedi. Fakat Cenabı Allah’tan bu isteğini kimseye açmadı. (Dualar gizli olursa makbüldür. Bilişe teşebbüs edildiği vakit o iş halktan gizlenirse o gizleyen şahıs için iyi olur ve ekseriya o iş o dua zuhura gelir. Çünkü bir işinin olacağını etrafa yaymak kendisine karşı bir hased ve kıskançlık uyandırır. Ve bu fena düşünceye ve meseleler sebebile işi bozulur.) Cenabı Allah Zekeriyya peygamberin duasını kabul edip Yahya’yı ona verdi. Hazreti Meryem de Yahya’ya benzedi. Hazreti Meryem dünyaya geldiği vakit validesi Mescidi Aksa önüne götürüp, bunu alın bu nezir Beytül mukaddesindir demişti. Zekeriyya peygamber “Halası benim yanımdadır, bana verin” dediyse de kabul etmediler. Aralarında bir kuka çekmeye karar verdiler. Beytül Mukaddesin yermi yedi büyüğü isimleri birer demir kabın üzerine yazıp su içine attılar. Zekeriyya A.S.’m kalemi Cenabı Allah’ın kudreti melekiyyesile batmadı. Ve Hazreti Meryem de ona verildi. Hazreti Meryem bir köşeye çekilip dünyevi arzu ve şehvetlerden fani oldu.

İLYAS PEYGAMBER

îlyas Peygamberin meşrebine kemali ruhaniyet ve kuvvai melekiyye galip idi. Kavmine dedi ki:

— Bâl mabuduna taparsınız da yaradıcılarm en mükemmeli en güzeli olan Allah’a ibadet etmezsiniz. Bir şeyi vücut bulmadan, maddei aslisi olmadan halkeden Allah ile bir midir? O sizin mabutlarınız kendi aklınızın yaptığı putlardır. Cenabı Allah her an yaratmaya kadirdir. Halbuki sizin putunuz bir şey yaratamaz. Hak Teâlâ kendisinden yardım istiyenlere ve sevdiği kullarının imdadına koşar. Sizin putunuz ise yerinden kımıldanmaktan âcizdir. (Cenabı Allah Hazreti İlyas’a imdada yetişme kuvvetini verdi. Bir rivayete göre Hızır’ın diğer ismidir, diğer rivayete göre Hızır’ın kardeşidir. Hızır A.S. karada ve İlyas peygamber denizde meleki vücutları itibarile Cenabı Allah’ın emrile imdada yetişirler.)

LOKMAN PEYGAMBER

Lokman A.S. meşrebine ihsan galipti. İhsan üçe ayırılır:

·        1 cisi Lügavi: Bir kimseye iyilik ve yardım edip ona şefkat göstermek.

·        2 cisi Şeriata göre: Cenabı Hakka yaptığın ibadetini halisane yap. (Camide tazim ve teklimle kılmış olduğun namazla evinde kimse yokken kılmış olduğun namaz arasında fark olmasın. Yani halk beni görsün diye değil. İbadetini Hak için yap. Ve yapmış olduğun ibadette Hakkın gayrisini kalbinden sil. Sen Cenabı Hakkı görmüyorsan o seni her an görmektedir. Namaz dinin direği ve müminin miracıdır. Namazın her hareketi büyük hikmetlere bağlıdır. Namaza başlarden iki elini kulağının hizasına kaldırmak. ‘Yâ Rabbi şu anda dünya muhabbetini kalbimden çıkardım. Senin büyüklüğünden, sevginden başka bir şey bırakmadım. Huzurunda el bağlıyor ve boyun büküyorum.” Der ve hemen “Eûzübillâhi mineşşeytanirracim” senin huzurunda rahatça durabilmek için sana perde olacak şeytanın nefsimin şerrinden sana sığmıyorum. Sen beni muhafaza et, der. Ve arkadan kalb şehirin anahtarı olan besmeleyi okur. Arkadan yedi ayet, yedi tavru ihtiva eden Fatihayı söyler.. Kukan okuyan Hak ile konuşur. Ondan bir ayet okuyunca:

·        — Huzurumda böyle dimdik durulmaz iyil! denir ve kul rü-kûa eyilip:

·        — Azim, büyük olan Rabbimi teşbih ederim... der. Ve tekrar doğrulup:

·        — Sen benim hamdini işittin, sana yalnız eyilmek olmaz secde lâzımdır der ve yere kapanır. Secde de her şeyden âlâ, güzel olan Allah’ını zikreder. Ve hakikatte de onun üzerine rahmeti İlâhi yağar. Kendisinden geçer, Resulünde ve Hakta fani olur. O şimdi miraçta’dır. Hak ile ve melekleri ile konuşur. Ümmeti Muhammed’e Peygamberlere dua eder. O anda namaz kılanın çevresini bir takım ruhani varlıklar sarmıştır. Onlara selâm verir. Onlar da selâmlarını alırlar.)

·        3 cüsü Hakiki İhsân: Her şeyde Allah’ı görmek. Lokman A.S. büyük hikmet ve ilim sahibidir. Ayetülh Lekad âteyna lokma-mül hikmete”] “Biz Lokman’a hikmet verdik.” Hikmet verilene beraber bir çok hayır da verilir. (Lokman peygambere denilir ki doktorların piridir. Zamanının en büyük İlâhi doktoru idi. Tabiidir ki bir kimseye Cenabı Allah ilim verirse o ilimden birçok kimseler istifade eder ve o kimse hayıra nail olur.)

Lokman Allah’a eş koşmanın en büyük bir zulüm olduğunu biliyordu. O Cenabı Allah’ın verdiğ hikmetle hekim oldu. Batında kendi vücudunu öğrendi. Peygamber efendimiz buyuruyor ki: “Bütün ilimlerin başı beden ilmidir.”[“El ilmül ebdan sümme ilmül edyân.”] Bir kimse kendi nefsini vücudunu bilir, ona hakim olursa diğerlerini de bilir. İnsan vücudu kâinatın bir hülâsasıdır. Allah ölmüş kalblere hikmet suyu ile hayat verir. Onun için Alim olanlarla düşüp kalkmalıdır.

HARUN PEYGAMBER

Harun peygamber hikmetlerin imamı idi.-Musa peygamber TWa gittiği vakit:

— Kale ahlifnî fı kavmî! (Bu kavme seni yerime halife yani vekil bıraktım) demiştir. Hazreti Muhiddinî Arabi buyuruyor ki: .

“Hazreti Muhammet A. S.’m da vekili Hazreti Ali kerremal-lahü veçhedir. Çünkü Hazreti Fahri kâinat şöyle buyurmuştur :[“Yâ Ali ente minnî fi menziyeti Harun., ilâhır”] “Yâ Ali Musa peygambere Harun nasıl vekil olduysa sen de benim öylece vekilimsin.” Varis olan kimse mal sahibinden ölmeden evvel veya mal sahibinin vefatından sonra ondan kalan şeyi alır. Hazreti Ali de Hazreti Fahri alemin ilmine, esrarına varis oldu. Ondan ilim ve hikmet aldı.

“Geldi dördüncüsü Hayder

Hülefai dînin

Kütübü münzilenin

Hazreti Kukanı gibi...”

Diğer peygamberlerin varislerinden Hazreti Muhammed’in varisleri üstündür. Onun için Fahri âlem “ümmetimin âlimleri, büyükleri Beni İsrailin nebileri gibidir.” buyurdu. (Hakikat Fahri kâinat S.A. efendimizin vekilleri olan sahabe ve Evliya-ûllah Hazeratı beni israilin peygamberlerinin gösterdikleri mucize gibi büyük keramet gösterdiler. Çünkü onlar da diğer peygamberan gibi ışıklarını hazreti Fahri alemden alıyorlardı. İşte Muhiddinî Arabî Hazretleri de bu büyük evliyadan biridir. Bir insanın onun eserlerini yazmak için ömrü yetmez. Beşyüzü geçkin ilmi eseri vardır. Ve her biri de birçok harikatleri sırları açıklar, bu bir keramet değil midir?)

Hazreti Muhiddinî Arabi Fütühat’m dördüncü babında dedi ki:

Ülema üçe ayrılır:

·        1 cisi Sahabenin âlimleri:

Bunlardan esrarı ilmi muhafaza edenler: Hazreti Ali, İbni Abbas, Hûzeyfe, Selman Farisi, Ebu Hüreyre R. Anhdır.

·        2 ncisi Tabiin gelir.

“Onlarda Hasanül Basrîı, Malik İbni Dinar (Hazreti Hasa-nül Basri Hazreti Ali’nin talebesidir. Hazreti Ali’den ilmi le-dünnü öğrendi.), Cüneydi Bağdadî. (Tasavvuf mektebini ilk kuranlardandır) Zünnûni Mısrî, Şeybanı Râi, Fazıl bin Ayaz, Tes-tûri gibi...

·        3 cüsü Tabiine tabi olanlar: Sevrî, İbni Şirin, İbni Aynî, İmamı Şâfî, İmamı Hanbel, İmamı Ebu Hanife, İmamı Malik gibi olan kimselerdir.

MUSA PEYGAMBER

Hikmeti Ûlviyye mazhardır. Sebebi Allah yanında büyük mertebeye haiz olduğu içindir. (Musa sudan kurtulmuş manasına gelir. Rivayete göre Firavun, zamanının âlimleri olan mı-neccimlere göre işlerini tanzim ediyormuş. Birgün müneccimler ona bir çocuğun filân vakitte doğacağını ve o çocuk büyüdüğü vakit kendi tahtın başına geçireceğini bildirirler. Firavun da emir verir. O gün doğan çocukları öldürtmeye başlarlar. Kadının biri evlâdını öldürmesinler diye, bir sandığıa koyup Nile atar. Bu sandık Firavun’un sarayının önünden geçerken Fira-vun’un kızı Asiye tarafından görülür ve içinden çıkan çocuğu saraya alır. Ona sudan kurtulmuş manasına “Musa” denir. Ve Firavun bilmeden kendi hayatına mal olan bu İlâhi çocuğu yanında büyütür.)

Firavun’un katlettiği çocukların ruhu Hazreti Musa’ya görünürler ve “Firavun’dan intikamımızı al” derler. Hz. Musa Cenabı Allah’la vasıtasız olarak konuştu. Evliyanın ruhları Evrakı külliyedir, bütün ümmetlerinin ruhunu nefsinde toplar. Batıni teveccüh bir himmettir, bir insan iyi şey yapmağa himmet etmeli yani çalışmalıdır. (Bir insan neye çalışırsa Cenabı Hak ona o şeyi verir. Para kazanmaya veya ilim öğrenmeye çalışan kendini ona veren para sahibi ve ilimde üstad olur. Çalışmayan insan bir şeye malik olamaz. Çünkü bu alem çalışmak yeridir. Cenabı Hak bu imtihan aleminde kullarının istediklerini verir. Nasıl ki bir imtihan odasında talebeye kâğıt verilir. Ve düşünmesinde serbestiyet verilirse dünyada öyledir. Herkes düşünmesinde serbesttir. Tanrı suallerine verdikleri cevap miktarın-ca ulvi sınıflara terfi ederler. Dünyadaki sorulardan bazısı: Sana verdiğimiz melekî (Akıl gibi) ve unsurî kuvvetleri nereye sarfettin? “(Burada nereye kuvvet sarfettiysen onu sana vermedik mi?. Sen bizden neden gönlünü çevirdin?.)

HALİT BİN SİNAN

Hikmeti Samediyyeye mazhardır.

Onun peygamber olduğu zamanında bilinmiyordu. Fakat vefatından sonra kızı hazreti Resulü Ekrem’in yanma gelince:

“— Kavminin kaybetmiş olduğu Nebinin kızı, hoş geldin!” buyurdular. Onun kabrini halk açıp görmek arzu etti ise evlâtları açtırtmadılar.

Halit Bin Sinan çok mübarek ve tevazu bir azamdı. Nebîliği-ni halktan gizlemişti. (Bu kubbe altında hakkın ne büyük kulları vardır ki onları Hakdan başkası bilmez.)

SON PEYGAMBER HAZRET! MUHAMMED salla'llâhü aleyhi ve sellem.

Hikmeti Ferdiyyeye mazhardır. Yani onun fevkinde başka makam yoktur. Onun eriştiği makama kimse erişmemiştir. Bütün kâinat ondan vücuda gelmiştir. Bütün ayanı sabiteler ondan hasıl olmadır. (Taayyünü evvel mertebesine bak.) Hazreti Fahri kâinat/YîameZü mâ hâlâkallahül ruhi”] “İlk önce benim ruhum halkedildi” demiştir. Onun en büyük mucizesi Kur’an-ı Kerim’dir. (Her Peygambere zamanın ahkâmına göre bir mucize verilmiştir. Hazreti Musa zamanında gizli ilimler, sihirbazlık ilerlemişti. Onun için Hazreti Musa da Asasını attığı vakit ecder şeklinde gözüktü.Ve o asayı şap denizine vurunca deniz ikiye ayrıldı ve ümmeti geçti. Tasavvuf uleması derler ki: Hazreti Musa’nın Asası nefsi idi. Ona dayanıyordu. Cenabı Allah onu attırınca nefsinin ne büyük bir ecder olduğunu öğrendi. Çünkü Rabbi Musa’ya sormuştu:

·        — Elindeki nedir?.

·        — Asadır Yarabbi!

·        — Onu ne yapıyorsun?.

·        — Ona dayanıyorum.

·        — Benden başka dayanacak, sığınacak bir şey olmadığını bilmiyor musun? At onu elinden!.. Hazreti Musa değneği atınca onun hakikatini görmüştü. Fakat o nefsini islâh etmesile, onun hakikatini bilmesile kavmini yola getirmiş ve sihirbazları aciz bırakmıştı. Hazreti İsa zamanında ise tıp ilmi ilerlemişti. Fakat o tıp âlimleri ortalığı kırıp geçiren cüzzam hastalığını iyi edemiyorlar ve kör gözleri açamıyorlardı. Cenabı Allah Hazreti İsa’ya tecelli etti. O da mucize olarak bir çok cüzzamlıyı iyi etti ve kör gözleri açtı: Hazreti Muhammed S. A. zamanında ise Hitabet ve Şiriyet, yani şiir söylemek ve kaside yapmak modasıydı. Arabistan’da kim güzel ve yüksek şiir söylerse onun şiiri ca-hiliyet zamanında Kâbe’ye asılırdı. O şiirden daha üstün bir şiir söylenmeden o orada asılı dururdu. Vaktaki Hazreti Muham-med bu aleme teşrif etti. Ortaya Kur’an-ı Kerim’i çıkardı. Kabe’de bütün şiirler yerlerinden indirildi. Çümkü KuFan-ı Kerim hepsine üstün gelmişti. Zira Allah’ın sözü idi. Allah’ın sözü, belâgati ile kulların belagatı sözleri bir olur mu idi. Olamazdı ve olmadı. Kur’an-ı Kerim Cibrili emin vasıtasiyle Hazreti Muhammed’e vahiy olundu. Cibril emin Muhammed A. S.’m hakikatinin tecessum etmiş bir şeklidir.) Kuhan-ı Kerim Allah’ın Esrarını ve hikmetlerini bildirir. Kur’an-ı Kerim’e benzesin diye birçok kimseler çalıştılar. Fakat tek bir ayetine bile benzetemediler. (Avrupa’da İslâm düşmanları Kaytano gibi insanlar KuFan’a dil uzatmak istediler. Ona benzesin diye ayet uydurmıya kalktılar. Fakat kendileri hemcinsleri arasında rezil oldular. “Rönan” onu kepaze etti. Dedi ki;

“Sizin uydurduğunuz ayet bir hikmeti ifade etmiyor. O doğrudan doğruya nefse hitap ediyor. Onun için onu dinlerken kimse gaşyolmuyor. Halbuki Allah’ın hikmetleri ile dolu olan Kur’an-ı Kerim okunurken mânası bilinsin bilinmesin, ruha hoş geliyor ve insan kendini onun cazibesine kaptırıyor, sağa sola sallanıyor. Bizim meclisimiz ilim meclisidir. İlim meclisinde ise Hazreti Muhammed’e hürmet edilir. Ona saygı göstermi-yenlerin aramızda işi yoktur!..” Yakın zamanda Müslüman olan İngiliz prensesi “Saravak” kendisine neden dolayı Müslüman oldun diye yapılan müracaatlara yazı ile cevap vermek mümkün; olmadığından cevabını radyo ile ilân etti. Cevabında: “İçimde aşkı İlâhi ateşi yanıyordu. Hiç bir din beni tatmin etmedi, ancak İslâm dini benim derdime deva oldu. Kur’an-ı Kerim batmıyan bir güneştir. Yegâne hak Peygamberi Hazreti Muhammed’dir. Eğer aklınız varsa, dünya ve ahirette saadete ermek istiyorsanız siz de müslüman olun” dedi. Bugün AvrupalIlar Müslümanlığı bizden daha iyi tetkik edip onun ebedî aşığı oluyorlar.) Hazreti Ali buyurmuştur ki: “Ene el Kuran ve Seb’a] mesani” Ben canlı KuPanım (Hazreti Ali Şam valisi ile yaptığı muharebede onu mağlup etti. Fakat Yezid’in babası bir hile yaptı, KuFan sayfalarını mızrakların ucuna astırıp (Aramızda hakem olsun) dedi. Hazreti Ali onun sözlerine kananlara:

— Ben KuFanln canlısıyım. Bunların hilesine aldanmayın, diye bağırmıştır. Evet Kufan-ı Kerim insanı kâmili bildirir. İnsanı, kâinatı, Allah’ı öğretir.) Hazreti Ali Ali der ki: “İnsanda çok büyük hakikatler gizlenmiştir. İnsan kendi hakikatini kendi kuvvetlerini bilirse ve onları toplu olarak bir yere teveccüh ederse o iş harika şeklinde olur.”

Hazreti Resulü Ekrem bir takım gizli sırları açıklamış, İlâhi bilgileri insanlara sunmuştur. Allah’ın hâzinesi onun elindedir. İstiyen insanlara cömertçe sunar. (Cenabı Hak Kufan-ı Ke-rim’de buyuruyor kv.[“Suret kevser”] “Biz sâna kevseri yani ha-zinei İlâhimizi verdik. Kalk bu nimete şükret. Bu Hazine “İlâhimiz senin, Âli ve Evlâdına ve onların yolundan gelenlere varis olacaktır. Hakka bu nimetimize karşı namaz kıl ve nefsine mukabil kurban kes senin zürriyetin kıyamete kadar baki kalacak ve dünyayı ziynettendirecektir. Çünkü onlar emaneti İlâhimizi taşımaktadırlar.

En ileri makam makamı hayrettir. Oraya eren insan devri hareketlerle hareket eder ve böyle yapmasile isteğini oradan seyrederler. Hazreti Muhammed’in sülüku dairesindedir. (Onlar Hakdan gelip Hakka giderler. Zaten hakikî müminler ondan başka bir mevcudu hakikiyi tanımazlar.)

Makamı Hayret ikiye ayrılır:

1 — incisi Makamı Mahmud: Tanrı ve nimetlerini sıfat ve Sıfat ve Esmasını görrek hasıl olur. (O makama erdiğinde bütün Esmai İlâhiyi toplu olarak görür. Ve kendinden geçip hak-da Fani olur. Kendi varlığına var görünen şeylere ve Hakkın kuvvet ve kudretine hayret eder. (Cenabı Hakkın kudretine hayret etmemek elde midir? Gittikçe büyüyen alemlere, yıldızlara ve gittikçe küçülen ve insanın bilgisi arttıkça meydana çıkan mikroplar alemine şaşmamak olur mu?. Her zerrede bir alem yaratan Cenabı Hakkı öğrenmek bu asrın insanına yakışır mı?. İnsan Cenabı Hakkı onun sözüyle anlıyabilir. Ve Kuı^an’da azamet ve kudretini seyredebilir. O Kuran ki yalnız zamanının ilminden bahsetmemiş kıyamete kadar olacak hadi-satı nakletmiştir. Orta zamanda Avrupa âlimleri daha güneşin ve dünyanın kendi mihveri etrafında döndüklerini bilmezken KuFan-ı Kerim bunu haykırıyordu. AyetfSurei yasin “Leşşemsü yenbağı leha en tüdrikel kamere velelleylü sabikan nehar ve küllün fi felekin yesbehün”] “Ay ve güneş kendi mihverinde muayyen devre içinde seyir ederler.” Surei Nurda elektiriği anlatıyordu. Hel Eta suretinde ve surei İkrada insanı nasıl meydana getirdiğini insanlık alemine söylüyordu. Dikkat edilirse Kur’an’ın her harfi mucizedir. İş onu kendi vücuduna tatbik edebilmek ve onun ummanma dalmaktır.) Hazreti Muhammed A.S.:

“— Yâ Rabbi, sana karşı duymuş olduğum hayreti çoğalt!” diye dua etti.

Hayretin ikinci makamı Makamı mezmumedir. Bir nefis ki kendi isteği ve havasına uyarsa, o mezmum yani kötü yere varır. Ve sonra da kendi kendine hayret eder. “Acaba ben niçin böyle fena yerlere sürükleniyorum. Yâ Rabbi niçin beni böyle yapıyorsun?” der. Halbuki bilmez ki Cenabı Hak onun düşmanı değil, dostudur. Ona asıl düşmanlık eden şeytanı yani nefsidir. Nefsi ona vücut verdirir ve Hakkı göstermeye bir perde olur.

Hazreti Muhiddini Arabi Füsû’sunun sonunda şöyle dua eder:

‘Yâ Rabbi, beni sana muhabbet ederek ve sıfatı ilâhiyyenin karşısında hayret edicilerden ve gönlü yalnız seninle beraber olanlardan yap. Bu duamı aşıkların, Sadıkların, Nebilerin ve Nebilerin büyüğü Habibin hürmetine kabul et...”

Muhiddini Arabi kabı kavseyni birleştirmiş, Hızır’dan abı Hayatı yani “Lâ ilâhe illâllah Muhammedürresulûllah”ın hakikatini içmiştir. Bu ibaredeki harfleri şeddesile sayarsak yirmi sekizdir. Zaten alfabe de yirmi sekiz harften ibarettir. Kufan’-da ki zikrolunan Peygamberler de yirmi sekizdir. Velhasıl kelâm kâinata “lâ ilâhe illâllah Muhammederresulûllah” sözünü söyliyerek devretmektedir. Hazreti Muhiddini Arabi Fahri kâinatın âşığıdır. Onun için Hazreti Muhammedi sever. Çünkü Muhiddini Arabi’nin vücudu yoktur ki.

Onun eserleri Kukanın ve insanın en büyük ve en olgun bir tefsiridir. Zamanla onun eserleri daha iyi anlaşılacak ve Hazreti Muhiddin’in kıymeti dünyada artacaktır.

Kendisinin bir çok arapça eserleri vardır. Bunların bazılarını ayrıca gösterdik. Kendisi ilmi cifirde ve havasda üstaddı. İlmi cifir, harflerinin esrarına vakıf olup onları yerinde kullanıp onlardan ahkâm çıkarmaktır. İlmi havas ise Kur’an’m bazı ayetlerini bir araya toplıyarak onların hükmünce bir şeyin meydana gelmesi için dua etmektir. Muhiddini Arabi’nin bu hususta yazdığı ve bizde yayılan eseri “Devri Âlâdır [Mecmua-til Ahzab’da ve Şemsül Maarif, Kenzül Havasda mevcuttur.] Bu gibi ciltleri okumak insanın kararmış kalplerine ışık verir. İnsan o büyük insanlarla Tanrıya yükseltir. Bakınız Büyük Muhiddin Devri Alâ’smda nasıl dua ediyor:

“Ey hayatın kendisi ve bu mülkün sahibi olan Allah, sana sığınırım. Sen bizi himaye et, koru. Bize sen yetişirsin. Senin ismin bizim en güzel sığınacak yerimizdir. Evvellerin evveli ve sonların sonu olan Mevlâ, bize gayıp hâzinelerini aç... Ey güzellerin güzeli, merhametlerin merhametlisi olan Rabbim. Biz-lere ferahlık, sükûnet ver. Kalplerimizi zikrullah ile tatmin et. Lâ ilâhe illâllah ile bizleri ahadiyyet sırrına eriştir. Bizlere rahmetin ile şefkatin ile muamele et. Bizlere Ümmeti Muhammede selâmet ver. îki cihan serverine ve onun Âline ve Esbaplarına sonsuz selâm olsun.

Son Dua

Elhamdülillah! rabbil âlemin. Ve’s-salâtu vesselâmu alâ sey-yidina Muhammedin ve alâ âlihi ve ashâbihi ecmaîn.

Ey Yüce Rabbimiz, dünyanın sıkıntılarıyla, günahlarıyla bunalan ruhlarımızı, kararan kalplerimizi Kudân ile huzura, duruluğa ulaştır, bizi senin ve sevgili resulünün aşkına yaklaştır.

Ettiklerimize binlerce tevbeler olsun Rabbimiz, büyük Allah’ımız. Beşer âcizdir; şaşar, ayakları doğru yoldan kayar. Hidayet de, reşâd da senin elindedir. Bizi daima doğru yolunda tut, şeytanın kalbimize girip bizi saptırmasına fırsat verme, zikrinle kalblerimizi cilâlandır, daima aşkını içimizde yandır. Amin, bihurmeti seyyidîl mürselin, velhamdülillâhi rabbil-âle-mîn.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar