Print Friendly and PDF

Futuhatı Mekkiyyeden Seçmeler- Selahaddin Alpay 6


 

MUSA MAKINDA NEFİS VE MUHABBETİN HELAK EVİ HAKKINDA BİLGİLER

Şunu bil ki, Hak Teâlâ mülklerle süslenen felekleri halk ettikten sonra yedi seyyar kevkepten, kendi İlâni emriyle koyduğu ve belli olmayan bir asıl tayin ederek, her birinin hareketini ve yerini ve istikamet yönünü ayrı ayrı tesbit ve tayin etmiştir.

Bunların hareketi ve feza boşluğunda yüzmeleri, zaman ve vakıfların zuhuruna sebep olmuştur. Hâk Teâlâ mümkünlerden evvel bunların mekanını halk etti. Bu mümkünden, yedi gök semalarından mekanlara doğru ince şeffaf levhalar serip uzattı, sonra Halk ettiği bu mekanlarda, mekanların durumuna göre mümkünler bulundurdu.

Aziz ve alim olan Allah’ın takdiriyle ve kuvvet sıfatının en yüksek derecesiyle akıllardan bir akıl yaratıp ismi zahırmdan o mekana bağışladı. Sonra bu aklı çarparak kahretti, bu darp neticesi ondaki muhabbet Kar, soğuk, serinlik muhabbet ve ferahlık yarattı.

Bu akla ait birinci ve ikinci addan beş ilim nehri patlayıp akdi. Bu nehirler ismi batın ile akarak, zahir ve batını başlan-gıcıda diğer başlangıçlara ve sonuda diğer sonuçlara bağlayarak nisbeten kudsileşti. Kendi yanında bulunan ana kitaptan bir çevre çıktı, buna o topluluğun başı veya anası dendi.

îşte Hak Teâlâ beni inayetiyle o çevreye soktu. Zahir ve batın ile onu gördüm. Bu aklın yerini orada araştırdım, ve muayene ettim. Orada siyah bir nokta gördüm. Bu nokta kırmızı ye sarımtırak temiz ve şeffaf bir ince örtüyle örtülmüştü. Bu muayyen yerle o mekanlar arasında bulunan bu ince şeffaf levha şeridini muayene ettim. Orada bu aklı seyretmekte olan Musa, Harun ve Yusuf Aleyhisselamları gördüm.

Hak Teâlâ bu akıl çevresinden kendi nefsine tahsis edeceği, ve ancak sayısını kendisinin bileceği toplulukları bu akıldan ayırmıştır. İşte bütün çevrelere, Hak Teâlâ’nın özel bir nazarı vardır. Hak Teâlâ’nın öğretip ve bunu bildirdiği kişiler, muhakkak ki bu ikram ve doğruluğun bir hürmet eseri olarak bu çevrelere tenzih makamları adını verirler.

İşte bu çevre meclisine Hak Teâlâ’nın yüksek ruhaniyetleri girerse bunlar İlâhi nezahat sıfatını kazanmış olurlar. Kazançlarının miktarlarını ancak Allah bilir.

Bunlar itaat ve korku, iftihar ve zillet halini almış olurlarki, daha evvelce bu ruhaniyyet bu çevreye girmeden önce bunlar hakkın vechini temamiyeti ve kemaliyle görme imkanları yoktu. Fakat bazı kişiler bunları görür, bazı kişilere de kendisi bu hali verir, fakat bunu bilmez, bunu hangi derecede kazandığını anlayamaz.

Biz şimdi bunları bırakalım da, o menzilde bıraktığımız akla dönelim. Onun bu evde bir infial eseri olması lazımdır. Bakalım bu aklın bu evde neyi var ve neyi yoktur. Gören için bu evin hususiyeti nedir? Hak Teâlâ bu evde sıdık ve nezahati şa-hıslandırarak, buraya 72 merdiven ayağı koymuştur. Bu safiyet ve nezahata çıkacaklar için bu merdiven ayakları bu yükselme İlmini onlara vermiş olur. Bu ilimde keşif ilmidir. İşte bu merdivenle en yukarıya çıkabileni orada onu bizatihi ana topluluk ve çevresi karşılar ona bu yükselmenin, mükâfatı olarak, onu İlahi nezahat ve vahdaniyetle sena etmeyi, ayrıca ona sıd-kı, kahrı, zaferi, ihlas ve zilleti vermiş olur. Ve bu sıfatlarla onu süsler.

Hak Teâlâ beni bu merdivenlere soktu, bu yükselme merdivenlerini gözlerden saklamaz üzre tabiat karanlığıyle ve bir daha açılmamak üzre sakladığını gördüm. Bu gün için bu merdivenlere çıkan olmadığı gibi, buna ayağını koyanda çıkmamıştır.

Bu merdivenleri, oraya çıkacaklara tabii zulmet arkasından gösterir. İşte ben orada onu görmekle, oraya çıkarken beraberimdeki çeşidli derecedeki cümlelerle, en yüksek gerçekleri de görmüş oldum. İşte o vakit kendisinin şahıslandırdığı akla, yukarı yükselmesini emretti. O çıkarken bu akıl üzerinde bir çok akıllar toplanmıştır. Bende hayretle bu şahıslanmış aklın ne diyeceğine ve ne yapacağına bakıyordum. Ve ondan faydalanmak istiyordum.

Biraz sonra bu akıl konuşmayan halinde şaşkınlık ve kızgınlık beliren bir şahıs olarak döndü. Onun bu hali Hak Teâlâ’nm ruhları yaptığı tenbih ve ihtarı ona da yapmış olmasından ileri geldiğini anlamıştım. Verilen bir haberde anlatıldığına göre,Cebrail ile Mikail aleyhisselam bir gün başbaşa verip ağlamaya başlamışlar, bu hali gören Hak Teâlâ onlardan ağlamanın sebebini sormuş neden ağlıyorsunuz demiş, onlarda cevap olarak Hak Teâlâ’ya, ya Rabbimiz senin Mikrinden emin değiliz demişler. O da onlara öylece kalın ve bilin diye vahiy buyurur.

Bize de ne vahiy etmiş ise, etmiş olduğundan, sağma baktığım vakit muhabbet ve şehvetin münacatta olduklarını gördüm.

Ekseri akıllarda kendini gösteren muhabbete Hak Teâlâ nüfuz kuvveti vermiştir. Bu sebeple Hak Teâlâ’yı korumak için bu muhabbet o evde kalmıştır. Ve akla hitap ederek, her mevcudta tapınılan Allah benim demiş ve bu sözüyle ona karşı çıkmıştır.

Anlatıldığına göre muhabbet şeytanları peşine takarak ve şehvetide elleri arasına alarak, yürüyüp Cehenneme girmiştir, orada ateşin bol olduğu bir yerde, o ateşin ortasına gelince o ateşin üzerine şehveti korumak için katrandan bir yatak serilir. Bu yaygının serilmesi Hak Teâlâ’nm azabından kurtulmak içindi. Fakat ona yaslandıklarında, cümlesi birden helak olmuşlardır.

Bu manzara korkunç, ürkütücü, ve hem de keramet taşıyordu. Çünkü bunlar mutluların rahatlık nimetleriyle yok olmuşlardı. Hak Teâlâ beni ve bizlerle olan Arifleri o gün için Bu Afetten korusun. Amin.

Mevzuumuza dönelim, o manzaradan sonra bu evde ne gibi gizlilik ve ilimlerin bulunduğunu, ve ne gibi gerçeklerle karşılaşacağımı öğrenmek istedim, bu evin sahibi olan akıl elimden tutarak şöyle dedi. İşte bu ev helak evidir. Yani yok olma ve düşme evidir. Bu evin beş odası vardı, birinci odada' 4 hazine dolabı vardı. Birinci dolapta üç kilit, İkincisinde keza üç kilit, üçüncüsünde ise 6 kilit dördüncüsünde ise yine üç kilit bulunuyordu. Bunları açıp görmek istedim, ev sahibim mani olarak, Sen önce bütün odaları dolaş hazine dolaplarının yerini öğren ve gör, ondan sonra sıra ile bunları açarsın dedi. Sonra elimden tutarak ikinci odaya geçtik, orada dört dolap gördüm, birinci dolabın 6 kilidi vardı, İkincisinde üç üçüncüsünde 4 dördüncüsünde 6 kilit vardı, ve yine elimden tutarak beni üçüncü odaya götürdü, burada 3 dolap gördüm, birinci dolapta 5 İkincisinde 4, üçüncüsünde 6 kilit bulunuyordu, ve yine elimden tutarak bir kapıdan çıkıp diğer kapıdan içeriye birlikte giriyorduk, böylelikle dördüncü odaya girmiş olduk, burada da 3 dolap vardı, birinci dolapta 7 kilit, İkincisinde 5, üçüncüsünde yine 5 kilit vardı.

Ve yine elimden tutarak evin beşinci odasına girmiş olduk, burada da yine 3 dolap vardı, birincisinde 7 İkincisinde 3 üçüncüsünde 5 kilit bulunuyordu. Burada işimiz bitmiş ve beş odayı da gezmiş ve dolaplarının yerlerini öğrenmiş olduk.

Bundan sonra birinci odaya dönerek orada bu dolaplar içinde emanet edilen ve saklanan hâzineleri görmek istedim.

Birinci dolabın önüne geldiğimiz vakit, kilitlerin üzerinde anahtarlarının asılı olduğunu gördüm. Bazı kilitlerin üzerinde iki veya üç anahtar bulunuyordu. Birinci dolabın birinci kilidi üzerinde üç anahtar gördüm. Her bir anahtarın 400 devir hareketi vardı. Bu hareketleri uygulayarak birinci kilidi açtım. Ve yine aynı dolabın üçüncü kilidinde 3 anahtar asılı idi, bunlar da 400 hareketle açılıyordu, bunu da açtım. İkinci kilide dönerek baktım bu iç içe iki kilit idi, iki anahtarı vardı, her anahtarın 2 devir hareketi ile 4 hareketle açılıyordu bunu da açarak içeri girmiş oldum. Anahtarların devir hareketi sayısınca, bana burada bir çok tehlikeli ilimler göründü. Öyle zan ediyorum ki bunlarla bu güne kadar kimse uğraşmamıştır. Çünkü bunlarla uğraşmış olsalar derhal helak olurlardı. Bu ilimler, fikir erbabından Hüliemaya ait akli ilimler idi, bununla uğraşanlardan bir kısmının sonsuz bir helake gittiğini, ve bazılarını da helake götürürken kurtulduğunu görmüştüm. Bu ilimlerde Şeriat Nurunun hiç bir izi yoktu, bundan dolayı bu ilimlerle uğraşanlara mutluluk haram olmuştur. Çünkü burada Bırakmalılara ait bir çok sihir ilimleri vardı. Bunlardan içtinap etmek için bütün bu ilimleri bir anda öğrenmiş oldum. Bunlara gizli ilimler denir, açıklanmasına imkân yoktur.

Bu ilimde ihtisas sahibi olmak ve bunu öğrenmek için Resu-lüllah efendimizin, sahabeden Yaman oğlu Hazifeyi memur etmişti. Bundan dolayıdır ki, Hazife sahabe arasında gizli ilmin sahibi diye anılırdı. Bu zat bu ilimle nifak ehlini tanır ve bilirdi. Hatta bu cümleden bir gün Hazreti Ömer radıyallahü anhü, bu zata yemin ettirerek böyle bir şeyin olup olmadığını sormuş, hayır yoktur, senden başkasına da bundan sonra söylemem diye cevap vermişlerdi.

Bundan dolayı hazreti Ömer Hazifenin bulunmadığı bir cenazede namaz kılmazdı. Ancak onun bulunduğu ve namaz kıldığı cenaze için namaz kılardı. Bundan dolayı bu ilmi öğrenip ondan çekinip korkanlar mutlu olurlar, bunu öğrenip faydalanmamak için amel edenler ise felakete düşmüş olurlar.

Ben bunu görüp öğrendikten sonra, bununla amel etmemeyi Allah’ın inayetiyle başardım. Bu makamı elde etmek için bizim yolumuzda olanlardan bunun peşinde giden meslekdaşlarım-dan bir çoklarının helake uğradıklarını gördüm. Çünkü bu haznedeki ilimler, nefislere aşık olduğundan, bununla uğraşanlar bunun erbabı olduklarını zan ederek, başa geçmek isterler, nefisler hem cinsine karşı riyaset etmeye istekli olduklarından bu ilimle âlemin karşısına çıkarak, hem kendilerini ve hem de maiyyetlerini delalete ve sapıklığa sürüklemiş olurlar. Bunu bilmeli fakat amelinden kaçınılmalıdır.

Bu birinci dolap muhteviyatını öğrendikten sonra, ikinci dolaba geçtik burada iki kilit üzerinde bir sürü anahtar gördük, üçüncü kilitte ise anahtar yoktu. Birinci kilidin üzerinde üç anahtar vardı, her kilit anahtariyle on harekette açılıyordu. Bunu açtım ikinci kilide geçtim, buradaki kilidin bir anahtarı vardı ve 4 hareketle açılıyordu, bunu da açarak üçüncü kilide geçtim. Orada anahtar olmadığından ne yapacağımı şaşırdım. Ev sahibim akıl bana, anahtarı olmayan her kilide (inne rabbe-ke hüvel fettahül alim) diye okursun dedi, bunu okuyunca kilit açılmış, oldu. O sırada bana anahtarsız kilitlerin anahtarı âlemi gaypte bulunur dediler.

Gerçek olarak dolap açılmıştı. Burada anahtarların devir hareketine göre ve sayısınca, ilimlerin suret ve resimlerini gördüm. Bunların arasında bu anahtarların devir hareket ve sayısından fazla, ilave ilim gördüm ve yanımdakine bunun ne olduğunu sordum. O da bana açıklayarak bunun, bütün ilim ve bilgileri içine alan bir ilimdir. Bütün ilimlere, ilim sermayesi buradan geçer ve bulaşır, dedi.

Burada aklıma büyüklerden, Ebel Maani Elcüveyniy gelmişti. Bu zat ilim bahsinde şöyle konuşurdu. İlimde bir ilim öğrenilir, ve öğrenilen bu ilimle de sair bilgiler Öğrenilmiş olur, derdi. Bu sözü ile elde ettiği ilmiyle, kendisinin bilmediği ilmi elde edeceğini anlatmak istemiştir.

Fakat bu iş onun düşündüğü gibi değildir. İnsan bunu sirayetti o gizli ilimle bilmediği ilmi öğrenebilir, çünkü bütün malumat bu sari ilimden olup, başka bir ilimden gelmez. Bununla ilimler belli olur. Bunu öylece bilin. Çünkü o Ona keşf etmeyi vermiştir, verdiği keşifte mana keşfi olup, suret veya mana keşfi değildir.

İşte bu ikinci dolapta gördüğüm ilimler şunlardır. Burada eşyaların tekevvün ettiği, iktidar ve kuvvet ilimleri ki,o nda kevinlere izafe edilen enzerler zuhur edip, kulların fiillerine infisah eden benzerlerdir. İşte bu ev sari ilmi taşıdığı için bunlara helak hükmü verir. Gerçekler bu bir nisbet ve izafettir. Yoksa benzerin helaki değildir. Bu evin verdiği ve buraca helak olan şey bu fiillerin kullara olan nisbetidir. Hakikatte sari olan bu ilim, Allah’ın fiilleri olduğunu bizlere öğretir. Kulların fiil ve benzeyişleri helakten uzaktır.

İşte bu hareketten dolayı tekevvün ilmiyle her tekevvün eden şeyde, ol yani (kün) gizlilik ilmini öğrenmiş oldum. Bundan sonra altı kilidi bulunan üçüncü dolaba geçtim, anahtarları üzerinde idi. Birinci kilitte bir anahtar vardı bir devir hare-ketile açılıyordu. İkinci kilitte iki devir hareketli iki anahtar vardı, üçüncüsüde onar devir hareketli iki anahtar vardı. Dördüncü kilitte 30 hareketli bir tek anahtar vardı. Beşinci kilitte beş devir hareketli bir anahtar vardı, akıncısında iki devir hareketli iki anah bulunuyordu, bunların tümünü çevirerek dolabı açtım. Burada birbirini ezip kıran bir Cehennem manzarası gördüm. Bu Cehennem ateşinin yeşil bir Cennet bahçesi vardı, yanmakta olan bir kişiyi ateşten çıkarılarak buraya dikiyorlardı, bir saat orada kaldıktan sonra, tekrar ateşe sokuluyordu.

Altı türlü azapla işkence edildikten sonra tekrar o yeşil Cennete çıkarılıyordu. Bu dehşet manzarasından aldığını intiba, o Cennetten içdiğim su benim ismetimdi, bunu nasıl koruyup muhafaza edeceğimi bu dehşet verici azap manzarası bana öğretmişti.

Bundan sonra buradan çıkarak dördüncü dolaba geçtim. Birinci kilitte 6 hendesi şekilde devir ve hareketi olan bir tek anahtar vardı, ikinci kilitte 400 hareketli üç anahtar vardı, üçüncü kilit iç içe bir kilit olup, ki devir hareketiyle dört hareket yapan iki anahtarı vardı, bunları da Allah’ın izniyle açtım, burada birinci dolapta olmayan diğer ilimleri buldum. Burada tehlikeli sıfatları taşıyan zevatın, benzerleri tarafından nasıl helak olacağı ilmi buldum, bundan korunmak için bunuda öğrenmiş oldum. Bu evdeki ilimler dolap anahtarlarının devir ve hareketleri sayısınca bulunmaktadır. Sonradan ev sahibimle birlikte, orada nelerin bulunduğunu görmek üzre ikinci odaya geçerek, buradaki 4 dolaptan birincisinin.önüne geldim. Bunda altı kilit bulunuyordu, birinci kilit 40 haraketli bir tek anahtarla açılıyordu. İkinci kilitte anahtar yoktu, bunu da Hak Te-âlâ’nın adını vermek suretile açtım. Üçüncü kilitte de bir haraketli bir anahtar vardı. Bunu da açtım Dördüncü kilitte de birbirine benzemeyen 900 devir hareketli iki anahtar vardı, bunu da açmış oldum.

Beşinci kilitte ise bendesi 50 devir hareketli iki anahtar vardı, bunu da açtım. Altıncı kilitte ise anahtar yoktu, ve yine burayı Hak Teâlâ’nın adiyle açmış oldum. Bazı keşif erbabı bu dolabın altıncı kilidinde 10 hareketli iki anahtar bulunduğunu söylerle, bu doğru değildir, bunun Anahtarsız olduğu daha gerçektir.

Dolabı açıp baktığım vakit, buradaki ilimlerin, anahtar hareketlerinin sayısınca olduğunu müşahede ettim. Bu dolapta Allah’ını tanımayan ve bilmeyenlerin istinat ettiği Fanilik ilimlerinin bulunduğunu gördüm ve öğrendim. Bu dolaptan çıkarak ikinci dolaba geçtim, bunda üç kilit gördüm, birinci kilitte bir anahtar, ikicisinde iki anahtar, üçüncüsünde bir anahtar, bu anahtarların devir hareketlerinin toplamı 125 idi, böylelikle burayı da açmış oldum, burada diğer ilimlere ancak buradan verilen ilim suretlerini gördüm. Bunlar kuvvetli olanlardı, bir anda hepsini öğrendim ve oradan çıktım.

Oradan üçüncü dolaba geçtim, bunda 4 kilit vardı, 1, 3, 4 kilitler 71 devir hareketli ve birer anahtarı vardı, ikinci kilitte ise anahtar yoktu, Allah’ın adiyle ve üzerlerindeki anahtarlarla belli olan devir ve hareketleri yaparak dolabı açtım. Burada Samiriyi kavmiyle delâlete düşüren ve sonra hidayete erdiren ilim suretlerini gördüm. Bunun şerrinden uzak olmak, ve doğru harekette bulunmakla ne demek olduğunu öğrenmiş oldum, Oradan çıkıp dördüncü dolaba geldim. Bunda 6 kilit vardı. 1, 2, 4, 5 kilitlerde birer anahtar, 3 cü kilitte ise anahtar yoktu. 6 cı kilitte ise iki anahtar bulunuyordu. Bütün bu kilitler 390 devir hareketle açılıyordu. Allah’ın izniyle bunları açtım. Ve dolaba girdim Burada, gördüğüm ilimler ancak cehcli ve çalışmayı göze alarak kazanılan ilimlerdi. Yani bunlar fikir ile idrak edilecek ilimlerdi. Bunları da öğrendikten sonra ev sahibimle birlikte üçüncü odaya geçtik. Burada üç dolap vardı. Bunun birincisinde beş kilit bunun ikinci kilidinde 3, beşincisinde anahtar yoktu, diğer kalan kilitlerde tek anahtar bulunuyordu. Bu tek anahtarla ve Allah’ın adiyle bu kilitleri açarak, dolaba girdim. Burada sıcak ve soğuk çarpması gibi tabiat ve hal ilimlerini buldum. Bunları öğrenerek buradan çıkıp ikinci dolaba geçtim, bunun 4 kilidi vardı, 2, 4, kilitlerin anahtarları yoktu. Birinci kilidin 50 devir ve hareketle açılan iki anahtarı vardı. Üçüncü kilit ise 200 devir ve hareketle açılan bir anahtarı vardı.

Allah’ın adı, ve izniyle bu kilitleri açarak dolaba girdim. Burada korku ve mücadele, şevk ve iştiyak, cehennemin soğuk ateşi olan (zemherir) i değil kızgın ve sıcak ateş olan Sair ilmini görmüş oldum.

Çünkü Cehennemde insan derilerinin yanması ve zemherir-den ve nede sairden olmuş olur. Bu yanma bu iki komşunun imtizacından doğar. Bunlardan her biri buraya azap için getirilene sahip çıkmak istediğinden, aralarında hasıl olan bu çekişme buraya giren insanların derilerinin yanmasına sebep olur. Bu dehşetli bir manzaradır. Bu yanan derilerin bir yenisi ile değiştirilmesi de İlâhi bir çevreye ait olduğu keyfiyeti Nas da gelmiştir. Vücutlar değil deriler değişir. Hak Teâlâ’nm emri değişmez. İşte bu dolaplardaki ilimler bunlardı. Bunları da öğrenerek oradan çıkarak üçüncü dolaba geldim, bunda 6 kilit gördüm. Bir evvelki dolaptaki kilit ve anahtarlara benziyordu, yalnız ikinci kilitte anahtar yoktu. Birinci kilitte iki anahtar vardı, üçüncü kilitte de üç anahtar vardı. Dördüncü ve beşinci kilitlerde birer anahtar vardı. Altıncı kilitte ise iki anahtar vardı. Bu anahtarlar 1137 devir hareketiyle bu kilitleri açıyordu. Allahın adiyle ve bu anahtarlarla bu dolabı açtım.

Burada miraç ve yükselme ilimlerinin bulunduğunu gördüm. Bu ilimler, geçici heveslilere değil can ve gönülden bunları isteyenlere ait idi. Bunlar da ancak riyazet, şevk ve mücadele ile elde edilebilirdi. Bunları da öğrendikten sonra, oradan çıkıp dördüncü odaya geçtim.

Burada üç dolap vardı. Birinci dolap yedi kilitli idi. Bunlardan ikinci kilit anahtarsız idi. Birinci kilidin ise, altı devir hareketiyle açılan bir anahtarı vardı. Üçüncü kilit ise bir anahtarlı olup 40 devir hareketi vardı. Geri kalan kilit vi anahtarların devir ve hareketi 605 idi. Böylelikle bu dolabın anahtarı devir hareketinin toplamı 652 hareket tutuyordu.

Allah’ın izniyle bunların tümünü açtım ve içeri girdim. Burada nikaha ait ilimler vardı. Zevcelerin Allah’a taatı olmadığına, ve kocasına yardımda bulunmadığına göre, ruh tarafından onlara yapılacak muamele, ve bilgilere ait ilimler vardı.

Hatta bu cümleden namaz abdesti alan bir kocaya karısının su dökmede yardım edip edemiyeceği bilgiler de vardı.

Şunu size bildireyim ki, bazı ulema bu fiilde kerahat buldular. Bu cümleden Vehbanı Selmioğlu Nefis bunda kerahat bulunduğunu bizzat peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sel-lem’den öğrenmişti. Ve Bunu da bana haber vermişti.

İşte bütün bunlar bu dolapta bulunan ilimler idi. Oradan çıkarak 2 nci dolaba geçtim. Bunda beş kilit gördüm. İkinci kilit iç içe bir kilit idi. Ve bir anahtarı vardı.. Üçüncü kilit anahtar-sız idi. Birinci kilidin ise bir anahtarı vardı. Keza beşinci kilidin de tek anahtarı vardı. Dördüncü kilidin ise üç anahtarı bulunuyordu.

Bütün anahtarların kilitlerdeki devir hareketi 478 idi. Bunu da açarak içeri girdim. Burada bulduklarım bir evvelki dolaptan biraz farklı olup orada bulunmayan bir kaç ilim fazlalığı vardı.

Buradan çıkıp üçüncü dolaba geçtim. Bu dolabın beş kilidi vardı. Birinci kilidin anahtarı yoktu. İkinci, üçüncü, ve dördüncü kilitlerin birer anahtarları vardı, beş kilidin ise iki anahtarı bulunuyordu.

Bütün bu anahtarların 46 devir hareketi vardı. Bunu da açarak girdim. Orada Cehennemi tutuşturup yakmak için taşlar hakkında bilgiler vardı.

Taşların yekpare soğuk ve katı olması tabiat ilmine aykırı görünür. Fakat Allah’ın emir ve iradeleri İbrahim aleyhissela-ma yetiştiği gibi bu cemadatta da hükmü icra eder. (Ya Nuru kuni herden) buyruğunda olduğu gibidir.

Oradan çıkarak evin son odası olan beşinci odaya geçtim. Bu odada üç dolap vardı. Birinci dolabın 7 kilidi bulunuyordu.

Birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü kilitler ikişer anahtarlı idi. Beşinci ve altıncı kilitlerin ise birer anahtarı vardı.

Yedinci kilidin ise anahtarı yoktu. Bütün bu kilitler 113 devir ve hareketle açılıyordu. Bunu da açmış oldum. Burada bulduklarım ilimleri idrak eden, hissi, hayali, fikri ve bunlardan doğan düşünceleri, ezberlemeyi, ezberlenen! ayrıca cemaatları bilme ve tanıma, ışıkları, ve şeref getiren bilgileri, ruhların göklerdeki akıntı yollarını, hayvanatta, bitkilerde, ve cemadatta tabiatın bunlar üzerindeki etkilerini sağdan esen ve âlemlere gelmiş olan Rahmanın nefesi ilim gibi ve bunlar hakkında bir çok bilgiler vardı.

Bunları öğrendikten sonra oradan çıkıp ikinci dolaba geldim. Burada üç kilit gördüm. Birinci ve üçüncü de birer anahtar vardı, ikinci kilitte ise iki anahtar vardı. Bu anahtarlar bu kilitleri 40 devir ve hareketlerle açıyordu.

Bunu da açtım ve içeri girdim. Burada Allah ehline mahsus var olmanın umumî sebepleri, Allah’a izafe edilen ve itimat edilen iniş sebepleri ve bunları terk edenlerin Allah kapusun-dan koğuması, gibi, insanları şerefleriyle zahit yapan ilimler dolu idi.

Burada hükmi şeriat ilimleri olmayıp Allah tarafından inzal edilen şeriatlara ait, ilim ve bilgiler vardı. Bunları da öğrendikten sonra üçüncü ve son dolaba geçtim. Burada beş kilit gördüm. Bu kilitlerin birer anahtarları vardı. Bu kilitler bu anahtarları 434 devir ve hareketiyle açılıyordu.

Bunu da açtım ve girdim. Burada birbirini saran ve kucaklayan ilimleri gördüm.

Meselâ, ruhların cesedlere sarılıp kucaklaşması, seven ve sevilenlerin bir birine sarılması, ayakların bir birine dolanıp karışması, ve bilhassa, Lam Harfinin Elif harfiyle sarılıp dürülmesi, gibi bir çok ve birbirini ilgilendiren ilimler vardı.

İşte bu dolap bütün bu bilgi ve ilimleri içine almıştı. Böylelikle bu ilahi evin içinde bulunan ve saklı olan ilimleri gördüğüm gibi sîzlere anlatmış oldum.

Hak Tealâ bu yönde:

“Ve in min şey'in illâ i'ndenâ hazâinühu ve mâ nünez-zilühu illâ bikaderin maglûmin.”

bunun manası, bizde bir şey yoktur ki hâzinesi veya dolabı olmuş olmasın, lüzumlu olanları miktarlariyle birlikte buradan indiririz.

Bu İlâhi eve girerken yalnız bir odaya girmemiştim. Bu odada bir koridorun üzerinde idi. Ve bu oda kimseye açılmamıştı, fakat Hak Teâlâ bunu bana açtı. Burada bu kitapta yazmış olduğum bilcümle dolap ve ilahi hâzinelerin anahtarları vardı.

Allah doğruyu söyler ve hidayete erdirir.

KARANLIK BULUT VE DUMAN İÇİNDE BULUNAN ARŞ HAKKINDA BİLGİLER

Şunu bilin ki, Hak Teâlâ kendinde bir şey yok iken mevcudiyet sıfatiyle sıfatlanmıştır. Mümkünlerden vücud bulma sıfatını taşır, diye bilirim ki, Hak Teâlâ mevcudiyetin ta kendisidir.

Bir konuşmasında Resulüllah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, Allah vardı, fakat bir şeyi yoktu, âemde bir şey bulunmaz iken Allah vardı, buyurmuşlardır. Kendi nefsinin mevcudiyetini bu sözle hatırlatmıştır. Allah Teâlâ cümle âleme kendini tanıtmasını arzulamıştır. İşte bu tanıtma ancak özel bir şekilde olabilirdi. Hak Teâlâ kendi nefsi, ve kimliği bakımından bilinmez, bu bilinmemezlik ve görünmemezlik keyfiyetine ilim denilmiştir. Eba Bekir elsıddık’m açık ve manalı bir sözü vardır hazret der ki, İdrakin idrak edilmesine idrak id-raktan acizdir, buyurmuşlardır. Bu kelâmdan anlaşılan, var olmada bilinmeyen bir emir ve olay var ki, o da Allah suphanehü ve Teâlâ’dır.

Ezelden beri mevcudiyetini sürdürmek için Vacibil vücudun, özellikle mümkün olan şeylerde, mevcudiyeti olmayan sabit benzerleri vardır. Hak Teâlâ bizlere hitab ederse, bunu sabit bir vücuddan değil, semi olarak duymuş oluruz. Çünkü onda temsil kuvveti olduğu gibi, ilimde ve görmede de subut bulmuş fakat vucud bulmayan muhakkak bir hükmü ve nüfuzu vardır. O da kendisini sabit bir görüşle görmektedir.

Hak Teâlâ muhabbet sıfatiyle sıfatlandığı cihetle, muhabbetle sıfatlanan zatta kendi nefsini rahmetle sıfatlanmış olduğunu görür ve his eder. Bundan dolayı nefes alan kişi, teneffüs etmede kendinde bir rahatlık hisseder. Nefes almada insanın içine giren ve çıkan nefes, ol kişinin nefsi için bir rahmet olmuş olur.

İşte Hak Teâlâ’dan ancak rahmet sudur eder, bu rahmet her şeyi içine alacak genişlikte olup, bütün âleme verilmiştir.

Hak Teâlâ’nm evvelki zati şekli, buluta benzer bir duman şeklinde olmasıdır. Bu içinde rahmet dolup taşan rahmani bir buhardır. O bizzat rahmetin gözüdür. Bu rahmet dumanı Hak varlığının kabul ettiği bir zarftır. Bu dumanın cevheri rahatlıktan doğan ruh şekillerini kabul etmiştir. Bu ruhlar sadık ruhlardır, ancak kendilerinin zuhur ettiği cevheri tanıyorlardı. O her şeyin aslı ve hakkın batini gizliliği idi .

Batıni hükmünden âlemin zuhuru imkânsızdır. İşte bu ilk dumanda rahmanın zahiri adı olmuştur.

Kendi nefsini başta görerek, İlmî ve özel bir tecelli ile ruhî şekillerden birini seçmiştir. Hazır ve kendine yakın olan ruhlar dahi onu kıyamete kadar bilmeyeceklerdir. Hak Teâlâ zatında öyle bir kuvvet buldu ki bununla diğer ruhlara üstün geldi. O onları gördüğü halde, onlar, birbirlerini görmedikleri gibi, onu da göremez oldular. Hak Teâlâ kendi nefsini bu ruhlarla yüklenmiş buldu. Bulduğu ve yarattığı bu kuvvetle nasıl çıktığını ve var olduğunu anlamıştı. Bu anlayış ilim idi. İlimde makul gerçekler bulunduğunu anlayarak, bunu akıl ettiği için bunu makulat olarak adlandırdı.

Bu fark kendi nefsinde belli olunca bu makullerin her birinin diğerine benzemediğini gördü. Bunlar ancak Hakka ait bilgiler olup nefsinde makul olanlardı. Bunların hükmünü hak da gösterecek, İlâhi adlarla adlandırıp ona intisap edecek, vucubül vücudda, mevcudiyetleri olmadığı gibi imkânı mevcudiyetleri de yok idi .

Bu adlar kendisine ezelden beri intisabı olduğundan, hakka nisbeti vardı. Ayrıca hakkın hükmünden zuhur eden mahluka-ta da intisabı vardır. Bu çok eski ezelî ve ebedî bir olaydır.

Böylelikle Hak Teâlâ’nm mahlukatmdan bu akıl vücud bulmuştur. Hak Teâlâ’nm bu âlemi duman ve bulut içinde gizli olarak yarattığını bu akıl öğrenmiş oldu. Ve bu dumanın Rahmanın nefesi olduğunu gördü. Nazarî ilimde adlandıracak üçüncü bir emrin çıkması için iki emrin öncelikle bulunduğunu söyledi, işte bu üçüncü emir daha evvelki iki emrin çiftleşmesiyle meydana gelen bir emirdi. Sonra hakta gördüğünü gizli ve yakın ruhlarda görmedi. Bu sebeple kendisinin diğer ruhlardan, fazla hakka yakın olduğunu gördü. Bu akıl duman içerisinde hakkın kâmil ve tam bir insan şeklini ve suretini bir şahıs gölgesi görmüş oldu ki, onun yanında kendi nefsini o derece eksik buldu ve gördü. Ondan ne çeşidli âlemlerin tekevvün edeceğini, dünyada dahi ne gibi şeylerin doğacağını öğrenmiş ve bilmiş oldu. Bu fikirle kâmil bir insanda bulunan insanlık kemal derecelerini elde etmeğe çalıştı.

Bir insanın kemali fiiliyle ölçülür, bu kemal fiili de, kuvvet ve birinci akıl birleşerek vücuda gelir.

Kuvvet ve fiil olmasaydı mevcudiyyet olmazdı. Bundan dolayı kudretinin kemaliyle sıfatlanmak için âlemi olduğu gibi bulup kuvvetten fiile çıkarmış oldu. Eğer mümkünlerin tümünü icad etmek imkânını bulsaydı, bu mümkünlerden Ademle sıfatlanmış icad etmedik bir tek şey dahi bırakmazdı. Hak Teâlâ kendi zatında iki gölge gördü. Turun yanı başında Musa’ya tecelli ettiği gibi, bu akla da sağ taraftan ilahi tecelli zuhur etti. Allah Teâlâ’nın azaptan uzak uzatılmış rahmet taşıyan iki mübarek eli vardır. Bununla rahmeti yayar ve toplar.

İşte o akim zatından uzunun gölge o tecellinin nurundan olmuştur, ki bu da Levhi Mahfuz veya Zati tabiattır.

Bununla beraber orada bunun tümüne (hayat ,ilim, irade, söz) denilir. Cisimlerde ise buna sıcaklık, soğukluk, kuruluk, rutubet adı verilir. Rükünlerde ise bunlara âteş, hava, su, toprak adı verilir. Canlılarda yani hayvanlarda ise buna, siyahlık, sarılık, balgam, kan, denilir ki, bunların tümünde benzerlik birdir yalnız bunlardaki hüküm değişiktir.

Bütün bunlardan sonra akıl çehresini o dumana çevirerek orada kendinden neler kaldığını görmek istedi. Fakat hiç bir' suretin zuhur etmediğini görmüş oldu. Orayı şekillerle aydınlatarak oraya baktı, orayı halis bir zulmet ve karanlık içinde olduğunu görmüş oldu.

Şunu bil ki, sen ne vakit gölgenle birleşirsen sana ilahi tecelli yayılır. Tecelli nuru yayılınca gölgesi ona döner ve onunla birleşir. Bu da ona manevî bir nikâh olarak arşın sudurunu hazırlamış olur.

Hak Teâlâ’nm:

“A'lelarşistevâ.”

Bu sözüyle Rahmanın arşın üzerine çıkıp oturduğunu anlatır.

Şunu bilmeli ki, Hak Teâlâ insana kendi vücudundan daha yakındır.

ARŞ, KÜRSÜ, İKİ AYAK KADEMESİ ARŞIN KURULDUĞU SU, HAVAYI TAŞIYAN SU, ZULMETTEN NEŞET EDEN SUYU TUTAN HAVA HAKKINDA BİLGİLER

Şunu bil ki, bu zulmet gizliliğin zulmetidir. İçinde bulduğunu görmeyelim diye burası karanlığa boğulmuştur. Bu zifiri karanlığın adıda zulmettir.

Gözlerimiz bu zulmetten sıyrılıp çıkan bir şeyi ancak görebilir. Bu zulmet gizliliğin aynası da, âlemde ne şekiller çıkarsa bizler onu görmüş ve ona bakmış oluruz, ki bu gördüklerimizin gizlilik aynasından olduğunu dahi bilemeyiz. Hak Teâlâ’ya göre bu bir aynadır. Hak Teâlâ bu aynaya tecelli ederse, âlemin şekil ve benzerleri, bu aynaya basılmış ve şekillenmiş olur.

Allahü Zülcelâl tecellisinde berdevamdır. Bütün âlemin suret ve şekilleri bu gizlilikte ve bu zulmet içinde bulunmaktadır. Hak Teâlâ’nm Arşı da işte bu zulmet içinde bulunmaktadır. Bu dört ayaklı bir karyoladır. Dört yüzü ve yönü vardır. Bu dört yönün her bir yönünde bir çok aslî mesnetler vardır. Bu arşın yeri değirmi ve içe doğru bir çöküntü şeklindedir. Bunun etrafında da kürsü, felekler, cennetler, semalar, rükünler, ve doğurucuları vardır.

Bütün bunları yarattıktan sonra Rahman arşın üstüne çıkıp oturmuştur. O bütünü ile bir rahmettir. Bu rahmet de bu duman ve zulmet içinde bir surettir.

Bunun babası akıl, anası da nefestir. Çünkü ana ve baba çocuklarına rahmet ve şefkatle baktıklarında o da arşa rahmetle dolu olarak oturmuştur. Hak Teâlâ merhametçilerin en merhametlisidir. Akıl ile neles ise Allah’ta ikramcı olarak bulunurlar. Allah’ın iki sevgilisidirler. Bu sebeple bir şey zuhur etmez ki, içinde rahmeti olmasın. Rahmetsiz zuhur eden bir şeyi yoktur.

Hak Teâlâ’nm zahirî görünüşü azap olmakla, batınî görünüşü ise sırf rahmettir.

Hak Teâlâ yeri yarattı, yerdeki lüzumlu şeyleri var ettikten sonra, gökleri yarattı her göğe lâzım olan emir ve vahiylerini verdikten sonra kâinatın temellerini de düzene soktuktan sonra ve tekevvün edecek şeylerin bir halden bir hale intikallerini sıraladıktan sonra arşa yükselip oturmuştur. Bütün bu yaptıklarını zevk ve haz alarak yapmıştır. Bizler yani Allah ehli olanlar, nasıl etrafını zevk ve hazla uyarıyorsa, bu öğretilen ve zevkle etrafa tatbik edilen bu öğretim, ne bir fikirden ve ne de bir şeyi hazırlayıp tedbirden çıkmamaktadır. Bizler bunu ancak İlâhi bir zevk duyduğumuzdan yapmaktayız. O bizlere bunları ihsan etmiştir. Bizlere kadar inen odur, evden ve inişten ayrılmayan odur. O, bir şeyin haline göre, her şeyle beraberin

İşte onun bu yönünü kayd ettiğim gice, Hak Teâlâ bana vakıa olarak dörtte bir insan boyunda beyaz kızıl saçlı bir adam gösterdi, bu kilsi o anda iki ellerimin arasında oturuyordu. Ve sakin duruyordu. O sırada Hak Teâlâ’dan bana bir kitap gelerek, bu kişi kullarımızdan biridir, terazindeki amellerin artsın diye onu sana gönderdim, ona faydalı ol, buyurdular. Hak Teâlâ’ya bunun kim olduğunu sordum, bana bu kişi Ebu Abbas Bin Cudi’dir, beşerratta oturur buyurdular. Ben ise o anda Şam’da bulunuyordum. Hak Teâlâ’ya dönüp, ey Rabbim, bu zat benden nasıl faydalanır o nerede ben neredeyim dedim. O bana seni ona nasıl, gösterdimse onu da sana öylece göstermiş oluyorum. Sen onunla konuş o senden faydalanır buyurdular. İşte sen nasıl onu görüyorsan o da seni görüyor, konuş bakalım o senin hitabını işidir duyar, sen ne söyler isen o da onu söyleyecektir, sana şunları söylüyor, Şam’da bir er kişi gördüm adı Muhammed Bin Arabi idi. Bir hususta bana bir şey teklif edip yükledi fakat o şey ben de yoktu, o benim hocamdı dedi. Bu sefer ona dönerek Ey Eba Abbas bu sözünle şimdi ne arzularsın ne istersin diye sordum. Kendisi bana bütün gücümle o istek için çalışıp duruyorum. Bana bu yön Hak Teâlâ tarafından açıklanınca istenen kişi olduğunu anlayarak, sarf etmiş olduğum emek ve yorgunluk üstümden kalktığından rahata kavuştum dedi.

Ben de ona, Ey kardeşim, şehadetiyle tamam olarak Hak Teâlâ vasıl olan senden daha hayırlı kimse var mıdır Şimdi sen Hak Teâlâ’ya şöyle bir münacatta bulun ve hitap et (Babbi zed-ni İlmen) Allah’ım benim bilgilerimi artır diye yalvar. Bu dünya hep teklif ve talep evidir, rahatlık ne arar, doğrusu ya senin sözünden ben bir şey anlamadım. Yalnız isteğinin ben olduğumu anlamış oldum. Dünyadaki çalışmalarını ve yorgunluklarını mı unutmak istiyorsun, hayır; bu dünya rahat ve istirahat dünyası değildir. Bir şeye mi çalıştın ve onda muvaffak oldun, arkasını bırakma, ikinci bir şeye bak, boş vakit geçirme, burası Ahiretin bir tarlasıdır. Tarlanı boş bırakma ek, yetişir, uğraş, yorul, Allah’a yaklaş vaktini boş geçirme, işte bulunduğumuz evin hali böyledir dedim.

Bunun üzerine bu anlattıklarımdan dolayı bana teşekkür ederek ayrıldı, Allah’ın ona ve bizlere verdiği inayete bakın!

Şimdi mevzuumuza dönelim, Hak Teâlâ arşın etrafında tavaf eden ve arş nurundan yarattığı melaikeler vardır. Bunların arasından dört melâikeye arşın dört ayağını taşıma ödevi vermiştir. Dört kaideden her birinin iki yana yönü vardır. Bunların erkânını da rütbe yönünden birbirinden üstün yaratmıştır.

Hak Teâlâ’ya şükürler olsun ki, beni bu rükünlerin en faziletlisi kılıp o azametli arşın taşıyıcılarından kılmıştır.

Şunu da ilâve edeyim ki, Hak Teâlâ arşı taşıyacak melaikeler yarattığı gibi, insan sınıfından suretler vardır ki, bunları da arşı taşımaya memur etmiştir. İşte bu insan sınıfından olan en kıymetli temellerden ve taşıyanlardan birisi de benim.

Benim, bulunduğum ve taşıdığım kısımda Rahmanın rahmet hâzineleri vardır. Bu sebeple beni de şiddetli yaratmasına rağmen, merhametli kılmıştır. Şunu da biliyorum ki, her şiddette bir gevşeklik vardır, Hiç bir azab yoktur ki sonunda merhamet olmasın, sıkılan bir şey yoktur ki sonradan genişlemesin, her darlığın da bir bolluğu vardır, işte esaslı olarak bu iki yönü öğrenmiş oldum.

Sağımdaki kaide ise rahmettir. Solumdaki direk ise, şiddet ve kahır kaidesidir. Tam karşımdaki dördüncü direk ise, benim kaidemden taşanların intikal yeridir. Rahmet ve şiddetten fazla olanlar orada nur ve zulmet olarak görülür, bunun içinde hem şiddet ve hem de rahmet vardır. Arşın her iki esas direğinin arasında bir ilâve direk vardır ki, bunlar sekiz kaide teşkil eder. Bu dördünün şimdilik taşıyıcıları yoktur!

Ahiret günü Hak Tealâ’nm emirleriyle sekiz taşıyıcısı olmuş olur. Arşın istinatgahları arası nurla süslenmiştir. Arşın çöküntü kısmiyle kürsü arasında geniş bir feza boşluğu, ve yanmakta olan bir hava vardır.

Bu feza boşluğunda arşın köşe ve bucaklarında Âdem oğlundan evliyalar bir yandan bir yana uçuşmaktadır. Arşın ayakları ise donmuş su üzerindedir ki, bu soğukluk rahmete izafe edilir.

Bunun böyle olduğunu peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz anlatmışlardır.

İşte bu donmuş suyun yeri soğuk hava üzerindedir. Suyu donduran bu hava olmuştur. Bu soğuk havada bizatihi gizli olan zulmettir. Bu zulmetin ne olduğunu Allah’tan başka bir kimse bilmez.

Şayet arzımız başka bir arzla değişecek olsa insanlar bu zulmet köprüsünde duracaklardır. Bu değişme gözde değil yerin sıfatında olacaktır, o vakit arzımız fesat yeri değil doğruluk yeri olarak kalacaktır. Yerin şekli ise girintisiz çıkıntısız, dümdüz bir hal alacaktır. Bu yönün açıklaması Allah’ın izniyle sonraki derslerde yapılacaktır. îşte Hak Teâlâ kürsüyü bu arşın boşluğunda yaratmıştır. Şekil itibariyle dörtgene benzemektedir. Bunu halk ettikten sonra ayaklarını oraya uzatıp sarkıtmıştır. Arşta bulunan ve manayı içine alan rahmet kelimesi, kürsüde rahmet ve terletici sıkıcı gazap olarak ikiye ayrıldığını görürüz. Çünkü âlemde ne olacak ve ne yapılacaksa lüzumlu emirler buradan verilir.

Meselâ âlemleri sıkmak ve yaymak, ve bunların zıdlarını vücuda getirmek, meselâ izaz etmek ve tezlil etmek, sıkmak ve yaymak, veren ve mani olan gibi şeyler ki, bütün bunlar Hak Teâlâ’mn rahmet kelimesinin ayrılmasından ileri gelmiştir.

Rahman arşa çıkınca iki ayağı da kürsüde olmuş olur. Kürsü bu çıkışın rahatlık yeridir. Oraya basan ayaklar bu sıfatları taşır ki, bunlar da sübut kademi, sıdık kademi, cebbar kademi, cebir kademi ve ihtiyarî kademdir. Bu son iki kademin İlâhî ilimde bir çok dereceleri vardır. Bu kürsünün yeri de yine donmuş su üzerindedir. Bu kürsünün, boşluğunda arşta olduğu gibi sema ve erkandan cümle mahlûkat vardır. Ayrıca da rahmet bölmesinden buraya ait melâikeler vardır, bu bahis çok uzundur, öz olarak size arş ve kürsü hakkında bu kadar malûmat yeter.

 

ATLAS FELEK, BURÇLAR, CENNETLER TUBA AĞACI KEVKEPLERLE DOLU FELEĞİN DÜZEYİ

Şunu bil ki, Hak Teâlâ daha evvel anlattığımız kürsü içinde şeffaf yuvarlak dairevî bir cisim yaratmıştır. Bunu da on iki eşit parçaya ayırmıştır. Bu parçalara Burçlar adını vermiştir.

Kitabında bütün ayrmtılariyle bizlere anlattığı burçlar bunlardır.

“Vessemâi zâtilbürûci”

Bu burçlar sulu ve topraklı, havalı ve ateşli unsurlardan mürekkep olup, tıpkı dünya ehlinin unsurları gibidir. Hak Teâlâ her bir burçta Cennet ehlinden bir melâikeyi orada iskân ettirir. İşte bu burçlardan Cennetlerde tekevvün edecek şeyler tekevvün eder. Tekevvün etmiyecek olanlar da tekevvün etmez, bozulacak olan bozulur, bozulmayacak olan da bozulmaz.

Bozulmalar, karşılıkların tümü bu burçların değişmesiyle ve kurulan düzenin bozulmasiyle olmuş olur.

İmamcılar bu 12 burcu oniki imama intisap ettirirler. Bu doğru veya yanlış olabilir. Gerçek olarak bütün âlemin öncülüğünü bu oniki burçta bulunan on iki melâike yapmaktadır. Böylelikle bu 12 burç âlemlerin gerçek olarak imamlığını yapmaktadır. Bu oniki melâike yerlerinde sabit olup tekevvün itibariyle bulundukları menzillerden hiç bir sebepe değiştirilemezler. Bunların aldıkları yardım ve imdatlar onlara oralardan geldiğini his edemezler.

Arşın esası dört kaide üzerinde oturtulmuş olduğundan, bu burçlar oniki olmasına rağmen dört mertebe üzerinde bulunmaktadırlar.

Fakat bu konak ve duraklar üçtür. Bunlar Dünya, Berzah ve Ahiret’tir. Bu konaklardan her bir konağın, dört menzili vardır, bu konaklarda bunların hükmü geçer. Şayet bu üç konağı 4 ilâ çarpacak olursanız, bundan 12 kısım çıkar ki, bunlar da 12 burca delâlet etmiş olur. Dünyamız Ahiret günü ateşe döneceği cihetle bu dört menzilin hükmü üzerinde kalmış olur. Cennet çarşısındaki Berzahta bu 4 menzilin etkisi altındadır. Cennet de bu dördün etkisi altındadır.

Bunlardan Oğlak, Arslan, Yaya burçları, dört menzilin etkisi altında bulunmakla beraber, aynı mizaç ve onlarla aynı mertebededir, Öküz, Başak ve Keçi burcu da başka mertebede hâkimdirler. İkizler, Terazi, Kova burçlan ise başka mertebede ve hâkimdirler. Yengeç, Akrep, Balık burçları da başka bir mertebede hâkimdirler. Bu üçlü burçlardan ayrı ayrı her bir burcun tabiatı ve mizacı birbirine benzediği gibi, hüküm menzilleri ise üçtür.

Bunlar dört hâkim vali olarak bir menzilde bulunurlar. Bunlardan her biri o menzilde tam olarak hükmü geçer.

Nitekim yedi Hunnüs ve Künnus ecrammdan her biri gece ve gündüzü yapmaktadırlar ve bunun sahibi ve hâkimidirler. Fakat geri kalan cürümlerin sahipleri ise gündüz ve geceyi yapanla birlikte hükümleri geçmiş olur. Ancak bu cemaatten ayrılmak isteyenler, günün ilk saatmda ve 8. ci saatmda başlı başına ayrılabilir. Keza gece ile ahirette bunun gibidir. Arslan burcu onların olduğu gibi, dünyamnki ise yengeç burcudur ki bu değişebilir. Burada arslan burcu sabit burçlardandır. Bu on iki burçtan her birinin onda hükmü Vardır.

Dünyamız ise yengeç burcunun hâkimiyeti ve ona aidiyeti olmakla beraber diğer burçların da burada hüküm ve etkisi eksik olamaz.

Berzah âlemi başak burcunun etki ve hükmü altında bulunmakla beraber diğer burçların da buraya ayrı ayrı etkisi vardır.

Ortada üçüncü bir menzil kalıyor ki, bu da dünyamızın ateşe dönmesidir. Gerçek olarak dünyamızın sahibi yengeç burcu olmakla, ateşe dönmesi halinde, artık yengeç burcunun hükmü ve etkisi kalmayıp, onun yerini ve hâkimiyetini Terazi burcuyla birlikte diğer burçların etki ve hâkimiyeti altına girmiş olur.

Şuna bakın ki, burada ne tuhaf şeyler göreceksiniz? Meselâ, Cehennem ateşine düşenlerin azabı sona erdiği vakit, artık ve orada Terazi burcunun hükmü ve etkisi kalmayıp bunu ikizler burcu teslim almış olur. Bununla birlikte diğer burçların da etkisi iştirakleri vardır.

Hak Teâlâ bu Atlas feleği hâkim ve valileriyle çevirdiği vakit, bu çevirmenin sonunu gece ve gündüzü olmayan tam bir gün olarak yapmıştı. Bunun içindekileri de dönme hareketiyle birlikte yapmıştı, fcmir ve vahiylerini mümessillerine hükümde bulunmaları için vermiştir ki, bu hüküm ve emirler muayyen ve belli bir müddet için kendilerine verilmiştir. Bu müddet ve vakitler, Dünyevî, Uhrevî ve Berzahı, menzillerde değişik olurlar.

Şu var ki, Berzahî müddet en hızlı, ve hükmü en çok olan olduğu gibi, onu da günlerine göre sivriltmiş ve yüceltmiştir. Orada günler dahi farklıdır. Bir gün olur yarım devre ile geçer, gün olur ki tam devre ile geçer. Gün olur ki 28 devre ile tamam olur. Yükselmedeki günlerde bu artar şahsî işlerde bunlar eksilmiş olur.

Bu değişiklik iki gün arasında değişen günlerin dereceleri vardır. Hak Teâlâ bu oniki burcun mümessili olan her bir melâ-ikeye otuz ilim hâzinesi vermiştir. Her hâzinenin bir dolabı vardır. Her bir dolap sonsuz, tükenmeyen ilimleri içinde bulundurur, işte bunlar hakkında Hak Teâlâ:

“Ve in min şey'in illâ i'ndenâ hazâinehu ve mâ nünez-zilühu illâ bikaderin ma'lûmin.”

buyuruyorlar. İşte bu burçlardaki melâikeler, kâinatta lüzumlu olan şeyleri bu dolaplardan alarak indirmiş olurlar.

Her dolaptan indirilen ilim ve bilgiler, aşağıda bir gün kalarak tekrar yerine dönmüş olur. Bazıları ise indirildikten 100 sene sonra dolaplarına dönmüş olurlar. Burada inen ve çıkan ilim ve bilgiler bir gün ile 100 sene arasında değişir. Burada gün dediğim şey, bu Atlas feleğin hareketi kadardır, Her sene bu felek hareketinin 360 günü olacağından 100 senenin kaç gün ettiğini siz hesap ediniz. Bunu da öylece bilmiş olursunuz.

Talimler ehli tarafından bu hazineler feleğin dereceleri diye adlandırılır. Buraya inenlerde, komşuları ve menzilleri ve menzillerden sabit ve yükselmiş olan ve bu dolaplardan hasıl olan İlâhî ilimler gibi, âlemde etkisi olanlardır. Yere nisbetle, ve diğer 7 komşu ve şerî hareketli kevkeplere nazaran ağır hareketli olan kevkeplere sabit kevkepler diyoruz. Cennet ve Cehennem ehline nezaket hakkı bu oniki burca verilmiştir. Cennetteki hükümler hep bu 12 burçtan çıkmış olur.

Fakat dünya ve ateş ehli ise hiç bir hükme tabi olmayarak inen mümessillerle idare edilirler.

Cennetlerdeki tekevvünden tutun da, yemek ve içmek, nikâh ve hareket, sükûn ve ölüm, değişiklik ve şehvet gibi şeyler, olup ve bitenler! ve ne çıkmış olursa hepsi o hâzinelerden inen ilimlerle ve 12 mümessilin elleriyle ve Allah’ın izniyle yapılır.

Aden Cenneti istisna edilerek diğer Cennetleri bu 12 mümessil bina etmişlerdir. Çünkü cennet-i Adeni Hak Teâlâ kendi eliyle halk etmiş ve kendi padişahlığına bir kale olarak yapmıştır.

Bu Cennetin sonsuz alanlarında. Misk’den mamul kum tepeleri yapmıştır. Hak Teâlâ zahirî olarak kendini bu suretle Misk olarak göstermiş olur. Ve hayvani görüşlerin zahirî örtüsü olmuş olur. Bu misk yığıntıları üzerinde kendi elleriyle Tuba denilen cennet ağaçları dikmiş olur. İşte Allah Teâlâ bu Cennet ağaçlariyle kendi Cenneti olan Aden cennetini süslemiştir. Bu ağaçlar o kadar yüksektir ki, kendi surlarını aşmış ve etrafa yayılmıştır. Bu ağaçların dalları sari Cennetlere kadar uzanmış olur ki, bunun dallarındaki meyveler yenecek bir nesneden olmayıp, cennet ehlini süsleyecek ziynet meyveleri vermiş olurlar.

Cennet ehlinin elbiselerine gelince, bunlar dokumadan yapılmış kumaşlardan olmayıp Cennet mamûllerindendir. Nasıl ki, dünyada gül toplamak kasdiyle bir gül bahçesine dalıp gül topladığımızda elbiselerinizin kolları gül dikeninden paralanırsa, cennet ehlinin de elbiseleri bu Tuba ağacının ziynetlerini toplarken paralanmış olur.

Günün birinde (sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz halka) hutbede bulunurken adamın biri içeri girerek; Ya Resulüllah! Cennet ehlinin elibeseleri kendiliğinden mi halk olur veya dokuma mıdır? Diye sorunca orada bulunanlar bu soruya gülmüşlerdir. Resulüllah efendimiz bu gülenlere, şayet bir cahil kişi bir âlime bir şey soracak olursa buna gülmek mi icab eder diyerek soru sahibine Cennet meyvesinden yapılır buyurmuşlardır.

O vakit orada bulunup gülenler de bilmedikleri bu yönü anlamış ve bilmiş oldular.

Her Cennet ile diğer Cennet arasını çevreleyen bir sur vardır. Her Cennet kendini manasiyle adlandırmıştır. 3 nolu şekilde bu cennetlerin mevkilerini ve yerlerini adlariyle ve sırasiyle göstermiş olduk.

Bunların en yükseği Vesile cennetidir ki, bu Cennet Aden Cennetiyle diğer Cennetleri içine almıştır.

Burası Resulüllah efendimize tahsis edilmiştir. Bu Vesile cennetinin her cennette bir suret ve resmi vardır. Resulüllah efendimize bu cennetin verilmesi sebebi ise Allah’ın bir hikmet olarak ümmetine olan duasını kazandırmıştır. Hak Teâlâ bu Vesile cennetinin yerini yuvarlak ve mükevkep felek sathında yapmıştır, ki bu satıh (yüzey) Cehennem ateşinin damı olmuş olur. Bunun hakkında da gelecek derslerimizde geniş açıklamalar yapacağım.

Hak Teâlâ her Cennette Esmaül Hüsnası sayısınca 100 ba- ■ samak yapmıştır. Hak Teâlâ’nın azametli bir adı vardır ki, Hak Teâlâ bu adiyle âlemde temayüz edecektir. Bu ad ile özellikle Vesile cennetine nezaret etmektedir. Hak Teâlâ’nın bu azametli adının her cennette bir kemâl hükmü vardır. Bunu öyle bil.

Cennet evlerine gelince ve bildirildiğine göre bunların sayısı Kukan âyetlerinin sayısmcadır.

Allaha şükürler olsun ki, bunu da bu âyetleri okumakla kazanmış olduk. Bizlere bildirilmeyen menzileri de ihtisas cennetinde ihtisasımızla elde etmiş olduk. Miraç yolundan ise ateş ehlinin cennetini elde etmiş oluyoruz ki, bunlar buranın aile-sindendir.

Cennet kapıları teklif azasınm sayısına göre 8’dir. Aldığımız haberlerden Resulüllah efendimiz bu yönde, şayet bir kişi ab-dest alıp ve nefsini unutarak, yani nefsiyle konuşmayarak iki rekât namaz kılarsa, cennetin sekiz kapısı da ona açılarak istediği kapıdan içeriye girmiş olur buyurmuşlardır. Bunun üzerine Hazreti Ebû Bekir bir soru sormuş ne için sekiz kapıdan birden girilmesin diye sorunca, o vakit Resulüllah efendimiz Hazreti Ebû Bekirin sorusunu doğrulamış, bu hal ile namaz kılan kişi sekiz cennet kapılarından bir anda içeri girer haberini vermiştir.

Çünkü insanda her uzvun bir kapısı vardır. İnsan uzuvları ise sekizdir. Göz, kulak, dil, eller, karın, mahrem uzuv ayaklar ve kalptir. İşte yukarıdaki hal üzere amel edenler bu kapılar-

dan sekiz uzuv ile aynı anda girmiş olur. Çünkü insanın ahiret neş’eti Berzah neş’eti gibidir. İnsanın iç âlemi yani Batını kendine göre bir hayaldir. Cennetlerin 79 eriği (mürdüm) vardır. Bu erik ağaçlarının yetmişten fazla dalları vardır ki, bunlar iman dallarıdır. Her iman dalının cennete bir yolu vardır. Cennet ehlinin Her cennette yeri vardır. Ateş, ehli ise ateşten çıkmayanlardır. Mana bakımından bütün cenrietleri bildikleri halde, yalnız iki cennetin manasını bilemezler bunlar Firdevs ile Vesile cennetidir, ki buraya hiç bir zaman ayak basamazlar. Çünkü bütün cennetlerin cehennemde bir benzeri vardır, ancak ismi geçen iki cennetin orada benzeri yoktur.

Hak Tealâ 300 ahlâkla sıfatlanmıştır. Mü’min olsun kâfir olsun bir insan Allah’ın bu.. 300 ahlâkından biriyle ahlâklanmış olur. Hak Teâlâ’nın bütün ahlâkları birbirinden güzel ve iyidir. İşte bu güzel ahlâkla sıfatlanan kimse, yerine göre bunu kullanırsa iyilik yapmışsa iyilik, bu güzel ahlâkı kötü kullanmış ise cezasını mutak görecektir. Allah'doğruyu söyler ve hidâyete erdirir.

KEVKEBLERLE DOLU YUVARLAK FELEK, SEMÂLARIN KUBBELERİ ÜZERİNDE BULUNAN ARZIMI, ÜÇ ESAS RÜKÜN, SEMALRI TUTAN DİREK, MADEN NEBAT, HAYVAN İNSAN HAKKINDA BİLGİLER

Bu kevkeplerle dolu feleğin konaklan ve bu semalar ve arzımızın bütünlüğü esas rükünler, ve doğurucular, ve arzımıza düşmemesi için sema kubbelerini tutan direkler, insanların Allah’ına karşı küfranı nimette bulunmaları ve onun emirlerine karşı geldikleri halde, Allah’ın sıfatında bulunan rahmet ve şefkati, bu semaların ve sürümlerin arzımıza düşüp insanlığı yok etmesine mani oluyor. İnsanların tümü arzda zeval bulduktan sonra ancak o vakit bu cürümler ve semâlar buraya düşüp arzımızı bütüniyle yok edecektir.

Şunu bil ki, Hak Teâlâ bu cürümlerle dolu olan feleği, atlas renkteki feleğin karın boşluğunda yaratmıştır.

Bunun her ikisi arasında da cennetleri yaratmıştır. İşte bu mükevkep felek cennetin yeri, atlas felekte cennetin semasıdır. Her ikisinin arasındaki gök boşluğu, genişliğini ve uzunluğunu ancak Allah ile Allah’ın bildirdiği kişiler bilir. İşte bu mükevkep felek, geniş ve sonsuz semâ deryaları içinde bir halka gi-bidr. Bu mükevkep feleğin kısmında 28 konak tesis edilmiştir.

Bunun içinde menzilleri olan ve seyyar cürümler adı verilen ecram da vardır. Bunlarla menzilleri olmayan diğer kevkepler arasında bir fark yoktur. Hâk Teâlâ:

“Velkamere kaddernâhu menâzile.”

bu mükevkep felek içinde seyyar cürümlerin menzil ve yerleri belli edilmiştir. Burası kevkepler arasında bir mıntıkadır.

Orası İlâhi farz ve takdirle muayyen miktarda ecramla doludur. Bu miktarların benzerleri ancak bu seyyar kevkeblerle bilinir ki, o yere bir seyyar kevkep inmeden bunlar da menziller olduğu bilinmez. Böyle olmasaydı, başka kevkeplerden bir farkı olmazdı.

İşte bu feleğin altında dünyamız bulunyor. Hak Teâlâ burçlarında olan hâzinelerinden, ve etkili bilgilerden bir şey almak için, on iki Melâikesinin elinde bulunan bu kevkeplerden her bir kevkebe atlas felek içinde bir yer göstermiştir. Zira Hak Teâlâ her bir kevkebe ayrı bir tabiat vermiştir. Bu seyyar uydulara güneşten, nur verilmektedir o bu manzumenin en azametli cünnü ve kevkeplerin kalbidir. Bu kevkebte nur adında daimî bir tecelli vardır. Bu nur semalar ve yerin nuru olan Allah nuru değildir. însanlar bu semalardaki ve yerdeki nurun güneş cürmünden olduğunu, söylerler. Güneş ile diğer kevkepler arasında bir fark yoktur. Güneşteki nur tecellisi devamlıdır. Onun için güneş nuru toplanıp dürülmez.

Çünkü bu nur misali tecelli, güneş ile, göz arasındaki Hi-cap’la, bakan gözlerden saklanmış olur.

İşte bu kevkeplerin boşluktaki yüzmesi felek içinde bir çok feleklerin kuvvetle bir birine çarparak yeni kevkepler meydana gelmiş olur. Bu çarpma ile buradaki havada bütün mahlûkata yayılmış olur.

İşte bu hava âlemin hayatıdır. Bu, nemli sıcak bir havadır. Bu hava içindeki nisbetler ve dereceler yükseldi mi, buna ateş adı verilmiş olur. Hararet ve rutubet derecesi düşdümü bu da, su adını almış olur.! Bu iki hal ve şeklin ortası veya mutedili hava olmuş olur.

Allahü Zülcelâl, işte bu hava içinde suyu tutmuştur. Bu hem akar, intisap eder, ve hem de hareketlidir.

Havadan gayri süratle istihale edecek ve değişecek bir şey yoktur. . Kendisi asıl rükündür. Bu asılda, hararet ve rutubetin mutedil ve doğru bir yolda birbiriyle izdivaciyle olmuş olur. Bu en azametli bir unsur, ve bütün unsurların da aslıdır. Şu da buna en yâkm bir aslıdır. Bu sebeple Hak Teâlâ bununla her şeye hayat vermiştir.

Burada en azametli burçlar hava burçlarıdır. Bunlar da, îkizler, Terazi ve Kova burçlarıdır.

Hak Teâlâ yedi kat dünyayı yarattığı vakit, bunlardan her birini diğerinden bir nisbet içinde küçük ve büyük yaratmıştır. Bu yedi kat kevkeplerin her birinin ayrı ayrı sema kubbeleri vardır.

Hak Teâlâ arzımızı yarattıktan ve buralara kuvvetler ve rı-zıklar koyduktan sonra, en nihayet dünya havasını duman olan bakır renginden yapmıştır. İşte bu dumandan üst üste olan yedi kat gökleri şeffaf olarak yaratmış, ve bunları arza kubbeler misali oturtmuştur. Ayrıca halk ettiği bu yerlerden (cürümler) her birinin etrafını gök ile çevirmiştir. Arzımız bu yedi kat yerden, döşenmiş ve yayılmış bir halıya benzemiştir. Bu yedi semada da ayrıca uydular yaratıp bunları da muayyen bir düzene sokmuştur. Bunlardan en yakın komşu Ay’dır. Bu uydu dünya semasmdadır. ikinci semada Utarit uydusu vardır. Üçüncü semada Zühre vardır. Dördüncü ve orta semada Güneş vardır. Beşinci semada kırmızı olan Merih vardır. Altıncı semada Müşteri. Yedinci semada ise zuhal uydusu vardır. 4 nolu şekilde bunları ve yerlerini sizlere göstermiş olduk. Bu kevkeplerin tümü boşlukta yüzmeye başladıktan, burçlardaki hâzinelerde buraya indikten sonra ve melâikeler tarafından bu hazineler de buralara hediye edildikten sonra, bütün bu inenler bu uydulardaki rükünlere te’sir etmeye başlamıştır.

Bu etkiden bir çok şeyler doğmuş. Bunlardan katı olanlar vücud bulmuştur. Bu vücud bulanlar şunlardır. Madenler, bitkiler, hayvanlardır. En nihayette de insan vücud bulmuştur.

Hayvan, insanı kâmilin halefidir. Onda olan zahiri suret ile âlemin gerçeklerini kendinde toplamış oldu.

Hak Teâlâ kâmil insanda cümle âlemin gerçeklerini ve hakkın gerçeklerini izafe ve ilâve etmiştir. Bu suretle insan kendini doğrulamış ve nasıl zuhur etmiş ise öylece zuhur etmiştir.

Bu etkiler vücud bulan her şeyde o şeyin kâmil çeşidini meydana getirmiştir.

En kemâl mertebede olan madenlerden birisi de Altun’dır. Nebatlarda en kâmili Vakvak ağacıdır. Hayvanlarda ise en kâmil şekil ve suret İnsan çıkmıştır. Bunlardan her iki çeşit arası orta bir şey vücud bulmuştur. Meselâ insanlar tarafından yenilen yaz ayları kumsal çöllerde kendiliğinden biten ve tohumsuz yetişen ve Hazreti Resulün adlandırdığı Men yani maden ve nebat arası olan Türklerin ad verdiği kızıla mail Ak Mantardır. Hurma da nebat hayvan arasında vücud bulmuştur. Maymun cinsinden Şebek de hayvanla insan arasında vücud bulmuştur.

Hak Tealâ bu yarattığı suretlere üflediği anda bunlara bir ruh girmiş ve canlanmıştır. Bu canlılar kendini o vakit tanımış ve tanıtmıştır. Hak Teâlâ bu vücud buldurduğu bu canlıları ve katılan (cemadat) iki keyfiyet üzerine yapmıştır. Bunlardan bir kısmı gıdalanmak suretiyle büyür, uzar ve gelişir. Diğeri de gıdasız olarak gelişir.

Bunlardan gıdasız olarak gelişenler madenler ve taşlardır. Diğeri ise nebatlardır (bitkiler). Ve yine bunlardan gıda yoliyle gelişen ve hayat bulan canlı hayvanlardır ki, bunların tümü konuşan canlı nefislerdir. Âlemlerde nefissiz hiç şekil mevcud değildir.

Gündüz ve gece güneşin doğması ve batmasiyle olur. Zaman ise olayların birbiriyle birleşmesinden olmuş olur ki, zaman denilen olay, gün, gece gündüz, sene mevsimleri, bütün bunların tümü nisbî emirler olup, belirsiz ve gerçek olarak vücudu yoktur.

Hak Teâlâ her semaya emir ve vahyini vermiştir. Sonradan bunların idaresine mümessiller ve vekiller tayin etmiştir.

Hak Teâlâ bu cürümlere dairevî bir hareket vermiştir ki, onun için bunlara Eflâk adı verilmiştir. Ayrıca yedinci gök yüzeyinde de mamur ev olan melâikelerin kâbesini yapmıştır. Bunun adını da (Dırah) koymuştur. Bunun şekli de 4 No. lu tablonun bir yanında gösterilmiştir, Hak Teâlâ her semayı imar edecek ruh âlemleri ve melâikeler yaratmıştır. Bu melâikeler âlemin maslahat ve faydalanması için inen Allah’ın sefirleridir.

Bu Sefirlerin her birinin belli bir makamı ve yeri olup, bu yerleri hiç bir zaman terk edip aşamazlar.

Bakiye âlemlerin işi ise Hak Teâlâ’ya, namaz, niyaz, Allah’ı teşbih ve senadır. Yedinci gök ile mükevkep felek arasında kürsüler vardır. Bu kürsülerde mükellef olanların resimlerine benzeyen resimler ayrıca Tahir melâikeler eliyle tutulup kaldırılan örtüler vardır. Bu melâikelerin ödevi, bu mükelleflerin resimlerine ve suretlerine nezaret etmek ve örtülerini de elleriyle tutmaktan ibarettir.

Şayet bu melâikeler bu suretlere bakacak olursa, bunlar yani bu suretler, derhal bulundukları şekilden başka bir şekle dönmüş ve değişmiş olurlar. Melâikeler bunlardaki çirkinliğin geçtiğini ve güzelleştiklerini görünce bu örtüleri yüzlerinden çabucak kaldırırlar ve onlar da o vakit güzellikleriyle ve süslü ziynetleriyle görünmüş olurlar.

Hak Teâlâ bu yönü yani Allah’ın ahlâkiyle ahlâklanmak, Allah’ın kullariyle edeblenmek, âlemin iyiliklerini çıkarıp göstermek, kötülüklerini saklamak, gibi şeyler için şeriatların geldiğini keşif ehline bildirmiş ve göstermiştir.

Şayet Allah’ın ehlindenim deyip kötülükleriyle âlemde beraber olanlar bu hükmün hilâfına olarak davasında yalancı sayılır. Bu ve bu gibi misâllerden dolayı Hak Teâlâ Gafir, Gafur ve Gaffar adını alır.

Hak Teâlâ mülklerini tekevvün ettirdiği vakit, daha evvel anlattığımız gibi Adem Aleyhisselâmi aslî rükünlerden elleriyle yaratmıştı.

Onun soğuması ve kuruması için terkibinin en çoğunu topraktan kılmıştı. Bu sebeple onu da halife olarak halk ettiği toprağa indirmiştir.

Ondan evvel rükünlerden ecinnileri yaratmıştır. Bunların vücud yapısının çoğunu da ateşten kılmıştır. Bunların vücud bulması, Ademe, iblise, melâikelere verilen emirle olmuşlardır.

Hak Teâlâ bunların vasıflarını bizlere Kur’an’da anlatmıştır. Bunları tekrar etmeye ve anlatmaya lüzum yoktur.

Hak Teâlâ Allah’ı inkâr etmeyen ve Allah’ı tevhid eden insan için gök suretini diğer gök suretine tutturmuştur, çünkü bunlar, devamlı olarak Allah’ı zikredip dururlar, hatırlarından Allah’tan başka bir şey geçmez.

Onların nazarında Allah’ı inkâr ve nefiy edecek bir iddiaları yoktur. Onların meşgalesi Allah birin biridir düşüncesiyle oturup kalkmalarıdır..

Resulüllah efendimiz: Büyük zikir olan Allah Allah diyecek arz üzerinde kimse kalmadığı vakit kıyamet Saati başlamış olur, buyurmuşlardır. Hak Teâlâ bunu da kitabında zikretmiş:

“Vele zikrullâhi ekberu.”

demişlerdir.

Resulüllah efendimiz bu büyük zikir yerine La, İlahe Allah diye bir şey söylenmesini istememiştir. Bu ad işte bu imamın uydurması ve hezeyanıdır. Yoksa Hak Teâlâ semaların yere düşmemesi için onu tutmamıştır. Allah Teâlâ muvahhid kişileri için semaları bir birine bağlamıştır, Hak Teâlâ buyruğunda:

“Ennehâ vâhiyetün.” demektedir. Yani bunun manası da bu gök ve semalar düşmekte ve inmektedir, demek halen yoldadır. Mümessil ve vekiller yollarında hareket halindedir. Hak Teâlâ arza ve arzın üzerinde olanlara varis olacak güne kadar bu yolda olan vekil ve suretler âlemin esası olan dünya, berzah ve ahirette bir şekilden bir şekle istihale etmek ve değişmek suretiyle zuhur edeceklerdir.

O vakit kâinatta bir şey kalmayacaktır ancak ahiret Cennet ve Cehennem kalmış olur. Bunlardan her birini Hak Teâlâ istediği cin ve ünsle doldurmuş olacaktır.

Hak Teâlâ’nın Sıdık kademi Cennete basacak, Cebbar kademi de Cehenneme basacaktır.

îşte kürsüde bulunan Hak Teâlâ’nın iki kademinin ahiret gününde basacağı, yerler buralarıdır.

MAHŞER YERİ VE BUNUN İÇİNDE BULUNAN TERTİPLENMİŞ MERTEBELER, ARŞIN

MEKANI MAHKEME VE AZALARI VE ETRAFI KUŞATAN MELÂİKE SIRALARI

Şunu bil ki, Hak Teâlâ sura üflediği vakit, dünya üzerinde gelmiş vahşi hayvan ve insanlar kabirlerinden ve öldükleri yerlerde ayağa kalkacaklardır, bu Sur sesiyle bunlar kalkıp korkularından donakalacaklardır, ikinci Sur sesiyle cümle, mahlûkat haşır yerinde toplanıp emre hazır olacaklardır. Bu esnada yerler dahi ağırlıklarını dışarıya atacak içinde yalnız benzeri kalacaktır ki, buda dünyanın zahiri neş’etiyle ahiretin zahiri neş’eti arasında bu fark kalmış olacaktır. Çünkü neş’et yerden nebatın bittiği gibi tedricen çıkarılmıştır. Fazlayı da cürmünde, enine boyuna olmasına rağmen kabul etmiş olduk. Fakat ahiret neş’eti bitkilerin bittiği gibi olmuyor.

Son olarak ikinci defa Surla üflediği vakit yerlerimizden kaldırmış oluyor. Surdaki üfleme ile ilk neş’etin zuhuru arasında fark vardır. Hak Teâlâ ahiret neş’etinde insanı ayni suretle yerinden çıkarmış oluyor.

Onun kavli olan

“Kemâ bedeeküm teûdûne.”

demesinden, sizleri dünya neş’etinde nasıl hayata başlattı ise öylece bize geri döneceksiniz buyurmaktadır. Hak Teâlâ’nm

“Ve lekad a'limtümünneşetelûlâ felev lâ tezekkerû ve nünşieküm fîmâ lâ ta'lemûne.”

Anlam, birinci ve ilk neş’eti öğrenmiş ve bilmiş oldunuz, şayet bunu hatırlayamazsanız, bilmediğiniz bir şekilde sizleri yeniden neş’et ettirebiliriz anlamına gelmektedir.

Arzın ağırlıklarını çıkardı demesinden çıkan mana da, arzda gizlediği ve yığdığı hâzinelerden artık saklı bir şey kalmamıştır anlamına gelir, işte bu âlem artık birbirini göremeyecek köprüsüz olan zulmete bırakılmış olacaktır.

Hak Teâlâ bu sebeple âlemin, yer ve semanın şeklini nasıl değiştireceğini, insanlar görmesin diye onları bu karanlığa gömmüş olur. Yukarı gökler ve yerler yerimize düştüğü vakit, arzımız yayılıp uzayacaktır. Arzda görülen eğrilik büyrülük, yükseklik, alçaklık kalmayacaktır. Yer yüzü dümdüz bir hale gelecektir. İşte bunlar kıyamet günü olacak olaylardır.

Dünyadan sonra artık uyumak yoktur. Çünkü kıyamet günüdür. Mükevkep felek bu kez ateşe döndüğünden, ve bu feleğin içi Mukaar olduğundan sonsuz derinliği sebebiyle Cehennem adını almıştır.

Sırat ise arzımızın üstünden mükevkep felek doğrultusunda ve belirli bir yükseklikte cennet surları dışındaki geniş ve çimenli alana doğru kurulur. Halkın en önce gireceği Cennet Na-im Cennetidir.

İşte bu geniş ve çimenlik alan, Cennete gireceklerin ziyafet yeridir. Orada kar gibi bir undan mamul ekmekler yenecektir. Hak Teâlâ bu yönde.

“Fil mü'minîne izâ ekâmütevrate velincîle min benî is-râîle ve mâ ünzile İleyhim min rabbihim lekelû min fev-kıhim Ve min tahti ercülihim.”

buyurmuşlardır.

Muhammedi (S.L.A.M.) efendimizin ümmeti olan bizler ise Rabbimizden inen her şeye iman ederiz ve onunla amel ederiz. Bizden gayri ümmetlerden olanlar da bizler gibi iman etmişlerdir. Bir kısmı iman etmekle beraber bir kısmı da küfürde kalmıştır.

îşte yukarıdaki âyette zikri geçen iman edenler necat bulmuş bahtiyar kişilerdir. Bu gibiler âyette de açıklandığına göre yiyeceklerini üstlerinden ve ayaklarının altında bulacaklardır. Üstlerindeki yiyecekler, Cennet surlarının üzerinden kendilerine doğru sarkan ağaç dallarındaki meyveleri toplamak suretiyle yiyecekler, ayaklarının altında bulunan beyaz ak undan yapılan ekmek ve yemekleri hazır bulup yiyeceklerdir.

Amellerin tartılması için bu Sur dışında muazzam çimenlik alanda teraziler hazırlanmıştır.

Her mükellefin tartılacak terazisi ayrı ayrıdır. Bu alan da bir surla çevrelenmiştirdir ki, bu yerin adına (Araf) denir.

Bu yer Cennetle Cehennem arasındadır. Burada terazi kefeleri denk gelince biri diğerine tercih edilmez. Bu esnada muhafız melekler halkın dünyadaki amel kitaplarını ellerinde tutarlar. Ve bunları orada sahiplerinin boyunlarına elleriye asarlar. Bunlardan bir kısmı kitaplarını sağdan alır, kimi de soldajı alır. Bunlardan bir kısmı da kitaplarını arkalarından alırlar ki, bu gibiler de delâlete düşmüş imamlardır ki, hem kendileri delâlete düşmüş ve hem de etrafındaki insanları delâlete yürütmüş kimselerdir.

Burada bir havuz vardır, bu havuza sular özel kaplardan akmaktadır. Kaç kişi bu sudan içecekse o kadar kaptan bu havuza su akacaktır. Bu sular Surlara yapıştırılan bir çok borulardan gelir, bu borular biri altın, biri de gümüşten yapılmıştır. îş-te bu altın ve gümüş borulardan akan suları îman edenler içecektir.

Buralarım aydınlatmak için nurdan yapılı değişik renkte minberlerin ışıkları buralardan yerlere dökülür.

Bu ışıklandırılmış yerlere bir insan taifesi getirilip oturtulur. Bu ışıklardan bu insanlar baygın bir hale gelirler. Bunları ebedî rahmette kimse tanımaz. Bunlar İlâhi Hilat libası giymiş olurlar, buraya gelen her insan kendine ve eşit Melâikeler, şeytanlarla gelir. Haşır günü, mutlular ve şekavat sahipleri için Velayet insanların imamlariyle açılmış bulunur. Bu sebeple her ümmet kendi rehber ve elçilerinin etrafında toplanır. Ayrıca ef-rad ile enbiya, eçiler hilafına insan zümrelerinden ayrı olarak haşır olurlar. Çünkü bunlar askerlerin dostları ve sahibidirler. Kendilerine göre özel makamları vardır. Hak Teâlâ kendi arşının ve îleri arasında neticeye varmak için yüksek ve azametli mertebede olan Vesile cennetinden bu çimenlik alana uzanan yerde mahkemeyi kurmuş olur. Bu vesile cennetidir ki buna Makamı Mahmud derler. Burası efendimiz (Sallallahü aleyhi ve sellem) e tahsis edilmiştir.

Haşır günü bu yere yedi kat göklerden inen melâikeler bu yerin etrafını yedi sıra olarak kuşatmış olurlar. Her gök katı melâikeleri bu yerin çevresinde kendi yerini almış olur. Burada kâim olan ruh bu cemaatin başında gelmiş olur ki, şeriatları elçilere indiren bu melektir. Sonra bu haşır yerindeki mahkemeye Hak Teâlâ’mn inzal ettiği kitaplar ve sahifeler getirilir. Bu kitap ve sahifeler hangi kavimlere indi ise bu kavimler kendi kitaplarının arkasında toplanmış olur. Bunlar feterat esbabından daha imtiyazlıdır.

Bundan sonra Hak Teâlâ’mn oturduğu ve sekiz melâikenin taşıdığı arş getirilip o Haşır yerine konmuş olur. Burada Cennet arşın sağında ve bir tarafında da Cehennem ve ateş bulunur. Haşırda bulunanlar bu azametli heybet ve manzaradan kalpleri titremektedir. İnsan, Melâike, ecinni, vahşi hayvanlar tümü korkudan sinmiş, ancak işaret ve hafif sesle birbirleriyle anlaşmaktadır. Bu sırada ilk keşif ayaklarda olur ki Allah ile kulları arasındaki hicap da kalkmış olur.

O sırada Hakkın münadisi, bütün insanların secdeye varmalarını emreder. Hangi dinden olursa olsun cümle insanlar istisnasız secdeye varmış olurlar. Bunlardan korku ve riya ile secdede bulunanlar başları üzerine düşmüş olurlar.

Araf ehli bu insanları ve cennete girecekleri secdelerinden anlamış olurlar. Çünkü bu secde teklif secdesidir. Doğru secdeye varanlar ise Cennete girerler. Bundan sonra yüksek mahkeme insan zümreleri hakkında Adil hükmünü vermeye başlar. Bu mahkemede hiç bir insana zulüm ve işkence edilmez.

Hak Teâlâ mahkeme günü hiç bir kulunu muaheze etmez. Bu da Hak Teâlâ’nm insanlara karşı bir kerem ve lütfudur.

Bundan fazla ayrıntılı bilgiler ve emirleri arzu edenler, haşır gününde bilmediklerini öğrenir ve görürler.

Haşır günü ilk olarak efendimiz S.A.L.M. den şefaat için müracaat vuku bulmuş olur. Şefaat edeceklere Hak Teâlâ şefaat emrini verir. Hak Teâlâ bunların istedikleri gibi şefaat etmelerini kabul eder. Allah’ın rahmeti o gün için şefaatcılarm kalplerine yayılmış olur. Hak Teâlâ şayet bir şefaatçinin şefaatini red ederse, o şefaatçiyi küçük düşürmemek için değil, veya şefaat edeceği kimsenin şefaat rahmetine kavuşmaması yönünden olmayıp, bunu ancak İlâhi minnetini his ettirmek için bazı kullarının şefaatini red etmiş olur ve bunu onun için yapar.

Allahü Teâlâ bu gibilerin mutluluğunu temin eder ve üzerlerindeki keder sıkıntıyı kaldırmış olur. Bunlardan bir kısmını ateşten çıkarıp cennete kor. Hak Teâlâ o mahşer gününde şunları söyler, Melâikeler, Peygamberler, Müminler şefaatta bulundular, ancak geride kalan ve şefaatta bulunmayan Erha-mürrahimin kalmıştır, buyururlar. Bunun mana ve medlulü kendisinin henüz şefaat izhar etmediği anlaşılır.

Hak Teâlâ cehennemi kızdırıcı gazabiyle doldurur, Cenneti ise rizasiyle doldurur. Kendisi son şefaatçi olduğundan, istediğini ateşten ve azaptan çıkararak Cennete koymuş olur. Rahmet ve rizanm vüsati ondadır, kızdırıcı gazabın vüsati da onda-dır, Hak Teâlâ rahimdir af edicidir, merhametlidir şefkatlidir. Zalim ve zulüm sıfatını taşımaz. Bütün bunlar bittikten sonra, haşır yerinde cennet ehlinden kimse kalmayınca, oralar da ateş evi haline gelip yanmaya başlar. Bu ateşin içinde Zemhe-rir soğuğu olsa da, Cehennem bu mükevkep feleğin en çukur ve dip yerinde olduğundan cümlesi ateşe dönmüş olur. Bütün kâinat bütün âlem mutlak bu mahşer yerinden geçmiş olacaktır, bu geçişten kimse, istisna edilmez, mutlak o mahşer yerinden geçer. Allah cümlemizi bu doğru yoldan ayırmasın, Cennete doğru yürütsün, Allah doğruyu söyler, hidayete eriştirir.

CEHENNEMİN ŞEKLİ, KAPILARI EVLERİ DERİNLİKLERİ HAKKINDA BİLGİLER

Şunu bilki, Cehennemin vüsati yer ve göklerin bulunduğu yerleri kaplar. Burada zemherir soğukları olmakla, ateş te vardır. Cehennemde insanlar amel defterlerine göre yerlerini alırlar, ve kendilerine göre münasip yerlere yerleştirilir. Ateş ehli Cehennemde kendilerine tahsis edilen ateş nimetlerini bulur. Muaheze süresi geçtikten sonra, serinlemeleri ve ısınmaları için zekkum ağacından kiyafetlerini alırlar. İçi yananlar içini soğutmak için, içi donanlar da içini ısıtmak için bu ağacın meyvesinden yerler.

Zahiri teklif azalarma göre cehennemin kapıları 7 dir. Kalp kapısı da bunlara tâbi edilmiştir. Allah bunu oraya tâbi ettiği günden bu güne kadar orası kapalıdır, hiç bir şekilde açılmaz. İşte insanlar ve ecinniler bu yedi kapıdan Cehenneme girmiş olurlar. Kimsenin girmediği kapalı kapı ise burayı çevreleyen sur içindedir. Bunun batınında rahmet, zahirinde ise azap bulunur. İşte o azap da kalplere giren ve bakan ateştir. Cehennemin menzileri, derinlikleri, erikleri, Cennette oludğu gibidir. Ne artar ve nede eksilir. Ateşte miras olarak ateş bulunmadığı gbi, ihtisas ateşi de yoktur. Burada esas ateş, amellerin ateşidir. Bütün bunları yapan ve hazırlayan nefistir. Mu amelile kendisine azap eşitliği hazırlanmış olur. Cennet ehlinden olanların dünyadaki amellerinin olduğu gibi ateşin bir kenarında kalmış olur. îşte dünyada yapılan iyilik ve kötülükler, öteki dünyada da yerine bulmuş ve herke ameline kavuşmuş olur. Ahiret gnü vahşi hayvanlardan tutun da, Allah’ın insanların yemesini helâl kıldığı bütün hayvanlar toplanmış olur. Yalnız bunların arasında geyim ve ceylanlar bulunmaz bu hayvanların yeri cennetin Ateşte insanlardan başka- kimse kalmayınca ölüm bir koç şeklinde Cennetle Cehennem arasına getirlir.

Gerek Cennettekiler ve gerekse Cehennemdekilere bu neder diye sorulur? Onlarda evet bu ölümdür, derler. Emin ruh olan Melek gelerek bu küçu kesilmek üzre yan yatırır, o sırada Yahya Aleyhisselâm gelerek elinde tuttuğu keskir bir bıçak ve jiletle bu koçu orada kesmiş olur. O sırada emin ruh olan Melek Cennet ve Cehennem ehline dönerek artık bundan sonra ölüm yoktur diye seslenir. İşte o vakit Cehennemde ölmeden ebediy-yen ateş içinde azapta kalacaklarından, ve artık buradan çıkmayacaklarından ötürü ateş ehlinin kalbinde yeis ve keder başlamış olur. Cennet ehli de artık dışarı çıkma imkânını bulamayacaklarından, rahatlık hasretine düşerler. O sırada bütün kapılar kapanmış olur. Cehennem kapılarının adlarına gelince bunlar sırasiyle ve 6 Nolu şekilde de gösterildiği gibi şunlardır: Cehennem kapısı-Cahim kapısı-Sair kapısı-Sakar kapası-Laza kapısı-Hutame kapısı-Sicin kapısıdır. Sekizinci ve açılmayan kapı da Hicap kapısıdır. îman erikleri ve dallarından bir dala sahip olanla ondan mutlak bir tecelli görür ve bulurlar. İyi amel edenler bu amelleri kendi nefislerine hayır, getirir. Kot ameller ise yine kendilerine rucu etmiş olur. Şer yapanlar şer görür, hayır yapanlar hayır görür. Dünya ve ahirette yani iki evde insanların nefsi ve heyetleri hatıralara göre değişmiş olur. Dünyada insanın batını ahirette zahir olmuş olur. Dünyada bnu saklamış, fakat ahirette bu saklananlar zahiri şehadette bulunurlar herkes ettiğin ve yaptığını bulur. Allah doğruyu söyler ve hidayete erdirir.

İLÂHİ ADLAR ÇEVRESİ, DÜNYA, AHİRET VE BERZAH HAKKINDA BİLGİLER

Şunu bil ki, Allah’ın güzel adları kendisine göre bir nisbet ve izafettir. Bu adların içinde imamlarla yardımcıları vardır. Bunlardan bazılarının mümkün olanlara zarurî ihtiyaçları vardır. Bir kısmı da bu mümkünlere ihtiyaç his etmezler. Bunun Hakka olan kuvvetli nisbet tarafı, halka olan isteğinden daha yönlüdür. Bunlardan mümkün olan Elhay, Elalim, Elmürid’dir. Keşfen Elkail olan aklî görüşte bu Elkadir olandır. Bu dört ad ve sıfatı hilkat bizatihi istemiş olur. Rükünler tabiata istinat ettiği gibi tabiat ta bu dört ada istinat eder. Karşımda da renkler bu dört ada istinat ettiği gibi, bunların arkasına da lisanın anaları istinad eder. Bunlar, beyan, zaman ve mekân olarak bi-rer cevherdir. Şunlardan başka bu adlar ahizînet ve çözümden başka bir şey kalmaz. Sonradan bu adları iki ad izlemiş olur.

“El Müdebbiru” medbirli ve

“El Mufassilu” ayrıcıdır.

Sonradan        “Ed Cevadu” cömert ve

“El Muksıtü” adil gelir bu iki addan da sehadet ve gayp âleminden dünya evi ile bunlardan olup belâ ile afiyet cennet ve ateş evi bunlardan çıkmış olur. Hak Teâlâ her çiftten iki şey yaratmıştır ki, Esenlik vüsatiyle, gam ve zarar vüsatı’dır. îşte bunların ikisinden de iki Tahmid çıkmıştır. Birisi:

“El Hamdü lillâhi el münimi el mufaddali.” diğer tahmit ise:

“El hamdü lillâhi âlâ küllî halin.”

Bu iki addan da nefiste iki kuvvet çıkmış olur. Bunlar da İlmî kuvvet ve ameli kuvvettir. Bunlar da şu neticeyi verir. Kuvvet, fiil, kevin, istihale, yukarı âlemler, aşağı âlemler, halk etme, emretme, gibi olan olaylardır.

İlahi adlar neseb olarak madem ki eserler istemiştir. O bozulmadan onun hükmünün bozulmasının lüzumu yoktur. Fakat vücudi bir emir olmuş olsa o yeni baştan çıkmış olur, âlemi vücuda getirsin, getirmesin, Allah yalnız bir Allah’tır. Bazı vehimli kimseler, kendisine adlandırılan adlarla, Hakkın yerine kaim vücudi benzerlere delâlet ettiğini tahayyül ederler. Bunun hükmü olmamış olsa yayılmaz, bozuk olarak ondan mutlak bir şey kalır. Bundan dolayı söylemiş olduk ki, Hak Teâlâ âlemin tümüne merhamet etseydi ederdi, bütün âlemi azaba soksaydı, sokar idi, bazılarına rahmetini ve bazılarına da azabını vermiş olsaydı, bu da olurdu. Muayyen bir müddet için azap ettirmiş olsa onu da yapabilirdi. Hak Teâlâ Vacibil Vücud ise kendi nefsine kerahet getirmeyen bir mümkünü yapmaktan çekinmez. İstediği şeyi halkında infaz eder. İşte o istediği fiili yapacak kudrettedir. Allahü Teâlâ âlemi halk ettiği vakit çeşitli gerçeklerle mertebe sahibi olarak onu görüyoruz. Her hakikat ondan bir özel nisbetle hak istemektedir. Hak Teâlâ elçilerini gönderdiği vakit onları bu gerçeklerle ve ona neseb olarak adlarla onları göndermiştir. Bunlarla halk ettiği âlemler, makûl olarak vücuda benzeri olmayan, eserde hükmü olan zafiyetini anlamış olsunlar. Bu âlemde görülen ve zahir olan hakikat ise, halk etmede, rızıkta, menfaatta, icadta, ihtisasta, ve ahkâmda, galip gelmede, kahır ve lütüfde, tenezzülde, çekmede, muhabbette, buğuzda, yaklaşma ve uzaklaşmada tazimde ve tahkirde ve âlemde zuhur eden her sıfatın özel bir nisbeti, bizlerce şerân bilinen ve malûm olan adları, kendine davet etmeyi

ister. Bunlardan bir kısmı müşterektir. İştirak halinde olan her adın belli olan bir manası varsa, o ad belli olarak çıkmış olur.

Adlarda asıl olan şey lafzî olarak iştirak ve belli olmaktır. Bunlardan bir kısmı belli olur ve bir kısmı da müteradif olur. Müteradif olsa da herbir addan diğerinde olmayan bir mana çıkması icab eder. İşte bu manadan kendi nefsine ne ad verildiğini anlamış oluruz. Hak Teâlâ dünya evini yaratıp buraya hayvanları iskan ettirdi. Bu hayvanlar içinde kâmil insanı bütün bu canlılara halife ve imam olarak kıldı. Ona adların ilmini ve bunların delâlet ettiği îlâhi manaları öğretmiş ve vermiştir. Bu keyfıyyet insana ve çocuklarına ve onun neslinden geleceklere yerde ve göklerdeki şeyleri emrine vermiştir. Burada öyle bir halk yaratmıştır ki, bu halk buradadır demiş olan, doğruyu söylemiş olursun. Hayır bu halk yoktur adem olmuştur demiş olsan yine doğruyu söylemiş olursun. Şayet bu halk burada mevcud değil de yok olmamıştır demiş olsan yine doğruyu söylemiş olursun.

Dünyada insan bir hayâldir. Bir gölgedir, o burada iki halde bulunur. Bağlanma hali, İkincisi de ayrılma halidir. İttisal hali insan ve bazı hayvan vucudiyle olur. înfisal hali ise zahiri idrak ile alâkalı olan hallerdir ki, ondan her an ayrılmayı icab eden aynı nefsin emridir. Hak Teâlâ Kıyamet günü ateşe dönecek Cenneti ve menzillerini ve ziyafet yerlerini halk etmiştir. Ateşten de ne arzu etmiş ise istediğini halk etmiştir. Geriye ne kaldı ise kuvvette kalmış olur. Allah tabiî vücudda ne değişiklik istemiş ise o orada olacaktır. Bugün için dünya evi olan bu yerler, yarın Kıyamet günü Cehennem evi haline dönecektir. Bu Allah’ın bileceğidir. Allah doğruyu söyler hidayete erdirir.

EL KESİP:

Miskden yapılmış kum tepeleri alanı

 

MİSKDEN YAPILMIŞ EKSİBELER ELANI, YARATIKLARIN ORADAKİ DURUMU HAKKINDA BİLGİLER

Şunu bil ki, Miskden mamul kum tepecikleri Aden Cenne-tindedir. Aden Cenneti ise bütün Cennetin merkezi, kalası ve kasabasıdır. Burası padişah, ve maiyyetine mahsustur. Halktan kimseler buraya ancak ziyaret maksadiyle girebilirler. Bu misk yığınları arasında minberler sedirler, karyolalar, kürsüler ve kademeli yerler hazırlanmıştır. Çünkü bu misk tepeleri alanına girecekler, yani buranın ehli dört taife teşkil eder. Bunlar Müminler, evliyalar, enbiyalar, ve elçilerdir. Bu dört sınıftan her biri bir diğerinden üstündür. Hak Teâlâ bu yönde:

“Tilke elrusulü fazdalna badahum âlâ badın.” ve yine:

 

“Ve lekâd faddalna bade ennebiyyine âlâ badın.”

Bu dünya evine aynı gayeye ortalıkta gelmelerine rağmen, bulundukları zamana ve başlarından geçen olaylara ve aldıkları ödevlere, göre elçi ve peygamberler arasında da bir üstünlük ve imtiyaz farkı vardır. Bu ayetler bunu açıkça bizlere anlatmaktadır. Ve yine Hak Teâlâ:

 

“Ve refaa badakum favke badın derecatın.”

buyurmuşlardır. Hak Teâlâ bu ayette umum halkı kasd etmektedir. Halk arasında bile bir üstünlük ve fark bulunacaktır, öyle ise bu Cennete dünya ve ahiretin bütün Adem oğulları girecektir. İnsanlar orada, yani Cennette yerlerini aldıktan sonra, Hak Teâlâ onları kendini görmeye davet edecektir. Kendi güçleriyle, binekleriyle Allah’ın emir ve taatma imtisalen davet edildikleri yere doğru hızla yürümeye başlarlar. Bunlardan bir kısmı koşarak gider, bir kısmı da ağır gider. Bir kısmı da orta yürüyüşle oraya varır, O miskten mamul kum tepeciklerinde toplanmış ve kendi derece ve mertebelerine göre yerlerini almış olurlar.

Bir çocuğun annesinin memesine şevki tabiiyle yapıştığı gibi, bir mıknatısın bir demir çubuğu kendine çektiği gibi, herkes bu davet yerini arar, o yer ve mevki onu kendisine çekmiş olur. Orada herkesin, emel ve gayesi gerçekleşmiş olur. Hiç bir kimse -orada bir başkasının yerine göz dikemez, orada insanı küçük düşürecek hiç bir yer yoktur. Her şahsın yeri gayesiyle ölçülü olarak kendisine verilmiştir. İşte bu sebepledir ki, herkes kendisinin bulunduğu mertebe ve yere âşıktır. Bunlar olmasaydı, bu aşk ve emel doğmamış olsaydı, o cennet yeri insanlara bir elem ve ıztırab yeri olmuş olurdu. Orası Cennetlikten çıkardı. Bu İlahi hüküm ne acayiptir değil mi? İki rüyette ateş ehline hicabı azametlendirerek tatsız kılar. Çünkü onlara tatbik edilen bu azaptan daha şiddetli azap yoktur. İlk rüyette umuma şumulu olan rahmet çıkmadan evvel ve azab müddeti bitmeden bu hicab azabın zevkini tatmak için kendilerine yapılmış olur. İkinci rüyette Allah’ın rahmeti Canim ehline yayılmış olur. İnsanlar bu misk tepeleri alanma Hak Teâlâ’yı görmek için geldikleri vakit, Hak Teâlâ umumiyetle kendilerinin itikatlarına göre aşikare olarak tecelli edecektir. Bu tecelli birdir. İki olamaz. Kendi itikat ve dereceleri ve düşünceleri ayrı ayrı olsa da o suretle kendilerine görünecektir.

Hakikat halde Allah aynı Allah’tır, onu gördükleri an o tecelli nuru ile boyanmış olacaklardır. Bunlardan her biri oradan Allah’ı gördüğü şekildeki nurla çıkmış olacaktır. Hak Teâlâ bunları gördükleri nimetlerle geriye çevirip kendi Cennetlerine göndereceği vakit melâikelere hitaben: Bu misk yığınları bu davetlilere dağıtılmıştır bunları köşklerine geri çevirin buyururlar. Bunlar köşklerine ve ailelerine döndükleri vakit köşklerinin ve ailelerinin kendileri gibi İlâhi suret nuruna boyanmış olduklarını görürler ve bundan büyük bir zevk ve haz duymuş olurlar. Çünkü onlar Hak Teâlâ’yı müşahede esnasında yok olma (fena) halinde idiler ve gördüklerinden bir tad ve zevk duymamışlardı, ancak bu lezzeti ilk tecellide ve sultanlarının ilk hükmünde almış olacaklardı. Fakat yok olma halinde olduklarından bu tecelli de bu lezzet yok olup gitmiştir. Fakat evlerine döndüklerinde ailelerinde o tecellinin suretini gördükleri vakit onlardaki zevk devamlı olarak kendilerinde kalmış olur. Allah doğruyu söyler ve hidayete erdirir.

İİLAHİ AHLÂK VE AHLÂKI MUHAMMEDİYE HAKKINDA BİLGİLER

Resulüllah efenmizi, İlâhî ahlâk vasıflariyle, âleme bu ahlâkla rehber olarak Allah tarafından gönderilmiştir. Ahlâksız bir cemiyet yaşamayacağı gibi, semavi dinlerin tümü ahlâk üzerine kurulmuştur. İşte bu dinlerden İslâm dini de fazilet ve ahlâk temelleri üzerine kurulmuştur. Resulüllah efendimiz S.L.A.M.'insanlar içinde en yüksek ahlâkî vasıflarla bezenmiştir.

Hak Teâlâ kitabında onun ne derece ahlâklı olduğunu bizle-re anlatıyor. Bundan dolayı kendi ümmetinin de, kendisi gibi fazilet ve ahlâk sahibi olmasını arzulamaktadır. Resulüllah efendimiz düşünce ve terbiyede birbirine düşman ve aralarında zıddiyet bulunan aşiret ve kabileler arasında bir muvazene tesis ederek, onları birbiriyle anlaştırdı. Çıkan her ihtilâfta kendisi hakem rolünü yaparak, haklıyı haklı ve haksızı da haksız çıkarıyordu, bu gidişle kısa bir müddet sonra ortada kin ve adavet tohumları tedricen kalkmış oldu. Bu yöndeki faaliyetlerinden dolayı hiç bir muaheze ve ihtar işitmiyordu. Bu yüksek meziyyetleriyle herkesin sevgi ve muhabbetiyle birlikte muhitinin itimadını kazanmış oldu. Her sınıf halk ve erbabı sanat onu taklit etmeye başlamışlardı. Tüccar ticaretinde onun gibi hareket etmeye ve namuskârane kazanır, yoluna girmiş oldular. Hak ve adalet bilhassa ahlâk üzerinde büyük bir etkisi oluyordu. Zalim ve sert olan muhitini, yavaş yavaş, doğru Çizgiye sokuyor, bilhassa kız çocuklarının diri diri gömülerek öldürülmesi keyfiyetine sözleriyle tavsiyeleriyle karşı çıkmakta ve bu sakim adetin kaldırılmasında bütün meziyyetlerini kullanmakta kusur etmiyordu. Ve bunda da muvaffak omuştur. Bir millet içindeki fertler arasında kin, adavet, fitne, fesad hayinlik çıkarsa o kütle büyük ziyanlar görür. Ve perişanlığa mahkûm olur. Çünkü Allah’ın şamarı böyle insanlara sessiz gelir. Faizcilik tefecilik her ne kadar haris bir insanı kazandırsa da netice yine hüsrandır. Fazilet ve ahlâk hiç bir şeyle kıyas edilmez, muharebe ve gazvelerde dahi düşmanına hilim ve merhametle muamele eder, gönüllerini alır, koyu düşmanını dahi imana sokmaya manen mecbur ederdi.

Onun yetiştirdiği kişiler de ahlâk ve faziletler de birer numune idi. Bugün için dünyanın her tarafında incelemede bulunan alimler ve din adamları, en yüksek ahlâkı meziyet ve kanunlarını getiren İslâm dini ve en yüksek tüm üstün ahlâk meziyetlerini nefsinde toplayan yüce Peygamberimiz Muhammed Mustafa (S.L.A.M.) efendimizin olduğuna inanmışlardır

İşte dört halifesi: Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali. İşte ensar ve muhacirin, işte Aşere-i Mübeşşire, ayrı ayrı her biri cevher ve fazilet, ahlâk numunesidir. Bunu kimden kazanmışlardır. Hepsi de, bir kaçı müstesna Resulüllah’m düşmanları idi. Onun yüksek ahlâk ve fazileti, hepsine yayılmış ve bunlar, hem ah-lâk-ı Muhammediye ve hem de İlâhî ahlâk ile süslenmiş oldular. Bu ahlâk mirası onlardan bizlere intikal etmiştir. Ahlâkı Muhammediye kıyamet gününe kadar İslâm ümmetlerinde devam edip gidecektir. Şu halde her milletin medarı iftiharı ahlâkıdır. Sanayide ticarette, ziraatte, her şeyde örf ve âdette başlıca muvaffakiyyet ahlâk güzelliğiyle olur. Bilhassa ahlâk hukuk ve adaletle imtizaç ederse kemalini bulmuş olur.

Hazreti Muhammet (Sallallahü aleyhi ve sellem ) efendimiz, bize insanca yaşamasını ve saadet yollarını en iyi bir şekilde göstermiştir. Bunu izleyenler kesin mutluluğa varmış olurlar. Allah doğruyu söyler hidayete erdirir.

İMAN HAKKINDA BİLGİLER

Şunu bil ki! İman ikrar ve tasdiktir. Amel ile sureti birbirine bağlar. Din usulü beştir: Tevhit, adil, nübüvvet, imamet, mu-ad’dır. Bunlardan tevhit, nübüvvet, muad, din usulüdür. Adil ve imamet ise mezheptir. Tevhit dört kısımdır.

·        1 —Tevhidi zati,

·        2 — Tevhidi sıfati,

·        3 — Tevhidi hulki,

·        4 — Tevhidi ibadetidir.

Tevhidi zati: Hak Teâlâ cümle noksan sıfatlardan beri ve temizdir. Kendisi kemâl sıfatında olup, her yönden kimseye muhtaç olmayan, mücerredlerden ve basitlikten münezzehtir. Ayrıca münezzeh bir cevheriyyet sahibidir. Bir şeyin üzerinde kararı olmayan doğurma ve tenasülden beridir. Dünya ve ahi-rette, âlemi berzah ve misalde, gölge ve hayal âleminde, zaman ve mekânda, görünmeden uzak, alimi kül ve mürşid kâmil, imam olsun nebi olsun, gözler onu görmekten aciz bir Allah’tır, şeriki yoktur, Vahdaniyyet sıfatını taşıyan odur.

Hazreti Ali Allah’ın rızası üzerine olsun, biri tarafından sorulan bir soruya:

«»A y/f.i V

“La tüdrükuhu el uyune bimürşadeti el ebsari vel yekûn ratehu elkulûbi bihakikati el imani.”

buyurmuşlardır. Akıl, vehim ve hayal, zahiri ve batini hisler, hava cevher, arz, suret ve misallerin onu ihata etmesi imkânsızdır. Kendisine ortak, yardımcı, müşavir ve tedbire ihtiyaç olmayan, zenginliktedir, mutlaktır, eskilikte ezelidir. Bütün bu sıfatlar selbi ve celâli olarak tefsir ye tabir edilir.

Tevhidi sıfati iki kısmıdır. 1 — Zati sıfat, 2 — Fiili sıfat. Zati sıfat üçtür. Hayat, kudret ve ilimdir.

Hayat: Hak Teâlâ hazretleri, Hay’dır. Her üç zamanın tümünde o vardır. Mazi, hal, istikbal de zinde bir hayatiyete maliktir. Onun için ölüm yok, vücudu vacip, yokluğu imkânsızdır.

Kudret: Yani vacibil vücud, üç zamanın her birisinde kadirdir. Yani irade vücudu mümkünlerin her bir ferdini yahut umumunu müddetsiz ve maddesiz, halk etmek kudreti elindedir.

Hak Teâlâ alimdir, mazi hal ve istikbalde, yani üç zamanın, cümlesinde inkişaf, eşyanın hilkatte zuhurunda sebeptir. Bunların, alimi, ve bilicisidir. İlminin çevresi cüzî ve küllî olarak, ziyade ve noksan, tağyir ve tebdil kabul etmez, tefavüt olmadan her şeyin hilkatmdan evvel ve sonrası için eşittir. İlmin dalları ise irade ve idraktir. İrade: Hak Teâlâ üç zamanın her birinde mürid imiş, ve mürittir. Umumun maslahatını bilmektedir, idrak ise: Hak Teâlâ müdriktir. Duyulanları bilmekte, işitmekte ve görmektedir. Cüz’î olanları dahi bilir, işidir ve görür. Bilgisi her şeyi sarmış olur. Ezelden öyledir ebedî olarak böyle kalacaktır. Tevhid sıfatının İkincisi fiilî sıfattır. Subut eden sıfatlarda isbatı, selbi sıfatlarda da nefiy ve red vaciptir. Hak Teâlâ rızıkta cömerttir. Kudretin eli ondadır. Başka türlü olamaz diyerek itikat etmek vaciptir. O zatında ve sıfatında, zati sıfatında, ve fiili sıfatında şeriki olmayan bir yektir.

Hulki Tevhide gelince, bu beyandadır. Mümkün olan âlemlerde her şeyi halk etmesi meselâ ruh âleminin, benzerlik âleminin, gölge âlemini, mücerret âlemleri, hicab âlemini, ceberut âlemini, melekler âlemini, arş, kürsü, gökler âlemini, lahuti âlemi, nasuti âlemi, cevher âlemini, maden 1er, nebatat, cema-dat, hayvanât, felekiyyat, dağlar, tepeler, nehirler, ağaçlar, taşlar, vahşi hayvanlar, kuşlar, cinler ve insler, bunların azı ve çoğu tüm Hak Teâlâ’nm yedi kudretindedir, diyerek itikat etmek bir mecburiyyet ve vaciptir.

Dördüncüsü tevhidi ibadetidir. Bu da iki kısımdır. 1 — Allah için tevhit, 2 — Başkası için tevhit. Bu da ikiye ayrılır: Müstakil olarak tevhid müştereken tevhittir. Allah için tevhid: özellikle bu zatı vacibil-vucut için yapılır.

“İyyâke na’büdü.”

gibidir. Hak Teâlâ:

“Vemâ halaktül cinne vel inse illâ liyabidüne.”

buyurmuşlardır. Kim ki ibadeti Allah’ın yüzüne hulus ile yaparsa ona has mümin derler. İkincisi ise: Allah’tan gayrisine olan ibadettir. Melek, Peygamber, imam güneş, ay, cin, ins, esnam, evsan, ne olursa olsun bunları anan bunlara tevhit getirip ibadet edenlerin fiili küfürdür, faili de kâfirdir.

Din usulünün İkincisi adalettir. Burada Hak Teâlâ’nm kullarına hiç bir şekilde zulüm edeceği müşahede edilmemiştir. Ve düşünülmemiştir. Sebebi ise zulüm en kabili ve fena bir sıfattır. Hak Teâlâ bu sıfattan uzaktır ve bu sıfatı taşımaz. Hak Te-âlâ’nın lütuf ve keremi, merhamet ve şefkati vardır. Bu sebeple Hak Teâlâ hükmünde adildir. Ve adil sıfatını taşır. Hak Te-âlâ’nm tekliflerinde cebir ve tazyik yoktur. Herkes fiil ve amelinde hürdür. Herkes kendi arzusiyle hayre amel ederse Allah’ın memnuniyetini üzerine çekmiş olur. Şer işler ise sonunda ceza ve ateşe müstahak olur.

Din usulünün üçühcüsü nübüvvettir: Bu da iki kısımdır. Birincisi umuraî nübüvvet: Bunun da ilki Adem sonuncusu da Yüce peygamberimizdir. Bu gelen Enbiyalar, kendileri ve şeriatları haktır. Ve tasdiklidir. Bunların sayısı 124000’dir. Bunlar her yönden masum Allah’ın memurlarıdır. Peygamber bir insandır. Hiç birini inkâre mecal yoktur. Bunlar Hak Teâlâ tarafından, haber veren İsmetleri korunmuş kimselerdir Bunların sözne getirdikleri İlâhi emirlere inkiyat etmek farzdır (özel nübüvvete gelince: O da bizim Peygamberimiz Resulü ekrem Mu-hammed bin Abdullah bin Abdülmuttalip, bin Haşini, bin Ab-dülmünaf içindir. Kendisi Enbiyanın sonuncusu ve hatimidir. Umum Enbiya, ruhani melâikelerin ve bilcümle melâikelerin, evvelden ve sonradan mevcud olanların cin ve insin, en faziletlisi, en güzeli, en akıllısı, en cesaretlisi ve en kahramanı, en cömerdi, en zekisi, onun gibi aziz ve muhterem kimse halk olmayıp, ve olmayacak, kendisi Hak tarafından kâffei mahlukata gönderilmiştir. Ondan sonra hiç bir elçi ve Peygamber gelmeyecektir. Şeriatı diğer şeriatların hükmünü kaldırdığı gibi, dini de kıyamete kadar ayakta duracaktır. Kukan azimüşşan dahi onun bir mucizesidir. Allah tarafından ona gönderilmiştir. Bundan sonra diğer bir Kukan dahi gelmeyecektir. Bunun nasıhı yoktur. İnkarı ise küfürdür. İnsanlar bunun bir benzerini yapıp getirmekten acizdirler.

Din usulünün dördüncüsü İmamettir: imamet genel bir riyasettir. Dünyada din umurunu Peygamber yerine çeviren kimsedir ve Allah’ın emirleridir. İmamla Peygamber arasında va-hiy’den başka fark yoktur. Peygambere vahiy gelir, imama gelmez. İmam şeriatın muhafızı ve bekçişidir. Bu sebeple imamların da her şeyden münezzeh temiz, kötülüklerden masum, olması icab eder. Hiç bir nakisası olmaması lâzım gelir. Din usulünün beşincisi de muaftır: Evvelce özel nübüvvetin İsmet ve sıfatı subute kavuşmuştu. Resulü ekrem sadık ve emindir. Onun sıdkma itikat ile getirdiği her şeyi kabul etmek farzdır. Her emirde bize o olay hakkında haber veren eskiden dahi olmuş olsa sabık Enbiyaların ve sabık ümmetlerin halini haber vermesine dahi inanmak bir farz ve mecburiyettir.

Haleti intizarda Azrail Aleyhisselâmm gelişi, ruhu kabz etmesi, ölen insanın kabre girmesi, kabir azabı, berzah âlemine intikal, Surun çalınması, kıyamet gününün kopması, fani cisimlerin toplanıp dirilmesi haşır hali, sorgu ve sual, amal kitaplarının taşınma ve sahiplerine verilmesi mahkeme-i kübra, hesap ve terazi, istintak, mükâfat veya mücazat, azabın envai

tatbikatı, Cehennem menzillerine giriş, Zakkumun yenmesi, demir zincirlere vurulma, sert ve kaba ateş melâikelerinin hışmına uğ-ramak, ateş katları arasında yanmak, gibi şeylerin, ve bunların cümlesini bizler için ikrar ve tasdik etmek icap eder. Çünkü emini sadık bunların vuku bulacağını bizlere haber vermiştir. Şimdi ise azap veya sevap verilmesi aklen ve seman her ikisi de sabittir. Aklen sabit oldu ki teklif bila arz zulümdür. Zulümde çok çirkin bir harekettir. Seman ise:

“Cezaen bimâ küntüm ta’melûne.”

ayetince de itaata mükâfat, isyana mücazat icra olacaktır. Şu da gizli kalmasın ki, sevabın kazanılması bir şarta bağlıdır. Kişi arif billah, halis muvahhit olsun özel nübüvveti Muhamme-diyyeyi inkâr ederse sevap olur mu olmaz mı? Cevabı ise olmaz. Sevap ve ikabm istihkak erbabına mükâfat ve mücazatm devamlı olarak îtikat edilmesi icab etmektedir.

Ey müminler şunu bilmiş olasınız ki, Ruhani Kerim ve hpdi-si şerif tövbe etmenizi emretmektedir. Bu emir dahi vucub ifade eder, kadın olsun erkek olsun her mümin tevbeye kıyam etmek farz ve vaciptir. Tövbe: Günahın mazide vukuuna nedameti halde terk etmek, müstakbelde ise onun geri dönmemesine azim etmek demektir. Allah doğruyu söyler ve hidayete eriştirir.

YÜKSEKLİK VE ALÇAKLIKLARİYLE BÜTÜN ÂLEMİN RUBAN VE CİSMEN TOPLU OLARAK

KATLARİYLE BİRLİKTE TERTİBİ

Şunu bil ki! Allah’tan başka her geye âlem derler. îşte âlem dediğimiz şey budur. Mümkünler bulunsun bulunmasın, bu bizim ilmimize bir işarettir. Veya vacibil vücudun zatma bir işarettir. Yani o da Allah’ın mevcudiyetine bir işarettir demektir. Ademde olsun vücudda olsun imkânların zati bir hükmü vardır. Bunu tercih etmek icab eder. Tercihti ise belli ve aşikârdır. Bu sebeple buna bu iz ve alâmetten dolayı âlem adını veriyoruz. Çünkü, bu, tercih edenin bir isbatıdır. Şunu bil ki! âlemin vücud bulması hiç bir şey ifade etmez, ancak bu âlemin ondan evvelki suretleri, (Ama) dır. Yani bulut renginde koyu bir dumandır. İşte bu âlem bu dumandan çıkmıştır. Bunun gerçeğine bakacak olursan bu, zeval hükmünde olan, zeval bulmuş bir geçittir. Hak Teâlâ:

“Küllü şey’in halikûn illâ vechehu.”

buyurdukları gibi her şey zeval bulur, ancak onun yüzü zevalsizdir. Anlamına gelir.

Resulüllah (S.L.A.M.) efendimizin en doğru beyti Araplar-dan olan Liibeyt söylemiştir.

“Elâ kullu şey’in mahelâ allahu el batili.”

Demiştir. Bir gerçek yoktur ki, o şeyi nefsiyle isbatlasın. Bu ancak başkasında mevcuttur. Bu sebepledir ki Resulüllah efendimiz en doğru şiir beytini Araplar söylemiştir buyurmuşlardır. Şunu bil ki! Sabit olan cevher o duman ve buluttur. Bu da Rahmanın nefesidir. Bütün âlemler bunun içinde zuhur eden şekillerdir. Bunlar bir arz ve geçit halindedir. Bunların yok edilmesi de mümkündür. İşte bu suret ve şekiller ve resimler mümkünlerdir. Bu mümkünlerin bu dumana nisbeti şekil ve suretlerin gören gözler aynasına inikası nisbeti gibidir.

Hak Teâlâ cümle âlemin gözüdür. Gören odur, mümkünleri bilen de odur. Mümkünlerin şekil ve suretleriyle cümle bildiklerini idrak etmektedir. İşte âlem dediğimiz şey Hakk’m bakışı ile bu duman arasında zuhur etmiştir. Bunu gören için isbat ve delil haktır. Bunu öylece düşün? Sen de kimliğini öğren ve belle, fakat bunun zuhurundaki sıra ve tertipte İlâhi Sadık nur ruhları, yaratılmış ve ibda edilmiş nur suretleriyle cevheri nefiste sıralanmış olur ki, bu da o (Ama) dediğimiz dumandır. Bunlardan birisi de birinci akıl olan kalemdir. Sonra Levhi Mahfuz olan nefis gelir. Bundan sonra cisim gelir, sonra arş gelir, sonra arşın yeri olan donmuş ve katılaşmış su, hava ve karanlık, daha sonra Melâikeleri gelir, sonra boz renkteki feza ve melâikesi, sonra feleklerin durakları, Cennetler, kevkepler, sonra arzımız ve su, sonra Hava unsuru, sonra ateş ve duman ve bununla yedi semayı yarıp ayırmıştır, bu semalar ise, ay seması, müşterinin seması ve dövüşgenin (elmukatil) seması ve bunlardan halk olunan felekler sonra ateş melâikesi, su hava ve yer melâikesi, sonra yaratılanlardan maden, nebat, hayvan en son olarak ta insan cesedinin neşeti, ve bunlardan çıkanlar ve son olarak ta mükelleflerin amellerinden olan mahlûkat şekilleri, işte Hak Teâlâ’nm zuhur veya vehim ettiği icatta tertibi böyledir.

Vücudi mekândaki tertibine gelince! Tevehhüm edilen mekân anlattığımız gibi, külli cisimdeki ve içindeki makulat, önce Arş, sonra kürsü, sonra atlas renk, sonra içinde Cennetler olan mükevkep felek, sonra zühalin seması, müşterinin seması, me-rihin seması, güneşin seması, zührenin seması kâtibin seması, kamerin semasıdır. Bunlardan sonra havasız boşluk sonra hava, su, ve yerdir.

Menzillerde ve mekanlardaki tertibe gelince! Kâmil insan, birinci akıl, sadık ruhlar, nefis, arş kürsü, atlas renk, misk eksibeleri; vesile Cenneti, Aden Cenneti, Firdevs Cenneti, Darüs-selam Cenneti, Darülme-kame Cenneti, Me’va Cenneti, Huld Cenneti, Naim Cenneti, bunlardan sonra menzillerin felekleri, sonra mamur ev, sonra güneş seması, ay seması, müşteri seması, zühal seması, zühre seması, kâtip seması, merih seması, bundan sonra hava, su toprak, ateş, hayvan, nebat, ve madenler, insanlarda ise elçi Peygamberler Enbiya, Evliya, iman edenler ve diğer bakiye halktır.

Ümmetlerden ise: Muhammed ümmeti, Musa ümmeti ve diğer ümmetler de kendi Resullerinin menzil ve derecelerine göredir. Hak Teâlâ’nm etkide (müessiriyyet) olan tertibi ise: Bunlardan (halde) yani şimdilik etkiliyenler, himmetteki etkiyle söz ve kavildeki etkidir. Fiilde etki ve heyeti umumiyesine topluca olan etkidir ki, (fırtına ve rüzgârların kum çöllerinde ki etkileri gibi) ve buna benziyen etkilerdir. İşte bunlar şekillerin suretidir. Vücud bulan her şeyde bir etki vardır. Bu etkinin izi etkende derhal görülür. Bazı şekiller hudus eder ki, bu etkiler ona derhal ruh verir. Âlemin tertip ve tanzimindeki nişan ve izi söylemiştik, işte bunu ben size hatırlatıyorum.

Alemin tertip ve tanzimindeki nida ve hutbe Allah’a hamd olsun ki, diğer başlangıçlar gibi başlangıcı yoktur. Esmaülhüs-nanm yüksekliği ve ezeliyeti gibi, kain olan akıl, nefis, ne basitler ve ne de mürekkepler. Ne arz ve ne de semalar gibi bütün bunlann bir başlangıcı olmakla Hak Tealâ’mn başlangıcı yoktur.

O duman ve bulut içinde öyle bir alimdir ki, bilmediği ilim yoktur. O öyle bir kudret sahibidir ki, caiz olan bir şeyden aciz kalmayandır. O Şöyle bir mürid ve istek sahibidir ki, hiç bir şeyden geri kalmaz, yarattığı mucizelerden dahi izac olur.

O öyle bir konuşkandır ki, harfsız ve sessiz konuşur. O öyle bir görüş sahibidir ki, her şeyi görmekle beraber, kendi zafiyetini görür ve bilir. O öyle bir canlılığı vardır ki, her zaman ve mekân için Hay, birliğinin ve vahdaniyetinin ezelden ebede doğru akar gider. Zeval bulmaz. Onun samadi makamı vardır.

Hak Teâlâ işte bu sıfatlarla, kâmil insanı mevcudatın, en şereflisi ve hayırlısı olarak yaratmıştır. Ve kelâmını itmam etmiştir. Her şeyden temiz ve beri olan cismaniyetin, ruhaniyetin efendisi, vesile ve firdevs Cennetlerinin hâkimi, belâlı haşır gününün makamı Mahmut sahibi olan Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimize salat ve selâmlar olsun.

Hak Teâlâ mevcud olmayan eşyalara, şekil, biçim, hudutları ve benzerlerini vücuda getirmek istediği vakit, ilim suretinde cevheri şekillerle tecelli ederek bunları vücuda getirmiştir. Başka bir şekildeki tecellilerle vezin ve miktarları vücuda getirmiştir. Ve yine bu gibi tecellilerle, devirleri, hareketleri zamanları, mekânları, kuturları ve âlemin nizamını taşıyacak olan mümkünleri vücuda getirmiştir. Yapmadığı şey bırakmamıştır, İlâhî çevrenin ne olduğunu ve neye muktedir olacağını mevcudatiyle isbat etmiştir. İşte Hak Teâlâ bizlere bu bilgileri vermiştir. Bundan başka artık vaciplerle muhaller kalmıştır. Hak Teâlâ ilk mevcudiyet olarak idare ettiği şey izlerin feleğidir. Bu Öyle bir idaredir ki, manevî bir kavram taşır. Mümkünlerde yaratıcılar da makulatta ilk zuhur eden suret feleklerin ilkidir. Bu duman (ama) içinde sa,dık ruhların suretleri saklıdır. İşte bundan da İlâhî kalem her şeyi bilen ve yazan ve feyz verici haberleri veren birinci akıldır.

İşte bu Haktan doğmuş olan hakikati Muhammediyedir. O güzellikler ve işaretler ehlinin adaletidir. Keşifler ehline göre o külli ve umumî olan kudsi ruhtur. Hak Teâlâ ona alim, hafız ve tam olarak kendisine beka vermiştir. Ve yine ona kudreti fevzi ve her türlü ilmi ve her türlü iradeyi vermiştir. O İlâhî adlarla bir seviyededir. Bundan sonra bu feleğin dununda nefisler feleğini çevirip idare etmiştir. O da nübüvvetlerle korunan ve mahfuz olan levhadır. Keşifler ehlince idrak ve işaretlere gelince bu münfail nefistir. Buna da kâmil olmayan beka ve te-ma-miyet vermiştir. Sonraki keşifte tozu yapmıştır. Benzer de olmayıp, tabiatta, zihinlerde nazarda da korkunçluk ve azameti yapmıştır. Bunlardan ilk suret ve şekil olarak bu toz içinde üç buudu (uzaklığı) çıkarmıştır. Orası onun mekânı olmuştur. Hak Teâlâ buna dört sultan yöneltmiştir. Bunlardan, ateş, toprak, hava ve su burçları zuhur etmiştir. İşte günler bunlarla temayüz etmiştir. Alemlerin cismi çevresini saran bu şeffaf ve ince yuvarlak cismin adına kerim ve azametli arş adı verilmiştir. Hak Teâlâ bunun üzerine sınırlamadan ve miktardan uzak olarak Rahman adiyle oturmuştur.

Bundan sonra Hak Teâlâ ilk olarak bu feleğin içinde ikinci bir felek çevirip bırakmıştır ki, buna da kürsü adını vermiştir. Hak Teâlâ bu kürsüye ayaklarını uzatıp basmıştır. Bundan da onun kudret ve bilgisiyle hikmet olan emirler ayrılmıştır. Hak Teâlâ bu kürsüde bütün güzellikleri ve hayırlan bulundurmuştur. Cennetlerdeki köşkleri ve çardaklan yapmıştır. Sonra burada tüm emirlerin menzillerini yapmıştır. Bu menzilleri kendi ruhaniyetiyle tahkim etmiştir. (Güçlendirmiştir). Bu menzilleri (konakları) karışık bir ortamda müstakır ve kararlı yapmıştır.

Hak Teâlâ bundan sonra bu ikinci feleğin içinde üçnücü ve yuvarlak bir felek daha yapmıştır, aynca bunun içinde yüzer bir kevkep yaratmıştır ki bu hünnüs ve kimmiş cinsinden yedi kevkepten birisidir. Bunu fakir ve kendisine muti kılmıştır. Bu kevkebe her şeyin koyu siyahlığını vermiştir. Sıfat olarak buraya hüzün ve kederi emanet kılmış aynca buraya hüzünle birlikte hasretleri, göçmeyi, ölüm sarhoşluğunu ve karanlıkların esrarını, kurtuluş ve necat bulmayı, helak etmeyi, ağaçlan, yemişleri, yılanları, muzur hayvanları, vahşice sürtüşmeyi, silinmiş veezilmiş yolları, zorluk ve meşakkatleri emanet etmiş, külli nefis müsaade ettiği vakit arzı sükunete kavuşturmak için dağları ve bütün bu saydıklarımızı halk etmiştir. Burayı da kulu ve Resulü olan Peygamber Halil İbrahim’in ruhaniye-tine terk etmiştir. Sonradan bu feleğin içinde dördüncü bir felek yaratmıştır ki ve yine bunun içinde hünnüs ve künnus cinsinden yüzer ve hareketli bir kevkep yaratmıştır. Buraya da emanet olarak uzayan ve yükselen hurma ağaçlarını kaza ve hükümlerdeki adaleti, hükümetleri, hayırlan, sebepleri, mutlulukları, güzel ve beyaz yumurtaları, nimetleri, itidalleri, keşfi mekruh olan şeyleri keşf etmeyi,sırrı ifşa etmeyi, ibadetlerin sırlarını ve yakınlıkları, sadakaları, isbrt ve delaili, namazları, nurlu olan şeyleri, davetlere icabeti arafatta duranlara nazar etmeyi, Hac menasikini, şeytanı taşlamayı, külli nefis müsaade edince bunları halk ederek ve donmuş suların tahlilini yaparak burayı kulu ve Peygamberi olan Musa aleyhisselamm ruhaniyetine terketmiştir.

Sonra bu feleğin içinde beşinci bir felek çevirerek yaratmıştır ki, bunun içinde de, hünnüs ve künnüs cinsinden seyyar bir kevkep vücuda getirmiş, buraya da emanet olarak, mezheplerin korunmasını, keskin ve ince kıhnçlara bırakmıştır. Mayiat içindeki tortularda inciyi yaratmıştır. Buralarda taassupları, hamiyetleri, fitne ve fesadı, hidayet ve dalâlet ehli arasında muharebeleri, salim akıllarda ve tahayyülerde vazık açık delil ve isbatları bulmayı, külli nefis müsaade edince havayı inceltmeyi halk edip Peygamberi olan Harun ve Yahya aleyhissela-mm ruhaniyetlerine bırakmıştır. Sonra bu feleğin çevresi içinde altıncı feleği yaratmıştır. Bunun içinde de azametli yüzer parlak bir kevkep halk etmiştir. Buraya da emanet olarak, ru-haniyetin sırlarını nurların ışınlarını, ziyaların parlaklığını, çalıcı şimşekleri, nurlu ışınları, nurlu cesedleri, kâmil mertebeleri, mutedil yükselişleri, inci gibi bilgileri, kıymetli paha biçilmez yakutları, tüm nurların topluluğunu, sari olan sırları, bilgiler tesisatını, akıcı nurları, tedbirli ruhların kaldırılmasını, kapalı ve anlaşılmaz emirlerin izahını, zorlu meselelerin hallini, nağmelerdeki güzel şeylerin işidilmesini, varidatın tamamlığını, ruhanî zenginliklerin en yüksek mertebelere yücelmesini, nafi illetlerle illetleri defi etmeyi, güzel söz ve kelimeleri bilmeyi, güzel kokuları koklamayı, daha buna benzer bir çok şeyler gibi ve yine külli nefis müsaade edince âlemi ısıtmak için hava boşluğunu harekete getirmek suretiyle etrafı ısıtmak gibi etkileri vardır. Burayı da Peygamberi olan İdris aleyhisse-lamın ruhaniyetine vermiştir.

Bundan sonra bu felek çevresi içinde yedinci bir felek yaratmıştır ki, bunun içinde yine hünnüs ve künnüs cinsinde seyyar ve yüzer bir kevkep halk etmiştir. Buna emanet olarak da tam tasviri bırakmıştır. Ayrıca nizam güzelliğini, tatlı ve iştah verici duyguyu, açık ve güzel heybetli görüşü, buraya ayrıca ünsü ve celal vermiştir. Külli nefis müsaade edince burada buharların rükününden serin saf suyu halk etmiştir. Burayı da tam ve güzel Peygamber Yusuf aleyhisselamm ruhaniyetine terk etmiştir.

Sonra bu felek çevresi içinde sekizinci feleği çevirerek yaratmıştır, Bunun içinde de hünnüs ve künnüs cinsinden yüzer seyyar bir kevkep bırakmıştır ki, buraya da emanet olarak, vahyi, evhamı, ilhamı, tehlikeyi, sert kötü fikir ve düşünceleri koymuştur, ayrıca, kötü rüyaları, müjdeleri, sınaî buluşları, ameli neticeleri, fikirdeki doğruluk ve yanlışlıkları, faal kuvvetleri, vehimleri, kehanetleri, sıkıcı şeyleri tıslımları ve azimleri, külli nefis müsaade edince rutubetli serin buharları, sert buharlara imtizaç ettirmiştir.

Burayı da kulu ve peygamberi olan îsa Aleyhisselamm ruha-niyetine terk etmiştir.

Bundan sonra bu feleğin çevresi içinde dokuzuncu feleği icat etmiştir ki, bunun içinde de yüzer seyyar bir kevkep halk etmiştir. Buraya da emanet olarak fazla ve eksikleri, istihaleleri, külli nefis müsaade edince burada usarelerin renginden doğurucuların imdadını halk etmiştir. Burayı da Peygamberi ve dostu olan Adem aleyhisselamm ruhaniyetine bırakmıştır.

Hak Teâlâ işte bu iç içe yuvarlak olan bu feleklerde türlü sınıflardan temiz melâikeleri iskân etmiştir. Bunlardan bir kısmı oturmakta bir kısmı da ayakta beklemektedir. Bunlardan bir kısmı rükuda bir kısmı da secdededirler. Bu melâikeler semaların mimardırlar. Allah bunlardan itikaf eden ruhları yapmıştır. Bunlar en şerefli çevrededirler. Hak Teâlâ bunlardan rablerine ve çevresine muti ve zelil melâikeler yapmış ve onları vekil kılmıştır. Allah’ın hak ettiği bu mükevvenatta bunları haberlerle, risalelerle bulundukları yerlere etraflıca tafsilât ve malûmatla kendisine vekil kılmıştır.

Sonra bu azametli feleğin içinde Esir denilen hava boşluğunu yaratmıştır. Bunun içinde emanet olarak buraya çarpan ve düşen ecsamın yok olmasını kılmıştır. Bundan sonra hava küresini yapmıştır. Burada bu kırıcı sıkıcı rüzgârları harekete geçirerek denizleri bununla dalgalandırdı. Buharları bu denizlerden yaptı, buralardan bulutları yukarı kaldırdı, oradan saf tatlı sular indirdi. Bu kürrede uçan cisimlerin ruhlarım tutturdu. Bu hava ve, esir küresinde kokrunç gök gürültüleri çakıcı ve kapıcı şimşekleri, ve öldürücü yıldırımları yaptı. Yukardan boşluktan buraya öldürücü taşları düşürdü. Arzda yüksek dağları yarattı, sonra inen ve çıkan ateş ruhlarını halk etti. Donmuş katı suları yarat ttı.

Sonra bu kürenin içinde Hak Teâlâ emanet olarak ve bize haber verdiği gibi ölüleri dirilten akıcı izleri yaparak sessiz hayvanları burada iskan etmiştir.

Bunun için de bir küre daha çevirmiştir ki, buraya da emanet olarak mükevvenattaki madenlerin, nebatların, hayvanların tabını koymuştur. Hak Teâlâ madenleri üç tabakadan yapmıştır. Bunlar, sulu tabakalar, toprak tabakaları, taş tabaka-landır.

Nebatları da iki türlü yapmıştır, bunlar dikilen nebatlarla, ekilen nebatlardır. Hayvanların da bir kısmını doğurucu ve emzirici, kucaklayıcı olarak yaratmıştır. En sonunda da hepsinin üstünde ve değerinde insanı yaratmıştır. İnsana İlâhî adların bilgisini ve sıfatlarını hediye etmiştir. Bütün mahlûkat bu insana muti olmuştur. İşte insan bu sebepledir ki, mevcudatın en sonuncusu olmuştur. Onun ruhaniyetinden bidayette velayetlerin sırrı ona nasip kılınmıştır.

Cismaniyetinden ise ona zeval bulma ve sonluk kısmet etmiştir. Onda emir başlamış, onda bitmiştir.

Hak Teâlâ bu insanı arzda kendine halife ve vekil tayin etmiştir. Çünkü semavatta olan burada vardır. Onu halife yaparak ayetlerle işaretlerle, mucizelerle teyit etmiştir. Hak Teâlâ insanı kerametlerle ihtisas sahibi kılmıştır.

Hak Teâlâ iyiyi kötüyü ayırmak için, kötüyü ateş derelerine, iyiyi de derecelerle mutluluk menzillerine ulaştırmak için onda meşru kaziyyeleri nasp etmiştir.

Alemin başlangıcı anlattığım gibi bu suretle olmuştur. Şunu bil ki, bilgilerde eksiklik veya fazlalık etkilerden ileri gelir. Her etki diğer etkilerden daha üstün ve faziletlidir.

Bu menzillerdeki ilimler, kevmi ittisal ilmi, ve kevmi İlâhî infisal ilmidir. Bunun içinde Hak tenzih ilmi gelir. Bunun içinde de Allah nezdinden inen kitablar içinde Fürkan ilmi gelir.

Hoş bütün bu kitapların içindekiler Allah’ın kelamıdır. Niçin suretleri ve ayetleri çoğalmıştır? Söz olduğu için mi? Veya onun namına konuştuğu için mi?.. Bunun için insanların, kendisine iman edenlerle etmeyenlerin, ilim farkı vardır. Ve bunun içinde de ulvi âlemin ilmi vardır. Bunun içinde de Eceller ilmi vardır. Bu ilim içinde de insanın faziletli olması hikmet ilmi vardır. İşte Hakk’m suretini ve âlemin hakikatlerini toplayan külli bir insanın ilmi ve bilecekleri şeyler bunlardır.

Bunun başlangıç ye sonunda ayırt etme ilmi vardır. Muadm manası nedir? Bu vücudi bir emir midir? Veya tertip edilmiş bir nisbet midir? Tıbkı makaramdan azil edilen ve sonra yine vilâyetine ve makamına iade edilen vali gibi midir? îşte bu mu-adm içinde sebep ilmi vardır. Bu yüzdendir ki, geri dönmeyi inkâr eden münkire benzer. Nedir bu inkâr edilen geriye geliş? Burada münkirin sıfatı nedir? Allaha nisbet edilen onun vahdaniyetinin ve birliğinin bir nisbet eşyası vardır.

Allah’ın rahmeti gazabını geçebilir mi? Evet geçer, her şeye Allah’ın rahmeti yayılmış olmasından dolayı, gazabı önlemiştir, öyle ise gazaba yer kalmamıştır ki, kendini göstermiş olsun.

Bundan da Hak Teâlâ’ya karşı hidayet ilmi çıkmış olur. Bu hidayet ilminden de âlimden âlemi inşa (yapma) ilmi çıkar.

. Şu muhakkak ki eksik veya fazla olarak ilmin mutlak kemale doğru yürüyeceği anlaşılır.

Meselâ sen kimsin ve nesin?

Atacak olsam -—j\“İza rameyte” atmadım.£ “Ma rameyte” Burada emir ilmi vardır. Bu ilimle Hak Teâlâ kendine benzerliği ve fiili dolayısıyle mükellefi korumaktadır. Burada öyle bir ilim vardır ki bununla ilim kemale erer. Hatta ilmin kemalidir. Bu kemal fazlalığı kabul etmez ve çıkmaz. Ancak bundan çıkan ilim belli olur ve yine ona dönmüş olur.

Alem tamamlandıktan sonra bunda ancak âlim zuhur etmiştir. Çünkü Allah’ın emri birdir. O bu emri tabir ve tefsir eder. Gerçeklere göre burada istihaleler değişiktir. Meselâ su buhara dönmektedir. Melekte surette insana dönebilir. Keza tecelli de öyledir. Bunu bilen bu emrin ne olduğunu bilir. Meselâ çocuk babasına benzediği için ona gelecek laflardan ve iftiralardan kendini temize çıkarmış olur. Ve şüpheleri üstüne çekmez. Buradan da şunu öğreniyorsun ki, Allah’tan başka halk eden bir halik yoktur.

Şunu bil ki hiç bir rütbe ve makam ilimden daha şerefli değildir. Melâikelerin tümü de Allah ilmi ile doludurlar. Bunların içinde insanlar gibi cahil kimseler bulunmaz. Hak Teâlâ mela-ikeler yönünden:

ip.

“Şehide allahu ennehu lâ ilâhe illâ hüve velmelâike-tü.”

Buyurmuşlardır. Hak Teâlâ insanlar hakkında:

“Ve ulul el ilme.”

Buyurmuşlardır. İnsanlara dediğini Melaikeye dediği gibi dememiştir. İşte buradaki ilim tevhid ilmidir. Yoksa vücudi ilim değildir.

Cümle âlem vücud ilmidir, yoksa zat veya mertebe veya tevhit ilmi değildir.

Öz olarak şunu söyliyeyim ki, daha bir çok sayılmayacak kadar ilimler vardır.

Hak denilen anlam ve mefhum ancak mahlûkun dilinden çıkmıştır. Hak Teâlâ kullariyle hicabın kaldırılması hakkında konuşmadı, çünkü o şöyle hitap eder, benim vereceğim hükmün takipçisi yoktur. Hüküm takipçisi dünyaya düşmüştür. Gerçek şudur ki, Allah’tan gayri iz leyici yoktur.

Bu tıpkı şeriatlardaki hükümlerin izale edilmesi gibidir. O bunu meşru kılmış ve bu meşruiyyeti kaldırmıştır. Ve yine başka hüküm ve seri getirmiştir. Bunların nasıhı ve mensubu da Allah’dandır.

Delâletle gelen âlimin emri ise Hak’tandır. Bunu isbatsız ve delilsiz dahi gönderen ve red eden yine Hak’tır.

Allah ilmi ile uğraşanlar bütün bunların Hak Teâlâ’dan olduğunu bilirler. Hak birbirini kovalar, haklar birbiri ardından gelir.

Bir dava zamanı, red edilen diğer dava zamanı olamaz. Ger- • çeğe karşı gelme zamanla işirak etmez. Böylelikle karşı koyma, ve karşı gelmenin ne olduğunu anla. Bunda hakkın inzal ilmi vardır. Bir şeyi bilen kişi nefsinin o ilimden indiğini bilir. Bu sebeple ve diyebilirz ki, hiç bir şey veya rütbe ilim rütbesinden daha şerefli değildir. Çünkü ilim seni hak menziline indirmiş olur.

Allah gerçeği söyler hidayete erdirir. .

GERÇEKÇİLERDEN KİMSENİN KEŞF EDEMEDİĞİ VE ANLAYAMADIĞI, BEŞİNCİ TEVEKKÜL MENZİLİ HAKKINDA BİLGİLER

Hak Tealâ (Leyse kemislihi şey’ün) buyurur. Bu sözle kendi sıfatını anlatmaktadır. Bu şekildeki anlayış ancak kendisine olmuş olur. Onun kavline göre:

“Ve hüve maakum eynema küntüm.”

Buyurmaları, yani bizler nerde olursak olalım, o bizimle birlikte olduğunu anlatmak istiyor.

Kendisi gecenin üçte bir bakiyesi kalan gecede dünya semasına inse de ve arşa yükselmemiş olsa da o duman ve bulut içinde dahi bulunmuş olsa ve hatta yerde ve gökte dahi bulunmuş olsa da kendisi insanlara atardamardan daha yakın bulunur. İşte bu sıfatla ancak o sıfatlanabilir. Hak Teâlâ bir kulunu görmek için, bir yerden bir yere taşınmaz, aksine o kuldan kaybolan âyetleri ona göstermek için onunla birlikte olur. Hak Teâlâ der ki:

“Sübhane ellezi esra biabdihi leylen mine elmescidi elharami ilâ elmescidi elaksa ellezi barekna havlehû li-nuriyehu min âyatina.” buyurmuşlardır.

Şayet Hak Teâlâ kavlini ve kendi ayetlerini göstermek için insanı, bir yerden bir yere nakil etmek isterse bunu yapacak kudrettedir ve yapar. Resulullah efendimizin kavli olan, arz ayaklarımın altında o kadar küçülüyor ve toplanıyordu ki bunun doğusunu da, batısını da görüyordum işte benim ümmetimin mülkü de bu gördüğüm topluluk kadar olacaktır. Buyurmuşlardır:

“Essemavati velardi veli yeküne mine elmukinine.”

Ve keza Hak Teâlâ İbrahim Aleyhisselâm için:

“Ve kezalike nuri ibrahime melekûte.”

buyurmuşlardır. Bu belli olan bir görüştür. Çünkü bu görülen ve şehadet edilen bir gerçektir. Allahü Teâlâ kuluna ne gibi bir mekan verdiğini göstermek için ve onu bir yerden bir yere taşıdığım, bunu ancak ayetleriyle işaret etmektedir. Hak Teâlâ bu esra hadisiyle, benim mekânım yoktur, ve belli değildir. Ona yerimi göstermek veya mucizelerimi anlatmak için onu esraya çıkarmadım. Bu mekânların benimle bir münasebeti yoktur. Nerede olursa olsun ben onun yanındayım ancak iman eden kulumun kalbine girerim. Madem ki ben onun kalbindeyim nasıl olur da benimle beraber Esra’ya çıkar?

Hak Teâlâ Resulü olan Muhammed (S.L.A.M.) efendimizi görmek ve ayetlerini ona göstermek istediği vakit ona ruhul emini yani Cebrail aleyhisselamı sebepleri isbatlamak ve ona kuvvet vermek için, Burak denilen İlahî bir binek ile beraber gönderir.

Hak Teâlâ âlemdeki sebeplerin sübutunu bizlere öğretmek için, melâikelerine dahi kanatlar yapmıştır.

Burak denilen İlâhî binek kuşu da berzahî bir hayvandır. Bu iki cins hayvandan doğma, katırdan bir derece aşağı ve eşekten bir derece üstündür. Hak Teâlâ Burak’ı da iki cins arasında bir emirden yapmıştır. Peygamberimiz buna binmiş Cebrail aleyhisselâmla birlikte yukarı yücelmiştir. Bu Burak denilen İlâhî binek Peygamberlerin özel nöbet atıdır. Hakikati halde Peygamber buna zahiren binip emir olunan yere çıkar batınen ise ona varamaz ve binemez. Bu o peygamber için bir teşrif ve tenbihtir.

Resulüllah efendimiz bu binek üzerinde kudüse gelerek ondan inmiş, ve bu bineği Peygamberlerin başladığı halkaya bağlamıştır.

Ki bunlar sebeplerin isbatı için yapılmıştır. Ona binemeden hiç bir Peygamber Allah’ın huzuruna varamaz. Efendimiz onu halkaya bağlamadan bırakabilirdi. Fakat onu adeta uyarak bağladı. Çünkü burak onu taşımaya memur kılınmıştı. Çünkü ona binek hayvanı olarak gönderilmişti. Her binek hayvanı bağlandığı gibi âdet hükmü bozulmasın diye onu bağlamıştı. Resulüllah efendimiz Burak’ı şöyle anlatmıştır. O güneşe benzer, şimşek ve ışık gibi çakıp gider. Buyurmuşlardır.

Peygamberimiz Mescidil aksada namaz kıldıktan sonra Cebrail Burakı getirerek Resulü ekrem ile birlikte ve üzerine beraberce binerek, hava derinliklerine doğru uçmuşlardır. Bu Resulüllah susadığından su ihtiyacı baş göstermiştir. Cebrail aleyhi-saelam bir kap içinde süt, diğer kap içinde şarap olarak iki kab-la gelmiş (bu olay daha evvelden içkinin tahriminden evvel olmuştur). Bu iki kabı Resulüllahm önüne koyup buyur etmiştir.

Resulüllah efendimiz süt kabını alarak susuzluğunu gidermiş, ve sütten içip ötekine el sürmemiştir. Bunun üzerine Cebrail aleyhisselâm Resulüllah efendimize: Susuzluğunu gidermek için sütü içtiğinden isabetli hareket ettin, ümmetinde bunu içmekle isabetli hareket etmiş olacaklardır. Peygamber efendimiz rüyasında süt görünce, kalkıp süt içer ve başından geçen olayı tevil ederdi.

Buharinin sahihinde yazıldığı gibi, Resulüllah efendimiz anlatır, Sanki bir kâse süt getirmiş olduğunu gördüm, içtim, o kadar çok içtimki adamakıllı doydum, ve tırnaklarımın ucundan süt fışkırdığını gördüm. Bunun fazlasını da Ömer’e vermiş oldum.

Etrafındakiler bunu neye tevil ettiğini, sorunca, bunu ilme yordum buyurmuşlardır.

Dünyanın semasına ulaştıkları vakit, sema bekçisi Cebrail aleyhisselamı karşılamış ve ona: bu kimdir ve beraberinde kim var diye sorunca o da bekçiye, beraberimde Allah’ın sevgilisi, Muhammed (S.L.A.M.) vardır. Ona gönderilmiştim, derdemez bize yolu açtı ve içeri girdik, orada Adem Aleyhisselâmı gördük sağında Cennetin mutlu kişileri vardı, solunda ise ateşi tüttürenler şekavet ve ateş ehli bulunuyordu.

Bu sırada efendimiz kendini Adem Aleyhisselamm sağında bulunan mutlu kişiler arasında görmüştür, bundan dolayı Hak Teâlâ’ya şükranda bulundu. Bu sırada insanın iki mekânda olan yerini öğrenmiş ve görmüş oldu. Çünkü o kendisini aynen mutlular içinde görmüştü ona hitaben: Salih evlât, Salih Peygamber merhaba, hoş geldin diye kendisine hitab edilmişti. Sonradan oraya veda ederek, Cebraille birlikte feza boşluklarına çıkıp yükselmeye başladılar, ikinci semaya vardıkları vakit Cebrail Aleyhisselâm birinci semada olduğu gibi, sorgu ve suale tabi kılındıktan sonra, içeri girildi. Orada İsa Aleyhisselâm cesediyle bizatihi kendilerine göründü, kendisi o ana kadar öl-memişti. Hak Teâlâ onu kendi semasına ref etmiş ve orada iskân etmişti. O semanın hükmünü ona vermişti. O bizim ilk şeyhimizdir. Onun eliyle geri döneceğiz, onun inayeti bizlerde yücedir. Bir saat dahi bizim aklımızdan uzak kalmaz, Allah’tan ricam onun dünyaya ineceği zamanı bizlere idrak buyursun..

Resulüllah efendimizi İsa Aleyhisselâm gülerek ve büyük bir muhabbetle karşılamış ve misafir etmiştir.

Onunla vedalaştıktan sonra buradan üçüncü semaya uçulmuş diğerlerinde olduğu gibi sorgu ve sualden sonra içeri giril-iniştir. Burada onları Yusuf Aleyhisselâm karşılamış misafir etmiş ve onunla görüşmüştür.

Orada olanı biteni efendimiz Cebraille birlikte görmüşlerdir. Oraya veda ederek, bundan sonra burakla birlikte dördüncü sema katma çıkılmış ötekiler de olduğu gibi sorgu ve sualden sonra içeri girmelerine izin verilmiştir. Onları içeride İdris Aleyhisselâm bizatihi cismaniyetiyle karşılamıştır. O şu ana kadar yaşıyor ve ölmemiştir.

Hak Teâlâ onu böylece yüksek bir yere kaldırarak bu sema katında iskan etmiş ve bu semanın hükmünü ona vermiştir. Birbirleriyle görüşüp selâmlaştıktan sonra, vedalaşarak, Cebrail ile birlikte buraka binerek beşinci sema katma çıkmışlardır.

Ve mütad merasimden sonra içeri girmelerine izin verilmiş, içeride onları Harun Aleyhisselâm ile Yahya Aleyhisselâm karşılamışlardır.

Onlarla konuşup selâmlaştıktan sonra, onlara veda ederek oradan Altıncı sema katma yükselmişlerdir, aynı ve mütad merasimden sonra içeri girmişler orada onları Musa Aleyhisselâm karşılamıştır. Onunla görüşüp selâmlaştıktan ve vedalaştıktan sonra, yedinci sema katma çıkılmıştır ve yine ayni seremoniden sonra içeri girmelerine müsaade edilmiş içerde İbrahim Halil Aleyhisselamla karşılaşmışlardır. Orada İbrahim Aley-hisselamı arkasını beyti mamure yaslanmış olarak görmüştür. Bu mamur evin adının Durah olduğunu kendisine söylemiştir. Resulüllah efendimiz buraya teveccüh ederek iki rekat namaz kımıştır. Buraya günde 70 bin melaikenin bir kapudan girip diğer kapudan çıktığını haber vermiştir. Melaikeler buraya kev-keplerin çıkış kapusu denilen yerden girdikleri ve kevkeplerin grup ettiği kapudan çıktığını bizlere söylemiştir, İbrahim Aley-hisselam, Resulüllah efendimize bu melaikelerin, her gün için Cibril Aleyhisselam’m silkinmesinden olan, hayat suyu damlalarından meydana geldiğini söylemiştir.

Kuşların hayat suyuna dalup silkindikleri gibi, Cebrail Aley-hisselamda her gün bu hayat suyuna bir defa girip silkelenir. İşte bu silkinmeden sıçrayan damlalar günde 70 bin melaike-nin halk olmasına sebep olmaktadır.

Resulüllah efendimiz İbrahim Aleyhisselamla görüşüp selâmlaştıktan sonra ona veda ederek Cibril ile beraber sidrei müntehaya çıkmış oldular, o seviyeye varınca orada acayip bir takım ağaçlar gördüler, yaprakları fillerin kulaklarına benziyordu. Bu yaprakları Hak Teâlâ nurdan bir örtü ile örtülmüştü. Kimse bunların ne şekilde olduğunu ve ne vasıf taşıdığını anlatamaz. Bu nurun şiddetinden göz nuru bunları idrak edemez bir hale gelir. Burada bu ağaçların arasından dört nehrin aktığını gördüler. Bu nehirlerin ikisi zahiri ikisi de batını idi.

Cibril Aleyhisselâm bu iki zahiri olarak görünen nehrin birisinin Nil diğerinin de Fırat nehri olduğunu kendisine haber vermiştir.

Diğer iki batini nehir de cennete doğru akıp gidiyordu. Bu iki nehir ya Nil ile Fırat kıyamet günü cennete döneceklerdir. Bu iki nehirden biri bal diğeri ise süt nehridir. Cennette ise dört nehir vardır, bunlardan biri tortusuz saf bir nehir, diğeri tadı değişmeyen süt nehri ve bir diğeri de içimi güzel olan şarap ve hamır nehridir. Dördüncüsü ise bal akan bir nehirdir. İşte bu nehirlerden içenlere bu nehirler özel bir tad ve ilim verir. Bunları dünyadaki zevk sahipleri bilir.

İnsan oğullarının amellerinin bu sidrede nihayet bulmuş olduğunu, Resulüllah efendimize, Cibril Aleyhisselâm bildirmiş ve haber vermiştir. Burasının, Ruhların karargâhı olduğunu bildirmiş ruhların buradan indiğini ve buraya döndüğünü bunların bir devir yaptıklarını ona anlatmıştır.

Resulüllah efendimiz burada artık Burak’tan inerek, Refrefe binmiştir. Cebrail Aleyhisselâm onu Refrefm melaikesine teslim ederek çekilmiştir. Kendisine birlikte gidilmesi teklif edilince cevap olarak, imkân yoktur buradan öteye bir adım atamam, şayet bir adım atsam, yanıp giderim, bundan dolayı hududu aşmak ilerlemek elimde değildir. Hak Teâlâ seni yanma davet ettiğinin sebebi; kendi ayet ve burhanlarını sana göstermek içindir, dikkat et! Sakın gaflete kapılma diyerek ona veda edip ayrılmıştır. Bundan sonra Resulüllah efendimiz Refrefin meleği ile beraber Refrefe binerek yukarıya uruc etmiş, sesle işidilebilir bir mesafeye gelmişlerdir. Oradan yazı ve kalem hışırtısı duyuluyordu.

Hak Teâlâ’nm levhi mahfuzu nelerin yazılmasını ve ne gibi şeylerin ibadma göndereceğini, melaikelerin bu ilahi emirleri not aldıkları anlaşılıyordu. Bu esnada Resulüllah efendimizi Hak Teâlâ bir nur batırıp çıkardı ve onu yalnız bıraktı, kendisine refakat eden melek geri kalmıştı. Bundan dolayı onu görmediğinden heyecana düşmüş ne yapacağını şaşırmıştı. Bu nur içinde heyecan ve korkudan âdeta sarhoş hale gelmişti, içine o anda vecid dolarak kendisini bir hal almış sağa ve sola yalpa yapmaya başlamıştı. Bunun sebebi de levhalarda yazı yazan kalemlerin hışırtısı olmuştur.

Bu hışırtının çıkardığı tatlı nağmeler onda kendinden geçme halin doğmasına sebep olmuştur, ki Hak Teâlâ onun daha evvel bilmediği, ancak vahiy yoluyla bildirdiği ilmi şimdi kendisine bizatihi vermiştir. Hak Teâlâ’dan içeri girmek için izin talep etti. O sırada Eba Bekrin sesine benzer bir ses işitti, bu ses şöyle diyordu: Ya Muhammed yürüme dur! Rabbm namaz kılmaktadır. Bu ses onu ürkütmüştü, içinden kendi kendine, Rabbim mi namaz kılıyor? Diye hayrete düşmüştü ve yine aynı ses ona evet melaikelerle birlikte size namaz kılan odur, bu hitaptan hakkın namaz kılmasındaki maksadın ne olduğunu anlamıştı.

Namazdan sonra kavli gibi:

“Senefrugu leküm eyyühe essuklâni.”

Artık bu hitaptan sonra onu başka bir şey düşünmeden alıkoymadı, Hak Teâlâ’nm bir çok sınıf âlemi özel zamanlarda ve mekânlarda halkettiğini düşünmüştü.

İşte bu duraklama ona bir çok şeyler öğretmişti. Bundan sonra içeri girmesine izin verildi ve girdi. İşte şimdi gördükleri de düşündükleri gibi çıkıyordu, inanış ve düşünceleri gördükleriyle değişik değildi, bilakis aynı mezahirdi. Kendisine günde gece ve gündüz olarak (50) rekat namaz emredilmişti. Bundan sonra inmeye başladı, Musa Aleyhisselama vardığında Musa ona Hakla ne konuştuğunu sordu. Kendisi ona: Hak Teâlâ ümmetime her gün için gece ve gündüz olarak 50 rekat namazı farz kılmıştır. Musa Aleyhisselam kendisine, ya Muhammed ben bunu senden evvel tecrübe ettim ve yaptım, bunu yapmaktan da zevk duydum, fakat ümmetim beni çok yordu ve üzdü, sana şunu söyliyeyim ki senin ümmetinde bunu başarıp kaldıramaz, git rabbma müracaat et ki, bunu sana hafifletsin.

Resulüllah efendimiz bundan sonra rabbma dönerek müracaatta bulunur, Rabbı da ona bu namazlardan 10 rekatını kıldırmış olur, tekrar Musa’ya döner bunu anlatır, tekrar Rabbma müracaat et sana bunu hafifletsin der. Tekrar döner müracaatta bulunur. Hak Teâlâ müracaatını kabul ederek bu namazlardan on eksiltir. Tekrar Musaya döner, Musa geriye kalanı çok bularak rabbma müracaatı tavsiye eder, tekrar Rabbma döner ve yalvarır Rabbi de on rekat indirir. Musa’ya döner ve keyfiyeti bildirir, Musa ona Allah’a dön ve müracaatta bulun der, dönüp müracaat eder, Rabbı da on daha eksiltir. Tekrar Musa’ya döner, Musada ona müracaatı tavsiye eder, o da rabbma müracaat eder, rabbı da bunu kabul ederek on daha namazı hafifletir. Ve ona kalan 50 rekattır benim sözümde bir değişiklik olmaz diye cevap verir. Döner bunu Musa’ya anlatır, o da yine Rabbma müracaatta bulun ki bu namazları biraz daha sana hafifletsin der. O da Musa’ya cevap olarak, ben artık Rabbım-dan utanıyorum, bana şöyle böyle dedi der. Orada Musaya vedalaşarak fecirden evvel arza dönmüş oldu, doğruca taşa iner (hacerilesved olacak), bunu tavaf ederek evine dönüp gider. Sabah olunca bütün bunları etrafındaki kimselere anlattı. Ona iman edenler bunu tasdik ettiler, iman etmeyenler de onu yalanladılar.. Ve kendisinden şüphe ettiler.

Sonradan bir olay oldu, kendisine inanmayanlara çok uzaklarda yolda yürüyen bir kafiledeki abdest olayından ve olaydaki şahıstan haber verdi. Yapılan tahkikatla olay onun dediği gibi çıktı, abdest alan şahsı buldular ve sorguya çektiler, o da evet dedi, abdest alırken su kabım devrildi, bu da Resulüllah’m sözlerinin doğruluğunu isbatlamıştı.

Ve yine kendisine inanmayanlara içinizde kudüsü şerifi bilen ve gören kim var dedi, ben onlara orayı anlatayım, onlar da beni dinlesinler, ki kendisi orada birkaç adım yürüyüş yapmış ve iki rekat namaz kılmıştı. O anda Hak Teâlâ onu yükselterek ona orayı göstermişti. Artık kudüsü şerifi hazır olanlara anlatmaya başlamıştı orayı bütün eşkaliyle onlara söylemişti, rüya görür gibi gördüklerini bir bir sıralamıştı, Bundan dolayı orada bulunanlardan hiç biri bunu inkâr edemediği gibi, hiç. biri de onunla bu yönden münazaa ve münakaşada bulunmamıştı. Çünkü Esra bu yerlerde cismiyle olmuştur,

Resulüllah efendimiz 84 kez hakkın huzuruna yükselmiştir, bunlardan biri, cismiyle geri kalan uruclar ise ruhî vahiy ve rüya ile olmuştur.

Evliyalara gelince: Evliyaların ruhî ve Berzahî urucları vardır. Bu uruc (esra ile) cesedlendirilmiş manaları his eder onları hayal şekilleriyle müşahede ederler, bu gördükleri suret ye şekillerle bunların taşıdığı manayı öğrenir ve bilirler.

Evliyaların yerde ve havada yükselmeleri olmakla beraber, gökte hissedilir kademleri yoktur.

İşte Resulüllah efendimiz, bu evliya cemaatına hissiyle cismiyle felekleri aşıp uruç ettiğini ve bu noktadan onlara temayüz ettiğini görmekteyiz. Bu uruç ile his edilir hakikî mesafeleri bizzat kat etmiştir. Bütün bunların hissen olmayıp mana ile olduğunu varislerine bildirmiştir.

Şimdi Hak Teâlâ’nm Allah ehline ve bana göstermiş olduğu urucu (esrayı) anlatalım. Evliyaların urucları değişiktir. Hissi uruc hilâfına bunların cesedlendirilmiş manaları vardır, evliyaların mi’raclan ruhî mi’raclardır. Bu uruc ile berzahî şekilleri görme, kalpleri görme cesedlendirilmiş manaları görmedir. Benim bu esradan müşahede ettiğim yönleri esra ve yolculuk tertibi adındaki kitabımda anlatmıştım.

Hak Teâlâ kendi âyetlerini göstermek için, evliyalarının ve Elçilerinin ruhlarını esra ettirmek istemiş olsa, bunu sırf bunların ilim ve bilgilerini artırmak için bunları uruç ettirir. Bunlardan bir kısmını yukarı âleme alır. Ve münasip oldukları âlemlerde durdurup onlara lâzım olan geyi göstermiş olur. Her âlemde kendi zatında münasip olan bir şeyi oraya bırakır. Oraya bıraktığı kimse ile kendisi arasına hicab bırakır. Fakat bu hicabı o yükselen kişi görmez, kendisi yalnız kalınca bu koyduğu hicabı kaldırır. Allah ile kur orada buluşmuş olur.

İşte kul bu esrada kaldığı müddetçe, bir hayal gibi olur, kalan o mu değil mi şeklinde bulunur. Kendisini kendisi olarak değil başka şey olarak his etti mi, bu Esra manevî Esra olur. Aslen âlem şeklinde kendi sureti de sureline benzer bir hal alır. Ve etrafındaki her şeyi Allah suret ve şeklinde görmeye başlar. Kendine göre bütün âlem hak suretinde görünür, insanda âlem suretinde görünür ve yine insan hak suretinde görünür. Bu bir nevi eşitliktir. Eğer her elif harfi Ba olursa ve her Ba harfi de Cim olursa ve cim harfini Ba harfi olarak değil elif olarak görsen velev ki, âlem hak suretinde olsa da, işte böylelikle insan orada kendi nefsini âlem suretinde değil hak suretinde görmüş olur.

Âlemin kemâli insanla tamamlanmıştır, insanın Allah nez-dinde mertebesi birincidir. Vücud ve neş’ette ise sonuncudur.

Rütbe itibariyle insan hak sureti kemâliyle hepsinden kıdemlidir. Bir şeye şu bu surettedir veya şu surettedir denmez. Ancak bütün yönlerden bunun böyle olmayacağını bilmek lâzımdır.

Nasıl ki Cim harfma Ba olduğundan Elif demiş isek ve Ba harfına da elif dediğimiz gibi, burada her benzer diğerine temayüz etmiştir. Halbuki benzeri değildir. Çünkü elif eliftir ba harfi de ba harfidir. Cim de cim’dir. Burada da hak haktır, insan insandır, âlem de âlemdir. Böylelikle bu eşitlik belli olmuş oldu.

Hak Teâlâ güzel adlariyle evliyasını esra etmiş olsa ki, bütün İlâhi adlar Hak Tealâ’nm değişik halleriyle cümle âlemin değişik ahvalinin ilmidir. Mezkûr adlardaki ahkâm değişikliklerini bildiğimiz gibi bu değişme ve tekallüp, bu adları bizlere belli etmiştir.

îşte ondan çıkan ve değişen ve ona dönen ada o bu ada hal adı koymuştur. Çünkü bu ad halden hale dönmektedir.

Resulüllah (S.L.A.M.) efendimiz mü’minlere karşı hem rauf ve hemde rahim idi. Bu yönden hepimiz birbirimize şehadet edebiliriz. Nefislerimizi de sabırlı ve şükredici hale çevirebiliriz. Sabredenlere ve şükredenlere Hak Teâlâ âyetlerini göstermek için kulu Muhammedi kendi adlariyle esraya yüceltmiştir. Orada âlemden âleme intikal etmiş ve oradan aldıklariyle tavırdan tavıra, halden hale dönerek, arza dönmüş ve sabahı ailesinin yanında etmiştir. Böylelikle hiç bir kimse ev halkı dahi onun başına gelenleri his etmemiş ve anlamamıştır. Bu sır olarak kendinde kalmıştır. Ancak konuşmaya başladığı vakit etrafındakiler ondan başka bir dille konuştuğunu işitmiş oldular. Birisi ona bu nedir nasıldır diye soracak olsa, o da onlara Hak Teâlâ kendi âyetlerini bana göstermek için beni esraya götürdü diye cevap veriyordu.

Kendisini dinleyenler, yalan iddiada bulunuyorsun seni biz kaybetmedik bunlardan fakihlerden biri, bu kişi peygamberliği iddia ediyor, veya aklında bir bozukluk vardır, bu ya bir zındık veyahut bir bunaktır, katli vaciptir diyordu. Bunamış ise ona diyeceğimiz yoktur. Dediler. Bir kısım kavimler bunun doğruluğuna inandılar ve itibar gösterdiler bir kısmı ise yalanladı, bu mesele âlemde karışıklığa yol açmıştı, bunu söyleyen fakih zat kaybolup gitti.

Şunu bil ki, bu tarikat sahibi ile bu âlem arasında Esra’da sıfat farkı yoktur. Bu âyetlerle bu hallerin âlemdeki değişikliğini görmek demek hepsi bir isbat ve burhan sayılır. Bunların tümü âyetlerdi. Onlar da bunun içinde oldukları halde bunu hissetmiyorlardı, kendilerinin de içinde oldukları bu halleri inkâr ediyorlar ve Allah’a darbı meseller getiriyorlardı. Haşa, haşa, onlar gözleri açık oldukları halde bir şey göremiyorlar, kör olmuşlardı.

Hak Te âlâ der ki:

“Felâ tadribû lillâhilemsâli.”

buyurmuşlardır. Allah’ın evliyaları ise Allah’a misal getirmez. Aksine olarak Hak Teâlâ insanlar için yerine göre veli ise misaller getirir. Çünkü Hak Teâlâ her şeyi bilir bizlerse bir şey bilmeyiz burada Allah misaller getirmez, yalnız getirdiği misallerin ne olduğunu Allah bilir.

Meselâ Hak Teâlâ’nm:

“Allahu nûrussemâvâti velardi.”

buyurmuşlardır. Bunun anlamı: Allah Teâlâ yerlerin ve göklerin nurudur, burada Allah nurunun sıfatını açıklamaktadır. Bu kandil, kandil içinde yanan ve cam içinde cam bir çerag gibi ışıldayan bir nurdur. Mübarek zeytin ağacına benzer bir ağaçta yanan elmastan bir kevkep gibidir. Ateşe temas etmeden bunun yağı yanmaktadır. Sonra Hak Teâlâ misal getirerek:

“Vallâhu bikülli şey'in a'lîmün

buyurmaktadır. Bu da özel bir çerağ veya ışıldayan bir kandildir. Burada Allah nurunun yalnız bir kandil gibi ışıldadığım söylemek arzu edilmez. Çünkü görüş sahibi, kandil yağının tazelendikçe yandığım görür. Hak Teâlâ’nm nuru ise tazelenmez ve buna benzemez, sıfatı da bunun gibi değildir.

Daima edebimizi ve ahlâkımızı koyalım. Hak Teâlâ insanlara misal getirir, bizler de bu sınırlarda duralım, İlâhi edep bunu emretmektedir.

Allah’ın insanlar için getirdiği misalleri bulamaz isek o vakit insanlar üzerine misaller getiririz ki, bir şey bilmeyen bu insanlar bu misallerle bir şey öğrenmiş olurlar.

İnsaf edelim ki, Allah bu misallerin hepsini bilmektedir. Şen fikir ve itibar sahibi isen doğru ve sevap olan şeyleri söyleyelim.

Keşif ve şehadet sahibi isen bir şey araştırmaya bakma, çünkü sende rabbinin beyyineleri vardır.

İşte evliyaların darbı mesellerdeki halleri böyledir. Eshabı kehif sayıları hakkında ihtilâfta olan insanlar içinde ezbere dedikleri gibi Hak Teâlâ:

“Seyekûlûne selâsetün.”

ve yine:

r

“Kul rabbî a'lemu bi i'dtihim.”

sayıları üçtür diyorlar. Bunların sayılarını ancak Rabbim bilir diye şöyle buyurmaktadır.

Bunlann sayıları aynı cinsten olması lâzımdır. Dörttür beşincisi, köpekleridir diye söylemiş durmuşlardır.

Hayır dört kişi değil beştir altmcısı köpekleridir, bazdan da altıdır yedincisi köpekleridir, bazıları ise yedidir, sekizincisi köpekleridir, demişlerdir. Bunun doğrusunu ancak Allah bilil'.

Hak Teâlâ adlarındaki âyetlerini bizlere de gösterecekti çünkü bu bizim miras hakkımızdı.

Bunları göstermek üzere beni de yerimden alarak, ve rükünlerinin içine sıkıştırarak, beni imkânımla birlikte Burak ile urue ettirdi. Bu sırada yerim olan arzımızın benimle beraber olduğunu görmüyordum. Bunu Allah’ın topraktan halk ettiği aslî peder almıştır, demişlerdir.

Su rüknünden ayrıldıktan sonra kendimi kaybettim. Bana bu sefer, sen hafif ve basit sudan halk olmuşsun dendi. Bunu kendine zillet bilerek toprağa yapışmıştır, onun için onu bıraktım, o anda ben de iki şey eksilmişti, beni haya rüknüne getirince, severek değişmişti.

Hava bana hitaben, sen de ben yoktum, bende zeval yoktur, senden bir isteğim var, seni korkutup ufunetlendireceğim. Ben zat olarak iyiyim. Benimle komşu olan ve benimle sohbet edene de kötüyüm dedi. O bu sıfatla sıfatlanmıştı, koklayan kişilere benim kokumu o değiştirmişti.

Ona, bunu ne için sende bırakayım dedim. O da bana, senin suyundan ve çamurdan senin ufunetinden bu bozukluk ondan gitsin diye alıkoyacağım dedi.

Bende bunun üzerine onları onda bırakarak ateş rüknüne vardım. Orada bir söz duydum, biri diyor ki: Pişmek üzere bize bir çamur geldi, zaten bunun için gönderildi dendi. Diğerleri evet doğrudur dediler ve bir ses bize beraberinde kim vardı diye soruldu, İslah een ve ikrah ettiren Cebrail vardır beraberinde gitmektedir ve bünyesinden ayrılmak mecburiyetindedir. Onun yanında bana: Onun neşetinde bende onda az bir kısım vardır ki şayet benim meleğimin ve iktidarımın ve nüfuzumu tasarruf ettiğim ve zuhur edeceğim çevreye ulaştığı vakit onu onunla bırakmayacağım dedi.

Böylelikle birinci semaya nüfuz edip çıktım. Artık kendi bedeni neşetimde bende bir şey kalmamıştı.

Pederim Adem Aleyhisselâma selâm verdim, toprağımı sordu bende olanlardır. Arz bende olan emaneti aldığından çamurumu, suyumu, orada bırakarak ayrıldım dedim.

Bunun üzerine bana: Evlâdım babanda da böyle olmuştu, dedi, hakkım talep etmiş, hiç bir yere taaddi etmemiş idi. Nitekim sen de bu şekilde oradan aynlmış oldun. Acaba oraya dönecek misin? Dönmeyecekmisin, bunu bilemezsin ki? Hak Te-âlâ’nm ne murat ettiğini kimse bilmez. Ancak Hak Teâlâ bildirdiği vakit insan o şeyi öğrenmiş ve bilmiş olur.

O esnada bir yöne dönünce kendimi onun elleri arasında buldum. Sağında yakın hısımları, ona dedim ki, işte bu gördüğüm benim, o bu söze gülmüştü ve yine ben, ellerinin arasmda-yım ve senin sağında durmaktayım. Evet dedi, işte Hak Teâlâ ellerini uzattığı vakit bende nefsimi böylece hakkm iki elleri arasmda bulmuştum demişti.

Evet bunu gördüm diğer, elinde ne vardı diye sordum, âlem vardır dedi. Şunu anladımki hakkın sağ kolu mutluluğu işaret etmektedir öyle mi dedim. Bana evet mutluluğu iktiza etmektedir dedi, Ona cevap olarak, demek Hak Teâlâ bizleri sağ ve sol ehli olarak ikiye ayırmıştır dedim.

Bana: Ey evlâdım, babanın sağı odur solu da budur hiç bir şekilde değişmez, bu iki yönde Allah’ın yönü ve Allah’ın elleridir, sağım mübarektir, benim çocuklarım sağunda ve solumda-dır, ben ve yakınlarım hakkın sağındayız, diğer âlemden kalanlarda haklan sol İlâhî elindedir.

Öyle ise bizler kedere ve şekavete düşmeyeceğiz dedim. Babam da bana, şayet İlâhî gazap devam etseydi, şekavet keder, ve yeis içinde kalırdık. Meskenler değişmiş olsa da mutluluk devamlıdır.

Allah Teâlâ hiç bir ev nimetsiz yaratmamıştır, o evin ehli bulundukları evin mimarıdırlar. Onlar bu evleri inşa ederler. Smr hattının yapılmasiyle büyük geçid günü Allah’ın gazabı sona ermiş olur.

İşte bu sınır çizildiği an gazapta kalmamış olur. Artık ortada her şeyi içine alan rıza ve rahmetten başka bir şey kalmaz.

Bu sınırlama sona erdiği vakit genellikle İlâhi hüküm umumî rahmete dönmüş olur. İşte babam olan Âdem bütün bunları bana öğretmiştir. Bunları daha evvel bilmiyordum. Bu öğrendiklerim ahirette benimle son bulacak bu bana dünya hayatında büyük bir müjde olmuştu ve kıyamette zamanla nihayet bulacaktır. Hak Teâlâ’nın dediğ gibi 50 bin sen işte sınırın müddet ve zamanı bu kadarın

Bu müddet bittikten sonra artık hüküm ve keyfıyyet esma-ülhüsna ile birlikte rahm olan rahmana kalmış olur.

O güzeldir, kime hükmünü yöneltse, rahim, rahmetiyle gazaptan öcünü almış olur. Rahmet gazabı şiddetle çarpıp ezer ve tezlil eder. Hakikate erişmeye mani olur. Hüküm orada adlarla ve neseblerle karşılaşmış olur. Hulk ise rahmetle dolup taşmış olmakla beraber adların hükümleri, karşı gelmekte berdevamdır. Bunu böyle bil, bu ilim çok acayip, ince ve yabancıdır.

Saklı olduğu iin insanlar bunu bilmezler, şunu bil ki, vücud bulan her şey rahmettir.

Pederim bana hayır dua okuduktan sonra oradan uzaklaşarak İsâ Aleyhisselâmm bulunduğu ikinci semaya inmiş oldum. Onun yanında teyzezadesi Yahya Aleyhisselâmı gördüm. O hayvani bir yaşantıca idi. Teyzezadesi olmakla beraber kendisi ruh idi. Hayvani yaşantı ruha birlikte, bulunacağından Yahya Aleyhisselâmı Allah’ın ruhu İsa’nın yanında buldum. Hiç şüphesiz ruhmar ölmez ve yaşar. Her hayatta olan da ruh değildir. Onlara selâm verdim. Allah’ın ruhu olmakla beraber bizden ileri ne ile bizleri geçtin diye sordum. Bana cevap olarak anneme beni bağışlayanın kim olduğunu görmüyor musun? Tabi-atiyle bir man veri bende anlayacağımı anlamış oldum ve bana: Bu öyle olmasaydı ben ölüleri diriltemezdim.

Ona cevap olarak: Neşetleri senin gibi olmayanlardan ölüleri diriltenleri bizler görmüş olduk. Bunun üzerne bana, onlar tam olarak kendiliklerinden ölüleri diriltmediler, yalnız benden varis oldukları kadr ölüleri diriltebilmişlerdir.

Onlar benim makamımda olmadıkları gibi bende ölüleri ihya etmek için bu ruhu verenin makamında değilim. Buyurdular. Bana bunu hibe eden Cebrail Aleyhisselâm bir yere basmaz ki orası yaşamasın, özellile o suretlerin ruhlarına hâkim olur. Bana hibe edilen ruhdur ki oraya basında hayatı vermiş olur, bunu böyle bil buyurdular.

Bundan sonra yüzü Yahya Aleyhisselâma çevirdim ve ona hitaben: Hak Teâlâ’nm emirleriyle kıyamet günü sen ölümü bir küç şeklinde, Cennet ile Cehennem arasında getirerek orada onu keskin bir bıçakla boğazladığını haber almışımdır. Bu getirilen ölüm sureti bir koça benzemektedir, her iki taraf görsün diye on o arada kesimş olacaksın öyle mi,

Bana cevap olarak: Evet doğrudur, arzu edilmez amma benim addım benimle kalmaz, çünkü ben Yahya’yım. Yani yaşayan bir kimseyim, o ise hayat evindedir, yani yaşanılan yerde bulunuyor, bu sebepten bu ölümü yok etmek icab etmektedir, bunu benden başka kimse yok edemez.

Bende cevap olarak, bana söylediklerinin ve işaret ettiklerinin doğruluğunu tasdik ederim, fakat âlemde yaşayan Yahya-lar çoktur dedim, o da bana: Ben bu adı başlangıçta ilk olarak aldım, ilkte olsun ister sonda olsun kim yaşarsa benimle beraber yaşar

Hak Teâlâ bundan evvel bana bir ad vermişti, bu sebeple her Yahya bana tabi olmuştur. Benim zuhurumla onların bir hükmü kalmamıştır. Bana yanımda olmayan bir şeyi hatırlatıp tenbihte bulundu, bundan dolayı kendisine teşekkür ettim ve onlara hitaben: Allah’a hamdederim ki Allah’ın Ruhu îsa ile Yahya Aleyhisselâmları yani her ikinizi de bir semada bir araya getirmiştir, sizlere bir meseleyi soracağım ki cevabı önünüzde oluyordu. Her ikiniz de hakkı selâmlama ile ihtisas sahibisiniz, İsa beşikte iken:

“Vesselâmü a'leyye yevm vülidtü ve yevme emûtü ve yevme eba'sü hayen.”

söylemiştir. Yahya Aleyhisselâm içinde:

“Ve selâmün a'leyhi yevme vülide ve yevme yemût ve yevme yüba'sü hayyen”

dediğini duyduk. Bunun hakkında bana bir açıklama yapar mısınız, dedim, îsa Aleyhisselâm, kendi nefsine olan Allah’ın selâmını haber verdiği gibi, Yahya Aleyhisselâm da, Hak Teâlâ’nm selâmını haber verdiğini söyledi. Ve yine bana, ben Kur’an ehlinden değil miyim diye bana sordu, bende, evet hepimiz yani bizler Kukan ehlindeniz dedim.

İsa Aleyhisselâm bana, benimle teyzeoğlu arasını Hak Te-âlâ’nm nasıl birleştirdiğine bak Hak Teâlâ benim için:

“Ve nebiyyen minessâlihîne.”

yani iyi ve salih olan peygamberlerdendir dedi. Bende oha cevap olarak, evet doğrudur dedim, Yahya bana: İsa hakkında teyzezadem salihlerdendir demiyor dedi. Sonra ilâve etti, İsa’nın beşikteki kelâmı, teyzemin ve onlara tensip edilen şeylerden temize çıkmasına, beraet etmesine, sebep olmuştur, böy-lece her şeyi bana izah etmiş oldular.

Yahya Aleyhisselâm bana, İsa’yı ziyaretimin sebebi akraba olduğum içindir. Bu sebeple ziyaretine geldim, ayrıca da Hanına da ziyarete giderim. Çünkü teyzem onu dininde ve nesebinde kandırmıştır. Bende ona o onun kardeşi değildir, ve aralarında da uzun bir zaman vardır dedim. Bunun üzerine bana Hak Teâlâ’nm sözünü hatırlattı:

“Ve ilâ semûde ehâhüm sâlihan.”

bu nasıl kardeşliktir, o bir babadan bir annedendir. Semudun kardeşi olduğunu görmüyor musun O kabilenin adını Semud koymuştur, burada Salih peygamber Semudun neslindendir, hiç şüphesiz kardeş sayılırlar, benim onlara olan ziyaretim sevdiğimden ve merhametimdendir. Benim îsa’ya olan yakınlığım benim Harun’a olan yakınlığımdan daha yakındır, demişti.

Sonra beni alarak beraberce üçüncü semaya yükselmiş olduk, orada Yusuf Aleyhisselâm vardı, ona selâm verdim ve selâmım aldı ve beni hoş karşıladı. Ve onunla da kendi hayat hikâyesi üzerine bir çok şeyler konuştuk. Ve kendisinden bir çok bilgiler alarak, kendisine teşekkür ederek ayrıldık. Oradan İd-ris Aleyhisselâma vardım, kendisine selâm verdim, beni hoş karşılayarak selâmımı aldı ve bana, Ey Muhammedin varisi hoş geldin sefalar getirdin diyerek beni kucakladı. Kendisine, bunu nasıl ve nerden biliyorsun dedim, bizler her şeyi biliriz ve her şeyden haberimiz olur buyurdular, böylelikle ondan da bir çok gerçekleri öğrenmiş oldum. Kendisine teşekkür ederek ayrıldım, oradan Harun Aleyhisselâmm yerine vardım. Orada Yahya Aleyhisselâmı gördüm, beni geçmiş ve benden evvel oraya varmıştı. Kendisine: Yolda size rastlamadım, acaba başka bir yoldanım geldiniz diye sordum, bana cevap olarak herkesin bir yolu vardır ki kendine mahsustur. Ancak oradan gider ve gelir, bir diğeri o yolu bilmez ve görmez buyurdular.

Harun Aleyhisselâmla, selâmlattıktan sonra bana: Ey mükemmel ve kemâl sahibi varis hoş geldin, diyerek bana iltifatta bulundu, ben de onu selâmlayarak, peygamber ve elçi olmakla sen halifenin hülâfasısm, selâmım sana olsun dedim. O bana: Ben asli hükümle bir peygamberim, Allah elçiliğini kardeşimin sorusuyla almış oldum. Buyurdu, ondan da birçok gerçekleri öğrenerek kendisine teşekkür ettikten sonra vedalaşarak ayrıldık, oradan Musa Aleyhisselâm’m katma indim. Kendisini selâmladım, ve teşekkür ettim, kendisiyle uzun uzadıya konuştuk. Hakkımda Peygamberimiz efendimizle anlaştıkları şeylere teşekkür ettim. Ondan birçok şeyleri öğrenmiş oldum Musa Aleyhisselâmla vedalaşarak ayrıldım. Oradan doğruca İbrahim Halil Aleyhisselâmm semasına indim. Selâm verdim, ve beni

hoş karşılayarak selâmladı, ve ona ey pederim, putları kırdığın vakit onlara tapanlara, bu kırma işini büyük put yaptı dedin, bunu ne için böyle söyledin? Çünkü onlar Hakkın büyüklüğüne inanmıyorlardı, putlarına inanıyorlardı, bu sebeple böyle dedim, buyurdular.

Böylelikle kendisinden birçok bilmediğim şeyleri öğrendim, kendisi bu bildikleriyle ilmine ilim kattı, burada birçok ilâh ilimler buldum. Burada gayp ilmini ve yakınlık ilimlerini bulmuş oldum. Ayrıca burada fazladan birçok ilim hâzineleri gördüm. Bu ilim hâzineleri ancak ariflerin kalplerine varabilir. Orada Hak Teâlâ’nm eliyle yazdığı hakikî Tevratı gördüm. Hayret ettim. Bunu Hak Teâlâ nasıl eliyle yazmıştı ki, o Tevrat yahudilerin elinde değiştirilmiş ve bozulmuştu.

Böylelikle burada cebir ilmini ricat ilmini gördüm, bu ilim yeni baştan baise ve ahiretteki cesedlerin haşri idi.

Çünkü insan dünyadan ayrıldı mı artık dünyaya dönmesi imkânsızdır. Buradan ayrılanlar, iki yere giderler ya Cennet evine veya Cehennem evine gitmiş olurlar.

Dünya insanları iki ev üzere ayrılacaklardır. Ya ateş evinde veya mutluluk evinde payidar olacaklardır.

Sahabelerden bazıları şöyle derlerdi, ey deniz ne vakit ateş olacaksın? İşte bu içilmeyen deniz ateşe dönecek ve Cehenneme girecekler bu ateşten içeceklerdir. Resülullah efendimiz Cennetteki dört nehir hakkında şunları bildirir, bu nehirlerden Seyhan Ceyhan, Nil ve Fırat’tan bahsederdi. Minberim ile kabrim arasında Cennetlerde bir bahçe ve Cennet vardır buyurmuşlardır.

Bizler taklitçi cemaatlardan değiliz, bunlardan bir çok bahis ve haberler vardır. Ona inandığımız gibi Allah’a şükür emir bizdendir. Yine burada Peygamberimizin şu dediği ilmi de gördüm. Sizinle ümmetleri çoğaltacağım buyurmuşlardır. Bu bizim için bir şeref ve iftihar vesilesi olmuştur. Sizlere ne söyleyeyim? öyle ilimler ve bilgiler edendim ki, bu anlatmakla biti-rilmez, dinleme adabı ilmini gördüm, erkeklerin dişilere olan rüçhaniyyet ilmini gördüm. Âyetlerden faydalanma ilmini, söz ve terk ilmini gördüm. Ve daha neler neler gördüm. Allah’ın kuluna ve kulun da Allah’ına karşı hitap ilmini gördüm. İşte bunların tümünü burada gördüm ve öğrendim.

Sadık olanların ahiret gününde İlâhi çevreye nasıl gireceklerini ve çıkacaklarını ve nasıl hareket edeceklerini gördüm. Ayrıca burada dokuzların mertebe ilmini gördüm. Burada iki hasımın karşılaşma ilmini gördüm.

Bunlar acaba bir vücud emrimi idi? veya Âdemi bir emir mi idi? Burada Hakkın mahlûktu yarattığı ilmi gördüm ve öğrendim, burada tahmidlerin mertebe ve neticelerini gördüm. İşte ruhen ve manen esrada iken vardığım ve gördüğüm şeyler bunlardı. Allah doğruyu söyler ve hidâyete eriştirir.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar