Adab Bu
M. Konyar
ADAB-I
MUAŞERET
Âdab: dinin gerekli kılıp, aklın da
hoş gördüğü Allah rızasına uygun, zâhiri ahlak olan hareket ve sözlerin
hepsidir.
Âdab-ı Muaşeret: insana toplumsal
hayatla olan münasebetlerini kolay, münasip ve hoş bir şekilde yerine
getirmesini öğreten bir sanattır.
Toplumsal hayatta bize
lazım olacak adab-ı muaşeret kaidelerini burada başlıklar altında kısaca
sıralamaya çalıştık. Bunlara dikkat ettiğimiz takdirde göreceğiz ki hayatımız
daha güzel ve rahat geçecektir inşaallah. Okurken de fark edeceğiz ki adap diye
bahsettiğimiz şeylerin hemen hemen hepsi peygamber efendimizin (salla'llâhü
aleyhi ve sellem) hayatından alınan örneklerdir. Bir kısım adabın kaynağı olan
hadis-i şerifleri buraya aldık. Kitapçığımızın hacmini çok kabartacağından
dolayı bir kısım adap kaidelerinin kaynağı olan hadis-i şerifleri yazmadık.
Ayrıca buraya aldığımız
bazı adap kaideleri (örneğin taziye…) belki hemen lazım olmaz fakat daha sonra
lazım olacağından dolayı şimdiden bilgi sahibi olmamız faydalı olacaktır.
1-SELAMLAŞMA
VE MUSAFAHA (TOKALAŞMA) ADABI:
1- “Aranızda selamı açıktan söyleyerek yayınız.”(hadis-i şerif meali)[1]
2- “…Yaptığınız takdirde
sizin birbirinizi seveceğiniz bir şeyi söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız.”
(hadis-i şerif meali) [2]
3- Selam vermeyle ilgili ayete bakarsak nasıl selam verilip,
alınacağını görürüz:
“bir selamla selamlandığınız vakit, siz ondan daha güzeli ile
selamı alın yahut aynıyla karşılayın…” (nisa suresi:86)
Aynısıyla karşılamanın ne olduğu açıktır. Örneğin biri bize
“esselamü aleyküm [3]”
derse ona karşı “Ve aleyküm selam [4]”
diyerek karşılık verebiliriz.
Daha güzeli ile
selamlamak nasıl olmalı?
Biri bize “esselamü aleyküm” derse, cevabında “rahmet”
kelimesi eklenerek “aleyküm selam ve rahmetullah”
denilebilir. Yine biri bize “esselamü aleyküm ve rahmetullah[5]”
derse, “berakât” kelimesini ekleyerek : “aleyküm selam ve rahmetullahi ve berakâtüh[6]”
denerek karşılık verilebilir. Selam veren, selâm, rahmet ve berekât
kelimelerinin üçünü birden söylerse, ona da aynıyla cevap verilir. Daha fazlası
yok.
Unutmamalıyız ki selam alıp vermek, aslında karşılıklı
dualaşmaktır. Selamların anlamlarını aşağıda dipnotta verdik.
4- Müminlerin toplu olarak bulunduğu herhangi bir yere girildiğinde
orada bulunanlara selam vermeliyiz.
5- Selama anında icabet edilmelidir. Aradan uzun müddet geçtikten
sonra almak uygun değildir.
6- Yine, bulunduğumuz bir topluluktan ayrılırken selam vererek
ayrılmalıyız. Ebu Hureyre (r.a.) Resulullah’ın
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet etti: “sizden biriniz
bir meclise vardığında selam versin. Ayrılırken de selam versin zira meclise
gelişte verilen selam, ayrılırken verilen selamdan daha evla değildir. (İkinci
selam da birincisi kadar mühimdir.)”[7]
7- Karşılaşan iki kişiden küçük olanın büyüğe, az olan grubun çok
olana, yürüyenin oturana, vasıta üzerinde bulunanın yaya olana önce selam
vermesi gereklidir.[8]
8- Eve girerken ve çıkarken de selamı ihmal etmemeliyiz. Evde
bulunanları da (anne-baba, kardeş, çocuk..) buna alıştırmalıyız. Şayet evde
kimse yoksa o vakit; “esselâmu aleyna ve alâ ibadillahis-salihîn” ( bize ve
Allahın Salih kullarına selam olsun) diye selam vermeliyiz. Rabbimiz (c.c.) bu
konuda şöyle buyuruyor: “Evlere
girdiğiniz vakit, Allah tarafından bolluk, bereket ve esenlik dileyerek,
birbirinize mutlaka selam verin…” (Nur suresi:61)
9- Selam verirken işaretle vermek caiz değildir. Selamdaki lafzı
(kelimeyi, sözü) söylemek lazımdır. Aradaki mesafe uzak ise yahut araba ile
gidiliyorsa; uzaktaki şahsa veya bir diğer arabadakilere elle işaret edilirken
veya korna çalınırken, selamdaki lafzı da söylemek lazımdır. Bize bu şekilde verilen
selamı alırken biz de selam lafızlarından biriyle karşılık vermeliyiz.
10- Selamlaşmadan sonra iki elle sıkarak musafaha (tokalaşma) edilir. Musafaha etmek insanlar arasında
sevgi ve saygıyı arttıran sünnetlerdendir. Kucaklaşma ise, uzun yoldan gelenler
veya çoktandır görüşmeyenler içindir. Bu kucaklaşma birbirine haram olan
kimseler (namahremler) arasında olamaz. Bununla beraber saygı maksadıyla
herhangi bir kimsenin önünde rükû eder gibi veya baş eğerek eğilmek dinimizde
caiz değildir.[9]
Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ashabıyla
karşılaştığı zaman, Cuma ve bayram namazlarından sonra, özellikle de
tebrikleşirken musafaha eder[10]. Ve
bir hadis-i şerifinde şöyle der: “iki Müslüman karşılaştığı zaman,
birbirleriyle musafaha edip, aziz ve celil olan Allah’tan birbirleri hakkında
af talep ederlerse, daha yerlerinden ayrılmadan Cenab-ı hak ikisinin de
günahlarını affeder.”[11]
Sahabe efendilerimiz, peygamber efendimizin (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) bu tavsiyesini uygulamışlardır. Hatta bu güzel adet
zamanımıza kadar da uygulanmıştır. Ancak musafahanın, bugün hâlâ İslamî
özelliğini muhafaza ettiğini söylememiz mümkün değildir. Çünkü asr-ı saadetteki
şekli, iki elle tutuşarak olduğu halde[12] bugün tek elle olan şekliyle yaygın olduğu
gibi, çoğu kez hayır duanın da ihmal edildiğini görmekteyiz. İslam’da namahrem
bayanlarla musafaha etmek yasak olmasına rağmen bunun da bazen ihmal ediliyor
olması, bu hususta, dinî hassasiyetten kısmen de uzaklaşıldığı fikrini
vermektedir.
11- Selam verirken, insanları “bu adam ayakkabı boyacısı”, “ bu kişi
çöpten çöp, kâğıt… toplayan birisidir”, ya da ”bu sıradan bir insandır” …gibi
düşüncelerle ayırıp selam vermezlik etmemeliyiz. Mümkün olduğunca ayırım
yapmadan, herkese selam vermeliyiz. Bu aynı zamanda söz konusu kişilere değer
verdiğimizi de gösterir ve onları da sevindirir. Bu konuda sahabe
efendilerimizden Tufeyl ibn-i ubey ibn-i ka’b, Hz. Ömer’in (r.a.) oğlu Abdullah
ibn-i ömer’le ilgili şöyle der: “Abdullah
ibn-i Ömer’e gelir, onunla birlikte çarşıya çıkardım. Biz çarşıya çıkınca
Abdullah ibn-i Ömer eski eşya satan, değerli eşya satan, yoksul veya herhangi
bir kimseye uğrasa mutlaka selam verirdi…” [13]
12- Çocuklara da selam vermeyi ihmal etmemeliyiz. Onlara selam
vermeyi önemsiz görmeyelim, çünkü hem çocuğun dinî eğitimine katkısı olur hem
de onları sevindirir. Önemsendiklerini
hissettirir. “Enes (r.a.) çocuklara
rastladığı zaman onlara selam verir ve Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem.)
böyle yapardı, derdi.” [14]
13- Bilhassa kalabalık bir topluluğa selam vereceğimiz vakit, selamı
topluluktaki herkese duyurmak için sesimizi çok yükseltip bağırmaya gerek yok.
Selamı hareket halinde 3 kez tekrarlayabiliriz.[15]
14- Selam verirken ortamda uyuyan, hasta olan ya da sesimizden
rahatsız olacak birileri var mı diye dikkat ederek selam vermeliyiz. Örneğin;
apartmanlarda ses çok yankılanır. Bundan dolayı apartman dairesinin giriş
kapısında durarak evdekilere yüksek sesle selam vererek komşuları rahatsız
etmekten kaçınmalıyız. Komşularımızın hastaları, yaşlıları, uyuyan çocukları
olabilir. Bunlar olmazsa bile yüksek sesten rahatsız olabilirler. “Bu konuda Efendimiz’in
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) tavrı nasıl olmuştur?” ona bakalım.
Sahabenin
ileri gelenlerinden Miktad ibn-i esved (r.a.) şöyle anlatır: “peygamber efendimize (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) bir miktar süt ayırarak kaldırırdık. Geceleyin gelir, uyuyanları
uyandırmayacak, ancak uyanık olana duyurabilecek kadar bir sesle selam
verirdi.” [16]
Selamla
İlgili Bilinmesi Gereken Hükümler:
1- Selam vermek sünnettir fakat Selam verene icabet etmek (karşılık
vermek) farzdır. Terk etmek (verilen selamı almamak) ise zarardır ve haramdır.
2- Selama icabet topluluk içerisinde farz-ı kifayedir. İçlerinden birisi icabet ederse diğerlerinden
düşer. Fakat ikram ve muhabbet kasdıyla hepsinin icabet etmesi daha güzeldir.
Selamlaşmanın Caiz Olmadığı Yerler:
Temiz
ve uygun olmayan yerlerde selam almak da vermek de caiz değildir. Caiz
olmayanlar aşağıda sıralanmıştır:
1- Hamamda bulunanlara tesettüre riayet ettiğinde verilir. Değilse
verilmez.
2- Günaha sebep olan yahut bizzat günahla meşgul olanlara da o anda
selam verilmez. Örneğin: kumar oynayana…
3- Banyoda ya da tuvalette olana da selam verilmez, verildiyse de
alınmaz.
4- Kur’an okuyan, hadis rivayet eden ve ilim müzakeresinde bulunan,
vaaz eden kimselere de, hayırlı işin kesilmesine sebep olacağı için selam
verilmez.
5- Selamı alamayacak durumda olanlara da selam verilmez. Örneğin
Yemek yiyen, Ezan okuyan, kamet getiren ve namaz kılan kimselere selam
verilmez. Dolayısıyla bu durumdayken verilen bir selamı almamanın sorumluluğu
da yoktur.
2.
EVE (Odaya, Asansöre…) GİRİŞ-ÇIKIŞ ADABI:
1- Eve girerken veya evden ayrılırken kapıyı hızlıca çarparak
kapatmamalıyız veya kendiliğinden de olsa hızlıca kapanacak şekilde bırakmamalıyız.
Bilakis onu elimizle ve hafifçe kapatırsak daha iyi olur. Bu duruma bir odaya
ya da asansöre… v.b giriş-çıkışlarda da dikkat etmek gerekir.
Efendimizin
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Sahih-i Müslim’de geçen şu hadis-i şerifini
hatırlayalım: “Muhakkak ki kibarlık ve
incelik her nerede bulunursa onu güzelleştirir, her nereden de uzaklaşırsa
(soyutlanırsa) onu çirkinleştirir.”[17]
2- Eve girildiğinde ya da evden çıkıldığında aile efradından kim
olursa kadın erkek herkese Allahın selamıyla selam vermek gerekir.
3- Evinize girerken, içeridekileri gelişinizden haberdar ediniz ki,
sizin gelişinizden, aniden ortada görünmenizden korkuya kapılmasınlar veya sizi
eve giren kötü niyetli bir yabancı sanmasınlar. Sahabeden Abdullah ibn-i
Mes’ud’un oğlu Ebu Ubeyde künyeli Âmir der ki; “babam Abdullah ibn-i Mes’ud eve
gireceği zaman, içeride bulunanlara gelişini haberdar eder veya onlara kim
olduğunu belli edecek derecede sesini yükselterek konuşurdu.”
Bununla
beraber eve girerken öksürerek, ayakları yere biraz daha sert vurarak ya da
varsa kapı zilini çalarak… v.b içeridekileri haberdar edebiliriz. Bilhassa,
evin / mekânın anahtarı bizde varsa ve kapıyı kendi anahtarımızla açmışsak
evdekileri geldiğimizden haberdar etmeliyiz.
4- Ev halkından birileri evde (ya da odada) uygun olmayan bir
durumda olabilir. Bundan dolayı aileden bazıları evde kendi özel odasında iken,
eğer onu hoşlanmayacağımız bir durumda görmek istemiyorsak, bulunduğu odaya
girmek istendiğinde, girmeden önce izin istemeliyiz. İçerideki kişi isterse eş,
anne, baba, kardeş olsun. Kim olursa olsun izin istemeye dikkat etmek gerekir.
5- İzin istemenin şekli ve
kapı (zil) çalma adabı: kapıyı çalan birinin bulunduğunu hissettirecek
kadar hafif ve kibar çal. Kaba ve zorba insanların yaptığı gibi, içeridekileri
korkutacak şekilde sert ve hızlı çalma. Burada anlattığımız şekilde kapıyı
hafifçe çalma, içeridekilerin kapıya yakın olmaları halindedir. Yakın
olmayanlar için veya hafif çalmayı duymayacak kadar uzakta olanlar için ise,
içerdekileri ürkütmeyecek, korkutmayacak şekilde, kapının çalındığını işittirecek
kadar bir sesle çal. Daha önce aktardığımız hadis-i şerifi hatırlayalım : “muhakkak
ki kibarlık ve incelik her nerede bulunursa onu güzelleştirir, her nereden de
uzaklaşırsa (soyutlanırsa) onu çirkinleştirir.”
6- Kapı (kapı zili) çalmada
bekleme süresi: kapıyı veya kapı zilini çalarken, her iki çalma arasında
biraz beklemek gerekmektedir. Bu bekleme süresi:
* abdest alanın acele
etmeden abdestini alabileceği,
* yemek yiyenin de
acele etmeden lokmalarını yutacağı kadar bir süre,
* ya da içerdeki şahsın
yeni namaza başlamış olabileceği ihtimalini göz önüne alarak, 4 rekâtlık bir
namazın tamamlanması için gerekli zaman (örneğin 2-3 dakika) kadar olarak
tercih edilebilir. Artık bunları göz önüne alarak tahmini bir bekleme süresi
belirleyebiliriz kendimize.
Konuyla
ilgili efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) bir hadis-i şerifte şöyle
buyuruyor: “sizden biriniz üç defa izin
ister de izin verilmezse geri dönsün.”[18]
Kapıyı çalıp ta izin verilmesini
beklerken, yönünü açılacak kapıya doğru dönük olarak, kapı açıldığında
içerisini görebilecek bir konumda beklemek uygun değildir. Kapının ya sağına ya
da soluna yönelmiş olarak durmak daha iyi olur. Aksi halde kapı ilk açıldığında
görülmesi uygun olmayan ve ev sahibini de rahatsız edecek görüntülere gözümüz
ilişebilir.
7- Birisinin kapısını çaldığında ve içeriden “kim o ?” denildiğinde
ismini açık bir ifade ile ve herkesçe bilinen şekliyle söylemek gerekir.
“benim” veya “birisi” ya da “bir Allah kulu” gibi içeriden soranların ayırt
edemeyeceği ve kapıyı çalanın kim olduğunu bilemeyeceği bir şekilde
söylememeliyiz. Sesimizin içerdekiler tarafından bilinip tanınacağına da
güvenmemeliyiz. Çünkü sesler, ses tonları, sedalar birbirine benzeyip karışabilir.
Sonra içerde bulunan herkes sesimizi ve diğer özelliklerimizi bilemeyebilir;
ayırmayabilir. Kulak sesleri ayırt etmede şaşırıp hata edebilir. Sahabe
efendilerimizden Cabir ibn-i Abdullah şöyle rivayet etmiştir: “Bir gün peygamber efendimize (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) geldim ve kapıyı çaldım. Efendimiz; “kim o ? “ dedi. “ ben”
diye cevap verdim. Efendimiz bu cevabımı kınarcasına; “ben, ben ! ?” diye
söylendi.” Onun için sahabe efendilerimiz, peygamber efendimiz kendilerine “kim
o ?” diye seslendiğinde isimlerini söylerlerdi.[19]
Yaşanmış
Şöyle bir olay var: “Ebu Nuaym, şaka ve eğlenmeyi seven birisidir. Adamın biri Ebu
Nuaym’ın kapısını çalar. Ebu Nuaym içerden; “kim o?” der. Kapıyı çalan da “ben”
der. Ebu Nuaym; “ben de kim?” diye yeni bir soru yöneltir. Adam; “âdem (a.s)
oğullarından biri,” diye cevap verince, Ebu Nuaym dışarı çıkarak adamı hasretle
kucaklar, öper ve ona ; “hoş geldin! Safalar getirdin! Ben de onun neslinden
hiç kimsenin kalmadığını zannederdim,” der.
8- Eve girerken ayakkabılarımızı ayakkabılığa çıkarmalı ve düzgün
bir şekilde koymalıyız. Rasgele oraya buraya atmamalıyız. Ayakkabı giyip
çıkarmanın da bir adabı vardır; ayakkabı giyerken önce sağ ayakkabıyı
giymeliyiz, çıkarırken de önce sol ayakkabıyı çıkarmalıyız. Peygamber efendimiz
böyle yaparmış. Ayrıca kendi evimize veya başkalarının evine girmeden önce
ayakkabılarımızı kontrol etmeli, eğer yolda bir pislik veya herhangi bir şey
bulaşmışsa o pisliği gidermeliyiz.
9- Ev halkıyla muhatap olunacağından dolayı, ağız kokusuyla onları
rahatsız etmemek için eve girmeden önce ya da girer girmez dişler ve ağız
misvaklanır, yıkanır veya bir şekilde rahatsız ediciliği giderilir.
3. MİSAFİRLİK ÂDABI
a) Ev Sahibinin Uyması Gereken
Adaplar:
1-
Ev sahibi giyim
kuşamına özen göstermelidir. Mümkün olduğunca misafiri yatak giysisiyle ve
eşofman tipi giysilerle karşılamazsa daha iyi olur. Bu hal, misafire verilen
değerin işaretidir.
2-
Misafire güler yüz
gösterip onu tatlı ve yumuşak bir dille karşılayıp selamlamalıyız.
3-
Misafirlerin
istirahat etmeleri ve ev sahibinin yanında gideremeyecekleri meşru
ihtiyaçlarını yerine getirmeleri için bir süre misafirler yalnız
bırakılmalıdır.
4-
Misafirin abdestten
sonra elini yüzünü kurulaması için veya yemek öncesi ve sonrası yıkadığı ellerini
silmesi için getireceğimiz havlunun temiz olmasına ve mümkünse önceden
kullanılmamış olmasına dikkat etmeliyiz.
5-
İstediği zaman
kullanabilmesi ve sürebilmesi için güzel koku, kendine çeki düzen vermesi için
de ayna imkânı sağlamak güzel bir davranış olabilir.
6-
Temizlik için
kullanacağı eşyaların temiz olmasına dikkat edilmeli. Misafir tuvalete girmeden
önce yabancı birinin veya misafirin görmesi hoş olmayan şeyleri ortadan
kaldırmak, temizliği ve düzenliliği sağlamak gerekir.
7-
Misafire şevkle ve özenerek
hizmet etmek gerekir. Onunla olan güzel ve samimi arkadaşlığımız, ona olan
sevgimiz bizi ona karşı hürmette gevşekliğe ve seviyesizliğe itmemeli.
8-
Misafiri bekletecek
kadar uzun bir süre yanından ayrılmamalıyız.
9-
Misafire maddi
durumumuza çok da sıkıntı vermeyecek ölçüde yapılabilecek en iyi şekilde yemek
hazırlamalıyız.
10- Yemeği mümkünse önceden hazırlamalıyız, değilse çok sessiz bir
şekilde hazırlamaya dikkat etmeliyiz.
11- Yemeğe, “buyurmaz mısınız, yemez misiniz” şeklinde tatlı ve
yumuşak bir sesle davet etmeliyiz.
12- Ev sahibi misafiri sofrada yalnız bırakmamalı. Tok ise yine de
azar azar yemek şeklinde de olsa misafire eşlik etmesi iyi olur. Misafir
sofrada tek kalırsa utanıp rahatlıkla yemek yemeyebilir. Ev sahibi aynı şekilde
misafirle beraber sofraya oturduysa, bu durumda da misafirin yalnız kalmaması
için erkenden kalkmamaya dikkat etmeli.
13- Misafirin yemek esnasında iken varsa istekleri yerine
getirilmeli, yoksa memnuniyetleri arttırılmalıdır. Fakat devamlı olarak yemesi
hususunda ısrar edilmemelidir.
14- Misafire hizmeti ev sahibinin kendisinin yapması En güzelidir.
15- Misafiri uğurlarken yine güler yüzle ve yumuşak bir şekilde
davranarak uğurlamak gerekir.
16- Misafir eğer gece orada yatacaksa ev sahibi kıbleyi ve helâyı
göstermelidir.
b) Misafirin Uyması Gereken
Âdaplar:
1- Misafir geleceği zamanı önceden bildirmelidir.
2- Ziyaret talebi (isteği)
kabul edilmediğinde uyulması gereken adap: birini önceden randevu almadan
ziyaret ettiğinizde veya randevulu gittiğiniz halde ziyaretinizi kabul edemeyip
sizden özür dilediğinde, özrünü kabul edin ve onu mazur görün. Çünkü onun
evinin durumunu, içinde bulunduğu hali en iyi bilen odur. Belki de o anda özel
bir durumu veya o anda sizi karşılayıp ağırlayamayacağı bir sıkıntısı ortaya
çıkmış olabilir. Bu durumda özür dileyip bu ziyareti kabul etmemek söz konusu
muhatabın en doğal hakkıdır. Büyük bir âlim olan imam-ı malik şöyle demiştir:
“ziyaretine gelmiş insanlara karşı özür dilemeyi her insan beceremiyor ve
karşısındakine hayır diyemiyor. Onun için eskiden büyük insanların terbiye edep
anlayışları gereği, ziyaret için izin istediklerinde, ziyaret edecekleri kişiye
özür yolunu açmak için; “belki bir işiniz, bir meşguliyetiniz vardır.”
Derlerdi. Böylece eğer ev sahibi zor durumda, ziyareti kabul edemeyecek durumda
ise, kendisine özür dileme yolu açılmış olurdu.[20]
3-
Kapı ziline basmadan
önce doğru zile basacağımızdan emin olmalı sonra zile basmalıyız. Aksi takdirde
uyuyan birini uyandırmış olabiliriz, bir hastayı rahatsız etmiş olabilir ya da
başka türlü bir rahatsızlığa sebep olmuş olabiliriz.
4- Misafir eve girerken ev sahibinin iznini almalı ve sonra da
selam vererek içeriye girmelidir.
5- Misafir misafirliğe giderken giyimine dikkat etmelidir.
6- Başka birisinin evine girmek için izin aldığımızda girerken evin
içlerine veya mahrem, özel noktalara gözümüzün değmemesi ve görünmesi
istenmeyen şeyleri görmememiz için bakışlarımıza hâkim olmalıyız. Çünkü yabancı
bir yere girerken sağı, solu gözetlemek ayıp ve çirkin bir davranıştır.
7- Ziyaretçi normal aralıklarla üç defa kapıya vurmalı veya zil
çalmalıdır. İçeriden kendisine cevap gelmemişse geri dönmelidir. Bir süre sonra
tekrar gelip aynı şekilde ziyaret edebilir.
8- Ziyaret maksadıyla gelecek olan misafirler davet edilmişse davet
edildikleri saatte gelmelidirler.
9- Ziyaretçi takdim edilen yemeği beğenmezlik etmemelidir. Beğenmediyse
de sessizce durmayı tercih etse ya da beğendiklerinden yerse daha iyi olur.
10- Ziyafet verilen yere davet edilmeden gidilmemelidir.
11- Davetli, ev sahibinin haberi olmadan ziyafete veya misafirliğe
yanında başkalarını getirmemelidir.
12- Ev sahibi teklif etmediği müddetçe ziyafette verilen yemeklerden
bir kısmını istememeli ve evine götürmemelidir
13- Lavabo ihtiyacı için ev sahibinden izin istenmeli ki koridorda,
lavaboda, ya da evin diğer taraflarında ev sahibi tarafından müsaitlik
sağlansın. Bununla beraber telefonumuz çalıp ta ev sahibinin bizi ağırladığı
oda haricinde görüşme yapmamız gerekiyorsa, görüşmemiz ne kadar kısa olacaksa
da ev sahibinden ortamın (örneğin koridorun) müsaitliği adına müsaade istenmeli
öncelikle.
14- Bir eve girildiğinde, ev sahibi ile nereye oturulması gerektiği konusunda
münakaşa etmeden onun gösterdiği yere oturmalıyız. Belki biz kendimize göre
tercihte bulunup istediğimiz gibi oturduğumuzda, evdeki mahrem, özel yerlere ve
durumlara gözümüz ilişebilir veya ev sahibini zora sokacak bir konumda oturmuş
olabiliriz. Onun için ev sahibinin isteklerine uymak en güzel olanıdır.
15- Misafiri kendisine ikram olunan şeyi kabul etmeli. Sahabe
efendilerimizden Adiy ibni Hatim Et-tai’nin Müslüman oluşuyla ilgili haberde
bildirildiğine göre, Adiy, peygamber efendimizin huzuruna geldiğinde Efendimiz,
ona oturması için minder ikram etti. Efendimizin kendisi ise bu sırada yere
oturdu.
16- Kapalı olan dolap, sandık, cüzdan, kese ve kasa gibi şeyleri
açmamalı, üstü örtülü şeyleri karıştırmamalıyız.
17- Ziyaret ettiğiniz kişiyle aranızdaki samimiyete göre uygun bir
süre oturmamız, ziyaret ettiğimiz kişinin içinde bulunduğu durumu da dikkate
almamız, ziyareti fazla uzatmamamız, sıkıcı, karşıdakine yük olacak bir duruma
düşmememiz gerekir. Çünkü her insanın kendine göre bağlı olduğu işleri,
görevleri, görülen veya görülmeyen sorumlulukları olabilir.
18- Yemek saati, uyku, istirahat, insanların kendi hallerine kalmak
istedikleri anlar… gibi uygun olmayan bir vakit seçilerek ziyarete
gidilmemelidir. Ziyaretimiz kısa süreli olacaksa bile yine de mecbur
kalmadıkça, ziyaretimizin bu vakitlere rastlamamasına dikkat etmeliyiz.
19- Eğer imkânın varsa, misafirliğe gittiklerine veya sana misafir
gelirken hediye getirenlere sen de hediye götür. Çünkü göz, buluşma sevincinde
bir yenilik ve sürpriz görmeyi, nefsin tat almasını, gönlün gizli de olsa açık
da olsa sevinçle dolup taşmasını ister; hediye de buna imkân hazırlar.
20- Misafirliğe gidenin
misafirlik süresi ile ilgili adap: Bu konuyla ilgili peygamber efendimiz’in
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) hadis-i şerifine bakalım: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse misafirine ikramda bulunup
hürmet etsin ve hakkını versin.” Ashab-ı kiram : “ya Resulallah misafirin hakkını vermek nedir? diye sordular. Peygamber efendimiz de (salla’llâhü aleyhi
ve sellem.) “misafiri bir gün bir gece ağırlamaktır. Misafirlik üç gündür, üç
günden fazla ağırlamak ise sadakadır.” [21]
Misafirlik süresinin ölçüsünü süre haricinde, başka bir
açıdan da belirleyen bir hadis-i şerif de var: “Bir müslümanın din kardeşi yanında onu günaha sokacak kadar kalması
helal değildir.” Ashab: ”ya
Resulallah onu günaha nasıl sokar dediler. Peygamber efendimiz de (salla’llâhü
aleyhi ve sellem): “Ağırlayacak bir şeyi
bulunmayan kimsenin yanında oturup kalmakla” buyurdu.[22]
Demek
ki bazen “süre (1-3 gün)” bazen de “ev sahibinin imkanları” misafirlik süresini
belirleyen faktörler olabiliyor.
4.GİYİNME ÂDABI
1-
Kıllık-kıyafete
ehemmiyet verilmelidir.
2-
Müslümanlar meşru olmak
şartıyla, kendi yaşadıkları ortam ve hayat şartlarının gerekli kıldığı, örf ve
adetlerin uygun gördüğü şekilde elbise giyinebilirler.
3-
Saçlarımızı taramalı
gerekiyorsa kısaltmalıyız.
4-
Erkekler altın yüzük
takmamalı, ipek elbise giymemelidir. Erkekler gümüş yüzük takabilirler.[23]
5-
Yüzük sağ elin orta ve
serçe parmağının arasına takılmalıdır.
6-
Kişi maddi imkânına
göre olan elbiselerden giymeli ve onu da temiz tutmalıdır.
7- Giyeceğimiz giysiyi belirlerken insanların bakışlarını üzerimize
çekmek gibi bir niyette olmamalıyız. Giysileri kibir ve gösteriş için giymekten
uzak durmamız gerekir. Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle
buyuruyor: “Kibrinden dolayı elbisesini
sürüyerek yürüyen kimsenin yüzüne kıyamet günü Allah rahmet bakışıyla bakmaz.”[24]
8- Giyinmeden önce tuvalet ihtiyacını gidermeli, dişleri
fırçalamalı ve abdest almalıdır.
9- Elbiseler düzgün kullanılmalı, sağa sola kırışık atılmamalıdır.
10- Özellikle ayakkabı
giyileceği vakit ayakkabımızda böcek, haşere olma ihtimaline karşın öncelikle
ayakkabı ters çevrilip sallanmalı, temizlenmelidir.
11- Peygamber efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yeni bir
elbise giyildiğinde şöyle dua edilmesini tavsiye edermiş: “Allah’ım her türlü eksiksiz
övgüler sana mahsustur. Bunu sen bana giydirdin. Senden bu elbisenin hayrını ve
hayırda kullanılmasını istiyorum. Bunun şerrinden ve şerde kullanılmasından da
sana sığınırım.”[25]
12- Cuma günü temiz ve güzel giyinilmeli.[26]
13- Bayramlarda temiz ve güzel giyinilmeli.
14- Bir şeyi giyerken sağdan, çıkarırken soldan başlanmalı.[27] Aynı
şekilde efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ; ayakkabı giyerken de sağdan
başlayıp, çıkarırken soldan başlanmasını tavsiye ediyor. [28]
5.OTURMA-SOHBET
ÂDABI
1- ”Sizden biriniz bir meclise vardığında selam versin. Ayrılırken
de selam versin zira meclise gelişte verilen selam, ayrılırken verilen selamdan
daha evla değildir. (İkinci selam da birincisi kadar mühimdir.)”[29]
2- Hoşlanılmayan elbise giyilmemelidir.
3- Her ne kadar hoşumuza gitse de diğer oturan kişileri rahatsız
edecek kokular sürünmemelidir.
4- Asık suratlı olunmamalıdır.
5- Geveze olunmamalıdır. Hele milleti güldürmek için anlatılan şeylere
abartı katmaktan ve yalan söylemekten azami derecede uzak durulmalıdır. Eğer
insanları daha çok güldürmek için konuşmalarımızda bu tür hoş olmayan
davranışlara (abartı, yalan…) başvurursak insanlar bunun farkına vardıklarında
artık bize olan güvenleri azalmış olacak. Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) bir hadis-i şerifinde “şaka dahi
olsa yalan söylemeyiniz”[30]
buyurur. İnsanları güldürmek için yalan söyleyenleri daha şiddetli uyarır: “yazıklar olsun, topluluğu güldürmek için
konuşup yalan söyleyen kimseye, yazıklar olsun, yazıklar olsun!” (hadis-i
şerif meali)[31]
6- Söz hakkı olmadıkça sükût edilmelidir.
7- Meclise sıkıntı verilmemelidir.
8- Oturanlar tarafından yer gösterilirse gösterilen yere,
gösterilmezse en münasip göreceğimiz yere oturmalıyız.
9- İki kişi arasına oturmak lazım gelirse mutlaka o iki kişinin müsaadelerini
rica etmeliyiz.
10- Meclise girenlere yer vermeliyiz.
11- Toplantıda ayrı olarak ve gizli şekilde konuşup
görüşülmemelidir.
12- Toplantıda bulunan kimseleri rahatsız etmemek için imkân
nisbetinde geğirmemek, esnememek; eğer mecbur olunursa el ile ağız kapamak
gereklidir.
13- Kendisinden yaşça ve bilgice yüksek olanlara hürmet edilmeli.
14- Bacak bacak üstüne konulmamalıdır. Daha mütevazıyane bir oturuş
tercih edilebilir.
15- Toplulukta bacaklar öne uzatılmamalıdır. “peygamberimizin hiçbir
zaman ayaklarını meclisinde bulunanların önüne doğru uzattığı görülmemiştir.” [32]
16- Oturduğumuz koltukta yatar gibi oturmamalıyız.
17- Otururken bacakları bacak arasının açıkta olacağı şekilde iki
yana açıp oturulmamalıdır. Avret yerlerimiz açıkta olup kötü bir görüntü oluşturmuş
oluruz. Bu ve benzeri oturuşları peygamber efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) yasaklamıştır.
18- Ebu Hureyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre, Resulullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem.) şöyle buyurdu: “Sizden
biriniz oturduğu yerden kalkar sonra tekrar dönüp gelirse oraya oturmaya
herkesten fazla hak sahibidir.” [33] bu
hadis-i şerife göre, örneğin bulunduğumuz topluluktan biri lavaboya gitmek için
yerinden kalktığında onun boşalan yerine biz oturmuşsak, kişi geri geldikten
sonra o yeri tekrara ona vermemiz daha uygundur.
19- Oturduğumuz Koltuğu, sandalyeyi sarsmadan oturmalıyız.
20- Eğer o toplulukta üç kişi oturuyorsak, o zaman yanımızdakiyle
gizlice ya da sadece kendi aramızda konuşmamız hoş olmaz. Bu durumda üçüncü şahsı
yalnızlığa terk etmiş olup zor durumda bırakmış oluruz.
21- İki adamın arasına
izinsiz oturmak caiz olmaz. ( Hadîs-i Şerif Meâli)[34]
22- “herhangi bir topluluk oturdukları meclisten Allah’ı zikretmeden
kalkarlarsa merkep leşi yanından kalkmış gibi olurlar. O meclis onlar için bir
pişmanlık olur.”(Hadîs-i Şerif Meâli)[35]
23- Bir meclisten
kalkıldığında son söz olarak: Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem.)
bir meclisten kalkmak istediğinde son söz olarak şöyle dua ederdi: “sübhanekellahümme ve bihamdike eşhedü en la
ilahe illa ente estağfiruke ve etûbu ileyke (Allahım seni her türlü noksan
sıfatlardan tenzih ederiz ve hamdinle tesbih ederim. Senden başka ilah
olmadığına şahitlik ederim, senden bağışlanma diler ve sana tevbe ederim.).
bunun üzerine bir adam: “ey Allahın resulü şu ana kadar söylemediğin sözleri
söylüyorsun, dedi. Resulullah da (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) : “Bu söylediğim sözler mecliste işlenen
hatalara ve kusurlara kefarettir.” Buyurdu.[36]
24- Ev sahibi misafirleri uğurlamalıdır.
6.KONUŞMA
VE DİNLEME ÂDABI
1- Herhangi bir toplulukta söz almadan konuşmamalıyız.
2- Konuşabileceğimiz kadar, diğer insanlara da konuşma hakkı
tanımalıyız.
3- Konuşurken başkalarını rahatsız edecek şekilde konuşulmamalıdır.
Birisine karşı konuşurken ses tonumuza dikkat etmeli, kibar ve yavaş olmalıyız.
Sesimizi ihtiyaçtan fazla yükseltmemeliyiz. Çünkü haddinden fazla yüksek sesle
konuşmak, konuşanın terbiye anlayışını zedeler ve konuşulan kimseye de
saygısızlık olur.
4- Dinleyenin anlayabilmesi için acele etmeden, kelimeleri
yutmadan, açık seçik konuşmak ve gerekirse üç kez tekrarlamak gerekir.
Peygamber efendimiz de (salla’llâhü aleyhi ve sellem) konuşmasının anlaşılması
için böyle yaparmış.[37]
Çünkü herkes aynı kavrayışta ve eğitim seviyesinde olmayabilir. Bununla beraber
herkes söylediklerimizin hepsini duyabilecek konumda ve dikkat halinde olmayabilir.
5- Büyüklerle konuşurken onlara “Siz” diye hitap etmeliyiz. “siz”
diye hitap etmek “Sen” diye hitap etmeye göre daha ince bir davranıştır.
6- Nahoş söz ve hareketlere karşı nezaketten ayrılmamalıyız. Bir
kişinin kaba konuşması bizim de onun gibi olmamızı gerektirmez. Bu konuyla ilgili efendimizin (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) şöyle bir hadis-i şerifi var: “bir mü’min bir mü’min kimseyi kötülemez, lanetlemez, kötü söz söyleyip çirkin davranışlar ortaya koymaz.”[38]
7- Bir şey isteneceği zaman karşıdaki kişinin o andaki durumu göz
önünde bulundurulmalıdır.
8- Daima samimi hava içinde olmalıyız, yapmacık hareketlerden
kaçınılmalıdır.
9- Etrafımızdakileri ilgi ile dinletecek faydalı mevzular bulmalı,
konuşurken güzel kelimeler seçmeliyiz.
10- Bize bir iyilik yapılmışsa teşekkür etmeliyiz.
11- Toplulukta faydalı ve bilgili konuşmak gerekir. Kısa ve öz
şekilde konuşulmalıdır
12- Konuşurken kendimizden övgü ile söz etmemeli, başkaları hakkında
ileri-geri konuşulmamalıdır.
13- Özellikle bir topluluktayken bir kimseye özel hayatı ile ilgili
sorular sorulmamalıdır.
14- Konuşmalarımızla ve hareketlerimizle Hiçbir tür şiddet
davranışına (kavga, laf atışması, iğneleme….) kapı açmamalıyız.
15- Resmi ziyaretlerde anlatılmak istenen şey evvelce zihinde
tasarlanarak kısaca söylenmelidir. Çünkü resmi ziyaret süresi kısadır.
16- Karşımızdakilerle yaşına ve seviyesine göre konuşmak lazımdır. Küçüklerle
konuşurken samimi, şakacı ve çocuğun diliyle konuşulabilir fakat lâkayd ve
lâubali olunmamalıdır. Bir kimse ile konuşurken ciddiyet ve samimiyet dengesi
muhafaza edilmelidir.
17- İyi bilmediğimiz meseleler hakkında söz söylememeliyiz.
18- Gizli konuşacağımız varsa, yalnız kaldığımızda ya da sakin bir
yere giderek konuşmalıyız.
19- Konuşurken elle, başla, kaşla, gözle işaret yapılmamalıdır
20- Birkaç kişi ile konuşurken içlerinden yalnız birisinin yüzüne bakmamalıyız.
Çünkü bu tavır diğerlerine ehemmiyet vermemek gibi algılanabilir.
21- Konuşurken yere bakılmamalıdır.
22- Sözlerimizi tane tane söylemeliyiz.
23- Misafirliğe gittiğimizde veya bir salona girdiğimizde etrafımıza
baka baka konuşmamalıyız.
24- Konuşurken gülmek icab ederse bu tebessüm derecesini
aşmamalıdır. Kahkaha atmak Efendimizin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yapmadığı
bir şeydir. Ve sünnetine de aykırıdır. Hz. Aişe annemiz efendimizin kahkaha
attığını kesinlikle görmediğini ifade eder. [39]
25- Sözlerimize Allah’ın adıyla başlayıp “Hamd” ederek bitirmeliyiz.
26- Başkası konuşurken dinlemeli, daha sözünü bitirmeden müdahale
etmemeliyiz. Bunun ne kadar kötü bir davranış olduğunu başkası bizim sözümüzü
keserken daha iyi anlarız.
27- Birisi ile karşılaşıp konuştuğunda, sen onu tanıdığın ve
bildiğin halde, o seni hatırlamaz veya tanımadığını zannederse, illa da onu
tanıdığını belli ederek onu utandırma ve onu zorlama. Ona ilgini göstermeye ve
onu dinlemeye devam et.
28- Güzel dinleme: Senin
daha önce duyduğun bir konuyu konuşan veya öğrendiğin bir haberi bildiren birisine
rastladığında, önceden bu konudan haberin olduğunu belli etmek için araya
girme, lafa karışma. Çünkü böyle davranmak, senin için bir hafiflik ve edep
eksikliği sayılır. Tabiînin büyüklerinden imam atâ ibn-i ebî rebah isimli
önemli bir alim der ki: “gençler bana öyle şeyler anlatıyorlar ki, ben
anlattıklarını sanki hiç duymamış gibi dinliyorum. Hâlbuki ben, o konuları daha
onlar doğmadan duymuş ve dinlemişim.”
Büyük bir zat oğluna şöyle der: “güzel konuşmayı öğrendiğin
gibi, güzel dinlemeyi de öğren. Güzel dinleme, konuşan kişi sözü sana bırakana
kadar ona süre tanıman, imkân vermen; ona yönelerek, kendisine bakarak ve
mevzuyu bilsen bile söze karışmayarak güzel bir tavırla dinlemendir.”
29- Soru sorma adabı:
dinlediğin kişinin sözlerinde anlaşılmayan hususlar olursa, o sözünü bitirene
dek sabret. Daha sonra güzel bir üslupla nazik ve terbiyeli bir şekilde ondan
açıklama iste. Konuşurken sözünü kesme. Çünkü söz kesme olayı dinleme adabına
ters düşer ve gönüllerde hoşnutsuzluk meydana getirir. Ancak mecliste bulunanlar
öğrenmek ve ders yapmak için bir araya gelmişlerse, o zaman konum farklıdır.
Böyle bir durumda yeri geldikçe ve ihtiyaç duyuldukça soru sormak ve meseleleri
müzakere etmek, açıklayanın açıklamaları esnasında cümlelerini tamamladığı
noktalarda devreye girmekte bir mahzur yoktur. Bilakis işin güzelliği
buradadır. Fakat bu da akıllıca ve terbiye sınırları içerisinde yapılmalıdır.
30- Sorulara cevap verme
adabı: bulunduğun toplulukta bir şey sorulduğu zaman, cevap vermek için
hemen öne atılma ve sana soru yöneltilene kadar o hususta bir şey söyleme. Çünkü
böyle olumlu bir tutum, senin terbiyeni gösteren, şahsiyetini yücelten,
makamının ve sözünün ağırlığını hissettiren bir olaydır.
DİL İLE İŞLENEN
HATALAR:
Dil ile işlenen hatalar Konuşma adabıyla yakından
ilgili olan hassas bir konudur. Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) dilimizle
işleyebileceğimiz hatalara karşı bizi uyarır. Dil öyle bir organdır ki, insan
onu iyi kullanmadığında birçok zarara hatta fitneye bile sebep olabilir. Bundan
dolayı efendimiz şöyle buyurur: “ kim
bana iki uzvu hakkında garanti verirse ben ona cenneti garanti ederim.”[40] Yalan
söylemek, verdiği sözü tutmamak, Lakap takmak, gıybet etmek, iftira atmak,
yalan söylemek, söz taşımak…gibi kötü fiillerin hepsi dil ile yapılır. Ve bu
fiillerin bir kısmının zararı, işleyenle sınırlı kalmayıp toplumu zehirleyici,
düzeni bozucu, huzuru kaçırıcı bir boyuta ulaşabiliyor. Bundan dolayı dilimize
hâkim olmaya dikkat etmeliyiz. Dil ile işlenen günahlar genel olarak tatlı
olup, zehirli bal gibidir. İşlendiğinde nefse çok hoş gelir fakat zararı
verdiği hazdan daha fazladır.
Bir gün Muaz bin cebel (r.a.) peygamber efendimize
“ey Allah’ın resulü, beni cennete sokacak, cehennemden uzaklaştıracak bir amel
haber ver ki, onu yapayım” der. Bunun üzerine efendimiz cevap verir. Cevabın
devamında dil ile ilgili olarak resulullah’ın ifadelerini muaz bin cebel şöyle
anlatır: daha sonra şöyle buyurdu resulullah: “ sana bütün işlerin başını, ana direğini ve doruk noktasını bildireyim
mi?” ben de, “evet, bildiriniz ya resulullah” dedim. Peygamber efendimiz de
(salla’llâhü aleyhi ve sellem):
-“işin başı İslam, direği ise beş vakit namaza devam etmektir, en yüce tarafı
da cihaddır.” Buyurdu. Ondan sonra da, “bunların
hepsinin gerçekleşmesinin kendisine bağlı olduğu şeyi haber vereyim mi?” “evet
buyur ya resulullah” dediğimde resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem.)
dilini tutarak, “bunun sana zarar
vermesine meydan verme” buyurdu. Ben de, “ey Allah’ın resulü, biz
konuştuklarımızdan da sorgulanacak mıyız?” dedim.
-“hay anasını kayıp edesice.
İnsanların cehenneme yüzüstü kapaklanmalarının sebebi dillerinin
ürettiklerinden başkası mıdır?” buyurdu.[41]
Bu bölümde dil ile işlenen hataların bir kısmına hadisler ve ayetler
ışığında değinelim.
1- Doğru sözlülük / Yalan
söylememek:
·
Doğruluktan asla taviz
vermemeliyiz. Rabbimiz şöyle buyuruyor: “ey
iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve hep doğru söz söyleyin.”[42] Ve “yalan
sözden mutlaka sakının.”[43]
·
Unutmayalım ki yalan yalanı
doğurur. Bir yalan söyledikten sonra, o yalanın bizi karşı karşıya bırakacağı
zor durumdan kurtulmak için bir yalan daha söylemek ihtiyacı duyabiliriz. Böyle
olmaması için bizi yalana zorlayan sıkıntılı durumun sıkıntısına katlanıp her
şeye rağmen yalan söylememek en doğrusudur. Söyleyeceğimiz yalanla bir hatamızı
örtmeye çalışıyorsak en iyisi bunun yerine hatamızı kabul etmektir, gerekirse
özür dilemektir ve hatamızı düzeltmeye çalışmaktır.
·
Unutmayalım ki “sıdk (doğruluk, dürüstlük) islamiyetin
üssü’l-esasıdır.”[44]
Efendimiz “emr olunduğun gibi dosdoğru ol
! “[45]
ayetinin kendisini ihtiyarlattığını söylemiştir.[46]
·
“sıdk (doğruluk) insanı birr’e (Allah’ı razı edecek iyiliğe) götürür,
birr de cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye sonunda Allah (c.c.)
katında sıddık diye kaydedilir. Yalan ise kişiyi haddi aşmaya götürür. Haddi
aşmak da ateşe götürür. Kişi yalancılık yapa yapa Allah (c.c.) katında
yalancılar defterine kaydedilir.” (hadis-i şerif meali)[47]
·
Safvan İbnu Süleym (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın
Resulü! dedik, mü'min korkak olur mu?" "Evet!" buyurdular.
"Pekiyi cimri olur mu?" dedik, yine: "Evet!" buyurdular.
Biz yine: "Pekiyi yalancı olur mu?" diye sorduk. Bu sefer:
"Hayır! buyurdular." (hadis-i şerif meali)[48]
·
Çocuklara yalan söylemek: Çocuklara yalan söylemek sanki biraz daha
masummuş gibi görünür. Ama aslında öyle değildir. Hatta daha yıkıcıdır. Çünkü
çocuğun ahlakının kötü şekillenmesine sebep olabiliriz. Büyüklere söylenen
yalanlarda bizim nazarımızdaki söz
konusu tek endişe ”güven kaybı” ise bile, unutmayalım ki aynı durum çocuklara
söylenen yalanlarda da geçerlidir.
Abdullah İbnu Amir
(radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir gün, Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm), evimizde otururken, annem beni çağırdı ve:
-"Hele bir gel sana ne vereceğim!"
dedi. Aleyhissalâtu vesselâm anneme:
-"Çocuğa ne vermek istemiştin?"
diye sordu.
-"Ona bir hurma vermek istemiştim" deyince,
Aleyhissalâtu vesselâm:
-Dikkat et! Eğer ona bir şey vermeyecek
olursan üzerine bir yalan yazılacak!" buyurdular."[49]
Ebu
hureyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre resulullah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) şöyle buyurmaktadır: “kim bir
çocuğa “buraya gel sana bir şey vereceğim” der de, sonra vermezse bir yalan
günahı yazılır.” [50]
·
Ya doğru ya da sükût: bizi çok darda bırakan bir durumda bile
yalana tenezzül etmemeliyiz. Seçenek sayımız her zaman iki olmalı. “Ya doğruyu
söylemek ya da susmak”. Bilsek ki sustuğumuz taktirde kusurumuz anlaşılmış
olacak, doğruyu söylesek zaten her şey açığa çıkacak. Bu durumda bile yalan
söyleyerek kurtarmaya çalışmaktansa (her ne kadar bizi eleverecekse de) susmayı
tercih etmeliyiz.
·
Şakadan yalan: Sözlerimizde doğruluğu esas almalıyız. Şaka dahi
olsa yalan söylemekten azami derecede uzak durmalıyız. Hele insanları güldürmek
için anlatılan şeylere abartı katmaktan ve yalan söylemekten azami derecede
uzak durulmalıdır. Eğer insanları daha çok güldürmek için konuşmalarımızda bu
tür hoş olmayan davranışlara (abartı, yalan…) başvurursak bu durum fark
edildiğinde artık bize olan güvenleri azalmış olacak. Efendimiz (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde “şaka
dahi olsa yalan söylemeyiniz”[51]
buyurur. İnsanları güldürmek için yalan söyleyenleri daha şiddetli uyarır: “Yazıklar olsun, topluluğu güldürmek için
konuşup yalan söyleyen kimseye, yazıklar olsun, yazıklar olsun!” (hadis-i
şerif meali)[52]
·
Yalan yere yemin: Yalan yere yemin etmekten kaçınmalıyız. Cenab-ı
Hakkın (c.c) adını yalanımıza karıştırıp insanları kandırmaya çalışmakla normal
yalan söylemekten daha büyük bir cürüm işlemiş oluruz. “kim Müslüman bir kimsenin malından bir parça koparıp almak için yalan
yere yemin ederse Allah’ı kendisine kızgın olarak karşısında bulur.” (Hadis-i
şerif meali) [53] Bazen istemeden ve herhangi bir kasıt olmadan
ağzımızdan “vallahi, billahi” gibi kelimeler çıkabiliyor. Bunların bir mahsuru
yoktur. Fakat yine de dilimizi gereksiz yere bu yemin kelimelerini kullanmaktan
korursak daha iyi olur. “Aişe (r.anha) şöyle demiştir:”Allah sizi kasıtsız olarak ağzınızdan çıkan yeminlerinizden dolayı hesaba
çekmez.”(maide suresi:5) ayeti
insanın doğru zannederek veya bir niyeti olmaksızın “hayır vallahi, evet
vallahi” gibi sözler söylemesi hakkında nazil olmuştur.”[54]
·
Yalan şahitlik: bir konuda şahitlik yapmamız gerekiyorsa, meseleyle
alakalı tarafların kimler olduğuna bakmadan hakikati söylemeliyiz. Velev ki
taraflardan biri kendisine çok değer verdiğimiz birileri olsa da
hakperestlikten ayrılmamalıyız. Yoksa kul hakkına girmiş oluruz. Unutmayalım ki
kul hakkı meselesi gayet ağır ve halledilmesi müşkil bir mesledir. Cenab-ı hak
(c.c.) heasap günü tabiri caizse aradan çekilir ve hak sahibi ile haksızlık
yapan karşı karşıya kalır bu konuda. Eğer hakkına girilen kişi hakkını helal
etmezse (ki unutmayalım, o günün dehşetinde helal edilmesi daha zordur.)
sevaplarımızdan ona verilir. Sevabımız biterse onun günahlarından alınıp bize
verilir. Böylece adalet sağlanmış olur.
Cenab-ı hak (c.c.) bizleri yalan şahitlikten “onlar ki yalan ve asılsız olan şeylere
tanıklıkta bulunmazlar.”[55] Ayetiyle nehyederken, peygamber efendimiz de (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) “yalan şahitliğin dehşetini şu hadis-i şerifiyle anlatır:
“ebu berke (r.a.) şöyle demiştir: resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem):”en büyük günahlardan bir kaçını size haber
vereyim mi? Buyurdu. “evet ya resulullah” dedik. Resulullah da şöyle
buyurdu: “Allah’a şirk koşmak, ana-babaya
itaatsizik etmek” dedikten sonra yaslandığı yerden doğrulup oturdu ve “haberiniz olsun, iyi belleyin, yalan yere
şahitlik etmektir.” Buyurdu. Bu son cümleyi durmadan tekrar etti. Biz daha
fazla üzülmesini arzu etmediğimiz için keşke sussa diye temennide bulunduk.”[56]
·
Her doğru her yerde söylenmez: “Her dediğin doğru olmalı. Fakat her
doğruyu demek doğru değildir.” [57] Hiç
yeri ve zamanı olmadığı halde ve gereksiz yere bazı doğruları söylemek zarar
verici olabiliyor. Örneğin bir arkadaşın gözleri görmüyor. Bu kişiyle
konuşurken ona “kör” diye hitap etmek yanlıştır. Bu durumda “ne yani yalan mı
söylüyorum” demek bize mazeret olamaz. Evet, söz doğru, fakat bu doğruyu söylemek
gereksiz ve yersiz olduğundan dolayı zarar verdi ve arkadaşımızı rencide etmiş
olduk. İşte bu ve benzeri durumlardan dolayı,
Her dediğimiz doğru olmalı, fakat her doğruyu her yerde söylemek doğru
değildir.
·
Fiilî yalancılık: insanın yalan söylemek için kelimeleri
kullanmasına gerek yok. Bazen hareketlerle yalan söylemek mümkündür. Buna fiilî
yalancılık diyebiliriz. Konunun daha iyi anlaşılması için peygamberimize
sorulan bir soruyu ve efendimizin verdiği cevabı aktaralım buraya: “bir kadın ,
“Ey Allah’ın resulü, benim bir kumam var. Kocamın bana vermediği bir şeyi,
sanki vermiş gibi yaparak ona gösteriş yapmamda bana bir günah var mı?” diye
sordu. Bunun üzerine Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem): “kendisine
verilmeyen bir şeyle bir üstünlük sağlayan kimse iki sahte elbise giyerek
böbürlenen ve süslenen kimse gibidir.” [58]
·
Yalan ve münafıklık: münafıklık kâfir olmaktan da düşük bir haldir.
Kur’an-ı kerim’de daha fazla yerilmiştir. Örneğin bakara suresinin başında
kâfirlerin durumu 2 tane ayetle anlatılırken, münafıkların içinde bulundukları
durumun dehşeti ve hallerinin düşüklüğü 12 tane ayetle anlatılır. Peygamber
efendimiz münafıkların özelliklerini anlatırken “yalan söylemeyi” de sayar.[59]
Evet, kişi yalan söylemekle elbette ki münafık olmuş olmaz. Ama yalan söyleye
söyleye münafıklara benzemiş olur. Yani ortak noktalar artar. Bu da pek tercih
edilen bir şey olmasa gerek.
2- Verdiği sözde durmamak:
·
insanın ne kadar güvenilir
olduğunu gösteren en önemli durumlardan biri de verdiği sözü tutmasıdır.“…verdiğiniz her sözü yerine getirin; çünkü
verdiğiniz her sözden, kıyamet gününde mutlaka sorguya çekileceksiniz.”
(isra suresi: 34) kişinin verdiği sözü tutmasının önemine işaret eden şu
hadis-i şerif de dikkat çekicidir: “münafığın
alameti üçtür: konuştuğunda yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine
bir emanet edildiğinde hıyanet eder.” [60]
Elbette ki bir kişide bu üç vasıf bulununca “münafık oldu” diyemiyoruz, fakat
bir münafıkla ortak noktaları fazla olmuş oluyor. Düşünelim ki sözünü tutmayan
birine biz güvenir miyiz? Elbette ki başkası da güvenmez.
·
Bir müslümanın söylediği
lafı yerine getirmesinin gerekmesi için, konuşmasının ardından “söz veriyorum”
demesi şart değildir. Doğru sözlülük ve güven meselesini hatırlayalım…
·
Söz verilen zamanda söz verilen yerde olmak: maalesef toplumumuzda
en çok yaşanan ihmallerden biri de “söz verdiğimiz zamanda söz verilen yerde
olmamaktır”. Elbette ki bu da güven sarsıcı bir durumdur. Böyle bir durumla
karşılaşmamak için söz verdiğimiz zamandan biraz daha önce kararlaştırılan
yerde olmayı planlamalıyız. En azından 5-10 dk önce orada olursak iyi olur.
Çünkü yola çıkarken elde olmayan engeller çıkabilir.
·
Engel çıkarsa: Olur da verdiğimiz sözü tutmamıza engel olan
(elimizde olmayan) çok zaruri bir durum çıktı. Bu durumda çıkan engeli
olabildiğince erken, geciktirmeden kendisine söz verdiğimiz kişiye bildirmeli.
Özür dilemeli ve mahcubiyetimizi hissettirmeliyiz.
3-
Lakap takmak, alay etmek:
- bazı davranışların ne kadar kötü olduğunu anlamak için empati kurmak
iyi olur. İnsanların bize hoşlanmadığımız şekilde hitap ettiklerini, bizimle
alay ettiklerini düşünelim. Ne kadar rahjatsız edici değil mi? İnsan kendini
kötü hissediyor. Olur da kendisiyle alay ettiğimiz ya da hoşlanmadığı bir
lakapla kendisine hitap ettiğimiz birileri varsa bilelim ki, o da az önceki
kötü hisleri yaşıyordur, rahatsız oluyordur.
- genel olarak lakap takmak karşıdaki kişiyi basite almak, küçümsemek
amaçlı olur. Bundan kaçınmalıyız. Fakat kişi bu lakaptan rahatsız olmuyorsa bir
mahsuru yoktur. Şu ayet-i kerimeye özellikle dikkat edelim: “ey mü’minler! Bir topluluk diğer bir
topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler.”[61]
4-
Her duyduğunu nakletme: “her
duyduğunu nakletmesi kişiye yalan olarak yeter.” Hadis-i şerif meali) [62]
duyduklarımızı başkalarına anlatmadan önce yalan ya da yanlış olma ihtimalini
göz önüne alarak iyice tahkik edip emin olmalıyız. Yoksa herkes her duyduğunu
hiç sorgulamadan başkasına naklederse fark etmeden büyük bir yalan zinciri
oluşturulmuş olup insanların huzurunun kaçmasına sebep olunmuş olabilir.
5-
İnsanlar arasında söz taşımak:”insanların arasını açmak için laf
getirip götüren, asla cennete giremez.” (Hadis-i şerif meali) [63]
6-
Gıybet etmek: “Hz.
Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?"
"Allah ve Resulü daha iyi bilir!"
dediler. Bunun üzerine:
"Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı
şeyle anmasıdır!" açıklamasını yaptı. Orada bulunan bir adam:
"Ya benim söylediğim onda varsa, (Bu da
mı gıybettir?)"dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Eğer söylediğin onda varsa gıybetini
yapmış oldun. Eğer söylediğin onda yoksa bir de bühtanda (iftirada) bulundun
demektir." [64]
- Gıybetten olabildiğince uzak durmalıyız. Çünkü “ nasıl ateş odunu yer bitirirse gıybet de Salih ameli yer bitirir.”
Yukarıdaki hadis-i şeriften de anlaşıldığı üzere Gıybet; bir kişinin arkasından
onun hoşlanmayacağı şekilde konuşmaktır. Eğer doğru diyorsak zaten gıybettir.
Yalan diyorsak hem gıybet hem de iftiradır. Yani iki katlı çirkin bir günahtır.
Bunlardan dolayı gıybetten olabildiğince uzak durmalıyız.
- olur da nefsimize uyup birisinin gıybetini etmişsek
ya da birisinin gıybetini dinlemişsek o vakit
” اَللَّهُمَّ
اغْفِرْلَنَا وَ لِمَنِ اغْتَبْنَاهُ ”[65]
(Allah’ım bizi ve gıybet ettiğimiz kişiyi bağışla)Diye dua etmeliyiz ve
gıybetini ettiğimiz kişiyle ilk fırsatta helalleşmeliyiz. Bir insanla gıybeti
yapıldığından ya da gıybeti dinlenildiğinden dolayı helalleşmek çok zordur. Bu
mahcubiyeti ve sıkıntıyı yaşamamak için de olsa dilimizi ve kulağımızı gıybetten
korumalıyız.
- bir söz söylerken ya da dinlerken o sözün nereye varacağını, hangi
sınıftan olduğunu tartıp dikkat etmeliyiz.
Gıybetin Günah Olmadığı Durumlar:
Bu durumları bediüzzaman said nursi’nin Mektubat isimli eserinden
alıntılayıp arada bazı açıklamalar ve örneklemeler yaparak anlatalım. Öncesinde
şunu ifade edelim ki bu durumların hepsinde de ortak olan bir özellik var;
konuşmalarımız garazsız olmalı, sırf hak ve maslahat (fayda) amaçlı olmalı.
Yani maksat kötü bir niyet olmamalı.
“Gıybet, mahsus birkaç maddede caiz olabilir:
Birisi:
Şekva suretinde bir vazifedar adama der, tâ yardım edip o münkeri, o kabahati
ondan izale etsin ve hakkını ondan alsın.”[66]
Diyelim ki birisinin doğru olmayan bir hareketi, bir
kusuru var. Siz de onun üzerinde etkili olan birine (örneğin; anne, baba,
idareci, öğretmen, ağabey, arkadaş…) iyi niyetle, garazsız olarak kişinin
kusurunu söylüyorsunuz. Maksat onun hatasının düzeltilmesine vesile olmaktır.
Normal şartlarda kişinin arkasından konuşmuş oluyorsunuz ve konuşmalarınızı
duyduğu takdirde beklide rahatsız olacaktır. Fakat maksadınızdan dolayı bu
gıybet haram değildir. Örneğin; arkadaşınız Ersin’in şaka yaparken yalan
söyleme gibi kötü bir huyu var. Ve siz ona bu hareketin yanlışlığını etkili bir
şekilde anlatacak biri olarak Ersin’in amcası Kamil’i biliyorsunuz. Kamil
amcaya diyorsunuz ki “ersin şakalarına sırf daha komik olsun diye maalesef
yalan da katıyor. Bunun yanlış olduğunu ben ona rahat rahat anlatamıyorum. Ya
da rencide olabilir. Siz yardımcı olur musunuz”. Fakat ersin normalde bu söylediklerini
duyacak olsa belki de rahatsız olacaktır. Fakat yukarıda anlattıklarımızdan
dolayı bu yaptığınız gıybet günah değildir.
“Birisi de: Bir adam onunla teşrik-i mesai etmek ister. Senin ile
meşveret eder. Sen de sırf maslahat için garazsız olarak, meşveretin hakkını
eda etmek için desen: "Onun ile teşrik-i mesaî etme. Çünki zarar
göreceksin."”[67]
Örneğin
birisi sizin bir tanıdığınızla iş ortaklığı yapacak, ya da ondan bir şey satın
alacak veya onunla evlenecek ve gelip size soruyor. Sizde sırf onun sizinle
olan meşveretinin (fikir alışverişinin) hakkını vermek için iyi niyeti elden
bırakmadan sorulan kişinin (eğer varsa) hatalarını söylüyorsunuz: “onunla iş
ortaklığı yapma zarar görürsün” , “bu malı ondan satın alma, çünkü…” ya da “
bildiğim kadarıyla onun şöyle, şöyle huyları var. Onunla evlenmeni tavsiye
etmem”. Kendisi hakkında soru sorulan kimse bu sözlerinizi duyduğu vakit belki
de darılacaktır. Fakat bu gıybet de günah değildir.
“Birisi de: Maksadı, tahkir ve teşhir değil; belki maksadı, tarif ve
tanıttırmak için dese: "O topal ve serseri adam filan yere gitti."”[68]
Maksat bir kişiye
hakaret etmek, onun kusurunu eksiğini insanlara duyurmak değil. Maksat sadece
onu tanıtmaktır. Örneğin; pazardan dönen arkadaşınıza birisini soruyorsunuz:
“Falanı gördün mü pazarda?” Fakat tanıyamıyor. Şurada oturan kişi diyorsunuz.
Yine çıkaramıyor. Falanın oğlu dediniz, yine çıkaramadı. En son mecburen “o bir
bacağı olmayan, falan topal ya da kör” diye tarif etmek zorunda kalıyorsunuz.
Ancak böyle tanıyabiliyor. Söz konusu kişi bu sözünüzü duysa belki
darılacaktır. Fakat maksadınız tahkir olmayıp, iyi niyetle bir tarif olduğundan
dolayı bu durum günah değildir.
“Birisi de: O gıybet edilen adam fâsık-ı mütecahirdir. Yani fenalıktan
sıkılmıyor, belki işlediği seyyiatla iftihar ediyor; zulmü ile telezzüz ediyor,
sıkılmayarak aşikâre bir surette işliyor.”[69]
“fâsık-ı mütecahir”
zaten hemen ardındaki ifadelerde anlatılıyor: “işlediği fenalıktan, yaptığı
kötü davranıştan sıkılmaz, işlediği kötülükle iftihar ediyor, lezzet alarak ve
utanmadan da açıktan açıktan işler ya da anlatır.” Bu tip insanlar fasık-ı
mütecahirlik yapmış oluyor. insanlara yeri geldiğinde Onların açıktan
işledikleri bu kötü davranışlardan (insanları haberdar etmek, uyarmak…için)
bahsetmek günah değildir
“İşte bu mahsus
maddelerde garazsız ve sırf hak ve maslahat için gıybet caiz olabilir. Yoksa
gıybet, nasıl ateş odunu yer bitirir; gıybet dahi a'mal-i sâlihayı yer bitirir.
Eğer gıybet
etti veyahut isteyerek dinledi; o vakit اَللَّهُمَّ اغْفِرْلَنَا وَ لِمَنِ اغْتَبْنَاهُ demeli, sonra gıybet edilen adama
ne vakit rast gelse, "Beni helâl et" demeli.”[70]
7- Nasihat etme / tavsiyede
bulunma adabı:
·
Nasihat ederken nasihat
ettiğimiz kişinin damarına dokundurmamaya dikkat etmeliyiz. Küçümseyici,
rencide edici tavırlardan kaçınmalıyız.
·
Nasihatlerimizde ve
tavsiyelerimizde bıktırıcı olmamak için sözlerimizi fazla uzun tutmamalı,
sürekli aynı şeyleri tekrar etmemeli ve muhatabımıza tüm içtenliğimizle söz
söyleyip iyi niyetli olduğumuzu hissettirmeliyiz.
- Şunu da unutmamalıyız ki nasihat etmek sadece dil ile olmaz.
Hareketlerimizle edeceğimiz nasihat daha tesirli olacaktır. Örneğin;
yemekten önce elleri yıkamanın gerekliliği konusunda birine nasihatte
bulunacaksak birkaç kez güzelce söylemekle yetinip daha çok
hareketlerimizle yani yemekten önce ellerimizi söz konusu kişinin
görebileceği şekilde (abartmadan) yıkayarak tesirli bir nasihatte
bulunabiliriz. Bu yolla el yıkama davranışını daha kolay kazandırabiliriz.
- Nasihat edeceksek muhatabımızın seviyesini konumunu, yaşını,
varsa zafiyetlerini göz önüne almalıyız. Kişi birisinin kendisine nasihat
etmesinden, tavsiyelerde bulunmasından rahatsızlık duyuyorsa ona daha
farklı bir dille hitap etmeliyiz. Örneğin
ona karşı “sen” dilinden çok “ben” dilini kullanarak ya da çok da belli
etmeden başkası üzerinden anlatarak mesajımızı verebiliriz. Kendimizden yaşça büyüklerin hatalarını
düzeltmek istiyorsak kendimizden küçüklere kullandığımız dili
kullanmamalıyız. Yüksek ihtimal damarlarına dokunur, bundan rahatsız
olurlar ve sözlerimiz tesirsiz kalır.
Bediüzzaman
hazretleri (r.a.) nasihat edenlerin nasihatlerinin bazen neden tesir etmediğini
şu şekilde anlatır:
“İşte tahmin ederim ki, nâsihlerin (nasihat edenlerin)
nasihatları şu zamanda tesirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız
insanlara derler: "Hased etme! Hırs gösterme! Adavet (düşmanlık) etme!
İnad etme! Dünyayı sevme!" Yani, fıtratını (yapını, yaratılışını) değiştir
gibi zahiren onlarca mâlâyutak (güç yetmez, yapılması çok zor) bir teklifte
bulunurlar. Eğer deseler ki: "Bunların yüzlerini hayırlı şeylere
çeviriniz, mecralarını değiştiriniz." Hem nasihat tesir eder, hem daire-i
ihtiyarlarında bir emr-i teklif (yapabilecekleri bir iş olur) olur.” [71]
“Bunların
yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını değiştiriniz” demek nasıl
olur buna değinelim biraz. Kişi de adavet hissi varsa ona “adavet etme!” demekle iş çözülmüyorsa ona alternatif olarak
“düşmanlık edeceksen nefsine ve şeytana düşmanlık et. Bak, senin ebedi hayatını
mahvetmeye çalışıyorlar. Nefis ve şeytanın senin ayağını kaydırıcı emirlerini
dinlemeyerek onlara düşmanlık edebilirsin.” Mesela nasihat etmek istediğimiz
kişide aşırı derecede “gelecek endişesi” hissi varsa ona “endişe etme”
demektense, şöyle diyebiliriz: “endişe
edeceksen kendisi hakkında en çok endişe edilmeye değer ve geleceği kesin olan,
aynı zamanda bir kayıp olursa telafisi mümkün olmayan, ebedî geleceğin için
endişe et. Ölümden sonraki hayatın için endişelen ve kaybetmemeye çalış.”
7.
YEME - iÇME ÂDABI
Yemek
Yemeden Önceki Âdaplar:
1- Öncelikle el ve ağız yıkanmalıdır.
2-
Yemeğin yerde, sofra
örtüsünün üstünde yenmesi daha uygundur..
3-
Sağ dizini dikip, sol
baldırın üzerine oturulmalı, yere dayanarak ya da başka bir desteğe dayanarak
yemek yenilmemelidir.
4-
Yemek hayatı korumak ve
ibadet için kuvvet kazanmak maksadıyla yenilmelidir.
5-
Az bir şey de olsa akşam
yemeği niyetine bir şeyler yemek gerekir. Bu konuda Efendimiz’in (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) şöyle bir hadis-i şerifi var : “Akşam yemeğini terk etmek ihtiyarlatıcıdır.” [72]
6-
Getirilen yemeğe kanaat
etmeli, sık sık güzel yemekler için zahmet çekilmemelidir.
7-
Mümkünse beraber kaldığımız
herkesin (ev arkadaşı, anne, baba, kardeş, misafir…) sofraya gelmesinden sonra yemeğe
başlanmalıdır. “ne yapayım yani, bu da hep geç geliyor” demektense onu beklemek
daha güzel bir davranış olur. Bu tavır onlara verdiğimiz değeri gösterir.
8- Başkalarıyla beraber yemek yiyorsak onların da hakkına riayet
etmeliyiz. Açgözlülük yapıp hızlı hızlı ya da kaşığı çok doldurup veya
yediğimiz şeyler meyve ise ikişer üçer alıp da yemekten uzak durmalıyız.
Hz. Ömer’in oğlu Abdullah ibn-i ömer hurma yiyen bir
topluluğun yanından geçerken onlara şöyle demiştir: “hurmayı ikişer ikişer yemeyiniz. Çünkü peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) hurmayı çifter yemeyi yasakladı. Ancak kişi yemek arkadaşından izin
almışsa yiyebilir.[73]
Yemek sırasında Olan Âdaplar:
1- Yemekten hemen önce ya da yemekten hemen sonra su, çay…v.b
içmemek gerekir. (Midenin asidik düzenini bozduğu için sindirim için iyi
olmaz.) En azından 45-60 dk geçtikten sonra su, çay…v.b içmek sağlığa daha
uygundur. Yemek arasında su içilebilir.
“Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) özellikle su çok
soğuk ya da sıcak olursa, yemeğin üzerine su içmezdi; yemeğin üzerine su içmek
çok olumsuz bir şeydir….aynı şekilde meyve yedikten sonra da su içmemek gerekir.
Tıbben zararı tespit edilmiştir.”[74]
2- “Sizden biri yemeğe başlarken Allah’ın adını
(besmele) ansın. Eğer o zaman Allah’ın adını zikretmeyi unutmuşsa “bismillahi alâ evvelihi ve ahirihi” (başta da
sonda da bismillah) desin.” (
Hadîs-i Şerif Meâli)[75]
3-
“Yemeğinizi toplu halde yiyiniz. Ve (başlarken) Allah’ın ismini
zikrediniz. Bu takdirde sizin için ona bereket olur.” ( Hadîs-i Şerif
Meâli)[76]
4-
“Sizden biri yemek yediğinde tabağın ortasından yemesin. Lâkin onun
kenarından yesin. Zira bereket üstten iner.” ( Hadîs-i Şerif Meâli)[77]
5- Her yemek her zaman hoşumuza gitmeyebilir. Peki, birileri emek
harcayıp bize yemek hazırlamış ve o yemek de hoşumuza gitmeyen bir yemek ise ne
yapmalı, nasıl davranmalıyız? Bu sorunun cevabı için efendimizin ne yaptığına
bakalım: “Hazret-i peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) yemekte asla kusur aramazdı. Eğer isteği varsa yer, isteği
yoksa bırakırdı.”[78]
6-
“Sizden biri yemek yediğinde lokması yere düşerse, üzerinde olanı
temizlesin, sonrada onu yesin.” ( Hadîs-i Şerif Meâli)[79]
7- “Sizden biri bir şey
yediğinde sağ eliyle yesin, sağ eliyle içsin, sağ eliyle alsın, sağ eliyle
versin. Zira şeytan soluyla yer, solu ile içer, solu ile alır, solu ile verir.”
( Hadîs-i Şerif Meâli)[80]
8- Yemek yerken ağzımızı şapırdatıp şapırdatmadığımıza dikkat
edelim. Yani bir ara kendimizi dinleyelim bakalım nasıl sesler geliyor. Sofrada
beraberimizdekiler için en lezzetli anlardan birini işkenceye çeviriyor
olabiliriz.
9- Yemeği mümkün olduğunca gereğinden fazla yememek gerekir. Tıp âlimlerinin
de vardığı ortak bir sonuç vardır: “Her hastalığın başı, karnı fazla
doldurmaktır.” Fazla yememekle ilgili efendimizin şu hadis-i şerifini unutmamak
gerekir: “Ademoğlu, mideden daha şerli
bir kap doldurmaz. Ademoğluna belini doğrultacak birkaç lokmacık yeterlidir.
Ancak (nefsinin galebesiyle) illa da (mideyi doldurma işini) yapacaksa bari onu
üçe ayırsın: üçte birini yemeye, üçte birini suya, üçte birini de nefesine
(tahsis etsin, üçte birden fazlasına yemek koymasın.)” [81]
10- “Bir kişinin yemeği iki
kişiye, iki kişinin ki üçe, üç kişinin ki dörde, dört kişinin ki de beş ve altı
kişiye yeter.” ( Hadîs-i Şerif Meâli)[82]
11- Ağzımızı yemek artıklarından temizleyip misvaklamalıyız. Aksi takdirde
ağzımız bir süre sonra kötü kokar, zamanla dişlerimiz sararabilir. İnsanları
sarı dişlerle ve kokan ağızla rahatsız etmemeliyiz.
12- Yemeğe davet edilen kişi
oruçlu ise ne yapmalı? :
Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: “biriniz yemeğe davet edildiğinde hemen gitsin. Şayet oruçlu ise yemek
sahibine dua etsin, oruçlu değilse yesin.”[83]
13- “ben bir yere yaslanarak
asla yemek yemem.” (hadîs-i şerif meali) [84]
14- “suyu ve meşrubatı
(içecekleri) deve gibi bir nefesle içmeyiniz. İki veya üç nefeste içiniz.
İçmeden önce besmele çekiniz, içtikten sonra da Allah’a hamd ediniz
(elhamdülillah).” (hadîs-i şerif meali)[85]
Yeme-İçme
1- Meyveyi yemekten önce yemek daha uygundur.
2- Suyu içmeden önce ”Besmele” çekmek. Nefes almak için bardağı
ağzımızdan uzaklaştırmak ve hamd etmek.[86]
3- Yemekten önce ve sonra elleri yıkamak gerekir. Temizlik için
ehemmiyetlidir. Çünkü yemekten önce ellerimizi değdiğimiz yerlerden elimize kirlilik
bulaşmış olabilir. Az sonra yemek yiyip elimizi ekmeğe bulaştıracağız. Ayrıca
efendimiz yemekten önce ve sonra elleri yıkamanın yemeğin bereketine vesile
olacağını buyurur. [87]
4- Sıcak yemek ve içecekler üflenerek soğutulmamalı. Efendimiz bunu
yasaklamıştır. Hem sağlığa da zararlıdır.
5- Suyu doğrudan su tulumundan, testiden veya sürahiden içmeyip bardağa
koyup içmek gerekir.[88]
6- Eve gelen yiyeceğin icab ederse (gerekirse) nereden ve hangi
kazançtan geldiğini sormak.
7- Su dağıtanın en son içmesi.[89]
8- Yemek tabağını iyice sıyırmak.[90]
9- Sol elle yiyene mani olmak. Ona, sünnet olanın sağ elle yemek
olduğunu güzelce anlatmak gerekir. Bu peygamber efendimizin uygulamalarında
görülüyor.[91]
10- Dini tebliğ edeceğimiz zaman yemek yedirmek sünnettir. Efendimiz
de (salla’llâhü aleyhi ve sellem) akrabalarına dini tebliğ edeceği vakit,
onlara yemek daveti vermiş, bu vesileyle onları bir araya getirmiştir. [92]
11- Yemek davetine giderken yanımıza çağrılmayan biri katılırsa, ev
sahibine:”Bu bize katıldı. İster gelmesine izin ver, dilersen geri dönsün.” diyerek
durumu bildirmek.” [93]
12- Yemek esnasında konuşmak (Faydalı sohbet etmek).
13- Yemek kabına düşen sineği yemeğin içine batırıp çıkararak atmak
ve yemeği yemeğe devam etmek gerekir. Peygamber efendimiz (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) şöyle buyuruyor: “Birinizin
kabına sinek düştüğünde sineğin her tarafını batırıp çıkarsın. Çünkü iki
kanadının birisinde hastalık mikrobu diğer kanadında bunun panzehiri vardır.” [94]
Bu durum hem yeme hem de içme kabı için
geçerlidir.
14- Sağ elle yemek.[95]
15- Sofrada kendi önünden yemek.[96]
16- Yemekten sonra ağzı
çalkalamak.
17- Yiyecek şeyleri kapalı olarak bulundurmak ve taşımak. Biz
farkında olmadan yemek kabın içine toz ya da böcek girebilir.
18- Yemeğin sonunda Allah’a hamd etmek.[97]
19- Genel olarak, sofradaki çeşit sayısını ve yemek miktarını fazla
abartmadan sade yemekler yemek iktisada da, sağlığa da uygundur. Her zaman çok
çeşitli yiyecekler yemek hem israfa götürür hem de çeşit çokluğundan
kaynaklanan “yalancı bir iştiha” açar ve aşırı yemeye sebep olur. Örneğin; yemek yedik ve doyduk. Ardından sofrada
olmayan yeni bir yiyecek geldiğinde genel olarak sanki açmışız gibi ondan da
yiyesimiz gelir, hem de iştahla. Ama yalancı bir iştah. Çünkü az önce
doymuştuk. Bediüzzaman hazretleri bu durumu iktisat risalesi (19. Lem’a) isimli
eserinde şöyle ifade eder:
“İşte iktisad ve kanaat, hikmet-i
İlahiyeye tevfik-i harekettir (ilâhî hikmete uygun hareket etmektir). Kuvve-i zaikayı (tatma duyusunu) kapıcı hükmünde tutup, ona göre bahşiş
verir. İsraf ise; o hikmete zıt hareket ettiği için çabuk tokat yer, mideyi
karıştırır, iştiha-yı hakikîyi (hakiki iştah) kaybeder. Tenevvü-ü et'imeden (yiyeceklerin çeşitliliğinden) gelen sun'î bir iştiha-yı kâzibe (yalancı
iştah) ile yedirir, hazımsızlığa
sebebiyet verir, hasta eder.” (LEM’ALAR-19.Lem’a)
20- Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sürekli aynı gıdayı
ihtiva eden yiyecekler yemezdi. En iyi gıda bile olsa tek gıdayla beslenmek
tehlikeli ve zararlıdır.”[98]
21- Dışarıda açıktan herkesin rahatlıkla görebileceği şekilde bir
şeyler yenmemeli. Çünkü imkânı olmadığı halde canı çekenler olabilir.
Yemekten
Sonraki Âdaplar:
1-
Doymadan elini yemekten
çekmelidir.
2-
Ekmek kırıntıları
toplanmalıdır.
3-
Tabaktaki artık
yiyecekler sünnetlenmelidir.[99] “her kim, bir çanakta, kabta yemek yedikten
sonra onu sıyırırsa o, onun için istiğfar eder.” (hadis-i şerif meali) [100]
4-
Yemekten sonra “Elhamdülillah”
denmeli. Yemeğin sonunda yemek duası yapılabilir. Yemek duasından sonra bir
lokma da olsa bir şeyler yenilir.
Örnek yemek duaları:
Ebu said el-Hudri (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) der ki: “peygamber aleyhissalatü vesselam, yeyip içtiği zaman
şöyle dua ederdi: “elhamdülillahil-lezî et’amenâ
ve sekaanâ ve cealenâ müslimîn. (bizi yediren, içiren ve bizi Müslümanlar
zümresinde kılan Allah’a hamd olsun.)”[101]
"Ey bizi nimetleriyle perverde eden sultanımız! Bize gösterdiğin numunelerin
ve gölgelerin asıllarını, menba'larını göster. Ve bizi makarr-ı saltanatına
celbet. Bizi bu çöllerde mahvettirme. Bizi huzuruna al. Bize merhamet et.
Burada bize tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir. Bizi zeval ve teb'îd ile
tazib etme. Sana müştak ve müteşekkir şu muti raiyetini başıboş bırakıp i'dam
etme. Ya rab! Resul-i Ekrem aleyhissalatü vesselamın bereketi hürmetine, bize
ihsan ettiğin maddî ve manevî rızkımıza bereket ihsan et… Ya rab! Ruhu
cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hakim olan ve lezzeti şüür için isteyen
kullarından eyle. Ya rab! Kusurumuzu affet, bizi kendine kul kabul et,
emanetini kabzetmek (almak) zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Âmin.”
(Risale-i nur külliyatından)
5-
Önce eller, sonra ağız
yıkanmalıdır.
6- Yemekten sonra dişler misvaklanır veya fırçalanır. Misvakta on
fayda vardır. Ağzı temizler, diş etlerini güçlendirir, gözlere cila verir, balgamı
giderir, dişin çürümesini önler, sünnete uygun olur, melaikeyi sevindirir,
Rabbi razı eder, hasenatı artırır, mideye sıhhat verir.
7- Yemekten sonra uyumamak gerekir.
“Ebu Nuaym, peygamberimizin yemekten sonra uyumayı
menettiğini ve bunun kalbi katılaştırdığını söylemektedir.”[102]
Bundan dolayı bilhassa akşam yemeğinden hemen sonra uyumamak,
gerekirse biraz hareket etmek ya da bir miktar yürümek sağlık açısından iyi
olur. Namazı yemekten sonra kılmak da bu konuda yararlı olacaktır.
Su
İçme Âdabı
1- Bardağı sağ elle tutup, “Bismillah” demeli ve ağır ağır içilmelidir.[103]
2- Ayakta içilmemelidir. Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
suyu bazen ayakta da içmiştir fakat daha çok oturarak içmiştir.[104]
3- Önce bardağın içine bakılmalıdır. Böcek ve toz olmamasına dikkat
edilmelidir.
4- Öksüreceği zaman bardaktan ağzını ayırmalıdır.
5- Su normal olan yudumlardan bir yudumdan çok içilecekse Üçe
tamamlanmalıdır.[105]
6- En son “Elhamdülillah” denilmelidir.[106]
7- Zemzem ayakta ve kıbleye yönelerek içilir.[107]
8. YATMA ÂDABI
1- Gece uykusunun ehemmiyeti anlatılsın. Nebe suresindeki
“dinlenesiniz diye geceyi yaratan..”
2- Erken yatıp, erken kalkma:
Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) gecenin ilk saatlerinde uyur,
sonlarında kalkardı.[108]
Böylece teheccüd namazına daha rahat kalkılabiliyor. Erken (örneğin saat
22:00’-23:30 arası) uyunduğu takdirde sabah namazına daha rahat kalkılıp daha
dinç ve huzurlu kılınabilir. Böylece sabah namazı gibi hazine değerindeki
ibadetimiz bir işkence olmaz, huzurla eda edilir. Sabah namazının ehemmiyetini Efendimiz
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle anlatır: “sabah namazını kılmak suretiyle güne başlayan kimse Allah’ın himayesine
girmiş olur.” [109] Sabah
namazının sünneti hakkında da şöyle buyurur efendimiz: “ sabah namazının iki rekât sünneti dünya ve içindekilerden daha
hayırlıdır.”[110]
Sabah dinç olunursa, namazdan sonraki kerahet vaktinde
uyunmamış olunur. Bu vakitteki uyku verimsizdir (dinlendirmediği gibi, uyanmayı
da zorlaştırır) ve bereketsizliğe sebeptir. İleride açıklayacağız.
Ayrıca o vakitlerde yapılan dualar daha makbuldür. Hele bir de sabah namazı tesbihatı, hem sabah namazı ardından
olduğu için hem de o vakitlerde (seher vakti) yapılan dualar sınıfına dâhil
olduğundan dolayı daha da ehemmiyetli bir hazinedir.
“Hz.Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Allah'ı zikreden bir cemaatle sabah namazı
vaktinden güneş doğuncaya kadar birlikte oturmam, bana İsmâil'in
oğullarından dört tanesini âzad etmemden daha sevgili gelir. Allah'ı zikreden
bir cemaatle ikindi namazı vaktinden güneş batımına kadar oturmam dört kişi
âzad etmemden daha sevgili gelir."[111]
“Ebû Ümâme (radıyallâhu anh)
anlatıyor: "Derdi ki: "Ey Allah'ın Resûlü! En ziyade dinlenmeye (ve
kabule) mazhar olan dua hangisidir?"
"Gecenin sonunda yapılan dua ile farz
namazların ardından yapılan dualardır!" diye cevap verdi." [112]
Gece geç uyunup uyku tam alınmadığı takdirde namazımız da
ardındaki tesbihatımız da sıkıntılı, zevksiz geçer. Görüldüğü gibi geç uyumak
genel olarak bizi hem dinî hem de dünyevî hayırların bir kısmından mahrum
bırakır.
3- Yatmadan önce dişleri temizlemek ve abdest almak gibi şahsi
temizlik yapmalıyız.
4- Yatarken en az edep yerlerimizi örtecek büyülükte üzerimize örtü
örtmeliyiz.
5- Dinlenmek için uzanıyorsak bile, yüzüstü uzanmamalıyız. Hele
üstümüzde hiçbir örtü yokken yüzüstü hiç mi hiç uzanmamalıyız. Çünkü mahrem
bölgelerimiz bu durumda tümden açıkta oluyor. Peygamber efendimiz bu konuda
ciddi bir şekilde uyarıyor. “Resulullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) karnı üzerine (yüzükoyun) yatmış bir adam görmüştü; hemen
müdahale edip: “Bu, Allah Teala hazretlerinin sevmediği bir yatıştır.” buyurdular.”
( Hadîs-i Şerif Meâli)[113]
6- İnsan sırtüstü yatıp da,
ayağını ayak üzerine atmaz. ( Hadîs-i Şerif Meâli)[114]
7- Uyuduğumuz yer minder de olsa yatak da olsa üzerine nevresim
sermeyi unutmamalıyız. Terlediğimiz vakit yatak ya da minderi temizlemek pek
mümkün olmayacaktır. Bunun yerine nevresimi yıkamak daha kolay ve pratik
olacaktır. Yastık ve battaniyenin de aynı şekilde kılıflanması gerekir.
8- Nevresimlerin en az ayda bir yıkanması güzel olur.
9- Uykudan kalkar kalkmaz besmele çekmeli, dişlerin temizliğine,
tuvalet ihtiyacını gidermeye, abdest almaya öncelik tanıdıktan sonra herhangi
bir işe başlayabiliriz.
10- Döşeğine yatan kimsenin evvela onu pratik bir şekilde
temizlemesi gerekir. Tozlanmış olabilir, üzerinde böcek olabilir ya da kırıntılar
olabilir…v.b
Yatarken Okunacak Tesbih Ve Sureler:
1- “Huzeyfe (r.a.) şöyle demiştir: resulullah (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) geceleyin uyumak istediği zaman elini sağ yanağının altına koyar.
Sonra da “senin isminle ölür, senin
isminle dirilirim” derdi. Uykudan uyandığında da “bizi öldürdükten (uyuttuktan) sonra tekrar dirilten (uyandıran)
Allah’a hamdolsun, dönüş de O’nadır” derdi.” [115]
2-
“Bera ibn-i azib (r.a.) şöyle demiştir: Resulullah (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) bana : “Yatağına gireceğin zaman namaz abdesti al, sonra da sağ
yanın üzerine yat ve şu dua oku: “Allahım kendimi sana teslim ettim. Yüzümü
sana çevirdim, işlerimi sana emanet ettim, rızanı isteyerek azabından korkarak
sırtımı sana dayadım, sana sığındım. Sana karşı yine senden başka sığınak
yoktur. İndirdiğin kitaba gönderdiğin peygambere inandım.”[116]
UYKU
1- Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) gece yatmadan önce iki
avucunu birleştirir. İhlası şerifi, felak, nas surelerini okur ve her sureden
sonra “huh” diye avucuna üfler. Ve üç surenin okunması bitince avuç içlerinin
elinin erdiği kadar her tarafa sürerdi. Ve bu işi üç sefer yapardı.[117]
2- Uykudan uyanıldığında eller yıkanmalı, burun sümkürülüp
temizlenmeli. Peygamber efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu konuya
şöyle dikkat çekiyor: “…sizden biriniz
uykusundan uyandığında elini, abdest suyuna koymadan önce yıkasın, elinin nerde
gecelediğini bilemez.”[118] “Herhangi biriniz uykudan uyanınca üç defa
burnuna su alıp sümkürsün.”[119]
3- Abdestli olarak sağ tarafımıza yatmak, iki avucumuzu birleştirip
sağ yanağımızın altına koymak.[120]
4- Gün içinde fırsat bulabilirsek kaylûle yapmak hem güne dinç
devam etmeyi hem de gece namazına kalkmayı kolaylaştıracaktır. Efendimizin (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) sünnetlerindendir.[121]
Öğlen uyunamazsa dahi uzanıp dinlenmek de kaylule yapmaktır. Yarım saat kaylûle
iki saat gece uykusuna denk gelir. Kaylûlenin vakti genel olarak öğle
namazından 30 dakika öncesinden başlayıp ikindi namazına yakın vakitlere kadar
devam eder.
5- Işıkları söndürmeyi unutmamalıyız. Bununla beraber kapı,
pencere, tüp, doğalgaz, elektrikli ev eşyalarına da dikkat etmek gerekir.
Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) uyunacağı vakit varsa ateşin
söndürülmesini emreder[122]. Bu
hadis az önce yaptığımız açıklama konusunda bize yol gösterir.
6- Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) :”Döşeğine yattığı vakıt,
namaz için aldığın gibi abdest al. Sonra sağ tarafına yat. Sonra “Allah’ım ben
yüzümü sana teslim ettim. İşimi de sana havale kıldım…. İndirdiğin kitabına
iman ettim. Gönderdiğin peygamberine de inandım” de. Bunlar son sözün olsun.
Şayet o gece ölürsen fıtrat (İslam dini) üzere ölürsün.” Buyurmuşlardır.[123]
7- Uyuyan kişinin yanına
girerken uyulması gereken adab: uyuyan insanların bulunduğu bir yere- gece
veya gündüz- girmek zorunda kaldığınızda, onların konumlarını göz önünde
bulundurunuz. Bu esnada hareketlerinize, tavırlarınıza ve konuşmalarınıza
dikkat edip nazik olmaya, giriş ve çıkışlarınızda gürültü yapmamaya dikkat
ediniz. Efendimizin (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) şu hadis-i şerifini
hatırlayalım: “kim (hareketlerinde, davranışlarında) kibarlıktan ve incelikten
mahrum olursa, bütün hayırlardan da mahrum olur.”[124]
Sahabenin
ileri gelenlerinden Miktad ibn-i esved (r.a.) şöyle anlatır: “peygamber
efendimize (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir miktar süt ayırarak kaldırırdık.
Geceleyin gelir, uyuyanları uyandırmayacak, ancak uyanık olana duyurabilecek
kadar bir sesle selam verirdi.”[125]
Peygamber
efendimiz gece kalkıp teheccüd namazı kıldıkları sırada kur’an okurken, uyuyan
kişi, onun okuyuşuyla uyanmaz, uyanık olan da rahatsız olmaz, kulak verip onu
dinleyebilirdi.
8- Uyuduğumuz vakte çok dikkat etmeliyiz. Mümkün olduğunca güneşin
doğuşundan 45 dakika sonrasına kadar ve özellikle ikindi vakti ile akşam vakti
arasında uyumamalıyız. Yarardan çok zararı olup, sersem ve yorgun bir şekilde
uyanabiliriz.
UYKU ÜÇ NEVİDİR:
Birincisi: Gayluledir ki, fecirden sonra tâ vakt-i kerahet bitinceye kadardır.
(yani yaklaşık güneşin doğuşundan 45 dakika geçinceye kadar ki zamandır) Bu
uyku, rızkın noksaniyetine (eksikliğine) ve bereketsizliğine hadîsçe sebebiyet
verdiği için, hilaf-ı sünnettir (sünnete aykırıdır). Çünkü rızık için
sa'yetmenin (çalışmanın) mukaddematını ihzar etmenin (başlangıcını, hazırlığını
yapmanın) en münasib zamanı, serinlik vaktidir. Bu vakit geçtikten sonra bir
rehavet ârız olur. O günkü sa'ye ve dolayısıyla da rızka zarar verdiği gibi,
bereketsizliğe de sebebiyet verdiği, çok tecrübelerle sabit olmuştur.
İkincisi: Feyluledir ki, ikindi namazından sonra mağribe (akşama) kadardır.
Bu uyku ömrün noksaniyetine, yani uykudan gelen sersemlik cihetiyle o günkü
ömrü nevm-âlûd, yarı uyku, kısacık bir şekil aldığından maddî bir noksaniyet
gösterdiği gibi, manevî cihetiyle de o gün hayatının maddî ve manevî neticesi
ekseriya ikindiden sonra tezahür ettiğinden, o vakti uyku ile geçirmek, o
neticeyi görmemek hükmüne geçtiğinden, güya o günü yaşamamış gibi oluyor.
Üçüncüsü: Kayluledir ki, bu uyku sünnet-i seniyyedir. Duha vaktinden, öğleden
biraz sonraya kadardır. Bu uyku, gece kıyamına (teheccüde uyanmaya) sebebiyet
verdiği için sünnet olmakla beraber, Ceziret-ül Arab'da (arap yarımadasında)
vakt-üz zuhr (öğle vakti) denilen şiddet-i hararet zamanında bir ta'til-i eşgal
(iş tatili, öğle molası) , âdet-i kavmiye ve muhitiye olduğundan, o sünnet-i
seniyeyi daha ziyade kuvvetlendirmiştir. Bu uyku, hem ömrü, hem rızkı tezyide
(arttırmaya) medardır. Çünkü yarım saat kaylule, iki saat gece uykusuna muadil
gelir. Demek ömrüne her gün bir buçuk saat ilâve ediyor. Rızık için çalışmak
müddetine, yine bir buçuk saati ölümün kardeşi olan uykunun elinden kurtarıp
yaşatıyor ve çalışmak zamanına ilâve ediyor.
Said Nursî
(LEM’ALAR)
9. NAMAZ ADABI
“beş vakit namazın benzeri, sizden
birinizin kapısı önünden akıp giden ve her gün içinde beş sefer yıkandığı suyu
bol bir ırmak gibidir.” (hadis-i şerif meali) [126]
1- Namaz kılarken
gözlerimizi yukarıya dikmekten veya sağa sola bakmaktan kaçınmalıyız. Bunların
hiçbiri caiz değildir, mekruhtur[127].
Ayrıca namazda huşû önemli etkenlerden olup, sağa sola bakmak, yukarıya bakmak
insanı huşûdan uzaklaştırır. Aişe (r.anha) anlatıyor: Resulullah’a (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) namazda başı sağa sola çevirmenin durumunu sordum.
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “bu yapılan hareket, kulun namazından bir
kısmını şeytanın kapıp aşırmasıdır.”[128]
Namazda gözler, ayakta iken secdeye, rükûda iken ayakların ucuna, oturmada iken
dizlere bakmalıdır.
2- Rükû ve secde
tesbihlerini 3, 5,7 veya bu şekilde tek sayıda okumalıdır.
3- Namazı yerde veya
yerde biten şeyde kılmak evladır (daha iyidir.) örneğin bankta ya da kanepede
kılmak yerine mümkünse yerde kılmak.
4- Sünnetler hep
aynı yerde kılınmamalıdır.
5- Namazda çok
okuyarak az rekât kılmak, az okuyarak çok rekât kılmaktan evladır.
6- Mümkün mertebe
öksürmemeğe çalışılmalıdır.
7- Namazda huşûyu
yakalamaya çalışmalıyız. Yani bütün aza sakin, hareketsiz ve düzgün vaziyette,
göz secdede kalıp, namazın dışındakilerden alakayı kesmiş, kulak, dilin okuduğu
şeyi dinlemekte ve zihin elimizden geldiği kadar manayı anlamakla meşgul olarak
cenab-ı hakk’ın huzurunda, yanında kim olduğunu fark edemeyecek derecede
bulunmaktır. Gafletle kılınan namazın sevabı çok noksandır.
8- Namazı tadil-i
erkânla kılmak farza yakın bir vaciptir. Azami derecede dikkat etmek gerektir.
Âlimlerimizden İmam ebu yusuf’a göre “tadil-i erkan” farz olup Riayet
edilmemesi halinde namazın tekrar kılınması gerekir. Tadil-i erkân: namazın
rükunlarını doğru yapmak demektir. Namazda tadil-i erkan ise namazın kıyam,
rükû, secde gibi her bir rüknünün sükunet, vakar ve itminan içinde yerine getirilmesi,
yani acelecilik ve çabukluk
gösterilmemesi demektir.
Bir hadis-i şerifte şöyle buyurur efendimiz (salla’llâhü
aleyhi ve sellem.) :size namaz hırsızından haber vereyim mi?” sahabeler “ver ya
resulullah” derler. Efendimiz şöyle cevap verir: “namaz hırsızı, namazın rükûunu,
secdelerini eksik yapan, hakkıyla yerine getirmeyen (hızlıca ve çabuk kılan)
kimsedir.” Buyurmuştur.[129]
“Bir Müslüman farz
namazın vakti geldiğinde güzelce abdest alır huşû içinde rükû ve secdelerini de
tam yaparak namazını kılarsa büyük günah işlemedikçe bu namaz o güne kadar
işlediği tüm günahlarına kefaret olur. Bu her zaman için böyledir.”(hadis-i
şerif meali) [130]
9- Cemaatle namaz
kılmaya çok önem vermeliyiz. Çünkü resul-i Ekrem efendimiz (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) cemaatle kılınan namazın tek
başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha faziletli olduğunu ifade
etmiştir.[131]
Bulunduğumuz ortamda (evde, camide,…) iki kişiysek bile yine de mümkün
olduğunca cemaat oluşturup namazı beraber kılmamız daha iyi olur. iki kişi de
olsa birlikte namaz kılmak yalnız başına kılmaktan efdaldir. Cemaat ne kadar
çoğalırsa kılınan namaz cenab-ı hak yanında o kadar sevimli olur.
“Bir
köy veya ıssız bir yerde üç kişi bulunur da namazı aralarında cemaatle
kılmazlarsa şeytan onlar üzerinde hâkimiyeti ele alır. O halde cemaatle namaz
kılmaya devam edin. Çünkü kurt, sürüden ayrılan koyunu yer.” (hadis-i şerif
meali)[132]
10- Namazda bol
elbise giyilmelidir. Çünkü namazın şartlarından biri de setr-i avrettir. Setr-i
avretin tam olarak sağlanabilmesi için elbisenin şeffaf olmaması ve vücut
hatlarını belli etmemesi gerekir.
11- Namazda bedenimizle
ve elbisemizle oynamak mekruhtur.
12- Namazda başımızı
takkeyle, sarıkla ya da her ikisiyle örtmeyi ihmal etmemeliyiz. Efendimizin bir
sünnetidir.
13- Başkaları namaz
kılıyorsa sessizliği bozmamalıyız ki onları rahatsız etmeyelim namazdaki
huşularını bozmayalım. Bununla beraber camiye, mescide ya da topluca nama
kılınan bir mekâna girerken öncelikle telefonumuzun sesini kapatmalı ya da
telefonu tümden kapatmalıyız ki namazda olanlara rahatsızlık vermeyelim.
14- Namazı bitiren kişiler sessizce tesbihatı bekler. Sünnet ile farz, farz ile
sünnet arasında faydasız, boş işlerle meşgul olmak hoş değildir. Sünnetin
sevabını azaltır. Sünnet ile farz arasında imanî ve İslamî şeylerle meşgul
olmak, okumak gerekir.
15- Namaza yetişmeye çalışırken koşmadan, ağırbaşlılıkla gitmeli ve
gürültü çıkarmamaya dikkat etmeliyiz. Ebu
Hureyre’nin(r.a.) rivayet ettiğine göre
Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: ” Namaz için kamet
getirildiğinde koşarak değil ağırbaşlılıkla yürüyerek gelin. Yetişebildiğinizi
imamla kılınız, yetişemediğiniz rekatları da kendiniz tamamlayınız.”[133]
16- Cabir (r.a.)
şöyle demiştir: Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) bayram günlerinde
namaza değişik yollardan gidip gelirdi.[134]
17- Saf düzeni: namazda
safları düz tutmak gerekir. Eğri büğrü bir saf oluşturmamaya dikkat etmeliyiz.
Bunu sağlamak için de farz namaza başlamadan önce sağımızı solumuzu kontrol
etmeli hizaya bakmalıyız. Ayrıca namazda omuzlar birbirine değecek kadar
birbirine yakın ve aynı hizada durulmalı.[135]
Arada boşluk bırakılmamalı. Safların düzgünlüğü ve omuzların aynı hizada
olmasıyla ilgili efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) şöyle buyuruyor: “saflarınızı düzgün tutunuz. Omuzlarınız aynı
hizada olsun, saf arasındaki boşlukları doldurunuz. Saf düzeni için elinizden
tutup çeken kardeşlerinize yumuşak davranınız. Şeytanın sokulabileceği
boşluklar bırakmayınız. Kim bir saftaki boşluğu doldurup kopukluğu önlerse,
Allah ona rahmetini ulaştırır. Kim de boşluk bırakarak bir safı kesintiye
uğratırsa Allah da ona rahmetini keser.”[136]
Safları oluşturmaya
başlarken: Ebu
hureyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre, Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) şöyle buyurdu: “safları
oluşturmaya başlarken imamı ortaya alarak düzenleyiniz ve tüm saflardaki
boşlukları da doldurunuz.”[137]
Safların düzenlenmesinde ehil olan kişi imamın tam
arkasına durur. Sonraki gelenler de imamın hemen arkasındaki kişinin sağ
tarafından başlayarak safı doldurmaya başlarlar. Ardından sol tarafı doldurmaya
başlarlar. Bu konuda efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) safın önce
sağının sonra solunun doldurulması gerektiğini ve safın sağı dolduktan sonra
solunu doldurmaya başlayanlara da iki kat sevap verileceğini müjdeler.[138]
Birinci saf dolduktan sonra ikinci safa ilk geçecek kişi imamın tam arkasında
duranın hemen arkasında saf tutmalı. Gelenler ise bu kişinin yine sağından
itibaren safı doldurmaya başlayıp sonra sol tarafını dolduracaklar.
Önümüzdeki safta boş yer
varsa hemen doldurmak
gerekir. Enes (r.a.) ‘den rivayet edildiğine göre, Resulullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem.) şöyle buyurdu: “ön
safı tamamlayınız, sonra arkadaki safı oluşturunuz. Boş yer kalırsa son safta
kalsın.”[139]
18- Namaza dururken ön safa
durmalı, yaşlılar var diye geride durulmamalıdır. Ön saflarda yer imkânı varken
arka saflarda durmak mekruhtur. Peygamber efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.)
şöyle buyuruyor: “en hayırlı saf ilk saftır. Sevabı en az olan da geri
saflardır. İlk safın sevabı bilinseydi, oraya geçmek için kur’a çekilirdi…”[140]
19- Sünnet namazları ihmal
etmemek gerekir. Onların “farz” olmaması bizim sünnet namazlarını küçümseyip
terk etmemizi gerektirmez ve bu durum bize normal gelmemeli. Bediüzzaman
hazretleri bu durumu (sünnetleri terk etmek konusunu) anlatırken “hasaret-i
azime” (pek büyük bir zarar) diye ifade eder. Farz namazlara kalenin merkezi,
sünnet namazlara da merkezi saran, koruyan birinci sur, nafile namazlara ikinci
surlar… diyebiliriz. Merkezi kuvvetli tutmak için bütün surları kuvvetli
tutmayı önemsemeli hatta surları arttırmaya çalışmalıyız. Şeytan ve nefis
merkezi istila etmeye (bizi farzlardan uzaklaştırmaya) çalışır.
Sünnet namazlarının ehemmiyetini anlatan birçok hadis-i şerif var. Biz
bunlar için konuyu hadis kitaplarına havale edip buraya numune olması açısından
bir hadis-i şerif nakledelim: “sabah
namazının iki rekât sünneti dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır.”[141]
20- Az önce de kısaca
değindiğimiz gibi; farz namazlarımızı kılmakla beraber, mümkün olduğunca nafile namazlarımızı da arttırmalıyız.
Nafile ibadetlerin ehemmiyetini anlatan çok güzel bir hadis-i kudsî var: “her
kim samimi olarak farz ve nafile ibadetleriyle bana yaklaşan dostuma düşmanlık
ederse, ben de ona karşı harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeylerin
benim katımda en sevimli olanı farz kıldığım ibadetlerdir. Kulum nafile
ibadetleriyle de devamlı bana yaklaşır da ben de onu severim. Onu sevdiğim
vakit; onun işiten kulağı, gören gözü ve tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Bana
sığınırsa onu korurum.”[142]
Konumuz adab-ı muaşeret olmasına rağmen belki konumuzdan biraz
uzaklaşmış olacağız ama yeri gelmişken bazı nafile namazlar hakkında kısaca
bilgi verelim:
-teheccüd
namazı:
-abdestten
sonra kılınan iki rekat namaz:
-tahiyyet-ül
mescid namazı:
-duha
(kuşluk) namazı:
21- Kaza namazı: kaza
namazları kılarken bir hata işleyip namazı vaktinde kılmadığımızın farkında
olarak mahcubiyet ve pişmanlık
duygusuyla günahkâr insan psikolojisiyle kılmalıyız. (Elbette her namazda
olması gerekir ama) bilhassa kaza namazları kılarken, kıldığımız namazın
Rabbimiz (c.c) tarafından kesinlikle kabul edildiği düşüncesinde ve
rahatlığında olup da gevşek ve ilgisiz davranmamalıyız. Cenab-ı hak kıldığımız
kaza namazı kabul etmeyip yüzümüze çarpabilir de. Dua edelim ki rabbimiz
kıldığımız namazları bilhassa kaza namazlarımızı kabul etsin.
22- Kaza namazlar varken sünnet namazlar kılınır mı?
Şafii mezhebine tabi olan kişiler, öncelikli olarak kaza
namazlarını bitirmeli sonra sünnet namazlarını kılmalılar. Örneğin; öğle namazının
4 rekâtlık ilk sünneti kılınacak ve bizim kılmamız gereken kaza namazlarımız da
var. Şu durumda sünnet yerine bir miktar kaza namazı kılmalıyız. Yoksa hem
“benim kaza namazlarım var” deyip sünneti kılmamak, bununla beraber kaza namazı da kılmamak doğru değildir. Bilhassa Şafii
mezhebine tabi olan kardeşlerimizin bu yanılgıya düşmemek için dikkat etmeleri
gerekir. Kaza namazları ile sünnet namazları arasındaki öncelik meselesi
karıştırılabiliyor. Ayrıca şunu da bilmek gerekir ki, Şafii bir kişinin kılması
gereken kaza namazları varsa, birinci dereceden ihtiyaçlarına ayırdığı vakit
haricindeki zamanlarda, kaza namazlarını bitirmeye çalışması gerekir. Şu
durumda kaza namazlarımız varsa en azından namazların sünnetleri vaktinde,
kılabildiğimiz kadar kaza namazı kılalım. Kaza namazlarımız yoksa sünnet namazı
vaktinde “sünnet namazı” kılalım. Kaza namazları mazeretiyle sünneti kılmamak,
bununla beraber kaza namazı da kılmamak kendimizi kandırmaktır.
Hanefi mezhebine tabi olan kişiler, kazaları varsa bile sünnet
namazları kılabilirler. Tabi bu mezhebe tabi olan kardeşlerimizin de kaza
namazlarını fazla geciktirmeden kılmaları gerekir.
23- Rükû ve secdede imamdan önce davranmak: İmama uyan kişinin imamdan önce
başını secde ve rükûdan kaldırması doğru değildir. Peygamber efendimiz bunu
yasaklamıştır[143]. Cemaatle
namaz kılan kişi imama uymaya niyet etmiştir. Şu halde sanki kendisi imama
değil de imam ona uyuyormuş gibi imamdan önce secdeye gitmek, secdeden kalkmak
ya da imamdan önce rükûya gitmek veya rükûdan kalkmak caiz değildir. Bu durum
namazın her hareketi için geçerlidir.
24- Yemek hazır iken,
büyük ve küçük abdest sıkıntısı varken huzurlu bir namaz kılınmaz.[144]
Bundan dolayı bu durumlarda namaz vakti dar değilse abdest tazelemeyi, yemek
yemeyi öncelemeliyiz.
25- Kabirlere doğru
namaz kılınmaz.[145]
26- Namaz kılanın
önünden geçmemek gerekir. Bununla beraber namaza durduğumuz yere dikkat
etmeliyiz ki, başkalarının önümüzden geçmek zorunda kalacakları şekilde bir
yere durmuş olmayalım. Eğer namaz kılanın önünde bir sütre, engel varsa ya da
biz o sırada yerleştirirsek namaz kılanın önünden bu durumda geçilebilir.
Burada bilhassa namaz kılan kişi ile secde edeceği yer arasından geçmemeye
dikkat etmeliyiz.
27- Müezzin kamete
başladığı an artık başka namaz kılınmaz. Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) şöyle buyuruyor: “farz namaz için
kamet getirilince farz namazdan başka bir namaz kılmak yoktur.” [146]
10.
DUA VE TESBİHAT ADABI
1- Duada aceleci
olunmamalı, sabırla duaya devam edilmelidir. Ebu hureyre’den rivayet edildiğine
göre Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:”sizden birinizin acele etmedikçe duası kabul
edilir. İnsan acele ederek, “işte ben rabbime dua ettim de duamı kabul etmedi”
der.”[147]
“İman duayı bir vesile-i
kat'iyye olarak iktiza ettiği (gerektirdiği)
ve fıtrat-ı insaniye (insan yapısı),
onu şiddetle istediği gibi; Cenab-ı Hak dahi "Duanız olmazsa ne
ehemmiyetiniz var?" mealinde [148] قُلْ مَا يَعْبَوءُا
بِكُمْ رَبِّى لَوْلاَ دُعَاوءُكُمْ ferman
ediyor. Hem
اُدْعُونِى اَسْتَجِبْ لَكُمْ (bana dua edin, size cevap vereyim-mü’min
suresi:60) emrediyor.
Eğer desen: "Birçok defa dua ediyoruz, kabul olmuyor. Hâlbuki ayet
umumîdir (geneldir). Her duaya cevap
var ifade ediyor.
Elcevab: Cevab vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için
cevab vermek var; fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu (istenilenin ta kendisini) vermek Cenab-ı Hakk'ın hikmetine tâbi'dir
(bağlıdır).
Meselâ: Hasta bir çocuk çağırır:
"Ya Hekim! Bana bak."
Hekim: "Lebbeyk" der.. "Ne
istersin?" cevab verir.
Çocuk: "Şu ilâcı ver bana" der.
Hekim ise; ya aynen
istediğini verir, yahut onun maslahatına binaen ondan daha iyisini verir, yahut
hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez.
İşte Cenab-ı Hak, Hakîm-i
Mutlak (sınırsız hikmet, bilgi sahibi,
her şeyi bilen) hazır, nâzır olduğu için, abdin (kulun) duasına cevap verir. Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzuruyla
ve cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat insanın hevaperestane (nefsin arzularına tabi olarak) ve
heveskârane tahakkümüyle değil, belki hikmet-i Rabbaniyenin iktizasıyla (cenab-ı hakkın hikmeti gerektirdine göre)
ya matlubunu (duada istenileni) veya daha
evlâsını (iyisini) verir veya hiç
vermez.” (RİSALE-İ
NUR KÜLLİYATINDAN-SÖZLER, 23.Söz)
2- Dua ederken kararlı olunmalı. “allahım dilersen bana bunu ver”
ya da “Allahım dilersen beni bağışla” şeklinde dua edilmemeli. İstediğimizi
kararlı bir şekilde istemeliyiz.”allahım bana bunu ver, şunu nasip et” ,
“Allahım beni bağışla” şeklinde olmalı. İstediklerimizin hiçbiri Cenab-ı Hakk’a
(c.c) ağır gelecek değildir.[149]
3- Dualarımızda
hiçbir zaman ölümümüzü istememeliyiz. Bu konuda efendimiz (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) şöyle buyuruyor: “Biriniz
başına gelen bir zarar ve musibetten dolayı sakın ölümü istemesin. Eğer mutlaka
temenni edecekse: “Allah’ım yaşamak benim için hayırlı ise beni yaşat, ölmek
benim için hayırlı ise beni öldür.” desin.”[150]
4- Duada hayır ve
iyilik istenmeli. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Müslümanlardan bir
kimseye hasta ziyaretinde bulundu. Bu kimse öyle zayıf kalmıştı ki, sanki kuş
yavrusu gibi olmuştu. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ona : “bir şey için dua ediyor musun veya Allah’tan
bir şey istiyor musun?” buyurmuş. O da: “evet. Allahım ahirette bana ne
ceza vereceksen onu şimdi bana dünyada ver” diye dua ediyordum.” Demiş. Bunun
üzerine Resulullah da (salla’llâhü aleyhi ve sellem): “Keşke: “Allahümme Rabbena Atina fid-dünya haseneten
ve fil-ahireti haseneten ve kina azeben-nar.(“Allah’ım, rabbimiz, bize dünyada
iyilik ver ahirette de iyilik ver, bizi cehennem azabından koru.”-bakara
suresi:201.) diye dua etseydin olmaz mıydı? Buyurmuştur. O da bu
şekilde dua etmiş ve hastalığı iyi olmuş, şifa bulmuş.” [151]
5- Duada sesi yükseltmemek gerekir.[152]
6- “Kendinize beddua etmeyiniz. Çocuklarınıza
beddua etmeyiniz. Mallarınızı da beddua etmeyiniz. Olur da duaların kabul
olunacağı bir saate rastlarsanız, bedduanız kabul olunmuş olur.”[153]
7- Dua ve Tesbihatın önemi: namazın ardındaki tesbihatı ihmal etmemek
gerekir. Tesbihatı yapmayan kişi bir nevi, ağacın bakımını yapıp onu yetiştiren
fakat meyve toplama vakti geldiğinde meyveleri toplamadan çekip giden kişiye
benzer.
Bediüzzaman hazretleri insanı cenab-ı hakka
ulaştıracak bir çok yol, usül olduğunu ifade eder. Ve ardından bu yollardan en
kısa ve en selametlisi olan “ Acz ve fakr
ve şefkat ve tefekkür” tarikinin (yolunun, usulünün) evradını şu şekilde
özetler : “İttiba-ı sünnettir, feraizi
işlemek, kebairi terk etmektir. Ve bilhassa namazı ta'dil-i erkân ile kılmak,
namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır.”[154]
Ve yine tesbihatın ehemmiyeti ile
ilgili bediüzzaman hazretleri şöyle der:“ Kardeşlerimizden
birisinin namaz tesbihatında tekâsül (tembellik) göstermesine binaen dedim: Namazdan sonraki
tesbihatlar, tarîkat-ı Muhammediye'dir (a.s.m.) ve velayet-i Ahmediye'nin
(a.s.m.) bir evradıdır. O noktadan ehemmiyeti büyüktür.”[155]
Dua ve Tesbihatta oturuş: Dua sırasındaki oturuş o anki ruh
halimize doğrudan tesir edecektir. Cenab-ı hakka dua ederken, acziyetimizi,
fakirliğimizi, zayıflığımızı ve günahlarımızdan dolayı ona karşı
mahcubiyetimizi hissedecek şekilde oturup dua etmek en güzelidir. Bahsettiğimiz
dua etme halini en güzel sağlayacak olan oturuş; yayılmadan, dizüstü düzgün oturuştur.
Tesbihatın manasına bakarsak, onun
tümüyle bir dua olduğunu göreceğiz. Şu halde namazdan sonra tesbihat yaparken o
anki hale ve tesbihatta söylediğimiz sözlere en uygun oturuş olan dizüstü
oturuş halinde olmamız en uygun olanıdır. Yayılarak ya da bacakları yayarak,
bir yerlere yaslanıp tesbihat yapmak tesbihatın ruhuna terstir. Düşünün,
tesbihatta “allahümme entes-selamu we minkes-selam tebarekte yazel celali
wel-ikram (allahım sen selamet ve güven verensin. Her türlü selamet ve güven
sendendir. Ey büyüklük ve ikram sahibi olan allahım, sen yücelerden yücesin)”
ya da “allahümme edhilne-l cennete meal ebrar (allahım bizi iyi kullarınla
beraber cennetine koy.)” … derken yayılmış bir şekilde oturmak mı yoksa dizüstü
oturarak boyun hafif bükük şekilde olmak mı bu manalara daha uygun olur?
8- tesbihat sırasında bizim ve başkalarının huşu halini bozmamak ve dikkatleri
dağıtmamak için varsa cep telefonumuzun sesini kapatmak mümkünse telefonu
tümden kapatmak iyi olur. Ve tesbihat sırasında telefonumuz çalarsa, çok acil
değilse tesbihattan ayrılmamak gerekir.
9-
Bediüzzamanın, kendisine sorulan dua ile
ilgili bir suale verdiği cevabı Dua adabıyla ilgili bilgi verdiğinden dolayı
buraya aynen aktarıyoruz:
“Birinci
Sualiniz: Mü'minin mü'mine en iyi duası nasıl olmalıdır?
Elcevab: Esbab-ı kabul (kabul şartları) dairesinde olmalı. Çünkü
bazı şerait (şartlar) dâhilinde dua makbul (kabule yakın) olur. Şerait-i
kabulün içtimaı (kabul şartlarının bir arada olması) nisbetinde makbuliyeti
ziyadeleşir.
Ezcümle: Dua edileceği vakit, istiğfar ile manevî temizlenmeli,
sonra makbul bir dua olan salavat-ı şerifeyi şefaatçı gibi zikretmeli ve âhirde
yine salavat getirmeli. Çünkü iki makbul duanın ortasında bir dua makbul olur.
Hem بِظَهْرِ الْغَيْبِ yani "gıyaben ona dua etmek"[156]
hem hadîste ve Kur'anda gelen me'sur (tesirli) dualarla dua etmek. Meselâ:
اَللَّهُمَّ اِنِّى اَسْئَلُكَ الْعَفْوَ وَ الْعَافِيَةَ لِى وَ
لَهُ فِى الدِّينِ وَ الدُّنْيَا وَ اْلاۤخِرَةِ [157]
(Allah’ım
senden kendim ve onun için dinde, dünyada ve ahirete af ve afiyet diliyorum)
رَبَّنَا اۤتِنَا فِى الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِى اْلاۤخِرَةِ
حَسَنَةً وَ قِنَا عَذَابَ النَّارِ [158]
(Ey
Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Ve bizi cehennem
azabından koru!)
gibi câmi' (kapsamlı) dualarla dua etmek; hem hulûs
(samimi olarak) ve huşu' ve huzur-u kalb ile dua etmek; hem namazın sonunda,
bilhassa sabah namazından sonra; hem mevâki'-i mübarekede (mübarek yerlerde),
hususan mescidlerde; hem Cum'ada, hususan saat-ı icabede; hem şuhur-u selâsede
(üç aylarda), hususan leyali-i meşhurede (meşhur gecelerde); hem ramazanda,
hususan leyle-i kadirde (kadir gecesinde) dua etmek kabule karin (yakın) olması
rahmet-i İlahiyeden kaviyyen (kuvvetle) me'muldür (ümit edilir). O makbul
duanın ya aynen dünyada eseri görünür veyahut dua olunanın âhiretine ve hayat-ı
ebediyesi cihetinde makbul olur. Demek aynı maksat yerine gelmezse, dua kabul
olmadı denilmez;[159] belki daha iyi bir surette
kabul edilmiş denilir.” [160]
RİSALE-İ NUR
KÜLLİYATINDAN-MEKTUBAT-23. mektub
10. FERDÎ (kişisel) TEMİZLİK
‘’ Şüphe yok ki Allah tövbe edenleri de, (maddi-manevi
kirlerden) temizlenenleri de sever. (bakara suresi–222)
‘’(Bu abdest ve
teyemmüm emri ile) Allah sizin için güçlük dilemez. fakat sizi tertemiz etmek
ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister. Ta ki şükredesiniz ‘’(maide suresi–6)
’’ Allah, üzerinize gökten yağmur indiriyor. Onunla sizi
pisliklerden temizlesin diye.’’ (enfal suresi–11)
‘’Temizlik imanın
yarısıdır.’’ (hadis-i şerif meali)[161]
Ferdî temizlik
bölümünü iki alt başlıkta inceleyebiliriz:
1. Beden Temizliği
“Her müslümanın (en az) her yedi günde bir gün başını ve
vücudunu yıkaması gerekir.”[162]
a-)
Saçlar: Yıkanmış, taranmış, normal kesilmiş olmalıdır. “Bir gün Peygamber
efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) mesciddeyken saçı sakalı birbirine
karışmış bir adam içeri girdi. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) saçını
sakalını düzeltmesi için ona eliyle işaret etti. Adam söyleneni yaptı. Sonra
dönüp gitti. Bunun üzerine peygamber salla’llâhü aleyhi ve sellem: “sizden birinin bu hali, şeytanı andıracak
şekilde saçı darmadağınık gelmesinden daha iyi değil midir? ” buyurdu.[163]
b-)
Tırnak Temizliği: Haftada bir yapılmalıdır. Tırnak kesiminde de cünüp iken
yapmamaya dikkat edilmelidir. Vücuttan kesilen tırnaklarla tıraş edilen tüy ve
kıllar rasgele atılmayıp toprağa gömülmeli veya göze görünmeyecek şekilde
sarılıp çöpe atılmalıdır. Tırnak kesiminin Cuma günü namazdan evvel yapılması
efdaldir. Tırnaklarımızı keserken evvela sağ elin şahadet parmağından
başlamalı, sonra onun sağ tarafında bulunan parmakların tırnakları kesilmelidir.
Daha sonra sol elin küçük parmağından başlayarak başparmakta nihayete erdirmeli
ve son olarak da kalmış olan sağ elin başparmağında bulunan tırnağı kesmelidir.
Ayak tırnaklarına gelince; sağ ayağın küçük parmağından başlayıp sol ayağın
küçük parmağında bitirmelidir.
c-) Diş ve Ağız Temizliği: Ağız Kokusuna azami derecede dikkat etmek bu
konuda hassas olmak gerek. Biz fark etmeden ağız kokumuzla insanlara
rahatsızlık veriyor olabiliriz. Evet, bu durumu biz fark edemeyebiliriz. Bunu
engellemek için MİSVAK kullanabiliriz. Diş temizliği ve bakımı konusunda Resulullah
Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hassas ve itinalı davranmışlardır.
Ümmetine de bu ciddi mevzuda sık sık ikazda bulunmuşlardır. Bazılarını
zikredelim: “ Eğer ümmetime güç
gelmeyecek olsaydı onlara her namaz vaktinde ağızlarını ve dişlerini
temizlemelerini emrederdim.”[164]
, “ Misvak ağzı temizler. Allah’ın
rızasını kazandırır.”[165]
Yeri
gelmişken prof. Dr. Vehbe Zuhayli’nin hazırlamış olduğu “İslam fıkhı
ansiklopedisi” külliyatının 1. cildinden, Misvak kullanımının hükmü, Misvak
kullanımının nasıl olacağı ve misvakın faydaları ile ilgili kısaca bazı
bilgiler verelim:
“ Misvak Kullanımının Hükmü : Hz.
Peygamber (a.s) : “ Misvak ağzın temizliği,
Rabbin de razılığıdır “buyurmuştur. Bir başka hadis-i şerifte de peygamber
efendimiz (a.s) şöyle buyuruyor: “Şayet
ümmetime zorluk vermeyecek olsaydı, her namaz öncesinde misvak kullanmalarını
emrederdim. ”
Bu hadis-i şeriflerde
misvak kullanımının ne kadar önemli olduğu açıkça görülüyor. Misvak kullanmanın
müekked bir sünnet olduğu konusunda ulema ittifak etmişlerdir. Çünkü Hz.
Resulullah ( a.s ) bunu kullanmayı teşvik etmiş, kendisi de Sürekli kullanmıştır.
Uyku, yemek, açlık,
uzun süre susmak veya çokça konuşmak gibi sebepler dolayısıyla ağızda veya
dişlerde değişiklik olması halinde de misvak kullanmak sünnettir. Çünkü Huzeyfe
( r.a.)’nın hadisi şu şekildedir : “ Resulullah
(a.s.) geceleyin uyandığında ağzını misvaklar idi. ” Misvakla ovardı,
demektir. Değişme özelliğinde ortak olmaları sebebiyle diğer haller de uykuya
kıyas edilmiştir.
Namaz sebebiyle ve
ağzın değişmesi, dişlerin sararması gibi sebeplerle misvak kullanmak gerektiği
gibi, aynı şekilde Kur’an okumak, şer’i sözler ve şer’i ilimler öğrenmek, yüce
Allah’ın zikri için, yatmadan önce, uyandıktan sonra, evine girince, ölüm döşeğinde,
seher vaktinde, yemek için, vitirden sonra… Misvak kullanmak gerekir.
Bunun delillerine gelince:
Buhari ve Tirmizi müstesna Kütüb-i Sitte ravilerinin Hz. Aişe’den yaptıkları şu
rivayettir : “ Peygamber ( a.s.) evine
girdiğinde misvak kullanmakla işe başlardı. ” Hz. Aişe’den bir başka rivayet : “ Resulullah ( a.s. ) gece veya gündüz olsun,
uyuyup uyandı mı, abdest almadan önce mutlaka misvak kullanırdı. “
* Misvakın Kullanımı: Kişi sağ eliyle, ağzının sağ
tarafından dişlerinin enine ( yani iç ve dış tarafından ) ön dişlerinden
arkadaki azı dişlerine doğru götürür, ordan ortalara doğru, ondan sonra sol
tarafa doğru dile göre uzunlamasına doğru misvaklanır. Çünkü Hz. Aişe’nin rivayetine
göre : ” Peygamber (a.s. ) ayakkabısını giyerken,
taranırken, temizlenirken ve bütün işlerinde sağdan başlamayı severdi.”
Diğer taraftan Hz.
Peygamber’in : “ Misvak kullandığınız
zaman enine doğru misvaklayınız. ” diye buyurduğu haber verilmiştir. Bununla
birlikte dişleri uzunlamasına misvaklamak yeterlidir, ancak kerahet vardır.
Çünkü diş aralarını kanatabilir ve diş etlerini bozabilir.
* Dilin ise
uzunlamasına misvaklamak sünnettir.
* Kullandıktan sonra
üzerindeki kirleri gidermek maksadıyla misvakı yıkamak gerekir.
* Misvakın Faydaları: İlim
adamları misvakın faydaları arasında şunları saymışlardır: Ağzı temizler, Rabbi
razı eder, dişleri beyazlatır, ağızdaki kokuyu güzelleştirir, sırtı düzler, diş
etlerini kuvvetlendirir, ihtiyarlamayı geciktirir, seciyeyi temizler, zekâyı
parlatır, ecrin kat kat verilmesine vesile olur, ruhun bedenden çıkmasını
kolaylaştırır ve buna benzer otuza yakın faydaları vardır.
Çağdaş diş doktorları
dişlerin çürümesine, dişler üzerindeki sarı tabakanın oluşmasına, ağız ve diş
etlerinin iltihaplanmasına mani olmak, sinirler, gözler, nefes alma ve hazım
yollarındaki çeşitli rahatsızlıkları önlemek için de misvak kullanmayı tavsiye
ederler. Hatta hatırlamanın zayıflamasını ve zihin tembelliğini, kötü ahlakı
önlemeye karşı da misvak tedbirdir.”[166]
d-)
Burun Temizliği: Hava ciğerlere giderken burun tarafından süzülmekte ve
böylece sık sık kirlenmektedir. Bu yüzden çok sık temizlenmesi gerekir. Burun
temizliği konusunda Peygamberimizin emirleri şu şekildedir: “ Herhangi biriniz
abdest alacağı zaman burnuna su alsın sonra sümkürsün.”[167]
“Herhangi biriniz uykudan uyanınca üç defa burnuna su alıp sümkürsün.”[168]
e-)
Uyku sonrası el temizliği: uykudan
uyanıldığında eller yıkanmalı. Peygamber efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) bu konuya şöyle dikkat çekiyor: “…sizden
biriniz uykusundan uyandığında elini, abdest suyuna koymadan önce yıkasın,
elinin nerde gecelediğini bilemez.”[169] Uykudayken elimiz, avret yerlerimize,
saçımıza, burnumuza, kulağımıza gitmiş olabilir. Bundan dolayı en iyisi
Efendimiz’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tavsiyesine uyup, uyanınca elleri
yıkamaktır.
f-) Koltuk Altı ve avret yerlerin Temizliği: Koltuk altındaki ve
avret yerlerdeki kılların ve tüylerin temizliği on-onbeş günde, mümkün
olamıyorsa kırk günü geçmemek suretiyle yapılır. Bu temizliğin cünüp iken
yapılması mekruhtur. Koltuk altı kaynaklı ter kokusuna da dikkat etmek gerekir.
İnsanlık halidir, terleyebiliriz fakat insanlara rahatsızlık vermeme
konusundaki hassasiyetimize bu alanda da göstermeliyiz. Özellikle koltuk altı
terimizi silmek için banyo yaptığımız günü beklemek gerekmez. Kolay ve pratik metotlarla
her gün koltuk altı terimizi silebiliriz.
g-)
İstinca: Büyük ve küçük hacetini
yaptıktan sonra avret yerlerini temizlemektir. Bu temizlik müekked sünnettir.
İstincanın Allah katındaki kıymet ve ehemmiyetini göstermesi bakımından İbn-i Abbas
ve Ebu Hureyre’den gelen şu rivayet dikkat çekicidir. “Kuba’lılar hakkında “orada
temizlenmeyi seven adamlar var.” ( Tevbe
suresi–108) mealdeki ayet-i kerime nazil olunca Resul-i Ekrem (a.s.m) onlara
sordular: “Allah sizi neden övüyor?”. Onlar da bu suale: “Biz def-i hacetten
(ihtiyaç giderimi) sonra su ile temizlenir istinca yaparız.” cevabını verdiler.
Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) “ İdrar
sıçrantısından sakınınız. Çünkü kabir azabının çoğu bundan olacaktır.”
buyurmuşlardır.[170]
h-) GUSÜL ABDESTİ:
A-)
GUSLÜ GEREKTİREN HALLER’den “Meninin Çıkması”:
Öncelikle Bir Kaç Kelimenin Anlamını Öğrenelim:
Meni: Şehvetin artması halinde dışarıya
çıkan tazyikli sudur. Aynı zamanda meni ıslak olması halinde buğday hamuru
kokusunun alınması ile de bilinir. Mezi ve Vediye göre çok daha yoğun bir
sıvıdır. Mezi: Beyaza yakın ince bir sudur. Vedi: Normal idrardan sonra çıkan ve idrardan daha kalınca bir
sıvıdır.
Hanefilere Göre guslü gerektiren menide şu şartlar aranır:
erkekten ve kadından uyku veya uyanıklık halinde iken şehvetle ve tazyikle çıkması.
Şayet ağır bir şey taşımak veya yüksek bir yerden düşmek gibi bir sebeple
çıkacak olursa, gusül gerekmez. Hanefilerde ihtiyaten gusletmeyi gerektiren bir
hal; sarhoşluktan ya da baygınlıktan kendisine geldikten sonra meni zannettiği
bir ıslaklık bulursa ihtiyaten gusletmesi gerekir.
Şafiilere Göre ise meninin her türlü çıkışı guslü
gerektirir. İster yukarıdaki istisnai durumlarda isterse normal şekillerde
çıkmış olsun fark etmez. Mesela, guslettikten sonra menisinin geri kalan
kısmının çıkması durumunda tekrar gusletmesi gerekir.
MEZİ ve VEDİde gusül söz konusu
değildir , (ön ve arkadan çıkan her şey abdesti bozduğundan dolayı ) sadece namaz abdesti alınır.
B-)
GUSÜL ABDESTİNİN ŞEKLİ ve ADABI:
1- Hem gusül abdesti alırken hem de normal vakitlerdeki
yıkanmalarda avret yerleri (peştemalle, haşemayla, içgiysi…v.b birşeyle)
örtmeye dikkat etmeliyiz. Unutmamalıyız ki hayâ duygusu mü’minin imanından bir
parçadır.[171]
2- Gusül abdesti ve kısıtlı
imkânlar (zaman, mekân…): Gusül abdesti almamız gerekiyor ve namaz vaktinin
çıkmasına da az vakit varsa olabildiğince acele etmek gerekir. Gerekirse sadece
bütün vücudumuza su dökmekle yetinmeli, sabun, şampuanla hiç uğraşmamalıyız.
Gusül abdestinin farzlarını yerine getirmek yeterlidir. Sabun, şampuanla
yıkanmak icap ediyorsa daha sonra tekrardan duş alınabilir. Bunu garipsememek
gerekir. Çünkü ehemmiyetli bir iş için bu zahmete katlanıyoruz. Sabah namazını
kılabilmek için.
Yine namaz için vakit
az kalmışsa ve bulunduğumuz mekânda namaz abdesti alması gereken başka kişiler
de varsa bu durumda yine de gusül abdesti almak için banyoyu kapatabiliriz.
Abdest alacak kişiler abdest için yer yoksa gerekirse mutfaktan da abdest
alabilirler. Bazen çok mecbur kaldığımızda mutfak lavabosunu çok garip işler
için kullanabiliyoruz. Sabah namazını yetiştirebilmekten daha güzel ve
ehemmiyetli bir telaş sebebi olabilir mi?.. Ama namaz için vakit yeterince
varsa, namaz abdesti alması gereken kişilerin de banyodan başka rahat abdest
alabilecekleri bir yer yoksa namaz geciktirilmeyecek kadar beklenip, abdest
alacak kişilere zaman verilebilir.
Diyelim ki aynı mekânda
gusül abdesti alması gereken birden fazla kişi var. Bu durumda yeterince vakit
varsa zaten sorun değil. Ama vakit yeterince yoksa gerekirse bir kişi suyu
kovaya doldurup, hava şartlarına göre uygun bir mekâna geçip orada gusül
abdesti alırken diğer kişi banyoyu kullanabilir. Banyo harici bahsettiğimiz
uygun mekân duruma göre bazen tuvalet de olabilir, başka bir seçenek de
olabilir. Garipsemeyelim. Diyelim ki, banyomuz kesinlikle müsait değil ve çok
önemli bir görüşmeye gitmemiz gerektiği için kesinlikle duş almamız gerekiyor. Bu görüşmenin de sınırlı vakti
var. Geçti mi, gitmiş oluyor artık. Bununla beraber duş almak için tuvaletten
daha uygun bir mekân da temin edemiyoruz. Ne yaparız bu durumda? Şuna emin olun
ki durum bahsettiğimiz gibi ehemmiyetli ise, hemen pratik bir şekilde tuvaleti
müsaitleştirip orada duş alırız. Şu halde çok önemli olan namaz için bu
seçeneği (tuvalette gusül abdesti alma) garipseyip değerlendirmiyorsak biz Rabbimizle
olan bu görüşmeyi (namaz) yeterince önemsemiyor olabiliriz. Kendimizi
yoklamalıyız. (Hem zaten tuvaletteki gider deliği kapalı olup, pratik bir
şekilde kötü kokuyu da ortadan kaldırdık mı banyodan bir farkı kalmıyor.)
3- Peygamber efendimizin
gusül abdesti alış şekli: Önce avret yerler yıkanır varsa pislikler
giderilir. [172]
Sonra eller yıkanır, namaz abdesti gibi abdest alınır. Sonra üç defa baştan
aşağıya, üç defa vücudun sağ tarafına, üç defa da vücudun sol tarafına su
dökülür. Bu arada elle de ovuşturulur ki suyun ulaşmadığı yerlere de su ulaşmış
olsun. Saç dipleri parmaklar vasıtasıyla ovuşturulur. Hala suyun ulaşmadığı yer
varsa oralar da yıkanır. Yıkanılan yerde
su birikme diye bir durum söz konusu ise yıkanılan yerden çıkmadan önce
ayaklara da su dökülür. Böylece gusül abdesti alınmış olur. Peygamber
efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
gusül abdestini böyle almıştır. [173]
4- Kişinin cünüp olarak tırnaklarını kesmemesi, sakal ve etek traşı
olmaması, kan aldırmaması, vücudundan herhangi bir parçayı ayırmaması daha
uygun olur. Bunları yapmak mekruhtur.[174]
5- Gusül abdesti alırken, her durumda olması gerektiği gibi suyu
israf etmekten uzak durmalıyız. Bununla beraber mecbur kalmadıkça gusül abdesti
sırasında konuşmamalıyız.
6- Gusül abdesti aldıktan sonra, normalde namaz abdestini bozan
herhangi bir durumla karşılaşılmadığı sürece abdestli sayılırız. Tekrar abdest
almamak gerekir. İsraf olacağından dolayı mekruhtur.
7- Cünüpken yemek , içmek , uyumak isteyen ne yapmalı?:
Uyumak için: İbn-i
Ömer rivayet ediyor : “ Hz. Ömer dedi ki : “ Ey Allahın Resulü! Bizden herhangi
bir kimse cünüp olduğu zaman uyuyabilir mi? Hz. Peygamber (a.s.) : “ Evet!
Abdest aldığı takdirde uyusun. “ buyurdu. Hz. Aişe’den ise şöyle rivayet
edilmiştir : “ Peygamber (a.s.) cünüp olarak uyumak istediği zaman namaz
abdesti alırdı. “
Yemek ve içmek için
abdest almanın sünnet oluşuna gelince: Bu hükmün sebebi ise yine Hz.
Aişe‘nin şu rivayetidir : “ Hz. Aişe dedi ki : “ Peygamber (a.s) cünüp bir
kimseye yemek veya içmek istediği zaman – namaz abdesti alması şartıyla –
ruhsat vermiştir. “[175]
8- Gusül abdesti sonrasında
iç çamaşırları değiştirmek gerekir mi, gerekmez mi?:
Cevap:
Öncelikle bir bilgiyi hatırlayalım: “Meni Hanefilere göre necis (ibadete engel
teşkil eden pislik), Şafiilere göre necis değildir.”
Kişi Hanefi
ise; meni Hanefilere göre necis olduğundan dolayı; iç çamaşırı ıslaksa
ıslak bölgeyi yıkaması, eğer kuru ise iç çamaşırındaki meniyi kazıması yani
kuru olan meniyi gidermesi yeterlidir. Elbette ki iç çamaşırını mümkünse
değiştirmesi daha uygundur. Ama az önce bahsettiğimiz gibi Dilerse
Değiştirmeyebilir De, hiçbir mahsuru yoktur. Rahatlıkla namazını kılabilir.
Acaba olur mu ki deyip de vesveseye kapı açmaya gerek yok.
Eğer bu kişi Şafii ise; Şafiilerde meni necis
olmadığından dolayı, elbette ki iç çamaşırını yıkamadan aynen tekrar giyse de
olur.
C-) GUSLüN FARZLARI (kısaca)
Şafiilere Göre : 1-niyet (bedenden ilk kısmın yıkanması ile birlikte niyet
getirilir.) 2-bedenin hiç kuru yer
kalmayacak şekilde yıkanması. (saçların altlarına varıncaya kadar ) Hanefilere Göre: 1-ağız ve burnun
yıkanması. 2-bedenin hiç kuru yer kalmayacak şekilde yıkanması. (saçların
altlarına varıncaya kadar )
D-) CÜNÜP 0LAN
İÇİN HARAM OLAN
ŞEYLER ( iki mezhep için de aynıdır)
1-
Namaz , tilavet secdesi, Kabeyi
tavaf etmek., Kur’an-ı kerim’e dokunmak.
2-
Kur’an okumak kastıyla bir
ayetten daha az bile olsa kur’an okunması haramdır. İster bakarak ister
ezberden fark etmez. Şayet bu okuma dua,
sena, bir işin
başlangıcı olmak veya
istiaze, zikir maksadıyla olursa o vakit haram olmaz.
Örnekler :
Bineğe binerken:” bize bunu musahhar kılanın şanı ne yücedir !
biz buna kendi gücümüzle sahip olamazdık.” ( Zuhruf Suresi 13. ayet)
İnerken de: “ De ki: Rabbim! Beni mübarek bir yere indir.”
(Mü’minun Suresi– 29. Ayet)
Musibet esnasında:“ Muhakkak biz Allah içiniz ve muhakkak
yalnız ona dönücüleriz.” ( Bakara Suresi 256.ayet ve devamı) demek gibi. . .
Besmele, Elhamdülillah,
Fatiha, Ayete’l-kürsi, ihlas suresini zikir
kastıyla yani yüce Allahı hatırlamak
maksadıyla okuması haram değildir. çünkü
Müslim Hz. Aişenin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “ Peygamber (a.s.) bütün hallerinde Allahı
zikrederdi.”
2. Özel Eşya ve mekan Temizliği
1- İç çamaşırlar sık sık değiştirilir, ter kokusu ile insanlar
rahatsız edilmemelidir. Bazen ter kokumuzu biz fazla hissetmezken
çevremizdekiler ciddi şekilde rahatsız oluyor olabilirler. Buna çok dikkat
etmeliyiz. Aslında bu durum her türlü temizliğimiz için geçerlidir. Ağız kokusu,
ter kokusu, çorap kokusu…
2- Çorapların temizliğine özen göstermeli ve Kirli çorapların temizliğini
geciktirmemeliyiz.
3- (özellikle toplu yaşam alanlarında ) şartlar mümkünse herkes
kendisine ait yatak, çarşaf ve havlusunu kullanır, temizliğine itina
gösterilir.
4- Ayakkabılar boyalı ve temiz olarak kullanılır. Ayakkabının temiz
olması ve sık sık boyanmak zorunda kalınmaması için her gün giymeden önce
tozunu alabiliriz.
5- Kişi maddi imkânına göre elbise giymeli ve temiz tutmalıdır.
Giyilen elbiseler düzgün kullanılmalı, sağa sola atılmamalıdır.
6- Uyandıktan kısa süre sonra yatağımızı toplamalı ve
düzeltmeliyiz.
7- Kaldığımız odayı olabildiğince temiz ve düzenli tutmalıyız.
Dağınıklık ve kirlilik insanın içini karartır ve çalışma şevkini azaltır.
8- Kirli, yıkanmayı bekleyen giysilerimizi, onlar için belirlenmiş
olan yere (kutuya, çantaya, poşete… v.b) koymalı, ortalıkta ya da temiz
giysilerin yakınında bırakmamalıyız.
9- Evin temizliği ve düzenlemesinde annemize / arkadaşımıza yardım
etmemiz gayet güzel olur.
11.TUVALET
ADABI
1- Dini içerikli yazı, dua, ayet vb. eşyalar ile tuvalete girilmez.
2- Tuvalete girmeden önce okunacak dua: “allahümme innî euzu bike
mine’l-hubusi ve’l-habâis”[176]
(Allahım, kötülük peşinde olan dişi ve erkek bütün cinlerden; gizli ve aşikar
tüm pisliklerden sana sığınırım.). Çıkarken okunacak dua: “ğufraneke
el-hamdülillahi’llezî ezhebeanni’l-ezâ ve âfânî.”[177] (
Senin mağfiretini isterim. Eziyet ve zarar veren şeyleri benden gideren, bana
sağlık ve afiyet veren Allah’a hamdolsun!)
3- Eğer evdeysek tuvalete girmeden önce çoraplarımızı çıkarmalı,
pantolonumuzu suyun sıçramayacağı kadar katlamalıyız. Aynı şekilde kolları da
sıvamalıyız.
4- Dinlenme tesisi, cami tuvaleti…v.b yerlerde çorap çıkarmak
mümkün olmayabilir. Bu durumda en azından kolları ve paçaları sıvamalı bununla
beraber sıçrama olmamasına da dikkat etmeliyiz.
5- Tuvalete sol ayakla girilmeli, tuvaletten sağ ayakla
çıkılmalıdır.
6- Ayakta bevl edilmez.
7- Tuvalete girer girmez def-i hacete başlamadan önce, sesi
bastırması için musluğu açmak iyi olur. Bu arada, suyu israf etmemeye de dikkat
etmeliyiz.
8- Kıbleye karşı önünü dönmemeli, arkasını da çevirmemeli.
9- Tuvalette konuşulmaz, mukaddes şeyler düşünülmez ve zikredilmez.
10- Kapı kolu, musluk ve su kabı sağ elle kullanılmalıdır.
11- Tuvalete tükürülmez ve sümkürülmez.
12- Def-i hacet yaparken avret yerlerine ve pisliğe bakılmaz.
13- Otururken sol tarafa meyledilmelidir.
14- Temizlik sol elle yapılmalıdır.
15- Elbiseye necasetin sıçramamasına dikkat edilmelidir.
16- Tuvalet taşına necaset bulaştırılmamalıdır.
17- Tuvalet taşı veya tuvaletin kirli tarafları muhakkak temiz
bırakılmalıdır.
18- Taharet yaparken sadece kâğıtla yetinilmemeli ardından su ile de
temizlenilmelidir.
19- İstibra: Tuvalette
iken de çıktıktan sonra da İstibra yapılmalıdır.
Yani ya bir miktar yürünmeli veya tahminen 1-2 dakika kadar beklenmelidir. Yeri
gelmişken İstibra ile ilgili birkaç bilgi
verelim:
* İstibranın
yapılışına ÖRNEKLER:
İçerideyken:
Öksürülebilir, idrar yolunda hiçbir damla kalmayacak şekilde, zeker dibinden
başına kadar üç defa ovulabilir.
Dışarıdayken: Ayaklar hareket ettirilebilir, yürünebilir,
öksürülebilir, sol yanına uzanılabilir… Görüldüğü gibi içerideyken de
dışarıdayken de maksat; bir yolla basınç uygulayıp idrar yolunda bir şey
kalmamasını sağlamaktır.
İstibranın
delili İbn-i Abbas’ın rivayet ettiği hadistir : “ Resulullah (a.s.) iki
kabirden geçti ve buyurdu ki : “ onlara
azab ediliyor; büyük bir şeyden de azab edilmiyorlar: Biri idrarından sakınıp
korunmazdı (idrardan sonra İstibra etmiyordu), diğeri de koğuculuk yapmak için
dolaşırdı.”[178] Başka
bir hadiste de efendimiz (a.s.) şöyle buyuruyor: “idrardan sakının! Kabir azabının ekserisi ondandır.“[179] Hadis, kendi âdetine göre İstibra yapmazsa kendisinden
bir şey çıkacağını kesin olarak bilen veya o şekilde kanaat getiren kimseleri
de kapsar. Yani kalktıktan sonra idrar geleceğini bile bile İstibra yapmayan
kişilerin durumu söz konusudur.
* İçerdeyken İstibra yaptıktan sonra dışarıda
neden İstibra yapılır?
Cevap: Düşünün ki kişi içeride İstibra
yaptı ve dışarıda İstibra gereği duymadı. Abdestini alırken ya da aldıktan
sonra sidik yolundan bir damla geldiğini hissetti. Ön ve arkadan çıkan her şey
abdesti bozduğundan dolayı kişinin abdesti bozulur. Bu damlama durumu abdest
sırasında değil de namazda da olabilirdi ki, bu durumda abdest de bozulurdu
namaz da bozulurdu, bu daha kötü. Bundan dolayı içeride olduğu gibi dışarıda da
İstibra yapmak daha iyidir.
* Peki, kişi dışarıda İstibra yaparken iç çamaşırına damlama olmuştu.
Bu durumda iç çamaşır da kirlenmiş olmuyor mu, ne yapmalı?
Cevap: Eğer söz konusu kişi Hanefi ise problem yok. Abdesti
bozulduğu için abdesti baştan alması yeterlidir. Çünkü hatırlarsak Hanefilere
göre sıvı necaset, avuç ayası (iç yüzü) kadar bir alanı aşmadığı sürece sorun
yoktur. İç çamaşırı değiştirmezse de olur.
Eğer
söz konusu kişi Şafii ise iç
çamaşırını değiştirebilir, değiştirmek yerine sadece ıslanan bölgeyi yıkamakla
da yetinebilir. Ve tabiî ki abdesti de baştan almalı.
20- Varsa, alafranga tuvaleti zaruret olmadıkça kullanmamalıyız.
Çünkü bu tip tuvaletler yaşlı ve hastalar için daha uygundur.
21- Tuvalet taşı veya tuvaletin kirli tarafları muhakkak temiz
bırakılmalıdır. Biz kirli bulmuşsak bile bize yakışan temiz orayı bırakmaktır.
12. BANYO ADABI
1- Banyoya Allah’ın huzuruna temiz çıkmak gibi güzel düşüncelerle
girilmelidir.
2- Banyoya sol ayakla girilir. Banyodan sağ ayakla çıkılır.
3- Banyoya girerken: “Allahümme innî euzu bike mine’l-hubusi
ve’l-habâis” (Allahım, kötülük peşinde olan dişi ve erkek bütün cinlerden;
gizli ve aşikar tüm pisliklerden sana sığınırım.) duası okunabilir.
4- Banyoyu kimsenin görmeyeceği şekilde kapatmalıyız.
5- Banyoda yıkanırken avret yerleri (peştamalla, haşemayla,
içgiysi…v.b bir şeyle) örtmeye dikkat etmeliyiz. Unutmamalıyız ki hayâ duygusu
mü’minin imanından bir parçadır.[180]
6- Banyoda konuşulmaz, şarkı-türkü söylenmez, ezberden de olsa
Kur’an okunmaz mukaddes şeyler düşünülmez ve zikredilmez.
7- Banyo yapılan yerde küçük, büyük abdest bozmamak gerekir. Çünkü
daha sonra orada abdest alma durumu söz konusu olduğunda vesveseye sebep
olabilir.
8- Banyo, yıkanılan tarafından güzelce temizlenir. Nahoş
görüntülere meydan verilmez. Sabun, saç, kıl ve pis su artıkları giderilir.
Kirli çamaşırlar banyoda asılı olarak bırakılmaz.
9- Banyodan çıkmadan önce temiz ve düzenli bıraktığımızdan emin
olmalıyız. Örneğin kullandığımız banyo malzemelerini (kova, maşrapa, tabure,
paspas, çekecek…) yerli yerinde bırakmak gerekir.
10- Kendimize ait şampuan, lif, traş malzemelerini ve benzeri özel
temizlik malzemelerimizi banyoda açıkta görünebilecek yerde bırakmamalıyız.
Aksi halde evimize bazen misafir gelip banyoyu abdest almak amaçlı
kullandığında ya da evde olan diğer kişiler banyoyu kullandıklarında hoş
olmayan görüntülerle karşılaşmış olacaklar.
11- Banyoda gereğinden fazla kalmamalıyız.
12- Banyodan çıkarken, nasip ettiği bu temizlik nimetinden dolayı
Allah’a hamd edilebilir.
13.
EV İÇİNDEKİ ADAPLAR
1- Evin içinin temiz tutulması gerektiği gibi, kapı önü ve etrafı
da temiz tutulmalıdır.
2- Ev dayanıklı olmalıdır.
3- Evde uyumadan önce ışıklar söndürülmeli. Bununla beraber tüp,
doğalgaz, elektrikli ev eşyalarına da dikkat etmek gerekir.
4- Evin önünde evin görünüşünü bozacak yahut gelenleri gidenleri
rahatsız edecek bir şey varsa kaldırılmalıdır. Çöpler kapı önünde uzun süre
durdurulmaz.
5- Ev eşiğinde veya kapı önünde oturmaktan sakınılmalıdır. Umumun
faydasına olan yolu işgal etmek uygun düşmez.
6- Yiyeceklerin üzeri açık bırakılmaz, iyice örtülür. Yemek ve su
kaplarının üzerini açık bırakmamalı, iyice örtülmeli.
7- Kitaplar ve diğer eşyalar, elbiseler düzenli yerleştirilir ve
her zaman bu şekilde kalmasına dikkat edilmelidir.
8- Sofra ortada bırakılmaz. Herkes sofranın toplanmasına yardım
eder.
14.YOLCULUK
ADABI
1- Yolculuğun sıhhat ve selameti için Allah’tan yardım talep
etmelidir. Yolculuk halinde başa istenmeyen durumlar gelebileceği için önceden
günahlar ve kusurlar için Cenab-ı hak’tan (c.c) af talep edilmeli, Tevbe
edilmeli.
2- Seyahate çıkmadan önce borçlarını ödemeli, emanetlerini iade
etmeli, yol için helal para hazırlamalı, birisiyle yola çıkacaksa kendisine
münasip düşen salih bir arkadaş bulmalıdır.
3- Yolculuğa çıkmaya niyetlenildiğinde kalanlarla helalleşilir,
tanıdıklara ve akrabalara veda edip, hayır duaları istenmeli ve gideceği yer
için bir ricaları olup olmadığı sorulmalıdır.
4- Yolculuk dönüşünde iki rekât namaz kılmak sünnettir.[181]
5- Üç kişi sefere çıktıklarında içlerinden birini emir (imam,
önder) yapsınlar.( hadis-i şerif meali)[182]
6- Birini karşılamaya çıktığında veya onlara misafir olarak
gittiğinde, elinin ayağının temizliğine, görüntüne ve kılık, kıyafetinin
düzgünlüğüne dikkat etmek gerek. Görüntüne çeki düzen vermeyi sakın ihmal etme,
çünkü görüntü bozukluğu, buluşma lezzetinin sevincine gölge düşürür ve gözün
sevdiği, kıymet verdiği birisini görmekten alacağı zevki azaltır.
7- Eğer imkânın varsa, yolculuk dönüşünde seni bekleyenlere hediye
götür. Çünkü göz, buluşma sevincinde bir yenilik ve sürpriz görmeyi, nefsin tat
almasını, gönlün gizli de olsa açık da olsa sevinçle dolup taşmasını ister;
hediye de buna imkân hazırlar.
8- Yolculuk dönüşlerinde ya da bir yere giderken evdekilere haber
verilmeden ansızın eve gelme durumunda evdekileri ev düzeni ve psikolojik
olarak hazırlıksız yakalayıp sıkıntıya sokmuş olabiliriz. Hem ev düzeni hem de
psikolojik olarak yoldan gelen kişiye hazırlıklı olunması için önceden haber
verilip öylece eve gidilmeli. Ya da mümkün olduğunca gece geç vakitte eve
gitmeyi tercih etmemek gerekir. Biz evdeyken aniden haber vermeden bize gelen
tanıdık ya da yabancı birinin bizde oluşturacağı “hazırlıksızlı”k ve
“şaşırmışlık “ halini düşünelim, bunun (yolculuk dönüşünde haber verilmeden eve
gelinmesinin, gece geç vakitte gelinmesinin ) ne kadar da isabetsiz bir hareket
olduğunu anlarız. “Yolculuktan gece eve dönmeyin, gündüz gelin.”( hadis-i şerif meali)[183]
9- Kendi özel aracımızla yola çıkacaksak, aracımızın bakımını
yaptırmalı ya da yapmalıyız
10- Yol için neler lazım olabilir diye düşünüp eksikleri
gidermeliyiz ki yolculuğumuz sıkıntılı olmasın. Örneğin; para, tedbir amaçlı
giyecek, yiyecek, nüfus cüzdanı…
11- Yolculukta bazen tesbih ve tekbir getirmek gerekir. Bunların
hangi durumlarda olacağını Peygamber Efendimizden öğrenelim: “İbn-i Ömer(r.a)
şöyle demiştir: Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ve askerleri tepelere
çıkarlarken “Allahü Ekber”, düzlüklere indiklerinde de “Sübhanallah” diye tesbih ederlerdi.”[184]
12- Yolculukta yapılan duanın
ehemmiyetinin farkında olmak ve değerlendirmek gerekir. Ebu Hureyre (r.a)
rivayet edildiğine göre, Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “ üç dua vardır ki kabul
edilmesinde şüphe yoktur. Mazlumun duası, yolcunun duası, ana- babanın çocuğuna
olan duası.” [185]
13- Konaklama / mola yerinde
yapılacak dua: “kim bir yerde konaklar da sonra “tüm yarattıklarının şerrinden Allah’ın mükemmel ve tam olan
kelimelerine (isim ve sıfatlarına ) sığınırım.” derse konakladığı o yerden
ayrılıncaya kadar hiçbir şey ona zarar veremez.[186]
14- Yolculukla hedeflediğimiz amacı yerine getirdikten sonra
oyalanmadan bir an önce eve dönmek gerekir. Yolculukta her ne kadar maddi
sıkıntı olmamışsa ve vasıtalar ne kadar da konforlu ve rahat olsa da yine de
yolculuk hali sıkıntılıdır. Çünkü günlük hayat akışındaki yeme, içme dışında
bir gidişat olduğu için kişinin rahatı kaçar. Resulullah(salla’llâhü aleyhi ve
sellem) şöyle buyurdu: “yolculuk bir çeşit azaptır. Doğru dürüst vaktinde
yiyip, içmekten sizi alıkoyar. Herhangi biriniz işini bitirince eve dönmekte
acele etsin.”[187]
15- Yolculuk dönüşünde neler
söylenebilir? : Enes (r.a.) şöyle demiştir: peygamber’le (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) birlikte bir seferden dönüyorduk. Medine’yi görebilecek bir
yere gelince resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şunları söyledi: “seferden dönüyoruz. Günahlarımızdan dolayı
Tevbe ediyoruz. Rabbimize ibadet ve hamdediyoruz.” Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) bu sözü Medine’ye gelinceye kadar söylemeye devam etti. [188]
16- Bayanların yolculuğu:
Bayanlar beraberlerinde bir mahremleri olmadan tek başlarına yolculuğa
çıkmamalıdır. Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: “Allah’a ve ahiret gününe inanmış bir kadının
yanında mahremi (kocası, kardeşi, oğlu… v.b. yani kendisiyle evlenmesi haram
olan bir yakını) olmadan bir gün ve bir gecelik yolculuğa çıkması helal
değildir.” [189] Bu durum, kadının yolculuk etme hakkını
kısıtlamanın aksine onu her türlü fitne, tehlike ve sıkıntılardan korumak
amaçlı bir tedbirdir.
15.HASTA
ZİYARETİ
Efendimiz
(salla’llâhü aleyhi ve sellem.) şöyle buyurmuşlardır: “bir Müslüman hasta
kardeşini ziyaret ettiğinde, dönene kadar cennetin ‘hurfe’ sindedir.”
“cennetin hurfesi nedir ya
resulallah?” diye soruldu.
“cennetin meyveleridir.” Buyurdu
efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.). [190]
1- Hasta ziyaretlerini ve cenazelere katılmayı ihmal etmemek
gerekir. Çünkü bunlar bize ahireti hatırlatır.[191] Müslümanlar,
hasta olan dostlarını, (tanıyıp tanımaması önemli değil) komşularını uygun zamanlarda
gidip ziyaret etmeli, afiyetlerine duada bulunulmalıdırlar.
2-
Ziyaret esnasında
hastaya moral verilmeli, ona acılarını unutturmalı, gönlüne ferahlık verip
sabrını ve sevabını arttırmalı, ziyaretimiz hastaya canlılık ve neşe
vermelidir.
3-
Hasta ziyaretinde
onlara ümitsizlik verici sözler değil, teselli verici sözler söylenmelidir.
Örneğin; Peygamber efendimiz’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) yaptığı gibi
hasta ziyaretinde, elimizi hastanın alnına koyarak ya da hastanın elini elimiz
içine alarak hastaya : “geçmiş olsun, zararı
yok. Hastalığınız inşaallah günahlarınıza kefarettir (yani günahlardan
temizler)”[192] denebilir.
Bununla
beraber hastaya ve yakınlarına Bakara suresinden şu ayetler de söylenebilir: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık;
mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey
Peygamber!) Sabredenleri müjdele! O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği
zaman: Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz, derler. İşte Rablerinden
bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.” [193]
Hasta
olana teselli vermek ve gönlünü ferahlatmak için Bediüzzaman Said Nursi
hazretlerinin yazdığı 25. Lem’a (hastalar
risalesi) isimli eser de okunabilir.
4-
Hasta ziyaretinin en
efdali (faziletlisi, güzeli) hasta
yanından çabuk kalkmaktır. Çünkü hastanın kendine has halleri olabilir. Bundan
dolayı hasta ziyaretini kısa tutmak gerekir. Eğer durum müsaitse belki biraz
daha fazla kalınabilir.
5-
Hasta ziyaretçisinin
elbiselerinin temiz ve güzel kokulu olması lazım ki, hastanın gözü gönlü
açılsın ve sağlık duyguları ayaklansın. Ancak bunu yaparken de aşırı gitmemeye
dikkat edilmeli.
6-
Ziyaret esnasında hastayı
doğrudan veya dolaylı yoldan üzecek, sıkıntıya sokacak, duygularına veya
sağlığına olumsuz tesiri olacak ticari zarar, birilerinin vefatı veya
hastalığın kötü sonuçları… gibi konuların konuşulmaması ve haber verilmemesi
gerekir.
7-
Ölmek üzere olan hastalara
“lâ ilahe illallah” demeyi telkin etmek gerekir.[194]
8-
“Bir Müslüman hasta olan bir Müslüman kardeşini sabahleyin ziyarete
giderse, yetmiş bin melek akşama kadar ona rahmet okurlar. Eğer akşamleyin
ziyaret ederse yetmiş bin melek onun için sabaha kadar istiğfar ederler. Aynı
zamanda o kimse için cennette toplanmış meyveler vardır.” [195]
16. CENAZELERE KATILMAK VE TAZİYE (BAŞSAĞLIĞI)
ZİYARETİ
1- Hasta ziyaretlerini ve cenazelere katılmayı ihmal etmemek
gerekir. Çünkü bunlar bize ahireti hatırlatır.[196]
2- Cenaze namazına katılmak efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
tarafından tavsiye edilmiştir. Ölen kişiyi tanıyorsak mümkün olduğunca cenaze
namazına ve defnedilmesine katılmakla beraber cenaze sahiplerini bugünlerinde
yalnız bırakmamak en azından evlerine kadar onlara eşlik etmek gerekir. Cenazenin defnedilmesine katılmakta her
yaratılanın sonunu hatırlatan öğütler de vardır. Efendimiz (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor: “kim bir cenazede cenaze namazı kılınıncaya kadar bulunursa bir ölçek,
gömülünceye kadar kalırsa iki ölçek sevap alır.” İki ölçek ne kadardır? Diye
sordular. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem): “iki büyük dağ kadardır”
cevabını verdi.”[197]
3- Cenaze namazında ölen kimse için samimi bir kalple hayır duada
bulunmak gerekir.[198] Peygamber
efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) bir cenaze namazında şöyle dua etmiş:
“Allah’ım falan oğlu falan sana emanettir
ve senin güvencen altındadır. Onu kabir fitnesinden ve cehennem azabından koru
sen sözünde duran ve hamde layık olansın. Allah’ım onu bağışla ve ona merhamet
et. Şüphesiz sen tek bağışlayan ve merhamet edensin.”[199]
4-
Cenazeyi
defnettikten sonra kabir başında dua edilebilir. “Resulullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) bir ölü defnedildikten kabri başında durdu ve şöyle buyurdu :”kardeşinizin bağışlanmasını isteyiniz,
kabir sorularına kolaylıkla cevap vermesini dileyiniz. Çünkü o şu anda
sorgulanmaktadır.” [200]
5- Vefat sebebi ile ziyarete gidilirse, başsağlığı dilemeli ve
hüzünlerini hafifleten şeylerden bahsedilmelidir.
6- Her şeyin Allah (c.c) tarafından ezelde takdir edildiğini ve
sabırlı olmanın faziletlerini anlatmak lazımdır. Sabır edilmezse Allah’a asi
olunacağı hatırlatılmalı kalanlara uzun ömürler dilenmelidir.
7- Ölen kimsenin kötülüklerinden konuşup, yakınları ve ailesi
rencide edilmemelidir. Ölen kişinin güzelliklerinden ve iyi yönlerinden
bahsedilmesi daha uygun olur.
8- Ölenin ruhuna “fatiha” okunur.
9- Başsağlığı dileme
sırasında ölen insana dua adabı: efendimizin Ebu Seleme’nin ailesine
taziyeye giderken ettiği şu duayı başsağlığı
sırasında okuyabiliriz: “Allah’ım! Ebu Selemenin günahlarını bağışla, hidayet
nasip ettiklerinin içinde onun makamını yücelt. Ailesinden geriye kalanların
sahibi ve yardımcısı ol. Bizleri de onu da bağışla. Ya rab ! , ona kabrinde
genişlik ve rahatlık ver ve nurunla nurlandır.”[201]
10- Taziye esnasındaki
konuşmaların konusu cenaze sahiplerinin acılarını ve sıkıntılarını
hafifletmek yönünde olmalıdır. Onlara böyle hallerde sabretmenin sevabının
büyüklüğünden, dünya hayatının geçiciliğinden ve esas hayatın ahiret hayatı olduğundan
bahsetmek yerinde olacaktır. Bu husustaki ayet-i kerimelerden, hadis-i
şeriflerden ve geçmiş âlimlerin bu konudaki güzel sözlerinden numuneler
zikretmek daha uygun olur. Mesela: cenab-ı hakkın şu ayet-i kerimesi
söylenebilir:
“Andolsun ki sizi biraz korku
ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile
deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele! O sabredenler, kendilerine bir
belâ geldiği zaman: Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz, derler. İşte
Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da
onlardır.” (bakara
suresi:155–157)
Bu konuda Efendimiz’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem.)
şu hadis-i şerifleri de zikredilebilir:
“muhakkak ki alan da veren de
Allah’tır. O’nun katında her şeye bir ömür takdir olunmuştur.”[202]
Böyle durumlarda Hz. Ömer (r.a) da şöyle dermiş:
“her gün filan öldü, filan öldü deniliyor, mutlaka
bir gün Ömer de öldü denilecek.”
Nice taziyeye giden insanları
görüyoruz ki, cenaze sahibinin kalbi hüzünlü, gönlü acı çekerken onlar, o
üzüntülü an ile alakası olmayan şeyler konuşuyorlar ve ziyaret ettikleri
kişinin sıkıntısını ve üzüntüsünü hafifletmek yerine daha da ağırlaştırıyorlar.
Hâlbuki bu, İslam’ın güzel ahlak anlayışına, incelik ruhuna ters bir davranış
biçimidir.
11- Ölen kişi bir çocuk ise
anne-babasına teselli vermek için şu hadis-i şerif söylenebilir: “bir kulun çocuğu ölünce Allah (c.c.)
meleklerine şöyle der:
-kulumun
çocuğunun ruhunu mu kabzettiniz?
Melekler:
-evet derler.
Allah (c.c.):
-peki kulum ne dedi? Buyurur.
Melekler:
-sana hamdetti ve “inna lillahi ve inna ileyhi raciun[203]”
(biz Allah’ın kullarıyız ve yine ona döneceğiz) dedi, derler. Bunun üzerine
Allah:
-o halde kulum için cennette bir ev yapın ve adını da hamd evi
koyun, buyurur.”[204]
Bununla beraber bediüzzaman hazretlerinin çocuğu ölen
bir talebesine yazdığı bir taziyenâme olan 17. Mektub (ya da 25. Lem’a’nın
zeyli) isimli eser okunabilir. Bu eser ayet ve hadislerden yola çıkılarak
yazılmış çok tesirli bir eserdir.
17. KABİR VE TÜRBE ZİYARETİ
1-
Kabir ziyaretinden
maksat, en başta “ölümü hatırlamak”tır. Kalbimiz dünya meşguliyetleri içinde
katılaşabiliyor, böylece birçok hassasiyetten uzaklaşabiliyor gaflete
dalabiliyoruz. Bu açıdan kabir ziyaretinin kalbi yumuşatma ve gafleti dağıtma,
uyanıklık kazandırma konusunda tesiri çoktur. Bir nevi manevi dinamiklerimiz
olan “Cenazeleri kabirlerine kadar götürüp defnetme” ve “kabir ziyaretleri
yapmayı” ihmal etmemeliyiz.
2-
Kabir ziyareti temiz
olarak, abdestli, gusüllü yapılmalıdır.
3-
Kabirde yatan ölünün
halini düşünüp, tefekkür edilmelidir.
4-
Kabre ve umum
kabirlere, dirilere selam verir gibi selam verilir. Örneğin “esselamu aleykum
ya ehl-i kubur” (Allahın selamı üzerinize olsun ey kabir ehli) diyerek selam
verilebilir.
5-
Mümkün ise dinen tavsiye
edilen Süre-i Şerifleri ve Ayet-i Celileyi (fatiha, yasin, mülk…) , yahut üç İhlas-ı Şerif ya da kur’an’dan
başka bölümler okunmalı ve hasıl olan sevabı o kabrin sahibi ile beraber
efendimizin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ruhuna ve bütün ehli imanın ruhlarına hediye etmelidir.
6- Kabir ziyareti ayakta veya otururken de olur.
7- Kabrin sağ tarafında durulmalıdır.
8-
Yahudi ve Hıristiyanlar
gibi kabrin etrafını tavaf etmemelidir.
9-
Kabre, taşlara ve
parmaklıklara yapışılmamalıdır. Hiçbir şeyi öpmemelidir.
10- Kabirlerde kandil ve mum yakılmamalıdır. Çelenk koymamalıdır. Bu
gibi şeyler İslam dininde yasaktır. Ayrıca israf haramdır.
11- Kendi ve ölü namına Allah-ü Tealaya istiğfar edilip af dilenmeli.
Peygamber efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ashabına kabristana
gittikleri zaman şöyle dua etmelerini öğretirdi: “ ey bu kabirlerde yatanlar (müminler ve Müslümanlar) size selam olsun.
İnşaallah biz de peşinizden geleceğiz. Allah’ın bizi de sizi de bağışlamasını
dilerim.” [205]
12- Kabirden ayrılırken Fatiha okuyup, kabulünü Allah’tan niyaz
etmelidir.
13- Anne ya da babamızdan
vefat eden olmuşsa, mümkün olduğunca haftada bir kabirlerini ziyaret edip orada
“yasin” okumak iyi olur. Bu aynı zamanda bir vefa borcudur.
18. ANNEMİZE VE BABAMIZA KARŞI GÖREVLERİMİZ
“Rabbin sadece kendisine kulluk
etmenizi, ana babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan
biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, onlara “öf” bile deme, onları
azarlama, onlara güzel söz söyle. Onlara acıyarak alçakgönüllülük kanadını ger
ve de ki: “Rabbim ! küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de
sen onlara (öyle) merhamet et.!” …” (İSRA SURESİ: 23-25)
“Allah diyor ki: biz insana anne, babasına iyi davranmasını emrettik.
Annesi onu nice acılara ve zayıflığa katlanarak karnında taşıdı. O’nun sütten
kesilmesi de iki yıl sürdü. Öyleyse ey insanoğlu bana ve sonra da anne ve
babana şükret…” (Lokman suresi:14)
“Bir adam resulullah efendimize geldi ve sordu: ya Resulullah, ben iyi
ve güzel davranmada hangi insanlara öncelik vereyim? Efendimiz cevabında:
“annen, sonra annen, sonra yine annen, sonra baban, daha sonra da –akrabalıkta-
sana yakın olanlar,” buyurdular. (hadis-i şerif meali) [206]
“Hiçbir çocuk babasının hakkını gerektiği gibi ödeyemez. Eğer onu köle
olarak bulup hürriyetine kavuşturursa babalık hakkını belki ödemiş olur.” (hadis-i
şerif meali) [207]
1- Anne ve babamızla konuşurken (Canımızı sıkan tavırlarda
bulunsalar bile) tatlı dilli, güler yüzlü olmalı, onların kalplerini kıracak
davranışlardan uzak durmalıyız.
2- Anne ve babamızın sözlerini büyük bir dikkatle dinlemeli,
sözlerinin gereğini yerine getirmeliyiz.
3- Çocuklar anne ve babalarının yanında kesinlikle seslerini
yükseltmemeli, onlara gereken saygıyı göstermelidir. Ancak maksat sesimizi
onlara duyurmak ise sesimizi biraz yükseltebiliriz.
4- Anne ve baba çocuklarının ihtiyaçlarını hiçbir karşılık
beklemeden seve seve yerine getirirler.
Çocuklar da anne ve babanın maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılayarak,
onların mutlu ve huzurlu bir hayat sürmelerini sağlamalıdır.
5- Anne ve babaya öfke ile bakmamalı, onlara karşı yanlış bir hareket
edersek hemen kendilerinden özür dileyerek gönülleri alınmalıdır. Unutmamalıdır
ki; anne ve babaya karşı gelmek en büyük günahlardandır.[208]
6- Söz ve davranışlarımızla anne ve babamıza daima destek olmalı,
onların üzüntü ve sıkıntılarını gidermeye çalışmalıyız. Eğer yanımızda değillerse,
ziyaretlerine giderek gönüllerini almalıyız.
7- Anne ve baba yaşlandıklarında,
onlara daha fazla sevgi, saygı, şefkat gösterilmelidir. Onlara “ öf”
bile dememeli, hizmette kusur etmemeliyiz.
8- Anne ve baba için Kur’an-ı Kerim’de öğretildiği şekilde dua
edilmelidir. “ Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirdilerse şimdi de
sen onlara rahmet et.”(isra-24)
9- Anne ve babanın vefatlarından sonra onlar için hayır yapmak, vasiyetleri
varsa yerine getirmek de çocukların anne ve babalarına karşı bir vefa borcudur.
10- Anne, babanın vefatlarından sonra onların dostları ile ilgiyi
devam ettirmek, onların dostlarına, sevdikleri kimselere iyilikte bulunmak, hal
hatırlarını sormak anne babaya iyilik yapmak gibidir. Bunu ihmal etmemek
gerekir. Peygamber efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.), hazret-i Hatice’nin
(r.anha) vefatından sonra da Hz. Hatice’nin (r.anha) dostlarına iyilikte ve
ikramda bulunmuş, bir koyun kestiğinde ondan bir kısmını Hz. Hatice’nin
(r.anha) dostlarına göndermiş[209]. Bu
durumla ilgili Hz. Ömer’in oğlu Abdullah ibn-i ömer’in (r.a) başından geçen bir
olayı aktaralım buraya: “Abdullah ibn-i dinar anlatıyor: Bedevilerden biri
Abdullah ibn-i ömer ile Mekke yolunda karşılaştı. Abdullah ibn-i ömer bedeviye
selam verip onu bindiği eşeğe bindirip, başındaki sarığı da ona vermişti. İbn-i
dinar diyor ki: biz Abdullah ibn-i ömer’e Allah hayrını versin. Bu adam
bedevidir, az şeye kanaat eder, deyince bize şunları söyledi: bunun babası,
babam ömer ibn-i hattab’ın dostu idi. Ben Rasulullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve
sellem.) şöyle buyurduğunu duydum: “iyiliklerin
en iyisi ve güzeli bir kimsenin baba dostunu görüp gözetmesidir.” [210]
11- Kişi babasıyla beraber yürüdüğü
zaman onun önünde yürümesin, onun bulunduğu toplumlarda, daha iyi bildiği
konularda bile olsa babasından müsaade almadan babasının sözünün önüne geçmesin.
12- Anne-babadan biri ya da ikisi çağırdığında hiç geciktirmeden
hemen çağrıya cevap verilmelidir. Öyle ki: biz nafile namaz kılarken
çağırmış olsalar bile, en kısa yoldan namazı tamamlayıp onların isteklerine
kulak verilmeli ve onlara karşı her zaman güzel söz, tatlı dil kullanılmalıdır.
18.
AKRABALARIMIZA KARŞI TAKINILMASI GEREKEN ADAB:
1- Bizimle irtibatı devam ettirmeyen, ilgisiz kalan akrabalara
karşı bizim yapmamız gereken; olabildiğince şartları zorlayarak irtibatı devam
ettirmektir. Bu konuda efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle
buyuruyor: “akrabasının yaptığı iyiliğe,
benzeri ile karşılık veren gereği biçimde gözetme ve ziyaret etme görevini
yerine getirmiş sayılmaz. Akrabayı görüp gözeten, ilgilenen kimse, kendisiyle
ilgiyi kesmelerine rağmen onlara iyilik etmeye devam edendir.”[211]
Aynı zamanda şöyle bir hadis-i şerif de var: “Bir adam:- ya Resulallah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) benim
akrabalarım var, ben onları ziyaret ediyorum, onlar benimle alakayı kesiyorlar.
Ben onlara iyilik ediyorum, onlar bana kötülük ediyorlar. Ben onlara yumuşak
davranıyorum, onlar bana kaba ve cahilce davranıyorlar, dedi. Bunun üzerine
resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) şöyle buyurdu: “eğer dediğin gibi
isen onlara kızgın kül yedirmiş oluyorsun. Sen böyle davrandıkça Allah’ın
yardımı seninledir.” [212]
2- İmkânımız varsa ve bir yardımda bulunacaksak, öncelikle yardıma
muhtaç ve fakir akrabalarımızdan başlamalıyız. “Yoksula bir şey vermek sadakadır. Akrabaya verilen sadaka ise iki
sadaka yerine geçer. Biri sadaka sevabı, diğeri de akrabayı görüp gözetme sevabıdır.
(hadis-i şerif meali)”[213]
3- “Teyze anne yerindedir.”[214]
Dayı da anne yerine geçer (hükmündedir) . Amca ve hala da baba yerine geçer.[215]
Dolayısıyla bu yakın akrabalarımıza ayrı bir özen göstermeliyiz.
4- Bilhassa dini bilgi ve şuur vermede akrabalarımızı ihmal
etmemeliyiz hatta öncelemeliyiz. Bu konularda başkalarına yardımcı olmaya
çalışıp da akrabaları ihmal etmek doğru olmaz. Bu aynı zamanda akrabalık
hakkıdır da. Akrabalarımız başta olmak üzere tanıdıklarımıza bildiklerimizden
anlatabiliriz, istifadeli kitaplar hediye edebiliriz, sohbet ortamlarına
götürebiliriz, biz anlatamıyorsak da onları dini konularda birikimli olan ve
anlatabilen kişilerle bir araya getirebiliriz. Malumdur ki; peygamber
Efendimize (salla’llâhü aleyhi ve sellem) peygamberlik geldiğinde bir yemek
davetiyle, önce akrabalarına tebliğde bulunuyor.[216]
19.
BÜYÜKLERİMİZE / YAŞLILARA KARŞI TAKINILMASI GEREKEN ADAB
1- Giriş ve çıkışlarda büyüklere öncelik tanıyınız.
2- Büyüklerle karşılaştığınızda, hakları olan saygıyı ve hürmeti
onlara gösteriniz ve önce siz selamı veriniz.[217]
Bununla beraber, eğer engel teşkil eden bir durumumuz yoksa vasıtalarda ayakta
kalan yaşlılara (kim olursa olsun, dini yaşantısı, giyimi kuşamı… nasıl olursa
olsun) yer vermemiz güzel bir davranış olacaktır. “…büyüklerimizin büyüklüklerini bilip tanımayan bizden değildir…”
(hadis-i şerif meali) [218]
3- Kendi işini göremeyen, örneğin eşyasını taşıyamayan yaşlılara
yardımcı olmak gerekir.
4- Yaşlıların kendilerine has çocuksu özellikleri olabilir. Çabuk
kızabilirler, alıngan olabilirler… Bunun farkında olup, olabildiğince sabır ve
anlayışla karşılamalıyız.
5- Onlarla konuşma durumunda kaldığınızda, onların önüne geçmeyiniz
ve sizden önce konuşmalarına imkân tanıyınız.[219]
Konuştuklarında da sözlerini dikkat ve saygıyla dinleyiniz.
6- Konuşma esnasında münazarayı ve görüş bildirmeyi gerektiren bir
durum meydana gelirse, onlarla edep ve terbiye sınırları içerisinde, sakin ve
yumuşak bir üslupla münazara edip fikir beyan ediniz. Büyüklerle konuşurken
veya onlara seslenirken sesinizi yükseltmeyiniz, saygı ve hürmeti unutmayınız.
7- İkrama yaşlı veya âlimden
başlayıp onun sağından devam etme adabı: (Konumuzla ilgili birçok hadis-i
şerif var, hepsini buraya almamız mümkün olmayacağı için burada kısaca sonucu
ifade etmekle yetineceğiz.) ikramda bulunurken veya ziyafet verirken, önceliği
alim, faziletli insanlara ve yaşlılara vermeliyiz. Mecliste ikrama herkesten
önce onlardan başlamalı ve onların sağ taraflarında oturanlardan devam etmeliyiz
ki sünnet-i seniyyeye uygun hareket etmiş olalım. Böylece, İslam’ın sağla
başlamayı öğütleyen emirleri ile efendimiz’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) “büyükten başla büyükten”[220]
gibi mübarek sözlerinin ve emirlerinin her ikisi ile beraber amel edilmiş olur.
Bazı insanlar durumu değişik algılayarak, sağdan başlamaktan kasıt, bu
husustaki hadis-i şeriflerde ifade edildiği gibi, özelliği olan kişilerin
(alim, yaşlı, faziletli) sağından değil, meclisin sağından başlamak olduğunu
söylerler. Halbuki bu söylenen, mecliste
bulunanların özelliklerinin, saygınlıklarının ve yaşlarının birbirinden pek
farklı olmamaları ya da ayırt edilememeleri halindedir. Böyle bir
durumda meclisin hemen sağından başlanır. Ama misafirlerden herhangi biri
bahsedilen özelliklerden birisine sahipse, mesela meclisin yaşlısı ise, ikrama
o yaşlıdan başlanılır. Çünkü onun bu özelliği onu diğerlerinden öne geçirir.
Mesela diyelim ki mecliste Yaşça ileri olan biri var ve âlim olan ilim sahibi
biri var. Bu durumda ikrama âlim olanla başlanır. İlim sahibi yaşça büyük olana
tercih edilir. [221]
20.
KOMŞULUK ADABI:
İslamiyet komşu
hakkına, komşularla iyi geçinmeye çok büyük ehemmiyet vermiştir. Hz. İbn-i
ömerin (r.a.) rivayetine göre peygamber efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
komşu hakkının ehemmiyeti için şöyle buyurmuştur: “Cebrail (s.a.) bana komşuyu tavsiyede o kadar ileri gitti ki, yakında
onu (komşuyu) komşusuna varis yapacak zannettim.”[222]
Başka bir hadis-i
şerifte de şöyle buyuruyor efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) : “Allah’a ve ahiret gününe iman eden komşusuna
iyilik etsin.”[223] “Allah’a
ve ahiret gününe iman eden komşusuna eziyet etmesin.”[224]
Komşuya eziyet etmemek, rahatsız etmemiş olmak için şu hususlara dikkat
etmeliyiz;
1- Gürültü çıkarmamak: sabahın
erken vakitlerinde ya da gece geç vakitlerde çıkardığımız gürültüyle komşuların
uykularını bozmuş ya da farklı bir şekilde rahatsızlık vermiş olabiliriz. Belki de gün boyunca yorulmuşlar ve gürültü
çıkardığımız vakitte istirahat ediyorlardır. Aslında günün her vaktinde
gürültüye sebep olup komşuları rahatsız etmekten uzak durmalıyız.
Komşularımızın hastaları, yaşlıları ya da bebekleri olabilir ki bu saydığımız
üç grup da gürültüye karşı çok hassastırlar. Bundan dolayı gürültünün her
türlüsüne karşı hassas olmalıyız.
Apartman
dairesinde oturuyorsak gürültü konusunda dikkat edeceğimiz durumlardan biri de
kapı ağzındaki konuşmalar ve kapı ağzındaki yüksek sesle selam alıp
vermelerdir. Bazen misafirlikten ayrılışlarda bazen de kendi evimizden çıkarken
içerideyken konuşmaya uygun ortam yokmuş gibi kapı ağzında da uzun uzadıya
konuşmaya dalabiliyoruz. Unutmayalım ki apartmanda ses yankılanır ve bu sebeple
az bir ses bile rahatsız edici düzeye çıkabiliyor.
Yine
her vakit namazda olması gerektiği gibi bilhassa sabah ve yatsı namazlarında
namazlarımızı evde cemaat oluşturup beraber kılıyorsak, sesimizin yüksekliğine
dikkat etmeliyiz. Yaptığımız işin ibadet olması komşuları rahatsız edecek
düzeyde gürültü çıkarmamızı normalleştirmez ve bizi haklı kılmaz. Bu durum
kendi evimizde müzik ve kur’an dinlerken de geçerlidir.
Sabahın
erken vakitlerinde ya da gecenin geç vakitlerinde camiye namaza gitme, işe
gitme, işten gelme…gibi durumlarda kendi dairemizin kapısını ve apartman dış
kapısını hafifçe kapatmaya özen göstermeliyiz. “ onlar da kalksınlar namaza,
neden hala fosur fosur uyuyorlar“ diyemeyiz. Komşularımız kim olursa olsun,
dini yaşantısı çok zayıf da olsa müşrik de olsa önemi yok. Aynı hassasiyeti
sergilemeliyiz. Peygamberimizin Yahudi ve müşrik komşuları da olmuştur ve yine
de efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) komşu hakkını gözetmeyi ihmal
etmemiş. Kaba, düşüncesiz, nezaketten uzak ve saygısızca davranışlarımız
insanları bize ve dinimize yaklaştırmaz aksine daha da uzaklaştırır, soğutur.
2- Komşuya Karşı sabır ve
anlayış: Örneğin; komşumuzun küçük çocuğu her seferinde gürültü çıkarıp
bizi rahatsız ediyorsa olabildiğince sabır ve anlayışla yaklaşmalıyız. Çok
mecbur kalmadıkça sık sık komşumuzu uyarmazsak daha iyi bir hareket olur. Çünkü
küçük çocukları susturmak her zaman mümkün olmayabiliyor. Bunun üzerine bir de
biz sık sık komşuyu uyarırsak, onun elinde olmayan bir durumdan dolayı onu
üzmüş, zor durumda bırakmış olabiliriz. Oysaki daha önce aktardığımız bir
hadis-i şerifte rehberimiz peygamber efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
şöyle buyuruyordu: ““kim bir mü’minin
dünyadaki sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderirse, Allah da onun kıyamet
günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim de zor ve dar durumda olan birine
kolaylık gösterirse Allah da ona dünya ve ahirette kolaylık gösterir.” [225]
3- Çöpleri Kapımızın önünde etrafa kötü koku yayacak ve çirkin bir
görüntüye sebep olacak şekilde uzun süre bekletmemeliyiz.
4- Şartlarımız elverdiğince komşularımıza iyilik ve ikramda
bulunabiliriz. Örneğin; yaptığımız güzel yemekten, tatlıdan bir miktar
komşulara da ayırabiliriz. İkramlaşmak ve hediyeleşmek her zaman diyalogları ve
karşılıklı ilişkileri iyiye götürür.
5- Komşumuzdan bize bir ikram gelmiş ve az ya da basitse bile bu
ikramı küçümsememeliyiz. “Ey Müslüman hanımları komşu hanımlar birbirleriyle
hediyeleşmeyi küçümsemesin hediyeleri bir koyun paçası bile olsa.” [226]
6- Komşularımızın bilhassa aile içi tartışmalarını duyduğumuz vakit
kulak kabartmaktan kaçınmalı, olabildiğince duymamaya çalışmalıyız. Bunu
bulunduğumuz odayı değiştirerek, başka bir işle meşgul olarak, bir şeyler
dinleyerek sağlayabiliriz.
7- “komşusu aç olduğu halde
karnını doyuran kimse, kâmil mü’min değildir.” [227]
20.
SPOR, OYUN VE EĞLENCE ADABI
8- Oyun ve eğlence insanın onur ve haysiyetini küçültücü şeyler olmamalıdır.
9- Fiziksel temas (vurma, yakalama, itme) içeren oyunlarda, oyun
arkadaşımızın canını abartılı bir şekilde acıtmamaya dikkat etmeliyiz. Aksi takdirde
oyun arkadaşımız aniden gerilebilir ya da rencide olabilir. Olur da oyun
arkadaşımız bizim canımızı acıtacak bir harekette bulunduysa mümkün olduğunca
kendimize hâkim olmalı, intikam almak için fırsat kollamamalıyız. Her ne kadar
şiddeti başlatan kişi biz değilsek de, durumun daha kötüye gitmesine sebep olan
da biz olmamalıyız.
10- Oyun oynadığımız arkadaşlara karşı kırıcı olmamaya ve kötü söz
söylememeye dikkat etmeliyiz. M.ZEKİ AYDIN 46. SYF
11- Oyun ve eğlencelerde ölçü olarak İslam’ın prensipleri göz önüne
alınmalı. Fazla açılıp saçılmamalı. Tesettüre dikkat etmeli.
12- Zamanımızı hep oyun ve eğlence ile geçirmemeliyiz. Oyun ve
eğlenceye az zaman ayırmalıyız. Bilhassa bilgisayarlarda ya da playstationlarda
oynanan oyunlar çok vakit alır. İnsan vaktin nasıl gittiğini pek anlamaz.
Bununla beraber maddî açıdan da zarardır ve genelde bu oyunların pek çoğu spor
sınıfından olmadığından dolayı pek faydası da olmaz. Zamanımızı çok almaması
konusunda bu oyunlara karşı daha dikkatli olmalıyız. (bazı faydalı bilgisayar
faaliyetleri bahsimiz haricindedir.)
13- Oyun ve eğlenceler bizi ibadetlerden geri koymamalıdır.
14- Erkek çocuklar erkeklerle ve kız çocukları kızlarla oyun
oynamalıdır. Karışık bir şekilde oyun oynamamalıdır.
15- Kumara benzer bahis türü oyunlar oynanmamalıdır.
16- İnsanda kötü duygular uyaran, şarkı ve türkü gibi şeyleri
dinlemek haramdır.
17- İçerisine Allah’a ve kadere isyan bulunan şarkı ve türküleri
dinlemek de haramdır.
18- Kadın ve erkeğin karışık bulunduğu düğün ve eğlence merkezlerine
gidilmemelidir. Eğer düğün sahibi yakınımızsa ve kendimizi gitmek zorunda
hissediyorsak ve düğün ortamı sınırları fazlasıyla aşmamışsa en azından gidilip
düğün sahipleri tebrik edilir. Duruma göre kısa süre oturup oturmamaya karar
verilip ardından nezakete uygun şekilde müsaade istenilip ortamdan
ayrılabiliriz. Olabildiğince kırıcı olmaktan uzak durmalıyız. Çünkü bazen
ortamın ve yakın akrabaların baskısıyla düğün sahipleri tesirsiz kalıp
düğünlerini kadın-erkek karışık mekânlarda yapmak zorunda kalmış olabilirler.
(Bu uygunsuzluk, kadın-erkek karışık olması haricinde düğündeki oyunların,
mekânın, müziklerin… namüsait olması halinde de olabilir.) bu durumda zaten
iştahsız olan düğün sahiplerini bir de biz üzmemeliyiz.
19- Spor, oyun, eğlencelerde kendimizi ispatlamaya çalışırcasına
hareketlerden, tavırlardan uzak tutmalıyız. Gösteriş ve gözler önünde olma
gayreti kibir, gurur damarımızı kabartabilir. “yeryüzünde büyüklük taslayarak yürüme. Sen ne yeri yarabilir ne de
dağlarla boy ölçüşebilirsin.” (isra suresi:37)
20- Televizyondan mümkün mertebe uzak durmalıyız. Ahlakımızı ve aile
yapımızı bozucu film ve dizilerden özellikle uzak durmalıyız. Bu arada evimize
giren gazete, dergi gibi yayınların da ahlak bozucu olmamasına, kötü örnek
olmamasına dikkat etmemiz gerekir.
21.CAMİ / MESCİD ADABI
1-
Camiye temiz elbise ile
gitmeliyiz.
2-
Camide boş şeyler
konuşmamalıyız
3-
Camide namaz kılarken
çevremizdekileri rahatsız etmemeliyiz.
4-
Soğan ve sarımsak gibi
ağız kokutucu şeyler yiyerek camiye gitmemeliyiz.
5-
Camiye kokan çorapla
girmemeliyiz. Çoraplarımızı çıkarmalı ve ayaklarımızı yıkamalıyız.
6-
Namaz kılanın önünden
geçmemeliyiz.
7-
Kendimizden büyüklere
ön safta yer vermeliyiz. Geçmedikleri taktirde ön safı hemen doldurmalıyız.
8- Namaz kılarken sessiz olmalıyız. Kendi duyacağımız şekilde namaz
kılmalıyız.
9- Namaz kılarken sağa sola bakmamalıyız. Aişe (r.anha) anlatıyor:
Resulullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) namazda başı sağa sola çevirmenin
durumunu sordum. Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“bu yapılan hareket, kulun namazından bir kısmını şeytanın kapıp aşırmasıdır.” [228]
10- Namazda değişik hareketler yapmamalı ve gülmemeliyiz. Yaramazlık
yapanları uyarmalıyız. Ama kolundan tutup camiden dışarı atmak gibi
uzaklaştırıcı davranışlardan uzak durmalıyız.
22.
BEŞERÎ MÜNASEBETLERİMİZİ GÜZELLEŞTİRİCİ DİĞER ADAB-I MUAŞERETLER
8- Güler Yüz, Güzel Söz:
İnsanlara karşı olabildiğince güler yüzlü olmalıyız ve kötü sözler kullanmaktan
kaçınmalıyız. Peygamber efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) “güzel ve hoş söz sadakadır.”[229]
Buyuruyor. Bununla beraber konuyla ilgili şöyle bir hadis-i şerif de var:
“hiçbir iyiliği küçümseme, Müslüman kardeşinle güler yüzle konuş, çünkü bu da
bir iyiliktir (Allah’ın istediği şeylerdendir).”[230]
9- Kötülüğe karşı iyilik,
ama kimlere karşı ?: İnsanlardan gelen kötülüğe karşı iyilikle karşılık
vermek. “ Sen (kötülüğü) en güzel bir
şekilde önle. O zaman seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki
candan bir dost olur.” (fussilet suresi:34) Tabi kimlerin kötülüklerine
iyilikle karşılık vereceğiz? Diye bir soru çıkıyor karşımıza. Bu sorumuzun
cevabı şu güzel ifade de buluyoruz: “şerefli ve izzetli bir kimseye ikramda
bulunduğun zaman onu elde edersin. Aşağılık ve kötü birine iyilik etsen o daha
da azar.”[231]
Eğer hasmını mağlub etmek istersen, fenalığına karşı
iyilikle mukabele et. Çünki eğer fenalıkla mukabele edersen, husumet tezayüd
eder. Zahiren mağlub bile olsa, kalben kin bağlar, adaveti idame eder. Eğer
iyilikle mukabele etsen, nedamet eder; sana dost olur.
اِذَا اَنْتَ اَكْرَمْتَ الْكَرِيمَ مَلَكْتَهُ
وَ اِنْ اَنْتَ اَكْرَمْتَ اللَّئِيمَ تَمَرَّدًا hükmünce; mü'minin şe'ni, kerim olmaktır. Senin ikramınla sana
müsahhar olur. Zahiren leîm bile olsa, iman cihetinde kerimdir. Evet fena bir
adama "İyisin iyisin" desen, iyileşmesi ve iyi adama "Fenasın
fenasın" desen, fenalaşması çok vuku bulur. [232]
10- Küsmemek: Birbirimize
darılıp küsmemek gerekir. Mümin mümine üç günden fazla küsmesi caiz değildir.[233]
11- Dargınların, küslerin
arasını düzeltmek: Bilhassa üzerlerinde etkin olduğumuz kişilerin
birbirlerine küsmeleri, darılmaları durumunda onların arasını düzeltmeye
çalışmamız iyi olur. Konuyla ilgili şöyle bir ayet var: “Şüphesiz mü’minler kardeştirler. Öyle ise (araları bozulan)
kardeşlerinizin arasını düzeltin.” (Hucurat suresi :10)
12- Tevazu: Başkalarına
karşı kibirlenmemek gerekir. Her zaman mütevazı bir insan, kibirlenen, kendini
beğenen ve kendinden övgüyle bahseden insana nispeten daha cana yakın gelir. “kibirlenerek halka surat asma ve yeryüzünde
çalımlı çalımlı yürüme. Şüphe yok ki Allah (c.c), kibirlenip övünenlerin
hiçbirini sevmez.” (lokman suresi: 18) Abdullah ibn-i mes’ud’dan (r.a.)
rivayet edildiğine göre, Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurdu: “kalbinde zerre kadar kibir olan
kimse cennete giremez.” Bunun üzerine sahabiden biri: “insan elbise ve
ayakkabısının güzel olmasını arzu eder”, deyince Resulullah şunları söyledi: “Allah (c.c) güzeldir, güzeli sever, kibir
ise hakkı kabul etmemek ve insanları küçük görmektir.” [234]
Güzel
elbise giymenin saçını başını taramanın hiçbir mahzuru yok. Hatta bunlar temiz
ve düzenli olmak adına efendimiz’in sünnetlerindendir. Fakat bunları yapıp da
çalım satarak yürüyen kişinin yaptığı “kibir” olur. Resulullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) efendimiz şöyle buyuruyor: “vaktiyle kendini beğenmiş bir adam güzel elbisesini giymiş, saçını
tarayıp çalım satarak yürüyordu. Bu yüzden Allah (c.c) onu yerin dibine
geçiriverdi. O da kıyamet gününe kadar yerin dibine geçip gitmektedir.” [235]
13- Başkalarının kusurlarını
araştırmamak, mümkünse örtmek gerekir. (tabi burada şuna dikkat etmeliyiz
ki söz konusu durum kul hakkıyla ilgili ya da başkalarının hukukuyla ilgili ise
örtmekle hata ediyor olacaksak bu durumda muhatap olmamak en iyisi olur. Eğer
kusurun başkasına zararı yoksa veya sadece bize zararı olup biz de hakkımızdan
feragat ediyorsak, örtebiliriz.) Ebu
Hureyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre, Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) şöyle buyurdu: “ bir kul bu dünyada başka bir kulun ayıbını örterse
kıyamet gününde de Allah (c.c.) onun ayıbını örter.” [236]
Rabbimiz (c.c), bir ayet-i kerimede birbirimizin
kusurlarının ardına düşüp araştırmamamız gerektiğini şöyle emreder: “Ey
iman edenler! …Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın ve birbirinizi arkadan
çekiştirmeyin…” (Hucurat suresi: 12)
Suç işleyeni kötü sözle kınamamak: Bir suç işlemiş insanların
suçunu onun yüzüne vurup kötü sözle kınamamak gerekir. Örneğin nefsine uyup
hırsızlık yapmış ve cezasını çekmiş ya da helalleşip hatasını düzeltmiş bir
kişi düşünelim. Hiçbir zaman bu kişiyi, işlediği hatayı yüzüne vururcasına
“hırsız…” gibi kötü sözlerle kınamamak gerekir. Kişi hatasını anlayıp
düzeltmişken ona böyle davranırsak onun aleyhinde şeytana yardımcı olmuş
olabiliriz. Aksine ona hatasını hiç hatırlatmadan onun daha iyi olmasına
yardımcı olabiliriz. Kusurları örten olmalıyız. Eskiden yapmış olduğu hatadan
dolayı onun şimdiki (belki de pişmanlık duyuyordur) halini zan altında bırakmak
bir nevi zulümdür.
Hata işleyenin seviyesi ve yetiştiği kültür: Bir insan bir hata
işlediyse, hatayı örterken onun seviyesini yetiştiği kültürü de göz önüne
almalıyız. (Unutmamalıyız ki başka yerde doğru olan bir şey bizim kültürümüzde
yanlış karşılanıyor olabilir.) Böylece hata edenlere karşı daha müsamahakâr
olabiliriz. Örneğin; asr-ı saadette bir bedevi gelip mescide bevlediyor.
Sahabeler bevl eden kişiye saldıracak gibi oluyorlar. Fakat efendimiz (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) onlara engel oluyor. Ardından adamın bevl ettiği yere bir
kova su dökülmesini emrediyor. [237]
“Abdullah ibn-i Mes’ud
(r.a.) şöyle demiştir: Resulullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ,
peygamberlerden birinin halini anlatışı hala gözümün önündedir. O peygamberi,
kendi kavmi dövüp kan içinde bırakmışlardır. O bu haldeyken yüzünden kanları
silerken şöyle diyordu: “Allah’ım kavmimi
bağışla çünkü onlar doğruyu bilmiyorlar.” [238]
14- su-i zan: su-i zandan
(başkaları hakkında kötü tarafa yorum yapmaktır) olabildiğince uzak durmalıyız.
Su-i zan genellikle kendisi hakkında tam olarak bilgi sahibi olmadığımız
durumlarda oluyor. Bir durum hakkında yeterince bilgimiz olmadığı zamanlarda
daha çok iyi yorumlar yapmamız gerekir. Buna rağmen hemen kötü yorumlar
yapabiliyoruz. Oysa suç kesinleşmediği sürece haksızlık olmaması için herkesi
masum kabul etmeli, hüsn-ü zanla (su-i zannın tersi) yaklaşmalıyız. Örneğin;
arada bir tembellik yapan bir iş arkadaşımız var. Yine bir sabah gelmesi
gereken saatte işe gelmemiştir, kendisini telefondan arıyoruz fakat
ulaşamıyoruz. Aklımıza hemen şöyle bir ihtimal gelebiliyor: “yine uykuyu tercih
etti ve telefonunu da kapattı” ya da başka zanlar oluşabiliyor. Sonra bakıyoruz
ki arkadaşımız birkaç saat gecikmeyle geliyor. Öğreniyoruz ki sabah vaktinde
burada olacak şekilde evinden yola çıkmış, fakat trafik kazası geçirmiş, ya da
acilen bir yere gitmesi gerekmiş ve orada da telefonu çekmiyormuş. İşte olayın
mahiyetini tam bilmeden, en başta vardığımız sonuç, su-i zan oldu ve yanıldık.
Şu durumda başkaların hikmetini, ayrıntısını kesin olarak bilmediğimiz durumlar
hakkında hemen su-i zanna varmayıp “belki benim aklıma gelmeyen başka bir durum
vardır” diye düşünebiliriz. “Ey iman
edenler! Birbiriniz hakkında yersiz zanda bulunmaktan kaçının, çünkü bazı zan
ve şüphe vardır ki, günahtır. Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın ve
birbirinizi arkadan çekiştirmeyin…” (Hucurat suresi: 12)
Şimdi
de bediüzzaman said nursi hazretlerinin Mesnevi-i Nuriye isimli eserinde su-i
zan hastalığı ile ilgili söylediklerini okuyalım:
“Dördüncü
Hastalık: "Sû'-i zan"dır. Evet, insan hüsn-ü zanna memurdur (başkaları
hakkında iyi kanaatte bulunmalı). İnsan, herkesi kendisinden üstün bilmelidir.
Kendisinde bulunan sû'-i ahlâkı (kötü bir ahlak) , sû'-i zan saikasıyla başkalara teşmil etmesin (genellemesin). Ve
başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden, takbih etmesin (çirkin
görmesin, kınamasın)…. Sû'-i zan ise, maddî ve manevî içtimaiyatı
(birlikteliği) zedeler.“ [239]
15- Haksız yere başkasının hakkını ve malını almamak gerekir.
Haksızca alınan şeyin çok küçük ya da büyük olması fark etmez. Her iki durumda
da kul hakkıdır. Mahşer günü hak yiyenle hakkı yenilmiş olan kişi birbiriyle
muhatap edilir ve cenab-ı hak (c.c) söz konusu “kul hakkı” olunca tabir
yerindeyse aradan çekilir. Peygamber efendimiz kul hakkı konusunda şöyle
buyuruyor :”kim bir kardeşinin
haysiyetine veya koruması altındaki bir şeye haksızlık etmiş ise ne dinar ne de
dirhemin olduğu bir günden önce onunla helalleşsin (değilse o gün) Salih ameli
varsa yaptığı haksızlık kadar ondan alınır (hak sahibine verilir), eğer
sevapları yoksa hak sahibinin günahlarından alınıp ona yüklenilir.” [240]
Efendimiz başka bir hadisinde de, haksızlık ettiği için sevapları kendisinden
alınıp hak sahibine verile verile sevapları kalmayan kişiyi Müflis (iflas
etmiş) diye niteler.
16- Zayıflara yardım etme ve
ilgilenme adabı:
·
Yetim, kimsesiz ve
düşkünleri koruyup gözetmek ve merhamet ve şefkatle muamele etmek gerektir. “o halde yetime haksızlık yapma ve yüzünü
ekşitme, yardım isteyeni de hangi çeşit olursa olsun boş çevirme” (duha
suresi:9-10)
Sehl
İbn-i sa’d (r.a.) dan rivayete göre resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
:” ben ve yetimi kollayıp gözetleyen
kimse cennette şöyle beraberce bulunacağız” buyurdu ve işaret parmağıyla orta
parmağını biraz açarak işaret etti.”[241]
·
Bazı faaliyetlere
(düğünlere, toplantılara…) özel bir sebebi olmadığı sürece sadece zenginleri ya
da makam sahiplerini çağırıp, fakirleri çağırmamak yanlıştır. “zenginlerin
davet edilip fakirlerin çağırılmadığı düğün yemeği ne fena bir yemektir.”
(hadis-i şerif meali) [242]
17- Para harcama (Alışveriş
yapma….), İhtiyaç sahiplerine yardımda
bulunma, tasadduk etme…) adabı:
·
Hayırsever olmak
başkalarına imkânımız nisbetinde yardım etmek gerekir. Peygamber efendimiz şu
şekilde teşvik ediyor: “kim bir mü’minin
dünyadaki sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderirse, Allah da onun kıyamet
günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim de zor ve dar durumda olan birine
kolaylık gösterirse Allah da ona dünya ve ahirette kolaylık gösterir.” [243] Her
ne kadar bu başlıkta daha çok maddî yardıma dikkat çekmek istediysek de yine de
bilmek gerekir ki yardım sadece maddî konularda olmaz, ilmimizden, zamanımızdan
ya da başka bir imkânımızdan da bu saydıklarımıza muhtaç durumda olan kişilere
yardımda bulunabiliriz.
·
Sadaka ve benzeri yardımlar
yaparken şeytan boş durmaz ve malın azalacağı vesvesesini verip bizi caydırmaya
çalışır. Oysa efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) “sadaka vermekle mal eksilmez.” (hadis-i şerif meali) [244]
buyuruyor.
·
Cimrilikten ve açgözlülükten sakınmak: “zulmetmekten sakının çünkü zulüm, sahibini kıyamette karanlıkta
bırakır. Cimrilikten de sakının zira cimrilik sizden önce yaşayan insanları
helak etmiştir. Onları kan dökmeye ve haramı helal görmeye yöneltmiştir.” (hadis-i
şerif meali) [245] hangi yaşta olduğumuz önemli değil. (az
da olsa) imkânlarımızdan Allah yolunda harcamaya, ihtiyaç sahiplerine yardımda
bulunmaya, tasadduk etmeye kendimizi alıştırmalıyız. İmkânlarımızın azlığı ya
da çokluğu tasadduk etmemizi etkilemez, ancak Allah yolundaki harcamamızın
miktarını etkiler. Önemli olan da miktarı değil, bu konudaki ihlâsımızdır.
·
İhtiyaç sahiplerine
yardımda bulunurken, sadaka verirken, sağ elimizin verdiğini sol elimizin
bilmemesi düzeyinde sezdirmeden gizlice vermek güzel bir davranıştır. Böyle
olunca hem ihtiyaç sahibi rencide olmamış olur hem de bizim niyetimiz saflığını
koruyup bulanmamış olur. Bazen açıktan yardımda bulunmak, bir gösteriş haline
ve ihtiyaç sahibine karşı kibirlenmeye kayabilir.
·
İsraftan kaçınmalıyız. İhtiyacımız olmadığı halde sırf hoşumuza
gittiği için yeni yeni ürünler satın almak israftır. Unutmayalım ki israf
haramdır. “israf etmeyin çünkü Allah
israf edenleri sevmez.” (en’am suresi: 141, a’raf suresi: 31) “ O kullar harcadıklarında ne israf ederler
ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.” (Furkan
suresi: 67)
18- Sadaka ve yardım alma
adabı: başka kişilerden ya da kurumlardan
sadaka ve yardım almaya muhtaç biri olabiliriz. Bu durumda şuna dikkat
etmeliyiz ki; yapılacak yardıma göz dikmeksizin ve ona karşı kendimizi
düşürecek kadar yoğun bir talep sergilemeden sadece ihtiyacımız kadarını
almalıyız. Yardım isteme konusunda çok iştahlı ve ısrarcı olmamak gerekir.
19- Şakalaşma ve espri yapma
adabı: ehemmiyetinden dolayı daha önce “doğru sözlülük” bölümünde
bahsettiğimiz “şakada yalan” bahsini buraya aynen alıyoruz:
·
Şakada
yalan: Sözlerimizde doğruluğu esas almalıyız. Şaka dahi olsa yalan
söylemekten azami derecede uzak durmalıyız. Hele insanları güldürmek için
anlatılan şeylere abartı katmaktan ve yalan söylemekten azami derecede uzak
durulmalıdır. Eğer insanları daha çok güldürmek için konuşmalarımızda bu tür
hoş olmayan davranışlara (abartı, yalan…) başvurursak bu durum fark edildiğinde
artık bize olan güvenleri azalmış olacak. Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) bir hadis-i şerifinde “şaka dahi
olsa yalan söylemeyiniz”[246]
buyurur. İnsanları güldürmek için yalan söyleyenleri daha şiddetli uyarır: “Yazıklar olsun, topluluğu güldürmek için
konuşup yalan söyleyen kimseye, yazıklar olsun, yazıklar olsun!” (hadis-i
şerif meali)[247]
Yalan söylemenin güveni sarstığı ile ilgili bir hikaye
anlatarak devam edelim: çobanın biri dağda hayvanları otlatırken bir ara
köylüye bağıra bağıra “köylüler yetişin kurtlar sürüye saldırdı” diye seslenir.
Köylüler gelirler bakarlar, ortada kurt falan yok. Çoban da gülerek “şaka
yaptım, şaka yaptım der” . Köylüler kızar ve döner giderler. Tabi köylünün
artık çobana güveni kalmıyor. Başka bir gün çoban yine aynı şekilde seslenir.
Fakat köylüler “herhalde bu adam yine kendince şaka yapıyor, bizi aldatıyor”
diyerek çağrısına duyarsız kalırlar. Bakarlar ki kurtlar bu sefer sürüye
dalmış, çoban üzgün bir şekilde geliyor. Şakalarımızda dahi yalana başvurursak
bizi bir defa aldananlar başka zaman söylediğimiz doğru sözlere de “herhalde
yine kendince yalan söyleyerek şaka yapıyor” diyerek inanmazlar. (şakada dahi)
Yalan söylemek böylece güveni sarsar.
- Şaka ve esprilerde kimseyi kırmamaya, rencide etmemeye dikkat
etmeliyiz. insan şaka yapma moduna girince bazen fark etmeden haddini aşıp
kırıcı olabiliyor.
- Şaka ve esprilerde sırf komik olsun diye müstehcen hareket ve
sözler sarf etmemeliyiz. Söz konusu espri yapmak olunca ahlak anlayışımızı
gevşetmemeli, sulandırmamalıyız. Böyle bir durum seviyemizi de değerimizi
de düşürür. Çevremizdeki insanlarda böyle bir hal varsa da, bunun bize
bulaşmamasına dikkat etmeliyiz.
- Silahla, bıçakla…v.b şeylerle şakalaşmaktan uzak durmalıyız.
Telafisi mümkün olmayan bir kazaya sebep olabiliriz. Bu konuda efendimiz
şöyle buyuruyor: “ herkim din
kardeşine korkutmak üzere demirden bir silahla işaret ederse (ona
doğrultursa) elinden onu atıncaya kadar melekler ona lanet ederler.” [248]
- Şaka yapmak için korkutmak yoluna başvurmamalıyız. Çünkü
korkutmak (şaka dahi olsa) ani tepkilere sebep olduğu için dil tutulması,
bayılma, ölüm, fark etmeden şakayı yapana zarar vermek gibi kötü sonuçları
olabilir. Bu anlamdaki bir korkutmak mekruhtur. Örneğin bir yerde
gizlenmek, aniden ortaya çıkmak, aniden bağırmak, gece karanlığında
korkutmak…
- Peygamber efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şaka için
de olsa Müslümanların birbirlerinin eşyalarını alıp saklamalarını
yasaklamıştır. [249]
20- Sır saklama: insanlar
sırlarını güvendikleri insanlara açarlar. Bir kişinin güvenini kazanmış olmak
(bilhassa zamanımızda) gayet ehemmiyetlidir. Bir kişinin bize güvenerek verdiği
bir sırrı saklamamak, muhafaza etmemek telafisi mümkün olmayacak şekilde güven
kaybetmemize yol açar. Aynı zamanda emanete (sırra) hıyanet etmek anlamına
gelir. Sırrı saklamayarak bize sırrını açan kişiyi zor duruma da sokmuş
olabiliriz.
“Sabit el-bünânî’nin rivayet ettiğine göre,
enes ibn-i malik (r.a) ona şunları
söyledi: “ben çocuklarla oynarken resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
yanıma geldi. Bize selam verdi ve beni bir iş için gönderdi. Bu sebeple annemin
yanına gecikerek döndüm eve varınca annem: “niçin geç kaldın?” diye sordu.
“Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) beni bir işi için göndermişti. Onun
için geciktim dedim. Annem neymiş o iş deyince: bu bir sırdır dedim. Bunun
üzerine annem “ Resulullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sırrını kimseye
söyleme dedi….” [250]
21- Hayırlı işler / davranışlar
dolayısıyla müjdelemek, tebrik etmek: ayetlerde, hadislerde geçen ve teşvik
edilen güzel hareketler yapan insanları Kur’an’dan ve hadislerden
öğrendiklerimizle tebrik edebilir, müjdeleyebiliriz. Örneğin; misvak kullanan
birisine şu hadis-i şerifi söyleyerek tebrik edebiliriz: “ misvak ağzı ve dişleri temiz tutar ve Allah’ın razı olmasına sebeptir.”
[251] İnsanlara karşı güler yüzlü ve tatlı dilli
olanlara : “ güzel ve hoş söz sadakadır.”
[252] “kardeşini güler yüzle karşılamaktan ibaret bile
olsa hiçbir iyiliği küçük görme.” [253] Hadis-i
şeriflerini söyleyebiliriz. Yemeklerde kusur aramayanları da şu hadis-i şerifle
tebrik edebiliriz. “ Ebu Hureyre (r.a.) şöyle demiştir: “Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yemekte hiçbir zaman kusur
aramazdı, isteği varsa yer hoşlanmıyorsa yemezdi.”[254]
Aynı şekilde ilim ve sohbet meclislerine iştirak eden ya da faydalı ilimler
öğrenmek için yol alan, zahmete katlanan insanlara şu hadis-i şerifleri
söyleyerek tebrik ve teşvik edebiliriz: “Kim
kur’an ve sünnet ilmini öğrenmek için bir yola girerse Allah (c.c) o kişiye
cennetin yolun kolaylaştırır.” [255], “İlim
öğrenmek için yolculuğa çıkan kimse evine dönünceye kadar Allah yolundadır.”
[256]
22- Telefon, bilgisayar ve internet
kullanma adabı:
·
Telefon ve internet
konuşmalarına da günlük konuşmalarda olduğu gibi selem vererek başlamak ve
selam vererek bitirmek en uygun olanıdır.
·
Doğru sözlülük, doğru bilgilendirme: Telefon konuşmalarında,
mesajlaşmalarda ve internet kullanımında (mail yazma…) kendimizi farklı isimlerle
tanıtmak da yalan söylemek sınıfındandır. Bunların, doğrudan biriyle konuşurken
yalan söylemekten hiçbir farkı yok.
·
İsraflar: Peygamber efendimizin zaman kullanımı ile ilgili şöyle
bir hadis-i şerifi var: “iki nimet vardır
ki insanların pek çoğu bu nimetleri kullanmakta aldanmışlardır: sağlık ve BOŞ
VAKİT.”[257]
Kampanyalı hatlardan cep telefonlarıyla konuşurken, cep telefonundan
mesajlaşırken, internetten yazışırken, sohbet ederken, bilgisayar oyunları
oynarken zaman israfı etmek maalesef bu zamanda birçok insanda hastalık düzeyine
çıkmış. Ve maalesef efendimizin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yukarıda
naklettiğimiz hadis-i şerifindeki “aldanmışlar” grubuna girebiliyoruz çoğu
zaman. Örneğin; Mesajlaşmalarımıza bakarsak ekseriyetle çok da ehemmiyetli
konularla vakit geçirmediğimizi göreceğiz. Bu durum yukarıda saydığımız ve
benzeri olan faaliyetlerin hemen hemen çoğu için geçerlidir. Zaman israfı
olmasının yanında enerji ve maddi imkân israfı da yapmış oluyoruz. Artık cep
telefonu ile mesajlaşmalar bilhassa gençler arasında o derece yaygınlaşmış ki
bazen ilim meclislerindeki ilmî sohbetler sırasında ve namaza en yakın zamanlar
olan namaz tesbihatı esnasında dahi görebiliyoruz. Bu hal nazarlarımızı dağıtıp
bizi ortamdan koparmakla beraber başkalarının da dikkatlerini dağıtmamıza sebep
oluyor.
·
Bir çeşit hırsızlık: Bazı kampanyalardan dolayı bizi ne kadar çok
kişi ararsa o oranda hediye lira kazanabiliyoruz. Bu tip kampanyalardan
istifade etmek için tanımadığımız kişilerin numaralarını çaldırıp, onları
meraklandırıp bizi aramalarına yol açmak ve bizimle konuşup lira harcamış
olmalarından dolayı bizim lira kazanmamız bir çeşit hırsızlıktır. Dolayısıyla
harama ve kul hakkına bulaşmış oluyoruz. Bunların ne kadar ehemmiyetli olduğuna
değinmiştik.
·
Namahremle münasebet: Dinimizce normal hayatta namahremle münasebet
konusunda bir ölçü konulmuş. Sınırları var. Bu konuda hassas olmalıyız. Ve aynı
hassasiyeti internet ortamında da, telefon ortamlarında da sergilemeliyiz.
Maalesef internet ortamında namahremlerin birbirini görmeden ve sesini duymadan
da iletişim kurabilme, konuşabilme imkânından dolayı sanki bu ortamlarda ses ve
görüntü olmadan konuşmak caizmiş, hiçbir mahzuru yokmuş gibi bir yanılgıya
düşülebiliyor. Bu, kendimizi kandırmaktan başka bir şey değildir. (Görüntülü
iletişimden bahsetme gereği bile duymuyoruz. Çünkü bu durum görüntüsüz
iletişime nispeten daha sorunludur.) Günlük hayatta kelimelerin ses haliyle
konuşurken, internet ortamında ve telefondan mesajlaşma olaylarında kelimelerin
yazı haliyle konuşmuş oluyoruz. Birinci durumda caiz olmayan irtibat şekli, ikinci
durumda da caiz değildir. Yani gerçek hayatta namahremle caiz olmayan bir
münasebet şekli, internet ve telefon ortamlarında da caiz olmaz. Şu durumda
namahremle münasebet konusunda dinimiz nasıl bir hassasiyet emrediyorsa önce
bunu öğrenmeli ardından bu hassasiyeti internet ve telefon ortamlarında da
göstermeliyiz. Bu dediklerimiz hem bayanlar hem de erkekler için geçerlidir. Sergilememiz
gereken bu hassasiyetler “takva”nın gereğidir.
Rabbimiz
şöyle buyuruyor: “…yine onlar ki (o takva
sahipleri ki) bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde
Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen Tevbe istiğfar ederler. Zaten
günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler.”
(Al-i İmran suresi: 135)
- Telefon ederken arama tuşuna basmadan önce çevirdiğimiz
numaranın doğruluna emin olmalı sonra arama yapmalıyız. Aksi takdirde
uyuyan birini uyandırmış olabiliriz, bir hastayı rahatsız etmiş olabilir
ya da başka türlü bir rahatsızlığa sebep olmuş olabiliriz.[258]
- Telefon etmek için uygun bir vakit seçilmelidir. Çünkü
insanların işleri ve ihtiyaçları olur; onların uyuma ve istirahat
zamanları vardır; yemek ve çalışma zamanları vardır.[259]
- Telefon görüşmesini fazla uzatmamak gerekir. Çünkü konuştuğumuz
kişinin işleri, planları olabilir. Belki de bizi kırmamak için ya da bize
karşı rahat olamadığından dolayı görüşmeyi kısa kesemiyordur. Bu
ihtimalleri de düşünüp anlayışlı davranmalıyız.
23- Hased etmek:
Başkalarını kıskanmamak, onlara haset etmemek gerekir.
“Çünkü hased
(kıskanmak), evvelâ hâsidi (hased eden) ezer, mahveder, yandırır. Mahsud
(kendisine hased edilen kişi) hakkında zararı ya azdır veya yoktur.
Hasedin çaresi:
Hâsid adam, hased ettiği şeylerin akibetini düşünsün. Tâ anlasın ki; rakibinde
olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet; fânidir, muvakkattır
(geçicidir). Faidesi az, zahmeti çoktur.”
[260]
24- Acı ve kötü haberleri
duyurma adabı: eğer acı bir haberi, korkunç bir kazayı, yakın bir akrabanın
vefatını veya buna benzer fevkalade önemli bir olayı haber vermek zorunda
kalırsak, olayı, haber verdiğimiz insana mümkün mertebe nazik bir şekilde bir
ön hazırlıktan sonra duyurmalıyız. Bu tip sarsıcı haberleri alıştıra alıştıra
ve ön hazırlık yaparak söylemekle haberin ağırlığını ve tesirini biraz daha
azaltmış oluruz.
Mesela
birinin vefat haberini bildireceksek ona şöyle diyebiliriz: “haber aldığıma
göre filanca çok ağır hastaymış, hastalığı bir hayli ilerlemişti, duydum ki
vefat etmiş, Allah rahmet eylesin.”
Ardından
meseleyle ilgili ayet ve hadis-i şeriflerden teselli verici sözler
söyleyebiliriz. Mesela; daha önce hasta ziyareti ve cenaze, taziye adabı
başlıklarında verdiğimiz tavsiye ayet ve hadisleri olayı haber verdiğimiz
kişiye söyleyebiliriz.
Bazılarının
yaptığı gibi vefat haberini bildirirken konuya doğrudan girerek, “bugün kim
öldü biliyor musunuz?” veya “bugün filanca öldü”… gibi kabaca söylememeliyiz.
Bilakis ölüm haberini vermeden önce vefat edenin isminin söylenmesi daha
uygundur. Yoksa yukarıdaki gibi, “bugün kim öldü biliyor musunuz?” veya “bugün
filanca öldü” derken, ölüm haberini duyan kişinin aklına ilk anda korkunç
şeyler gelebilir ve bir an, ölen kişinin kendi akrabalarından hasta bulunan
kişilerden birisi olduğunu düşünebilir. Dolayısıyla kullanılan bu üslûp
şiddetli korkulara sebep olabilir.
Onun
için böyle acı haberleri duyurmak zorunda kalırsak, mümkün mertebe hafifleterek
ve yumuşatarak haber vermeliyiz. Uygun vakit ve durumu kollamalı, yemek yerken,
uyumak üzereyken, korkulu anlar yaşarken, hastalık hallerinde veya buna benzer
durumlarda haber verilmemeli.[261]
25- Yürüyüş adabı:
·
Her hal ve hareketimizde
mütevazı olmaya özen göstermemiz gerektiği gibi yürürken de, kibirli kibirli,
kasıla kasıla yürümekten kaçınmalıyız. Böyle bir yürüyüş şekli Kur’an-ı
Kerim’de Rabbimiz tarafından yasaklanmış. “Yeryüzünde
büyüklük taslayarak yürüme. Sen ne yeri yarabilir ne de dağlarla boy
ölçüşebilirsin” (isra suresi:37)
“Gururlanıp insanlardan yüzünü çevirme; yeryüzünde kasılarak yürüme.
Çünkü Allah büyüklük taslayan ve övünenleri sevmez.” (Lokman suresi:18)
- Bilhassa yürürken etrafımıza gelişigüzel, rasgele
bakmamalıyız. Gözümüze istenmeyen görüntülerin değme ihtimalini
olabildiğince azaltmak için ve insanları bakışlarımızla rahatsız etmemek
için işimiz olmadığı halde etrafa gelişigüzel bakınmamalıyız. Efendimiz de
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) “etrafına gelişigüzel bakınmazdı” [262]
- Yürürken ya da durmuş haldeyken, Bir tarafa bakmamız
gerekirse peygamber efendimizin yaptığı gibi yapmalı; bakacağımız tarafa
sadece kafamızı çevirerek değil bütün vücudumuzla dönüp bakmalıyız. Bu
aynı zamanda kendisine bakacağımız kişiye değer verdiğimizi de gösterir. “Efendimiz
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) bakmak istediği zaman, bakacağı tarafa
tamamıyla dönüp bakardı.” [263]
26- Ezan adabı:
·
Ezan okumanın çok büyük
fazileti vardır. “insanlar ezan okumanın
ve birinci safta bulunmanın ne kadar sevap olduğunu bilselerdi, bu iş için sıra
ve yer bulamaz.” [264]
·
Ezanın duyulmayacağı bir
yerde isek namaz için ezan okumalıyız. [265]
·
Ezan okunduğu zaman müezzin
ile beraber tekrar etmek gerekir. [266] Aynı
vakit namazı için okunan bir ezanı tekrarlamak yeterlidir. Tekrarlarken
“hayyeales-salâh” ve “hayyealelfelâh” sözlerine gelindiğinde “la havle vela
kuvvete illâ billâhilaliyyil azîm” denir.
·
Ezandan sonra ezan duasını
yapmak gerekir.[267] Ezan
duası şöyle yapılabilir: “Allâhümme rabbe hâzihiddeavetit-taammeh, ves-saleti’l
kaimeh, âti seyyidenâ muhammeden el-vesîlete vel-fedîleh, vedderaceter-rafietel
âliyeh, ilahî veba’sühü mekamen mahmûdenil-lezî ve atteh, inneke lâ tuhliful
mîad, amin vel-hamdülillâhi rabbil- alemîn.” [268]
27- Hayvanlara karşı şefkatli olmak gerekir. Çevre temizliği.
Konumuzu burada
bitiriyoruz. Fakat şu bilinmeli ki adab-ı muaşeretle ilgili her şeyi alamadık
buraya. Konumuza bir nevi adab-ı muaşeretin temeli diyebileceğimiz hadis-i
şerifle son verelim:
“Muhakkak ki kibarlık ve incelik her nerede bulunursa onu
güzelleştirir,
Her nereden de uzaklaşırsa
(soyutlanırsa) onu çirkinleştirir.”
(Hadis-i şerif)
“gülmeyi çoğaltma ki, gülmenin çoğu kalbi
öldürür.” [269]
[1]
-Tirmizi, kıyame 42.
[2]
-Müslim, iman 93.
[3]
-Allah’ın selamı üzerinize olsun.
[4]
-Allah’ın selamı sizin de üzerinize olsun.
[5]
-Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun.
[6]
-Allah’ın selamı, rahmet, ve bereketi üzerinize olsun.
[7]
-Ebu Davud, Edep 139, Tirmizi, İstizan
15
[8]
-Buhari, istizan 5, 7; Müslim, selam 1.
[9]
-Tirmizi, istizan 31.
[10]
- sahih-i Buhari, k.istizan 27, vıı/135
[11]
- ebu davud, edeb 143
[12]
-sahih-i buhari, k.istizan, 28, vıı/136
[13]
-Malik, muvatta, selam 6.
[14]
-Buhari, istizan 15; Müslim, selam 15.
[15]
-buhari, ilim 30.
[16]
-Müslim, Eşribe 174.
[17]
-Sahih-i Müslim, Birr ve sıla 78.
[18]
- Buhari, İstizan 13, Müslim, Edeb
33.
[19]
- Buhari, istizan 17; Müslim, adap 38.
[20]
-abdülfettah ebû gudde el-kevserî, İslâm adabından demetler (tercüme Dr. Nihat
tosun), s.281.
[21]
-Buhari, edeb 31; Müslim, Lukata 15.
[22]
-Müslim, Lukata 15.
[23]
-Tirmizi, Libas 1; Ebu Davud, Libas 11.
[24]
-Buhari, Libas 1; Müslim ,Libas 42.
[25]
-Ebu davud, libas 1 ; tirmizi, libas 28.
[26]
-Buhari, Cuma 6.
[27]
-Ebu Davud,Libas 41; Tirmizi Libas 37.
[28] -Tirmizi, şemail s.16 (aktaran: M.Asım Köksal, İslam
tarihi, şamil yayınevi, basım yılı 1987; c.18, s.402)
[29]
-Ebu Davud, Edep 139; Tirmizi, İstizan 15.
[30]
- Ebu Davud, Edeb 7.
[31]
-Ebu Davud, edeb 80.
[32]
-Ebu Hanife, Müsned s.36; ibn-i
sa’d, tabakat, c.1 s.378.(aktaran: M.Asım Köksal, İslam tarihi, şamil yayınevi,
basım yılı 1987; c.18, s.398.)
[33]
-Müslim, Selam 31.
[34]
- Ebu Davud, Edeb 21; Tirmizi, Edeb
11
[35]
- ebu davud, edeb 25.
[36]
-Ebu Davud, Edeb 27.
[37]
-Buhari, ilim 30; Ebu Davud, edeb 18.
[38]
- Tirmizi, Birr 48.
[39]
-Buhari, edeb 68; Müslim, istiska 16.
[40]
-Buhari, Rikak 81/23.
[41]
-Tirmizi, iman 8.
[42]
-ahzab suresi:70.
[43]
-kaf suresi:18.
[44]
-Bediüzzaman said nursi, hutbe-i şamiye, 3.kelime, Zehra yayıncılık.
[45]
-hud suresi:112.
[46]
-Tirmizi, tefsiru sure, 56/6 (3293).
[47]
-buhari, edeb, 69; Müslim, birr, 103.
[48]
-Muvatta, Kelam 19, (2, 990).
[49]
-Ebu Davud, Edeb 88, (4991).
[50]
-Ahmed bin Hanbel, Müsned, 2/452.
[51]
- Ebu Davud, Edeb 7.
[52]
-Ebu Davud, edeb 80.
[53]
-Buhari, musâkâ 4, husûmât 4; Müslim, iman 220.
[54]
-Buhari, eyman 1.
[55]
-furkan suresi:72
[56]
-buhari,şehadet, 10; Müslim, iman 143.
[57]
-(Zehra yayıncılık risale-i nur külliyatı, mektubat-baskı:1998 yılı s. 306 )
[58]
-Buhari, nikah 106;Müslim, libas 127.
[59]
-Buhari, iman 24; Müslim, iman 106.
[60]
-Buhari, iman 24; Müslim, iman 107.
[61]
-hucurat suresi:11
[62]
-Müslim, mukaddime, 5.
[63]
-riyazüs-salihîn, hadis no: 1537.
[64] -Ebû Dâvud, Edeb 40, (4874); Tirmizi, Birr 23, (1935);
Müslim, Birr 70 (2589).
[65]
-Suyûti, el-fethü’l-kebîr: 1/84.
[66]
-bediüzzaman said nursi, mektubat, 316.s., Zehra yayıncılık.
[67]
-a.g.e
[68]
-a.g.e
[69]
-a.g.e
[70]
-a.g.e
[71]
- bediüzzaman said nursi, risale-i nur külliyat, Zehra yayıncılık, Mektubat,
9.Mektub.
[72]
-Tirmizi, et’ime, 46.
[73]
-Buhari, et’ime 44; Müslim, eşribe 150.
[74]
- Zadü’l-Mead, ibn-i kayyım el-cevzi, pınar yayınları, terc: Abdi keskinsoy,
baskı: ağustos 1990, c.5, s.173.
[75]
- Ebu Davud, Et’ime 15; Tirmizi,
Et’ime 47.
[76]
- Ebu Davud, Et’ime 14.
[77]
- Ebu Davud, Et’ime 17 ; Tirmizi,
Et’ime 12.
[78]
-Buhari, Et’ime 21; Müslim, Eşribe 187
[79]
- Müslim, Eşribe 136.
[80]
- Müslim, Eşribe 105.
[81]
-Tirmizi, Zühd 47; ibn-u mace, Et’ime 50.
[82]
-Müslim, Eşribe 179.
[83]
-Müslim, Nikah 106.
[84]
-Buhari, et’ime 13.
[85]
-Tirmizi, eşribe 13.
[86]
-Tirmizi, eşribe 13,15.
[87] -Ebu
Davud, sünen c.3, s.346; tirmizi, şemail s.31; Bağavi, mesabihis-sünne c.2,
s.80; Kastalani, mevahibül-ledüniyye c.1, s.419. (aktaran: M.Asım Köksal, İslam
tarihi, şamil yayınevi, basım yılı 1987; c.18, s.400.)
[88]
-Buhari, eşribe 24; Müslim, eşribe 136.
[89]
-Tirmizi, eşribe 20.
[90]
- Müslim, eşribe 13.
[91]
-Müslim, Eşribe 107,108; Buhari,
et’ime 2.
[92]
-Taberi, tarih c.2, s.217; ibn-i kesir, sîre c.1, s.457-459.(aktaran: peygamberimizin
hayatı, Salih Suruç, nesil yay. Ekim 2008, c.1, s.253.)
[93]
-Buhari, Buyu 21; Müslim, Eşribe 138.
[94]
-Buhari, tıb 58.
[95]
- Buhari, et’ime 2; Müslim, eşribe 107,108.
[96]
- Buhari, et’ime 2; Müslim, eşribe 107.
[97]
-Ebu Davud, Libas 1; Tirmizi, deavat 56.
[98]
-Zadü’l-Mead, ibn-i kayyım el-cevzi, pınar yayınları, terc: Abdi keskinsoy,
baskı: ağustos 1990, c.5, s.168.
[99]
- Müslim, eşribe 13.
[100]
-Ahmed bin Hanbel-Müsned, c.5, s.76; tirmizi, sünen c.4, s.259-260 (aktaran:
M.Asım Köksal, İslam tarihi, şamil yayınevi, basım yılı 1987; c.18, s.409.)
[101]-Tirmizi,
sünen, c.5 s.508; Ahmed ibn-i Hanbel, müsned, c.3 s.32; Ebu Davud, sünen, c.2
s.366; ibn-i mace, sünen, c.2 s.1092. (aktaran: M.Asım Köksal, İslam tarihi,
şamil yayınevi, basım yılı 1987; c.18, s.403.)
[102]- Zadü’l-Mead,
ibn-i kayyım el-cevzi, pınar yayınları, terc: Abdi keskinsoy, baskı: ağustos
1990, c.5, s.173.
[103]- Tirmizi,
eşribe 13.
[104] - Buhari,
eşribe 16; Müslim, eşribe 113,116; Tirmizi, eşribe 12.
[105]
-Buhari, eşribe 26; Müslim, Eşribe
123.
[106] - Tirmizi,
eşribe 13.
[107] - Buhari,
hac 76; Müslim, Eşribe 117.
[108] - Zadü’l-Mead,
ibn-i kayyım el-cevzi, pınar yayınları, terc.: İbrahim Türklü, Abdi keskinsoy,
baskı: ocak 1989, c.1, s.116.
[109]
-Buhari, mevakit 26; Müslim, mesacid 215.
[110]
-Müslim, müsafirîn 96.
[111] -Ebû Dâvud, İlm 13.
[112] -Tirmizî, Daavât 80.
[113] -Tirmizi,
Edeb 21.
[114] -Müslim,
Libas 74; Ebu Davud, Edeb 36; Tirmizi, Edeb 20.
[115] -Buhari,
deavat 7.
[116] -Buhari, Vudu 75; Müslim, Zikir 56;
Buhari, Deavat 5.
[117] - Buhari,
deavat 12; Buhari, Fedail’ül-Kur’an 14.
[118]
-Buhari, Vudû 25,26; Muvatta, Taharat 2.
[119] -Buhari,
Vudû 26; Muvatta, Taharat 2.
[120] - Buhari,
Vudu 75; Müslim, Zikir 56.
[121] - İbnu Mace, Sıyam, 22.
[122]
-Buhari, isti’zan 49; ibn-i mace, edeb 46.
[123]
-Buhari, vudû 75; Müslim, zikir 56.
[124] -Müslim, Birr 74.
[125]
-Müslim, Eşribe 174.
[126] -Müslim,
mesacid 284.
[127]
-Buhari, ezan 92; Tirmizi, Cuma 59.
[128] - Buhari,
ezan 93.
[129] - Muvatta,
Kasr’us-Salat 72.
[130]
-Müslim, tehara 7.
[131] -
Buhari,
ezan 30; Müslim, mesacid 249.
[132]
-ebu davud, Salat 46.
[133]
-Müslim, mesacid 151.
[134]
-Buhari, iydeyn 24.
[135]
-Buhari, ezan 72-76.
[136]
-Ebu Davud, salat 93,98.
[137]
-Ebu Davud, salat 98.
[138] - Ebu
Davud, salat 94; İbn-i mace, ikamet 55.
[139]
-Ebu Davud, salat 93.
[140] - Buhari,
ezan 9; Müslim, salat 129,130.
[141]
-Müslim, müsafirin 97.
[142]
-Buhari, rikak 38.
[143]
-Buhari, ezan 53; Müslim, salat 114.
[144]
-Müslim, mesacid 67.
[145]
-Müslim, cenaiz 97.
[146]
-Müslim, müsafirin 63.
[147]
-Buhari, deavat 22; Müslim,zikir 90.
[148]
-furkan suresi: 77
[149]
-Buhari, deavat 21; Müslim, zikir ve dua 7,8,9.
[150]
-Müslim, zikir ve dua 10.
[151]
-Müslim, zikir ve dua 23.
[152]
-Buhari, cihad ve siyer 131, megazi 38, deavat 50,67, kader 7, tevhid 9;
Müslim, zikir ve dua 44.
[153]
-Müslim, zühd 74.
[154] -SÖZLER-26.sözün
zeyli, MEKTUBAT-29.mektubun 9.kısmının zeyli.
[155] -Risale-i nur külliyatı, Zehra yayıncılık, 2004 baskı,
Kastamonu Lahikası, s.107.
[156] -Müslim,
zikir 86-88; Tirmizi, birr 50; Ebu Davud, vitr 29.
[157]
-bkz. Ebu Davud, edeb 100; ibn-i mace, dua 14; müsned 2/25.
[158]
-bakara suresi:201.
[159]
-bkz. Buhari, deavat 22; Müslim, zikir 90-91.
[160]-Mektubat,
23. mektub.
[161] - Müslim,
tahara 1.
[162] -Buhari, Cumua 12.
[163] -Bu
Mürseli Mâlik (şa’ar no:7, S.949), an Zeyd b. Eslem An Ata senediyle tahric
etti. İbn Abdilberr bu manada hadisin Cabirden mevsul olarak geldiğini
söylemiştir.
[164] -Buhari,
Cuma 8; Müslim, taharet 42.
[165] -Nesai,
taharet 49.
[166] - prof.
Dr. Vehbe Zuhayli, İslam fıkhı ansiklopedisi, feza yayıncılık, baskı yılı:
1994, c.1,s.217-222.
[167] -Buhari,
Vudû 26; Muvatta, Taharat 2.
[168] -Buhari,
Vudû 26; Muvatta, Taharat 2.
[169]
-Buhari, Vudû 25,26; Muvatta, Taharat 2.
[170] -
İbn-İ Mace, Tahara 26; Ahmed Bin Hanbel, Müsned II 326; Buhari, Vudû 55;
Müslim, Taharat 111.
[171]
-Buhari, iman 2.
[172]
-Buhari, gusl 1; Müslim, hayz 37.
[173]
-Buhari, gusl 1, 9, 15; Müslim, hayz 35; Muvatta, tahârat 67.
[174]
-Prof. Dr. Vehbe Zuhayli, İslam fıkhı ansiklopedisi, feza yayıncılık, baskı
yılı: 1994, c.1,s.287.
[175] - Prof.
Dr. Vehbe Zuhayli, İslam fıkhı ansiklopedisi, feza yayıncılık, baskı yılı:
1994, c.1,s.286.
[176] -Buhari,
Vudû 9; Müslim, hayız 122.
[177]
-Nevevî, el-ezkâr s.28.
[178] - Buhari,
Vudû 55; Müslim, Taharat 111.
[179] - İbn-İ
Mace, Tahara 26; Ahmed Bin Hanbel, Müsned II 326.
[180]
-Buhari, iman 2.
[181]
-Buhari, megazi 79; Müslim, Tevbe 53.
[182] - Ebu Davud, cihad 80.
[183] - Müslim, imara 184.
[184]
-Ebu Davud, Cihad 72.
[185]
-Ebu Davud, Vitir 29; Tirmizi, Birr 7.
[186]
-Müslim, Zikir 54.
[187]
-Buhari, Umre19; Müslim, İmare 179.
[188] -Buhari,
umre: 12; Ebu Davud, Cihad: 72.
[189]
-Buhari, taksir 4; Müslim, hac 423.
[190] - Müslim, Birr 40.
[191]
-Buhari, cihad 171.
[192]
-Buhari, Tevhid 31.
[193] -bakara
suresi:155–157.
[194]
-Müslim, Cenaiz 1.
[195] -Tirmizi,
cenaiz 2.
[196]
-Buhari, cihad 171.
[197]
-Buhari, cenaiz 59; Müslim, Cenaiz 52.
[198]
-Ebu Davud, cenaiz 56.
[199]
-Ebu Davud, cenaiz 56.
[200]
-Ebu Davud, cenaiz 9.
[201]
-Müslim, Cenaiz 7.
[202] -Buhari,
Cenaiz 32; Müslim, Cenaiz 11.
[203]
-bakara suresi-157.
[204]
-Tirmizi, cenaiz 36.
[205] - Müslim,
Cenaiz 104.
[206] - Müslim, birr 2; Buhari, edep 2.
[207]
-Müslim, Itk 25.
[208]
-Buhari, şehadât 10; Buhari, eyman ve-n nüzür 16; Müslim, iman 143.
[209]
-Müslim, fezailüs-sahabe 74, 75, 78; Buhari, Menakıb’ü-l ensar 20.
[210]
-Müslim, birr 11.
[211]
-Buhari, Edeb 15.
[212]
-Müslim, Birr 22.
[213]
-Tirmizi, zekat 26.
[214]
-Tirmizi, birr 6.
[215]
-Bediüzzaman said nursi, Mektubat 21. Mektup.
[216] - Taberi,
tarih c.2, s.217; ibn-i kesir, sîre c.1, s.457-459.(aktaran: peygamberimizin
hayatı, Salih Suruç, nesil yay. Ekim 2008, c.1, s.253.)
[217]
-Buhari, istizan 7.
[218]
-Ebu Davud, edeb 58; Tirmizi, birr 15.
[219]
-Buhari, cizye 12; Müslim, Kasame 1.
[220]
-Müslim, rüya 19; Buhari, cizye 12; Müslim, kasame 1.
[221]
-abdülfettah ebû gudde el-kevserî, İslâm adabından demetler (tercüme Dr. Nihat
tosun), s.291-292.
[222] - Buhari, edeb 28; Müslim, birr 140.
[223] - Buhari, edeb 28; Müslim, birr 140.
[224]
-Buhari, nikah 80; Buhari, edeb 31, 85; Buhari, rikak 23; Müslim, rada’ 60;
[225]
-Müslim, zikir 38.
[226]
-Buhari, hibe, 1; Müslim, zekat, 90.
[227]
-Buhari, edebü’l-müfred s.39-40 (aktaran: M.Asım Köksal, İslam tarihi, şamil
yayınevi, basım yılı 1987; c.18, s.409. )
[228] - Buhari,
ezan 93.
[229]
-Buhari, sulh 11; Müslim, zekat 56.
[230]
-Ebu Davud, libas 24; tirmizi, isti’zan 27.
[231]
-şerhu divani’l-mütenebbî: 2/11.(aktaran: Zehra yayıncılık risale-i nur
külliyatı, mektubat-baskı:1998 yılı s. 304 )
[232] - Bediüzzaman
said nursi, Mektubat, 304.s. Zehra yayıncılık.
[233]
-Buhari, edeb 57, 62; Buhari, istizan 9; Müslim, birr 23, 26; Ebu Davud, edeb
47.
[234]
-Müslim, iman 147.
[235]
-Buhari, enbiya 54; Müslim, libas 49.
[236]
-Müslim, birr 72.
[237]
-Buhari, vudu’ 58.
[238] - Buhari,
enbiya 54; Müslim, cihad 105.
[239]
-bediüzzaman said nursi, risale-i nur külliyat, mesnevi-i Nuriye(katre bölümü),
Zehra yayıncılık, baskı yılı 1998, s.70.
[240]
-Buhari, Mezalim ve gasb 10.
[241]
-Buhari, talak 25.
[242] - Buhari,
nikah 72; Müslim, nikah 107.
[243]
-Müslim, zikir 38.
[244] - Müslim,
birr 69.
[245]
-Müslim, birr 56.
[246] - Ebu Davud, Edeb 7.
[247]
-Ebu Davud, edeb 80.
[248]
-Müslim, birr 125.
[249] -Vâkıdi, Megazi c.2 s.448.(aktaran: M.Asım
Köksal, İslam tarihi, şamil yayınevi, basım yılı 1987; c.18, s.439)
[250]
-Müslim, fezailüs-sahabe 145.
[251]
-Nesai, taharet 4.
[252]
-Buhari, sulh 11; Müslim, zekat 56.
[253] - Müslim,
birr 144.
[254]
-Buhari, menakıb 23; Müslim, eşribe 177.
[255]
-Müslim, zikir 39.
[256]
-Tirmizi, ilim 2.
[257]
-Buhari, rikâk 1.
[258]
-Âdâbu’l Müslim-müslümanın günlük görgü kuralları, davetü’l-hak yayınevi, baskı
yılı 2004, s.105.
[259]
-Âdâbu’l Müslim-müslümanın günlük görgü kuralları, davetü’l-hak yayınevi, baskı
yılı 2004, s.105.
[260]
-Bediüzzaman Said Nursi, risale-i nur külliyat, Zehra yayıncılık, Mektubat,
22.Mektub.
[261] - abdülfettah
ebû gudde el-kevserî, İslâm adabından demetler (tercüme Dr. Nihat tosun),
s.305-306.
[262]
-ibn-i sa’d, tabakat, c.1, s.422; Tirmizi, şemail, s.5; Kad-ı iyaz, şifa, c.1
s.118. (aktaran: M.Asım Köksal, İslam tarihi, şamil yayınevi, basım yılı 1987;
c.18, s.415.)
[263] - ibn-i
sa’d, tabakat, c.1, s.422; Tirmizi, şemail, s.5; Kad-ı iyaz, şifa, c.1 s.118.
(aktaran: M.Asım Köksal, İslam tarihi, şamil yayınevi, basım yılı 1987; c.18,
s.415.)
[264] - Buhari,
ezan 9,32; Müslim, salat 129.
[265]
-Buhari, ezan 5.
[266]
-Buhari, ezan 7; Müslim, salat 10.
[267] - Buhari,
ezan 8.
[268]
-Buhari, ezan 8.
[269]
-Ahmed bin Hanbel, Müsned, c.2, s.310; Tirmizi, sünen, c.4, s.55. (aktaran:
M.Asım Köksal, İslam tarihi, şamil yayınevi, basım yılı 1987; c.18, s.460.)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar