Print Friendly and PDF

Adab Bu

 


M. Konyar

ADAB-I MUAŞERET

Âdab: dinin gerekli kılıp, aklın da hoş gördüğü Allah rızasına uygun, zâhiri ahlak olan hareket ve sözlerin hepsidir.

Âdab-ı Muaşeret: insana toplumsal hayatla olan münasebetlerini kolay, münasip ve hoş bir şekilde yerine getirmesini öğreten bir sanattır.

Toplumsal hayatta bize lazım olacak adab-ı muaşeret kaidelerini burada başlıklar altında kısaca sıralamaya çalıştık. Bunlara dikkat ettiğimiz takdirde göreceğiz ki hayatımız daha güzel ve rahat geçecektir inşaallah. Okurken de fark edeceğiz ki adap diye bahsettiğimiz şeylerin hemen hemen hepsi peygamber efendimizin (salla'llâhü aleyhi ve sellem) hayatından alınan örneklerdir. Bir kısım adabın kaynağı olan hadis-i şerifleri buraya aldık. Kitapçığımızın hacmini çok kabartacağından dolayı bir kısım adap kaidelerinin kaynağı olan hadis-i şerifleri yazmadık.

Ayrıca buraya aldığımız bazı adap kaideleri (örneğin taziye…) belki hemen lazım olmaz fakat daha sonra lazım olacağından dolayı şimdiden bilgi sahibi olmamız faydalı olacaktır.

1-SELAMLAŞMA VE MUSAFAHA (TOKALAŞMA)  ADABI:

 

1-     Aranızda selamı açıktan söyleyerek yayınız.”(hadis-i şerif meali)[1]

2-     …Yaptığınız takdirde sizin birbirinizi seveceğiniz bir şeyi söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız.” (hadis-i şerif meali) [2]

3-     Selam vermeyle ilgili ayete bakarsak nasıl selam verilip, alınacağını görürüz:

“bir selamla selamlandığınız vakit, siz ondan daha güzeli ile selamı alın yahut aynıyla karşılayın…” (nisa suresi:86)

Aynısıyla karşılamanın ne olduğu açıktır. Örneğin biri bize “esselamü aleyküm [3]” derse ona karşı “Ve aleyküm selam [4]” diyerek karşılık verebiliriz.

Daha güzeli ile selamlamak nasıl olmalı?

Biri bize “esselamü aleyküm” derse, cevabında “rahmet” kelimesi eklenerek “aleyküm selam ve rahmetullah” denilebilir. Yine biri bize “esselamü aleyküm ve rahmetullah[5]” derse, “berakât” kelimesini ekleyerek : “aleyküm selam ve rahmetullahi ve berakâtüh[6]” denerek karşılık verilebilir. Selam veren, selâm, rahmet ve berekât kelimelerinin üçünü birden söylerse, ona da aynıyla cevap verilir. Daha fazlası yok.

Unutmamalıyız ki selam alıp vermek, aslında karşılıklı dualaşmaktır. Selamların anlamlarını aşağıda dipnotta verdik.

4-     Müminlerin toplu olarak bulunduğu herhangi bir yere girildiğinde orada bulunanlara selam vermeliyiz.

5-     Selama anında icabet edilmelidir. Aradan uzun müddet geçtikten sonra almak uygun değildir.

6-     Yine, bulunduğumuz bir topluluktan ayrılırken selam vererek ayrılmalıyız.  Ebu Hureyre (r.a.) Resulullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet etti: “sizden biriniz bir meclise vardığında selam versin. Ayrılırken de selam versin zira meclise gelişte verilen selam, ayrılırken verilen selamdan daha evla değildir. (İkinci selam da birincisi kadar mühimdir.)”[7]

7-     Karşılaşan iki kişiden küçük olanın büyüğe, az olan grubun çok olana, yürüyenin oturana, vasıta üzerinde bulunanın yaya olana önce selam vermesi gereklidir.[8]

8-     Eve girerken ve çıkarken de selamı ihmal etmemeliyiz. Evde bulunanları da (anne-baba, kardeş, çocuk..) buna alıştırmalıyız. Şayet evde kimse yoksa o vakit; “esselâmu aleyna ve alâ ibadillahis-salihîn” ( bize ve Allahın Salih kullarına selam olsun) diye selam vermeliyiz. Rabbimiz (c.c.) bu konuda şöyle buyuruyor: “Evlere girdiğiniz vakit, Allah tarafından bolluk, bereket ve esenlik dileyerek, birbirinize mutlaka selam verin…” (Nur suresi:61)

9-     Selam verirken işaretle vermek caiz değildir. Selamdaki lafzı (kelimeyi, sözü) söylemek lazımdır. Aradaki mesafe uzak ise yahut araba ile gidiliyorsa; uzaktaki şahsa veya bir diğer arabadakilere elle işaret edilirken veya korna çalınırken, selamdaki lafzı da söylemek lazımdır. Bize bu şekilde verilen selamı alırken biz de selam lafızlarından biriyle karşılık vermeliyiz.

10-  Selamlaşmadan sonra iki elle sıkarak musafaha (tokalaşma)  edilir. Musafaha etmek insanlar arasında sevgi ve saygıyı arttıran sünnetlerdendir. Kucaklaşma ise, uzun yoldan gelenler veya çoktandır görüşmeyenler içindir. Bu kucaklaşma birbirine haram olan kimseler (namahremler) arasında olamaz. Bununla beraber saygı maksadıyla herhangi bir kimsenin önünde rükû eder gibi veya baş eğerek eğilmek dinimizde caiz değildir.[9]

Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ashabıyla karşılaştığı zaman, Cuma ve bayram namazlarından sonra, özellikle de tebrikleşirken musafaha eder[10]. Ve bir hadis-i şerifinde şöyle der: “iki Müslüman karşılaştığı zaman, birbirleriyle musafaha edip, aziz ve celil olan Allah’tan birbirleri hakkında af talep ederlerse, daha yerlerinden ayrılmadan Cenab-ı hak ikisinin de günahlarını affeder.”[11]

Sahabe efendilerimiz, peygamber efendimizin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu tavsiyesini uygulamışlardır. Hatta bu güzel adet zamanımıza kadar da uygulanmıştır. Ancak musafahanın, bugün hâlâ İslamî özelliğini muhafaza ettiğini söylememiz mümkün değildir. Çünkü asr-ı saadetteki şekli, iki elle tutuşarak olduğu halde[12]  bugün tek elle olan şekliyle yaygın olduğu gibi, çoğu kez hayır duanın da ihmal edildiğini görmekteyiz. İslam’da namahrem bayanlarla musafaha etmek yasak olmasına rağmen bunun da bazen ihmal ediliyor olması, bu hususta, dinî hassasiyetten kısmen de uzaklaşıldığı fikrini vermektedir.

11-  Selam verirken, insanları “bu adam ayakkabı boyacısı”, “ bu kişi çöpten çöp, kâğıt… toplayan birisidir”, ya da ”bu sıradan bir insandır” …gibi düşüncelerle ayırıp selam vermezlik etmemeliyiz. Mümkün olduğunca ayırım yapmadan, herkese selam vermeliyiz. Bu aynı zamanda söz konusu kişilere değer verdiğimizi de gösterir ve onları da sevindirir. Bu konuda sahabe efendilerimizden Tufeyl ibn-i ubey ibn-i ka’b, Hz. Ömer’in (r.a.) oğlu Abdullah ibn-i ömer’le ilgili şöyle der: “Abdullah ibn-i Ömer’e gelir, onunla birlikte çarşıya çıkardım. Biz çarşıya çıkınca Abdullah ibn-i Ömer eski eşya satan, değerli eşya satan, yoksul veya herhangi bir kimseye uğrasa mutlaka selam verirdi…” [13]

12-  Çocuklara da selam vermeyi ihmal etmemeliyiz. Onlara selam vermeyi önemsiz görmeyelim, çünkü hem çocuğun dinî eğitimine katkısı olur hem de onları sevindirir. Önemsendiklerini hissettirir. “Enes (r.a.) çocuklara rastladığı zaman onlara selam verir ve Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) böyle yapardı, derdi.” [14]

13-  Bilhassa kalabalık bir topluluğa selam vereceğimiz vakit, selamı topluluktaki herkese duyurmak için sesimizi çok yükseltip bağırmaya gerek yok. Selamı hareket halinde 3 kez tekrarlayabiliriz.[15]

14-  Selam verirken ortamda uyuyan, hasta olan ya da sesimizden rahatsız olacak birileri var mı diye dikkat ederek selam vermeliyiz. Örneğin; apartmanlarda ses çok yankılanır. Bundan dolayı apartman dairesinin giriş kapısında durarak evdekilere yüksek sesle selam vererek komşuları rahatsız etmekten kaçınmalıyız. Komşularımızın hastaları, yaşlıları, uyuyan çocukları olabilir. Bunlar olmazsa bile yüksek sesten rahatsız olabilirler. “Bu konuda Efendimiz’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tavrı nasıl olmuştur?” ona bakalım.

Sahabenin ileri gelenlerinden Miktad ibn-i esved (r.a.) şöyle anlatır: “peygamber efendimize (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir miktar süt ayırarak kaldırırdık. Geceleyin gelir, uyuyanları uyandırmayacak, ancak uyanık olana duyurabilecek kadar bir sesle selam verirdi.” [16]

 

Selamla İlgili Bilinmesi Gereken Hükümler:

1-     Selam vermek sünnettir fakat Selam verene icabet etmek (karşılık vermek) farzdır. Terk etmek (verilen selamı almamak) ise zarardır ve haramdır.

2-     Selama icabet topluluk içerisinde farz-ı kifayedir.  İçlerinden birisi icabet ederse diğerlerinden düşer. Fakat ikram ve muhabbet kasdıyla hepsinin icabet etmesi daha güzeldir.

Selamlaşmanın Caiz Olmadığı Yerler:

          Temiz ve uygun olmayan yerlerde selam almak da vermek de caiz değildir. Caiz olmayanlar aşağıda sıralanmıştır:

1-     Hamamda bulunanlara tesettüre riayet ettiğinde verilir. Değilse verilmez.

2-     Günaha sebep olan yahut bizzat günahla meşgul olanlara da o anda selam verilmez. Örneğin: kumar oynayana…

3-     Banyoda ya da tuvalette olana da selam verilmez, verildiyse de alınmaz.

4-     Kur’an okuyan, hadis rivayet eden ve ilim müzakeresinde bulunan, vaaz eden kimselere de, hayırlı işin kesilmesine sebep olacağı için selam verilmez.

5-     Selamı alamayacak durumda olanlara da selam verilmez. Örneğin Yemek yiyen, Ezan okuyan, kamet getiren ve namaz kılan kimselere selam verilmez. Dolayısıyla bu durumdayken verilen bir selamı almamanın sorumluluğu da yoktur.

 

2. EVE (Odaya, Asansöre…) GİRİŞ-ÇIKIŞ ADABI:

1-     Eve girerken veya evden ayrılırken kapıyı hızlıca çarparak kapatmamalıyız veya kendiliğinden de olsa hızlıca kapanacak şekilde bırakmamalıyız. Bilakis onu elimizle ve hafifçe kapatırsak daha iyi olur. Bu duruma bir odaya ya da asansöre… v.b giriş-çıkışlarda da dikkat etmek gerekir.

Efendimizin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Sahih-i Müslim’de geçen şu hadis-i şerifini hatırlayalım: “Muhakkak ki kibarlık ve incelik her nerede bulunursa onu güzelleştirir, her nereden de uzaklaşırsa (soyutlanırsa) onu çirkinleştirir.”[17]

2-     Eve girildiğinde ya da evden çıkıldığında aile efradından kim olursa kadın erkek herkese Allahın selamıyla selam vermek gerekir.

3-     Evinize girerken, içeridekileri gelişinizden haberdar ediniz ki, sizin gelişinizden, aniden ortada görünmenizden korkuya kapılmasınlar veya sizi eve giren kötü niyetli bir yabancı sanmasınlar. Sahabeden Abdullah ibn-i Mes’ud’un oğlu Ebu Ubeyde künyeli Âmir der ki; “babam Abdullah ibn-i Mes’ud eve gireceği zaman, içeride bulunanlara gelişini haberdar eder veya onlara kim olduğunu belli edecek derecede sesini yükselterek konuşurdu.”

Bununla beraber eve girerken öksürerek, ayakları yere biraz daha sert vurarak ya da varsa kapı zilini çalarak… v.b içeridekileri haberdar edebiliriz. Bilhassa, evin / mekânın anahtarı bizde varsa ve kapıyı kendi anahtarımızla açmışsak evdekileri geldiğimizden haberdar etmeliyiz.

4-     Ev halkından birileri evde (ya da odada) uygun olmayan bir durumda olabilir. Bundan dolayı aileden bazıları evde kendi özel odasında iken, eğer onu hoşlanmayacağımız bir durumda görmek istemiyorsak, bulunduğu odaya girmek istendiğinde, girmeden önce izin istemeliyiz. İçerideki kişi isterse eş, anne, baba, kardeş olsun. Kim olursa olsun izin istemeye dikkat etmek gerekir.

5-     İzin istemenin şekli ve kapı (zil) çalma adabı: kapıyı çalan birinin bulunduğunu hissettirecek kadar hafif ve kibar çal. Kaba ve zorba insanların yaptığı gibi, içeridekileri korkutacak şekilde sert ve hızlı çalma. Burada anlattığımız şekilde kapıyı hafifçe çalma, içeridekilerin kapıya yakın olmaları halindedir. Yakın olmayanlar için veya hafif çalmayı duymayacak kadar uzakta olanlar için ise, içerdekileri ürkütmeyecek, korkutmayacak şekilde, kapının çalındığını işittirecek kadar bir sesle çal. Daha önce aktardığımız hadis-i şerifi hatırlayalım : “muhakkak ki kibarlık ve incelik her nerede bulunursa onu güzelleştirir, her nereden de uzaklaşırsa (soyutlanırsa) onu çirkinleştirir.”

6-     Kapı (kapı zili) çalmada bekleme süresi: kapıyı veya kapı zilini çalarken, her iki çalma arasında biraz beklemek gerekmektedir. Bu bekleme süresi:

* abdest alanın acele etmeden abdestini alabileceği,

* yemek yiyenin de acele etmeden lokmalarını yutacağı kadar bir süre,

* ya da içerdeki şahsın yeni namaza başlamış olabileceği ihtimalini göz önüne alarak, 4 rekâtlık bir namazın tamamlanması için gerekli zaman (örneğin 2-3 dakika) kadar olarak tercih edilebilir. Artık bunları göz önüne alarak tahmini bir bekleme süresi belirleyebiliriz kendimize.

Konuyla ilgili efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) bir hadis-i şerifte şöyle buyuruyor: “sizden biriniz üç defa izin ister de izin verilmezse geri dönsün.”[18] 

Kapıyı çalıp ta izin verilmesini beklerken, yönünü açılacak kapıya doğru dönük olarak, kapı açıldığında içerisini görebilecek bir konumda beklemek uygun değildir. Kapının ya sağına ya da soluna yönelmiş olarak durmak daha iyi olur. Aksi halde kapı ilk açıldığında görülmesi uygun olmayan ve ev sahibini de rahatsız edecek görüntülere gözümüz ilişebilir.

7-     Birisinin kapısını çaldığında ve içeriden “kim o ?” denildiğinde ismini açık bir ifade ile ve herkesçe bilinen şekliyle söylemek gerekir. “benim” veya “birisi” ya da “bir Allah kulu” gibi içeriden soranların ayırt edemeyeceği ve kapıyı çalanın kim olduğunu bilemeyeceği bir şekilde söylememeliyiz. Sesimizin içerdekiler tarafından bilinip tanınacağına da güvenmemeliyiz. Çünkü sesler, ses tonları, sedalar birbirine benzeyip karışabilir. Sonra içerde bulunan herkes sesimizi ve diğer özelliklerimizi bilemeyebilir; ayırmayabilir. Kulak sesleri ayırt etmede şaşırıp hata edebilir. Sahabe efendilerimizden Cabir ibn-i Abdullah şöyle rivayet etmiştir:  “Bir gün peygamber efendimize (salla’llâhü aleyhi ve sellem) geldim ve kapıyı çaldım. Efendimiz; “kim o ? “ dedi. “ ben” diye cevap verdim. Efendimiz bu cevabımı kınarcasına; “ben, ben ! ?” diye söylendi.” Onun için sahabe efendilerimiz, peygamber efendimiz kendilerine “kim o ?” diye seslendiğinde isimlerini söylerlerdi.[19]

Yaşanmış Şöyle bir olay var: “Ebu Nuaym, şaka ve eğlenmeyi seven birisidir. Adamın biri Ebu Nuaym’ın kapısını çalar. Ebu Nuaym içerden; “kim o?” der. Kapıyı çalan da “ben” der. Ebu Nuaym; “ben de kim?” diye yeni bir soru yöneltir. Adam; “âdem (a.s) oğullarından biri,” diye cevap verince, Ebu Nuaym dışarı çıkarak adamı hasretle kucaklar, öper ve ona ; “hoş geldin! Safalar getirdin! Ben de onun neslinden hiç kimsenin kalmadığını zannederdim,” der.

8-     Eve girerken ayakkabılarımızı ayakkabılığa çıkarmalı ve düzgün bir şekilde koymalıyız. Rasgele oraya buraya atmamalıyız. Ayakkabı giyip çıkarmanın da bir adabı vardır; ayakkabı giyerken önce sağ ayakkabıyı giymeliyiz, çıkarırken de önce sol ayakkabıyı çıkarmalıyız. Peygamber efendimiz böyle yaparmış. Ayrıca kendi evimize veya başkalarının evine girmeden önce ayakkabılarımızı kontrol etmeli, eğer yolda bir pislik veya herhangi bir şey bulaşmışsa o pisliği gidermeliyiz.

9-     Ev halkıyla muhatap olunacağından dolayı, ağız kokusuyla onları rahatsız etmemek için eve girmeden önce ya da girer girmez dişler ve ağız misvaklanır, yıkanır veya bir şekilde rahatsız ediciliği giderilir.

3. MİSAFİRLİK ÂDABI

      a) Ev Sahibinin Uyması Gereken Adaplar:

1-     Ev sahibi giyim kuşamına özen göstermelidir. Mümkün olduğunca misafiri yatak giysisiyle ve eşofman tipi giysilerle karşılamazsa daha iyi olur. Bu hal, misafire verilen değerin işaretidir.

2-     Misafire güler yüz gösterip onu tatlı ve yumuşak bir dille karşılayıp selamlamalıyız.

3-     Misafirlerin istirahat etmeleri ve ev sahibinin yanında gideremeyecekleri meşru ihtiyaçlarını yerine getirmeleri için bir süre misafirler yalnız bırakılmalıdır.

4-     Misafirin abdestten sonra elini yüzünü kurulaması için veya yemek öncesi ve sonrası yıkadığı ellerini silmesi için getireceğimiz havlunun temiz olmasına ve mümkünse önceden kullanılmamış olmasına dikkat etmeliyiz.

5-     İstediği zaman kullanabilmesi ve sürebilmesi için güzel koku, kendine çeki düzen vermesi için de ayna imkânı sağlamak güzel bir davranış olabilir.

6-     Temizlik için kullanacağı eşyaların temiz olmasına dikkat edilmeli. Misafir tuvalete girmeden önce yabancı birinin veya misafirin görmesi hoş olmayan şeyleri ortadan kaldırmak, temizliği ve düzenliliği sağlamak gerekir.

7-     Misafire şevkle ve özenerek hizmet etmek gerekir. Onunla olan güzel ve samimi arkadaşlığımız, ona olan sevgimiz bizi ona karşı hürmette gevşekliğe ve seviyesizliğe itmemeli.

8-     Misafiri bekletecek kadar uzun bir süre yanından ayrılmamalıyız.

9-     Misafire maddi durumumuza çok da sıkıntı vermeyecek ölçüde yapılabilecek en iyi şekilde yemek hazırlamalıyız.

10-  Yemeği mümkünse önceden hazırlamalıyız, değilse çok sessiz bir şekilde hazırlamaya dikkat etmeliyiz.

11-  Yemeğe, “buyurmaz mısınız, yemez misiniz” şeklinde tatlı ve yumuşak bir sesle davet etmeliyiz.

12-  Ev sahibi misafiri sofrada yalnız bırakmamalı. Tok ise yine de azar azar yemek şeklinde de olsa misafire eşlik etmesi iyi olur. Misafir sofrada tek kalırsa utanıp rahatlıkla yemek yemeyebilir. Ev sahibi aynı şekilde misafirle beraber sofraya oturduysa, bu durumda da misafirin yalnız kalmaması için erkenden kalkmamaya dikkat etmeli.

13-  Misafirin yemek esnasında iken varsa istekleri yerine getirilmeli, yoksa memnuniyetleri arttırılmalıdır. Fakat devamlı olarak yemesi hususunda ısrar edilmemelidir.

14-  Misafire hizmeti ev sahibinin kendisinin yapması En güzelidir.

15-  Misafiri uğurlarken yine güler yüzle ve yumuşak bir şekilde davranarak uğurlamak gerekir.

16-  Misafir eğer gece orada yatacaksa ev sahibi kıbleyi ve helâyı göstermelidir. 

 

b) Misafirin Uyması Gereken Âdaplar:

1-     Misafir geleceği zamanı önceden bildirmelidir.

2-     Ziyaret talebi (isteği) kabul edilmediğinde uyulması gereken adap: birini önceden randevu almadan ziyaret ettiğinizde veya randevulu gittiğiniz halde ziyaretinizi kabul edemeyip sizden özür dilediğinde, özrünü kabul edin ve onu mazur görün. Çünkü onun evinin durumunu, içinde bulunduğu hali en iyi bilen odur. Belki de o anda özel bir durumu veya o anda sizi karşılayıp ağırlayamayacağı bir sıkıntısı ortaya çıkmış olabilir. Bu durumda özür dileyip bu ziyareti kabul etmemek söz konusu muhatabın en doğal hakkıdır. Büyük bir âlim olan imam-ı malik şöyle demiştir: “ziyaretine gelmiş insanlara karşı özür dilemeyi her insan beceremiyor ve karşısındakine hayır diyemiyor. Onun için eskiden büyük insanların terbiye edep anlayışları gereği, ziyaret için izin istediklerinde, ziyaret edecekleri kişiye özür yolunu açmak için; “belki bir işiniz, bir meşguliyetiniz vardır.” Derlerdi. Böylece eğer ev sahibi zor durumda, ziyareti kabul edemeyecek durumda ise, kendisine özür dileme yolu açılmış olurdu.[20]

3-     Kapı ziline basmadan önce doğru zile basacağımızdan emin olmalı sonra zile basmalıyız. Aksi takdirde uyuyan birini uyandırmış olabiliriz, bir hastayı rahatsız etmiş olabilir ya da başka türlü bir rahatsızlığa sebep olmuş olabiliriz.

4-     Misafir eve girerken ev sahibinin iznini almalı ve sonra da selam vererek içeriye girmelidir.

5-     Misafir misafirliğe giderken giyimine dikkat etmelidir.

6-     Başka birisinin evine girmek için izin aldığımızda girerken evin içlerine veya mahrem, özel noktalara gözümüzün değmemesi ve görünmesi istenmeyen şeyleri görmememiz için bakışlarımıza hâkim olmalıyız. Çünkü yabancı bir yere girerken sağı, solu gözetlemek ayıp ve çirkin bir davranıştır.

7-     Ziyaretçi normal aralıklarla üç defa kapıya vurmalı veya zil çalmalıdır. İçeriden kendisine cevap gelmemişse geri dönmelidir. Bir süre sonra tekrar gelip aynı şekilde ziyaret edebilir.

8-     Ziyaret maksadıyla gelecek olan misafirler davet edilmişse davet edildikleri saatte gelmelidirler.

9-     Ziyaretçi takdim edilen yemeği beğenmezlik etmemelidir. Beğenmediyse de sessizce durmayı tercih etse ya da beğendiklerinden yerse daha iyi olur.

10-  Ziyafet verilen yere davet edilmeden gidilmemelidir.

11-  Davetli, ev sahibinin haberi olmadan ziyafete veya misafirliğe yanında başkalarını getirmemelidir.

12-  Ev sahibi teklif etmediği müddetçe ziyafette verilen yemeklerden bir kısmını istememeli ve evine götürmemelidir

13-  Lavabo ihtiyacı için ev sahibinden izin istenmeli ki koridorda, lavaboda, ya da evin diğer taraflarında ev sahibi tarafından müsaitlik sağlansın. Bununla beraber telefonumuz çalıp ta ev sahibinin bizi ağırladığı oda haricinde görüşme yapmamız gerekiyorsa, görüşmemiz ne kadar kısa olacaksa da ev sahibinden ortamın (örneğin koridorun) müsaitliği adına müsaade istenmeli öncelikle.

14-  Bir eve girildiğinde, ev sahibi ile nereye oturulması gerektiği konusunda münakaşa etmeden onun gösterdiği yere oturmalıyız. Belki biz kendimize göre tercihte bulunup istediğimiz gibi oturduğumuzda, evdeki mahrem, özel yerlere ve durumlara gözümüz ilişebilir veya ev sahibini zora sokacak bir konumda oturmuş olabiliriz. Onun için ev sahibinin isteklerine uymak en güzel olanıdır.

15-  Misafiri kendisine ikram olunan şeyi kabul etmeli. Sahabe efendilerimizden Adiy ibni Hatim Et-tai’nin Müslüman oluşuyla ilgili haberde bildirildiğine göre, Adiy, peygamber efendimizin huzuruna geldiğinde Efendimiz, ona oturması için minder ikram etti. Efendimizin kendisi ise bu sırada yere oturdu.

16-  Kapalı olan dolap, sandık, cüzdan, kese ve kasa gibi şeyleri açmamalı, üstü örtülü şeyleri karıştırmamalıyız.

17-  Ziyaret ettiğiniz kişiyle aranızdaki samimiyete göre uygun bir süre oturmamız, ziyaret ettiğimiz kişinin içinde bulunduğu durumu da dikkate almamız, ziyareti fazla uzatmamamız, sıkıcı, karşıdakine yük olacak bir duruma düşmememiz gerekir. Çünkü her insanın kendine göre bağlı olduğu işleri, görevleri, görülen veya görülmeyen sorumlulukları olabilir.

18-  Yemek saati, uyku, istirahat, insanların kendi hallerine kalmak istedikleri anlar… gibi uygun olmayan bir vakit seçilerek ziyarete gidilmemelidir. Ziyaretimiz kısa süreli olacaksa bile yine de mecbur kalmadıkça, ziyaretimizin bu vakitlere rastlamamasına dikkat etmeliyiz.

19-  Eğer imkânın varsa, misafirliğe gittiklerine veya sana misafir gelirken hediye getirenlere sen de hediye götür. Çünkü göz, buluşma sevincinde bir yenilik ve sürpriz görmeyi, nefsin tat almasını, gönlün gizli de olsa açık da olsa sevinçle dolup taşmasını ister; hediye de buna imkân hazırlar.

20-  Misafirliğe gidenin misafirlik süresi ile ilgili adap: Bu konuyla ilgili peygamber efendimiz’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hadis-i şerifine bakalım: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse misafirine ikramda bulunup hürmet etsin ve hakkını versin.” Ashab-ı kiram : “ya Resulallah misafirin hakkını vermek nedir? diye sordular. Peygamber efendimiz de (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) “misafiri bir gün bir gece ağırlamaktır. Misafirlik üç gündür, üç günden fazla ağırlamak ise sadakadır.[21]

Misafirlik süresinin ölçüsünü süre haricinde, başka bir açıdan da belirleyen bir hadis-i şerif de var: “Bir müslümanın din kardeşi yanında onu günaha sokacak kadar kalması helal değildir.” Ashab: ”ya Resulallah onu günaha nasıl sokar dediler. Peygamber efendimiz de (salla’llâhü aleyhi ve sellem): “Ağırlayacak bir şeyi bulunmayan kimsenin yanında oturup kalmakla” buyurdu.[22]

Demek ki bazen “süre (1-3 gün)” bazen de “ev sahibinin imkanları” misafirlik süresini belirleyen faktörler olabiliyor.

 

4.GİYİNME ÂDABI

1-     Kıllık-kıyafete ehemmiyet verilmelidir.

2-     Müslümanlar meşru olmak şartıyla, kendi yaşadıkları ortam ve hayat şartlarının gerekli kıldığı, örf ve adetlerin uygun gördüğü şekilde elbise giyinebilirler.

3-     Saçlarımızı taramalı gerekiyorsa kısaltmalıyız.

4-     Erkekler altın yüzük takmamalı, ipek elbise giymemelidir. Erkekler gümüş yüzük takabilirler.[23]

5-     Yüzük sağ elin orta ve serçe parmağının arasına takılmalıdır.

6-     Kişi maddi imkânına göre olan elbiselerden giymeli ve onu da temiz tutmalıdır.

7-     Giyeceğimiz giysiyi belirlerken insanların bakışlarını üzerimize çekmek gibi bir niyette olmamalıyız. Giysileri kibir ve gösteriş için giymekten uzak durmamız gerekir. Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: “Kibrinden dolayı elbisesini sürüyerek yürüyen kimsenin yüzüne kıyamet günü Allah rahmet bakışıyla bakmaz.”[24]

8-     Giyinmeden önce tuvalet ihtiyacını gidermeli, dişleri fırçalamalı ve abdest almalıdır.

9-     Elbiseler düzgün kullanılmalı, sağa sola kırışık atılmamalıdır.

10-   Özellikle ayakkabı giyileceği vakit ayakkabımızda böcek, haşere olma ihtimaline karşın öncelikle ayakkabı ters çevrilip sallanmalı, temizlenmelidir.

11-  Peygamber efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yeni bir elbise giyildiğinde şöyle dua edilmesini tavsiye edermiş:Allah’ım her türlü eksiksiz övgüler sana mahsustur. Bunu sen bana giydirdin. Senden bu elbisenin hayrını ve hayırda kullanılmasını istiyorum. Bunun şerrinden ve şerde kullanılmasından da sana sığınırım.”[25]

12-  Cuma günü temiz ve güzel giyinilmeli.[26]

13-  Bayramlarda temiz ve güzel giyinilmeli.

14-  Bir şeyi giyerken sağdan, çıkarırken soldan başlanmalı.[27] Aynı şekilde efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ; ayakkabı giyerken de sağdan başlayıp, çıkarırken soldan başlanmasını tavsiye ediyor. [28]

 

5.OTURMA-SOHBET ÂDABI

1-     ”Sizden biriniz bir meclise vardığında selam versin. Ayrılırken de selam versin zira meclise gelişte verilen selam, ayrılırken verilen selamdan daha evla değildir. (İkinci selam da birincisi kadar mühimdir.)”[29]

2-     Hoşlanılmayan elbise giyilmemelidir.

3-     Her ne kadar hoşumuza gitse de diğer oturan kişileri rahatsız edecek kokular sürünmemelidir.

4-     Asık suratlı olunmamalıdır.

5-     Geveze olunmamalıdır. Hele milleti güldürmek için anlatılan şeylere abartı katmaktan ve yalan söylemekten azami derecede uzak durulmalıdır. Eğer insanları daha çok güldürmek için konuşmalarımızda bu tür hoş olmayan davranışlara (abartı, yalan…) başvurursak insanlar bunun farkına vardıklarında artık bize olan güvenleri azalmış olacak. Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde “şaka dahi olsa yalan söylemeyiniz[30] buyurur. İnsanları güldürmek için yalan söyleyenleri daha şiddetli uyarır: “yazıklar olsun, topluluğu güldürmek için konuşup yalan söyleyen kimseye, yazıklar olsun, yazıklar olsun!” (hadis-i şerif meali)[31]

6-     Söz hakkı olmadıkça sükût edilmelidir.

7-     Meclise sıkıntı verilmemelidir.

8-     Oturanlar tarafından yer gösterilirse gösterilen yere, gösterilmezse en münasip göreceğimiz yere oturmalıyız.

9-     İki kişi arasına oturmak lazım gelirse mutlaka o iki kişinin müsaadelerini rica etmeliyiz.

10-  Meclise girenlere yer vermeliyiz.

11-  Toplantıda ayrı olarak ve gizli şekilde konuşup görüşülmemelidir.

12-  Toplantıda bulunan kimseleri rahatsız etmemek için imkân nisbetinde geğirmemek, esnememek; eğer mecbur olunursa el ile ağız kapamak gereklidir.

13-  Kendisinden yaşça ve bilgice yüksek olanlara hürmet edilmeli.

14-  Bacak bacak üstüne konulmamalıdır. Daha mütevazıyane bir oturuş tercih edilebilir.

15-  Toplulukta bacaklar öne uzatılmamalıdır. “peygamberimizin hiçbir zaman ayaklarını meclisinde bulunanların önüne doğru uzattığı görülmemiştir.” [32]

16-  Oturduğumuz koltukta yatar gibi oturmamalıyız.

17-  Otururken bacakları bacak arasının açıkta olacağı şekilde iki yana açıp oturulmamalıdır. Avret yerlerimiz açıkta olup kötü bir görüntü oluşturmuş oluruz. Bu ve benzeri oturuşları peygamber efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yasaklamıştır.

18-  Ebu Hureyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre, Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) şöyle buyurdu: “Sizden biriniz oturduğu yerden kalkar sonra tekrar dönüp gelirse oraya oturmaya herkesten fazla hak sahibidir.” [33] bu hadis-i şerife göre, örneğin bulunduğumuz topluluktan biri lavaboya gitmek için yerinden kalktığında onun boşalan yerine biz oturmuşsak, kişi geri geldikten sonra o yeri tekrara ona vermemiz daha uygundur.

19-  Oturduğumuz Koltuğu, sandalyeyi sarsmadan oturmalıyız.

20-  Eğer o toplulukta üç kişi oturuyorsak, o zaman yanımızdakiyle gizlice ya da sadece kendi aramızda konuşmamız hoş olmaz. Bu durumda üçüncü şahsı yalnızlığa terk etmiş olup zor durumda bırakmış oluruz.

21-   İki adamın arasına izinsiz oturmak caiz olmaz. ( Hadîs-i Şerif Meâli)[34]

22-  “herhangi bir topluluk oturdukları meclisten Allah’ı zikretmeden kalkarlarsa merkep leşi yanından kalkmış gibi olurlar. O meclis onlar için bir pişmanlık olur.”(Hadîs-i Şerif Meâli)[35]

23-  Bir meclisten kalkıldığında son söz olarak: Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) bir meclisten kalkmak istediğinde son söz olarak şöyle dua ederdi: “sübhanekellahümme ve bihamdike eşhedü en la ilahe illa ente estağfiruke ve etûbu ileyke (Allahım seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederiz ve hamdinle tesbih ederim. Senden başka ilah olmadığına şahitlik ederim, senden bağışlanma diler ve sana tevbe ederim.). bunun üzerine bir adam: “ey Allahın resulü şu ana kadar söylemediğin sözleri söylüyorsun, dedi. Resulullah da (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) : “Bu söylediğim sözler mecliste işlenen hatalara ve kusurlara kefarettir.” Buyurdu.[36]

24-  Ev sahibi misafirleri uğurlamalıdır.

6.KONUŞMA VE DİNLEME ÂDABI

1-     Herhangi bir toplulukta söz almadan konuşmamalıyız.

2-     Konuşabileceğimiz kadar, diğer insanlara da konuşma hakkı tanımalıyız.

3-     Konuşurken başkalarını rahatsız edecek şekilde konuşulmamalıdır. Birisine karşı konuşurken ses tonumuza dikkat etmeli, kibar ve yavaş olmalıyız. Sesimizi ihtiyaçtan fazla yükseltmemeliyiz. Çünkü haddinden fazla yüksek sesle konuşmak, konuşanın terbiye anlayışını zedeler ve konuşulan kimseye de saygısızlık olur.

4-     Dinleyenin anlayabilmesi için acele etmeden, kelimeleri yutmadan, açık seçik konuşmak ve gerekirse üç kez tekrarlamak gerekir. Peygamber efendimiz de (salla’llâhü aleyhi ve sellem) konuşmasının anlaşılması için böyle yaparmış.[37] Çünkü herkes aynı kavrayışta ve eğitim seviyesinde olmayabilir. Bununla beraber herkes söylediklerimizin hepsini duyabilecek konumda ve dikkat halinde olmayabilir.

5-     Büyüklerle konuşurken onlara “Siz” diye hitap etmeliyiz. “siz” diye hitap etmek “Sen” diye hitap etmeye göre daha ince bir davranıştır.

6-     Nahoş söz ve hareketlere karşı nezaketten ayrılmamalıyız. Bir kişinin kaba konuşması bizim de onun gibi olmamızı gerektirmez. Bu konuyla ilgili efendimizin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle bir hadis-i şerifi var: “bir mü’min bir mü’min kimseyi kötülemez, lanetlemez, kötü söz söyleyip çirkin davranışlar ortaya koymaz.”[38]

7-     Bir şey isteneceği zaman karşıdaki kişinin o andaki durumu göz önünde bulundurulmalıdır.

8-     Daima samimi hava içinde olmalıyız, yapmacık hareketlerden kaçınılmalıdır.

9-     Etrafımızdakileri ilgi ile dinletecek faydalı mevzular bulmalı, konuşurken güzel kelimeler seçmeliyiz.

10-  Bize bir iyilik yapılmışsa teşekkür etmeliyiz.

11-  Toplulukta faydalı ve bilgili konuşmak gerekir. Kısa ve öz şekilde konuşulmalıdır

12-  Konuşurken kendimizden övgü ile söz etmemeli, başkaları hakkında ileri-geri konuşulmamalıdır.

13-  Özellikle bir topluluktayken bir kimseye özel hayatı ile ilgili sorular sorulmamalıdır.

14-  Konuşmalarımızla ve hareketlerimizle Hiçbir tür şiddet davranışına (kavga, laf atışması, iğneleme….) kapı açmamalıyız.

15-  Resmi ziyaretlerde anlatılmak istenen şey evvelce zihinde tasarlanarak kısaca söylenmelidir. Çünkü resmi ziyaret süresi kısadır.

16-  Karşımızdakilerle yaşına ve seviyesine göre konuşmak lazımdır. Küçüklerle konuşurken samimi, şakacı ve çocuğun diliyle konuşulabilir fakat lâkayd ve lâubali olunmamalıdır. Bir kimse ile konuşurken ciddiyet ve samimiyet dengesi muhafaza edilmelidir.

17-  İyi bilmediğimiz meseleler hakkında söz söylememeliyiz.

18-  Gizli konuşacağımız varsa, yalnız kaldığımızda ya da sakin bir yere giderek konuşmalıyız.

19-  Konuşurken elle, başla, kaşla, gözle işaret yapılmamalıdır

20-  Birkaç kişi ile konuşurken içlerinden yalnız birisinin yüzüne bakmamalıyız. Çünkü bu tavır diğerlerine ehemmiyet vermemek gibi algılanabilir.

21-  Konuşurken yere bakılmamalıdır.

22-  Sözlerimizi tane tane söylemeliyiz.

23-  Misafirliğe gittiğimizde veya bir salona girdiğimizde etrafımıza baka baka konuşmamalıyız.

24-  Konuşurken gülmek icab ederse bu tebessüm derecesini aşmamalıdır. Kahkaha atmak Efendimizin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yapmadığı bir şeydir. Ve sünnetine de aykırıdır. Hz. Aişe annemiz efendimizin kahkaha attığını kesinlikle görmediğini ifade eder. [39]

25-  Sözlerimize Allah’ın adıyla başlayıp “Hamd” ederek bitirmeliyiz.

26-  Başkası konuşurken dinlemeli, daha sözünü bitirmeden müdahale etmemeliyiz. Bunun ne kadar kötü bir davranış olduğunu başkası bizim sözümüzü keserken daha iyi anlarız.

27-  Birisi ile karşılaşıp konuştuğunda, sen onu tanıdığın ve bildiğin halde, o seni hatırlamaz veya tanımadığını zannederse, illa da onu tanıdığını belli ederek onu utandırma ve onu zorlama. Ona ilgini göstermeye ve onu dinlemeye devam et.

28-  Güzel dinleme: Senin daha önce duyduğun bir konuyu konuşan veya öğrendiğin bir haberi bildiren birisine rastladığında, önceden bu konudan haberin olduğunu belli etmek için araya girme, lafa karışma. Çünkü böyle davranmak, senin için bir hafiflik ve edep eksikliği sayılır. Tabiînin büyüklerinden imam atâ ibn-i ebî rebah isimli önemli bir alim der ki: “gençler bana öyle şeyler anlatıyorlar ki, ben anlattıklarını sanki hiç duymamış gibi dinliyorum. Hâlbuki ben, o konuları daha onlar doğmadan duymuş ve dinlemişim.”

Büyük bir zat oğluna şöyle der: “güzel konuşmayı öğrendiğin gibi, güzel dinlemeyi de öğren. Güzel dinleme, konuşan kişi sözü sana bırakana kadar ona süre tanıman, imkân vermen; ona yönelerek, kendisine bakarak ve mevzuyu bilsen bile söze karışmayarak güzel bir tavırla dinlemendir.”

29-  Soru sorma adabı: dinlediğin kişinin sözlerinde anlaşılmayan hususlar olursa, o sözünü bitirene dek sabret. Daha sonra güzel bir üslupla nazik ve terbiyeli bir şekilde ondan açıklama iste. Konuşurken sözünü kesme. Çünkü söz kesme olayı dinleme adabına ters düşer ve gönüllerde hoşnutsuzluk meydana getirir. Ancak mecliste bulunanlar öğrenmek ve ders yapmak için bir araya gelmişlerse, o zaman konum farklıdır. Böyle bir durumda yeri geldikçe ve ihtiyaç duyuldukça soru sormak ve meseleleri müzakere etmek, açıklayanın açıklamaları esnasında cümlelerini tamamladığı noktalarda devreye girmekte bir mahzur yoktur. Bilakis işin güzelliği buradadır. Fakat bu da akıllıca ve terbiye sınırları içerisinde yapılmalıdır.

30-  Sorulara cevap verme adabı: bulunduğun toplulukta bir şey sorulduğu zaman, cevap vermek için hemen öne atılma ve sana soru yöneltilene kadar o hususta bir şey söyleme. Çünkü böyle olumlu bir tutum, senin terbiyeni gösteren, şahsiyetini yücelten, makamının ve sözünün ağırlığını hissettiren bir olaydır.

DİL İLE İŞLENEN HATALAR:

 

Dil ile işlenen hatalar Konuşma adabıyla yakından ilgili olan hassas bir konudur. Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) dilimizle işleyebileceğimiz hatalara karşı bizi uyarır. Dil öyle bir organdır ki, insan onu iyi kullanmadığında birçok zarara hatta fitneye bile sebep olabilir. Bundan dolayı efendimiz şöyle buyurur: “ kim bana iki uzvu hakkında garanti verirse ben ona cenneti garanti ederim.[40] Yalan söylemek, verdiği sözü tutmamak, Lakap takmak, gıybet etmek, iftira atmak, yalan söylemek, söz taşımak…gibi kötü fiillerin hepsi dil ile yapılır. Ve bu fiillerin bir kısmının zararı, işleyenle sınırlı kalmayıp toplumu zehirleyici, düzeni bozucu, huzuru kaçırıcı bir boyuta ulaşabiliyor. Bundan dolayı dilimize hâkim olmaya dikkat etmeliyiz. Dil ile işlenen günahlar genel olarak tatlı olup, zehirli bal gibidir. İşlendiğinde nefse çok hoş gelir fakat zararı verdiği hazdan daha fazladır.

Bir gün Muaz bin cebel (r.a.) peygamber efendimize “ey Allah’ın resulü, beni cennete sokacak, cehennemden uzaklaştıracak bir amel haber ver ki, onu yapayım” der. Bunun üzerine efendimiz cevap verir. Cevabın devamında dil ile ilgili olarak resulullah’ın ifadelerini muaz bin cebel şöyle anlatır: daha sonra şöyle buyurdu resulullah: “ sana bütün işlerin başını, ana direğini ve doruk noktasını bildireyim mi?” ben de, “evet, bildiriniz ya resulullah” dedim. Peygamber efendimiz de (salla’llâhü aleyhi ve sellem):

-“işin başı İslam, direği ise beş vakit namaza devam etmektir, en yüce tarafı da cihaddır.” Buyurdu. Ondan sonra da, “bunların hepsinin gerçekleşmesinin kendisine bağlı olduğu şeyi haber vereyim mi?” “evet buyur ya resulullah” dediğimde resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) dilini tutarak, “bunun sana zarar vermesine meydan verme” buyurdu. Ben de, “ey Allah’ın resulü, biz konuştuklarımızdan da sorgulanacak mıyız?” dedim.

-“hay anasını kayıp edesice. İnsanların cehenneme yüzüstü kapaklanmalarının sebebi dillerinin ürettiklerinden başkası mıdır?” buyurdu.[41]

Bu bölümde dil ile işlenen hataların bir kısmına hadisler ve ayetler ışığında değinelim.

 

1-     Doğru sözlülük / Yalan söylememek:

 

·       Doğruluktan asla taviz vermemeliyiz. Rabbimiz şöyle buyuruyor: “ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve hep doğru söz söyleyin.”[42]  Ve “yalan sözden mutlaka sakının.”[43]

·       Unutmayalım ki yalan yalanı doğurur. Bir yalan söyledikten sonra, o yalanın bizi karşı karşıya bırakacağı zor durumdan kurtulmak için bir yalan daha söylemek ihtiyacı duyabiliriz. Böyle olmaması için bizi yalana zorlayan sıkıntılı durumun sıkıntısına katlanıp her şeye rağmen yalan söylememek en doğrusudur. Söyleyeceğimiz yalanla bir hatamızı örtmeye çalışıyorsak en iyisi bunun yerine hatamızı kabul etmektir, gerekirse özür dilemektir ve hatamızı düzeltmeye çalışmaktır.

·       Unutmayalım ki “sıdk (doğruluk, dürüstlük) islamiyetin üssü’l-esasıdır.”[44] Efendimiz “emr olunduğun gibi dosdoğru ol !        [45] ayetinin kendisini ihtiyarlattığını söylemiştir.[46]

·       sıdk (doğruluk) insanı birr’e (Allah’ı razı edecek iyiliğe) götürür, birr de cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye sonunda Allah (c.c.) katında sıddık diye kaydedilir. Yalan ise kişiyi haddi aşmaya götürür. Haddi aşmak da ateşe götürür. Kişi yalancılık yapa yapa Allah (c.c.) katında yalancılar defterine kaydedilir.” (hadis-i şerif meali)[47]

·       Safvan İbnu Süleym (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü! dedik, mü'min korkak olur mu?" "Evet!" buyurdular. "Pekiyi cimri olur mu?" dedik, yine: "Evet!" buyurdular. Biz yine: "Pekiyi yalancı olur mu?" diye sorduk. Bu sefer: "Hayır! buyurdular." (hadis-i şerif meali)[48]

·       Çocuklara yalan söylemek: Çocuklara yalan söylemek sanki biraz daha masummuş gibi görünür. Ama aslında öyle değildir. Hatta daha yıkıcıdır. Çünkü çocuğun ahlakının kötü şekillenmesine sebep olabiliriz. Büyüklere söylenen yalanlarda bizim nazarımızdaki  söz konusu tek endişe ”güven kaybı” ise bile, unutmayalım ki aynı durum çocuklara söylenen yalanlarda da geçerlidir.

Abdullah İbnu Amir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir gün, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), evimizde otururken, annem beni çağırdı ve:

-"Hele bir gel sana ne vereceğim!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm anneme:

-"Çocuğa ne vermek istemiştin?" diye sordu.

-"Ona bir hurma  vermek istemiştim" deyince, Aleyhissalâtu vesselâm:

-Dikkat et! Eğer ona bir şey vermeyecek olursan üzerine bir yalan yazılacak!" buyurdular."[49]

 

Ebu hureyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: “kim bir çocuğa “buraya gel sana bir şey vereceğim” der de, sonra vermezse bir yalan günahı yazılır.” [50]

·       Ya doğru ya da sükût: bizi çok darda bırakan bir durumda bile yalana tenezzül etmemeliyiz. Seçenek sayımız her zaman iki olmalı. “Ya doğruyu söylemek ya da susmak”. Bilsek ki sustuğumuz taktirde kusurumuz anlaşılmış olacak, doğruyu söylesek zaten her şey açığa çıkacak. Bu durumda bile yalan söyleyerek kurtarmaya çalışmaktansa (her ne kadar bizi eleverecekse de) susmayı tercih etmeliyiz.

·       Şakadan yalan: Sözlerimizde doğruluğu esas almalıyız. Şaka dahi olsa yalan söylemekten azami derecede uzak durmalıyız. Hele insanları güldürmek için anlatılan şeylere abartı katmaktan ve yalan söylemekten azami derecede uzak durulmalıdır. Eğer insanları daha çok güldürmek için konuşmalarımızda bu tür hoş olmayan davranışlara (abartı, yalan…) başvurursak bu durum fark edildiğinde artık bize olan güvenleri azalmış olacak. Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde “şaka dahi olsa yalan söylemeyiniz[51] buyurur. İnsanları güldürmek için yalan söyleyenleri daha şiddetli uyarır: “Yazıklar olsun, topluluğu güldürmek için konuşup yalan söyleyen kimseye, yazıklar olsun, yazıklar olsun!” (hadis-i şerif meali)[52]

·       Yalan yere yemin: Yalan yere yemin etmekten kaçınmalıyız. Cenab-ı Hakkın (c.c) adını yalanımıza karıştırıp insanları kandırmaya çalışmakla normal yalan söylemekten daha büyük bir cürüm işlemiş oluruz. “kim Müslüman bir kimsenin malından bir parça koparıp almak için yalan yere yemin ederse Allah’ı kendisine kızgın olarak karşısında bulur.” (Hadis-i şerif meali) [53]   Bazen istemeden ve herhangi bir kasıt olmadan ağzımızdan “vallahi, billahi” gibi kelimeler çıkabiliyor. Bunların bir mahsuru yoktur. Fakat yine de dilimizi gereksiz yere bu yemin kelimelerini kullanmaktan korursak daha iyi olur. “Aişe (r.anha) şöyle demiştir:”Allah sizi kasıtsız olarak ağzınızdan çıkan yeminlerinizden dolayı hesaba çekmez.”(maide suresi:5) ayeti insanın doğru zannederek veya bir niyeti olmaksızın “hayır vallahi, evet vallahi” gibi sözler söylemesi hakkında nazil olmuştur.”[54]

·       Yalan şahitlik: bir konuda şahitlik yapmamız gerekiyorsa, meseleyle alakalı tarafların kimler olduğuna bakmadan hakikati söylemeliyiz. Velev ki taraflardan biri kendisine çok değer verdiğimiz birileri olsa da hakperestlikten ayrılmamalıyız. Yoksa kul hakkına girmiş oluruz. Unutmayalım ki kul hakkı meselesi gayet ağır ve halledilmesi müşkil bir mesledir. Cenab-ı hak (c.c.) heasap günü tabiri caizse aradan çekilir ve hak sahibi ile haksızlık yapan karşı karşıya kalır bu konuda. Eğer hakkına girilen kişi hakkını helal etmezse (ki unutmayalım, o günün dehşetinde helal edilmesi daha zordur.) sevaplarımızdan ona verilir. Sevabımız biterse onun günahlarından alınıp bize verilir. Böylece adalet sağlanmış olur.

Cenab-ı hak (c.c.) bizleri yalan şahitlikten “onlar ki yalan ve asılsız olan şeylere tanıklıkta bulunmazlar.”[55]   Ayetiyle nehyederken, peygamber efendimiz de (salla’llâhü aleyhi ve sellem) “yalan şahitliğin dehşetini şu hadis-i şerifiyle anlatır: “ebu berke (r.a.) şöyle demiştir: resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem):”en büyük günahlardan bir kaçını size haber vereyim mi? Buyurdu. “evet ya resulullah” dedik. Resulullah da şöyle buyurdu: “Allah’a şirk koşmak, ana-babaya itaatsizik etmek” dedikten sonra yaslandığı yerden doğrulup oturdu ve “haberiniz olsun, iyi belleyin, yalan yere şahitlik etmektir.” Buyurdu. Bu son cümleyi durmadan tekrar etti. Biz daha fazla üzülmesini arzu etmediğimiz için keşke sussa diye temennide bulunduk.”[56]

 

·        Her doğru her yerde söylenmez: “Her dediğin doğru olmalı. Fakat her doğruyu demek doğru değildir.” [57] Hiç yeri ve zamanı olmadığı halde ve gereksiz yere bazı doğruları söylemek zarar verici olabiliyor. Örneğin bir arkadaşın gözleri görmüyor. Bu kişiyle konuşurken ona “kör” diye hitap etmek yanlıştır. Bu durumda “ne yani yalan mı söylüyorum” demek bize mazeret olamaz. Evet, söz doğru, fakat bu doğruyu söylemek gereksiz ve yersiz olduğundan dolayı zarar verdi ve arkadaşımızı rencide etmiş olduk. İşte bu ve benzeri durumlardan dolayı,  Her dediğimiz doğru olmalı, fakat her doğruyu her yerde söylemek doğru değildir.

 

·        Fiilî yalancılık: insanın yalan söylemek için kelimeleri kullanmasına gerek yok. Bazen hareketlerle yalan söylemek mümkündür. Buna fiilî yalancılık diyebiliriz. Konunun daha iyi anlaşılması için peygamberimize sorulan bir soruyu ve efendimizin verdiği cevabı aktaralım buraya: “bir kadın , “Ey Allah’ın resulü, benim bir kumam var. Kocamın bana vermediği bir şeyi, sanki vermiş gibi yaparak ona gösteriş yapmamda bana bir günah var mı?” diye sordu. Bunun üzerine Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem): “kendisine verilmeyen bir şeyle bir üstünlük sağlayan kimse iki sahte elbise giyerek böbürlenen ve süslenen kimse gibidir.” [58]

·        Yalan ve münafıklık: münafıklık kâfir olmaktan da düşük bir haldir. Kur’an-ı kerim’de daha fazla yerilmiştir. Örneğin bakara suresinin başında kâfirlerin durumu 2 tane ayetle anlatılırken, münafıkların içinde bulundukları durumun dehşeti ve hallerinin düşüklüğü 12 tane ayetle anlatılır. Peygamber efendimiz münafıkların özelliklerini anlatırken “yalan söylemeyi” de sayar.[59] Evet, kişi yalan söylemekle elbette ki münafık olmuş olmaz. Ama yalan söyleye söyleye münafıklara benzemiş olur. Yani ortak noktalar artar. Bu da pek tercih edilen bir şey olmasa gerek.

 

2-     Verdiği sözde durmamak:

·       insanın ne kadar güvenilir olduğunu gösteren en önemli durumlardan biri de verdiği sözü tutmasıdır.“…verdiğiniz her sözü yerine getirin; çünkü verdiğiniz her sözden, kıyamet gününde mutlaka sorguya çekileceksiniz.” (isra suresi: 34) kişinin verdiği sözü tutmasının önemine işaret eden şu hadis-i şerif de dikkat çekicidir: “münafığın alameti üçtür: konuştuğunda yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir emanet edildiğinde hıyanet eder.” [60] Elbette ki bir kişide bu üç vasıf bulununca “münafık oldu” diyemiyoruz, fakat bir münafıkla ortak noktaları fazla olmuş oluyor. Düşünelim ki sözünü tutmayan birine biz güvenir miyiz? Elbette ki başkası da güvenmez.

·       Bir müslümanın söylediği lafı yerine getirmesinin gerekmesi için, konuşmasının ardından “söz veriyorum” demesi şart değildir. Doğru sözlülük ve güven meselesini hatırlayalım…

·       Söz verilen zamanda söz verilen yerde olmak: maalesef toplumumuzda en çok yaşanan ihmallerden biri de “söz verdiğimiz zamanda söz verilen yerde olmamaktır”. Elbette ki bu da güven sarsıcı bir durumdur. Böyle bir durumla karşılaşmamak için söz verdiğimiz zamandan biraz daha önce kararlaştırılan yerde olmayı planlamalıyız. En azından 5-10 dk önce orada olursak iyi olur. Çünkü yola çıkarken elde olmayan engeller çıkabilir.

·       Engel çıkarsa: Olur da verdiğimiz sözü tutmamıza engel olan (elimizde olmayan) çok zaruri bir durum çıktı. Bu durumda çıkan engeli olabildiğince erken, geciktirmeden kendisine söz verdiğimiz kişiye bildirmeli. Özür dilemeli ve mahcubiyetimizi hissettirmeliyiz.

 

3-     Lakap takmak, alay etmek:

- bazı davranışların ne kadar kötü olduğunu anlamak için empati kurmak iyi olur. İnsanların bize hoşlanmadığımız şekilde hitap ettiklerini, bizimle alay ettiklerini düşünelim. Ne kadar rahjatsız edici değil mi? İnsan kendini kötü hissediyor. Olur da kendisiyle alay ettiğimiz ya da hoşlanmadığı bir lakapla kendisine hitap ettiğimiz birileri varsa bilelim ki, o da az önceki kötü hisleri yaşıyordur, rahatsız oluyordur.

- genel olarak lakap takmak karşıdaki kişiyi basite almak, küçümsemek amaçlı olur. Bundan kaçınmalıyız. Fakat kişi bu lakaptan rahatsız olmuyorsa bir mahsuru yoktur. Şu ayet-i kerimeye özellikle dikkat edelim: “ey mü’minler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler.”[61] 

 

 

4-     Her duyduğunu nakletme: “her duyduğunu nakletmesi kişiye yalan olarak yeter.” Hadis-i şerif meali) [62] duyduklarımızı başkalarına anlatmadan önce yalan ya da yanlış olma ihtimalini göz önüne alarak iyice tahkik edip emin olmalıyız. Yoksa herkes her duyduğunu hiç sorgulamadan başkasına naklederse fark etmeden büyük bir yalan zinciri oluşturulmuş olup insanların huzurunun kaçmasına sebep olunmuş olabilir.

 

5-     İnsanlar arasında söz taşımak:”insanların arasını açmak için laf getirip götüren, asla cennete giremez.” (Hadis-i şerif meali) [63]

 

6-     Gıybet etmek:Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?"

"Allah ve Resulü daha iyi bilir!" dediler. Bunun üzerine:

"Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!" açıklamasını yaptı. Orada bulunan bir adam:

"Ya benim söylediğim onda varsa, (Bu da mı gıybettir?)"dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun. Eğer söylediğin onda yoksa bir de bühtanda (iftirada) bulundun demektir." [64]

- Gıybetten olabildiğince uzak durmalıyız. Çünkü “ nasıl ateş odunu yer bitirirse gıybet de Salih ameli yer bitirir.” Yukarıdaki hadis-i şeriften de anlaşıldığı üzere Gıybet; bir kişinin arkasından onun hoşlanmayacağı şekilde konuşmaktır. Eğer doğru diyorsak zaten gıybettir. Yalan diyorsak hem gıybet hem de iftiradır. Yani iki katlı çirkin bir günahtır. Bunlardan dolayı gıybetten olabildiğince uzak durmalıyız.

- olur da nefsimize uyup birisinin gıybetini etmişsek ya da birisinin gıybetini dinlemişsek o vakit  اَللَّهُمَّ اغْفِرْلَنَا وَ لِمَنِ اغْتَبْنَاهُ [65] (Allah’ım bizi ve gıybet ettiğimiz kişiyi bağışla)Diye dua etmeliyiz ve gıybetini ettiğimiz kişiyle ilk fırsatta helalleşmeliyiz. Bir insanla gıybeti yapıldığından ya da gıybeti dinlenildiğinden dolayı helalleşmek çok zordur. Bu mahcubiyeti ve sıkıntıyı yaşamamak için de olsa dilimizi ve kulağımızı gıybetten korumalıyız.

- bir söz söylerken ya da dinlerken o sözün nereye varacağını, hangi sınıftan olduğunu tartıp dikkat etmeliyiz.

 

 Gıybetin Günah Olmadığı Durumlar:

 

Bu durumları bediüzzaman said nursi’nin Mektubat isimli eserinden alıntılayıp arada bazı açıklamalar ve örneklemeler yaparak anlatalım. Öncesinde şunu ifade edelim ki bu durumların hepsinde de ortak olan bir özellik var; konuşmalarımız garazsız olmalı, sırf hak ve maslahat (fayda) amaçlı olmalı. Yani maksat kötü bir niyet olmamalı.

 

          Gıybet, mahsus birkaç maddede caiz olabilir:

               Birisi: Şekva suretinde bir vazifedar adama der, tâ yardım edip o münkeri, o kabahati ondan izale etsin ve hakkını ondan alsın.”[66]

Diyelim ki birisinin doğru olmayan bir hareketi, bir kusuru var. Siz de onun üzerinde etkili olan birine (örneğin; anne, baba, idareci, öğretmen, ağabey, arkadaş…) iyi niyetle, garazsız olarak kişinin kusurunu söylüyorsunuz. Maksat onun hatasının düzeltilmesine vesile olmaktır. Normal şartlarda kişinin arkasından konuşmuş oluyorsunuz ve konuşmalarınızı duyduğu takdirde beklide rahatsız olacaktır. Fakat maksadınızdan dolayı bu gıybet haram değildir. Örneğin; arkadaşınız Ersin’in şaka yaparken yalan söyleme gibi kötü bir huyu var. Ve siz ona bu hareketin yanlışlığını etkili bir şekilde anlatacak biri olarak Ersin’in amcası Kamil’i biliyorsunuz. Kamil amcaya diyorsunuz ki “ersin şakalarına sırf daha komik olsun diye maalesef yalan da katıyor. Bunun yanlış olduğunu ben ona rahat rahat anlatamıyorum. Ya da rencide olabilir. Siz yardımcı olur musunuz”.  Fakat ersin normalde bu söylediklerini duyacak olsa belki de rahatsız olacaktır. Fakat yukarıda anlattıklarımızdan dolayı bu yaptığınız gıybet günah değildir.

               “Birisi de: Bir adam onunla teşrik-i mesai etmek ister. Senin ile meşveret eder. Sen de sırf maslahat için garazsız olarak, meşveretin hakkını eda etmek için desen: "Onun ile teşrik-i mesaî etme. Çünki zarar göreceksin."”[67]

               Örneğin birisi sizin bir tanıdığınızla iş ortaklığı yapacak, ya da ondan bir şey satın alacak veya onunla evlenecek ve gelip size soruyor. Sizde sırf onun sizinle olan meşveretinin (fikir alışverişinin) hakkını vermek için iyi niyeti elden bırakmadan sorulan kişinin (eğer varsa) hatalarını söylüyorsunuz: “onunla iş ortaklığı yapma zarar görürsün” , “bu malı ondan satın alma, çünkü…” ya da “ bildiğim kadarıyla onun şöyle, şöyle huyları var. Onunla evlenmeni tavsiye etmem”. Kendisi hakkında soru sorulan kimse bu sözlerinizi duyduğu vakit belki de darılacaktır. Fakat bu gıybet de günah değildir.

               “Birisi de: Maksadı, tahkir ve teşhir değil; belki maksadı, tarif ve tanıttırmak için dese: "O topal ve serseri adam filan yere gitti."”[68]

               Maksat bir kişiye hakaret etmek, onun kusurunu eksiğini insanlara duyurmak değil. Maksat sadece onu tanıtmaktır. Örneğin; pazardan dönen arkadaşınıza birisini soruyorsunuz: “Falanı gördün mü pazarda?” Fakat tanıyamıyor. Şurada oturan kişi diyorsunuz. Yine çıkaramıyor. Falanın oğlu dediniz, yine çıkaramadı. En son mecburen “o bir bacağı olmayan, falan topal ya da kör” diye tarif etmek zorunda kalıyorsunuz. Ancak böyle tanıyabiliyor. Söz konusu kişi bu sözünüzü duysa belki darılacaktır. Fakat maksadınız tahkir olmayıp, iyi niyetle bir tarif olduğundan dolayı bu durum günah değildir. 

               “Birisi de: O gıybet edilen adam fâsık-ı mütecahirdir. Yani fenalıktan sıkılmıyor, belki işlediği seyyiatla iftihar ediyor; zulmü ile telezzüz ediyor, sıkılmayarak aşikâre bir surette işliyor.”[69]

               “fâsık-ı mütecahir” zaten hemen ardındaki ifadelerde anlatılıyor: “işlediği fenalıktan, yaptığı kötü davranıştan sıkılmaz, işlediği kötülükle iftihar ediyor, lezzet alarak ve utanmadan da açıktan açıktan işler ya da anlatır.” Bu tip insanlar fasık-ı mütecahirlik yapmış oluyor. insanlara yeri geldiğinde Onların açıktan işledikleri bu kötü davranışlardan (insanları haberdar etmek, uyarmak…için) bahsetmek günah değildir

“İşte bu mahsus maddelerde garazsız ve sırf hak ve maslahat için gıybet caiz olabilir. Yoksa gıybet, nasıl ateş odunu yer bitirir; gıybet dahi a'mal-i sâlihayı yer bitirir.

          Eğer gıybet etti veyahut isteyerek dinledi; o vakit  اَللَّهُمَّ اغْفِرْلَنَا وَ لِمَنِ اغْتَبْنَاهُ demeli, sonra gıybet edilen adama ne vakit rast gelse, "Beni helâl et" demeli.”[70]

 

7-     Nasihat etme / tavsiyede bulunma adabı: 

·       Nasihat ederken nasihat ettiğimiz kişinin damarına dokundurmamaya dikkat etmeliyiz. Küçümseyici, rencide edici tavırlardan kaçınmalıyız.

·       Nasihatlerimizde ve tavsiyelerimizde bıktırıcı olmamak için sözlerimizi fazla uzun tutmamalı, sürekli aynı şeyleri tekrar etmemeli ve muhatabımıza tüm içtenliğimizle söz söyleyip iyi niyetli olduğumuzu hissettirmeliyiz.

  • Şunu da unutmamalıyız ki nasihat etmek sadece dil ile olmaz. Hareketlerimizle edeceğimiz nasihat daha tesirli olacaktır. Örneğin; yemekten önce elleri yıkamanın gerekliliği konusunda birine nasihatte bulunacaksak birkaç kez güzelce söylemekle yetinip daha çok hareketlerimizle yani yemekten önce ellerimizi söz konusu kişinin görebileceği şekilde (abartmadan) yıkayarak tesirli bir nasihatte bulunabiliriz. Bu yolla el yıkama davranışını daha kolay kazandırabiliriz.
  • Nasihat edeceksek muhatabımızın seviyesini konumunu, yaşını, varsa zafiyetlerini göz önüne almalıyız. Kişi birisinin kendisine nasihat etmesinden, tavsiyelerde bulunmasından rahatsızlık duyuyorsa ona daha farklı bir dille hitap etmeliyiz.  Örneğin ona karşı “sen” dilinden çok “ben” dilini kullanarak ya da çok da belli etmeden başkası üzerinden anlatarak mesajımızı verebiliriz.  Kendimizden yaşça büyüklerin hatalarını düzeltmek istiyorsak kendimizden küçüklere kullandığımız dili kullanmamalıyız. Yüksek ihtimal damarlarına dokunur, bundan rahatsız olurlar ve sözlerimiz tesirsiz kalır.

Bediüzzaman hazretleri (r.a.) nasihat edenlerin nasihatlerinin bazen neden tesir etmediğini şu şekilde anlatır:

İşte tahmin ederim ki, nâsihlerin (nasihat edenlerin) nasihatları şu zamanda tesirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız insanlara derler: "Hased etme! Hırs gösterme! Adavet (düşmanlık) etme! İnad etme! Dünyayı sevme!" Yani, fıtratını (yapını, yaratılışını) değiştir gibi zahiren onlarca mâlâyutak (güç yetmez, yapılması çok zor) bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki: "Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını değiştiriniz." Hem nasihat tesir eder, hem daire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif (yapabilecekleri bir iş olur) olur.”  [71]

 

Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını değiştiriniz” demek nasıl olur buna değinelim biraz. Kişi de adavet hissi varsa ona “adavet etme!” demekle iş çözülmüyorsa ona alternatif olarak “düşmanlık edeceksen nefsine ve şeytana düşmanlık et. Bak, senin ebedi hayatını mahvetmeye çalışıyorlar. Nefis ve şeytanın senin ayağını kaydırıcı emirlerini dinlemeyerek onlara düşmanlık edebilirsin.” Mesela nasihat etmek istediğimiz kişide aşırı derecede “gelecek endişesi” hissi varsa ona “endişe etme” demektense, şöyle diyebiliriz:  “endişe edeceksen kendisi hakkında en çok endişe edilmeye değer ve geleceği kesin olan, aynı zamanda bir kayıp olursa telafisi mümkün olmayan, ebedî geleceğin için endişe et. Ölümden sonraki hayatın için endişelen ve kaybetmemeye çalış.”

 

 

7. YEME - iÇME  ÂDABI

Yemek Yemeden Önceki Âdaplar:

1-     Öncelikle el ve ağız yıkanmalıdır.

2-     Yemeğin yerde, sofra örtüsünün üstünde yenmesi daha uygundur..

3-     Sağ dizini dikip, sol baldırın üzerine oturulmalı, yere dayanarak ya da başka bir desteğe dayanarak yemek yenilmemelidir.

4-     Yemek hayatı korumak ve ibadet için kuvvet kazanmak maksadıyla yenilmelidir.

5-     Az bir şey de olsa akşam yemeği niyetine bir şeyler yemek gerekir. Bu konuda Efendimiz’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle bir hadis-i şerifi var : “Akşam yemeğini terk etmek ihtiyarlatıcıdır.[72]

6-     Getirilen yemeğe kanaat etmeli, sık sık güzel yemekler için zahmet çekilmemelidir.

7-     Mümkünse beraber kaldığımız herkesin (ev arkadaşı, anne, baba, kardeş, misafir…) sofraya gelmesinden sonra yemeğe başlanmalıdır. “ne yapayım yani, bu da hep geç geliyor” demektense onu beklemek daha güzel bir davranış olur. Bu tavır onlara verdiğimiz değeri gösterir.

8-     Başkalarıyla beraber yemek yiyorsak onların da hakkına riayet etmeliyiz. Açgözlülük yapıp hızlı hızlı ya da kaşığı çok doldurup veya yediğimiz şeyler meyve ise ikişer üçer alıp da yemekten uzak durmalıyız.

Hz. Ömer’in oğlu Abdullah ibn-i ömer hurma yiyen bir topluluğun yanından geçerken onlara şöyle demiştir: “hurmayı ikişer ikişer yemeyiniz. Çünkü peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hurmayı çifter yemeyi yasakladı. Ancak kişi yemek arkadaşından izin almışsa yiyebilir.[73]

Yemek sırasında Olan Âdaplar:

1-     Yemekten hemen önce ya da yemekten hemen sonra su, çay…v.b içmemek gerekir. (Midenin asidik düzenini bozduğu için sindirim için iyi olmaz.) En azından 45-60 dk geçtikten sonra su, çay…v.b içmek sağlığa daha uygundur. Yemek arasında su içilebilir.

“Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) özellikle su çok soğuk ya da sıcak olursa, yemeğin üzerine su içmezdi; yemeğin üzerine su içmek çok olumsuz bir şeydir….aynı şekilde meyve yedikten sonra da su içmemek gerekir. Tıbben zararı tespit edilmiştir.”[74]

2-      “Sizden biri yemeğe başlarken Allah’ın adını (besmele) ansın. Eğer o zaman Allah’ın adını zikretmeyi unutmuşsa  “bismillahi alâ evvelihi ve ahirihi” (başta da sonda da bismillah) desin.”  ( Hadîs-i Şerif Meâli)[75]

3-     “Yemeğinizi toplu halde yiyiniz. Ve (başlarken) Allah’ın ismini zikrediniz. Bu takdirde sizin için ona bereket olur.” ( Hadîs-i Şerif Meâli)[76]

4-     “Sizden biri yemek yediğinde tabağın ortasından yemesin. Lâkin onun kenarından yesin. Zira bereket üstten iner.” ( Hadîs-i Şerif Meâli)[77]

5-     Her yemek her zaman hoşumuza gitmeyebilir. Peki, birileri emek harcayıp bize yemek hazırlamış ve o yemek de hoşumuza gitmeyen bir yemek ise ne yapmalı, nasıl davranmalıyız? Bu sorunun cevabı için efendimizin ne yaptığına bakalım: “Hazret-i peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yemekte asla kusur aramazdı. Eğer isteği varsa yer, isteği yoksa bırakırdı.”[78]

6-     Sizden biri yemek yediğinde lokması yere düşerse, üzerinde olanı temizlesin, sonrada onu yesin.” ( Hadîs-i Şerif Meâli)[79]

7-     Sizden biri bir şey yediğinde sağ eliyle yesin, sağ eliyle içsin, sağ eliyle alsın, sağ eliyle versin. Zira şeytan soluyla yer, solu ile içer, solu ile alır, solu ile verir.” ( Hadîs-i Şerif Meâli)[80]

8-     Yemek yerken ağzımızı şapırdatıp şapırdatmadığımıza dikkat edelim. Yani bir ara kendimizi dinleyelim bakalım nasıl sesler geliyor. Sofrada beraberimizdekiler için en lezzetli anlardan birini işkenceye çeviriyor olabiliriz.

9-     Yemeği mümkün olduğunca gereğinden fazla yememek gerekir. Tıp âlimlerinin de vardığı ortak bir sonuç vardır: “Her hastalığın başı, karnı fazla doldurmaktır.” Fazla yememekle ilgili efendimizin şu hadis-i şerifini unutmamak gerekir: “Ademoğlu, mideden daha şerli bir kap doldurmaz. Ademoğluna belini doğrultacak birkaç lokmacık yeterlidir. Ancak (nefsinin galebesiyle) illa da (mideyi doldurma işini) yapacaksa bari onu üçe ayırsın: üçte birini yemeye, üçte birini suya, üçte birini de nefesine (tahsis etsin, üçte birden fazlasına yemek koymasın.)” [81]

10-  Bir kişinin yemeği iki kişiye, iki kişinin ki üçe, üç kişinin ki dörde, dört kişinin ki de beş ve altı kişiye yeter.” ( Hadîs-i Şerif Meâli)[82]

11-  Ağzımızı yemek artıklarından temizleyip misvaklamalıyız. Aksi takdirde ağzımız bir süre sonra kötü kokar, zamanla dişlerimiz sararabilir. İnsanları sarı dişlerle ve kokan ağızla rahatsız etmemeliyiz.

12-  Yemeğe davet edilen kişi oruçlu ise ne yapmalı? : Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: “biriniz yemeğe davet edildiğinde hemen gitsin. Şayet oruçlu ise yemek sahibine dua etsin, oruçlu değilse yesin.”[83]

13-  ben bir yere yaslanarak asla yemek yemem.” (hadîs-i şerif meali) [84]

14-  suyu ve meşrubatı (içecekleri) deve gibi bir nefesle içmeyiniz. İki veya üç nefeste içiniz. İçmeden önce besmele çekiniz, içtikten sonra da Allah’a hamd ediniz (elhamdülillah).” (hadîs-i şerif meali)[85]

Yeme-İçme

1-     Meyveyi yemekten önce yemek daha uygundur.

2-     Suyu içmeden önce ”Besmele” çekmek. Nefes almak için bardağı ağzımızdan uzaklaştırmak ve hamd etmek.[86]

3-     Yemekten önce ve sonra elleri yıkamak gerekir. Temizlik için ehemmiyetlidir. Çünkü yemekten önce ellerimizi değdiğimiz yerlerden elimize kirlilik bulaşmış olabilir. Az sonra yemek yiyip elimizi ekmeğe bulaştıracağız. Ayrıca efendimiz yemekten önce ve sonra elleri yıkamanın yemeğin bereketine vesile olacağını buyurur. [87]

4-     Sıcak yemek ve içecekler üflenerek soğutulmamalı. Efendimiz bunu yasaklamıştır. Hem sağlığa da zararlıdır.

5-     Suyu doğrudan su tulumundan, testiden veya sürahiden içmeyip bardağa koyup içmek gerekir.[88]

6-     Eve gelen yiyeceğin icab ederse (gerekirse) nereden ve hangi kazançtan geldiğini sormak.

7-     Su dağıtanın en son içmesi.[89]

8-     Yemek tabağını iyice sıyırmak.[90]

9-     Sol elle yiyene mani olmak. Ona, sünnet olanın sağ elle yemek olduğunu güzelce anlatmak gerekir. Bu peygamber efendimizin uygulamalarında görülüyor.[91]

10-  Dini tebliğ edeceğimiz zaman yemek yedirmek sünnettir. Efendimiz de (salla’llâhü aleyhi ve sellem) akrabalarına dini tebliğ edeceği vakit, onlara yemek daveti vermiş, bu vesileyle onları bir araya getirmiştir. [92]

11-  Yemek davetine giderken yanımıza çağrılmayan biri katılırsa, ev sahibine:”Bu bize katıldı. İster gelmesine izin ver, dilersen geri dönsün.” diyerek durumu bildirmek.” [93]

12-  Yemek esnasında konuşmak (Faydalı sohbet etmek).

13-  Yemek kabına düşen sineği yemeğin içine batırıp çıkararak atmak ve yemeği yemeğe devam etmek gerekir. Peygamber efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: “Birinizin kabına sinek düştüğünde sineğin her tarafını batırıp çıkarsın. Çünkü iki kanadının birisinde hastalık mikrobu diğer kanadında bunun panzehiri vardır.” [94]  Bu durum hem yeme hem de içme kabı için geçerlidir.

14-  Sağ elle yemek.[95]

15-  Sofrada kendi önünden yemek.[96]

16-   Yemekten sonra ağzı çalkalamak.

17-  Yiyecek şeyleri kapalı olarak bulundurmak ve taşımak. Biz farkında olmadan yemek kabın içine toz ya da böcek girebilir.

18-  Yemeğin sonunda Allah’a hamd etmek.[97]

19-  Genel olarak, sofradaki çeşit sayısını ve yemek miktarını fazla abartmadan sade yemekler yemek iktisada da, sağlığa da uygundur. Her zaman çok çeşitli yiyecekler yemek hem israfa götürür hem de çeşit çokluğundan kaynaklanan “yalancı bir iştiha” açar ve aşırı yemeye sebep olur. Örneğin;  yemek yedik ve doyduk. Ardından sofrada olmayan yeni bir yiyecek geldiğinde genel olarak sanki açmışız gibi ondan da yiyesimiz gelir, hem de iştahla. Ama yalancı bir iştah. Çünkü az önce doymuştuk. Bediüzzaman hazretleri bu durumu iktisat risalesi (19. Lem’a) isimli eserinde şöyle ifade eder:

       “İşte iktisad ve kanaat, hikmet-i İlahiyeye tevfik-i harekettir (ilâhî hikmete uygun hareket etmektir). Kuvve-i zaikayı (tatma duyusunu) kapıcı hükmünde tutup, ona göre bahşiş verir. İsraf ise; o hikmete zıt hareket ettiği için çabuk tokat yer, mideyi karıştırır, iştiha-yı hakikîyi (hakiki iştah) kaybeder. Tenevvü-ü et'imeden (yiyeceklerin çeşitliliğinden) gelen sun'î bir iştiha-yı kâzibe (yalancı iştah) ile yedirir, hazımsızlığa sebebiyet verir, hasta eder.” (LEM’ALAR-19.Lem’a)

 

20-  Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sürekli aynı gıdayı ihtiva eden yiyecekler yemezdi. En iyi gıda bile olsa tek gıdayla beslenmek tehlikeli ve zararlıdır.”[98]

21-  Dışarıda açıktan herkesin rahatlıkla görebileceği şekilde bir şeyler yenmemeli. Çünkü imkânı olmadığı halde canı çekenler olabilir.

Yemekten Sonraki Âdaplar:

1-     Doymadan elini yemekten çekmelidir.

2-     Ekmek kırıntıları toplanmalıdır.

3-     Tabaktaki artık yiyecekler sünnetlenmelidir.[99]her kim, bir çanakta, kabta yemek yedikten sonra onu sıyırırsa o, onun için istiğfar eder.” (hadis-i şerif meali) [100]

4-     Yemekten sonra “Elhamdülillah” denmeli. Yemeğin sonunda yemek duası yapılabilir. Yemek duasından sonra bir lokma da olsa bir şeyler yenilir.

Örnek yemek duaları:

Ebu said el-Hudri (salla’llâhü aleyhi ve sellem) der ki: “peygamber aleyhissalatü vesselam, yeyip içtiği zaman şöyle dua ederdi: “elhamdülillahil-lezî et’amenâ ve sekaanâ ve cealenâ müslimîn. (bizi yediren, içiren ve bizi Müslümanlar zümresinde kılan Allah’a hamd olsun.)”[101]

 

"Ey bizi nimetleriyle perverde eden sultanımız! Bize gösterdiğin numunelerin ve gölgelerin asıllarını, menba'larını göster. Ve bizi makarr-ı saltanatına celbet. Bizi bu çöllerde mahvettirme. Bizi huzuruna al. Bize merhamet et. Burada bize tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir. Bizi zeval ve teb'îd ile tazib etme. Sana müştak ve müteşekkir şu muti raiyetini başıboş bırakıp i'dam etme. Ya rab! Resul-i Ekrem aleyhissalatü vesselamın bereketi hürmetine, bize ihsan ettiğin maddî ve manevî rızkımıza bereket ihsan et… Ya rab! Ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hakim olan ve lezzeti şüür için isteyen kullarından eyle. Ya rab! Kusurumuzu affet, bizi kendine kul kabul et, emanetini kabzetmek (almak) zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Âmin.” (Risale-i nur külliyatından)

5-     Önce eller, sonra ağız yıkanmalıdır.

6-     Yemekten sonra dişler misvaklanır veya fırçalanır. Misvakta on fayda vardır. Ağzı temizler, diş etlerini güçlendirir, gözlere cila verir, balgamı giderir, dişin çürümesini önler, sünnete uygun olur, melaikeyi sevindirir, Rabbi razı eder, hasenatı artırır, mideye sıhhat verir.

7-     Yemekten sonra uyumamak gerekir.

“Ebu Nuaym, peygamberimizin yemekten sonra uyumayı menettiğini ve bunun kalbi katılaştırdığını söylemektedir.”[102]

Bundan dolayı bilhassa akşam yemeğinden hemen sonra uyumamak, gerekirse biraz hareket etmek ya da bir miktar yürümek sağlık açısından iyi olur. Namazı yemekten sonra kılmak da bu konuda yararlı olacaktır.

 

Su İçme Âdabı

1-     Bardağı sağ elle tutup, “Bismillah” demeli ve ağır ağır içilmelidir.[103]

2-     Ayakta içilmemelidir. Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) suyu bazen ayakta da içmiştir fakat daha çok oturarak içmiştir.[104]

3-     Önce bardağın içine bakılmalıdır. Böcek ve toz olmamasına dikkat edilmelidir.

4-     Öksüreceği zaman bardaktan ağzını ayırmalıdır.

5-     Su normal olan yudumlardan bir yudumdan çok içilecekse Üçe tamamlanmalıdır.[105]

6-     En son “Elhamdülillah” denilmelidir.[106]

7-     Zemzem ayakta ve kıbleye yönelerek içilir.[107]

 

8. YATMA ÂDABI

1-     Gece uykusunun ehemmiyeti anlatılsın. Nebe suresindeki “dinlenesiniz diye geceyi yaratan..”

2-     Erken yatıp, erken kalkma: Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) gecenin ilk saatlerinde uyur, sonlarında kalkardı.[108] Böylece teheccüd namazına daha rahat kalkılabiliyor. Erken (örneğin saat 22:00’-23:30 arası) uyunduğu takdirde sabah namazına daha rahat kalkılıp daha dinç ve huzurlu kılınabilir. Böylece sabah namazı gibi hazine değerindeki ibadetimiz bir işkence olmaz, huzurla eda edilir. Sabah namazının ehemmiyetini Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle anlatır: “sabah namazını kılmak suretiyle güne başlayan kimse Allah’ın himayesine girmiş olur.[109] Sabah namazının sünneti hakkında da şöyle buyurur efendimiz: “ sabah namazının iki rekât sünneti dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır.[110]

Sabah dinç olunursa, namazdan sonraki kerahet vaktinde uyunmamış olunur. Bu vakitteki uyku verimsizdir (dinlendirmediği gibi, uyanmayı da zorlaştırır) ve bereketsizliğe sebeptir. İleride açıklayacağız.

Ayrıca o vakitlerde yapılan dualar daha makbuldür. Hele bir de sabah namazı tesbihatı, hem sabah namazı ardından olduğu için hem de o vakitlerde (seher vakti) yapılan dualar sınıfına dâhil olduğundan dolayı daha da ehemmiyetli bir hazinedir.

 Hz.Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Allah'ı zikreden bir cemaatle sabah namazı vaktinden güneş doğuncaya kadar birlikte oturmam, bana İsmâil'in oğullarından dört tanesini âzad etmemden daha sevgili gelir. Allah'ı zikreden bir cemaatle ikindi namazı vaktinden güneş batımına kadar oturmam dört kişi âzad etmemden daha sevgili gelir."[111]

“Ebû Ümâme (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Derdi ki: "Ey Allah'ın Resûlü! En ziyade dinlenmeye (ve kabule) mazhar olan dua hangisidir?"

"Gecenin sonunda yapılan dua ile farz namazların ardından yapılan dualardır!" diye cevap verdi." [112]

Gece geç uyunup uyku tam alınmadığı takdirde namazımız da ardındaki tesbihatımız da sıkıntılı, zevksiz geçer. Görüldüğü gibi geç uyumak genel olarak bizi hem dinî hem de dünyevî hayırların bir kısmından mahrum bırakır.

3-     Yatmadan önce dişleri temizlemek ve abdest almak gibi şahsi temizlik yapmalıyız.

4-     Yatarken en az edep yerlerimizi örtecek büyülükte üzerimize örtü örtmeliyiz.

5-     Dinlenmek için uzanıyorsak bile, yüzüstü uzanmamalıyız. Hele üstümüzde hiçbir örtü yokken yüzüstü hiç mi hiç uzanmamalıyız. Çünkü mahrem bölgelerimiz bu durumda tümden açıkta oluyor. Peygamber efendimiz bu konuda ciddi bir şekilde uyarıyor. “Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) karnı üzerine (yüzükoyun) yatmış bir adam görmüştü; hemen müdahale edip: “Bu, Allah Teala hazretlerinin sevmediği bir yatıştır.” buyurdular.” ( Hadîs-i Şerif Meâli)[113]

6-     İnsan sırtüstü yatıp da, ayağını ayak üzerine atmaz. ( Hadîs-i Şerif Meâli)[114]

7-     Uyuduğumuz yer minder de olsa yatak da olsa üzerine nevresim sermeyi unutmamalıyız. Terlediğimiz vakit yatak ya da minderi temizlemek pek mümkün olmayacaktır. Bunun yerine nevresimi yıkamak daha kolay ve pratik olacaktır. Yastık ve battaniyenin de aynı şekilde kılıflanması gerekir.

8-     Nevresimlerin en az ayda bir yıkanması güzel olur.

9-     Uykudan kalkar kalkmaz besmele çekmeli, dişlerin temizliğine, tuvalet ihtiyacını gidermeye, abdest almaya öncelik tanıdıktan sonra herhangi bir işe başlayabiliriz.

10-  Döşeğine yatan kimsenin evvela onu pratik bir şekilde temizlemesi gerekir. Tozlanmış olabilir, üzerinde böcek olabilir ya da kırıntılar olabilir…v.b

 

Yatarken Okunacak Tesbih Ve Sureler:

1-     “Huzeyfe (r.a.) şöyle demiştir: resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) geceleyin uyumak istediği zaman elini sağ yanağının altına koyar. Sonra da “senin isminle ölür, senin isminle dirilirim” derdi. Uykudan uyandığında da “bizi öldürdükten (uyuttuktan) sonra tekrar dirilten (uyandıran) Allah’a hamdolsun, dönüş de O’nadır” derdi.” [115]

2-     “Bera ibn-i azib (r.a.) şöyle demiştir: Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bana : “Yatağına gireceğin zaman namaz abdesti al, sonra da sağ yanın üzerine yat ve şu dua oku: “Allahım kendimi sana teslim ettim. Yüzümü sana çevirdim, işlerimi sana emanet ettim, rızanı isteyerek azabından korkarak sırtımı sana dayadım, sana sığındım. Sana karşı yine senden başka sığınak yoktur. İndirdiğin kitaba gönderdiğin peygambere inandım.”[116]

 

UYKU

1-     Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) gece yatmadan önce iki avucunu birleştirir. İhlası şerifi, felak, nas surelerini okur ve her sureden sonra “huh” diye avucuna üfler. Ve üç surenin okunması bitince avuç içlerinin elinin erdiği kadar her tarafa sürerdi. Ve bu işi üç sefer yapardı.[117]

2-     Uykudan uyanıldığında eller yıkanmalı, burun sümkürülüp temizlenmeli. Peygamber efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu konuya şöyle dikkat çekiyor: “…sizden biriniz uykusundan uyandığında elini, abdest suyuna koymadan önce yıkasın, elinin nerde gecelediğini bilemez.”[118]   Herhangi biriniz uykudan uyanınca üç defa burnuna su alıp sümkürsün.[119]

3-     Abdestli olarak sağ tarafımıza yatmak, iki avucumuzu birleştirip sağ yanağımızın altına koymak.[120]

4-     Gün içinde fırsat bulabilirsek kaylûle yapmak hem güne dinç devam etmeyi hem de gece namazına kalkmayı kolaylaştıracaktır. Efendimizin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sünnetlerindendir.[121] Öğlen uyunamazsa dahi uzanıp dinlenmek de kaylule yapmaktır. Yarım saat kaylûle iki saat gece uykusuna denk gelir. Kaylûlenin vakti genel olarak öğle namazından 30 dakika öncesinden başlayıp ikindi namazına yakın vakitlere kadar devam eder.

5-     Işıkları söndürmeyi unutmamalıyız. Bununla beraber kapı, pencere, tüp, doğalgaz, elektrikli ev eşyalarına da dikkat etmek gerekir. Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) uyunacağı vakit varsa ateşin söndürülmesini emreder[122]. Bu hadis az önce yaptığımız açıklama konusunda bize yol gösterir.

6-     Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) :”Döşeğine yattığı vakıt, namaz için aldığın gibi abdest al. Sonra sağ tarafına yat. Sonra “Allah’ım ben yüzümü sana teslim ettim. İşimi de sana havale kıldım…. İndirdiğin kitabına iman ettim. Gönderdiğin peygamberine de inandım” de. Bunlar son sözün olsun. Şayet o gece ölürsen fıtrat (İslam dini) üzere ölürsün.” Buyurmuşlardır.[123]

7-     Uyuyan kişinin yanına girerken uyulması gereken adab: uyuyan insanların bulunduğu bir yere- gece veya gündüz- girmek zorunda kaldığınızda, onların konumlarını göz önünde bulundurunuz. Bu esnada hareketlerinize, tavırlarınıza ve konuşmalarınıza dikkat edip nazik olmaya, giriş ve çıkışlarınızda gürültü yapmamaya dikkat ediniz. Efendimizin (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) şu hadis-i şerifini hatırlayalım: “kim (hareketlerinde, davranışlarında) kibarlıktan ve incelikten mahrum olursa, bütün hayırlardan da mahrum olur.”[124]

Sahabenin ileri gelenlerinden Miktad ibn-i esved (r.a.) şöyle anlatır: “peygamber efendimize (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir miktar süt ayırarak kaldırırdık. Geceleyin gelir, uyuyanları uyandırmayacak, ancak uyanık olana duyurabilecek kadar bir sesle selam verirdi.”[125]

Peygamber efendimiz gece kalkıp teheccüd namazı kıldıkları sırada kur’an okurken, uyuyan kişi, onun okuyuşuyla uyanmaz, uyanık olan da rahatsız olmaz, kulak verip onu dinleyebilirdi.

8-     Uyuduğumuz vakte çok dikkat etmeliyiz. Mümkün olduğunca güneşin doğuşundan 45 dakika sonrasına kadar ve özellikle ikindi vakti ile akşam vakti arasında uyumamalıyız. Yarardan çok zararı olup, sersem ve yorgun bir şekilde uyanabiliriz.

 

UYKU ÜÇ NEVİDİR:

               Birincisi: Gayluledir ki, fecirden sonra tâ vakt-i kerahet bitinceye kadardır. (yani yaklaşık güneşin doğuşundan 45 dakika geçinceye kadar ki zamandır) Bu uyku, rızkın noksaniyetine (eksikliğine) ve bereketsizliğine hadîsçe sebebiyet verdiği için, hilaf-ı sünnettir (sünnete aykırıdır). Çünkü rızık için sa'yetmenin (çalışmanın) mukaddematını ihzar etmenin (başlangıcını, hazırlığını yapmanın) en münasib zamanı, serinlik vaktidir. Bu vakit geçtikten sonra bir rehavet ârız olur. O günkü sa'ye ve dolayısıyla da rızka zarar verdiği gibi, bereketsizliğe de sebebiyet verdiği, çok tecrübelerle sabit olmuştur.

 

               İkincisi: Feyluledir ki, ikindi namazından sonra mağribe (akşama) kadardır. Bu uyku ömrün noksaniyetine, yani uykudan gelen sersemlik cihetiyle o günkü ömrü nevm-âlûd, yarı uyku, kısacık bir şekil aldığından maddî bir noksaniyet gösterdiği gibi, manevî cihetiyle de o gün hayatının maddî ve manevî neticesi ekseriya ikindiden sonra tezahür ettiğinden, o vakti uyku ile geçirmek, o neticeyi görmemek hükmüne geçtiğinden, güya o günü yaşamamış gibi oluyor.

 

               Üçüncüsü: Kayluledir ki, bu uyku sünnet-i seniyyedir. Duha vaktinden, öğleden biraz sonraya kadardır. Bu uyku, gece kıyamına (teheccüde uyanmaya) sebebiyet verdiği için sünnet olmakla beraber, Ceziret-ül Arab'da (arap yarımadasında) vakt-üz zuhr (öğle vakti) denilen şiddet-i hararet zamanında bir ta'til-i eşgal (iş tatili, öğle molası) , âdet-i kavmiye ve muhitiye olduğundan, o sünnet-i seniyeyi daha ziyade kuvvetlendirmiştir. Bu uyku, hem ömrü, hem rızkı tezyide (arttırmaya) medardır. Çünkü yarım saat kaylule, iki saat gece uykusuna muadil gelir. Demek ömrüne her gün bir buçuk saat ilâve ediyor. Rızık için çalışmak müddetine, yine bir buçuk saati ölümün kardeşi olan uykunun elinden kurtarıp yaşatıyor ve çalışmak zamanına ilâve ediyor.

Said Nursî

(LEM’ALAR)

 

 

9. NAMAZ ADABI

“beş vakit namazın benzeri, sizden birinizin kapısı önünden akıp giden ve her gün içinde beş sefer yıkandığı suyu bol bir ırmak gibidir.” (hadis-i şerif meali) [126]

1-     Namaz kılarken gözlerimizi yukarıya dikmekten veya sağa sola bakmaktan kaçınmalıyız. Bunların hiçbiri caiz değildir, mekruhtur[127]. Ayrıca namazda huşû önemli etkenlerden olup, sağa sola bakmak, yukarıya bakmak insanı huşûdan uzaklaştırır. Aişe (r.anha) anlatıyor: Resulullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) namazda başı sağa sola çevirmenin durumunu sordum. Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “bu yapılan hareket, kulun namazından bir kısmını şeytanın kapıp aşırmasıdır.”[128] Namazda gözler, ayakta iken secdeye, rükûda iken ayakların ucuna, oturmada iken dizlere bakmalıdır.

2-     Rükû ve secde tesbihlerini 3, 5,7 veya bu şekilde tek sayıda okumalıdır.

3-     Namazı yerde veya yerde biten şeyde kılmak evladır (daha iyidir.) örneğin bankta ya da kanepede kılmak yerine mümkünse yerde kılmak.

4-     Sünnetler hep aynı yerde kılınmamalıdır.

5-     Namazda çok okuyarak az rekât kılmak, az okuyarak çok rekât kılmaktan evladır.

6-     Mümkün mertebe öksürmemeğe çalışılmalıdır.

7-     Namazda huşûyu yakalamaya çalışmalıyız. Yani bütün aza sakin, hareketsiz ve düzgün vaziyette, göz secdede kalıp, namazın dışındakilerden alakayı kesmiş, kulak, dilin okuduğu şeyi dinlemekte ve zihin elimizden geldiği kadar manayı anlamakla meşgul olarak cenab-ı hakk’ın huzurunda, yanında kim olduğunu fark edemeyecek derecede bulunmaktır. Gafletle kılınan namazın sevabı çok noksandır.

8-     Namazı tadil-i erkânla kılmak farza yakın bir vaciptir. Azami derecede dikkat etmek gerektir. Âlimlerimizden İmam ebu yusuf’a göre “tadil-i erkan” farz olup Riayet edilmemesi halinde namazın tekrar kılınması gerekir. Tadil-i erkân: namazın rükunlarını doğru yapmak demektir. Namazda tadil-i erkan ise namazın kıyam, rükû, secde gibi her bir rüknünün sükunet, vakar ve itminan içinde yerine getirilmesi, yani acelecilik ve çabukluk gösterilmemesi demektir.

Bir hadis-i şerifte şöyle buyurur efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) :size namaz hırsızından haber vereyim mi?” sahabeler “ver ya resulullah” derler. Efendimiz şöyle cevap verir: “namaz hırsızı, namazın rükûunu, secdelerini eksik yapan, hakkıyla yerine getirmeyen (hızlıca ve çabuk kılan) kimsedir.” Buyurmuştur.[129]

“Bir Müslüman farz namazın vakti geldiğinde güzelce abdest alır huşû içinde rükû ve secdelerini de tam yaparak namazını kılarsa büyük günah işlemedikçe bu namaz o güne kadar işlediği tüm günahlarına kefaret olur. Bu her zaman için böyledir.”(hadis-i şerif meali) [130]

9-     Cemaatle namaz kılmaya çok önem vermeliyiz. Çünkü resul-i Ekrem efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) cemaatle kılınan namazın tek başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha faziletli olduğunu ifade etmiştir.[131] Bulunduğumuz ortamda (evde, camide,…) iki kişiysek bile yine de mümkün olduğunca cemaat oluşturup namazı beraber kılmamız daha iyi olur. iki kişi de olsa birlikte namaz kılmak yalnız başına kılmaktan efdaldir. Cemaat ne kadar çoğalırsa kılınan namaz cenab-ı hak yanında o kadar sevimli olur.

“Bir köy veya ıssız bir yerde üç kişi bulunur da namazı aralarında cemaatle kılmazlarsa şeytan onlar üzerinde hâkimiyeti ele alır. O halde cemaatle namaz kılmaya devam edin. Çünkü kurt, sürüden ayrılan koyunu yer.” (hadis-i şerif meali)[132]

10-  Namazda bol elbise giyilmelidir. Çünkü namazın şartlarından biri de setr-i avrettir. Setr-i avretin tam olarak sağlanabilmesi için elbisenin şeffaf olmaması ve vücut hatlarını belli etmemesi gerekir.

11-  Namazda bedenimizle ve elbisemizle oynamak mekruhtur.

12-  Namazda başımızı takkeyle, sarıkla ya da her ikisiyle örtmeyi ihmal etmemeliyiz. Efendimizin bir sünnetidir.

13-  Başkaları namaz kılıyorsa sessizliği bozmamalıyız ki onları rahatsız etmeyelim namazdaki huşularını bozmayalım. Bununla beraber camiye, mescide ya da topluca nama kılınan bir mekâna girerken öncelikle telefonumuzun sesini kapatmalı ya da telefonu tümden kapatmalıyız ki namazda olanlara rahatsızlık vermeyelim.

14-  Namazı bitiren kişiler sessizce tesbihatı bekler. Sünnet ile farz, farz ile sünnet arasında faydasız, boş işlerle meşgul olmak hoş değildir. Sünnetin sevabını azaltır. Sünnet ile farz arasında imanî ve İslamî şeylerle meşgul olmak, okumak gerekir.

15-  Namaza yetişmeye çalışırken koşmadan, ağırbaşlılıkla gitmeli ve gürültü çıkarmamaya dikkat etmeliyiz. Ebu Hureyre’nin(r.a.)  rivayet ettiğine göre Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: ” Namaz için kamet getirildiğinde koşarak değil ağırbaşlılıkla yürüyerek gelin. Yetişebildiğinizi imamla kılınız, yetişemediğiniz rekatları da kendiniz tamamlayınız.”[133]

16-  Cabir (r.a.) şöyle demiştir: Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) bayram günlerinde namaza değişik yollardan gidip gelirdi.[134]

17-  Saf düzeni: namazda safları düz tutmak gerekir. Eğri büğrü bir saf oluşturmamaya dikkat etmeliyiz. Bunu sağlamak için de farz namaza başlamadan önce sağımızı solumuzu kontrol etmeli hizaya bakmalıyız. Ayrıca namazda omuzlar birbirine değecek kadar birbirine yakın ve aynı hizada durulmalı.[135] Arada boşluk bırakılmamalı. Safların düzgünlüğü ve omuzların aynı hizada olmasıyla ilgili efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) şöyle buyuruyor: “saflarınızı düzgün tutunuz. Omuzlarınız aynı hizada olsun, saf arasındaki boşlukları doldurunuz. Saf düzeni için elinizden tutup çeken kardeşlerinize yumuşak davranınız. Şeytanın sokulabileceği boşluklar bırakmayınız. Kim bir saftaki boşluğu doldurup kopukluğu önlerse, Allah ona rahmetini ulaştırır. Kim de boşluk bırakarak bir safı kesintiye uğratırsa Allah da ona rahmetini keser.”[136]

Safları oluşturmaya başlarken:  Ebu hureyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre, Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “safları oluşturmaya başlarken imamı ortaya alarak düzenleyiniz ve tüm saflardaki boşlukları da doldurunuz.”[137]

Safların düzenlenmesinde ehil olan kişi imamın tam arkasına durur. Sonraki gelenler de imamın hemen arkasındaki kişinin sağ tarafından başlayarak safı doldurmaya başlarlar. Ardından sol tarafı doldurmaya başlarlar. Bu konuda efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) safın önce sağının sonra solunun doldurulması gerektiğini ve safın sağı dolduktan sonra solunu doldurmaya başlayanlara da iki kat sevap verileceğini müjdeler.[138] Birinci saf dolduktan sonra ikinci safa ilk geçecek kişi imamın tam arkasında duranın hemen arkasında saf tutmalı. Gelenler ise bu kişinin yine sağından itibaren safı doldurmaya başlayıp sonra sol tarafını dolduracaklar.

Önümüzdeki safta boş yer varsa hemen doldurmak gerekir. Enes (r.a.) ‘den rivayet edildiğine göre, Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) şöyle buyurdu: “ön safı tamamlayınız, sonra arkadaki safı oluşturunuz. Boş yer kalırsa son safta kalsın.[139]

18-  Namaza dururken ön safa durmalı, yaşlılar var diye geride durulmamalıdır. Ön saflarda yer imkânı varken arka saflarda durmak mekruhtur. Peygamber efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) şöyle buyuruyor: “en hayırlı saf ilk saftır. Sevabı en az olan da geri saflardır. İlk safın sevabı bilinseydi, oraya geçmek için kur’a çekilirdi…”[140]

19-  Sünnet namazları ihmal etmemek gerekir. Onların “farz” olmaması bizim sünnet namazlarını küçümseyip terk etmemizi gerektirmez ve bu durum bize normal gelmemeli. Bediüzzaman hazretleri bu durumu (sünnetleri terk etmek konusunu) anlatırken “hasaret-i azime” (pek büyük bir zarar) diye ifade eder. Farz namazlara kalenin merkezi, sünnet namazlara da merkezi saran, koruyan birinci sur, nafile namazlara ikinci surlar… diyebiliriz. Merkezi kuvvetli tutmak için bütün surları kuvvetli tutmayı önemsemeli hatta surları arttırmaya çalışmalıyız. Şeytan ve nefis merkezi istila etmeye (bizi farzlardan uzaklaştırmaya) çalışır.

Sünnet namazlarının ehemmiyetini anlatan birçok hadis-i şerif var. Biz bunlar için konuyu hadis kitaplarına havale edip buraya numune olması açısından bir hadis-i şerif nakledelim: “sabah namazının iki rekât sünneti dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır.”[141]

20-  Az önce de kısaca değindiğimiz gibi; farz namazlarımızı kılmakla beraber, mümkün olduğunca nafile namazlarımızı da arttırmalıyız. Nafile ibadetlerin ehemmiyetini anlatan çok güzel bir hadis-i kudsî var:  her kim samimi olarak farz ve nafile ibadetleriyle bana yaklaşan dostuma düşmanlık ederse, ben de ona karşı harp ilan ederim. Kulumu bana yaklaştıran şeylerin benim katımda en sevimli olanı farz kıldığım ibadetlerdir. Kulum nafile ibadetleriyle de devamlı bana yaklaşır da ben de onu severim. Onu sevdiğim vakit; onun işiten kulağı, gören gözü ve tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Bana sığınırsa onu korurum.”[142]

Konumuz adab-ı muaşeret olmasına rağmen belki konumuzdan biraz uzaklaşmış olacağız ama yeri gelmişken bazı nafile namazlar hakkında kısaca bilgi verelim:

-teheccüd namazı:

-abdestten sonra kılınan iki rekat namaz:

-tahiyyet-ül mescid namazı:

-duha (kuşluk) namazı:

21-  Kaza namazı: kaza namazları kılarken bir hata işleyip namazı vaktinde kılmadığımızın farkında olarak mahcubiyet ve pişmanlık duygusuyla günahkâr insan psikolojisiyle kılmalıyız. (Elbette her namazda olması gerekir ama) bilhassa kaza namazları kılarken, kıldığımız namazın Rabbimiz (c.c) tarafından kesinlikle kabul edildiği düşüncesinde ve rahatlığında olup da gevşek ve ilgisiz davranmamalıyız. Cenab-ı hak kıldığımız kaza namazı kabul etmeyip yüzümüze çarpabilir de. Dua edelim ki rabbimiz kıldığımız namazları bilhassa kaza namazlarımızı kabul etsin.

22-  Kaza namazlar varken sünnet namazlar kılınır mı?

Şafii mezhebine tabi olan kişiler, öncelikli olarak kaza namazlarını bitirmeli sonra sünnet namazlarını kılmalılar. Örneğin; öğle namazının 4 rekâtlık ilk sünneti kılınacak ve bizim kılmamız gereken kaza namazlarımız da var. Şu durumda sünnet yerine bir miktar kaza namazı kılmalıyız. Yoksa hem “benim kaza namazlarım var” deyip sünneti kılmamak, bununla beraber kaza namazı da kılmamak doğru değildir. Bilhassa Şafii mezhebine tabi olan kardeşlerimizin bu yanılgıya düşmemek için dikkat etmeleri gerekir. Kaza namazları ile sünnet namazları arasındaki öncelik meselesi karıştırılabiliyor. Ayrıca şunu da bilmek gerekir ki, Şafii bir kişinin kılması gereken kaza namazları varsa, birinci dereceden ihtiyaçlarına ayırdığı vakit haricindeki zamanlarda, kaza namazlarını bitirmeye çalışması gerekir. Şu durumda kaza namazlarımız varsa en azından namazların sünnetleri vaktinde, kılabildiğimiz kadar kaza namazı kılalım. Kaza namazlarımız yoksa sünnet namazı vaktinde “sünnet namazı” kılalım. Kaza namazları mazeretiyle sünneti kılmamak, bununla beraber kaza namazı da kılmamak kendimizi kandırmaktır.

Hanefi mezhebine tabi olan kişiler, kazaları varsa bile sünnet namazları kılabilirler. Tabi bu mezhebe tabi olan kardeşlerimizin de kaza namazlarını fazla geciktirmeden kılmaları gerekir.

23-  Rükû ve secdede imamdan önce davranmak: İmama uyan kişinin imamdan önce başını secde ve rükûdan kaldırması doğru değildir. Peygamber efendimiz bunu yasaklamıştır[143]. Cemaatle namaz kılan kişi imama uymaya niyet etmiştir. Şu halde sanki kendisi imama değil de imam ona uyuyormuş gibi imamdan önce secdeye gitmek, secdeden kalkmak ya da imamdan önce rükûya gitmek veya rükûdan kalkmak caiz değildir. Bu durum namazın her hareketi için geçerlidir.

24-  Yemek hazır iken, büyük ve küçük abdest sıkıntısı varken huzurlu bir namaz kılınmaz.[144] Bundan dolayı bu durumlarda namaz vakti dar değilse abdest tazelemeyi, yemek yemeyi öncelemeliyiz.

25-  Kabirlere doğru namaz kılınmaz.[145]

26-  Namaz kılanın önünden geçmemek gerekir. Bununla beraber namaza durduğumuz yere dikkat etmeliyiz ki, başkalarının önümüzden geçmek zorunda kalacakları şekilde bir yere durmuş olmayalım. Eğer namaz kılanın önünde bir sütre, engel varsa ya da biz o sırada yerleştirirsek namaz kılanın önünden bu durumda geçilebilir. Burada bilhassa namaz kılan kişi ile secde edeceği yer arasından geçmemeye dikkat etmeliyiz.

27-  Müezzin kamete başladığı an artık başka namaz kılınmaz. Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: “farz namaz için kamet getirilince farz namazdan başka bir namaz kılmak yoktur.” [146]

10. DUA VE TESBİHAT ADABI

1-     Duada aceleci olunmamalı, sabırla duaya devam edilmelidir. Ebu hureyre’den rivayet edildiğine göre Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:”sizden birinizin acele etmedikçe duası kabul edilir. İnsan acele ederek, “işte ben rabbime dua ettim de duamı kabul etmedi” der.”[147]

“İman duayı bir vesile-i kat'iyye olarak iktiza ettiği (gerektirdiği) ve fıtrat-ı insaniye (insan yapısı), onu şiddetle istediği gibi; Cenab-ı Hak dahi "Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?" mealinde [148] قُلْ مَا يَعْبَوءُا بِكُمْ رَبِّى لَوْلاَ دُعَاوءُكُمْ   ferman ediyor. Hem  اُدْعُونِى اَسْتَجِبْ لَكُمْ  (bana dua edin, size cevap vereyim-mü’min suresi:60) emrediyor.

Eğer desen: "Birçok defa dua ediyoruz, kabul olmuyor. Hâlbuki ayet umumîdir (geneldir). Her duaya cevap var ifade ediyor.

Elcevab: Cevab vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevab vermek var; fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu (istenilenin ta kendisini) vermek Cenab-ı Hakk'ın hikmetine tâbi'dir (bağlıdır).

Meselâ: Hasta bir çocuk çağırır:

"Ya Hekim! Bana bak."

Hekim: "Lebbeyk" der.. "Ne istersin?" cevab verir.

Çocuk: "Şu ilâcı ver bana" der.

Hekim ise; ya aynen istediğini verir, yahut onun maslahatına binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez.

İşte Cenab-ı Hak, Hakîm-i Mutlak (sınırsız hikmet, bilgi sahibi, her şeyi bilen) hazır, nâzır olduğu için, abdin (kulun) duasına cevap verir. Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat insanın hevaperestane (nefsin arzularına tabi olarak) ve heveskârane tahakkümüyle değil, belki hikmet-i Rabbaniyenin iktizasıyla (cenab-ı hakkın hikmeti gerektirdine göre) ya matlubunu (duada istenileni) veya daha evlâsını (iyisini) verir veya hiç vermez.”                                    (RİSALE-İ NUR KÜLLİYATINDAN-SÖZLER, 23.Söz)

 

 

 

 

2-     Dua ederken kararlı olunmalı. “allahım dilersen bana bunu ver” ya da “Allahım dilersen beni bağışla” şeklinde dua edilmemeli. İstediğimizi kararlı bir şekilde istemeliyiz.”allahım bana bunu ver, şunu nasip et” , “Allahım beni bağışla” şeklinde olmalı. İstediklerimizin hiçbiri Cenab-ı Hakk’a (c.c) ağır gelecek değildir.[149]

3-     Dualarımızda hiçbir zaman ölümümüzü istememeliyiz. Bu konuda efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: “Biriniz başına gelen bir zarar ve musibetten dolayı sakın ölümü istemesin. Eğer mutlaka temenni edecekse: “Allah’ım yaşamak benim için hayırlı ise beni yaşat, ölmek benim için hayırlı ise beni öldür.” desin.”[150]

4-     Duada hayır ve iyilik istenmeli. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Müslümanlardan bir kimseye hasta ziyaretinde bulundu. Bu kimse öyle zayıf kalmıştı ki, sanki kuş yavrusu gibi olmuştu. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ona : “bir şey için dua ediyor musun veya Allah’tan bir şey istiyor musun?” buyurmuş. O da: “evet. Allahım ahirette bana ne ceza vereceksen onu şimdi bana dünyada ver” diye dua ediyordum.” Demiş. Bunun üzerine Resulullah da (salla’llâhü aleyhi ve sellem): “Keşke: “Allahümme Rabbena Atina fid-dünya haseneten ve fil-ahireti haseneten ve kina azeben-nar.(“Allah’ım, rabbimiz, bize dünyada iyilik ver ahirette de iyilik ver, bizi cehennem azabından koru.”-bakara suresi:201.) diye dua etseydin olmaz mıydı? Buyurmuştur. O da bu şekilde dua etmiş ve hastalığı iyi olmuş, şifa bulmuş.” [151]

5-     Duada sesi yükseltmemek gerekir.[152]

6-     Kendinize beddua etmeyiniz. Çocuklarınıza beddua etmeyiniz. Mallarınızı da beddua etmeyiniz. Olur da duaların kabul olunacağı bir saate rastlarsanız, bedduanız kabul olunmuş olur.”[153]

7-     Dua ve Tesbihatın önemi: namazın ardındaki tesbihatı ihmal etmemek gerekir. Tesbihatı yapmayan kişi bir nevi, ağacın bakımını yapıp onu yetiştiren fakat meyve toplama vakti geldiğinde meyveleri toplamadan çekip giden kişiye benzer.

Bediüzzaman hazretleri insanı cenab-ı hakka ulaştıracak bir çok yol, usül olduğunu ifade eder. Ve ardından bu yollardan en kısa ve en selametlisi olan “  Acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür” tarikinin (yolunun, usulünün) evradını şu şekilde özetler : “İttiba-ı sünnettir, feraizi işlemek, kebairi terk etmektir. Ve bilhassa namazı ta'dil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihatı yapmaktır.[154]

 

               Ve yine tesbihatın ehemmiyeti ile ilgili bediüzzaman hazretleri şöyle der:“ Kardeşlerimizden birisinin namaz tesbihatında tekâsül (tembellik)  göstermesine binaen dedim: Namazdan sonraki tesbihatlar, tarîkat-ı Muhammediye'dir (a.s.m.) ve velayet-i Ahmediye'nin (a.s.m.) bir evradıdır. O noktadan ehemmiyeti büyüktür.[155]

Dua ve Tesbihatta oturuş: Dua sırasındaki oturuş o anki ruh halimize doğrudan tesir edecektir. Cenab-ı hakka dua ederken, acziyetimizi, fakirliğimizi, zayıflığımızı ve günahlarımızdan dolayı ona karşı mahcubiyetimizi hissedecek şekilde oturup dua etmek en güzelidir. Bahsettiğimiz dua etme halini en güzel sağlayacak olan oturuş; yayılmadan, dizüstü düzgün oturuştur.

            Tesbihatın manasına bakarsak, onun tümüyle bir dua olduğunu göreceğiz. Şu halde namazdan sonra tesbihat yaparken o anki hale ve tesbihatta söylediğimiz sözlere en uygun oturuş olan dizüstü oturuş halinde olmamız en uygun olanıdır. Yayılarak ya da bacakları yayarak, bir yerlere yaslanıp tesbihat yapmak tesbihatın ruhuna terstir. Düşünün, tesbihatta “allahümme entes-selamu we minkes-selam tebarekte yazel celali wel-ikram (allahım sen selamet ve güven verensin. Her türlü selamet ve güven sendendir. Ey büyüklük ve ikram sahibi olan allahım, sen yücelerden yücesin)” ya da “allahümme edhilne-l cennete meal ebrar (allahım bizi iyi kullarınla beraber cennetine koy.)” … derken yayılmış bir şekilde oturmak mı yoksa dizüstü oturarak boyun hafif bükük şekilde olmak mı bu manalara daha uygun olur?

8-     tesbihat sırasında bizim ve başkalarının huşu halini bozmamak ve dikkatleri dağıtmamak için varsa cep telefonumuzun sesini kapatmak mümkünse telefonu tümden kapatmak iyi olur. Ve tesbihat sırasında telefonumuz çalarsa, çok acil değilse tesbihattan ayrılmamak gerekir.

9-     Bediüzzamanın, kendisine sorulan dua ile ilgili bir suale verdiği cevabı Dua adabıyla ilgili bilgi verdiğinden dolayı buraya aynen aktarıyoruz:

 

Birinci Sualiniz: Mü'minin mü'mine en iyi duası nasıl olmalıdır?

Elcevab: Esbab-ı kabul (kabul şartları) dairesinde olmalı. Çünkü bazı şerait (şartlar) dâhilinde dua makbul (kabule yakın) olur. Şerait-i kabulün içtimaı (kabul şartlarının bir arada olması) nisbetinde makbuliyeti ziyadeleşir.

Ezcümle: Dua edileceği vakit, istiğfar ile manevî temizlenmeli, sonra makbul bir dua olan salavat-ı şerifeyi şefaatçı gibi zikretmeli ve âhirde yine salavat getirmeli. Çünkü iki makbul duanın ortasında bir dua makbul olur. Hem  بِظَهْرِ الْغَيْبِ yani "gıyaben ona dua etmek"[156] hem hadîste ve Kur'anda gelen me'sur (tesirli) dualarla dua etmek. Meselâ:

اَللَّهُمَّ اِنِّى اَسْئَلُكَ الْعَفْوَ وَ الْعَافِيَةَ لِى وَ لَهُ فِى الدِّينِ وَ الدُّنْيَا وَ اْلاۤخِرَةِ  [157]

(Allah’ım senden kendim ve onun için dinde, dünyada ve ahirete af ve afiyet diliyorum)

 

رَبَّنَا اۤتِنَا فِى الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِى اْلاۤخِرَةِ حَسَنَةً وَ قِنَا عَذَابَ النَّارِ  [158]

(Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Ve bizi cehennem azabından koru!)

 

gibi câmi' (kapsamlı) dualarla dua etmek; hem hulûs (samimi olarak) ve huşu' ve huzur-u kalb ile dua etmek; hem namazın sonunda, bilhassa sabah namazından sonra; hem mevâki'-i mübarekede (mübarek yerlerde), hususan mescidlerde; hem Cum'ada, hususan saat-ı icabede; hem şuhur-u selâsede (üç aylarda), hususan leyali-i meşhurede (meşhur gecelerde); hem ramazanda, hususan leyle-i kadirde (kadir gecesinde) dua etmek kabule karin (yakın) olması rahmet-i İlahiyeden kaviyyen (kuvvetle) me'muldür (ümit edilir). O makbul duanın ya aynen dünyada eseri görünür veyahut dua olunanın âhiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur. Demek aynı maksat yerine gelmezse, dua kabul olmadı denilmez;[159] belki daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir.” [160]     RİSALE-İ NUR KÜLLİYATINDAN-MEKTUBAT-23. mektub

 

              

 

10. FERDÎ (kişisel) TEMİZLİK

‘’ Şüphe yok ki Allah tövbe edenleri de, (maddi-manevi kirlerden) temizlenenleri de sever. (bakara suresi–222)

 ‘’(Bu abdest ve teyemmüm emri ile) Allah sizin için güçlük dilemez. fakat sizi tertemiz etmek ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister. Ta ki şükredesiniz ‘’(maide suresi–6)

’’ Allah, üzerinize gökten yağmur indiriyor. Onunla sizi pisliklerden temizlesin diye.’’ (enfal suresi–11)

 ‘’Temizlik imanın yarısıdır.’’ (hadis-i şerif meali)[161]

 

 

Ferdî temizlik bölümünü iki alt başlıkta inceleyebiliriz:

                                                             1. Beden Temizliği

Her müslümanın (en az) her yedi günde bir gün başını ve vücudunu yıkaması gerekir.”[162]

a-) Saçlar: Yıkanmış, taranmış, normal kesilmiş olmalıdır. “Bir gün Peygamber efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) mesciddeyken saçı sakalı birbirine karışmış bir adam içeri girdi. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) saçını sakalını düzeltmesi için ona eliyle işaret etti. Adam söyleneni yaptı. Sonra dönüp gitti. Bunun üzerine peygamber salla’llâhü aleyhi ve sellem: “sizden birinin bu hali, şeytanı andıracak şekilde saçı darmadağınık gelmesinden daha iyi değil midir? ” buyurdu.[163]

b-) Tırnak Temizliği: Haftada bir yapılmalıdır. Tırnak kesiminde de cünüp iken yapmamaya dikkat edilmelidir. Vücuttan kesilen tırnaklarla tıraş edilen tüy ve kıllar rasgele atılmayıp toprağa gömülmeli veya göze görünmeyecek şekilde sarılıp çöpe atılmalıdır. Tırnak kesiminin Cuma günü namazdan evvel yapılması efdaldir. Tırnaklarımızı keserken evvela sağ elin şahadet parmağından başlamalı, sonra onun sağ tarafında bulunan parmakların tırnakları kesilmelidir. Daha sonra sol elin küçük parmağından başlayarak başparmakta nihayete erdirmeli ve son olarak da kalmış olan sağ elin başparmağında bulunan tırnağı kesmelidir. Ayak tırnaklarına gelince; sağ ayağın küçük parmağından başlayıp sol ayağın küçük parmağında bitirmelidir.

c-) Diş ve Ağız Temizliği: Ağız Kokusuna azami derecede dikkat etmek bu konuda hassas olmak gerek. Biz fark etmeden ağız kokumuzla insanlara rahatsızlık veriyor olabiliriz. Evet, bu durumu biz fark edemeyebiliriz. Bunu engellemek için MİSVAK kullanabiliriz. Diş temizliği ve bakımı konusunda Resulullah Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hassas ve itinalı davranmışlardır. Ümmetine de bu ciddi mevzuda sık sık ikazda bulunmuşlardır. Bazılarını zikredelim: “ Eğer ümmetime güç gelmeyecek olsaydı onlara her namaz vaktinde ağızlarını ve dişlerini temizlemelerini emrederdim.”[164] , “  Misvak ağzı temizler. Allah’ın rızasını kazandırır.”[165]    

Yeri gelmişken prof. Dr. Vehbe Zuhayli’nin hazırlamış olduğu “İslam fıkhı ansiklopedisi” külliyatının 1. cildinden, Misvak kullanımının hükmü, Misvak kullanımının nasıl olacağı ve misvakın faydaları ile ilgili kısaca bazı bilgiler verelim:

Misvak Kullanımının Hükmü : Hz. Peygamber (a.s) : “ Misvak ağzın temizliği, Rabbin de razılığıdır “buyurmuştur. Bir başka hadis-i şerifte de peygamber efendimiz (a.s) şöyle buyuruyor: “Şayet ümmetime zorluk vermeyecek olsaydı, her namaz öncesinde misvak kullanmalarını emrederdim.

Bu hadis-i şeriflerde misvak kullanımının ne kadar önemli olduğu açıkça görülüyor. Misvak kullanmanın müekked bir sünnet olduğu konusunda ulema ittifak etmişlerdir. Çünkü Hz. Resulullah ( a.s ) bunu kullanmayı teşvik etmiş, kendisi de Sürekli kullanmıştır.

Uyku, yemek, açlık, uzun süre susmak veya çokça konuşmak gibi sebepler dolayısıyla ağızda veya dişlerde değişiklik olması halinde de misvak kullanmak sünnettir. Çünkü Huzeyfe ( r.a.)’nın hadisi şu şekildedir : “ Resulullah (a.s.) geceleyin uyandığında ağzını misvaklar idi. ” Misvakla ovardı, demektir. Değişme özelliğinde ortak olmaları sebebiyle diğer haller de uykuya kıyas edilmiştir.

Namaz sebebiyle ve ağzın değişmesi, dişlerin sararması gibi sebeplerle misvak kullanmak gerektiği gibi, aynı şekilde Kur’an okumak, şer’i sözler ve şer’i ilimler öğrenmek, yüce Allah’ın zikri için, yatmadan önce, uyandıktan sonra, evine girince, ölüm döşeğinde, seher vaktinde, yemek için, vitirden sonra… Misvak kullanmak gerekir.

Bunun delillerine gelince: Buhari ve Tirmizi müstesna Kütüb-i Sitte ravilerinin Hz. Aişe’den yaptıkları şu rivayettir : “ Peygamber ( a.s.) evine girdiğinde misvak kullanmakla işe başlardı.  Hz. Aişe’den bir başka rivayet : “ Resulullah ( a.s. ) gece veya gündüz olsun, uyuyup uyandı mı, abdest almadan önce mutlaka misvak kullanırdı. “

* Misvakın Kullanımı: Kişi sağ eliyle, ağzının sağ tarafından dişlerinin enine ( yani iç ve dış tarafından ) ön dişlerinden arkadaki azı dişlerine doğru götürür, ordan ortalara doğru, ondan sonra sol tarafa doğru dile göre uzunlamasına doğru misvaklanır. Çünkü Hz. Aişe’nin rivayetine göre : ” Peygamber (a.s. ) ayakkabısını giyerken, taranırken, temizlenirken ve bütün işlerinde sağdan başlamayı severdi.”

Diğer taraftan Hz. Peygamber’in : “ Misvak kullandığınız zaman enine doğru misvaklayınız. ” diye buyurduğu haber verilmiştir. Bununla birlikte dişleri uzunlamasına misvaklamak yeterlidir, ancak kerahet vardır. Çünkü diş aralarını kanatabilir ve diş etlerini bozabilir.

* Dilin ise uzunlamasına misvaklamak sünnettir.

* Kullandıktan sonra üzerindeki kirleri gidermek maksadıyla misvakı yıkamak gerekir.

*  Misvakın Faydaları: İlim adamları misvakın faydaları arasında şunları saymışlardır:  Ağzı temizler, Rabbi razı eder, dişleri beyazlatır, ağızdaki kokuyu güzelleştirir, sırtı düzler, diş etlerini kuvvetlendirir, ihtiyarlamayı geciktirir, seciyeyi temizler, zekâyı parlatır, ecrin kat kat verilmesine vesile olur, ruhun bedenden çıkmasını kolaylaştırır ve buna benzer otuza yakın faydaları vardır.

Çağdaş diş doktorları dişlerin çürümesine, dişler üzerindeki sarı tabakanın oluşmasına, ağız ve diş etlerinin iltihaplanmasına mani olmak, sinirler, gözler, nefes alma ve hazım yollarındaki çeşitli rahatsızlıkları önlemek için de misvak kullanmayı tavsiye ederler. Hatta hatırlamanın zayıflamasını ve zihin tembelliğini, kötü ahlakı önlemeye karşı da misvak tedbirdir.”[166]

d-) Burun Temizliği: Hava ciğerlere giderken burun tarafından süzülmekte ve böylece sık sık kirlenmektedir. Bu yüzden çok sık temizlenmesi gerekir. Burun temizliği konusunda Peygamberimizin emirleri şu şekildedir: “ Herhangi biriniz abdest alacağı zaman burnuna su alsın sonra sümkürsün.”[167] “Herhangi biriniz uykudan uyanınca üç defa burnuna su alıp sümkürsün.”[168]

e-) Uyku sonrası el temizliği: uykudan uyanıldığında eller yıkanmalı. Peygamber efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu konuya şöyle dikkat çekiyor: “…sizden biriniz uykusundan uyandığında elini, abdest suyuna koymadan önce yıkasın, elinin nerde gecelediğini bilemez.”[169]        Uykudayken elimiz, avret yerlerimize, saçımıza, burnumuza, kulağımıza gitmiş olabilir. Bundan dolayı en iyisi Efendimiz’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tavsiyesine uyup, uyanınca elleri yıkamaktır.

f-) Koltuk Altı ve avret yerlerin Temizliği: Koltuk altındaki ve avret yerlerdeki kılların ve tüylerin temizliği on-onbeş günde, mümkün olamıyorsa kırk günü geçmemek suretiyle yapılır. Bu temizliğin cünüp iken yapılması mekruhtur. Koltuk altı kaynaklı ter kokusuna da dikkat etmek gerekir. İnsanlık halidir, terleyebiliriz fakat insanlara rahatsızlık vermeme konusundaki hassasiyetimize bu alanda da göstermeliyiz. Özellikle koltuk altı terimizi silmek için banyo yaptığımız günü beklemek gerekmez. Kolay ve pratik metotlarla her gün koltuk altı terimizi silebiliriz.

 

g-) İstinca:  Büyük ve küçük hacetini yaptıktan sonra avret yerlerini temizlemektir. Bu temizlik müekked sünnettir. İstincanın Allah katındaki kıymet ve ehemmiyetini göstermesi bakımından İbn-i Abbas ve Ebu Hureyre’den gelen şu rivayet dikkat çekicidir. “Kuba’lılar hakkında “orada temizlenmeyi seven adamlar var.”  ( Tevbe suresi–108) mealdeki ayet-i kerime nazil olunca Resul-i Ekrem (a.s.m) onlara sordular: “Allah sizi neden övüyor?”. Onlar da bu suale: “Biz def-i hacetten (ihtiyaç giderimi) sonra su ile temizlenir istinca yaparız.” cevabını verdiler. Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) “ İdrar sıçrantısından sakınınız. Çünkü kabir azabının çoğu bundan olacaktır.” buyurmuşlardır.[170]

h-) GUSÜL ABDESTİ:

A-) GUSLÜ GEREKTİREN HALLER’den  “Meninin Çıkması”:

Öncelikle Bir Kaç Kelimenin Anlamını Öğrenelim:

Meni: Şehvetin artması halinde dışarıya çıkan tazyikli sudur. Aynı zamanda meni ıslak olması halinde buğday hamuru kokusunun alınması ile de bilinir. Mezi ve Vediye göre çok daha yoğun bir sıvıdır.  Mezi: Beyaza yakın ince bir sudur. Vedi: Normal idrardan sonra çıkan ve idrardan daha kalınca bir sıvıdır.

Hanefilere Göre guslü gerektiren menide şu şartlar aranır: erkekten ve kadından uyku veya uyanıklık halinde iken şehvetle ve tazyikle çıkması. Şayet ağır bir şey taşımak veya yüksek bir yerden düşmek gibi bir sebeple çıkacak olursa, gusül gerekmez. Hanefilerde ihtiyaten gusletmeyi gerektiren bir hal; sarhoşluktan ya da baygınlıktan kendisine geldikten sonra meni zannettiği bir ıslaklık bulursa ihtiyaten gusletmesi gerekir.

Şafiilere Göre ise meninin her türlü çıkışı guslü gerektirir. İster yukarıdaki istisnai durumlarda isterse normal şekillerde çıkmış olsun fark etmez. Mesela, guslettikten sonra menisinin geri kalan kısmının çıkması durumunda tekrar gusletmesi gerekir.

MEZİ ve VEDİde gusül söz konusu değildir , (ön ve arkadan çıkan her şey abdesti bozduğundan dolayı )  sadece namaz abdesti alınır.

B-) GUSÜL ABDESTİNİN ŞEKLİ ve ADABI:

1-     Hem gusül abdesti alırken hem de normal vakitlerdeki yıkanmalarda avret yerleri (peştemalle, haşemayla, içgiysi…v.b birşeyle) örtmeye dikkat etmeliyiz. Unutmamalıyız ki hayâ duygusu mü’minin imanından bir parçadır.[171]

2-     Gusül abdesti ve kısıtlı imkânlar (zaman, mekân…): Gusül abdesti almamız gerekiyor ve namaz vaktinin çıkmasına da az vakit varsa olabildiğince acele etmek gerekir. Gerekirse sadece bütün vücudumuza su dökmekle yetinmeli, sabun, şampuanla hiç uğraşmamalıyız. Gusül abdestinin farzlarını yerine getirmek yeterlidir. Sabun, şampuanla yıkanmak icap ediyorsa daha sonra tekrardan duş alınabilir. Bunu garipsememek gerekir. Çünkü ehemmiyetli bir iş için bu zahmete katlanıyoruz. Sabah namazını kılabilmek için.

Yine namaz için vakit az kalmışsa ve bulunduğumuz mekânda namaz abdesti alması gereken başka kişiler de varsa bu durumda yine de gusül abdesti almak için banyoyu kapatabiliriz. Abdest alacak kişiler abdest için yer yoksa gerekirse mutfaktan da abdest alabilirler. Bazen çok mecbur kaldığımızda mutfak lavabosunu çok garip işler için kullanabiliyoruz. Sabah namazını yetiştirebilmekten daha güzel ve ehemmiyetli bir telaş sebebi olabilir mi?.. Ama namaz için vakit yeterince varsa, namaz abdesti alması gereken kişilerin de banyodan başka rahat abdest alabilecekleri bir yer yoksa namaz geciktirilmeyecek kadar beklenip, abdest alacak kişilere zaman verilebilir.

Diyelim ki aynı mekânda gusül abdesti alması gereken birden fazla kişi var. Bu durumda yeterince vakit varsa zaten sorun değil. Ama vakit yeterince yoksa gerekirse bir kişi suyu kovaya doldurup, hava şartlarına göre uygun bir mekâna geçip orada gusül abdesti alırken diğer kişi banyoyu kullanabilir. Banyo harici bahsettiğimiz uygun mekân duruma göre bazen tuvalet de olabilir, başka bir seçenek de olabilir. Garipsemeyelim. Diyelim ki, banyomuz kesinlikle müsait değil ve çok önemli bir görüşmeye gitmemiz gerektiği için kesinlikle duş almamız gerekiyor. Bu görüşmenin de sınırlı vakti var. Geçti mi, gitmiş oluyor artık. Bununla beraber duş almak için tuvaletten daha uygun bir mekân da temin edemiyoruz. Ne yaparız bu durumda? Şuna emin olun ki durum bahsettiğimiz gibi ehemmiyetli ise, hemen pratik bir şekilde tuvaleti müsaitleştirip orada duş alırız. Şu halde çok önemli olan namaz için bu seçeneği (tuvalette gusül abdesti alma) garipseyip değerlendirmiyorsak biz Rabbimizle olan bu görüşmeyi (namaz) yeterince önemsemiyor olabiliriz. Kendimizi yoklamalıyız. (Hem zaten tuvaletteki gider deliği kapalı olup, pratik bir şekilde kötü kokuyu da ortadan kaldırdık mı banyodan bir farkı kalmıyor.)

3-     Peygamber efendimizin gusül abdesti alış şekli: Önce avret yerler yıkanır varsa pislikler giderilir. [172] Sonra eller yıkanır, namaz abdesti gibi abdest alınır. Sonra üç defa baştan aşağıya, üç defa vücudun sağ tarafına, üç defa da vücudun sol tarafına su dökülür. Bu arada elle de ovuşturulur ki suyun ulaşmadığı yerlere de su ulaşmış olsun. Saç dipleri parmaklar vasıtasıyla ovuşturulur. Hala suyun ulaşmadığı yer varsa oralar da yıkanır.  Yıkanılan yerde su birikme diye bir durum söz konusu ise yıkanılan yerden çıkmadan önce ayaklara da su dökülür. Böylece gusül abdesti alınmış olur. Peygamber efendimiz  (salla’llâhü aleyhi ve sellem) gusül abdestini böyle almıştır. [173]

4-     Kişinin cünüp olarak tırnaklarını kesmemesi, sakal ve etek traşı olmaması, kan aldırmaması, vücudundan herhangi bir parçayı ayırmaması daha uygun olur. Bunları yapmak mekruhtur.[174]

5-     Gusül abdesti alırken, her durumda olması gerektiği gibi suyu israf etmekten uzak durmalıyız. Bununla beraber mecbur kalmadıkça gusül abdesti sırasında konuşmamalıyız.

6-     Gusül abdesti aldıktan sonra, normalde namaz abdestini bozan herhangi bir durumla karşılaşılmadığı sürece abdestli sayılırız. Tekrar abdest almamak gerekir. İsraf olacağından dolayı mekruhtur.

7-     Cünüpken   yemek , içmek , uyumak  isteyen ne yapmalı?:

Uyumak için: İbn-i Ömer rivayet ediyor : “ Hz. Ömer dedi ki : “ Ey Allahın Resulü! Bizden herhangi bir kimse cünüp olduğu zaman uyuyabilir mi? Hz. Peygamber (a.s.) : “ Evet! Abdest aldığı takdirde uyusun. “ buyurdu. Hz. Aişe’den ise şöyle rivayet edilmiştir : “ Peygamber (a.s.) cünüp olarak uyumak istediği zaman namaz abdesti alırdı. “

Yemek ve içmek için  abdest almanın sünnet oluşuna gelince: Bu hükmün sebebi ise yine Hz. Aişe‘nin şu rivayetidir : “ Hz. Aişe dedi ki : “ Peygamber (a.s) cünüp bir kimseye yemek veya içmek istediği zaman – namaz abdesti alması şartıyla – ruhsat vermiştir.[175]

8-     Gusül abdesti sonrasında iç çamaşırları değiştirmek gerekir mi, gerekmez mi?:

Cevap: Öncelikle bir bilgiyi hatırlayalım: “Meni Hanefilere göre necis (ibadete engel teşkil eden pislik), Şafiilere göre necis değildir.”

Kişi Hanefi ise; meni Hanefilere göre necis olduğundan dolayı; iç çamaşırı ıslaksa ıslak bölgeyi yıkaması, eğer kuru ise iç çamaşırındaki meniyi kazıması yani kuru olan meniyi gidermesi yeterlidir. Elbette ki iç çamaşırını mümkünse değiştirmesi daha uygundur. Ama az önce bahsettiğimiz gibi Dilerse Değiştirmeyebilir De, hiçbir mahsuru yoktur. Rahatlıkla namazını kılabilir. Acaba olur mu ki deyip de vesveseye kapı açmaya gerek yok.

Eğer bu kişi Şafii ise; Şafiilerde meni necis olmadığından dolayı, elbette ki iç çamaşırını yıkamadan aynen tekrar giyse de olur.

 

C-) GUSLüN FARZLARI  (kısaca) Şafiilere Göre : 1-niyet (bedenden ilk kısmın yıkanması ile birlikte niyet getirilir.) 2-bedenin hiç kuru yer kalmayacak şekilde yıkanması. (saçların altlarına varıncaya kadar ) Hanefilere Göre: 1-ağız ve burnun yıkanması. 2-bedenin hiç kuru yer kalmayacak şekilde yıkanması. (saçların altlarına varıncaya kadar )

D-) CÜNÜP  0LAN  İÇİN  HARAM  OLAN  ŞEYLER ( iki mezhep için de aynıdır)

1-     Namaz , tilavet secdesi, Kabeyi tavaf etmek., Kur’an-ı kerim’e dokunmak.

2-     Kur’an okumak kastıyla bir ayetten daha az bile olsa kur’an okunması haramdır. İster bakarak ister ezberden fark etmez. Şayet bu okuma dua,  sena,  bir  işin  başlangıcı  olmak  veya   istiaze,  zikir   maksadıyla olursa o vakit haram olmaz.

Örnekler :

Bineğe binerken:” bize bunu musahhar kılanın şanı ne yücedir ! biz buna kendi gücümüzle sahip olamazdık.” ( Zuhruf Suresi 13. ayet)

İnerken de: “ De ki: Rabbim! Beni mübarek bir yere indir.” (Mü’minun Suresi– 29. Ayet)

Musibet esnasında:“ Muhakkak biz Allah içiniz ve muhakkak yalnız ona dönücüleriz.” ( Bakara Suresi 256.ayet ve devamı)  demek gibi. . .

Besmele, Elhamdülillah, Fatiha, Ayete’l-kürsi, ihlas suresini zikir kastıyla  yani yüce Allahı hatırlamak maksadıyla okuması haram değildir. çünkü Müslim Hz. Aişenin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “ Peygamber (a.s.)  bütün hallerinde  Allahı  zikrederdi.”

 

 

2. Özel Eşya ve mekan Temizliği

1-     İç çamaşırlar sık sık değiştirilir, ter kokusu ile insanlar rahatsız edilmemelidir. Bazen ter kokumuzu biz fazla hissetmezken çevremizdekiler ciddi şekilde rahatsız oluyor olabilirler. Buna çok dikkat etmeliyiz. Aslında bu durum her türlü temizliğimiz için geçerlidir. Ağız kokusu, ter kokusu, çorap kokusu…

2-     Çorapların temizliğine özen göstermeli ve Kirli çorapların temizliğini geciktirmemeliyiz.

3-     (özellikle toplu yaşam alanlarında ) şartlar mümkünse herkes kendisine ait yatak, çarşaf ve havlusunu kullanır, temizliğine itina gösterilir.

4-     Ayakkabılar boyalı ve temiz olarak kullanılır. Ayakkabının temiz olması ve sık sık boyanmak zorunda kalınmaması için her gün giymeden önce tozunu alabiliriz.

5-     Kişi maddi imkânına göre elbise giymeli ve temiz tutmalıdır. Giyilen elbiseler düzgün kullanılmalı, sağa sola atılmamalıdır.

6-     Uyandıktan kısa süre sonra yatağımızı toplamalı ve düzeltmeliyiz.

7-     Kaldığımız odayı olabildiğince temiz ve düzenli tutmalıyız. Dağınıklık ve kirlilik insanın içini karartır ve çalışma şevkini azaltır.

8-     Kirli, yıkanmayı bekleyen giysilerimizi, onlar için belirlenmiş olan yere (kutuya, çantaya, poşete… v.b) koymalı, ortalıkta ya da temiz giysilerin yakınında bırakmamalıyız.

9-     Evin temizliği ve düzenlemesinde annemize / arkadaşımıza yardım etmemiz gayet güzel olur.

11.TUVALET ADABI

1-     Dini içerikli yazı, dua, ayet vb. eşyalar ile tuvalete girilmez.

2-     Tuvalete girmeden önce okunacak dua: “allahümme innî euzu bike mine’l-hubusi ve’l-habâis”[176] (Allahım, kötülük peşinde olan dişi ve erkek bütün cinlerden; gizli ve aşikar tüm pisliklerden sana sığınırım.). Çıkarken okunacak dua: “ğufraneke el-hamdülillahi’llezî ezhebeanni’l-ezâ ve âfânî.”[177] ( Senin mağfiretini isterim. Eziyet ve zarar veren şeyleri benden gideren, bana sağlık ve afiyet veren Allah’a hamdolsun!)

3-     Eğer evdeysek tuvalete girmeden önce çoraplarımızı çıkarmalı, pantolonumuzu suyun sıçramayacağı kadar katlamalıyız. Aynı şekilde kolları da sıvamalıyız.

4-     Dinlenme tesisi, cami tuvaleti…v.b yerlerde çorap çıkarmak mümkün olmayabilir. Bu durumda en azından kolları ve paçaları sıvamalı bununla beraber sıçrama olmamasına da dikkat etmeliyiz.

5-     Tuvalete sol ayakla girilmeli, tuvaletten sağ ayakla çıkılmalıdır.

6-     Ayakta bevl edilmez.

7-     Tuvalete girer girmez def-i hacete başlamadan önce, sesi bastırması için musluğu açmak iyi olur. Bu arada, suyu israf etmemeye de dikkat etmeliyiz.

8-     Kıbleye karşı önünü dönmemeli, arkasını da çevirmemeli.

9-     Tuvalette konuşulmaz, mukaddes şeyler düşünülmez ve zikredilmez.

10-  Kapı kolu, musluk ve su kabı sağ elle kullanılmalıdır.

11-  Tuvalete tükürülmez ve sümkürülmez.

12-  Def-i hacet yaparken avret yerlerine ve pisliğe bakılmaz.

13-  Otururken sol tarafa meyledilmelidir.

14-  Temizlik sol elle yapılmalıdır.

15-  Elbiseye necasetin sıçramamasına dikkat edilmelidir.

16-  Tuvalet taşına necaset bulaştırılmamalıdır.

17-  Tuvalet taşı veya tuvaletin kirli tarafları muhakkak temiz bırakılmalıdır.

18-  Taharet yaparken sadece kâğıtla yetinilmemeli ardından su ile de temizlenilmelidir.

19-  İstibra: Tuvalette iken de çıktıktan sonra da İstibra yapılmalıdır. Yani ya bir miktar yürünmeli veya tahminen 1-2 dakika kadar beklenmelidir. Yeri gelmişken İstibra ile ilgili birkaç bilgi verelim:

* İstibranın yapılışına ÖRNEKLER:

            İçerideyken: Öksürülebilir, idrar yolunda hiçbir damla kalmayacak şekilde, zeker dibinden başına kadar üç defa ovulabilir.

Dışarıdayken: Ayaklar hareket ettirilebilir, yürünebilir, öksürülebilir, sol yanına uzanılabilir… Görüldüğü gibi içerideyken de dışarıdayken de maksat; bir yolla basınç uygulayıp idrar yolunda bir şey kalmamasını sağlamaktır.

İstibranın delili İbn-i Abbas’ın rivayet ettiği hadistir : “ Resulullah (a.s.) iki kabirden geçti ve buyurdu ki : “ onlara azab ediliyor; büyük bir şeyden de azab edilmiyorlar: Biri idrarından sakınıp korunmazdı (idrardan sonra İstibra etmiyordu), diğeri de koğuculuk yapmak için dolaşırdı.”[178] Başka bir hadiste de efendimiz (a.s.) şöyle buyuruyor: “idrardan sakının! Kabir azabının ekserisi ondandır.“[179]  Hadis, kendi âdetine göre İstibra yapmazsa kendisinden bir şey çıkacağını kesin olarak bilen veya o şekilde kanaat getiren kimseleri de kapsar. Yani kalktıktan sonra idrar geleceğini bile bile İstibra yapmayan kişilerin durumu söz konusudur.

* İçerdeyken İstibra yaptıktan sonra dışarıda neden İstibra yapılır?

Cevap: Düşünün ki kişi içeride İstibra yaptı ve dışarıda İstibra gereği duymadı. Abdestini alırken ya da aldıktan sonra sidik yolundan bir damla geldiğini hissetti. Ön ve arkadan çıkan her şey abdesti bozduğundan dolayı kişinin abdesti bozulur. Bu damlama durumu abdest sırasında değil de namazda da olabilirdi ki, bu durumda abdest de bozulurdu namaz da bozulurdu, bu daha kötü. Bundan dolayı içeride olduğu gibi dışarıda da İstibra yapmak daha iyidir.

* Peki, kişi dışarıda İstibra yaparken iç çamaşırına damlama olmuştu. Bu durumda iç çamaşır da kirlenmiş olmuyor mu, ne yapmalı?

Cevap: Eğer söz konusu kişi Hanefi ise problem yok. Abdesti bozulduğu için abdesti baştan alması yeterlidir. Çünkü hatırlarsak Hanefilere göre sıvı necaset, avuç ayası (iç yüzü) kadar bir alanı aşmadığı sürece sorun yoktur. İç çamaşırı değiştirmezse de olur.

Eğer söz konusu kişi Şafii ise iç çamaşırını değiştirebilir, değiştirmek yerine sadece ıslanan bölgeyi yıkamakla da yetinebilir. Ve tabiî ki abdesti de baştan almalı.

20-  Varsa, alafranga tuvaleti zaruret olmadıkça kullanmamalıyız. Çünkü bu tip tuvaletler yaşlı ve hastalar için daha uygundur.

21-  Tuvalet taşı veya tuvaletin kirli tarafları muhakkak temiz bırakılmalıdır. Biz kirli bulmuşsak bile bize yakışan temiz orayı bırakmaktır.

 

                                                           12. BANYO ADABI

1-     Banyoya Allah’ın huzuruna temiz çıkmak gibi güzel düşüncelerle girilmelidir.

2-     Banyoya sol ayakla girilir. Banyodan sağ ayakla çıkılır.

3-     Banyoya girerken: “Allahümme innî euzu bike mine’l-hubusi ve’l-habâis” (Allahım, kötülük peşinde olan dişi ve erkek bütün cinlerden; gizli ve aşikar tüm pisliklerden sana sığınırım.) duası okunabilir.

4-     Banyoyu kimsenin görmeyeceği şekilde kapatmalıyız.

5-     Banyoda yıkanırken avret yerleri (peştamalla, haşemayla, içgiysi…v.b bir şeyle) örtmeye dikkat etmeliyiz. Unutmamalıyız ki hayâ duygusu mü’minin imanından bir parçadır.[180]

6-     Banyoda konuşulmaz, şarkı-türkü söylenmez, ezberden de olsa Kur’an okunmaz mukaddes şeyler düşünülmez ve zikredilmez.

7-     Banyo yapılan yerde küçük, büyük abdest bozmamak gerekir. Çünkü daha sonra orada abdest alma durumu söz konusu olduğunda vesveseye sebep olabilir.

8-     Banyo, yıkanılan tarafından güzelce temizlenir. Nahoş görüntülere meydan verilmez. Sabun, saç, kıl ve pis su artıkları giderilir. Kirli çamaşırlar banyoda asılı olarak bırakılmaz.

9-     Banyodan çıkmadan önce temiz ve düzenli bıraktığımızdan emin olmalıyız. Örneğin kullandığımız banyo malzemelerini (kova, maşrapa, tabure, paspas, çekecek…) yerli yerinde bırakmak gerekir.

10-  Kendimize ait şampuan, lif, traş malzemelerini ve benzeri özel temizlik malzemelerimizi banyoda açıkta görünebilecek yerde bırakmamalıyız. Aksi halde evimize bazen misafir gelip banyoyu abdest almak amaçlı kullandığında ya da evde olan diğer kişiler banyoyu kullandıklarında hoş olmayan görüntülerle karşılaşmış olacaklar.

11-  Banyoda gereğinden fazla kalmamalıyız.

12-  Banyodan çıkarken, nasip ettiği bu temizlik nimetinden dolayı Allah’a hamd edilebilir.

                                                             

13. EV İÇİNDEKİ ADAPLAR

1-     Evin içinin temiz tutulması gerektiği gibi, kapı önü ve etrafı da temiz tutulmalıdır.

2-     Ev dayanıklı olmalıdır.

3-     Evde uyumadan önce ışıklar söndürülmeli. Bununla beraber tüp, doğalgaz, elektrikli ev eşyalarına da dikkat etmek gerekir.

4-     Evin önünde evin görünüşünü bozacak yahut gelenleri gidenleri rahatsız edecek bir şey varsa kaldırılmalıdır. Çöpler kapı önünde uzun süre durdurulmaz.

5-     Ev eşiğinde veya kapı önünde oturmaktan sakınılmalıdır. Umumun faydasına olan yolu işgal etmek uygun düşmez.

6-     Yiyeceklerin üzeri açık bırakılmaz, iyice örtülür. Yemek ve su kaplarının üzerini açık bırakmamalı, iyice örtülmeli.

7-     Kitaplar ve diğer eşyalar, elbiseler düzenli yerleştirilir ve her zaman bu şekilde kalmasına dikkat edilmelidir.

8-     Sofra ortada bırakılmaz. Herkes sofranın toplanmasına yardım eder.

 

                                               

14.YOLCULUK ADABI

1-     Yolculuğun sıhhat ve selameti için Allah’tan yardım talep etmelidir. Yolculuk halinde başa istenmeyen durumlar gelebileceği için önceden günahlar ve kusurlar için Cenab-ı hak’tan (c.c) af talep edilmeli, Tevbe edilmeli.

2-     Seyahate çıkmadan önce borçlarını ödemeli, emanetlerini iade etmeli, yol için helal para hazırlamalı, birisiyle yola çıkacaksa kendisine münasip düşen salih bir arkadaş bulmalıdır.

3-     Yolculuğa çıkmaya niyetlenildiğinde kalanlarla helalleşilir, tanıdıklara ve akrabalara veda edip, hayır duaları istenmeli ve gideceği yer için bir ricaları olup olmadığı sorulmalıdır.

4-     Yolculuk dönüşünde iki rekât namaz kılmak sünnettir.[181]

5-     Üç kişi sefere çıktıklarında içlerinden birini emir (imam, önder) yapsınlar.( hadis-i şerif meali)[182]

6-     Birini karşılamaya çıktığında veya onlara misafir olarak gittiğinde, elinin ayağının temizliğine, görüntüne ve kılık, kıyafetinin düzgünlüğüne dikkat etmek gerek. Görüntüne çeki düzen vermeyi sakın ihmal etme, çünkü görüntü bozukluğu, buluşma lezzetinin sevincine gölge düşürür ve gözün sevdiği, kıymet verdiği birisini görmekten alacağı zevki azaltır.

7-     Eğer imkânın varsa, yolculuk dönüşünde seni bekleyenlere hediye götür. Çünkü göz, buluşma sevincinde bir yenilik ve sürpriz görmeyi, nefsin tat almasını, gönlün gizli de olsa açık da olsa sevinçle dolup taşmasını ister; hediye de buna imkân hazırlar.

8-     Yolculuk dönüşlerinde ya da bir yere giderken evdekilere haber verilmeden ansızın eve gelme durumunda evdekileri ev düzeni ve psikolojik olarak hazırlıksız yakalayıp sıkıntıya sokmuş olabiliriz. Hem ev düzeni hem de psikolojik olarak yoldan gelen kişiye hazırlıklı olunması için önceden haber verilip öylece eve gidilmeli. Ya da mümkün olduğunca gece geç vakitte eve gitmeyi tercih etmemek gerekir. Biz evdeyken aniden haber vermeden bize gelen tanıdık ya da yabancı birinin bizde oluşturacağı “hazırlıksızlı”k ve “şaşırmışlık “ halini düşünelim, bunun (yolculuk dönüşünde haber verilmeden eve gelinmesinin, gece geç vakitte gelinmesinin ) ne kadar da isabetsiz bir hareket olduğunu anlarız.  Yolculuktan gece eve dönmeyin, gündüz gelin.”( hadis-i şerif meali)[183]

9-     Kendi özel aracımızla yola çıkacaksak, aracımızın bakımını yaptırmalı ya da yapmalıyız

10-  Yol için neler lazım olabilir diye düşünüp eksikleri gidermeliyiz ki yolculuğumuz sıkıntılı olmasın. Örneğin; para, tedbir amaçlı giyecek, yiyecek, nüfus cüzdanı…  

11-  Yolculukta bazen tesbih ve tekbir getirmek gerekir. Bunların hangi durumlarda olacağını Peygamber Efendimizden öğrenelim: “İbn-i Ömer(r.a) şöyle demiştir: Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ve askerleri tepelere çıkarlarken “Allahü Ekber”, düzlüklere indiklerinde de “Sübhanallah”  diye tesbih ederlerdi.”[184]

12-  Yolculukta yapılan duanın ehemmiyetinin farkında olmak ve değerlendirmek gerekir. Ebu Hureyre (r.a) rivayet edildiğine göre, Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)  şöyle buyurdu: “ üç dua vardır ki kabul edilmesinde şüphe yoktur. Mazlumun duası, yolcunun duası, ana- babanın çocuğuna olan duası.” [185]     

13-  Konaklama / mola yerinde yapılacak dua: “kim bir yerde konaklar da sonra “tüm yarattıklarının şerrinden Allah’ın mükemmel ve tam olan kelimelerine (isim ve sıfatlarına ) sığınırım.” derse konakladığı o yerden ayrılıncaya kadar hiçbir şey ona zarar veremez.[186]

14-  Yolculukla hedeflediğimiz amacı yerine getirdikten sonra oyalanmadan bir an önce eve dönmek gerekir. Yolculukta her ne kadar maddi sıkıntı olmamışsa ve vasıtalar ne kadar da konforlu ve rahat olsa da yine de yolculuk hali sıkıntılıdır. Çünkü günlük hayat akışındaki yeme, içme dışında bir gidişat olduğu için kişinin rahatı kaçar. Resulullah(salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “yolculuk bir çeşit azaptır. Doğru dürüst vaktinde yiyip, içmekten sizi alıkoyar. Herhangi biriniz işini bitirince eve dönmekte acele etsin.”[187]  

15-  Yolculuk dönüşünde neler söylenebilir? : Enes (r.a.) şöyle demiştir: peygamber’le (salla’llâhü aleyhi ve sellem) birlikte bir seferden dönüyorduk. Medine’yi görebilecek bir yere gelince resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şunları söyledi: “seferden dönüyoruz. Günahlarımızdan dolayı Tevbe ediyoruz. Rabbimize ibadet ve hamdediyoruz.” Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu sözü Medine’ye gelinceye kadar söylemeye devam etti. [188]             

16-  Bayanların yolculuğu: Bayanlar beraberlerinde bir mahremleri olmadan tek başlarına yolculuğa çıkmamalıdır. Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: “Allah’a ve ahiret gününe inanmış bir kadının yanında mahremi (kocası, kardeşi, oğlu… v.b. yani kendisiyle evlenmesi haram olan bir yakını) olmadan bir gün ve bir gecelik yolculuğa çıkması helal değildir.”  [189]  Bu durum, kadının yolculuk etme hakkını kısıtlamanın aksine onu her türlü fitne, tehlike ve sıkıntılardan korumak amaçlı bir tedbirdir.             

                                                          

15.HASTA ZİYARETİ

Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) şöyle buyurmuşlardır: “bir Müslüman hasta kardeşini ziyaret ettiğinde, dönene kadar cennetin ‘hurfe’ sindedir.”

               “cennetin hurfesi nedir ya resulallah?” diye soruldu.

               “cennetin meyveleridir.” Buyurdu efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.). [190]

1-     Hasta ziyaretlerini ve cenazelere katılmayı ihmal etmemek gerekir. Çünkü bunlar bize ahireti hatırlatır.[191] Müslümanlar, hasta olan dostlarını, (tanıyıp tanımaması önemli değil) komşularını uygun zamanlarda gidip ziyaret etmeli, afiyetlerine duada bulunulmalıdırlar.

2-     Ziyaret esnasında hastaya moral verilmeli, ona acılarını unutturmalı, gönlüne ferahlık verip sabrını ve sevabını arttırmalı, ziyaretimiz hastaya canlılık ve neşe vermelidir.

3-     Hasta ziyaretinde onlara ümitsizlik verici sözler değil, teselli verici sözler söylenmelidir. Örneğin; Peygamber efendimiz’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) yaptığı gibi hasta ziyaretinde, elimizi hastanın alnına koyarak ya da hastanın elini elimiz içine alarak hastaya : “geçmiş olsun, zararı yok. Hastalığınız inşaallah günahlarınıza kefarettir (yani günahlardan temizler)”[192] denebilir.

Bununla beraber hastaya ve yakınlarına Bakara suresinden şu ayetler de söylenebilir: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele! O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz, derler. İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.”  [193]                                                                         

Hasta olana teselli vermek ve gönlünü ferahlatmak için Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin yazdığı 25. Lem’a  (hastalar risalesi) isimli eser de okunabilir.

4-     Hasta ziyaretinin en efdali (faziletlisi, güzeli)  hasta yanından çabuk kalkmaktır. Çünkü hastanın kendine has halleri olabilir. Bundan dolayı hasta ziyaretini kısa tutmak gerekir. Eğer durum müsaitse belki biraz daha fazla kalınabilir.

5-     Hasta ziyaretçisinin elbiselerinin temiz ve güzel kokulu olması lazım ki, hastanın gözü gönlü açılsın ve sağlık duyguları ayaklansın. Ancak bunu yaparken de aşırı gitmemeye dikkat edilmeli.

6-     Ziyaret esnasında hastayı doğrudan veya dolaylı yoldan üzecek, sıkıntıya sokacak, duygularına veya sağlığına olumsuz tesiri olacak ticari zarar, birilerinin vefatı veya hastalığın kötü sonuçları… gibi konuların konuşulmaması ve haber verilmemesi gerekir.

7-     Ölmek üzere olan hastalara “lâ ilahe illallah” demeyi telkin etmek gerekir.[194]

8-     Bir Müslüman hasta olan bir Müslüman kardeşini sabahleyin ziyarete giderse, yetmiş bin melek akşama kadar ona rahmet okurlar. Eğer akşamleyin ziyaret ederse yetmiş bin melek onun için sabaha kadar istiğfar ederler. Aynı zamanda o kimse için cennette toplanmış meyveler vardır.” [195]

                                           

16. CENAZELERE KATILMAK VE TAZİYE (BAŞSAĞLIĞI) ZİYARETİ

1-     Hasta ziyaretlerini ve cenazelere katılmayı ihmal etmemek gerekir. Çünkü bunlar bize ahireti hatırlatır.[196]

2-     Cenaze namazına katılmak efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tarafından tavsiye edilmiştir. Ölen kişiyi tanıyorsak mümkün olduğunca cenaze namazına ve defnedilmesine katılmakla beraber cenaze sahiplerini bugünlerinde yalnız bırakmamak en azından evlerine kadar onlara eşlik etmek gerekir.  Cenazenin defnedilmesine katılmakta her yaratılanın sonunu hatırlatan öğütler de vardır. Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor: “kim bir cenazede cenaze namazı kılınıncaya kadar bulunursa bir ölçek, gömülünceye kadar kalırsa iki ölçek sevap alır.” İki ölçek ne kadardır? Diye sordular. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem): “iki büyük dağ kadardır” cevabını verdi.”[197]

3-     Cenaze namazında ölen kimse için samimi bir kalple hayır duada bulunmak gerekir.[198] Peygamber efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) bir cenaze namazında şöyle dua etmiş: “Allah’ım falan oğlu falan sana emanettir ve senin güvencen altındadır. Onu kabir fitnesinden ve cehennem azabından koru sen sözünde duran ve hamde layık olansın. Allah’ım onu bağışla ve ona merhamet et. Şüphesiz sen tek bağışlayan ve merhamet edensin.”[199]

4-     Cenazeyi defnettikten sonra kabir başında dua edilebilir. “Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir ölü defnedildikten kabri başında durdu ve şöyle buyurdu :”kardeşinizin bağışlanmasını isteyiniz, kabir sorularına kolaylıkla cevap vermesini dileyiniz. Çünkü o şu anda sorgulanmaktadır.” [200]

5-     Vefat sebebi ile ziyarete gidilirse, başsağlığı dilemeli ve hüzünlerini hafifleten şeylerden bahsedilmelidir.

6-     Her şeyin Allah (c.c) tarafından ezelde takdir edildiğini ve sabırlı olmanın faziletlerini anlatmak lazımdır. Sabır edilmezse Allah’a asi olunacağı hatırlatılmalı kalanlara uzun ömürler dilenmelidir.

7-     Ölen kimsenin kötülüklerinden konuşup, yakınları ve ailesi rencide edilmemelidir. Ölen kişinin güzelliklerinden ve iyi yönlerinden bahsedilmesi daha uygun olur.

8-     Ölenin ruhuna “fatiha” okunur.

9-     Başsağlığı dileme sırasında ölen insana dua adabı: efendimizin Ebu Seleme’nin ailesine taziyeye giderken ettiği şu duayı başsağlığı sırasında okuyabiliriz: “Allah’ım! Ebu Selemenin günahlarını bağışla, hidayet nasip ettiklerinin içinde onun makamını yücelt. Ailesinden geriye kalanların sahibi ve yardımcısı ol. Bizleri de onu da bağışla. Ya rab ! , ona kabrinde genişlik ve rahatlık ver ve nurunla nurlandır.”[201]

10-  Taziye esnasındaki konuşmaların konusu cenaze sahiplerinin acılarını ve sıkıntılarını hafifletmek yönünde olmalıdır. Onlara böyle hallerde sabretmenin sevabının büyüklüğünden, dünya hayatının geçiciliğinden ve esas hayatın ahiret hayatı olduğundan bahsetmek yerinde olacaktır. Bu husustaki ayet-i kerimelerden, hadis-i şeriflerden ve geçmiş âlimlerin bu konudaki güzel sözlerinden numuneler zikretmek daha uygun olur. Mesela: cenab-ı hakkın şu ayet-i kerimesi söylenebilir:

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele! O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz, derler. İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.”                                                                            (bakara suresi:155–157)

 

Bu konuda Efendimiz’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) şu hadis-i şerifleri de zikredilebilir:

“muhakkak ki alan da veren de Allah’tır. O’nun katında her şeye bir ömür takdir olunmuştur.”[202]

 

Böyle durumlarda Hz. Ömer (r.a) da şöyle dermiş:

“her gün filan öldü, filan öldü deniliyor, mutlaka bir gün Ömer de öldü denilecek.”

 

Nice taziyeye giden insanları görüyoruz ki, cenaze sahibinin kalbi hüzünlü, gönlü acı çekerken onlar, o üzüntülü an ile alakası olmayan şeyler konuşuyorlar ve ziyaret ettikleri kişinin sıkıntısını ve üzüntüsünü hafifletmek yerine daha da ağırlaştırıyorlar. Hâlbuki bu, İslam’ın güzel ahlak anlayışına, incelik ruhuna ters bir davranış biçimidir.

 

11-  Ölen kişi bir çocuk ise anne-babasına teselli vermek için şu hadis-i şerif söylenebilir: “bir kulun çocuğu ölünce Allah (c.c.) meleklerine şöyle der:

-kulumun çocuğunun ruhunu mu kabzettiniz?

Melekler:

      -evet derler.

      Allah (c.c.):

     -peki kulum ne dedi? Buyurur.

     Melekler:

     -sana hamdetti ve “inna lillahi ve inna ileyhi raciun[203]” (biz Allah’ın kullarıyız ve yine ona döneceğiz) dedi, derler. Bunun üzerine Allah:

    -o halde kulum için cennette bir ev yapın ve adını da hamd evi koyun,  buyurur.”[204]

 

Bununla beraber bediüzzaman hazretlerinin çocuğu ölen bir talebesine yazdığı bir taziyenâme olan 17. Mektub (ya da 25. Lem’a’nın zeyli) isimli eser okunabilir. Bu eser ayet ve hadislerden yola çıkılarak yazılmış çok tesirli bir eserdir.

 

                                                           17. KABİR VE TÜRBE ZİYARETİ

1-     Kabir ziyaretinden maksat, en başta “ölümü hatırlamak”tır. Kalbimiz dünya meşguliyetleri içinde katılaşabiliyor, böylece birçok hassasiyetten uzaklaşabiliyor gaflete dalabiliyoruz. Bu açıdan kabir ziyaretinin kalbi yumuşatma ve gafleti dağıtma, uyanıklık kazandırma konusunda tesiri çoktur. Bir nevi manevi dinamiklerimiz olan “Cenazeleri kabirlerine kadar götürüp defnetme” ve “kabir ziyaretleri yapmayı” ihmal etmemeliyiz.

2-     Kabir ziyareti temiz olarak, abdestli, gusüllü yapılmalıdır.

3-     Kabirde yatan ölünün halini düşünüp, tefekkür edilmelidir.

4-     Kabre ve umum kabirlere, dirilere selam verir gibi selam verilir. Örneğin “esselamu aleykum ya ehl-i kubur” (Allahın selamı üzerinize olsun ey kabir ehli) diyerek selam verilebilir.

5-     Mümkün ise dinen tavsiye edilen Süre-i Şerifleri ve Ayet-i Celileyi (fatiha, yasin, mülk…)  , yahut üç İhlas-ı Şerif ya da kur’an’dan başka bölümler okunmalı ve hasıl olan sevabı o kabrin sahibi ile beraber efendimizin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ruhuna ve  bütün ehli imanın ruhlarına hediye etmelidir.

6-     Kabir ziyareti ayakta veya otururken de olur.

7-     Kabrin sağ tarafında durulmalıdır.

8-     Yahudi ve Hıristiyanlar gibi kabrin etrafını tavaf etmemelidir.

9-     Kabre, taşlara ve parmaklıklara yapışılmamalıdır. Hiçbir şeyi öpmemelidir.

10-  Kabirlerde kandil ve mum yakılmamalıdır. Çelenk koymamalıdır. Bu gibi şeyler İslam dininde yasaktır. Ayrıca israf haramdır.

11-  Kendi ve ölü namına Allah-ü Tealaya istiğfar edilip af dilenmeli. Peygamber efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ashabına kabristana gittikleri zaman şöyle dua etmelerini öğretirdi: “ ey bu kabirlerde yatanlar (müminler ve Müslümanlar) size selam olsun. İnşaallah biz de peşinizden geleceğiz. Allah’ın bizi de sizi de bağışlamasını dilerim.”  [205]

12-  Kabirden ayrılırken Fatiha okuyup, kabulünü Allah’tan niyaz etmelidir.

13-  Anne ya da babamızdan vefat eden olmuşsa, mümkün olduğunca haftada bir kabirlerini ziyaret edip orada “yasin” okumak iyi olur. Bu aynı zamanda bir vefa borcudur.

 

                                            18. ANNEMİZE VE BABAMIZA  KARŞI GÖREVLERİMİZ

 “Rabbin sadece kendisine kulluk etmenizi, ana babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, onlara “öf” bile deme, onları azarlama, onlara güzel söz söyle. Onlara acıyarak alçakgönüllülük kanadını ger ve de ki: “Rabbim ! küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) merhamet et.!” …” (İSRA SURESİ: 23-25)

“Allah diyor ki: biz insana anne, babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu nice acılara ve zayıflığa katlanarak karnında taşıdı. O’nun sütten kesilmesi de iki yıl sürdü. Öyleyse ey insanoğlu bana ve sonra da anne ve babana şükret…” (Lokman suresi:14)

“Bir adam resulullah efendimize geldi ve sordu: ya Resulullah, ben iyi ve güzel davranmada hangi insanlara öncelik vereyim? Efendimiz cevabında: “annen, sonra annen, sonra yine annen, sonra baban, daha sonra da –akrabalıkta- sana yakın olanlar,” buyurdular. (hadis-i şerif meali) [206]

“Hiçbir çocuk babasının hakkını gerektiği gibi ödeyemez. Eğer onu köle olarak bulup hürriyetine kavuşturursa babalık hakkını belki ödemiş olur.” (hadis-i şerif meali) [207]

1-     Anne ve babamızla konuşurken (Canımızı sıkan tavırlarda bulunsalar bile) tatlı dilli, güler yüzlü olmalı, onların kalplerini kıracak davranışlardan uzak durmalıyız.

2-     Anne ve babamızın sözlerini büyük bir dikkatle dinlemeli, sözlerinin gereğini yerine getirmeliyiz.

3-     Çocuklar anne ve babalarının yanında kesinlikle seslerini yükseltmemeli, onlara gereken saygıyı göstermelidir. Ancak maksat sesimizi onlara duyurmak ise sesimizi biraz yükseltebiliriz.

4-     Anne ve baba çocuklarının ihtiyaçlarını hiçbir karşılık beklemeden seve seve yerine getirirler.  Çocuklar da anne ve babanın maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılayarak, onların mutlu ve huzurlu bir hayat sürmelerini sağlamalıdır.

5-     Anne ve babaya öfke ile bakmamalı, onlara karşı yanlış bir hareket edersek hemen kendilerinden özür dileyerek gönülleri alınmalıdır. Unutmamalıdır ki; anne ve babaya karşı gelmek en büyük günahlardandır.[208]

6-     Söz ve davranışlarımızla anne ve babamıza daima destek olmalı, onların üzüntü ve sıkıntılarını gidermeye çalışmalıyız. Eğer yanımızda değillerse, ziyaretlerine giderek gönüllerini almalıyız.

7-     Anne ve baba yaşlandıklarında,  onlara daha fazla sevgi, saygı, şefkat gösterilmelidir. Onlara “ öf” bile dememeli, hizmette kusur etmemeliyiz.

8-     Anne ve baba için Kur’an-ı Kerim’de öğretildiği şekilde dua edilmelidir. “ Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirdilerse şimdi de sen onlara rahmet et.”(isra-24)

9-     Anne ve babanın vefatlarından sonra onlar için hayır yapmak, vasiyetleri varsa yerine getirmek de çocukların anne ve babalarına karşı bir vefa borcudur.

10-  Anne, babanın vefatlarından sonra onların dostları ile ilgiyi devam ettirmek, onların dostlarına, sevdikleri kimselere iyilikte bulunmak, hal hatırlarını sormak anne babaya iyilik yapmak gibidir. Bunu ihmal etmemek gerekir. Peygamber efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.), hazret-i Hatice’nin (r.anha) vefatından sonra da Hz. Hatice’nin (r.anha) dostlarına iyilikte ve ikramda bulunmuş, bir koyun kestiğinde ondan bir kısmını Hz. Hatice’nin (r.anha)  dostlarına göndermiş[209]. Bu durumla ilgili Hz. Ömer’in oğlu Abdullah ibn-i ömer’in (r.a) başından geçen bir olayı aktaralım buraya: “Abdullah ibn-i dinar anlatıyor: Bedevilerden biri Abdullah ibn-i ömer ile Mekke yolunda karşılaştı. Abdullah ibn-i ömer bedeviye selam verip onu bindiği eşeğe bindirip, başındaki sarığı da ona vermişti. İbn-i dinar diyor ki: biz Abdullah ibn-i ömer’e Allah hayrını versin. Bu adam bedevidir, az şeye kanaat eder, deyince bize şunları söyledi: bunun babası, babam ömer ibn-i hattab’ın dostu idi. Ben Rasulullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) şöyle buyurduğunu duydum: iyiliklerin en iyisi ve güzeli bir kimsenin baba dostunu görüp gözetmesidir.” [210]

11-  Kişi babasıyla beraber yürüdüğü zaman onun önünde yürümesin, onun bulunduğu toplumlarda, daha iyi bildiği konularda bile olsa babasından müsaade almadan babasının sözünün önüne geçmesin.

12-  Anne-babadan biri ya da ikisi çağırdığında hiç geciktirmeden hemen çağrıya cevap verilmelidir. Öyle ki: biz nafile namaz kılarken çağırmış olsalar bile, en kısa yoldan namazı tamamlayıp onların isteklerine kulak verilmeli ve onlara karşı her zaman güzel söz, tatlı dil kullanılmalıdır.

18. AKRABALARIMIZA KARŞI TAKINILMASI GEREKEN ADAB:

1-     Bizimle irtibatı devam ettirmeyen, ilgisiz kalan akrabalara karşı bizim yapmamız gereken; olabildiğince şartları zorlayarak irtibatı devam ettirmektir. Bu konuda efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: “akrabasının yaptığı iyiliğe, benzeri ile karşılık veren gereği biçimde gözetme ve ziyaret etme görevini yerine getirmiş sayılmaz. Akrabayı görüp gözeten, ilgilenen kimse, kendisiyle ilgiyi kesmelerine rağmen onlara iyilik etmeye devam edendir.[211] Aynı zamanda şöyle bir hadis-i şerif de var: “Bir adam:- ya Resulallah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) benim akrabalarım var, ben onları ziyaret ediyorum, onlar benimle alakayı kesiyorlar. Ben onlara iyilik ediyorum, onlar bana kötülük ediyorlar. Ben onlara yumuşak davranıyorum, onlar bana kaba ve cahilce davranıyorlar, dedi. Bunun üzerine resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) şöyle buyurdu: “eğer dediğin gibi isen onlara kızgın kül yedirmiş oluyorsun. Sen böyle davrandıkça Allah’ın yardımı seninledir.” [212]

2-     İmkânımız varsa ve bir yardımda bulunacaksak, öncelikle yardıma muhtaç ve fakir akrabalarımızdan başlamalıyız. “Yoksula bir şey vermek sadakadır. Akrabaya verilen sadaka ise iki sadaka yerine geçer. Biri sadaka sevabı, diğeri de akrabayı görüp gözetme sevabıdır. (hadis-i şerif meali)”[213]

3-     “Teyze anne yerindedir.”[214] Dayı da anne yerine geçer (hükmündedir) . Amca ve hala da baba yerine geçer.[215] Dolayısıyla bu yakın akrabalarımıza ayrı bir özen göstermeliyiz.

4-     Bilhassa dini bilgi ve şuur vermede akrabalarımızı ihmal etmemeliyiz hatta öncelemeliyiz. Bu konularda başkalarına yardımcı olmaya çalışıp da akrabaları ihmal etmek doğru olmaz. Bu aynı zamanda akrabalık hakkıdır da. Akrabalarımız başta olmak üzere tanıdıklarımıza bildiklerimizden anlatabiliriz, istifadeli kitaplar hediye edebiliriz, sohbet ortamlarına götürebiliriz, biz anlatamıyorsak da onları dini konularda birikimli olan ve anlatabilen kişilerle bir araya getirebiliriz. Malumdur ki; peygamber Efendimize (salla’llâhü aleyhi ve sellem) peygamberlik geldiğinde bir yemek davetiyle, önce akrabalarına tebliğde bulunuyor.[216]

 

19. BÜYÜKLERİMİZE / YAŞLILARA KARŞI TAKINILMASI GEREKEN ADAB

1-     Giriş ve çıkışlarda büyüklere öncelik tanıyınız.

2-     Büyüklerle karşılaştığınızda, hakları olan saygıyı ve hürmeti onlara gösteriniz ve önce siz selamı veriniz.[217] Bununla beraber, eğer engel teşkil eden bir durumumuz yoksa vasıtalarda ayakta kalan yaşlılara (kim olursa olsun, dini yaşantısı, giyimi kuşamı… nasıl olursa olsun) yer vermemiz güzel bir davranış olacaktır. “…büyüklerimizin büyüklüklerini bilip tanımayan bizden değildir…” (hadis-i şerif meali) [218]

3-     Kendi işini göremeyen, örneğin eşyasını taşıyamayan yaşlılara yardımcı olmak gerekir.

4-     Yaşlıların kendilerine has çocuksu özellikleri olabilir. Çabuk kızabilirler, alıngan olabilirler… Bunun farkında olup, olabildiğince sabır ve anlayışla karşılamalıyız.

5-     Onlarla konuşma durumunda kaldığınızda, onların önüne geçmeyiniz ve sizden önce konuşmalarına imkân tanıyınız.[219] Konuştuklarında da sözlerini dikkat ve saygıyla dinleyiniz.

6-     Konuşma esnasında münazarayı ve görüş bildirmeyi gerektiren bir durum meydana gelirse, onlarla edep ve terbiye sınırları içerisinde, sakin ve yumuşak bir üslupla münazara edip fikir beyan ediniz. Büyüklerle konuşurken veya onlara seslenirken sesinizi yükseltmeyiniz,  saygı ve hürmeti unutmayınız.

7-     İkrama yaşlı veya âlimden başlayıp onun sağından devam etme adabı: (Konumuzla ilgili birçok hadis-i şerif var, hepsini buraya almamız mümkün olmayacağı için burada kısaca sonucu ifade etmekle yetineceğiz.) ikramda bulunurken veya ziyafet verirken, önceliği alim, faziletli insanlara ve yaşlılara vermeliyiz. Mecliste ikrama herkesten önce onlardan başlamalı ve onların sağ taraflarında oturanlardan devam etmeliyiz ki sünnet-i seniyyeye uygun hareket etmiş olalım. Böylece, İslam’ın sağla başlamayı öğütleyen emirleri ile efendimiz’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) “büyükten başla büyükten[220] gibi mübarek sözlerinin ve emirlerinin her ikisi ile beraber amel edilmiş olur. Bazı insanlar durumu değişik algılayarak, sağdan başlamaktan kasıt, bu husustaki hadis-i şeriflerde ifade edildiği gibi, özelliği olan kişilerin (alim, yaşlı, faziletli) sağından değil, meclisin sağından başlamak olduğunu söylerler. Halbuki bu söylenen, mecliste bulunanların özelliklerinin, saygınlıklarının ve yaşlarının birbirinden pek farklı olmamaları ya da ayırt edilememeleri halindedir. Böyle bir durumda meclisin hemen sağından başlanır. Ama misafirlerden herhangi biri bahsedilen özelliklerden birisine sahipse, mesela meclisin yaşlısı ise, ikrama o yaşlıdan başlanılır. Çünkü onun bu özelliği onu diğerlerinden öne geçirir. Mesela diyelim ki mecliste Yaşça ileri olan biri var ve âlim olan ilim sahibi biri var. Bu durumda ikrama âlim olanla başlanır. İlim sahibi yaşça büyük olana tercih edilir. [221]

 

20. KOMŞULUK ADABI:

İslamiyet komşu hakkına, komşularla iyi geçinmeye çok büyük ehemmiyet vermiştir. Hz. İbn-i ömerin (r.a.) rivayetine göre peygamber efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) komşu hakkının ehemmiyeti için şöyle buyurmuştur: “Cebrail (s.a.) bana komşuyu tavsiyede o kadar ileri gitti ki, yakında onu (komşuyu) komşusuna varis yapacak zannettim.”[222]

Başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyuruyor efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) : “Allah’a ve ahiret gününe iman eden komşusuna iyilik etsin.”[223]  Allah’a ve ahiret gününe iman eden komşusuna eziyet etmesin.”[224] Komşuya eziyet etmemek, rahatsız etmemiş olmak için şu hususlara dikkat etmeliyiz;

1-     Gürültü çıkarmamak: sabahın erken vakitlerinde ya da gece geç vakitlerde çıkardığımız gürültüyle komşuların uykularını bozmuş ya da farklı bir şekilde rahatsızlık vermiş olabiliriz.  Belki de gün boyunca yorulmuşlar ve gürültü çıkardığımız vakitte istirahat ediyorlardır. Aslında günün her vaktinde gürültüye sebep olup komşuları rahatsız etmekten uzak durmalıyız. Komşularımızın hastaları, yaşlıları ya da bebekleri olabilir ki bu saydığımız üç grup da gürültüye karşı çok hassastırlar. Bundan dolayı gürültünün her türlüsüne karşı hassas olmalıyız.

Apartman dairesinde oturuyorsak gürültü konusunda dikkat edeceğimiz durumlardan biri de kapı ağzındaki konuşmalar ve kapı ağzındaki yüksek sesle selam alıp vermelerdir. Bazen misafirlikten ayrılışlarda bazen de kendi evimizden çıkarken içerideyken konuşmaya uygun ortam yokmuş gibi kapı ağzında da uzun uzadıya konuşmaya dalabiliyoruz. Unutmayalım ki apartmanda ses yankılanır ve bu sebeple az bir ses bile rahatsız edici düzeye çıkabiliyor.

Yine her vakit namazda olması gerektiği gibi bilhassa sabah ve yatsı namazlarında namazlarımızı evde cemaat oluşturup beraber kılıyorsak, sesimizin yüksekliğine dikkat etmeliyiz. Yaptığımız işin ibadet olması komşuları rahatsız edecek düzeyde gürültü çıkarmamızı normalleştirmez ve bizi haklı kılmaz. Bu durum kendi evimizde müzik ve kur’an dinlerken de geçerlidir.

Sabahın erken vakitlerinde ya da gecenin geç vakitlerinde camiye namaza gitme, işe gitme, işten gelme…gibi durumlarda kendi dairemizin kapısını ve apartman dış kapısını hafifçe kapatmaya özen göstermeliyiz. “ onlar da kalksınlar namaza, neden hala fosur fosur uyuyorlar“ diyemeyiz. Komşularımız kim olursa olsun, dini yaşantısı çok zayıf da olsa müşrik de olsa önemi yok. Aynı hassasiyeti sergilemeliyiz. Peygamberimizin Yahudi ve müşrik komşuları da olmuştur ve yine de efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) komşu hakkını gözetmeyi ihmal etmemiş. Kaba, düşüncesiz, nezaketten uzak ve saygısızca davranışlarımız insanları bize ve dinimize yaklaştırmaz aksine daha da uzaklaştırır, soğutur.

2-     Komşuya Karşı sabır ve anlayış: Örneğin; komşumuzun küçük çocuğu her seferinde gürültü çıkarıp bizi rahatsız ediyorsa olabildiğince sabır ve anlayışla yaklaşmalıyız. Çok mecbur kalmadıkça sık sık komşumuzu uyarmazsak daha iyi bir hareket olur. Çünkü küçük çocukları susturmak her zaman mümkün olmayabiliyor. Bunun üzerine bir de biz sık sık komşuyu uyarırsak, onun elinde olmayan bir durumdan dolayı onu üzmüş, zor durumda bırakmış olabiliriz. Oysaki daha önce aktardığımız bir hadis-i şerifte rehberimiz peygamber efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyordu: ““kim bir mü’minin dünyadaki sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderirse, Allah da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim de zor ve dar durumda olan birine kolaylık gösterirse Allah da ona dünya ve ahirette kolaylık gösterir.[225]

3-     Çöpleri Kapımızın önünde etrafa kötü koku yayacak ve çirkin bir görüntüye sebep olacak şekilde uzun süre bekletmemeliyiz.

4-     Şartlarımız elverdiğince komşularımıza iyilik ve ikramda bulunabiliriz. Örneğin; yaptığımız güzel yemekten, tatlıdan bir miktar komşulara da ayırabiliriz. İkramlaşmak ve hediyeleşmek her zaman diyalogları ve karşılıklı ilişkileri iyiye götürür.

5-     Komşumuzdan bize bir ikram gelmiş ve az ya da basitse bile bu ikramı küçümsememeliyiz. “Ey Müslüman hanımları komşu hanımlar birbirleriyle hediyeleşmeyi küçümsemesin hediyeleri bir koyun paçası bile olsa.” [226]

6-     Komşularımızın bilhassa aile içi tartışmalarını duyduğumuz vakit kulak kabartmaktan kaçınmalı, olabildiğince duymamaya çalışmalıyız. Bunu bulunduğumuz odayı değiştirerek, başka bir işle meşgul olarak, bir şeyler dinleyerek sağlayabiliriz.

7-     komşusu aç olduğu halde karnını doyuran kimse, kâmil mü’min değildir.” [227]

20. SPOR, OYUN VE EĞLENCE ADABI

8-     Oyun ve eğlence insanın onur ve haysiyetini küçültücü şeyler olmamalıdır.

9-     Fiziksel temas (vurma, yakalama, itme) içeren oyunlarda, oyun arkadaşımızın canını abartılı bir şekilde acıtmamaya dikkat etmeliyiz. Aksi takdirde oyun arkadaşımız aniden gerilebilir ya da rencide olabilir. Olur da oyun arkadaşımız bizim canımızı acıtacak bir harekette bulunduysa mümkün olduğunca kendimize hâkim olmalı, intikam almak için fırsat kollamamalıyız. Her ne kadar şiddeti başlatan kişi biz değilsek de, durumun daha kötüye gitmesine sebep olan da biz olmamalıyız.

10-  Oyun oynadığımız arkadaşlara karşı kırıcı olmamaya ve kötü söz söylememeye dikkat etmeliyiz. M.ZEKİ AYDIN 46. SYF

11-  Oyun ve eğlencelerde ölçü olarak İslam’ın prensipleri göz önüne alınmalı. Fazla açılıp saçılmamalı. Tesettüre dikkat etmeli.

12-  Zamanımızı hep oyun ve eğlence ile geçirmemeliyiz. Oyun ve eğlenceye az zaman ayırmalıyız. Bilhassa bilgisayarlarda ya da playstationlarda oynanan oyunlar çok vakit alır. İnsan vaktin nasıl gittiğini pek anlamaz. Bununla beraber maddî açıdan da zarardır ve genelde bu oyunların pek çoğu spor sınıfından olmadığından dolayı pek faydası da olmaz. Zamanımızı çok almaması konusunda bu oyunlara karşı daha dikkatli olmalıyız. (bazı faydalı bilgisayar faaliyetleri bahsimiz haricindedir.)

13-  Oyun ve eğlenceler bizi ibadetlerden geri koymamalıdır.

14-  Erkek çocuklar erkeklerle ve kız çocukları kızlarla oyun oynamalıdır. Karışık bir şekilde oyun oynamamalıdır.

15-  Kumara benzer bahis türü oyunlar oynanmamalıdır.

16-  İnsanda kötü duygular uyaran, şarkı ve türkü gibi şeyleri dinlemek haramdır.

17-  İçerisine Allah’a ve kadere isyan bulunan şarkı ve türküleri dinlemek de haramdır.

18-  Kadın ve erkeğin karışık bulunduğu düğün ve eğlence merkezlerine gidilmemelidir. Eğer düğün sahibi yakınımızsa ve kendimizi gitmek zorunda hissediyorsak ve düğün ortamı sınırları fazlasıyla aşmamışsa en azından gidilip düğün sahipleri tebrik edilir. Duruma göre kısa süre oturup oturmamaya karar verilip ardından nezakete uygun şekilde müsaade istenilip ortamdan ayrılabiliriz. Olabildiğince kırıcı olmaktan uzak durmalıyız. Çünkü bazen ortamın ve yakın akrabaların baskısıyla düğün sahipleri tesirsiz kalıp düğünlerini kadın-erkek karışık mekânlarda yapmak zorunda kalmış olabilirler. (Bu uygunsuzluk, kadın-erkek karışık olması haricinde düğündeki oyunların, mekânın, müziklerin… namüsait olması halinde de olabilir.) bu durumda zaten iştahsız olan düğün sahiplerini bir de biz üzmemeliyiz.

19-  Spor, oyun, eğlencelerde kendimizi ispatlamaya çalışırcasına hareketlerden, tavırlardan uzak tutmalıyız. Gösteriş ve gözler önünde olma gayreti kibir, gurur damarımızı kabartabilir. “yeryüzünde büyüklük taslayarak yürüme. Sen ne yeri yarabilir ne de dağlarla boy ölçüşebilirsin.” (isra suresi:37)

20-  Televizyondan mümkün mertebe uzak durmalıyız. Ahlakımızı ve aile yapımızı bozucu film ve dizilerden özellikle uzak durmalıyız. Bu arada evimize giren gazete, dergi gibi yayınların da ahlak bozucu olmamasına, kötü örnek olmamasına dikkat etmemiz gerekir.

 

21.CAMİ / MESCİD ADABI

1-     Camiye temiz elbise ile gitmeliyiz.

2-     Camide boş şeyler konuşmamalıyız

3-     Camide namaz kılarken çevremizdekileri rahatsız etmemeliyiz.

4-     Soğan ve sarımsak gibi ağız kokutucu şeyler yiyerek camiye gitmemeliyiz.

5-     Camiye kokan çorapla girmemeliyiz. Çoraplarımızı çıkarmalı ve ayaklarımızı yıkamalıyız.

6-     Namaz kılanın önünden geçmemeliyiz.

7-     Kendimizden büyüklere ön safta yer vermeliyiz. Geçmedikleri taktirde ön safı hemen doldurmalıyız.

8-     Namaz kılarken sessiz olmalıyız. Kendi duyacağımız şekilde namaz kılmalıyız.

9-     Namaz kılarken sağa sola bakmamalıyız. Aişe (r.anha) anlatıyor: Resulullah’a (salla’llâhü aleyhi ve sellem) namazda başı sağa sola çevirmenin durumunu sordum. Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “bu yapılan hareket, kulun namazından bir kısmını şeytanın kapıp aşırmasıdır.” [228]

10-  Namazda değişik hareketler yapmamalı ve gülmemeliyiz. Yaramazlık yapanları uyarmalıyız. Ama kolundan tutup camiden dışarı atmak gibi uzaklaştırıcı davranışlardan uzak durmalıyız.

                                           

22. BEŞERÎ MÜNASEBETLERİMİZİ GÜZELLEŞTİRİCİ DİĞER ADAB-I MUAŞERETLER

8-     Güler Yüz, Güzel Söz: İnsanlara karşı olabildiğince güler yüzlü olmalıyız ve kötü sözler kullanmaktan kaçınmalıyız. Peygamber efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) “güzel ve hoş söz sadakadır.”[229] Buyuruyor. Bununla beraber konuyla ilgili şöyle bir hadis-i şerif de var: “hiçbir iyiliği küçümseme, Müslüman kardeşinle güler yüzle konuş, çünkü bu da bir iyiliktir (Allah’ın istediği şeylerdendir).”[230]

9-     Kötülüğe karşı iyilik, ama kimlere karşı ?: İnsanlardan gelen kötülüğe karşı iyilikle karşılık vermek. “ Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.” (fussilet suresi:34) Tabi kimlerin kötülüklerine iyilikle karşılık vereceğiz? Diye bir soru çıkıyor karşımıza. Bu sorumuzun cevabı şu güzel ifade de buluyoruz: “şerefli ve izzetli bir kimseye ikramda bulunduğun zaman onu elde edersin. Aşağılık ve kötü birine iyilik etsen o daha da azar.”[231]

         

Eğer hasmını mağlub etmek istersen, fenalığına karşı iyilikle mukabele et. Çünki eğer fenalıkla mukabele edersen, husumet tezayüd eder. Zahiren mağlub bile olsa, kalben kin bağlar, adaveti idame eder. Eğer iyilikle mukabele etsen, nedamet eder; sana dost olur.

           اِذَا اَنْتَ اَكْرَمْتَ الْكَرِيمَ مَلَكْتَهُ وَ اِنْ اَنْتَ اَكْرَمْتَ اللَّئِيمَ تَمَرَّدًا hükmünce; mü'minin şe'ni, kerim olmaktır. Senin ikramınla sana müsahhar olur. Zahiren leîm bile olsa, iman cihetinde kerimdir. Evet fena bir adama "İyisin iyisin" desen, iyileşmesi ve iyi adama "Fenasın fenasın" desen, fenalaşması çok vuku bulur. [232]

 

              

 

10-  Küsmemek: Birbirimize darılıp küsmemek gerekir. Mümin mümine üç günden fazla küsmesi caiz değildir.[233]

11-  Dargınların, küslerin arasını düzeltmek: Bilhassa üzerlerinde etkin olduğumuz kişilerin birbirlerine küsmeleri, darılmaları durumunda onların arasını düzeltmeye çalışmamız iyi olur. Konuyla ilgili şöyle bir ayet var: “Şüphesiz mü’minler kardeştirler. Öyle ise (araları bozulan) kardeşlerinizin arasını düzeltin.” (Hucurat suresi :10)

12-  Tevazu: Başkalarına karşı kibirlenmemek gerekir. Her zaman mütevazı bir insan, kibirlenen, kendini beğenen ve kendinden övgüyle bahseden insana nispeten daha cana yakın gelir. “kibirlenerek halka surat asma ve yeryüzünde çalımlı çalımlı yürüme. Şüphe yok ki Allah (c.c), kibirlenip övünenlerin hiçbirini sevmez.” (lokman suresi: 18) Abdullah ibn-i mes’ud’dan (r.a.) rivayet edildiğine göre, Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete giremez.” Bunun üzerine sahabiden biri: “insan elbise ve ayakkabısının güzel olmasını arzu eder”, deyince Resulullah şunları söyledi: “Allah (c.c) güzeldir, güzeli sever, kibir ise hakkı kabul etmemek ve insanları küçük görmektir.” [234]

Güzel elbise giymenin saçını başını taramanın hiçbir mahzuru yok. Hatta bunlar temiz ve düzenli olmak adına efendimiz’in sünnetlerindendir. Fakat bunları yapıp da çalım satarak yürüyen kişinin yaptığı “kibir” olur. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) efendimiz şöyle buyuruyor: “vaktiyle kendini beğenmiş bir adam güzel elbisesini giymiş, saçını tarayıp çalım satarak yürüyordu. Bu yüzden Allah (c.c) onu yerin dibine geçiriverdi. O da kıyamet gününe kadar yerin dibine geçip gitmektedir.” [235]

13-  Başkalarının kusurlarını araştırmamak, mümkünse örtmek gerekir. (tabi burada şuna dikkat etmeliyiz ki söz konusu durum kul hakkıyla ilgili ya da başkalarının hukukuyla ilgili ise örtmekle hata ediyor olacaksak bu durumda muhatap olmamak en iyisi olur. Eğer kusurun başkasına zararı yoksa veya sadece bize zararı olup biz de hakkımızdan feragat ediyorsak, örtebiliriz.) Ebu Hureyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre, Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “ bir kul bu dünyada başka bir kulun ayıbını örterse kıyamet gününde de Allah (c.c.) onun ayıbını örter.” [236]  Rabbimiz (c.c), bir ayet-i kerimede birbirimizin kusurlarının ardına düşüp araştırmamamız gerektiğini şöyle emreder: Ey iman edenler! …Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın ve birbirinizi arkadan çekiştirmeyin…” (Hucurat suresi: 12)

Suç işleyeni kötü sözle kınamamak: Bir suç işlemiş insanların suçunu onun yüzüne vurup kötü sözle kınamamak gerekir. Örneğin nefsine uyup hırsızlık yapmış ve cezasını çekmiş ya da helalleşip hatasını düzeltmiş bir kişi düşünelim. Hiçbir zaman bu kişiyi, işlediği hatayı yüzüne vururcasına “hırsız…” gibi kötü sözlerle kınamamak gerekir. Kişi hatasını anlayıp düzeltmişken ona böyle davranırsak onun aleyhinde şeytana yardımcı olmuş olabiliriz. Aksine ona hatasını hiç hatırlatmadan onun daha iyi olmasına yardımcı olabiliriz. Kusurları örten olmalıyız. Eskiden yapmış olduğu hatadan dolayı onun şimdiki (belki de pişmanlık duyuyordur) halini zan altında bırakmak bir nevi zulümdür.

Hata işleyenin seviyesi ve yetiştiği kültür: Bir insan bir hata işlediyse, hatayı örterken onun seviyesini yetiştiği kültürü de göz önüne almalıyız. (Unutmamalıyız ki başka yerde doğru olan bir şey bizim kültürümüzde yanlış karşılanıyor olabilir.) Böylece hata edenlere karşı daha müsamahakâr olabiliriz. Örneğin; asr-ı saadette bir bedevi gelip mescide bevlediyor. Sahabeler bevl eden kişiye saldıracak gibi oluyorlar. Fakat efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) onlara engel oluyor. Ardından adamın bevl ettiği yere bir kova su dökülmesini emrediyor. [237]

“Abdullah ibn-i Mes’ud (r.a.) şöyle demiştir: Resulullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) , peygamberlerden birinin halini anlatışı hala gözümün önündedir. O peygamberi, kendi kavmi dövüp kan içinde bırakmışlardır. O bu haldeyken yüzünden kanları silerken şöyle diyordu: “Allah’ım kavmimi bağışla çünkü onlar doğruyu bilmiyorlar.[238]

14-  su-i zan: su-i zandan (başkaları hakkında kötü tarafa yorum yapmaktır) olabildiğince uzak durmalıyız. Su-i zan genellikle kendisi hakkında tam olarak bilgi sahibi olmadığımız durumlarda oluyor. Bir durum hakkında yeterince bilgimiz olmadığı zamanlarda daha çok iyi yorumlar yapmamız gerekir. Buna rağmen hemen kötü yorumlar yapabiliyoruz. Oysa suç kesinleşmediği sürece haksızlık olmaması için herkesi masum kabul etmeli, hüsn-ü zanla (su-i zannın tersi) yaklaşmalıyız. Örneğin; arada bir tembellik yapan bir iş arkadaşımız var. Yine bir sabah gelmesi gereken saatte işe gelmemiştir, kendisini telefondan arıyoruz fakat ulaşamıyoruz. Aklımıza hemen şöyle bir ihtimal gelebiliyor: “yine uykuyu tercih etti ve telefonunu da kapattı” ya da başka zanlar oluşabiliyor. Sonra bakıyoruz ki arkadaşımız birkaç saat gecikmeyle geliyor. Öğreniyoruz ki sabah vaktinde burada olacak şekilde evinden yola çıkmış, fakat trafik kazası geçirmiş, ya da acilen bir yere gitmesi gerekmiş ve orada da telefonu çekmiyormuş. İşte olayın mahiyetini tam bilmeden, en başta vardığımız sonuç, su-i zan oldu ve yanıldık. Şu durumda başkaların hikmetini, ayrıntısını kesin olarak bilmediğimiz durumlar hakkında hemen su-i zanna varmayıp “belki benim aklıma gelmeyen başka bir durum vardır” diye düşünebiliriz. “Ey iman edenler! Birbiriniz hakkında yersiz zanda bulunmaktan kaçının, çünkü bazı zan ve şüphe vardır ki, günahtır. Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın ve birbirinizi arkadan çekiştirmeyin…” (Hucurat suresi: 12)

Şimdi de bediüzzaman said nursi hazretlerinin Mesnevi-i Nuriye isimli eserinde su-i zan hastalığı ile ilgili söylediklerini okuyalım:

Dördüncü Hastalık: "Sû'-i zan"dır. Evet, insan hüsn-ü zanna memurdur (başkaları hakkında iyi kanaatte bulunmalı). İnsan, herkesi kendisinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan sû'-i ahlâkı (kötü bir ahlak) , sû'-i zan saikasıyla   başkalara teşmil etmesin (genellemesin). Ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden, takbih etmesin (çirkin görmesin, kınamasın)…. Sû'-i zan ise, maddî ve manevî içtimaiyatı (birlikteliği)  zedeler.“ [239]                                                                 

15-  Haksız yere başkasının hakkını ve malını almamak gerekir. Haksızca alınan şeyin çok küçük ya da büyük olması fark etmez. Her iki durumda da kul hakkıdır. Mahşer günü hak yiyenle hakkı yenilmiş olan kişi birbiriyle muhatap edilir ve cenab-ı hak (c.c) söz konusu “kul hakkı” olunca tabir yerindeyse aradan çekilir. Peygamber efendimiz kul hakkı konusunda şöyle buyuruyor :”kim bir kardeşinin haysiyetine veya koruması altındaki bir şeye haksızlık etmiş ise ne dinar ne de dirhemin olduğu bir günden önce onunla helalleşsin (değilse o gün) Salih ameli varsa yaptığı haksızlık kadar ondan alınır (hak sahibine verilir), eğer sevapları yoksa hak sahibinin günahlarından alınıp ona yüklenilir.”  [240] Efendimiz başka bir hadisinde de, haksızlık ettiği için sevapları kendisinden alınıp hak sahibine verile verile sevapları kalmayan kişiyi Müflis (iflas etmiş) diye niteler.

16-  Zayıflara yardım etme ve ilgilenme adabı:

·       Yetim, kimsesiz ve düşkünleri koruyup gözetmek ve merhamet ve şefkatle muamele etmek gerektir. “o halde yetime haksızlık yapma ve yüzünü ekşitme, yardım isteyeni de hangi çeşit olursa olsun boş çevirme” (duha suresi:9-10)

Sehl İbn-i sa’d (r.a.) dan rivayete göre resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) :” ben ve yetimi kollayıp gözetleyen kimse cennette şöyle beraberce bulunacağız” buyurdu ve işaret parmağıyla orta parmağını biraz açarak işaret etti.”[241]

·       Bazı faaliyetlere (düğünlere, toplantılara…) özel bir sebebi olmadığı sürece sadece zenginleri ya da makam sahiplerini çağırıp, fakirleri çağırmamak yanlıştır. “zenginlerin davet edilip fakirlerin çağırılmadığı düğün yemeği ne fena bir yemektir.” (hadis-i şerif meali) [242]

17-  Para harcama (Alışveriş yapma….), İhtiyaç sahiplerine  yardımda bulunma, tasadduk etme…) adabı:

·       Hayırsever olmak başkalarına imkânımız nisbetinde yardım etmek gerekir. Peygamber efendimiz şu şekilde teşvik ediyor: “kim bir mü’minin dünyadaki sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderirse, Allah da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim de zor ve dar durumda olan birine kolaylık gösterirse Allah da ona dünya ve ahirette kolaylık gösterir.[243] Her ne kadar bu başlıkta daha çok maddî yardıma dikkat çekmek istediysek de yine de bilmek gerekir ki yardım sadece maddî konularda olmaz, ilmimizden, zamanımızdan ya da başka bir imkânımızdan da bu saydıklarımıza muhtaç durumda olan kişilere yardımda bulunabiliriz.

·       Sadaka ve benzeri yardımlar yaparken şeytan boş durmaz ve malın azalacağı vesvesesini verip bizi caydırmaya çalışır. Oysa efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) “sadaka vermekle mal eksilmez.” (hadis-i şerif meali) [244] buyuruyor.

·       Cimrilikten ve açgözlülükten sakınmak:zulmetmekten sakının çünkü zulüm, sahibini kıyamette karanlıkta bırakır. Cimrilikten de sakının zira cimrilik sizden önce yaşayan insanları helak etmiştir. Onları kan dökmeye ve haramı helal görmeye yöneltmiştir.” (hadis-i şerif meali) [245] hangi yaşta olduğumuz önemli değil. (az da olsa) imkânlarımızdan Allah yolunda harcamaya, ihtiyaç sahiplerine yardımda bulunmaya, tasadduk etmeye kendimizi alıştırmalıyız. İmkânlarımızın azlığı ya da çokluğu tasadduk etmemizi etkilemez, ancak Allah yolundaki harcamamızın miktarını etkiler. Önemli olan da miktarı değil, bu konudaki ihlâsımızdır.

·       İhtiyaç sahiplerine yardımda bulunurken, sadaka verirken, sağ elimizin verdiğini sol elimizin bilmemesi düzeyinde sezdirmeden gizlice vermek güzel bir davranıştır. Böyle olunca hem ihtiyaç sahibi rencide olmamış olur hem de bizim niyetimiz saflığını koruyup bulanmamış olur. Bazen açıktan yardımda bulunmak, bir gösteriş haline ve ihtiyaç sahibine karşı kibirlenmeye kayabilir.

·       İsraftan kaçınmalıyız. İhtiyacımız olmadığı halde sırf hoşumuza gittiği için yeni yeni ürünler satın almak israftır. Unutmayalım ki israf haramdır. “israf etmeyin çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (en’am suresi: 141, a’raf suresi: 31)     “ O kullar harcadıklarında ne israf ederler ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.” (Furkan suresi: 67)

18-  Sadaka ve yardım alma adabı: başka kişilerden ya da kurumlardan sadaka ve yardım almaya muhtaç biri olabiliriz. Bu durumda şuna dikkat etmeliyiz ki; yapılacak yardıma göz dikmeksizin ve ona karşı kendimizi düşürecek kadar yoğun bir talep sergilemeden sadece ihtiyacımız kadarını almalıyız. Yardım isteme konusunda çok iştahlı ve ısrarcı olmamak gerekir.

 

19-  Şakalaşma ve espri yapma adabı: ehemmiyetinden dolayı daha önce “doğru sözlülük” bölümünde bahsettiğimiz “şakada yalan” bahsini buraya aynen alıyoruz:

·        Şakada yalan: Sözlerimizde doğruluğu esas almalıyız. Şaka dahi olsa yalan söylemekten azami derecede uzak durmalıyız. Hele insanları güldürmek için anlatılan şeylere abartı katmaktan ve yalan söylemekten azami derecede uzak durulmalıdır. Eğer insanları daha çok güldürmek için konuşmalarımızda bu tür hoş olmayan davranışlara (abartı, yalan…) başvurursak bu durum fark edildiğinde artık bize olan güvenleri azalmış olacak. Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde “şaka dahi olsa yalan söylemeyiniz[246] buyurur. İnsanları güldürmek için yalan söyleyenleri daha şiddetli uyarır: “Yazıklar olsun, topluluğu güldürmek için konuşup yalan söyleyen kimseye, yazıklar olsun, yazıklar olsun!” (hadis-i şerif meali)[247]

Yalan söylemenin güveni sarstığı ile ilgili bir hikaye anlatarak devam edelim: çobanın biri dağda hayvanları otlatırken bir ara köylüye bağıra bağıra “köylüler yetişin kurtlar sürüye saldırdı” diye seslenir. Köylüler gelirler bakarlar, ortada kurt falan yok. Çoban da gülerek “şaka yaptım, şaka yaptım der” . Köylüler kızar ve döner giderler. Tabi köylünün artık çobana güveni kalmıyor. Başka bir gün çoban yine aynı şekilde seslenir. Fakat köylüler “herhalde bu adam yine kendince şaka yapıyor, bizi aldatıyor” diyerek çağrısına duyarsız kalırlar. Bakarlar ki kurtlar bu sefer sürüye dalmış, çoban üzgün bir şekilde geliyor. Şakalarımızda dahi yalana başvurursak bizi bir defa aldananlar başka zaman söylediğimiz doğru sözlere de “herhalde yine kendince yalan söyleyerek şaka yapıyor” diyerek inanmazlar. (şakada dahi) Yalan söylemek böylece güveni sarsar.

  • Şaka ve esprilerde kimseyi kırmamaya, rencide etmemeye dikkat etmeliyiz. insan şaka yapma moduna girince bazen fark etmeden haddini aşıp kırıcı olabiliyor.
  • Şaka ve esprilerde sırf komik olsun diye müstehcen hareket ve sözler sarf etmemeliyiz. Söz konusu espri yapmak olunca ahlak anlayışımızı gevşetmemeli, sulandırmamalıyız. Böyle bir durum seviyemizi de değerimizi de düşürür. Çevremizdeki insanlarda böyle bir hal varsa da, bunun bize bulaşmamasına dikkat etmeliyiz.
  • Silahla, bıçakla…v.b şeylerle şakalaşmaktan uzak durmalıyız. Telafisi mümkün olmayan bir kazaya sebep olabiliriz. Bu konuda efendimiz şöyle buyuruyor: “ herkim din kardeşine korkutmak üzere demirden bir silahla işaret ederse (ona doğrultursa) elinden onu atıncaya kadar melekler ona lanet ederler.” [248]
  • Şaka yapmak için korkutmak yoluna başvurmamalıyız. Çünkü korkutmak (şaka dahi olsa) ani tepkilere sebep olduğu için dil tutulması, bayılma, ölüm, fark etmeden şakayı yapana zarar vermek gibi kötü sonuçları olabilir. Bu anlamdaki bir korkutmak mekruhtur. Örneğin bir yerde gizlenmek, aniden ortaya çıkmak, aniden bağırmak, gece karanlığında korkutmak…
  • Peygamber efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şaka için de olsa Müslümanların birbirlerinin eşyalarını alıp saklamalarını yasaklamıştır. [249]

20-  Sır saklama: insanlar sırlarını güvendikleri insanlara açarlar. Bir kişinin güvenini kazanmış olmak (bilhassa zamanımızda) gayet ehemmiyetlidir. Bir kişinin bize güvenerek verdiği bir sırrı saklamamak, muhafaza etmemek telafisi mümkün olmayacak şekilde güven kaybetmemize yol açar. Aynı zamanda emanete (sırra) hıyanet etmek anlamına gelir. Sırrı saklamayarak bize sırrını açan kişiyi zor duruma da sokmuş olabiliriz.

“Sabit el-bünânî’nin rivayet ettiğine göre, enes ibn-i malik (r.a) ona şunları söyledi: “ben çocuklarla oynarken resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yanıma geldi. Bize selam verdi ve beni bir iş için gönderdi. Bu sebeple annemin yanına gecikerek döndüm eve varınca annem: “niçin geç kaldın?” diye sordu. “Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) beni bir işi için göndermişti. Onun için geciktim dedim. Annem neymiş o iş deyince: bu bir sırdır dedim. Bunun üzerine annem “ Resulullah’ın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sırrını kimseye söyleme dedi….”  [250]

21-  Hayırlı işler / davranışlar dolayısıyla müjdelemek, tebrik etmek: ayetlerde, hadislerde geçen ve teşvik edilen güzel hareketler yapan insanları Kur’an’dan ve hadislerden öğrendiklerimizle tebrik edebilir, müjdeleyebiliriz. Örneğin; misvak kullanan birisine şu hadis-i şerifi söyleyerek tebrik edebiliriz: “ misvak ağzı ve dişleri temiz tutar ve Allah’ın razı olmasına sebeptir.” [251]  İnsanlara karşı güler yüzlü ve tatlı dilli olanlara : “ güzel ve hoş söz sadakadır.[252]kardeşini güler yüzle karşılamaktan ibaret bile olsa hiçbir iyiliği küçük görme.” [253] Hadis-i şeriflerini söyleyebiliriz. Yemeklerde kusur aramayanları da şu hadis-i şerifle tebrik edebiliriz. “ Ebu Hureyre (r.a.) şöyle demiştir: “Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yemekte hiçbir zaman kusur aramazdı, isteği varsa yer hoşlanmıyorsa yemezdi.”[254] Aynı şekilde ilim ve sohbet meclislerine iştirak eden ya da faydalı ilimler öğrenmek için yol alan, zahmete katlanan insanlara şu hadis-i şerifleri söyleyerek tebrik ve teşvik edebiliriz: “Kim kur’an ve sünnet ilmini öğrenmek için bir yola girerse Allah (c.c) o kişiye cennetin yolun kolaylaştırır.” [255],  İlim öğrenmek için yolculuğa çıkan kimse evine dönünceye kadar Allah yolundadır.” [256]

22-  Telefon, bilgisayar ve internet kullanma adabı:

·       Telefon ve internet konuşmalarına da günlük konuşmalarda olduğu gibi selem vererek başlamak ve selam vererek bitirmek en uygun olanıdır.

·       Doğru sözlülük, doğru bilgilendirme: Telefon konuşmalarında, mesajlaşmalarda ve internet kullanımında (mail yazma…) kendimizi farklı isimlerle tanıtmak da yalan söylemek sınıfındandır. Bunların, doğrudan biriyle konuşurken yalan söylemekten hiçbir farkı yok. 

·       İsraflar: Peygamber efendimizin zaman kullanımı ile ilgili şöyle bir hadis-i şerifi var: “iki nimet vardır ki insanların pek çoğu bu nimetleri kullanmakta aldanmışlardır: sağlık ve BOŞ VAKİT.”[257] Kampanyalı hatlardan cep telefonlarıyla konuşurken, cep telefonundan mesajlaşırken, internetten yazışırken, sohbet ederken, bilgisayar oyunları oynarken zaman israfı etmek maalesef bu zamanda birçok insanda hastalık düzeyine çıkmış. Ve maalesef efendimizin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yukarıda naklettiğimiz hadis-i şerifindeki “aldanmışlar” grubuna girebiliyoruz çoğu zaman. Örneğin; Mesajlaşmalarımıza bakarsak ekseriyetle çok da ehemmiyetli konularla vakit geçirmediğimizi göreceğiz. Bu durum yukarıda saydığımız ve benzeri olan faaliyetlerin hemen hemen çoğu için geçerlidir. Zaman israfı olmasının yanında enerji ve maddi imkân israfı da yapmış oluyoruz. Artık cep telefonu ile mesajlaşmalar bilhassa gençler arasında o derece yaygınlaşmış ki bazen ilim meclislerindeki ilmî sohbetler sırasında ve namaza en yakın zamanlar olan namaz tesbihatı esnasında dahi görebiliyoruz. Bu hal nazarlarımızı dağıtıp bizi ortamdan koparmakla beraber başkalarının da dikkatlerini dağıtmamıza sebep oluyor.

·       Bir çeşit hırsızlık: Bazı kampanyalardan dolayı bizi ne kadar çok kişi ararsa o oranda hediye lira kazanabiliyoruz. Bu tip kampanyalardan istifade etmek için tanımadığımız kişilerin numaralarını çaldırıp, onları meraklandırıp bizi aramalarına yol açmak ve bizimle konuşup lira harcamış olmalarından dolayı bizim lira kazanmamız bir çeşit hırsızlıktır. Dolayısıyla harama ve kul hakkına bulaşmış oluyoruz. Bunların ne kadar ehemmiyetli olduğuna değinmiştik.

·       Namahremle münasebet: Dinimizce normal hayatta namahremle münasebet konusunda bir ölçü konulmuş. Sınırları var. Bu konuda hassas olmalıyız. Ve aynı hassasiyeti internet ortamında da, telefon ortamlarında da sergilemeliyiz. Maalesef internet ortamında namahremlerin birbirini görmeden ve sesini duymadan da iletişim kurabilme, konuşabilme imkânından dolayı sanki bu ortamlarda ses ve görüntü olmadan konuşmak caizmiş, hiçbir mahzuru yokmuş gibi bir yanılgıya düşülebiliyor. Bu, kendimizi kandırmaktan başka bir şey değildir. (Görüntülü iletişimden bahsetme gereği bile duymuyoruz. Çünkü bu durum görüntüsüz iletişime nispeten daha sorunludur.) Günlük hayatta kelimelerin ses haliyle konuşurken, internet ortamında ve telefondan mesajlaşma olaylarında kelimelerin yazı haliyle konuşmuş oluyoruz. Birinci durumda caiz olmayan irtibat şekli, ikinci durumda da caiz değildir. Yani gerçek hayatta namahremle caiz olmayan bir münasebet şekli, internet ve telefon ortamlarında da caiz olmaz. Şu durumda namahremle münasebet konusunda dinimiz nasıl bir hassasiyet emrediyorsa önce bunu öğrenmeli ardından bu hassasiyeti internet ve telefon ortamlarında da göstermeliyiz. Bu dediklerimiz hem bayanlar hem de erkekler için geçerlidir. Sergilememiz gereken bu hassasiyetler “takva”nın gereğidir.

Rabbimiz şöyle buyuruyor: “…yine onlar ki (o takva sahipleri ki) bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen Tevbe istiğfar ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler.” (Al-i İmran suresi: 135)

  • Telefon ederken arama tuşuna basmadan önce çevirdiğimiz numaranın doğruluna emin olmalı sonra arama yapmalıyız. Aksi takdirde uyuyan birini uyandırmış olabiliriz, bir hastayı rahatsız etmiş olabilir ya da başka türlü bir rahatsızlığa sebep olmuş olabiliriz.[258]
  • Telefon etmek için uygun bir vakit seçilmelidir. Çünkü insanların işleri ve ihtiyaçları olur; onların uyuma ve istirahat zamanları vardır; yemek ve çalışma zamanları vardır.[259]
  • Telefon görüşmesini fazla uzatmamak gerekir. Çünkü konuştuğumuz kişinin işleri, planları olabilir. Belki de bizi kırmamak için ya da bize karşı rahat olamadığından dolayı görüşmeyi kısa kesemiyordur. Bu ihtimalleri de düşünüp anlayışlı davranmalıyız.

 

23-  Hased etmek: Başkalarını kıskanmamak, onlara haset etmemek gerekir.

“Çünkü hased (kıskanmak), evvelâ hâsidi (hased eden) ezer, mahveder, yandırır. Mahsud (kendisine hased edilen kişi) hakkında zararı ya azdır veya yoktur.

Hasedin çaresi: Hâsid adam, hased ettiği şeylerin akibetini düşünsün. Tâ anlasın ki; rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet; fânidir, muvakkattır (geçicidir). Faidesi az, zahmeti çoktur.”  [260]

 

24-  Acı ve kötü haberleri duyurma adabı: eğer acı bir haberi, korkunç bir kazayı, yakın bir akrabanın vefatını veya buna benzer fevkalade önemli bir olayı haber vermek zorunda kalırsak, olayı, haber verdiğimiz insana mümkün mertebe nazik bir şekilde bir ön hazırlıktan sonra duyurmalıyız. Bu tip sarsıcı haberleri alıştıra alıştıra ve ön hazırlık yaparak söylemekle haberin ağırlığını ve tesirini biraz daha azaltmış oluruz.

Mesela birinin vefat haberini bildireceksek ona şöyle diyebiliriz: “haber aldığıma göre filanca çok ağır hastaymış, hastalığı bir hayli ilerlemişti, duydum ki vefat etmiş, Allah rahmet eylesin.”

Ardından meseleyle ilgili ayet ve hadis-i şeriflerden teselli verici sözler söyleyebiliriz. Mesela; daha önce hasta ziyareti ve cenaze, taziye adabı başlıklarında verdiğimiz tavsiye ayet ve hadisleri olayı haber verdiğimiz kişiye söyleyebiliriz.

Bazılarının yaptığı gibi vefat haberini bildirirken konuya doğrudan girerek, “bugün kim öldü biliyor musunuz?” veya “bugün filanca öldü”… gibi kabaca söylememeliyiz. Bilakis ölüm haberini vermeden önce vefat edenin isminin söylenmesi daha uygundur. Yoksa yukarıdaki gibi, “bugün kim öldü biliyor musunuz?” veya “bugün filanca öldü” derken, ölüm haberini duyan kişinin aklına ilk anda korkunç şeyler gelebilir ve bir an, ölen kişinin kendi akrabalarından hasta bulunan kişilerden birisi olduğunu düşünebilir. Dolayısıyla kullanılan bu üslûp şiddetli korkulara sebep olabilir.

Onun için böyle acı haberleri duyurmak zorunda kalırsak, mümkün mertebe hafifleterek ve yumuşatarak haber vermeliyiz. Uygun vakit ve durumu kollamalı, yemek yerken, uyumak üzereyken, korkulu anlar yaşarken, hastalık hallerinde veya buna benzer durumlarda haber verilmemeli.[261]

25-  Yürüyüş adabı:

·       Her hal ve hareketimizde mütevazı olmaya özen göstermemiz gerektiği gibi yürürken de, kibirli kibirli, kasıla kasıla yürümekten kaçınmalıyız. Böyle bir yürüyüş şekli Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz tarafından yasaklanmış. “Yeryüzünde büyüklük taslayarak yürüme. Sen ne yeri yarabilir ne de dağlarla boy ölçüşebilirsin” (isra suresi:37)

Gururlanıp insanlardan yüzünü çevirme; yeryüzünde kasılarak yürüme. Çünkü Allah büyüklük taslayan ve övünenleri sevmez.” (Lokman suresi:18)

  • Bilhassa yürürken etrafımıza gelişigüzel, rasgele bakmamalıyız. Gözümüze istenmeyen görüntülerin değme ihtimalini olabildiğince azaltmak için ve insanları bakışlarımızla rahatsız etmemek için işimiz olmadığı halde etrafa gelişigüzel bakınmamalıyız. Efendimiz de (salla’llâhü aleyhi ve sellem) “etrafına gelişigüzel bakınmazdı” [262]
  • Yürürken ya da durmuş haldeyken, Bir tarafa bakmamız gerekirse peygamber efendimizin yaptığı gibi yapmalı; bakacağımız tarafa sadece kafamızı çevirerek değil bütün vücudumuzla dönüp bakmalıyız. Bu aynı zamanda kendisine bakacağımız kişiye değer verdiğimizi de gösterir. “Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bakmak istediği zaman, bakacağı tarafa tamamıyla dönüp bakardı.” [263]

26-  Ezan adabı:

·       Ezan okumanın çok büyük fazileti vardır. “insanlar ezan okumanın ve birinci safta bulunmanın ne kadar sevap olduğunu bilselerdi, bu iş için sıra ve yer bulamaz.”  [264]

·       Ezanın duyulmayacağı bir yerde isek namaz için ezan okumalıyız. [265]

·       Ezan okunduğu zaman müezzin ile beraber tekrar etmek gerekir. [266] Aynı vakit namazı için okunan bir ezanı tekrarlamak yeterlidir. Tekrarlarken “hayyeales-salâh” ve “hayyealelfelâh” sözlerine gelindiğinde “la havle vela kuvvete illâ billâhilaliyyil azîm” denir.

·       Ezandan sonra ezan duasını yapmak gerekir.[267] Ezan duası şöyle yapılabilir: “Allâhümme rabbe hâzihiddeavetit-taammeh, ves-saleti’l kaimeh, âti seyyidenâ muhammeden el-vesîlete vel-fedîleh, vedderaceter-rafietel âliyeh, ilahî veba’sühü mekamen mahmûdenil-lezî ve atteh, inneke lâ tuhliful mîad, amin vel-hamdülillâhi rabbil- alemîn.” [268]

 

27-  Hayvanlara karşı şefkatli olmak gerekir. Çevre temizliği.

Konumuzu burada bitiriyoruz. Fakat şu bilinmeli ki adab-ı muaşeretle ilgili her şeyi alamadık buraya. Konumuza bir nevi adab-ı muaşeretin temeli diyebileceğimiz hadis-i şerifle son verelim:

“Muhakkak ki kibarlık ve incelik her nerede bulunursa onu güzelleştirir,

 Her nereden de uzaklaşırsa (soyutlanırsa) onu çirkinleştirir.”

(Hadis-i şerif)

 “gülmeyi çoğaltma ki, gülmenin çoğu kalbi öldürür.” [269]



[1] -Tirmizi, kıyame 42.

[2] -Müslim, iman 93.

[3] -Allah’ın selamı üzerinize olsun.

[4] -Allah’ın selamı sizin de üzerinize olsun.

[5] -Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun.

[6] -Allah’ın selamı, rahmet, ve bereketi üzerinize olsun.

[7] -Ebu Davud, Edep 139,    Tirmizi, İstizan 15

[8] -Buhari, istizan 5, 7; Müslim, selam 1.

[9] -Tirmizi, istizan 31.

[10] - sahih-i Buhari, k.istizan 27, vıı/135

[11] - ebu davud, edeb 143

[12] -sahih-i buhari, k.istizan, 28, vıı/136

[13] -Malik, muvatta, selam 6.

[14] -Buhari, istizan 15; Müslim, selam 15.

[15] -buhari, ilim 30.

[16] -Müslim, Eşribe 174.

[17] -Sahih-i Müslim, Birr ve sıla 78.

[18] - Buhari, İstizan 13,  Müslim, Edeb 33.

[19] - Buhari, istizan 17; Müslim, adap 38.

[20] -abdülfettah ebû gudde el-kevserî, İslâm adabından demetler (tercüme Dr. Nihat tosun), s.281.

[21] -Buhari, edeb 31; Müslim, Lukata 15.

[22] -Müslim, Lukata 15.

[23] -Tirmizi, Libas 1; Ebu Davud, Libas 11.

[24] -Buhari, Libas 1; Müslim ,Libas 42.

[25] -Ebu davud, libas 1 ; tirmizi, libas 28.

[26] -Buhari, Cuma 6.

[27] -Ebu Davud,Libas 41; Tirmizi Libas 37.

[28] -Tirmizi, şemail s.16 (aktaran: M.Asım Köksal, İslam tarihi, şamil yayınevi, basım yılı 1987; c.18, s.402)

[29] -Ebu Davud, Edep 139; Tirmizi, İstizan 15.

[30] - Ebu Davud, Edeb 7.

[31] -Ebu Davud, edeb 80.

[32] -Ebu Hanife, Müsned s.36; ibn-i sa’d, tabakat, c.1 s.378.(aktaran: M.Asım Köksal, İslam tarihi, şamil yayınevi, basım yılı 1987; c.18, s.398.)

[33] -Müslim, Selam 31.

[34] - Ebu Davud, Edeb 21; Tirmizi, Edeb 11

[35] - ebu davud, edeb 25.

[36] -Ebu Davud, Edeb 27.

[37] -Buhari, ilim 30; Ebu Davud, edeb 18.

[38] - Tirmizi, Birr 48.

[39] -Buhari, edeb 68; Müslim, istiska 16.

[40] -Buhari, Rikak 81/23.

[41] -Tirmizi, iman 8.

[42] -ahzab suresi:70.

[43] -kaf suresi:18.

[44] -Bediüzzaman said nursi, hutbe-i şamiye, 3.kelime, Zehra yayıncılık.

[45] -hud suresi:112.

[46] -Tirmizi, tefsiru sure, 56/6 (3293).

[47] -buhari, edeb, 69; Müslim, birr, 103.

[48] -Muvatta, Kelam 19, (2, 990).

[49] -Ebu Davud, Edeb 88, (4991).

[50] -Ahmed bin Hanbel, Müsned, 2/452.

[51] - Ebu Davud, Edeb 7.

[52] -Ebu Davud, edeb 80.

[53] -Buhari, musâkâ 4, husûmât 4; Müslim, iman 220.

[54] -Buhari, eyman 1.

[55] -furkan suresi:72

[56] -buhari,şehadet, 10; Müslim, iman 143.

[57] -(Zehra yayıncılık risale-i nur külliyatı, mektubat-baskı:1998 yılı s. 306 )

[58] -Buhari, nikah 106;Müslim, libas 127.

[59] -Buhari, iman 24; Müslim, iman 106.

[60] -Buhari, iman 24; Müslim, iman 107.

[61] -hucurat suresi:11

[62] -Müslim, mukaddime, 5.

[63] -riyazüs-salihîn, hadis no: 1537.

[64] -Ebû Dâvud, Edeb 40, (4874); Tirmizi, Birr 23, (1935); Müslim, Birr 70 (2589).

[65] -Suyûti, el-fethü’l-kebîr: 1/84.

[66] -bediüzzaman said nursi, mektubat, 316.s., Zehra yayıncılık.

[67] -a.g.e

[68] -a.g.e

[69] -a.g.e

[70] -a.g.e

[71] - bediüzzaman said nursi, risale-i nur külliyat, Zehra yayıncılık, Mektubat, 9.Mektub.

[72] -Tirmizi, et’ime, 46.

[73] -Buhari, et’ime 44; Müslim, eşribe 150.

[74] - Zadü’l-Mead, ibn-i kayyım el-cevzi, pınar yayınları, terc: Abdi keskinsoy, baskı: ağustos 1990, c.5, s.173.

[75] - Ebu Davud, Et’ime 15; Tirmizi, Et’ime 47.

[76] - Ebu Davud, Et’ime 14.

[77] - Ebu Davud, Et’ime 17 ; Tirmizi, Et’ime 12.

[78] -Buhari, Et’ime 21; Müslim, Eşribe 187

[79] - Müslim, Eşribe 136.

[80] - Müslim, Eşribe 105.

[81] -Tirmizi, Zühd 47; ibn-u mace, Et’ime 50.

[82] -Müslim, Eşribe 179.

[83] -Müslim, Nikah 106.

[84] -Buhari, et’ime 13.

[85] -Tirmizi, eşribe 13.

[86] -Tirmizi, eşribe 13,15.

[87] -Ebu Davud, sünen c.3, s.346; tirmizi, şemail s.31; Bağavi, mesabihis-sünne c.2, s.80; Kastalani, mevahibül-ledüniyye c.1, s.419. (aktaran: M.Asım Köksal, İslam tarihi, şamil yayınevi, basım yılı 1987; c.18, s.400.)

[88] -Buhari, eşribe 24; Müslim, eşribe 136.

[89] -Tirmizi, eşribe 20.

[90] - Müslim, eşribe 13.

[91] -Müslim, Eşribe 107,108; Buhari, et’ime 2.

[92] -Taberi, tarih c.2, s.217; ibn-i kesir, sîre c.1, s.457-459.(aktaran: peygamberimizin hayatı, Salih Suruç, nesil yay. Ekim 2008, c.1, s.253.)

[93] -Buhari, Buyu 21; Müslim, Eşribe 138.

[94] -Buhari, tıb 58.

[95] - Buhari, et’ime 2; Müslim, eşribe 107,108.

[96] - Buhari, et’ime 2; Müslim, eşribe 107.

[97] -Ebu Davud, Libas 1; Tirmizi, deavat 56.

[98] -Zadü’l-Mead, ibn-i kayyım el-cevzi, pınar yayınları, terc: Abdi keskinsoy, baskı: ağustos 1990, c.5, s.168.

[99] - Müslim, eşribe 13.

[100] -Ahmed bin Hanbel-Müsned, c.5, s.76; tirmizi, sünen c.4, s.259-260 (aktaran: M.Asım Köksal, İslam tarihi, şamil yayınevi, basım yılı 1987; c.18, s.409.)

[101]-Tirmizi, sünen, c.5 s.508; Ahmed ibn-i Hanbel, müsned, c.3 s.32; Ebu Davud, sünen, c.2 s.366; ibn-i mace, sünen, c.2 s.1092. (aktaran: M.Asım Köksal, İslam tarihi, şamil yayınevi, basım yılı 1987; c.18, s.403.)

[102]- Zadü’l-Mead, ibn-i kayyım el-cevzi, pınar yayınları, terc: Abdi keskinsoy, baskı: ağustos 1990, c.5, s.173.

[103]- Tirmizi, eşribe 13.

[104] - Buhari, eşribe 16; Müslim, eşribe 113,116; Tirmizi, eşribe 12.

[105] -Buhari, eşribe 26; Müslim, Eşribe 123.

[106] - Tirmizi, eşribe 13.

[107] - Buhari, hac 76; Müslim, Eşribe 117.

[108] - Zadü’l-Mead, ibn-i kayyım el-cevzi, pınar yayınları, terc.: İbrahim Türklü, Abdi keskinsoy, baskı: ocak 1989, c.1, s.116.

[109] -Buhari, mevakit 26; Müslim, mesacid 215.

[110] -Müslim, müsafirîn 96.

[111] -Ebû Dâvud, İlm 13.

[112] -Tirmizî, Daavât 80.

[113] -Tirmizi, Edeb 21.

[114] -Müslim, Libas 74; Ebu Davud, Edeb 36; Tirmizi, Edeb 20.

[115] -Buhari, deavat 7.

[116] -Buhari, Vudu 75; Müslim, Zikir 56; Buhari, Deavat 5. 

[117] - Buhari, deavat 12; Buhari, Fedail’ül-Kur’an 14.

[118] -Buhari, Vudû 25,26; Muvatta, Taharat 2.

[119] -Buhari, Vudû 26; Muvatta, Taharat 2.

[120] - Buhari, Vudu 75; Müslim, Zikir 56.

[121] - İbnu Mace, Sıyam, 22.

[122] -Buhari, isti’zan 49; ibn-i mace, edeb 46.

[123] -Buhari, vudû 75; Müslim, zikir 56.

[124] -Müslim, Birr 74.

[125] -Müslim, Eşribe 174.

[126] -Müslim, mesacid 284.

[127] -Buhari, ezan 92; Tirmizi, Cuma 59.

[128] - Buhari, ezan 93.

[129] - Muvatta, Kasr’us-Salat 72.

[130] -Müslim, tehara 7.

[131] - Buhari, ezan 30; Müslim, mesacid 249.

[132] -ebu davud, Salat 46.

[133] -Müslim, mesacid 151.

[134] -Buhari, iydeyn 24.

[135] -Buhari, ezan 72-76.

[136] -Ebu Davud, salat 93,98.

[137] -Ebu Davud, salat 98.

[138] - Ebu Davud, salat 94; İbn-i mace, ikamet 55.

[139] -Ebu Davud, salat 93.

[140] - Buhari, ezan 9; Müslim, salat 129,130.

[141] -Müslim, müsafirin 97.

[142] -Buhari, rikak 38.

[143] -Buhari, ezan 53; Müslim, salat 114.

[144] -Müslim, mesacid 67.

[145] -Müslim, cenaiz 97.

[146] -Müslim, müsafirin 63.

[147] -Buhari, deavat 22; Müslim,zikir 90.

[148] -furkan suresi: 77

[149] -Buhari, deavat 21; Müslim, zikir ve dua 7,8,9.

[150] -Müslim, zikir ve dua 10.

[151] -Müslim, zikir ve dua 23.

[152] -Buhari, cihad ve siyer 131, megazi 38, deavat 50,67, kader 7, tevhid 9; Müslim, zikir ve dua 44.

[153] -Müslim, zühd 74.

[154] -SÖZLER-26.sözün zeyli, MEKTUBAT-29.mektubun 9.kısmının zeyli.

[155] -Risale-i nur külliyatı, Zehra yayıncılık, 2004 baskı, Kastamonu Lahikası, s.107.

 

[156] -Müslim, zikir 86-88; Tirmizi, birr 50; Ebu Davud, vitr 29.

[157] -bkz. Ebu Davud, edeb 100; ibn-i mace, dua 14; müsned 2/25.

[158] -bakara suresi:201.

[159] -bkz. Buhari, deavat 22; Müslim, zikir 90-91.

[160]-Mektubat, 23. mektub.

[161] - Müslim, tahara 1.

[162] -Buhari, Cumua 12.

[163] -Bu Mürseli Mâlik (şa’ar no:7, S.949), an Zeyd b. Eslem An Ata senediyle tahric etti. İbn Abdilberr bu manada hadisin Cabirden mevsul olarak geldiğini söylemiştir.

[164] -Buhari, Cuma 8; Müslim, taharet 42.

[165] -Nesai, taharet 49.

[166] - prof. Dr. Vehbe Zuhayli, İslam fıkhı ansiklopedisi, feza yayıncılık, baskı yılı: 1994, c.1,s.217-222.

[167] -Buhari, Vudû 26; Muvatta, Taharat 2.

[168] -Buhari, Vudû 26; Muvatta, Taharat 2.

[169] -Buhari, Vudû 25,26; Muvatta, Taharat 2.

[170] - İbn-İ Mace, Tahara 26; Ahmed Bin Hanbel, Müsned II 326; Buhari, Vudû 55; Müslim, Taharat 111.

[171] -Buhari, iman 2.

[172] -Buhari, gusl 1; Müslim, hayz 37.

[173] -Buhari, gusl 1, 9, 15; Müslim, hayz 35; Muvatta, tahârat 67.

[174] -Prof. Dr. Vehbe Zuhayli, İslam fıkhı ansiklopedisi, feza yayıncılık, baskı yılı: 1994, c.1,s.287.

[175] - Prof. Dr. Vehbe Zuhayli, İslam fıkhı ansiklopedisi, feza yayıncılık, baskı yılı: 1994, c.1,s.286.

[176] -Buhari, Vudû 9; Müslim, hayız 122.

[177] -Nevevî, el-ezkâr s.28.

[178] - Buhari, Vudû 55; Müslim, Taharat 111.

[179] - İbn-İ Mace, Tahara 26; Ahmed Bin Hanbel, Müsned II 326.

[180] -Buhari, iman 2.

[181] -Buhari, megazi 79; Müslim, Tevbe 53.

[182] - Ebu Davud, cihad 80.

[183] - Müslim, imara 184.

[184] -Ebu Davud, Cihad 72.

[185] -Ebu Davud, Vitir 29; Tirmizi, Birr 7.

[186] -Müslim, Zikir 54.

[187] -Buhari, Umre19; Müslim, İmare 179.

[188] -Buhari, umre: 12; Ebu Davud, Cihad: 72.

[189] -Buhari, taksir 4; Müslim, hac 423.

[190] - Müslim, Birr 40.

[191] -Buhari, cihad 171.

[192] -Buhari, Tevhid 31.

[193] -bakara suresi:155–157.

[194] -Müslim, Cenaiz 1.

[195] -Tirmizi, cenaiz 2.

[196] -Buhari, cihad 171.

[197] -Buhari, cenaiz 59; Müslim, Cenaiz 52.

[198] -Ebu Davud, cenaiz 56.

[199] -Ebu Davud, cenaiz 56.

[200] -Ebu Davud, cenaiz 9.

[201] -Müslim, Cenaiz 7.

[202] -Buhari, Cenaiz 32; Müslim, Cenaiz 11.

[203] -bakara suresi-157.

[204] -Tirmizi, cenaiz 36.

[205] - Müslim, Cenaiz 104.

[206] - Müslim, birr 2; Buhari, edep 2.

[207] -Müslim, Itk 25.

[208] -Buhari, şehadât 10; Buhari, eyman ve-n nüzür 16; Müslim, iman 143.

[209] -Müslim, fezailüs-sahabe 74, 75, 78; Buhari, Menakıb’ü-l ensar 20.

[210] -Müslim, birr 11.

[211] -Buhari, Edeb 15.

[212] -Müslim, Birr 22.

[213] -Tirmizi, zekat 26.

[214] -Tirmizi, birr 6.

[215] -Bediüzzaman said nursi, Mektubat 21. Mektup.

[216] - Taberi, tarih c.2, s.217; ibn-i kesir, sîre c.1, s.457-459.(aktaran: peygamberimizin hayatı, Salih Suruç, nesil yay. Ekim 2008, c.1, s.253.)

[217] -Buhari, istizan 7.

[218] -Ebu Davud, edeb 58; Tirmizi, birr 15.

[219] -Buhari, cizye 12; Müslim, Kasame 1.

[220] -Müslim, rüya 19; Buhari, cizye 12; Müslim, kasame 1.

[221] -abdülfettah ebû gudde el-kevserî, İslâm adabından demetler (tercüme Dr. Nihat tosun), s.291-292.

[222] - Buhari, edeb 28; Müslim, birr 140.

[223] - Buhari, edeb 28; Müslim, birr 140.

[224] -Buhari, nikah 80; Buhari, edeb 31, 85; Buhari, rikak 23; Müslim, rada’ 60;

[225] -Müslim, zikir 38.

[226] -Buhari, hibe, 1; Müslim, zekat, 90.

[227] -Buhari, edebü’l-müfred s.39-40 (aktaran: M.Asım Köksal, İslam tarihi, şamil yayınevi, basım yılı 1987; c.18, s.409. )

[228] - Buhari, ezan 93.

[229] -Buhari, sulh 11; Müslim, zekat 56.

[230] -Ebu Davud, libas 24; tirmizi, isti’zan 27.

[231] -şerhu divani’l-mütenebbî: 2/11.(aktaran: Zehra yayıncılık risale-i nur külliyatı, mektubat-baskı:1998 yılı s. 304 )

[232] - Bediüzzaman said nursi, Mektubat, 304.s. Zehra yayıncılık.

[233] -Buhari, edeb 57, 62; Buhari, istizan 9; Müslim, birr 23, 26; Ebu Davud, edeb 47.

[234] -Müslim, iman 147.

[235] -Buhari, enbiya 54; Müslim, libas 49.

[236] -Müslim, birr 72.

[237] -Buhari, vudu’ 58.

[238] - Buhari, enbiya 54; Müslim, cihad 105.

[239] -bediüzzaman said nursi, risale-i nur külliyat, mesnevi-i Nuriye(katre bölümü), Zehra yayıncılık, baskı yılı 1998, s.70.

[240] -Buhari, Mezalim ve gasb 10.

[241] -Buhari, talak 25.

[242] - Buhari, nikah 72; Müslim, nikah 107.

[243] -Müslim, zikir 38.

[244] - Müslim, birr 69.

[245] -Müslim, birr 56.

[246] - Ebu Davud, Edeb 7.

[247] -Ebu Davud, edeb 80.

[248] -Müslim, birr 125.

[249] -Vâkıdi, Megazi c.2 s.448.(aktaran: M.Asım Köksal, İslam tarihi, şamil yayınevi, basım yılı 1987; c.18, s.439)

[250] -Müslim, fezailüs-sahabe 145.

[251] -Nesai, taharet 4.

[252] -Buhari, sulh 11; Müslim, zekat 56.

[253] - Müslim, birr 144.

[254] -Buhari, menakıb 23; Müslim, eşribe 177.

[255] -Müslim, zikir 39.

[256] -Tirmizi, ilim 2.

[257] -Buhari, rikâk 1.

[258] -Âdâbu’l Müslim-müslümanın günlük görgü kuralları, davetü’l-hak yayınevi, baskı yılı 2004, s.105.

[259] -Âdâbu’l Müslim-müslümanın günlük görgü kuralları, davetü’l-hak yayınevi, baskı yılı 2004, s.105.

[260] -Bediüzzaman Said Nursi, risale-i nur külliyat, Zehra yayıncılık, Mektubat, 22.Mektub.

[261] - abdülfettah ebû gudde el-kevserî, İslâm adabından demetler (tercüme Dr. Nihat tosun), s.305-306.

[262] -ibn-i sa’d, tabakat, c.1, s.422; Tirmizi, şemail, s.5; Kad-ı iyaz, şifa, c.1 s.118. (aktaran: M.Asım Köksal, İslam tarihi, şamil yayınevi, basım yılı 1987; c.18, s.415.)

[263] - ibn-i sa’d, tabakat, c.1, s.422; Tirmizi, şemail, s.5; Kad-ı iyaz, şifa, c.1 s.118. (aktaran: M.Asım Köksal, İslam tarihi, şamil yayınevi, basım yılı 1987; c.18, s.415.)

[264] - Buhari, ezan 9,32; Müslim, salat 129.

[265] -Buhari, ezan 5.

[266] -Buhari, ezan 7; Müslim, salat 10.

[267] - Buhari, ezan 8.

[268] -Buhari, ezan 8.

[269] -Ahmed bin Hanbel, Müsned, c.2, s.310; Tirmizi, sünen, c.4, s.55. (aktaran: M.Asım Köksal, İslam tarihi, şamil yayınevi, basım yılı 1987; c.18, s.460.)

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar