Print Friendly and PDF

FÜTUHAT-I MEKKİYYE...(Kitaba Başlangıç)

Bunlarada Bakarsınız

 


Muhyîddin İbn’ül Arabi

BİRİNCİ SİFR

FÜTUHAT-I MEKKİYYE’NİN BİRİNCİ KISMI

Rahman ve Rahîm Olan Allah Teâlâ’nın Adıyla

(Kitaba Başlangıç)

Hamd, şeyleri bir yokluktan ve yokluğun yokluğundan var eden ve şeylerin varlığını kelimelerinin1 yönelişine dayandıran Allah Teâlâ’ya mahsus­tur.2 Bu sayede onların yaratılmışlığını ve Hakk’ın kadimliğinden kay­naklanan ezeliliklerinin sırrını öğrendiğimiz gibi Allah Teâlâ’nın bize bildirdiği kadimliğini de öğreniriz.

Münezzeh Allah Teâlâ, zuhur edip izhar ederek zâhir3 olmuştur, bâtın kalmamıştır; fakat (aynı zamanda) bâtın4 olmuş ve bâtın kılmıştır. Ku­lun varlığı, öncesinde de sabit iken, O’nun için el-Evvel (İlk) ismini sa­bit kılmıştır; yok oluşun ve yoksunluğun takdir edilmesi ise daha önce de sabit iken, Hakk için el-Âhir (Son) ismini sabit kılmıştır.

Asır ve muasır, cahil ve haberdar olmasaydı, O’nun el-Evvel ve elAhir veya el-Bâtın ve ez-Zâhir isimlerinin anlamını kimse bilemeyecek­ti. Bu gibi isimler, bu en yüce anlamda Tanrı’nın güzel isimleri olsa bi­le, isimler arasında bir farklılaşma vardır. Söz konusu farklılaşma, men­zillere yerleşmek için vesileler edindiklerinde belirginleşir. Bu meyanda, söz gelimi, Abdülhalîm Abdülkerîm olmadığı gibi Abdulgafûr da Abdüşşekûr5 değildir; Her kulun bir ismi vardır ki o isim o kulun rabbidir. Kul beden, bu isim ise onun kalbidir.6

.                                                              '                                              

Münezzeh Allah Teâlâ, bilen ve öğreten el-Alîm, hüküm veren ve verdi­ren el-Hâkim, kahreden ve kâhır gücü veren el-Kahır, takdir eden ve cimrilik etmeksizin kazandıran el-Kadîr’dir. O Allah Teâlâ, bekası kendisiyle var olan bir özelliğe dayanmayan el-Bâkî’dir. O, müşahede esnasında yüz yüze olmak ve karşıda bulunmak halinden münezzeh olandır. Kul, bu en nezih7 mertebede8 tenzihe ulaşır. Allah Teâlâ Teâla’ya ise bu en nezih makamda teşbih asla ilişmez. Bu mertebede yönler ortadan kalkar. Kul, Hakka bakmaya kalkıştığında ise bir yöne dönmek de söz konusu ol­maz.

Tanrı’nın sıfatlarında ve zatında yüce ve yücelten olduğunu bilenin övgüsüyle O’na hamd ederim. Bu hamdin sahibi, tecellilerinin dışında (Hakkın zatı üzerine) izzet perdesinin çekili ve O’nun zatını bilme ka­pısının kilitli olduğunu bilir. (Bilir ki) Allah Teâlâ kuluna hitap ederse O, işittiren-işitilen, emrettiği bir şeyi yaptırırsa itaat edilen-itaat ettiricidir.

Bu hakikat beni hayrete düşürdüğünde, yaratılmıştık özelliğiyle şöyle bir şiir terennüm ettim:

Rab Hakk, kul Haktir

Nasıl böyle olabilir, sorumlu tutulan kimdir?    .

‘Kuldur’ dersen, işte o ölümlüdür!

‘Rabdir’ dersen, O nasıl sorumlu olabilir ki!             .

Allah Teâlâ, dileseydi yaratıklarını kendisine itaat ettirirdi. O, üzerinde belirlenmiş zorunlu hakkı vermede insaf sahibidir. Ortada, sadece ta­mamen silikleşmiş boş gölgeler, ‘alt-üst olmuş çardaklar’ vardır. Sesin yankılanmasında, doğru yolu bulan kimse için işaret ettiğimiz konuyla ilgili bir sır vardır.

Yükümlü tutma sayesinde el-Ma‘bûd (ibadet edilen, tapınılan) is­minin ortaya çıktığını tam olarak öğrenenin yaptığı şükürle Allah Teâlâ’ya şük­rederim. ‘Allah Teâlâ’dan başka güç ve kudret sahibi yoktur’ ifadesinin hakika­tiyle de cömertlik hakikati ortaya çıktı. Cennet yapılan amelin karşılığı şayılsaydı, o zaman öğrenmiş olduğun İlâhî cömertlik nerede kalırdı? Sen, özün gereği ikrama mazhar olduğunu ve nefsinin aslını bilmekten perdelisin. Sayesinde karşılık beklediğin şey sana ait değilse nasıl olur da amelini görebilirsin?

Artık şeyleri Yaratıcılarıyla, rızıklananları rızkı verenle baş başa bı­rak! Allah Teâlâ, bıkmadan veren, saltanatı aziz ve yüce olan Sultandır; kulla­rına karşı İütufkâr, ‘Benzeri yoktur, O her şeyi işiten ve görendir’9 diye bil­dirilen, (her şeyden) haberdar olandır.

(Hakikat-i MuhammediyeÜzerine Düşünceler)

Allah Teâlâ’nın rahmeti, âlemin sırrı ve özü, âlemin gayesi ve varlık sebebi, doğru sözlü efendimiz, Rabbine yönelmiş, kayan yıldızın (Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem’in) üzerine olsun. O, kendisini geceleyin yürüten Hakkın örneksiz yarattığı şeylere bıraktığı ayetleri ve gerçekleri göstermek için, yedi yıldızı aşan kimsedir.

Bu girişi yazarken, celâl mertebesinde gerçeklerin misal âleminde, gaybî bir müşahedede kalbî bir keşifle onu gördüm.10

Ben onu (sallallâhü aleyhi ve sellem) sözü edilen âlemde maksatları korunmuş, müşahe­deleri sakınılmış, yardım edilmiş, desteklenmiş efendimiz olarak gör­düm. Bütün peygamberler önünde dizilmiş, ümmeti de -ki onlar en hayırlı ümmettiretrafında toplanmıştı. Hizmet melekleri11 makamının tahtının etrafından dönüyordu. Amellerden doğan melekler ise önünde saf tutmuştu.

Sıddîk (Ebû Bekir) mübarek sağ yanında, Faruk (Ömer) en mu­kaddes sol yanında idi, Hatem12 önünde diz çökmüş, ona ünsa (dişi) olayını anlatmaktaydı. Ali de (sallallâhü aleyhi ve sellem) kendi diliyle Hatem’in söyledikle­rini aktarıyordu. İki nur sahibi (Osman) hayâ örtüsünü bürünmüş, kendi işine dönmüştü.

En yüce Efendi, en tadı ve hoş kaynak, en açık ve parlak Nur, .yö­neldi ve hükümde benimle arasındaki ortaklık nedeniyle Hatem’in ar­dında beni gördü. Yüce Efendi Hatem’e buyurdu:

-Şu senin dengin, oğlun ve dostundur. Önüme, onun için târfa13 ağacından bir minber koy.’

Sonra bana işaret etti:

-‘Muhammedi Minbere çık! Beni peygamber olarak göndereni ve beni medh et! Sende bana karşı sabırsızlanan benden bir nişan var. O nişan, senin zatında hükümrandır. Bana ancak bütünün ile yönelebilir. O nişanın (bana) dönmesi kaçınılmazdır. Çünkü o, bedbahtlık âlemin­den değildir. Gönderildiğim günden beri, herhangi bir varlıkta benden bir şey bulunmuşsa o kişi ancak Mutlu, Yüce Topluluk içinde şükredi­len ve övülen birisi olmuştur.’

Bunun üzerine Hatem, bu çok önemli müşahede yerine o minberi koydu. Minberin üzerine en parlak ışıkla şöyle yazılıydı: ‘Bu en temiz Muhammedi makamdır, ona yükselen, ona varis olur. Allah Teâlâ onu şeria­tın saygınlığını korumak için gönderir ve görevlendirir.’

Bana o vakitte hikmet vergileri bahşedildi. Sanki bütün hakikatleri toplama özelliği (cevâmiu’l-kelim) verilmişti bana. Allah Teâlâ’ya şükrettim ve minberin üzerine çıktım. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin oturduğu ve yerleştiği yerde bulundum. Bulunduğum basamakta beyaz bir örtünün yeni benim için yayıldı, üzerine oturdum. Artık, kendisini tenzih etmenin ve şerefine saygının gereği, Peygamber’in ayaklarıyla bastığı yere temas etmiyor­dum. Ayrıca dikkatimiz şuna da çekilmiş ve bize öğretilmiş oldu ki Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in Rabbinden müşahede ettiği makam, varisleri tarafından ancak onun elbisesinin ardından görülebilir.14 Böyle olmasaydı, biz de Peygamberin keşf ettiğini keşfeder, onun bildiğini bilirdik.

Haberini öğrenmek için izini sürdüğün kimseyi görmez misin? Sen, Peygamberin gittiği yoldan müşahede ettiği şeyi müşahede ede­mez ve niteliklerin Tanrı’dan olumsuzlanması yoluyla nasıl bildirilece­ğini bilemezsin. Çünkü Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem, söz gelişi, düz niteliksiz bir toprak görmüş ve onun üzerinde yürümüştür. Sen ise onun izinde yü­rüyor ve sadece onun ayak izlerini görüyorsun.

Burada, araştırırsan kendisine ulaşabileceğin gizli bir sır vardır. Bu sır şundan kaynaklanır: Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem, önder olduğu için -zira onun için önyön gerçekleşmiştirherhangi bir iz görmez ve onu bilmez. Sen ise onun ardından gittiğinde o izi görür ve göremediği şeyi görürsün.15

Bu makam, Musa’nın -ona ve efendimize selâm olsunHızır’a tepkisin­de tezahür etmiştir.

Ku4 der ki: Bu en yüce durakta Isrâ gecesi Rabbine ciki yay ucu ka­dar yakın olan’ zatın önünde durduğumda, hoşnut ve mahcup bir halde ayağa kalktım. Sonra, Ruhu’l-Kuds ile desteklendim ve irticalen söze başladım:

Ey ayetleri ve haberleri indiren!

Bana da isimlerin gösterdiği şeyleri indir

Böylece seni bütün övgü türleriyle övebileyim

Hem sevinç hem de kederdeki övgüler ile ,

Sonra Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e (sallallâhü aleyhi ve sellem) işaret ettim:

Bu Efendi, âlem’dir

Onu halifeler devrinden soyutladın

Onu soylu asıl yaptın, Âdem ise .

Henüz yaratılış toprağıyla su arasındaydı

Onu naklettin, ta ki kendi devri gelfli16

Onun sonunu başlangıca bağladın

Onu hor ve korkan bir kul olarak yerleştirdin

Bir dönem size Hira dağında yakarırdı

Ta ki ona katınızdan bir müjdeci geldi

Görevi bildirmek olan Cebrail

Dedi ki: ‘Selâm sana! Sen Muhammed’sin

Kulların sırrı, habercilerin Mührü (ve sonuncusu)

Efendim! Doğru mu söylüyorum? (dedim) Bana dedi ki:

Doğru söyledin ve sen benini örtümün gölgesisin

Artık hamd et ve Rabbine övgüyü artır

Kuşkusuz sana eşyanın hakikatleri öğretildi

Rabbinin işinden sana açılanı bize nesir olarak bildir

Senin korunmuş kalbine, karanlıkta açılanı

Bir hakikatle var olan her türlü gerçekten

Alış-veriş olmaksızın malın olarak sana gelen gerçeği:     .

Sonra el-Allâm’ın17 diliyle söze başladım, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e -s.a.vişaret edip dedim ki sana korunmuş1 kitabı indirene hamd ettim. O, ‘ancak temiz olanların dokunabileceği’ kitaptır ve güzel huyların nede­niyle eksikliklerden nezih ve arınmış iken sana indirildi. Allah Teâlâ Nun Suresi’nde buyurur ki: ‘Rahman ve Rahîm Olan Allah Teâlâ’nın Adıyla: Nun’a, Kalem’e ve yazdıklarına yemin olsun. Sen Rabbinin nimetinden sakınılmış değil­sin. Senin için kesintisiz nimet vardır. Sen yüce bir ahlâka sahipsin. Bunu sen de göreceksin, onlar da görecekler:18

Sonra irade kalemi ilim okkasına daldırıldı, kudret eliyle korunmuş ve saklanmış Levha’da olmuş, olan, olacak ve olmayacak her şey yazıl­dı.19 Olmayan, Allah Teâlâ olmasını dileseydi ki dilemez, nasıl olacak ise öyle olurdu. Bunlar Allah Teâlâ’nın bilinen ve ölçülü kaderinden, cömert-gizli ilmindendir. ‘Rabbin onların nitelemelerinden münezzehtir.’20

O Allah Teâlâ bir ve tektir, müşriklerin koştuğu ortaklardan münezzeh­tir.

O yüce Kalem’in diğer isimler içinden yazdığı ilk isim şudur: Ey Muhammed! Ben, senin mülkün olacak âlemi senden dolayı yaratmak istiyorum. Bunun için (önce) su cevherini yaratacağım. Ben onu en ko­runmuş izzet perdesinin aşağısında yarattım ve ben yine Amâ’da21 bu­lunduğum hal üzereyim, benimle beraber hiçbir şey yoktur.

Allah Teâlâ, yuvarlaklık ve beyazlıkta bir cevhere benzeyen suyu soğukdonuk bir dolu tanesi gibi yarattı,22 cisimlerin ve arazların bilkuvve ha­lindeki zadarını ona yerleştirdi.

Ardından Arş’ı yarattı ve er-Rahman onun üzerine istiva etti.23 Kürsü’yü koydu ve iki ayak24 ona sarkmış iken Allah Teâlâ celâl gözüyle bu cevhere baktı. Cevher utancından eridi, dağıldı ve su gibi aktı. Gök ve yer yaratılmazdan önce Tanrı’nın Arş’ı işte bu su üzerinde idi.

Bu, esnada varlıkta sadece istiva edilen yer, istiva ve istiva edenin hakikatleri vardı. Bunun ardından nefesi gönderdi ve onun rüzgârıyla su dalgalandı ve köpürdü. Arş’ın sahiline vurduğunda ise övülen Tanrı’nın hamdini seslendirdi. (Kürsü’ye sarkmış) Topuk titredi. Sonra su­ya hitap etti: ‘En övülen zat benim!’ Su utandı, ortasına kavuşmak is­tercesine gerisin geriye çekildi, meydana getirdiği köpüğünü sahile bı­raktı. İşte eşyanın çokluğunu içeren, o suyun köpüğüydü.

Allah Teâlâ o köpükten yeryüzünü yaratılışı bakımından dairesel, uzun­luğu ve genişliği itibarıyla ise silindir şeklinde inşa etti. Ardından, par­çalanma esnasında yerin sürtünme ateşinden dumanı yarattı. O duman­da yüce gökleri açtı25, onu nurların mahalli ve Yüce Topluluğun konak­lama yeri yaptı. Bu mahal, aydınlık cisimlerinin süslediği yıldızlarıyla yeri süsleyen bitkilerin çiçeklerinin karşısında bulundu.

Allah Teâlâ Adem ve oğulları için teşbihten münezzeh zatını ve iki elini ayırdı. Böylelikle Âdem’in bedeninin yaratılışını gerçekleştirdi, onu iki şekilde düzenledi: Ömrünün bitimi ve ebediliği kabul (özelliği). Bu varlığın bulunduğu yeri ise varlık küresinin noktası yaptı. Onun varlı­ğını gizleyerek, ardından ‘Gördüğünüz bir direk ile26 ifadesiyle kullarının dikkatini ona çekti. Binaenaleyh insan berzah’a27 göçtüğünde -ki orası hayat diyarıdırgök kubbe çöker, paralanır ve cyağ gibi’ akan bir ateş alevine döner.

Görelileri, bilen kimse zikrettiğimiz işaretleri anlar ve kesin olarak şunu öğrenir: Çocuğu olmaksızın bir insan baba olamayacağı gibi kub­be de direksiz ayakta duramaz. O halde direk, tutan sebep’tir. O sebe­bin insan olduğunu kabul etmek istemezsen, onu el-Mâlik’in kudreti de sayabilirsin.

Böylelikle, göğü ayakta tutan bir tutan’ın bulunmasının şart oldu­ğu ortaya çıkmıştır. Gök bir mülktür ve ona sahip olacak bir malik (sa­hip) bulunmalıdır. Bir şeyin tutulma sebebi onu tutan demektir. Bir kimse için bir şey var olmuşsa o sebep, var olan o şeyin sahibidir.

Kudret varlık ve yokluk arasında kendilerini tuttuğunda -ki bu hal inşa (var etme, yaratma) halidirmutluların hakikatleri, anlaşma ve hi­dayet gözüyle neticenin güzelliğini, bedbahtların hakikatleri ise itaatsiz­lik ve taşkınlık gözüyle neticenin kötülüğünü gördüğünde, mutlular varlığa koşmuş, bedbahtlardan ise direnç ve olduğu yere çakılma hali ortaya çıkmıştır. Bu nedenle Tanrı, bu koşmaya dikkat çekip mutluların halini bildirerek şöyle buyurmuş: ‘Onlar hayırlara koşanlar dır, onlar iyi­liğe koşanlar dır.28 Bedbahtlardan söz ederken de, onların geri dönüşle­rine işaret ederek, şöyle demiştir: ‘Onlara, oturanlarla beraber oturun de­nildi:29

Bu esintilerin bedenler üzerindeki rüzgârları olmasaydı, bu âlemde taşkınlık veya doğru yolda yürüyen herhangi bir kimse ortaya çıkmazdı.

Bu koşma ve geri dönme nedeniyle -sen ey Peygamber! bize şunu bil­dirdin: ‘Allah Teâlâ’nın rahmeti gazabını geçmiştir.’ Rivayet eden, böyle söy­lemiş olduğunu bildirdi.

Allah Teâlâ, hakikatleri kendi hakkının30 isimleri sayısınca meydana ge­tirmiş, amade kılınmış meleklerini yaratıklarının sayısmca ortaya çı­kartmıştır. Her hakikat için, o hakikatin kendisini bildiği ve ibadet etti­ği bir isim belirlemiştir. Her hakikatin sırrı için de, sürekli kendisine hizmet ve eşlik eden bir melek yarattı.                                                                                  '

Hakikatlerin bir kısmı, kendisini görmenin ona ait ismi görmekten perdelediği kısımdır. Böyle bir varlık, isminin yükümlülüğünün ve hükmünün dışında kalır ve onun karşısında inkarcı olarak bulunur. Bir kısmı ise Allah Teâlâ’nın ayaklarını sabit kılıp ismini önderi olarak benimseyen ve kendisiyle önderi olan imam arasındaki belirtiyi öngören kısımdır. Bu kısım, ismini önderi yapmış, ona secde edenlerden olmuştur.31

Allah Teâlâ ilk baba’dan kutupların ışıklarını, makamların feleklerinde tespih eden güneşler olarak çıkarttı. Necîbler’in32 ışıklarını ise keramet feleklerinde tespih eden yıldızlar olarak çıkarttı. Dört direği dört unsur için sabit kılmış, onlar sayesinde cinler ve insanlar korunmuştur. Dört direk, yeryüzünün hareketlenmesini ve sallanmasını gidermiş, yeryüzü sakinleşmiş, çiçeklerinin güzellikleri ve bitkilerinin renkleriyle süslen­miştir. Onların bereketlerini çıkartmış, yaratıkların gözleri onun nefis görüntüsüyle, burunları nefis kokularıyla, dilleri tadı yiyecekleriyle nimetlenmiştir.

Ardından yedi bedeli33 yedi bölgeye hükümdarlar olarak gönder­miştir ki, bu gönderiş hikmet sahibi bir zatın gönderişiydi. Bedellerden her birinin bir bölgesi vardır. Kutup için iki imamı vezir yapmış, onları iki görevle görevlendirdi.                                                                 

Allah Teâlâ âlemi son derece kusursuz yaratmış, Ebû Hamîd’in (İmam Gazali) imkân hakkında dediği gibi, ondan daha güzeli olmamıştır. Bu esnada senin bedenini -s.a.vde gözlere izhar etmiştir. Ravi, bir gün meclisinde şöyle söylediğini aktardı: ‘Allah Teâlâ var idi ve O’nunla birlikte başka bir şey yoktu’ -ki halen öyledir.

Var olanların hakikatleri de -ey Peygamber Allah Teâlâ sana merhamet etsinböyledir. Bu hakikat, bütün hakikatlerden sadece kendisinin ön­ce, onların ise sonra gelmesi yönüyle fazladır. Çünkü bir şeyle beraber olmayan ile hiçbir şey beraber değildir. Hakikatler (dışa) ilimde bulun­duklarından farklı çıksaydı, bu hükümle münezzeh hakikatten ayrılır­lardı.

Şimdi de hakikatler, hükümde İlâhî ilimde bulundukları hal üzere­dir. O halde şunu deriz: Hakikatler vardı ve onlarla birlikte varlıkların­da başka bir şey yoktu. Hakikatler, şimdi de taptıkları Ma‘bud’un il­minde nasıl idiyseler öyledir.

Bu rivayet -ki Hakk için söylenmiştir bütün yaratıkları da içerir ve sebeplerin ve sebeplilerin çoğalmasıyla değişmez. Çünkü onlar isim ve sıfatların varlığıyla sana gelir ve onları gösteren manalar farklı farklıdır. Başlangıç ile son arasında bağlayıcı bir sebep ve geçerli-tutucu bir bağ olmasaydı, birisi diğeri vasıtasıyla bilinemez ve ‘Son, başlangıcın hük­müne göre sabit olur’ denilemezdi.

Sadece Rab ve kul vardır ki, bu yeterlidir. Bunda varlıkta nefsini bilmek isteyene yeterli ve yararlı bilgi vardır. Görmez misin: Son, baş­langıcın aynıdır! Bu, zorunlu ve doğru bir yargıdır. O halde insan ne diye bilmezlikten gelir ve körleşir ne gölge ve ne de suyun bulunduğu yerde karanlıkların dalgalarında dolaşır?

Duyulmuş haberlerin en gerçeği ve anlayış Hüdhüdü’nün34 Sebe’den getirdiği bilgi, Kuşatıcı Felek’in varlığıdır. O, bileşik âlemde ve hebâ35 denilen yalın âlemde var olmuştur. Hebâ’da açılmış iki suret olsalar bile ona en çok benzeyen şey, su ve havadır.

Bu Felek, varlığın aslı olup en-Nur ismi cömertlik mertebesinden kendisine tecelli ettiğinde, zuhur gerçekleşti. Allah Teâlâ sana merhamet et­sin, ey Peygamber! Senin suretin bu felekten söz konusu Nurun ilk fey­zini kabul etmiş, onun benzeri bir suret olarak ortaya' çıkmıştır. Bu ne­denle söz konusu suretin müşahedesi göz müşahedesi, meşrebi gaybî, cenneti Adn, marifetleri Kalem (ilk akıl) kaynaklı, bilgileri sağ elden, sırları okkadan, ruhları Levha’dan, toprağı Adem’dendir.

Sen Ey Muhammed! Ruhlarımız yönünden babamızsın. -O toplu­luk içindeki Adem’i işaret edereko ise cisimlikte babamızdın Unsurlar ise Adem için ana ve baba gibidir. Hebâ’nın hakikati de, esasta bir ile beraberdi. O halde bir şey ancak iki şeyden, bir sonuç iki öncülden meydana gelebilir.

Senin varlığın Allah Teâlâ’dan ve O’nun güç yetiren ve kendisine dayanı­lan olmasından değil mi? Senin O’nun hükmüne konu olman, O’nun bilen diye nitelenmesi yönünden değil mi? Senin başka bir şeye değil de, belirli bir işe tahsis edilmişliğin O’nun irade eden ve bilinen olması yönünden değil mi?

Binaenaleyh var olmayanın tek bir hakikatten meydana gelmesi ge­çerli değildir. Çünkü böyle bir durumda nerede (var oldu) nasıl biline­cekti? Yoksa bir şeyin zatının herhangi bir iş için mekân olması gerekir­di. Bu durumu gerçekler karşısında kör olan kimse anlayamaz.

Nitelik ve niteleneni bilmede, bilinen mekân anlaşılır. Aksi halde, Ey Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)Sana (Tanrı’nın nerede bulunduğuyla ilgili) me­kândan nasıl soru sorulabilirdi ve sen sorulan soruyu nasıl kabul eder­din? Ardından soruyu soranın saf iman sahibi olduğuna tanıklık ettin. Bu tanıklığın mecaz değil, gerçek bir tanıklık, bir olabilirlik değil, bir zorunluluktu. Binaenaleyh belirli bir şeyin gerçekliği hakkmda bilgin olmasaydı, dilsiz olduğu halde, (sana Rabbimiz nerededir diye soran kadının) gökte bulunduğuyla ilgili yargısını kabul etmezdin.

Sonra (Allah Teâlâ) latîf ve kesîf âlemleri yaratıp yeryüzünü düzledikten ve kıymetli mertebeyi hazırladıktan sonra, başak devrinin başında Halife’yi36 yeryüzüne indirdi. Bu nedenle Allah Teâlâ bizim dünyadaki süremizi yedi bin sene yaptı. Bu sürenin sonunda ise uyku ile uyanıklık ve dal­gınlık arasında bir halde dünyadan ayrılırız. Böylelikle hepimiz, yolları kendinde toplayan Berzah’a göçeriz. Orada uçucu hakikatler bütün hakikatlere baskın gelir ve yönetim ruhlara geçer.

Berzah’ın bu devirdeki halifesi, altı yüz kanadı uçan bir cisimdir. Orada bedenlerin ruhlara tabi olduğu görülür. Bu durumda insan, kab­rinden diriltilirken kendisi hakkında sahih bir hakikat nedeniyle dilediği her forma girebilir. Bu ise cennet çarşısı’nın lütuflar ve ihsan çarşısı ol­masından kaynaklanır.

Allah Teâlâ size merhamet etsin! Beyaz zümrüde bakınız! -Adem’i gös­terdimRahman, onu ilk babaya yerleştirmiş. ,

Apaçık nura balcınız! Bizi Müslümanlar diye adlandıran ikinci ba­bayı gösterdim (Hz. İbrahim).

En saf gümüşe bakınız! Ayette bildirildiği gibi, Allah Teâlâ’nın izniyle kör ve şaşıları iyileştirene işaret ettim (Hz. İsa)

Nefs yakutunun kızıllığının güzelliğine bakınız! Çok ucuz bir fiyata satılana işaret ettim! (Hz. Yusuf).

İbrîz’in kızıllığına bakınız! Yüce Halife’ye işaret ettim.

Karanlıklar içindeki sarı yakutun ışığına balanız! Kelâm ile şereflendirilene işaret ettim (Hz. Musa).

Bu nurlara doğru koşup yolunun ortaya çıkarttığı sırlara eren in­san, hangi mertebe için yaratılmış olduğunu öğrenmiş demektir. O yü­ce makamı Hakk eder ve ona secde edilir. Şu halde o, terbiye eden-edilen, seven-şevilendir.

Varlığın başlangıcına bak ve onu iyice öğren Bu durumda kadîm-yaratıcı cömertliği görürsün                                             

Bir şey diğer bir şey gibidir, şu var ki Onu âlemlerde hâdis bir şey diye izhar etmiş Gören yemin etse ki: Varlığım ezelîdir Bu ifade de doğrudur, yadırganmayacaktır , Veya gören yemin etse ki: Varlığım Yoksunluğumdandır Daha yerinde bir ifade. Böylece var oluşum, üçlü oldu.

Sonra bazı sırları izhar ettim, bazı kıssaları anlattım, vakit onları ' ifade etmeye imkân vermiyor. Yaratıkların çoğu da onlarm var edilişini bilemez. Ben de hikmeti kendi yerlerinin dışına koyarım korkusuyla, yerli yerinde bıraktım.

*#* .

Sonra uykuda gerçekleşen bu yüce müşahede mertebesinden süflî âleme döndürüldüm. Bu yüce övgüyü de kitabın girişi yaptım, başlan­gıcını tamamlamaya giriştim. Ardından da bölümlerin sıralanışından söz edeceğim.

Hamd hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah Teâlâ’yadır!

(Mektup)

Bu bir sûfîye (r.a) yazdığım mektuptur. Allah Teâlâ kendisinden razı ol­sun, hamd ve duadan sonra derim ki:

Güzel Kabe’ye varıp ta bedenim Eminlerin rütbesini elde ettiğinde.

Koşup tavaf etti; orada makamında Namaz kıldı ve onu soylulardan yaptı ‘Bu fiil farzdır, vaciptir’ diyen var ya İşte o beklenen son peygamberdir.

Yüce topluluğu ve Ademoğullarını orada gördü Kalbim böylece onlara yaklaşanlardan oldu Adem’in temiz, itaatkâr oğlu olarak.                                                          ;

Geniş göz kapaklı cömertlerin en cömerdi Hepsi saygın evi tavaf ediyordu Kara bir örtüde gizlenmişti.

Elbisenin eteklerini salıvermiş göstermek için sana Bu çalımlı görünümde atların büyüklenişini Babam saygın topluluğun önüne geçmiş İsteksizlerin yürüyüşünün kat be kat hızıyla yürüyor.

Kul babasının önünde başını eğmiş

Edepli bir insan gibi; Cebrail ise karşımda, yardımcı olarak

İşaret ve uygulamaları gösteriyor.

Babama onları çocuklara varis bıraksın diye Şaşırdım, nasıl olur da hepsi iddia eder?

Babamızın kan döküp bozgunculuk çıkartacağını Çünkü toprağının karanlığı onları perdelemiş Onun içerdiği isimlerin yüceliğinden Başkasının bulunmadığı bir nur ile ortaya çıktı Fakat onlar onun hakkında tanık olanlardandır Babamızın toplayan bir mahal olduğuna Hem dostları ve hem düşmanları Suyu ve ateşi gelmiş gördü Zorla, arzu ve bilinçleri olmaksızın.

Zıtlarının kendisiyle var olduğu nefis ile(Adem var oldu)

Öfke ve sövgü ile hakkında hüküm verdiler

Gelip der ki: Ben tespih edenim ve de Akşam sabah sizi öven kişiyim.

Ben celâlinizin nuruna sahip mukaddes kişiyim Melekler babamı sürekli kınadı.

Sol yönünü görür görmez Beni yaratan elin sağ yönünü.

Kendilerini Allah Teâlâ’dan korku duyan kullar

Babam Adem’i ise egemen olmak isteyen Rab diye gördüler. '

Bir zat’ın isimlerini toplayan bir hakikat nedeniyle

O zat Sevgili’ye, Isrâ gecesini tahsis etmiş kimsedir.

Gördüler ki, Adem ile tartışan, askeriyle birlikte İblis’tir.

Nefret gözüyle bakıyordu babama.

Babamızın kötülüğü emreden nefsiyle

Asilerin payı (şeytanlar) ve Havva’nın iki şehveti (dünya ve arzu)

Melekler öğrendi ki: Savaş kesinlikle olacak.

Tereddüt ve. ayak sürtme olmaksızın, İblis tarafından başlatılacak.

Bu nedenle söylediklerini söylemediler

Onları mazur say, onlar sâlihlerdendir

Yaratılış olarak en genel iyilik üzere yaratılmışlardır

Onlar kötülük yerlerini bilmez

Onlarla bir meclisteyken babamı her gördüğümde

Babam imam, onlar hizmetkâr idi.   .

Rabbimiz sözleri kendilerine çevirdi

Adaletiyle böylece onları düşmanlık konumuna indirdi

Saygın toplumun birbiriyle savaşması bir cezadır

Babaların ilki hakkındaki sözleri nedeniyle

Bedir günü onların savaşmasını görmez misin?

Peygamberimiz ise nimet ve rahat içindeydi

Çardağında, yakarıp yalvararak

Zayıflara yardım etsin diye, Rabbine.

Bütün bu hakikatleri gördüğünde . Kalbim, korunmuş iken arzulardan

Nida etti ve bütün hikmet taliplerine duyurdu

Bütün gücüyle hikmete koşanlar a

Bu uğurda çölleri baştanbaşa kat eden

Muradına kavuşmak isteyen kimseler gibi.

Ey (hikmet uğruna) uykularım azaltan yolcu!

Gece dostu rütbesine ulaşmak için, bana doğru gelen kişi!

Benim kötü arkadaşlarımdan karşılaştıklarına

Nasihatçilerin nasihatçisi olan benim sözümü söyle

Bil ki: Sen şaşkınlık içinde hüsrana uğramışsın

‘ Benim risalet ve çağrımı inkâr ettiğinde.

Şahsını sürekli istediğim kimse var ya!

Yeşil Rabve’de onu buldum Tunus’taki çiçekli bir şehir Hükümdarın bulunduğu yeşil başkentte Eri yüce mahallinde, toprağı nezih O zatın yüksek mekâna girmesiyle.

Özel ve seçkin bir toplulukta Asillerin ve soyluların seçkinlerinden Onları bilgi ve hidayet nuruna taşır.

Beyaz sünnet ile kendi rehberliğinden.

Zikir okunur ve bilgiler ortaya çıkar ,

Mecliste; akşamdan akşama On dördüncü gecenin dolunay’ı görülmez,

Asla. Gecenin aydınlatıcı ayı Murabıt oğlu onda işi tek olandır Hakikatleri ifşa edilemeyecek kadar yücedir.

Oğulları, mekânının tahtına hürmet etmiş O, imamdır, onlar ise bedeller!

İmam ve bedeller bir mecliste iken Göğün yıldızlarının kuşattığı dolunaya benzerler Sana ulvî bir hikmet getirirse Adeta Anka’dan haber vermiştir

Ona eşlik ettiler, ta ki ona yerleşti Gariplerden çocuğu olan bir dişi Bilginlerden bir ruhban, nefsine âşık Nüktedanlığın sırrı, zariflerin efendisi Akılcı ve fakihler topluluğundan Fakat onlar içinde erdemlilerdendir Vefa gösterdi, bende ise ayrılma niyeti vardı. Karanlık ya da aydınlık her vakitte      .

Onu bıraktım ve ondan ayrıldım. Bana ait Ediplerin gayretinin başkalaşması özelliği andaydı. Bana hitap ederek ortaya çıktı: Sen bana ihanet ettin Soyum ye eski dostlarım içinde,

Tövbekârımızı aldım ki, onunla

Evim ayakta durur, arkadaşlarım onu bildirmedi.

Allah Teâlâ benim niyetim ve arzumu biliyor

Tövbekârın işinde ve vefamın doğruluğunu biliyor

Kuşkusuz biz eski ahde bağlıyız

Onun sevgisi de hilelerden arınmıştır

Bir hikmet arayıcısıyla karşılaştığında

Gözün siyahlığında gizlenmiş hikmeti.

Hayrette ve özlem dolu olarak, ona dedik ki:

Ey Isrâ’da sırları araştıran Koş! Kuşkusuz senin ellerin toplamayı başardı Ölülerin ve dirilerin hakikatlerini Varlığa baktı, ayakkabılarının altındaydı.

İstiva yerinden suyun yerleştiği yere kadar Onun üzerinde boyun eğilecek bir gaye yoktu O’ndan başka. O, eşyayı yönetendir.

Nezihliği nedeniyle örtüyü ve gömleğini giyindi Alemi oluşturmak isteyince Varlığıyla yararlanmak istediğinde Gözetenlere herhangi bir şekilde bakmaksızın


Örtüyü yaydı, büyüklenmedi Ve büyüklük örtüsünü yakınları üzerine.

Böylece varlık zuhur etti. Bizim için onu sınırlamaz Herhangi bir nitelik veya isimlerden bir isim.

Bu kimdir, onu kim ifade ediyor diye sorulursa Deriz ki: Hükümdarların hükümdarı, muhakkik.

Hakikat güneşi, onun kutbu ve imamı Kulların sırrı ve bilginlerin bilgini Yüzü himmetinden kararmış bir kul Gözlerin nuru ve halifelerin mührü          .

Yaratıkların uğurlusu, ürünün en tatlısı Yaratıkların yardımcısı, merhametlilerin merhametlisi Celâl ve cemalinin nitelikleri yücedir.

İzzetinin ihtişamı görülemeyecek kadar yücedir.

Meşiyeti (iradesi) oğullar içinde taksim edilmiş olarak icra eder.

Yakın ve uzak kullar arasında

Sürekli ümmetin idarecisidir ki, onunla ümmetin

Gidişat ve umutları korunmuştur.

Mülkünde onunla tartışmak zehir Ona severek gelmen ise baldır.

Serttir, fakat dostlarına karşı yumuşacık Temiz bir oluktan akan suya benzer.

İstediğini zenginleştirir ve yoksunlaştırır, onun emri Dostları ihya eder, düşmanları yok eder İmam bir söz söylediğinde, unutmam En fasih hatipler bile onun karşısında eksik kalır Bizimleydi, benim kavuşma örtüm birleştiriyordu Zatlarımızı; ben ise örtümün olduğu yerdeydim Bir inci gibi saklanan sırra bak!

Parlak; karanlık derinlikler içinde

Ta ki halk onun biçimlenişinde hayrete düşer

Yaratmanın tekrarlanmasındaki hayrete benzer o hayret

Hayret! Sedefleri o inciyi niçin gizlememiş?

Güneş karanlığın gecesini uzaklaştırır

Bir kul da sırrı böyle getirdiğinde

Denilir ki: Kulumu eminlerden yazınız

Sırrı örtülü olarak izhar ederse

Onunla arzımı bilemez, nerde kaldı göğümü bilsin?

Onun heybetinin kimi niteliklerini söyleyince

Gözümün nuru karşımda duruyordu.

Dediler ki: Sen onu bizim ilâhımıza kattın

Zatta, niteliklerde ve isimlerde.

Peki, Hakkı hangi anlam ile nitelersin?

Ki o ıpıssız karanlıklarda seni düzenledi.

Dedik ki: Doğru söyledin, tanıdın mı?      

Benden başkasını, bütün âlemin yaratıcısından

Methettiğimde, ben ancak kendi nefsimi Methederim.

Benim nefsim, övgümün aynıdır.

Onun varlığını bildirmek istersen

Benim yanımda olanları aşıklara böldüm *

Kendi varlığımdan silindim; böylece onun varlığı

Ve onun zuhuru benim gizlenmeme bağlı oldu

Hakk İlâh bize görünmeyecek kadar müteâldir

Yalnız başına; varlığım zâhir ve ben baki iken.

Böyle olsaydı, kuşkusuz tek ve isteyen olurdu

Benim ikiliğimi duyumsayarak ve özleyerek.

Böyle bir şey imkânsızdır; O’nun varlığı sahih olur

Ben varlığından habersiz ve fâni olduğumda.

Ben zuhur edersem, O’nu gizlerim.

Güneşin hakikatinin ışıklarında gizlenmesi gibi .

Bakanlar, gözlerine dikildiğini görür,

Arzuların elinin yönlendirdiği bir bulut

Güneş bulutun ardından ışığım gösterir

Bulutlar ve karanlıktaki gözler için

Şöyle der: Bana karşı cimri oldu ve o

Parçalarının ayrışmasıyla meşguldür.

Bol yağmuru toprağa ihsan etmek için.

Yorgunluk ve bitkinlik olmadan

Güneşin ışığında parlaması da böyledir.

Her göğün yıldızının parıltısını siler. .

Battıktan sonra bir saat geçince

Gözüne ikizlerin yıldızları görünür

Bu onun ölüsü, şu ise dirisi içindir.

Zatındaki: Görüntüsü güzel, dersin.

Gizlenmesi bizim yüzümüzden, zuhuru ise

Kendisi sebebiyledir; remiz gölgelerdedir.

Bizim onun yüzünden gizlenip görünmemizin

Kendimiz sebebiyle olması gibi.

Yüceliği ziyasının aynıdır.

Sonra, aksiyle kavuşur, ikinci bir remiz olarak.

Onun bilgileri sayılamayacak kadardır

Adeta biz dış varlığımızda eşit olanlarız.

Tıpkı saf kızıllıkta camın duruluğu gibi

Bilgi iki halis şeyin birleştiğine tanıklık eder

Göz ise görene tek’i (olduğu) verir.

O halde ruh zatını yaratandan haz alır

Yeterlilik yönünden ise kendi zatından

Duyu Rabbini görmekten haz alır.

Nimetleri duyumsamaktan habersizken

Allah Teâlâ en büyüktür, büyük olan ise benim örtümdür .

Nur benim dolunayım, ziya ise benim parlaklığımdır

Doğu batım, batılar ise doğumdur.

Uzaklık yakınlığım, yakınlık ise uzaklığımdır.

İçim ateş, dışım cennetler.

Önüm ise yeniden yaratmanın hakikatleridir.

Kendi bahçemde dolaşmak istersem Bütün yaratıkları bende görülür.


Ben imamım. Ayrıldığımda ise Ardımda bırakacağım kimse yoktur.

Allah Teâlâ’ya hamd olsun ki, ben

Alemin ve Hakk’ın hakikatlerini kendimde toplarım.

Bu benim şiirimdir. Gariplikleri bildirir

Onların geliş yolları, fasihlere dar gelir

Abdülazîz! Benimle beraber ilâhımıza şükret

(Devrinde var olduğumuz) başağa da şükredelim

Dinen; Çünkü Allah Teâlâ bize ‘Bana da şükret’

Ebeveynine de şükret dedi. Sen benim kaderimsin!

Başkasının yaptığı övgüyle değil, hamdin hamdiyle37 Allah Teâlâ’ya hamd ve Allah Teâlâ’nın istiva yerine geceleyin yürütülene tam salât ve selâm getir­dikten sonra, ey akıllı, edip, sevgili dost bilmen gerekir ki:

Bilge, şehir onu yoldaşından uzaklaştırıp zamanın tasarrufları dos­tuyla arasına girdiğinde, dostunun yokluğunda elde ettiği şeyleri ve ka­zandığı hikmet metaını dostuna bildirmelidir. Böylece merhametli dos­tun bildirdiği iyilikleri, ona bahşettiği bilgileri, ona tevdi ettiği hikmet­leri ve duyurduğu sözleriyle dostunu sevindirir. Adeta dostu, ondan öğrendiği haberlerle, dostundan uzak kalmamış gibi olur.

Dostun -Allah Teâlâ ona ömür versinduru sevgisine bir nedenle biraz kir bulaşıp bir gayeyi tamamlamak için vedalaşırken kendisinden bir da­ralma ortaya çıkınca, dostu bunu görmezden gelmiş ve bu olayı dostu­nun -Allah Teâlâ kendisine ömür versinkerim inancından saymıştır. Seni ancak senden sual eden merak eder. Dolayısıyla dost -Allah Teâlâ ona ömür versinafiyette olsun, çünkü kalbimiz selimdir ve sevgimiz, bildiği gibi içimizde yerleşiktir.

. Dostumuz ona olan sevginin geçici veya nefis kaynaklı değil, ilâhî olduğunu bilir ve bu sevgi onun katında tarafımızdan herhangi bir se­bep olmaksızın veya kendisine gereksinim duymaksızın veya eksilmeksizin veya bir ödül beklentisi olmaksızın veya ondan çekinmeksizin ta eski zamanda sabitti.

Dosttan-Allah Teâlâ kendisini korusun-, kendisini ziyaret ettiğim 1193 (590 h.): tarihindeki ilk seyahatimde bana karşı bir iltifatsızlık, yönelim ve gidişatım hakkında bir soğukluk gerçekleşmiş olabilir. Bunun nede­ni, benim görüşlerim ve hedeflerimde olduğunu düşündüğü eksikliktir. Ben de, kendisini bu konuda mazur görmüştüm. Çünkü onun böyle düşünmesine yol açan şey, benden gördüğü işin dışı ve nassın tanıklığı idi. Çünkü ben, kötü halimi ve görünür kötülüğümü izhar etmekle, kendisinden ve evlâtlarından içimdeki halimi gizlemiştim.

Bazen uyarı yoluyla dikkatlerini çekiyordum, fakat Allah Teâlâ onlardan birisinin bile beni (kötülükten) tenzih gözüyle değerlendirmesine im­kân vermiyordu. Bir gün bir mecliste terennüm ettiğim bazı mısralarla onların kulaklarını çınlattım, dostumuz da -Allah Teâlâ kendisine ömür ver­sino meclisin başköşesinde oturmaktaydı.

Bu mısraları Isrâ isimli kitabımıza koyduk:

Ben Kur’an ve Fatiha sur esiyim Ruhun ruhuyum, canlıların ruhu değil Kalbim bildiğimin katında yerleşmiş Onu müşahede eder; dilim ise sizin yanınızda Göz ucunla bedenime doğru bakma Ruhunu şarkılarla beslemekten uzak dur Zat’ın zat deryasına dal da Gözlere açılmamış sırları gör  Ayrıca sırlar belirsizce gözükür Manaların ruhlarıyla gizlenmiş olarak

Yemin ederim ki: Bu kıtadan hangi mısraı terennüm ettiysem, onu bir ölü gibi dinliyordum. Bunun nedeni, hoşnut etmek istediğim bir hikmet, ‘Yakub’un nefsinde yerine getirdiği’ bir ihtiyaçtı.

Bu saygın topluluktan sadece sözcüleri, muzaffer ve önder Ebû Abdullah b. el-Murabıt benim farkıma varmıştı, fakat o da tam dikkat etmemişti. Benim hakkımda ona hâkim olan şey, kuşkuydu. Yaşlı şeyh merhum Cerrah’a gelince, bir vesileyle yüce bir mertebede onunla bir şekilde görüşmüştük. Dostun mertebesinden ayrıldıktan sonra -Allah Teâlâ kendisine ömür versinsürekli onu hatırlamaktaydım, hallerine şükret­mekteyim, menkıbelerini anlatmaktayım, edeplerine özlem duymakta­yım. Onların arasından süvarilerin (süvari kutupları) sîreti haline gelmiş ve bazı şehirlerde şöhret bulmuş hususları kimi kitaplarımda yazdım. Dostum, yazdıklarımı Öğrendiği gibi yanında bulunan bazı kimseler de onları görmüştü. Kendisini gerektiren herhangi bir sebep veya dünya ve ahirette sevgiyi nefste yerleştiren ve uygulayan bir amaç olmaksızın, benim tarafımdan ona dönük bir muhabbet sabit olmuştur.

Bu olaydan yıllar sonra, onun yüce katında dostla karşılaştık, dokuz ay ve birkaç gün kendisiyle beraber kaldık. Her birimiz kendi zatını samimi ve içtenlikle diğerine açmıştı. Benim de arkadaşım onun da ar­kadaşı vardı. Her ikisi de dosdoğru ve doğru sözlü idi. Onun arkadaşı şeyh, akıllı, bilgili ve meselelere hâkim birisiydi ve Ebû Abdullah elMurabıt diye tanınırdı. Güçlü bir nefse sahipti. Beğenilen huylan, nezih davranışları ve beğenilen bir dosduğu vardı. Geceyi tespih çekerek ve Kur’an okuyarak geçirir, ‘Vakitlerinin çoğunda Allah Teâlâ’yı gizli ve açıktan zik­rederdi.’ Muameleler alanında bir kahramandı. Menzil ve münazele38 sahibinin gönderdiği şeyleri pekiyi anlar, halinde insaflı idi. Kendisi için neyin mümkün ve neyin imkânsız olduğunu ayırt ederdi.

Benim arkadaşım ise saf aydınlık ve sırf ışık bir Habeşli idi. Adı Abdullah idi. O kendisine karanlığın katışmadığı bir dolunay idi. Hakkı ehli için bilir ve ehline ulaştırır, onlara onu bildirir ve onu taşırmazdı. Temyiz derecesine ulaşmış, tıpkı bir altın gibi, potada saflaşmıştı. Doğ­ru sözlü ve verdiği sözü tutan birisiydi.

Böylece biz, âlemin ve insanın yapısının dayandığı dört unsurduk. Bu hal üzereyken, birlikteliğimizi dağıtan çeşidi gerekçelerle birbiri­mizden ayrıldık. Çünkü ben hacca ve umreye niyetlenmiştim.

Sonra onun saygın meclisine tekrar çağrıldım. Şehirlerin anasına (Mekke) ulaştığımda, ziyafet vermeyi adet edinmiş babamız Halil’i zi­yaret edip Sahra’da ve Aksâ’da namaz kıldıktan ve ardından Efendimi, Âdemoğullarının efendisini, bilgi ve tecrübe deryasını ziyaretten sonra, Allah Teâlâ, kendisinden uzakta iken elde ettiğim bazı ilimleri bildirmeyi ve gurbetimde elde ettiğim ilim cevherlerini dostuma hediye etmeyi hatınma getirdi.

Allah Teâlâ’nın bilgisizliğin hiçbir yönüne uğramaması için var ettiği bu bulunmaz risaleyi onun için ve bütün samimî dost, muhakkik sûfîler için yazdım. Ayrıca sevgili dostumuz, nezih kardeşimiz, makbul evlâ­dımız, Abdullah Bedr el-Habeşî el-Yemenî için yazdım. O Ebu’lGanâim İbn Ebi’l-Fütûh el-Harranî’nin azadı kölesi için yazdım.

Bu risaleyi el-Fütûhâtü'l-Mekkiyye fi Mârifeti’l-Esrari’l-Mâlikiyye ve’lMemlûkiyye diye isimlendirdim. Çünkü bu risaleye koyduğum şeylerin büyük kısmı, saygın evini tavaf ederken veya şerefli ve yüce Harem’inde kendisini murakabe ederken Allah Teâlâ’nın bana açtıklarıdır.

Risaleyi kıymetli bölümlere ayırdım, ince anlamları ona yerleştir­dim.

insan, sonucun değerini öğrenmediği sürece, işin başındaki güç­lükler kendisine kolay gelmez. Bilhassa meyvenin tadını tattığında ve onun yararlarını ummaya başladığında, artık güçlüklere tahammül ede­bilir. Kapı gözü sınırladığında, hikmet sahibinin basiret gözü kendisine verilir ve onunla bakar: Böylece inci ve mercanları çıkartmak ister. Bu esnada kapı, içerdiği ruhanî hikmederi ve rabbani sırları kendi anlayış ve idrakince ve azminin ve himmetinin gücü ölçüsünde verir.

Allah Teâlâ’nın kapısının tokmağına sarıldığımda Gözeten idim, hafife alan değil.

Ta ki, göze O’nun yüzünün parıltısı göründü. '

Buraya geliniz, artık sadece O vardı.

Bilgi olarak varlığı ihata ettim, bizim için yoktur Kalbimizde Allah Teâlâ’dan başkasına dair bilgi Bilmeyen insanlar benim sevgimi takip etse bile

Sana hakikatlerin mahiyetinden sormazlar

Bu kitabın bölümlerinden söze başlamadan önce, kitabın bölümle­rinin fihristinden bir bölüm sunalım. Ardından bu kitabm içerdiği ilâhîsırrî bilgiler hakkında bir giriş gelecektir. Onun izine göre, fihristteki dizilişe göre, Allah Teâlâ’nın izni ile bölümlerden söz edeceğiz.

Allah Teâlâ doğruyu söyler ve doğru yola ulaştırır.

Birinci kısım tamamlanmıştır, Allah Teâlâ’ya hamdolsun. Onu -Allah Teâlâ izin verirseikinci kısım takip edecektir. Salât ve selâm Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem ve onun temiz ailesi üzerine olsun.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar