OTUZ ALTINCI SİFİR 2.Bölüm
Tavsiye
Soğuk günlerde abdestte suyu bütün
abdest organlarına ulaştırman gerekir. Buna mukabil sıcak havalarda ise serin
suyu kullanırken ondan haz almaktan sakın. Sıcak havalarda kendisinden zevk
aldığın için abdest suyunu organlara bolca dökersin ve ibadet maksadıyla
abdesti hakkıyla almış olduğunu zannedersin; hâlbuki suyu o esnada sıcak
havanın yol açtığı harareti ortadan kaldırmak üzere haz alarak yapmışsındır. Soğuk
havada suyu bütün organlara ulaştırdığında, bu davranış, senin için âdet haline
gelir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle der: ‘Hayır bir adettir.’
Sıcak zamanlarda bu niyet sana eşlik etmelidir. Suyu bütün organlara ulaştırırken
bu esnada hissettiğin maddi zevk ye haz duygusu hakim olursa, bilmelisin ki,
haz almak sıcaklık acısını uzaklaştırmak ve ortadan kaldırmakla gerçekleşir.
Bu durumda sen acıyı nefsinden uzaklaştırmaya niyet etmelisin! Dikkat ediniz! Allah
Teâlâ intihar edene cerineti nasıl haram kılmıştır. Nefsin sahibi üzerindeki
hakkı başkasının onun üzerindeki hakkından büyüktür. Aynı durum acıyı
uzaklaştırmadaki ücrede ilgilidir. Allah Teâlâ abdest suyunu bütün organlara
ulaştırmakla kulun derecesini yükseltir. Bu davranışı karşılığında onun
hatalarını siler. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle der: ‘Allah
Teâlâ’nın hataları sildiği ve dereceleri yükselttiği bir ameli size söyleyeyim
mi? Abdest suyunu organlara ulaştırmak ve yaymak!’ Böyle yapmak hataları siler.
Çünkü bu davranış temizler ve pak yapar. Sonra şöyle eklemiştir: ‘Mescitlere
çokça yürümek’ Kastedilen yaya yürümek ve gitmektir. Hadisi tamamlarken şöyle
der: ‘Bir namazın ardından ötekini beklemek. İşte bu bağ demektir, bağ
demektir, bağ demektir (rıbat).’ Kastedilen bir şeyi ötekine bağlamaktır.
Beklemeyle insan kendini zorlar ve bir namazı vaktinin girmesini gözeterek
öteki namaza bağlar. Beklemenin amacı namazı vaktinde kılma niyetidir. Ondan
daha büyük bir gereklilik olabilir mi? Bir gün beş namaza taksim edilmiştir.
Bir namaz kılınıp eda edildiğinde, ardından diğer namazın vaktinin girmesi
beklenir ve gözetilir. Gün tamamlanıp öteki gün gelinceye kadar böyle sürer.
Hiçbir vakit yoktur ki, kişi namazın eda edileceği vakti gözedemesin! Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem hadisin sonunda bu kelimeyi üç kere tekrarlayarak
pekiştirmiştir. Burada Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in işleri nasıl
bildiğine dikkat etmelisin. O her ameli dünya ve ahirette yerli yerine
yerleştirmiş, hükmünü belirlemiş, hakkım vermiştir. Bu meyanda abdesti
zikretmiş, yürümek, beklemek, sonra da hataların silinmesi ve derecelerin
yükseltilmesinden söz etmiş, bağlanmayı üç kere ifade etmiştir. Bu durum Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’in hikmet mevzilerini müşahede ettiğini gösterir.
Bu ve benzeri durumlar nedeniyle Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem kendisi
hakkında ‘Bana cevamiu’l-kelim verildi’ demiştir.
Tavsiye
Müslüman olması bakımından her
müslümanı gözetmen gerekir. İslam bireysel varlıklarında bütün müslümanları
eşit kıldığı gibi sen de Müslümanlara eşit davranmalısın. ‘Şunun yetkisi, bunun
malı vardır, öteki büyüktür, şu küçüktür, beriki yoksuldur, diğeri değersizdir’
deme, sakın! Küçük veya büyük hiç kimseyi kendi zimmetinde hor görme. Bütün
Müslümanları bir şahıs gibi görmelisin. Müslümanlar tek bir şahsın organları
mesabesindedir. Vakıada da durum öyledir. Çünkü insanın varlığı kendi
organları, zahirî ve bâtını güçleriyle mümkün olabileceği gibi İslam’ın
varlığı ancak Müslümanlarla olabilir. Söylediğimiz bu durum Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’in bir hadiste belirttiği bir meseledir. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle der: ‘Müslümanların kanları eşittir, onlar
kendi dışlarındaki kimselere karşı tek bir el gibidirler.’ Başka bir hadiste
şöyle der: ‘Müslümanlar bir adam gibidir. Birisi şikâyet etse, bütünü şikâyet
eder; başı şikâyet etse bütünü şikâyet eder.’ Bu benzetmeyle birlikte her
birini kendi konumuna yerleştirmen gerekir. Nitekim her organa o organın
yaratılış sebebine layık şekilde davranırsın. Gözünü kulağının yapamayacağı
bir işte kullanır, kulağını gözün yerine getiremeyeceği bir şeye açar, elini
ayağının yapamayacağı bir işte kullanır, kısaca her bir gücünü kendilerine
mahsus işlerde kullanır, her bir organını yaratılmış olduğu gayeye
yerleştirirsin. Bununla beraber Müslüman İslam’da eşit olduğu gibi sen de onlara
eşit davranırsın. Bu itibarla alime layık olduğu saygıyı gösterip sözlerine
kulak vermelisin; cahile de öğüt verip bilgi ve saadetini aramak üzere
uyarmakla hakkını vermelisin. Gafile de kendisini gafletten uyandıracak
öğütlerle hakkını vermelisin. Gafil bildiği fakat yerine getirmediği bilgisi
hakkında öğütlerle uyandırılır. Aynı durum itaat eden veya günahkâr olanlar
için geçerlidk. Sözünü dinleyerek ve yapıp yapmamanın mubah olduğu işlerde
itaat ederek hükümdara hakkını vermelisin. Onun emir ve yasaklarını dinlemek
ve kendisine itaat etmek senin görevindir. Daha önce mubah olan bir iş
hükümdarın sözü veya yasaklaması nedeniyle -Allah Teâlâ’nın bu konuda
belirlediği meşru hükme görevacip veya haram olabilir. Allah Teâlâ ‘Sizden
olan emir sahiplerine itaat edin’339 demiştir. Bunun yanı sıra küçüğe
hakkını vermelisin; onun hakkı kendisine yumuşak davranmak, merhamet ve şefkat
göstermektir. Büyüğün hakkı, saygı ve itibar görmektir. Küçüğe merhamet göstermek,
büyüğe saygı ve onun değerini ve itibarını bilmek, Sünnetin bir gereğidir. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu aktarılır: ‘Küçüğümüze merhamet
etmeyen, büyüğümüze saygı göstermeyen bizden değildir.’ Başka bir hadiste
‘Büyüğümüzün değerini bilmeyen’ denilir.
Bütün yaratılmışlara merhamet etmen
gerekir; kim olursa olsun her birine merhamet etmek, vazifendir. Günahkâr
olsalar bile, onlar, Allah Teâlâ’nın kullarıdır; bir kısmı diğerlerinden üstün
olsa bile, hepsini Allah Teâlâ yaratmıştır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem her güçlükte bir sevap ve ecir bulunduğunu söylemiştir. Bu itibarla
taşkınlık hakkındaki bir hadise dikkat etmelisin! İsrail oğullarından kötü
yola düşmüş bir kadın susuzluktan dilini çıkarmış bir köpeğe rasdamış, kendisi
de kuyunun başındaymış. Kadın köpeği görünce, ayakkabısını çıkarmış, suyla
doldurmuş ve köpeği sulamış! Allah Teâlâ bu davranışını beğenmiş, köpeğe
yaptığı iyilik nedeniyle onu bağışlamıştır.
Malatya’da İranlı bir müderris olan
Hasen el-Vecih Buhara valisinden aktarmıştır. Vali nefsine karşı haddi aşan,
zalim birisiymiş. Bir gün soğukta bir köpek görmüş, köpek soğuk nedeniyle
titriyormuş. Adamlarından birisine emretmiş, köpeği evine götürtmüş, sıcak bir
yere koymuş, yemek yedirmiş, su vermiş, köpek kendine gelmiş. O gece rüyasında
-veya hatiften bir ses duymuş, kuşku bana aittirkendisine şöyle denilmiş: ‘Ey
falan kişi! Sen bir köpek idin, biz de bir köpek vesilesiyle sana ihsanda
bulunduk.’ Birkaç gün sonra adam ölmüş! Bu köpeğe şefkati nedeniyle büyük bir
müşahedesi gerçekleşmiş oldu. Bir Müslüman nerede, bir köpek nerede! Sen hayır
işle ve kimin için yaptığına bakma. Böyle yapabilirsen hayrın ehli
olabilirsin. Güzel ahlak olması itibarıyla bütün güzel özellikleri yerine
getirmek gerekir. Onlarla süslen, Allah Teâlâ katındaki değerleri, Hakkın
kendilerini övmesi nedeniyle söz konusu özelliklerin ve ahlakın mahalli ol!
Fazilederi kendileri için talep et, örfte kötü kabul edilen erdemsizlikleri
kendileri nedeniyle terk et! İnsanları tâbi olarak kabul et, onların kınama
veya övgülerine göre hareket etme. Allah Teâlâ’nın adabıyla edeplenmiş
hakimlerle beraber olmak istersen, daha mühim ve öncelikli olan işleri yerine
getirmeye çalışmalısın. Allah Teâlâ o adabı peygamberlerinin dilleriyle
müminlere öğretmiştir.
Bilmelisin ki, bir mümin için öteki
mümin bir duvar gibidir; duvardaki tuğlalar birbirini tutar ve destekler.
Alemde herkes mümindir, çünkü âlemdeki herkes, Allah Teâlâ’ya secde edicidir.
Bunun istisnası insanlar ve cinlerin bir kısmıdır. Bir insanda -ki onlar çokturAllah
Teâlâ’yı tespih eden, O’na secde eden parçalar bulunduğu kadar secde etmeyen
parçalar da bulunur. Öyle birine azabın ulaşması haktır. Şu ayete bakmalısın: ‘Ey
iman edenler! İman ediniz.’340 Allah Teâlâ onları ‘mümin’ diye
isimlendirmiş, ardından iman etmelerini emretmiştir. Ayette zikredilen birinci
iman, genel imandır. Nitekim Allah Teâlâ bir grup hakkında ‘Bâtıla
iman edenler’341 tabirini
kullanmıştır. Emredilen iman ise özel imandır. Bu itibarla birinci iman
kendisine bir yükümlülük bitişmeksizin ikrar ve onaylamak demektir ve bilgiden
meydana gelir. Bunun en basit derecesi Âdemoğullarının nefislerine karşı şahit
tutulduğu durumdur. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Rabbin
Âdemoğullarından zürriyetlerini çıkartıp onları kendilerine karşı şahit tutmuş,
'Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ diye sormuş, onlar ‘evet’ demişlerdir.’342 Allah Teâlâ onlara hitap ederken
‘müminler5 diye hitap etmiş, ardından bu diğer durumda iman
etmelerini emretmiş, onlara olan merhameti nedeniyle mutlak tevhide
değinmemiştir. Çünkü ‘Onların çoğu Allah Teâlâ’ya şirk
koşarak iman ederler’343 diyen
O’dur; kastedilen gizli şirktir. Nitekim biz bundan daha önce söz etmiştik. Bu
sebeple Allah Teâlâ onlara ‘Allah Teâlâ’ya iman edin’344 demiş, ‘O’nun birliğine iman edin’
dememiştir. Allah Teâlâ’nın varlığına iman eden iman etmiş olduğu kadar O’nun
birliğine iman eden de şirk koşmamıştır. İman ispat demek iken tevhid ortağı
reddetmektir. Allah Teâlâ’nın isimlerinden birisi el-Mü’min’dir. O yaratılmış
müminden güç alır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle der: ‘Allah
Teâlâ kardeşim Lut’a yardım etsin! Güçlü bir rükne dayanıyordu.’ Kastedilen
elMü’min ismidir. Demek ki mümin de el-Mü’min’den güç alır, bunu bilmelisin.
Fiilin Hz. Ömer’inki gibi olsun. Hz.
Ömer, yani Ömer b. elHattab şöyle derdi: ‘Allah Teâlâ yolunda bizi kandırandan
uzak dururuz.’ Birinin seni Allah Teâlâ yolunda kandırdığını görür ve
bilirsen, güzel ahlak, onu böyle davranıştan vazgeçirmeni gerektirir. Onun
hilesini bildiğin halde -ki kendisi bunu fark etmeyebilirsana tesir ettiği zannıyla
kendisini bırakmaman gerekir. Böyle davrandığında hiç kuşkusuz işe hakkını vermiş
olursun. Çünkü sen sadece sana görünen niteliğe göre davranırsın.
Bu itibarla insan başka insanlara
-onların varlıklarına ve hakikatlerine göre değilsıfatlarına göre davranır ve
muamele eder. O kişi hile yapmaksızın dürüst davransaydı, ona karşı sana
gözüken davranışına göre davranman gerekirdi ki, bu da onun doğruluğu demektir.
O da seni aldatarak ve ikiyüzlülüğüyle bedbaht olmuştur. Aldatan münafıktır.
Onun aldatışını ortaya çıkartma, onu görmezden gel, senin kendisine karşı
davranmanı istediği renkle ona görün, ona dua et ve acı! Belki Allah Teâlâ
senin vesilenle ona fayda verir, hakkında ettiğin salih duanı kabul eder. Böyle
davrandığında, gerçek bir mümin olursun. Çünkü mümin toydur, asildir! İnsanın
yaratılışı zahire göre davranmayı gerektirir. Buna mukabil münafık değersiz ve
bayağıdır. Başka bir ifadeyle necat ve saadet yolunu takip etmediği için
nefsine karşı saygısız ve değersizdir. Mümin kardeşin için bir örtü ve gömlek
ol! Onu ardından muhafaza et; canı, ırzı, ailesi ve çocukları hakkmda kendisini
muhafaza et. Mümin -aziz kitabın buyruğuylasenin kardeşindir. Sen de onu
kendisinde kendini gördüğün bir ayna kabul et. Aynanın yüzünde gösterdiği bütün
bozuklukları sildiğin kadar mümin kardeşinden de bütün sıkıntı ve eziyederi
gidermeye çalışmalısın; bir şey, onun yüzü ve hakikati demektir.
Tavsiye
Komşuya ve komşu hakkına riayet et!
Bunun için kendine en yakın evi esas almalısın. Allah Teâlâ’nın sana ihsan
ettiklerinden komşuna ihsan et, çünkü sen komşudan sorumlusun. Her kim olursa
olsun komşularından sıkıntıları uzaklaştırmaya çalış. Onun (komşu anlamında)
‘câr’ diye isimlendirilmesinin sebebi, senin iyilik yapmak üzere ona veya onun
(iyilik yapmak üzere) ve zararı uzaklaştırmak üzere sana meyletmesidir. Kelime
bir şeyin yönelmesi ve meyletmesi anlamındaki ‘care’den türetilmiştir; cart meyil
demektir. Kelimeyi bâtıla ve zulme yönelmek anlamındaki ‘cevr’den türetenler
ise sanki anlamı tersten çıkartarak ‘yılanın soktuğu kimseyi sağlıklı kabul
edenlerdir5. Bu yorumda, her kim olursa olsun, komşuluk baskın
gelmiştir. Bu yorumu kabul edenler adeta şöyle der: Komşu cevr ehli, yani
bâtıla yönelerek şirk koşan veya kâfir olanlardan bile olsa, bu durum onun
hakkını gözetmeyi ortadan kaldırmaz ve engellemez. Hal böyleyken mümin olan bir
komşu hakkında ne dersin? Komşunun hakkı komşunun üzerinde bir vecibedir. Bu
hususta şeyhlerimizin birinden duyduğum garip ve sırlı bir hadise vardır: Bir
bedevinin menkıbesinde çekirgelerin birinin evinin civarına yerleştiği
anlatılır. Başka bedeviler ise silahlarıyla çekirgeleri avlayıp yemek için evin
yakınına gelmişler. Evin sahibi onlara ‘Ne istiyorsunuz?’ diye sorduğunda,
çekirgeleri kastederek ‘komşularını istiyoruz’ demişler. Bunun üzerine ev
sahibi şöyle demiş: ‘Onlara ‘senin komşun’ dedikten sonra Allah Teâlâ’ya yemin
olsun kikendilerine ulaşmanıza ve zarar vermenize müsaade etmem!’ Hemen
kılıcım çekmiş, komşunun hakkını savunmak üzere mücadeleye girişmiştir. Malik
b. Enes’e deniz domuzunun etinin yenilip yenilmeyeceği sorulduğunda şöyle
demiş: ‘Haramdır.’ ‘Nasıl olur? O bir deniz hayvanıdır, Allah Teâlâ bize deniz
hayvanlarını helal kılmıştır’ dediklerinde, şöyle cevap vermiştir: ‘Onu siz
domuz diye isimlendirdiniz, denizdeki balık demediniz ki?’ Allah Teâlâ’nın
yasaklamış olduğu bir işten uzak durmalısın. Allah Teâlâ komşuya eziyet vermeyi
yasakladığına göre, ona eziyetten uzak kalmalısın. Ayette şöyle denilir: ‘En
güzel şekilde savman gerekir, böyle yapınca seninle arasında düşmanlık olan
kişi samimi bir dost haline gelir. Buna ancak sabredenler dayanabilir, buna
ancak büyük haz sahipleri dayanabilir.’345 Ayetin nüzul sebebi hakkında
aktarılan rivayetlerde, bir bedevinin Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e
gelişi zikredilir. Arapların şairlerinden bir müşrik olan bu bedevi, Allah
Teâlâ’nın Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e kendisine karşı koymanın
mümkün olmadığı bir kitap indirdiğini duymuş, buna karşı şöyle demiştir: ‘Ey Allah
Teâlâ’nın peygamberi! Allah Teâlâ’nın sana indirmiş olduğu vahiyde benim
sözlerime denk bir şey var mı?’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘Sen ne
söylüyorsun ki?’ deyince, bedevi şu dizeleri okumuş:
Kin öyle bir şey ki sahiplerinin akıllarını
esir alır Yakınlara selam vermen bazen bağışı kaldırır Sözü açık söylerlerse
kerem gereği onları bağışla Kınamayı gizlerlerse ona değer verme Dinlemesi
eziyet ederse sana bir sözün Bil ki, ardından söylenmiş olan sanki
söylenmemiştir
Bunun üzerine Allah Teâlâ şu ayeti
indirmiştir: ‘İyilik ve kötülük bir değildir, en
güzel şekilde savman gerekir. Böyle yapınca seninle arasında düşmanlık olan
kişi samimi bir dost haline gelir. Buna ancak sabredenler dayanabilir, buna
ancak büyük haz sahipleri dayanabilir.’346 Bedevi şöyle demiştir: ‘VAllah Teâlâi!
Bu helal bir sihirdir. VAllah Teâlâi! Söylediğimden daha güzel bir sözün
söylenemeyeceğini zannediyor ve düşünüyordum. Senin Allah Teâlâ’nın peygamberi
olduğuna şahitlik ederim. Böyle bir ifade vahiy alan birinden meydana
gelebilir.’ Onlar Kur’an’m icaz özelliğini bilenlerdir.
Dostum! Bu bedevi kendi vasfı olarak
zikrettiği eziyedere tahammül etmek, günahlara karşı bağışlayıcı olmak, gücü
yettiği halde kendisine karşı yapılan hataları affedici olmak, nefse ağır
gelen işleri geçiştirebilmek, izhar edilince kendisini mahcup edebilecek bir
işi gizlemeye çalışanı görmezden gelmek gibi hususlarda Allah Teâlâ’dan daha
keremli olduğunu iddia etmiştir. Ona göre kendisi -bilerek veya bilmeyereksuç
işleyenleri bağışlar. Hâlbuki Allah Teâlâ ondan daha cömert, daha bağışlayıcı,
daha hilim sahibi ve daha doğru sözlüdür. Bedevinin bu sözü doğru olsa bile,
fiil gerçekleştiğinde kendisinden neyin meydana geleceği bilinemez. Allah
Teâlâ -aklın deliliyle sabit olduğu üzere (herkesin bildiği gibi)doğru
sözlüdür. Allah Teâlâ bir cömertliği ve keremi emrettiğinde, kendi niteliğiyken
onu emreder, o niteliğe göre kullarına davranır. Kınanmış ve değersiz bir
niteliği yasakladığında ise kendisi o nitelikten daha da uzaktır. Allah
Teâlâ’dan başka ilah yoktur. O aziz, hakim, gafur ve rahimdir.
İster zalim, ister mazlum olsun
kardeşine yardım et. Zalime yardım etmek mazlum olması itibarıyla kendisine
yapılan bir yardımdır. Çünkü şeytan kalbine verdiği başkasına zulmetme
vesvesesiyle onu zalim kılmış, kendisine de zulmetmiş (o da mazlum olmuştur).
Sen ise başkasına zulmetmeyi kendisine güzel gösteren şeytanın vesvesesini
kendisinden uzaklaştırmada yardım edersin. Demek ki sen ona onun kalbine
vesvese veren (şeytan) karşısında mazlum olduğu için yardım edersin. Şeytan
verdiği vesveseyle onunla hidayet ve doğruluk -ki meleğin ilhamı
demektirarasına girer. Şeytan meleğin ilhamını ve hidayetini dalaleti vererek
satın almış, hidayeti yitirmekle o kişi ‘zalim’ diye isimlendirilmiştir. Ona
vereceğin tavsiyeyle hakikati açıklayıp alış verişinin dince geçersiz ve
gerçekleşmemiş zararlı ve caiz olmayan bir alış veriş olduğunu, bu ticaretin
neticesinin hüsran ve ziyan olduğunu açıkladığında, hiç kuşkusuz zalim bile
olsa mümin kardeşine yardım etmiş saydırsın. Bu gerçeği öğrenmekle o insan
zalimliğinden döner, tövbe eder. İşte alışverişin feshi budur. Allah Teâlâ
böyle insanlar hakkında şöyle der: ‘Onlar
hidayet karşılığında dalaleti satın almışlardır, ticaretleri fayda vermemiş,
doğru yolu bulamamışlar dır. ’347 Senden yardım
isteyeni yardımsız bırakmaktan kaçın! Allah Teâlâ sana muhtaç olmadığı halde
şöyle der: ‘Allah Teâlâ’ya yardım ederseniz, O da size yardım eder.’348
Demek ki Allah Teâlâ sizden kendisine yardım etmenizi talep etmiştir ki, o
yardım söylediğimizden ibarettir.
Mümin kardeşine zulmetme! Zulüm
kıyamet gününde karanlık olarak ortaya çıkar. Kim zulüm peşinde koşarsa, onun
tuzağına ne zaman düşeceğini bilemez. Veya sokmasıyla zehirlenmesine yol
açacak bir haşerenin ne zaman yoluna çıkabileceğini kestiremez. Allah Teâlâ’nın
yaratıklarından hiçbirini küçük ve değersiz görmemeni tavsiye ederim. Allah
Teâlâ hiç kimseyi yaratırken küçük ve değersiz görmemiştir.
Allah Teâlâ’nın kullarını zinhar küçük
görme
Bütün makamları toplaşan da herkesin bir
değeri var
Allah Teâlâ yokluktan349
bir şeyi var ederek inayetini izhar ederken sen onu değersiz göreceksin! Böyle
bir davranış Allah Teâlâ’nın var ettiği bir şeyi değersiz görmek ve küçümsemek
demektir. Cahillerden olmaktan Allah Teâlâ’ya sığınırız. Küçümsemek en büyük
günahlardandır. Her şey Allah Teâlâ’nın nimetidir ve her kim olursa olsun
bütün kullarını o nimetlerle besler. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem
şöyle der: ‘Kimse komşusunun ona verdiği hediyeyi küçük görmesin. Bir koyun
bacağı bile olsa, küçük görmesin. Çünkü küçük görmek tam bir cehalettir.’
Lanetçi veya küfürbaz veya alaycı da olma! Mümine lanet etmek onu öldürmek
gibidir. Hz. İsa karşılaştığı bir domuza şöyle demiş: ‘Selamede geç!’ Böyle
demesinin sebebi sorulunca şu karşılığı vermiş: ‘Dilimi güzel söze alıştırıyorum.’
Sen de her daim güzel söz söyle. Bu konuda şu dizeleri söyledim:
Bütün insanlar bir sözdür bilesin Sen
dinlenen en hayırlı söz olmaya bak Onlardan gelen bir diken ayağına batsa Sana
bir bela olarak görünmesin Onların arasında böyle olursan : Vallahifayda veren
bir imam olursun
Mum kendine eziyet
eder *
Bakan için parlak bir ışık hâlbuki Kınama
nedir ki onu bilen insan için?
Bir nimettir, himaye edilen bir şahsın
elinde
Tavsiye
Böbürlenmekten sakın, elbiseni
topuğunun üzerine hatta biraz daha yukarıya çek. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi
ve sellem’in şöyle dediği aktarılır: ‘Müminin eteği topuğunun yarısına doğru
olmalıdır.’ Ali b. Ebu Talib bu konuda şu dizeleri söylemiştir:
Elbiseyi kısaltmak temiz tutar onu
Bir de eskimekten korur ve takva sahibi kılar
sahibini
Temiz tutar5 bunun sebebi,
elbisenin yollardaki kazurat ve necaset bulaşmayacak kadar yüksek olmasıdır.
‘Eskimez5 çünkü elbise uzun iken yürümekle yollara sürünür, hızla
parçalanır, elbisenin ömrü kısalır. İnsan aceleci yaratıldığı için yol uzun
olunca hızla gitmek ister. Başka bir ifadeyle toprak temas edince elbise eskir.
Takva sahibi kılar5 çünkü bu meşru bir hükümdür. Yani elbisenin
topuğun yarısına kadar uzatılması bir hükümdür. Takva sahibi şeriatı kendisi
için kalkan edinendir. Böylelikle insan ve cin şeytanların vereceği
eziyederden sakınmış ve korunmuş olur. Allah Teâlâ böbürlenerek elbisesini
sürüyerek yürüyene nazar etmez! Elinde seni zengin kılacak miktarda varken
daha çoğunu elde etmek maksadıyla insanlardan bir şey isteme. Dilencilik
kıyamet günü senin yüzünde bir iz olarak tezahür eder. Allah Teâlâ sana rızık
vermemiş, mecbur kalmış, bir iş de bulamamışsan, gıdanı iste, fakat Allah
Teâlâ’ya güvenerek ve itimat ederek, daha fazlasını talep etme! Bu istemenin
kefareti ve bedeli ise çoğaltmaman ve içinde bulunduğun halde ihtiyacını
karşılayanla yetinmendir. Çünkü müminin dilenmesi ‘ateş yarığıdır5.
Bunun anlamı şudur: Mümin dilenirken ve bir şey isterken, zorunlu ihtiyacım
karşılamada -onun gibi muhtaçbir hemcinsini bulur. Bu durumda dileğini her
şeyin melekûtunu elinde tutan rabbine havale edip arz etmediği için kalbinde
hayadan kaynaklanan bir ateş bulur.
Tavsiye
Himmetin
üstünlüğü himmetin düşük olmasından değerlidir. Kul kendisi gibi bir kula karşı
izzet sahibidir. Onun şeref ve iftiharı da efendisine muhtaç olmada ve zorunlu
ihtiyaçlarını karşılaması için O’ndan talepte bulunmasında tezahür eder. -
Tavsiye
Ensar’dan bir erkek veya kadın
gördüğünde, sana düşman olsalar bile, onları güçlü bir şekilde sevmelisin.
Sakın onlardan nefret etme! Böyle bir şey yaparsan imandan çıkarsın. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem yolda Ensar’dan bir kadınla karşılaşmış, ona şöyle
demiştir: ‘Sizler bana Allah Teâlâ5ın en sevimli gelen kullarısınız.5
Başka bir hadiste Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin şöyle dediği
aktarılır: ‘İmanın alameti Ensar5ı sevmek, münafıklığın alameti
onlardan nefrettir.’
Bilmelisin ki, hangi zamanda olursa
olsun Allah Teâlâ’nın dinine yardım eden herkes Ensar’dandır ve bu hadisin
hükmüne girer. Bilmelisin ki, Allah Teâlâ’nın dinine yardım edenler, iki kısma
ayrılır: Birincisi üzerine vacip olduğunu bilmeksizin, kendiliğinden O’nun
dinine yardım edenler iken ikinci kısım dine yardımın farz olduğunu
bilenlerdir. Bu farz ‘Ey iman edenler! Allah Teâlâ’ya
yardım edin’350 ayetinde
belirtilir. Allah Teâlâ kendisine yardımı onlara emretmiştir. Bunu bilen insan
Allah Teâlâ’ya yardım ederken farzı yerine getirmiş, hem yardım sevabı ve hem
de bu hususta onun üzerinde ortaya çıkmış Allah Teâlâ’nın emrine uyma niyeti nedeniyle
farzı eda sevabı kazanır. Bu yardım hususunda başka bir iş yapmak bile yardım
olarak yeterli gelseydi, yine de Allah Teâlâ’nın emrinden geri kalmazdı. Bazen Allah
Teâlâ’ya yardım etmek, bâtılı ortadan kaldıracak şekilde hakikati izhar eden
bilgiyle gerçekleşir. Öyle bir yardım manevi ve maddi cihat anlamına gelir;
manevi olması, bâtılın kendisini kabul etmesinden kaynaklanır, çünkü bilginin
yeri nefistir. Yardımın maddi/mahsus olması, dil ve yazı gibi ibareyle ilgili
olmasından kaynaklanır. Bu durumda konuşanın sözünün duyulması yoluyla kulakta
veya -yazı söz konusu oluncaona bakmak yoluyla gözde yardım gerçekleşir.
Düşmanla savaşmak esnasında gerçekleşen yardım -manevi değilmaddi bir
yardımdır. Çünkü düşman onunla savaşanı inancından çevirmek tarzında onun
bâtınından herhangi bir şey elde edemez. Hâlbuki alim ona bilgi öğretip
kendisi de alime kulak verdiğinde, Allah Teâlâ kabul etmesini nasip edip alimin
öğretmiş olduğu bilgileri anlamak üzere anlayış ve idrak gözünü açtığında,
alimden manevi fayda kazanır. Bu da en büyük yardım demekken, o yardımı yapan Allah
Teâlâ’nın en büyük yardımcısıdır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle
der: ‘Allah Teâlâ’nın senin vasıtanla birine hidayet etmesi güneşin üzerinde
doğduğu her şeyden senin adına daha hayırlıdır.’ Hiç kuşkusuz güneş iyilik
yapan bütün alimlerin üzerinde de doğar. Demek ki sen, Allah Teâlâ’nın dinini
öğretmekle muhatabın nefsine yardım ettiğinde, ondan bile hayırlı olursun!
Doğru söz söylemek, emaneti yerine
getirmek, sözünü tutmak, yapmak gerekenlerdir. Buna mukabil yalandan, emanete
hainlikten ve sözünü bozmaktan uzak durmalısın. Bir insanla hasımlaşırken ona
karşı aşırı gitme! Münafığın alameti ve delili, konuştuğunda yalan söylemesi,
söz verdiğinde bozması, emanet edildiğinde emanete hainlik etmesi,
hasımlaştığında da aşırı gitmesidir. En büyük hıyanet, doğru olmadığın halde,
mümin kardeşine doğru olduğunu izhar edecek söz söylemendir.
İnsan yalan söylediğinde, yalanın
yaydığı kötü koku nedeniyle, melek ondan otuz mil uzaklaşır. Şeytan da
Âdemoğluna günah işlemeyi emrederken insan günah işlediğinde şeytan Allah
Teâlâ’dan korkarak ondan uzaklaşır. Bu manevi kokulan koklamak ve idrak etmek
üzere çalışmalısın! Çünkü şeytanın burnunun üzerinde bulunan perdeleri vardır.
O perdeler pis kokuları algılamanı engeller. Kâfir olmakla beraber şeytan,
işleri sana göre daha iyi idrak edicidir öyleyse sen Allah Teâlâ’dan daha çok
korkan bir durumda olmasın! Onun günah işleyenden uzaklaşmasını ibretle incelemelisin.
Çünkü hükmü ortaya çıkıncaya kadar, Allah Teâlâ korkusu kalbine işlemiştir.
Bununla beraber şeytan Allah Teâlâ’dan korkmak ve günahkârdan uzaklaşmak
özelliğinde yaratıldığı gibi saptırmak özelliğinde yaratılmıştır. Allah Teâlâ
ondan haber verirken insana ‘kâfir ol’ dediğini, insan kâfir olunca şeytanın
bu kez ‘Ben senden uzağım, âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’dan
korkarım’351 dediğini
aktarır. Şeytan -bilgisinin değeri nedeniylehiçbir zaman bilgisi nedeniyle
cezalandırılmaz. O sadece söylediği hususlarda doğru söyleyen Hakkın âdet
çıkartmakla ilgili beyanı nedeniyle cezalandırılır. Hakkın söylediği şudur:
Kim kötü bir âdet çıkartırsa, onun ve âdete uyanların vebali üzerine kalır.
Kıyamet günü şeytan başkalarının yüklerini de taşır; çünkü şeytan her
kışkırtmanın ardından kendisi tövbe ederken ardından başka bir kışkırtmaya
yönelir. Bu durumda şeytan başkasının ameli (ve ona vesile olması) nedeniyle
cezalandırılır. Onun ameli şeytanın vesvesesinden meydana gelmişti. Tövbe
etmeyen insan kötü bir âdet başlattığında, hem âdetin günahını, hem onu yerine
getirenlerin günahlarını üsdenir. Böyle bir durumda şeytan ondan defalarca
daha iyi haldedir.
Vaadini yerine getir, tehdidini ise
uygulama! Tehdidini bozmakla nitelenmen vaadini bozmakla nitelenmen gibi
değildir. Bu konu Mutezile’nin kuşkuya kapıldığı bir meseledir. Onlar bu konuda
‘Her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik’352 ayetinden habersiz kalmışlardır.
Arapların aşina oldukları ve üzerinde uzlaştıkları anlam şudur: Birini tehdit
ettiğinde veya ona kötü bir şey vadettiğinde, bağışlamak keremin gereğidir.
Böyle bir davranış güzel ahlakın parçasıdır. Allah Teâlâ onlara aşina oldukları
ahlaka göre muamele etmiştir. Mutezile burada hakikatten uzaklaşmıştır. Onları
bu hataya düşüren ise verdiği haberde Allah Teâlâ’nın yalan söylemesinin
imkânsızlığı inancıdır. Hâlbuki böyle bir davranışın şeriatın kendisiyle indiği
Arap örfünde ‘yalan’ diye isimlendirilemeyeceğini anlamamışlardır. Başka bir
ifadeyle aklî delil hükmî ve vazî meseleyi anlamaktan onları perdelemiştir ki
bu da akılların eksikliklerindendir. Akıllar her yerde kendi delilleriyle
sınırlı kalır ve böyle bir tavır göstermeye hakları yok iken kendi
delilleriyle yetinirler. Hâlbuki ilahi hitapta şer5! maksadarı
incelemek gerekir. Hitap eden kimdir? Hangi dille ve hangi örfe göre hitap
gerçekleşmiştir? Her ümmete bu şekilde muamele yapılır. Bir Arap halkına
cömertlik yaparken şöyle der:
Tehdit edersem veya vaatte bulunursam
Tehdidimi bozarım vaadimi ise tutarım
Böyle bir durumda vaadi bozmaktan söz
edilemez. Söylenmesi gereken, Hakkın kulunu affettiği ve günahını
bağışladığıdır.
Tavsiye 1
Eski ve kötü elbiseler giymelisin.
Böyle davranmak imanın parçası olduğu kadar dünyada şımarmamak anlamına gelir.
Bir hadiste ‘kaba ve sert elbiseler giyiniz’ denilir. Bu elbise hacının niteliklerinden
ve kıyamet günü orada bulunanların sıfadarındandır. Onların gözleri korkudan
dışarı fırlar. Bütün bunlar kibri kırar, kendini beğenmeden, caka satmaktan ve
böbürlenmekten uzak davranışlardır. Söz konusu nitelikler şeriatın kınadığı ve
nahoş bulduğu özellikler olduğu kadar hem insanların nezdinde hem Allah Teâlâ
nezdinde kınanmış davranışlardır. Bu nedenle Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem eski elbise giymeyi imanın parçası saymış, onu iman şubelerine katmış ve
şöyle demiştir: ‘İman yetmiş küsür şubedir. En üstünü La-ilahe illAllah Teâlâ (Allah
Teâlâ’dan başka ilah yoktur) demek, en aşağı derecesi yoldan eziyet veren
şeyleri kaldırmaktır.’ Hiç kuşkusuz kendini beğenmek, böbürlenmek ve kibir,
müminin saadet yolunda bulunan eziyederdir. O eziyeder ancak tevazu
vasıtasıyla kaldırılabilir. Bu nedenle Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem
onu imanın parçası saymıştır.
Tavsiye
Hayâ sahibi olmalısın. Allah Teâlâ
hayâ sahibi olduğu gibi aynı zamanda hayâ imanın bir parçasıdır. Hayâ bütünüyle
hayır ve iyiliktir. Allah Teâlâ kıyamet günü yaşlıdan utanır. Kul Allah
Teâlâ’dan utanmak özelliğiyle nitelendiğinde, Allah Teâlâ’nın razı olmayacağı
bütün işlerden uzaklaşır; bunlar Allah Teâlâ’nın katında ve peygamberin
nezdinde onu küçük düşürecek işlerdir. Hayânın anlamı terktir. Ayette ‘Kuşkusuz
Allah Teâlâ hayâ etmez’353 denilir.
Bunun anlamı terk etmez demektir. Devamında ‘Sivrisinek
veya başka bir şeyden misal vermekten’354 denilir. ‘Başka bir şey5
ile kastedilen, verilen misal hakkında konuşmuş olan ve bundan dolayı dalalete
düşen müşriklerin sözleri nedeniyle, daha küçük şeylerdir. Çünkü Allah Teâlâ
şöyle der: ‘Onunla pek çoğunu saptırır, pek
çoğuna hidayet eder. Bu misalle sapanlar /asıklardır.’355 Onlar bu konuda hayrete düşmüşlerdir
ve dalalet hayret demektir. Müşrikler Allah Teâlâ’nın izzeti, celali ve
kibriyası ile yaratılmışlar arasında sivrisineğin değersizliğini görmüş, O’nun
şanının kullarına böyle bir misal verecek kadar tenezzül edemeyeceğini
zannederek O’nu yüceltmişlerdir. Bunun sebebi varlıkları bilmeyişleridir.
Gerçekte yaratılmış en büyük şey -ki kuşatıcı Arş’tırile zerre veya sivrisinek
arasında yaratılış ve yokluktan varlığa çıkma itibarıyla bir fark yoktur. Onu
değersiz kılan, büyük cisimle karşılaştırdığında, cisimlerinin küçüklüğüdür.
Hâlbuki sivrisinekteki hikmet daha tam olduğu kadar kudret de etkindir. Çünkü
küçüklüğüne rağmen sivrisinek, Allah Teâlâ’nın büyüklüğüyle birlikte filin
suretinde yaratmış olduğu bir varlıktır. Bu itibarla meseleye ibretle bakan ve
hakikati görenler için sivrisineğin yaratılması, Yaratan’ın kudretine delil
teşkil etmede, filden daha azametlidir. Allah Teâlâ da azametini yücelten bir
delil olması hasebiyle sivrisinekten misal vermekten çekinmek ve hayâ sahibi
olmakla zatını nitelememiştir.
İnsan için hayâ mertebeleri ve
yerleri pek çoktur. Bu çokluk hayânın faydası pek çok şeye ulaşan insandaki bir
nitelik olmasından kaynaklanır. Bu nedenle Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem ‘Hayâ tamamen iyilik ve hayırdır’, ‘Hayâ hayırdan başka bir şey
getirmez’ demiştir. Bunun anlamı, insanın yaptığı şeyi bildiğinde utanılacak
bir şey yapmayacağıdır. Mümin Allah Teâlâ’nın (her şeyi) bildiğini ve gördüğünü
bilir; kul hangi hareketi yaparsa yapsın, Allah Teâlâ onu görür ve bilir. Böyle
bir bilgiye sahip olan kul, hareket ve davranışlarında Allah Teâlâ’dan utanır
ve çekinir. Aynı zamanda Allah Teâlâ’nın kıyamette kendisini ameline göre
hesaba çekeceğine iman etmiştir. Bu bilgi ve iman nedeniyle mahcup olur, bu
mahcubiyet onu öyle bir işi yapmaktan uzaklaştırır. Hayâ da budur. Bu nedenle
de hayâdan hayırdan başka bir şey meydana gelmez. Allah Teâlâ kendisinden hayâ
edilmeye en layık olan varlıktır.
Tavsiye
Hiçbir kişiyi ve şam düşünmeksizin
herkese karşı samimiyetle davranman ve öğüt vermen gerekir. Çünkü din,
samimiyet ve öğüt demektir. İmam Müslim, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem’in şöyle söylediğini aktarır: ‘Din nasihat (samimiyet, öğüt) demektir.’
Sahabe ‘Kim için?’ dediklerinde Hz.
Peygamber: ‘Allah Teâlâ için,
peygamber için, müminlerin önderleri ve sıradan fertleri için’ diye cevap
vermiştir. Bilmelisin ki, nasihat eden kişi bir terzi, nasihat konusu da iğneye
benzer. Nasihatçi elbisenin parçalarını bir araya getiren bir terzidir. Bunun
neticesinde kumaş gömlek veya başka bir şeye döner. Demek ki terzinin dikişiyle
insanlar faydalanırken dikmenin kendisi nasihat ve samimiyetiyle
gerçekleşmiştir. Allah Teâlâ’nın dini hakkında nasihat eden O’nun kullarıyla Allah
Teâlâ katında saadete ulaşmalarını sağlayan işler arasında ülfet tesis edendir.
Öyle biri Allah Teâlâ ve yaratıklarını birbirine sevdirir. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’in ‘Allah Teâlâ için’ nasihat derken kastettiği
budur. Burada Allah Teâlâ katında şefaat hakkında bir uyarı vardır. Nasihat
eden kul Allah Teâlâ’nın suçuna karşılık kulun cezalandıracağını görünce Allah
Teâlâ’ya şöyle der: ‘Rabbim! Sen kullarına affetmeyi tavsiye ettin ve affı
güzel ahlakın parçası saydın. Affetmek yaptığı kötülüğe karşılık günahkârı
cezalandırmaktan daha iyi bir davranıştır.’ Kula da şöyle der: ‘Kendilerine
yapılan kötülüklere karşılık insanları affedenlerin ecri ve sevabı Allah
Teâlâ’ya kalmıştır. Bu kötülükler kendi haklarına yönelik olarak ortaya çıkmış
hususlardır. Sen sahip olduğun kerem, cömertlik ve lütuf sebebiyle bu vasfa
daha layık olansın. Bu konuda seni zorlayan biri yoktur. Sen affedici,
günahkâr ve yaptığı kötülükle haddi aşan kulunu bağışlayıcısın. Günahkârı
affetmek onu cezalandırmaktan daha yüce bir iştir çünkü cezalandırmak ve
yargılamak bir karşılıktır. Cezada ise ihsan ve fazilet bulunmaz. Bununla
beraber dünyada genel zararları uzaklaştırmak maksadıyla ilahi cezalar tatbik
edilir ve uygulanır. Bunun başka bir nedeni de insanlara dönen bir takım
maslahat ve faydaların cezalarda bulunmasıdır. Misal olarak ‘Kısasta
sizin için hayat vardır’356 ayetini verebiliriz. Ahirette
günahkârın cezalandırılmasıyla birlikte -dünyada olduğu gibiortadan kalkacak
bir durum yoktur. Kıyamet günü kul bu sözleri söylediğinde, daha doğrusu
şefaatçi olarak Allah Teâlâ’ya bu sözü söylediğinde, ilahi makam için âdeta
bir nasihatçi haline gelir. Başka bir ifadeyle Allah Teâlâ günahkârı keremi,
ihsanı ve cömertliğiyle bağışladığında, bu sözleri sebebiyle kul ilahi makamı
övmüş olur. Burada ihsanın ta kendisi vardır. Bu da ‘din Allah Teâlâ için nasihattir’,
yani Allah Teâlâ hakkında nasihattir ifadesinin anlamıdır. Çünkü orada kul,
kullarını bağışladığında Allah Teâlâ’yı güzel bir övgüyle övmek için gayret
etmektedir. Bu meyanda bir hadiste şöyle denilir: ‘Allah Teâlâ’ya
methedilmekten daha sevimli gelen bir iş yoktur.’ Allah Teâlâ dünyada kullan
için ortaya koymuş olduğu ve onlardan sıkıntıları uzaklaştıracak kuralları
nedeniyle övüldüğü kadar ahirette de bağışlamak ve affetmek özelliğiyle övülür.
Müslümanların önderleri o kuralları günahkârlara uyguladığında kullardan zarar
ve sıkıntılar uzaklaştırılır. Ahirette ise kuralların kendileri için konulmuş
olduğu maslahat kalkar. Dünya hayatında bu cezalarda şefaat geçerli değildir.
Başka bir ifadeyle hırsızlık yapan, zina edene vb. suçlarda uygulanacak cezalara
karşı şefaat geçerli değildir. Bu durumlarda Allah Teâlâ’nın Hakkın kayıtsız
bir şekilde tatbik edilir. Kulun hakkı olan hususlarda Allah Teâlâ affı ve
bağışlamayı teşvik etmiştir. Affetmek kan sahibinin yetkisindedir veya diyet
kabul edebilir. Mazlûm maktuldür, o ise ölmüştür. Kısas isteyen de hükümdara
kendisine zulmedeni şikâyet etmek üzere giden kimse mesabesindedir. Bu
itibarla diyet kan sahibine (ailesini ikna etmek üzere) verilmiş bir ihsandır.
Bu sayede yakın akrabalarına ihsanı ulaşır, belki susarlar ve öldürülenin kanı
karşılığında el-Adi ve el-Hakem olan Hakkın katında hiçbir şey talep etmezler.
‘Din peygamber için nasihattir’, bu
husus Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in devrinde şöyle açıklanır:
Sahabe daha önce tersini onayladığı bir işi Peygamber’den görür. İnsan gaflet
sahibidir ve bu durumda sahabe Allah Teâlâ’nın peygamberini o konuyla ilgili
ikaz eder. Bazen Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem o işi kaşıdı olarak
yapar ve yapılan iş meşru bir hükme döner; bazen de unutarak yapmıştır,
hatırlatmayla birlikte ondan vazgeçer. Böyle bir hatırlatma Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’e nasihat etmek demektir. Misal olarak Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’in namazda unutmasını verebiliriz. Dört rekâtlı
namazlarda yapılması gereken onları dört rekât olarak kılmak iken Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem ikinci rekâtta selam vermiş, bu durum kendisine
hatırlatılmıştır -bu da Allah Teâlâ’nın peygamberine nasihat demektirRasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem geriye dönmüş, namazını tamamlamış, sehiv secdesi
yapmıştır. Bu konuda pek çok rivayet vardır. Bu nedenle Allah Teâlâ Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’e kendisine vahiy gelmeyen hususlarda sahabesiyle
istişare etmesini emretmiştir. Onlarla istişare ettiğinde, onların da
-bilgilerine göreistişare edilen hususta kendisine ‘nasihat’ etmeleri gerekir.
Bu durumda bilgilerine ve maslahat olduğunu düşündükleri işlerin gereğine göre
hareket ederler. Misal olarak Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in Bedir
savaşında suyun bulunmadığı bir yerde konaklamasını verebiliriz. Sahabe ona
nasihat etmiş, suyun bulunduğu mekâna yerleşmesini tavsiye etmiş, Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem de öyle yapmıştır. Ömer b. el-Hattab Bedir
esirlerinin öldürülmesi hususunda kendisiyle istişare ederken Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’e görüşünü söylemiştir. Allah Teâlâ’nın Peygamberinden
sonraya gelirsek, artık ona nasihat etme imkânı kalmamıştır. Fakat hadiste
geçen cli-rasulihî’ ifadesindeki lam sebeplilik
bildirirse (peygamberden dolayı nasihat), nasihat
sürebilir. Böylece Allah Teâlâ’nın Peygamberine nasihade ilgili hususları
açıklamış olduk, işaret edilen nasihatçi Allah Teâlâ’nın peygamberi ile
maslahatın bulunduğu görüşü bir araya getirdiği kadar terzi anlamındaki
nasihatçi de kumaşta bedenin ölçüsüyle dikilen parçaları ölçülü bir şekilde
bir araya getirmekle işini yapar.
Müslümanların imamlarına nasihat
etmek de hadiste zikredilmiştir. Onlar aramızdaki yöneticiler, Allah Teâlâ’nın
kullarının dini menfaatlerini gözetenler, hakimler, din hususunda fetva veren
alimlerdir. Onlar da Müslümanların imamları arasındadır; hakim meseleyi
biliyorsa durum böyledir. Bir meselenin hükmünü bilmiyor ve onu bilenlere
sorarsa, fetva sorulan müftünün ona nasihat etmesi ve doğru olduğunu düşündüğü
görüşe göre fetva vermesi, verdiği fetva hususunda da delilini zikretmesi
gerekir. Öyle biri Allah Teâlâ’nın katında ihlaslı olur. İşte Müslümanların
imamlarına nasihat etmek bu demektir. Müslümanların imamlarının masum olması
gerekli değildir. Onlar bazen yanılabilir ve arzularına uyabilirler. Bu nedenle
dini bilen alimlerin Müslümanların imamlarına nasihat etmeleri, onları
insanların arasında (hüküm verirken) arzularına uymaktan döndürmeleri ve
vazgeçirmeleri gerekir. Böylece onlar ile dinin gerçekte bulunduğu durumu
birleştirir ve uzlaştırırlar. Bu uzlaştırma Müslümanların imamlarına nasihat
etmek iken faydası da insanlara döner.
Sıradan Müslümanlara nasihat etmek
ise malum ve bellidir. Bunun anlamı din ve dünya işlerinde kendilerine zarar
vermeyecek maslahatı göstermektir. Bununla beraber bir zararın ortaya çıkması
söz konusu olabilir ve bu zarar ya dinde veya dünya (işlerinde) ortaya çıkar.
Böyle bir durumda alimler onlara tavsiyede bulunurken dünya işlerindeki zararı
din işlerindeki zarara tercih etmelerini tavsiye eder, dinlerini selamete
erdirecek görüşleri hatırlatırlar. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Allah
Teâlâ size dinde güçlük yaratmadı.’357 Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem de ‘Allah Teâlâ’nın dini kolaydır’ demiştir. Ayette ‘Gücünüz
ölçüşünce Allah Teâlâ’dan sakının’358 denilir. Bununla beraber insanların
dünyevi işlerine zarar verebilir. Bazen belirli bir yönden hem din ve hem
dünyevi işlerinden zararı uzaklaştırabilirler. Onlar bunu öğrenir; bu konuda
insanlara tavsiyede bulunmak ve açıklama yapmak öğrenenlerin üzerinde
vazifedir. Fetva isteyen Allah Teâlâ’nın ona nasip ettiği Hakk göre
muhayyerdir. Benim görüşüm nasihatin genel olmasıdır. Çünkü nasihat dinin ta
kendisidir. Bu da nasihat edenin niteliğidir. Menfaati ise nasihat edenden tüm
âleme yayılır. Bu kişi dindarlığını kötülüklerden arındırır, yüce işleri talep
eder. Bu meyanda bir hayvanın susuzluktan bitkin bir halde olduğunu görür.
Hayvan suyun yolunu şaşırmış, başka yola gidiyorken bu kişi onu su yoluna yöneltir
veya imkan dahilinde ise onu sular. Bu da dinî bir nasihattir. Öte yandan
İslam dininden olmayan birisinin kötü bir ahlak işlediğini gördüğünde
nasihatçi onu imkânı varsa güzel ahlaka döndürmeye çalışır, gücü yetmezse bu
konudaki eksikliğini açıklar. Belki o şahıs bu konudaki güzel övgü nedeniyle
nasihatten yararlanır. Bu nasihat sayesinde zarar vermek istediği kişi
-müslüman olmasa bileonun zararından kurtulmuş olur. Bu meyanda dindar insan, Allah
Teâlâ’nın kullarına hiçbir ayrım gözetmeksizin nasihatte bulunur (ve
nasihatiyle fayda verir). Bu nedenle hükümdar, savaşa başlamadan önce kâfir
düşmanlarını İslam’a davet etmekle yükümlüdür. Davete icabet ederlerse ne ala!
Aksi halde onları kitap ehlinden iseler cizye vermeye çağırır; bu şartlar
dahilinde barışa yanaşırlarsa gerekli şardara göre barışı kabul eder. Allah
Teâlâ şöyle der: ‘Onlar barışa yanaşırsa sen de yanaş ve Allah
Teâlâ’ya tevekkül eyle.’359 Müslümanların
menfaati barışta olduğunda, barış yapılmış olur. Kâfirler savaştan başka bir
yolu kabul etmezlerse, Müslümanların hükümdarı onlarla savaşır ve bütün Müsr
lümanlara kâfirlerle savaşmayı emreder. Savaşın gayesi Allah Teâlâ’nın kelimesinin
üstün ve kâfirlerin kelimesinin süfli olmasını sağlamaktır. Bununla beraber
nasihat eden kişinin dostları pek az olur, çünkü insanlara hakim olan, arzulara
uymaktır. Bu nedenle Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘Hakk Ömer için
geride arkadaş bırakmadı’ demiştir. Veys el-Karni (Karanî) de Hz. Ömer’e ‘Sözün
doğru, Allah Teâlâ senin için arkadaş bırakmamıştır’ demiştir. Bu konuda şu
mısraları yazdık:
Tahkik yoluna bağlan ve nasihatten
ayrılmayınca
Varlıkta bir arkadaş bile kalmaz sana
Nasihatçi insanların bütün hallerini
kuşatan genel bilgi demek olan şeriat ilimlerinden pek çok meseleyi
öğrenmelidir. Bunun yanı sıra kendi devrindeki ve mekânındaki ilimleri
öğrenmelidir; hal, zaman ve mekândan başka bir şey de yoktur. Nasihatçi bu
işler ve durumlar birbiriyle çeliştiğinde, nasıl tercih yapacağını da
öğrenmelidir. Bu itibarla zamana uygun bir iş hali veya mekânı bozabilir.
Bunlardan her birisi için aynı ihtimal geçerlidir. Böyle bir durumda hangisini
tercih edeceğine bakıp tercihine göre hareket etmelidir. Bu da onun imanının
kadrine bağlıdır. Şöyle bir misal verebiliriz: Zaman kendi haliyle iki durum ge
rektirir ve bunlar bir şahıs adına
uygun olabilir. Zaman her ikisini beraber yapmaya yeterli değildir. Bu durumda
o ikisinden daha uygun olana yönelmek ve kendisiyle istişare eden kişiye onu
göstermek lazımdır. Aynı şekilde bir şahsın halinde (Hakkın emrine) muhalefet
ve inatçılık görebilir. Nasihatçi inatçıya maslahatının bulunduğu işi gösterse
bile o kişi onun tersini yapacaktır. Böyle bir durumda nasihatin gereği kişiye
nasihatte bulunmak değil, aksine işin tersini göstermek ve işaret etmektir. Fakat
bu durum -kişi inatçı ve muhalefet ediciykenişin onu yapmak ve maslahatın
bulunduğu o işle sınırlı olması durumunda mümkündür. Böyle bir durumda
nasihatçi uygun olmayan bir işi ona gösterir, o da bunun tersini yapar ve
doğruyu ve gerekeni yapmış olur. Bana göre işin doğrusu onu kendi haline
bırakmaktır. Bazı insanlarla aramda böyle bir hadise gerçekleşmişti. Onlara
kendilerinden istemiş olduğum hayrı yapmalarını söylemiştim, onlar ise başka
bir şey istiyorlardı. Ben de kendi istediklerini yapmamalarını işaret ettim.
Benim işaret ettiğimi yapmada büyük menfaaderi varken yapmadılar ve yapmalarını
istemediğim işi yaptılar. Burada da herkesin fark etmediği gizli bir nasihat
vardır. Bu davranış ‘siyaset ilmi’ diye isimlendirilir. Çünkü işaret yolunu
seçmekle maslahat yolunun dışına çıkmış katı nefisler eğitilir ve yönetilir. Bu
nedenle şöyle dedik: ‘Allah Teâlâ’nın dininde nasihat eden kişi pek çok
bilgiye, akla, doğru ve güzel bir düşünceye muhtaç olduğu gibi mizacı ve ahlakı
mutedil olmalıdır.’ Bu özellikler bir kişide bulunmazsa doğrudan daha çok hata
yapmaya açıktır. Güzel ahlak içerisinde nasihatten daha ince, gizli ve büyük
bir iş yoktur. Bu hususta Kitabu’nNesaih (Nasihatler Kitabı) diye
isimlendirdiğimiz ve içerisinde itimat edilen ve edilmemesi gereken hususları
ele aldığımız küçük bir kitabımız vardır. Kitabın büyük kısmı insanların
itimat ettiği (ve gerçekte edilmemesi gereken) hususlarla ilgilidir, fakat
onlar bunu bilmez.
Tavsiye
İki namaz arasında bulunan vakit
içinde halini murakabe etmelisin. Her halükarda iki namaz arasındasın, çünkü
vakit döner durur. Öğlen ve ikindi arasındaki vakit iki namaz arasındaki bir
vakit olduğu gibi ikindi ile akşam, akşam ile yatsı, yatsı ile sabah, sabah ile
öğlen arasında bir zaman dilimi yardır. Zaman döner ve öteki vakit gelir. Bir
namazın vakti çıktığında, öteki namazın vakti girer. Bunun istisnası sabah namazıdır;
öğle namazının vakti sabah namazının vaktinin çıkmasıyla gelmez. Bu konuda
herhangi bir görüş ayrılığı yoktur. Karanlık ile sabah vakti arasında boşluk
bulunup bulunmadığında ise görüş ayrılığı vardır. Bununla beraber öğle vakti
mudaka sabah vaktinin çıkmasından sonra gelir ki bu zorunludur Demek ki
herhangi bir namaz vakti öncekinin vakti bitmeden girmez. Giren vakit her zaman
çıkanın ardından gelir. Bazen güneşin doğumundan sonra ve zeval vaktine kadar
sabah namazının edası olabilir. Ardından öğle vakti gelir. Mesela insan
sabahın ilk rekâtını güneşin doğumundan önce kılmaya başlar. Bu durumda Şâri
ona sabah vaktine ulaştığını söyler. Ardından üzerine güneş doğar ve bu esnada
sabah namazının ikinci rekâtına başlamıştır. Kıraati güneşin zeval vaktine
ulaşmasına kadar uzatsa caizdir. Bu durumda içinde bulunduğu vakit onun için
sabah vaktidir ve kişi namazını vaktinde eda etmiştir. Öyle biri için sabah
vakti öğlen vakti girinceye kadar çıkmamıştır. Bütün namazlarda durum
böyledir. Namaz vakitleri hususunda alimler arasında bir takım görüş
ayrılıkları vardır ki biz de bu konularda görüş ayrılığı bulunduğuna dikkat
çekmek üzere bunu belirttik. Bu itibarla arada bir boşluk ve lağv (boş söz)
olmaksızın bir namazın diğer bir namazın ardından gelmesi caizdir. Şâri iki
namaz arasında kendisinde namazın bulunmadığı bir zaman yaratmıştır ki o zaman
lağv zamanı veya namazın terki vaktidir. Burada ‘lağv5 veya onun
terki dedik, bunun nedeni, bir hadiste ‘arada bir lağv olmaksızın bir namazın
ardından kılınan namaz illiyyînde yazılır’ denilmesidir. Nafileden sonra
nafile namazı kılmak veya farzdan sonra nafile, nafileden sonra farz, farzdan
sonra farz kılmak da bu hadisin kapsamına girer. Boş söz anlamındaki lağv,
sakıt olmuştur ve onun teraziye girmesi söz konusu değildir. Kastedilen mubah
sözlerdir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem namaz kılıp sonra ona başka
bir namaz ekleyip iki namaz arasında söz veya amel olarak mubah hiçbir şey
yapmayan bir adamdan söz etmiştir. O adam teraziye giren zikir veya zikrin
dışındaki mendub ve müstehab işlerle ilgilenir, sonra diğer namazı kılar. İşte
böyle bir amel illiyyîn mertebesine yazılır. Çünkü o kişi iki namaz arasında
hiçbir şekilde boş söz söylememiştir. Böyle insanları bulmak pek çetindir.
Artık günümüzde insanların halleri arasından en çok övüleni -lehinde veya
aleyhinde olmaksızınmubah işleri yapanların halidir, insanların hakim halleri,
mekruh veya haramlarla ilgilenmektir. Bu nedenle iki namaz arasındaki zamanı
gözetmeni tavsiye ettim. Bu konuda kimsenin dikkat çekmediğini gördüm; gerçi
dikkat çekmiş ve bize ulaşmamış olabilir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem bu hususlara dikkat çekmiştir. Zaten biz de bu bilgiyi ondan aldık.
Tavsiye
Farz namazları ezanın okunmasının
ardından cemaatle eda etmek gerekir. Mescider farz namazlar kendilerinde
kılınsın diye mescit sayılmışken ezan da mescitlere gidilsin diye okunur. Bu
da Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin bir sünnetidir. Maksat dini
hakkıyla uygulamak ve dinde tefrikaya düşmeden birliği temin etmektir. Bu
sebeple insanlar farz namaz hakkında görüş ayrılığına düşmüşlerdir. İnsan
cemaate gidebilecek bir durumda iken tek başına evinde kılabilir mi, kılamaz
mı? Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in sünnetini terk eden kişi, hiç
kuşkusuz, dalalete düşmüştür. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem bir işi
kendisine uyulsun diye sünnet kılmıştır. ‘Hakkın
dışında dalaletten başka ne olabilir ki? Nasıl da yüz çevirirsinizT5360
Sen de farzları ısrarla yerine getir, bil ki bütün yeryüzü mescittir.
Yeryüzünün neresinde bir cemaat teşekkül etmiş olsa, onlar mescitte cemaat
olmuş sayılırlar. Bu nedenle evindeki mescitte cemaat halinde namaz kılanın
ezan okuması lazım iken kâmet getirmek de ezan sayılır. Onun kamet diye
isimlendirilmiş olması, namaz kılanın o özel ezan esnasında namaza
kalkmasından kaynaklanır; iki ezan arasındaki fark namaza kaldırmaktır. Ezanın
anlamı bildirmektir. İnsanlar vaktin girmesiyle ilgili birinci ezanın adını
böyle muhafaza etmişlerdir. Birinci ezan vaktin girişini bildirirken ikinci ve
kamet anlamındaki ezan da namaza durulduğunu bildirir; böylece birinci ezandan
iki kez söylenen £kad kâmet essalah (namaza duruldu)’ ifadesi ile
ayrışır.
Tavsiye
Evvabin namazını kılmalısın. Bu namaz
insanların çoğunun gafil kaldığı vakitlerde kılınan bir vakittir. Bu vakider
kuşluk ile zeval vakti arasmda veya ikindi ile öğlen, akşam ile yatsı namazının
son vakti arasındaki vakittir. Teheccüde de devam etmelisin. Teheccüd yatsı
namazını kıldıktan sonra gecenin başında uyuyup namaza kalkmaktır. Namazın
ardından fecir doğuncaya kadar tekrar uyur sonra namaza kalkarsın. Fecir
doğunca iki rekât fecir namazı kıl, sonra sağ yan üzerine uyumaksızın uzan.
Sonra sabah namazına kalk. Vitir namazını teheccüd vaktinde on üç rekât olarak
kıl, çünkü Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem öyle yapardı. Teheccüdde ilk
iki rekâtı uzatır, sonra ikisini daha kısa yapar, her rekâtın birincisini
önceki iki rekâttan birisi kadar yapardı. En sonunda tek
başına vitir -yani tek kılıncaya
kadarher rekâttan ikinci rekât, birinci rekâtın yarısı kadar veya buna yakın
olmalıdır. Dilersen rekâtın sonunda selam verir, dilersen beş, yedi, dokuz
rekât kılıp selam verirsin. Bunların hepsi mümkündür. Akşam namazına
benzeyeceği için üç rekâtta selam verme! Bu konuda yasaklama bildiren bir
rivayet vardır. Aynı şey tek rekât için geçerlidir. Böyle bir namaz ‘betîra’
diye isimlendirilir. Gücün ölçüsünde tartışmalı konulardan uzaklaşmalı ve
görüş birliği bulunan hususlara yönelmelisin. Bununla beraber Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’in vitri üç rekât olarak kıldığı sabittir. Üç rekât
kıldığında, ancak sonunda otur ve selam ver. Böyle yaparsan kendisini akşam
namazından ayırırsın.
Geceleyin namaza kalkıp abdest
aldığında, uzun olmayacak şekilde iki rekât namaz kıl. Ardından sana
açıklandığı üzere gece namazına başla. Teheccüde kalktığında uykudan tam
uyanabilmek için gözlerini ellerinle ovuştur, sonra da şu ayeti oku: ‘Göklerin ve yerin
yaratılışında, gece ve gündüzün
peş peşe gelmesinde akıl sahipleri için ayet vardır.’361 Bu ayetleri tamamen okumalısın.
Sonra kalk, abdest al, namazını kısa iki rekâtla aç, ardından elinizdeki
kitabın namaz bahsinde zikrettiğimiz şekilde gece namazına ve zikirlere başla.
Onları iyice düşün, Allah Teâlâ izin verdiği ölçüde (namazın ve zikirlerin)
bâtınî anlamlarını da düşün. Evvabin namazının mevsimler ısındığında (kılındığı
sabittir). Güneşin tam tepede bulunduğu istiva vaktinde veya güneş batıncaya
kadar ikindiden sonra, sabah namazının ardından da güneş doğana kadar namaz
kılma. Namazları cemaatle kıl. Cemaatle kılınan namaz tek başına kılınan namazdan
yirmi yedi kat daha sevaplıdır. İşrak vaktinde sabahın ilk namazında dört
rekât olarak kıl. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Gece
ve işrak vakti tespih ederler.’362 Tespih bir Arap olan Abdullah İbn
Ömer’in sözüne binaen nafile demektir. Sefer hakkında şöyle der: ‘Nafile
kılıyor olsaydım (lev küntü müsebbih),
tamamlardım.’
Sonra kuşluk namazı sekiz rekâttır ve
işrak namazının ardından kılınır. Öğlenin öncesinde ve güneşin tepe
noktasından batıya doğru meylettiği zeval vaktinden sonra dört rekât, öğleden
sonra dört rekât, ikindiden önce dört rekât, akşam namazının ardından altı
rekât, sonra on üç rekât vitir kılmak lazımdır. Bu rekâtlar arasında fecir
namazı da vardır ki geride on bir rekât kalır. O da gece namazıdır. Sünnete
uymak ve tâbi olmak isteyenin böyle hareket etmesi gerekir. Bir rivayette akşamdan
önce iki rekât denilir. Bunu artırabilirsin, çünkü (nafile) namaz tam olarak
belirlenmiş değildir; dileyen azaltabilir, dileyen çoğaltabilir.
insan namazda Rabbiyle konuşur. Allah
Teâlâ ile konuşmak ve bu konuşmayı çoğaltmak, insanın en şerefli halidir.
Sadaka ve orucu tavsiye etmeye gelirsek,
daha önce zekât bahsinde bunlardan söz edilmiştir. Elinizdeki kitabın oruç ve
hac bahsinde de bu konular ele alınmıştı.
Tavsiye
Yemek yerken ve içerken vera sahibi
olman gerektiği gibi konuşurken de vera sahibi, yani kuşkulu sözlerden uzak
durman gerekir. Vera haram ve kuşkulu işlerden uzaklaşmak demektir. Kuşku veya
şüphe insanın gönlüne sıkıntı veren şeydir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem’in şöyle buyurduğu aktarılır: ‘Günah gönlüne sıkıntı veren şeydir.’ Allah
Teâlâ ehli olan bir alim şöyle demiştir: ‘Bana veradan daha kolay gelen bir şey
görmedim. Bir şey nedeniyle nefsime ağırlık geldiğinde, hemen onu terk
ediyorum.’ Bir rivayette şöyle denilir: ‘Sana kuşku vereni, kuşku vermeyene
bırak.’ Başka bir rivayette ‘Müftüler sana fetva verse bile fetvayı kalbine
sor!’ Yani müftüler sana bir şey helaldir deseler, içinde ise o konuda bir tereddüt
bulursan, ondan sakınman gerekir. Böyle yapmak senin için daha uygundur, yoksa
onu haram saymazsın. Binaenaleyh salih yola uyman lazımdır. O yol peygamberlerin
yoludur. Başka bir ifadeyle salih yol, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e
kendilerine uymak emredilmiş olan izlerini takip etmektir. Bu durum ‘Allah
Teâlâ’nın hidayet ettiği kimselerdir onlar, sen onların hidayetlerine uy’363
ayetinde belirtilir. Aynı şekilde salih ve iyi bir yönelim içinde bulunup
bütün işlerinde orta yolu takip etmen lazımdır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem’den gelen bir rivayette salih hidayetin ve doğru yönelmenin ve itidalin
peygamberliğin yirmi beşte birlik parçası olduğu söylenmiştir. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’in acele etmenin veya koşmanın gerektiğini söylediği
durumların dışında aceleden uzak kalmalısın. Misal olarak ilk vaktinde namazı
kılmak, misafiri ağırlamak, ölüyü kefenlemek ve defnetmek gibi durumları
verebiliriz. Daha doğrusu ahirete ait bütün işlerde acele etmek yavaş
davranmaktan üstündür. Buna mukabil dünya işlerini ağır ve geciktirerek yerine
getirebilirsin. Çünkü dünyadan kaçırdığın bir iş nedeniyle pişman olmaz, aksine
mutlu olursun. Ahiret işlerini kaçırdığında pişman olursun. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’in şöyle dediği aktarılır: ‘Ahiret işlerinin
dışında her işte ağır olmak gerekir.’ İmam Müslim Rasûlullâh sallallâhü aleyhi
ve sellem’in Abdulkays el-Eşecc’e şöyle dediğini aktarır: ‘Sende Allah
Teâlâ’nın ve peygamberin sevdiği iki özellik var.’ ‘Onlar nedir?’ diye
sorduğunda, şöyle cevap vermiştir: ‘Gücün yettiği halde bağışlamak ve teenniyle
hareket etmek.’ Bağışlamak derken kendine karşı suç işleyeni bağışlamayı,
teenni ile hareket derken de dünya işlerinde ve nefsin arzularında ağır
davranmayı kasteder. Bununla beraber sorumlu olduğun bir ailen olunca, onlar
hakkında ciddi ve titiz davranmalısın. Yoksul ve ailesi için çalışan insan Allah
Teâlâ yolunda cihat eden mesabesindedir. Sen de Allah Teâlâ’nın genel
olarakseni mükellef tuttuğu işlerde hayırlı bir çoban olmalısın. Hükümdar bir
çoban olduğu gibi her çoban güttüklerinden mesuldür; yönettiklerine nasıl
davrandığı, onlara davranırken Allah Teâlâ’dan çekinip çekinmediği
sorulacaktır. İnsan ailesi üzerinde bir çobandır, kadın kocasının evi ve
çocukları üzerinde bir çobandır, köle efendinin malı üzerinde çobandır.
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem’in adı söylendiğinde veya yanında adı zikredildiğinde, salâvat
getirmekten gafil kalma! Salâvat getirirsen cimrilikten korunmuş olursun. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’in şöyle dediği aktarılır: ‘Cimri kişi yanımda adım
söylenmişken salâvat getirmeyendir.’ Sadece cimri adı verilmiş olsa bile, bu da
en kötü ve kınanmış niteliklerden birisi olarak sana kâfidir. Burada cimriliğin
anlamı, insanın kendisine karşı yaptığı cimriliktir. Çünkü Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’den gelen bir rivayette, Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellem’e bir kez salât ve selam getirene Allah Teâlâ’nın on kere
salât getireceği söylenir. Demek ki her kim Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem’e salât ve selam getirmezse; Allah Teâlâ’nın salâtından kendini mahrum
bıraktığı için nefsine karşı cimrilik yapmış demektir. Bir kez salâvat
getirdiğinde, Allah Teâlâ ona on kez ya da daha fazla salât getirecektir.
Tavsiye
Allah Teâlâ rızası için bir şeyden
çıktığında veya ondan uzaklaştığında, bir daha ona dönme. Allah Teâlâ’ya söz
verip ahdettiğinde onu bozma, verdiğin sözü ihlal etme, geçersiz kılma;
hayırlı bir nedenle bile olsa, sözünü bozma! Verdiğin sözü bozmanı gerektiren
böyle bir düşünce şeytanî bir düşüncedir. Sen hem Allah Teâlâ’ya verdiğin sözü
yerine getir, hem de birincisini yerine getirmesen bile şeytanın sana
getirdiği düşünceden başka bir hayır yap! Şeytanın maksadı verilmiş sözden
sonra Allah Teâlâ’ya verdikleri sözü bozanların niteliğini sana
kazandırmaktır.
Sıla-i rahim yapman gerekir. Sıla-i
rahim Rahman’ın dalıdır. O sayede bizimle Allah Teâlâ arasında bağ ve nesep
gerçekleşir. Kim sıla-i rahim yaparsa, Allah Teâlâ onu kendine kavuşturur; kim
onu keserse, Allah Teâlâ da onu kendinden uzaklaştırır. Bir konuda seninle
istişare edilirse, hiç kuşkusuz, istişare eden kişi sana emniyet duymuştur,
sen de bu emniyete karşı hainlik yapmamalısın. Evlilik hakkında seninle
istişare edilirse, hakkında soru sorulan hanıma dair bildiğin ve söylediğinde
kişinin üzülmesine yol açacak bilgiyi verebilirsin. Böyle bir hatırlatma
kınanması gereken bir gıybet değildir. Kuvvetli vera sahibi olup da o kadın
(veya erkek) hakkında vereceğin bilgi nedeniyle gönlünde sıkıntı oluşacaksa,
kötü olduğunu bildiğin hususu söylememelisin. Buna mukabil genel bir ifade
söyleyebilirsin. Misal olarak ‘sizin onunla evlenmeniz uygun değildir’ diyebilirsin
ve bu kadar açıklama kâfidir. Senin gözünde o kadının kınanmasına yol açan
durumun -hal karinelerine bakarakonunla evlenmek isteyenlerin gözünde bir sorun
teşkil etmediğini anlarsan, onlara vaziyeti bildirmemek (istişarede) hainlik
anlamı taşımaz. Çünkü senin kötü gördüğün o vasıf ve durum, onunla evlenmeye
niyetlenmiş kimsenin gözünde kötü değildir. Böyle bir tavır insanların
hallerini bilmeye bağlıdır. Böyle bir durum Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem’in hadislerinin isnat zincirleriyle ilgili bir hadisede geçer. Ahmed b.
Hanbel Yahya b. Main’e şöyle demişti: ‘Gel! Allah Teâlâ yolunda dedikodu
yapalım.? Binaenaleyh istişare edilen kişi güvenilir olmalıdır.
Altın ve gümüş kaplarda yemekten ve
içmekten sakınmalısın. Etrafına şarabın veya haram bir yiyeceğin konduğu
herhangi bir sofraya oturmaman lazımdır. İpek elbise ve altın kullanmaktan
sakın. Bunlar erkeğe yasakken kadına helaldir. Seni üzen bir rüyanın ardından
uyandığında, üç kere soluna tükürerek ‘gördüğüm rüyanın şerrinden Allah Teâlâ’ya
sığınırım’ de! Sonra da rüya esnasında üzerine yattığın tarafı değiştirerek
başka bir yanın üzerinde yat. Gördüğün kötü rüyayı ise anlatmamalısın. Kötü
rüyayı anlatmazsan sana zarar vermez. Öyle bir rüyayı içinde sakla ki, delilini
görebilesin. İnsanların çoğu öyle bir rüyadan Allah Teâlâ’ya sığınsalar bile
gördüklerini konuşurlar ve anlatırlar. Bir rivayette rüyanın kuşun ayağına
bağlı olduğu söylenmiştir; anlatlınca bağdan çözülür.
Güzel koku kullanman gerekir, güzel
koku kullanmak sünnettir. Erkekler kokusu yayılan fakat rengi gizlenen kokuları
tercih etmelidir. Kadın ise kokusu gizli fakat rengi açık bir koku
kullanmalıdır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in hadisi bunu böyle
beyan eder. Her namaz ve abdest için veya evine girerken misvak kullanman
gerekir. Misvak ağzı temizlerken Rabbin rızasını kazandırır. Bir hadiste şöyle
denilir: ‘Misvakla kılınmış bir namaz misvaksız kılınan namazdan yetmiş kat
daha sevaplıdır.’ Hadisi et-Terğibfi-Fedaili’l-A’mal isimli
kitabında İbn Zencevi aktarır. Kötü yemin etmekten uzak durman gerekir. Çünkü
öyle bir yemin insanı günaha batırır. İnsanlar böyle bir yeminin kefareti
hakkında görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Bir kısmı onu yeminlerin kefaretine
katmışken bir kısmı öyle bir yeminin kefareti olmadığını söylemiştir.
Kastedilen üzerinde vacip olan başkasına ait bir hakkı ihlal etmeni sağlayan
yeminlerdir. Burada hakkın zorunluluğu hakkında kendisini inceleyip derinden
kavrayanın anlayabileceği ince ve sırlı bir mesele vardır: Acaba Hakk ne zaman
ve hangi özellikte zorunlu olur? Bunu insanlara açıklamamı engelleyen husus
kötülüğün önüne geçmek arzumdur. Aksi halde cahil insan bu konuda tevile
kalkar ve bizim zikretmiş olduğumuz kısmı aşar, farkında olmadan günaha düşer.
Çünkü fakihler işaret ettiğimiz veya söylediğimiz bu yönün farkına
varamamışlardır.
Kur’an-ı Kerim üzerinde tartışma
yapmaktan sakınmalısın. Öyle bir davranış -hadis-i şerifin buyruğuylaküfür
addedilmiştir. Kastedilen Kur’an-ı Kerim’in hadis veya kadim midir veya
Mushaflarda yazılmış ve telaffuz edilerek okunmuş kısmıyla Allah Teâlâ’nın
kelamı mıdır, değil midir? tartışmasıdır. Böyle bir konuda konuşmak ve söz
söylemek Allah Teâlâ’nın ayetleri hakkında tartışmak demek iken aynı zamanda
Kur’an-ı Kerim hakkında cidal ve tartışmak anlamına gelir. Böyle bir tartışma ‘Allah
Teâlâ’nın ayetleri hakkında tartışanları gördüğünde başka bir söze geçinceye
kadar onlardan yüz çevir’364 ayetine eleştirilen tartışmaya
dahildir. Onların konuşmasını ‘söz’ diye ifade etmiştir, hâlbuki hakkında
konuştukları şey Kur’an’dır. Kur’an’ın dışında ayetleri kastetmiş olsaydı, hiç
kuşkusuz, ayet zamirini veya ayetler (dişi zamir) ifadesini kullanırdı. Demek
ki eril zamir kullanmış olmasının Kur’an ayetlerini kastetmenin dışında bir anlamı
yoktur. Kur’an Allah Teâlâ’nın haberiyken haber de söz demektir. Ayette ‘Onlara
zikir geldiğinde’ ve ‘Biz zikri indirdik’365 demiştir. Zikir söz demektir.
Tavsiye
Yapabildiğin
ölçüde öfkeni tutmaya çalış; öfke şeytandandır. Öfkeliysen sesini yükseltme, o
da şeytandandır. Namazda hapşırmak şeytandan iken namazın dışında şeytandan
değildir. Falcılıktan uzak dur, kastedilen taşlarla oynamaktır. Şâir şöyle
der:
Yemin
olsun ki taşlarla oynayanlar bilmiyor Uğursuzluk sayanlar da bilmiyor; Allah
Teâlâ ne yapacak onlara!
Bir
şeyi uğursuz saymak veya falcılıktan sakınman gerekir. Falcılık ve uğursuz
saymak kötülük olarak insana yeter. Buna mukabil tefe’ül yapabilirsin. Tefe’ülü
olumsuz saymak ise insana zarar verir. Mescide tükürme! Farkında olmadan
yapmışsan üzerini ört (onu temizle). Tükürmek üzere veya abdest bozmak üzere
kıbleye yönelme. Küçük veya büyük abdesti bozmak üzere de kıbleye dönme.
Kıbleye saygı göstermek peygamberlik adabındandır. Yemeğe niyetlendiğinde,
yemeden önce ve sonra ellerini yıkamalısın. Yemekten sonra bir de ağzını
çalkamalısın. Cariyen veya kölen olduğunda onlara karşı iyi davranmalısın;
güçleri yetmeyecek işlerle onları sorumlu tutmamalısın. Öyle bir işle sorumlu
tuttuğunda ise kendilerine yardım etmelisin; çünkü ‘köleler kardeşlerinizdir’.
Sadece Allah Teâlâ onları sizin mülkünüz haline getirmiştir, yoksa herkes
Adem’in oğullarıdır. Bu itibarla köleler bizim kardeşlerimizdir. Köleler
hakkında Allah Teâlâ’nın (hukukunu) gözetmelisin. Bilmelisin ki, sen de
kıyamette kölelerden dolayı hesaba çekileceksin. Suç karşılığında birini
cezalandırırsan, bilmelisin ki, Allah Teâlâ kıyamette köleyi ve efendiyi önüne
alacak, işlediği suça ve efendinin suça verdiği cezaya karşı her ikisini hesaba
çekecektir. Suç ile ceza birbirine denk ise tamam; ceza suçtan fazlaysa, köle
adına efendiden hakkını alacaktır. Böyle bir durumda üç kırbaçtan fazla ceza
vermemen gerekir. Daha artırman gerekirse, en çok ona kadar çıkabilirsin. Allah
Teâlâ’nın belirlediği cezaları uygulamada artış söz konusu olamaz, onun
sayısını Allah Teâlâ belirlemiştir, sen o sayıyı aşamazsın. Bir suça karşılık
köleyi bağışlamak, senin için daha uygun ve ihtiyadı bir davranıştır.
Bir
kavmin evine girerken üç kez izin istemen lazımdır; izin verilirse girer,
verilmezse dönersin. Seni fark etmedikleri bir yönden, kardeşinin evine
bakmaman gerekir. Öyle bir yerden kardeşinin evine bakınca, içeri girmiş
sayılırsın. Hâlbuki izin, görmekle ilgili olarak emredilmiştir. Allah Teâlâ
şöyle buyurur: ‘Ey
iman edenler! İzin verilinceye kadar başkalarının evlerine girmeyin.’366 Başka bir ayette şöyle denilir: ‘Size, izin verilene kadar evlere girmeyin.
Geriye dönün denildiğinde de geriye dönün.’367 Hadiste izin talebinin üç kez olacağı
zikredilmiştir. İzin verilirse içeri girersin, yoksa geriye dönmek gerekir.
Hayvanın boynuna zil takmaktan sakın! Zil takılı bir hayvandan melekler
kaçarlar. Bu konuda Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemden gelen bir hadis
vardır. Mekke’de İbnu’l-Esad denilen ve Ebu
Medyen’in
arkadaşlarından olan keşif ehli biri vardı. Becaye’de Ebu Meyden ile arkadaşlık
yapmıştı. Bir gün tavaf ederken meleklerin de insanlarla beraber tavaf
ettiğini müşahede etmiş. Onlara bakarken melekler bir anda tavafı bırakmış,
sürade Kâbe’nin dışına çıkmışlar. Bunun sebebini anlamamış. Bir anda Kabe’de
hiçbir melek kalmamış. Biraz sonra boyunlarında ziller takılı olan develerin
insanlara su vermek üzere çobanlarıyla beraber Kabe’ye girdiklerini görmüş.
Develer dışarıya çıktıklarında melekler tekrar geri dönmüş. Zilin şeytanın
çalgı aleti olduğu aktarılmıştır.
Sana
yapacağım bir tavsiye de kendini Allah Teâlâ’ya satarak cehennemden azat
olmanı sağlamandır. Bunu ancak yetmiş bin kere ‘La-ilahe illAllah Teâlâ’
diyerek yapabilirsin. Yetmiş bin kere bu cümleyi söylediğinde, Allah Teâlâ onun
karşılığında seni cehennemden azat eder. Veya kimin adına bu zikri yaparsan Allah
Teâlâ onu cehennem ateşinden azat eder. Bu konuda Rasûlullâh sallallâhü aleyhi
ve sellem’den gelen bir rivayet vardır. Ebu’l-Abbas Ahmed b. Ali b. Meymun b.
et-Tevzeri -ki Kastalani diye bilinirMısır’da bu konuda bana şöyle demişti:
Şeyh Ebu’r-Rebi’ el-Kefıf el-Malikî bir yemek sofrasındaydı. Bu zikri yapmış,
fakat kimseye bağışlamamıştı. Sofrada onlarla beraber salihlerden keşif sahibi
bir delikanlı varmış. Delikanlı elini yemeğe uzattığında ağlamaya başlamış.
Oradakiler ‘niçin ağlıyorsun?’ diye sorduklarında şöyle demiş: ‘Cehennemi
görüyorum, annemin orada olduğunu görüyorum. Bu nedenle yemekten elimi çektim
ve ağlamaya başladım.’ Şeyh Ebu’r-Rebi’ şöyle demiş: ‘İçimden şöyle dedim: Allah
Teâlâ’m kelime-i tevhidi yetmiş bin kez söylediğim sana malumdur. Okuduğum
kelime-i tevhidi bu delikanlının annesinin ateşten azat olması için
bağışlıyorum.’ Bunu içimden söylemiştim. Çocuk hemen şöyle dedi: ‘Allah
Teâlâ’ya şükür! Annemin cehennemden çıktığını gördüm, fakat niçin çıktığını
bilmiyorum.’ Çocuk muduluk içinde oradakilerle beraber yemeye başladı. Bu
çocuğun keşfiyle Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in hadisi benim için
sahih olduğu gibi hadis sayesinde de çocuğun da keşif sahibi olduğunu öğrenmiş
oldum.’ Ben bu hadise göre amel ettim. Hadisin bereketini eşim öldüğünde
kendisinde tecrübe ettim.
İnsanların
arasını bulman lazımdır; ara derken kastedilen ayrılıktır. İnsanların arasını
bulmak Kitap’ta belirlenmiş bir iyilik ve hayırdır. Allah Teâlâ bunu teşvik
etmiş, hatta kâfirler barışa yöneldiklerinde barışı kabul etmeyi Müslümanlara
emretmişlerdir. Hal böyleyken birbirlerine küsen Müslümanları barıştırmak daha
önemlidir. Ara bozmaktan sakınmalısın; kastedilen birliktir. Böyle bir
davraniş günahtır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem (berber anlamına da
gelen halika) bozgunculuğun iyilikleri tükettiğini bildirir. Berber
saçları kestiği gibi bozgunculuk da iyilikleri keser ve yok eder. Allah Teâlâ
şöyle der: ‘Sizin aranızı
bölmüştür.’36*
Burada ‘ara’ derken kastedilen vuslat ve beraberliktir. Bu itibarla ara
kelimesi dilde zıt anlamlı kelimelerden birisidir.
Dostum! Kölene yediğinden yedir, giydiğinden giydir,
onun değerini gözet, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in onlar hakkında
söylemiş olduğu sözü dikkate al. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘Onlar
sizin kardeşlerinizdir, Allah Teâlâ onları sizin kudretinize vermiştir’ der.
Bir kardeşi tasarrufunun altında bulunan insan kardeşine yediğinden yedirir,
giydiğinden giydirir. Beden sağlığını ve dünya işlerinden uzak kalmayı bir
nimet saymalısın. Allah Teâlâ’nın sana ihsan ettiği iki nimeti (boş vakit ve
sağlık) Allah Teâlâ’ya itaatte kullanman gerekir. Beden sağlığının veya dünya
gamlarından zihninin boş olmasının gayesi, Allah Teâlâ’ya itaat etmek, O’nun
kurallarını uygulamak olmalıdır; aksi halde sağlık ve boş vakit aleyhine
delildir. Allah Teâlâ’nın senin hasmın olmasından sakın. Her sabah yüz kere şu
zikri söylemelisin: ‘Subhanallahi ve bihamdihi Subhanallah el-azim (Allah Teâlâ’yı
tenzih ederim, O’na hamd ederim, Allah Teâlâ’yı tenzih ederim, O yücedir.)’ Bu
zikir, üzerinde günah bırakmaz. .
Tavsiye
Organlarını muhafaza etmen ve
gözetmen gerekir. Organlarını başıboş bırakmak, kalbi yoran bir iştir. Şöyle
ki: İnsan organlarını serbest ve başıboş bırakıncaya kadar rahatlık içindedir.
Bazen insan güzel bir surete bakar, kalbi surete bağlanır, o suretin sahibi ise
kendisine ulaşılamayacak şekilde izzet sahibi olabilir. Bu durumda öyle birini
sevmek, insanı uykusuz bırakır, artık Mutlu ve rahat bir hayatı kalmaz. Bu hal
helal bir şeyde böyleyken kendisine bakmanın helal olmadığı birine bakınca
durum nasıl olabilir? Bu nedenle Allah Teâlâ bize organları kayıt altına
tutmayı emretmiştir. Gözlerin zinası bakmak, dilin zinası yasaklanmış şeyleri
konuşmak, kulağın zinası yasaklanan bir söze kulak vermek, elin zinası tutmak,
ayağın zinası yürümektir. Bu itibarla her organın zinası kendisine yasaklanmış
fiilin peşinde gitmektir. Yasaklanmış fiili yerine getirmek ise cinsel organın
zinası diye isimlendirilir. Bu itibarla bazı kimseler şöyle der: ‘Beni
tehlikelere düşüren dilimdir.’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle
der: ‘İnsanların çeneleri üzerinde ateşe düşmelerinin sebebi dillerinin
ürünleridir.’ Allah Teâlâ şöyle der: ‘O gün
dilleri, elleri ve ayakları yaptıkları hakkında şahitlik eder.’369 Mesela el şöyle der: ‘Beni şu işte
kullandı.’ Yani tutulması haram bir işte haksız yere beni kullandı. Ayak aynı
sözü söylediği gibi dil, göz ve bütün organlar aynı sözü söyler. ‘Hiç
kuşkusuz kulak, göz, kalp hepsi mesuldür.’370
İmam Müslim Muhammed b. Ebu Amr’dan, o da Süfyan’dan, o da Süheyl b. Ebu
Salih’ten, o da babasından, o da Ebu Hureyre’den aktarmıştır. Ebu Hureyre
şöyle der: ‘Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e kıyamet
günü ‘Rabbimizi görecek miyiz?’ diye soruldu. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem şöyle cevap verdi: ‘Canımı elinde tutan Allah Teâlâ’ya yemin olsun ki
Rabbinizi görürken birbirinize rahatsızlık vermeyeceksiniz. Allah Teâlâ kula
der ki: Ben sana ikramda bulunmadım mı? Seni efendi yapmadım mı? Evlendirmedim
mi? Sana atlar, develer amade kılmadım mı? Kul şöyle der: Evet, ya Rabbi! Allah
Teâlâ şöyle der: Bana kavuşmayacağını mı zannettin? Kul şöyle cevap verir:
Sana, kitabına ve peygamberlerine iman ettim, namaz kıldım, oruç tuttum, sadaka
verdim, gücüm yettiği kadar iyilik yaptım. Allah Teâlâ şöyle der: ‘İşte onlar
buradadır.’ Sonra ona şöyle der: ‘Şimdi sana bir şahit göndereceğiz.’ Kul
içinden ‘Bana karşı şahitlik edecek kimdir?’ diye düşünür ve bu konuda bir
karara varamaz. Sonra topuğuna ‘konuş’ denilir. Konuşmaya başlar. Sonra eti ve
kemikleri yaptıkları hakkında şahitlik ederler. Bu sayede kendi nefsi hakkında
mazeret beyan eder. Öyle biri Allah Teâlâ’nın gazap ettiği bir münafıktır.’
Dünyanın durumunu anlatan bir hadiste şöyle denilir: ‘Kişiye ailesinin
yaptığını kırbacının ve ayakkabısının bağı haber vermeden kıyamet kopmaz.’ Bunu
yorumlarken şöyle denilir: ‘İnek hadisesinde İsrail oğulları arasında
öldürülmüş birine Allah Teâlâ’nın hayat verdiği zikredilir. Ölüye ineğin bir
parçasıyla vurulmuştur. Bu durum ‘Ona bir parçasıyla vurun’371 ayetinde ifade edilir. Hâlbuki Allah
Teâlâ o parçayı belirlememiş ve tesadüfen topuğuyla ölüye vurmuşlardır.
Kardeşim! Deri ve organların aleyhinde şahitlik edeceği günden sakınmalısın.
Kendine karşı ölçülü ve insaflı ol, Allah Teâlâ katında sana teşekkür
edecekleri şekilde organlarına ölçülü davran! Biz bu durumu içerisinde
bulunduğumuz hallerde dünya hayatında açık bir şekilde müşahede ettik. Başka
bir ifadeyle organların konuşmasını açıkça gördük. Kul dince helal olmayan
işlerde onları kullandığında organ kendisine şöyle der: ‘Ey adam! Bunu yapma!
Beni sana yasaklanmış bir işi yapmaya zorlama, kıyamet günü senin aleyhine
şahitlik edeceğim. Beni aleyhine değil, lehine şahitlik yapacak birisi kıl,
bana iyi ve ahlaka göre davran.’ Adam gaflet halinde olur ve bu sözleri duymaz.
Bir fiil kendinden meydana geldiğinde organ şöyle der: ‘Rabbim! Ben bu adamı
engellemeye çalıştım, o ise beni dinlemedi. Allah Teâlâ’m! Onun benim vasıtamla
işlemiş olduğu günahtan ve hatadan sana sığınırım. Her durumda organları
serbest bırakmak, kalbin yorulmasına vesiledir. Çünkü Allah Teâlâ seni senin
için yaratmış, senden de kendine ayırdığı kısmı kalbin yapmıştır. Bir kalp
imanlı, veralı ve temiz iken O’nu sığdırabileceğini söylemiştir. Organlarının
tasarruflarıyla kalbini meşgul ettiğinde, Hakkın sende kendisine ayırdığı organ
hakkında gazaplandığı kişilerden olursun. Hakka haksızlık etmekten daha büyük
bir zulüm olabilir mi? Binaenaleyh Hakkı hasmın yapma! Susturucu delil Allah
Teâlâ’ya ait olduğu gibi Allah Teâlâ onu bildirmiş, her bakımdan yaratıklarına
karşı susturucu delilin nasıl ortaya çıkacağını bana göstermiştir. Bunun
açıklaması bilginin maluma tâbi olmasıdır. Bunu anlamalısın, daha açık bir
ifade mümkün değildir.
Tavsiye
Her namazda ya ezan okumalısın veya
ezan okuyan müezzinin sözlerini tekrarlaman gerekir. Ezan okuduğunda, sesini
yükseltmelisin. Çünkü kıyamet günü sesinin ulaştığı yerlerdeki yaş ve kuru her
şey müezzin lehine şahitlik edecektir, insan ezanda bulunan nimeti bilseydi,
onu asla terk etmezdi. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
‘İnsanlar ezan okumak ve birinci saftaki sevabı bilselerdi, onu paylaşabilmek
için aralarında kura çekerlerdi. Hicretteki sevabı bilselerdi, bu konuda
yarışırlardı. Sabah namazındaki sevabı bilselerdi sürünerek bile olsa ona
gelirlerdi.’ Bir insan ezan okumaz fakat ezanı duyarsa, müezzinin
söylediklerini söylemelidir. Müezzin bitirdikten sonra her kelimesinde ezanı
tekrarlarsa, bu dinleyici huzur ve huşuyla sözleri söylemiş olur. Bir gün ezan
okuyordum. Ezanda her cümleyi okuduğumda, Allah Teâlâ gözümden perdeyi
kaldırdı ve gözümün gördüğü yerlerde bulunan hayırları müşahede ettim. O
esnada büyük bir hayır ve iyilik gördüm. Akıl sahibi insanlar onu görselerdi,
her kelime karşılığında kendilerinden geçerlerdi. Bana şöyle denildi: ‘Bu
görmüş olduğun hayır ezanın sevabıdır.’ Dinleyiciye müezzin ezanı okurken her
kelimeden sonra sözlerinin benzerini söylemesini tavsiye ederiz ve bunu doğru
buluruz. Tirmizi, İbn Veki’den, o da İsmail b. Muhammed bCuhade’den bir hadis
aktarmıştır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet
edilir: ‘Kim la-ilahe illAllah Teâlâ, Allah Teâlâu ekber (Allah Teâlâ’dan başka
ilah yoktur, Allah Teâlâ pek büyüktür)’ derse, Rabbi onu tasdik ederek şöyle
der: ‘Benden başka ilah yoktur, Ben tek büyük olanım.’ Kim ‘Allah Teâlâ’dan
başka ilah yoktur, yalnızca O ilah’tır* derse Allah Teâlâ şöyle der: ‘Benden
başka ilah yoktur, sadece Ben ilahım.’ Bir kişi ‘Allah Teâlâ’dan başka ilah
yoktur, O’nun ortağı yoktur5 derse, Allah Teâlâ şöyle der: ‘Benden
başka ilah yoktur, benim ortağım yoktur.’ Kim ‘Allah Teâlâ’dan başka ilah
yoktur, mülk ve hamd O’na mahsustur’ derse, Allah Teâlâ şöyle der: ‘Benden
başka ilah yoktur, mülk ve hamd bana mahsustur.’ Kim ‘La ilahe illAllah Teâlâ
ve la havle ve la kuvvete illa billah (Allah Teâlâ’dan başka ilah yoktur,
O’ndan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur)’ derse, Allah Teâlâ şöyle der:
‘Benden başka ilah yoktur, benden başka güç ve kuvvet sahibi yoktur.’ Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem hadisin devamında şöyle der: ‘Kim Allah Teâlâ’yı
razı ederek bu sözü söylerse cehennem onu yakmaz.’
Ezan emri hakkında akıllı insanın
şunu bilmesi yeterlidir: Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem müezzinin
sesini duyanların onun söylediklerini tekrarlamasını emretmiştir. Böyle yapmak
ezan kabul edilir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in bu emri ve
teşviki, müezzini tekrarlayanın aynı sevabı alacak olmasından kaynaklanır.
Ezanı tekrarlarken insan kendisine ezanı öğretir ve ezanın suretiyle Rabbini
zikretmiş olur. Demek ki Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem insana pek çok
hayrın bulunduğu bir işi emretmiştir. Ezanı en kâmil rivayete ve zikri en çok
olan ifadeye göre okumak gerekir. Çünkü sevap zikrin çoğalmasıyla artar. Allah
Teâlâ şöyle der: ‘Allah Teâlâ’yı çokça zikreden erkek
ve kadınlar..’372 Başka bir
ayette ‘Allah Teâlâ’yı çokça zikredin’373 denilir. Bir rivayette şöyle
denilir: ‘İnsan çöl bir yerde bulunup yanında kimse bulunmadığı halde namaz
vakti girerse ezan ve kamet getirir. Ezan okuduğunda, dağlar kadar melekler
arkasında saf tutarak namaz kılarlar. Bir insanın cemaati böyle müminler iken
onun duası icabetsiz kalır mı? Biz de insanların kendisinden habersiz kaldığı
böyle davranışları yapmanı tavsiye ederiz. Akıllı insan Allah Teâlâ katında
sürekli bir hayrın bulunduğu böyle işleri yapmaktan habersiz kalmaz. Bunları
yapmak insanın kendisine merhameti demektir. Allah Teâlâ insanın kendisine
merhamet etmesini başkasına merhametten daha büyük bir iş saydığı kadar
kendine eziyet etmeni de başkasına eziyetten daha büyük bir günah saymıştır.
Başkasını öldürenin durumu Allah Teâlâ’ya kalmıştır; dilerse affeder, dilerse
cezalandırır, dilerse bağışlar. Kendini öldüren, yani intihar eden hakkında Allah
Teâlâ şöyle der: ‘Ona cenneti haram kıldım.’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem şöyle der: ‘Merhamet edenlere Rahman merhamet eder.’ Kim kendine
merhamet ederse, hidayet yolunu tutmuş, nefsiyle hevanın arasına girmiş olur. Allah
Teâlâ öyle birine sınırsız ve hadsiz bir şekilde özel rahmetiyle merhamet eder.
Çünkü o kendine en yakın komşu olan nefsine merhamet etmiş, başka bir ifadeyle Allah
Teâlâ’nın kendisinde onu yaratmış olduğu surete merhamet göstermiş, komşuluk
hakkı ile (ilahi) sureti gözetmek şeklinde iki güzelliği ve hayrı
birleştirmiştir. Nefsinin dışındaki her komşu, senden daha uzaktır. Bu nedenle
insan duaya önce kendisinden başlamalıdır. Bunun bir sebebi kendi hakkını
gözetmesinin gerekliliğiyken diğer bir sebep başkasına dua edenin içinde
başkasının ona muhtaç olacağı hakkında bir duygunun teşekkül etmesidir. Bu
itibarla insan başkasına dua ederken kendisinin muhtaç olduğundan habersiz
kalabilir, bazen nefsine bu sebeple beğenme ve böbürlenme duygusu gelebilir;
bu da büyük bir hastalıktır. Bu nedenle Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem
duada insanın önce kendisiyle başlamasını emretmiş, kendisinin muhtaç olduğunu
öğrenmesini temin etmiştir. Böylece başkasının ona muhtaç olduğu duygusu, kendini
beğenmek ve başkası üzerinde minnet sahibi olma duygusu ortadan kalkar. Ardında
muhtaç ve temizlenmiş bir halde başkasına dua eder.
Bu nedenle kulun duaya kendisinden
başlayıp ardından başkasına dua etmesi gerekir. Böyle bir dua kabule daha
yakındır. Böyle bir dua zorunluluk ve kulluğu ifade etmede daha halisane
sayılır. İnsanlar meseleye böyle bakmaktan habersiz kalmışlardır. Anne babadan
daha çok Hakk sahibi veya bir mümin üzerinde peygamberlerden daha Hakk sahibi
kimse olabilir mi? Bununla beraber dua edene Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem önce kendisini zikretmesini emretmiştir. Hz. Nuh şöyle der: ‘Rabbim!
Beni ve anne babamı bağışla, iman ederek evime giren erkek ve kadınları bağışla.’374 Hz. İbrahim şöyle demiştir: ‘Beni
ve çocuklarımı koru.’375 Hz. İbrahim
önce kendisini zikretmiştir. ‘Rabbim! Beni namaz kılanlardan et,
Zürriyetimden de.’376 Başka bir
ayette ‘Rabbim! Beni, anne ve babamı, müminleri hesap gününde
muhafaza et’377 denilir.
Burada da önce kendisinden başlamıştır. Başka bir ayette ‘Onlar
Allah Teâlâ’nın hidayet ettiği kimselerdir, sen onların hidayetlerine uy’378 denilir. Sana kıyamet günü Allah
Teâlâ katında içerdiği sevaplar nedeniyle ezan okumayı tavsiye ederim. Müezzin
kıyamet günü boyları en uzun kimselerdir. Bütün insanlardan farklı olarak o gün
müezzinlerin boyları uzatılır. Onlar Allah Teâlâ’nın ezanlarına karşılık olarak
ihsan edeceği nimederi ve iyilikleri görmek üzere boyunlarını uzatırlar. Bu
yorum kastedilenin uzunluk anlamındaysa geçerlidir. Kelime ihsan anlamında da
olabilir. Bu durumda müezzinler en faziletli kimselerdir. Boyun cemaat
anlamında da olabilir. Bu durumda müezzinler cemaat bakımından en faziletli
kimselerdir. Bu kelimeyi hemzenin kesre okunmasıyla (ifdal şeklinde) rivayet
edenlere göre ise ‘görmüş oldukları hayır nedeniyle müezzinler en ahlaklı ve
insanlara karşı ihsan sahibi’ olan kimseler sayılır. Çünkü müezzin vakitleri
muhafaza eder. Bu itibarla müezzin namazın vaktinin girmesiyle birlikte süratle
namaz vaktini bildirir ve onun görevi vakti gözetmektir.
Tavsiye
Vali olduğunda insanlar arasında
hakkı uygula ve ‘hevaya uyma. Seni Allah Teâlâ’nın yolundan dalalete düşürür.’ Allah
Teâlâ’nın yolu peygamberlerin dilleriyle ve kitaplarında kullarına şeriat
yaptığı yoldur. ‘Allah Teâlâ’nın yolundan
saptıranların hesap gününü unutmalarına karşılık büyük azapları vardı r.’379
Allah Teâlâ kendisinde nefislerin hesaba; çekilmemiş olduğu dünya gününü
bildirmiştir. Çünkü ayette geçen unutmak terk etmek demektir. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle der: ‘Nefislerinizi hesaba çekilmezden önce
hesaba çekiniz.’ Allah Teâlâ bana bu hususta 586 senesinde İşbiüye’de büyük
bir müşahede gösterdi. Dünya günü aynı zamanda din günü demektir. Yani
cezaların tatbik edileceği ceza günü de demektir. ‘Onlara
yaptıklarının bir kısmı tattırılır ki, belki geri dönerler.’380 O da cezanın
ta kendisidir; bu, günahkâr kul hakkında ahiret cezasından daha iyi ve
üstündür. Çünkü dünya cezası hatırlatıcıdır ve o amel günü demektir. Ahiret ise
öyle değildir. Bu nedenle dünya hakkında ‘belki
dönerler’381 denilir.
Yani tövbe ederek Allah Teâlâ’ya dönerler. Demek ki ceza günü ahiret günü demek
iken aynı zamanda dünya günü demektir. Bu itibarla onun dünya günü olması daha
faydalıdır. Hakka göre hüküm ver! Allah Teâlâ kulları için belirlediği şeriata
göre dünyada hakka göre hüküm vermişken ahirette de buyruğuyla hakka göre hüküm
verir. Bu itibarla dünyada üç kadı vardır, bunların birisi cennete, ikisi
cehenneme gider.
Allah Teâlâ basiret gözünü açıp
‘tövbe’ denilen bir dönüşle Hakka rücu etmeyi nasip ettiğinde, sana tavsiyem,
üzerinde bulunduğun hali dikkade incelemen ve bu esnada üzerinde bulunduğun
hayır ise ondan ayrılmamandır. Bir vali isen valililiğini sürdürmelisin; bekâr
isen o halde kalmalısın; eşin varsa onu boşama, ailenle beraber yaşamaya devam
et. Sonra yapmakta olduğun hayra göre Allah Teâlâ’dan sakınarak amele başla! Allah
Teâlâ’nın her durumda kendisine açılan bir yakınlık kapısı vardır. O kapıyı
çal ki, kapı açılsın. Kapının hayrından kendini mahrum bırakma. Hallerin en azı
günah işlediğin bir vakitte üzerinde bulunmuş olduğun halde bulunmalıdır. O hal
üzere sabit kalırsan, içinde bulunduğun hal seni över ve metheder. Ondan
ayrılırsan, lehinde değil, aleyhinde şahitlik eder, çünkü senden bir hayır
görmemiştir. Burada herkesin dikkat çekmediği ince ve latif bir anlam vardır,
şöyle ki: Halin senin için ancak gördüğüne göre şahitlik eder; hayır görürse
hayra göre ve lehinde şahitlik eder. Zikretmiş olduğum meşru hayrın bulunduğu
işlere ulaşmaktan mahrum kalmayasın! Burada üzerinde bulunduğun mubah halleri
kastediyorum. Çünkü tövbe günahlardan hakka dönmek demektir, içinde Allah
Teâlâ’ya yaklaşma niyeti taşımadığın herhangi bir harekette bulunmaktan sakın.
Mubah bir işi işlerken onu Allah Teâlâ’ya yaklaşma niyetiyle yapmalısın; o
niyet o işin mubahlığına inanmandır. Bu nedenle onu yapmışsan onun karşılığında
sevap kazanırsın. Günahı işlerken bile onun günah olduğuna inanarak niyet
sahibi olmalısın. Onun günah olduğuna inanman nedeniyle sevap alırsın. Bu
nedenle müminin günahı kendisine salih bir amel katışmaksızın hiçbir zaman saf
bir günah olmaz. Ona katışan salih amel, onun günah olduğuna inanmaktır. Böyle
hareket edenler haklarında ‘Başkaları günahlarım itiraf ederler,
ona salih amel ve günah katıştırırlar’382 denilen kimselerdir. Günaha salih
amelin katışması budur. Burada salih amel o amelin günah olduğuna iman etmek
demektir. ‘Umulur ki’ ifadesi Allah Teâlâ için kullanıldığında zorunluluk
bildirir. Böylece Allah Teâlâ’nın rahmeti onlara döner. Allah Teâlâ kendisine
katışan iman nedeniyle söz konusu günaha mağfiret eder. Burada ‘umulur ki’
ifadesi Hakkın rahmetiyle onlara dönmesi demektir, yoksa onların Allah Teâlâ’ya
dönmesiyle ilgili değildir. Çünkü başka yerde olduğu gibi burada Allah Teâlâ
onlar için tövbe zikretmemiştir. Allah Teâlâ başka bir yerde mesela ‘onlar da
tövbe etsin diye kendilerine döndü’ demiştir. Burada onların tövbeleri
zikredilmemiş, başka bir hüküm getirilmiştir. Ayette sadece Allah Teâlâ’nın
onlara dönüşü zikredilmiştir.
Sana tavsiyelerimden birisi de bir
meclisi aktarırken veya otorite sahibi birine söz söylerken sadece doğru söz
söylemendir. Tirmizi Huzeyfe’den o da başkalarından -ki kuşkuya kapılan
benimbir hadis aktarır. Bir adam kendisine uğramış, adamın bir hadiseyi
bildirdiği kendisine söylenmiş. Şöyle demiştir: ‘Rasûlullâh sallallâhü aleyhi
ve sellem cennete katat giremez
demiştir.’ Ebu İsa şöyle der: Hadiste geçen katat söz
taşıyan demektir. Bir insan seninle konuşur ve sağına ve soluna bakarak
başkasının söylediklerini duymasından çekinirse, o sözün sana tevdi edilmiş
bir emanet olduğunu bilmelisin. Öyle bir sözü başkasına söyleyerek emanete hainlik
etmemelisin. Hainlik edersen emaneti ehli olmayana vermiş ve ulaştırmış,
zalimlerden olmuş olursun. Meclislerin emanete dayandığı sabittir. Benim sana
tavsiyem otorite sahibine kötü söz taşımamandır. Öyle bir davranış laf
taşımaktır ve Allah Teâlâ ‘laf taşımak ne kötüdür’383 der.
Bu tavsiyelerden birisi de neseplere
sövmekten rıkınmandır. Bir şahıs ile yatağın sahibi olan babası arasına
girmemen gerekir. Şâri’nin bu konudaki buyruğu nedeniyle, böyle bir davranış o
kişiye küfür demektir. Ezan vaktinde duayı, dua vaktinde ise vakitleri
gözetmelisin. Aynı şekilde savaş vaktinde, namazın başlangıç vaktinde duayı
gözetlemetisin.. Dua derken kastedilen de talep edilen hususta Allah Teâlâ’nın
karşılık vermesidir. Bu itibarla kabul vesileleri pek çoktur. Bunlar zaman, mekân
ve halle sınırlı olduğu gibi dua ederken dile getirmiş olduğun zikir kelimesi
de bu kapsamdadır. Çünkü bu dört husus duaya bitiştiğinde, duaya icabet edilir.
Bunların arasında en güçlü olanı isim, sonra haldir. Allah Teâlâ’nın hakkının
olduğu kadar yaratıkların hakkının da üzerinde bulunduğunu bilerek bu hakları
gözetmen gerekir. Allah Teâlâ bu durumda iki sevap verir: Birincisi onun
hakkını yerine getirmiş olman, diğeri de Allah Teâlâ’nın yaratıklarından
birisinin senin üzerinde ortaya çıkan hakkını yerine getirmek sevabıdır. Bir
cariyen olsa ve onu terbiye edip güzelce eğitirsen, büyük bir sevap
kazanırsın. Onu azat edersen azatlık nedeniyle de büyük ve genel bir ecir elde
edersin; onunla evlenirsen başkasıyla evlenmenden daha çok sevap kazanırsın.
Bir mücahit gördüğünde, malının bir kısmıyla ona yardım etmelisin. Sözleşmeli
köle de öyledir. İffetini ve dinini korumak üzere evlenmek isteyen birine de
yardım etmelisin. Böyle davranıp söz konusu kişilere yardım ettiğinde, onlara Allah
Teâlâ’nın naibi olarak yardım etmiş sayılırsın. Çünkü öyle insanlara yardım
etmek, hadisin buyruğuyla, Allah Teâlâ’nın üzerindeki bir haktır. Kim onlara
yardım ederse, hiç kuşkusuz, Allah Teâlâ’nın onlar için üzerine yazmış olduğu
görevi ve vazifeyi yerine getirmiştir. Bu durumda ona ikram etme işini bizzat Allah
Teâlâ üsdenir. Binaenaleyh kendisine yaptığın yardımla bir insan Allah Teâlâ
yolunda mücahit olduğu sürece, kendi ücretinden bir şey eksilmeden sen de
ücrette ve sevapta ortaksın. Aynı durum evlenen insana yardımda geçerlidir.
Onun bir çocuğu doğup salih evlat olduğunda, çocuğu ve torunları nedeniyle de
kıyamette Allah Teâlâ’nın katında bol bir sevap elde edersin. Öyle bir davranış
sözleşmeli köle veya mücahide yardım etmekten üstündür. Çünkü insanları
evlendirmek nafile hayırların en üstünüyken âlemi var etmedeki ilahi lütufla en
yakın ilişkideki hayırdır. Ecir ve sevap nesebin bağıyla irtibatlı olarak
yücelir.
Bilmelisin ki insan yoksulluk ve
ihtiyaç özelliğinde yaratılmış olduğu için aym zamanda dilenme ve isteme
özelliğinde yaratılmıştır. Allah Teâlâ’nın seni yakînen rızıklandıracağına iman
etmişsen, sana dönecek bir fayda veya sana inecek bir zararı uzaklaştırması
için sadece O’ndan talepte bulunmalısın. Bir kişi -yakınlık veya Allah
Teâlâ’nın rızası dışında bir şey olmaksızınsadece Allah Teâlâ rızası için
senden bir şey isterse, isteğini vermen gerekir. Verdiğini de bir tek isteyen
bilmelidir. Verdiğini de sadece kendisinin bildiğini ona söylemen gerekir;
çünkü dilenirken kendisinde meydana gelen ezikliğe karşı bu bilgiyle durumunu
düzeltir ve kırıklığını giderebilir. Bu istemenin bir fayda olduğunu bilmezse,
kırılır. Kendisinin bilgisi olacak şekilde, onun isteğine ve talebine karşılık
vermen lazımdır. Onun isteği olmaksızın, halinden ihtiyacını anlarsan, böyle
bir durumda hal ile ona isteğini vermeye çalış. O senin kendisine bir şey
verdiğini bilmesin. Kendisi istemeden sen ona bir şey verirsen, hiç kuşkusuz,
utanır. Özellikle mert veya daha önce zengin olan veya böyle bir alışkanlığı
bulunmayan birisi olunca utanır. İki durum arasında ince ve hassas bir fark
vardır. Birinci dilenci kendisine verdiğini bilmezse mahcup olurken İkincisi
verdiğini öğrenince mahcup olur. Maksat fakirden utanma ve mahcubiyeti
gidermektir. Allah Teâlâ’dan gafil olanlar arasmda -seni tanımayacakları bir
şekildeAllah Teâlâ’yı zikretmen gerekir. Arifin Rabbiyle yalnızlığı ve halveti
budur. Bu durumda arif, iki uyuyan arasında namaz kılana benzer.
Muhtacı suyun fazlasından mahrum
bırakmaktan sakınmalısın. Verirken de başa kakmaktan sakınmalısın. Verirken
başa kakmak, çeşidi açılardan vereni bilmemek demektir. Bunlardan birisi,
insanın kendisini nimetin sahibi olarak görmesidir. Öyle biri yaratılış ve
varlık verme itibarıyla nimeti kendisine ait görür. İkinci yön Allah Teâlâ’nın
verdiği ve üzerinde bulunan nimederde ilahi ihsanını unutmasıdır. Öyle bir
insan elinde bulunana ötekinden daha çok muhtaçtır. Üçünciisü, vermiş olduğu
sadakanın Rahman’ın eline düşmesidir. Meselenin başka bir yönü de bu konuda
kendisine dönen hayır ve iyiliktir. O iyilik kendisine ait iken, o, kendisi
için çalışmış ve iyilik yapmıştır. Hal böyleyken sadece kendisine ait bir şeyi
ulaştırmış olmakla öteki insana karşı nasıl minnet duygusuna sahip olabilir ki?
Rızkını ona ulaştırmamış olsaydı, farkında olmadığı yönden, emaneti
ulaştırmamış saydırdı. Öyle biri bütün bunlan bilmemesi nedeniyle rızkını
ulaştırdığı kimseye verdiğini başa kakar, amelini boşa çıkartır. Allah Teâlâ
şöyle der: ‘Başa kakmak ve eziyet etmekle
sadakalarınızı boşa çıkarmayın.’384 Başka bir ayette ‘Müslüman
olmalarını başına kakarlar, de ki, müslümanlığınızı başıma kakmayın, Allah
Teâlâ şükredin ki size iman nasip etti’385 denilir.
İmam olmanı uygun görmeyen bir
cemaatin önüne geçerek namazda veya namazın dışında imamlık yapma! Fakat
burada ince bir sır vardır, şöyle ki: Onların sende nahoş bulduğu ve
hoşlanmadıkları özelliği düşünmelisin. Şeriatın hoşlanmadığı bir özelliği
kerih görmüşseler, imam olmaktan sakınmalısın; şeriatın onayladığı bir işi
kerih görmüşlerse, kerih görmelerine değer vermemen lazımdır. Onlar şeriatın
sevdiği bir işi kerih görürlerse mümin sayılmazlar; mümin değilseler, dikkate
alınacak bir tarafları yoktur. Bu durumda onlar isteseler de direnseler de öne
geçmen gerekir. Bunların birisi aralarında bulunduğun insanların en iyi Kur’an
okuyanı olmandır. Öyle bir durumda imamlık senin hakkın olduğu kadar yetki
sahibi olman durumunda da imamlık senin hakkındır. Bu durumda seni onların
önüne geçiren Allah Teâlâ’dır. Bununla beraber kendine karşı insaf gösterenin
nahoş bir nitelikle nitelenmemesi gerekir. Başka bir ifadeyle gücü ölçüşünce
öyle bir niteliği kendinden uzaklaştırıp din işlerinde nahoş bir özellikle
nitelenerek insanların önüne geçmemek lazımdır. Namazı ilk vaktinde kılıp
vakti çıkacak şekilde onu geciktirmemen lazımdır. Hür bir insanı köle yapıp
sonra da kuşku nedeniyle azat etmen uygun değildir. Kimseye karşı üstünlüğünün
olmadığını bilmelisin. Bütün üstünlük Allah Teâlâ’ya aittir. Ayette ‘Onu
dilediğine verir, Allah Teâlâ büyük ihsan sahibidir’386 denilir. Hür insan iki şekilde köle
yapılır: Birincisi asıl itibarıyla hür olan birisini alıp onu satarsın; İkincisi
bir köleyi azat edersin ve buna rağmen ona imkân tanımaz, efendinin kölesine
davrandığı gibi kendisine davranırsın. Hâlbuki onun izni ve müsaadesi
olmaksızın böyle bir şey yapmaya hakkın yoktur. O kadar insan gördüm ki,
kölelerini azat ettikleri halde, köleye azatlık belgesi vermez, hür olduğu
halde köle olarak kullanırlar. Hâlbuki efendi köleyi azat ettikten sonra -onun
izni olmaksızınüzerinde bir hüküm sahibi değildir. Bir köleyi azat ettiğinde
hür bir insanı çalıştırdığın gibi onu hizmetinde kullanabilirsin; hür bir
insanı ya onun rızasıyla veya izniyle çalıştırabilirsin. Bu hususta azat
edilmiş köleyle hür insan eşittir, çünkü artık o da hürdür. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem hürriyeti kendisine verilmiş birini köleleştiren
hakkında şiddetle tehditte bulunmuş olduğu kadar hür birini köleleştiren veya
onu satıp bedelini yiyen hakkında ağır ifadeler kullanmıştır. Bir kişiyi
ücretle çalıştırdığında sana tavsiyem onun hakkını ödemen, geciktirmeksizin
ücretini kendisine vermendir.
Tavsiye
Cenabet iken gusül abdesti
almamışsan, su bulunca abdest alman veya teyemmüm etmen lazımdır. Dışarıya
çıkmak istediğinde, bunların arasında abdest alırsın. Cünüp iken uyumak
istediğinde abdest almalısın. Cünüp değilsen de abdestli bir halde uyumalısın.
Yemek veya içmek istediğinde cünüp iken abdest alman lazımdır. Üzerine safran
sürmekten sakın. Allah Teâlâ bedeninde böyle bir koku bulunanın namazını kabul
etmez. Bir rivayette meleklerin ona yaklaşmayacağı, abdest alana kadar cünüp
olana yaklaşmayacakları bildirilir. Meleklerin kâfire yaklaşmayacakları da
sabittir. Abdesti terk etmek nedeniyle meleğin uzaklaştığı bir kâfir
mesabesine kendini indirmemen gerekir, çünkü melekler, Allah Teâlâ’nın
şahitliğiyle temiz kimselerdir. Ayette ‘O
kerim Kur’an’dır, saklı bir kitaptadır, ona temiz olanlar dokunabilir’387 denilir. Yani saklı kitaba temiz
olanlar dokunabilir. ‘Saygın sahi/eler içerisinde temiz ve
yüksektedir, değerli ve saygın yazarların ellerinde.’388
Aldatmaktan sakın! Kastedilen söz
verip sözünü tutmamaktır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem Muğire’nin
Müslümanlığını kabul etmiş, arkadaşı kâfir olduğu halde arkadaşına ihanet
etmesini kabul etmemiştir. Hal böyleyken mümine nasıl ihanet edilebilir ve
verilen söz bozulabilir? Allah Teâlâ bu konuda şiddede tehdit etmiş, azap
edeceğini bildirmiştir. Sözü bozmak güzel ahlak olmadığı gibi şeriatın izin
verdiği bir davranış da değildir. Anne-babaya saygısızlık etmekten uzak
durmalısın. İnsanların en bedbahtı anne babasına yetişmişken cehenneme
girenlerdir. Ayette ‘Onlara öf deme, onları azarlama,
güzel söz söyle, onlara merhamet kanatlarını yay, Rabbim, onlara merhamet et,
onlar bana küçükken merhamet ettikleri gibi’389 denilir. Anne
baba kâfir iseler ‘Dünya hayatında onlarla iyi geçin’390 denilir. Başka bir ayette ‘Bana
ve anne babana teşekkür et’391 denilir. Önce anne söylenmiş,
iyilik edilmede önce zikredilmiştir. Rivayete göre adamın biri Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’e şöyle sormuş: ‘Kime iyilik yapayım?’ Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem ‘annene’ diye karşılık verince ‘sonra kime iyilik
yapayım?’ diye tekrar sormuş, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem üç kere
‘annene’ diye cevap vermiştir. Adam dördüncü kez sorduğunda ‘annene, sonra
babana’ diye cevap vermiştir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem anneyi
iyilik yapmada babadan önce zikretmişken yakın komşuyu da uzak komşudan önce
zikretmiştir. Her birinin bir hakkı vardır. Annen yok ve teyzen varsa, teyzeye
iyilik etmek anneye iyilik yapmak gibidir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem
teyzeye iyi davranmayı tavsiye etmiştir.
Kardeşim! Burada sana yaptığım
tavsiyeler kendimden çıkarttığım tavsiyeler değildir. Ben hiç kimse hakkında
kendimden bir hüküm söyleyerek Allah Teâlâ’ya hüküm dayatmam. Yaptığım tavsiye
Allah Teâlâ’nın veya Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in yapmış olduğu
tavsiyelerdir. Bu tavsiyeler açık ve belli olursa, ben de onları açık
zikrederim; özet ve genel olunca, öyle zikrederim. Bunun dışında herhangi bir
şeyi sözlerime eklemem. Kardeşim! Hiç kimseyi Allah Teâlâ’ya karşı tezkiye
etme. Allah Teâlâ sana böyle bir şeyi yasaklayarak ‘Kendinizi
tezkiye etmeyin’392, yani hemcinslerinizi tezkiye etmeyin
demiştir. ‘Allah Teâlâ takva sahiplerini en iyi bilendir.’393 Fakat ‘şu kişiyi şöyle zannediyorum’
veya ‘şunun böyle olduğuna inanıyorum’ demelisin. Nitekim Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem de böyle emretmiştir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi
ve sellem ‘Ben kimseyi Allah Teâlâ’ya karşı tezkiye etmem’ demiştir. O’nun
bildirmesi ve öğretmesi olmaksızın yaratıkları hakkında Allah Teâlâ’ya hüküm
söylememek, O’nun karşısındaki edebin gereğidir. ‘Nefsini
tezkiye eden felaha erdi’394 ayetinde belirtilen bu tezkiye
değildir. Çünkü burada sözü edilen nefsi kötü ahlaktan arındırmak, temizlemek
ve güzel ahlakı yerine getirmek demektir.
Bilmelisin ki, iman yetmiş küsur
şubedir; en alt mertebesi yoldan eziyet veren şeyleri kaldırmak iken üst
derecesi La-ilahe illAllah Teâlâ (Allah Teâlâ’dan başka ilah yoktur) demektir.
Bunların arasında bulunanlar ise iki kısım halindedir: Bir kısmı Allah
Teâlâ’nın yap dedikleri, diğer kısım terk etmekle ilgili olanlardır. Başka bir
ifadeyle Allah Teâlâ’nın emrettikleri ve yasakladıkları bunların arasını
doldurur. Yasaklanmış olanlar terk etmekle ilgili olanlardır. Bu durum ‘yapma’
diye ifade edilir. Emredilen yapmakla ve amel etmekle ilgili kısımdır. Bu kısım
da ‘yap’ diye ifade edilir. ‘Peygamber size neyi verirse onu
alın, neyi yasaklarsa uzak durun.’395 Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem şöyle der: ‘Bir şeyi size yasaklarsam ondan uzak durunuz.’ Burada
sınırlamadan genel bir ifade kullanmıştır. Emirle ilgili de ‘Bir şeyi
emredersem gücünüz ölçüşünce onu yapın’ der. Bu ayrım Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellem’in ümmetine olan merhametinin bir tezahürüdür. O kendi
arzusundan konuşmaz. Bu itibarla bu davranış, Allah Teâlâ’nın kullarına merhametidir.
İman edilmesi vacip hususları emretmek iki kısma ayrılır: Birinci kısım farz,
ikinci kısım mendub diye isimlendirilir. Yasaklama da iki kısma ayrılır:
Birincisi haram, diğeri mekruh tarzındaki ,yasaklamadır. Farz iki kısma
ayrılır: Bir kısmı herkese, bir kısmı bir gruba yöneliktir (farz-ı ayn, farz-ı
kifaye). Vacip geniş ve dar vacip olmak üzere iki kısma ayrılır. Geniş olan
vacip zamanı itibarıyla veya muhayyerlik bakımından geniştir. Kastedilen
temettü’ kefaretinde olduğu gibi serbest farzlardır. Bütün bunların yerine
getirilmesi veya terk edilenlerin de terk edilmesi, kulların saadetinin bağlı
olduğu iman demektir, imanın yetmiş küsur şubesi, yapmak veya terk etmek
şeklindeki farzlardır. Farz olmayanlar mendublar ve mekruhlardır. Bunlar bütün
alimlere göre neredeyse sınırsız gibidirler. Kur’an ve Sünnette bu kısımları
araştırman gerekir.
imanın şubelerinden birisi de tevhide
ve peygamberliğe iman, namaz kılmak, zekât vermek, oruç tutmak, hacca gitmek,
cihad etmek, abdest almak, yıkanmak, Cuma günü yıkanmak, sabır, şükür, vera,
hayâ, eman, nasihat, yöneticilere itaat, zikir, eziyet etmemek, emaneti yerine
getirmek, mazluma yardım, zulüm yapmamak, başkasını küçümsememek, gıybet yapmamak,
laf taşımamak, kusur aramamak, gözü haramdan sakınmak, ibretle bakmak, sözün
en güzelini duymak ve ona uymak, belayı en güzel şekilde defetmek, yanlış sözü
açıktan söylememek, güzel söz söylemek, cinsel organı haramdan korumak, dili
korumak, tövbe, tevekkül, huşu, boş işlerle ve ilgilendirmeyen hususlarla ilgilenmemek,
yani kişinin kendisini ilgilendirmeyen işlerle ilgilenmemesi, sözü tutmak,
akidere vefalı olmak, iyilik ve takvada yardımlaşmak, günah ve düşmanlıkta
yardımlaşmamak, takva, iyilik, Allah Teâlâ’ya yönelmek, sadaka, iyiliği
emretmek, kötülüğü yasaklamak, ev ahalisini barıştırmak, insanlar arasında
bozgunculuk yapmamak, zayıflara kanat germek, yumuşaklık, anne babaya iyilik,
onlara kötülük yapmamak, yaratıklara dua ve merhamet etmek, büyüğe saygı ve
değerini bilmek, küçüğe merhamet, Allah Teâlâ’nın kurallarını uygulamak,
cahiliye iddialarından vazgeçmektir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem
‘bu iddialardan vazgeçin, çünkü onlar kötüdür’ demiştir. Bunların yanı sıra Allah
Teâlâ yolunda dostluk ve sevgi sahibi olmak, Allah Teâlâ uğruna düşmanlık, gücü
yeterken bağışlamak, iffet, cömertlik, eski elbise giyinmek, birbirine sırt
dönmeyi terk, hasetten uzaklaşmak, nefreti terk, yalanı terk, yalan sözü terk,
kaş ve gözle alaycılığı bırakmak, cemaatlere şahitlik etmek, selamı yaymak,
hediyeleşmek, güzel ahlak sahibi olmak, salih bir seciye sahibi olmak, sözü
tutmak, sırrı korumak, evlilik ilişkisinin iyi olması, tefe’ülü sevmek, Ehl-i
beyt’i sevmek, uğursuzluğa inancı terk, kadınları sevmek, güzel kokuyu sevmek,
Ensar’ı sevmek, şiarlara saygı göstermek, Allah Teâlâ’nın yasaklarına saygı göstermek,
dedikoduyu terk, mümine karşı silah çekmemek, ölüyü kefenlemek, cenaze namazı
kılmak, hasta ziyaret etmek, yoldan eziyeti kaldırmak, kendin için istediğini
her mümin için istemek, Allah Teâlâ ve Peygamberini başka her şeyden değerli
görmek, iman ettikten sonra küfre dönmeyi nahoş bulmak, Allah Teâlâ’nın
meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve onların Allah Teâlâ’nın katından
getirdiği hususlara imandır. Bunlar sayılamayacak kadar çoktur. Allah Teâlâ
izin verirse bu tavsiyede Allah Teâlâ’nın nasip ettiği ve aklıma ve kalbime
getirmiş olduğu kısımlarını sayacağım. Allah Teâlâ’nın kitabını ve peygamberin
hadisini inceleyen kimse zikretmiş olduklarımızı ve bizim
zikretmediklerimizden daha fazlasını bulabilir. Bunların her birine mahsus
vakitler, mekânlar, haller ve mahaller vardır. Binaenaleyh bütün bu hususlarda
bütün hayrı kendinde toplayan cümle ‘yaptığın ve terk ettiğin her işte Allah
Teâlâ’ya dönmek’ niyetidir. Niyeti kaçırırsan, bütün hayrı kaçırmış olursun. Allah
Teâlâ’nın kendisine emretmiş olması nedeniyle bir işi niyet ederek terk eden
ile öyle bir niyet taşımaksızın terk eden arasında büyük fark vardır. Aynı şey
bir şeyi yapmakla ilgilidir. ‘Onlara ihlasla Allah Teâlâ’ya ibadet
etmek emredilmiştir.’396 İhlas
niyet demek iken, ibadet yapmak veya terk etmek demektir. Bu itibarla ihlas
dinde emredilmiş bir husustur. ,
Tavsiye
Bir kavmin imamı olup dua ettiğinde,
onları bırakarak sadece kendine dua etme. Böyle davranırsan hiç kuşkusuz
onlara ihanet etmiş sayılırsın. Böyle bir dua Hakkı cimri saymak, her şeyi
kuşatmış rahmeti sınırlamak, kendini başkasına tercih etmek gibi bir anlam
taşıdığı için kötü ahlaktır. Allah Teâlâ Kur’an’da başkasını kendine tercih
edenleri övmüştür. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem bedevilerden
birisinin şöyle dediğini duymuş: ‘Allah Teâlâ’m! Bana ve Muhammed’e merhamet
eyle, başka birisine değil!’ Bunun üzerine Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem
‘Sen geniş olanı daralttın’ diyerek ‘Benim
rahmetim her şeyi kuşatır’397 ayetini kasteder. Sana
tavsiyelerimden birisi de yorgun iken dinlenmeksizin namaz kılmam andır. Yemek
hazır iken namaza niyetlendiğinde, önce yemeğe başlaman, ardından namaz kılman
gerekir. Namazdan sonra yemeğini yemek âdetinde isen önce namazı kılabilirsin.
Anne ve babaya veya yolcuya ısrarla dua etmelisin.
Mazlûmun bedduasından kork, çünkü
onun bedduasıyla Allah Teâlâ arasında hiçbir perde yoktur. Ölçülü bir şekilde
tıraş olmalısın. Bunun anlamı, sakalı kısaltmak, bıyıkları kesmek,
tırnaklarını düzeltmek, koltuk altlarını temizlemek, selamı alman, hapşırana
yerhamukellah (Allah Teâlâ sana merhamet etsin) demen, davete icabet etmen
gerekir. Bütün işlerinde adil ve mutedil olup Allah Teâlâ’ya ibadeti muhafaza
etmen gerekir. İki şehveti de kırmalısın. Namaz için mescidere aşina olmalısın.
Allah Teâlâ korkusuyla ağlamak, O’nun ipine sarılmak gerekir. Allah Teâlâ’nın
sevdiği ve razı olduğu işleri yapmalı ve onları araştırmalısın. O işlerden
birisi de mescidere alışmak ve aşina olmaktır. Hz. Davud gibi oruç tutmalısın.
Bu oruç Allah Teâlâ’ya en sevimli gelen oruç olduğu gibi en faziletli ve düzgün
oruçtur. ‘Davud orucu’ bir gün oruç tutup diğer gün tutmamaktır. Bu kitabın
oruç bahsinde oruçla ilgili faydaları ve sırları daha önce zikretmiştik. Aynı
şey temizlik, namaz, zekât, hac için geçerlidir. Bunlar için ilgili bahislere
bakmak gerekir. Allah Teâlâ’ya en sevimli gelen namaz Davud namazıdır: Hz.
Davud gecenin yarısında uyur, üçte birinde ayakta kalır, altıda birinde uyurdu.
Teheccüd de budur. Bir çocuğun varsa ona Abdullah veya Abdurrahman ismini koy;
künyesini de Ebu Muhammed koy. Veya adını Muhammed, künyesini Ebu Abdullah, Ebu
Abdurrahman koyabilirsin.
Bir hayır yaptığında, az bile olsa
onu sürekli yapmalısın ve en faziletli iş budur. Çünkü siz bıkana kadar Allah
Teâlâ bıkmayacaktır. Ameli terk veya ona devam etmemek, Allah Teâlâ
karşısındaki bağı kesmek demektir. Kul Allah Teâlâ’ya yaklaşma amacıyla bir
amel işlediğinde, onun ameli meşru amel olur; terk ettiğinde de hiç kuşkusuz Allah
Teâlâ’ya yakınlığı terk etmiştir. Sürekli Allah Teâlâ’ya yakınlık halinde
kalmak isteyen birinin bütün fiil ve terklerinde Allah Teâlâ karşısında huzur
halinde olması gerekir. Yaptığın her işi Allah Teâlâ’nın o iş hakkındaki
hükmüne iman ederek yapman gerekirken bir işi terk ederken de onu terk etmeyle
ilgili Allah Teâlâ’nın hükmüne iman ederek terk etmen lazımdır. Bir insan böyle
davrandığında, her nefes Allah Teâlâ ile beraberdir. Öyle biri Allah Teâlâ’nın
haram kıldığını haram, helal kıldığını helal, kerih gördüğünü kerih, mubah
kıldığını mubah sayar. Binâenaleyh bu kişi her durumda Allah Teâlâ’nın
karşısında huzur halindedir.
Allah Teâlâ’nın ayetleri hakkında
ilhada gitmekten veya içindeyken O’nun hareminde sınırı aşmaktan ve ilhada
gitmekten sakınmalısın. İlhad dince doğru diye belirlenmiş bir işten yüz
çevirmektir. Bu nedenle ayette ‘Kim orada ilhad niyeti taşırsa’398 denilmiş, ardından da zulüm zikredilmiştir.
En üstün sadakayı vermelisin. En üstün sadaka müstağni bir halde verilen
sadakadır. Bunun anlamı vermiş olduğuna karşı Allah Teâlâ’nın (verdiği
zenginlikle) müstağni kalmandır; muhtaç bile olsan, o malı sadaka olarak
verirdin. Allah Teâlâ bir kavmi överken şöyle der: ‘Onları
kendilerine tercih ederler, ihtiyaçları olsa bile...’399 Onlar Allah Teâlâ sebebiyle müstağni
kalmadıkları sürece muhtaç iken başkalarını kendilerine tercih edemezler. Bu
derecenin aşağısında bulunursan, nefsin peşinden gitmeyecek şekilde sadaka
vermelisin. Önce nefsin verdiğine tamah etmeyecek şekilde müstağni
davranırsın. Elindeki fazla mala karşı müstağni olunca, onu sadaka olarak
verirsin çünkü sen onu ancak ondan müstağni kalarak sadaka olarak verdin.
Böyle bir sadaka o kişi için müstağni kalınarak verilen sadakadır. Ancak ilki
daha üstündür.
Recep ve Şaban ayında oruç
tutmalısın. Bu iki ayı bütünüyle oruçlu geçirebilirsen geçir. Bir hadiste
‘Ramazan ayından sonra tutulacak en üstün oruç Allah Teâlâ’nın haram kılınmış
ayındaki orucudur’ buyurulur. Kastedilen ay Recep’tir. Çünkü o aya Allah
Teâlâ’nın adı verilmişken diğer hiçbir aya böyle bir isim verilmemiştir. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem Şaban ayında çok oruç tutardı. Rivayeti aktaran
ravi şöyle der: ‘Neredeyse bütün ayı oruçlu geçirirdi.’ Ayın on üç, on dört ve
on beşinde oruç tutman gerekir ve imkânın olursa bu oruçları kaçırmamaksın.
Şaban’ın on altıncı günü orucunu bozmalısın. Bu konuda ihtilafın dışına çıkmak
lazımdır. Böyle davranmak yerinde bir davranıştır. Bu esnada orucu bozmak herhangi
bir görüş ayrılığı olmaksızıncaiz iken oruç tutmak hakkında görüş ayrılığı
vardır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle der: ‘Şaban ayının yarısı
geldiğinde artık orucu bırakın.’
Kendisinden korkulan veya bir şey
umulan bir hükümdarın bulunduğu mecliste doğruyu söylemen gerekir. Hakkın
karşısında hiçbir şey gözünde değerli ve saygın olmamalıdır. Bunun istisnası Allah
Teâlâ’nın saygı göstermeni emrettiği şeylerdir. Kurban bayramında iyilik yapman
gerekir. Kurban bayramı Allah Teâlâ’nın katında en değerli gündür. Bu hususta Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’den gelen rivayet vardır. Ogün Allah Teâlâ’yı çokça
zikretmek ve sadakayı arttırmak gerekir. Bunun yanı sıra Allah Teâlâ için iş
yapman, O’nu razı edecek işleri yapman lazımdır. O gün yapabileceğin işleri
başka güne ertelememen gerekir. Kurban bayramı Arife gününden üstün olduğu
kadar Aşure gününden de üstündür. O gün içinde büyük hayır vardır. Daha önce
söylediğimiz üzere, her Hakk sahibine hakkını vermek gerekir; öyle ki hakkın
kendisine de hakkını vermek gerekir.
Buna mukabil kimse üzerinde hakkın
olduğunu düşünme ve kimseden Hakk talep etme! Böyle yapmakla kendine karşı
insaflı davran, başkasından insaf bekleme. Mazeret beyan edenlerin özrünü
kabul eyle, fakat kendin mazeret beyan etmekten uzak dur. Mazeret beyan ettiğin
kişiye karşı suizan beslemiş olursun. Ona mazeret beyan etmenin onun adına
hayır ve dininde iyilik taşıdığını bilirsen, suizan beslemeksizin, ona mazeret
beyan edebilirsin. Böyle bir durumda mazeret beyan etmek, onun senin üzerinde
ortaya çıkan bir hakkını ifa demektir; en öncelikli Hakk Allah Teâlâ’nın
hakkıdır.
Tavsiye
Secde halindeyken duayı arttırman
lazımdır. Bu itibarla secde Allah Teâlâ’ya en yakın olduğun haldir. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem ‘Kulun Rabbine en yakın olduğu hal secdedir5
demiştir. Duayı çoğaltmanız gerekir; secdeden daha yakın bir hal olmadığı gibi
dua da Allah Teâlâ’ya yakınlık halinde yapılabilir. Secde halinde dua
ettiğinde Allah Teâlâ’ya istenilen yakınlığın sürekli olması için dua
etmelisin. Çünkü Allah Teâlâ’nın bütün yaratıklarına yakın olduğunu
biliyorsun. Bu meyanda Allah Teâlâ bulundukları her yerde yaratıklarıyla
beraberdir. Talep edilen yakınlık ise kulun Allah Teâlâ’ya yakın olması ve
O’nun kendisinde bulunduğu her işte ve şe’nde Allah Teâlâ ile beraber olmasıdır.
Çünkü Allah Teâlâ için şe’n ve işler, yaratıklar için haller mesabesindedir.
Daha doğrusu onlar yaratıkların kendilerinde bulundukları hallerdir. Babanın
ölümünün ardından onun dosdarıyla ilişkini sürdürmen gerekir. Böyle bir
davranış en iyi işlerdendir. Bir hadiste şöyle denilir: ‘En iyi iş insanın
babasının sevdikleriyle ilişkisini sürdürmesidir.’ Böyle bir davranış Allah
Teâlâ’ya en sevimli gelen işlerden olduğu kadar kastedilen o insanlara iyilik,
kendilerine saygıyla selam vermek, hizmet etmek, imkân ölçüşünce ihtiyaçlarını
karşılamak ve onlara yardım etmektir. Aile ve akrabalarınla latifeleşmek
gerekir. Bütün yaratılmışlara -Allah Teâlâ’yı kızdırmayacağın süreceen iyi
şekilde davranmalısın. Birisini Allah Teâlâ’yı kızdıracak şekilde razı etmen
gerekirse, O’nu razı etmeyi tercih etmelisin.
Tanıdığın ve tanımadığın herkese
selam vermelisin. Karşılaştığın kişinin sana selam vereceğini bilirsen, selama
onun başlamasına izin verip ardından onun selamını almalısın. Böyle yapınca
farz sevabı kazanmış olursun. Selamı almak farz iken vermek mendubdur. Allah
Teâlâ’ya yaklaşmada en sevimli gelen ibadet, kullarına farz kıldığı
ibadederdir. Birine selam vermenin onun tarafından nahoş bulunduğunu bilirsen,
muhtemelen selamı nahoş karşılamak ona zarar getirir. Başka bir ifadeyle ona
selam verirsin, o da senin selamını almaz. Böyle birine -onu kendisine tercih
ederek ve şefkat göstererekselam vermemen lazımdır. Sen ona selam vermeyerek,
kendisiyle selamını almadığında düşeceği günahın arasında perde çekmiş
olursun. Çünkü selamını almaması bir günahtır ve öyle bir durumda Allah
Teâlâ’nın farz kıldığı bir şeyi terk etmiştir. İmanın gereği, Allah Teâlâ’nın
yaratıklarına karşı şefkatli olmaktır. Bu niyede selamını almayı nahoş bulana
selam vermemen gerekir. Buna mukabil senin selamını alacak kadar dindar olan
birisine, -nahoş karşılasa bileselam vermen gerekir. Bu durumda selamı yüksek
sesle ve önce sen vermelisin. Böyle yapınca selamını almakla ona sevap kazandırmış
olursun. Aynı zamanda sana beslediği nahoş duygulan da -imanı ve iyi ahlak
üzere yaratılmışsa salih nefsi ölçüşüncedüşürmüş olursun.
Dünyevî işlerde senden aşaiğıda
bulunanlara bakman gerekir. Buna mukabil fitneye düşme korkusuyla servet ve
makam sahiplerine bakmamalısın. Dünya her nefse sevimli ve tadı gelen bir
yerdir. Bu itibarla nimet tabiat gereği nefislere sevimli gelir. Zahidin zühtte
bulmuş olduğu nimet olmasaydı zahit olmayacağı gibi Allah Teâlâ’ya itaat eden
de itaatte haz bulmasaydı Allah Teâlâ’ya itaat etmezdi. Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellemin adımıza en çok korktuğu iş Allah Teâlâ’nın bizim için ortaya
çıkartacağı dünyanın güzellikleridir. Allah Teâlâ peygamberine şöyle hitap
etmiştir: ‘Onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dünya
hayatının. çekiciliğine gözlerini dikme’400 Sonra Rabbinin rızkı ona
sevdirilmiştir, Rabbin rızkı daha hayırlı ve kalıcıdır. Bu rızık, o esnada
üzerinde bulunmuş olduğu haldir. Başka bir ifadeyle Allah Teâlâ’nın vermiş
olduğu rızklardır. Allah Teâlâ kuluna en uygun ve layık olanı verir. Onun
hakkında daha hayırlı olandan maada bir şeyi kuluna vermediği kadar verdiği de
O’nun katında saadet kazandıran nimettir; az bile olsa böyledir. Kulun bütün
temenni ettiklerini Allah Teâlâ vermiş olsaydı, kul taşkınlığa gider,
saadetinden mahrum kalırdı. Dünya hayatı imtihan yeridir.
Herhangi bir insanın senden alacağı
varsa onu en güzel şekilde ödemen, hatta fazlasıyla ödemen lazımdır. Böyle
yaptığında -Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in bildirdiğine göreAllah
Teâlâ’nın en hayırlı kullarından birisi olursun. Böyle yapmak sünnettir ve
gizli verilen sadakaya eklemlenen gizli cömertliktir. Çünkü verilen kişi, onun
sadaka olduğunu fark etmez. Hâlbuki Allah Teâlâ katında açıktaki gizli bir
sadakadır. Bu sadaka verdiğin kişinin nefsinde muhabbet, derin sevgi meydana
getirir. Sen ise sadakayı ona verirken nimetini gizlersin. Borcu iyi ödemenin
pek çok faydaları vardır.
Kardeşim! Mümin kardeşinin iffetini, canını, malını koruman ve gözetmen
gerekir. Akrabanınkirti de -Allah Teâlâ katında günaha girmeyecek
şekildekoruman ve kollaman gerekir. Bütün tasarruflarında Allah Teâlâ’nın
hakkını gözeteceğin bir terazi sürekli elinde bulunmalıdır. Herhangi bir
hususta hevana uyma! Yoksa Allah Teâlâ’yı kızdırırsın. Allah Teâlâ’dan başka
bir arkadaş ve yoldaş bulamazsın. O’nun hakkını yerine getirmede ihmalkârlık
yapma. Allah Teâlâ hakkı üzerimizdeki en önemli ve zorunlu haktır. Bir
rivayette ‘Allah Teâlâ’nın hakkı ödenmeye en layık haktır’ denilir.
Evlenmeye niyetlendiğinde, Kureyş
kabilesinden birisiyle evlenmek için gayret etmelisin. Gücün yeterse Ehl-i
beyt’ten birisiyle evlenmelisin. Bu hususta olabildiğince kararlı ve azimli
davran. Bir rivayette develere binen en hayırlı kadınların Kureyş kadınları
olduğu rivayet edilir. Onlara karşı ahlaka uygun davranmalı, onlar hakkında Allah
Teâlâ’dan çekinmelisin. Şartların en doğrusu ve iyisi onlarla nikâh kıymanı
temin eden şardardır. Her konuda onlara karşı iyilik yapmalısın. Elinin altında
iken can taşıyan herhangi bir şeye azap etmemelisin; keseceğin kurbanlar da
buna dahildir. Bu nedenle bıçağı bilemen, hayvanı hızla kurban etmen ve -imkân
ölçüşünceacı çeken herkesten acıyı uzaklaştırman lazımdır. Acının maddi bir acı
olması veya hayvan ve insanın çektiği nefsi bir acı olması durumu değiştirmez.
Bilmelisin ki, Allah Teâlâ’nın razı olduğu işler, yapmana müsaade ettiği
işlerdir.
Neccar kabilesinden Ensar’dan
birisini gördüğünde -bütün Ensar’ı sevsen bileonu diğerlerinin önüne
geçirmelisin. Sözün en güzelini dinlemen gerekir; en güzel söz Allah Teâlâ’nın
kitabı ve kelamıdır. Bu nedenle düşünerek ve tefekkür ederek O’nun kitabını
okumalısın. Umulur ki Allah Teâlâ sana anlayış ve idrak nasip eder. Kur’an’ı
öğrendiğinde, Rahman’ın vekili olursun. Ayette ‘Rahman
Kur’an’ı öğretti, insanı yarattı, beyanı öğretti’401
denilir. Kastedilen Kur’an’dır. Allah Teâlâ Kur’an hakkında ‘Bu
insanlar için bir açıklamadır’402 der ki, o da Kur’an’dır. Ayetin
devamında ‘Takva sahipleri için hidayet ve öğüttür5403 denilir.
Kur’an’a öğretilen bilgi insandan öncedir. Bu bilgi insan yaratıldığında
Kur’an’ın kendisine inecek olmasıdır. Böyle de olmuştur, çünkü onu Cebrail Hz.
Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem’in kalbine indirmiştir. Kur’an-ı Kerim
tilavet esnasında kendisini okuyanların kalbine iner. Bu itibarla Kur’an’ın
inişi sürekli ve daimidir. Allah Teâlâ Kur’an’a (hangi kalbe ineceğini)
öğrettiği gibi insana da Kur’an’ı öğretmiştir. Sizin en hayırlınız Kur’an’ı
öğrenen ve öğretendir. Tabiatın taşkınlığından sakınman gerekir. Allah Teâlâ
katında kurtuluşa eren, nefsinin taşkınlığından kendini koruyandır. Allah
Teâlâ’nın sana yerine getirmeyi emretmiş olduğu azimetli işleri yerine
getirirken cesur ve atılgan olmalısın. Böyle yapınca azamet sahiplerinden biri
olursun. Korkak olma, çünkü Allah Teâlâ bu konuda O’ndan yardım istemeyi
emretmiştir. Yardımcın Allah Teâlâ ise hiçbir şeye önem verme. Çünkü hiçbir şey
O’na karşı koyamaz; O her şeye güç yetirendir. İlahi yardım karşısında Hakkın
gücüne karşı koyacak bir güç yoktur. Allah Teâlâ yardım isteyen hakkında şöyle
der: ‘Kuluma istediği verilecektir.’ Hadis sahih bir hadistir. Kul ‘ancak sana
ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz’ dediğinde, Allah Teâlâ ‘bu ayet benimle
kulum arasında taksim edilmiştir, kuluma istediği verilecektir’ der. ‘Bizi
doğru yola ulaştır’40* -ve surenin sonuna kadar olan dua
kısmıdediğinde, kulun hidayet talebi de Allah Teâlâ’nın yardımı kapsamındadır. Allah
Teâlâ ‘Bu da kuluma aittir ve istediği verilecektir’ der. Allah Teâlâ’nın
verdiği haber doğrudur. Binaenaleyh Allah Teâlâ kuluma istediği verilecektir
demiştir. Demek ki O’nun kula yardımı kaçınılmazdır. Fakat böyle bir ayeti okuyanın
gafil kalmaması gereken bir şart vardır: Alim kişi bu ayeti okuduğunda, onu
aktarma ve hikâye tarzında okumamalıdır. Öyle bir okuma -bizim vardığımız
görüşe göre ve ondan istenilen amaca görekula fayda vermez. Allah Teâlâ’nın ona
emretmiş olduğu, kendisine öğrettiği üzere, Kur’an’ı okuması ve bu zikri
söylemesidir. Böylece Allah Teâlâ’nın istediği şekilde onu söyler. Bu okuma ve
söyleme muhtaçlık, zorunluluk ve rabbinin kendisinden istemesini emrettiği
hususlarda huzur sahibiyken yapılır. Öyle bir dua Hakkın istenilene icabet
edeceği duadır. Kişi ayeti hikâye ve aktarma tarzında okursa, Haktan isteyen ve
dua eden biri olarak görülmez; istemediğinde ve isteği bir hikâye olduğunda, Allah
Teâlâ öyle birine icabet etmez. Okuyanların çoğuna hakim hal, hikâye ve anlatım
tarzında okumaktır. Böyle okuyanların nezdinde herhangi bir netice meydana
gelmez. Onlar Kur’an’ı dilleriyle okuyan, okudukları ise hançerelerini
geçmeyenlerdir. Onların kalpleri tilavet esnasında ve okurken ilgisiz ve
boştur.
Allah Teâlâ hakkında güçlüklere
atılan birisini gördüğünde, onun sadık bir mümin olduğunu bilmelisin. Allah
Teâlâ’nın dini hususunda olduğu kadar dinin dışındaki başka işlerde de azimet
ve kararlılık sahibi olduğunu gördüğünde, öyle birinin esas itibariyle güçlü
iman sahibi değil, güçlü nefis sahibi olduğunu anlamalısın. Mümin bilhassa Allah
Teâlâ’nın hakkında güçlüyken arzu ve heva hakkında zayıftır. Sadık mümine heva
gücü gelip bir konuda yardım istediğinde* o arzusuna yardım etmez. Bunun
nedeni zayıflığı ve umutsuzluğu hakkındaki kesin kanaatidir. Müminin yardımını
göremeyince heva kırılır, bu kez organlar hevanın kendisine çağırmış olduğu işi
yerine getirmekten kurtulur. İman varidi geldiğinde, onda bir güç ve Allah
Teâlâ’nın yardımını bulur. Bu yardıma hiçbir şey karşı koyamaz. Çünkü ona
yardım eden Allah Teâlâ’dır. İnsan ‘insan’ olması itibarıyla korkak
yaratılmıştır. Mümin ‘mümin’ olması itibarıyla cesur ve atılgandır. Amr
İbnu’l-As olduğunu zannettiğim sahabeden birisi hakkında böyle bir hadise
aktarılmıştır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem onun Mısır’a vali
olacağını bildirmişti. O bir şehri muhasara ederken arkadaşlarına şöyle demiş:
‘Beni mancınığın içine koyun, sonra onlara doğru fırlatın. Onların olduğu yere
ulaşınca size kalenin kapısını açarım.’ Bunun tehlikesi kendisine
söylendiğinde şöyle demiş: ‘Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem bana Mısır’a
vali olacağımı söyledi. Oraya vali olmadan ölmeyeceğime inanıyorum.’ Buradaki
cesaret iman gücünden kaynaklanır. Çünkü tabiattaki âdet, mancınığa konulup
atılan her insanın ölmesini gerektirir. Bu itibarla mümin cesur kişidir. Allah
Teâlâ’nın isimlerinden birisi de el-Mümin’dir. Bir hadiste ‘Mümin için mümin
birbirini tutan binaya benzer’ denilir. Yaratılmış mümin yaratan el-Mümin’den
yardım ister, O’nunla güçlenir, yaratılmış olmaktan kaynaklanan zayıflığı
kuvvetlenir. Allah Teâlâ onu bir zayıflıktan yaratmış, sonra zayıflığın
ardından kendisinde kuvvet yaratmıştır. Bizim söylediğimiz meselenin işarı
yorumudur. Bununla beraber ayetin tefsiri gençlik kuvveti ve dinçlik anlamına
gelir. Bu, kendisine uyarı olarak emredilmiş iman kuvvetidir, bunu fark
etmelisin!
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar