Aciz Kul
Yazan: Ahmet Nedim Kasimi
“Miyan Hanif’in evden camiye, camiden eve gidip
gelmekten başka bir işi yok gibi görünüyordu. Evi tek odadan ibaretti. Epeyce
uzun bir odaydı bu. Ortasında bir kapı, çatısında yuvarlak bir delik vardı.
Miyan Hanif bu deliği, muson yağmurları zamanında taşla kapatırdı. Kapı
kapandıktan sonra Miyan Hanif’in dış dünya ile tek bağını çatıdaki bu delik
sağlardı. Yöre halkı bu deliklere ‘ağız’ diyordu. Gündüzleri oda buradan gelen
ışıkla aydınlanırdı; bu delik geceleri de yatağına uzanan Miyan Hanif’in, bazen
minicik de olsa bir yıldız görüp içinin kıpırdamasına yarardı. işte o an Miyan
Hanif aşikâr yalnızlığına rağmen yalnız olmadığını düşünürdü. Bu yıldız
gecelerin karanlık sessizliğinde ona arkadaşlık ederdi. Ağustos-Eylül ayı
bulutları Miyan Hanif’i ürkütürdü, çünkü yağmur korkusundan deliği kapatmak
zorunda kalırdı. Zaten siyah yağmur bulutları yıldızları yutuverirdi. Birçok
gece gökyüzü berrakken delikten yıldız görememek onu huzursuz eder, yatağının
yönünü değiştirir dururdu. Büyük bir mücadeleden sonra yıldız kıvılcımı görse
gülümser, yüzü aydınlanırdı. Yıldıza öyle sevgiyle bakardı ki eski bir dostuyla
buluşmuş gibi olur, içinden:
“Nerelere kayboldun arkadaş böyle dostluk olur mu
hiç? Yokluğunda bütün gökyüzünü dolaştım ama seni hiçbir yerde göremedim! Madem
şimdi göründün, bundan sonra da hep görün. Yoksa uykularım kaçar, eğer uykum
gelmezse de baka baka seni uyuturum ha! Diye geçirirdi.
Evin ortasında duvara asılı bir raf vardı, tahılını bu
rafa koyardı. Çiftçiler düzenli olarak ona üç dört tas tahıl getirirdi. Rafın
üstünde Miyan Hanif’e gerekli ufak tefek şeyler dururdu. Bir sürahi, hatta bir
vazo bile vardı. Öbür tarafta duvara gömülmüş yassı bir tahta parçasının
üstünde fitilinden hiç yağ eksik olmayan topraktan bir kandil yanıp dururdu.
Miyan Hanif gece namazını kıldıktan sonra evine döner, kandili yakar, sonra da
kapıyı kapatarak yatağına oturur ve yüksek perdeden bir makamla Kuran’dan on on
beş sure okur, sallanır dururdu. Namaz dışında sadece bu sureleri ezbere bilirdi.
Bu yüzden sürekli onları tekrarlardı. Bitirince de ağaç direkteki çiviye asılı
tespihini alır, defalarca Allah’ın adını zikrederdi. Yorulunca ışığı
söndürür, yatağına uzanarak delikten bir bir yıldız görmeye çalışırdı. Yıldızı
bulduğundaysa sanki Tanrı ’yı bulurdu.(...)
(...) Yine böyle bir gün aralık sonları Ocak
başlarıydı; yağmur günlerce devam etmiş, hiç kesilmeyen damlalar derme çatma
çatılardan içeri girmeye başlamıştı. Miyan Hanif’in çatısının bir bölümü de
akınca, damlayan her yerin altına bir kap koymuş, toprak zeminde suçiçeğine
benzer izler oluşmasını istememişti. Bronz bir kâseye çatıdan yavaş yavaş düşen
damlalar, bir müzik aleti gibi ses çıkarıyor gibiydi. Miyan Hanif bu garip
rastlantıya gülümsedi; kaplara düşen her damla farklı ses çıkarıyordu; hepsi
bir araya geldiğinde bir cam armonika müziği duyuluyordu sanki.
Sonra yatağına oturup Allah ’ın adını zikrederken
başka bir şey daha onu gülümsetmişti; Mevlasının ona nedenli lütufkâr olduğunu
düşündü. Yağmurlu havalarda derme çatma çatılar akardı, onun çatısı da akıyordu
ama sadece bir yarısı; yatağının bulunduğu yer kupkuruydu. Oraya küçücük bir
damla dahi düşmüyordu. “Mevlam kulunun ne düşündüğünü bilir” diye
geçirdi içinden. Sonra dalıp gitti. “O evden camiye, camiden eve gidip
gelişlerinde sadece ve sadece Mevlasının adını zikreden bu aciz kulunu görmez
mi hiç! Belli ki; benim şu aciz kulumun sabah ezanına kadar uyuduğu yerin
çatısı korunaklı olsun ’ diye emretmiş.”
Bunları düşüne düşüne uyuyakaldı. Ama korkunç bir sel
ve irkilerek uyandı kıyamet kopuyor sandı. Kelime-i şahadet getirmeye başladı.
Birden bir ışık yumağı gördü. Bu ışık evin içine kadar nasıl gelmişti! Yataktan
kalktı rafta duran kandili ararken ortadaki sütuna doğru yöneldi, çiseleyen
yağmurda ıslandı. Evin içine bu çisenti nereden giriyordu! Şimşek bir kez daha
çakınca; yıkık çatı enkazının yanında durduğunu gördü. “Aman ya Rabbi,”
diye mırıldandı. “Bu aciz kuluna da tıpkı diğerlerine yaptığını yaptın
demek. Evimin çatısının yarısını yıktın, sonra da ışıkla yakıp gösteriyorsun
marifetini, al sana enkaz, vay benim Mevlam vay! ”
Birden korkup geri çekildi, gidip yatağa oturdu.
Soğuktan değil de korkudan titriyordu. “Ben böyle ne zırvaladım ya Rabbim.
Rahmetin bu aciz kulunun altında yattığı çatının tarafına azıcık bile değmedi.
Demek, bir çatının tamamının yerinde durmasının şart olmadığını gösterdin.(...)
(...) O sırada çok uzaktan gelen sabah ezanını duydu.
Cami çok uzak değildi. Ama sürekli yağan yağmur müezzinin sesini
bastırıyordu.!...)
(...) namazdan sonra imam dua etti: “Ya âlemlerin
Rabbi, artık bu rahmetini durdur, her şeyin aşırısından kaçınmayı bize telkin
eden sensin. Bizler fakir insanlarız. Evlerimiz kerpiçtendir. Yağmur evlerimizi
yıkıyor. Ya ilahi bu yağmur artık dursun.” Tam o sırada Miyan Hanif’in
herkesten yüksek sesi camide yankılandı: “Âmin.”
imam efendi ve cemaat şaşkınlıkla Miyan Hanif’e baktı.
Sonra dua tekrarlandı “.yağmur dursun.”
Miyan Hanif gürledi:”Âmin!”
“Yağmur dursun.”
Miyan Hani fgümbürdedi: “Âmin!”
Herkes Miyan Hanif’e bakıyordu. Bu az konuşan, sessiz
sakin dini bütüne bugün ne olmuştu ki sesi caminin çatısından dışarı taşacak
kadar yüksek sesle “Âmin! ” diye haykırıyordu.
Duadan sonra imam efendi Miyan Hanif’e: “Dua ederken
âmin demek caizdir, ama bu kadar yüksek sesle âmin demenin de gereği yoktu,” diye
çıkıştı.
Miyan Hanif, “imam efendi, bu, Mevlamla bu aciz kulu arasındaki bir
meseledir,” dedi.
Herkes birbirinin yüzüne baktı.
(...) Güneş doğmak üzereydi, ama ortalık hala alacakaranlıktı. Bulutlar alçalmıştı, biraz daha alçalsalar yere değeceklerdi sanki. Gök sürekli boğuk boğuk gürlüyordu; bulutlarsa içten içe patlıyordu. Miyan Hanif göle dönmüş sokaklardan geçerek kulübesine vardığında yağmur şiddetini artırmıştı. Kilidi açtı, zinciri açmak için elini uzatmıştı ki korkunç bir gümbürtü koptu. Miyan Hanif korkudan birkaç adım geriye sıçradı. Şaşkınlık içindeki gözlerinden ne olup bittiği okunuyordu: Evinin çatısının sağlam duran kısmı da çökmüştü. “Eyvah!” dedi sessizce. Kilidi çevirip kapıyı açmak istedi, ama açılmadı. Çökmüş kapı çatının arkasına yığılmış, kapının açılmasını engelliyordu. Miyan Hanif meraklanmıştı. Yıkılan çatıyı kendi gözleriyle görmek istiyordu. Patlama sesini duyan etraftaki insanlar orada toplanmıştı. Herkes yüklenince kapı kanatları azıcık açıldı ve Miyan Hanif de o zaman yarı aralanmış kapıdan içeriyi gördü.(... )
Belen Özcan, Asuman, Aciz Kul, Varlık Dergisi, s. 34-35-36
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar