HALLÂC-I MANSUR...Piyes...Salih Zeki Aktay
İnceleme:Namık Kemal ŞAHBAZ
Salih Zeki Aktay’ın 1944 yılında
Türkiye Yayınevi tarafından yayımlanan Hallâc-ı Mansur adlı oyunu
sahnelenmemiş ancak; Fransa’da radyo oyunu olarak yayımlanmıştır. Türkiye’de
ilgi görmeyen oyun üzerine sadece Abdülkerim Çelebi, Divan (I Şubat
1945) dergisinde “Hallac-ı Mansuru Okurken” başlığını taşıyan yazısında
yüzeysel bir değerlendirme yapmıştır. Buna karşın I lallac- ı Mansur üzerine
çalışan Fransız profesör L. Massingnon, Salih Zeki ye oyun üzerine görüşlerini
belirten 10.10.1945 tarihli bir mektup (Ek: 1) yazmıştır. Hallac-ı Mansur
(1994) adlı kitabında da oyun üzerine görüşlerini aktarmıştır.
Oyun beş sahnedir. Salih Zeki
oyunu “büyük ceddi Ahmed Rüşdü’nün ruhuna” ithaf etmiştir.
Oyun ünlü İslam mistiği Hallac-ı
Mansur’un öldürülmeden önce yaşadığı dramın öyküsüdür. Mansur’un oyunda
yaratılan moral evrende inandığı değerler uğruna ölüme bile bile gitmesi oyuna
bir tragedya özelliği kazandırır. Yargılandığı mahkemede ya “hüve’l hak” (Tanrı
O’dur) diyerek yaşayacak sevdiklerine, müritlerine kavuşacak, ya da “Ene’I Hak”
(ben Tannyım/gerçeği biliyorum) diyecek, özlem duyduğu vuslatı
gerçekleştirecektir. O yaşadığı her zaman diliminde Tanrı'ya kavuşmayı
arzuladığından bütün eylemlerin kaynağı bu olduğundan “EneT Hak” demeyi yeğler.
Salih Zeki’nin gerek öz
geçmişinde gerek düşünceleriyle hem yaşadığı dönemde hem de günümüzde tartışma
konusu olan Hallac-ı Mansur’u oyununa konu olarak seçmesi edebiyat tarihimiz
açısından dikkat çekicidir.
Bu tutumun şair üzerinde yarattığı
sorumluluk oyunu kurma aşamasında kendini gösterir. Olayların aktarımında süre
şairin öngördüğü biçimde sona ermektedir. Oyun, Mansur’un asılmadan önce
yaklaşık bir aylık hayatını kapsar. Zamanın ilerlemesi seyirciye artan bir
tempo ile hissettirilir.
Konunun işlenişinde zamanın
kurgulanışı, kişilerin tanıtımı, olayların gelişimi ve düğümlenmesi, çözülme ve
gerilimin sıfıra inmesi ustalıkla sahneye yansıtılır.
Zamanın biçimlendirdiği oyunda
olayları yaşayan kişilerden başta baş kişi Mansur olmak üzere ve onun yanında
yer alan Gülfidan kocası Halil tipik karakter özelliği taşımaktadır. Karşıt
kişilerden Vezir Hamid ve Kadı Ebu Ömer’in de karakter özelliği taşıdığı
görülür. Yardımcı kişilerin önemli bir bölümünü oluşturan din bilginleri
kalıplaşmış tipler olarak karşımıza çıkar.
Konuşma örgüsünün iskeletini
oluşturan diyalog da aksiyona bağlı olarak geliştirilmiştir. Seyirciye bilgi ve
öğüt vermekten öte oyun kişilerinin ikna etme ve yönlendirme çabası içerisinde
olmaları dile getirilen konunun seyirciyi sarması, seyircinin sahnedeki dünya
ile özdeşleşmesini sağlar.
Oyununda diyaloglar manzum
olmakla birlikte yer yer mensur özellik taşır. Mensur bölümler de şiirsellik
arz eder. Konuşmaların akıcılığı ve cümlelerin bir birine nedensellikle
bağlanması duygular ve düşünceler arasındaki bütünlüğü kolaylaştırır. Tarihsel
içerikli bir oyun olması nedeniyle Hallâc-ı Mansur’da olayın yaşandığı
devrin dil özelliklerinin de yansıtıldığı görülürken, lehçe ve şivelere yer
verilmemiştir.
Dekoru belirleyen özellikler oyunun
yukarıda sıraladığımız özellikleriyle uyum içerisindedir. Yaşanan olaylar
karşısında metafizik güç kaynağını isteği doğrultusunda kullanabilen baş
kişinin gerçekleştirdiklerini yansıtmak açısından dekordaki değişimler göze
çarpar. Bununla birlikte karşıt güçler arasındaki statü farklılığını
somutlaştırmada dekorun işlevselliği etkilidir.
Olay önceleri Şiraz’ın Beyza kasabasında özellikle ikinci perdeden sonra Bağdad’ın muhtelif yerlerinde geçer. Mansur evli bir çocuk babası, aylardır yıllardır evine uğramayan Zerdüşt düşüncesinin son temsilcisi, Müslüman, yirmi yedi yaşlarında bir gençtir. Aynı yaşlarda Gülfidan da evli, kocası Halil’e bağlı, bir çocuklu annedir. Mansur yüreğinde iyiliği egemen kılmak, ilk nura kavuşma arzusunu gerçekleştirmek amacıyla aracı seçtiği Gülfidan’la buluşur. Salt ruhsal birlikteliğin yaşandığı bu buluşmalardan birinde kolluk kuvvetlerince tutuklanırlar. Tanıkların sözlerine bağlı olarak Şeyhülislamın ilk duruşma sonucu verdiği karar acımasızdır: Recm (taşlama). Kesin karar verilmeden önce Mansur gözetime alınır. Gülfidan imam evi olmadığından evine gönderilir. İhanete uğradığı sanan kocasının sorularına yanıtlar veremeyen Gülfidan oğluna yüreğindeki acıları yansıtan ninniler okur. Çaresizlik içinde kıvranan Halil komşularının huzurunda karısını boşar. Boşta kalan annesinin evi terk etmemesi için yalvaran oğlu Kuddus ile kocası Halil uyurlarken Gülfidan perilerin yardımıyla evden ayrılır. Aynı zamanda Mansur da gözetime alındığı odada yoktur. İnsanlar hayretler içinde kalır.
İkinci bölümde, Beyza’da kaybolan
Mansur Bağdad’da görülür. Şebeli (Şiblî)’nin evinde İslam dünyasının önemli
bilginlerinden, Zinnur ı Dımışkî, Kandiharlı Fasihi, Cüneyd, Şeyh Ebu Kevnî,
Mısırlı Ebu Nevvas, Şeyh İzziî Hamedanî, Dehriî Bağdadî, lyazî Buharî, şair
Reşidüddin-i Belhi, İhtiyar Hace Türabî, kadınlardan Selimei Rumi'ye, Ramial,
Adviyye, Libabe, Reyhane, Minhace, Valihe, Mehdiye ve yabancı bir kadından
oluşan mecliste “şeriat-tarikat-hakikat" üzerine konuşurlar. Burada ilk
kez “Ene’l Hak” diyen Mansur’u meclistekiler dışlarlar. Özellikle Yabancı Kadın
Mansur’un sözlerini şeriata aykırı bulur. Bağdad’ı terk etmesini söyler. Fasihî
ona sözlerini “izah” ya da “inkâr” ettiğini söylemesi üzerine o tekrar “Ene’l
Hak” diyerek meclisi terk eder. Bu söz üzerine Bağdad’da halk ikiye ayrılır.
İnsanlar birbirini öldürmeye başlar. Mansur tutuklanır. Halife El Muktedir
Billah’ın sarayına getirilir. Sarayda Vezir’in sorularını yanıtlarken bir
Meçhul Kadın belirir. Mansur başka bir odaya götürüldükten sonra Vezir Meçhul
Kadın’a karşı duygularını aktarmaktan geri durmaz. Kadını görür görmez
vurulmuştur. Ama Meçhul Kadın sadece hakka âşıktır. Vezir habercinin sözleriyle
galeyana gelen halkı gözetmek için dışarı çıkar. Meçhul Kadın uykuya dalar.
Yanma Mansur gelir. Bu Meçhul Kadın, Gülfidan’dır. Rüyasında çocuğu ile eşi
Halil’i gören Gülfidan onlara özlem duyar. Mansur Gülfidan'ı yatıştırır. Vezir
Hamid'in oğlu Aftan da Gülfidan’a tutkundur. Babasına ve Mansur’a duyduğu
kıskançlık intikam duygusunu bileylcr.
Üçüncü bölümde Mansur önce
halifenin sorularına yanıt verir. Meçhul Kadın Beyza’da olduğu gibi sırra kadem
basmıştır. Kadının kim olduğunu, onunla arasındaki bağı sorar. Mansur da
halifeye aşkının yüceliğini anlatır. O Zerdüşt'ün son torunu, hakkın âşık kulu
olduğunu sözlerine ekleyince halife yargılanmasını şerî mahkemeye bırakır. Kadı
Ebu Ömer’in gelmesi beklenirken sarayın kahve ocağına kapatılan Mansur burada
kahveciye Divan’mdan beyitler okur. Vezir Hamid kıskançlığın doğurduğu intikâm
duygusuyla Mansur’u astırmak ister. Kadı Ebu Ömer'in sorgulamasında da “Ene’l
Hak” diyen Mansur hakkında tam kararın verilebilmesi için aleyhte yirmi dört
tanık dinlenir. Üçüncü bölümün son sahnesinde Halil ve oğlu Kuddus, Gülfidan’la
buluşur. Yedi gün boyunca yaşadıklarını anlatır. Mansur’un yardımıyla bir araya
gelen aileyi Mansur teselli eder.
Dördüncü bölümde şerî mahkeme
kurulur. Kurulda Ebu Osman, Ömer İbni Osman-ı Mekki, Cüneyd, Şebeli, Abdullah-ı
Hafif, Ebül-Kasım-ı Tusteri, Ebu Said Harraz, Ebü’l Hayr-ı Nessac, Ebu Ali
Feermedi, Ebu Yusuf ü Hemedani, Ebül- Vefa, İbni Ata gibi ulemanın önde
gelenleri vardır. Habercinin getirdiği. Kadı Ebu Ömer’e ait tahkikât başkatip
tarafından okunur. Vezir Hamid hemen asılmasını ister. Halife ulemayı
dinledikten sonra karar vermek ister. Kurul sanıkları dinlemek için çağırır
fakat onlar yerlerinde yoktur. Vezir isteğini yineler. Din bilginlerinden çoğu
Mansur’dan yana tavır alırken kimisi vezir Hamid’in görüşü doğrultusunda
düşüncelerini ileri sürer. Mansur’la kuruldakiler arasındaki çatışma süreklilik
arz ederken Şeyhülislam’ın cürmün sabit olduğunu söylemesi üzerine Mansur
gününün dolduğunu söyler. Mansur’u zindana atarlar. Zindandaki mahkûmları da
örgütlediği fark edilince tek hücreli odaya kapatılır. İbn-i Ata ve Abdullah-ı
Hafif onu ikna etmeye gelirler fakat o kendi doğrularından şaşmaz. Mansur
zindanda mucizelerini gerçekleştirir. Bir hafta görülmez. Halkın çoğunluğu
artık Mansur’dan yanadır. Vezir bu durumdan ürker, kadıya Mansur’un idamı için
karar alması yolunda baskı yapar. Sorgulamada Mansur’un açığım bulamaz. Din
bilginlerinin yaptığı sorgulamada da sonuç alınmaz.
Beşinci bölümde yönetim erkine
sahip olan vezir ve onun yandaşı din bilginleri yönetimi kaybedeceklerini
anlayınca idamı gerçekleştirmek için Mansur’un açığını bulmaya çalışırlar
Mansur zindanın dışında Gülfidan’la buluşur. Ona yarın vuslata ereceğini
söyler. Zindana dönünce kadı onu Gülfidan'la dışarıda gören kadın tanıklarla
birlikte dinler. Mansur hâlâ açık vermemektedir. Zindana tekrar atılır.
Zindanda zincire bağlanır. Zindanda kendinin dışındaki bütün tutsakları
özgürlüğüne kavuşturur. Mansur yine önceki din bilginleri ve kadı tarafından
sorgulanır. Şeyhülislam “fakr, ihlâs, hidayet, marifet, aşk, zulüm” üzerine
sorular sorar. Sorulara ölçülü yanıtlar verir. Kadının Mansur’un kitabındaki
hac üzerine düşüncelerinin içeriği üzerine soru sorması bardağı taşıran son
damla olmuştur. Mansur bu bilgilerin kendisinden önce yazıldığını söyler. Kadı
bilginin alıntı olmadığını belirttikten sonra Mansur’a kâfir der. Açık bekleyen
vezir kadıya hücum eder. Bu sözünün altında ezilen ve kendi geleceğinin
tehlikeye düştüğünü sezen Kadı, Mansur’un katline karar verir. Mansur halktan
kimilerinin sevgi, kimilerinin aleyhte gösterileriyle daracağacına götürülür.
Din bilginlerinden Şebelî’nin, Mansur’un neden katledildiğini bildiği halde ona
gül atması gittiği yolun yanlış olduğunu dile getirmesi Mansur’u bir kat daha
yaralamıştır. O darağacma insanların kurtuluşa eremeyeceğinin ümitsizliğiyle
birlikte gider.
Olay dizisinden de anlaşılacağı
üzere oyun Mansur üzerinde odaklaşmaktadır. Onun dünya görüşünün, düşünce
yapısının ortaya dökülmesinde birer araç olma işlevselliğiyle oyunda diğer
kişiler tek boyutlu olarak çizilmiştir. Bu kişiler arasında oyunda baş kişinin
(Mansur’un) verdiği kararları gerçekleştirmesinde ona yardımcı olan Gülfidan’la
karşıt gücü temsil eden Vezir Hamid ayrıntılı kişilikleri verilmiş
karakterlerdir. Oyun tarihsel düzlemde mistik bir kişinin dramını dile
getirmesi yönüyle oyundaki kişiler de daha çok düşünsel, dinsel yönlerinin
ağırlığı oranınca aktarılır.
Mansur’un, serim bölümünde
aktarılan yönüyle fiziksel özelliklerini tespit edebiliyoruz: Yirmi yedi
yaşlarında, solgun yüzlü, ince ve zayıf endamlı, derin bakışlı bir gençtir,
“(s.5) Evli, bir çocuk babasıdır. Hafif ve hulyah” bir sesi vardır. Mansur
oyunda özgeçmişini kadıya şu şekilde aktarır:
MANSUR
“Tebriz'in Beyza
kasabasındanım. Zerdüşt'ün torunu, Gıyas’ın oğlu, Yakubu Akta'nın damadı
Muğsin’in babasıyım, itikadım müslüman, mazhebim ehli sünnettir. İmamlara ve
ehli peygambere hürmet eder, onları tafdil eylerim. Medreseden mücaz değil,
Hakdan mülhemim. Sülûküm Hakkadır. Bana Allah hidayet, Cüneyd sükût ve halvet,
Ömer İbni Osman Mekkî inabe verdi. Ebu Said Horasanî’nin açdığı ilk tekkeden,
ilk nasib alanlardanım. Hadisden musannefatım olan kitaplar ulema ellerinde her
gün okunmakda ve okutulmakdadır." (s.42)
Herkesçe
bilindiği varsayılan bu özelliklerinin yanı sıra Mansur, düşüncesine bağlı
olarak kişiliğini Vezir Hamid’e anlatır:
MANSUR
“Bir hareket, bir fikir, bir yürüyüş demektir.
Bir ruh için durgunluk ölümü beklemektir.
Durgunluk karanlıkta mezarların gölgesi
Yokluk, boşluk ve hiçlik fenanın vesvesesi
Her an bütün varlıklar yanar, titrer ve söner
Değişip dolaşarak ezelî aşka döner
Aşk ince meş’allerde titreyen ince nurdur
Tecelliler içinde gördüğün bu Mansur’dur.” (s.27)
Bunların yanı sıra Mansur’un toplum
tarafından algılanan kişiliği oyunda
Meçhul
Kadın (Gülfıdan) aracılığıyla çizilir:
MEÇHUL KADIN
“Ben her şeyi Hakdan bekler,
sizin de ondan korkmanızı dilerim. Eğer kasd Mansur ise bence yalnız cismi
hırsınıza hedef ve teselli olabilir. O varlıkları tebdil, tağyir ve türab
edebilir, fakat... Fakat o ebediyete varmış biridir. O size kudretlerini bile
kullanmaz. Siz de olsa olsa yalnız isminden öç alıp teselli bulabilirsiniz.
Mevcudiyet değil, fakat mevcudat şekilden, şekl ise boş bir suretten ibarettir.
Ve cevher ebedîdir. O istese sarayınızla birlikte sizi Kaf dağlarının arkasına
atar O istese hâzinelerinizden çok para yapar O istediği zaman mecnunları
akıllı, akıllıları divane eder. Peri zaptındakileri alır, bağlıları kurtarır..
Uykuda gezenleri rehaya, cin çarpmışları şifaya, murad isteyenleri murada
erişdirir. Kısmetleri açar; yaz mevsiminde kış meyvaları, kış mevsiminde yaz
meyvaları yedirir. Herkesin karanlık gecede ve karanlık yerde işlediği günahı
bilir, gizli işleri meydana dökebilir. Herkesin fikrinden geçirdiği gizli
düşünceleri ortaya atabilir. Boş olarak havaya uzattığı elini para ile dolu
olarak çeker ve bunlar da (Hak, Allah) der. Ve bu yazılar üstlerinde yanar.. O
kimi istese olduğu yere getirir ve bunu da dilerse etrafına gösterir, ölüleri
diriltir, gaibi görür, meçhulü bilir, zayii bulur Dilediği yer girer, dilediği
zaman görünür, dilediği zaman değişir, zeman ve mekânı değişdirir, Ayıp ve
kusurdan münezzehdir Siz ondan hazer üzere olun.” (s.29)
Bu bağlamda Mansur’u trajik bir karakter yapan özelliği
şudur: O içinde bulunduğu koşulların olumsuzluğuna, aleyhinde olanca güçleriyle
mücadele eden insanların varlığına karşın yılmamıştır. Dünya nimetlerine bağlı
mutluluklar onun için bir anlam ifade etmez. İnandığı değerlerle biçimlenen
Mansur, Tanrı’nın yarattığı halka yalvarmaktansa Hakk’a (Tanrı’ya) yalvarmayı
tercih eder. İlk nura erişmek amacıyla çıktığı yoldan bütün caydırıcı etkenlere
karşın çıkmamış hedeflediği noktaya ulaşmıştır. O sürekli “vecd” içinde andığı
Tanrı’ya “fani” yönünü ortadan kaldırtarak kavuşur. Asılsız suçlamalara boyun
eğmeyen Mansur’un verdiği karar bizde hayranlık uyandırırken gerçeklerle
yüzleşmemizi sağlar.
Ayrıca Mansur’un kişiliğinin metafizik boyutu doğduğu kentte yaşayan Beyzalılar için yaşamsal bir değer biçimine dönüşmüştür.
(KİNCİ ADAM
“... O Beyza’dan çıktığından
beridir ki, çeşmelerimiz su, tarlalarımız ekin Ağaçlarımız meyva vermez oldu.
İçimize karanlık, şehrimize gam ve gussa doldu. O diyar onunla ruhu, şiiri,
hayatı kaybetdi.” (s.72)
Yazar
daha ilk bölümde Mansur’un inandığı değerlerinden vazgeçmeyen, sonunu bilen
karakterini sezdirir:
GÜLFİDAN
“Aşk mı, yanan
sır mı, sevda mı ?
Bahsetsen biraz
bundan.
Ufuklar endişeli
korkuyorum sükûndan.”
MANSUR
“Korkuludur,
korkunçtur ve kanlıdır encamı.” (S.5)
Gülfidan,
Mansur’la aynı yaşlarda evli bir çocuk annesidir. “Peri zaptında”, badem gözlü,
sarı lepiska saçlı, ince uzun boylu, yasemin fidanı gibidir. Edalı bir yürüyüşü
vardır.
Oğlunu seven
ailesine bağlı Gülfidan insanüstü bir duygunun etkisiyle bağlandığı Mansur’la
buluşmalarından sonra ruhundaki karanlıklar birer birer aydınlanır. O yaşadığı
bu değişimi imajlarla ve sembollerle canlandırarak anlatır:
GÜLFİDAN
“İçimde
zaptedilmez siyah bir gölge vardı,
Gözlerimi
bürüdü, başıma duman sardı.
Hiçbir yerde
duramaz, bir şeyle avunamaz
Bütün dünyanın
fani varlığile kanamaz
Dağdan, taşdan
soramaz, varlıkdan kâm alamaz
Topraklarda,
havada, mekânımda kalamaz
Bir hale düşüp
geldim; yanmış pervane gibi.
Sen açdın şifa
veren nefsinle bu kalbi..
Akıyorum
fecirle sonsuzluk dünyasına
Vedâ edip
ömrümün karanlık rüyasına
Şimdi ruhum
geceden şafağa çıkmış gibi
Şimdi gönlümün
nehri şeddini yıkmış gibi..’’ (s.8)
Gönlünün şeddini yıkan Gülfidan almış olduğu karardan oyun
sonuna kadar kesinlikle dönmez. Tutukluğu süresince ailesinin özlemiyle
tutuşurken kendisini yuvasız kuşlarla özdeşleştirir. Fakat ardından Tann’ya
asıl istediğini, söylediği İlâhiyle dile getirir:
“Kuşlar!
Eviniz, eşiniz nerde
Size de
yolları bağlayorlar mı ?
Perdedir şu
dağlar, geceler perde
Sizi de,
arayan, ağlayan var mı ?
Allahını!
Yolunda kül eyle beni.
Rüzgâr zerre
zerre serpsin cihana
Sesler alev
olup ararken seni
Zerremi onlara
kat yana yana...” (S.3 I)
Gülfıdan her ne kadar kılavuz olarak kabul ettiği Mansur’un
yol göstericiliğinde kendine güvenen, hedeflerine ulaşmak için kararlı bir
karakter olarak çizi ise de halkın gözündeki yeri karşıtlıklar taşır:
BİR GENÇ
Enelhak demiş
asılacakmış.
BİR İHTİYAR
Hak âşıkı
Hakda gerek.
KAHVECİ
Aşk yoluna kurban demek.
YAĞIZ GENÇ
Kendi memleketinde bir kadını sevmiş... Kadın tekinsizmiş.
BİR ESNAF
Bilmem güzelliğiyle, bilmem
perdenle... Fakat kocası, Tebriz valisinin oğlu, Beyza müftüsü, Mansur, Pasban Ali,
Şeyh Güneyd, Bizim Vezir, eğer doğruysa hattâ Halife El- Muktedir Billâh ve
daha kim gördüyse onunla çarpılmış ve bir daha iflâh etmemiş... O da inadına
Mansur’a bağlıymış..
KAHVECİ
O da Hak âşıkı, Hallaç onun rehberi.
İHTİYAR
Onlarla beraber olan ve işin iç yüzünü bilen kadınlar öyle
demiyorlar amma..
KAHVECİ
Kıskançlık neler
yapar, neler yapdırır.” (s. 105-106)
Halil
Gülfîdan’ın eşidir. Sevdiğine tam bağlı, ailesini ayakta tutmaya çalışan
haksızlığa karşı koymasını bilen bir tiptir.
Gülfidan’ın Müftü tarafından
sorgulamasının içeriğini öğrendiğinde eşini
seven Mansur yıkılmıştır:
HALİL
“Tadı
dumanlarım gökte tüterken
Seher
bülbüllerim dalda öterken
Bir kara
rüzgârla yıkıldı tahtım
Levs ile,
çamurla bulandı bahtım
Bir siyah
lekeyle alnım karardı
Simsiyah
yılanlar boynum sardı” (s.
15)
Bu yıkıma, bu ihanete karşın sevdiğini bırakmak istemeyen
Halil işin iç yüzünü öğrenmek ister:
HALİL
Seni değil,
beni tııtub yaksınlar
Seni değil,
beni yere çaksınlar
Gözlerim
kurudu yanıyor içi
Bir belâ
haline getirdin hiçi
Var mı bir
günahım? bir göz mü değdi
Gönlünü bir
kötü nefes mi eğdi
Sevda mı,
salgın mı, bir cin işi mi
Yoksa o gaibe
hâkim kişi mi
Nasıl oldu
anlat, nedir bu sırlar? (s. 16)
Önceleri
işin aslını öğrenemeyen Halil aşkıyla yanıp tutuşur. Deli divaneye dönmüştür.
Ondan vazgeçmez. Karısının kutsal aşk yolunun bir ferdi olduğunu anladığında
rahatlar:
HALİL
“Gitdiğin
gündenberi kül olduk için için.
Ocağımız
karardı oğlun yandı hasretle
Ben işi
öğrenince kavruldum nedametle.
Baş vurdum
binbir taşa., gecelerce ağladım” (s.44)
Oyunda olumlu değerlerin savunucusu kişilerin karşısında
onları inandığı değerlerden caydırmak için uğraşan karşıt kişiler de vardır:
Bunların başında Vezir Hamid gelir. Vezir arzularına, ihtiraslarına boyun eğen
bu uğurda her türlü tehlikeyi göze alabilecek bir tiptir. Çok güzel bir kadın
olan Gülfidan'ın salt bu yönüne tutkun olan Hamid onu elde etmek için her yolu
deneyeceğini açıkça söyler. Arzularıyla gözü perdelenen Vezir’in tek amacı
vardır artık: Gülfidan’ı elde etmek:
VEZİR HAMİD
“Biliniz ki ben Halifenin
veziriyim, onu ifna etdirir, Mansur adını ortadan kaldırtır, ismini ve cismini
yok eder, hâk ve helak eylerim. Hattâ oğlumu da, hatta herhangi birini de...” (s.28)
Gülfidan’ı elde
etmek için için her türlü entrikaya başvuran Vezir için artık her yol mubahtır.
Bunun içinde öncelikli olarak Mansur’un ortadan kalması gerekmektedir. Önceleri
Mansur’u büyücü olmakla suçlar. İsteği gerçekleşmez. Mansur’u yargılamak için
kurulan şerî mahkemeye müdahale eder. Mansur’un savunmasında kullandığı her
cümleyi kendi görüş noktasından yorumlayan Vezir mahkemeden de istediği sonucun
çıkmayacağını anladığında baskıyı siyasal düzleme taşır. Yönetimde bulunmanın
avantajını kullanarak Kadıya baskı yapar:
KADI
Tahkikatda selâmet olması
için böyle yapılması, makamımın müstakil bulunması lâzımdır.
(Bu söz üzerine
vezir hiddetlenir ve kadıya bağırarak.)
VEZİR
İbni Ömer bu işin yegâne ve
ilk mas’ulü olmağa doğru gidiyorsun. Mes’elenin tahammülü kalmadı. Tarafdarları
artıyor, alâka genişliyor, tehlike büyüyor, çarpışmalar çoğalıyor, camiler
dolup boşalıyor. Meydanlar geçilmez hale geliyor. Sen hâlâ kanunda yer arayor,
gün geçiriyorsun. Selâmeti memleket, selâmeti şeriat, selâmeti ehli sünnet
namına bunun bir an evvel halli lâzımdır. Memleketde ne âlimlerin, ne diğer
şeyhlerin, ne de Halife ve vezirlerinin maddi, mânevi kudret, kıymet ve nüfuzu
kaldı. Herkes onu salâvatla anıyor. Allah gibi tanıyor. Ondan evvel ona sen
kurban gideceksin.. Bunu bil ” (s.71)
O, oyunda iyiye karşı kötünün;
tine karşı tenin; dürüstlüğe karşı entrikanın savunuculuğunu yapan ve bu
yönüyle de baş kişinin özelliklerini netleştiren karşıt gücün temsilcisidir.
Karşıt kişiler arasında Kadı Ebu
Ömer'in de oyunda aksiyonu yönlendiren bir işlevselliği vardır. O önceleri var
olan şeriat kanunlarını uygulamada yansız tutumuyla dikkat çeker. Her türlü
baskıya ve yönlendirmeye yüz çeviren Kadı oturduğu koltuğu kaybedeceğini
anlayınca bütün sağlam kişiliğini birden değiştirir. Aslında Kadı iki arada bir
derede kalmıştır. Bir yanda bin bir hilelerle oturduğu devlet memurluğu bir
yanda Mansur'ıın metafizik gücünün etkisi. Vereceği son karar öncesi bu tür bir
ikilemde kalan Kadımın özelliklerini Cüneyd şu şekilde çizer:
KADI
Cüneyd,
bu korkulu, veballi işden uzaklaşmak için bu vazifeden çekilmeyi düşünüyorum!
(Bu
takdirde müşkül vaziyete düşeceklerini derhal anlıyan Cüneyd bu riyakârlığa, bu
sahte vekarhğa, bu yalancılığa son derce kızar, ve hiddetle cevap verir.)
CÜNEYD
Bu abes bir sözdür!?..
KADI
Neden ?
CÜNEYD
Neden
mi ? Tuhaf, muhal, yalan da ondan . Riya, yalan ve kalp maddeden yapılmış abes
bir söz de ondan.
KADI
Tuhaf
CÜNEYD
Evet sahiden tuhaf. Sahiden
abes... Bu makamın ehemmiyetini, menfaatini, azametini.. Bağdad ahalisi
arasındaki saygı, hürmet ve tazmin bundan geldiğini bilmez misin ? Bu makamın
saadet ve saltanatım bir an gözden çıkarmana imkân var mı ve bilhassa bu
memuriyeti elde edinceye kadar neler çekib, neler verib, nelere katlandığını...
Ne köşeler, ne eşikler bekleyib, kimleri etekleyib, ne etekler tutub ne eller
öpdüğünü bir an unutmadığın da malûm.. Binaenaleyh bu sözün abesden başka adı
ne olabilir ki?... (s.74)
Bu asal kişilerin yanında oyunda yardımcı kişilerin çokluğu
dikkat çeker.
Bu yardımcı
kişilerden başlıcaları şunlardır: Bağdad Halifesi El Muktedir Billah, Beyza
Müftüsü Musib Efendi, dönemin din bilginlerinden Şebeli (Şibli), Zinnur t
Dımışkî, Kandiharli Fasihi, Cüneyd, Şeyh Ebu Kevni, Mısırlı Ebu Nevvas, Şeyh
Izzîi Hemedanîi Bağdadi, Uyası Buharî, Şair Reşiddüddin-i Belhi, Hace Türabi,
Ömer İbni Osaman-ı Mekkî, Ebül-Kasım-ı Tusterî, Ebu Said Harraz, Ebül-Hayr-i
Nessac,... Beyza kasabasından tanıklar ve Bağdad’ın esnaf kesimlerinin
oluşturduğu geniş bir figüratif tablo ile karşı karşıyayızdır. Bu durum oyunun
sahnelenmesini güçleştirmesine karşın tarihsel temanın ayrıntılı olarak
verilmesine yardım etmiştir.
Olayların ve
kişilerin ışığında bu oyunda işlenen esas düşünceyi şöyle ifade edebiliriz:
Tarihsel düzlemde yaşadıkları süre içerisinde birçok din bilginin eylemlerinin
ve bilgilerinin bütünleşmesiyle Tanrı aşkına ulaştıkları bilinmektedir. Bu tür
bilginlerin eylemleri ve bilgileri kendilerinin kişisel hedefleri çerçevesini
aşamamıştır. Duygusal ve düşünsel
yoğunlukla ulaştığı Tanrı aşkını, ilk nuru, insanlığa hizmeti var oluş borcu
bilen Hallac’ın ölümü göze alarak aktarma gayreti trajiktir. O bildiklerini
bilgileriyle ulaştığı son noktayı bütün insanlığına korkusuzca iletmekten
çekinmez:
MANSUR
“bekada fena
vardır, fenada beka
Mekân, mesafe,
zaman, her şey, her yaka
Yalnız bir tek
kudretin tecellisidir;
Yalnız yaratan
nurun gizli sesidir.
O bendedir ben
onda her ve hiç benim
Bu misal
âleminde gölge bedenim.
Görüb
hakikatimi “Enelhak” derim
Silkin gafil
gafletden sırra bak derim.” (s.21)
Mansur’un
yaşadıklarının oyuna yansıyan bölümünde biz kozmik- metafizik; iyi-kötü,
ruh-madde; dürüst!ük-entrika çatışmalarına tanık oluruz.
Oyunda ele alman yan konulardan biri annelik duygusudur.
Oyunda kutsal aşka ulaşmak için verilen mücadeleler annelik duygusunu geride
bırakır.
Ayrıca devlet yönetimini elinde bulunduranların iktidar
hırsı bütün çıplaklığıyla sergilenir.
P Mi'
Hallac-ı Mansur’un biçimi klâsik
serim, düğüm ve çözüm olarak düzenlenmiştir. Olaylar neden-sonuç bağı ile
birbirini izler. Oyunun bütününe yayılmış bir serim göze çarpar. Olayların
gelişimi sürecinde aksiyona katılan kişilerin özelliklerinin katılması duruma
ışık tutmaktadır. Oyunda baş olguyu biçimlendiren konuşma aksiyonudur. Oyunda
dış aksiyon sahneye serim bölümleri aracılığıyla taşınır. Yani oyunun
olaylarında var olan hareket ve durumlarının gelişimi seyirciye daha çok
haberciler kanalıyla iletilir.
Olayların
gelişimi içinde düğümler ve çatışmalar birbirini izleyerek yer alır. Önceden
belirtilen çatışma ile başlayan oyun bu özelliğiyle ilgi çekici ve heyecan
verici bir nitelik kazanır. Bu, ilk sahnede Mansur un, Gülfidanm sorularına
verdiği yanıtta gizlidir:
GÜLFİDAN
“Aşk mı, yanan
sır mı, sevda mı?
Bahsetsen
biraz bundan.
Ufaklar
endişeli korkuyorum, sükûndan.
MANSUR
Korkuludur,
korkunçtur ve kanlıdır encamı” (s.5)
Oyunun sonu gerçekten “korkulu, korkunç ve kanlı mı
olacaktır"
sorusunun yanıtını merak etme gerilimi ve
dikkati arttırmaktadır.
Birinci perdede Mansur’un mistik
hayat felsefesinin ve Gülfidan’ın sosyal hayatının serimi yapıhr. Zina suçundan
tutuklanan sorgulamanın sonucunda Mansur’un dini yorumlayışıyla Müftü’nün
yorumu arasındaki fark göze çarpar. Bu perdede ilk asal düğüm atılır.
Oyunda konuşma
örgüsü manzumdur. Yer yer mensur konuşmalara yer verilse de bu tür konuşmalar
da iç kafiyeli söyleyiş tarzı dikkati çeker. Şive ve lehçe farklılığına yer
verilmez fakat oyun kişilerinin statülerine paralel olarak olayların geçtiği
dil özellikleri konuşmalara yansıtılır. Örneğin Ebu Ali Feermedî’nin konuşması:
EBU ALİ FEERMEDÎ
“Evet bu itikada
göre cihan minel’ezel mevcuddur. Cihan Allahın bir tecellisidir ve Allah her
tarafda, her yerde mevcuddur. Cevheri İlâhîsinin, ruhu Rabbanisinin
tecelliyatı, güneşin nuruna benzer ki lâyenkati’ dağılır ve massolunur.
Ruhlarda lâyemut olarak bulunan şeylerin maliki olan zatı Rabbani tarafından
massolunmak keyfiyeti ezelî bir iştiyakın sebebidir. Nur cemi’i eşyada
zâhirdir. İnsanda ise nur ve zulmet vardır. İnsanın ruhu ve kâinata münteşir
hayatın cevheri Allaha aiddir. Eşyanın hayatı ruh iledir. Her şeyin aslı nurdur
ve her şey ona döner. Madde ise hislerin hayali bâtılından ibaretdir. Madde
ancak Allahın nuru sayesinde ona idrak etmek iktidarını bize veren hayat
cevheri sayesinde mevcuddur. Haddi zatında madde hiçdir. Bunun içindir ki
Mansur [Ya Rabbi! Ben senin lâhûtiyyetinin uğrunda nasûtiyetimi ifna etdim] der
ve o madde olarak da celâl ve cemali görmüş bir insanı kâmildir ki her surete
girebilir Onda aksayi maksad hayatullah ile tevehhuddur. Bütün mevcudat Hakka
Hak diye bağırır. Niyaz ve münacatla her an onda yaşar. İşte Mansur burada ve
bundadır. O bununçindir ki Hak der, Enelhak der.” (s.55-56)
Bu tür konuşmalar oyunun
sahnelenmesini güçleştiren önemli nedenlerden biridir.
Hallâc-ı Mansûr oyunu, konusunu İslam tarihinden alan başarılı bir
tragedya örneğidir. Konusunu tarihten alan bir oyunun derin ve geniş
araştırmalara dayanarak oluşturulduğu düşünülse de; konu sanatçımızın
süzgecinden geçince tarihsel gerçekliğinden sıyrılmış, evrensel değerler
düzleminde tema boyutuyla anlam kazanmıştır. Bu yönüyle eser asla belge
niteliği taşımaz. Okuyanda/dinleyende bıraktığı etki de tarihsel kaynaklı
oluşundan değil şairin onu yorumlayışındaki güçten gelir.
Oyun, İslam tarihinde iz bırakmış
mutasavvıflardan Hallâc-ı Mansûr un öldürülmeden önceki hayatını anlatır.
Hallâc-ı Mansûr’un kısaca gerçek yaşam öyküsünü aktardıktan sonra şairin konuyu
ele alışındaki farklılıklara değineceğiz.
Tam adı, Ebu Abdullah Hüseyin bin
Mansûr el Beyzâvî el-Hallâc olan Hallâc-ı Mansûr h.244 (miladî 858) yılında
Beyza yakınlarındaki Tur kasabasında doğdu. Babası müslüman, büyük babası Mazdeisttir.
(Zerdüşt dininin bir kolu)
Babasının mesleğine bağlı olarak
lâkabı Hallâc olan Mansûr el emeğiyle geçmen bir işçi çocuğudur.
Küçük yaşta Kuran’ı ezberleyen Hallâc, sünni-Hambelî
mezhebinin
egemen olduğu Vâsit kentinde h.253-262 yılları arasında yaşar.
On altı yaşında
(h.260’ta), devrin sûfî bilgini Sehl b. Abdullah el- Tusterî’den (ölm.283/896)
Tuster’de iki yıl eğitim alır. 262’de bir diğer ünlü sûfî bilgin Basra’da Amr
b.Osman el Mekkî (ölm. 297/909)’nin yanında bir buçuk yıl okur.
Hallâc h.264’te
sûfî Ebu Yakup el Akta’nm kızı Ümmü Hüseyin’le evlenir. Evlendikten sonra Mekkî
ile arası açılan Hallâc Basra’da Cüneyd el-Bağdadî (ölm. 298/910) ile tanışır.
Daha sonra h. 270’te Mekke’ye giden Hallâc burada çile doldurmaya başlamıştır.
Bir yıl sonra Basra’ya dönen Hallâc'm hayata, insana ve dine değişik açıdan
baktığı görülür. 272-273 yıllarını Tüster’de geçirir.
Hallâc, h.274-279
arasında beş yıllık süreyi Türk illerini dolaşarak geçirir. Bağlı olduğu imanı
yayma çabasındadır. H.280’de Ahmaz’a döndüğünde aleyhinde söylentiler
artmıştır.
28l’de tekrar
Mekke yolculuğuna çıkar. 282’de Ahmaz’dan ayrılarak Bağdad’a yerleşir. İki yıl
sonra Hint yolculuğuna çıkar. Burada Hint mistisisizminden etkilendiği
söylenmektedir. 289’da üçüncü Hac seferini yapar. Artık sansürsüz konuşmaya
başlamıştır. Mansur h.30l’de tutuklanır. Bağdad’da sekiz yıl zindanda yatar. Bu
sırada halife, Muktedir; vezir ise Hâmid’dir. Mahkeme başkanın Maliki olduğu
mahkemede yargılanan Hallac’ı Hamid, zındıklıkla itham ediyordu. Hallaç “zındık”
damgası yerse tövbe ile kurtulamayacaktır. Çünkü Malikîler, zındıkların tövbesi
geçerli saymazlar. Sorgulama esnasında istedikleri sonucu alamayan heyet
sonunda Hallac’ın Hac konusundaki düşüncelerini ele alır.
Amaç Hallac’ın hac ibadetini inkâr
ettiğini kanıtlamak ve “kafir” damgasını vurmaktır. Vezir Hamid’in oyunuyla
mahkeme heyeti faturayı çıkarmıştır. Hallaç öldürüldüğünde altmış beş yaşında
idi. (Massignoon, 1994,13-20; Öztürk, 1997:65- 105; Eraydın, 1997:252-257)
Oyunun kurmaca dünyasıyla
Mansur'un gerçek yaşamını karşılaştırdığımızda dikkati çeken farklılıklar ve
benzerlikler oldukça fazladır. Oyunun bu yönlerini belirtmek Salih Zeki’nin
sanatçı kişiliğini tespit etmek açısından bize ipuçları verecektir.
Hallâc-ı Mansur
gerçek hayatında öldürüldüğünde altmış beş yaşında iken oyunda yirmi yedi
yaşındadır. Yirmi yedi yaşında bir gencin yanında yer alan Gülfidan aynı
yaşlardadır. Oyunda Gülfidan karakteri iki farklı dünya iki farklı dinsel
görüşün sentezinin iletilmesinde aracıdır: 1) İslam mutasavvıflarından olan
Mansur hedeflediği vuslatı gerçekleştirmek yolunda bir tarikat üyesi değildir.
Kendi çizdiği yolda ilerleyen Mansur’un mistik kişiliğine kavuşmasında
“keramef'lerini göstermesi, “sohbet” edebilmesi ve bir tür “râbıta”sı (Eraydın;
1997:79-144) Gülfidan sayesinde gerçekleşir.
“Kerâmet sahibi,
İslâmî inançlara bağh, şehevî ve nefsânî arzulardan ırak, gönül aynası berrâk,
âbid ve zâhid bir kimsedir. İslam alimleri kerametin câiz olduğunu, bunun,
velâyet mertebesine ulaştığını iddiâ eden yalancıdan, gerçek olanı ayırmaya
yarayan bir kıstas sayılacağını kabul etmişlerdir.” (Eraydın, S. 123)
Karısından ayrı Halil’e ve çocuğuna yardım
etmesi onları, Derviş kılığında Gülfîdan’ın yanma getirmesi ve ortadan yok
olması, Mansufun kerametlerinden biri olarak kabul edilebilir:
HALİL
Gitdiğin
gündenberi kül olduk için için.
Ocağımız
karardı oğlun yandı hasretle
Ben işi
öğrenince kavruldum nedametle.
Baş vurdum
binbir taşa., gecelerce ağladım
Hayalin
ateşile gözlerimi dağladım.
Meğer masum
imişsin, bu bur yeri işiymiş
O yanında
gördüğüm bir semavi kişiymiş.
Ona benzer bir
insan yine bir gün göründü
Derdimi açdım
matemlere büründü;
Bir remil
bakdı bana görüp gösterdi bir bir
Ka’ni oldum ki
bu bir fısk-u-fucur değildir.
Dedi: [Bu
kadın şimdi periler ülkesinde
Sizin
hasrediniz hep ateş olmuş sesinde
İrade onda
değil, başkasının elinde
Rüyalarında
olsun kavuşmak emelinde.
Bazan gönlüyle
gezer Hakkın bahçelerinde
Bazan kaybolur
gider karanlıkda, derinde.
İlâhi bir aşk
ile derbeder, serseridir;
Bağdad badiyeleri mekânidir yeridir.
Bir gün bir derviş sizi ona kavuşduracak
Bir gün hasretler bitip bu acılar duracak...]
İşte o andanberi bekliyorduk yanarak
Ümid uykularında sayıklayıp anarak.
Nihayet yola çıkdık iki dertli elele
Aşina bir zat gelip eriştirdi emele...
Nasıl oldu bilmedim, yollar karışdı rüzgâr ?
Esen rüzgâr içinde yakmlaşdı uzaklar.
Gözlerimiz karardı, benizlerimiz soldu.
Biz buraya gelince yanımızdan kayboldu...” (s.44-45)
“Sohbet,
insanları gayeye ulaştıran bir vâsıta olarak kabul edilmelidir. Bu niyetle
meydana gelen sohbetlerin faydalarım şöylece hülâsa edebiliriz:
a-)
Sohbet müridi kötülüklerden uzaklaştırır, kulu ma’siyetten, nefse haz veren
davranışlardan alıkoyar, ruhu güçlendirir.
b-) Kalp ilimlerinin kaynağı sohbetlerdir. .
c-) İnsanlar tek başlarına yaptıkları
ibadetlerde şeytana mağlup düşebilirler...”
(Eraydın, 1997: 133-134).
Oyunda Mansur’un “Peri zaptında” biri olarak nitelendirilen
Gülftdan’la
sohbetleri bu anlamda önemlidir. Ayrıca
dönemin sûfî-bilginleriyle yapılanlar sohbetler de Mansur’un hedefine hizmet
eder. Mansur oyun boyunca Gülfidan’Ia konuşmaları aracılığıyla düşüncelerini
aktarır:
MANSUR
Ne çok ağlayıp
üzül
En bu
mudhikeye gül.
Gülfidanf
Baştan başa
zir hayal, bir rüyadır bu cihan.
Muammadan
çıkılmaz (suğra, kübra) demekle
Dilekler ele
girmez nasibi beklemekle.
Erişilir
murada çilelerden geçerek
Hayatta
(mukadder)in mânası da bu demek. ” (s.32)
Sohbetin özellikleri Şebeli’nin evinde de görülür. Mansur
burada da düşüncelerini aktarma olanağı bulur:
MANSUR
“bekada fena
vardır, fenadan beka
Mekân, mesafe,
zaman, her şey, her yaka
Yalnız bir tek
kudretin tecellisidir;
Yalnız yaratan
nurun gizli sesidir.
O bendedir ben
onda her ve hiç benim
Bu misal
âleminde gölge bedenim.
Görüb
hakikatimi “Enelhak” derim
Silkin gafil
gafletden sırra bak derim.” (s.21)
Rabıta tasavvufta her ne kadar
“hoca-talebe" (Eraydın, 1997:135) arasındaki ilişkiye bağlı olarak
gerçekleştirilse de Mansur’un bu bağı Gülfıdan’la gerçekleştirdiği görülür.
2) Oyun içerisinde, “büyük sırrı
nakleden Zerdüşt’ün son oğluyum” diyen Mansur’un Zerdüşt dininin bir kolu olan
Mazdeist inancına bağlı olduğunu; oyunun bütününde bu inancın ipuçlarına
Gülfidan'la ulaşıldığını söylemek mümkündür. Mazdeistler, “havanın, suyun,
ateşin paylaşıldığı gibi paranın ve kadınların da paylaşılmasını öngören
ortaklaşmam bir ahlâk " (Meydan Larousse, C.8,s.484) inancına
sahiptirler. Gülfidan’ın oyunda evli bir kadın olmasına karşın Mansur’la
birlikteliği -ruhsal da olsa- bu görüşü doğrular niteliktedir. Massignon, Salih
Zeki'nin oyunu Mansur’un Mazdeist olduğu görüşünden etkilenerek yazdığını
söylemiştir. (1994:77)
Oyunda Mansur’un kerametlerinin
çokça yer almasının; Güifidan ve ailesinin oluşturduğu figüratif tablonun
dışında oyun Mansur’un gerçek hayatını yansıtır.
Salih Zeki’nin, gerek mücadelelerle dolu hayatı, gerek
İslam dünyasında
yarattığı düşünce depremi ile
tartışmaların odağı olan Hallâc-ı Mansur’u konu olarak seçmesi büyük bir
cesaret örneği ve seçtiği konuyu klâsik tragedyanın ölçütlerine uygun olarak
edebiyat dünyamıza katması büyük bir başarıdır.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar