Print Friendly and PDF

HALLÂC-I MANSUR...Piyes...Salih Zeki Aktay

Bunlarada Bakarsınız



 

İnceleme:Namık Kemal ŞAHBAZ

Salih Zeki Aktay’ın 1944 yılında Türkiye Yayınevi tarafından yayımlanan Hallâc-ı Mansur adlı oyunu sahnelenmemiş ancak; Fransa’da radyo oyunu olarak yayımlanmıştır. Türkiye’de ilgi görmeyen oyun üzerine sadece Abdülkerim Çelebi, Divan (I Şubat 1945) dergisinde “Hallac-ı Mansuru Okurken” başlığını taşıyan yazısında yüzeysel bir değerlendirme yapmıştır. Buna karşın I lallac- ı Mansur üzerine çalışan Fransız profesör L. Massingnon, Salih Zeki ye oyun üzerine görüşlerini belirten 10.10.1945 tarihli bir mektup (Ek: 1) yazmıştır. Hallac-ı Mansur (1994) adlı kitabında da oyun üzerine görüşlerini aktarmıştır.

Oyun beş sahnedir. Salih Zeki oyunu “büyük ceddi Ahmed Rüşdü’nün ruhuna” ithaf etmiştir.

Oyun ünlü İslam mistiği Hallac-ı Mansur’un öldürülmeden önce yaşadığı dramın öyküsüdür. Mansur’un oyunda yaratılan moral evrende inandığı değerler uğruna ölüme bile bile gitmesi oyuna bir tragedya özelliği kazandırır. Yargılandığı mahkemede ya “hüve’l hak” (Tanrı O’dur) diyerek yaşayacak sevdiklerine, müritlerine kavuşacak, ya da “Ene’I Hak” (ben Tannyım/gerçeği biliyorum) diyecek, özlem duyduğu vuslatı gerçekleştirecektir. O yaşadığı her zaman diliminde Tanrı'ya kavuşmayı arzuladığından bütün eylemlerin kaynağı bu olduğundan “EneT Hak” demeyi yeğler.

Salih Zeki’nin gerek öz geçmişinde gerek düşünceleriyle hem yaşadığı dönemde hem de günümüzde tartışma konusu olan Hallac-ı Mansur’u oyununa konu olarak seçmesi edebiyat tarihimiz açısından dikkat çekicidir.

Bu tutumun şair üzerinde yarattığı sorumluluk oyunu kurma aşamasında kendini gösterir. Olayların aktarımında süre şairin öngördüğü biçimde sona ermektedir. Oyun, Mansur’un asılmadan önce yaklaşık bir aylık hayatını kapsar. Zamanın ilerlemesi seyirciye artan bir tempo ile hissettirilir.

Konunun işlenişinde zamanın kurgulanışı, kişilerin tanıtımı, olayların gelişimi ve düğümlenmesi, çözülme ve gerilimin sıfıra inmesi ustalıkla sahneye yansıtılır.

Zamanın biçimlendirdiği oyunda olayları yaşayan kişilerden başta baş kişi Mansur olmak üzere ve onun yanında yer alan Gülfidan kocası Halil tipik karakter özelliği taşımaktadır. Karşıt kişilerden Vezir Hamid ve Kadı Ebu Ömer’in de karakter özelliği taşıdığı görülür. Yardımcı kişilerin önemli bir bölümünü oluşturan din bilginleri kalıplaşmış tipler olarak karşımıza çıkar.

Konuşma örgüsünün iskeletini oluşturan diyalog da aksiyona bağlı olarak geliştirilmiştir. Seyirciye bilgi ve öğüt vermekten öte oyun kişilerinin ikna etme ve yönlendirme çabası içerisinde olmaları dile getirilen konunun seyirciyi sarması, seyircinin sahnedeki dünya ile özdeşleşmesini sağlar.

Oyununda diyaloglar manzum olmakla birlikte yer yer mensur özellik taşır. Mensur bölümler de şiirsellik arz eder. Konuşmaların akıcılığı ve cümlelerin bir birine nedensellikle bağlanması duygular ve düşünceler arasındaki bütünlüğü kolaylaştırır. Tarihsel içerikli bir oyun olması nedeniyle Hallâc-ı Mansur’da olayın yaşandığı devrin dil özelliklerinin de yansıtıldığı görülürken, lehçe ve şivelere yer verilmemiştir.

Dekoru belirleyen özellikler oyunun yukarıda sıraladığımız özellikleriyle uyum içerisindedir. Yaşanan olaylar karşısında metafizik güç kaynağını isteği doğrultusunda kullanabilen baş kişinin gerçekleştirdiklerini yansıtmak açısından dekordaki değişimler göze çarpar. Bununla birlikte karşıt güçler arasındaki statü farklılığını somutlaştırmada dekorun işlevselliği etkilidir.

Olay önceleri Şiraz’ın Beyza kasabasında özellikle ikinci perdeden sonra Bağdad’ın muhtelif yerlerinde geçer. Mansur evli bir çocuk babası, aylardır yıllardır evine uğramayan Zerdüşt düşüncesinin son temsilcisi, Müslüman, yirmi yedi yaşlarında bir gençtir. Aynı yaşlarda Gülfidan da evli, kocası Halil’e bağlı, bir çocuklu annedir. Mansur yüreğinde iyiliği egemen kılmak, ilk nura kavuşma arzusunu gerçekleştirmek amacıyla aracı seçtiği Gülfidan’la buluşur. Salt ruhsal birlikteliğin yaşandığı bu buluşmalardan birinde kolluk kuvvetlerince tutuklanırlar. Tanıkların sözlerine bağlı olarak Şeyhülislamın ilk duruşma sonucu verdiği karar acımasızdır: Recm (taşlama). Kesin karar verilmeden önce Mansur gözetime alınır. Gülfidan imam evi olmadığından evine gönderilir. İhanete uğradığı sanan kocasının sorularına yanıtlar veremeyen Gülfidan oğluna yüreğindeki acıları yansıtan ninniler okur. Çaresizlik içinde kıvranan Halil komşularının huzurunda karısını boşar. Boşta kalan annesinin evi terk etmemesi için yalvaran oğlu Kuddus ile kocası Halil uyurlarken Gülfidan perilerin yardımıyla evden ayrılır. Aynı zamanda Mansur da gözetime alındığı odada yoktur. İnsanlar hayretler içinde kalır.

İkinci bölümde, Beyza’da kaybolan Mansur Bağdad’da görülür. Şebeli (Şiblî)’nin evinde İslam dünyasının önemli bilginlerinden, Zinnur ı Dımışkî, Kandiharlı Fasihi, Cüneyd, Şeyh Ebu Kevnî, Mısırlı Ebu Nevvas, Şeyh İzziî Hamedanî, Dehriî Bağdadî, lyazî Buharî, şair Reşidüddin-i Belhi, İhtiyar Hace Türabî, kadınlardan Selimei Rumi'ye, Ramial, Adviyye, Libabe, Reyhane, Minhace, Valihe, Mehdiye ve yabancı bir kadından oluşan mecliste “şeriat-tarikat-hakikat" üzerine konuşurlar. Burada ilk kez “Ene’l Hak” diyen Mansur’u meclistekiler dışlarlar. Özellikle Yabancı Kadın Mansur’un sözlerini şeriata aykırı bulur. Bağdad’ı terk etmesini söyler. Fasihî ona sözlerini “izah” ya da “inkâr” ettiğini söylemesi üzerine o tekrar “Ene’l Hak” diyerek meclisi terk eder. Bu söz üzerine Bağdad’da halk ikiye ayrılır. İnsanlar birbirini öldürmeye başlar. Mansur tutuklanır. Halife El Muktedir Billah’ın sarayına getirilir. Sarayda Vezir’in sorularını yanıtlarken bir Meçhul Kadın belirir. Mansur başka bir odaya götürüldükten sonra Vezir Meçhul Kadın’a karşı duygularını aktarmaktan geri durmaz. Kadını görür görmez vurulmuştur. Ama Meçhul Kadın sadece hakka âşıktır. Vezir habercinin sözleriyle galeyana gelen halkı gözetmek için dışarı çıkar. Meçhul Kadın uykuya dalar. Yanma Mansur gelir. Bu Meçhul Kadın, Gülfidan’dır. Rüyasında çocuğu ile eşi Halil’i gören Gülfidan onlara özlem duyar. Mansur Gülfidan'ı yatıştırır. Vezir Hamid'in oğlu Aftan da Gülfidan’a tutkundur. Babasına ve Mansur’a duyduğu kıskançlık intikam duygusunu bileylcr.

Üçüncü bölümde Mansur önce halifenin sorularına yanıt verir. Meçhul Kadın Beyza’da olduğu gibi sırra kadem basmıştır. Kadının kim olduğunu, onunla arasındaki bağı sorar. Mansur da halifeye aşkının yüceliğini anlatır. O Zerdüşt'ün son torunu, hakkın âşık kulu olduğunu sözlerine ekleyince halife yargılanmasını şerî mahkemeye bırakır. Kadı Ebu Ömer’in gelmesi beklenirken sarayın kahve ocağına kapatılan Mansur burada kahveciye Divan’mdan beyitler okur. Vezir Hamid kıskançlığın doğurduğu intikâm duygusuyla Mansur’u astırmak ister. Kadı Ebu Ömer'in sorgulamasında da “Ene’l Hak” diyen Mansur hakkında tam kararın verilebilmesi için aleyhte yirmi dört tanık dinlenir. Üçüncü bölümün son sahnesinde Halil ve oğlu Kuddus, Gülfidan’la buluşur. Yedi gün boyunca yaşadıklarını anlatır. Mansur’un yardımıyla bir araya gelen aileyi Mansur teselli eder.

Dördüncü bölümde şerî mahkeme kurulur. Kurulda Ebu Osman, Ömer İbni Osman-ı Mekki, Cüneyd, Şebeli, Abdullah-ı Hafif, Ebül-Kasım-ı Tusteri, Ebu Said Harraz, Ebü’l Hayr-ı Nessac, Ebu Ali Feermedi, Ebu Yusuf ü Hemedani, Ebül- Vefa, İbni Ata gibi ulemanın önde gelenleri vardır. Habercinin getirdiği. Kadı Ebu Ömer’e ait tahkikât başkatip tarafından okunur. Vezir Hamid hemen asılmasını ister. Halife ulemayı dinledikten sonra karar vermek ister. Kurul sanıkları dinlemek için çağırır fakat onlar yerlerinde yoktur. Vezir isteğini yineler. Din bilginlerinden çoğu Mansur’dan yana tavır alırken kimisi vezir Hamid’in görüşü doğrultusunda düşüncelerini ileri sürer. Mansur’la kuruldakiler arasındaki çatışma süreklilik arz ederken Şeyhülislam’ın cürmün sabit olduğunu söylemesi üzerine Mansur gününün dolduğunu söyler. Mansur’u zindana atarlar. Zindandaki mahkûmları da örgütlediği fark edilince tek hücreli odaya kapatılır. İbn-i Ata ve Abdullah-ı Hafif onu ikna etmeye gelirler fakat o kendi doğrularından şaşmaz. Mansur zindanda mucizelerini gerçekleştirir. Bir hafta görülmez. Halkın çoğunluğu artık Mansur’dan yanadır. Vezir bu durumdan ürker, kadıya Mansur’un idamı için karar alması yolunda baskı yapar. Sorgulamada Mansur’un açığım bulamaz. Din bilginlerinin yaptığı sorgulamada da sonuç alınmaz.

Beşinci bölümde yönetim erkine sahip olan vezir ve onun yandaşı din bilginleri yönetimi kaybedeceklerini anlayınca idamı gerçekleştirmek için Mansur’un açığını bulmaya çalışırlar Mansur zindanın dışında Gülfidan’la buluşur. Ona yarın vuslata ereceğini söyler. Zindana dönünce kadı onu Gülfidan'la dışarıda gören kadın tanıklarla birlikte dinler. Mansur hâlâ açık vermemektedir. Zindana tekrar atılır. Zindanda zincire bağlanır. Zindanda kendinin dışındaki bütün tutsakları özgürlüğüne kavuşturur. Mansur yine önceki din bilginleri ve kadı tarafından sorgulanır. Şeyhülislam “fakr, ihlâs, hidayet, marifet, aşk, zulüm” üzerine sorular sorar. Sorulara ölçülü yanıtlar verir. Kadının Mansur’un kitabındaki hac üzerine düşüncelerinin içeriği üzerine soru sorması bardağı taşıran son damla olmuştur. Mansur bu bilgilerin kendisinden önce yazıldığını söyler. Kadı bilginin alıntı olmadığını belirttikten sonra Mansur’a kâfir der. Açık bekleyen vezir kadıya hücum eder. Bu sözünün altında ezilen ve kendi geleceğinin tehlikeye düştüğünü sezen Kadı, Mansur’un katline karar verir. Mansur halktan kimilerinin sevgi, kimilerinin aleyhte gösterileriyle daracağacına götürülür. Din bilginlerinden Şebelî’nin, Mansur’un neden katledildiğini bildiği halde ona gül atması gittiği yolun yanlış olduğunu dile getirmesi Mansur’u bir kat daha yaralamıştır. O darağacma insanların kurtuluşa eremeyeceğinin ümitsizliğiyle birlikte gider.

Olay dizisinden de anlaşılacağı üzere oyun Mansur üzerinde odaklaşmaktadır. Onun dünya görüşünün, düşünce yapısının ortaya dökülmesinde birer araç olma işlevselliğiyle oyunda diğer kişiler tek boyutlu olarak çizilmiştir. Bu kişiler arasında oyunda baş kişinin (Mansur’un) verdiği kararları gerçekleştirmesinde ona yardımcı olan Gülfidan’la karşıt gücü temsil eden Vezir Hamid ayrıntılı kişilikleri verilmiş karakterlerdir. Oyun tarihsel düzlemde mistik bir kişinin dramını dile getirmesi yönüyle oyundaki kişiler de daha çok düşünsel, dinsel yönlerinin ağırlığı oranınca aktarılır.

Mansur’un, serim bölümünde aktarılan yönüyle fiziksel özelliklerini tespit edebiliyoruz: Yirmi yedi yaşlarında, solgun yüzlü, ince ve zayıf endamlı, derin bakışlı bir gençtir, “(s.5) Evli, bir çocuk babasıdır. Hafif ve hulyah” bir sesi vardır. Mansur oyunda özgeçmişini kadıya şu şekilde aktarır:

MANSUR

“Tebriz'in Beyza kasabasındanım. Zerdüşt'ün torunu, Gıyas’ın oğlu, Yakubu Akta'nın damadı Muğsin’in babasıyım, itikadım müslüman, mazhebim ehli sünnettir. İmamlara ve ehli peygambere hürmet eder, onları tafdil eylerim. Medreseden mücaz değil, Hakdan mülhemim. Sülûküm Hakkadır. Bana Allah hidayet, Cüneyd sükût ve halvet, Ömer İbni Osman Mekkî inabe verdi. Ebu Said Horasanî’nin açdığı ilk tekkeden, ilk nasib alanlardanım. Hadisden musannefatım olan kitaplar ulema ellerinde her gün okunmakda ve okutulmakdadır." (s.42)

Herkesçe bilindiği varsayılan bu özelliklerinin yanı sıra Mansur, düşüncesine bağlı olarak kişiliğini Vezir Hamid’e anlatır:

MANSUR

“Bir hareket, bir fikir, bir yürüyüş demektir.

Bir ruh için durgunluk ölümü beklemektir.

Durgunluk karanlıkta mezarların gölgesi

Yokluk, boşluk ve hiçlik fenanın vesvesesi

Her an bütün varlıklar yanar, titrer ve söner

Değişip dolaşarak ezelî aşka döner

Aşk ince meş’allerde titreyen ince nurdur

Tecelliler içinde gördüğün bu Mansur’dur.” (s.27)

Bunların yanı sıra Mansur’un toplum tarafından algılanan kişiliği oyunda

Meçhul Kadın (Gülfıdan) aracılığıyla çizilir:

MEÇHUL KADIN

“Ben her şeyi Hakdan bekler, sizin de ondan korkmanızı dilerim. Eğer kasd Mansur ise bence yalnız cismi hırsınıza hedef ve teselli olabilir. O varlıkları tebdil, tağyir ve türab edebilir, fakat... Fakat o ebediyete varmış biridir. O size kudretlerini bile kullanmaz. Siz de olsa olsa yalnız isminden öç alıp teselli bulabilirsiniz. Mevcudiyet değil, fakat mevcudat şekilden, şekl ise boş bir suretten ibarettir. Ve cevher ebedîdir. O istese sarayınızla birlikte sizi Kaf dağlarının arkasına atar O istese hâzinelerinizden çok para yapar O istediği zaman mecnunları akıllı, akıllıları divane eder. Peri zaptındakileri alır, bağlıları kurtarır.. Uykuda gezenleri rehaya, cin çarpmışları şifaya, murad isteyenleri murada erişdirir. Kısmetleri açar; yaz mevsiminde kış meyvaları, kış mevsiminde yaz meyvaları yedirir. Herkesin karanlık gecede ve karanlık yerde işlediği günahı bilir, gizli işleri meydana dökebilir. Herkesin fikrinden geçirdiği gizli düşünceleri ortaya atabilir. Boş olarak havaya uzattığı elini para ile dolu olarak çeker ve bunlar da (Hak, Allah) der. Ve bu yazılar üstlerinde yanar.. O kimi istese olduğu yere getirir ve bunu da dilerse etrafına gösterir, ölüleri diriltir, gaibi görür, meçhulü bilir, zayii bulur Dilediği yer girer, dilediği zaman görünür, dilediği zaman değişir, zeman ve mekânı değişdirir, Ayıp ve kusurdan münezzehdir Siz ondan hazer üzere olun.” (s.29)

Bu bağlamda Mansur’u trajik bir karakter yapan özelliği şudur: O içinde bulunduğu koşulların olumsuzluğuna, aleyhinde olanca güçleriyle mücadele eden insanların varlığına karşın yılmamıştır. Dünya nimetlerine bağlı mutluluklar onun için bir anlam ifade etmez. İnandığı değerlerle biçimlenen Mansur, Tanrı’nın yarattığı halka yalvarmaktansa Hakk’a (Tanrı’ya) yalvarmayı tercih eder. İlk nura erişmek amacıyla çıktığı yoldan bütün caydırıcı etkenlere karşın çıkmamış hedeflediği noktaya ulaşmıştır. O sürekli “vecd” içinde andığı Tanrı’ya “fani” yönünü ortadan kaldırtarak kavuşur. Asılsız suçlamalara boyun eğmeyen Mansur’un verdiği karar bizde hayranlık uyandırırken gerçeklerle yüzleşmemizi sağlar.


Ayrıca Mansur’un kişiliğinin metafizik boyutu doğduğu kentte yaşayan Beyzalılar için yaşamsal bir değer biçimine dönüşmüştür.

(KİNCİ ADAM

“... O Beyza’dan çıktığından beridir ki, çeşmelerimiz su, tarlalarımız ekin Ağaçlarımız meyva vermez oldu. İçimize karanlık, şehrimize gam ve gussa doldu. O diyar onunla ruhu, şiiri, hayatı kaybetdi.” (s.72)

Yazar daha ilk bölümde Mansur’un inandığı değerlerinden vazgeçmeyen, sonunu bilen karakterini sezdirir:

GÜLFİDAN

“Aşk mı, yanan sır mı, sevda mı ?

Bahsetsen biraz bundan.

Ufuklar endişeli korkuyorum sükûndan.”

MANSUR

“Korkuludur, korkunçtur ve kanlıdır encamı.” (S.5)

Gülfidan, Mansur’la aynı yaşlarda evli bir çocuk annesidir. “Peri zaptında”, badem gözlü, sarı lepiska saçlı, ince uzun boylu, yasemin fidanı gibidir. Edalı bir yürüyüşü vardır.

Oğlunu seven ailesine bağlı Gülfidan insanüstü bir duygunun etkisiyle bağlandığı Mansur’la buluşmalarından sonra ruhundaki karanlıklar birer birer aydınlanır. O yaşadığı bu değişimi imajlarla ve sembollerle canlandırarak anlatır:

GÜLFİDAN

“İçimde zaptedilmez siyah bir gölge vardı,

Gözlerimi bürüdü, başıma duman sardı.

Hiçbir yerde duramaz, bir şeyle avunamaz

Bütün dünyanın fani varlığile kanamaz

Dağdan, taşdan soramaz, varlıkdan kâm alamaz

Topraklarda, havada, mekânımda kalamaz

Bir hale düşüp geldim; yanmış pervane gibi.

Sen açdın şifa veren nefsinle bu kalbi..

Akıyorum fecirle sonsuzluk dünyasına

Vedâ edip ömrümün karanlık rüyasına

Şimdi ruhum geceden şafağa çıkmış gibi

Şimdi gönlümün nehri şeddini yıkmış gibi..’’ (s.8)

Gönlünün şeddini yıkan Gülfidan almış olduğu karardan oyun sonuna kadar kesinlikle dönmez. Tutukluğu süresince ailesinin özlemiyle tutuşurken kendisini yuvasız kuşlarla özdeşleştirir. Fakat ardından Tann’ya asıl istediğini, söylediği İlâhiyle dile getirir:

“Kuşlar! Eviniz, eşiniz nerde

Size de yolları bağlayorlar mı ?

Perdedir şu dağlar, geceler perde

Sizi de, arayan, ağlayan var mı ?

Allahını! Yolunda kül eyle beni.

Rüzgâr zerre zerre serpsin cihana

Sesler alev olup ararken seni

Zerremi onlara kat yana yana...” (S.3 I)

Gülfıdan her ne kadar kılavuz olarak kabul ettiği Mansur’un yol göstericiliğinde kendine güvenen, hedeflerine ulaşmak için kararlı bir karakter olarak çizi ise de halkın gözündeki yeri karşıtlıklar taşır:

BİR GENÇ

Enelhak demiş asılacakmış.

BİR İHTİYAR

Hak âşıkı Hakda gerek.

KAHVECİ

Aşk yoluna kurban demek.

YAĞIZ GENÇ

Kendi memleketinde bir kadını sevmiş... Kadın tekinsizmiş.

BİR ESNAF

Bilmem güzelliğiyle, bilmem perdenle... Fakat kocası, Tebriz valisinin oğlu, Beyza müftüsü, Mansur, Pasban Ali, Şeyh Güneyd, Bizim Vezir, eğer doğruysa hattâ Halife El- Muktedir Billâh ve daha kim gördüyse onunla çarpılmış ve bir daha iflâh etmemiş... O da inadına Mansur’a bağlıymış..

KAHVECİ

O da Hak âşıkı, Hallaç onun rehberi.

İHTİYAR

Onlarla beraber olan ve işin iç yüzünü bilen kadınlar öyle demiyorlar amma..

KAHVECİ

Kıskançlık neler yapar, neler yapdırır.” (s. 105-106)

Halil Gülfîdan’ın eşidir. Sevdiğine tam bağlı, ailesini ayakta tutmaya çalışan haksızlığa karşı koymasını bilen bir tiptir.

Gülfidan’ın Müftü tarafından sorgulamasının içeriğini öğrendiğinde eşini

seven Mansur yıkılmıştır:

HALİL

“Tadı dumanlarım gökte tüterken

Seher bülbüllerim dalda öterken

Bir kara rüzgârla yıkıldı tahtım

Levs ile, çamurla bulandı bahtım

Bir siyah lekeyle alnım karardı

Simsiyah yılanlar boynum sardı” (s. 15)

Bu yıkıma, bu ihanete karşın sevdiğini bırakmak istemeyen Halil işin iç yüzünü öğrenmek ister:

HALİL

Seni değil, beni tııtub yaksınlar

Seni değil, beni yere çaksınlar

Gözlerim kurudu yanıyor içi

Bir belâ haline getirdin hiçi

Var mı bir günahım? bir göz mü değdi

Gönlünü bir kötü nefes mi eğdi

Sevda mı, salgın mı, bir cin işi mi

Yoksa o gaibe hâkim kişi mi

Nasıl oldu anlat, nedir bu sırlar? (s. 16)

Önceleri işin aslını öğrenemeyen Halil aşkıyla yanıp tutuşur. Deli divaneye dönmüştür. Ondan vazgeçmez. Karısının kutsal aşk yolunun bir ferdi olduğunu anladığında rahatlar:

HALİL

“Gitdiğin gündenberi kül olduk için için.

Ocağımız karardı oğlun yandı hasretle

Ben işi öğrenince kavruldum nedametle.

Baş vurdum binbir taşa., gecelerce ağladım” (s.44)

Oyunda olumlu değerlerin savunucusu kişilerin karşısında onları inandığı değerlerden caydırmak için uğraşan karşıt kişiler de vardır: Bunların başında Vezir Hamid gelir. Vezir arzularına, ihtiraslarına boyun eğen bu uğurda her türlü tehlikeyi göze alabilecek bir tiptir. Çok güzel bir kadın olan Gülfidan'ın salt bu yönüne tutkun olan Hamid onu elde etmek için her yolu deneyeceğini açıkça söyler. Arzularıyla gözü perdelenen Vezir’in tek amacı vardır artık: Gülfidan’ı elde etmek:

VEZİR HAMİD

“Biliniz ki ben Halifenin veziriyim, onu ifna etdirir, Mansur adını ortadan kaldırtır, ismini ve cismini yok eder, hâk ve helak eylerim. Hattâ oğlumu da, hatta herhangi birini de...” (s.28)

Gülfidan’ı elde etmek için için her türlü entrikaya başvuran Vezir için artık her yol mubahtır. Bunun içinde öncelikli olarak Mansur’un ortadan kalması gerekmektedir. Önceleri Mansur’u büyücü olmakla suçlar. İsteği gerçekleşmez. Mansur’u yargılamak için kurulan şerî mahkemeye müdahale eder. Mansur’un savunmasında kullandığı her cümleyi kendi görüş noktasından yorumlayan Vezir mahkemeden de istediği sonucun çıkmayacağını anladığında baskıyı siyasal düzleme taşır. Yönetimde bulunmanın avantajını kullanarak Kadıya baskı yapar:

KADI

Tahkikatda selâmet olması için böyle yapılması, makamımın müstakil bulunması lâzımdır.

(Bu söz üzerine vezir hiddetlenir ve kadıya bağırarak.)

VEZİR

İbni Ömer bu işin yegâne ve ilk mas’ulü olmağa doğru gidiyorsun. Mes’elenin tahammülü kalmadı. Tarafdarları artıyor, alâka genişliyor, tehlike büyüyor, çarpışmalar çoğalıyor, camiler dolup boşalıyor. Meydanlar geçilmez hale geliyor. Sen hâlâ kanunda yer arayor, gün geçiriyorsun. Selâmeti memleket, selâmeti şeriat, selâmeti ehli sünnet namına bunun bir an evvel halli lâzımdır. Memleketde ne âlimlerin, ne diğer şeyhlerin, ne de Halife ve vezirlerinin maddi, mânevi kudret, kıymet ve nüfuzu kaldı. Herkes onu salâvatla anıyor. Allah gibi tanıyor. Ondan evvel ona sen kurban gideceksin.. Bunu bil ” (s.71)

O, oyunda iyiye karşı kötünün; tine karşı tenin; dürüstlüğe karşı entrikanın savunuculuğunu yapan ve bu yönüyle de baş kişinin özelliklerini netleştiren karşıt gücün temsilcisidir.

Karşıt kişiler arasında Kadı Ebu Ömer'in de oyunda aksiyonu yönlendiren bir işlevselliği vardır. O önceleri var olan şeriat kanunlarını uygulamada yansız tutumuyla dikkat çeker. Her türlü baskıya ve yönlendirmeye yüz çeviren Kadı oturduğu koltuğu kaybedeceğini anlayınca bütün sağlam kişiliğini birden değiştirir. Aslında Kadı iki arada bir derede kalmıştır. Bir yanda bin bir hilelerle oturduğu devlet memurluğu bir yanda Mansur'ıın metafizik gücünün etkisi. Vereceği son karar öncesi bu tür bir ikilemde kalan Kadımın özelliklerini Cüneyd şu şekilde çizer:

KADI

Cüneyd, bu korkulu, veballi işden uzaklaşmak için bu vazifeden çekilmeyi düşünüyorum!

(Bu takdirde müşkül vaziyete düşeceklerini derhal anlıyan Cüneyd bu riyakârlığa, bu sahte vekarhğa, bu yalancılığa son derce kızar, ve hiddetle cevap verir.)

CÜNEYD

Bu abes bir sözdür!?..

KADI

Neden ?

CÜNEYD

Neden mi ? Tuhaf, muhal, yalan da ondan . Riya, yalan ve kalp maddeden yapılmış abes bir söz de ondan.

KADI

Tuhaf

CÜNEYD

Evet sahiden tuhaf. Sahiden abes... Bu makamın ehemmiyetini, menfaatini, azametini.. Bağdad ahalisi arasındaki saygı, hürmet ve tazmin bundan geldiğini bilmez misin ? Bu makamın saadet ve saltanatım bir an gözden çıkarmana imkân var mı ve bilhassa bu memuriyeti elde edinceye kadar neler çekib, neler verib, nelere katlandığını... Ne köşeler, ne eşikler bekleyib, kimleri etekleyib, ne etekler tutub ne eller öpdüğünü bir an unutmadığın da malûm.. Binaenaleyh bu sözün abesden başka adı ne olabilir ki?... (s.74)

Bu asal kişilerin yanında oyunda yardımcı kişilerin çokluğu dikkat çeker.

Bu yardımcı kişilerden başlıcaları şunlardır: Bağdad Halifesi El Muktedir Billah, Beyza Müftüsü Musib Efendi, dönemin din bilginlerinden Şebeli (Şibli), Zinnur t Dımışkî, Kandiharli Fasihi, Cüneyd, Şeyh Ebu Kevni, Mısırlı Ebu Nevvas, Şeyh Izzîi Hemedanîi Bağdadi, Uyası Buharî, Şair Reşiddüddin-i Belhi, Hace Türabi, Ömer İbni Osaman-ı Mekkî, Ebül-Kasım-ı Tusterî, Ebu Said Harraz, Ebül-Hayr-i Nessac,... Beyza kasabasından tanıklar ve Bağdad’ın esnaf kesimlerinin oluşturduğu geniş bir figüratif tablo ile karşı karşıyayızdır. Bu durum oyunun sahnelenmesini güçleştirmesine karşın tarihsel temanın ayrıntılı olarak verilmesine yardım etmiştir.

Olayların ve kişilerin ışığında bu oyunda işlenen esas düşünceyi şöyle ifade edebiliriz: Tarihsel düzlemde yaşadıkları süre içerisinde birçok din bilginin eylemlerinin ve bilgilerinin bütünleşmesiyle Tanrı aşkına ulaştıkları bilinmektedir. Bu tür bilginlerin eylemleri ve bilgileri kendilerinin kişisel hedefleri çerçevesini

aşamamıştır. Duygusal ve düşünsel yoğunlukla ulaştığı Tanrı aşkını, ilk nuru, insanlığa hizmeti var oluş borcu bilen Hallac’ın ölümü göze alarak aktarma gayreti trajiktir. O bildiklerini bilgileriyle ulaştığı son noktayı bütün insanlığına korkusuzca iletmekten çekinmez:

MANSUR

“bekada fena vardır, fenada beka

Mekân, mesafe, zaman, her şey, her yaka

Yalnız bir tek kudretin tecellisidir;

Yalnız yaratan nurun gizli sesidir.

O bendedir ben onda her ve hiç benim

Bu misal âleminde gölge bedenim.

Görüb hakikatimi “Enelhak” derim

Silkin gafil gafletden sırra bak derim.” (s.21)

Mansur’un yaşadıklarının oyuna yansıyan bölümünde biz kozmik- metafizik; iyi-kötü, ruh-madde; dürüst!ük-entrika çatışmalarına tanık oluruz.

Oyunda ele alman yan konulardan biri annelik duygusudur. Oyunda kutsal aşka ulaşmak için verilen mücadeleler annelik duygusunu geride bırakır.

Ayrıca devlet yönetimini elinde bulunduranların iktidar hırsı bütün çıplaklığıyla sergilenir.

P Mi'

Hallac-ı Mansur’un biçimi klâsik serim, düğüm ve çözüm olarak düzenlenmiştir. Olaylar neden-sonuç bağı ile birbirini izler. Oyunun bütününe yayılmış bir serim göze çarpar. Olayların gelişimi sürecinde aksiyona katılan kişilerin özelliklerinin katılması duruma ışık tutmaktadır. Oyunda baş olguyu biçimlendiren konuşma aksiyonudur. Oyunda dış aksiyon sahneye serim bölümleri aracılığıyla taşınır. Yani oyunun olaylarında var olan hareket ve durumlarının gelişimi seyirciye daha çok haberciler kanalıyla iletilir.

Olayların gelişimi içinde düğümler ve çatışmalar birbirini izleyerek yer alır. Önceden belirtilen çatışma ile başlayan oyun bu özelliğiyle ilgi çekici ve heyecan verici bir nitelik kazanır. Bu, ilk sahnede Mansur un, Gülfidanm sorularına verdiği yanıtta gizlidir:

GÜLFİDAN

“Aşk mı, yanan sır mı, sevda mı?

Bahsetsen biraz bundan.

Ufaklar endişeli korkuyorum, sükûndan.

MANSUR

Korkuludur, korkunçtur ve kanlıdır encamı” (s.5)

Oyunun sonu gerçekten “korkulu, korkunç ve kanlı mı olacaktır"

sorusunun yanıtını merak etme gerilimi ve dikkati arttırmaktadır.

Birinci perdede Mansur’un mistik hayat felsefesinin ve Gülfidan’ın sosyal hayatının serimi yapıhr. Zina suçundan tutuklanan sorgulamanın sonucunda Mansur’un dini yorumlayışıyla Müftü’nün yorumu arasındaki fark göze çarpar. Bu perdede ilk asal düğüm atılır.

Oyunda konuşma örgüsü manzumdur. Yer yer mensur konuşmalara yer verilse de bu tür konuşmalar da iç kafiyeli söyleyiş tarzı dikkati çeker. Şive ve lehçe farklılığına yer verilmez fakat oyun kişilerinin statülerine paralel olarak olayların geçtiği dil özellikleri konuşmalara yansıtılır. Örneğin Ebu Ali Feermedî’nin konuşması:

EBU ALİ FEERMEDÎ

“Evet bu itikada göre cihan minel’ezel mevcuddur. Cihan Allahın bir tecellisidir ve Allah her tarafda, her yerde mevcuddur. Cevheri İlâhîsinin, ruhu Rabbanisinin tecelliyatı, güneşin nuruna benzer ki lâyenkati’ dağılır ve massolunur. Ruhlarda lâyemut olarak bulunan şeylerin maliki olan zatı Rabbani tarafından massolunmak keyfiyeti ezelî bir iştiyakın sebebidir. Nur cemi’i eşyada zâhirdir. İnsanda ise nur ve zulmet vardır. İnsanın ruhu ve kâinata münteşir hayatın cevheri Allaha aiddir. Eşyanın hayatı ruh iledir. Her şeyin aslı nurdur ve her şey ona döner. Madde ise hislerin hayali bâtılından ibaretdir. Madde ancak Allahın nuru sayesinde ona idrak etmek iktidarını bize veren hayat cevheri sayesinde mevcuddur. Haddi zatında madde hiçdir. Bunun içindir ki Mansur [Ya Rabbi! Ben senin lâhûtiyyetinin uğrunda nasûtiyetimi ifna etdim] der ve o madde olarak da celâl ve cemali görmüş bir insanı kâmildir ki her surete girebilir Onda aksayi maksad hayatullah ile tevehhuddur. Bütün mevcudat Hakka Hak diye bağırır. Niyaz ve münacatla her an onda yaşar. İşte Mansur burada ve bundadır. O bununçindir ki Hak der, Enelhak der.” (s.55-56)

Bu tür konuşmalar oyunun sahnelenmesini güçleştiren önemli nedenlerden biridir.

Hallâc-ı Mansûr oyunu, konusunu İslam tarihinden alan başarılı bir tragedya örneğidir. Konusunu tarihten alan bir oyunun derin ve geniş araştırmalara dayanarak oluşturulduğu düşünülse de; konu sanatçımızın süzgecinden geçince tarihsel gerçekliğinden sıyrılmış, evrensel değerler düzleminde tema boyutuyla anlam kazanmıştır. Bu yönüyle eser asla belge niteliği taşımaz. Okuyanda/dinleyende bıraktığı etki de tarihsel kaynaklı oluşundan değil şairin onu yorumlayışındaki güçten gelir.

Oyun, İslam tarihinde iz bırakmış mutasavvıflardan Hallâc-ı Mansûr un öldürülmeden önceki hayatını anlatır. Hallâc-ı Mansûr’un kısaca gerçek yaşam öyküsünü aktardıktan sonra şairin konuyu ele alışındaki farklılıklara değineceğiz.

Tam adı, Ebu Abdullah Hüseyin bin Mansûr el Beyzâvî el-Hallâc olan Hallâc-ı Mansûr h.244 (miladî 858) yılında Beyza yakınlarındaki Tur kasabasında doğdu. Babası müslüman, büyük babası Mazdeisttir. (Zerdüşt dininin bir kolu)

Babasının mesleğine bağlı olarak lâkabı Hallâc olan Mansûr el emeğiyle geçmen bir işçi çocuğudur.

Küçük yaşta Kuran’ı ezberleyen Hallâc, sünni-Hambelî mezhebinin

egemen olduğu Vâsit kentinde h.253-262 yılları arasında yaşar.

On altı yaşında (h.260’ta), devrin sûfî bilgini Sehl b. Abdullah el- Tusterî’den (ölm.283/896) Tuster’de iki yıl eğitim alır. 262’de bir diğer ünlü sûfî bilgin Basra’da Amr b.Osman el Mekkî (ölm. 297/909)’nin yanında bir buçuk yıl okur.

Hallâc h.264’te sûfî Ebu Yakup el Akta’nm kızı Ümmü Hüseyin’le evlenir. Evlendikten sonra Mekkî ile arası açılan Hallâc Basra’da Cüneyd el-Bağdadî (ölm. 298/910) ile tanışır. Daha sonra h. 270’te Mekke’ye giden Hallâc burada çile doldurmaya başlamıştır. Bir yıl sonra Basra’ya dönen Hallâc'm hayata, insana ve dine değişik açıdan baktığı görülür. 272-273 yıllarını Tüster’de geçirir.

Hallâc, h.274-279 arasında beş yıllık süreyi Türk illerini dolaşarak geçirir. Bağlı olduğu imanı yayma çabasındadır. H.280’de Ahmaz’a döndüğünde aleyhinde söylentiler artmıştır.

28l’de tekrar Mekke yolculuğuna çıkar. 282’de Ahmaz’dan ayrılarak Bağdad’a yerleşir. İki yıl sonra Hint yolculuğuna çıkar. Burada Hint mistisisizminden etkilendiği söylenmektedir. 289’da üçüncü Hac seferini yapar. Artık sansürsüz konuşmaya başlamıştır. Mansur h.30l’de tutuklanır. Bağdad’da sekiz yıl zindanda yatar. Bu sırada halife, Muktedir; vezir ise Hâmid’dir. Mahkeme başkanın Maliki olduğu mahkemede yargılanan Hallac’ı Hamid, zındıklıkla itham ediyordu. Hallaç “zındık” damgası yerse tövbe ile kurtulamayacaktır. Çünkü Malikîler, zındıkların tövbesi geçerli saymazlar. Sorgulama esnasında istedikleri sonucu alamayan heyet sonunda Hallac’ın Hac konusundaki düşüncelerini ele alır.

Amaç Hallac’ın hac ibadetini inkâr ettiğini kanıtlamak ve “kafir” damgasını vurmaktır. Vezir Hamid’in oyunuyla mahkeme heyeti faturayı çıkarmıştır. Hallaç öldürüldüğünde altmış beş yaşında idi. (Massignoon, 1994,13-20; Öztürk, 1997:65- 105; Eraydın, 1997:252-257)

Oyunun kurmaca dünyasıyla Mansur'un gerçek yaşamını karşılaştırdığımızda dikkati çeken farklılıklar ve benzerlikler oldukça fazladır. Oyunun bu yönlerini belirtmek Salih Zeki’nin sanatçı kişiliğini tespit etmek açısından bize ipuçları verecektir.

Hallâc-ı Mansur gerçek hayatında öldürüldüğünde altmış beş yaşında iken oyunda yirmi yedi yaşındadır. Yirmi yedi yaşında bir gencin yanında yer alan Gülfidan aynı yaşlardadır. Oyunda Gülfidan karakteri iki farklı dünya iki farklı dinsel görüşün sentezinin iletilmesinde aracıdır: 1) İslam mutasavvıflarından olan Mansur hedeflediği vuslatı gerçekleştirmek yolunda bir tarikat üyesi değildir. Kendi çizdiği yolda ilerleyen Mansur’un mistik kişiliğine kavuşmasında “keramef'lerini göstermesi, “sohbet” edebilmesi ve bir tür “râbıta”sı (Eraydın; 1997:79-144) Gülfidan sayesinde gerçekleşir.

“Kerâmet sahibi, İslâmî inançlara bağh, şehevî ve nefsânî arzulardan ırak, gönül aynası berrâk, âbid ve zâhid bir kimsedir. İslam alimleri kerametin câiz olduğunu, bunun, velâyet mertebesine ulaştığını iddiâ eden yalancıdan, gerçek olanı ayırmaya yarayan bir kıstas sayılacağını kabul etmişlerdir.” (Eraydın, S. 123)

Karısından ayrı Halil’e ve çocuğuna yardım etmesi onları, Derviş kılığında Gülfîdan’ın yanma getirmesi ve ortadan yok olması, Mansufun kerametlerinden biri olarak kabul edilebilir:

 HALİL

Gitdiğin gündenberi kül olduk için için.

Ocağımız karardı oğlun yandı hasretle

Ben işi öğrenince kavruldum nedametle.

Baş vurdum binbir taşa., gecelerce ağladım

Hayalin ateşile gözlerimi dağladım.

Meğer masum imişsin, bu bur yeri işiymiş

O yanında gördüğüm bir semavi kişiymiş.

Ona benzer bir insan yine bir gün göründü

Derdimi açdım matemlere büründü;

Bir remil bakdı bana görüp gösterdi bir bir

Ka’ni oldum ki bu bir fısk-u-fucur değildir.

Dedi: [Bu kadın şimdi periler ülkesinde

Sizin hasrediniz hep ateş olmuş sesinde

İrade onda değil, başkasının elinde

Rüyalarında olsun kavuşmak emelinde.

Bazan gönlüyle gezer Hakkın bahçelerinde

Bazan kaybolur gider karanlıkda, derinde.

İlâhi bir aşk ile derbeder, serseridir;

Bağdad badiyeleri mekânidir yeridir.

Bir gün bir derviş sizi ona kavuşduracak

Bir gün hasretler bitip bu acılar duracak...]

İşte o andanberi bekliyorduk yanarak

Ümid uykularında sayıklayıp anarak.

Nihayet yola çıkdık iki dertli elele

Aşina bir zat gelip eriştirdi emele...

Nasıl oldu bilmedim, yollar karışdı rüzgâr ?

Esen rüzgâr içinde yakmlaşdı uzaklar.

Gözlerimiz karardı, benizlerimiz soldu.

Biz buraya gelince yanımızdan kayboldu...” (s.44-45)

“Sohbet, insanları gayeye ulaştıran bir vâsıta olarak kabul edilmelidir. Bu niyetle meydana gelen sohbetlerin faydalarım şöylece hülâsa edebiliriz:

a-) Sohbet müridi kötülüklerden uzaklaştırır, kulu ma’siyetten, nefse haz veren davranışlardan alıkoyar, ruhu güçlendirir.

b-) Kalp ilimlerinin kaynağı sohbetlerdir. .

c-) İnsanlar tek başlarına yaptıkları ibadetlerde şeytana mağlup düşebilirler...”

(Eraydın, 1997: 133-134).

Oyunda Mansur’un “Peri zaptında” biri olarak nitelendirilen Gülftdan’la

sohbetleri bu anlamda önemlidir. Ayrıca dönemin sûfî-bilginleriyle yapılanlar sohbetler de Mansur’un hedefine hizmet eder. Mansur oyun boyunca Gülfidan’Ia konuşmaları aracılığıyla düşüncelerini aktarır:

MANSUR

Ne çok ağlayıp üzül

En bu mudhikeye gül.

Gülfidanf

Baştan başa zir hayal, bir rüyadır bu cihan.

Muammadan çıkılmaz (suğra, kübra) demekle

Dilekler ele girmez nasibi beklemekle.

Erişilir murada çilelerden geçerek

Hayatta (mukadder)in mânası da bu demek. ” (s.32)

Sohbetin özellikleri Şebeli’nin evinde de görülür. Mansur burada da düşüncelerini aktarma olanağı bulur:

MANSUR

“bekada fena vardır, fenadan beka

Mekân, mesafe, zaman, her şey, her yaka

Yalnız bir tek kudretin tecellisidir;

Yalnız yaratan nurun gizli sesidir.

O bendedir ben onda her ve hiç benim

Bu misal âleminde gölge bedenim.

Görüb hakikatimi “Enelhak” derim

Silkin gafil gafletden sırra bak derim.” (s.21)

Rabıta tasavvufta her ne kadar “hoca-talebe" (Eraydın, 1997:135) arasındaki ilişkiye bağlı olarak gerçekleştirilse de Mansur’un bu bağı Gülfıdan’la gerçekleştirdiği görülür.

2) Oyun içerisinde, “büyük sırrı nakleden Zerdüşt’ün son oğluyum” diyen Mansur’un Zerdüşt dininin bir kolu olan Mazdeist inancına bağlı olduğunu; oyunun bütününde bu inancın ipuçlarına Gülfidan'la ulaşıldığını söylemek mümkündür. Mazdeistler, “havanın, suyun, ateşin paylaşıldığı gibi paranın ve kadınların da paylaşılmasını öngören ortaklaşmam bir ahlâk " (Meydan Larousse, C.8,s.484) inancına sahiptirler. Gülfidan’ın oyunda evli bir kadın olmasına karşın Mansur’la birlikteliği -ruhsal da olsa- bu görüşü doğrular niteliktedir. Massignon, Salih Zeki'nin oyunu Mansur’un Mazdeist olduğu görüşünden etkilenerek yazdığını söylemiştir. (1994:77)

Oyunda Mansur’un kerametlerinin çokça yer almasının; Güifidan ve ailesinin oluşturduğu figüratif tablonun dışında oyun Mansur’un gerçek hayatını yansıtır.

Salih Zeki’nin, gerek mücadelelerle dolu hayatı, gerek İslam dünyasında

yarattığı düşünce depremi ile tartışmaların odağı olan Hallâc-ı Mansur’u konu olarak seçmesi büyük bir cesaret örneği ve seçtiği konuyu klâsik tragedyanın ölçütlerine uygun olarak edebiyat dünyamıza katması büyük bir başarıdır.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar