Print Friendly and PDF

Hz. Mevlana’ya Herkes Büyüğümüzsün Der…Hacı Bektaş Veli’de

Bunlarada Bakarsınız

 


Hikâye(315):

Faziletle süslenip bezenmiş doğru râviler rivayet ittiler ki:

Hacı Bektaş-ı Veli, Baba Resul’un has halifelerinden idi. Baba Resul Rum ülkesinde (Anadolu’da) zuhur etmişti. Bir topluluk, ona (Baba Resul’a) Baba Resulu’llâh diyordu. Hacı Bektaş’ın marifetle dolu ve aydın bir kalbi vardı. Fakat (şeriate) uymuyordu. Nakibi şeyh İshak’ı birkaç müritle birlikte Mevlânâ’nın yanma gönderdi ve Mevlânâ’dan:

“Ne iştesin, ne istiyorsun, dünyada kopardığın kı­yamet nedir?”

 diye sordurdu. Buna sebep de dünyanın bütün büyük ve küçüklerinin Mevlânâ hazretlerine teveccüh etmele­ri idi. Bütün şeyhler ve emirler Mevlânâ’nm sözlerini işit­mekten lezzet alıyorlardı. Birçok mukallit müritler de kendi sahte (müteressim) şeyhlerinden yüz çevirip bu hakikati ara­yan ve onu tasdik eden hanedanın kulu ve müridi olmuşlardı, işte bu hali kıskanma onlara çok işliyordu. Kıskançlık yüzün­den her taraftan her biri onun aleyhine sözler söylüyor, nük­teler savuruyor ve onu yeriyorlardı. Yine Hacı Bektaş demişti ki:

“Eğer aradığım buldunsa sus, bulmadınsa dünyaya attığın bu gürültü nedir? Kendini insan oğullarının manzum yaptın. Halkın bu kadar hanumanmı birbirine kattın,” Nitekim Mev­lânâ buyurmuştur:

Şiir:

“Başımız ayak yapıp Ceyhun tarafına doğru koşuverdik.

Biz dünyayı birbirine kattık ve sonra aradan fırlayıp çıktık.

O Leylâ’nın Mecnunlarının sınırına gittiğimiz vakit, binek hayvanımız ser­keşlik etti.

Biz Mecnun’un sınırını da aştık…”

Hacı Bektaş-ı Veli yine demişti ki:

Dünyayı heyecanı­nın tatlılığı ile doldurdun. Hayli ameli bozuk münafıklar se­nin heyecanının heybetinden damakları acı olup siyah elbise giydiler.

Derler ki, adı geçen şeyh İshak, medresenin kapısına ulaştığı vakit, Mevlânâ hazretleri semâda idi. Şeyh İshak medresenin eşiğini tam bir edeple öptü ve dervişlere yara­şır bir huzurla içeri girdi. Hemen o anda Mevlânâ hazretleri şu gazele başladı:

“Eğer dostun yoksa, niçin aramıyorsun?

Eğer yârine ulaşıtınsa niçin sevinmiyor, lâkayt oturu­yorsun?

Bu acayip bir iştir. Asıl hayret edilecek şey, sen bu hayret edilecek şeyin sevdasında değilsin,”.

Şeyh İshak kendinden geçti, bu gazeli ve bu olayın tari­hini yazıp gitti. Hacı Bektaş hazretlerine ulaşınca, görüp işit­tiğini olduğu gibi anlatıp yazdığı tarihi arz edince Hacı-Bektaş:

“Aynı günde Mevlânâ hazretleri kükreyen bir aslan gibi içeri girdi ve bana:

“Ey kahpenin kardeşi! Bizim heyecanımız neşe ve aşktan geliyor, yanma ve aramaktan değil, deyip gırt­lağımı sıktı. Öleceğimden korktum, baş koyup istiğfar ettim. Yalvarıp yakardım ve kendi aczimi itiraf ettim. Bir anda gözümden kayboldu,” dedi ve

 “Şimdi ey dervişlerim! Mevlâ­nâ’nın saltanat ve ululuğu bizim tasavvurumuza ve teşbihleri­mize sığmaz. O mânâ timsalinin fermanına itaatten başka bi­zim için yapılacak şey yoktur,” diye ilâve etti.

Şiir:

“Bu ne letafet, bu ne güzellik, bu ne can bağış­layan dilberliktir. Bunun karşısında sabretmek ne kadar talihsizlik ve sapıklıktır.”

Bunun üzerine hepsi baş koyup mürit ve halis muhip ol­dular.

Kaynak: Eflaki, Ariflerin Menkıbeleri (I. Cilt), 1973

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar