Print Friendly and PDF

Kefen

 


Yazan: Pirem Çand

“(...) Sabah, Madhu odaya gidip baktığında karısının cesedi soğumuş, ağzında sinekler uçuşmaktaydı. Kadının donmuş gözleri tavana takılıp kalmıştı. Bütün vücudu toza toprağa bulanmıştı. Bebeği karnında ölmüştü.

Madhu koşarak Gheysu ’nun yanına geldi. Sonra ikisi birden ah vah edip bağırlarını dövmeye başladılar. Bağrışları duyan komşuları koşup geldiler, adet olduğu üzere yaslıları teselli etmeye koyuldular.

Zaman ağlama sızlama zamanı değildi. Kefen ve odun tedarikini düşünmek gerekiyordu. Ama akbabanın yuvasında asla et olmadığı gibi bunlarda da asla para olmazdı.

Baba oğul ağlaya sızlaya köyün ağasına gittiler. Ağa, onları görmekten nefret ederdi. Defalarca kendi elleriyle dövmüştü onları; hırsızlığı alışkanlık haline getirdikleri için... Sordu:”Ne var bre Gheysu! Ağlaman niye? Artık yüzünü göstermiyorsun, anlaşılıyor ki bu köyde yaşamak istiyorsun.”

Gheysu, alnını yere koyup yaşlı gözlerle “Efendimiz büyük felaket içindeyim. Madhu’nun karısı gece vefat etti. Gün boyu çırpınıp durdu. Gece yarısına kadar ikimiz de onun başucunda oturduk. Elimizden geleni yaptık. Ama o ümitlerimizi boşa çıkardı. Ekmek pişirenimiz kalmadı artık. Mahvolduk ağam. Yuvamız viran oldu. Kölenizim. Onun cenazesini sizden başka kim kaldırır? Elimizde avucumuzda ne varsa tedavisine harcadık. Ağamız verirse onun cenazesi kalkar. Sizden başka kimin kapısına gideyim?”

Ağa, iyi yürekli biriydi, ama Gheysu’ya acımak, siyah battaniyeye boya çekmek olurdu. içinden ‘defol git buradan, cenaze evde kaslı. işe çağırdığımda gelmezsin, şimdi işin düştü, gelip yalakalık yaparsın, haramzade, serseri’ demek geçti. Ama gün kızma ve intikam alma günü değildi. Çaresiz iki rupi çıkarıp önüne atıverdi, ama taziye için tek kelime etmedi. Tarafına bile bakmadı, başından savdı.

Ağa iki rupi verince köyün diğer iyi hallileri ne cüretle vermezlik edebilirlerdi. Gheysu, ağanın adını alarak kapı kapı dolaşmaya başladı. Kimi üç paysa verdi, kimi beş. Bir saat içinde beş rupi gibi hatırı sayılır bir para toplamıştı Gheysu.

Kimi tahıl verdi kimi odun... Öğlen vakti Gheysu ile Madhu kefen almak için kasabaya gittiler. Geride kalanlar kazık ve odun kesmeye koyuldular.

Köyün merhametli kadınları gelip cesede bakıyor, onun kimsesizliğine iki üç damla gözyaşı akıtıp gidiyorlardı.

Kasabaya vardıklarında Gheysu, “Odun, onu yakacak kadarı sağlandı, değil miMadhu?” diye sordu.

Madhu: “Hee, odun çok ya. Asıl kefen gerek,” dedi.

“Ne olacak ki, ucuz yollu bir kefen alıveririz.”

“Ee tabii, başka ne! Cenazeyi kaldırana kadar zaten gece olur. Gece vakti kefene kim bakar ki?”

“Ne kötü bir töre bu; yaşarken tenini örtmeye yaması bile olmayana ölünce yepyeni kefen! ”

“Kefen de cesetle birlikte yanıp gidiyor işte.”

“Ee. Neye yaradı! Bu beş rupi önceden olsaydı da tedavisine harcasaydık. ”

ikisi de birbirinin içinden geçenleri anlıyordu. Akşama kadar çarşıda ora senin bura benim dolaşıp durdular. Tesadüfen mi yoksa bilerek mi bir meyhanenin bir meyhanenin önünde durdular, sanki önceden kararlaştırmışlar gibi içeri girdiler. Tereddüt ediyormuşçasına bir süre ayakta durdular. Sonra Gheysu, bir şişe içkiyle biraz meze aldı, avluya çıkıp içmeye başladılar.

Arka arkaya içilen birkaç kadehten sonra çakırkeyif oldular. Gheysu, “Kefene sarınca ne oluyor sanki. Sonuçta o da yanıyor. Gelinle birlikte bir şey gitmiyor ya öteye” dedi.

Madhu, melekleri masumiyetine inandırmak istercesine gökyüzüne bakıp “Dünyanın kanunu bu. insanlar Brahmanlar’a binlikleri verirler; kimsenin işine yaramaz. Verenlerin de ellerine bir şey geçmiyor ki dünyada,” diye yanıtladı.

“Zenginlerin parası var, yakıyorlar. Bizi yakmaya harcayacak neyimiz var ki! ”

“Ama köydekiler ne cevap vereceğiz? Sormazlar mı, hani kefen?”

Gheysu güldü. “Deriz ki parayı kaybettik. Çok aradık, bulamadık.”

Madhu da güldü. Bu beklenmedik ziyafeti ima ederek, “Çok iyi biriydi zavallı. Ölürken bile ziyafet çektirerek öldü,”dedi.

Şişenin yarıdan fazlası bitmişti. Gheysu yeniden dürüm ısmarladı. Et ve Ciğer şiş, sulu yemek, kızarmış balık. Meyhanenin hemen karşısında bir dükkân vardı. Madhu bir koşu gitti, hepsini iki kese kâğıdına doldurarak alıp geldi. O yiyeceklere tam bir buçuk rupi gitmiş, geriye çok az para kalmıştı.

Baba oğul, ormanda avının tadını çıkaran aslan edasıyla dürümlerini yediler. Ne suçluluk duygusu, ne rezil olma tasası. Sarhoşluk aşamasındaydılar.

Gheysu filozof edasıyla, “Bizim nefsimiz sükun buluyor; o da bundan sevap kazanmayacak mı?” diye sordu.

Madhu başını sallayarak onayladı. “Mutlaka kazanacak, mutlaka! Bhagvan, sen halimizi biliyorsun. Onu cennetine koy. Biz Can-ı gönülden ona dua ediyoruz. Bugünkü yemeği ömür boyu görmemiştik.”

Bir süre sonra Madhu’nun içini bir sıkıntı kapladı. “Değil mi dede, biz de bir gün oraya gideceğiz?”

Gheysu bu çocukça soruya cevap bile vermedi. Ters ters baktı Madhu’ya.

“Orada bize soracaktır: ‘Sizler bana niçin kefen almadınız?’ Ne cevap vereceksin?”

“Deriz ki, almadıksa ne olmuş?”

“Ama mutlaka soracaktır.” “Hem onun kefensiz gideceğini nereden çıkardın sen? Altmış yıldır ot yoluyorsam beni eşek mi sandın? Onun kefeni olacak, hem de bizim alacağımızda daha iyisi.”

Madhu inanmadı. “Kim alacak peki? Parayı harcadık ya.”

Gheysu kızdı. “Kefen alınacak diyorum neden inanmıyorsun?”

“Parayı kim verecek söylesene! ”

“Aynı insanlar verecek! Sabah verdikleri gibi. Bu defa para belki elimize geçmez, ama eğer geçerse aynen şimdiki gibi oturur içeriz; kefen üçüncü defaya kalır.”

Karanlığın çökmesiyle yıldızların parıltısı daha da belirgin bir hal aldı. Meyhanedeki hava gitgide renklendi. Kimi şarkı söylüyor, kimi yalpalıyor; kimi arkadaşının boynuna kollarını dolamış oturuyor, kimi de içmesi için arkadaşına ısrar ediyordu. Ortam pürneşe; sarhoş edici bir havası vardı meyhanenin. Bazıları içkinin etkisiyle çoktan sızıp kalmıştı bile. Zaten kendilerini biraz olsun unutma zevkini tatmak için oradaydılar. Ama içkiden çok meyhanenin havası onları sarhoş etmişti. Yaşam belası toplamıştı hepsini oraya; bir süreliğine de olsa başlarındaki derdi unutmak istiyorlardı.

Baba oğul hala keyifle içiyorlardı. Herkesin gözü onlardaydı. Ne talihli insanlardı; ağzına kadar dolu şişe önlerinde duruyordu.

Yemeğini bitiren Madhu, yiyemedikleri dürümleri toparlayıp, orada aç gözlerle kendilerine bakan dilenciye verdi. içmenin gururunu, coşkusunu, mutluluğunu yaşamında ilk kez hissetmeye başladı.

Gheysu, “Al adamakıllı ye ve ona dua et. Bunu kazanan ne yazık ki öldü. Ama senin duan ona mutlaka ulaşacaktır. Her zerren ona dua etsin. Zor bir kazancın parasıyladır bunlar” dedi.

Madhu tekrar gökyüzüne baktı. “Cennete gidecek o dede... Cennetin hurisi olacak o.”

Gheysu ayağa kalktı, dalgalanır gibi, “He oğul, cennete gidecek o. Kimseyi incitmedi, kimseyi ezmedi. Ölürken bile hayatımızın en büyük arzusunu yerine getirdi. O gitmeyecek cennete de, gözü yaşlıları soyanlar mı, babasını yıkamak için Ganj’a götürüp mandarda ateşe veren bu şişkolar mı gidecek?”

Bu samimi duygular değişmeye başladı. Hüzün ve keder anı başlamıştı artık.(...) ”[1]

 



[1] Soydan, Celal, Pakistan-Hindistan Öyküleri, s.11-16

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar