Print Friendly and PDF

MÂVERÂÜNNEHİR’ DE NAKŞBENDÎLİK HÜSEYNİYYE KOLU

 


Hazırlayan: MAIRAMKAN ISABAEVA

Mâverâünnehir, günümüz Orta Asya’sında Amu Derya (Ceyhun) ve Siri Derya (Seyhun) ırmaklarını arasındaki coğrafyayı içine alan bölge olup Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan’ı kapsayan bölgenin adıdır.

İslam’ın Arap topraklarından Mâverâünnehir’e ulaşması ve yayılması hicrî birinci asırda gerçekleşmiştir. Mâverâünnehir, büyük İpek Yolu güzergâhı üzerinde olduğundan Türklerin İslam diniyle ilk tanışması ticarî ilişkiler yoluyladır. Bölgedeki tüccarlar, bu dinle ilk tanışanlardır. Ancak bu tanışma daha çok bireysel boyutta gerçekleşmiştir.

Ubeydullah b. Ziyad’ın 54/674 yılında Buhara seferi ile askeri anlamda İslamlaşmada ilk adım atılmış, Kuteybe b. Müslim’in (86-97/705-715) Buhara, Semerkant gibi Mâverâünnehir şehirlerini fethi, siyasî ve askerî yönden olduğu kadar, dinî yönden de yeni bir sayfanın açılmasını sağlamıştır.

İslam’ın tarihten günümüze Maverâünnehir’de yayılmasında ve kalıcılığında tasavvufi teşekküllerin de önemli rolü olmuştur. Dini, siyasi, iktisadi ve kültürel alanda aktif rol alan bu kurumlar Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan’ı içine alan coğrafyanın özellikle son yüzyılında, SSCB döneminde dinî hayatın canlı tutulmasında önemli bir yere sahiptir.

Sovyet bloğunun tesiri altında dine mesafeli, hatta ateist bir siyasal yapının baskısına rağmen varlığını müdafaa edip kültürünü sonraki nesillere sınırlı da olsa aktarabilen tarikatlardan biri Nakşbendîlik’tir. Nakşbendîliğin, konu edindiğimiz Hüseyniyye kolu, son yüz yıllık zaman diliminde, zorlu şartlara rağmen dinî hayatın canlı tutulması ve tebliğinde önemli roller üstlenmiştir.

Toplumları ayakta tutan başyapıtlarından biri de şüphesiz kültürdür. Kültürüne sahip çıkan, sonraki nesillere aktarabilen kavimlerin ayakta kaldığı bir gerçektir. Bu bağlamda kültürün önemli yapıtaşlarından biri olan tasavvuf önderleri, faaliyetleri ve düşüncelerini insanlığa takdim etmek, o toplumu şekillendiren unsurların temeline inmek demektir.

Maverâünnehir’de Hüseyniyye dokrtin yapısı temsilcileri ve faaliyetleri hakkında sınırlı düzeyde birkaç çalışma dışında (Bahtiyar Babadjanov, “Husayniya” md., İslam na territorii bıvşey Rossiyskoy imperii, Ensiklopediçeskiy slovar, Ed.: S.M.Prozorova, Vostoçnaya Literatura Yay., Moskova 2006, C.1, ss. 98-100) akademik bir araştırma bulunmaması, ele alınan konunun orjinalliği açısından da önem arz etmektedir.

Yetmiş yıllık ateist rejim sonrasında değil tasavvuf İslam dini alanında da uzmanlar ve âlimler yok denecek kadar azdı. Bloğun dağılması ile İslam dini üzerine eserler yazılmaya başlanmış ise de Tasavvuf araştırmaları halen istenilen düzeyde değildir. Dolayısıyla tezimiz sadece bir tarikatın tarihi süreci ve faaliyetlerini ortaya koyma açısından değil, bölgenin yakın tarihine ışık tutması yönünden de önem arz etmekte mevzuu ve işlenişi itibarı ile bu araştırma, öncü niteliktedir.

Çalışmada kuramsal (teorik) ve saha araştırması yöntemleri kullanılmıştır. Bu çerçevede Türkiye Türkçesi, Özbek Türkçesi, Kazak Türkçesi ve Kırgız Türkçesi, Rusça, İngilizce ve Arapça kaynaklardan faydalanılmıştır. Hüseyniyye ve temsilcileri hakkında yazılı malumatın sınırlı oluşu, saha çalışmasını öne çıkarmaktadır. Bu çerçevede Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Malezya’da yaşayan tarikat temsilcileri, onların çocukları, torunları ve müridleri ile görüşmeler yapılıp kayıt altına alınmıştır.

Sovyetler Birliği döneminde bölgedeki dini liderler, kanaat önderleri uzun süre devlet gözetimi altında tutulmuş, halk nezdinde düşman, hurafe ve bid’at yayıcı olarak lanse edilmiştir. Bazıları sürgünle ve hatta idamla cezalandırılmışlardır. Siyasi erkin bu olumsuz tavrının, konuyla ilgili yerli ve Rus araştırmacıların çoğunu etkilediği, dolayısıyla çalışmalarının objektifliğinin ve güvenilirliğinin tartışmalı hale geldiği söylenebilir. Sovyetler döneminde KGB’nin dinî ayinlere uyguladığı baskı ve şiddetin travmasının halk nezdinde halen devam ettiğini söylemek mümkündür. Saha çalışması esnasında bilgi paylaşımı konusundaki direnç ve isteksizlik, kaynakların sınırlılığı ve güvenilirliği yanında karşılaştığımız bir diğer zorluktur.

Çalışma, giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında Mâverâünnehir ve çevresinde genelde Nakşbendîliğin, özelde Hüseyniyye’nin tarihi süreci ele alınmıştır.

Birinci Bölüm, kuramsal ve uygulamalı ampirik alan araştırması çerçevesinde hazırlanmıştır. Tarikat önderleri, faaliyetleri, tarikat toplum ilişkisi, tarikatın toplumun sosyal yaşantısındaki önemi, tarikattaki kadınların yeri bu bölümlerin konuları arasında yer almaktadır. İkinci Bölüm’de Hüseyniyye’nin tasavvufi eğitim yöntemine ve doktrin yapısına değinilmiştir. Bu çerçevede tarikatın seyr ü süluk usulüne, Anadolu’da Ahilik şeklinde karşılık bulan civanmertlik anlayışına, tarikatta öne çıkan bazı tasavvufî terimlere değinilmiştir.

GİRİŞ
MÂVERÂÜNNEHİR’DE NAKŞBENDÎLİK-HÜSEYNÎLİK

Tarihte ve Günümüzde Mâverâünnehir

Mâverâünnehir, günümüz Orta Asya’sında Amu Derya (Ceyhun) ve Siri Derya (Seyhun) ırmakları arasında 660.000 km[1] [2] bölgeyi kapsar. “Nehrin ötesi” 1 anlamına gelmektedir. Mâverâünnehir doğusunda Tibet, güneyinde Horasan, batısında Gûz ve Hâlluh, kuzeyinde de Hâlluh’un bulunduğu büyük ve geniş bir alanı kapsar. Türkistan’ın kapısı olması hasebiyle İpek Yolu güzergâhındadır. Mâverâünnehir kelimesi Müslümanların 21/642 yılında bölgeye fiili olarak hâkim olmasından sonra Mâverâünnehir Arap tarihçi ve coğrafyacıları tarafından bölgeye verdiği bir isimdir. Kolaylıkla benimsenen bu isimle başta “nehir” olarak Amu Derya (Ceyhun) kastedilmiştir. Daha sonra Mâverâünnehir, nehrin öte yanındaki ülkeleri içine almıştır. Mâverâünnehir geniş anlamda Amu Derya (Ceyhun Nehri) havzası, Soğd, Fergana, Uşrusana, Şaş, İsfisab, Buhara, Hottel ve Harezm’i kısmen içine alan geniş bir bölgeyi kapsamaktadır.2 Günümüz resmî Coğrafya adları arasında yer almayan “Mâverâünehhir” tezimize başlık olarak seçilmesi kültürel mirası koruma ve ilerikş nesillere aktarma düşüncesine matuftur.

Türklerin Mâverâünnehir (Türkistan) topraklarına M.Ö. 2500 yıllarında geldikleri düşünülmektedir. Türkler; Çin, İran ve Hint gibi önemli siyasî ve kültürler arasında kendi kimliğini koruyabilmiş bir millettir. M.Ö. VII. asırda Afrasiyab(Efrasiyab)’ın efsanevi atalarından Feridunoğullarından biri olan Tur’a, Çin ve Türk yerleşim yerlerini kapsayan Turan bölgesi adını verilmiştir. Kimi zaman Turan kimi zaman Afrasiyab ismiyle anılmıştır. Turan yurdu geniş manada Çin Şeddinden Hazar denizi aralığını, dar manada Amu Derya ile Siri Derya ve bunların döküldüğü Aral Gölü havzasını içine alır.[3]

Semerkand ve Buhara’da İslamiyet öncesi ölüp tekrar dirilme üzerine kurulan tabiat kültü, zirâî kült ve mahallî kült gibi dinî inançlar vardır.[4] Zerdüşt, ateşperest, Nasranî ve Budist inanışlar kendini göstermiştir. Tapınak ve ibadethaneleri yan yana olmuştur.[5] Buhara ahalisinin İslam öncesi putperest olduğu ve Bazaar-ı Mah Ruz’da senede iki gün put pazarının kurulduğu, bir günlük pazarın sermayesinin elli bin dirhemden çok olduğu da nakledilmektedir. Bu pazarın yanında ateşperest Zerdüştlerin ibadethanesi de kazılarla ortaya çıkarılmıştır. Çin padişahının kızı Buhara’ya gelin olarak gelirken çeyiziyle beraber özel bir puthanenin de getirildiği nakledilir.[6]

Mâverâünnehir’in İslam’la tanışması Hz. Ömer’in hilâfeti dönemindedir. Mâverâünnehir’in önemini arttıran bir husus Büyük İpek Yolu güzergâhında bulunmasıdır. Doğusundan Çin’e, Batısından Merv ve Şuriye, Güney Batısından Hindistan’a ulaşılmak mümkündür. Dolayısıyla İslam dini ile ilk ferdi tanışmalar bu Büyük İpek Yolu üzerinden ticaret yapan tüccar ile gerçekleşmiştir. Araplar 46/666 yılında İskender yolu üzerinden Mâverâünnehir’e gelmiştir. Ziyad bin Ebu Süfyan 50/ 670 yılında vefat edince yerine oğlu Ubeydullah Muaviye Buhara’ya gelmiştir. 54/ 674’te Ubeydullah b. Ziyad Horasan valisi atanmıştır.[7] Aynı yıl ilkbaharda askerleriyle beraber nehri (Amu Derya (Ceyhun)) geçmiştir.[8] Kuteybe bin Müslim Semerkand’a yaklaşınca şehrin güzelliğinden yanındakilere bu şehri bir şeye benzetmelerini istemiştir. Yanındakiler bir tarif bulamayınca kendisi: “O sanki mavi gökyüzü, onun sarayları sanki parlayan yıldızlar ve deryaları da Samanyolu’nun kendisidir” demiştir.[9] Bu süreçte Mâverâünnehir bölgesinde yaşayan Türklerin İslamiyet’i kabul etmesi inançları benimsemekle sınırlı olmayıp, siyasî, iktisadî, soyal ve kültürel hayatı kendi içine almıştır. Dolayısıyla Mâverâünehir halkının İslam dinini kabul etmesi bir anda olmamıştır. İslam ordularına uzun müddet direniş göstermeştir. Fakat bölge halkı Kuteybe bin Müslim’in kesin tavrı sayesinde İslam’ı kabul etmiştir.[10] Diğer yandan Müslüman fatihler yerel yöneticilerden bir kaçını önce İslam’a kazandırarak, halkın kendi yöneticileri tarafından İslam’a davetini sağlamışlardır. Kuteybe b. Müslim’in Mâverâünnehir’i İslamlaştırma gayreti sadece dinî tedbir ve teşvikler ile sınırlı kalmamıştır. Özellikle Müslüman Arapların şehre yerleşmesini hedefleyen “iskân politikası”   İslamlaşma sürecinin bir parçası olmuştur. Türklerin İslamiyet’e girişini kolaylaştıran manevî faktörler de olmuştur. Bunlar; ahiret inancı, kurban ve ahlak ilkeleridir.[11]

Kuteybe bin Müslim hâkimiyeti alınca Farsça’yı resmî dil ilan ederek divanlarda kullanmaya başlamıştır. Hatta kolaylık olsun diye namazın Farsça kılınabileceğini de ortaya koymuştur.[12] Mâverâünnehir halkı bir dönem Türkçe yerine Farsça kullandıkları için eserler de Farsça yazılmıştır. Eserlerin dili nedeniyle zaman zaman etnik yapıların tespiti zorlaşmıştır. Horasan valisi Nasr b. Seyyar (ö. 131/ 748) ise Arapça’yı resmi dil yapmıştır.[13] Mâverâünnehir Orta Asya’nın kalbi olması dolayısıyla yüzyıllar boyunca birçok din ve çeşitli halk bir arada yaşamıştır.

Bidun Hudat 53/673 yılında vefat edince veliaht Tuğşâde henüz iki yaşında olduğu için annesi Buhâr-Hudât Hatun (Kabaç Hatun) hükümdar olmuştur.[14] Zamanla Kuteybe ile aralarındaki samimiyet artan Tuğşâde, kısa bir süre sonra Müslüman olduğunu açıklamıştır. Hatta yeni doğan oğluna Kuteybe adını vermiştir. Valiliği döneminde Kuteybe, Tuğsâde’nin bütün rakiplerini ortadan kaldırarak Buhara hükümdarı yapmıştır. Bidun Hudat oğlu Tuğşâde otuz iki sene hükümdarlık yapmıştır.[15] O dönem hanlara Hudât, Yabgu, İhşid ve İspehved denilmiştir.[16]

Semerkant, Buhara, Şaş (Taşkent), Tirmiz, Nesef (Karşı), Keş (Şehrisebz), Harezm, Merv, Hocend, Özgen, İsfisab (Sayram) ve başka büyük şehirlerde İslam dininin yayılmasında Said b. Osman, Rasulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ın amcaoğullarından Kusam b. Abbas ve başka sahabelerin emekleri büyüktür. Buhara’ya ilk cami 94/712 yılında inşa edilmiştir.[17]

İslam sonrası dinî ilimlerin gelişiminde Mâverâünnehir önemli rol oynamıştır. Bu manada, “İlim ağacının esası Mekke’de, hasadı Horasan’da pişer” Arap atasözü bölgeyi anlatmak için kullanılmıştır. Tasavvuf ve İslamî ilimlerde Buhara’da yetişmiş önemli kişiler ve eserleri vardır. Halkın dinî ve kültürel hayatında, kimliğinde tasavvuf önemli yer etmiştir. Horasan ve Mâverâünnehir’de IV/X. asra kadar “sufi” yerine “hakîm” ve “âbid” sözü kullanılmıştır.[18] Mâverâünnehir’in tasavvuf edebiyatını öğrenmeden IV-XI/ X-XVII. asırlar kültürel hayatına vukufiyet zordur.[19] İslam dini her ne kadar Arap Yarımadası’nda doğmuş ise de Mâverâünnehir’de dinin birçok alanında gelişimini sağlayan büyük âlimler yetişmiştir. Bu manada Mâverâünnehir VIII-X/ XIV-XVI. asırlarda İslamî ilimlerin önemli merkezlerinden biri haline gelmiştir.

Mâverâünnehir’de Tasavvuf ve Nakşbendîlik

Bu başlık altında İslam’ın Mâverâünnehir’de yayılışıyla birlikte tasavvufun doğuşu, gelişimi ve yayılışını, Hüseyniyye’nin bağlı olduğu Nakşbendîliğin kuruluşu, doktriner yapısı ve günümüze kadarki tarihi seyrini kısaca ele alacağız.

Asr-ı Saadet’te henüz akait, fıkıh ve tasavvuf kendi içinde ayrılmamıştı.[20] O zamanlar Resulullah (salla'llâhü aleyhi ve sellem) hayattaydı. Herhangi bir konuda O (salla’llâhü aleyhi ve sellem) örnek alınıyordu. Daha sonraları ise sahabeler kendilerine Kur’an ve sünnetten gerekli hüküm ve hülâsayı çıkarıyor, ona göre amel ediyorlardı. Manevî kemal, zikir ve zahitliğe meyilli zatlar çeşitli âyet ve hadislerden kendileri için delil bularak hayatlarında tatbik ediyorlardı. Dünya, madde ve eşyalara kalpte yer vermeyen ve adına “züht” denilen yaşam biçimi hicri ikinci asra kadar devam etmiştir.[21] Kuşeyrîye göre tasavvuf hakikate sarılmak ve halkın elindekilerden yüz çevirmesidir.[22] [23] [24] Azamî derecede sufî yalnız daha fazla şeriata sarılmaktır. Bu konuda Kelabazî: “Sufi kelimesi ile ilgili yapılan izahların hepsinde; dünyadan boşanmak, nefsi ondan uzaklaştırmak, memleketi terk etmek, nefsi hazlardan alı koymak, yapılan muamelelerde ihlaslı olmak, sırrı saf hâle getirmek, ,,23 kalbin açılışını sağlamak ve fazilet yarışında önde gitmek manaları mevcuttur

demiştir. Öte yandan tasavvuf Kur’an’ı Hz.Peygamber(salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in yaşadığı gibi yaşamaya gayret etmektir.

İslam tasavvufu özellikle Şark ülkelerinin içtimaî ve manevî hayatıyla iç içe olup, onun eğitim ve kültürüne de tesir etmiştir. Tasavvuf Kur’an’ı-Kerim’e, Hz.Muhammed(salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in sözleri, âdetleri ve yaşam tarzına dayanan ve gelişen tâlimdir.

Tasavvufun ilk tarifini Maruf Kerhî yapmıştır. Ona göre tasavvuf insanların elindekinden ümidini kesmektir.[25]

Tasavvufun tüm İslam coğrafyasındaki kurumlan hankâh, tekke, dergâh ve zaviye adı altında anılmaktadır.[26] Bu müesseseler İslamiyet’in ilk gelişme yıllarında Müslüman halk tarafından o kadar benimsenmiştir ki, varlıklı Müslümanlar âdeta birbirleri ile yarışarak birçok ribat, bunun yanında tekke ve zaviye yaptırmışlardır. Bir mürşid veya şeyhin manevî terbiyesinde yetişen dervişler, özellikle ilkbahar ve yaz aylarında gazaya çıkmışlar ve cihatta bulunmuşlar, bazen göçebe Türklere katılarak onları İslam’a davet 27 etmişlerdir.

Günümüzdeki manasıyla tarikatların kurumlaşıp yaygınlaşmasına dair ilk örnekler Bağdat’ta Abdülkadir Geylani, Basra’da Ahmed Rufai’ye, Türkistan bölgesinde ise Ahmed Yesevi’liktir. Zamanla tarikat sayısı artsa da Orta Asya ve Anadolu’da başlıca tarikatlar şunlardır: Kadiriyye, Yeseviyye, Rifaiyye, Sühreverdiyye, Çiştiyye, Şaziliyye, 28

Bedeviyye, Desukiyye, Nakşbendiyye, Halvetiyye ve Bayramiyye.

Maveraünnehir’de tarikat önderlerinin de etkisi altında Nakşibendîlik, Kadirîlik ve Yesevilik halk arasındaki yaygın tarikatlardan olmuştur.

Bahaeddin Nakşbend ve Nakşbendîlik

Çalışmamıza konu olan Hüseyniyye’ye değinmeden önce Nakşbendîliğin tarihi süreci ve Hüseyniyye’nin yaygın olduğu bölgedeki son yüzyılına değinmek istiyoruz.

Hacegan tarikatı Bahaeddin Nakşbend’le birlikte Nakşbendî nispesini almadan önce birkaç dönem ve ayrı isimlendirmeler karşımıza çıkar. İlki Hz. Ebu Bekir’den Bayezîd-i Bistamî’nin (ö. 234/848) zamanına kadar” Bekriyye” veya “Sıddıkiyye”’dir. Hicrî VI. asırdan itibaren ilk yazılı örneklerinden, Abdülhalik-ı Gucdüvanî’ye (ö. 575/1179) nispet edilen “Makamat-ı Yûsuf-ı Hemedanî” adlı eserde şu sözler nakledilmektedir: “Bu zikir telkini önce Hz. Ebû Bekir’in gönlüne dolmuştur. Ondan Selman-ı Farisî’ye ulaşmış, ondan Ca„fer es-Sadık’a, ondan Bayezîd-i Bistamî’ye, ondan Ebü’l-Hasan el-Harakanî’ye, ondan büyük şeyh Ebû Ali el-Farmedî’ye ve ondan [27] [28] da bana ulaşmıştır”.[29] Hâce Yûsuf el-Hemedânî’nin zamanına kadar Bâyezîd-i Bistami (Ebû Yezîd Tayfûr b. Îsâ b. Sürûşân) Tayfûr lakabına nisbetle “Tayfûriyye”, Hemedânî’den Hâce Bahâeddin Nakşbend’in (ö. 791/1389) zamanına kadar “Hâcegân” tarikatı ve ondan itibaren de “Nakşbendiyye” ismiyle anılmaya başlamıştır.[30] Ubeydullah Ahrar’dan (ö. 895/1490) sonra “Ahrariyye” , İmam Rabbani ve Müceddid-i Elf-i Sânî lakaplarıyla tanınan Ebü’l-Berekât Ahmed b. Abdilehad b. Zeynilâbidîn el- Fârûk es-Sirhindî’den (ö. 1034/1624), sonra “Müceddidiyye”[31] olarak adlandırılmıştır.

Tarikatın temel prensiplerinin belirlendiği dönüm noktası Hâcegân diye adlandırıldığı döneme denk gelir. “Hâce” kelimesi çeşitli bölgelerde efendi, şeyh, muallim, tahsilli, tüccar ve bürokrat anlamında kullanılmıştır. Çoğulu Hâcegân’dır. Mâverâünnehir’de bu adla büyük şöhret bulmuştur.[32] Hâcegân Mâverâünnehir’deki şeyhlerin aynı zamanda bilim adamı olması hasebiyle onlara takdim edilen bir isimdir.[33]

Bahaeddîn Muhammed b. Muhammed Nakşbendî Buharî, hicrî 717-718 Muharrem / miladî Mart-Nisan 1318 tarihinde Buhara’ya 9 km uzaklıkta Kasr-ı Hinduvân’da (Kasr-ı Ârifan) dünyaya gelmiştir.[34] İsmi Muhammed babasının ismi ise Muhammed Celaleddin olup kendisi Hazret Bahaeddin, Hâce Buzurg (Büyük Hâce), Şah-ı Nakşbend isimleri ile meşhurdur.[35] Hâce Bahaeddin’in babası ticaret ile meşgul olup dedesinin âlim ve salihleri dost edindiği ve onlara hizmet etmeyi seven bir şahıs olduğu nakledilmektedir.[36] Doğumundan sonra dedesi Bahaeddin’i, o sırada Kasr-ı Ârifân’da bulunan Muhammed Baba Semmâsî (ö. 740/1339)’ye getirmiş, Semmâsî de onu manevî evlatlığa kabul etmiştir. İlerideki terbiyesini o sırada yanında bulunan Halifesi Emîr Külâl (ö. 771-2/1370-71)’e bırakmıştır.[37] On bir yaşında Bahaeddin’i Emir Külal kendisiyle beraber Karşı (Nesef) şehrine götürmüştür.[38] Buharalı olduğu için Buharî nispeti, babasıyla nakışçılık yaptığından dolayı Nakşbend lakabı ile tanınmıştır.[39] Bahaeddin Nakşbend günümüzde de Mâverâünnehir halkı tarafından “Hâce Bela-gerdân (belaları def edici, belaları geri çeviren)” olarak tanınmaktadır.[40]

Bahaeddin Nakşbend, Hâce Emîr Külâl’den tasavvufî terbiye almak üzere onun hizmetinde yedi yıl bulunmuştur. Nisbet-i sohbetini, zikir telkinini ve sulûk âdâbını Emir Külâl’den alması sebebiyle silsilede onun halefidir. Bahaeddin Nakşbend Emir Külâl’in aksine, Abdulhâlık Gücduvânî’[41]ye uyarak zikr-i hafiyi tercih etmiştir. Gücduvani’nin çok önce vefat etmiş olması hasebiyle ondan üveysî[42] eğitim aldığı nakledilir.

Hâce Bahaeddin’in dört kızı ve bir oğlunun olduğu, bir kızının daha çocuk yaştayken vefat ettiği nakledilmektedir. Bunlar:

Bibi Hatun Kalan; Alaeddin Attar’ın oğlu Hasan Attar ile evlenmiş ve bu evlilikten Yusuf Attar ve Muhammed Attar adlı çocukları dünyaya gelmiştir. [43]

Bibi Rabia Hatun; Allame Mevlana Fazlullah Nayistani ile evlenmiştir.[44]

Bibi Server Hatun; Babasının vefatından sonra Ebu’l-Hayr et-Türkistanî ile evlenmiştir. Bu evlilikten Hace Bahaeddin (torun), Emir Ali ve Hace Mirak dünyaya gelmiştir. Hace Emir Ali’nin de üç oğlu olmuştur. Oğullarının ismi Hâce Mir Muhammed, Şeyh Zeyniddin ve Hace Bahaeddin’dir. Hace Mir Muhammed’in de Hâce Mirak, Mirza Oyak ve Nizameddin Ahmed isminde üç oğlu olmuştur.[45]

Bahaeddin Nakşbend’in hilafet icazet verdiği üç yüz altmış altı müridinin bulunduğu, onların bir kısmının “zikri hafî ve dua”, ikinci kısmının “halka ilim öğretmek” ve üçüncüsünün ise “İslam dinini yayma” görevleri ile meşgul oldukları nakledilir.[46] Bahaeddin Nakşbend tasavvuftaki eğitim yöntemlerini günlük hayat tarzına uygun hâle getirmiştir. Ona göre; Allah’a ulaşmak gönül ile yapılırken el iş ile de meşgul olabilir. Nitekim Alişir Nevai de bu durumu eserlerinde teyit eder: “Yine sordular: “Sizin tarikiniz binası ne işedur?” Hâce Bahaeddin dediler ki: Encümende (toplantı) halvet, zahir yüzünde halk ile batın tarafından Hak Teâlâ ile”. Yani Nakşbendî Tarikatı’nın esas akideleri yalnızlıkta, çilehanede oturmak değil tam tersine yalnızlığı ve huzuru encümende, dostlar meclisinde bulmaktır. Bahaeddin Nakşbendî sohbetlerinde sürekli “İbadetin onda dokuzu helâl kazanç, onda biri başka ibadetlerdir” sözüne itimad ederek kendisi de geçimini ziraatten sağlar her sene biraz arpa ve maş fasulyesi ekerdi.[47]

Tasavvufta meslek edinme ve helal kazanç, manevî eğitimin en önemli koşullarındandır. Ebu Seyyid Harraz ayakkabıcı; Muhammed Sakkakî bıçakçı; Ebu Hafz Haddad demirci; Ebubekr Habbaz ekmekçi; Ebu’l-Abbas kasap; Şeyh Ebu’l Hasan-kuyumculuk yapmıştır. Benzer durum Hâce Bahaeddin ve takipçileri için de geçerlidir.[48] Hâcegan şeyhleri: “Bize göre hırka değil hirfa (meslek) mühimdir” demişlerdir. Helâllik sufi mesleğinin ilk talebidir.[49]

Bahaeddin Nakşbend’in uyguladığı hafi zikri Abdulhâlık Gücduvanî’ye Hz. Hızır’ın öğrettiği rivayet edilir.[50]

Nakşbendîliğin asıl mahiyetini şeriat âdabı teşkil eder. Kur’an, Hadis ve sünnet en önemli düsturlardır.[51] Geçmişten günümüze kadar yerli halk dilinde yazılan Maveraünnehir coğrafyasında bütün tarikatlar içerisinde ayrım yapılmaksızın okunan Pîr-i Türkistan Ahmet Yesevi bir hikmetinde (Divan-ı Hikmet, özellikle Sovyetler Birliği döneminden itibaren Nakşbendî-Hüseyniyye mensupları tarafından yoğun şekilde okunması tavsiye edilen önemli eserler listesinde yer almıştır) öyle der:

“Tarikata şeriatsız girenlerin,

Şeytan gelip imanını alır imiş,”[52] diye beyan etmiştir.

Abdulhâ lık-ı Gücduvânî döneminde Harezm’e kadar ulaşan tarikat, Bâhâeddin Nakşbend ile kurumlaşarak, genişlemiştir. Mâverâünnehir’de kurulmuş olmasıyla bölgenin âdet ve gelenekleriyle yoğrulmuştur. Sadece büyük şehirlerde değil, küçük köy ve kasabalarda da tekke ve zaviyeler inşa etmişlerdir. [53]

Nakşbendî Tarikatı’nın esaslarını ilk sistematik hale getiren Abdulhâlık Gucdüvanidir. Abdulhâlik Gucdüvani müridlerine fıkıh ve hadis ilimlerini öğrenmelerini, cahil sufılerden uzak olmalarını söylemiştir. Tarikatın temel on bir prensibinden ilk sekizini ortaya koymuştur. Daha sonra Bahaeddln Nakşbend bu sekiz prensibe üç prensip eklemiştir. Müridin günlük hayatta ve zikir esnasında riayet etmesi gereken ilkeler literatürde “Kelimât-ı Kudsiyye” adıyla anılır. “Kelimât-ı kudsiyye” diye meşhur olan bu prensipler şunlardır:

l.Hûş der-dem- *: Dervişin aldığı her nefeste gafletten kaçınması, Hakk’ı unutmaması. Verilen her nefes bir hazinedir ve insanın ömründen bir parça kopardığından ötürü her anı şuurlu geçirmesidir.[54] 2.Nazar ber-kadem- Yürürken gaflete sebep olacak herhangi bir şeyi görmemesi için gözün ayağına bakması. Yürürken sağa sola bakanın ilgisi dağılır ve gözün gördüğüyle kalp meşgul olur. Ayağa bakmak sünnettir. Bir de tevazu, edep ve haddini bilmek mevcuttur. 3.Sefer der-vatan-u  Lüzumsuz seyahatlerden vazgeçip kendini beşerî sıfatlardan ilahî sıfatlara ulaştıracak olan iç âlemindeki yolculuğa yönelmek. Kötü ahlâk ve beşerî sıfatlardan arınmak. 4.Hâlvet der-encümen   : Sûrette ve zâhirde halk içinde bulunurken mânen ve bâtınen Hak ile beraber olmak. Tam manada insanın kendini zikre vermesidir. 5.Yâdkerd  : Diliyle veya gönlüyle Hakk’ı zikretmek. Kalp ve dille

yapılan zikir ile kalp pasını gidermek. 6.Bâzgeşt-  : Zikir esnasında akla gelen her

türlü fikri kovmak. Zikir yaparken kelime-i tevhidin ardından, “İlâhî anta maksûdî va rızâke matlûbî” (Allahım! Maksadım sensin, gayem senin rızânı kazanmaktır) cümlesini tekrarlamak. 7.Nigâhdâşt  : Muhafaza demektir. Kelime-i tevhidi söylerken aklından bütün yersiz düşünceleri atmaktır. 8. Yâddâşt- : Her zaman Hak’tan agâh olmak. Zikirde huzura ermek ve şühud makamına ulaşmak.[55] İlk yedi prensibin hedefinin bu sonuncusunu gerçekleştirmek olduğu beyan edilmiştir.

Hâce Bahâeddin tarafından ortaya konulan diğer üç prensip ise:

9.Vukuf-i zamani : Her anın ve her hâlin hesabını yapmak. Sufinin zamanın değerini anlaması ve kavramasıdır. Gönül muhasebesi yapmaktır. 10.Vukuf-i adedi- : Zikirde sayıya dikkat etmek. Düşünce dağılmasını engellemek amacıyla zikir sayısının tek olmasına özen göstermek. Vukuf-u adedi (tek söylemek) ilmi ledünnün ilk basamağıdır. Maksat zikiri çok söylemek değil bir nefeste üç kere söylemektir. Hesap yirmi birden geçse de netice olmazsa o zaman işe yine yeniden başlamışlardır. Şartlardan biri de nefes almamaktır. “La ilahe illallah” sağ taraftan başlanarak gönle kadar ulaştırılır. Sonra soldan çıkarılır. Sabahtan önce ve akşamdan sonra halvette ve halktan uzak bir yerde yapılır. Bu yolun başı da sonu da Kelime-i Tevhit’tir. 11. Vukuf-i kalbi   : Zikir esnasında salikin Allah’ın huzurunda olduğunun farkındalığıdır. Bununla birlikte zikir edenin kalbine yönelmesidir.[56]

Bahaeddin Nakşbend döneminde Horasan ve Mâverâünnehir civarında dervişlerin kendilerine özgü eski ve yamalı giyim kuşamlarıyla tanınan dervişler de vardı. Onlar başlarına doppi (takke), ucu yünlü külah giyerler, ellerinde asa, belinde kemer, yanında kabaktan yapılmış keşkül (çanak) ile gezerlerdi. Üzerlerinde yaktak (özel beyaz yakasız gömlek), onun üstünde çeşitli yamalı, kısa kollu canda veya hırkalar giyerlerdi. Bazı dervişler başkalarına benzememek için omzuna kaplan derisi bağlamışlardır.[57] [58]

Bahaeddin Nakşbend dünyayı terketme gibi bir yaşam tarzı kabul etmediği gibi zenginlerin garip ve miskinleri ezmesine de karşı çıkmış orta halli yaşamın taraftarı olmuştur. Müridlerine el sanatları, ticaret, çiftçilik, edebiyat, musiki, ilim, mimarlık, 58 hattatlık, ressamlık ile uğraşarak helal kazançla yaşamaya teşvik etmiştir.

Hâce Bahaeddin, Emir Külal’den önce Halil Ata’nın hizmetinde altı sene bulunur. Halil Ata, Cengizhan neslinden Emir Yasavur oğlu olduğu için Çağatay Hanı Tarmaşirin Han’ın (hükümdarlık dönemi 726-734/1326-1334) vefatından sonra başlayan taç-taht kavgalarına karışır. Buzan Han (hükümdarlık dönemi 734-738/1334- 1338) başa geçtikten sonra Müslümanlara zulüm etmeye başlamıştır. Hristiyan ve Yahudilerin ibadethane yapmalarına izin verir. Buzan Han hakkındaki sözler Halil’e ulaşınca Halil Ata ve Buzan Han mücadele ederler ve Halil galip gelir. Buzan Han esir düşer. Halil, Han olur ve başa geçer. Halil’in Semerkant’ta ordudaki asker sayısı seksen bine ulaşır.[59] Bahaeddin Nakşbend Halil Ata’nın yanına gelir, sohbetinde bulunur ve ondan ders alır. Bahaeddin üstadına sadakat ile hizmet eder. Derviş Sultan Halil sarayında hizmet ettiği yıllarda Bahaeddin ilim, irfan, marifet sahasında geniş bilgi almasını sağlamıştır. Derviş kalender Sultan Halil hükümdar olduğu yıllarda saray kütüphanesini İskenderiye, Bağdat, Dimeşk, Mekke gibi cihan medeniyetinin merkezlerinden getirilmiş ender kitaplar ile zenginleştirmiştir. O kitaplar arasında Arap, Fars ve Türk âlimlerinin, Yunan ve Latin dillerinden tercüme ettiği kitaplar bulunmuştur. Kütüphanede Arap ve Fars âlimlerinin felekiyat, riyazet, hendese, kimya ve tıbba ait kitaplar da mevcuttur.[60] Bu süreçte Bahaeddin Nakşbend’in entelektüel bir çevrede yetiştiği söylenebilir.

Halil Ata’dan sonra Bahaeddin, Emir Külâl’in yanında yedi yıl kalmış sonrasında icazet almıştır.[61] Buhara’ya geri gelince müridleri Muhammed Parsa ve Alâeddin Attar ile Horasan, İran ve Irak yolu ile Hac seferine çıkmışlardır. Yolda Belh, Merv, Herat, Nişabur, Bağdat ve Dımeşk gibi şehirlere uğramışlardır. Bu şehirlerde büyük mutasavvıfların türbelerini ziyaret etmişlerdir. Üç sene sonra Hac farizasını tamamlayarak Buhara’ya geri dönmüşlerdir.[62]

Bahaeddin Nakşbend 3 Rebîülevvel 791/ 2 Mart 1389 yılında Kasr-ı Arifan’da yetmiş üç yaşında vefat etmiştir.[63] Bahaeddin Nakşbend’in türbesi Şeybanîlerden Ubeydullah Han’ın halefi Abdul Azizhan Sultan (hükümdarlık dönemi 947-956/1540- 1549) tarafından 951/1544 yılında inşa ettirilmiştir.[64] Önceleri mütevazı olan bu kabrin çevresine zamanla mescit, medrese, tekke, misafirhaneler eklenerek büyük bir külliye oluşturulmuştur.[65] Hâli hazırda Özbekistan Cumhuriyeti sınırları içerisinde bulunan türbe, SSCB döneminde her ne kadar viran olmuş ve ziyareti yasaklanmış ise de 1991 yılında bağımsızlık sonrası restore edilerek tekrar ziyarete açılmıştır. Günümüzde yerli ve yabancı turistlerin sık uğradıkları yerlerden biridir.

Bahaeddin Nakşbend ve onun öğretisi ile Nakşbendiyye şeyhleri hakkında çok sayıda eser yazılmıştır. Özbekistan İlimler Akademisinde (Öz FA) Ebu Reyhan Birunî adındaki Şarkşinaslık Enstitüsü el yazmaları bölümünde Nakşbendiyye’ye dair yüz doksan beş eser bulunmaktadır.[66] Bunun dışında Nakşî silsileye sahip on bir kişi günümüzde Özbekistan cumhuriyeti sınırları içerisinde medfundur.[67] Zamanla kabri üzerine yapılan her türbe yıkılınca türbe yapılmaktan vazgeçilmiştir.

Alişir Nevaî (845-906/1441-15O1)’nin yaşadığı dönemde Nakşbendî tarikatı geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. İşte bundan dolayı Nevaî, Nakşbendî tarikatına devletin resmî mefkûresi demiştir.[68] Nakşbendiyye XV-XVIII. asırlarda Timurlular (771- 913/1370-1507), Şeybaniler (831-872/1428-1468 ve 912-1007/1506-1599) ve Eşterhaniler (1010-1170/1601-1757) hanedanlarının tarihi ile sıkı bir bağ içerisindedir. Bu millî mefkûre asırlarca kendi varlığını korumuş, XIII/XX. asra kadar Mâverâünnehir topraklarında tarikatlar varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Nakşbendîlik, Mâverâünnehir ve Türkistan’da kurulmuş olması dolayısıyla, bu bölgenin âdet ve gelenekleriyle kaynaşmış, kısa zamanda yayılarak Fas’tan Endonezya’ya, Çin’den Anadolu ve Balkanlar’a kadar yerli halkların fikrî ve manevî hayatına derin etki etmiştir. Fonksiyonu itibariyle tarikat, Doğu İslâm dünyası sûfî toplulukların tarihinde bir dönüm noktası niteliğindedir. O devirde mutasavvıflar büyük statüler elde etmişler, başta dinî, sosyal-ekonomik ve politik alanlarda olmak üzere Sovyetler Birliği dönemine kadar devam eden yardımlaşma ağları kurmuşlardır. Orta Asya’nın sadece önemli şehirlerinde değil, küçük köylerinde bile dinî faaliyetlerine yer verilen Nakşibendî tekke ve misafirhanelerine rastlanmaktadır. Hankâhların, bu konumuyla kimsesiz fakir ve yaşlılara destek olunması, hastaların ve her kesimden ihtiyaç sahiplerinin yardımına koşulması yanında, kültürün muhafazası ve halk arasında bütünlüğün sağlanması açısından da önemli fonksiyonlar icra ettiği görülmektedir.[69]

Nakşbendîlik coğrafik konum açısından ulaşımı zor olan göçebe halk kitlelerine de ulaşmaya çalışmış ve Müslüman olmalarında büyük rol oynamışlarıdr. Örneğin Dohbidli Nakşbendî şeyhi Mahdum-ı Azam (Hoca Ahmed b. Şerif b. Seyyid Celaleddin Kasani 865-949/1461-1542)’ın Halifesi Ferganalı şeyh Lutfillah Çusti (ö.979/1571) göçmenlerasında tarikatı yaymıştır. Mahdum-ı Azam’ın küçük oğlu Hoca İshak Veli aynı zamanda şeyh Lütfillah Çusti tarafından yetiştirilmiştir. Kırgız Türkleri arasında on iki yıl irşat ederek çok sayıda mürid edinmiştir.[70] Eskiden göçebe Kırgızlar arasında tarikat vekillerini “Kudaydın insandarı-Allah’ın insanları” olarak kabul etmişlerdir.[71]

Mâverâünnehir halkları arasında İslam dini ile en geç tanışanlar Kırgız Türkleri olmuştur. Tarihsel belgelerde adları geçen en eski topluluk da Kırgızlardır[72] ve Kırgızlar arasında İslamiyetin yayılmasında tasavvufî hareketlerin etkisi büyüktür.[73] Kırgızlara Yesevilik kültürünü taşıyan Hakim Ata lakaplı Süleyman Bakırganî(ö. 582/1186)’dir.[74] Nakşbendiyye Kırgız Türklerine Doğu’dan Kaşgar, Batı’dan Fergana yolundan yayılmıştır. Bu durum Hokand Hanlığı (1134-1293/1722-1876) döneminde de devam etmiştir. Sovyetler Birliği zamanında tarikatların faaliyetleri yasaklar nedeniyle azamî derecede sınırlanmıştır.[75] 1930-1937 tarihleri arasında Sovyet yönetimindeki şiddetli baskı ve teftiş devam etmiştir. Her şeye rağmen genelde tarikatların, özelde Nakşbendîliğin gizlilik içinde faaliyetlerini günümüze dek sürdürdüğü anlaşılmaktadır. XIX. asrın sonlarında Laçiler ve Saçlı İşanlar Fergana Vadisindeki tasavvufî grupları temsil eden topluluklardır. Yesevi hikmetlerini okuduklarından ötürü Yeseviliğe bağlantısı olduğu söylense de silsile itibarı ile bağlantıları yoktur.[76]

Mâverâünnehir’de Yeseviyye, Kübreviyye, Aşkıyye, Kalenderiyye ve Kadiriyye mensupları faaliyet yürütse de etki ve nüfuz açısından Nakşbendîliğin kuvvetli olduğu görülmektedir. Bu dönem gayr-i müslimlere karşı millî mücadelede Nakşbendî şeyhlerinin önderlik etmesinde de görülmektedir.[77]

1306/1889 yılında vali Nil Sergeeviç Lıkoşin Taşkent’te neşredilen Kamus Lügat’inde Taşkent mahalleleri örneğinde tarikatlar, şeyhleri, müridleri, devlete ödenen vergileri, yaşam tarzları hakkında bilgi verilmektedir. Toplamda kırk beş tarikat şeyhi hakkında bilgi vermiştir.[78] Günümüzde büyük önem arz eden bu bilgiler aslında vergi almak amacıyla Likoşin tarafından bizzat toplanarak Moskova’ya rapor olarak sunulmuştur.

Likoşin her bir şeyh hakkında detaylı bilgi vermiştir. Bilgiler şeyhin kimden irşad aldığı bölgedeki konumu ve kişisel özelliklerini kapsamış. Sadece önemli görülen hususlar aşağıdaki tabloya alınmıştır.

 

No

Adı

T.[79]

Yaşı

Mürid sayısı

Zikir Günü

Yıllık

Vergi

1

Muhiddinhan İşan Muhammed Sadık

Muhammed Avaz Halife oğlu

K[80]

46

1000

Perşembe

400 som

2

Molla Arif Kuvandık Sofi

K

41

20

Pazartesi

9 som

3

Adilhan İşan Torahoca oğlu

K

50

-

-

Fakir

4

Azizlar hoca Yakub Hacı oğlu

K

76

40

-

-

5

Hazret Miyan[81] Sadik İşan Hazret Miyanhoca İşan oğlu[82]

N[83]

62

100

-

200 som

6

Hazret Miyan Fazlî Muzemmil Hazret

Miyankalan oğlu

N

56

100

Cuma

40 som

7

Miyan Fazlî Gafur

N

49

 

Cuma

Çiftçi

8

Kudratulla Halfe Muhammed Hacı oğlu

N

49

-

Pazartesi

5-6 som

9

Yusufhoca İşan Badalhan İşan oğlu

K

38

80

Cuma

10 som

10

Muminhoca İşan Alimhoca İşan oğlu

N

80

60

Pazartesi

45 som

11

Molla Salih Muhammed Halfe Molla Alî Muhammed oğlu

K

95

40

-

Fakir

12

Miraziz Halfe Baratbay oğlu

K

60

-

-

-

13

Kutbiddinhan İşan Muhammed Razık oğlu

K

39

300

Perşembe

170 som

14

Molla İbrahim Halfe Molla Ahund oğlu

S[84]

40

40

-

Fakir

15

Molla Alimbay Halfe Baratbay oğlu

N

58

-

-

-

16

Muhammed Alî İn’â Sofi

C

48

50

-

-

17

Abbashan Seyyid Hacı oğlu

N

28

30-40

Cuma

-

18

Artuk Halfa Kazakbay oğlu

S

71

30

Cuma

3 som

19

Osmanhoca Yahyahoca oğlu

S

55

30

-

7 som

20

Seyyid Muhammed Hacı Halfe Hayit

Muhammed oğlu

K

46

60

-

20 som

21

Molla Zakir Halfe Mumin Halfe oğlu

Sh[85]

55

-

-

-

22

Şakirhan Töra Mumin oğlu

S

51

500

-

50 som

23

Molla Azim Ahund Molla Şadmanbay oğlu

Sh

66

30

Perşembe

20 som

24

Artukhoca İşan Mirzahoca İşan oğlu

N

67

40-50

-

40 som

25

Molla Mirfayzî Molla Sarımsak oğlu

C[86]

57

100

-

Fakir

26

Molla Şaekrem Halfe Molla Şayakub oğlu

N

76

 

Cuma

-

27

Abbashantöra Hamdamtöra oğlu

C

25

100

-

Fakir

28

Molla Cemaleddin Bekmuhammed oğlu

C

59

-

-

-

29

Müderris Molla Abdulmecid Yunushan İşan oğlu

N

80

400

Mevlüd / Cuma

400 som

30

Rahmatullahoca Şahmehdi oğlu

N

53

-

-

25 som

31

Taşmuhammed Bedelmuhammed oğlu

N

66

50

Cuma

10 som

32

Mirhamid Kân Molla Sarımsak oğlu

N

42

-

Perşembe

15 som

33

Aziz Muhammed Sadik Sofi oğlu

S

56

60

Pazar

-

34

Molla Mirmaksud Halife Mirpolat Halfe oğlu

C

64

50

-

-

 

 

No

Adı

T.

Yaşı

Mürid sayısı

Zikir Günü

Yıllık

Vergi

35

Abidhoca Halife Molla Hacegan oğlu

S

63

20-30

Çarşamba

14 som

36

Molla Bâkî Muhammed Halfe Molla Abducalil oğlu

N

38

30

Perşembe

-

37

Miriskender Halfe Mirniyazbey oğlu

C

64

-

-

Fakir

38

Molla Şaabdulmelik Halfe Molla Rahmetullah Kârî oğlu

N

66

10

Cuma

20 som

39

Damolla Salih Ahund Molla Savranbay oğlu

N

81

-

-

-

40

Hacabay Halfe Rahimbay oğlu

S

78

60

Cuma

2,5 som

41

Molla Tacihan İşan Hacı Şaahmed Mahdum Halife oğlu

K

37

90

-

-

42

Muhammed Karim Abdurahim oğlu

K

51

20

Pazartesi

15 som

43

Muhammed Arifhoca İşancan Hacı oğlu

C

78

60

-

-

44

Alimhan Halfe Kârî Kubanbay oğlu

S

66

50

Pazar

10 som

45

Hacibay Halfe Niyazbay oğlu

S

70

20

Pazartesi

-

46

Seyyid Şerafeddin İşan Seyyid Arif oğlu

K

65

65

-

90 som

47

Molla Şerafeddin Mahdum Ahmed Mahdum oğlu

N

52

500

Cuma

150 som

48

İmam Zaynuddinhan Hâdîhan oğlu

S

65

700

Cuma

100 som

49

Necmeddinhoca Nurhoca İşan oğlu

C

56

20

-

-

50

Şayakub Şarahim oğlu

C

51

-

-

-

51

Haşimhan Abdulkasimhan İşan oğlu

N

47

800

-

-

52

Yahyahoca Abducebbarhoca oğlu

C

45

20

-

-

53

İşan Baba Ahund Şadmanhoca İşan oğlu

N

62

-

-

-

54

Abduzahirhoca İşan Abdul Azizhoca oğlu

N

88

-

-

-

 

Tablo 1:[87]

Listede Nakşbendiyye yirmi, Kadiriyye on iki, Cehriyye ve Sultaniyye on, Sühreverdiyye iki toplamda elli dört tarikat lideri hakkında bilgi verilmiştir. Zikirler en çok Cuma (on iki), Perşembe, Pazartesi (beş) günleri okunmuştur. Pazar (iki), Çarşamba (bir) günleri daha az okunmakta olup, Salı ve Cumartesi günü hiç okunmamıştır. Yine tarikat önderlerinin yıllık hazineye ödediği miktar 2,5 ile 400 som arasında değişmektedir. Bazıları da fakir olduğundan dolayı hazineye hiçbir şekilde vergi ödememiştir. Bir şeyh en az on en fazla bin müride sahip olmuştur. Ortalama yirmi ile yüz arasında müride sahip olan halife sayısı fazladır. Bununla birlikte en genç halife yaşı yirmi sekiz, en yaşlı halife ise doksan beş yaşındadır. Elli ile yetmiş yaş arasındaki halife sayısı onun üzerindedir. Bunu otuz ve seksen yaş arası halifeler takip etmektedir.

Nakşbendiyye halifeleri tarafından kutlanan Mevlüd-ü Nebi hakkında özellikle bilgi verilmiştir. 1893 yılında 12 Eylül 12 Rabiülevvel’e denk geldiğinden Nakşbendî halifeler müridlerine yemek ikramlı kutlamalar yaptığı, aynı şekilde Mevlüd-ü Nebi’ye gelen müridlerin de hediyeler ile geldikleri belirtilmiştir. Bununla birlikte müridlerin milliyeti hakkında da bilgiler yazılmıştır.

Mürid kitlesi içinde yer alan Kırgız Bey ve ağalar, tarikatın siyasi ve ekonomik nüfuzu açısından önemli etkiye sahip olmuşlardır.[88] Kırgızlar arasında irşat faaliyetleri için mescit imamları ve sufiler büyük emek harcamışlardır.[89]

XI/XVII. asırdan itibaren Nakşbendiyye mensupları dışardan gelen gayr-ı müslimlere karşı “İslam müdafileri” rolüne sahip olmuşlardır. Bu mücadele Çarlık Rusyası ve Sovyetler Birliği dönemindeki en acımasız yasaklara rağmen devam etmiştir.[90] Çar Rusyası Mâverâünnehir coğrafyasındaki Hanlıkları 1269/1853’Ate başlayarak 1313/1896[91]’ya kadar tamamen işgal etmiş[92] maddî ve manevî zenginlikleri yağmalamıştır.[93]

Çarlık Rusyası ilk başta İslam şeriatına saygı duyduklarını, şeriat emirlerine boyun eğmeyenlerin cezalandırılacağını Türkistan’ın ilk askeri valisi General Çernayev’in 1282/1865’te yayınladığı emir ile duyurmuştur. Zamanla dini alandaki özgürlüklere karşı hamleler başlamıştır.

1898 yılında Dukçi İşan (Madali İşan) ve beraberindekilerin Ruslara karşı ayaklanmasının sebebi “Rus hükümetinin zekât toplanması, Hac ziyaretine yasak getirmesi, vakıf gelirlerine el koyması” gösterilmiştir.[94]

Bölgedeki tasavvufî faaliyetlerin önemini Likoşin raporlarında görmek mümkündür. Likoşin halk üzerindeki “işanlar[95]”ın tesirinin yüksekliğini, bundan dolayı işanlarla ilgili her şeyin yakından öğrenilmesi gerektiğini vurgulamıştır.[96] Çarlık Dönemi daha ilk zamanlarda bölge ile ilgili detaylı araştırma yaparak tarikat ve tasavvufî hareketleri zayıflatarak tedbirler almıştır. Çarlık ve Sovyetler Birliği dönemlerinde tasavvuf ve tarikatlara konulan engel ve yasaklara rağmen sufi önderlerinin faaliyetleri resmî din görevlerinin faaliyetlere göre daha başarılı olduğu söylenebilir. Sınırlı bir kitleye hitap edilmesine rağmen geçmişle gelecek arasında köprü vazifesi açısından önemli rol üstlenmişlerdir. [97]

Sovyetler Birliği Sonrası Dönem

1917 Ekim Devrimiyle iktidara gelen Bolşevikler “tabiatüstü güce inanmayı” reddederek Rus Komünist Parti’sinin en önemli esasını teşkil eden Marksist-Leninist ve ateist düşünceyi ön plana çıkarmıştır.[98] Sovyet Hâkimiyeti Müslüman coğrafyasında iktidarı sağlamlaştırdıktan sonra Mart 1923 Türkistan KP’nın VII. Kurultayı’nda açık bir şekilde “Şeriat Dine Karşı Propaganda” başlığı adı altında dokuz maddeden oluşan karar kabul edilmiştir.[99] Bu karar çerçevesinde zamanla güçlenen mahalli halk kitlelerinden oluşan “Hüdasızlar (Allahsızlar) Birliği” hareketi kurulmuştur. Birlik üyeleri ateist rejim ile işbirliği yaparak dini düşünce ve taraftarlarıyla mücadele etmişlerdir. Bu savaşın bir boyutu din karşıtı seminerler, kongreler ve sohbetler ile devam etmiştir. Ateist yayınlar en ücra köylere kadar ulaştırılmıştır. Hüdasızlar Birliği Kazakistan’da yirmi beş bin dokuz yüz on altı üye, Kırgızistan’da ise bin iki yüz altmışaltı üye kaydedilmiştir. Özbekistan’da yüz kırk dört bin yedi yüze yirmi altıya ulaşmıştır.[100] Bu sayının artması yerli halkın gönüllülük ile Hüdasızlar Birliğine üye olduğu anlamına gelmemektedir. Daha ziyade katliam, sürgün ve hapis cezalarından kurtulma çaresi olarak görülmektedir.

Sovyetler Birliği döneminde İslam dinine yönelik baskı ve yasaklamaları 1921 yıllında başlar 1924 yılında şeriat mahkemeleri lağvedilmiştir. 1922-1925 yılları arasında cami, mescit ve medreselerin değerli eşyalarına el konulmuştur. Bu baskılar örf adet ve Kur’an hükümlerine karşı hareket olarak başlamış sonrasında tekil şahısl ara yönelmiştir. Arap alfabesinden 1928 yılında Latin alfabesine, daha sonra da Latin alfabesinden Kiril alfabesine geçerek harf devrimi yapılmıştır.[101] 1928 yılında din eğitimi veren kurumlar kapatılmıştır.[102]

Doğrudan yıldırma hareketleri 1928-1941 yılları arasında devam etmiştir. Bu baskı ve yasaklamalar mahallî ve yerlî halklardan oluşan Hüdasızlar Birliği’nin yardımıyla yürütülmüştür.[103] SSCB dönemindeki siyasî otorite doğrudan İslam’a ve Müslümanlara saldırmayı ört bas etmek için “sistem karşıtı, hurafe yayıcı, suç işleyen biri” olarak şikâyet edilmiştir. Yukarıdaki suç unsurları / bahane edilerek Müslümanların mal varlığına el koyulmuştur. Manevî miras olan kitap ve kütüphaneler de bu uygulamadan nasibini almıştır. Böylece din âlimleri, tarikat mensupları, Müslüman aydınlar rejim, devlet ve halk düşmanı ilan edilerek idam, sürgün, hapis ve mal varlıklarına el konulmak suretiyle cezalandırılmışlardır. Yaşananlar dönemin canlı tanıkları ile gün yüzüne çıkmaya başlamıştır.

Tüm Sovyetler coğrafyasında Müslümanlara yapılan bu katliamlar 1936-1945 yılları arasında farklı ülkelerde uygulanmıştır. Bu katliamların ve cezalandırmaların başlıca aktörlüğünü Stalin adına NKVD[104] daha sonra da KGB[105] istihbarat servisleri takip etmiş ve uygulamıştır. Bunlardan biri bağımsızlığa kadar saklanabilen ve Kırgızistan başkenti Frunze yani bugünkü adıyla Bişkek yakınlarında bulunan “Ata- Beyt”[106] toplu mezarıdır.

1941-1945 Almanya ve Sovyetler Birliği savaşında, Almanya tarafına geçerek Sovyetler Birliği ile savaşan Türkistan Lejyonu olarak bilinen iki yüz binden fazla Orta Asyalı Türklerden oluşan grup, aslında dini alandaki özgürlüklere karşı mücadele düşüncesiyle Almanların tarafını seçmiştir.

Dini özgürlükler alanındaki baskıların olumsuz neticeleri üzerine 20 Ekim 1943 yılında Taşkent’te Orta Asya ve Kazakistan Müslümanları Dinî Nazırlığı[107] kurulmuştur. Başkan olarak İşan Babahan b.Abdülmecidhan ittifakla seçilmiştir.[108] Dinî Nazırlık görevlileri yönetim tarafından çok sıkı takip edilmişlerdir. Bu sebeple Nazırlığın faaliyetleri de çok kısıtlı olmuştur.

1964 yılında camilerin de kapatılmasıyla basın, radyo, televizyon, sinema ve tiyatro öncülüğünde yoğun din aleyhtarı programlar yapılmıştır. 1954-1964 yılları arasında dokuz yüz yirmi İslam aleyhtarı eser neşredilmiştir. Yüz yetmiş yedisi Özbek Türkçesinde, yüz yirmi altısı Kazak Türkçesinde, altmış dokuzu Kırgız Türkçesinde ve diğerleri de başka çağdaş Türk dillerinde neşredilmiştir.[109] Din aleyhindeki yayınlar 1980 yılına kadar basılmaya devam etmiştir.

Sovyetler Birliği’ndeki Marksist-Leninist ve ateist dalgaya karşı tasavvuf ve tarikat mensuplarının görece başarılı bir mücadele verdiği söylenebilir. Dine ve dindarlara baskının şiddetini arttırdığı dönemlerde bile bu hayat tarzının varlığını devam etmesinde, sufi tarikatların sistemli faaliyetleri etkili olmuştur.

İslamî kuramların yasaklanması ve kapatılması sufilerin daha sistemli ve gizli çalışmasını beraberinde getirmiştir. Sovyetler Birliği döneminde resmî dinî eğitim kuramları, öğrenciler, hocalar ve hatta ders içeriği bile sıkı bir denetim altında tutulmuştur. Gayr-ı resmi olarak dini eğitimin verilmesi şiddetli karalama kampanyaları ile yasaklanmıştır. Bu kuramların “sosyalizme karşı bir suç unsuru olduğu”[110] belirtilmiştir. Buna rağmen mollalar ve şeyhler gizli yollarla, fazla dikkat çekmeden faaliyetlerine devam etmiştir.

Ancak insanın fıtrî yönüne dönük baskı ve yasaklamaların bir fayda vermediği aradan geçen zaman kısmında gün yüzüne çıkmıştır. O günkü Mâverâünnehir halkı özellikle tarikat mensupları, civanmertler topluluğu adı altında meslek edindirme ustaları olarak dinî tebliği zor şartlara rağmen tam bir gizlilik içerisinde, nesilden nesle aktarmışlardır. Yasak ve baskılar dolayısıyla bilgiler daha çok şifahi kaynaklara dayanmaktadır. Gündüz mesleklerini, gece ise din eğitimlerini icra etmişlerdir.

Sovyetler Birliği döneminde günümüz Mâverâünnehir’inde Nakşbendiyye, Kadiriyye, Yeseviyye ve Kübreviyye faaliyet göstermiştir. Fakat Nakşbendiyye çok yaygın olduğundan dolayı Kadiriyye ve Yeseviyye’yi kendi içinde sindirmiştir.[111] Diğer tarikatlara göre daha yaygın ve kabul edilmesinin sebeplerinin başında halkın her kitlesine hitap etmesidir. Diğer bir husus ise toplum içindeki sosyal davranışı fazla etkilememesi, halkın anlayacağı dillerde hitap etmesi yani Türkçe ve Farsçayı kullanmasıdır. Nakşbendiyye’nin sessiz zikir uygulaması da Sovyetler Birliği döneminde gizli faaliyetlerde önemli bir husustur. Bölgedeki Nakşbendiyye temsilcileri aynı sülaleye mensup değillerdir. Şeyhler liyakat esasına göre belirlenmiştir. Mâverâünnehir’de şeyhler eskiden halk arasında “işan” adıyla bilinse de günümüzde “işan” sözü mürşidlerin neslinden gelenler için de kullanılmaktadır.[112]

Mâverâünehir’de Nakşbendîliğin Hüseyniyye, Gafuriyye, Seyfiyye, Tahiriyye ve Hâlidiyye kolları mevcuttur. Bu isimleri almasının asıl sebebi o bölgelerdeki şeyhlerin adlarına neipet edilmesindendir. Bunun dışında Türkiye ve diğer İslam ülkelerinden, Mâverâünnehir’de Nakşbendiyye kollarının faaliyet gösteren mensupları az da olsa bulunmaktadır. Mâverâünnehir’in en aktif kollarından biri de Hüseyniyye’dir.

Mâverâünnehir’de Hüseynîlik

Nakşîliğin bu koluna Hüseyniyye denilmesinin sebebi, Halife Hüseyin Buharî (ö. 1249/1834) adına nispet edilmesidir.[113] Mangıtlar (1170-1338/1757-1920) sülalesinden gelen dinî emir ve yasaklara riayet konusundaki titizliği ile bilinen daha çok Özbekler tarafından benimsenen bir tarikattır Hüseyniyye temsilcileri.

Hüseyniyye, Sovyetler Birliği döneminde de faaliyetlerine devam edip mürid yetiştirmiştir.[114] Bu kolun sadece Mâverâünnehir’de değil Kazakistan’da da faaliyet yürüttüğü günümüz araştırmalarıyla ortaya çıkmıştır. Zira B. M. Babadjanov’un Güney Türkistan bölgesinin Kuçşu-Ata kasabasındaki Nakşbendiyye-Müceddidiyye- Hüseyniyye hakkında makale yazıncaya kadar Sovyetler Birliği devrinde Kazakistan’da tasavvuf! hayatın olmadığına inanılmaktaydı. [115]

Hüseyniyye tarikatının derslerinin amacı, ihlas ile yapılan amel ve ibadet, zikirdir. Fakat dersler sonunda mürid adayları isterlerse “el verir” (eller duaya açılır), mürşide itaat eder ve ek vazife (nafile ibadet) alırlar. Böylece bu taifeye katılmış olurlar. Müridler toplum işlerine aktif katılırlar. Evlenmek, çalışarak ailesinin geçimini sağlamak, çocuklarını eğitmek gibi vazifeleri de aksatmazlar. Fakat bunları yaparken her daim zikirle meşgul olup “kalp hâlini” geliştirmeleri beklenir. Nakşbendî Tarikatı’nın miladî XV. asır sonuna doğru şöhret bularak bu zamana kadar ulaşması, halk arasında saygıya layık olması, boşuna değildir. Bu taife üyeleri “Pîr hizmetinde olma” adıyla mürşidin yakın çevresinde de yer almışlardır.[116] Rejimin baskı ve yıldırma çabalarına rağmen faaliyet yürütmesi, Pîr ve Mürşidlerin diğer Müslüman halkın saygı ve nüfuzunu kazanmasını sağlamıştır.

Bölgedeki tasavvufî hayatın itikadi yönüyle ilgili Tayfuriyye, Suhreverdiyye, Hululiyye ve Firdevsiyye daha çok Şiî, Yeseviyye, Nakşbendiyye ise Sünniliğe yakın tarikatlardır.[117] Tasavvuf tarihine baktığımız zaman, mezheplerin görüş farklılığının sufilerin hayatına etki ettiğini görmek mümkündür. Bu yönüyle Sünnî ve Şii mezhepleri arasındaki mücadele belirli izler bırakmıştır.

Günümüz Mâverâünnehir’inde Nakşbendiyye Hüseyniyye kolunun faaliyetlerinin daha geniş ve daha meşhur olduğunu görmek mümkündür. Kübreviyye, Yeseviyye de diğer meşhur tarikatlardandır. Mevlana Hüseyin’in halifelerinden Mir Muhammed İbrahim, Semerkant’ta tarikatın yayılmasını sağlamıştır.[118] Zamanla Nakşîliğin bu kolu tüm Mâverâünnehir şehirlerinde; Karşı, Oş, Hisar, Keş, Taşkent (Şaş), Fergana, Çarcoy, Kolab, Buhara, Belh, Taraz, Tirmiz, Hocend, Karategin, Pencikent ve Bedehşan’da müridler edinmiştir.[119]

Tarikata girmek isteyen mürid mürşidden el almaya gelir. Şeyh de bu yolun meşakketi ve ek ibadetleri, virdleri hakkında bilgi verir. Bunu kabul ediyorsa diz dize oturur, şeyh nasihat eder, o güne kadar olan bütün günahlarından pişman olarak tevbe eder. Tevbe anında herhangi bir insanda kul hakkı bulunuyorsa mutlaka ödemesi gerektiği, kaza namazlarını, oruçlarını ifayı tavsiye eder.

Mürid tevbe ettikten sonra hemen ağır yük yüklenmez. Örneğin ilk zamanlarda yüz kere kelime-i şehadet, beş yüze kere İsm-i Zat yani Allah zikri ödev verilir.[120] Yapması gereken nafile ibadetler A4 kâğıdı üzerinde yazılı halde verilir. Nafile ibadetler başlığı altında daha sonra geniş bilgi verilecektir.

Kadın müridlerin el vermesi, erkeklerden farklı olarak şeyhle yüz yüze karşılaşmadan şeyhin kapalı kapı arkasından yazma tutarak gerçekleşir. Kadınlara farz ibadetlerin yanında eşe itaat, gıybet, dedi kodu, koğuculuk ve iftiradan uzak durmak, çocuk terbiyesine önem vermek, eşine ve malına ihanet etmemek üzerine tavsiyelerde bulunulur. Bu vazifeler tamamlandığı zaman zikir dersi verilmeye başlanır.[121] [122] Vazifeler şeyhin hanımı, kadının babası veya eşi aracılığıyla iletilir. Tevbe kapısından geçen her 122 müride her zaman abdestle gezmesi tavsiye edilir.

Hüseyniye şeyhlerinin halk arasında nüfuzlarının artması doksanlı yıllardan itibaren faaliyet göstermeye başlayan akımlar tarafından hoş karşılanmamıştır. Hüseyniyye temsilcilerinin siyasete mesafeli duruşu, Sovyetler Birliği sonrası dönemde yönetimin bu tür gruplara karşı nasıl bir tavır takınacağını netleştirememesine neden olmuştur. Kendilerini İslami olarak niteleyen radikal akımlar tarafından düzenlenen (16 Şubat 1999, Taşkent Vehhabi ) terör saldırısından Hüseyniyye’nin de dâhil olduğu sufi grupları olumsuz etkilemiştir. Yönetim tarafından gözetim altında tutulmalarını beraberinde getirmiştir.[123] [124]

Tarıkatın nispet ettiği Halife Hüseyin’in iki halifesi olup tarikat bundan sonra iki kol şeklinde devam etmiştir. Halife Abdu Sattar hafi zikri, Halife Abdulaziz Nemenganî Meczup (Meczup Nemenganiy) ise Nakşbendiyye’nin hafi zikri yanında Kadiriyye’nin cehri zikrini uygulamıştır. Hüseyniyye-i Meczubiyye müridlerinin sayısı az olmakla beraber günümüzde de faaliyetinlerini sürdürmektedir. Bunun yanında Abdulaziz Nemenganî’nin “Meczup Nemenganî” mahlasıyla yazdığı beyitler, müridler tarafından 124 okunmaktadır.

Hüseyniyye kolunun silsilesi[125] Nakşbendî-Müceddidi-Hüseyniyye diye geçmektedir. Silsilede yer alan şeyhlerin isimleri müridlere matbu bir kâğıtla verilir ve ezberlemeleri istenilir. Şeyh İbrahim Mamatkulov’un müridlerine verdiği silsile, A4 kâğıdı üzerine basılı olup şöyledir:

“Pirân-ı Tarikat”

Hazret Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)

Ebu Bekir Sıddık (r.a.)

Selman Farsi (rh.a.)

Kasım bin Siddik Ekber (rh.a.)

İmam Cafer Sadık (rh.a.)

Beyazid Bistami

Ebu Hasan Harakani

Ebu Ali Farmadi

Hace Yusuf Hamedani

Hace Abdulhâlik Gücduvani

Hace Arif Revgari

Mahmud İncir F egnevi

Hace Ali Rametani

Hace Baba Semmasi

Seyyid Emir Kulal

Hace Bahaeddin Nakşbend

Mevlana Yakup Çerhi

Hace Ubeydullah Ahrar

Mevlana Zahid

Mevlana Derviş

Mevlana Hace İmkenegi

Hace Baki Billah

İmam Rabbani

Muhammad Said

Şeyh Abdulahad

Mevlana Abid

Muhammed Musahan

Halife Sıddık

Halife Hüseyn

Halife Abdussattar

Halife Muhammed Salih

Halife Muhammed Amin

Halife Abdulvahid Sayramî

Halife Kârî Abdullah (rh.a.)[126]

Halife İbrahim Mamatkulov

Müridlere verilen diğer nüsha ise daha detaylı bilgi kapsar.

Peygamber Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem), (ö.11/632)

Ebu Bekr (r.a.), (ö. 13/634)

Selman-ı Farsi (ö. 32 veya 35/654 veya 657)

Kasım ibn Muhammed ibn Ebu Bekr (r.a.), (ö. 106 veya 108/ 724 veya 726)

İmam Ca’fer-i Sadık (r.a.), (Ö.148/765)

Ebu Tayfur ibn İsa-Bayezid Bistami (k.s.), (261 veya 264/874 veya 877)

Şeyh Ebu’l Hasan Harakani (k.s.), (ö. 425/1033)

Şeyh Ebu Ali Farmadi (k.s.), (ö. 477 veya 511/1084 veya 1117)

Hace Yusuf Hemadani (k.s.), (ö. 535/1141)

Hace Abdulhâlık Gücduvani (k.s.), (ö. 575/1179)

Hace Muhammed el-Revgari (k.s.), (ö. 616/1219)

Hace Mahmud Encir fegnevi (k.s.), (ö. 717/1317)

Hace Azizan Ali Ramitani (k.s.), (ö. 715 veya 721/1315 veya 1321)

Hace Muhammed Baba Semmasi (k.s.), (ö. 755/1354)

Hace Seyyid Emir Külal (k.s.), (ö. 772/1370)

Şah Bahaeddin Nakşibend (k.s.), (ö. 791/1389)

Hace Alaeddin Attar (Alaeddin Muhammed ibn Muhammed Buhari), (k.s.), (ö. 802 veya 804/1400 veya 1402)

Mevlana Yakub Çerhi (Mevlana Yakub ibn Osman ibn Mahmud) (k.s.), (ö. 851/1447)

Hace Ubeydullah Ahrar (Hace Nasreddin Ubeydullah ibn Mahmud), (k.s.), (ö. 896/1490)

Mevlana Kadı Muhammed (Mevlana Muhammed Zahid Vahşi veya Muhammed ibn Burhaneddin Semerkandi) (k.s.), (ö. 922 veya 936/1516 veya 1529)

Mevlana Muhammed Derviş (k.s.), (ö. 970/1562)

Mevlana Muhammed İmkeneki (k.s.), (ö. 1008/1600)

Mevlana Muhammed Baki Billah (Hace Ebulmuyayd Raziyuddin Üveysi) (k.s.), (ö. 1012/1603)

Şeyh Ahmed Faruki İmam Rabbani (Şeyh Ahmed Sirhindi) (k.s.), (ö. 1034/1624)

Şeyh Muhammed Seyyid Sirhindi (k.s.) (ö. )

Şeyh Abdul Ahad Sirhindi (k.s.)

Mevlana Muhammed Abid (k.s.)

Hace Muhammed Musahan Dehbidi Semerkandi (k.s.), (ö. 1775)

Halife Muhammed Sıddık Dehbidi Semerkandi (k.s.), (ö.1795)

Halife Muhammed Hüseyin Buharî (k.s.) (ö. 1834[127]), (Hüseyniyye Kolu)

Halife Abdu Settar Mahdum (k.s.)

Molla Muhammed Salih Hokandî (k.s.)

Halife Muhammed Emin al-Buharî (k.s.)

Halife Muhammed Abdul Vahid Türkistanî (k.s.) (Ö.1967)

Hafız Abdullah Taşkendî (k.s.) (Ö.1976) [128]

Hazret İbrahimcan Akkorganî (İbrahim Mamatkulov) (k.s.), (1937-2009)

a) Hace Hazret Nasreddin Mahsum (d.1952), (sallamallahu fi’d-dunya ve’l ahirah)

37. b) Hazret Kurbanali Ahmed (Ahmedov), (d.1955)[129] .

Nakşbendiyye tarikatı Hüseyniyye silsilesi “Altın Silsile” adı ile Hz. Ebu Bekr’e ulaşmaktadır. Hüseyniyye silsilesi de Hz.Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile beraber kaydedilen silsilede otuz dördüncü, Hz. Ebu Bekr’den başlanan silsilede otuz üçüncü silsileye kadar yani Şeyh Ahmet Faruki İmam Rabbanî(ö.1624)’ye kadar birebir aynıdır. Daha sonra coğrafik konumu itibarı ile farklı kollar vasıtasıyla Nakşbendî-Müceddidî ismiyle devam etmiştir. 1834 yılında vefat eden tarikat şeyhi Halife Hüseyin’den sonra Nakşbendiyye-Hüseyniyye olarak sadece isim farklılığı ortaya çıkmıştır. Diğer tarikatlardan ayrılan en büyük özellikleri, Bahaeddin Nakşbend’in <<Dil ba Yaru dast ba kar>> düsturu çerçevesinde mürşidlerin mutlaka el emeği bir meslek sahip olması ve bunu müridlerine öğretimi zorunlu hale gelmesidir. Bunun için civanmertlik Anadolu’da ahilik şeklinde zuhur eden kurum teşkilatını, mürid mürşid ilişkisini usta çırak olarak değerlendirmiştir. Sovyetler Birliği döneminde de tarikat bu teşkilat çerçevesinde her zaman aktifliğini korumuştur.

Tarikatta dikkat çekici bir başka husus Mevlüd-i Nebi uygulamasıdır. Sadece Nakşbendiyye mensupları tarafından okutulduğunu Likoşin’in 1893 yılında yazılan özel notlarından görmek mümkündür. Yine Ahmet Yesevî Hikmet’i tarikat içinde kadın erkek ayırmaksızın en çok okutulan eserler arasında yer almaktadır. Nakşbendiyye- Hüseyniyye gayesi özetlemek gerekirse; şeriat ile zahiri temizlemek, tarikat ile batını temizlemek, hakikat ile Allah’a yaklaşmak ve marifet ile Allah’a ulaşmaktır. Bunun yanında on bir kaideye riayet etmektir.

“Altın Silsile” Hüseyniyye örneğindeki şeması


 


NAKŞBENDİYYE-HÜSEYNİYYE

Hüseyniyye bölgede daha ziyade “Hazret İbrahimcan müridleri” olarak bilinmektedir. Bunun sebebi de Hazret İbrahimcan İşan’ın uzun yıllar tarikata önderlik etmesinden kaynaklanmaktadır. Tarikat mensupları ise <<Hüseyniyye-Rabbaniye>> demektedirler. Akedemik araştırmalar ise <<Nakşbendî-Müceddidî-Hüseynî>> demektedirler. Müridler Özbekistan, Güney Kazakistan, Kırgızistan ve Rusya Federasyonu’nda yaşamaktadırlar. Esas toplanma yerleri senede en az iki kere Mevlid ayı ve Ramazan ayı olmak üzere, Güney Kazakistan’ın Kuşçu-Ata kasabasıdır.[130] Çarlık döneminden itibaren her türlü zorluğa rağmen faaliyetlerini yürütmeleri, Hüseyniyye’yi bölgedeki en etkin tarikat şubelerinden biri haline getirmiştir. 2009 yılı itibarı ile müridlerinin sayısı yirmi bini geçmiştir.[131] Bu sayı aynı zamanda bölgedeki en çok müridler topluluğudur.

Bu bölümde Hüseyniyye pirleri, ailesi, eğitimi, tasavvufa intisabı, irşat faaliyetleri ve halifeleri hakkında bilgiler verilecektir.

Şeyh Abdulvahid Sayramî (1885-1967)

Doğumu ve Ailesi

Şeyh Abdulvahid Sayramî, Tacikistan’ın Urp Tepa köyünde 1885 yılında dünyaya gelmiştir. 1925-1937 yılları arasında Müslümanlara karşı yapılan toplu katliam ve sürgün neticesinde doğup büyüdüğü memleketinden Türkistan’a 1927 yılında hicret etmiştir.[132] On beş kez hapse girdiği ve müridlerinin yardımı ile hapisten kurtulduğu anlatılmaktadır.[133] İşan Baba lakaplı Şeyh Abdulvahid Türkistanî günümüzde Kazakistan sınırları içinde bulunan Türkistan şehrinin 15-17 km Kuzey Doğusunda yer alan Kuşçu-Ata kasabasında yaşamıştır. Şeyh Abdulvahid Sovyetler Birliği’nin ateist rejiminin takibine rağmen az sayıda da olsa mürid yetiştirmiştir. Hüseyniyye’nin sonraki nesle aktarılmasında zor dönemde bir köprü vazifesi icra ettiği söylenebilir.

Sayramînin evliliği hakkında bilgiye ulaşılamamıştır. Üç oğlu olup isimleri Sultankul, Nasruddin ve Habibullah’tır. Habibullah dışında diğer iki çocuğu 2018 yılı itibarı ile hayatta olup Kuşçu-Ata Kasabasında ikamet etmektedirler.

Nasruddin işan günümüzde Nakşbendiyye-Müceddidiyye-Hüseyniyye kolunun Kazakistan halifelerinden biridir. Ona babasından kalan tekke geniş bir araziye sahiptir. İçerisinde meyve ağaçları, marangoz atölyesi, yemek yeme ve namaz kılma çardağı, mutfak, tuvalet ve banyolar bulunmaktadır. Misafirler dışında tüm müridler bir işle meşguldürler. Bu bir eğitim yöntemi olarak kullanılmakta olup Hüseyniyye mensuplarının diğerlerinden ayıran en önemli yönleri budur. Şeyh, namaz ve yemek vaktinde müridleri ile bir araya gelmektedir.[134] Şeyh Abdulvahid 1941-1945 yılları arasında SSCB ve Almanya ortasında olan İkinci Dünya Savaşı’na SSCB ordusunda savaşa katılmıştır.

Eğitimi ve Tasavvufa İntisabı

Şeyh Abdulvahid Eğitimini Buhara’da tarikat önderlerinin yanında almıştır. Kendisinden önceki silsilede yer alan her iki mürşidin de hizmetinde bulunmuştur. Şeyh sülûkunu Buharalı Hakşbendiyye-Müceddidiyye-Hüseyniyye pîri Halife Muhammed Emin’den tamamlamıştır. Sonrasında memleketi (Tacikistan sınırları içerisinde) Urp- Tepe’ye gitmiştir. Kaynaklarda onun hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Güney Kazakistan bölgesinin Din İşleri Komiseri raporlarında Abdulvahid işanın uyruğu kimi zaman “Özbek”, kimi zaman “Tacik” diye kaydedilmiştir.[135] Müridlerin daha ziyade Özbeklerden oluşması hasebiyle onun da Özbek olabileceği ileri sürülmüştür.

İrşad Faaliyetleri

Şeyh Abdulvahid Buhara’dan Şeyhu’l- İslam Halife Muhammed Emin tavsiyesi ile Kuşçu-Ata’ya dönerek öğrenci yetiştirmeye başlamıştır. Fakat faaliyetler “Bolşevik (Bolşavoylar)” (Komünist) rejimi tarafından tepkiyle karşılanmıştır.[136] Güney Kazakistan’ın hemen her bölgesinden müridleri olup Hoca Ahmet Yesevi türbesi türbedarı da bizzat şeyhinin gelerek el verip ona beyat etmesi, şeyhin toplum nezdindeki itibarını göstermesi açısından önemlidir.[137]

Şeyh Abdulvahid’in Sovyetler Birliği döneminde Kuşçu-Ata köyü yakınlarındaki mağarada üç-dört kez kırkar günlük halvet çıkardığı nakledilir. Günümüzde bu gelenek oğlu Nasruddin işan tarafından devam ettirilmektedir.[138]

Şeyh Abdulvahid 1 Nisan 1967 yılında vefat etmiş olup Kuçşu-Ata kasabasına defnedilmiştir. Vefatından önce otuz üç yıl hizmetinde bulunan Abdullah Kârî’yi halife tayin etmiştir.

Şeyh Abdullah Kârî (Ö.1976)

Doğumu ve Ailesi

Şeyh Abdullah Kârî’nin kendisi ve ailesi hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Abdullah Kârî’nin bir oğlu olup ismi Nasrullah’tır. Hafızlığı bulunan Kârî Nasrullah[139] Özbekistan Cumhuriyeti Taşkent vilayeti Koylık kasabasında yaşamış ve burada irşad faaliyetlerinde bulunmuştur. Diğer tarikat üyeleri ile sıkı bir irtibat içinde olan oğlu 2002 tarihinde Kazakistan Cumhuriyeti’nin Türkistan şehrinden hatm-i hâcegân dönüşü trafik kazasında vefat etmiştir.[140]

İrşad Faaliyetleri

İşan Baba (Şeyh Abdulvahid Türkistanî) kendisiyle beraber otuz üç yıl hizmetinde bulunan Abdullah Kârî’yi Halife tayin etmiştir. Kendisi, 1967-1976 yılları arasında pirlik vazifesini yürütmüştür.[141] Abdullah Kârî da şeyhi gibi Sovyet yönetiminin baskı ve gözetimi altında tutulmuştur. Birkaç kez tutuklanmış, her seferinde üç dört ay sonra “talebe yetiştirmeme şartıyla” serbest bırakılmıştır. Kârî Abdullah, icazeti sonrası Şeyh Abdulvahid’in çocuklarının evinde, senede iki kez bin beş yüz civarında müridiyle toplanarak Mevlüd ve Ramazan’da Kur’an-ı Kerim okutmuştur. Sovyetler Birliği döneminde Kazakistan ve çevre bölgelerde faaliyet yürüten halifeleri olmuştur.[142] Her türlü engel ve zorluklara rağmen Abdullah Kârî Özbekistan’ın özellikle Fergana, Cizzah, Taşkent şehirlerinde çok sayıda mürid yetiştirmiştir. Tacikistan, Kazakistan ve hatta Rusya’da da müridleri bulunmaktadır.

Sıkı rejim baskısından ötürü şeyh hiçbir halifesine geleneksel yazılı silsile ve icazet bırakmamıştır. Abdullah Kârî halifelerini uyararak müridlerini itinayla seçmelerini tavsiye etmiştir.

Vefatı ve Halifeleri

Abdullah Kârî 1976 yılında vefat etmiş, Kuşçi-Ata kasabasında, şeyhi İşan Baba Abdulvahid Türkistanî’nin yanına defnedilmiştir.[143]

Müridlerinden Halife İbrahim İşan’a halifelik görevi vermiştir. Diğer halifesi Şeyh Abdullah Kahhar, Harezm[144] bölgesinde faaliyet göstermiştir.

Şeyh İbrahimcan Akkorganî (1937-2009)

Doksanlı yıllarda dini alandaki baskıların azalmasıyla camiler, medreseler vb. dinî teşkilatlar ile beraber Hüseynîlik de daha rahat hareket etmişlerdir. Mâverâünnehir, özellikle de Özbekistan’da irşad faaliyetleri canlanmıştır. Hüseyniyye tarikatı mürşidi Şeyh İbrahimcan, bölgedeki en etkin tarikat temsilcilerinden biri kabul edilmektedir.

Şeyh İbrahimcan Akkorganî Doğumu ve Ailesi

İbrahimcan Hazretin anne ve babası ilmiyye sınıfından olup Nakşbendiyye’ye müntesiptirler.[145] Hicrî 1356/ miladî 10 Mart 1937, (kendi deyimiyle Sığır[146] (On iki Hayvanlı Takvime göre) yılında) Özbekistan’ın Fergana vilayetinin Buvayda kasabası Akkorgan köyünde dünyaya gelmiştir.[147]

Babası Muhammedkul Corobay at arabası yapımı ve tamiriyle meşgul bir marangozdur. Büyük Fergana Kanalı inşasına bizzat katılmıştır. 2018 yılı itibarıyla hayatta olan annesi Tacinisa’nın ailesi de ilmiyye sınıfına mensuptur.

Şeyh İbrahimcan beş çocuk sahibidir. Üç oğlu, iki kızı vardır. Oğulları Bahramhan, Muhammedullah ve Abdukadir[148] hafız-ı Kur’an’dır.[149] Kendisinin de asıl mesleği babası gibi marangozluktur. 1998 yılına kadar beşik, kapı ve pencere yapımıyla geçimini sağlamıştır. Hastalığından ötürü doktor tavsiyesiyle ağır iş yapmayı bırakmıştır.[150]

Eğitimi ve Tasavvufa İntisabı

Şeyh İbrahimcan’ın ilk hocası babasıdır.[151] [152] Dinî eğitimini Üç-Köprik kasabasının 152

Bahrin köyünde Yusufhoca Karı den almıştır. Ortaokula 1945 yılında yine aynı köyde başlamış daha sonra Üç-Köprik 1 nolu okulda devam etmiştir. Kendi anlatımıyla erkek kardeşinin ağır hasta olduğu zaman doktor olmak istemiştir. Erkek kardeşinin vefatı üzerine bu isteğinden vazgeçerek ölümün hakikatini öğrenmeye karar vermiştir. Bundan dolayı ilk önce Taşkent’e (1957 yılında), sonra Buhara’ya (1960 yılında) gitmiştir. Taşkent’te Hasti İmam Medresesi’nde üç yıl, sonrasında Mir Arap Medrese’sinde ders almış ancak eğitimini tamamlamadan geri dönmüştür. Eğitimini bırakmasına, medrese talebelerinin Komünist partisine zorla üye yapılmaları sebep olmuştur.

Taşkent’te Hasti İmam Medresesi kütüphanesinde sahaf olarak çalışan Nakşbendiyye-Müceddidiyye-Hüseyniyye pîri Abdullah Karı ile karşılaşmıştır. Kendi elinin emeğiyle geçinme prensibine uygun olarak eski kitap tamiriyle meşgul olmuştur. Buhara’dan geldikten sonra Abdullah Karî’nin dergahında kalmış o zat vefat ettikten sonra da uzun yıllar orada hizmet etmiştir. Hizmet sırasında dinî ve dünyevî birçok kitap okumuştur. Çok iyi derecede Farsça öğrenmiştir.[153]

Şeyh İbrahimcan Akkorganînin Hapsedilişi

İbrahimcan Hazret’in hapsedilişi hakkında iki çeşit bilgi bulunmaktadır. İlki “hurafe yayma teşebbüsü” ve diğeri de evinde çaydanlık içinde afyon bulunmasıdır.

Sovyet döneminde kaosun başında “kızıl yakalılar” (polis, asker vb.) vasıtasıyla İbrahimcan işanın evine afyon bitkisi bırakılarak uyuşturucu ticareti suçundan yargılanmış ve iki sene hapis cezası almış, Habarovski’ye sürgün edilmiştir. Kışın karda ormanın içine götürülüp çıplak olarak kar üzerine bırakıldığı “İşte şimdi Kudayına (Allah’ına) sığınabilirsin! Nasıl bir yardım edecek görelim” dedikleri sırada ormandan ayı çıktığı ve İbrahim İşan’a sarıldığı rivayet edilir.[154] Hapisteyken sürekli nefy û isbat zikri ile meşgul olduğu, onun hapisteki halinden etkilenen gayr-ı Müslimlerin İslamiyet’i seçtikleri ve ona mürid oldukları belirtilmektedir.[155]

Şeyh İbrahimcan Akkorganî’nin İrşad Faaliyetleri

Şeyh İbrahimcan Akkorganî 1959 yılından itibaren iki pîrin; Halife Abdulvahid Sayramî ve Halife Abdullah Kârî hizmetinde olmuştur. Şeyhi Halife Abdulvahid Sayramî de iki Pîr’e Halife Muhammed Emin ve Halife Muhammed Salih’in hizmetinde olmuştur. [156]

1966’da Hokand’da bir mescitte imamlık görevine başlamıştır. Bir yıl geçmeden komünizm baskısı nedeniyle imamlığı bırakmış ve Kolhoz[157]’da traktör sürücüsü olarak çalışmıştır. Sık sık Kuşçu-Ata (Güney Kazakistan’da)’ya mürşitle görüşmeye gittiği nakledilir.[158]

Şeyh Abdulvahid Türkistanî 1967 yılında seksen yedi yaşında vefat edince, tarikat şeyhliği Taşkent Koyluk’ta yaşayan Abdullah Kârî’ye intikal edtmiştir. İbrahim İşan Abdullah Kârî’ye 1976’da vefat edinceye kadar hizmet etmiştir.[159] 1976’dan 1984’e kadar merhum Abdullah Kârî’nin dergâhında kalır. Şeyh Abdullah Kârî’nin halefi olarak 1985 yılında kendi doğduğu köyüne giderek vazifeye başlar.

Kapısında büyük harflerle “Zekât, öşür, fitre, sadaka kabul edilmez. Okunmaz (üfürükçülük yapılmaz)” yazısı mevcuttur. Tasavvuf eğitimi, sohbet üzerinedir. Yolunun muhabbetullah olduğunu sürekli beyan etmiştir. Kendi arazisi üzerine çeltik, buğday ve üzüm yetiştirerek geçimini sağlamıştır. Kim para getirdiyse orada bulunan herkese eşit olarak dağıtmıştır. Sık sık “Şeriat selamet, tarikat melamettir” demiştir.[160] Sohbet meclislerinde İslam, iman, tarikat, sülûk konusu hakkındaki her türlü soruya, kaidelerini Kur’an ve Hadis ile delil göstererek, yeri geldikçe büyük zatların beyitleriyle devam etmiştir.

Çok sayıda müridine rağmen her birinin ismini tek tek hatırlaması hafıza kuvvetini göstermesi açısından önemlidir.[161] İbrahim İşan, toplumun hemen her kesiminden müridler edinmiştir. Çiftçiler, küçük ve orta dereceli tüccarlar, öğretmenler, medrese öğrencileri, imamlar, cami görevlileri, küçük ve orta dereceli işletmeciler, işçiler... Millet olarak Özbek, Tacik, Kırgız, Kazak, Tatar, Çuvaş ve İslam’ı kabul eden Ruslar’dan oluşmuştur.

İbrahimcan İşan irşad döneminde tıpkı Yusuf Hemedanî (ö. 535/1141) gibi müridlerini ziyaret etmiştir. Her sene Ramazan ayında Türkistan’dan başlayarak, Semerkant, Buhara, Taşkent ve Şahimerdan’a kadar bölgenin manevî büyüklerinin türbelerini ziyaret ederek oradaki mescitlerde gece yatsı namazından sabah namazına kadar ibadet ve zikir icra etmiştir[162]. Güzergâh üzerindeki müridlerine irşadda bulunmuş, mürid olmak isteyenlerin beyatını almış, sorularını cevaplamış, sohbetler, hatm-i Kur’an, Hatm-i Hâcegân’ı gerçekleştirmişlerdir.

1991 yılında bağımsızlık sonrası ülkeye dışarıdan dinî akımlar gelerek faaliyetlerine başlamış olup bu akımlardan biri Vehhabilik’tir. İbrahimcan İşan, Vehhabiliğin radikal eğilimini tasvip etmemiştir. Fikir farklılığından ötürü Vehhabi temsilcileri İbrahim İşan’ı kendilerine hasım olarak görmüşlerdir. Dinî bilgiye sahip olmayan manevî bir boşluk içinde ve dine hasret duyan kitleler, tabir yerindeyse elinde Kur’an bulunan herkese kucak açıp ve güvenmişlerdir. Ancak radikal grupların etkisiyle ailesini tekfir ile suçlayıp terk edenler günümüzde de bulunmaktadır.

16 Şubat 1999 Taşkent’teki Vehhabi saldırısı sonrası, tüm dinî kurumlarda olduğu gibi İbrahimcan Hazret müridleri de ülke istikbali için tehdit unsuru olarak algılanmış bazı faaliyetlerine sınırlamalar getirilmiştir. Fakat İbrahimcan Hazret devletin er ya da geç tasavvufî düşünceyi ulusal bir hazine kabul edilen “Altın Miras” çerçevesinde değerlendirileceği umudunu taşıdığını belirtmiştir.[163] Nitekim 13 Kasım 2017 tarihinde Mir Arap Medresesi bünyesinde açılan Bahaeddin Nakşbend Tasavvuf İlmi Mektebi[164] resmi faaliyete başlamıştır. Mektep Nakşbendî tarikat ekölünü devlet tarafından belirlenen program içerisinde mahallî ve uluslararası ilmî araştırmalar çerçevesinde erkek talebeler yetiştirmeye yöneliktir.

Özbekistan sınırları içerisinde 1996 ve 1999 yılları arasında dinî grupların başkaldırma olayları sonrasında devlet politikası olarak titizlikle yürütülen inceleme neticesinde yerli ve yabancı dinî teşkilâtların faaliyetine son verilirken başta İbrahim Hazret olmak üzere diğer Nakşî kollarının özünden kopmadığı müddetçe faaliyetlerini yürütmelerine devam etmesine izin verilmesi, bu umudun bir neticesi olarak düşünülebilir.

Şeyh İbrahimcan Hazret’e bağlı olduğunu söyleyen bazı grupların 2007-2009 tarihleri arasında devlet tarafından araştırma ve takibe alındığı görülmüştür. Aslında bu isimlerin, başka dinî gruplara üyeliği olup kendilerini gizledikleri ortaya çıkmıştır.

İbrahimcan Hazretin müridlerinin çoğunluğu vilayetin Buvayda, Yazyavan, Altıarık bölgelerindendir. İbrahimcan Hazret bölgede müridlerinin çokluğu, müridlerini bir yere toplayabilmesi ve etki alanının büyüklüğü ile diğer kollardan ayrılır.

İbrahimcan Hazret’in bölgede bu denli nüfuz sahibi olmasında ziyaret yerlerinin tamiratı, sosyal tesislerin inşası, buralara maddî imkânlar sağlanması gibi uygulamalar etkili olmuştur. İbrahim Hazret’in kendi evi de müridler için merkez konumundadır. Hazretin yanında her zaman yirmi otuz civarında müridinin bulunduğu nakledilir.[165]

İbrahimcan İşan hayatı boyunca özellikle Sovyetler Birliği döneminde müridlere İslam dinini öğretme alanında büyük hizmetler vermiştir. Hizmetlerim yasaklı olduğu zamanlarda marangozluğundan ötürü usta çırak ilişki çerçevesinde irşad faaliyetlerinde bulunmuştur. Bağımsızlık sonrası Arap dünyasından gelen Vehhabî ve diğer Selefî akımlara karşı durduğu, müridlerini muhafaza ettiği görülmüştür.

Şeyh İbrahimcan Akkorganî’nin Vefatı ve Halifeleri

İbrahimcan İşan hicrî 3 Ramazan 1430, miladî 23 Ağustos 2009 yılında gece 23:30 civarında yetmiş üç yaşında vefat etmiştir. İbrahimcan İşan’ı son yolculuğuna uğurlamak için on binlerle ifade edilen müridi, şakirtleri ve onu seven ülema, başka tarikat mensupları, yakınları,Buhara, Semerkant, Türkistan, Nemengan, Merginan, Fergana, Andican, Hokand, Taşkent ve diğer şehir kasabalardan, komşu ülkeler Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’dan katılmıştır. Akkorgan kasabasında bulunan “Tepalik (Tepe)” mezalığına babası Muhammedkul Akkorganî yanına defnedilmiştir.[166]

Günümüzde de İbrahimcan İşan’ın halifeleri faaliyetlerini sürdürmektedirler. Almatı’nın “Orbit” semti mescidi imamı Dayrabay Rıspay, Güney Kazakistan Cambıl vilayeti halifesi Kurban Ali Ahmed, Çimkent’in yanı başında Mankent kasabası Korgancı köyünde Halifesi Niyazali[167]’dir. Türkistan çevresindeki tüm grupların lideri Şeyh Abdulvahid’in oğullarından biri olan Nasruddin İşandır. Komşu ülkeler Özbekistan ve Kırgızistan’da da faaliyetler yürütülmektedir.[168] Kırgızistan’da Güney bölgesi halifesi Darmanali ve Bişkek tarafında Niyazali,[169] Özbekistan Angren vilayetinde Abdullah, Almalık’ta Alimhan (ö.2017) onun bilinen halifeleridir.[170]

İbrahimcan Hazretin yirmi binden fazla müridi bulunduğu nakledilmektedir. İbrahimcan Hazret vefat ettikten sonra Kazakistanlı Halifeleri Nasruddin İşan ve Kurban Ali Ahmed halifeliği devam ettirmişlerdir. İbrahimcan İşan Kurban Ali Ahmed’e çok önceden şeyhlik icazeti verdiği nakledilir. Özbekistan’da Hüseyniyye halifesi bulunmamakta vekiller vasıtasıyla tarikat faaliyetleri yürütülmektedir.[171]

İbrahimcan Hazret’in sade hayat tarzı, hayırlı işlerde öncülük etmesi bölge halkı tarafından saygı ve sevgi görmesine sebep olmuştur. Ayrıca hayatındaki büyük kayıplar ard arda küçük yaştaki çocuklarının kazalarda vefat ettiğinde gösterdiği sabır ve metanet aradan uzun yıllar geçmesine rağmen anlatılmaktadır.

Şeyh İbrahimcan Akkorganî’den sonra Hüseyniyye kolu faaliyetlerine halifesi Şeyh Kurbanali Ahmed öncülüğünde devam etmektedir.

Şeyh Kurbanali Ahmed (d.1955)

Şeyh Kurbanali Ahmed Doğumu ve Ailesi

Şeyh Kurbanali Ahmed 4 Nisan 1955 yılında Özbekistan’ın Taşkent ili, Orta Çirçik ilçesi, Çigirik kasabasında dünyaya gelmiştir. Babası Baki Billah İşan, annesi Matluba Hanımdır. Her ikisinin de soyu Hazreti Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’e dayanmaktadır.[172] Soyu peygambere dayanan seyyidler yazılı belgeleri bulundurmak zorunda olup, Şeyh Kurbanali Ahmed’in soy ağacı:

Hazret-i Ali (r.a.)

İmam Hüseyin (r.a.)

İmam Zeynelabidin (r.a.)

İmam Muhammed Bekir (r.a)

İmam Cafer Sadık (r.a)

İmam Ebul Hasan Musa (r.a)

İmam Muhammed Ali Rıza (r.a)

Said[173] Talip

Said Abdulla Akmal

Said Abdulla Abzal

Said Ahmad

Said Muhammad

Said Hasan

Said Şah Hüseyin

Said Calaleddin

Said Kamaliddin

Said Burhaniddin

Said Emir Diuana

Said Burhaneddin

Said Burhan Hoca

Said Calaladdin

Said Mavlan Ahmad Mahdum Azam

Hazret İshak Hoca

Hazret Şadi Hoca

Hazret Ubaydulla Hoca

Hazret Şayip Hoca

Şah Buzurg Hoca (Sabılt Hoca)

Tursun Hoca

Baba Hoca

Appak Hoca

İshak Veli Hoca

Ubaydulla Hoca r. Ubaydulla Hocanın iki oğlu olmuştur. Kasim İşan (Said Ahmed İşan) ve Kulatay İşan.

Said Ahmed İşan (Kasim İşan)

Said Ahmed İşan’ın sekiz oğlu olmuştur. Appak İşan, Medi İşan, Rahmetullah, Asadullah, Sabir, Nizameddin, Abdugaffar, İdris.

Appak İşan’ın Tazagül isimli eşinden dört oğlu Saydullah, Alauddin, Sunnatullah ve Baki Billah ve bir kızı Yakut; Bibisare adlı eşinden bir kızı Rahila. Bibigül hatundan Muhammad Said, Alimahan; Altman anadan iki kızı Duriş ve Umsalima dünyaya gelmiştir.

Baki Billah’ın Matluba hanımdan beş oğlu, üç kızı dünyaya gelmiştir. Oğulları Kalmuhammed, Turmuhammed, Elmuhammed, Sapar Maksum ve Kurban Ali; kızları Firuze, Mahfuze ve Meryem’dir[174]

Kurbanali Ahmed’in babası Baki Billah (1900-06.11.1981) çocukken Appak İşan’dan ilim öğrenmiştir. Baki Billah kârî ve âlimdir. Arapça, Farsça, eski Türkçe’yi çok iyi öğrenmiştir. Baki Billah Karatau, Janatas, Şolakkorgan ve Baykadam’a işanlık yaparken yaşı ilerlediğinde küçük oğlu Kurbanali kendisine refakat etmiştir.[175]

Kurbanali Ahmed’in iki evliliği olup bir evi Taraz’dadır (Kazakistan). 1977 yılında Rukiya Hanım ile evlenmiştir. Rukiye Hanım aynı zamanda sınıf arkadaşıdır. Bu

evlilikten Muhammed Ali, Mehdi isimli oğulları ve Rabia ve Raziye isimli kızları dünyaya gelmiştir. Rukiya İşanay[176] takva sahibi hanım efendi. Kendi çocukları ile birlikte müritlerin kızlarına, eşlerine abdest, namaz, takva ve edep dersleri öğretmekte.

Hazretin ikinci evi Almatı’dadır. Mahfuza isimli eşinden dört oğlu Abdulhadi, Saidburhan, Ramazan Şerif ve Muhammedhan ile bir kızı Meşhura dünyaya gelmiştir.

Eğitimi ve Tasavvufa İntisabı

 Kurbanali Ahmed 1962 yılında ilkokula başlamıştır. Her yıl üç ay yaz tatilinde Molla Şerafettin’in Taşkent vilayeti Soldatskiy kasabasındaki evinde yatılı kalarak din eğitimi almıştır. Arkadaşları yazın memlekette onu görmediklerini söylediği zaman bir yerlerde yaz tatiline gittiğini söylemiştir.[177] [178]

Kurbanali Ahmed, Şayan Medresesi’nde Appak İşan’dan ders almıştır. Taşkent’in KGB (Devlet Güvenlik Komitesi, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin istihbarat ve gizli servisi) üyesi okul müdürüne gelerek öğrencileri Kurbanali’nin üç ay boyunca yaz tatilinde dini eğitim aldığı, buna neden engel olunmadığı yönünde sorguya 178 çekilmiştir.

Kurbanali 1972 yılında liseden mezun olmuş Taşkent Teknik Enstitüsü Mimarlık Fakültesi’ne kaydını yaptırmıştır. Aynı yıl babası Baki Billah Müftü Ziyauddin Kârî ile konuşup Buhara’daki Mirarap Medresesi’nden davetiye almıştır. Babasının isteği üzerine enstitüyü bırakarak Buhara’da medreseye gitmiştir. Enstitüyü bırakmasına çevresindeki herkesin üzüldüğü nakledilir. Buna mukabil babası Baki Billah, “benim en büyük kazancım oğlum Kurbanali’yi din yoluna bağlayıp medresede okuttuğumdur” demiştir. Kurbanali 1972-1974 yılları arasında medresede eğitim gördüğü sırada askerlik vazifesini Ukrayna ile Moldova sınırı yakınlarındaki Tamoşpol şehrinde 6 ay askerî okulda, diğer 18 ayı da Doğu’da Blagoveşenka şehrindeki kışlada tamamlamıştır. Askerdeyken beş vakit namazını kimseye göstermeden eda ettiğini söyler. 1978 yılında Mir Arap Medresesi’ni başarıyla tamamlamıştır.[179] Kurbanali 1980-1982 yılları arasında Taşkent İslam Enstitü’sünde de eğitim görmüştür.

İrşad Faaliyetleri

Kurbanali, arkadaşı Aydar Bey’in babasıyla beraber 1978’de Koylık Pazarı çevresindeki Akuy’de ikamet eden Şeyh Abdullah Kârî’nin kaldığı eve gelirler. Orası aynı zamanda Şeyh İbrahimcan Akkorganî’nin Taşkent’teki dergâhıdır. Nakledildiğine göre dergâhta beş altı müridi ile beraber otururlarken İbrahimcan pîrden el alıp müridi olur. O sıralarda yaşı kırk beş-kırk altı civarında olan Hazret İbrahimcan irşat vazifesine yeni başlamış olup henüz otuz-kırk civarında müridi vardır. Müridlerin çoğunluğunu yaşı büyük insanlar teşkil etmektedir.

Kurbanali sık sık pîrini ziyaret ederek, hizmetinde bulunarak Hazret İbrahimcan’ın gönlünü kazanmış[180] seyr ü sülûkû iki buçuk yılda tamamlamıştır.

1982’de Hazret İbrahimcan müridi Kurbanali’ye Özbekistan’ın Taşkent ilinde ve Kazakistan’da irşat vazifesi vermiştir. Kurbanali Taşkent’teki Koylık Pazarı’na yakın[181] yakın Fayziabad’da medrese açarak talebeler yetiştirmeye başlamıştır.

Kurbanali, müridlere manevî eğitim yanında terziliği, navvat (genelde Orta Asya’da ve tüketilen kristal şeker) ve peçak şeker (Mevlana şekeri) yapımını, helva yapmayı, tandır ekmeği pişirmeyi, ayakkabıcılığı, çiftçiliği, sabun yapmayı ve deri tabaklamayı öğretmiştir.[182]

Tasavvufî eğitim tıpkı önceki şeyhlerde olduğu gibi sohbet üzeredir. Şeyh Kurbanali Ahmed seleflerinden ayıran husus güncel teknolojiden de yararlanışıdır. Kendi ifadesiyle “uzakları yakın eden”[183] iletişim teknoloji kullanıcısıdır. İrşad faaliyetlerini facebook (Xa3İpemi ^ypöaHoni AxMeg Hman: Hazreti Kurbanali Ahmet İşan facebook resmi sayfası)[184], youtube (Xa3İpemi ^ypöaHoni AxMeg HmaH: Hazreti Kurbanali Ahmet İşan youtube resmi kanalı)[185], telegram (Xa3İpemi Kypoanoji AxMeg HmaH: Hazreti Kurbanali Ahmet İşan telegram resmi sayfası),[186] web siteleri ve internet programları ile devam ettirmektedir. Facebook sayfası yazılı ve görsel bilgilerden, Youtube kanalı sohbet kayıtlarından, Telegram sayfası ise daha çok eserlerin şerhinden oluşmaktadır. Mevlana’nın Mesnevi şerhinden (Farsça), Muhtasar Vikaye (Arapça), Adabu’s-Salihin (Çağatayca) ve İmam Rabbanî’nin Mektubat’ının Arapçası’ndan dersler anlatılmaktadır. Önce faydalanılan kitabın sayfa resmi verilmekte, sonrasında sesli tercüme ve şerhi yapılmaktadır. Sohbet ve derslerin çoğunluğu Kazak Türkçesi’ndedir. Şeyh Kurban Ali sohbetlerini Özbek Türkçesi, Kazak Türkçesi, Rusça ve Arapça yapmaktadır.

Şeyh Kurbanali Ahmed’in Devlette İcra Ettiği Görevler

Şeyh Kurbanali’nin icra ettiği görevler kronolojik olarak şöyledir:

1978 yılında Buhara’daki Mir Arap Medresesi’nden mezuniyeti sonrası aynı medresede iki yıl ders vermiştir.

1980-1982 yılları arasında Kazakistan’ın doğusundaki Oral kasabasında imamlık yapmıştır.

1982’den itibaren Taşkent İslam Enstitü’sünde ders vermiştir.

1983 yıllarında altı ay Kazak SSR (Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti)

Kadılığında Retbek Nısanbayulı ile beraber görev yapmıştır.

1985 yılları arasında Kazakistan Çımkent ili Kazıgurt ilçesi Turbat köyünde imamlık yapmıştır.

1988-1992 yılları arasında Kazakistan ve Orta Asya Din İdaresi Müftülüğü’nde Müftü Şeyh Muhammed Sadık Muhammed Yusuf ile beraber görevde bulunmuştur.

1993-2000 yılları arasında Özbekistan’da Taşkent’in Parkent ilçesi Karakalpak Kasabasında cami imamı olarak görev yapmıştır.[187]

Şeyh Kurbanali Ahmed’in Maruz Kaldığı Hapis Cezaları ve Hicretleri

Şeyh Kurban Ali Ahmed 1999 yılında Almatı ve Taraz (Kazakistan) şehirlerine sohbete gider. Sohbet dönüşü Taşkent(Özbekistan)’teki evine dönünce tutuklanır. Kırk gün tutukluğun ardından serbest bırakılır. 2000 yılında ev araması yapılarak kitaplarının içerisinde Hizbu’t-tahrir kâğıtları bulunarak tutuklanır. (Kâğıdın birileri tarafından konulduğu anlatılır). İlk mahkemede dokuz sene hapsine karar verilir. Avukatı aynı zamanda eşi Rukiye Hanımdır. İtiraz sonucu ikinci mahkemede üç yıla hapsedilir. Bir 188yıl sekiz ay sonra da beraat eder.

2010 yılında Kazakistan Hükümeti sarık ve cübbe giymeyi yasaklayan kanun çıkarmıştır. Bunun üzerine Şeyh Kurban Ali Ahmed müridlerine sarık ve cübbelerini çıkarmalarını söylemiş kendisi 2010 Mart ayında önce Türkiye’ye, aynı yıl Suriye/Dimeşk’e hicret etmiştir. 2012’de Suriye’deki iç savaştan dolayı Medine’ye, 2013’te de Kazakistan’a gitmiştir.[188] [189] Özbekistan, Suriye, Suudi Arabistan ve Kazakistan’da bulunduğu müddet içinde sohbetlerine devam etmiştir.[190]

Şeyh Kurbanali Ahmed’in Eserleri

Kurban Ali Ahmed’in 2011’de Mazhab Manısı (Mezhep Mahiyeti), 2013’te Namaznama (Namaz-Name), 2014 yılında İlimge İlesü (İlmin Peşinden Gitmek) ve Ruhnama (Ruh-Name) adlı eserleri Kazak Türkçesi’nde yayınlanmıştır. 2015’te bu eserleri Asılbek Jakay editörlüğünde “Tarikatnama” adıyla Almatı şehrinde neşredilmiştir. Eserde sohbetlerine de yer verilmiştir. Eserinde dünya ilimi yanında manevî ilim olan tasavvufu örnek verirken karşılaştırma metodunu kullanmıştır. Tasavvufî eğitim ve metodları ele alınmıştır. Ruh - Allah’ın âbı hayatı başlığı altında müfessirlerin görüşlerine geniş yer vermiştir. Ayet ve Hadislerle birlikte İmam Rabbanî Mektubât’ına müracaat etmiştir. Geneli itibarıyla tasavvuf el kitabi mahiyetindedir.

Çarlık Rusyasından Ekim İhtilali sonrası yönetimi ele alan Sovyetler Birliği döneminde genelde din, özelde tarikat önderleri ve taraftarlarına ciddi baskı ve yasaklar ortaya çıkmıştır. Daha önce uzun yüzyıllar boyu Müslüman Türk Hanlıkları, yönetim ile içiçe olan tasavvufî hareketler artık faaliyetleri gizli yürütmeye mecbur kalmışlardır. Tasavvufî hareketlere en büyük darbe ve katliam 1898 yılında Nakşbendî şeyhi Madali İşan (Dukçi İşan) ve beraberindeki müridlerinin açık sahada idam edilmesi, devamında yurt genelindeki idam ve sürgünler ile verilmiştir. Neredeyse bir asra yakın zaman zarfında eskisi kadar şiddetli olmasa da yasak ve baskıların devam ettiğini tarikat önderlerinin benzer hayatlarından açık ve net şekilde görmek mümkündür. Bu baskılara rağmen genelde şeriat özelde tarikat eğitilirken kendilerini dışarıdan gelebilecek herhangi tehdide karşı korumak için geliştirilen civanmert teşkilatının yaygınlaştığını görmek mümkündür. Usta-çırak ilişkisi çerçevesinde hem aile geçimi sağlanmış hem de tasavvufî eğitime devam edilmiştir. Manevî eğitim daha çok sohbet üzerine devam etmiştir. Bu durum üç-dört kuşak sürmüştür. 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin çökmesi ve Türk Cumhuriyetlerin bağımsızlığını kazanmasıyla yasak ve baskılardan kurtulmuşlardır. Günümüze kadar genelde şeriat, özelde tarikatın halk arasında korunmasında köprü vazifesini üstlenmişlerdir.

Günümüzde Nakşbendiyye-Hüseyniyye mensuplarını kabul edenlerle beraber tamamen “yoldan çıkmış” gruplar çerçevesinde değerlendiren gruplar da vardır. Özellikle Şeyh Kurbanali Ahmed’i tenkit eden bilim adamları mevcuttur.

 

HÜSEYNÎLERİN SİYASİ VE SOSYAL MÜNASEBETLERİ

Nakşbendîler’in bulundukları bölgelerde genel itibarıyla siyasete mesafeli ancak siyasetçilerle irtibatı koparmadan yöneticiler ve halk ile sosyal ilişki içinde oldukları söylenebilir. Siyasî anlamda kimi zamanlarda devlet yönetimi tarafından millî mefküre kaynağı olarak tarih sayfalarında görmek mümkündür.[191] Yönetimle olan bu yakın ilişki Çarlık Rusyası ve ardından Sovyetler Birliği döneminde sona ermiştir.

Yöneticilerle Münasebetler

Nakşbendîliğin doktrin yapısının şekillenmesinde önemli bir yere sahip olan Abdülhalık Gucduvani müntesiplerine her ne kadar “sultanlarla oturma” tavsiyesinde bulunmuş ise de bu tavsiye daha çok dünyaya meyletmeme olarak yorumlanmıştır. Sonraki şeyhlerin devlet yöneticileriyle görüşmeleri vardır.[192]

Hâcegân tarikatı kurulduğu dönem Karahanlılar (225-609/840-1212) yönetimi zamanına denk gelir. Buhara ve çevresini yöneten Sadr-ı Said olarak bilinen Muhammed b. Ömer es-Sadr Abdülhalık Gucduvanî’nin müridi olur. Nitekim sonraki dönem şeyhler ve yöneticiler arasında da mürid-mürşid ilişkileri bulunur. Timurlular (771-913/1370-1507) hanedanı kurucusu Emir Timur’un Emir Külal’e[193] Timurlular hanedanından gelen Ebu Said Mirza(ö. 854/1469)’nın Ya’kûb-ı Çerhî’ye intisap ettiği nakledilir.[194]

IX/XV. yüzyılda Nakşbendiyye tarikatına mensup olanlar arasında bilginler, âlimler ve devlet yöntecilerinin görece çokluğu çekicidir. Bunlar arasında Zahiriddin Mumammed Babür(ö. 937/1531)’ün adı da zikredilir.[195] Babür’ün ismi Hace Ubeydullah Ahrar tarafından konulmuştur.[196]

Babür eseri Babürname’de babası hakkında 899/1494 yılı olaylarında babası Ömer Şeyh Mirza’nın vefatından hakkında: “Hace Ubeydullah’a iradeti var idi, onların sohbetlerinde devamlı bulunur idi. Hazret Hace de onu ferzend bilir idi”[197] der.

Mâverâünnehir topraklarında son Buhara emiri Mangıtlar sülalesinden Seyyid Emir Alimhan (1881 Kermene, Karşı-1940 Kabul)[198] tahta çıkınca Pây-i Kalân külliyesini tamir ettirmiş ve Nakşî şeyhlerinin hankah hizmetine vermiştir.[199]

Çarlık Rusya’nın ve Sovyetler Birliği’nin hanlıkları işgalinden sonra dine yapılan baskılarla bu irtibat tamamen kopmuştur.

1991 yılındaki bağımsızlık sonrası baskılar bir hayli yumuşamasına rağmen, az sayıda ve kısıtlı faaliyet gösteren tarikat mensupları, belki de yaşanılan travmanın etkisiyle yönetim ile mesafeli durmuşlardır. Devletin resmî kurumlarında görevli az sayıda da olsa müritleri vardır.

1993 yılında, Bâhaeddîn Nakşbend’in doğumunun 675. yıldönümü Özbekistan’da büyük bir coşkuyla kutlanmış, Buhara’da Bahaeddin Nakşbend türbesi restore edilmiştir. Restore denetim ve açılış için cumhurbaşkanı İslam Kerimov vilayete üç kere resmî ziyarette bulunmuştur. 2004 yılında Özbekistan Hükümeti kararıyla Nakşbendî tarikatının önemli isimlerinden Hace Ahrar Valî’nin doğumunun 600. yıldönümü de kutlanmıştır.[200]

Günümüz tarikat önderlerinin yöneticilerle yakın irtibatta olmamakla birlikte, müridlerine tüm sohbetlerinde yönetimle uyum içinde bulunma konusunda telkinde bulundukları nakledilir.[201]

Diğer Tarikatlarla Münasebetler

Tarikat mensupları bulunduğu yerde her zaman halk, idareci ve diğer tarikat mensuplarıyla sosyal ilişki içinde olmuşlardır. Diğer tarikatlarla olan ilişkileri kimi zaman samimî dostluk üzerine kimi zaman da fıkhî muhalefetten ötürü keskin çizgiler içinde olmuştur.[202]

Yusuf Hemedanî’nın hem Hacegan tarikatının Abdülhalik Gucdüvanî hem de Yeseviyye tarikatının kurucusu sayılan Ahmet Yesevî’nin piri olduğu hakkındaki rivayet, başlangıçtan beri bu iki tarikat mensuplarının çok yakın ilişkide olduğunu gösterir.[203] Son yüz yıllık zaman diliminde Hüseyniyye’ye müntesip kadın mürideler özellikle Hikmet okuma günleri tertip edilerek Yesevî Hikmet’lerinin okumak olayın hakikatını tasdik etmektedir. Yesevî Hikmetleri annemiz tarafından çok okunduğundan dolayı ezberlemiş olmamız da bir gerçektir. Özellikle kadın günlerinde sesli olarak Atinçe adı verilen kadın mollalar bu beyitleri kadınlara okumuşlar hatta ezberlemişlerdir. Yesevî Hikmetleri erkekler tarafından da okunmaktadır. Fakat kadınlarda bunun daha yaygın ve sistematik uygulandığı söylenebilir.

Son yüz yıllık zaman diliminde Mâverâünnehir’de mevcut diğer tarikatların Nakşbendîlik ı içinde sindiği söylenebilir. SSCB dönemindeki baskılar, değil diğer tarikat erbabı, aynı tarikat müntesiplerinin bile münasebetini zorlaştırmış zayıflaştırmıştır.

Hüseyniyye şeyhleri başka tarikat mensuplarından ziyade çeşitli coğrafyalarda faaliyet gösteren Nakşbendî tarikatının önderleri ve mensuplarıyla sıkı bir ilişki içinde olmuşlardır. Özellikle Tacikistan’dan Nakşbendî Şeyh Hafız Hikmetullah (d.1941) ile olan sıkı bağlantı mevcuttur. Şeyh Hafız Hikmetullah’ın Kırgızistan ve Özbekistan’a gelerek Hüseyniyye mensupları ile sohbet yaptığı ve bu sohbetler büyük ilgi gördüğü nakledilmektir.[204]

Şeyh Kurbanali Ahmed 2010 yılında Türkiye’ye hicret ettiğinde buradaki bazı tarikat temsilcileriyle Mahmud Efendi diye bilinen Mahmut Ustaosmanoğlu’yu da ziyaret etmiştir. Tacikistan’da yine Nakşbendiyye temsilcisi Şeyh Hikmetullah ile çok eskiden beri çok sıkı bir irtibat içinde oldukları bilinir.

Kadınların Tarikat İçindeki Konumu

Tasavvufun hedeflerinden biri de toplumda erdemli, dürüst ve güzel ahlaklı fertleri yetiştirmektir. Bunu sadece erkeklerle değil, toplumun diğer bir yarısını oluşturan kadınlarla beraber gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Dolayısıyla kadınlar, tasavvufi hareketlerin içinde ilk dönemden itibaren önemli yere sahiptirler.[205]

Dini otoriteye sahip Atinçalar (kadın molla) Mâverâünehir’de önemli bir yere sahiptirler. Atinçalar atalarının yüzlerce yıldır uygulanan geleneklerini korumak için mücadele etmişlerdir. Atinça toplumda kadınların dinî hayatlarında önemli yere sahiptirler. Kadınların doğumundan ergenliğe kadar eğitiminden sorumludurlar. Sosyal alandaki münasebetler alanında, Atinçalar diğer kadınlar arasında bariz bir fark vardır.[206] Zamanla sayıları yasak ve baskılardan ötürü azaldığı için sadece güvendikleri küçük bir birliğe hizmet vermişlerdir. Atinçalar görevi Kur’ân’ın beş temel emrinin yerine getirilmesinde topluma öncülük etmişlerdir.[207]

Günümüzde Mâverâünnehir bölgesinde kadınların manevî eğitime erkekler kadar ilgilenmediği söylenebilir. Erkek müridlerle karşılaştırıldığında kadın müridlerin sayısı oldukça azdır. Kanaatimizce bölgedeki en önemli âmil, bölgenin sosyo-kültürel yapısı ve kadının aile içindeki sorumluluklarından kaynaklanmaktadır. Hâlihazırda genç yaşta mürid olan kadın yok denecek kadar az olup orta yaş ve üstünde bu sayı biraz daha yükselmektedir.

Bayan mürideler şeyh ve halifelerin eşleri, kendi eşleri veya babaları aracılığıyla el vermekte ve vazife almaktadırlar.[208] 2007 Ağustosunda şahsen katıldığımız bey’at alma merasiminde, sekiz-on civarında genelde orta yaş üstü kadınlar uzun zamandan beri “müride” olmak istediklerini sohbet esnasında belirtmişlerdi. Şeyh İbrahimcan Akkorganî’nin kendi evinde misafirler şeyhin hanımı tarafından ağırlanmıştı. Yemek faslı ve öğle namazı sonrasında ev içinde kadınlar el ele tutuşarak kapının arkasından Şeyh İbrahimcan Akkorganî tarafından tutulan sarık ucu veya beyaz yazmayı tutmak suretiyle bey’at ederek” tevbe alınmıştı”.

Bayan müridelere vazife veren ve ağırlayan yine şeyh ve halifelerin eşleri olup onlara Eşanay (İşanay) denilmektedir. Nefy-i isbat zikri bayanlara verilmemektedir. Bayanlara farz ibadetlere dikkat telkiniyle beraber, zikir ve bazı nafile ibadetler virt olarak verilmektedir.

Seyr ü sülûk süresince kadınların manevî vaziyetleriyle ilgili gelişmelerinde şeyh ile irtibat eşleri, babaları vasıtasıyla söylenmektedir. Tarikat eğitiminden önce farz ve vacip amellerin yerine getirilmesi hakkında özellikle tavsiyeler verilmektedir. Aile içi huzur ve mutluluğun temini hakkında sohbetler yapılmaktadır. Tarikata müntesip kadınlar el işçiliği sanatıyla bir dayanışma grubu oluşturmuşlardır. Kadın müridler yastık, döşek dikimi yanında bebek beşiği süsleri yapımı hem sohbet ortamında icra edilmek hem de kadınların iş gücüne katılımını sağlamaktadır. Sovyetler döneminde daha yaygın olan bu işler, fabrikaların gelişmesi ile eski gücünü kaybetmiştir.

Kadınlar arasında yaygın eğitim kapsamında Mevlüd ile Ahmet Yesevi’nin Hikmetleri okunmaktadır. Daha önce belirttiğimiz gibi Nakşbendiyye-Hüseyniyye mensupları tarafından en çok okunan kitap listesinde Yesevî Hikmetleri yer almaktadır. Konuyla ilgili ileride manevî eğitim sürecinde okutulan eserler bölümünde bilgi verilecektir. Bu eserlerin okutulmasındaki en büyük âmil, mahallî halk dilinde yazılmış olmasıdır. Güzel ve basit, kendilerinin anlayacağı dilde olması herkes tarafından kolaylıkla okunmasını sağlamıştır.

Yemek Kültürü

Tarikat önderi Şeyh İbrahim Akkorganî’nin evine gelen misafirler ve müridler için istisnasız her gün sabah kahvaltısında atala çorbası, öğle yemeğinde aş (pilav) ikram edilmektedir.[209]

Atala çorbası koyun kuyruk yağına buğday unu eklenerek kavrulur. Daha sonra su ve tuz ilave edilir. Koyu kıvama gelen çorbaya kimi zaman süt eklenir. Öğlen ikram edilen aş (pilav) Mâverâünnehir halkının ana yemeği sayılır. Anadolu’da Türkistan Pilavı olarak meşhurdur ve pek çok çeşidi bulunmaktadır. En bilinen tarifi ise soğan, et ve havuçla yapılanıdır.

Şeyh evine ziyarete kaç kişi gelecekse kişi sayısı kadar nan (ekmek) getirilmektedir. Ekmekler gelen misafirlere çayla beraber yemek öncesi ikram edilmektedir.

Sürekli şeyhin evine ziyarete giden gazeteci ve araştırmacı Abdusalam Ergeşov[210]’un anlatımına göre ister akşam ister gece olsun her zaman misafirler için aş (pilav) hazır olmuştur.

Müritlerinden Talibcan Yuldaşov, arkadaşlarıyla Şeyh İbrahim Akkorganî’yi ziyarete giderken sabah namazına doğru ulaşacaklarından şoför “yine mi atala (çorba) içmeye götürüyorsunuz?” diye aynı yemeği yemekten memnun olmadığını ifade etmiştir. Sabah namazına doğru şeyhin evine ulaştıklarında, şeyhle beraber sabah kahvaltısı için oturduklarında, şeyh misafirlere ikram etmek için “5 çini (büyük kâse) atala (çorba), bir çini aş (pilav)” getirmelerini söylemiştir.[211] Atala (çorba) içmek istemeyen şoför için şeyhin pilav söylemesi, gelen misafirleri özellikle de şoförü çok şaşırtmıştır.

Tarikat, bölge insanları tarafından son temsilcisi “Şeyh İbrahimcan İşan ve taraftarları” olarak daha çok bilinmektedir. Şeyh İbrahim İşan bölgede hayırlı işlerde öncülük etmesi, yardımseverliği ve yaşlı genç ayırmaksızın herkese “siz”, “abi” diye hitap etmesi, herkese eşit derecede saygı göstermesiyle tanınmıştır. Özellikle bağımsızlık sonrası ülkeye akın eden selefi akımlara karşı verdiği mücadeleler etkisini göstermiştir. Tarikat-şeriat çizgisini bir arada bulundurmak maksadıyla müridlere kendisi öncülüğünde fıkhî ve tasavvufî eserler mütalaa ettirilmiş ve bu bir gelenek haline getirilmiştir.

   TASAVVUFÎ EĞİTİM VE DÜŞÜNCE

Tasavvufî eğitimin gayesi, insanı olumsuz huylardan arındırmaktır. Bunun için sûlükun merhalelerinden geçmesi gerekmektedir. Müridin bu konudaki yardımcısı, mürşiddir. Bu bölümde Hüseynîlikte seyr-û sülüku ve tasavvufî düşünceye dair tarikata intisap, tevbe, teveccüh ve murakabe, rabıta, sohbet, zikir, günlür vird, hatm-i hacegan, letaif, ruh, edep, hizmet ve nafile ibadetler konularına, tarikat içinde yüzyıllar boyunca uygulana gelen civanmertliğe, manevî eğitim sürecinde müridlere okunması tavsiye edilen eserlere değineceğiz.

Tasavvufun gayesi, ayrılık sonrası gerçek sevgiliye ulaşmak, Hakk’ı bulmak ve kişinin dünya-âhiret mutluluğunu sağlamaktır. Bu hedeflere ulaşmada kullanılan yöntemlere seyr ü sulûk denilmektedir. Tasavvufun konusu ise kişide yerilen sıfatların giderilmesi, övgüye değer vasıfların kazanılmasıdır. Dolayısıyla tasavvuf, kişinin kendini gerçekleştirme sürecinde, belirli bir metot çerçevesinde bireye yol gösteren sistemdir. Bu şekilde insân-ı kâmil mertebesine ulaşan birey, gerçek mânâda Allah’ın halifesi olma vasfına erecektir. Böylesi bir seviyeye ulaşmak ise kötü sıfatların giderilip güzel vasıfların kazanılmasıyla mümkündür.

Yani dünyevilikten, vücuttan kurtularak hakikate ermek esastır. Hak’tan başkası geçici, fakat Hak ebedî ve mutlaktır. İşte bundan dolayı insan ruhu ebediyete ulaşmak istiyorsa Hakk’a yönelmelidir. Tasavvufta Hakk’a ulaşan salikler için pîr-i kâmil, kâmil insan, şeyh, velî, kutb gibi terimler kullanılmıştır. Nakşbendiyye-Hüseyniyye’de sûluke rehberlik eden şeyh yerine pîr terimi kullanılmaktadır. Tarikatta çille (çile, halvet) bir yöntem olarak kullanılırken sema’ya yer verilmez. Bunun dışında Mâverâünnehir tasavvufunda XI-XII. asırlardan itibaren fütüvvet (civanmertlik) akımı kendini göstermektedir.[212] Tarikatın tarihi boyunca kendi elinin emeği ile geçinmek esas olmakla birlikte civanmertlik yani usta-çırak anlayışını 20.yüzyılda Nakşbendiyye- Hüseyniyye mensupları zorunlu hale getirmişlerdir. Şeyhlerin mutlaka bir el emeği mesleğinin olması müridlerine öğretme zorunluluğunu vardır. Nitekim Kârî Abdullah kitap onarıcı, Hazret İbrahimcan İşan marangoz ve Hazret Kurbanali Ahmed ise deri işlemeciliği, şeker ve sabun üreticisi olmuştur. Bu şeyhliğin de bir şartı olarak kabul edilmiştir. Özellikle Sovyetler Birliği döneminde mürşid-mürid ilişkileri zahirde bir usta-çırak ilişkisi görünümünde gerçekleşmiştir. Tarikat mensupları bir yandan meslek öğrenirken bir yandan da manevî eğitimi alma fırsatını yakalamışlardır.

Şimdi mürid olmanın ilk aşaması olan intisaba, el verme bahsine değinelim.

Bey’at, El Vermek (İntisap)

Bey’at Arapça bir kelime olup “satmak; satın almak, karşılıklı anlaşmak”

manasındaki bey„ masdarından “yöneticilik tevdi etmek, birinin yönetiliğini

benimsemek” manasına gelir.[213] Bey’at iki kısma ayrılır. Biri İslam halifesine bağlılığı ve itaati göstermek için yapılan bey’attır. Diğeri ise mutasavvıflar tarafından kullanılan tasavvuf terimi olarak müridin şeyhe ve onun vereceği emirlere bağlı kalacağına dair söz vermesidir.[214] Bir nevi mürşidle yapılan manevî sözleşmedir. Buna göre mürşidle sözleşme yapan müridin, mürşidine sadık ve bağlı kalacağına, Allah için Allah yolunda kendisine teslim olacağına, haramlardan uzaklaşacağına, helal ve hayırlara sarılacağına, günahlardan tövbe edip bir daha yapmayacağına azmetmesidir.

Nakşbendiyye-Hüseyniyye önderi Kurbanali Ahmed’e göre bey’at bir gümrük kapısıdır. Ondan içeri girenler ruhaniyet âleminin yolcusu olabilirler. İntisabın Kur’an ve Sünnet’e dayandığı görüşündedirler. Tasavvuf eğitimine el vermek yani intisap ile başlanır. Mürid kalbini uyanık tutarak şeyhin karşısında durur. Şeyh de kalp ile “La ilahe illallah Muhammedü’r-Rasulullah” der.[215] Mâverâünnehir’de kimi zaman bay’at veya bunun yerine Özbek Türkçesiyle “kol bermak”, “kol beriş (el vermek, el veriş)” ifadeleri de kullanılmaktadır.[216] Kazak Türkçesinde “kol tapsıru”, Kırgız Türkçesinde “kol berüü” tabirleri vardır.

İnsanın bilmediği yolda yürümesi için kılavuza ihtiyacı vardır. Be’yat edeceği mürşid Kur’an, Hadis ve Sünnet’e sımsıkı sarılan, hayatında tatbik eden şahıs olmalıdır. Tasavvuf yoluna girmek intisap ile başlar. İntisap ve bey’at terimleri şeyhe, rehbere bağlanıp mürid olmak ve tasavvufi eğitime başlamak demektir. Sufiler eskiden beri bey’at etmenin önemli olduğunu vurgulamışlardır. Nasıl ki hiç bilinmeyen bir yolda kılavuza ihtiyaç duyulduysa, tarikata intisap eden mürid de şeyhin kılavuzluğuna muhtaçtır demişlerdir.

Pirimize vardık;

Pirimizin sohbetini yüreğimize nakşettik;

Pirimiz ile diz dize oturduk;

Pirimiz bizim elimizden tuttu;

Pirimize bizler bey’at ettik;

Pirimiz bize istiğfar söyledi.

Pirimize ilk el verdiğimiz günden itibaren “İstiğfar” okuyoruz. [217]

Hüseyniyye önderi Şeyh Kurbanali Ahmed’e göre bey’at, maneviyat ülkesinin vatandaşlık belgesidir.[218] Vatandaşlık vazifeleri yerine getirilmelidir. Bu vazifeler tamamlandıkça insan manevi yönden gelişmeye başlayacaktır.

Mürşid-Mürid Münasebeti

Mürşid, Arapça irşâd kelimesinin ism-i fâili olup doğru yolu gösteren kişi demektir. Tasavvuf kavramı olarak yolun tehlikeli ve korkulacak yerlerini bilen, onlara karşı müridi uyaran; din ve şeriatı müridin kalbine yerleştiren, kullara Allah’ı, Allah’a kulları sevdirmeye vesile olan şahıstır.[219] Mürşid müridi Allah’a ulaştıran vasıtadır.[220]

Mürid, “istemek, arzu etmek, talep etmek, meyletmek ve dilemek” anlamlarına gelen irâd fiilinden türemiştir. İrâde eden kimseye Arapça’da “mürid” denilmektedir. Nefsin arzularını terk edip Hakk’ın rızâsına yönelmeyi irâde etmektir.[221] Kelâbâzi’ye göre mürid, seyr ü sulûka istendiğinden dolayı muraddır. Allah istemedikçe kişi kendinde murid olma isteği duymaz.[222]

Müridin esas hasleti talep eden olmak, mürşid-i kâmilin dediklerini yerine getirmektir. Mürşidsiz sâlik seyr ü sûlükta menziline ulaşamaz. Rehber olmazsa kalpteki şevk yanlış yolda sarf edilebilir, aşk isyana dönüşebilir. Müride rehberlik edecek mürşidin kendisi tarikat makamlarını aşmış, kalbi ilâh marifetiyle dolu arif, müride örnek konumunda olmalıdır. İlm vuküfiyeti tarikat makamlarını çok iyi bilme, gönül temizliği, heybet, söz ve davranışlarıyla, himayesi ile müridi etkileyebilmelidir.[223] Müride verilecek vird ve diğer uygulamalar, mürîdin kabiliyeti göz önünde bulundurulmadan telkin edilirse bunun müride zararı da olabilir. İşte bundan ötürü mürşid tıpkı bir kuş eğiticisi gibi müridini sadece uçabileceği yerleri belirlemeli ve yönlendirmelidir.[224]

Hüseyin Vaiz Kaşifi “Fütüvvet-Name-i Sultanî” adlı eserinde “Şeyhlik rükünleri kaç diye sorsalar, yedi diye cevap verin” demiştir. Ona göre mürşid:

Kâmil insan olsun.

Keskin ferasetli, insan sarrafı olsun ki ilk bakışta müridin kabiliyetini fark edebilsin.

Büyük manevî güce sahip olsun, eğer mürid tarikat yolunda yanılırsa ona manevî destek vererek zoru kolaylaştırsın.

Yeteri kadar hür insan olsun. Yani hiçbir şeye muhtacı olmasın.

İhlası sağlam olsun. Riya ve tamahı terk etsin. Mal-mülk ve devlet için başka birilerine eğilmesin.

Metin Kutusu: 6.Doğruluk ve çıkarsız dostluğu şiar edinsin. Hak sözü her yerde söylesin.

Söylerken ikiyüzlülük yapmasın.

7. Kalbinde şefkat nuru ışıldasın. Mürid menfaati başta olmak üzere umum

menfaatini kendi menfaatinden üstün bilsin....[225]

Mürid sûlükunda zorda kaldığında mürşid ona yardımcı olmalıdır. Eğer bunu başaramayacaksa kendisinden daha güçlü bir mürşide yönlendirmelidir.[226] Tarikat yolu ağır ve meşakkatlidir. Seyr ü sülûktaki eğitim yollarından biri de Çille[227] [228]dir. Çille (en az üç en fazla kırk gün inzivaya çekilmektir. Çillede Kur’an okuyarak tefsir etmek, pîr sohbetinde bulunmak, ciddi perhiz, oruç tutmak ve gece ibadeti icra edilir.

Pîr zeki, helâl, temiz, keramet sahibi insan olmalıdır. Tamah, yalan, gıybet, fahiş işlerle uğraşanlar değil pîr, mürid olarak da tarif edilmemişlerdir. Pîr itibarlı, akıllı zeki, fevkalade durumlarda müridlerin kalbine yol bulabilen, onlara örnek teşkil edebilecek şahıs olmalıdır. Hankâhlarda müridler birbirini birader, pîr ise müridleri evladı olarak 228 görmüştür.

Pîre el vermek isteyen şahıs, üç seneye kadar sınanırdı. Günümüzde Nakşbendiyye-Hüseyniyye’de üç sene sınama dönemi yoktur. Bununla birlikte zikir telkini, teberrük hırka ve sohbet önemini korumaktadır. Zikir telkini Allah isimlerini zikretmek ve kalbe nakşetmektir. Bunu da ancak mürşid öğretir. Zikir telkini sessizdir. Teberrük hırkası almak önemli bir aşamadır. Bu, kemâlat yolunda ilerleyip icazet vermek anlamına gelir. Buna “Ak Fatiha (Beyaz Fatiha=icazet)” vermek de denilmektedir.[229] Mürid artık ömrünün sonuna kadar hırka aldığı mürşidinin yolundan gider, şeyhin silsilesine mensup olur. Mürid sülûku sonrası başka mürşidlerden de hırka, gömlek, külah ve tespih hediye alabilir, istediği şeyhin sohbetine katılabilir.

Mürid mürşidini sevmesi normaldir. Ancak bu ifrat ya da tefrite meydan vermemeli, “şeyh uçmaz mürid uçurur” kıvamında olmamalıdır. Aşırı sevgi yoldan çıkmak, hüsrana uğramak tehlikesini barındırır. Hüseyniyye önderlerinin tarikata girmenin şartlarından bahsetmişlerdir. Buna göre tarikat şartları:

Her bir Müslümana farz olan Şeriat ilimlerini, bilip uygulamak öncelikle istenir. Tarikata girmek ise ihtiyaridir ve ona şeriatsız adım atılmaz.

Daimî taharet

Daimî zikir

Daimî adab

Daimî agâh

Hıfz ı nisbet

İhtiyat ı dal-lokma.[230]

Tarikat şeyhleri müridlerine sohbetlerde bu hususlar sürekli hatırlatmaktadır. Günlük yeme içmede de daimi taharete özen gösterdikleri bilinmektedir. Sohbet için gidilecek ve yemek ikram edilecek yerlerde müridler kendileri yemek hazırlamaktadırlar. Manevî eğitim yanında diğer sosyal haklara riayet tenbih edilir.

Tevbe

Tevbe Arapça olup manası itiraf, pişmanlık, dönmek, imkânı olsa bir daha yapmamaya azmetmektir.[231] [232] [233] Tasavvuf kavramı olarak insanın işlediği günahların farkına vararak pişmanlık duyması, bu günahları bir daha işlemeye gücü yetecek 232 durumda olsa dahi işlememeye çabalamasıdır.

Gazzalî’ye göre kul günahlarını kendisi ve sevgilisi arasında bir perde olarak görmelidir. Böyle bir düşünceye sahip olan kalp sevgiliyi kaybetmekten nedamet duyar. İşte bundan dolayı yapılan günahlara pişmanlık (mazi), günahlardan sıyrılmak (hal) ve 233

bir daha günah yapmamaya azmetmek (istikbal) şartı vardır.

Tevbe, günahları için pişmanlık ve amellerini doğru yola koymaktır. Günahı tekrarlamamaya özen göstermektir. Tarikat tevbesi, şeriat tevbesinden farklıdır. Tarikat tevbesi sufinin hayatını ve yaşam tarzını öncekinden farklı yaşama manasına gelir. Tarikat tevbesinde gaflet uykusundan uyanarak marifet ile uğraşmak beklenilir. Tevbe; dönmek, yani kâmil insan olma yolunda yüksek ahlâkî sıfatlara ulaşmaktır. Tevbe insanın kendi noksanlıklarını görebilmesidir. Tevbenin evveli ve ahiri vardır. Tevbenin başı, büyük ve küçük tüm günahlardan, şüpheli şeylerden “tevbeye sadığım” diye uzak durmaktır. Tevbenin ahiri ise Allah’ı bir an olsun zikirden gafil olunca tevbe etmektir. Temelsiz bina olmadığı gibi tevbesiz de hâl ve makama ulaşmak da mümkün değildir. Tevbe tarikatın ilk adımıdır. Müridin tevbesine mürşid, mürşidin tevbesine de müridlerin şahit olması en büyük mutluluktur. Dünyadaki en büyük mutluluk tevbeye gelmek ve tevbeye şahit olmaktır.[234] [235] Pire tevbe etmek Hıristiyanlıktaki gibi günahın bağışlanmasını beklemek değil, Allah’tan dilediği özre, şeyhi şahit tutarak tevbesine 235 sadık kalma azimini güçlendirmektir.

Nakşbendiyye-Hüseyniyye mensupları ilk önce tevbe kapısından geçmek şarttır derler. Bunun yanında tevbenin bütün şartlarını yerine getirerek edeplerine riayet etmeleri tavsiye edilir. Nakşbendiyye-Hüseyniyye’de tevbe merasimi şöyle icra edilir:

Mekanda bulunanlar hep beraber “Estağfirullah-azîm. Estağfirullah-azîm.

Estağfirullah-azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüve’l-hayye’l-kayyûmü ve etûbü ileyhi ve es- elühü’t-tevbe” diye istiğfar okurlar. Tevbe almak isteyenler pirin etrafında oturur.

Pir: “Dünyada yaptığınız az-çok, büyük-küçük günahlarınıza tevbe ettiniz mi?” Der.

Şahıslar: “Evet tevbe ettik! Allah kabul ettiyse, biz de tevbe ettik.” Derler.

Pir: “Hazret Bahaeddin Nakşbend’e mürid oldunuz mu?” Der.

Şahıslar: “Evet, mürid olduk.” Derler.

Pir: “Hazret Bahaeddin Nakşbend pirimizin padişahlığına girdiniz mi?” Der.

Şahıslar: “Evet girdik.” Derler.

Pir: “Burada bulunanları biradar (birader/gardaş) dediniz mi?” Der.

Şahıslar: “Evet, burada bulunanları birader/gardaş dedik.” Derler.

Bundan sonra pir:

[236]  

“Ancak tevbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka. Allah işte onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır,” ayet ve meailini okur.

Tevbe ettikten sonra” şimdi bugüne dek kılmadığınız namazları, tutmadığınız oruçları kaza etmeniz, şeriat emirlerini yerine getirmeniz, nehyedilenlerden uzak durmanız boynunuzun borcu oldu. Allah ile kulun arasındaki ayıplardan kurtuldunuz. Fakat kul ile aranızdaki ayıplardan kurtulamazsınız. Birinden bir düğüm ip aldıysanız, birine haksız kızdıysanız, birinin yanında vadenizi yerine getirediyseniz, hepsini yerine getirin o insanlar özür dileyin. Helalleşin. O insanlarla helalleşmedikçe kul hakkından kurtulamazsınız.”[237] Der. Bundan sonra Nakşbendiyye-Hüseyniyye “vatandaşlığı” alan müridler bir birini kucaklayıp tebrik ederler. Nafile ibadet[238] ve zikir vazifeleri ellerine verilir.

Pir yeni şakirtine müridine ilim ve zikirden eğitim vermeye başlar. Müridin haline göre vazife belirler. Yeni mürid sohbet ve ilme devam ettikçe yavaş yavaş seviyesi ve kabiliyeti artmaya başlar. İlk başta yeni mürid tevbe ve onun şartlarına önem verir. İstiğfar sayısını çoğaltır ve kul hakkını yerine getirmeye başlar. Müridin ihlası arttıkça iman zevkiyle müşerref olur. Salihlik işaretleri ortaya çıkmaya başlar.

Murakabe

Murakabe Arapça bir şeyi korumak anlamındadır. [239] Istılahta insanın, Allah’ın her şeye kadir ve her şeyden haberdar olduğunu bilmesi, kalbin maksudunu her an mülahaza etmesidir.[240] Murakabe mânevî bir hali ifade etmek üzere kullanılmıştır. Allah İnsanın Allah’ın gözetimi altında bulunduğunun şuur ve idrakinde olmasıdır.

Nakşbendiyye-Hüseyniyye mensupları nefy-i isbat zikri sona erince zikreden kalbine yönelerek:

Arapça: “Allahumme ente maksudi va ridake matlubi”

Farsça: “Hudavanda maksudi mantui rizai mantui” diyerek murakabe eder.

Zikreden yine kalbine bakarak: Besmele ile

Arapça: “  

Farsça: “Man bahamrohi şimoyon hastam şimoyon dar har joyeki boşed”

Kazak Türkçesi: “Allah sizdermen birge sizder kayda bolsanızdar da”

“Nerede olursanuz olunuz, Allah sizinledir.” [241] ayetini istediği dilde okuyarak muarakabe ederler.[242] Sonra:

 

“.. .Biz ona (insana) şah damarından daha yakınız.”[243] Ayetini düşünür.

Murakabe Sabah namazı vaktine kadar yapılması tavsiye edilmiştir.

Sohbet, Meclis

Sohbet tarikatın temel ve en yaygın eğitimlerinden biridir. Sohbet bir kimse ile dostluk kurup onunla hemhal olmak, buluşmak, beraber oturmak ve beraber yürümek manalarına gelen Arapça bir kelimedir[244]. Tasavvuf ıstılahında müridin mürşidi ile görüşmesidir.[245] Dinî veya dünyevî konuların konuşulduğu toplantı” gibi manalarda kullanılır.[246] Hz. Muhammed(salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in ashabını sohbet ile eğitmesinden hareketle sufiler de sohbet düzenleyerek insanları eğitmeye çalışmışlardır.[247] Genel manasıyla insanlar ile bir arada bulunmak, özelde ise dinî ve tasavvufî konular konuşulan bir terimdir.[248]

Hüseyniyye mensupları sohbet yerine maclis (meclis) ve gurung (konuşma) terimlerini kullanmaktadırlar. Andican, Fergana Vadisi ve Türkistan bölgeleri “maclis” terimini kullanırken, Taşkent ve civar bölge müridler “gurung” kavramını kullanmaktadır. İsimleri farklı olsa da amaçları aynı; müridlerin sorularına cevap alma, dinî ve tasavvufî konular hakkında daha geniş bilgi edinme, Salihlerle beraber olmasıdır.

Sohbetler daha geniş halkaya hitap etmektedir. Sade dilde anlatılan sohbetler dinî konuda derin bilgi sahibi olmayan müridler tarafından daha kolay anlaşılmaktadır. Sohbet de bir nevi manevî eğitimin aracı olarak kabul edilmektedir.

Kırgızistan Güney bölgesinde Darmanali Halife öncülüğünde her pazartesi yetmiş-seksen mürid toplanmakta, sohbet ve soru cevaplardan sonra Hatm-i Hacegan okunmasıyla sona ermektedir.

Zikir

Zikir; dua, niyaz, bir şeyi ifade dil ile ifade etmek, zihinde tutmak, Allah’ı anmak[249] yâd etmek, bilgiyi hıfzetmek[250] manalarına gelir. Zikir yapılış göre cehrî (açık) ve hafî (gizli) olarak ikiye ayrılır. Nakşbediyye hafî zikri tercih etmiştir.[251] Zikrin türleri çoktur. Allah’ın her bir ismi ve sıfatları ile zikir yapılır. Hüseyniyye günümüz önderi Kurbanali Ahmed’e göre, tarikatının esasını zikir dersleri teşkil eder.[252] Zikirden maksad kalbin, ruhun gücünü yerine getirmektir. Ruh yaratıldığında var olan güç nefsin galip gelmesiyle insan bünyesinde zayıflar. İşte bundan dolayı ibadet, zikir ile herkes kendisinin can dünyasını kuvvetlendirmek.[253]

Zikir tasavvuf eğitiminin en önemli unsurudur. Zikirden dolayı Allah’ın kendisiyle birlikte olduğunu düşünerek, ahlâkî erdeminin yükselmesi beklenir. Allah’ı zikretmek, kalbi O’na bağlamak, her zaman farkında olarak Allah’ın emirlerini yerine getirmeye delalet eder. Çok zikir etmek matlup bir ameldir. Zikir çoğaldıkça boş, fahiş sözlere ve gıybete yer kalmaz. İnsan kalbine Allah’tan başkasının sevgisi sığmaz. Zamanla dili “Allah Allah” diye zikretmese de kalbi “Allah Allah” diye zikretmeye devam başlar.[254] Kalbin gafletten uyanıp Yüce Allah’a bağlanarak ebedî huzura ulaşmasının temel yolu zikirdir. Nitekim Yüce Allah: “Kendi öz benliğinde yalvararak, ürpererek ve sesi de yükseltmeden Rabbini sabah akşam zikret. Ve sakın gâfillerden olma![255]” buyurmuştur. Diğer bir ayet-i kerimede ise: “Ey müminler! Allah’ı çok çok zikredin”[256], buyurmuştur.

Sufilerin zikir hakkında ortak kanısı şöyledir: “Zikir kalbin gıdasıdır; gıdasını almayan kalp zayıflar, sonra ölür. Kalp ancak zikir ile beslenir, kuvvetlenir, tatlanır, manen hayat bulur. Haramlar ve işlenen günahlar ise, şeytanın gıdasıdır. İşlenen günahlar, insanın kalbini zayıflatır; onun düşmanı olan nefsi ve şeytanı kuvvetlendirir. Bu nedenle, insanın içinde kalp, nefis ve şeytan devamlı mücadele halindedir.”[257] İşte bundan dolayı eğer zikri olmazsa tam anlamıyla tarikat olmaz. Tarikatın esası zikirdir demektedirler. Allah dostları, zikrin kalpte daimî bir idrak hâlinde yaşanabilmesi ve insanın Cenâb-ı Hak’ta fâni olması için, tarih boyunca muhtelif usul ve metotlar belirlemişlerdir.

Hüseyniyye önderi Kurbanali Ahmed’e göre zikrin sırrı güç ve kuvvetindedir. Suret şeklinde olan yalan dünyaya kanmadan, ruhaniyete bağlanmayı amaçlar. Zikir insanın Allah ile bağlantı kurmasını sağlar. Bundan dolayı müridlere günde en az beş kere zikretmeleri tavsiye edilmiştir.[258] [259]

Hazret İbrahimcan İşan müridlerine istiğfarların arasını yani teheccüd namazı ile sabah namazı vaktine kadar olan zamanı zikir ile doldurmak gerekliliğini beyan etmiştir. Zikirden önce kıbleye dönerek: “Oturduğum yer kabrim, giydiğim giyim kefenim, aldığım nefes son nefesim” diye niyet ederler. Kabirim sözü ruhaniyeti, kefen sözü dünya âlemini, son nefesim sözü ile bu dünyadan bağlantıyı kopardıkları düşünülür. Pirinin simasını göz önüne getirerek “Allah! Allah! Allah!” diye zikir eder. Zikir edene ilk başta her letaifi “bir tesbih”ten (yüz kere Allah, Allah demek) dil ile sessiz zikredilir. Zamanla iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on ve gücü yeten yüz tespihten zikredecektir. Ondan sonra zikrin sevabı kaybolmaması için İhlas Sûresi okunur ve sevabı Nakşbendiyye pirlerine ve Hz.Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’e hediye edilir. İsteyen baştan 259 tekrar edebilir.

Nakşbendiyye-Hüeyniyye mensupları hafi zikri tercih etmişlerdir. İlk zikir sona erdikten sonra ikinci aşamada hıfz-i nefes dedikleri nefesi koruma dersi verilir. Nefes tutma öğretiminden sonra letaif zikrine geçilir.

Günlük Evrad

Tarikat mensuplarının günlük vazifeleri bellidir. En başta farz ve vacib olan ibadetler gelir. Bunu yapması gereken zorunlu amellerini de büyük bir ihlas ile eksiksiz tamamlamalıdır. Bununla birlikte nafile ibadet ve zikirleri kendisi taşıyabileceği güce göre yerine getirmelidir. Her bir işte sınır olduğu gibi nafile ibadetlerin de sınırı vardır. Mürid kendisindeki rağbet ve imkân dâhilinde nafile ibadet ve zikir sayısını çoğaltır.

Nakşbendiyye-Hüseyniyye mensupları abdest aldığında şükr-ü vudû namazını tamamlar. İstiğfar ederek bütün vücudunu zikre hazırlar.

Yüz kere “Estağfirullah el-Alî el-Azîm ellazî lâ ilâha illa hüve ve atubu ileyh” der.

Yüz kere “La ilahe illallah” der.

Yüz kere “Allahumme salli alâ”yı sonuna kadar okur.

Yüze kere “İhlas” Sûresi’ni okur.

Mürid mümkün olduğunca çok lafza-i Celâl’i “Allah” zikrini okur. Hepsi sabah namazından sonra güneş çıkıncaya kadar olan zaman diliminde gerçekleştirilir.[260]

Bununla birlikte her gün beş vakit namazda istisnasız olarak: Sabah namazında Yasin-i Şerif Sûresi, Öğle namazında Fetih Sûresi, İkindi namazında Nebe Sûresi Akşam namazında Mülk Sûresi, Yatsı namazında Vakıa Sûresi hafızlar tarafından okunur ve topluca dua edilir.[261]

Zikir ile devamlı kalbin ve ruhun uyanık olması hedeflenir. Müridin kalbi devamlı farz ibadetler yanında Allah’ı zikretmeye davet alıştırılır. Zikreden kalbin dünyanın boş meşgalesinden, nefsin kötü isteklerinden kendini koruyarak saliki kemalât yolunda ilerleyeceği vurgulanmıştır.

Hatm-i Hâcegân

Hatm-i Hâcegân VII/XII. asırdan beri Hacegan tarikatı mensupları tarafından toplu şekilde ve alçak ses ile (hafi) uygulanan bir dua törenidir. Yazılı belgelerde X/XVI. asırda rastlanmıştır. Sadece tarikat mensupları katılır. Başka tarikat üyelerinin katılmasına izin yoktur.

Tarikat içinde eskiden haftanın sadece Pazartesi ve Perşembe günlerinde İkindi namazından sonra günümüzde her hangi gün ve vakit sınırlaması yapılmaksızın uygulanmaktadır.[262] Güney Kırgızistan bölgesinde bulunan Nakşbendiyye-Hüseyniyye mensupları Hatm-i Hacegân’a, Hatm-i Hacat (Hacet) demektedirler.

Hatm ikiye ayrılır: Hatm-i Hacegan-ı Kebîr ve Hatm-i Hacegan-ı Sagîr. Zikir halkasındaki insan sayısı ondan fazla ise kebîr, ondan az ise sagîr olur. İkisi arasında iki tane fark vardır. Hatm-i Sagîr’de İnşirah Sûresi yetmiş dokuz kez okunmaz ve bin kere okunması gereken İhlas Sûresi yerine “Ya Baki, Ente’l-Baki” söylenir.

Hatme genellikle İkindi namazından sonra okunmaktadır. Hatm-i Hacegan’da esas olan sayıların tam olmasıdır.[263]

Başında ve sonunda okunan Fatiha Sûresi Kur’an’ın özeti ve hatmedilmesi gibi sayıldığı için bu zikre Hatm-i Hâcegân denilmiştir. Hatm-i Hâcegân hemen hemen aynı olmakla beraber bazı bölgelerde sayıda farklılık arz etmektedir. Nakşbendîlik’te usûl çeşitleri şöyledir:

Besmele ile yedi defa Fatiha Sûresi,

Yüz salavat,

Yetmiş dokuz defa besmele ve İnşirâh Sûresi,

Besmele ile bin bir İhlâs sûresi,

Yüz salavat,

Yedi defa besmele ile birlikte Fatiha sûresi okunup dua edilir. Ardından üç defa daha salavat getirilir.[264]

b) Bin bir İhlâs sûresi,

Yedi Fatiha sûresi,

Yüz salavat okunup dua edilir.[265]

Her iki hatm-i hâcegâna başlanmadan önce yedişer defa istiğfar ve salavat getirilip ardından tarikat silsilesinde yer alan şeyhlerin ruhları için bir Fatiha okunur.

Hatm-i Hâcegân’a günümüze kadar intikal etmiş bir merasim diyebiliriz. Nitekim hâli hazırda doğup büyüdüğüm Kırgızistan Cumhuriyeti Oş ili Özgen ilçesine bağlı civar kasaba ve köylerde Sovyetler Birliği zamanında da şimdi de özellikle düğünlerde “aksakallar” tarafından okunmaktadır. “Katm-ı Koca” olarak dil değişimi yaşamıştır.

Hatm-ı Koca (Hatm-i Hâce) bu bölgedeki Hüseyniler tarafından biraz farklı icra edilmektedir. Hatm-i Hace okunacak büyük bir odaya dört yanına döşek minderler serilir. Ortaya sofra kurulur. Sofraya her çeşit yiyecek konulur. Bunun dışında üç dört tane büyük sepette ekmek, şeker, meyve, navat (kristal şeker), yeşil çay, kara çay vb. yiyecekler bulunur. Yirmi beş kişiden oluşan aksakallar grubu oturur. Okunuş şekli aşağıdaki gibidir:

Yirmi beş kişilik grup örneğinde.

İstiğfar-Yüz (dört kere)

Salavât-Yüz (dört kere)

Fatiha Sûresi-bir kere

İnşirah Sûresi - yetmiş dokuz (üç kere okuduklarında yetmiş olur. Sonra sadece dört kişi okuyacak)

İhlâs Sûresi -Bin (kırk kere)

Besmele ile Fatiha Sûresi bir kere okunur,

İstiğfar-Yüz (dört kere)...

Sonra Kur’an okunur ve bağışlanır. Ortadaki sepetteki yiyecekler poşetlere bölünür ve herkes birer poşet Hatm-i Hâce okunmuş sofradan ailelerine nasibini götürür.[266] Bundan sonra sırasıyla yemek ikramı yapılır.

XII/XVIII. asırdan itibaren periyodik olarak haftada iki gün pazartesi ve perşembe ikindi namazına müteakip icra edilmeye başlanmıştır.[267]

Hatm-i Hacegân, günümüzde müridlerden alınan bilgiye göre haftanın herhangi bir gününde ister toplu ister tek olarak icra edilmektedir. Mürid herhangi bir sıkıntı ve üzüntüden halâs olmak için istediği vakitte tek başına sayıların tamamlanması şartı ile Hatm-i Hâcegân’ı icra edebilmektedir.

Hatm-i Hâcegân genelde sıkıntılı anlarda müridin hayırlı bir çıkış yolu aramasıdır. Özellikle toplu yapılan Hatm-i Hâcegânlar bir birleriyle maddî ve manevî boyutta hal hatır sorma vesilesidir.

Letâif

Latife Arapça söz olup, ince, yumuşak şey demektir. Tasavvuf terimi olarak son derece ince bir mâna ifade eden, kelimelerle açıkça anlatılamayan, işaret yoluyla ehline söylenilebilen, tadılarak ve yaşanarak öğrenilen bilgiler demektir.[268] Yerleri sabit olan ruhun manevî organlarıdır. Letaif adları şunlardır: Kalp, ruh, sır, hafi ve ahfa. Her latife bir peygamberin ulaştığı manevî hakikati temsil etmektedir,[269] farklı renk içermektedir. Kalp nurunun rengi kırmızı olup İlahî huzuru temsil eder. Ruh nurunun rengi sarı olup İlahî muhabbet ve sevgi merkezini temsil eder. Sır nurunun rengi beyaz olup İlahî vahdet (birlik) merkezini temsil eder. Hafi nurunun rengi siyah olup İlahî istiğrak (boğulma, gark olma) merkezini temsil eder. Ahfa nurunun rengi yeşil olup ilahi izmihlal (yok olma, kaybolma) merkezini temsil eder.[270] Suret olarak görünen yalan ömre kanmamak için insan vücudundaki beş letaife zikir yapmaktadırlar.[271]

Letaifin beden üzerindeki yerleri şöyle tarif edilir:

Kalp: Sol göğsün iki parmak altında çam kozalağı şeklinde bulunan et parçasını mahâl edinen, yani maddî kalbin derûnunda hissiyatımızın merkezini teşkil eden mânevî latifedir. Âdem (a.s.) makamıdır.[272]

Ruh: Sağ göğsün iki parmak altında bulunan mânevî latifedir. Nuh (a.s.) makamıdır.

Sır: Sol göğsün iki parmak üstünde bulunan mânevî latifedir. İbrahim (a.s.) makamıdır.

Hafî: Sağ göğsün iki parmak üstünde bulunan mânevî latîfedir. İsa (a.s.) makamıdır.

Ahfâ: Göğsün tam orta kısmında ve diğer dört letâifin ortasında yer alan mânevî latîfedir. Musa (a.s.) makamıdır. Her bir letaife ismi celale “Allah” zikri söylendiğinde peygamberlerin âlemine gidip selam verildiğini[273] tarikat önderleri bildirmiştir.

Alında bulunan kısma “sultan” denilir ve Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) makamıdır.

Sadece nefy ü ispat zikrinde sultana zikir yapılacağını belirtmiştir.[274] Letaif zikri sonra erince nefy ü isbat zikri başlanır. Nefes tutularak Kelime-i Tevhid okunur. Üç aşamadan oluşur. “Lâ” derken nefes göbek altından başa çekilir. “ilahe” derken sağ omuza, “illallah” derken kalbe yönelir. Zikrin gayesi salikin nefsi kötü arzulardan 275 temizleyerek ruhi miraca hazırlamaktır.[275]

Hüseyniyye önderi Şeyh Kurbanali Ahmed’e göre letaif zikrinin sırrı suret olup görünen yalan ömre kanmadan, Ruhaniyete yönelmek ve ondan el çekmemektir. İnsan bedenindeki beş letaife zikir ederek beş peygamberden güç almak. Her saniye güç kuvvetin Allah’tan geldiğini kavramak olduğunu beyan etmiştir.[276]

Zikir ile güne başlamaya özellikle önem vermişlerdir. İşte bundan ötürü tarikat önderleri Teheccüd ile Sabah namazı arasında mürid kalbine yönelerek “Allah” zikrini yapmalarını tavsiye etmişlerdir.

Rüya

Arapça bir kelime olan rüya, “görmek” manasına gelen “rü’yet” kökünden türemiştir. Uykuda görülen şey manasını ifade eder.[277] Tasavvufta rüya, kalbe gelen havâtır ve hayâlde tasavvur edilen haller demektir.[278] Terim olarak ise bir kimsenin uyku sırasında zihninden geçen hayal dizeleri ve gördüğü şeylerdir.[279] Gazzalî’ye göre kalp, eşyanın bütün hakikatlerinin kendisinde tecelli etmesine istidatlı bir yapıdadır. Kalb eşyanın asıllarını gösteren bir ayna gibidir. Bir aynadaki görüntünün karşıdaki aynaya yansıması gibi, ilimlerin hakikatleri de Levh-i Mahfuz’dan kalp aynasına akseder. Bunun için kalbin tasfiyesi gerekir. Bundan sonra kalbe yansımalar olur ki, bu bazen peygamberlerdeki gibi uyanıkken, bazen de rüyada olur ve bu durumda o kişi gaybden haber alabilir.[280]

Tasavvufî hayatta rüya mârifet, hikmet, vaaz, irşad, uyarı vb. hususların kaynağı olmuştur. Tarikatlarda rüyalar seyr ü sülûkün bir parçası olarak görülmektedir.

Bahâeddîn Nakşbend’in tecrübe ve uygulamalarında rüyanın önemini görmek mümkündür. Bahâeddîn Nakşbend, manâ âleminde, Türk meşâyıhın ileri gelenlerinden Halil Atâ’nın, kendisine dervişleri tavsiye ettiğini görmüş; bu rüyasını anlattığında, bir Türk şeyhten nasibi olduğu söylenmiştir. Daha sonra kendisi, uzun yıllar bu şeyhin 281 hizmetinde bulunmuştur.

Nitekim Şeyh İbrahim Akkorganî de irşada başlamasında rüyanın etkisine değinir. Onun gördüğü rüya şöyledir:

1976 yılında Şeyh Abdullah Kârî vefat eder. İki kez art arda rüyasına girer ve “neden vazifeyi devam ettirmiyorsun” der. “Kendi kendime zor yetiyorum nasıl vazife alayım” cevabını verir. Sonra rüya yoluyla Bahaeddin Nakşbendî Hazretleri’nin türbesini ziyaret etmesi gerektiğinin işaretini alır ve Taşkent/Koylık’tan Buhara’ya birkaç biraderi ile yola çıkar. Buhara’da üç gün ziyarette bulunurlar. Üçüncü günün teheccüd namazı sonrasında Bahaeddin Nakşbend ona görünür: “Hizmeti al, sana destek oluruz”der kaybolur. Derhal Buhara’dan Taşknet/Koylık’a gelir. Tüm eşyalarını alarak kendi memleketi Akkorgan’a gider ve irşada başlar.[281] [282]

Müridlerle şahsen yapılan röpartajlarda da onların tasavvufa yönelmelerinde gördükleri rüyaların önemli yer tuttuğu anlaşılmaktadır. Çimkentli müridlerden İnayatullah Hidayet gördüğü rüyadan etkilenerek bir arayışa girdiğini belirtmektedir: “Rahmetli pirimiz Hazret İbrahim ile görüşmeden üç sene evvel iki kere rüyamda görmüştüm. Bizim yaşadığımız bölge dağlık bir coğrafyadır. Evimizden çok yüksek bir dağ gözüküyordu. Rüyamda o dağ üzerinde çok büyük trafo inşâ edilmiş. Trafodan gelen teller bizim evde bitiyor. İşin ilginç yanı tellerden elektrik yerine bal ve bembeyaz süt akıyor. Merak ederek işçilere durumu sordum. Onlar Hazret’i gösterdiler. Yanına gelince uyandım. İkinci rüyamda yukarı doğru tırmandım. Tepe üzerinde dümdüz ova varmış. Orada su havzası da varmış. Göğsüme kadar gelen duru su içinde yürüdüm. Orada inşaat işçileri gördüm şaşırarak ne olduğunu sorunca yine Hazret’i gösterdiler. Sonra bir ağaç çıktı. Ağaç arkasında söri (sedir) üzerinde sarıklı insanlar varmış. Onlara selam verdim. Selama cevap vererek biz değil daha ileriye gidin sizi bekliyor dediler. Üç sedir ileride yirmi bir kişi içerisinde İbrahim Hazret’i yine gördüm. Yerinden kalkarak beni karşıladı.” O günden sonra Hazret’i aradım ve buldum. Türkistan’da görüştüm. Bey’at aldım, müridi oldum. Hazretin talebelerinden yani Kurban Ali Ahmed Bakibillah’ın oğlundan eğitim aldım. Bugün de sülûka devam ediyorum. Bizim Çimkent şehrinin yanı başında Mankent kasabası var. Korgancı köyünde ise Niyazali denen Halifesi var. O Halife vasıtasıyla tanışma, görüşme fırsatım oldu. Kendisi evimize birkaç kez ziyarete geldi. Biraderlerimiz ile onun sohbet ve hizmetinde bulunduk.”[283]

Bir başka mürid Burhancan Tairov’dur. Rüyasında bir türbe görür. Fakat kime ait olduğunu bilemez. 1985 yılında Andican otogarında bir taksi, “Buhara’ya ziyaret için gidiyoruz bir insana ihtiyaç var” der. Bir güç Buhara’ya gitmesi için yön verir. Hiç tanımadığı insanlar ile beş kişi Buhara’ya giderler. Rüyasında gördüğü türbenin Bahaeddin Nakşbend’e ait olduğunu görünce çok şaşırır. Sonra araştırma yapar ve tasavvufla tanışır. 1993 yılında Kırgızistan’dan ailesi ile beraber Özbekistan’ın Angren vilayetine taşınır. Çiftçilik yapar. Daha sonra Hokand’da bir Nakşbendî Şeyhi olduğunu duyar. Niyet ettikten sonra uzun zaman bekler. 1995 yılında kimseye haber vermeden Angren’den Hokand’a gider. İbrahim Hazret’in evini bulur. Fakat avluda kimse yoktur. İçinden bir ses hemen geri gitmesini söyler. Tam gitmek üzereyken müridlerden biri evden çıkagelir.” O günden itibaren şeyhe bey’at ederek seyr ü sülûka başlar.

Aslında peygamberler rüyası dışındakilerin bağlayıcılığı yoktur. Fakat hiçbir bilgiye sahip olmadan rüya yoluyla bilgi alan şahısların ona göre hayatlarına yön vermesi durumu da bir vakıadır.

Nakşbendiyye-Hüseyniyye’de, rüyaların mürşid tarafından tabir edilmesi pek yaygın değildir. Müridler ile yapılan röpartajlarda daha önce din ile de hiçbir ilgi ve alakası olmadığı halde rüyalarının tesiriyle dine ve tasavvufa meyledenlere rastlamaktayız.

Edeb ve Takvâ

Edeb Arapça bir kelime olup “esas, kural, âyin, hüküm, şart, ahlâk, saygı, terbiye ve nezaket” gibi manalara gelir. Bununla birlikte kişinin her söz ve fiilde haddini bilmesidir.[284] Pîre el verince ilk öğrenilmesi gereken şey, edeptir. Sufi yolunda “tarikat külli adab” yani “tarikat edepten ibarettir” sözü yaygındır. Salikler birbirleriyle olan münasebetlerinde gönül kıran sözlerden, işlerden kendilerini korumalı, hiç kimseyi üzmemeli hiç kimseye üzülmemelidir.[285]

Müridleri Şeyh İbrahim Akkorganî’yi Allah’a muhabbeti çok yüksek, hakiki âşık biri olarak tasvir etmişlerdir. Takvası hakkında aşağıdaki örneği naklederler. Bir keresinde Buhara’da bir mescide namaz kılmak için girdiklerinde mescit halısı üzerinde hep Kâbe resmi olduğunu görürler. Bunun üzerine Şeyh İbrahim Akkorganî: “Bizim namaz kılmamız için yüzlerce Kâbe resmini basmamız gerekiyor, Kâbe’ye basmak haddimiz değildir Kâbe resmi olan seccade ancak duvara asılabilir”[286] diyerek mescitten içeri girmeden geri mescit avlusuna çıkarak namazı eda etmişlerdir.

Takva kelimesi ise sözlükte “korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, dindar olmak, itaat etmek, korkmak, çekinmek”[287] demektir. Tasavvuf ıstılâhında ise şer’an yasaklanan şeylerden uzak durmak, kalbinde Allah’tan başkasına yer vermemektir. Söz konusu kavramın uygulamaya dönük yönlerinden olan kalbin takvâsı, Allah’a tâatta gayret ve nefsin arzularına muhâlefet; ibâdette takva ise ihlâslı olup Allah’a isyandan uzak durmaktır.[288]

Takva-Allah’tan açık ve gizli korkmaktır. Allah’tan korkan insan haramdan sakınır, namahreme bakmaz, yalan söylemez, başkalarının hakkını yemez, şüpheli şeylerden kaçınır. En küçük canlıya dahi eziyet etmez. Kişi kalbini ve fikrini her zaman temiz tutmaya özen gösterir.

Hizmet

“Halka hizmet Hakk’a hizmettir” prensibinden yola çıkan sufiler, hizmeti manevi eğitim sürecinin bir parçası haline getirmişlerdir. Buna göre ilkeler belirlemişlerdir:

Hizmet Allah rızası için yapılmalı

Hizmet ederken tekebbür değil, tevazu üzere olmalı

Yapabileceği en güzel hizmeti yapmalı

Hizmet esnasındaki edep hizmetten daha üstün olmalı

Manevi eğitimin bir parçası olduğundan aşırıya gitmeden, hizmeti putlaştırmamalıdır.[289]

Tasavvufun temeli şeyhlere saygı ve saliklere hizmettir. Bu sebeple sohbetlere katılmaya başlayan ve mürid olmayı arzu edenlerin işe hizmetle başlamaları istenmiştir.

Şeyh İbrahim gençken Türkistan’a gelerek şeyh Abdulvahid İşan’a beyat eder ve tekkede hizmetinde uzun müddet bulunur. Hizmetin en ağırı ve en aşağısı (olarak görülen), esasen hacet hanelerin (tuvalet) temizliğini de üstlenir. O sırada Abdulvahid İşanın nazarına mazhar olur ve ‘gelecekte salihlerden olacağını’ söyleyince diğer biraderler, en aşağı hizmeti yapan biri nasıl büyük biri olabilir diye şaşkınlıklarını ifade ederler.[290] [291] Aslında biraderlerinin bu şaşkınlıkları tasavvufun manevî nefis terbiyesini anlayamadıklarını göstermektedir.

Şeyh İbrahim Akkorganî’ye göre “hizmet etmek kadar muhterem amel yoktur. Ancak insan iyi bir iş, hayırlı amel edince o hakkında düşünürse çirkin olur. Herhangi birine yaptığı hayırlı iş veya amelinden bahsederse kibir olur ve sevaptan mahrum olur. Yalnız hizmet ettiğindeki sevap konuşulsa da amel defterinden silinmeyecek”[292] dediği nakledilir.

Hakk’a hizmetin halktan geçtiği nitekim herkes tarafından bilinen bir gerçektir.

Sabır ve Metanet

Sabır sözlükte “engellemek, hapsetmek; güçlü ve dirençli olmak” anlamlarındadır. Sabır, karşılık vermede acele etmemek, başına gelen belâlara, sıkıntılara dayanmak anlamlarına gelir. Kur’ân’da yüzden fazla yerde geçen sabır kelimesi, tasavvuf düşüncesinde takvânın alâmetlerinden kabul edilir.[293]

“Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir”.[294] Diğer bir ayette ise: “(Resulüm!) Söyle: Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Allah'ın (yarattığı) yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir”[295] ayet ile sabredenlerin mükâfatı beyan edilmiştir. Ancak insan sabırlı olma erdemine ulaşması kolay gerçekleşmemiştir.

Sufinin imanının iki veçhesi daha vardır. Birincisi sabır, ikincisi şükürdür. Sabrın sonu rahat olsa da meşakkatli bir basamaktır. Sabır; zorluklara karşı şikâyet etmemektir. Allah’tan başkasına yalvarmamaktır. Sabır imanın yarısıdır.[296]

Sabır üçe ayrılır.

Avam sabrı: Sadece nefis sabrıdır.

Zahid ve Abid sabrı: Ahiret sevabı için gerekli olan kalp sabrıdır.

Arifler sabrı: Aşktan ibaret olan ruhun sabrıdır.

Ferganalı Abdusalam Ergaşev[297], İbrahim İşan’la yapılan sohbette onun sabrına dair karşılaştığı birkaç olaydan şöyle bahsetmektedir:

“İbrahimcan İşan’ın 1990’lı yılların başında hücrede eğitim alan yedi sekiz yaşlarındaki oğlunun çatıdan düşerek vefat ettiğini ve henüz Hokand’a götürdüklerini söylediler. Hazretin evine gece iki civarında ulaştım. Ben geldiğimde Hazret, teheccüd namazına hazırlık görüyordu. Taziyelerimi bildirdim. O sırada pilav ikram ettiler. İbrahimcan İşan: ‘Allah’ın büyüklüğüne bakın. Gece sohbet yapmamız için oğlumuzu kendi yanlarına almasını sebep yapmış’, dedi. Aradan on gün geçince dokuz yaşındaki diğer oğluna evinin kapısının önünde araba çarparak vefat etmiş. Yine baş sağlığı için Akkorgan’a geldim. Oraya geldiğimde Hocend’den ve Türkistan’dan âlimler gelmişler.

Fatiha sonrası kalkmak için izin istediğimizde ‘âlimler sohbetinden feyz almak için Yüce Mevlâ oğlumuzu merhametine almış, feyz alalım’, diye herkesi çok şaşırtmıştı. Her iki cenaze sonrası isyan ve gözyaşı yoktu. Sabrın en büyük örneğini bu insanda görmüştüm”.[298] [299]

Sonuç itibarı ile sabır insanlara din ve tebliğinde karşılaşabileceği sıkıntı ve eziyete tahammül etmektir. Kişi başına gelen maddî ve manevî sıkıntılara gösterdiği sabrı sonrasında ulvî bir kişilik kazanacaktır.

Nafile İbadetler

Tarikattaki insanın günlük vazifeleri vardır. Ama öncelik farz ve vaciplerindir. Daha sonra kendisindeki rağbet ve imkân çerçevesinde nafile ibadetlere yönelirler. Seyr ü sülûka karar veren müride tavsiye edilen nafile ibadetler şunlardır:

Şükr-ü vuzu namazı: İki rekât her abdest sonrası kılınan iki rekât namazdır. Fatiha Sûresi’nden sonra birinci rekâtta iki kere ve ikinci rekâtta bir kere Kadir Sûresi okunur. Yüz bir kere istiğfar okunur. Hâsıl olan sevap anne-babaya, biraderlere, Din-i 299 İslam şeriatına ve Müslüman padişahlara hediye edilir.

Tuhfa-i Resulullah namazı (Evvabîn): İki rekât, Akşam namazı sonrasıdır. Fatiha Sûresi’nden sonra her iki rekâtta bir Ayet el-Kürsî ve üç kez İhlas Sûresi okunur. Hz. Muhammed(salla’llâhü aleyhi ve sellem)’e dua edilir.[300]

Teheccüd namazı: İki ilâ dört rekât Sabah namazı vakti girmeden kılar. Fatiha Sûresi’nden sonra her rekâtta üç kez İhlas Sûresi okunur. Pirân-ı Nakşbendiyye’ye dua edilir.

İşrak namazı: İki rekât güneş çıktıktan sonradır. Fatiha Sûresi’nden sonra her rekâtta bir Ayet el-Kürsî ve beş kez İhlas Sûresi okunur. Pirân-ı Nakşbendiyye’ye hediye edilir.[301] Bunun dışında her zaman abdestle, mesh ile cübbe ve sarıkla gezmek tavsiye edilir.

Nakşbendiyye’de sülûka başlamadan önce ehl-i zikirden tevbe alınır. Mürid, abdest alarak kaza namazı veya şükr-ü vuzu yani abdest namazı kılar. Yine tevbe ederek tüm benliğiyle dikkatini toparlayarak yüz kere “istiğfar”, yüz kere “Kelime-i Tevhid”, yüz kere “salavât” getirir sonunda “Allahumma salli a’la” duasını sonuna kadar okur, ardından İhlas Sûresi’ni yüz kere okur.

Yukarıdaki dua ve zikirler esasen sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar okunur. Sabah namazından sonra Yasin Sûresi’ni okumak da günlük virdler içindedir. Güneş doğduktan sonra İşrak Namazı kılınır. Öğle namazından sonra Mülk (Tebareke) Sûresi okunur. İkindi namazından sonra Nebe (Amme) Sûresi okunur. Akşam namazından sonra Tuhfa-i Resul nam-ı diğer “Evvabîn” namazı kılınır. Daha sonra Teheccüd namazı ile sonlanır.[302]

Nakşbendiyye tarikatı mensupları nafile oruca da önem verirler. Recep ayında en az üç gün, Şa’ban ayında on beş gün, Şevval ayında altı gün, Zilhicce ayında dokuz gün, Muharrem ayının dokuzuncu ve onuncu günü oruç tutarlar. Yine haftanın Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutarlar. Her hicri ayın on üç, on dört ve on beşinci günleri de nafile oruç tutulan günlerdendir. [303] Bu virdler bazı şeyhlerde değişiklik arz edebilir.

Civanmertlik (Fütüvvet)

Günümüz Mâverâünnehir’inde fütüvvet ilm-i şerif kategorisinde değerlendirilir. Zira tasavvuf ve tevhit ilminin bir parçasıdır.[304] Fütüvvet, Arapça “f-t-y”den türemiş olup, gençlik ve delikanlılık çağında olmak manasına gelmektedir. Aynı kökten gelen ve isim olarak kullanılan “fetâ” ise lügatte, genç, yiğit, köle ve hizmetçi anlamlarındadır.[305] Çoğulu “Fityân ve Fitye”dir. Farsçası civanmert olup çoğulu civanmerdandır.[306] Feta delikanlı, eli açık, gözü pek, iyi huylu manalarına gelir. Fütüvvet ise eli açıklık, yiğitlik, başkalarına yardım etmek ve olgun kişilik manalarını verir.[307] Fütüvvet, ömrü dostların hizmetine adamak, sadece iyiliği düşünmek, iyilik yapmaktan yorulmamak, güzel ahlâka sahip olmak, varlığını başkaları ile paylaşmak, muhtaçların ihtiyacını karşılamak, pîr ve üstatlar, dostlar, biraderlerin namusunu, şerefini himâye etmek, zahiren ve batınen temiz olmak, salih insanların sohbetine katılmak için çabalamaktır.

Fütüvvet ehli için “Civanmert” mert, yiğit, fatiy, Ahi” kelimeleri kullanılmaktadır. Onların tarikat mesleğine civanmertlik veya fütüvvet denilmektedir. Eski Horasan’da Merv, Nişapur şehirleri Mâverâünnehir’de ise Semerkant, Buhara, Tirmiz şehirlerinde IV/X. asırdan itibaren civanmertlik geniş bir şekilde yayılmıştır.

Bölgenin sosyo-kültürel ve iktisadî yaşantısında tasavvuf ile fütüvveti birbirinden ayırmak mümkün değildir. Çünkü sufî fetâdır, fetâ da aynı zamanda sufidir.[308]

Bireysel anlamda şer’i hükümlere riayet eden, manevî kemâle ermek için çaba gösteren, nerede olursa olsun herkese mertlik ve alicenaplık örneğini sergileyen, zulüm ve haksızlık karşısında mücadele eden, horlanan ve tahkir edilenlerin savunucusu olma çabası söz konusu civanmertlere göre dünyanın varlığı değil insanın kadri yüksektir. Civanmertler altına, gümüşe kalpte yer vermeyip onu maneviyat gelişiminde bir vasıta olarak görmüşlerdir.

İslam’ın ilk asırlarında ortaya çıkan ve daha çok genç kuşakları çeşitli yönleriyle yetiştirmeyi hedef alan “fütüvvet teşkilâtı”, uzun devirler genç Müslüman nesle yön vermiş, gençliğin ahlâken ve çeşitli mesleklerde yetişebilmesi için gayret göstermiştir. Görüldüğü üzere Fütüvvet teşkilâtı ile tarikatlar arasında önemli bir münasebet vardır. Bu teşkilâtlar manevî değerlerle iktisadî gayretleri bütünleştirmiştir.

Horasan’daki fütüvvet kurumunun Anadolu’daki yansıması Ahiliktir. Ahilik yakın tarihe kadar Osmanlı topraklarında varlığını sürdürmüştür.[309]

Arap seyyah İbn Battuta’nın “Seyahat Name” adlı kitabında: “Ben dünyayı gezerek böyle insanlardan yani civanmertlerden daha iyi niyetli ve iyi ahlâklı insanları görmedim. Şiraz ve İsfahan ahalisi kendilerini civanmertlere benzetseler de yalnız onlar Harezm ve Mâverâünnehir civanmertleri garip-miskinleri ağırlama ve misafir etmede onlardan öndedir. Onlara Irak’ta şâtir, Horasan’da sarbadar, Mağrib’de de sukrâ derler. Onlara tabi yerlerde adalet resmi öyle gelişmiştir ki onların ordugâhları, evleri asitanelerinde altın ve gümüş sikkeler yerde durur, sahibi bulunmadıkça onlara hiç kimse dokunmaz”[310] [311] demiştir.

Civanmertlik tasavvuf âyinlerini de bünyesinde barındırır. Arif dervişlerin ahlâkî faziletleri civanmertlik tecrübesi ile ortaya çıkar. Şeyhler civanmertliği sadece tebliğ 311

etmemişlerdir, davranışlarında da yansıtmışlardır.

Fütüvvet şiarlarından biri kendisi için istemediği bir şeyi başkaları için de istememektir. “Himmet” önemli bir terim olup birkaç manası vardır: Güçlü irade, azim, şecaat, bir işe azimle girişmek, sahavet ve fütüvvet, kulluğun yüze yansıması, insanı şeref sahibi yapan necip bir haslet olarak tanımlanır.[312] Fütüvvet, peygamberler ahlâkıdır. Güzel ahlâk sahibi olmaktır.[313]

Civanmertler esnaflar, sipahiler, sokaklarda gösteri yapan halk tiyatrosu vekilleri, pehlivanlar, güldürücüler, darbazlar (yüksek ipte gösteri yapan) vb. taifelerden oluşmaktadır. Onların her birinin kendi cemiyeti, eğitim verdiği üstatları, toplanacağı yerleri mevcuttur. Pîrine el veren, üstat huzurunda ant içerek, mertlik kurunu kuşanan civanmert ömür boyu kendi ahdine sadık kalmaya, kendi şahsî hayatını toplum hayatı ve biraderleri için fedaya azmeder. Civanmertler camiasına kabul edilen gence “ferzend” (oğul), onun beline “aht kurunu” bağlayan üstada da “ata, baba” denilmektedir. Civanmertler böylece kardeş, birader sayılmışlardır ve biraderleri için mal ve canı ile hizmet etmeye hazır durmuşlardır. Yine bir Arap Seyyah İbn Havkal Mâverâünnehir civanmertleri hakkında şöyle hikâye etmiştir: “Mâverâünnehir civanmertliği şu kadar var ki sanki hepsi bir evde yaşıyor gibiler. Her hangi biri başkasının evine girdiğinde kendi evine girmiş gibi olur. Çok misafirperverler ve gece gelen misafirden rencide olmazlar, misafiri tanımasalar da her hangi mükâfat beklemeden hizmet ederler”.[314]

Her bir insan sahavet göstermek, misafiri ağırlamak, fakirlere, gariplere yardım etmeyi şerefli görev, insanlık sıfatı olarak görmüşlerdir ve bu haslet toplumda geniş şekilde yayılmıştır. Civanmertlerin ahlâkı bu gruba üye olmayan insanlara da etki etmiştir. Semerkant, Buhara, Hocend, Ürgenç, Hive, Taşkent, Merginan şehirlerinin ahalisi misafirperverliğiyle bilinmektedir. Varlıklı insanlar iç ve dış avlularında mahsus misafirhaneler, kervansaraylar yaptırmışlardır. Bu kervansaray ve misafirhanelerin hizmetçileri her zaman misafirlerin hizmetindedirler. Bunun dışında rabat, zaviye ve hankâhlar da misafir dervişler, seyyahlar için her zaman açıktır. İran, Afganistan, Mâverâünnehir ve Kafkasları gezen Arap seyyah İbn Battuta’nın yazdığına göre: Hankâhlarda misafir ve dervişler istediği zamana kadar kalmakta, onlara bedava yemek ve giyim kuşam verilmektedir. Eğer misafir seferi devam ettirecek olursa ona binek, gerekli encam, yol harcı vererek göndermişlerdir. Bunun dışında adabı olup gelen kişiye üç güne kadar nereden geldiği, kimliği sorulmamaktadır. Misafir üç günlük lütuftan sonra, iyice dinlenir, hamamda yıkanır ve ondan sonra hankâh şeyhi tarafından kabul edilmektedir. İbn Battuta’nın naklettiğine göre hankâh ve zaviyelerdekiler bölgenin nüfuz sahibi insanlar, şeyhler, şehir yöneticileri, emirler hatta saray hanımlarından izzet ve ikram görmüş, hediyeler almışlardır.[315]

VII/XIII. asırda civanmertler ile tarikatların iç içe geçmeye başladığı anlaşılmaktadır. Fütüvvet çok benimsendiğinden ötürü tasavvufta bir makam telakki edilerek zühd hayatıyla iç içe olmuştur.[316] Fütüvvet, güzel ahlak mecmuasıdır.[317]

Civanmertlik tarikatı Müslümanlık, ilim, hikmet ve sadâkat sahibi olmayı gerektirir. İnsan akıllı ve yetenek sahibi olabilir fakat manevî yönden terbiye edilmediyse kâmil olduğunu dava edemez. Fütüvvet, bol meyveli bir ağaçtır. Ağacın kökü saf muhabbet (aşk), gövdesi tevazu, budakları sabır, yaprakları perhiz, kabuğu adap ve hayâ, çiçekleri hoşgörü ve merhamet, meyvesi kerem ve sahavettir.[318]

İhlas ile tarikat yoluna giren mürid kendi iradesini pir iradesine boyun eğdirerek, marifet makamlarıyla tanışır. Fakat fütüvvet mensupları pîre el vermekten başka şadd ustadı (vefa kurdelesini şakirt (çırak) beline bağlayan şahıs) ve nakip yani “ahit atası” önünde yemin ederek bir ömürlük yemini yerine getirmesi şart olmuştur. Nakip ise mürid olacak yetenekli gençleri seçen insandır. Diğer bir vazifesi de halk arasında gezerek fütüvvet akidelerini anlatmak, gençleri bu harekete dâhil etmektir. İnsanların hâlinden anlayan insanları nakipliğe uygun görürler. Nakip, ahit babası sayılır, tarikat çocuğunu yemin ipi ile bağlar, yani ahit atası yiğide bakarak; “Bizim ahdimizi kabul ederek, halkamıza girdin, artık şeytan emrine girmeyeceksin ve mekruhlardan perhiz edeceksin” der. Talip çocuk ise; “Halkanıza girdim ve minba’ad (asla) hilaf iş yapmamaya ahdettim” diye yemin eder. Bu karşılıklı konuşma ve yemin töreni biraderleri huzurunda gerçekleşecektir. Bundan sonra geleceğin fâtîsi üstadına teslim edilir. Üstadı şakirdi beline ahit vefa kurdelesini bağlar.

Merasim şekli: Önce temiz ve geniş yer seçilir. Tarikat biraderleri, şeyh ve nakip oturur. Şeyh seccade üzerinde orta bir yerde ahit atasının karşısında oturur. Meclise bir kâse su, tuz ve beş pilili mum getirilir. Adaya, fütüvvete giriş şartları anlatılarak ahitten sonra üstat yerinden kalkar. Adayın sol tarafından tutarak şeyhe bakarlar. Şeyh evlad- mürid elini alır ve ona tevbe ettirir. Şeyh bundan sonra kemeri (kuru) omzundan indirerek sol eline alır. Sonra kemeri yavaşça kilim üzerine bırakarak hutbe okur. Hutbe sonunda fütüvvet namede zikredilen kaide ve talepleri anlatır. Bundan sonra Şadd Üstadı yerinden kalkar. İki elini kemer altından geçirir. Önce sağ elini kemerin altına gönderir ve işaret parmağını kemer altında tutar. Bu haldeyken evlat kulağına gerekli kelimeleri söyler ve evlat beline kemeri bağlar. Sonra tuzlu su mecliste hazır olanlara içirilir. Eğer “Hufya Helva” hazır olursa onu da ikram ederler. Hufya Helvası: Tere yağ, hurma ve ekmek ile hazırlanır.[319] Kemer, “evlat” belinden üç güne kadar çıkarılmaz. Üç gün sonra o üstat yanına gelir ve üstat onun belindeki kemeri çıkarır.

Kemer bağlama merasimindeki beş pileli mum, su ve tuzun da kendi özel anlamları vardır. Mum kalp nuru, su aydınlık, tuz yaşam, helva dostlar ağzını tatlı etmeyi temsil etmiştir. Fütüvvet-mertlik tarikatı bir nevi fedakârlıktır. Günümüz Mâverâünnehir halkının ahlâkını terbiye etmede çok büyük rolü olmuştur.[320] Halk ve şehir ehlini terbiye etmek için meslek sahibi olmaya ve kâmilliğe erişmek için kendi ihtiyarı ile hevesli, fazilet ve sanat sahipleri bu görevi yerine getirmektedirler.

Fütüvvet cömertlik mesleği olduğundan dolayı el emeği ile geçim sağlama ve başkalarına da ikram etmektir. Meslek, insan kemali için gerekli bir şart olmuştur.

Devamlı emekle uğraşan şahıs emeğiyle ailesini geçindirir. Böyle birinin kötü ve 321 olumsuz hasletlere duçar olmaması beklenir.

Fütüvvet anlayışı ile Bahaeddin Nakşbend’in “Dil ba Yaru, Dast ba kar” sözü biri birini tamamladığını düşünen tarikat mensupları bu iki ayrı yolu bir birine karıştırmış birleştirmiştir. Özellikle ateist Sovyetler Birliği döneminde civanmert anlayışı canlanmış, civanmert teşkilatı üyesi adı altında Nakşbendiyye-Hüseyniyye mensupları faaliyetleri gizli yürütmeye başlamışlardır. Dışardan bakıldığında el-emeği, herhangi bir meslek öğretici bir usta, işi öğrenmek isteyen çıraklardır. İşte bundan ötürü halk kendi dilinde kimi zaman Nakşbendî mensuplarını “Martlik tarikati”(Mertlik tarikatı) demişlerdir. Sovyetler Birliği dönemindeki yasaklardan ötürü Nakşbendiyye- Hüseyniyye mürşidleri eskiden olagelen el emeği ve meslek zorunlu hale gelmiştir. Mürşid mutlaka bir meslek sahibi olmalı, müridler de mürşidinden hem dünyevî hem de uhrevî ilim öğrenmiştir.

Ehl-i Sünnet’e Bağlılık

“Hacegan” şeklindeki tanımlamadan Hüseyniyye’ye kadarki süreçte Nakşbendilîğin ve kollarının doktrin bazında öne çıkan yönlerinden biri Ehl-i Sünnet’e 322 bağlılıktır. Bu manada Nakşbendılik, tarih boyunca Şia ile mücadeli içinde olmuştur. Silsile, Hz. Ebu Bekir’e uzansa da “Altın Silsile” terimi, tarikatın Cafer-i Sadık’ın şahsında Ehl-i Beyt sevgisini göstermesi açısından sembolik bir önem arz eder.

Günümüzde selefi akımlarla mücadele eden Hüseyniyye büyükleri, gençleri selefi akımlara karşı bilgilendirmek maksadıyla özellikle manevî eğitim sürecinde Vikayatu’r- [321] [322] Rivaye adlı fıkhî eseri okumalarını neredeyse bir şart haline getirmişlerdir. Önce pîre el vermelerini sonra İmam Maturidî akidesi öğrenmelerini müridlere tavsiye etmişlerdir.[323]

Ehl-i Sünnet akait ilkeleri çerçevesinde yazıldığı kabul edilen bu temel esere daha sonra ne yazık ki Vehhabi müntesip ve akidesi çerçevesinde yirmiye yakın çalışma yapılarak Türkiye Türkçesi’nde de tercümeleri yapılmıştır. Metinler her ne kadar Ehl-i Sünnet akidesi adı altında yayılmakta ise de gerçekte Ehl-i Sünnet akidesine büyük zarar veren pasajlar da bulunmaktadır.[324] Kendilerini “Selefi” olarak tanımlayan akımlar, sadece bununla yetinmeyip kendilerini eleştiren tarikat önderlerini tehdit ettikleri nakledilmektedir.

Manevî Eğitim Süresince Müridlerden Okumaları İstenilen Eserler

Hüseyniyye kolu önderleri bölgede bilinen fıkhî eserler yanında tasavvuf edebiyatından örnekleri okumayı ve okutmayı bir gelenek haline getirmişler. Bu eserler yüzyıllar boyunca tarikat önderleri başkanlığında okunup şerh edilmiştir. Bunun yanında diğer Müslüman ülkelerde olduğu gibi Mevlid özellikle XIII/XIX. yüzyılın sonunda Farsçadan Özbekçe tercüme edilmiş, okunma listesine eklenmiştir. Farsça ve Arapça eserler belli din ve dil eğitimine sahip müridlere vazife olarak verilmiştir. Çağatay Türkçesinde yazılan ve günümüz Özbek Türkçesinde olduğundan dolayı bütün kadın ve erkek müridler tarafından devamlı okunmuştur. O eserler bunlardır:

  Muhtasar el-Vikaye

Hanefi Fakihi, meşhur el-Hidaye eseri müellifi Ebü’l-Hasen Burhânüddîn Alî b. Ebî Bekr b. Abdilcelîl el-Fergânî el-Mergınânî(ö. 593/1197)’ye aittir. Kendisi Mâverâünnehir’de yetişmiş ve İslam âlemine fıkıh alanında katkı sağlayan eserleriyle günümüze kadar etkisi sürmüştür. el-Hidaye, Hanefî mezhebinin en tanınmış ve en çok güvenilen metinlerinden biridir. Üzerinde pek çok şerh, haşiye ve ihtisar çalışması 325

yapılmıştır.

Vikaye de el-Hidaye üzerine yazılan meşhur şerhlerden biridir. Şerh eden Burhânüşşerîa Mahmûd b. Sadrüşşerîa el-Evvel Ubeydullah el-Mahbûbî el-Buhârî’dir (VII-VIII./XIII-XIV.yüzyıl).[325] [326] [327] Burhânüşşerîa Buhara’da dünyaya gelmiştir. Mahmud ibn Ubeydullah ibn Mahmud’un “Hidaye”deki meseleleri şerh ederek “Vikayetu’r- Rivaye fi Mesayili’l-Hidaye” eserini telif etmiştir. Mahmud b. Ubeydullah’ın kardeşi Ubeydullah ibn Mes’ud “Vikayetu’r Rivaye”ye şerh yazmıştır. “Muhtasaru’l-Vikaye” adındaki bu şerh, Mâverâünnehir bölgesinde meşhurdur ve medreselerde fıkıh derslerinde okutulmuştur. Arapça’dan Özbek Türkçesine Şahabiddin b. Abdulaziz tarafından tercüme edilmiştir. 1895 yılında Sankt-Petersburg’da basılmıştır. “Muhtasaru’l-Vikaye” şeriat kanunlarına kısaca şerh ve en çok okunan eserlerin başında 327 yer almaktadır.

Sade bir dille anlatılan bu ilmihal, herkes tarafından kolayca okunmuştur. Nakşbendiyye-Hüseyniyye önderlerinin fikrine göre tasavvuf üç bölümden oluşur. Birincisi şeriat ikincisi tarikat üçüncüsü marifet.

Divan-ı Hikmet

Ahmed Yesevî 486/1093 yılında Batı Türkistan'ın Sayram şehrinde dünyaya gelmiştir. Yesevî tarikat kurucusu, şair ve din büyüğü olarak Türk dünyasının manevî hayatını etkilemiş nadir şahsiyetlerden biridir. Vaaz ve nasihat olarak söylediği beytleri Divan-ı Hikmet adlı eserde toplanmıştır. Yesevî(ö.562/1166)’nin[328] Divan-ı Hikmeti’nin esas gayesi İslam’ı yeni kabul etmiş Türklere kendi dillerinde dinin esaslarını, şeriat hükümlerini, Ehl-i Sünnet akidesini Divan-ı Hikmet aracılığıyla, tasavvuf incelikleri, adap ve erkânı sade bir dille anlatmaktır.[329] Ahmed Yesevî asırlardır Türk dünyasının manevî hayatında etkisi ve rûhânî tasarrufu devam eden ve kendisine “Pîr-i Türkistan”, “Hazret-i Türkistan” “Hazret Sultan” gibi isimlerle anılan, Türkler arasındaki ilk tasavvuf kurucusudur.[330] [331] Bununla birlikte Hikmetler; 331Yesevî nin kendi hayatı ve şahsiyeti hakkında da bilgi verir.

Mâverâünnehir halkı Divan-ı Hikmet’i kolay ezberleyebilmişlerdir. Sovyetler Birliği döneminde dinî eğitimin ve din bilginlerinin engellenmesinden sonra halk, dinin temel eserlerini orijinal dilinde okumaktan yoksun kalmıştır. Elinde gizleyebildikleri birkaç esere sımsıkı sarılmışlardır. Bunlardan biri de Ahmet Yesevî’nin Hikmeti’dir. Okuryazar olanlar bu eseri çocuklarına, torunlarına ve yakınlarına defterlere el ile yazarak aktarmaya çalışmışlardır.

Bölgedeki kadın ve erkek ayrı ayrı gruplar hâlinde Divan-ı Hikmet’i okumuşlar ve dinlemişlerdir. On-on beş kişilik gruplar içinde bir iki insan kendine özgü bir avaz ile Hikmet’i okumaktalar. Okuyanlara “Yesevihân” denilmektedir. Çok eskiden beri devam eden bir gelenektir. Bunun dışından Nevaî gazellerini okuyanlara Nevaîhan, mutasavvıf şair Babarahim Meşreb gazelleri okuyanlara Meşrebhan denilmiştir. “Müşaire geceleri” adı altında gazel ve dinî-tasavvufî şiirleri okuma geceleri düzenlenmiştir.

Divan-ı Hikmet, Hüseyniyye mensupları tarafından da çok okunan eserler arasındadır. İbrahim Hazret öncülüğünde Güney Kazakistan Kuşçu-Ata kasabasına toplanan müridler hep beraber Nasruddin İşan tarafından okunan Ahmet Yesevi Hikmetlerinin bazı kısımlarını okuyup dinlemektedir.[332] Hikmetleri sesli okuma geleneği çok yaygın olduğundan dolayı, her hafta evimize mahalle kadınları toplanır okurlardı. İşte bundan ötürü çok küçük yaşlardan itibaren Ahmet Yesevî ve Hikmetine aşina olduk. Annemiz çok fazla okuduğundan dolayı Hikmet, ezberimizde kalmıştır.

Mesnevî

Mevlana Celaleddin-i Rumî 604/1207 yılında Horasan’ın Belh şehrinde dünyaya gelmiştir. Mevlana’nın meşhur eserlerinden biri olan Mesnevi Mâverâünnehir’de Fars dilinde okunmaktadır. Şeyh İbrahim Akkorganî, Farsça’yı iyi bildiği için müridleri ile beraber bazı sohbet ve toplantılarında Mesnevi’yi okumuş ve Özbek Türkçesinde şerh ederek anlatmıştır. Günümüz Mâverâünnehir’inde IV-XIII/X-XIX. asırlar arasında Arapça yanında coğrafik konumu itibarı ile Farsça çok yaygın bir dil haline gelmiştir.

Bununla birlikte Mesnevi, halk arasında Ahmet Yesevi’nin Divan-ı Hikmet’i kadar yaygın ve meşhur değildir. Sadece ilim sahipleri ve Farsça bilen çevrelerde tanınmıştır. Bu da eserin dilinden ve uzunluğundan kaynaklanmaktadır.

Mebde-i Nûr

Mebde-i Nur mesnevisinin eserinin müellifi, Baba Rahim Meşreb[333]’tir. Asıl ismi, Babarahim Molla Valioğlu’dur. 1050/1640 yılında bugünkü Özbekistan sınırları içinde yer alan Nemengen şehrinde dünyaya gelmiştir.[334] [335] Anne babası Molla Vali ve Bibi Salima’dır. Babarahim’in ailesi ip eğirmek ile hayatlarını idame ettirmişlerdir.

Yedi günlükken Baba Rahim ismini koymuştur. Yedi yaşında mektebe gitmiştir. Üstadıyla kendi arasında olan “Elif” hikâyesi çok meşhurdur. Üstadı “Elif’den sonra “Be” demesini ister. Baba Rahim üstadından “Elif’in manasını söylemesini isteyince üstadı kızar. Bunun üzerine Baba Rahim “Elif” bir demektir. Bundan geçmek hatadır 335 der ve mektebi terk eder.

Nakledildiğine göre annesi ona yeni elbiseler giydirirdi. Babarahim Meşreb’de bir fakir görse hemen ona elbisesini hediye ederdi. Annesi neden böyle yaptığını sorunca Babarahim “doğduğumda üzerimde elbise var mıydı?” diye cevap verirdi. Rivayete göre o zaman annesi, oğlunun deli değil divane-i bar hak (hakikî) olduğunu anlar ve kimseye söylememesi gerektiğini tembih ederdi.[336] Babarahim Meşreb evlenmemiştir. 1123/1711’te Belh valisi Mahmudbiy Katağan (ö. 1123/171 1)[337] tarafından idam edilmiştir.[338] Özbek Türkçesi ve Farsça gazeller yazmıştır.[339] Babarahim Meşreb üstadı Afak hoca339 [340] (ö. 1105/1694) teklifiyle Mevlana’nın Mesnevi’sini Farsça’dan Çağatay Türkçe’sine aktarmıştır. Başlangıçta Mesnevi’den bazı beyitleri kendi beyitleriyle şerh ettiği için ayrı bir eser ortaya çıkmıştır. Eserin adı Mebde-i Nur’dur. Eserde yüz temiş altı dinî, ahlâkî hikâye, otuz talim, otuz beş gazel, iki Özbekçe ve bir Arapça müstezat vardır.[341] Babarahim Meşreb’in Fatiha Sûresi’ne yazdığı işari tefsiri de bulunmaktadır. Otuz cüz üzerine işari tefsir yazmak isteği pîri Afak hoca tarafından durdurulduğu hakkında da rivayet mevcuttur.

Sebatu’l-Acizîn

Sebatu’l-Acizîn Sufi Allayar’ın dinî-tasavvufî mesnevisidir.[342] Sufi Allayar’a Başkırt Türkleri Sopı Allahyar, Uygurlar Sopi Allahyar, Tatarlar Sufi Allahyar, Kazaklar Sofi Aldıyar, Özbekler Sofi Olloyor, Kırgızlar Sopu Aldayar demektediler. Bu da mutasavvıf şairin etki alanının genişliğini göstermektedir.[343]

Sufi Allahyar 1054/1644 yılında Semerkant vilayeti Kattakorgan beyliği, Mingler köyünde dünyaya gelmiştir. Nakşbendî Tarikatı mensubu ve mutasavvıf şairdir. Sufi Allayar Şeyhler Mektebi ve Buhara’daki Joybar şeyhleri dergâhında zahirî ve bâtinî ilimlerde iyi bir eğitim almıştır. Arapça ve Farsça’yı çok iyi öğrenmiştir. Buhara hanı Abdulazizhan (ö. 1092/1681) tarafından Gümrük Mahkemesi’ne başkan olarak tayin edilmiştir. Sufi meşrep bir insan olan Allayar bu mevkiinden istifa ederek, kendi devrinin meşhur Nakşbendî şeyhi Nevruz şeyhe mürid olmuştur. Sulûkunu tamamlayıp şeyhlik derecesine ulaşmıştır. Eserlerini esasen Arapça ve Farsça yazmıştır. Arkadaşlarının isteği ile Farsça kaleme aldığı “Maslaku’l-Muttakin” (Tavka Sahiplerinin Mesleği) „i kısaltarak Özbek Türkçesinde yazmıştır. Ona da “Sebatu’-l Âcizin” (Acizler Sebatı) başlığını koymuştur. Bu kitapları uzun yıllar Kazan, Bakü, Taşkent ve Buhara’da baskısı yapılıp mektep ve medreselerde ahlâk ders kitapları olarak okutulmuştur.

Eser klasik dinî kaynaklarda olduğu gibi besmele, hamdele ve Hz. Muhammed(salla’llâhü aleyhi ve sellem)’e salât u selâmla başlanmıştır. Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahirete ve kadere iman gibi akait konularını ele almıştır. Eserde ayrıca mâ’rifetullah, tevhit, sabır, fena-beka, zikir, havf-reca, tevekkül, mucize-kerâmet, şefaât, zevk, iyilik-kötülük, mürşid, akıl-nefis, ruh-kalp gibi tasavvufî konulara da yer verilmektedir.[344] “Seb’atü’l-Âcizin” Ehl’i-Sünnet ve’l-Cemaat itikadını nazım üslubu ile beyan eden muteber eser kabul edilmiştir. İlim dergâhlarında talebeler belli bir konuma geldikten sonra bu eser ezberletilmiştir.[345]

Mevlüd-i Şerif

Mevlüd Hz. Peygamber için yazılan naat ve kasideleri hemen hemen her İslam coğrafyasında görmek mümkündür. Günümüz Mâverâünnehir mutasavvıf şairleri de bu geleneğin dışında kalmamıştır. XIII/XIX. asır sonlarında Özbek Türkçesiyle Hilvetî tarafından yazılan manzum eser; Sovyetler döneminde insanların din ve dinî edebiyat, hatta Arapça’dan mahrum olduğu zamanlarda bir nevi imdada yetişen nadir eserlerden biridir.

Müderris, âlim, edip, mutasavvıf şair; maneviyat ve marifet önderi Molla Yoldaş Torobay oğlu Hilvetî 1274/1858 yılında Nemengan vilayeti Uyçi kasabası Ciydakapa köyünde dünyaya gelmiştir. Şiirleri dinî-tasavvufi, ahlâki ve ilahî aşk konuları üzerine olmuştur.[346] [347]

Arapça, Farsça ve Türkçe çok iyi öğrenmiş. Farsça ve Özbek Türkçesinde eserler

347 bırakmıştır. Hanefi Mezhebi ve Matundı itikadı üzerine yaşamış ve eserler yazmıştır.

Arapça bilmeyen yerli halk kendi dillerinde manzum eser yoluyla daha kolay anlama ve öğrenme fırsatı bulmuştur.

Hilvetî, üstadı Lengarî’nin isteği üzerine Mevlid-i Şerifi yazdığını belirtir. Divan I, Divan II, Dagi Divanı, Seyr-i Cibal, Çarag-ı Mektep diğer eserleridir.[348]

Mevlüd-i Şerif yirmi sekiz bölümden oluşmaktadır. Tevhid bölümü ile başlanır. Sonra sırasıyla Peygamberimize övgü, Mevlüd okuma beyanı, Peygamberimizin dedesi Abdulmuttalib’in Allah’tan erkek evlat istemesi, sırasıyla babasının doğumu, evliliği, peygamberimizin doğumu esnasındaki olaylar, bazı peygamberler, peygamberliğin verilmesi, miraç, mucizeler beyan edilmiştir.[349]

Görüldüğü üzere halkın kendi diliyle anladığı kitaplar daha çok okunmuştur. Bunun ispatı olarak da kitaplarının baskısının çok olması gösterilebilir. Günümüze kadar kadın ve erkekler arasında toplantılarda, özellikle Rebiülevvel aylarında Mevlüd sesli olarak okunmaktadır. Günümüzde de bu gelenek aynı eskisinde olduğu gibi devam etmektedir.

SONUÇ

Mâverâünnehir, günümüz Orta Asya’sında Amu Derya (Ceyhun) ve Siri Derya (Seyhun) ırmakları arasını kapsayan, İpek Yolu güzergâhı üzerinde bulunan geniş alanı kapsayan coğrafyadır. Bölge insanı, Hz. Ömer’in hilafeti döneminde İslam’la tanışmıştır. İslam dininin kabulünü kolaylaştıran unsurlardan biri, Türklerin tek Tanrı inancı, ahiret inancı, kurban ve ahlak ilkelerindeki benzerliklerdir.

Hicrî III-VIII yüzyıllar arasında İslam uygarlığının altın çağı yaşanmış, günümüze kadar intikal eden birçok eser bırakılmıştır. Tıp, tarih, coğrafya, matematik ve güzel sanatlar ile beraber tasavvuf ve tarikatlar da gelişmiştir. Bu manada Mâverâünnehir edebiyatına karakterini kazandıran ana unsurun tasavvuf olduğu söylenebilir. Bununla birlikte mutasavvıfların halk nezdindeki itibarı, Timur ve Timurlu emirlerin ve Babür başta olmak üzere Babürlu hanedanının sufilere olan yakınlığı sayesinde onlar adına hankah, kervansaray tahsis ederek, geniş vakıf arazileri bağışlanmıştır. Etnik ve kültürel olarak çok farklı toplulukların hemen hemen her kesimine hitap edecek kadar genişleyen tarikat, siyasî ve sosyal alanda etkinliğini artırmıştır. Bu etkinlik XIII/XIX. yüzyıl Çarlık Rusyası tarafından yerli ve Müslüman hanlıkların yok edilmesine kadar devam etmiştir.

Maveraünnehir’de dini ve tasavvufi hayatın en sancılı evresini, SSCB etkisi altındaki yetmiş yıllık zaman dilimi oluşturmaktadır. Bu dönemde değil dinî eğitim almak, “Allah vardır” demek bile suç sayılmıştır. Rejim genelde tüm dinleri özelde ise İslam’ı, dini inancı yok etmeye çalışmışsa da insanın fıtratına yönelik yasaklamaların netice vermediği söylenebilir.

Bölgede yönetimin baskılarına rağmen tarikatlar, faaliyetlerini gizlice devam ettirmişlerdir. Dinî hassasiyetlerinden ötürü her türlü eziyet ve yağmaya maruz kalan bir ailenin ferdi olarak başkalarına duyurabileceğim endişesi ile babamın uzun yıllar benden habersiz, gizlice namaz kıldığını belirtmek isterim. Neredeyse üç kuşak boyu devam eden bu süreç, 1991 yılında SSCB’nin çöküşü ve bağımsızlığın kazanılmasıyla dini alanda nisbi bir rahatlamaya yerini bırakmıştır.

SSCB döneminde oluşan dini bilgi alanındaki boşluk, bloğun dağılmasıyla Müslüman coğrafyadan farklı dini cemaat ve akımların bölgeye gelmesine imkân tanımıştır. Farklı ve kimi zaman birbirlerine mesafeli bu fraksiyonların, yetmiş yıllık dönemin dini-manevi boşluğu doldurma çabasının, her zaman olumlu netice verdiğini söylemek pek mümkün görünmemektedir.

SSCB’nin dağılması, baskı döneminde faaliyetlerini yürüten bölgedeki tasavvufi teşekküllerin de daha rahat hareket etmesine imkân tanımıştır. Müridlerin manevî eğitiminin yanı sıra bir meslek edinip el emeği ile geçinme hassasiyeti, Bahaeddin Nakşbend’den günümüze kadar Mâverâünnehir bölgesinde devam edegelen bir uygulamadır. Hüseyniyye kolunun son temsilcilerinden Hazret Kurbanali Ahmedov’un mürşidi Hazret İbrahimcan da ilim tahsili ve meslek edindirme faaliyetlerine bizzat öncülük edenlerdendir. Bu durum, onun halefleri tarafından da devam ettirilmektedir. Dini hassasiyet yanında müridlerine ilim ve meslek kazandırma çabası, Hüseyniyye’nin bölgede hüsn-i kabul görmesindeki temel etmenlerdendir.

Tasavvufun kurumları mahiyetindeki tarikatların ana unsurlarından biri mürşidtir. Mürşid uzun süreli çile ve riyazetle elde ettiği noktalarda müridine kısa sürede ulaşması için kılavuzdur. Tuzak ve engeller menzilini beyan eder. Müridin yeteneğine göre gidebileceği yolu gösterir. Mürid de bu yolda mürşidi tarafından belirlenen kurallara riayet eder.

Tarikat adabında salikin tevbe ederek Allah yolunda temizlik, hakikat ve kemâlat yolunda yürümeye, kötü ahlâka dair tüm fiil ve fikirlerden vazgeçmeye gayret etmesi esastır. Salik, şeytanın, nefsinin vesvesesine galip gelmeye, Hakk’ın rızasına ermeye çabalayacak bu yolda ilerlerken zorluk ve zahmetlere katlanacaktır. Bu bağlamda esas itibar, kalbi temizlemeye ve ahlâkadır. Sâlikin birinci vazifesi nefse galip gelmek, hırs- heves, bencillik, kibir, gazap gibi vasıflardan arınarak kalbini arındırmak, merhamet ve şefkat duygusunun tüm gönlünü sarması, Allah’ın boyasına boyanmasıdır.

Hüseynilik, müridin masivaya yönelttiği sevme kabiliyetini sonsuz ve mutlak varlığa tahsis etmeyi hedefler. Zira nefsin heva ve hevesine kapılmayıp yüce makamlara ermek için kalpte güçlü bir sevgiye ve aşka ihtiyaç vardır. Tasavvuf ehli arasına bu manada kullanılan deyimlerden biri, “aşk olmazsa Allah’a doğru sefer hatadır” şeklindedir. “Sadıklarla beraber olunuz”[350] ayeti onlara yönelik sevgiyi de içinde barındırması hasebiyle sıdk ehli insanlara yönelik ilgi ve alaka, Allah’a yönelik muhabbeti ziyadeleştirmede bir yöntem olarak kullanılır.

Mürüvvet hepsini vermektir yemek yok,

Fütüvvet hepsini vermektir demek yok. (Alişir Nevaî.)

Hüseyniyye, Ehl-i Sünnet çerçevesinde hareket eden bir tarikat olup sohbet ve müridler arasındaki bağlara çok önem vermektedir. Kalabalık gruplarla icra edilen zikre Hatm-i Hâcegân denilmektedir. Bu zikre sadece tarikata intisap edip maneviyat dersinde belli bir yere gelenler katılabilir.

Müridliğe adım atan bireyin bazı hususlara riayet etmesi beklenir. Bunlar: Öncelikle işlediği tüm günahlar için tevbedir. Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sünnetleriyle amel etmeli, bidat ve hurafelerden kaçınmalı, dinî konularda takvaya önem vermeli, zülüm ve haksızlık etmemeli, borcunu ödemeli, helallik istemeli, kaza namazları kılmalı, her an Allah’ı zikretmeye azmetmelidir.

Tarikat, Allah’a götüren yoldur. Her türlü yolun mekânı vardır. Tarikatın mekânı bu anlamda şeriattır. Şeriata bağlanmayan, kabul etmeyen ve bilmeyenin tarikata girmemesi gerekir. Şeriat insanın zahirini temizler. Şeriattaki insanın tarikata girmesi şart değilse de tarikattaki insanın şeriattan ayrılmaması bir zorunluluktur.

Allah’a ulaşmak isteyen insanın sadece zahirini temizlemesi yeterli değildir. Onun batınen de temizliğe ulaşması gerekir. Bunun için önce tevbe etmeli, sonra nefis belasından kurtulmaya çalışmalıdır.

Hüseyniyye’nin doktrin yapısını şöyle maddeleştirmek mümkündür:

Şeriat ahkâmından dışarı çıkmamak,

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in sünnetine ittiba

Hafi zikir.

Manevî eğitimde batını temizlemek ve ruhî kemale önem vermek. Halk içindeyken Hakk ile olmak.

Manevî eğitim sürecinde kolay ve anlaşılır sohbetten faydalanmak.

Müridin kendi kendini nezaret etmesi, aldığı nefesini, faaliyetini, ömrünü niçin harcadığını hesap etmesi, nefsini terbiye ederek insanî hasletleri çoğaltması gerekir.

El emeği ile geçinip meslek sahibi olmasıdır.

Bu bağlamda civanmertlik ile tarikat birbirlerini tamamlamışlardır.

Civanmertlik tarikatı takva, ilim, hikmet ve sadâkat sahibi olmayı gerektirir. İnsan akıllı ve yetenek sahibi olabilir fakat içindeki bu olumlu potansiyeli uygulamaya dönüştürebilmesi için manevî terbiye de bir ihtiyaçtır. Hüseyniyye’de bu durum, meyve ağacıyla sembolize edilir. Şöyle ki:

Fütüvvet bol meyveli bir ağaçtır. Ağacın kökü saf muhabbet (aşk), gövdesi tevazu, budakları sabır, yaprakları perhiz, kabuğu adap ve hayâ, çiçekleri hoşgörü ve merhamet, meyvesi kerem ve sahavettir.

  

KAYNAKÇA

A’lam, Zahir, Kadimgi Tarihçilar Orta Asya Hakida, Terma Parçalar, Yurist Media Markazi Yay., Taşkent 2008.

Abdugafurov, Abdurashit, “Boborahim Maskrab'’”,.

http://www.ziyouz.com/index.php?option=com-content&task=view&id=1022 E.T.:

26.08.2017

Abdul Rahim, Abdulkadir, Sabotu ’l Ociziyn Maturidiyya Talimotining Nazmiy Talqini”, Y.T.: 17.03.15 http://kh-davron.uz/kutubxona/islomiy-adabiyot/tasavvuf/sofi- olloyor-sabotul-ojiziyn.html E.T.:26.03.2016.

Abdulaziz, Şahabiddin İbn, Muhtasar (Şariat Kanunlariga Kiskaça Şarh), Ed.: Anvar Abidcan, Haz.: Raşid Zahid-Akram Dehkan, Çolpan Yay., Taşkent 1994.

Abdullayev, Ahmad, Tasavvuf va Uning Namayandalari, Ed.: Najmiddin Kamilov, Termiz, 2007.

Abduraşidov Abdumannan, (d.1970) Akkorgan, Fergana, Özbekistan sakini.

Açilov, Ergaş, Sofi Olloyor,.

http://www.ziyouz.com/index.php?option=com content&task=view&id=436 E.T.:17.08.2017

Ahmed İşan, Kurbanali, https://www.youtube.com/watch?v=QKjkj Y-pUh0 Y.T. 11.11.2015. Eanm Kbi.ıy (Hipre %on 6epy). Xa3İpemi Kypoanoji AxMeg Hman, (Bayat Kılu (Pirge kol beru). Hazireti Kurbanali Ahmed İşan) E.T. 29.06.2018.

, Tarikatnama, Ed.: Asılbek Jakay, Almata 2015.

, https://www.youtube.com/watch?v=C4lHA6wGM2g , Y.T. 09.09.2017. 3İKpdity mypaepi ııcaııe naüdaaapbi. (Zikirdin türleri janepaydaları), E.T. 29.06.2018.

Y.T.:17.10.2017 Eaam upınbin, maybe emKeH adaM jicuiiu mybimau cabudeü Kyaanapdau naK öoaadbi (Bayat kılıp, tevbe etken adam jana tuılgan sebidey kunelardanpek boladı), E.T.: 29.06.2018.

Ahmedov Kurbanali , (d. 1955) Fatih, İstanbul, Türkiye tarikat önderi.

Ahmedov, Böribay, Özbekistan Tarihi Manbalari, Ökituvçi Yay., Teşkent 2001.

Ahmedova, Zamira, Türkler Arasında İslamiyetin Yayılmasında Tasavvufun Rolü, Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Ankara 2006.

Akiner, Shirin, Sovyet Müslümanları, çev.: Tufan Buzpınar, Ahmet Mutu, İnsan Yay., İstanbul 1995.

Akot, Bülent, Tasavvufî Terbiyede Rüyanın Değeri, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c.10, S.19, Çorum 2011.

Algar Hamid, “Hacegan”, DİA, c.14, İstanbul 1996.

“Hacegan” md., DİA, c.14, İstanbul 1996.

Nakşibendîlik, İnsan Yay., İstanbul 2007.

Alim, Sultanmurat, “Bahauddin Nakşband Hamda Nakşbandiyya Tarikatining İslam Alamidagi Örni, Mavkei va Ahamiyati ”, Globallaşuv Şaraitida Tarikat: Talimat va Uslublar, Tahlil va Hulasalar, ed.: İ.Usmamov, Mavaraunnahr Yay., Taşkent 2014.

Alimcanov, Mahmutcan, Özgen, Oş, Kırgızistan, (d.1947), tarikat üyesi.

Aminov,Bilal & Rasulev, Tolkin, Acdadlarimiz Nidasi, “Adolat” Yay., Taşkent 1993.

an-Narşahi, Abu Bakr Muhammad İbn Ca’far, Buhara Tarihi, çev.: A. Rasulev, Fan Yay., Taşkent 1966.

Anonim, Hazrat İbrahimcan Eşan (k.s.) Hayatlari, trs, s. 2.

Anonim, Hudud’ul- alam min al-maşrik ila’l-mağrib, H.372/ M.982-983. Çev. Omonillo Boriyev, Özbekiston Yay., Taşkent 2008

Anvar, Barno, Kalbi Allah Koli Mehnatda ötgan İbrahim İşan”, Y.T. 16.02.2014. https://www.ozodlik.org/a/25265920.html E.T. 16.10.16.

Arnold, Thomas Walker, İntişar-ı İslam Tarihi, çev.: Hasan Gündüzler, Akçağ Yay., Ankara 1971.

Âsım Efendi, Kâmûs Tercümesi, c. 1, İstanbul 1852.

as-Saâlabî, Abu Mansur, Kitâb Latâif al Maârif, çev.: İsmatulla Abdullayev, Fan Yay., Taşkent 1987.

Aşirov, Adhamjan, Özbek Halkining Kadimiy Etikad va Marasimlari, Alişer Navai Yay., Taşkent 2007.

Babadjanov, Bahtiyar, “Husayniya” md., İslam na territorii bıvşey Rossiyskoy imperii, Ensiklopediçeskiy slovar, Ed.: S.M.Prozorova, Vostoçnaya Literatura Yay., Moskova 2006, C.1.

, “İbrahim Hazrat”, İslam na territorii bıvşey Rossiyskoy imperii: Ensiklopediçeskiy Slovar’, Ed.: S.M.Prozorova, Vostoçnaya Literatura Yay., Moskova 2006, C.1.

Babamurad, Hacı Ahmadcan, Nacad Yolu, Ed.: Haydarhan Yuldaşhocayev, İslam Enstitüsü Yay., Taşkent 2016.

Babür, Zahiriddin Muhammad, Baburnama, Fan Yay., Taşkent 1960.

Bahramoğlu Bahriddin Ahrarov, (d.1973) Kuala Lumpur, Malezya, tarikat üyesi.

 Baltabayeva, Azada, “Hilvatiyning Ahlakiy Talimiy Karaşlari”, Til va Adabiyat Talimi, ed.: Rana Talipova, S.10, Taşkent 2010.

, “Literaturnoe Nasledie Tvorçestvo Hilvatiy”, Filologiçeskiye Nauki, No:45-1, Y.T.:03.05.2016. http://novainfo.ru/article/5733

E.T.: 21.10.17

Baş, Eyüp “Orta Asya İslam Kültür ve Medeniyet Tarihinde Hokand HanlığıOrta Asya’da İslam Sempozyumu, 20-21 Mart 2004 Oş.

Bedir, Murteza “Vikayetu’r-Rivaye” md., DİA, İstanbul 2013, C.43.

Bedirhan Yaşar & Saipova, Saide, “Sovyetler Birliği Zamanında Geleneksel Ve Dini Hayatın Korunmasında Orta Asyalı Müslüman Kadının Rolü”, Journal of Social AndHumanities Sciences Research (JSHSR), Vol:5/Issue:18, 2018.

Bennigsen, Alexandre & Quelquejay, Chantal Lemercier, Stepte Ezan Sesleri, Sovyet Rejimi Altındaki İslam’ın 400 Yılı, çev.: Nezih Üzel, Selçuk Yay., İstanbul 1981.

, Sufi ve Komiser Rusya'da İslam Tarikatları, çev.:

Osman Türer, Akçay Yay., Ankara 1988.

Bice, Hayati, Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî, Ankara 2016.

Bertels, Yevgeniy Eduardoviç, Sufizm i Sufiyskaya Literatura, Moskva 1965.

Bolat, Ali, “Tasavvufun Doğuşu”, Tasavvuf El Kitabı, Ed.: Kadir Özköse, Grafiker Yay., Ankara 2012.

Buhariy, Sadriddin Salim & Azimov, Samad, Buyuk Gucduvaniylar, Buhara Yay., Buhara 2006.

Buhariy, Sadriddin Salim, Dilda Yar (Hazrat Bahauddin Nakşband), Gafur Gulam Namidagi Adabiyat va Sanat Yay., Taşkent 1993.

, Tabarruk Ziyaratgahlar, “Yazuvçi” Yay., Taşkent 1993.

Bursevî, İ.Hakkı, Kitâbu'l-Hitâb, sad.: İ.Turgut Ulusoy, Hisar Yay., İstanbul 1975.

Cebecioğlu, Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ağaç Kitabevi Yay., 5.Baskı, İstanbul 2009.

Cebûrî, Felah Hasan Sâlim, el-Ahdü ve'l-Bey'âtü inde's-Sâdâti's-Sûfiyye, Beyrut 2006.

Cevherî, İsmail b. Hammad, es-Sıhah, Tâcü'l-Lüğa ve Sıhâhu'l-Arabiyye, thk.: Ahmed Abdulgafur Attar, Dar’ul-İlm Lilmilliyn Yay., c.I, Beyrut 1990.

Cusubaliev, Ali, Kırgızdardın Musulmandaşuu Tarıhı, TVD ve OşDÜ İlahiyat Fakültesi Yay., Bişkek 2016.

Çağatay, Neşet, Bir Türk Kurumu Olan Ahilik, AÜİF Yay., Ankara 1974.

Çayan, Adem, “Molla Yoldaş Hilveti ve Çağatayca Mevlidi Üzerine Bir Değerlendirme”, KTÜSBESos. Bil. Derg., S.10, Trabzon 2015.

Çerhî, Ya’kub b. Osman b. Mahmûd b. Muammet Gaznevî Serrezî, Risâle-i Ünsiyye, tsh. Muhammet Nezir Ranchâ, Merkez-i Tahkikât-ı Farisî İran u Pakistan, İslamabad 1983.

Çetinoğlu, Oğuz, Büyük Türk İslam Âlimi Serahsi Hayatı, şahsiyeti ve eserleri, İstanbul 2018.

Davran, Hurşid, http://kh-davron.uz/kutubxona/islomiy-

adabiyot/tasavvuf/xurshid-davron-mirzo-bobur-pirlari-birinchi-maqola-xoja- ubaydulloh-ahror.html

Ebû Hazzam, Enver Fuad Fuad, Mu’cemu’l-Mustalâhâti’s-Sûfiyye, thk.: George Mutrî Abdulmesih, Beyrut 1993, s. 161.

el-Buharî, Selaheddin b. Mubarek, Enîsü’t-Tâlibîn ve ‘Uddetu’s-Sâlikîn, çev.: Suleyman İzzî, Bahriye Yay., İstanbul 1328.

el-Cezeri, Muhammed Nurullah Seyda, Tasavvuf Sırları, çev.: Bahriddin Umrzak, Abdumurat Tilav, “Maveraunnahr” Yay., Taşkent 2000.

el-Curcanî, Ali b. Muhammed es-Seyyid eş-Şerif, Kitâbu’t-Tâ’rifât, thk.: Abdulmun’im el-Hafnî, Dar’ur-Reşad Yay., Kahire ts.

el-Hamevî, Yakut, Mu’cemu’l-Buldân, thk, Ferid Abdulaziz Cündî, c.II, Beyrut 1990.

el-Kelâbâzî, Tacu’l-İslam Ebu Bekir Muhammed, et-Taarruf li-Mezhebi Ehli’t- Tasavvuf, thk. Mahmud Emin en-Nevevi, el-Mektebetu’lEzheriyyetu li’t-Turas, Kahire 1992.

el-Kuşeyrî, Abdulkerim, er-Risâletu’l-Kuşeyrî, Beyrut 1993.

Eraslan, Kemal, “Divan-ı Hikmet” md., c.9, DİA, İstanbul 1994.

 Erdem, Mustafa, Kırgız Türkleri Sosyal Antropoloji Araştırmaları, ASAM Yay., Ankara 2000.

Ergaşov, Abdusalam, Fergana, Özbekistan, (d.1948).

Erken, Veysi, Ahilik Müessesesinde Yönetim ve Eğitim, Ankara 1994.

Erşahin, Seyfettin, İslam Tarihini Anlama Kılavuzu, Otto Yay., Ankara 2017.

, Kırgızlar ve İslamiyet Göçebe bir Türk Boyunun İslamlaşma Tarihi Üzerine Bir Deneme, S/E/K. Yay., Ankara 1999.

es-Sülemî, Ebu Abdi’r-Rahman Muhammed İbn el-Hüseyn,Tasavvufta Fütüvvet, çev.: Süleyman Ateş, AÜİF Yay., Ankara 1977.

Fahriddin, Muhammed Talgat, Piri Bardın Ne Kamı Bar, Cedel Basu Yay., Almata 2015.

Firuzabadî, Ebu Tahir Mecdüddin Muhammed bin Yakub bin Muhammed, Kamusu’l-Muhît, c.1, Al-Resalah Yay., Beyrut 2005.

Frye, Richard Nelson, Orta Çağın Başarısı Buhârâ, çev.: Hasan Onat, Ahmet Yesevi Üniversitesi Yardım Vakfı Bilig Yay., Ankara 2003.

Gazzâlî, Ebu Hamid Muhammed, İhyâu Vlûmi'd-Dîn, Beyrut, ty.

Gibb, Hamilton Alexander Roskeen, Orta Asya’da Arap Fetihleri, çev.: Hasan Kurt, Çağlar Yay., Ankara 2005.

Göktaş, Vahit , Hicri IV Asır Buhârâ’da Tasavvuf Kelabazî Örneği, Meydan Yay., İstanbul 2008.

, “Ahilik ve Tasavvuftaki Bazı Müşterek Ahlakî Öğeler”, Tasavvuf Yazıları, İlâhiyât Yay., Ankara 2014, s. 373.

, “Kırgızistan’da Tasavvufî Durum”, AÜİFD, S.54:2, Ankara 2013.

Gucduvani, Hace Abdulhalik, Makamat-ı Yusuf Hamadanî, çev.: Sayfiddin Sayfullah, Nadirhan Hasan, Yangi Asr Avladi Yay., Teşkent 2003.

Güleç, İsmail, “Meşreb’in Kitab-ı Mebde-i Nur’u Mevlana’nın Mesnevi’sinin Şerhi Midir?”, İlmî Araştırmalar Dil ve Edebiyat İncelemeleri, S.16, İstanbul 2003.

Haksever, Ahmet Cahid, “Tasavvufa Giriş”, Tasavvuf El Kitabı, Ed.: Kadir Özköse, Grafiker Yay., Ankara 2012.

, Tasavvufu Anlama Kılavuzu, Otto Yay., Ankara 2017.

, Yakub Çerhi ve Tasavvuftaki Yeri, Otto Yay., Ankara 2005.

Hamidiy, Hamidjan, Tasavvuf Allamalari, Şark Yay., Taşkent 2009.

Hânî, Abdulmecid b. Muhammed, el-Hadaiku’l-verdiyye fî hakâiki ecilâi-n-

Nakşbendiyye, Kahire 1890.

Harîrîzâde, Kemaleddîn, Tıbyânu Vesâili’l-Hakâik fî Beyân-i Selâsili’t-Tarâik, Millî Kütüphane Mikrofilm Arşivi, No: C441, c.III, vr.200b.

Hasaniy, Mahmud, & Razzakova, Mavjuda, Hojagon Tariqati va Hoja Hasan Andaqiy, Özbekistan Yay., Taşkent 2003.

Hayit, Baymirza, Türkistan Devletlerinin Milli Mücadeleleri Tarihi, Türk Tarihi Kurumu Yay., Ankara 1995.

Herevî, Ebu İsmail, Menâzilü’s-Sâirîn ile’l-Hakki’l-Mübîn, Kum 1989.

Hidayet, İnayatullah, Çimkent, Kazakistan, (d.1960), tarikat üyesi.

https://t.me/sufi kz E.T. 14.01.18

https://www.facebook.com/nakshikazsufi/ E.T. 14.01.18.

https://www.youtube.com/channel/UCJsCsfCNnt7dMZZKRROeWBg E.T.

14.01.18

İbn Abdulaziz, Şahabiddin, Muhtasar (Şariat Kanunlariga Kiskaça Şarh), Ed.: Anvar Abidcan, Haz.: Raşid Zahid-Akram Dehkan, Çolpan Yay., Taşkent 1994.

İbn Battutâ Tancî, Ebu Abdullah Muhammed, İbn Battuta Seyahetnamesi, çev.: A.Sait Aykut, c.I, Y.K.Y. Yay., İstanbul 2000.

İbn Manzûr, Ebu’l-Fazl Muhammed b. Mükerrem b. Ali el-Ensârî, Lisânu’l- Arab, c. 1, Beyrut, s. 233.

İbn Muhammad Ali, Abulmuhsin Muhammad Bakir, Bahauddin Balagardan, çev.: Mahmudhan Mahdum Hasanhan Mahdum oğlu, Yazuvçi Yay., Taşkent 1993.

İbrahimov, Nematilla, İbn Battuta va Uning Orta Asyaga Sayahati, “Şark Bayazi” Yay., Taşkent 1993.

İmam Rabbanî, Mektubât-ı Rabbânî, çev.: Abdulkadir Akçiçek, Çile Yay., İstanbul 1981.

İrisov, Abdisadik, Buhara Halkining Hasratli Tarihi, Y.T. 01.04.2018.

http://kh-davron.uz/kutubxona/uzbek/amir-sayyid-olimxon-buxoroning-hasratli- tarixi.html E.T. 22.06.2018.

İsabaev, Momuncan, Kıymıl, Özgen, Kırgızistan, (d.1947, tarikat üyesi.

Kamil, Najmiddin, “Hikmat ve İbrat Dastani”, Tafakkur Jurnali, Ed.: Erkin Azam, S.36, Taşkent 2003.

, “Futuvvat va Avf Hususida”, Tafakkur Jurnali, Ed.: Erkin Azam, S.37, Taşkent 2003.

, “Maksad-Hakka Yetişmak”, Tafakkur Jurnali, Ed.: Erkin Azam, S.17., Taşkent 1998.

,Tasavvufning Tarihiy- Tadrijiy Yönalişi”, Tafakkur dergisi, Ed.: Erkin Azam, S.14, Taşkent 1998.

Kamilov, Najmiddin, Tasavvuf, Mavaraunnahr Yay., Taşkent 2009.

Kanabaev, Cemaldin, Baba Rahim Meşrebin Kişiliği, Şahsiyeti ve Tasavvuf Anlayışı, AÜSBEİF, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2013, s. 7.

Kâşânî, Kemâleddîn Abdurrezzak b. Ahmed, Istılâhâtü’s-Sûfiyye, Dimeşk 1995.

Kaşifi, Hüseyin Vaiz, Futuvvatnamai Sultani, çev.: Mahmud Hasanî , Asadali Hakimcanov, Devlet İlmi Naşriyatı Yay., Taşkent 2010.

Kayumov, Aziz “Alişer Navoiy va Nakshbandiyya Ta’limoti,,, (http://kh- davron.uz/kutubxona/alisher-navoiy/aziz-qayumov-alisher-navoiy-va-naqshbandiya- talimoti.html E.T.: 10.10.2016.

Kelabazi, Doğuş Devrinde Tasavvuf Ta’arruf, haz.: Süleyman Uludağ, İstanbul 1992.

Kelâbâzî, Ebû Bekr Muhammed b. İshâk Buhârî, et-Ta’rruf li-Mezhebi Ehli’- Tasavvuf, Şam 1986.

Kisaich, Masatoshi, Popular Movements and Democratization in the Islamic World, Routledge 2007.

Koca, Ferhat, “Burhaneddin Merginani” md., DİA, İstanbul 2004, C.29.

Köprülü, Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara 1981.

Kurt, Hasan, Orta Asya’nın İslamlaşma Süreci (Buhara Örneği), Fecr Yay., Ankara 1998.

Kusainova, K.T., “Sovremennıe Sufiyskie Gruppı v Kazahstane”, Sovremennıe Problemı Stran Vostoka, İzvestiya NANRK, Seriya Obşestvennıh Nauk, No:2, Almata 2009.

Likoşin, Nil Sergeeviç, Taşkent İşanları, çev.: Habibullahan Kasimov, Ruhafza Yay., Taşkent 1996.

Likoşin, Nil Sergeeviç, Pol Jizni v Turkestane, Oçerki Bıta Tuzemnogo Naseleniya, Petrograd 1916.

Mambetaliev, Satıbaldı, Sufizm jana Anın Kırgızstandagı Agımdarı, Frunze 1972.

Meşreb, Babarahim, Mabda-i Nur, Haz.: G.Niyozov, K.Ahmedov, Fan Yay., Taşkent 1994.

Muhammad Yusuf, Şayh Muhammad Sadik, Tasavvuf Haqida Tasavvur, Şark Yay., Taşkent 2011.

, Hayat va Hadis Zikir, Dualar, İstigfar va Tavba, Hilal Naşr Yay., Taşkent 2014.

Muhammadiev, Nasriddin & Merdanoğlu, Süleyman, Özbekistan Kılavuzu, Repa Yay., Ankara 1997.

Muminov, Ashirbek & Uygun Gafurov and Rinat Shigabdinov, “İslamic Education in Soviet and Post Soviet Uzbekistan”, İslamic Education in the Soviet Union and its Succesor States, Eds.: Michael Kemper, Raoul Motika and Stefan Reichmuth, Routledge Taylor & Francis Gruop, London and New York 2010.

Muminov, Aşirbek, Sufiyskie Gruppy v Sovremennom Kazakstane”,

Y.T.10.07.2010. http://kazislam.kz/ru/qazaqstandagy-islam/vnutrennie-kategorii/islam- zh-nindegi -zertteuler/item/5614 -cufij skie- gruppy-v- sovremennom-kazakh stane E.T.26.11.17.

, “Silsila Ordena Nakshbendi Vetvii Mujaddidi”, Y.T.

07.10.2014. http://e-islam.kz/ru/dinaralyq-unqatysu/vnutrennie-kategorii/alemdik-

dinder-sezi/sezi3/itemlist/date/2014/10/7 E.T.: 28.03.16

Nakshbandi eto: Chto Takoe Nakshbandii? : Slovari i Ensiklopedii na Akademike, https://dic.academic.ru/dic.nsf/ruwiki/278261 , E.T.: 29.03.16

Nasafiy, Hazrat Bahauddin Nakşband, çev.: Mahkam Mahmud Andicaniy, Taşpoligrafkombinat Yay., 1993 Taşkent.

Nevai, Alişer, Nasaimu’lMuhabbat, Fan Yay., Taşkent 2001.

Niza, Darmanali & Sayfiddin, Nacmiddin, Risala-i Nakşbandiyya, Oş Kazıyat Yay., Oş 2017.

Nizamov, Fazlihan, “Markaziy Asiya Mutafakkiri Talim Tarbiya va İnsan Kamalati”, Maziydan Sada dergisi, S.1., Taşkent 2005.

Okudan, Rıfat, “Zikir”, Tasavvuf El Kitabı, Ed.: Kadir Özköse, Grafiker Yay., Ankara 2012.

Öngören, Reşat, “Hatm-i Hacegan” md., DİA, İstanbul 1997, C.16.

, “Tarikat” md, DİA, İstanbul 2011, C.40.

Özbekistan İslam Ansiklopediyasi, “Alauddin Attar” md., ed.: Zuhriddin Husniddinov, Davlat İlmi Yay., Taşkent 2004.

Özbekistan Milliy Ensiklopediyasi, “Bahauddin Nakşband” md., Davlat İlmi Yay., Taşkent 2006.

Özgüdenli, Osman Gazi “Mâverâünnehir” md, DİA, İstanbul 2003, C.28.

Polatov, İbrahimjan, Nemengan, Özbekistan, (d.1968), Tarikat üyesi.

Radtke, Bernd, “Horasan ve Maveraünnehir’de Din Alimleri ve Mutasavvıflar”, çev.: Ergin Ayan, USAD, The Journal of International Social Research, Volume 2/9, Fall 2009, s. 367.

Raziy, Fahriddin, Kuala Lumpur, Malezya, (d.1973), tarikat üyesi.

Safer Baba, Istılâhât-ı Sofiye fî Vatan-ı Asliye: Tasavvuf Terimleri, Heten-Keten Yay., İstanbul 1999.

Safî, Ali b. Hüseyin Vâiz el-Kâşifi, Reşahât-ı AynüT-Hayât, ter. Mehmed Rauf Efendi, İstanbul 1291 (taş baskı).

Salim Buhariy, Sadriddin, Dilda Yar (Hazrat Bahauddin Nakşband), Gafur

Gulam Namidagi Adabiyat va Sanat Yay., Taşkent 1993.

Salim Buhariy, Sadriddin & Azimov, Samad, Buyuk Gujduvoniylar, Buhara Yay., Buhara, 2006.

Salim oğlu, Sayfiddin Rafiddin & Muhammad Yakub & Şarafhan Camalhan, Kissa-i Maşrab, Yazuvçi Yay., Taşkent 1992.

Semerkandî, Muhammed Kadî, Silsiletü’l- Arifîn ve Tezkiretü’s-Sıddîkîn, Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmûd Efendi Bölümü, No: 2830, vr. 42b-43a.

Şarahimov, Şarasul, Afrasiyabga Sayahat, Yaş Gvardiya Yay., Taşkent 1979.

Şeşen, Ramazan, İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Bilge Kültür Yay., 1. Baskı, Ankara 1985.

Şeyh İbrahim İşan, Yaanna (Wazipa), Y.T.: 16.08.2016,

https://www.youtube.com/watch?v=diBWf80Q0F8 E.T.: 30.06.2018.

Taberî, Cafer Muhammed bin Cerir bin Yezid , Merviyyâti Hilafeti Muaviya, haz.: Halid b. Muhammad el-Gays, Dar’ul-Andalus Yay., Cidde H.1420/ M.2000.

Tairov, Burhancan, Angren, Taşkent, Özbekistan, (d.1956). Tarikat üyesi.

Tehânevî, Muhammed b. A’lâ b. Ali el-Fârukî, Keşşâfu Istılâhâti’l-Funûn, Daru Sadr Yay., c.II, Beyrut trs.

^Tenik, Ali & Göktaş, Vahit, Allah’la Var Olmanın Yolu Zikir, İlahiyat Yay., 2.Baskı, Ankara 2014.

Tirmizî, Hakim, Beyânu’l-fark beyne’s-sadr ve’l-kalb ve’l-fuâd ve’l-lub, Kahire 1958.

Tosun, Necdet, “Nakşibendiyye” md., DİA, İstanbul 2006, C.32.

, “Orta Asya ve Kırgızistan Tarihinde Yaygın Bir Din Eğitimi Faaliyeti Olarak Tasavvuf’, Uluslararası Globalleşme Sürecinde Kırgızistan’da Din Bilimleri ve Ahlak Bilgisi Öğretiminin Meseleleri Sempozyumu, Bişkek 2008.

, “Orta Asya’da Bazı Dini-Tasavvufi Gelenekler”, EKEV Akademi Dergisi, S.-35, Erzurum 2008.

, Silsile” md., DİA, c.37, İstanbul 2009.

, “Silsile” md., DİA, İstanbul 2009, C.37.

, “Orta Asya’da Tasavvuf’, Orta Asya’da İslam Temsilden

Fobiye, Ed.: Muhammed Savaş Kafkayalı, Ahmet Yesevi Üniversitesi Yay., Ankara- Türkistan 2012, C.I.

, “Yeseviyye” md., DİA, İstanbul 2013, C.43.

, Zikir ve Tefekkür, Hacegan Yay., İstanbul 2013.

, “Kırgızistan Tarih ve Kültüründe Tasavvuf’, Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, S.36, İstanbul 2015.

, “Kırgızistan Tarih ve Kültüründe Tasavvuf’, Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, S.36, İstanbul 2015.

, Bahaeddin Nakşibend Hayatı, Görüşleri, Tarikatı, İnsan Yay., 6.baskı, İstanbul 2015.

Tursunov, İslambek, “Turkistan va Taşki Dunya”, Ed.: Otkir Haşimov, Şark Yulduzu Dergisi, S.7., Taşkent 1992.

Tûsî, Ebu Nasr Serrac, el-Lüma’ İslam Tasavvufu, çev.: H. Kamil Yılmaz, Altınoluk Yay., İstanbul 1996.

Türer, Osman, “Biat” md., DİA, İstanbul 1992, C.6.

Uludağ, Suleyman, “Hâdim” md., DİA, İstanbul 1997, C.15.

, “Sohbet” md., DİA, , İstanbul 2009, C.37.

, “Takvâ” md., DİA, İstanbul 2010, C.39.

Usmanhocaev, Amirsaidhan, Dinimiz Fidailari, Taşkent İslam Enstitüsü Yay., Taşkent 2011.

Usmanov, İbrahim, Tasavvuf, Taşkent İslam Enstitüsü Yay., Taşkent 2012.

W.Barthold, Kırgızlar, çev.: Ufuk Deniz Aşçı, Kömen Yay., İstanbul 2002.

W.Bartold, “Mâverâünnehir”, İA, Ankara, c.VII.1978.

Wubulı, Abudurehemu, Doğu Türkistan Medreselerinde İslam Düşüncesi- Sufi Allahyar’ın Sebatu’l-Âcizim Adlı Eseri Ekseninde İnceleme, AÜSBEİF, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2015.

Yassavi , Ahmad, Hikmatlar, Gafur Gulam Yay., Taşkent 1991.

Yazıcı, Tahsin, “Nakşibend”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1964, C.9.

Yılmaz, H. Kamil, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Yay., 16.Baskı, İstanbul 2013.

Yuldaşov, Talibcan, Mergilan (Merginan), Özbekistan, (d.1975), tarikat üyesi.

Ziyayev, Hamid, Tarih Ötmiş va Kelajak Közgusi, “Gafur Gulam” Yay., Taşkent 2000.

 



[1] Yakut el-Hamevî, Mu ’cemu ’l-Buldân, thk, Ferid Abdulaziz Cündî, Beyrut 1990, c.II, s. 401-492; Osman Gazi Özgüdenli, “Mâverâünnehir” md, DİA, İstanbul 2003, C.28, s. 177; W.Bartold, “Mâverâünnehir”, İA, Ankara 1978, c.VII, S. 408.

[2]  Anonim, Hudud’ul- alam min al-maşrik ila’l-mağrib,   H.372/ M.982-983. Çev. Omonillo Boriyev,

Özbekiston Yay., Taşkent 2008, s. 11.

[3]  Richard Nelson Frye, Orta Çağın Başarısı Buhârâ, çev.: Hasan Onat, Ahmet Yesevi Üniversitesi Yardım Vakfı Bilig Yay., Ankara 2003, s. 11-13.

[4] Adhamjan Aşirov, Özbek Halkining Kadimiy Etikad va Marasimlari, Alişer Navai Yay., Taşkent 2007, s. 4-5.

[5]  Zahir A’lam, Kadimgi Tarihçilar Orta Asya Hakida, Terma Parçalar, Yurist Media Markazi Yay., Taşkent 2008, ss. 170-171.

[6]  Abu Bakr Muhammad İbn Ca’far an-Narşahi, Buhara Tarihi, çev.: A. Rasulev, Fan Yay., Taşkent 1966, s. 7.

[7]   Cafer Muhammed bin Cerir bin Yezid el-Taberî, Merviyyâti Hilafeti Muaviya, haz.: Halid b. Muhammad el-Gays, Dar’ul-Andalus Yay., Cidde H.1420/ M.2000, s. 262.

[8]  Hamilton Alexander Roskeen Gibb, Orta Asya’da Arap Fetihleri, çev.: Hasan Kurt, Çağlar Yay., Ankara 2005, s. 33-34.

[9] Abu Mansur as-Saâlabî, Kitâb Latâif al Maârif, çev.: İsmatulla Abdullayev, Fan Yay., Taşkent 1987, s. 73-74.

[10] an-Narşahi, a.g.e., s. 77.

[11] Seyfettin Erşahin, İslam Tarihini Anlama Kılavuzu, Otto Yay., Ankara 2017, s. 213-214.

[12] an-Narşahî, a.g.e., 78; Ramazan Şeşen, İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Bilge Kültür Yay., 1. Baskı, Ankara 1985, s. 3.

[13] Frye, a.g.e., s. 39.

[14] Taberî, a.g.e., VI, 464, VII, 176; Hasan Kurt, Orta Asya ’nın İslamlaşma Süreci (Buhara Örneği), Fecr Yay., Ankara 1998, s. 144.

[15] an-Narşahi, a.g.e., s. 7.

[16] Böribay Ahmedov, Özbekistan Tarihi Manbalari, Ökituvçi Yay., Teşkent 2001, s. 44.

[17]  an-Narşahî, a.g.e., s. 78; Amirsaidhan Usmanhojayev, Dinimiz Fidaileri, Taşkent İslam Üniversitesi Yay., Taşkent 2011, s. 18.

[18]  Bernd Radtke, “Horasan ve Mâverâünnehir’de Din Alimleri ve Mutasavvıflar”, çev.: Ergin Ayan, USAD, The Journal of International Social Research, Volume 2/9, Fall 2009, s. 367.

[19] Yevgeniy Eduardoviç Bertels, Sufizm i Sufiyskaya Literatura, Moskova 1965, s. 53.

[20] Şayh Muhammad Sadik Muhammad Yusuf, Tasavvuf Haqida Tasavvur, Şark Yay., Taşkent 2011, s. 4.

[21] Ali Bolat, “Tasavvufun Doğuşu”, Tasavvuf El Kitabı, Ed.: Kadir Özköse, Grafiker Yay., Ankara 2012, s. 109.

[22] Abdulkerim el-Kuşeyrî, er-Risâletu ’l-Kuşeyrî, Beyrut 1993, s. 280.

[23] Tacu’l-İslam Ebu Bekir Muhammed el-Kelâbâzî, et-Taarruf li-Mezhebi Ehli’t-Tasavvuf,(Tah. Mahmud Emin en-Nevevi), el-Mektebetu’lEzheriyyetu li’t-Turas, Kahire 1992, s. 27; Kelabazi, Doğuş Devrinde Tasavvuf Ta’arruf, haz.: Süleyman Uludağ, İstanbul 1992, s. 57

[24] Ali b. Muhammed es-Seyyid eş-Şerif el-Curcanî, Kitâbu ’t-Tâ ’rifât, thk.: Abdulmun’im el-Hafnî, Dar’ur-Reşad Yay., Kahire ts, s. 68.

[25]   Kuşeyrî, a.g.e., s. 280.

[26] Mahmud Hasaniy, Mavjuda Razzakova, Hajagan Tarikati va Haja Hasan Andakiy, Özbekistan Yay., Taşkent 2003, s. 8.

27    Zamira Ahmedova, Türkler Arasında İslamiyetin Yayılmasında Tasavvufun Rolü, Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Ankara 2006, s. 31.

28 Hasan Kamil Yılmaz, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikarlar, Ensar Yay., İstanbul 2013, s. 240-264.

[29] Hace Abdulhalık Gücduvani, Makamatı Yusuf Hamedani, çev.: Sayfiddin Sayfullah, Nadirhan Hasan, Ed.: İbrahim Hakkul, Yangi Asr Avladi Yay, Taşkent, 2003, s-7.

[30] Necdet Tosun, Bahaeddin Nakşibend Hayatı, Görüşleri, Tarikatı, İnsan Yay., 6.baskı, İstanbul 2015, s. 31.

[31] Abdulmecid b. Muhammed Hânî, el-Hadaiku’l-verdiyye f hakâiki ecilâi-n-Nakşbendiyye, Kahire 1890, s. 8-9.

[32] Hamid Algar, “Hacegan” md., DİA, İstanbul 1996, C.14, s. 432.

[33] Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ağaç Kitabevi Yay., 5.Baskı, İstanbul 2009, s. 238-239.

[34]  Selaheddin b. Mubarek el-Buharî, Enîsü’t-Tâlibîn ve ‘Uddetu’s-Sâlikîn, çev.: Suleyman İzzî, Bahriye Yay., İstanbul 1328; Tahsin Yazıcı, “Nakşibend”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1964, C.9, s. 54.

[35] Sadriddin Salim Buhariy, Dilda Yar (Hazrat Bahauddin Nakşband), Gafur Gulam Namidagi Adabiyat va Sanat Yay., Taşkent 1993, ss. 2-3.

[36]  Abulmuhsin Muhammad Bakir İbn Muhammad Ali, Bahauddin Balagardan, çev.: Mahmudhan Mahdum Hasanhan Mahdum oğlu, Yazuvçi Yay., Taşkent 1993, s. 8.

[37] Alişer Nevai , Nasaimu ’lMuhabbat, Fan Yay., Taşkent 2001, s. 131.

[38] Hamidjan Hamidiy, Tasavvuf Allamalari, Şark Yay., Taşkent 2009, s. 117.

[39]  N.Tosun, 2015, s. 98.

[40] Hamid Algar, Nakşibendîlik, İnsan Yay., İstanbul 2007, s. 441.

[41] Abdulhâlik Gücduvanî, Hacegân tarikatının meşhur yedi pirinden ilkidir. “Hâce-i Cihan” ismi ile de meşhur olmuştur. Abdulhâlik Gücduvanî’nın babası Anadolu’nun Malatya kentinde ikamet eden, İmam Malik neslinden olan İmam Abdulcemil’dir. (Sadriddin Salim Buhariy, Samad Azimov, Buyuk Gujduvoniylar, Buhara Yay., Buhara, 2006, s. 16.)

[42] İ.Hakkı Bursevî, Kitâbu ’l-Hitâb, sad.: İ.Turgut Ulusoy, Hisar Yay., İstanbul 1975, s. 243.

[43]  Özbekistan İslam Ansiklopediyasi, “Alauddin Attar” md., ed.: Zuhriddin Husniddinov, “Davlat İlmi” Yay., Taşkent 2004, s. 36.

[44]  Sultanmurat Alim, “Bahauddin Nakşband Hamda Nakşbandiyya Tarikatining İslam Alamidagi Örni, Mavkei va Ahamiyati”, Globallaşuv Şaraitida Tarikat: Talimat va Uslublar, Tahlil va Hulasalar, ed.: İ.Usmamov, Mavaraunnahr Yay., Taşkent 2014, s. 180.

[45] S.Alim, a.g.m., s. 181.

[46] Hamid Ziyayev, Tarih Ötmiş va KelajakKözgusi, Gafur Gulam Yay., Taşkent 2000, s. 55.

[47] İbn Muhammad Ali, a.g.e., s. 55.

[48] A.Nevai, a.g.e., s. 5.

[49] A.Abdullayev, a.g.e., s. 107.

[50] A.Nevai, a.g.e., s. 120.

[51] A.Abdullayev, a.g.e., s. 177.

[52] Ahmad Yassavi , Hikmatlar, Gafur Gulam Yay., Taşkent 1991, s. 166.

[53]  Ahmet Cahid Haksever, Ya ’kûb-ı Çerhî Hayatı, Eserleri ve Tasavvuf Anlayışı, İnsan Yay., İstanbul 2009, s. 48-50.

[54] Ali b. Hüseyin Vâiz el-Kâşifî Safî, Reşahât-ı Aynü’l-Hayât, ter. Mehmed Rauf Efendi, İstanbul 1291

(taş baskı), s. 32-40; Necdet Tosun, “Nakşibendiyye” md., DİA, İstanbul 2006,              C.32, s. 342;

A.C.Haksever, a.g.e., s. 51.

[55] Ya’kub b. Osman b. Mahmûd b. Muammet Gaznevî Serrezî Çerhî, Risâle-i Ünsiyye, tash. Muhammet Nezir Ranchâ, Merkez-i Tahkikât-ı Farisî İran u Pakistan, İslamabad 1983, s. 26-30.

[56] Sâfî, ag.e., s.50; Hamid Algar “Hacegan”, DİA, İstanbul 1996, C.14.

[57] Nasafiy, Hazrat Bahauddin Nakşband, çev.: Mahkam Mahmud Andicaniy, Taşpoligrafkombinat Yay., 1993 Taşkent. s. 21.

[58] Nasriddin Muhammadiev, Süleyman Merdanoğlu, Özbekistan Kılavuzu, Repa Yay., Ankara 1997, s. 216-217.

[59] Nematilla İbrahimov, İbn Battuta va Uning Orta Asyaga Sayahati, “Şark Bayazi” Yay., Taşkent 1993, s. 73-74.

[60] Nasafiy, a.g.e., s. 22-23.

[61] S.Salim Buhariy, 1993a, s. 13-15.

[62] H.Hamidiy, a.g.e., s. 47-48.

[63] Kemaleddîn Hanrîzâde, Tıbyânu Vesâili’l-HakâikfiBeyân-i Selâsili’t-Tarâik, Millî Kütüphane Mikrofilm Arşivi, No: C441, c.III, vr.200b.

[64] Bilal Aminov,Tolkin Rasulev, Acdadlarimiz Nidasi, “Adolat” Yay., Taşkent 1993, s. 61.

[65] N.Tosun, 2015, s. 109.

[66] Özbekistan Milliy Ensiklopediyasi, a.g.md., s. 176.

[67] Vahit Göktaş, HicriIV Asır Buhârâ’da Tasavvuf Kelabazî Örneği, Meydan Yay., İstanbul 2008, s. 35.

[68] Aziz Kayumov, “Alişer Navoiy va Nakshbandiyya Ta ’limoti”, (http://kh-davron.uz/kutubxona/alisher- navoiy/aziz-qayumov-alisher-navoiy-va-naqshbandiya-talimoti.html E.T.: 10.10.2016).

[69] A.C.Haksever, a.g.e., ss. 50-51.

[70]  Seyfettin Erşahin, Kırgızlar ve İslamiyet Göçebe bir Türk Boyunun İslamlaşma Tarihi Üzerine Bir Deneme, S/E/K. Yay., Ankara 1999, s. 60-62.

[71] Ali Cusubaliev, Kırgızdardın Musulmandaşuu Tarıhı, TVD ve OşDÜ İlahiyat Fakültesi Yay., Bişkek 2016, s. 197.

[72] W. Barthold, Kırgızlar, çev.: Ufuk Deniz Aşçı, Kömen Yay., İstanbul 2002, s. 9.

[73] Vahit Göktaş, “Kırgızistan’da Tasavvufî Durum”, A ÜİFD, S.54:2, Ankara 2013, s. 161.

[74] Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara 1981, s. 56.

[75] S.Erşahin, a.g.e., s. 62-63.

[76]  Necdet Tosun, “Kırgızistan Tarih ve Kültüründe Tasavvuf’, Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, S.36, İstanbul 2015, s. 115.

[77]  Necdet Tosun, “Orta Asya’da Tasavvuf’, Orta Asya’da İslam Temsilden Fobiye, Ed.: Muhammed Savaş Kafkayalı, Ahmet Yesevi Üniversitesi Yay., Ankara-Türkistan 2012, C.I, s. 433.

[78] Amirsaidhan Usmanhocaev, Dinimiz Fidailari, Taşkent İslam Enstitüsü Yay., Taşkent 2011, s. 57-68.

[79] Tarikat ismi

[80] Kadiriyye

[81] Miyan-Farsça orta demektir. İmam Rabbani soyundan gelenler tarafından kullanılan özel isimdir.

[82] Mevlüd okutmuştur. Yemekli Mevlüd’e <<Aruz>>denilmiştir.

[83] Nakşbendiyye

[84] Sultaniyye (Yeseviyye)

[85] Sühreverdiyye

[86] Cehriyye

[87] Nil Sergeeviç Likoşin, Taşkent İşanları, çev.: Habibullahan Kasimov, Ruhafza Yay., Taşkent 1996, s. 5-20.

[88] Satıbaldı Mambetaliev, Sufizm jana Anın Kırgızstandagı Agımdarı, Frunze 1972, s. 26.

[89] Eyüp Baş, “Orta Asya İslam Kültür ve Medeniyet Tarihinde Hokand Hanlığı” Orta Asya’da İslam Sempozyumu, 20-21 Mart 2004 Oş, s. 189.

[90]  Alexandre Bennigsen, Chantal Lemercier Quelquejay, Suf ve Komiser Rusya ’da İslam Tarikatları, çev.: Osman Türer, Akçay Yay., Ankara 1988, s. 17.

[91] Baymirza Hayit, Türkistan Devletlerinin Milli Mücadeleleri Tarihi, Türk Tarihi Kurumu Yay., Ankara 1995, s. 63.

[92] İslambek Tursunov, “Turkistan va Taşki Dunya”, Ed.: Otkir Haşimov, Şark Yulduzu Dergisi, S.7., Taşkent 1992, s. 181.

[93] Şarasul Şarahimov, Afrasiyabga Sayahat, Yaş Gvardiya Yay., Taşkent 1979, s. 7.

[94] S.Erşahin, a.g.e., s. 87.

[95] İşan(Eşan, jlAil): Molla, Şeyh, dindarlar arasında belli bir makama sahip olan şahıslar.

Özbek Tilining İzohli Lugati, ÖzFA, Ed.:Z.M.Magrufova, Cilt 2, Russkiy Yazık Yay., Moskova 1981, s. 458.

[96] Nil Sergeeviç Lıkoşin, Pol Jizni v Turkestane, Oçerki Bıta Tuzemnogo Naseleniya, Petrograd 1916, s. 156.

[97]  Necdet Tosun, “Orta Asya ve Kırgızistan Tarihinde Yaygın Bir Din Eğitimi Faaliyeti Olarak Tasavvuf’, Uluslararası Globalleşme Sürecinde Kırgızistan ’da Din Bilimleri ve Ahlak Bilgisi Öğretiminin Meseleleri Sempozyumu, Bişkek 2008, s. 363.

[98] S.Erşahin, a.g.e., s. 128.

[99] S.Erşahin, a.g.e., s. 156.

[100] S.Erşahin, a.g.e., s. 170.

[101] Shirin Akiner, Sovyet Müslümanları, çev.: Tufan Buzpınar, Ahmet Mutu, İnsan Yay., İstanbul 1995, s.

242.

[102] Mustafa Erdem, Kırgız Türkleri Sosyal Antropoloji Araştırmaları, ASAM Yay., Ankara 2000, s. 21.

[103]  Alexandre Bennigsen, Chantal Lemercier Quelquejay, Stepte Ezan Sesleri, Sovyet Rejimi Altındaki İslam’ın 400 Yılı, çev.: Nezih Üzel, Selçuk Yay., İstanbul 1981, s. 173-180.

[104] Narodnıy Komissariyat Vnutrennnih Del (İçişleri Halk Komiserliği).

[105] Komitet Gosudarstvennoy Bezopasnosti (Devlet Güvenlik Komitesi).

[106] Ata-Beyt mezarlığında ortaya çıkarılan 138 kişiye ait toplu mezarda içinde DNA testiyle doğrulanan Türk Dünyasının güçlü yazarı Cengiz Aytmatov’un 9 yaşındayken son kez gördüğü 1937 de KGB ajanlarınca götürülen 38 yaşında öldürülen babası Törekul Aytmatov’a ait olduğu öğrenilmiştir. Ayrıca Kırgızistan Milli alfabesinin mimarı ve doğu bilimleri âlimi Kasım Tınıstanov ve Orta Asya’nın yetiştirdiği en büyük âlim ve Turan Birliği’nin savunucularından olan Bayalı İsakeyev, A.Jienbayev, Abdıkadır Orazbekov, Erinbek Esenamanov ve diğerleri.

1938 yılında 138 kişinin kurşuna dizilerek üzerleri toprakla kapatılan kurbanların çoğu Kırgız Türklerine ait 19 ayrı milliyete sahip oldukları da tespit edilmiştir. Katliam bugünkü Bişkek şehrinin yaklaşık 30km dışında bulunan Ala Dağların eteğindeki tuğla ocağında gerçekleştirilmiştir. 1938’deki bu katliamın tanığı Tuğla ocağı bekçisi Hıdır Aliyev. Aliyev 80 yaşına gelince uygun şartlar olduğunda herkesin bilmesi için kızına vasiyet etmiştir. Bu sır 1991 yılında tam bağımsızlığını kazanan Kırgızistan Cumhuriyetinin ilan edilmesinden sonra 1993 yılında kızı tarafından Kırgız hükümetine iletilmiştir.

Kırgızistan’ın ilk Cumhurbaşkanı, devrik lider Askar Akayev bu durumu bizzat görev edinerek 1993 yılında bir kazı başlatılması için gerekli izni ve kararı çıkarmıştır. Kazılar sonucunda bulunan toplu mezarda 138 ceset ve binlerce mermi kovanı bulunmuştur.

Bu durum karşısında devrik lider Akayev, 1936-1938 yıllarına ait tüm KGB arşivlerinin taranmasını emretti. Yapılan arşiv araştırmaları ve DNA testleri sonucunda iki kadın cesedi dışında herkesin isimleri belirlenmiştir.

Uzmanlar tarafından mezarda çoğunluğu Kırgız Türkü olmak üzere, Uygur, Tatar, Kazak, İranlı, Alman ve Çinli asıllı dönemin Sovyet vatandaşları olduğunu rapor ettiler. Hükümet komisyonu KGB arşivlerinden burada yatanların bazılarının neden, ne şekilde cezalandırılarak öldürüldüğü ile kimlik tanımı yapılamayan bazılarının ismiyle iki kadın cesedinin isimlerine ulaşılamadı.

[107] Nazırlığın gayesi Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerindeki (SSC) Müslümanların iman ve ibadetlerine ait meselelerle ilgilenmek, ortada kardeşçe yaşamaları için tebliğlerde bulunmak, sevgi ve sadakatli olmaları için terbiye etmektir.

[108] S.Erşahin, a.g.e., s. 137.

[109] A.Bennigsen, Ch. L.Quelquejay, a.g.e., s. 59.

[110] S.Erşahin, 1999, s. 372.

[111] A.Bennigsen, Ch.L.Quelquejay, a.g.e., s. 79-80.

[112] Ahmad Abdullayev, Tasavvuf va Uning Namayandalari, Ed.: Najmiddin Kamilov, Termiz 2007, s. 20.

[113] Necdet Tosun, “Orta Asya’da Tasavvuf’, Orta Asya’da İslam Temsilden Fobiye, Ed.: Muhammed Savaş Kafkayalı, Ahmet Yesevi Üniversitesi Yay., Ankara-Türkistan 2012, C.I, s. 514.

[114]   Bahtiyar Babadjanov, “Husayniya” md., İslam na territorii bıvşey Rossiyskoy imperii, Ensiklopediçeskiy slovar, Ed.: S.M.Prozorova, Vostoçnaya Literatura Yay., Moskova 2006, C.1, s. 98.

[115]    Ashirbek Muminov, Sufiyskie Gruppy v Sovremennom Kazakstane, Y.T.10.07.2010. http://kazislam.kz/ru/qazaqstandagy-islam/vnutrennie-kategorii/islam-zh-nindegi-zertteuler/item/5614- cufijskie-gruppy-v-sovremennom-kazakhstane E.T.26.11.17.

[116] B.Babadjanov, a.g.md., s. 99.

[117] Najmiddin Kamil, “Maksad-Hakka Yetişmak”, Tafakkur Jurnali, Ed.: Erkin Azam, S.17., Taşkent 1998, s. 50.

[118] Najmiddin Kamilov, Tasavvuf, Mavaraunnahr Yay., Taşkent 2009, s. 239-241.

[119] N.Kamilov, a.g.e., s. 258.

[120] Hacı Ahmadcan Babamurad, Nacad Yolu, Ed.: Haydarhan Yuldaşhocayev, İslam Enstitüsü Yay., Taşkent 2016, s. 24-25.

[121] H.A.Babamurad, a.g.e., s. 27-28.

[122] Darmanali Niza, Nacmiddin Sayfiddin, Risala-i Nakşbandiyya, Oş Kazıyat Yay., Oş 2017, s. 24.

[123] B.Babadjanov, a.g.md., s. 99.

[124] İbrahim Polatov, Nemengan, Özbekistan, (d.1968), Tarikat üyesi.

[125]  Silsile Arapça bir kelime olup zincir anlamındadır. Birbirine bağlı, birbiriyle ilgili şeylerin art arda veya yan yana dizilerek meydana getirdiği sıra, dizi, soy kütüğü, şecere, rütbe ve mevki yönünden bir sınıf içindeki derecelenme gibi anlamlara gelir. Silsileyi oluşturan isimlerin yazılı olduğu belgeye silsilename veya tomar denilmiştir. Bir tarikata veya çeşitli tarikatlara ait silsilelerdeki isimlerin geniş olarak anlatıldığı eserlere de bu adlar verilmiştir. (Necdet Tosun, “Silsile” md., DİA, C.37, İstanbul 2009, s. 206.)

Tasavvufta ise manevî öğretmenler zinciri demektir. Bu silsilenin en başında Hz. Muhammed (s.a.v.) vardır. İlk zamanlar şifahî olarak zikredilen silsile, daha sonra yazılı hâle getirilmiştir. Tarikatlar silsilelerini beyan eden eserler yazılmıştır. Bu eserlere “silsilename"”, “silsiletü ’z-zeheb” (Altın Silsile) adı verilmiştir. Bir tarikatın şeyhlerinin adlarını ihtiva eden liste oluşturarak nesilden nesle aktarmışlardır. (Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ağaç Kitabevi Yay., 5.Baskı, İstanbul 2009, s. 574.)

[126]  Burhancan Tairov (d.1956), Angren, Taşkent, Özbekistan, Tarikat üyesi. Yukarıdaki “Piran Tarikat” adlı Hüseyniyye Kolu silsilesini şahsından alınmıştır. Bu silsile Hazret İbrahimcan İşan tarafından müritlerine verilmiştir.

[127] Masatoshi Kisaich, Popular Movements and Democratization in the Islamic World, Routledge 2007, s. 224.

[128]  Ashirbek Muminov, Silsila Ordena Nakshbendi Vetvii Mujaddidi, Y.T. 07.10.2014. http://e- islam.kz/ru/dinaralyq-unqatysu/vnutrenme-kategorii/alemdik-dinder-sezi/sezi3/itemlist/date/2014/10/7 E.T.: 28.03.16

[129]    Nakshbandi eto:      Chto Takoe Nakshbandii? : Slovari i Ensiklopedii na Akademike,

https://dic.academic.ru/dic.nsf/ruwiki/278261 , E.T.: 29.03.16

[130]  K.T. Kusainova, “Sovremennıe Sufiyskie Gruppı v Kazahstane”, Sovremennıe Problemi Stran Vostoka, İzvestiya NAN RK, Seriya Obşestvennıh Nauk, No:2, Almata 2009, s. 72-73.

[131] Ashirbek Muminov, Uygun Gafurov and Rinat Shigabdinov, “Islamic Education in Soviet and Post Soviet Uzbekistan”, İslamic Education in the Soviet Union and its Succesor States, Eds.: Michael Kemper, Raoul Motika and Stefan Reichmuth, Routledge Taylor & Francis Gruop, London and New York 2010, s. 272.

[132] İnayatulla Hidayet (d.1966) ile yapılan röportajdan, (30 Eylül 2017), tarikat üyesi.

[133] V.Göktaş, a.g.m., s. 166.

[134] V.Göktaş, a.g.m., s. 167.

[135]    Ashirbek Muminov, Sufiyskie Gruppy v Sovremennom Kazakstane, Y.T.10.07.2010. http://kazislam.kz/ru/qazaqstandagy-islam/vnutrennie-kategorii/islam-zh-nindegi-zertteuler/item/5614- cufijskie-gruppy-v-sovremennom-kazakhstane E.T.26.11.17.

[136]  B.Babadjanov, a.g.md., s. 98.

[137]    Ashirbek Muminov, Sufiyskie Gruppy v Sovremennom Kazakstane, Y.T.10.07.2010. http://kazislam.kz/ru/qazaqstandagy-islam/vnutrennie-kategorii/islam-zh-nindegi-zertteuler/item/5614- cufijskie-gruppy-v-sovremennom-kazakhstane E.T.26.11.17.

[138] Mahmutcan Alimcanov (d.1947) ile Özgen, Oş, Kırgızistan’da yapılan röportajdan (14 Eylül 2017), tarikat üyesi.

[139] Kurbanali Ahmedov (d. 1955) ile yapılan röportajdan (28.06.2018), tarikat önderi.

[140] İnayatulla Hidayet (d.1966) ile yapılan röpartajdan (30 Eylül 2017), tarikat üyesi.

[141]  Kurbanali Ahmedov (d.1955) ile Fatih, İstanbul, Türkiye’de yapılan röportajdan (12 Eylül 2016), tarikat önderi.

[142]    Ashirbek Muminov, Sufiyskie Gruppy v Sovremennom Kazakstane, Y.T.10.07.2010. http://kazislam.kz/ru/qazaqstandagy-islam/vnutrennie-kategorii/islam-zh-nindegi-zertteuler/item/5614- cufijskie-gruppy-v-sovremennom-kazakhstane E.T.26.11.17.

[143] B.Babadjanov, a.g.md., s. 99.

[144] İbrahim Polatov (d.1968) ile yapılan röportajdan (1 Ekim 2017), tarikat üyesi.

[145] Bahriddin Ahrarov Bahramoğlu (d.1973) ile Kuala Lumpur, Malezya’da yapılan röportajdan, (25 Şubat 2017), tarikat üyesi.

[146]  12 Hayvanlı Eski Türk takvimi: Sıçan, Sığır, Pars, tavşan, balık, yılan, at, koyun, maymun, tavuk, köpek ve karageyik (yaban domuz).

[147]  Anonim, Hazratİbrahimcan Eşan (k.s.) Hayatlari, trs, s. 2.

[148]  Abdumannan Abduraşidov (d.1970) ile yapılan röpartajdan, (14 Kasım 2014) Akkorgan, Fergana, Özbekistan sakini.

[149] Bahriddin Ahrarov Bahramoğlu (d.1973) ile Kuala Lumpur, Malezya’da yapılan röportajdan (25 Şubat 2017), tarikat üyesi.

[150]  Anonim, Hazratİbrahimcan Eşan (k.s.)..., a.g.e., s. 5.

[151]    Barno Anvar, Kalbi Allah Koli Mehnatda ötgan İbrahim İşan, Y.T. 16.02.2014. https://www.ozodlik.org/a/25265920.html E.T. 16.10.16.

[152]  Hoca, Töra ve Said (Seyyid): Maveraünnehir bölgesinde geçmişten günümüze kadar dört halife soyundan gelenlere verilen özel isim. Ellerinde yazılı belge bulundurma şartı vardır. Özellikle erkek isimlerine Han, Töra, Said ve Hoca eklenir.

[153] Anonim, Hazratİbrahimcan İşan (k.s.)..., a.g.e., s. 3-4.

[154] Muhammed Talgat Fahriddin, Piri Bardın Ne Kamı Bar, Cedel Basu Yay., Almata 2015, s. 187.

[155] Anonim, Hazratİbrahimcan İşan (k.s.)..., a.g.e., s. 5.

[156] Anonim, Hazratİbrahimcan İşan (k.s.)..., a.g.e., s. 5.

[157] Eski Sovyetler Birliğinde tarım üretim kooperatifi.

[158] Bahtiyar Babadjanov, “İbrahim Hazrat”, İslam na territorii bıvşey Rossiyskoy imperii: Ensiklopediçeskiy Slovar’, Ed.: S.M.Prozorov, Vost. Lit. Yay., Moskova 2006, s. 655.

[159] İnayatulla Hidayet (d.1966) ile yapılan röportajdan, (2 Ekim 2017) tarikat üyesi.

[160] Bahriddin Ahrarov Bahramoğlu (d.1973) ile Kuala Lumpur, Malezya’da yapılan röportajdan, (25 Şubat 2017), tarikat üyesi.

[161] Anonim, Hazratİbrahimcan İşan (k.s.)..., a.g.e., s. 3.

[162] Anonim, Hazratİbrahimcan İşan (k.s.). , a.g.e., s. 15.

[163] B.Babadjanov, a.g.md., s. 655.

[164]  Mektep ders programı tasavvuf şeyhleri, özellikle Nakşbendiyye şeyhlerinin hayatı, yaşam tarzı hakkındaki kitaplar okutulur. Tarikat pirlerinin nasihat bazında söylediği hikmetler şerh edilir. Manevî terbiyeye ait kitaplar okutulur. Arapça ve Farsça öğretilir. Günümüz tasavvuf dersinde ilmi araştırmalar okutulur. Özbekistan’da yetişmiş mutasavvıf âlimler Aziz Kayumov, Arif Usman, Najmiddin Kamilov, Hamidjan İslamî, Sadriddin Salim Buharı, Abdugafur Razzak Buharı, B.Babajanov, E.Karimov; Rusya’lı âlimler O.Akimuşkin, E.Bertels, N.Semenov, A.Hismayulin; Türkiye’li alimler Necdet Tosun, Mahmud Esad Coşan, Hasan Kamil Yılmaz; Batı’lı Müsteşriklerden Yu. Paul, J.Gross, J.Trimingem gibi ilmi araştırmalar okutulur.

[165]  Burhancan Tairov (d.1956) ile Keneş, Oş, Kırgızistan’da yapılan röportajdan (16 Ağustos 2017), tarikat üyesi.

[166] Anonim, Şayh İbrahimcan İşan (k.s.)..., a.g.e., s. 1.

[167] İnayatulla Hidayat (d.1966) ile yapılan röportajdan (2 Ekim 2017), tarikat üyesi.

[169] Mahmutcan Alimcanov (d.1947) ile Özgen, Oş, Kırgızistan’da yapılan röportajdan (14 Eylül 2017), tarikat üyesi.

[170]  Burhancan Tairov (d.1956) ile Keneş, Oş, Kırgızistan’da yapılan röportajdan (16 Ağustos 2017), tarikat üyesi.

[172] M.T.Fahriddin, a.g.e., s. 127.

[173] Said- Seyyid.

[174] M.T.Fahridin, a.g.e., s. 127-129.

[175] M.T.Fahridin, a.g.e., s. 140-141.

[176]    Şeyhlerin eşlerine İşanay (İşan-Ay) diye hitap edilmekte.

[177] M.T. Fahriddin, a.g.e., s. 141.

[178] M.T. Fahriddin, a.g.e., s.142.

[179] M.T. Fahridin, a.g.e. s. 144.

[180] M.T.Fahridin, a.g.e., s. 144-145.

[181] Camil Taşkendi 57 no’lu ev.

[182] M.T.Fahridin, a.g.e., s. 146-147.

[183] Şeyh Kurbanali Ahmed (d.1955) ile Fatih, İstanbul, Türkiye’de yapılan röportajdan (12 Eylül 2016), tarikat önderi.

[187] M.T. Fahridin, a.g.e., ss. 144-145.

[188] M.T.Fahriddin, a.g.e., ss. 151-154.

[189] M.T.Fahriddin, a.g.e., s. 154-157.

[190] M.T.Fahriddin, a.g.e., ss. 158-159.

[191]

A. Nevaı, a.g.e., s.

[192] N.Tosun, 2015, s. 395.

[193] N.Tosun, 2015, s. 397.

[194] A.C.Haksever, 2014, s. 21.

[195] Barno Anvar, Kalbi Allah Koli Mehnatda ötgan İbrahim İşan, Y.T. 16.02.2014. https://www.ozodlik.Org/a/25265920.html E.T. 16.10.16.

[197] Zahiriddin Muhammad Babür, Baburnama, Fan Yay., Taşkent 1960, s. 64.

[198] Abdisadik İrisov, Buhara Halkining Hasratli Tarihi, Y.T. 01.04.2018. http://kh- davron.uz/kutubxona/uzbek/amir-sayyid-olimxon-buxoroning-hasratli-tarixi.html E.T. 22.06.2018.

[199] İbrahim Polatov (d.1968) ile yapılan röportajdan (22.06.2018), tarikat mensubu.

[200] Barno Anvar, Kalbi Allah Koli Mehnatda ötgan İbrahim İşan, Y.T. 16.02.2014. https://www.ozodlik.Org/a/25265920.html E.T. 16.10.16.

[201] Abdusalam Ergaşov (d.1948) ile yapılan röportajdan (6 Ekim 2017), Hukukçu.

[202] N.Tosun, 2015, s. 379.

[203] N. Tosun, 2015, s. 380.

[204]    İbrahim Polatov (d.1968) ile yapılan röpartajdan (12.06.2017), tarikat üyesi.

[205] Ahmet Cahid Haksever, Tasavvufu Anlama Kılavuzu, Otto Yay., Ankara 2017, s. 108-110.

[206] Yaşar Bedirhan-Saide Saipova, “Sovyetler Birliği Zamanında Geleneksel Ve Dini Hayatın Korunmasında Orta Asyalı Müslüman Kadının Rolü”, Journal of Social And Humanities Sciences Research (JSHSR), Vol:5/Issue:18, 2018, s. 361-362.

[207] Y.Bedirhan, S.Saipova, a.g.m. s. 364.

[208] Momuncan İsabaev (d.1947) ile Özgen, Oş, Kırgızistan’da yapılan röportajdan (18 Ağustos 2017).

[209] Talibcan Yuldaşov (d.1975) ile yapılan röportajdan (5 Ekim 2017), tarikat üyesi.

[210] Abdusalam Ergeşov (d.1948) ile yapılan röportajdan (6 Ekim 2017), gazeteci.

[211] Talibcan Yuldaşov (d.1975) ile yapılan röportajdan (5 Ekim 2017), tarikat üyesi.

[212] N.Kamil, 1998, s. 66

[213] İsmail b. Hammad Cevheri, es-Sıhah, Tâcü'l-Lüğa ve Sıhâhu'l-Arabiyye, thk.: Ahmed Abdulgafur Attar, Dar’ul-İlm Lilmilliyn Yay., Beyrut 1990, c.I, s. 1189.

[214] Felah Hasan Sâlim Cebûri, el-Ahdü ve ’l-Bey ’âtü inde’s-Sâdâti’s-Sûfiyye, Beyrut 2006, s. 11; Osman Türer, “Biat” md., DİA, C.6, İstanbul 1992, s. 124.

[215]  Kurbanali Ahmed İşan, https://www.youtube.com/watch?v=QKjkjY-pUh0 Y.T. 11.11.2015. Baar K₺ıny (nipre «on öepy). Xa3İpeTİ KypoaHO.ri AxMeg Hman, (Bayat Kılu (Pirge kol beru). Hazireti Kurbanali Ahmed İşan) E.T. 29.06.2018.

[216] M.S. Muhammad Yusuf, 2011, s. 164.

[217] Kurbanali Ahmed, Tarikatnama, Ed.: Asılbek Jakay, Almata 2015, s. 332.

[218] K.Ahmed, a.g.e., s. 346.

[219] Ali b. Muhammed es-Seyyîd eş-Şerîf, el-Cürcânî, Kitâbu ’t-Ta ‘rîfât, thk. Abdulmun’im Hafnî, Kahire trz., s. 238; Enver Fuad Fuad Ebû Hazzam, Mu ’cemu ’l-Mustalâhâti’s-Sûfiyye, thk.: George Mutrî Abdulmesih, Beyrut 1993, s. 161.

[220] İmam Rabbani, Mektubât-ı Rabbânî, çev.: Abdulkadir Akçiçek, Çile Yay., İstanbul 1981, s. 438.

[221] Muhammed b. A’lâ b. Ali el-Fârukî Tehânevî, Keşşâfu Istılâhâti’l-Funûn, Daru Sadr Yay., Beyrut trs, c.II, s. 556.

[222] Ebû Bekr Muhammed b. İshâk Buhârî Kelâbâzî, et-Ta ’rruf li-Mezhebi Ehli’-Tasavvuf, Şam 1986, s.

[223] N.Kamilov, a.g.e., s. 24.

[224] A.C.Haksever, 2009, s. 109.

[225] Kâşifî, a.g.e., s.

[226] N.Kamilov, a.g.e., s. 25.

[227] Çille-Farsça Kırk demektir.

[228] Najmiddin Kamil, “Tasavvufning Tarihiy- Tadrijiy Yönalişi”, Tafakkur dergisi, Ed.: Erkin Azam, S.14, Taşkent 1998, s. 65.

[229] N.Kamil, a.g.m., s. 65.

[230] İbrahim Polatov (d.1968) ile yapılan röpartajdan (19.06.2018), tarikat üyesi.

[231] Ebu’l-Fazl Muhammed b. Mükerrem b. Ali el-Ensârî İbn Manzûr, Lisânu ’l-Arab, c. 1, Beyrut trz, s.

233.

[232] Muhammed Ali b. Ali el-Farûkî Tahanevî,, Keşşafu Istılahtu ’l Funun, Mektubatı Lübnan, Beyrut, 1997, c. I, s. 524; Cürcanî, a.g.e., s. 76.

[233] Ebu Hamid Muhammed Gazzâlî, İhyâu Ulûmi'd-Dîn, Beyrut, ty., IV, 2.

[234] K.Ahmed, a.g.e., s. 344.

[235] Şeyh Kurbanali Ahmed, Y.T.: 17.10.2017 https://www.youtube.com/watch?v=VtWJeGOEHug, BaaT pintin, Tayöe ctkch agaM ®ana TyanraH caöngen KynanapgaH n9K donattı (Bayat kılıp, tevbe etken adam jana tuılgan sebidey kunelardan pek boladı), E.T.: 29.06.2018.

[236] Furkan Sûresi, Ayet 70.

[237] K.Ahmed, a.g.e., s. 332-334..

[238]    Nafile ibadetler ve zikirler ile ilgili ilerde ayrı başlık altında daha geniş bilgi verilecektir.

[239] Âsım Efendi, Kâmûs Tercümesi, c. 1, İstanbul 1852, s. 146.

[240] Ebu İsmail Herevî, Menâzilü ’s-Sâirîn ile’l-Hakki’l-Mübîn, Kum 1989, s. 169.

[241] Hadîd Sûresi, Ayet 4.

[242] K.A.Ahmed, a.g.e., s. 386.

[243] Kâf Sûresi, Ayet 16.

[244]Ebu Tahir Muhammed İbn Yakub İbn Muhammed eş-Şirazî Firuzabadî, Kamusu ’l-Muhît, C.1, Al- Resalah Yay., Beyrut 2005, s. 99.

[245] Safer Baba, Istılâhât-ı Sofiye fi Vatan-ı Asliye: Tasavvuf Terimleri, Heten-Keten Yay., İstanbul 1999, s.253.

[246] Süleyman Uludağ, “Sohbet” md., DİA, , İstanbul 2009, C.37s. 350.

[247] Rıfat Okudan, “Zikir”, Tasavvuf El Kitabı, Ed.: Kadir Özköse, Grafiker Yay., Ankara 2012, s. 424.

[248] N.Tosun, 2015, s. 321.

[249] İbn Manzur, Lisânu ’l-Arab, c.IV, s. 308.

[250] Firuzabadî, Kamusu-l-Muhît, c.II, Al-Resalah Yay., Beyrut, s. 34.

[251] Muhammed Kadî Semerkandî, Silsiletü ’l- Ârifîn ve Tezkiretü ’s-Sıddîkîn, Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmûd Efendi Bölümü, No: 2830, vr. 42b-43a.

[252]  Şeyh Kurbanali Ahmed, https://www.youtube.com/watch?v=C4lHA6wGM2g , Y.T. 09.09.2017. 3İKpgin rypnepi >kohc nanganaptı. (Zikirdin türleri jane paydaları), E.T. 29.06.2018.

[253] K.Ahmed, a.g.e., s. 281-382.

[254]  Şayh Muhammad Sadik Muhammad Yusuf, Hayat va Hadis Zikir, Dualar, İstiğfar va Tavba, Hilal Naşr Yay., Taşkent 2014, s. 10-11.

[255] el-Araf Sûresi, Ayet 205.

[256] el-Ahzab Sûresi, Ayet 41.

[257] Ali Tenik, Vahit Göktaş, Allah’la Var Olmanın Yolu Zikir, İlahiyat Yay., 2.Baskı, Ankara 2014, s.

[258] K.Ahmed, a.g.e., s. 257.

[259] K.A.Ahmed,, a.g.e., s. 380-384.

[260] M.S.Muhammad Yusuf, a.g.e., s. 182-185.

[261] V.Göktaş, a.g.m., s. 166.

[262] İbrahim Polatov (d.1968) ile yapılan röpartajdan (1 Ekim 2017), tarikat üyesi.

[263] M.S. Muhammad Yusuf, 2011, s. 187-188.

[264] Necdet Tosun, Zikir ve Tefekkür, Hacegan Yay., İstanbul 2013, s. 40-41.

[265] İbrahim Polatov (d.1968) ile yapılan röportajdan (20.06.2018), tarikat üyesi.

[266] Momuncan İsabaev (d.1947) ile Kıymıl, Özgen, Kırgızistan’da yapılan röportajdan (10 Agustos 2017), tarikat üyesi.

[267] N.Tosun, a.g.m., s. 3.

[268] Kemâleddîn Abdurrezzak b. Ahmed Kâşânî, Istılâhâtü ’s-Sûfıyye, Dimeşk 1995, s. 83

[269] Şeyh İbrahim İşan, Vasuna (Wazipa), Y.T.: 16.08.2016, https://www.youtube.com/watch?v=diBWf80Q0F8 E.T.: 30.06.2018.

[270]  Hakim Tirmizî, Beyânu’l-fark beyne’s-sadr ve’l-kalb ve’l-fuâd ve’l-lub, Kahire 1958, ss. 36-38;

E.Cebecioğlu, a.g.e., s. 398.

[271] K.A. Ahmed, a.g.e., s. 257.

[272] Şayh İbrahim İşan, Vasuna (Wazipa), Y.T.: 16.08.2016, https://www.youtube.com/watch?v=diBWf80Q0F8 E.T.: 30.06.2018.

[273] K.A. Ahmed, a.g.e., s. 380.

[274] Şayh İbrahim İşan, Vasuna (Wazipa), Y.T.: 16.08.2016, https://www.youtube.com/watch?v=diBWf80Q0F8 E.T.: 30.06.2018.

[275] N.Tosun, a.g.e., s. 518.

[276] K.Ahmed, a.g.e., s. 257.

[277] İbni Manzur, Lisanu "l -Arab, c.XIV, s. 297; Asım Efendi, Kamus Tercümesi, c.III, s. 817.

[278] Kuşeyrî, Risâle, s. 365.

[279] Bülent Akot, Tasavvufî Terbiyede Rüyanın Değeri, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2011/1, c.10, S.19, s. 93-94.

[280] Gazzali, İhya, c.IV, s. 902-903.

[281] Salâheddîn b. Mübârek, Enîsü ’t-Tâlibîn, ss. 19-20; Câmî, Nefahâtü ’l-Üns s. 417.

[282] İnayatulla Hidayet (d.1966) ile yapılan röpartajdan (3.10.2017), tarikat üyesi.

[283] İnayatulla Hidayat (d. 1966) ile yapılan röportajdan (30.09.2017), tarikat üyesi.

[284] Âsım Efendi, Kâmûs Tercümesi, c.I, s. 82; Cürcanî, Ta’rifât, s. 24.

[285] M.T. Fahriddin, a.g.e., s. 122.

[286] Ananim, Şayh İbrahimcan İşan (k.s.), a.g.e., s. 17

[287] Âsım Efendi, Kâmûs Tercümesi, c. III, s. 910.

[288] Kelâbâzî, et-Ta ’arruf, s. 98; Cürcânî, Ta ’rîfât, s. 72.

[289] A.C.Haksever, a.g.e., s. 47.

[290] Süleyman Uludağ, “Hâdim” md., DİA, İstanbul 1997, C.15, s. 23.

[291] İnayatulla Hidayet (d.1956) ile yapılan röpartajdan (30.09.2017), tarikat üyesi.

[292] Anonim, Şayh İbrahimcan İşan (k.s.),... s. 19

[293] İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, c. IV, ss. 437-438; Cürcânî, Ta’rîfât, s. 149.

[294] Bakara 2/153.

[295] Zumer Sûresi, Ayet 10.

[296] el-Cezeri, a.g.e., s. 28.

[297] İnsan Hakları alanında aktif görev yapmıştır. İbrahimcan İşan’ın müridi olmamasına rağmen onunla sürekli irtibat halindedir. Yerli ve yabancı gazetecilerin, araştırmacıların İbrahimcan İşan’la konuşmalarına aracılık etmiştir.

[298] Abdusalam Ergaşev (d.1946) ile yapılan röpartajdan (6 Ekim 2017), gazeteci.

[299] Şayh İbrahim İşan, Vasuna (Wazipa), Y.T.: 16.08.2016, https://www.youtube.com/watch?v=diBWf80Q0F8 E.T.: 30.06.2018.

[300] Şayh İbrahim İşan, Yaanna (Wazipa), Y.T.: 16.08.2016, https://www.youtube.com/watch?v=diBWf80Q0F8 E.T.: 30.06.2018.

[301]  Mürşide el veren müritlere Halife ve Mürşit tarafından dört sayfadan oluşan Özbek Türkçesinde yazılan bilgi verilmektedir. l.sayfada Bahaeddin Nakşbendî’nin isim ve doğum yeri ve tarihi bilgisi içermektedir. “Dast ba karu Dil ba Yar” sözü Özbek Türkçesinde “Qöling dünya işi bilan maşgul bölsinü, Kalbing Allah yadi ila” şeklindedir. İkinci sayfa Namazlar hakkında, üçüncü sayfa zikir kaideleri, letaif ve zikir sayısı resimli bir anlatımla gösterilmiştir. Dördüncü sayfa ise Altın silsile ile tamamlanmaktadır. Alimcanov Mahmutcan tarafından 17 Eylül 2017 tarihinde temin edilmiştir.

[302] M.S. Muhammad Yusuf, 2011, s. 183-184.

[303] M.S. Muhammad Yusuf, 2011, s. 185-186.

[304] Hüseyin Vaiz Kaşifi, Futuvvatnama-i Sultani, çev.: Mahmud Hasanî , Asadali Hakimcanov, Devlet İlmi Naşriyatı Yay., Taşkent 2010, s. 15.

[305] İsmail b. Hammâd el-Cevherî, es-Sıhâh Tâcü ’l-Lügati ve Sıhâhü ’l-Arabiyye, thk. Ahmed Abdulgafûr Attâr, Dâru’l-İlmi li’l-Melâyîn, Beyrut 1984, c.VI, s. 2451.

[306] Ebu Abdi’r-Rahman Muhammed İbn el-Hüseyn es-Sülemî, Tasavvufta Fütüvvet, çev.: Süleyman Ateş, AÜİF Yay., Ankara 1977, a. 3.

[307] Neşet Çağatay, Bir Türk Kurumu Olan Ahilik, AÜİF Yay., Ankara 1974, s. 4-5.

[308] Vahit Göktaş, “Ahilik ve Tasavvuftaki Bazı Müşterek Ahlakî Öğeler”, Tasavvuf Yazıları, İlâhiyât Yay., Ankara 2014, s. 373.

[309] E.Cebecioğlu, a.g.e., s. 220.

[310] N.Kamilov, a.g.e., s. 105.

[311] Najmiddin Kamil, “Futuvvat va Avf Hususida”, Tafakkur Jurnali, Ed.: Erkin Azam, S.37, Taşkent 2003, s. 90.

[312] Najmiddin Kamil, “Hikmat ve İbrat Dastani”, Tafakkur Jurnali, Ed.: Erkin Azam, S.36, Taşkent 2003, s. 73.

[313] es-Sülemî, a.g.e., s. 26.

[314] N.Kamilov, a.g.e., s. 106

[315] Ebu Abdullah Muhammed İbn Battutâ Tancî, İbn Battuta Seyahetnamesi, çev.: A.Sait Aykut, c.I, Y.K.Y. Yay., İstanbul 2000, ss. 518-524.

[316] Veysi Erken, AhilikMüessesesinde Yönetim ve Eğitim, Ankara 1994, s. 20.

[317] İbrahim Usmanov, Tasavvuf, Taşkent İslam Enstitüsü Yay., Taşkent 2012, s. 35.

[318] N.Kamilov, a.g.e., s. 118.

[319] Kâşifî, a.g.e., s. 47.

[320] N.Kamilov, a.g.e., ss. 119-120.

321  Fazlihan Nizamov, “Markaziy Asiya Mutafakkiri Talim Tarbiya va İnsan Kamalati”, Maziydan Sada dergisi, S.1., Taşkent 2005, s. 26.

322 N.Tosun, 2015, s. 342.

[323] F.M. Talgat, a.g.e., s. 54.

[324] Oğuz Çetinoğlu, Büyük Türk İslam Âlimi Serahsi Hayatı, şahsiyeti ve eserleri, İstanbul 2018, s. 82-83.

[325] Ferhat Koca, “Burhaneddin Merginani” md., DİA, İstanbul 2004, C.29, s. 182.

[326] Murteza Bedir, “Vikayetu’r-Rivaye” md., DİA, İstanbul 2013, C.43 , s. 106.

[327] Şahabiddin İbn Abdulaziz, Muhtasar (Şariat Kanunlariga Kiskaça Şarh), Ed.: Anvar Abidcan, Haz.: Raşid Zahid-Akram Dehkan, Çolpan Yay., Taşkent 1994, , s. 5.

[328] Necdet Tosun, “Yeseviyye”” md., DİA, İstanbul 2013, C.43, s. 487.

[329] Kemal Eraslan, “Divan-ı Hikmet” md., DİA, İstanbul 1994, C.9, s. 429.

[330]    Hayati Bice, Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî, Merkez Repro Ltd Yay., Ankara 2016, s. 13.

[331] K.Eraslan, a.g.md., s. 430.

[332] V.Göktaş, a.g.m., s. 167.

[333] Meşreb adı Mâverâünnehir yöresinde özellikle Özbek Türkleri arasında yaygın olan bir töreye bağlı durumdur. Eğer anne karnında bebeğin ağlaması çevredekiler tarafından duyulursa ve bebek erkek ise olursa Meşreb, kız olursa Meşrebhan veya Meşreb Ay ismi konulmaktadır. Bu gelenek Maveraünnehir bölgesinde günümüze kadar devam etmektedir.

[334]  Abdurashit Abdugafurov, “Boborahim Mashrab’,. http:// www. ziyouz. com/index. php?option=com content&task=view&id=1022 E.T.: 26.08.2017

[335]  Sayfıddin Rafiddin Salim oğlu, Muhammad Yakub, Şarafhan Camalhan, Kissa-i Maşrab, Yazuvçi Yay., Taşkent 1992, s. 8.

[336] S.R.Salim oğlu vd., a.g.e., s. 12.

[337] Babarahim’i idam etmesinden 3 gün sonra halk isyanı vuku bulur ve kendisi de öldürülür.

[338]  Cemaldin Kanabaev, Baba Rahim Meşrebin Kişiliği, Şahsiyeti ve Tasavvuf Anlayışı, AÜSBEİF, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2013, s. 7.

[339]  İsmail Güleç, “Meşreb’in Kitab-ı Mebde-i Nur’u Mevlana’nın Mesnevi’sinin Şerhi Midir?”, İlmî Araştırmalar Dil ve Edebiyat İncelemeleri, S.16, İstanbul 2003, s. 135.

[340] Doğu Türkistanlı dinî lider.

[341] Babarahim Meşreb, Mabda-iNur, Haz.: G.Niyozov, K.Ahmedov, Fan Yay., Taşkent 1994, s. 2.

[342]  Abudurehemu Wubulı, Doğu Türkistan Medreselerinde İslam Düşüncesi- Sufi Allahyar’ın Sebatu’l- Âcizim Adlı Eseri Ekseninde İnceleme, AÜSBEİF, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2015, s. 93.

[343] W.Abudurehemu, a.g.e., s. 94.

[344]     Ergaş Açilov, “Sofi Olloyor”,. http:// www. ziyouz. com/index. php?option=com content&task=view&id=436 E.T.:17.08.2017

[345]  Abdulkadir Abdul Rahim, "Sabotu ’l Ociziyn Maturidiyya Talimotining Nazmiy Talqini'”, Y.T.:

17.03.15          http://kh-davron.uz/kutubxona/islomiy-adabiyot/tasavvuf/sofi-olloyor-sabotul-ojiziyn.html

E.T.:26.03.2016.

[346]  Azada Baltabayeva, “Hilvatiyning Ahlakiy Talimiy Karaşlari”, Til va Adabiyat Talimi, ed.: Rana Talipova, S.10, Taşkent 2010, s. 28.

[347]  Azada Baltabayeva, “Literaturnoe Nasledie Tvorçestvo Hilvatiy”, Filologiçeskiye Nauki, No:45-1, Y.T.:03.05.2016. http://novainfo.ru/article/5733 E.T.: 21.10.17

[348] Adem Çayan, “Molla Yoldaş Hilveti ve Çağatayca Mevlidi Üzerine Bir Değerlendirme”, KTÜ SBE Sos. Bil. Derg, S.10, Trabzon 2015, s. 345-347.

[349] A.Çayan, a.g.m., s. 348.

[350]    Tevbe Sûresi, Ayet 119.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar