MÂVERÂÜNNEHİR’ DE NAKŞBENDÎLİK HÜSEYNİYYE KOLU
Hazırlayan: MAIRAMKAN ISABAEVA
Mâverâünnehir, günümüz Orta Asya’sında Amu Derya (Ceyhun) ve Siri Derya
(Seyhun) ırmaklarını arasındaki coğrafyayı içine alan bölge olup Kazakistan,
Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan’ı kapsayan bölgenin adıdır.
İslam’ın Arap topraklarından Mâverâünnehir’e ulaşması ve yayılması hicrî
birinci asırda gerçekleşmiştir. Mâverâünnehir, büyük İpek Yolu güzergâhı
üzerinde olduğundan Türklerin İslam diniyle ilk tanışması ticarî ilişkiler
yoluyladır. Bölgedeki tüccarlar, bu dinle ilk tanışanlardır. Ancak bu tanışma
daha çok bireysel boyutta gerçekleşmiştir.
Ubeydullah b. Ziyad’ın 54/674 yılında Buhara seferi ile askeri anlamda
İslamlaşmada ilk adım atılmış, Kuteybe b. Müslim’in (86-97/705-715) Buhara,
Semerkant gibi Mâverâünnehir şehirlerini fethi, siyasî ve askerî yönden olduğu
kadar, dinî yönden de yeni bir sayfanın açılmasını sağlamıştır.
İslam’ın tarihten günümüze Maverâünnehir’de yayılmasında ve kalıcılığında
tasavvufi teşekküllerin de önemli rolü olmuştur. Dini, siyasi, iktisadi ve
kültürel alanda aktif rol alan bu kurumlar Kazakistan, Özbekistan ve
Kırgızistan’ı içine alan coğrafyanın özellikle son yüzyılında, SSCB döneminde
dinî hayatın canlı tutulmasında önemli bir yere sahiptir.
Sovyet bloğunun tesiri altında dine mesafeli, hatta ateist bir siyasal
yapının baskısına rağmen varlığını müdafaa edip kültürünü sonraki nesillere
sınırlı da olsa aktarabilen tarikatlardan biri Nakşbendîlik’tir.
Nakşbendîliğin, konu edindiğimiz Hüseyniyye kolu, son yüz yıllık zaman
diliminde, zorlu şartlara rağmen dinî hayatın canlı tutulması ve tebliğinde
önemli roller üstlenmiştir.
Toplumları ayakta tutan başyapıtlarından biri de şüphesiz kültürdür.
Kültürüne sahip çıkan, sonraki nesillere aktarabilen kavimlerin ayakta kaldığı
bir gerçektir. Bu bağlamda kültürün önemli yapıtaşlarından biri olan tasavvuf
önderleri, faaliyetleri ve düşüncelerini insanlığa takdim etmek, o toplumu
şekillendiren unsurların temeline inmek demektir.
Maverâünnehir’de Hüseyniyye dokrtin yapısı temsilcileri ve faaliyetleri
hakkında sınırlı düzeyde birkaç çalışma dışında (Bahtiyar Babadjanov,
“Husayniya” md., İslam na territorii bıvşey Rossiyskoy imperii,
Ensiklopediçeskiy slovar, Ed.: S.M.Prozorova, Vostoçnaya Literatura Yay.,
Moskova 2006, C.1, ss. 98-100) akademik bir araştırma bulunmaması, ele
alınan konunun orjinalliği açısından da önem arz etmektedir.
Yetmiş yıllık ateist rejim sonrasında değil tasavvuf İslam dini alanında
da uzmanlar ve âlimler yok denecek kadar azdı. Bloğun dağılması ile İslam dini
üzerine eserler yazılmaya başlanmış ise de Tasavvuf araştırmaları halen
istenilen düzeyde değildir. Dolayısıyla tezimiz sadece bir tarikatın tarihi
süreci ve faaliyetlerini ortaya koyma açısından değil, bölgenin yakın tarihine
ışık tutması yönünden de önem arz etmekte mevzuu ve işlenişi itibarı ile bu
araştırma, öncü niteliktedir.
Çalışmada kuramsal (teorik) ve saha araştırması yöntemleri
kullanılmıştır. Bu çerçevede Türkiye Türkçesi, Özbek Türkçesi, Kazak Türkçesi ve
Kırgız Türkçesi, Rusça, İngilizce ve Arapça kaynaklardan faydalanılmıştır.
Hüseyniyye ve temsilcileri hakkında yazılı malumatın sınırlı oluşu, saha
çalışmasını öne çıkarmaktadır. Bu çerçevede Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan
ve Malezya’da yaşayan tarikat temsilcileri, onların çocukları, torunları ve
müridleri ile görüşmeler yapılıp kayıt altına alınmıştır.
Sovyetler Birliği döneminde bölgedeki dini liderler, kanaat önderleri
uzun süre devlet gözetimi altında tutulmuş, halk nezdinde düşman, hurafe ve bid’at
yayıcı olarak lanse edilmiştir. Bazıları sürgünle ve hatta idamla
cezalandırılmışlardır. Siyasi erkin bu olumsuz tavrının, konuyla ilgili yerli
ve Rus araştırmacıların çoğunu etkilediği, dolayısıyla çalışmalarının
objektifliğinin ve güvenilirliğinin tartışmalı hale geldiği söylenebilir.
Sovyetler döneminde KGB’nin dinî ayinlere uyguladığı baskı ve şiddetin
travmasının halk nezdinde halen devam ettiğini söylemek mümkündür. Saha
çalışması esnasında bilgi paylaşımı konusundaki direnç ve isteksizlik, kaynakların
sınırlılığı ve güvenilirliği yanında karşılaştığımız bir diğer zorluktur.
Çalışma, giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında Mâverâünnehir
ve çevresinde genelde Nakşbendîliğin, özelde Hüseyniyye’nin tarihi süreci ele
alınmıştır.
Birinci Bölüm, kuramsal ve uygulamalı ampirik alan araştırması
çerçevesinde hazırlanmıştır. Tarikat önderleri, faaliyetleri, tarikat toplum
ilişkisi, tarikatın toplumun sosyal yaşantısındaki önemi, tarikattaki
kadınların yeri bu bölümlerin konuları arasında yer almaktadır. İkinci Bölüm’de
Hüseyniyye’nin tasavvufi eğitim yöntemine ve doktrin yapısına değinilmiştir. Bu
çerçevede tarikatın seyr ü süluk usulüne, Anadolu’da Ahilik şeklinde karşılık
bulan civanmertlik anlayışına, tarikatta öne çıkan bazı tasavvufî terimlere
değinilmiştir.
GİRİŞ
MÂVERÂÜNNEHİR’DE
NAKŞBENDÎLİK-HÜSEYNÎLİK
Tarihte
ve Günümüzde Mâverâünnehir
Mâverâünnehir, günümüz Orta Asya’sında Amu Derya (Ceyhun) ve Siri Derya
(Seyhun) ırmakları arasında 660.000 km[1]
[2] bölgeyi kapsar. “Nehrin ötesi” 1
anlamına gelmektedir. Mâverâünnehir doğusunda Tibet, güneyinde Horasan,
batısında Gûz ve Hâlluh, kuzeyinde de Hâlluh’un bulunduğu büyük ve geniş bir
alanı kapsar. Türkistan’ın kapısı olması hasebiyle İpek Yolu güzergâhındadır.
Mâverâünnehir kelimesi Müslümanların 21/642 yılında bölgeye fiili olarak hâkim
olmasından sonra Mâverâünnehir Arap tarihçi ve coğrafyacıları tarafından
bölgeye verdiği bir isimdir. Kolaylıkla benimsenen bu isimle başta “nehir”
olarak Amu Derya (Ceyhun) kastedilmiştir. Daha sonra Mâverâünnehir, nehrin öte
yanındaki ülkeleri içine almıştır. Mâverâünnehir geniş anlamda Amu Derya
(Ceyhun Nehri) havzası, Soğd, Fergana, Uşrusana, Şaş, İsfisab, Buhara, Hottel
ve Harezm’i kısmen içine alan geniş bir bölgeyi kapsamaktadır.2
Günümüz resmî Coğrafya adları arasında yer almayan “Mâverâünehhir” tezimize
başlık olarak seçilmesi kültürel mirası koruma ve ilerikş nesillere aktarma
düşüncesine matuftur.
Türklerin Mâverâünnehir (Türkistan) topraklarına M.Ö. 2500 yıllarında
geldikleri düşünülmektedir. Türkler; Çin, İran ve Hint gibi önemli siyasî ve
kültürler arasında kendi kimliğini koruyabilmiş bir millettir. M.Ö. VII. asırda
Afrasiyab(Efrasiyab)’ın efsanevi atalarından Feridunoğullarından biri olan
Tur’a, Çin ve Türk yerleşim yerlerini kapsayan Turan bölgesi adını verilmiştir.
Kimi zaman Turan kimi zaman Afrasiyab ismiyle anılmıştır. Turan yurdu geniş
manada Çin Şeddinden Hazar denizi aralığını, dar manada Amu Derya ile Siri
Derya ve bunların döküldüğü Aral Gölü havzasını içine alır.[3]
Semerkand ve Buhara’da İslamiyet öncesi ölüp tekrar dirilme üzerine
kurulan tabiat kültü, zirâî kült ve mahallî kült gibi dinî inançlar vardır.[4] Zerdüşt, ateşperest, Nasranî ve
Budist inanışlar kendini göstermiştir. Tapınak ve ibadethaneleri yan yana
olmuştur.[5] Buhara ahalisinin İslam öncesi
putperest olduğu ve Bazaar-ı Mah Ruz’da senede iki gün put pazarının kurulduğu,
bir günlük pazarın sermayesinin elli bin dirhemden çok olduğu da
nakledilmektedir. Bu pazarın yanında ateşperest Zerdüştlerin ibadethanesi de
kazılarla ortaya çıkarılmıştır. Çin padişahının kızı Buhara’ya gelin olarak
gelirken çeyiziyle beraber özel bir puthanenin de getirildiği nakledilir.[6]
Mâverâünnehir’in İslam’la tanışması Hz. Ömer’in hilâfeti dönemindedir.
Mâverâünnehir’in önemini arttıran bir husus Büyük İpek Yolu güzergâhında
bulunmasıdır. Doğusundan Çin’e, Batısından Merv ve Şuriye, Güney Batısından
Hindistan’a ulaşılmak mümkündür. Dolayısıyla İslam dini ile ilk ferdi
tanışmalar bu Büyük İpek Yolu üzerinden ticaret yapan tüccar ile
gerçekleşmiştir. Araplar 46/666 yılında İskender yolu üzerinden Mâverâünnehir’e
gelmiştir. Ziyad bin Ebu Süfyan 50/ 670 yılında vefat edince yerine oğlu
Ubeydullah Muaviye Buhara’ya gelmiştir. 54/ 674’te Ubeydullah b. Ziyad Horasan
valisi atanmıştır.[7] Aynı yıl ilkbaharda
askerleriyle beraber nehri (Amu Derya (Ceyhun)) geçmiştir.[8]
Kuteybe bin Müslim Semerkand’a yaklaşınca şehrin güzelliğinden yanındakilere bu
şehri bir şeye benzetmelerini istemiştir. Yanındakiler bir tarif bulamayınca
kendisi: “O sanki mavi
gökyüzü, onun sarayları sanki parlayan yıldızlar ve deryaları da Samanyolu’nun
kendisidir” demiştir.[9] Bu süreçte
Mâverâünnehir bölgesinde yaşayan Türklerin İslamiyet’i kabul etmesi inançları
benimsemekle sınırlı olmayıp, siyasî, iktisadî, soyal ve kültürel hayatı kendi
içine almıştır. Dolayısıyla Mâverâünehir halkının İslam dinini kabul etmesi bir
anda olmamıştır. İslam ordularına uzun müddet direniş göstermeştir. Fakat bölge
halkı Kuteybe bin Müslim’in kesin tavrı sayesinde İslam’ı kabul etmiştir.[10] Diğer yandan Müslüman fatihler
yerel yöneticilerden bir kaçını önce İslam’a kazandırarak, halkın kendi
yöneticileri tarafından İslam’a davetini sağlamışlardır. Kuteybe b. Müslim’in
Mâverâünnehir’i İslamlaştırma gayreti sadece dinî tedbir ve teşvikler ile
sınırlı kalmamıştır. Özellikle Müslüman Arapların şehre yerleşmesini hedefleyen
“iskân politikası” İslamlaşma sürecinin bir parçası olmuştur.
Türklerin İslamiyet’e girişini kolaylaştıran manevî faktörler de olmuştur.
Bunlar; ahiret inancı, kurban ve ahlak ilkeleridir.[11]
Kuteybe bin Müslim hâkimiyeti alınca Farsça’yı resmî dil ilan ederek
divanlarda kullanmaya başlamıştır. Hatta kolaylık olsun diye namazın Farsça
kılınabileceğini de ortaya koymuştur.[12]
Mâverâünnehir halkı bir dönem Türkçe yerine Farsça kullandıkları için eserler
de Farsça yazılmıştır. Eserlerin dili nedeniyle zaman zaman etnik yapıların
tespiti zorlaşmıştır. Horasan valisi Nasr b. Seyyar (ö. 131/ 748) ise Arapça’yı
resmi dil yapmıştır.[13] Mâverâünnehir Orta Asya’nın
kalbi olması dolayısıyla yüzyıllar boyunca birçok din ve çeşitli halk bir arada
yaşamıştır.
Bidun Hudat 53/673 yılında vefat edince veliaht Tuğşâde henüz iki yaşında
olduğu için annesi Buhâr-Hudât Hatun (Kabaç Hatun) hükümdar olmuştur.[14] Zamanla Kuteybe ile
aralarındaki samimiyet artan Tuğşâde, kısa bir süre sonra Müslüman olduğunu
açıklamıştır. Hatta yeni doğan oğluna Kuteybe adını vermiştir. Valiliği
döneminde Kuteybe, Tuğsâde’nin bütün rakiplerini ortadan kaldırarak Buhara
hükümdarı yapmıştır. Bidun Hudat oğlu
Tuğşâde otuz iki sene hükümdarlık yapmıştır.[15]
O dönem hanlara Hudât, Yabgu, İhşid ve İspehved denilmiştir.[16]
Semerkant, Buhara, Şaş (Taşkent), Tirmiz, Nesef (Karşı), Keş (Şehrisebz),
Harezm, Merv, Hocend, Özgen, İsfisab (Sayram) ve başka büyük şehirlerde İslam
dininin yayılmasında Said b. Osman, Rasulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ın
amcaoğullarından Kusam b. Abbas ve başka sahabelerin emekleri büyüktür.
Buhara’ya ilk cami 94/712 yılında inşa edilmiştir.[17]
İslam sonrası dinî ilimlerin gelişiminde Mâverâünnehir önemli rol
oynamıştır. Bu manada, “İlim ağacının esası Mekke’de, hasadı Horasan’da pişer”
Arap atasözü bölgeyi anlatmak için kullanılmıştır. Tasavvuf ve İslamî ilimlerde
Buhara’da yetişmiş önemli kişiler ve eserleri vardır. Halkın dinî ve kültürel
hayatında, kimliğinde tasavvuf önemli yer etmiştir. Horasan ve Mâverâünnehir’de
IV/X. asra kadar “sufi” yerine “hakîm” ve “âbid” sözü kullanılmıştır.[18] Mâverâünnehir’in tasavvuf
edebiyatını öğrenmeden IV-XI/ X-XVII. asırlar kültürel hayatına vukufiyet
zordur.[19] İslam dini her ne kadar Arap
Yarımadası’nda doğmuş ise de Mâverâünnehir’de dinin birçok alanında gelişimini
sağlayan büyük âlimler yetişmiştir. Bu manada Mâverâünnehir VIII-X/ XIV-XVI.
asırlarda İslamî ilimlerin önemli merkezlerinden biri haline gelmiştir.
Mâverâünnehir’de
Tasavvuf ve Nakşbendîlik
Bu başlık altında İslam’ın Mâverâünnehir’de yayılışıyla birlikte
tasavvufun doğuşu, gelişimi ve yayılışını, Hüseyniyye’nin bağlı olduğu
Nakşbendîliğin kuruluşu, doktriner yapısı ve günümüze kadarki tarihi seyrini
kısaca ele alacağız.
Asr-ı Saadet’te henüz akait, fıkıh ve tasavvuf kendi içinde ayrılmamıştı.[20] O zamanlar Resulullah (salla'llâhü
aleyhi ve sellem) hayattaydı. Herhangi bir konuda O (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) örnek alınıyordu. Daha sonraları ise sahabeler kendilerine Kur’an ve
sünnetten gerekli hüküm ve hülâsayı çıkarıyor, ona göre amel ediyorlardı.
Manevî kemal, zikir ve zahitliğe meyilli zatlar çeşitli âyet ve hadislerden
kendileri için delil bularak hayatlarında tatbik ediyorlardı. Dünya, madde ve
eşyalara kalpte yer vermeyen ve adına “züht” denilen yaşam biçimi hicri ikinci
asra kadar devam etmiştir.[21] Kuşeyrîye göre tasavvuf
hakikate sarılmak ve halkın elindekilerden yüz çevirmesidir.[22] [23]
[24] Azamî derecede sufî yalnız
daha fazla şeriata sarılmaktır. Bu konuda Kelabazî: “Sufi kelimesi ile ilgili
yapılan izahların hepsinde; dünyadan boşanmak, nefsi ondan uzaklaştırmak,
memleketi terk etmek, nefsi hazlardan alı koymak, yapılan muamelelerde ihlaslı
olmak, sırrı saf hâle getirmek, ,,23
kalbin açılışını sağlamak ve fazilet yarışında önde gitmek manaları
mevcuttur
demiştir. Öte yandan tasavvuf Kur’an’ı Hz.Peygamber(salla’llâhü aleyhi ve
sellem)’in yaşadığı gibi yaşamaya gayret etmektir.
İslam tasavvufu özellikle Şark ülkelerinin içtimaî ve manevî hayatıyla iç
içe olup, onun eğitim ve kültürüne de tesir etmiştir. Tasavvuf
Kur’an’ı-Kerim’e, Hz.Muhammed(salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in sözleri,
âdetleri ve yaşam tarzına dayanan ve gelişen tâlimdir.
Tasavvufun ilk tarifini Maruf Kerhî yapmıştır. Ona göre tasavvuf
insanların elindekinden ümidini kesmektir.[25]
Tasavvufun tüm İslam coğrafyasındaki kurumlan hankâh, tekke, dergâh ve
zaviye adı altında anılmaktadır.[26] Bu müesseseler İslamiyet’in
ilk gelişme yıllarında Müslüman halk tarafından o kadar benimsenmiştir ki,
varlıklı Müslümanlar âdeta birbirleri ile yarışarak birçok ribat, bunun yanında
tekke ve zaviye yaptırmışlardır. Bir mürşid veya şeyhin manevî terbiyesinde
yetişen dervişler, özellikle ilkbahar ve yaz aylarında gazaya çıkmışlar ve
cihatta bulunmuşlar, bazen göçebe Türklere katılarak onları İslam’a davet 27 etmişlerdir.
Günümüzdeki manasıyla tarikatların kurumlaşıp yaygınlaşmasına dair ilk
örnekler Bağdat’ta Abdülkadir Geylani, Basra’da Ahmed Rufai’ye, Türkistan
bölgesinde ise Ahmed Yesevi’liktir. Zamanla tarikat sayısı artsa da Orta Asya
ve Anadolu’da başlıca tarikatlar şunlardır: Kadiriyye, Yeseviyye, Rifaiyye,
Sühreverdiyye, Çiştiyye, Şaziliyye, 28
Bedeviyye, Desukiyye, Nakşbendiyye,
Halvetiyye ve Bayramiyye.
Maveraünnehir’de tarikat önderlerinin de etkisi altında Nakşibendîlik,
Kadirîlik ve Yesevilik halk arasındaki yaygın tarikatlardan olmuştur.
Bahaeddin
Nakşbend ve Nakşbendîlik
Çalışmamıza konu olan Hüseyniyye’ye değinmeden önce Nakşbendîliğin tarihi
süreci ve Hüseyniyye’nin yaygın olduğu bölgedeki son yüzyılına değinmek
istiyoruz.
Hacegan tarikatı Bahaeddin Nakşbend’le birlikte Nakşbendî nispesini
almadan önce birkaç dönem ve ayrı isimlendirmeler karşımıza çıkar. İlki Hz. Ebu
Bekir’den Bayezîd-i Bistamî’nin (ö. 234/848) zamanına kadar” Bekriyye” veya
“Sıddıkiyye”’dir. Hicrî VI. asırdan itibaren ilk yazılı örneklerinden,
Abdülhalik-ı Gucdüvanî’ye (ö. 575/1179) nispet edilen “Makamat-ı Yûsuf-ı
Hemedanî” adlı eserde şu sözler nakledilmektedir: “Bu zikir telkini önce Hz.
Ebû Bekir’in gönlüne dolmuştur. Ondan Selman-ı Farisî’ye ulaşmış, ondan Ca„fer
es-Sadık’a, ondan Bayezîd-i Bistamî’ye, ondan Ebü’l-Hasan el-Harakanî’ye, ondan
büyük şeyh Ebû Ali el-Farmedî’ye ve ondan [27]
[28] da bana ulaşmıştır”.[29] Hâce Yûsuf el-Hemedânî’nin
zamanına kadar Bâyezîd-i Bistami (Ebû Yezîd Tayfûr b. Îsâ b. Sürûşân) Tayfûr
lakabına nisbetle “Tayfûriyye”, Hemedânî’den Hâce Bahâeddin Nakşbend’in (ö.
791/1389) zamanına kadar “Hâcegân” tarikatı ve ondan itibaren de “Nakşbendiyye”
ismiyle anılmaya başlamıştır.[30] Ubeydullah
Ahrar’dan (ö. 895/1490) sonra “Ahrariyye” , İmam Rabbani ve Müceddid-i Elf-i
Sânî lakaplarıyla tanınan Ebü’l-Berekât Ahmed b. Abdilehad b. Zeynilâbidîn el-
Fârûk es-Sirhindî’den (ö. 1034/1624), sonra “Müceddidiyye”[31]
olarak adlandırılmıştır.
Tarikatın temel prensiplerinin belirlendiği dönüm noktası Hâcegân diye
adlandırıldığı döneme denk gelir. “Hâce” kelimesi çeşitli bölgelerde efendi,
şeyh, muallim, tahsilli, tüccar ve bürokrat anlamında kullanılmıştır. Çoğulu
Hâcegân’dır. Mâverâünnehir’de bu adla büyük şöhret bulmuştur.[32] Hâcegân Mâverâünnehir’deki
şeyhlerin aynı zamanda bilim adamı olması hasebiyle onlara takdim edilen bir
isimdir.[33]
Bahaeddîn Muhammed b. Muhammed Nakşbendî Buharî, hicrî 717-718 Muharrem /
miladî Mart-Nisan 1318 tarihinde Buhara’ya 9 km uzaklıkta Kasr-ı Hinduvân’da
(Kasr-ı Ârifan) dünyaya gelmiştir.[34]
İsmi Muhammed babasının ismi ise Muhammed Celaleddin olup kendisi Hazret
Bahaeddin, Hâce Buzurg (Büyük Hâce), Şah-ı Nakşbend isimleri ile meşhurdur.[35] Hâce Bahaeddin’in babası
ticaret ile meşgul olup dedesinin âlim ve salihleri dost edindiği ve onlara
hizmet etmeyi seven bir şahıs olduğu nakledilmektedir.[36]
Doğumundan sonra dedesi Bahaeddin’i, o sırada Kasr-ı Ârifân’da bulunan Muhammed
Baba Semmâsî (ö. 740/1339)’ye getirmiş, Semmâsî de onu manevî evlatlığa kabul
etmiştir. İlerideki terbiyesini o sırada yanında bulunan Halifesi Emîr Külâl
(ö. 771-2/1370-71)’e bırakmıştır.[37] On bir yaşında Bahaeddin’i
Emir Külal kendisiyle beraber Karşı (Nesef) şehrine götürmüştür.[38] Buharalı olduğu için Buharî
nispeti, babasıyla nakışçılık yaptığından dolayı Nakşbend lakabı ile
tanınmıştır.[39] Bahaeddin Nakşbend günümüzde
de Mâverâünnehir halkı tarafından “Hâce Bela-gerdân (belaları def edici,
belaları geri çeviren)” olarak tanınmaktadır.[40]
Bahaeddin Nakşbend, Hâce Emîr Külâl’den tasavvufî terbiye almak üzere
onun hizmetinde yedi yıl bulunmuştur. Nisbet-i sohbetini, zikir telkinini ve
sulûk âdâbını Emir Külâl’den alması sebebiyle silsilede onun halefidir.
Bahaeddin Nakşbend Emir Külâl’in aksine, Abdulhâlık Gücduvânî’[41]ye uyarak zikr-i hafiyi tercih
etmiştir. Gücduvani’nin çok önce vefat etmiş olması hasebiyle ondan üveysî[42] eğitim aldığı nakledilir.
Hâce Bahaeddin’in dört kızı ve bir oğlunun olduğu, bir kızının daha
çocuk yaştayken vefat ettiği nakledilmektedir. Bunlar:
Bibi Hatun Kalan; Alaeddin Attar’ın oğlu Hasan Attar ile evlenmiş ve
bu evlilikten Yusuf Attar ve Muhammed Attar adlı çocukları dünyaya gelmiştir.
[43]
Bibi Rabia Hatun; Allame Mevlana Fazlullah Nayistani ile evlenmiştir.[44]
Bibi Server Hatun; Babasının vefatından sonra Ebu’l-Hayr et-Türkistanî
ile evlenmiştir. Bu evlilikten Hace Bahaeddin (torun), Emir Ali ve Hace Mirak
dünyaya gelmiştir. Hace Emir Ali’nin de üç oğlu olmuştur. Oğullarının ismi Hâce
Mir Muhammed, Şeyh Zeyniddin ve Hace Bahaeddin’dir. Hace Mir Muhammed’in de
Hâce Mirak, Mirza Oyak ve Nizameddin Ahmed isminde üç oğlu olmuştur.[45]
Bahaeddin Nakşbend’in hilafet icazet verdiği üç yüz altmış altı müridinin
bulunduğu, onların bir kısmının “zikri hafî ve dua”, ikinci kısmının “halka
ilim öğretmek” ve üçüncüsünün ise “İslam dinini yayma” görevleri ile meşgul
oldukları nakledilir.[46] Bahaeddin Nakşbend
tasavvuftaki eğitim yöntemlerini günlük hayat tarzına uygun hâle getirmiştir.
Ona göre; Allah’a ulaşmak gönül ile yapılırken el iş ile de meşgul olabilir.
Nitekim Alişir Nevai de bu durumu eserlerinde teyit eder: “Yine sordular:
“Sizin tarikiniz binası ne işedur?” Hâce Bahaeddin dediler ki: Encümende
(toplantı) halvet, zahir yüzünde halk ile batın tarafından Hak Teâlâ ile”. Yani
Nakşbendî Tarikatı’nın esas akideleri yalnızlıkta, çilehanede oturmak değil tam
tersine yalnızlığı ve huzuru encümende, dostlar meclisinde bulmaktır. Bahaeddin
Nakşbendî sohbetlerinde sürekli “İbadetin onda dokuzu helâl kazanç, onda biri
başka ibadetlerdir” sözüne itimad ederek kendisi de geçimini ziraatten sağlar
her sene biraz arpa ve maş fasulyesi ekerdi.[47]
Tasavvufta meslek edinme ve helal kazanç, manevî eğitimin en önemli
koşullarındandır. Ebu Seyyid Harraz ayakkabıcı; Muhammed Sakkakî bıçakçı; Ebu
Hafz Haddad demirci; Ebubekr Habbaz ekmekçi; Ebu’l-Abbas kasap; Şeyh Ebu’l
Hasan-kuyumculuk yapmıştır. Benzer durum Hâce Bahaeddin ve takipçileri için de
geçerlidir.[48] Hâcegan şeyhleri: “Bize göre
hırka değil hirfa (meslek) mühimdir” demişlerdir. Helâllik sufi mesleğinin ilk
talebidir.[49]
Bahaeddin
Nakşbend’in uyguladığı hafi zikri Abdulhâlık Gücduvanî’ye Hz. Hızır’ın
öğrettiği rivayet edilir.[50]
Nakşbendîliğin asıl mahiyetini şeriat âdabı teşkil eder. Kur’an, Hadis ve
sünnet en önemli düsturlardır.[51] Geçmişten günümüze kadar yerli
halk dilinde yazılan Maveraünnehir coğrafyasında bütün tarikatlar içerisinde
ayrım yapılmaksızın okunan Pîr-i Türkistan Ahmet Yesevi bir hikmetinde (Divan-ı
Hikmet, özellikle Sovyetler Birliği döneminden itibaren Nakşbendî-Hüseyniyye
mensupları tarafından yoğun şekilde okunması tavsiye edilen önemli eserler
listesinde yer almıştır) öyle der:
“Tarikata şeriatsız girenlerin,
Şeytan gelip imanını alır imiş,”[52] diye beyan etmiştir.
Abdulhâ lık-ı Gücduvânî döneminde Harezm’e kadar ulaşan tarikat,
Bâhâeddin Nakşbend ile kurumlaşarak, genişlemiştir. Mâverâünnehir’de kurulmuş
olmasıyla bölgenin âdet ve gelenekleriyle yoğrulmuştur. Sadece büyük şehirlerde
değil, küçük köy ve kasabalarda da tekke ve zaviyeler inşa etmişlerdir. [53]
Nakşbendî Tarikatı’nın esaslarını ilk sistematik hale getiren Abdulhâlık
Gucdüvanidir. Abdulhâlik Gucdüvani müridlerine fıkıh ve hadis ilimlerini öğrenmelerini,
cahil sufılerden uzak olmalarını söylemiştir. Tarikatın temel on bir
prensibinden ilk sekizini ortaya koymuştur. Daha sonra Bahaeddln Nakşbend bu
sekiz prensibe üç prensip eklemiştir. Müridin günlük hayatta ve zikir esnasında
riayet etmesi gereken ilkeler literatürde “Kelimât-ı Kudsiyye” adıyla anılır.
“Kelimât-ı kudsiyye” diye meşhur olan bu prensipler şunlardır:
l.Hûş der-dem- *: Dervişin aldığı her nefeste gafletten kaçınması, Hakk’ı
unutmaması. Verilen her nefes bir hazinedir ve insanın ömründen bir parça
kopardığından ötürü her anı şuurlu geçirmesidir.[54]
2.Nazar ber-kadem- Yürürken gaflete sebep olacak herhangi bir şeyi görmemesi
için gözün ayağına bakması. Yürürken sağa sola bakanın ilgisi dağılır ve gözün
gördüğüyle kalp meşgul olur. Ayağa bakmak sünnettir. Bir de tevazu, edep ve
haddini bilmek mevcuttur. 3.Sefer der-vatan-u Lüzumsuz seyahatlerden vazgeçip kendini beşerî
sıfatlardan ilahî sıfatlara ulaştıracak olan iç âlemindeki yolculuğa yönelmek.
Kötü ahlâk ve beşerî sıfatlardan arınmak. 4.Hâlvet der-encümen :
Sûrette ve zâhirde halk içinde bulunurken mânen ve bâtınen Hak ile beraber
olmak. Tam manada insanın kendini zikre vermesidir. 5.Yâdkerd : Diliyle veya gönlüyle Hakk’ı
zikretmek. Kalp ve dille
yapılan zikir ile kalp pasını gidermek. 6.Bâzgeşt- : Zikir esnasında akla gelen her
türlü fikri kovmak. Zikir yaparken kelime-i tevhidin ardından, “İlâhî
anta maksûdî va rızâke matlûbî” (Allahım! Maksadım sensin, gayem senin rızânı
kazanmaktır) cümlesini tekrarlamak. 7.Nigâhdâşt : Muhafaza demektir. Kelime-i tevhidi
söylerken aklından bütün yersiz düşünceleri atmaktır. 8. Yâddâşt- : Her zaman
Hak’tan agâh olmak. Zikirde huzura ermek ve şühud makamına ulaşmak.[55] İlk yedi prensibin hedefinin
bu sonuncusunu gerçekleştirmek olduğu beyan edilmiştir.
Hâce Bahâeddin tarafından ortaya konulan
diğer üç prensip ise:
9.Vukuf-i zamani : Her anın ve her hâlin hesabını yapmak. Sufinin
zamanın değerini anlaması ve kavramasıdır. Gönül muhasebesi yapmaktır.
10.Vukuf-i adedi- : Zikirde sayıya dikkat etmek. Düşünce dağılmasını engellemek
amacıyla zikir sayısının tek olmasına özen göstermek. Vukuf-u adedi (tek
söylemek) ilmi ledünnün ilk basamağıdır. Maksat zikiri çok söylemek değil bir
nefeste üç kere söylemektir. Hesap yirmi birden geçse de netice olmazsa o zaman
işe yine yeniden başlamışlardır. Şartlardan biri de nefes almamaktır. “La ilahe
illallah” sağ taraftan başlanarak gönle kadar ulaştırılır. Sonra soldan
çıkarılır. Sabahtan önce ve akşamdan sonra halvette ve halktan uzak bir yerde
yapılır. Bu yolun başı da sonu da Kelime-i Tevhit’tir. 11. Vukuf-i kalbi : Zikir esnasında salikin Allah’ın
huzurunda olduğunun farkındalığıdır. Bununla birlikte zikir edenin kalbine
yönelmesidir.[56]
Bahaeddin Nakşbend döneminde Horasan ve Mâverâünnehir civarında dervişlerin
kendilerine özgü eski ve yamalı giyim kuşamlarıyla tanınan dervişler de vardı.
Onlar başlarına doppi (takke), ucu yünlü külah giyerler, ellerinde asa, belinde
kemer, yanında kabaktan yapılmış keşkül (çanak) ile gezerlerdi. Üzerlerinde
yaktak (özel beyaz yakasız gömlek), onun üstünde çeşitli yamalı, kısa kollu
canda veya hırkalar giyerlerdi. Bazı dervişler başkalarına benzememek için
omzuna kaplan derisi bağlamışlardır.[57]
[58]
Bahaeddin Nakşbend dünyayı terketme gibi bir yaşam tarzı kabul etmediği
gibi zenginlerin garip ve miskinleri ezmesine de karşı çıkmış orta halli
yaşamın taraftarı olmuştur. Müridlerine el sanatları, ticaret, çiftçilik,
edebiyat, musiki, ilim, mimarlık, 58 hattatlık, ressamlık ile uğraşarak helal kazançla yaşamaya
teşvik etmiştir.
Hâce Bahaeddin, Emir Külal’den önce Halil Ata’nın hizmetinde altı sene
bulunur. Halil Ata, Cengizhan neslinden Emir Yasavur oğlu olduğu için Çağatay
Hanı Tarmaşirin Han’ın (hükümdarlık dönemi 726-734/1326-1334) vefatından sonra
başlayan taç-taht kavgalarına karışır. Buzan Han (hükümdarlık dönemi
734-738/1334- 1338) başa geçtikten sonra Müslümanlara zulüm etmeye başlamıştır.
Hristiyan ve Yahudilerin ibadethane yapmalarına izin verir. Buzan Han
hakkındaki sözler Halil’e ulaşınca Halil Ata ve Buzan Han mücadele ederler ve
Halil galip gelir. Buzan Han esir düşer. Halil, Han olur ve başa geçer.
Halil’in Semerkant’ta ordudaki asker sayısı seksen bine ulaşır.[59] Bahaeddin Nakşbend Halil
Ata’nın yanına gelir, sohbetinde bulunur ve ondan ders alır. Bahaeddin üstadına
sadakat ile hizmet eder. Derviş Sultan Halil sarayında hizmet ettiği yıllarda
Bahaeddin ilim, irfan, marifet sahasında geniş bilgi almasını sağlamıştır.
Derviş kalender Sultan Halil hükümdar olduğu yıllarda saray kütüphanesini
İskenderiye, Bağdat, Dimeşk, Mekke gibi cihan medeniyetinin merkezlerinden
getirilmiş ender kitaplar ile zenginleştirmiştir. O kitaplar arasında Arap,
Fars ve Türk âlimlerinin, Yunan ve Latin dillerinden tercüme ettiği kitaplar
bulunmuştur. Kütüphanede Arap ve Fars âlimlerinin felekiyat, riyazet, hendese,
kimya ve tıbba ait kitaplar da mevcuttur.[60]
Bu süreçte Bahaeddin Nakşbend’in entelektüel bir çevrede yetiştiği
söylenebilir.
Halil Ata’dan sonra Bahaeddin, Emir Külâl’in yanında yedi yıl kalmış
sonrasında icazet almıştır.[61] Buhara’ya geri gelince
müridleri Muhammed Parsa ve Alâeddin Attar ile Horasan, İran ve Irak yolu ile
Hac seferine çıkmışlardır. Yolda Belh, Merv, Herat, Nişabur, Bağdat ve Dımeşk
gibi şehirlere uğramışlardır. Bu şehirlerde büyük mutasavvıfların türbelerini
ziyaret etmişlerdir. Üç sene sonra Hac farizasını tamamlayarak Buhara’ya geri
dönmüşlerdir.[62]
Bahaeddin Nakşbend 3 Rebîülevvel 791/ 2 Mart 1389 yılında Kasr-ı
Arifan’da yetmiş üç yaşında vefat etmiştir.[63]
Bahaeddin Nakşbend’in türbesi Şeybanîlerden Ubeydullah Han’ın halefi Abdul
Azizhan Sultan (hükümdarlık dönemi 947-956/1540- 1549) tarafından 951/1544
yılında inşa ettirilmiştir.[64] Önceleri mütevazı olan bu
kabrin çevresine zamanla mescit, medrese, tekke, misafirhaneler eklenerek büyük
bir külliye oluşturulmuştur.[65] Hâli hazırda Özbekistan
Cumhuriyeti sınırları içerisinde bulunan türbe, SSCB döneminde her ne kadar
viran olmuş ve ziyareti yasaklanmış ise de 1991 yılında bağımsızlık sonrası
restore edilerek tekrar ziyarete açılmıştır. Günümüzde yerli ve yabancı
turistlerin sık uğradıkları yerlerden biridir.
Bahaeddin Nakşbend ve onun öğretisi ile Nakşbendiyye şeyhleri hakkında
çok sayıda eser yazılmıştır. Özbekistan İlimler Akademisinde (Öz FA) Ebu Reyhan
Birunî adındaki Şarkşinaslık Enstitüsü el yazmaları bölümünde Nakşbendiyye’ye
dair yüz doksan beş eser bulunmaktadır.[66]
Bunun dışında Nakşî silsileye sahip on bir kişi günümüzde Özbekistan
cumhuriyeti sınırları içerisinde medfundur.[67]
Zamanla kabri üzerine yapılan her türbe yıkılınca türbe yapılmaktan
vazgeçilmiştir.
Alişir Nevaî (845-906/1441-15O1)’nin yaşadığı dönemde Nakşbendî tarikatı
geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. İşte bundan dolayı Nevaî, Nakşbendî
tarikatına devletin resmî mefkûresi demiştir.[68]
Nakşbendiyye XV-XVIII. asırlarda Timurlular (771- 913/1370-1507), Şeybaniler (831-872/1428-1468
ve 912-1007/1506-1599) ve Eşterhaniler (1010-1170/1601-1757) hanedanlarının
tarihi ile sıkı bir bağ içerisindedir. Bu millî mefkûre asırlarca kendi
varlığını korumuş, XIII/XX. asra kadar Mâverâünnehir topraklarında tarikatlar
varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Nakşbendîlik, Mâverâünnehir ve Türkistan’da kurulmuş olması dolayısıyla,
bu bölgenin âdet ve gelenekleriyle kaynaşmış, kısa zamanda yayılarak Fas’tan
Endonezya’ya, Çin’den Anadolu ve Balkanlar’a kadar yerli halkların fikrî ve
manevî hayatına derin etki etmiştir. Fonksiyonu itibariyle tarikat, Doğu İslâm
dünyası sûfî toplulukların tarihinde bir dönüm noktası niteliğindedir. O
devirde mutasavvıflar büyük statüler elde etmişler, başta dinî, sosyal-ekonomik
ve politik alanlarda olmak üzere Sovyetler Birliği dönemine kadar devam eden
yardımlaşma ağları kurmuşlardır. Orta Asya’nın sadece önemli şehirlerinde
değil, küçük köylerinde bile dinî faaliyetlerine yer verilen Nakşibendî tekke
ve misafirhanelerine rastlanmaktadır. Hankâhların, bu konumuyla kimsesiz fakir
ve yaşlılara destek olunması, hastaların ve her kesimden ihtiyaç sahiplerinin
yardımına koşulması yanında, kültürün muhafazası ve halk arasında bütünlüğün
sağlanması açısından da önemli fonksiyonlar icra ettiği görülmektedir.[69]
Nakşbendîlik coğrafik konum açısından ulaşımı zor olan göçebe halk
kitlelerine de ulaşmaya çalışmış ve Müslüman olmalarında büyük rol
oynamışlarıdr. Örneğin Dohbidli Nakşbendî şeyhi Mahdum-ı Azam (Hoca Ahmed b.
Şerif b. Seyyid Celaleddin Kasani 865-949/1461-1542)’ın Halifesi Ferganalı şeyh
Lutfillah Çusti (ö.979/1571) göçmenlerasında tarikatı yaymıştır. Mahdum-ı
Azam’ın küçük oğlu Hoca İshak Veli aynı zamanda şeyh Lütfillah Çusti tarafından
yetiştirilmiştir. Kırgız Türkleri arasında on iki yıl irşat ederek çok sayıda mürid
edinmiştir.[70] Eskiden göçebe Kırgızlar
arasında tarikat vekillerini “Kudaydın insandarı-Allah’ın insanları” olarak
kabul etmişlerdir.[71]
Mâverâünnehir halkları arasında İslam dini ile en geç tanışanlar Kırgız
Türkleri olmuştur. Tarihsel belgelerde adları geçen en eski topluluk da
Kırgızlardır[72] ve Kırgızlar arasında
İslamiyetin yayılmasında tasavvufî hareketlerin etkisi büyüktür.[73] Kırgızlara Yesevilik kültürünü
taşıyan Hakim Ata lakaplı Süleyman Bakırganî(ö. 582/1186)’dir.[74] Nakşbendiyye Kırgız
Türklerine Doğu’dan Kaşgar, Batı’dan Fergana yolundan yayılmıştır. Bu durum
Hokand Hanlığı (1134-1293/1722-1876) döneminde de devam etmiştir. Sovyetler
Birliği zamanında tarikatların faaliyetleri yasaklar nedeniyle azamî derecede
sınırlanmıştır.[75] 1930-1937 tarihleri arasında
Sovyet yönetimindeki şiddetli baskı ve teftiş devam etmiştir. Her şeye rağmen
genelde tarikatların, özelde Nakşbendîliğin gizlilik içinde faaliyetlerini
günümüze dek sürdürdüğü anlaşılmaktadır. XIX. asrın sonlarında Laçiler ve Saçlı
İşanlar Fergana Vadisindeki tasavvufî grupları temsil eden topluluklardır.
Yesevi hikmetlerini okuduklarından ötürü Yeseviliğe bağlantısı olduğu söylense
de silsile itibarı ile bağlantıları yoktur.[76]
Mâverâünnehir’de Yeseviyye, Kübreviyye, Aşkıyye, Kalenderiyye ve
Kadiriyye mensupları faaliyet yürütse de etki ve nüfuz açısından Nakşbendîliğin
kuvvetli olduğu görülmektedir. Bu dönem gayr-i müslimlere karşı millî
mücadelede Nakşbendî şeyhlerinin önderlik etmesinde de görülmektedir.[77]
1306/1889 yılında vali Nil Sergeeviç Lıkoşin Taşkent’te neşredilen Kamus
Lügat’inde Taşkent mahalleleri örneğinde tarikatlar, şeyhleri, müridleri,
devlete ödenen vergileri, yaşam tarzları hakkında bilgi verilmektedir. Toplamda
kırk beş tarikat şeyhi hakkında bilgi vermiştir.[78]
Günümüzde büyük önem arz eden bu bilgiler aslında vergi almak amacıyla Likoşin
tarafından bizzat toplanarak Moskova’ya rapor olarak sunulmuştur.
Likoşin her bir şeyh hakkında detaylı bilgi vermiştir. Bilgiler şeyhin
kimden irşad aldığı bölgedeki konumu ve kişisel özelliklerini kapsamış. Sadece
önemli görülen hususlar aşağıdaki tabloya alınmıştır.
No |
Adı |
T.[79] |
Yaşı |
Mürid sayısı |
Zikir Günü |
Yıllık Vergi |
1 |
Muhiddinhan İşan Muhammed Sadık Muhammed Avaz Halife oğlu |
K[80] |
46 |
1000 |
Perşembe |
400 som |
2 |
Molla Arif Kuvandık Sofi |
K |
41 |
20 |
Pazartesi |
9 som |
3 |
Adilhan İşan Torahoca oğlu |
K |
50 |
- |
- |
Fakir |
4 |
Azizlar hoca Yakub Hacı oğlu |
K |
76 |
40 |
- |
- |
5 |
N[83] |
62 |
100 |
- |
200 som |
|
6 |
Hazret Miyan Fazlî Muzemmil Hazret Miyankalan oğlu |
N |
56 |
100 |
Cuma |
40 som |
7 |
Miyan Fazlî Gafur |
N |
49 |
|
Cuma |
Çiftçi |
8 |
Kudratulla Halfe Muhammed Hacı oğlu |
N |
49 |
- |
Pazartesi |
5-6 som |
9 |
Yusufhoca İşan Badalhan İşan oğlu |
K |
38 |
80 |
Cuma |
10 som |
10 |
Muminhoca İşan Alimhoca İşan oğlu |
N |
80 |
60 |
Pazartesi |
45 som |
11 |
Molla Salih Muhammed Halfe Molla Alî Muhammed oğlu |
K |
95 |
40 |
- |
Fakir |
12 |
Miraziz Halfe Baratbay oğlu |
K |
60 |
- |
- |
- |
13 |
Kutbiddinhan İşan Muhammed Razık oğlu |
K |
39 |
300 |
Perşembe |
170 som |
14 |
Molla İbrahim Halfe Molla Ahund oğlu |
S[84] |
40 |
40 |
- |
Fakir |
15 |
Molla Alimbay Halfe Baratbay oğlu |
N |
58 |
- |
- |
- |
16 |
Muhammed Alî İn’â Sofi |
C |
48 |
50 |
- |
- |
17 |
Abbashan Seyyid Hacı oğlu |
N |
28 |
30-40 |
Cuma |
- |
18 |
Artuk Halfa Kazakbay oğlu |
S |
71 |
30 |
Cuma |
3 som |
19 |
Osmanhoca Yahyahoca oğlu |
S |
55 |
30 |
- |
7 som |
20 |
Seyyid Muhammed Hacı Halfe Hayit Muhammed oğlu |
K |
46 |
60 |
- |
20 som |
21 |
Molla Zakir Halfe Mumin Halfe oğlu |
Sh[85] |
55 |
- |
- |
- |
22 |
Şakirhan Töra Mumin oğlu |
S |
51 |
500 |
- |
50 som |
23 |
Molla Azim Ahund Molla Şadmanbay oğlu |
Sh |
66 |
30 |
Perşembe |
20 som |
24 |
Artukhoca İşan Mirzahoca İşan oğlu |
N |
67 |
40-50 |
- |
40 som |
25 |
Molla Mirfayzî Molla Sarımsak oğlu |
C[86] |
57 |
100 |
- |
Fakir |
26 |
Molla Şaekrem Halfe Molla Şayakub oğlu |
N |
76 |
|
Cuma |
- |
27 |
Abbashantöra Hamdamtöra oğlu |
C |
25 |
100 |
- |
Fakir |
28 |
Molla Cemaleddin Bekmuhammed oğlu |
C |
59 |
- |
- |
- |
29 |
Müderris Molla Abdulmecid Yunushan İşan oğlu |
N |
80 |
400 |
Mevlüd / Cuma |
400 som |
30 |
Rahmatullahoca Şahmehdi oğlu |
N |
53 |
- |
- |
25 som |
31 |
Taşmuhammed Bedelmuhammed oğlu |
N |
66 |
50 |
Cuma |
10 som |
32 |
Mirhamid Kân Molla Sarımsak oğlu |
N |
42 |
- |
Perşembe |
15 som |
33 |
Aziz Muhammed Sadik Sofi oğlu |
S |
56 |
60 |
Pazar |
- |
34 |
Molla Mirmaksud Halife Mirpolat Halfe oğlu |
C |
64 |
50 |
- |
- |
No |
Adı |
T. |
Yaşı |
Mürid sayısı |
Zikir Günü |
Yıllık Vergi |
35 |
Abidhoca Halife Molla Hacegan oğlu |
S |
63 |
20-30 |
Çarşamba |
14 som |
36 |
Molla Bâkî Muhammed Halfe Molla Abducalil oğlu |
N |
38 |
30 |
Perşembe |
- |
37 |
Miriskender Halfe Mirniyazbey oğlu |
C |
64 |
- |
- |
Fakir |
38 |
Molla Şaabdulmelik Halfe Molla Rahmetullah Kârî oğlu |
N |
66 |
10 |
Cuma |
20 som |
39 |
Damolla Salih Ahund Molla Savranbay oğlu |
N |
81 |
- |
- |
- |
40 |
Hacabay Halfe Rahimbay oğlu |
S |
78 |
60 |
Cuma |
2,5 som |
41 |
Molla Tacihan İşan Hacı Şaahmed Mahdum Halife oğlu |
K |
37 |
90 |
- |
- |
42 |
Muhammed Karim Abdurahim oğlu |
K |
51 |
20 |
Pazartesi |
15 som |
43 |
Muhammed Arifhoca İşancan Hacı oğlu |
C |
78 |
60 |
- |
- |
44 |
Alimhan Halfe Kârî Kubanbay oğlu |
S |
66 |
50 |
Pazar |
10 som |
45 |
Hacibay Halfe Niyazbay oğlu |
S |
70 |
20 |
Pazartesi |
- |
46 |
Seyyid Şerafeddin İşan Seyyid Arif oğlu |
K |
65 |
65 |
- |
90 som |
47 |
Molla Şerafeddin Mahdum Ahmed Mahdum oğlu |
N |
52 |
500 |
Cuma |
150 som |
48 |
İmam Zaynuddinhan Hâdîhan oğlu |
S |
65 |
700 |
Cuma |
100 som |
49 |
Necmeddinhoca Nurhoca İşan oğlu |
C |
56 |
20 |
- |
- |
50 |
Şayakub Şarahim oğlu |
C |
51 |
- |
- |
- |
51 |
Haşimhan Abdulkasimhan İşan oğlu |
N |
47 |
800 |
- |
- |
52 |
Yahyahoca Abducebbarhoca oğlu |
C |
45 |
20 |
- |
- |
53 |
İşan Baba Ahund Şadmanhoca İşan oğlu |
N |
62 |
- |
- |
- |
54 |
Abduzahirhoca İşan Abdul Azizhoca oğlu |
N |
88 |
- |
- |
- |
Tablo 1:[87]
Listede Nakşbendiyye yirmi, Kadiriyye on iki,
Cehriyye ve Sultaniyye on, Sühreverdiyye iki toplamda elli dört tarikat lideri
hakkında bilgi verilmiştir. Zikirler en çok Cuma (on iki), Perşembe, Pazartesi
(beş) günleri okunmuştur. Pazar (iki), Çarşamba (bir) günleri daha az okunmakta
olup, Salı ve Cumartesi günü hiç okunmamıştır. Yine tarikat önderlerinin yıllık
hazineye ödediği miktar 2,5 ile 400 som arasında değişmektedir. Bazıları da
fakir olduğundan dolayı hazineye hiçbir şekilde vergi ödememiştir. Bir şeyh en
az on en fazla bin müride sahip olmuştur. Ortalama yirmi ile yüz arasında
müride sahip olan halife sayısı fazladır. Bununla birlikte en genç halife yaşı
yirmi sekiz, en yaşlı halife ise doksan beş yaşındadır. Elli ile yetmiş yaş
arasındaki halife sayısı onun üzerindedir. Bunu otuz ve seksen yaş arası
halifeler takip etmektedir.
Nakşbendiyye halifeleri tarafından kutlanan Mevlüd-ü Nebi hakkında
özellikle bilgi verilmiştir. 1893 yılında 12 Eylül 12 Rabiülevvel’e denk
geldiğinden Nakşbendî halifeler müridlerine yemek ikramlı kutlamalar yaptığı,
aynı şekilde Mevlüd-ü Nebi’ye gelen müridlerin de hediyeler ile geldikleri
belirtilmiştir. Bununla birlikte müridlerin milliyeti hakkında da bilgiler
yazılmıştır.
Mürid kitlesi içinde yer alan Kırgız Bey ve ağalar, tarikatın siyasi ve
ekonomik nüfuzu açısından önemli etkiye sahip olmuşlardır.[88]
Kırgızlar arasında irşat faaliyetleri için mescit imamları ve sufiler büyük
emek harcamışlardır.[89]
XI/XVII. asırdan itibaren Nakşbendiyye mensupları dışardan gelen gayr-ı
müslimlere karşı “İslam müdafileri” rolüne sahip olmuşlardır. Bu mücadele
Çarlık Rusyası ve Sovyetler Birliği dönemindeki en acımasız yasaklara rağmen
devam etmiştir.[90] Çar Rusyası Mâverâünnehir
coğrafyasındaki Hanlıkları 1269/1853’Ate başlayarak 1313/1896[91]’ya kadar tamamen işgal etmiş[92] maddî ve manevî zenginlikleri
yağmalamıştır.[93]
Çarlık Rusyası ilk başta İslam şeriatına saygı duyduklarını, şeriat
emirlerine boyun eğmeyenlerin cezalandırılacağını Türkistan’ın ilk askeri
valisi General Çernayev’in 1282/1865’te yayınladığı emir ile duyurmuştur.
Zamanla dini alandaki özgürlüklere karşı hamleler başlamıştır.
1898 yılında Dukçi İşan (Madali İşan) ve beraberindekilerin Ruslara
karşı ayaklanmasının sebebi “Rus hükümetinin zekât toplanması, Hac ziyaretine
yasak getirmesi, vakıf gelirlerine el koyması” gösterilmiştir.[94]
Bölgedeki tasavvufî faaliyetlerin önemini Likoşin raporlarında görmek
mümkündür. Likoşin halk üzerindeki “işanlar[95]”ın
tesirinin yüksekliğini, bundan dolayı işanlarla ilgili her şeyin yakından
öğrenilmesi gerektiğini vurgulamıştır.[96]
Çarlık Dönemi daha ilk zamanlarda bölge ile ilgili detaylı araştırma yaparak
tarikat ve tasavvufî hareketleri zayıflatarak tedbirler almıştır. Çarlık ve
Sovyetler Birliği dönemlerinde tasavvuf ve tarikatlara konulan engel ve
yasaklara rağmen sufi önderlerinin faaliyetleri resmî din görevlerinin faaliyetlere
göre daha başarılı olduğu söylenebilir. Sınırlı bir kitleye hitap edilmesine
rağmen geçmişle gelecek arasında köprü vazifesi açısından önemli rol
üstlenmişlerdir. [97]
Sovyetler
Birliği Sonrası Dönem
1917 Ekim Devrimiyle iktidara gelen Bolşevikler “tabiatüstü güce
inanmayı” reddederek Rus Komünist Parti’sinin en önemli esasını teşkil eden
Marksist-Leninist ve ateist düşünceyi ön plana çıkarmıştır.[98]
Sovyet Hâkimiyeti Müslüman
coğrafyasında iktidarı sağlamlaştırdıktan sonra Mart 1923 Türkistan KP’nın VII.
Kurultayı’nda açık bir şekilde “Şeriat Dine Karşı Propaganda” başlığı adı
altında dokuz maddeden oluşan karar kabul edilmiştir.[99] Bu karar
çerçevesinde zamanla güçlenen mahalli halk kitlelerinden oluşan “Hüdasızlar
(Allahsızlar) Birliği” hareketi kurulmuştur. Birlik üyeleri ateist rejim
ile işbirliği yaparak dini düşünce ve taraftarlarıyla mücadele etmişlerdir. Bu
savaşın bir boyutu din karşıtı seminerler, kongreler ve sohbetler ile devam
etmiştir. Ateist yayınlar en ücra köylere kadar ulaştırılmıştır. Hüdasızlar
Birliği Kazakistan’da yirmi beş bin dokuz yüz on altı üye, Kırgızistan’da ise
bin iki yüz altmışaltı üye kaydedilmiştir. Özbekistan’da yüz kırk dört bin yedi
yüze yirmi altıya ulaşmıştır.[100] Bu sayının artması yerli
halkın gönüllülük ile Hüdasızlar Birliğine üye olduğu anlamına gelmemektedir.
Daha ziyade katliam, sürgün ve hapis cezalarından kurtulma çaresi olarak
görülmektedir.
Sovyetler Birliği döneminde İslam dinine yönelik baskı
ve yasaklamaları 1921 yıllında başlar 1924 yılında şeriat mahkemeleri
lağvedilmiştir. 1922-1925 yılları arasında cami, mescit ve medreselerin değerli
eşyalarına el konulmuştur. Bu baskılar örf adet ve Kur’an hükümlerine karşı
hareket olarak başlamış sonrasında tekil şahısl ara yönelmiştir. Arap
alfabesinden 1928 yılında Latin alfabesine, daha sonra da Latin alfabesinden
Kiril alfabesine geçerek harf devrimi yapılmıştır.[101]
1928 yılında din eğitimi veren kurumlar kapatılmıştır.[102]
Doğrudan yıldırma hareketleri 1928-1941 yılları arasında devam etmiştir.
Bu baskı ve yasaklamalar mahallî ve yerlî halklardan oluşan Hüdasızlar
Birliği’nin yardımıyla yürütülmüştür.[103]
SSCB dönemindeki siyasî otorite doğrudan İslam’a ve Müslümanlara saldırmayı ört
bas etmek için “sistem karşıtı, hurafe yayıcı, suç işleyen biri” olarak şikâyet
edilmiştir. Yukarıdaki suç unsurları / bahane edilerek Müslümanların mal
varlığına el koyulmuştur. Manevî miras olan kitap ve kütüphaneler de bu
uygulamadan nasibini almıştır. Böylece din âlimleri, tarikat mensupları,
Müslüman aydınlar rejim, devlet ve halk düşmanı ilan edilerek idam, sürgün,
hapis ve mal varlıklarına el konulmak suretiyle cezalandırılmışlardır.
Yaşananlar dönemin canlı tanıkları ile gün yüzüne çıkmaya başlamıştır.
Tüm Sovyetler coğrafyasında Müslümanlara yapılan bu katliamlar 1936-1945
yılları arasında farklı ülkelerde uygulanmıştır. Bu katliamların ve
cezalandırmaların başlıca aktörlüğünü Stalin adına NKVD[104]
daha sonra da KGB[105] istihbarat servisleri takip
etmiş ve uygulamıştır. Bunlardan biri bağımsızlığa kadar saklanabilen ve
Kırgızistan başkenti Frunze yani bugünkü adıyla Bişkek yakınlarında bulunan
“Ata- Beyt”[106] toplu mezarıdır.
1941-1945 Almanya ve Sovyetler Birliği savaşında, Almanya tarafına
geçerek Sovyetler Birliği ile savaşan Türkistan Lejyonu olarak bilinen iki yüz
binden fazla Orta Asyalı Türklerden oluşan grup, aslında dini alandaki
özgürlüklere karşı mücadele düşüncesiyle Almanların tarafını seçmiştir.
Dini özgürlükler alanındaki baskıların olumsuz neticeleri üzerine 20 Ekim
1943 yılında Taşkent’te Orta Asya ve Kazakistan Müslümanları Dinî Nazırlığı[107] kurulmuştur.
Başkan olarak İşan Babahan b.Abdülmecidhan ittifakla seçilmiştir.[108] Dinî Nazırlık görevlileri
yönetim tarafından çok sıkı takip edilmişlerdir. Bu sebeple Nazırlığın
faaliyetleri de çok kısıtlı olmuştur.
1964 yılında camilerin de kapatılmasıyla basın, radyo, televizyon, sinema
ve tiyatro öncülüğünde yoğun din aleyhtarı programlar yapılmıştır. 1954-1964
yılları arasında dokuz yüz yirmi İslam aleyhtarı eser neşredilmiştir. Yüz
yetmiş yedisi Özbek Türkçesinde, yüz yirmi altısı Kazak Türkçesinde, altmış
dokuzu Kırgız Türkçesinde ve diğerleri de başka çağdaş Türk dillerinde
neşredilmiştir.[109] Din aleyhindeki yayınlar 1980
yılına kadar basılmaya devam etmiştir.
Sovyetler Birliği’ndeki Marksist-Leninist ve ateist dalgaya karşı
tasavvuf ve tarikat mensuplarının görece başarılı bir mücadele verdiği
söylenebilir. Dine ve dindarlara baskının şiddetini arttırdığı dönemlerde bile
bu hayat tarzının varlığını devam etmesinde, sufi tarikatların sistemli
faaliyetleri etkili olmuştur.
İslamî kuramların yasaklanması ve kapatılması sufilerin daha sistemli ve
gizli çalışmasını beraberinde getirmiştir. Sovyetler Birliği döneminde resmî
dinî eğitim kuramları, öğrenciler, hocalar ve hatta ders içeriği bile sıkı bir
denetim altında tutulmuştur. Gayr-ı resmi olarak dini eğitimin verilmesi
şiddetli karalama kampanyaları ile yasaklanmıştır. Bu kuramların “sosyalizme
karşı bir suç unsuru olduğu”[110] belirtilmiştir.
Buna rağmen mollalar ve şeyhler gizli yollarla, fazla dikkat çekmeden
faaliyetlerine devam etmiştir.
Ancak insanın fıtrî yönüne dönük baskı ve yasaklamaların bir fayda
vermediği aradan geçen zaman kısmında gün yüzüne çıkmıştır. O günkü
Mâverâünnehir halkı özellikle tarikat mensupları, civanmertler topluluğu adı
altında meslek edindirme ustaları olarak dinî tebliği zor şartlara rağmen tam
bir gizlilik içerisinde, nesilden nesle aktarmışlardır. Yasak ve baskılar
dolayısıyla bilgiler daha çok şifahi kaynaklara dayanmaktadır. Gündüz
mesleklerini, gece ise din eğitimlerini icra etmişlerdir.
Sovyetler Birliği döneminde günümüz Mâverâünnehir’inde Nakşbendiyye,
Kadiriyye, Yeseviyye ve Kübreviyye faaliyet göstermiştir. Fakat Nakşbendiyye
çok yaygın olduğundan dolayı Kadiriyye ve Yeseviyye’yi kendi içinde
sindirmiştir.[111] Diğer tarikatlara göre daha
yaygın ve kabul edilmesinin sebeplerinin başında halkın her kitlesine hitap
etmesidir. Diğer bir husus ise toplum içindeki sosyal davranışı fazla
etkilememesi, halkın anlayacağı dillerde hitap etmesi yani Türkçe ve Farsçayı
kullanmasıdır. Nakşbendiyye’nin sessiz zikir uygulaması da Sovyetler Birliği
döneminde gizli faaliyetlerde önemli bir husustur. Bölgedeki Nakşbendiyye
temsilcileri aynı sülaleye mensup değillerdir. Şeyhler liyakat esasına göre
belirlenmiştir. Mâverâünnehir’de
şeyhler eskiden halk arasında “işan” adıyla bilinse de günümüzde “işan” sözü
mürşidlerin neslinden gelenler için de kullanılmaktadır.[112]
Mâverâünehir’de Nakşbendîliğin Hüseyniyye, Gafuriyye, Seyfiyye, Tahiriyye
ve Hâlidiyye kolları mevcuttur. Bu isimleri almasının asıl sebebi o
bölgelerdeki şeyhlerin adlarına neipet edilmesindendir. Bunun dışında Türkiye
ve diğer İslam ülkelerinden, Mâverâünnehir’de Nakşbendiyye kollarının faaliyet
gösteren mensupları az da olsa bulunmaktadır. Mâverâünnehir’in en aktif
kollarından biri de Hüseyniyye’dir.
Mâverâünnehir’de
Hüseynîlik
Nakşîliğin bu koluna Hüseyniyye denilmesinin sebebi, Halife Hüseyin
Buharî (ö. 1249/1834) adına nispet edilmesidir.[113]
Mangıtlar (1170-1338/1757-1920) sülalesinden gelen dinî emir ve yasaklara
riayet konusundaki titizliği ile bilinen daha çok Özbekler tarafından
benimsenen bir tarikattır Hüseyniyye temsilcileri.
Hüseyniyye, Sovyetler Birliği döneminde de faaliyetlerine devam edip
mürid yetiştirmiştir.[114] Bu kolun sadece
Mâverâünnehir’de değil Kazakistan’da da faaliyet yürüttüğü günümüz
araştırmalarıyla ortaya çıkmıştır. Zira B. M. Babadjanov’un Güney Türkistan
bölgesinin Kuçşu-Ata kasabasındaki Nakşbendiyye-Müceddidiyye- Hüseyniyye
hakkında makale yazıncaya kadar Sovyetler Birliği devrinde Kazakistan’da
tasavvuf! hayatın olmadığına inanılmaktaydı. [115]
Hüseyniyye tarikatının derslerinin amacı, ihlas ile yapılan amel ve
ibadet, zikirdir. Fakat dersler sonunda mürid adayları isterlerse “el verir”
(eller duaya açılır), mürşide itaat eder ve ek vazife (nafile ibadet) alırlar.
Böylece bu taifeye katılmış olurlar. Müridler toplum işlerine aktif katılırlar.
Evlenmek, çalışarak ailesinin geçimini sağlamak, çocuklarını eğitmek gibi
vazifeleri de aksatmazlar. Fakat bunları yaparken her daim zikirle meşgul olup
“kalp hâlini” geliştirmeleri beklenir. Nakşbendî Tarikatı’nın miladî XV. asır
sonuna doğru şöhret bularak bu zamana kadar ulaşması, halk arasında saygıya
layık olması, boşuna değildir. Bu taife üyeleri “Pîr hizmetinde olma” adıyla
mürşidin yakın çevresinde de yer almışlardır.[116]
Rejimin baskı ve yıldırma çabalarına rağmen faaliyet yürütmesi, Pîr ve
Mürşidlerin diğer Müslüman halkın saygı ve nüfuzunu kazanmasını sağlamıştır.
Bölgedeki tasavvufî hayatın itikadi yönüyle ilgili Tayfuriyye,
Suhreverdiyye, Hululiyye ve Firdevsiyye daha çok Şiî, Yeseviyye, Nakşbendiyye
ise Sünniliğe yakın tarikatlardır.[117]
Tasavvuf tarihine baktığımız zaman, mezheplerin görüş farklılığının sufilerin
hayatına etki ettiğini görmek mümkündür. Bu yönüyle Sünnî ve Şii mezhepleri
arasındaki mücadele belirli izler bırakmıştır.
Günümüz Mâverâünnehir’inde Nakşbendiyye Hüseyniyye kolunun
faaliyetlerinin daha geniş ve daha meşhur olduğunu görmek mümkündür.
Kübreviyye, Yeseviyye de diğer meşhur tarikatlardandır. Mevlana Hüseyin’in
halifelerinden Mir Muhammed İbrahim, Semerkant’ta tarikatın yayılmasını
sağlamıştır.[118] Zamanla Nakşîliğin bu kolu
tüm Mâverâünnehir şehirlerinde; Karşı, Oş, Hisar, Keş, Taşkent (Şaş), Fergana,
Çarcoy, Kolab, Buhara, Belh, Taraz, Tirmiz, Hocend, Karategin, Pencikent ve
Bedehşan’da müridler edinmiştir.[119]
Tarikata girmek isteyen mürid mürşidden el almaya gelir. Şeyh de bu yolun
meşakketi ve ek ibadetleri, virdleri hakkında bilgi verir. Bunu kabul ediyorsa
diz dize oturur, şeyh nasihat eder, o güne kadar olan bütün günahlarından
pişman olarak tevbe eder. Tevbe anında herhangi bir insanda kul hakkı
bulunuyorsa mutlaka ödemesi gerektiği, kaza namazlarını, oruçlarını ifayı
tavsiye eder.
Mürid tevbe ettikten sonra hemen ağır yük yüklenmez. Örneğin ilk
zamanlarda yüz kere kelime-i şehadet, beş yüze kere İsm-i Zat yani Allah zikri
ödev verilir.[120] Yapması gereken
nafile ibadetler A4 kâğıdı üzerinde yazılı halde verilir. Nafile ibadetler
başlığı altında daha sonra geniş bilgi verilecektir.
Kadın müridlerin el vermesi, erkeklerden farklı olarak şeyhle yüz yüze
karşılaşmadan şeyhin kapalı kapı arkasından yazma tutarak gerçekleşir.
Kadınlara farz ibadetlerin yanında eşe itaat, gıybet, dedi kodu, koğuculuk ve
iftiradan uzak durmak, çocuk terbiyesine önem vermek, eşine ve malına ihanet
etmemek üzerine tavsiyelerde bulunulur. Bu vazifeler tamamlandığı zaman zikir
dersi verilmeye başlanır.[121] [122]
Vazifeler şeyhin hanımı, kadının babası veya eşi aracılığıyla iletilir. Tevbe
kapısından geçen her 122 müride
her zaman abdestle gezmesi tavsiye edilir.
Hüseyniye
şeyhlerinin halk arasında nüfuzlarının artması doksanlı yıllardan itibaren
faaliyet göstermeye başlayan akımlar tarafından hoş karşılanmamıştır.
Hüseyniyye temsilcilerinin siyasete mesafeli duruşu, Sovyetler Birliği sonrası
dönemde yönetimin bu tür gruplara karşı nasıl bir tavır takınacağını
netleştirememesine neden olmuştur. Kendilerini İslami olarak niteleyen radikal
akımlar tarafından düzenlenen (16 Şubat 1999, Taşkent Vehhabi ) terör
saldırısından Hüseyniyye’nin de dâhil olduğu sufi grupları olumsuz
etkilemiştir. Yönetim tarafından gözetim altında tutulmalarını beraberinde
getirmiştir.[123]
[124]
Tarıkatın nispet ettiği Halife Hüseyin’in iki halifesi olup tarikat
bundan sonra iki kol şeklinde devam etmiştir. Halife Abdu Sattar hafi zikri,
Halife Abdulaziz Nemenganî Meczup (Meczup Nemenganiy) ise Nakşbendiyye’nin hafi
zikri yanında Kadiriyye’nin cehri zikrini uygulamıştır. Hüseyniyye-i Meczubiyye
müridlerinin sayısı az olmakla beraber günümüzde de faaliyetinlerini
sürdürmektedir. Bunun yanında Abdulaziz Nemenganî’nin “Meczup Nemenganî”
mahlasıyla yazdığı beyitler, müridler tarafından 124 okunmaktadır.
Hüseyniyye kolunun silsilesi[125]
Nakşbendî-Müceddidi-Hüseyniyye diye geçmektedir. Silsilede yer alan şeyhlerin
isimleri müridlere matbu bir kâğıtla verilir ve ezberlemeleri istenilir. Şeyh
İbrahim Mamatkulov’un müridlerine verdiği silsile, A4 kâğıdı üzerine basılı
olup şöyledir:
“Pirân-ı Tarikat”
Hazret Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)
Kasım bin Siddik Ekber (rh.a.)
Halife
Kârî Abdullah (rh.a.)[126]
Müridlere verilen diğer nüsha ise daha
detaylı bilgi kapsar.
Peygamber
Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem), (ö.11/632)
Selman-ı
Farsi (ö. 32 veya 35/654 veya 657)
Kasım
ibn Muhammed ibn Ebu Bekr (r.a.), (ö. 106 veya 108/ 724 veya 726)
İmam
Ca’fer-i Sadık (r.a.), (Ö.148/765)
Ebu
Tayfur ibn İsa-Bayezid Bistami (k.s.), (261 veya 264/874 veya 877)
Şeyh
Ebu’l Hasan Harakani (k.s.), (ö. 425/1033)
Şeyh
Ebu Ali Farmadi (k.s.), (ö. 477 veya 511/1084 veya 1117)
Hace
Yusuf Hemadani (k.s.), (ö. 535/1141)
Hace
Abdulhâlık Gücduvani (k.s.), (ö. 575/1179)
Hace
Muhammed el-Revgari (k.s.), (ö. 616/1219)
Hace
Mahmud Encir fegnevi (k.s.), (ö. 717/1317)
Hace
Azizan Ali Ramitani (k.s.), (ö. 715 veya 721/1315 veya 1321)
Hace
Muhammed Baba Semmasi (k.s.), (ö. 755/1354)
Hace
Seyyid Emir Külal (k.s.), (ö. 772/1370)
Şah
Bahaeddin Nakşibend (k.s.), (ö. 791/1389)
Hace
Alaeddin Attar (Alaeddin Muhammed ibn Muhammed Buhari), (k.s.), (ö. 802 veya
804/1400 veya 1402)
Mevlana
Yakub Çerhi (Mevlana Yakub ibn Osman ibn Mahmud) (k.s.), (ö. 851/1447)
Hace
Ubeydullah Ahrar (Hace Nasreddin Ubeydullah ibn Mahmud), (k.s.), (ö. 896/1490)
Mevlana
Kadı Muhammed (Mevlana Muhammed Zahid Vahşi veya Muhammed ibn Burhaneddin
Semerkandi) (k.s.), (ö. 922 veya 936/1516 veya 1529)
Mevlana
Muhammed Derviş (k.s.), (ö. 970/1562)
Mevlana
Muhammed İmkeneki (k.s.), (ö. 1008/1600)
Mevlana
Muhammed Baki Billah (Hace Ebulmuyayd Raziyuddin Üveysi) (k.s.), (ö. 1012/1603)
Şeyh
Ahmed Faruki İmam Rabbani (Şeyh Ahmed Sirhindi) (k.s.), (ö. 1034/1624)
Şeyh
Muhammed Seyyid Sirhindi (k.s.) (ö. )
Şeyh
Abdul Ahad Sirhindi (k.s.)
Hace
Muhammed Musahan Dehbidi Semerkandi (k.s.), (ö. 1775)
Halife
Muhammed Sıddık Dehbidi Semerkandi (k.s.), (ö.1795)
Halife
Muhammed Hüseyin Buharî (k.s.) (ö. 1834[127]),
(Hüseyniyye Kolu)
Halife
Abdu Settar Mahdum (k.s.)
Molla
Muhammed Salih Hokandî (k.s.)
Halife
Muhammed Emin al-Buharî (k.s.)
Halife
Muhammed Abdul Vahid Türkistanî (k.s.) (Ö.1967)
Hafız
Abdullah Taşkendî (k.s.) (Ö.1976) [128]
Hazret
İbrahimcan Akkorganî (İbrahim Mamatkulov) (k.s.), (1937-2009)
a)
Hace Hazret Nasreddin Mahsum (d.1952), (sallamallahu fi’d-dunya ve’l ahirah)
37. b) Hazret Kurbanali Ahmed (Ahmedov),
(d.1955)[129] .
Nakşbendiyye tarikatı Hüseyniyye silsilesi “Altın Silsile” adı ile
Hz. Ebu Bekr’e ulaşmaktadır. Hüseyniyye silsilesi de Hz.Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) ile beraber kaydedilen silsilede otuz dördüncü, Hz. Ebu
Bekr’den başlanan silsilede otuz üçüncü silsileye kadar yani Şeyh Ahmet Faruki
İmam Rabbanî(ö.1624)’ye kadar birebir aynıdır. Daha sonra coğrafik konumu
itibarı ile farklı kollar vasıtasıyla Nakşbendî-Müceddidî ismiyle devam
etmiştir. 1834 yılında vefat eden tarikat şeyhi Halife Hüseyin’den sonra
Nakşbendiyye-Hüseyniyye olarak sadece isim farklılığı ortaya çıkmıştır. Diğer
tarikatlardan ayrılan en büyük özellikleri, Bahaeddin Nakşbend’in <<Dil
ba Yaru dast ba kar>> düsturu çerçevesinde mürşidlerin mutlaka el emeği
bir meslek sahip olması ve bunu müridlerine öğretimi zorunlu hale gelmesidir.
Bunun için civanmertlik Anadolu’da ahilik şeklinde zuhur eden kurum
teşkilatını, mürid mürşid ilişkisini usta çırak olarak değerlendirmiştir.
Sovyetler Birliği döneminde de tarikat bu teşkilat çerçevesinde her zaman
aktifliğini korumuştur.
Tarikatta dikkat çekici bir başka husus Mevlüd-i Nebi uygulamasıdır.
Sadece Nakşbendiyye mensupları tarafından okutulduğunu Likoşin’in 1893 yılında
yazılan özel notlarından görmek mümkündür. Yine Ahmet Yesevî Hikmet’i tarikat
içinde kadın erkek ayırmaksızın en çok okutulan eserler arasında yer
almaktadır. Nakşbendiyye- Hüseyniyye gayesi özetlemek gerekirse; şeriat ile
zahiri temizlemek, tarikat ile batını temizlemek, hakikat ile Allah’a yaklaşmak
ve marifet ile Allah’a ulaşmaktır. Bunun yanında on bir kaideye riayet etmektir.
“Altın Silsile” Hüseyniyye örneğindeki şeması
NAKŞBENDİYYE-HÜSEYNİYYE
Hüseyniyye bölgede daha ziyade “Hazret İbrahimcan müridleri” olarak
bilinmektedir. Bunun sebebi de Hazret İbrahimcan İşan’ın uzun yıllar tarikata
önderlik etmesinden kaynaklanmaktadır. Tarikat mensupları ise
<<Hüseyniyye-Rabbaniye>> demektedirler. Akedemik araştırmalar ise
<<Nakşbendî-Müceddidî-Hüseynî>> demektedirler. Müridler Özbekistan,
Güney Kazakistan, Kırgızistan ve Rusya Federasyonu’nda yaşamaktadırlar. Esas
toplanma yerleri senede en az iki kere Mevlid ayı ve Ramazan ayı olmak üzere,
Güney Kazakistan’ın Kuşçu-Ata kasabasıdır.[130]
Çarlık döneminden itibaren her türlü zorluğa rağmen faaliyetlerini yürütmeleri,
Hüseyniyye’yi bölgedeki en etkin tarikat şubelerinden biri haline getirmiştir.
2009 yılı itibarı ile müridlerinin sayısı yirmi bini geçmiştir.[131] Bu sayı aynı zamanda
bölgedeki en çok müridler topluluğudur.
Bu bölümde Hüseyniyye pirleri, ailesi, eğitimi, tasavvufa intisabı, irşat
faaliyetleri ve halifeleri hakkında bilgiler verilecektir.
Şeyh Abdulvahid
Sayramî (1885-1967)
Şeyh Abdulvahid Sayramî, Tacikistan’ın Urp Tepa köyünde 1885 yılında
dünyaya gelmiştir. 1925-1937 yılları arasında Müslümanlara karşı yapılan toplu
katliam ve sürgün neticesinde doğup büyüdüğü memleketinden Türkistan’a 1927
yılında hicret etmiştir.[132] On beş kez hapse girdiği ve
müridlerinin yardımı ile hapisten kurtulduğu anlatılmaktadır.[133] İşan Baba lakaplı Şeyh
Abdulvahid Türkistanî günümüzde Kazakistan sınırları içinde bulunan Türkistan
şehrinin 15-17 km Kuzey Doğusunda yer alan Kuşçu-Ata kasabasında yaşamıştır.
Şeyh Abdulvahid Sovyetler Birliği’nin ateist rejiminin takibine rağmen az
sayıda da olsa mürid yetiştirmiştir. Hüseyniyye’nin sonraki nesle
aktarılmasında zor dönemde bir köprü vazifesi icra ettiği söylenebilir.
Sayramînin evliliği hakkında bilgiye ulaşılamamıştır. Üç oğlu olup
isimleri Sultankul, Nasruddin ve Habibullah’tır. Habibullah dışında diğer iki
çocuğu 2018 yılı itibarı ile hayatta olup Kuşçu-Ata Kasabasında ikamet
etmektedirler.
Nasruddin işan günümüzde Nakşbendiyye-Müceddidiyye-Hüseyniyye kolunun
Kazakistan halifelerinden biridir. Ona babasından kalan tekke geniş bir araziye
sahiptir. İçerisinde meyve ağaçları, marangoz atölyesi, yemek yeme ve namaz
kılma çardağı, mutfak, tuvalet ve banyolar bulunmaktadır. Misafirler dışında
tüm müridler bir işle meşguldürler. Bu bir eğitim yöntemi olarak kullanılmakta
olup Hüseyniyye mensuplarının diğerlerinden ayıran en önemli yönleri budur.
Şeyh, namaz ve yemek vaktinde müridleri ile bir araya gelmektedir.[134] Şeyh Abdulvahid 1941-1945
yılları arasında SSCB ve Almanya ortasında olan İkinci Dünya Savaşı’na SSCB
ordusunda savaşa katılmıştır.
Şeyh Abdulvahid Eğitimini Buhara’da tarikat önderlerinin yanında
almıştır. Kendisinden önceki silsilede yer alan her iki mürşidin de hizmetinde
bulunmuştur. Şeyh sülûkunu Buharalı Hakşbendiyye-Müceddidiyye-Hüseyniyye pîri
Halife Muhammed Emin’den tamamlamıştır. Sonrasında memleketi (Tacikistan
sınırları içerisinde) Urp- Tepe’ye gitmiştir. Kaynaklarda onun hakkında fazla
bilgi bulunmamaktadır. Güney Kazakistan bölgesinin Din İşleri Komiseri
raporlarında Abdulvahid işanın uyruğu kimi zaman “Özbek”, kimi zaman “Tacik”
diye kaydedilmiştir.[135] Müridlerin daha ziyade Özbeklerden
oluşması hasebiyle onun da Özbek olabileceği ileri sürülmüştür.
Şeyh Abdulvahid Buhara’dan Şeyhu’l- İslam Halife Muhammed Emin tavsiyesi
ile Kuşçu-Ata’ya dönerek öğrenci yetiştirmeye başlamıştır. Fakat faaliyetler
“Bolşevik (Bolşavoylar)” (Komünist) rejimi tarafından tepkiyle karşılanmıştır.[136] Güney Kazakistan’ın hemen her
bölgesinden müridleri olup Hoca Ahmet Yesevi türbesi türbedarı da bizzat
şeyhinin gelerek el verip ona beyat etmesi, şeyhin toplum nezdindeki itibarını
göstermesi açısından önemlidir.[137]
Şeyh Abdulvahid’in Sovyetler Birliği döneminde Kuşçu-Ata köyü
yakınlarındaki mağarada üç-dört kez kırkar günlük halvet çıkardığı nakledilir.
Günümüzde bu gelenek oğlu Nasruddin işan tarafından devam ettirilmektedir.[138]
Şeyh Abdulvahid 1 Nisan 1967 yılında vefat etmiş olup Kuçşu-Ata
kasabasına defnedilmiştir. Vefatından önce otuz üç yıl hizmetinde bulunan
Abdullah Kârî’yi halife tayin etmiştir.
Şeyh Abdullah Kârî’nin kendisi ve ailesi hakkında fazla bilgi
bulunmamaktadır. Abdullah Kârî’nin bir oğlu olup ismi Nasrullah’tır. Hafızlığı
bulunan Kârî Nasrullah[139] Özbekistan
Cumhuriyeti Taşkent vilayeti Koylık kasabasında yaşamış ve burada irşad
faaliyetlerinde bulunmuştur. Diğer tarikat üyeleri ile sıkı bir irtibat içinde
olan oğlu 2002 tarihinde Kazakistan Cumhuriyeti’nin Türkistan şehrinden hatm-i
hâcegân dönüşü trafik kazasında vefat etmiştir.[140]
İşan Baba (Şeyh Abdulvahid Türkistanî) kendisiyle beraber otuz üç yıl
hizmetinde bulunan Abdullah Kârî’yi Halife tayin etmiştir. Kendisi, 1967-1976
yılları arasında pirlik vazifesini yürütmüştür.[141]
Abdullah Kârî da şeyhi gibi Sovyet yönetiminin baskı ve gözetimi altında
tutulmuştur. Birkaç kez tutuklanmış, her seferinde üç dört ay sonra “talebe
yetiştirmeme şartıyla” serbest bırakılmıştır. Kârî Abdullah, icazeti sonrası
Şeyh Abdulvahid’in çocuklarının evinde, senede iki kez bin beş yüz civarında
müridiyle toplanarak Mevlüd ve Ramazan’da Kur’an-ı Kerim okutmuştur. Sovyetler
Birliği döneminde Kazakistan ve çevre bölgelerde faaliyet yürüten halifeleri
olmuştur.[142] Her türlü engel ve zorluklara
rağmen Abdullah Kârî Özbekistan’ın özellikle Fergana, Cizzah, Taşkent
şehirlerinde çok sayıda mürid yetiştirmiştir. Tacikistan, Kazakistan ve hatta
Rusya’da da müridleri bulunmaktadır.
Sıkı rejim baskısından ötürü şeyh hiçbir halifesine geleneksel yazılı
silsile ve icazet bırakmamıştır. Abdullah Kârî halifelerini uyararak
müridlerini itinayla seçmelerini tavsiye etmiştir.
Abdullah Kârî 1976 yılında vefat etmiş, Kuşçi-Ata kasabasında, şeyhi İşan
Baba Abdulvahid Türkistanî’nin yanına defnedilmiştir.[143]
Müridlerinden Halife İbrahim İşan’a halifelik görevi vermiştir. Diğer
halifesi Şeyh Abdullah Kahhar, Harezm[144]
bölgesinde faaliyet göstermiştir.
Şeyh İbrahimcan Akkorganî (1937-2009)
Doksanlı yıllarda dini alandaki baskıların azalmasıyla camiler,
medreseler vb. dinî teşkilatlar ile beraber Hüseynîlik de daha rahat hareket
etmişlerdir. Mâverâünnehir, özellikle de Özbekistan’da irşad faaliyetleri canlanmıştır.
Hüseyniyye tarikatı mürşidi Şeyh İbrahimcan, bölgedeki en etkin tarikat
temsilcilerinden biri kabul edilmektedir.
Şeyh
İbrahimcan Akkorganî Doğumu ve Ailesi
İbrahimcan Hazretin anne ve babası ilmiyye sınıfından olup
Nakşbendiyye’ye müntesiptirler.[145] Hicrî 1356/ miladî 10 Mart
1937, (kendi deyimiyle Sığır[146] (On iki Hayvanlı Takvime
göre) yılında) Özbekistan’ın Fergana vilayetinin Buvayda kasabası Akkorgan
köyünde dünyaya gelmiştir.[147]
Babası Muhammedkul Corobay at arabası yapımı ve tamiriyle meşgul bir
marangozdur. Büyük Fergana Kanalı inşasına bizzat katılmıştır. 2018 yılı
itibarıyla hayatta olan annesi Tacinisa’nın ailesi de ilmiyye sınıfına
mensuptur.
Şeyh İbrahimcan beş çocuk sahibidir. Üç oğlu, iki kızı vardır. Oğulları
Bahramhan, Muhammedullah ve Abdukadir[148]
hafız-ı Kur’an’dır.[149] Kendisinin de asıl mesleği
babası gibi marangozluktur. 1998 yılına kadar beşik, kapı ve pencere yapımıyla
geçimini sağlamıştır. Hastalığından ötürü doktor tavsiyesiyle ağır iş yapmayı
bırakmıştır.[150]
Şeyh İbrahimcan’ın ilk hocası babasıdır.[151]
[152] Dinî eğitimini Üç-Köprik
kasabasının 152
Bahrin köyünde Yusufhoca Karı den almıştır. Ortaokula 1945 yılında yine
aynı köyde başlamış daha sonra Üç-Köprik 1 nolu okulda devam etmiştir. Kendi
anlatımıyla erkek kardeşinin ağır hasta olduğu zaman doktor olmak istemiştir.
Erkek kardeşinin vefatı üzerine bu isteğinden vazgeçerek ölümün hakikatini
öğrenmeye karar vermiştir. Bundan dolayı ilk önce Taşkent’e (1957 yılında),
sonra Buhara’ya (1960 yılında) gitmiştir. Taşkent’te Hasti İmam Medresesi’nde
üç yıl, sonrasında Mir Arap Medrese’sinde ders almış ancak eğitimini
tamamlamadan geri dönmüştür. Eğitimini bırakmasına, medrese talebelerinin
Komünist partisine zorla üye yapılmaları sebep olmuştur.
Taşkent’te Hasti İmam Medresesi kütüphanesinde sahaf olarak çalışan
Nakşbendiyye-Müceddidiyye-Hüseyniyye pîri Abdullah Karı ile karşılaşmıştır.
Kendi elinin emeğiyle geçinme prensibine uygun olarak eski kitap tamiriyle
meşgul olmuştur. Buhara’dan geldikten sonra Abdullah Karî’nin dergahında kalmış
o zat vefat ettikten sonra da uzun yıllar orada hizmet etmiştir. Hizmet
sırasında dinî ve dünyevî birçok kitap okumuştur. Çok iyi derecede Farsça
öğrenmiştir.[153]
Şeyh
İbrahimcan Akkorganînin Hapsedilişi
İbrahimcan Hazret’in hapsedilişi hakkında iki çeşit bilgi bulunmaktadır.
İlki “hurafe yayma teşebbüsü” ve diğeri de evinde çaydanlık içinde afyon
bulunmasıdır.
Sovyet döneminde kaosun başında “kızıl yakalılar” (polis, asker vb.)
vasıtasıyla İbrahimcan işanın evine afyon bitkisi bırakılarak uyuşturucu
ticareti suçundan yargılanmış ve iki sene hapis cezası almış, Habarovski’ye
sürgün edilmiştir. Kışın karda ormanın içine götürülüp çıplak olarak kar
üzerine bırakıldığı “İşte şimdi Kudayına (Allah’ına) sığınabilirsin! Nasıl bir
yardım edecek görelim” dedikleri sırada ormandan ayı çıktığı ve İbrahim İşan’a
sarıldığı rivayet edilir.[154] Hapisteyken sürekli nefy û
isbat zikri ile meşgul olduğu, onun hapisteki halinden etkilenen gayr-ı
Müslimlerin İslamiyet’i seçtikleri ve ona mürid oldukları belirtilmektedir.[155]
Şeyh
İbrahimcan Akkorganî’nin İrşad Faaliyetleri
Şeyh İbrahimcan Akkorganî 1959 yılından itibaren iki pîrin; Halife
Abdulvahid Sayramî ve Halife Abdullah Kârî hizmetinde olmuştur. Şeyhi Halife
Abdulvahid Sayramî de iki Pîr’e Halife Muhammed Emin ve Halife Muhammed
Salih’in hizmetinde olmuştur. [156]
1966’da Hokand’da bir mescitte imamlık görevine başlamıştır. Bir yıl
geçmeden komünizm baskısı nedeniyle imamlığı bırakmış ve Kolhoz[157]’da traktör sürücüsü olarak
çalışmıştır. Sık sık Kuşçu-Ata (Güney Kazakistan’da)’ya mürşitle görüşmeye
gittiği nakledilir.[158]
Şeyh Abdulvahid Türkistanî 1967 yılında seksen yedi yaşında vefat edince,
tarikat şeyhliği Taşkent Koyluk’ta yaşayan Abdullah Kârî’ye intikal edtmiştir.
İbrahim İşan Abdullah Kârî’ye 1976’da vefat edinceye kadar hizmet etmiştir.[159] 1976’dan 1984’e kadar merhum
Abdullah Kârî’nin dergâhında kalır. Şeyh Abdullah Kârî’nin halefi olarak 1985
yılında kendi doğduğu köyüne giderek vazifeye başlar.
Kapısında büyük harflerle “Zekât, öşür, fitre, sadaka kabul edilmez. Okunmaz
(üfürükçülük yapılmaz)” yazısı mevcuttur. Tasavvuf eğitimi, sohbet
üzerinedir. Yolunun muhabbetullah olduğunu sürekli beyan etmiştir. Kendi
arazisi üzerine çeltik, buğday ve üzüm yetiştirerek geçimini sağlamıştır. Kim
para getirdiyse orada bulunan herkese eşit olarak dağıtmıştır. Sık sık “Şeriat
selamet, tarikat melamettir” demiştir.[160]
Sohbet meclislerinde İslam, iman, tarikat, sülûk konusu hakkındaki her
türlü soruya, kaidelerini Kur’an ve Hadis ile delil göstererek, yeri geldikçe
büyük zatların beyitleriyle devam etmiştir.
Çok sayıda müridine rağmen her birinin ismini tek tek hatırlaması hafıza
kuvvetini göstermesi açısından önemlidir.[161]
İbrahim İşan, toplumun hemen her kesiminden müridler edinmiştir. Çiftçiler,
küçük ve orta dereceli tüccarlar, öğretmenler, medrese öğrencileri, imamlar,
cami görevlileri, küçük ve orta dereceli işletmeciler, işçiler... Millet olarak
Özbek, Tacik, Kırgız, Kazak, Tatar, Çuvaş ve İslam’ı kabul eden Ruslar’dan
oluşmuştur.
İbrahimcan İşan irşad döneminde tıpkı Yusuf Hemedanî (ö. 535/1141) gibi
müridlerini ziyaret etmiştir. Her sene Ramazan ayında Türkistan’dan başlayarak,
Semerkant, Buhara, Taşkent ve Şahimerdan’a kadar bölgenin manevî büyüklerinin
türbelerini ziyaret ederek oradaki mescitlerde gece yatsı namazından sabah namazına
kadar ibadet ve zikir icra etmiştir[162].
Güzergâh üzerindeki müridlerine irşadda bulunmuş, mürid olmak isteyenlerin
beyatını almış, sorularını cevaplamış, sohbetler, hatm-i Kur’an, Hatm-i
Hâcegân’ı gerçekleştirmişlerdir.
1991 yılında bağımsızlık sonrası ülkeye dışarıdan dinî akımlar gelerek
faaliyetlerine başlamış olup bu akımlardan biri Vehhabilik’tir. İbrahimcan
İşan, Vehhabiliğin radikal eğilimini tasvip etmemiştir. Fikir farklılığından
ötürü Vehhabi temsilcileri İbrahim İşan’ı kendilerine hasım olarak
görmüşlerdir. Dinî bilgiye sahip olmayan manevî bir boşluk içinde ve dine
hasret duyan kitleler, tabir yerindeyse elinde Kur’an bulunan herkese kucak
açıp ve güvenmişlerdir. Ancak radikal grupların etkisiyle ailesini tekfir ile
suçlayıp terk edenler günümüzde de bulunmaktadır.
16 Şubat 1999 Taşkent’teki Vehhabi saldırısı sonrası, tüm dinî kurumlarda
olduğu gibi İbrahimcan Hazret müridleri de ülke istikbali için tehdit unsuru
olarak algılanmış bazı faaliyetlerine sınırlamalar getirilmiştir. Fakat
İbrahimcan Hazret devletin er ya da geç tasavvufî düşünceyi ulusal bir
hazine kabul edilen “Altın Miras” çerçevesinde değerlendirileceği umudunu
taşıdığını belirtmiştir.[163] Nitekim 13 Kasım 2017
tarihinde Mir Arap Medresesi bünyesinde açılan Bahaeddin Nakşbend Tasavvuf İlmi
Mektebi[164] resmi faaliyete
başlamıştır. Mektep Nakşbendî tarikat ekölünü devlet tarafından belirlenen
program içerisinde mahallî ve uluslararası ilmî araştırmalar çerçevesinde erkek
talebeler yetiştirmeye yöneliktir.
Özbekistan sınırları içerisinde 1996 ve 1999 yılları arasında dinî
grupların başkaldırma olayları sonrasında devlet politikası olarak titizlikle
yürütülen inceleme neticesinde yerli ve yabancı dinî teşkilâtların faaliyetine
son verilirken başta İbrahim Hazret olmak üzere diğer Nakşî kollarının özünden
kopmadığı müddetçe faaliyetlerini yürütmelerine devam etmesine izin verilmesi,
bu umudun bir neticesi olarak düşünülebilir.
Şeyh İbrahimcan Hazret’e bağlı olduğunu söyleyen bazı grupların 2007-2009
tarihleri arasında devlet tarafından araştırma ve takibe alındığı görülmüştür.
Aslında bu isimlerin, başka dinî gruplara üyeliği olup kendilerini gizledikleri
ortaya çıkmıştır.
İbrahimcan Hazretin müridlerinin çoğunluğu vilayetin Buvayda, Yazyavan,
Altıarık bölgelerindendir. İbrahimcan Hazret bölgede müridlerinin çokluğu,
müridlerini bir yere toplayabilmesi ve etki alanının büyüklüğü ile diğer
kollardan ayrılır.
İbrahimcan Hazret’in bölgede bu denli nüfuz sahibi olmasında ziyaret
yerlerinin tamiratı, sosyal tesislerin inşası, buralara maddî imkânlar
sağlanması gibi uygulamalar etkili olmuştur. İbrahim Hazret’in kendi evi de
müridler için merkez konumundadır. Hazretin yanında her zaman yirmi otuz
civarında müridinin bulunduğu nakledilir.[165]
İbrahimcan İşan hayatı boyunca özellikle Sovyetler Birliği döneminde
müridlere İslam dinini öğretme alanında büyük hizmetler vermiştir. Hizmetlerim
yasaklı olduğu zamanlarda marangozluğundan ötürü usta çırak ilişki çerçevesinde
irşad faaliyetlerinde bulunmuştur. Bağımsızlık sonrası Arap dünyasından gelen
Vehhabî ve diğer Selefî akımlara karşı durduğu, müridlerini muhafaza ettiği
görülmüştür.
Şeyh
İbrahimcan Akkorganî’nin Vefatı ve Halifeleri
İbrahimcan İşan hicrî 3 Ramazan 1430, miladî 23 Ağustos 2009 yılında gece
23:30 civarında yetmiş üç yaşında vefat etmiştir. İbrahimcan İşan’ı son
yolculuğuna uğurlamak için on binlerle ifade edilen müridi, şakirtleri ve onu
seven ülema, başka tarikat mensupları, yakınları,Buhara, Semerkant, Türkistan,
Nemengan, Merginan, Fergana, Andican, Hokand, Taşkent ve diğer şehir
kasabalardan, komşu ülkeler Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’dan
katılmıştır. Akkorgan kasabasında bulunan “Tepalik (Tepe)” mezalığına babası
Muhammedkul Akkorganî yanına defnedilmiştir.[166]
Günümüzde de İbrahimcan İşan’ın halifeleri faaliyetlerini
sürdürmektedirler. Almatı’nın “Orbit” semti mescidi imamı Dayrabay Rıspay,
Güney Kazakistan Cambıl vilayeti halifesi Kurban Ali Ahmed, Çimkent’in yanı
başında Mankent kasabası Korgancı köyünde Halifesi Niyazali[167]’dir.
Türkistan çevresindeki tüm grupların lideri Şeyh Abdulvahid’in oğullarından
biri olan Nasruddin İşandır. Komşu ülkeler Özbekistan ve Kırgızistan’da da
faaliyetler yürütülmektedir.[168] Kırgızistan’da Güney bölgesi
halifesi Darmanali ve Bişkek tarafında Niyazali,[169]
Özbekistan Angren vilayetinde Abdullah, Almalık’ta Alimhan (ö.2017) onun
bilinen halifeleridir.[170]
İbrahimcan Hazretin yirmi binden fazla müridi bulunduğu nakledilmektedir.
İbrahimcan Hazret vefat ettikten sonra Kazakistanlı Halifeleri Nasruddin İşan
ve Kurban Ali Ahmed halifeliği devam ettirmişlerdir. İbrahimcan İşan Kurban Ali
Ahmed’e çok önceden şeyhlik icazeti verdiği nakledilir. Özbekistan’da
Hüseyniyye halifesi bulunmamakta vekiller vasıtasıyla tarikat faaliyetleri
yürütülmektedir.[171]
İbrahimcan Hazret’in sade hayat tarzı, hayırlı işlerde öncülük etmesi bölge
halkı tarafından saygı ve sevgi görmesine sebep olmuştur. Ayrıca hayatındaki
büyük kayıplar ard arda küçük yaştaki çocuklarının kazalarda vefat ettiğinde
gösterdiği sabır ve metanet aradan uzun yıllar geçmesine rağmen
anlatılmaktadır.
Şeyh İbrahimcan Akkorganî’den sonra Hüseyniyye kolu faaliyetlerine
halifesi Şeyh Kurbanali Ahmed öncülüğünde devam etmektedir.
Şeyh
Kurbanali Ahmed Doğumu ve Ailesi
Şeyh Kurbanali Ahmed 4 Nisan 1955 yılında Özbekistan’ın Taşkent ili, Orta
Çirçik ilçesi, Çigirik kasabasında dünyaya gelmiştir. Babası Baki Billah İşan,
annesi Matluba Hanımdır. Her ikisinin de soyu Hazreti Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)’e dayanmaktadır.[172]
Soyu peygambere dayanan seyyidler yazılı belgeleri bulundurmak zorunda
olup, Şeyh Kurbanali Ahmed’in soy ağacı:
Hazret-i Ali (r.a.)
İmam Hüseyin (r.a.)
İmam Zeynelabidin (r.a.)
İmam Muhammed Bekir (r.a)
İmam Cafer Sadık (r.a)
İmam Ebul Hasan Musa (r.a)
İmam Muhammed Ali Rıza (r.a)
Said[173]
Talip
Said Abdulla Akmal
Said Abdulla Abzal
Said Ahmad
Said Muhammad
Said Hasan
Said Şah Hüseyin
Said Calaleddin
Said Kamaliddin
Said Burhaniddin
Said Emir Diuana
Said Burhaneddin
Said Burhan Hoca
Said Calaladdin
Said Mavlan Ahmad Mahdum Azam
Hazret İshak Hoca
Hazret Şadi Hoca
Hazret Ubaydulla Hoca
Hazret Şayip Hoca
Şah Buzurg Hoca (Sabılt Hoca)
Tursun Hoca
Baba Hoca
Appak Hoca
İshak Veli Hoca
Ubaydulla Hoca r. Ubaydulla Hocanın iki oğlu olmuştur. Kasim İşan (Said
Ahmed İşan) ve Kulatay İşan.
Said Ahmed İşan (Kasim İşan)
Said Ahmed İşan’ın sekiz oğlu olmuştur. Appak İşan, Medi İşan,
Rahmetullah, Asadullah, Sabir, Nizameddin, Abdugaffar, İdris.
Appak İşan’ın Tazagül isimli eşinden dört oğlu Saydullah, Alauddin,
Sunnatullah ve Baki Billah ve bir kızı Yakut; Bibisare adlı eşinden bir kızı
Rahila. Bibigül hatundan Muhammad Said, Alimahan; Altman anadan iki kızı Duriş
ve Umsalima dünyaya gelmiştir.
Baki Billah’ın Matluba hanımdan beş oğlu, üç kızı dünyaya gelmiştir.
Oğulları Kalmuhammed, Turmuhammed, Elmuhammed, Sapar Maksum ve Kurban Ali;
kızları Firuze, Mahfuze ve Meryem’dir[174]
Kurbanali Ahmed’in babası Baki Billah (1900-06.11.1981) çocukken Appak
İşan’dan ilim öğrenmiştir. Baki Billah kârî ve âlimdir. Arapça, Farsça, eski
Türkçe’yi çok iyi öğrenmiştir. Baki Billah Karatau, Janatas, Şolakkorgan ve Baykadam’a
işanlık yaparken yaşı ilerlediğinde küçük oğlu Kurbanali kendisine refakat
etmiştir.[175]
Kurbanali Ahmed’in iki evliliği olup bir evi Taraz’dadır (Kazakistan).
1977 yılında Rukiya Hanım ile evlenmiştir. Rukiye Hanım aynı zamanda sınıf
arkadaşıdır. Bu
evlilikten Muhammed Ali, Mehdi isimli oğulları ve Rabia ve Raziye isimli
kızları dünyaya gelmiştir. Rukiya İşanay[176]
takva sahibi hanım efendi. Kendi çocukları ile birlikte müritlerin kızlarına,
eşlerine abdest, namaz, takva ve edep dersleri öğretmekte.
Hazretin ikinci evi Almatı’dadır. Mahfuza isimli eşinden dört oğlu
Abdulhadi, Saidburhan, Ramazan Şerif ve Muhammedhan ile bir kızı Meşhura
dünyaya gelmiştir.
Kurbanali Ahmed 1962 yılında
ilkokula başlamıştır. Her yıl üç ay yaz tatilinde Molla Şerafettin’in Taşkent
vilayeti Soldatskiy kasabasındaki evinde yatılı kalarak din eğitimi almıştır.
Arkadaşları yazın memlekette onu görmediklerini söylediği zaman bir yerlerde
yaz tatiline gittiğini söylemiştir.[177]
[178]
Kurbanali Ahmed, Şayan Medresesi’nde Appak İşan’dan ders almıştır.
Taşkent’in KGB (Devlet Güvenlik Komitesi, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler
Birliği'nin istihbarat ve gizli servisi) üyesi okul müdürüne gelerek
öğrencileri Kurbanali’nin üç ay boyunca yaz tatilinde dini eğitim aldığı, buna
neden engel olunmadığı yönünde sorguya 178 çekilmiştir.
Kurbanali 1972 yılında liseden mezun olmuş Taşkent Teknik Enstitüsü
Mimarlık Fakültesi’ne kaydını yaptırmıştır. Aynı yıl babası Baki Billah Müftü
Ziyauddin Kârî ile konuşup Buhara’daki Mirarap Medresesi’nden davetiye
almıştır. Babasının isteği üzerine enstitüyü bırakarak Buhara’da medreseye
gitmiştir. Enstitüyü bırakmasına çevresindeki herkesin üzüldüğü nakledilir.
Buna mukabil babası Baki Billah, “benim en büyük kazancım oğlum Kurbanali’yi din
yoluna bağlayıp medresede okuttuğumdur” demiştir. Kurbanali 1972-1974 yılları
arasında medresede eğitim gördüğü sırada askerlik vazifesini Ukrayna ile
Moldova sınırı yakınlarındaki Tamoşpol şehrinde 6 ay askerî okulda, diğer 18
ayı da Doğu’da Blagoveşenka şehrindeki kışlada tamamlamıştır. Askerdeyken beş
vakit namazını kimseye göstermeden eda ettiğini söyler. 1978 yılında Mir Arap
Medresesi’ni başarıyla tamamlamıştır.[179]
Kurbanali 1980-1982 yılları arasında Taşkent İslam Enstitü’sünde de eğitim
görmüştür.
Kurbanali, arkadaşı Aydar Bey’in babasıyla beraber 1978’de Koylık Pazarı
çevresindeki Akuy’de ikamet eden Şeyh Abdullah Kârî’nin kaldığı eve gelirler.
Orası aynı zamanda Şeyh İbrahimcan Akkorganî’nin Taşkent’teki dergâhıdır.
Nakledildiğine göre dergâhta beş altı müridi ile beraber otururlarken
İbrahimcan pîrden el alıp müridi olur. O sıralarda yaşı kırk beş-kırk altı
civarında olan Hazret İbrahimcan irşat vazifesine yeni başlamış olup henüz
otuz-kırk civarında müridi vardır. Müridlerin çoğunluğunu yaşı büyük insanlar
teşkil etmektedir.
Kurbanali sık sık pîrini ziyaret ederek, hizmetinde bulunarak Hazret
İbrahimcan’ın gönlünü kazanmış[180] seyr ü sülûkû iki buçuk yılda
tamamlamıştır.
1982’de Hazret İbrahimcan müridi Kurbanali’ye Özbekistan’ın Taşkent
ilinde ve Kazakistan’da irşat vazifesi vermiştir. Kurbanali Taşkent’teki Koylık
Pazarı’na yakın[181] yakın Fayziabad’da
medrese açarak talebeler yetiştirmeye başlamıştır.
Kurbanali, müridlere manevî eğitim yanında terziliği, navvat (genelde
Orta Asya’da ve tüketilen kristal şeker) ve peçak şeker (Mevlana şekeri)
yapımını, helva yapmayı, tandır ekmeği pişirmeyi, ayakkabıcılığı, çiftçiliği,
sabun yapmayı ve deri tabaklamayı öğretmiştir.[182]
Tasavvufî eğitim tıpkı önceki şeyhlerde olduğu gibi sohbet üzeredir. Şeyh
Kurbanali Ahmed seleflerinden ayıran husus güncel teknolojiden de
yararlanışıdır. Kendi ifadesiyle “uzakları yakın eden”[183]
iletişim teknoloji kullanıcısıdır. İrşad faaliyetlerini facebook (Xa3İpemi
^ypöaHoni AxMeg Hman: Hazreti Kurbanali Ahmet İşan facebook resmi sayfası)[184], youtube (Xa3İpemi ^ypöaHoni
AxMeg HmaH: Hazreti Kurbanali Ahmet İşan youtube resmi kanalı)[185], telegram (Xa3İpemi Kypoanoji
AxMeg HmaH: Hazreti Kurbanali Ahmet İşan telegram resmi sayfası),[186] web siteleri ve internet
programları ile devam ettirmektedir. Facebook sayfası yazılı ve görsel
bilgilerden, Youtube kanalı sohbet kayıtlarından, Telegram sayfası ise daha çok
eserlerin şerhinden oluşmaktadır. Mevlana’nın Mesnevi şerhinden (Farsça),
Muhtasar Vikaye (Arapça), Adabu’s-Salihin (Çağatayca) ve İmam Rabbanî’nin
Mektubat’ının Arapçası’ndan dersler anlatılmaktadır. Önce faydalanılan kitabın
sayfa resmi verilmekte, sonrasında sesli tercüme ve şerhi yapılmaktadır. Sohbet
ve derslerin çoğunluğu Kazak Türkçesi’ndedir. Şeyh Kurban Ali sohbetlerini Özbek
Türkçesi, Kazak Türkçesi, Rusça ve Arapça yapmaktadır.
Şeyh Kurbanali Ahmed’in Devlette İcra Ettiği
Görevler
Şeyh Kurbanali’nin icra ettiği görevler kronolojik olarak şöyledir:
1978 yılında Buhara’daki Mir Arap Medresesi’nden mezuniyeti sonrası aynı medresede
iki yıl ders vermiştir.
1980-1982 yılları arasında Kazakistan’ın doğusundaki Oral kasabasında
imamlık yapmıştır.
1982’den itibaren Taşkent İslam Enstitü’sünde ders vermiştir.
1983 yıllarında altı ay
Kazak SSR (Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti)
Kadılığında Retbek Nısanbayulı ile beraber görev yapmıştır.
1985 yılları arasında Kazakistan
Çımkent ili Kazıgurt ilçesi Turbat köyünde imamlık yapmıştır.
1988-1992 yılları arasında Kazakistan ve Orta Asya Din İdaresi
Müftülüğü’nde Müftü Şeyh Muhammed Sadık Muhammed Yusuf ile beraber görevde
bulunmuştur.
1993-2000 yılları arasında Özbekistan’da Taşkent’in Parkent ilçesi
Karakalpak Kasabasında cami imamı olarak görev yapmıştır.[187]
Şeyh Kurbanali Ahmed’in Maruz Kaldığı Hapis
Cezaları ve Hicretleri
Şeyh Kurban Ali Ahmed 1999 yılında Almatı
ve Taraz (Kazakistan) şehirlerine sohbete gider. Sohbet dönüşü
Taşkent(Özbekistan)’teki evine dönünce tutuklanır. Kırk gün tutukluğun ardından
serbest bırakılır. 2000 yılında ev araması yapılarak kitaplarının
içerisinde Hizbu’t-tahrir kâğıtları bulunarak tutuklanır. (Kâğıdın birileri
tarafından konulduğu anlatılır). İlk mahkemede dokuz sene hapsine karar
verilir. Avukatı aynı zamanda eşi Rukiye Hanımdır. İtiraz sonucu ikinci
mahkemede üç yıla hapsedilir. Bir 188yıl sekiz ay sonra da beraat eder.
2010 yılında Kazakistan Hükümeti sarık ve cübbe giymeyi yasaklayan kanun
çıkarmıştır. Bunun üzerine Şeyh Kurban Ali Ahmed müridlerine sarık ve
cübbelerini çıkarmalarını söylemiş kendisi 2010 Mart ayında önce Türkiye’ye,
aynı yıl Suriye/Dimeşk’e hicret etmiştir. 2012’de Suriye’deki iç savaştan
dolayı Medine’ye, 2013’te de Kazakistan’a gitmiştir.[188]
[189] Özbekistan, Suriye, Suudi
Arabistan ve Kazakistan’da bulunduğu müddet içinde sohbetlerine devam etmiştir.[190]
Şeyh Kurbanali Ahmed’in Eserleri
Kurban Ali Ahmed’in 2011’de Mazhab Manısı (Mezhep Mahiyeti), 2013’te
Namaznama (Namaz-Name), 2014 yılında İlimge İlesü (İlmin Peşinden Gitmek) ve
Ruhnama (Ruh-Name) adlı eserleri Kazak Türkçesi’nde yayınlanmıştır. 2015’te bu
eserleri Asılbek Jakay editörlüğünde “Tarikatnama” adıyla Almatı şehrinde
neşredilmiştir. Eserde sohbetlerine de yer verilmiştir. Eserinde dünya ilimi
yanında manevî ilim olan tasavvufu örnek verirken karşılaştırma metodunu
kullanmıştır. Tasavvufî eğitim ve metodları ele alınmıştır. Ruh - Allah’ın âbı
hayatı başlığı altında müfessirlerin görüşlerine geniş yer vermiştir. Ayet ve
Hadislerle birlikte İmam Rabbanî Mektubât’ına müracaat etmiştir. Geneli
itibarıyla tasavvuf el kitabi mahiyetindedir.
Çarlık Rusyasından Ekim İhtilali sonrası yönetimi ele alan Sovyetler
Birliği döneminde genelde din, özelde tarikat önderleri ve taraftarlarına ciddi
baskı ve yasaklar ortaya çıkmıştır. Daha önce uzun yüzyıllar boyu Müslüman Türk
Hanlıkları, yönetim ile içiçe olan tasavvufî hareketler artık faaliyetleri gizli
yürütmeye mecbur kalmışlardır. Tasavvufî hareketlere en büyük darbe ve katliam
1898 yılında Nakşbendî şeyhi Madali İşan (Dukçi İşan) ve beraberindeki
müridlerinin açık sahada idam edilmesi, devamında yurt genelindeki idam ve
sürgünler ile verilmiştir. Neredeyse bir asra yakın zaman zarfında eskisi kadar
şiddetli olmasa da yasak ve baskıların devam ettiğini tarikat önderlerinin
benzer hayatlarından açık ve net şekilde görmek mümkündür. Bu baskılara rağmen
genelde şeriat özelde tarikat eğitilirken kendilerini dışarıdan gelebilecek
herhangi tehdide karşı korumak için geliştirilen civanmert teşkilatının
yaygınlaştığını görmek mümkündür. Usta-çırak ilişkisi çerçevesinde hem aile
geçimi sağlanmış hem de tasavvufî eğitime devam edilmiştir. Manevî eğitim daha
çok sohbet üzerine devam etmiştir. Bu durum üç-dört kuşak sürmüştür. 1991
yılında Sovyetler Birliği’nin çökmesi ve Türk Cumhuriyetlerin bağımsızlığını
kazanmasıyla yasak ve baskılardan kurtulmuşlardır. Günümüze kadar genelde
şeriat, özelde tarikatın halk arasında korunmasında köprü vazifesini
üstlenmişlerdir.
Günümüzde Nakşbendiyye-Hüseyniyye mensuplarını kabul edenlerle beraber
tamamen “yoldan çıkmış” gruplar çerçevesinde değerlendiren gruplar da vardır.
Özellikle Şeyh Kurbanali Ahmed’i tenkit eden bilim adamları mevcuttur.
HÜSEYNÎLERİN
SİYASİ VE SOSYAL MÜNASEBETLERİ
Nakşbendîler’in bulundukları bölgelerde genel itibarıyla siyasete
mesafeli ancak siyasetçilerle irtibatı koparmadan yöneticiler ve halk ile
sosyal ilişki içinde oldukları söylenebilir. Siyasî anlamda kimi zamanlarda
devlet yönetimi tarafından millî mefküre kaynağı olarak tarih sayfalarında
görmek mümkündür.[191] Yönetimle olan bu yakın
ilişki Çarlık Rusyası ve ardından Sovyetler Birliği döneminde sona ermiştir.
Nakşbendîliğin doktrin yapısının şekillenmesinde önemli bir yere sahip
olan Abdülhalık Gucduvani müntesiplerine her ne kadar “sultanlarla oturma”
tavsiyesinde bulunmuş ise de bu tavsiye daha çok dünyaya meyletmeme olarak
yorumlanmıştır. Sonraki şeyhlerin devlet yöneticileriyle görüşmeleri vardır.[192]
Hâcegân tarikatı kurulduğu dönem
Karahanlılar (225-609/840-1212) yönetimi zamanına denk gelir. Buhara ve
çevresini yöneten Sadr-ı Said olarak bilinen Muhammed b. Ömer es-Sadr
Abdülhalık Gucduvanî’nin müridi olur. Nitekim sonraki dönem şeyhler ve
yöneticiler arasında da mürid-mürşid ilişkileri bulunur. Timurlular
(771-913/1370-1507) hanedanı kurucusu Emir Timur’un Emir Külal’e[193]
Timurlular hanedanından gelen Ebu Said Mirza(ö. 854/1469)’nın Ya’kûb-ı Çerhî’ye
intisap ettiği nakledilir.[194]
IX/XV. yüzyılda Nakşbendiyye tarikatına mensup olanlar arasında
bilginler, âlimler ve devlet yöntecilerinin görece çokluğu çekicidir. Bunlar
arasında Zahiriddin Mumammed Babür(ö. 937/1531)’ün adı da zikredilir.[195] Babür’ün ismi Hace Ubeydullah
Ahrar tarafından konulmuştur.[196]
Babür eseri Babürname’de babası hakkında 899/1494 yılı olaylarında babası
Ömer Şeyh Mirza’nın vefatından hakkında: “Hace Ubeydullah’a iradeti var idi,
onların sohbetlerinde devamlı bulunur idi. Hazret Hace de onu ferzend bilir
idi”[197] der.
Mâverâünnehir topraklarında son Buhara emiri Mangıtlar sülalesinden
Seyyid Emir Alimhan (1881 Kermene, Karşı-1940 Kabul)[198]
tahta çıkınca Pây-i Kalân külliyesini tamir ettirmiş ve Nakşî şeyhlerinin
hankah hizmetine vermiştir.[199]
Çarlık Rusya’nın ve Sovyetler Birliği’nin hanlıkları işgalinden sonra
dine yapılan baskılarla bu irtibat tamamen kopmuştur.
1991 yılındaki bağımsızlık sonrası baskılar bir hayli yumuşamasına
rağmen, az sayıda ve kısıtlı faaliyet gösteren tarikat mensupları, belki de
yaşanılan travmanın etkisiyle yönetim ile mesafeli durmuşlardır. Devletin resmî
kurumlarında görevli az sayıda da olsa müritleri vardır.
1993 yılında, Bâhaeddîn Nakşbend’in doğumunun 675. yıldönümü
Özbekistan’da büyük bir coşkuyla kutlanmış, Buhara’da Bahaeddin Nakşbend
türbesi restore edilmiştir. Restore denetim ve açılış için cumhurbaşkanı İslam
Kerimov vilayete üç kere resmî ziyarette bulunmuştur. 2004 yılında Özbekistan
Hükümeti kararıyla Nakşbendî tarikatının önemli isimlerinden Hace Ahrar
Valî’nin doğumunun 600. yıldönümü de kutlanmıştır.[200]
Günümüz tarikat önderlerinin yöneticilerle yakın irtibatta olmamakla
birlikte, müridlerine tüm sohbetlerinde yönetimle uyum içinde bulunma konusunda
telkinde bulundukları nakledilir.[201]
Diğer Tarikatlarla Münasebetler
Tarikat mensupları bulunduğu yerde her zaman halk, idareci ve diğer
tarikat mensuplarıyla sosyal ilişki içinde olmuşlardır. Diğer tarikatlarla olan
ilişkileri kimi zaman samimî dostluk üzerine kimi zaman da fıkhî muhalefetten
ötürü keskin çizgiler içinde olmuştur.[202]
Yusuf Hemedanî’nın hem Hacegan tarikatının Abdülhalik Gucdüvanî hem de
Yeseviyye tarikatının kurucusu sayılan Ahmet Yesevî’nin piri olduğu hakkındaki
rivayet, başlangıçtan beri bu iki tarikat mensuplarının çok yakın ilişkide
olduğunu gösterir.[203] Son yüz yıllık zaman
diliminde Hüseyniyye’ye müntesip kadın mürideler özellikle Hikmet okuma günleri
tertip edilerek Yesevî Hikmet’lerinin okumak olayın hakikatını tasdik
etmektedir. Yesevî Hikmetleri annemiz tarafından çok okunduğundan dolayı
ezberlemiş olmamız da bir gerçektir. Özellikle kadın günlerinde sesli olarak
Atinçe adı verilen kadın mollalar bu beyitleri kadınlara okumuşlar hatta
ezberlemişlerdir. Yesevî Hikmetleri erkekler tarafından da okunmaktadır. Fakat
kadınlarda bunun daha yaygın ve sistematik uygulandığı söylenebilir.
Son yüz yıllık zaman diliminde Mâverâünnehir’de mevcut diğer tarikatların
Nakşbendîlik ı içinde sindiği söylenebilir. SSCB dönemindeki baskılar, değil
diğer tarikat erbabı, aynı tarikat müntesiplerinin bile münasebetini
zorlaştırmış zayıflaştırmıştır.
Hüseyniyye şeyhleri başka tarikat mensuplarından ziyade çeşitli
coğrafyalarda faaliyet gösteren Nakşbendî tarikatının önderleri ve
mensuplarıyla sıkı bir ilişki içinde olmuşlardır. Özellikle Tacikistan’dan
Nakşbendî Şeyh Hafız Hikmetullah (d.1941) ile olan sıkı bağlantı mevcuttur.
Şeyh Hafız Hikmetullah’ın Kırgızistan ve Özbekistan’a gelerek Hüseyniyye
mensupları ile sohbet yaptığı ve bu sohbetler büyük ilgi gördüğü
nakledilmektir.[204]
Şeyh Kurbanali Ahmed 2010 yılında Türkiye’ye hicret ettiğinde buradaki
bazı tarikat temsilcileriyle Mahmud Efendi diye bilinen Mahmut Ustaosmanoğlu’yu
da ziyaret etmiştir. Tacikistan’da yine Nakşbendiyye temsilcisi Şeyh
Hikmetullah ile çok eskiden beri çok sıkı bir irtibat içinde oldukları bilinir.
Kadınların Tarikat İçindeki Konumu
Tasavvufun hedeflerinden biri de toplumda erdemli, dürüst ve güzel
ahlaklı fertleri yetiştirmektir. Bunu sadece erkeklerle değil, toplumun diğer
bir yarısını oluşturan kadınlarla beraber gerçekleştirmeye çalışmışlardır.
Dolayısıyla kadınlar, tasavvufi hareketlerin içinde ilk dönemden itibaren
önemli yere sahiptirler.[205]
Dini otoriteye sahip Atinçalar (kadın molla) Mâverâünehir’de önemli bir
yere sahiptirler. Atinçalar atalarının yüzlerce yıldır uygulanan geleneklerini
korumak için mücadele etmişlerdir. Atinça toplumda kadınların dinî hayatlarında
önemli yere sahiptirler. Kadınların doğumundan ergenliğe kadar eğitiminden
sorumludurlar. Sosyal alandaki münasebetler alanında, Atinçalar diğer kadınlar
arasında bariz bir fark vardır.[206] Zamanla sayıları yasak ve
baskılardan ötürü azaldığı için sadece güvendikleri küçük bir birliğe hizmet
vermişlerdir. Atinçalar görevi Kur’ân’ın beş temel emrinin yerine
getirilmesinde topluma öncülük etmişlerdir.[207]
Günümüzde Mâverâünnehir bölgesinde kadınların manevî eğitime erkekler
kadar ilgilenmediği söylenebilir. Erkek müridlerle karşılaştırıldığında kadın
müridlerin sayısı oldukça azdır. Kanaatimizce bölgedeki en önemli âmil,
bölgenin sosyo-kültürel yapısı ve kadının aile içindeki sorumluluklarından
kaynaklanmaktadır. Hâlihazırda genç yaşta mürid olan kadın yok denecek kadar az
olup orta yaş ve üstünde bu sayı biraz daha yükselmektedir.
Bayan mürideler şeyh ve halifelerin eşleri, kendi eşleri veya babaları
aracılığıyla el vermekte ve vazife almaktadırlar.[208]
2007 Ağustosunda şahsen katıldığımız bey’at alma merasiminde, sekiz-on
civarında genelde orta yaş üstü kadınlar uzun zamandan beri “müride” olmak
istediklerini sohbet esnasında belirtmişlerdi. Şeyh İbrahimcan Akkorganî’nin
kendi evinde misafirler şeyhin hanımı tarafından ağırlanmıştı. Yemek faslı ve
öğle namazı sonrasında ev içinde kadınlar el ele tutuşarak kapının arkasından
Şeyh İbrahimcan Akkorganî tarafından tutulan sarık ucu veya beyaz yazmayı
tutmak suretiyle bey’at ederek” tevbe alınmıştı”.
Bayan müridelere vazife veren ve ağırlayan yine şeyh ve halifelerin
eşleri olup onlara Eşanay (İşanay) denilmektedir. Nefy-i isbat zikri bayanlara
verilmemektedir. Bayanlara farz ibadetlere dikkat telkiniyle beraber, zikir ve
bazı nafile ibadetler virt olarak verilmektedir.
Seyr ü sülûk süresince kadınların manevî vaziyetleriyle ilgili
gelişmelerinde şeyh ile irtibat eşleri, babaları vasıtasıyla söylenmektedir.
Tarikat eğitiminden önce farz ve vacip amellerin yerine getirilmesi hakkında
özellikle tavsiyeler verilmektedir. Aile içi huzur ve mutluluğun temini
hakkında sohbetler yapılmaktadır. Tarikata müntesip kadınlar el işçiliği
sanatıyla bir dayanışma grubu oluşturmuşlardır. Kadın müridler yastık, döşek
dikimi yanında bebek beşiği süsleri yapımı hem sohbet ortamında icra edilmek
hem de kadınların iş gücüne katılımını sağlamaktadır. Sovyetler döneminde daha
yaygın olan bu işler, fabrikaların gelişmesi ile eski gücünü kaybetmiştir.
Kadınlar arasında yaygın eğitim kapsamında Mevlüd ile Ahmet Yesevi’nin
Hikmetleri okunmaktadır. Daha önce belirttiğimiz gibi Nakşbendiyye-Hüseyniyye
mensupları tarafından en çok okunan kitap listesinde Yesevî Hikmetleri yer
almaktadır. Konuyla ilgili ileride manevî eğitim sürecinde okutulan eserler
bölümünde bilgi verilecektir. Bu eserlerin okutulmasındaki en büyük âmil,
mahallî halk dilinde yazılmış olmasıdır. Güzel ve basit, kendilerinin
anlayacağı dilde olması herkes tarafından kolaylıkla okunmasını sağlamıştır.
Tarikat önderi Şeyh İbrahim Akkorganî’nin evine gelen misafirler ve müridler
için istisnasız her gün sabah kahvaltısında atala çorbası, öğle yemeğinde aş
(pilav) ikram edilmektedir.[209]
Atala çorbası koyun kuyruk yağına buğday unu eklenerek kavrulur. Daha
sonra su ve tuz ilave edilir. Koyu kıvama gelen çorbaya kimi zaman süt eklenir.
Öğlen ikram edilen aş (pilav) Mâverâünnehir halkının ana yemeği sayılır.
Anadolu’da Türkistan Pilavı olarak meşhurdur ve pek çok çeşidi bulunmaktadır.
En bilinen tarifi ise soğan, et ve havuçla yapılanıdır.
Şeyh evine ziyarete kaç kişi gelecekse kişi sayısı kadar nan (ekmek)
getirilmektedir. Ekmekler gelen misafirlere çayla beraber yemek öncesi ikram
edilmektedir.
Sürekli şeyhin evine ziyarete giden gazeteci ve araştırmacı Abdusalam
Ergeşov[210]’un anlatımına göre ister
akşam ister gece olsun her zaman misafirler için aş (pilav) hazır olmuştur.
Müritlerinden Talibcan Yuldaşov, arkadaşlarıyla Şeyh İbrahim Akkorganî’yi
ziyarete giderken sabah namazına doğru ulaşacaklarından şoför “yine mi atala
(çorba) içmeye götürüyorsunuz?” diye aynı yemeği yemekten memnun olmadığını
ifade etmiştir. Sabah namazına doğru şeyhin evine ulaştıklarında, şeyhle
beraber sabah kahvaltısı için oturduklarında, şeyh misafirlere ikram etmek için
“5 çini (büyük kâse) atala (çorba), bir çini aş (pilav)” getirmelerini
söylemiştir.[211] Atala (çorba) içmek istemeyen
şoför için şeyhin pilav söylemesi, gelen misafirleri özellikle de şoförü çok
şaşırtmıştır.
Tarikat, bölge insanları tarafından son temsilcisi “Şeyh İbrahimcan İşan
ve taraftarları” olarak daha çok bilinmektedir. Şeyh İbrahim İşan bölgede
hayırlı işlerde öncülük etmesi, yardımseverliği ve yaşlı genç ayırmaksızın
herkese “siz”, “abi” diye hitap etmesi, herkese eşit derecede saygı
göstermesiyle tanınmıştır. Özellikle bağımsızlık sonrası ülkeye akın eden
selefi akımlara karşı verdiği mücadeleler etkisini göstermiştir. Tarikat-şeriat
çizgisini bir arada bulundurmak maksadıyla müridlere kendisi öncülüğünde fıkhî
ve tasavvufî eserler mütalaa ettirilmiş ve bu bir gelenek haline getirilmiştir.
TASAVVUFÎ EĞİTİM VE DÜŞÜNCE
Tasavvufî eğitimin gayesi, insanı olumsuz huylardan arındırmaktır. Bunun
için sûlükun merhalelerinden geçmesi gerekmektedir. Müridin bu konudaki
yardımcısı, mürşiddir. Bu bölümde Hüseynîlikte seyr-û sülüku ve tasavvufî
düşünceye dair tarikata intisap, tevbe, teveccüh ve murakabe, rabıta, sohbet,
zikir, günlür vird, hatm-i hacegan, letaif, ruh, edep, hizmet ve nafile
ibadetler konularına, tarikat içinde yüzyıllar boyunca uygulana gelen
civanmertliğe, manevî eğitim sürecinde müridlere okunması tavsiye edilen
eserlere değineceğiz.
Tasavvufun gayesi, ayrılık sonrası gerçek sevgiliye ulaşmak, Hakk’ı
bulmak ve kişinin dünya-âhiret mutluluğunu sağlamaktır. Bu hedeflere ulaşmada
kullanılan yöntemlere seyr ü sulûk denilmektedir. Tasavvufun konusu ise kişide
yerilen sıfatların giderilmesi, övgüye değer vasıfların kazanılmasıdır.
Dolayısıyla tasavvuf, kişinin kendini gerçekleştirme sürecinde, belirli bir
metot çerçevesinde bireye yol gösteren sistemdir. Bu şekilde insân-ı kâmil
mertebesine ulaşan birey, gerçek mânâda Allah’ın halifesi olma vasfına
erecektir. Böylesi bir seviyeye ulaşmak ise kötü sıfatların giderilip güzel
vasıfların kazanılmasıyla mümkündür.
Yani dünyevilikten, vücuttan kurtularak hakikate ermek esastır. Hak’tan
başkası geçici, fakat Hak ebedî ve mutlaktır. İşte bundan dolayı insan ruhu
ebediyete ulaşmak istiyorsa Hakk’a yönelmelidir. Tasavvufta Hakk’a ulaşan
salikler için pîr-i kâmil, kâmil insan, şeyh, velî, kutb gibi terimler
kullanılmıştır. Nakşbendiyye-Hüseyniyye’de sûluke rehberlik eden şeyh yerine
pîr terimi kullanılmaktadır. Tarikatta çille (çile, halvet) bir yöntem olarak
kullanılırken sema’ya yer verilmez. Bunun dışında Mâverâünnehir tasavvufunda
XI-XII. asırlardan itibaren fütüvvet (civanmertlik) akımı kendini
göstermektedir.[212] Tarikatın tarihi boyunca
kendi elinin emeği ile geçinmek esas olmakla birlikte civanmertlik yani
usta-çırak anlayışını 20.yüzyılda Nakşbendiyye- Hüseyniyye mensupları zorunlu
hale getirmişlerdir. Şeyhlerin mutlaka bir el emeği mesleğinin olması
müridlerine öğretme zorunluluğunu vardır. Nitekim Kârî Abdullah kitap onarıcı,
Hazret İbrahimcan İşan marangoz ve Hazret Kurbanali Ahmed ise deri
işlemeciliği, şeker ve sabun üreticisi olmuştur. Bu şeyhliğin de bir şartı
olarak kabul edilmiştir. Özellikle Sovyetler Birliği döneminde mürşid-mürid
ilişkileri zahirde bir usta-çırak ilişkisi görünümünde gerçekleşmiştir. Tarikat
mensupları bir yandan meslek öğrenirken bir yandan da manevî eğitimi alma
fırsatını yakalamışlardır.
Şimdi mürid olmanın ilk aşaması olan intisaba, el verme bahsine
değinelim.
Bey’at Arapça bir
kelime olup “satmak; satın almak, karşılıklı anlaşmak”
manasındaki bey„ masdarından
“yöneticilik tevdi etmek, birinin yönetiliğini
benimsemek” manasına gelir.[213]
Bey’at iki kısma ayrılır. Biri İslam halifesine bağlılığı ve itaati göstermek
için yapılan bey’attır. Diğeri ise mutasavvıflar tarafından kullanılan tasavvuf
terimi olarak müridin şeyhe ve onun vereceği emirlere bağlı kalacağına dair söz
vermesidir.[214] Bir nevi mürşidle yapılan
manevî sözleşmedir. Buna göre mürşidle sözleşme yapan müridin, mürşidine sadık
ve bağlı kalacağına, Allah için Allah yolunda kendisine teslim olacağına,
haramlardan uzaklaşacağına, helal ve hayırlara sarılacağına, günahlardan tövbe
edip bir daha yapmayacağına azmetmesidir.
Nakşbendiyye-Hüseyniyye önderi Kurbanali Ahmed’e göre bey’at bir gümrük
kapısıdır. Ondan içeri girenler ruhaniyet âleminin yolcusu olabilirler.
İntisabın Kur’an ve Sünnet’e dayandığı görüşündedirler. Tasavvuf eğitimine el
vermek yani intisap ile başlanır. Mürid kalbini uyanık tutarak şeyhin
karşısında durur. Şeyh de kalp ile “La ilahe illallah Muhammedü’r-Rasulullah”
der.[215] Mâverâünnehir’de kimi zaman
bay’at veya bunun yerine Özbek Türkçesiyle “kol bermak”, “kol beriş (el vermek,
el veriş)” ifadeleri de kullanılmaktadır.[216]
Kazak Türkçesinde “kol tapsıru”, Kırgız Türkçesinde “kol berüü” tabirleri
vardır.
İnsanın bilmediği yolda yürümesi için kılavuza ihtiyacı vardır. Be’yat
edeceği mürşid Kur’an, Hadis ve Sünnet’e sımsıkı sarılan, hayatında tatbik eden
şahıs olmalıdır. Tasavvuf yoluna girmek intisap ile başlar. İntisap ve bey’at
terimleri şeyhe, rehbere bağlanıp mürid olmak ve tasavvufi eğitime başlamak
demektir. Sufiler eskiden beri bey’at etmenin önemli olduğunu vurgulamışlardır.
Nasıl ki hiç bilinmeyen bir yolda kılavuza ihtiyaç duyulduysa, tarikata intisap
eden mürid de şeyhin kılavuzluğuna muhtaçtır demişlerdir.
Pirimize vardık;
Pirimizin sohbetini yüreğimize nakşettik;
Pirimiz ile diz dize oturduk;
Pirimiz bizim elimizden tuttu;
Pirimize bizler bey’at ettik;
Pirimiz bize istiğfar söyledi.
Pirimize ilk el verdiğimiz günden itibaren “İstiğfar” okuyoruz. [217]
Hüseyniyye önderi Şeyh Kurbanali Ahmed’e göre bey’at, maneviyat ülkesinin
vatandaşlık belgesidir.[218] Vatandaşlık vazifeleri yerine
getirilmelidir. Bu vazifeler tamamlandıkça insan manevi yönden gelişmeye
başlayacaktır.
Mürşid, Arapça irşâd kelimesinin ism-i fâili olup doğru yolu gösteren
kişi demektir. Tasavvuf kavramı olarak yolun tehlikeli ve korkulacak yerlerini
bilen, onlara karşı müridi uyaran; din ve şeriatı müridin kalbine yerleştiren,
kullara Allah’ı, Allah’a kulları sevdirmeye vesile olan şahıstır.[219] Mürşid müridi Allah’a
ulaştıran vasıtadır.[220]
Mürid, “istemek, arzu etmek, talep etmek, meyletmek ve dilemek”
anlamlarına gelen irâd fiilinden türemiştir. İrâde eden kimseye Arapça’da
“mürid” denilmektedir. Nefsin arzularını terk edip Hakk’ın rızâsına yönelmeyi
irâde etmektir.[221] Kelâbâzi’ye göre mürid, seyr
ü sulûka istendiğinden dolayı muraddır. Allah istemedikçe kişi kendinde murid
olma isteği duymaz.[222]
Müridin esas hasleti talep eden olmak, mürşid-i kâmilin dediklerini
yerine getirmektir. Mürşidsiz sâlik seyr ü sûlükta menziline ulaşamaz. Rehber
olmazsa kalpteki şevk yanlış yolda sarf edilebilir, aşk isyana dönüşebilir.
Müride rehberlik edecek mürşidin kendisi tarikat makamlarını aşmış, kalbi ilâh
marifetiyle dolu arif, müride örnek konumunda olmalıdır. İlm vuküfiyeti tarikat
makamlarını çok iyi bilme, gönül temizliği, heybet, söz ve davranışlarıyla,
himayesi ile müridi etkileyebilmelidir.[223]
Müride verilecek vird ve diğer uygulamalar, mürîdin kabiliyeti göz önünde
bulundurulmadan telkin edilirse bunun müride zararı da olabilir. İşte bundan
ötürü mürşid tıpkı bir kuş eğiticisi gibi müridini sadece uçabileceği yerleri
belirlemeli ve yönlendirmelidir.[224]
Hüseyin Vaiz Kaşifi “Fütüvvet-Name-i Sultanî” adlı eserinde “Şeyhlik
rükünleri kaç diye sorsalar, yedi diye cevap verin” demiştir. Ona göre mürşid:
Keskin ferasetli, insan sarrafı
olsun ki ilk bakışta müridin kabiliyetini fark edebilsin.
Büyük manevî güce sahip olsun,
eğer mürid tarikat yolunda yanılırsa ona manevî destek vererek zoru
kolaylaştırsın.
Yeteri kadar hür insan olsun.
Yani hiçbir şeye muhtacı olmasın.
İhlası sağlam olsun. Riya ve
tamahı terk etsin. Mal-mülk ve devlet için başka birilerine eğilmesin.
Doğruluk
ve çıkarsız dostluğu şiar edinsin. Hak sözü her yerde söylesin.
Söylerken ikiyüzlülük yapmasın.
7. Kalbinde şefkat nuru ışıldasın. Mürid menfaati başta
olmak üzere umum
menfaatini kendi menfaatinden üstün bilsin....[225]
Mürid sûlükunda zorda kaldığında mürşid ona yardımcı olmalıdır. Eğer bunu
başaramayacaksa kendisinden daha güçlü bir mürşide yönlendirmelidir.[226] Tarikat yolu ağır ve
meşakkatlidir. Seyr ü sülûktaki eğitim yollarından biri de Çille[227] [228]dir.
Çille (en az üç en fazla kırk gün inzivaya çekilmektir. Çillede Kur’an okuyarak
tefsir etmek, pîr sohbetinde bulunmak, ciddi perhiz, oruç tutmak ve gece
ibadeti icra edilir.
Pîr zeki, helâl, temiz, keramet sahibi insan olmalıdır. Tamah, yalan,
gıybet, fahiş işlerle uğraşanlar değil pîr, mürid olarak da tarif
edilmemişlerdir. Pîr itibarlı, akıllı zeki, fevkalade durumlarda müridlerin
kalbine yol bulabilen, onlara örnek teşkil edebilecek şahıs olmalıdır.
Hankâhlarda müridler birbirini birader, pîr ise müridleri evladı olarak 228 görmüştür.
Pîre el vermek isteyen şahıs, üç seneye kadar sınanırdı. Günümüzde
Nakşbendiyye-Hüseyniyye’de üç sene sınama dönemi yoktur. Bununla birlikte zikir
telkini, teberrük hırka ve sohbet önemini korumaktadır. Zikir telkini Allah
isimlerini zikretmek ve kalbe nakşetmektir. Bunu da ancak mürşid öğretir. Zikir
telkini sessizdir. Teberrük hırkası almak önemli bir aşamadır. Bu, kemâlat
yolunda ilerleyip icazet vermek anlamına gelir. Buna “Ak Fatiha (Beyaz
Fatiha=icazet)” vermek de denilmektedir.[229]
Mürid artık ömrünün sonuna kadar hırka aldığı mürşidinin yolundan gider, şeyhin
silsilesine mensup olur. Mürid sülûku sonrası başka mürşidlerden de hırka,
gömlek, külah ve tespih hediye alabilir, istediği şeyhin sohbetine katılabilir.
Mürid mürşidini sevmesi normaldir. Ancak bu ifrat ya da tefrite meydan
vermemeli, “şeyh uçmaz mürid uçurur” kıvamında olmamalıdır. Aşırı sevgi yoldan
çıkmak, hüsrana uğramak tehlikesini barındırır. Hüseyniyye önderlerinin
tarikata girmenin şartlarından bahsetmişlerdir. Buna göre tarikat şartları:
Her bir Müslümana farz olan Şeriat ilimlerini, bilip uygulamak öncelikle
istenir. Tarikata girmek ise ihtiyaridir ve ona şeriatsız adım atılmaz.
İhtiyat ı dal-lokma.[230]
Tarikat şeyhleri müridlerine sohbetlerde bu hususlar sürekli
hatırlatmaktadır. Günlük yeme içmede de daimi taharete özen gösterdikleri
bilinmektedir. Sohbet için gidilecek ve yemek ikram edilecek yerlerde müridler
kendileri yemek hazırlamaktadırlar. Manevî eğitim yanında diğer sosyal haklara
riayet tenbih edilir.
Tevbe Arapça olup manası itiraf, pişmanlık, dönmek, imkânı olsa bir daha
yapmamaya azmetmektir.[231] [232]
[233] Tasavvuf kavramı olarak
insanın işlediği günahların farkına vararak pişmanlık duyması, bu günahları bir
daha işlemeye gücü yetecek 232 durumda
olsa dahi işlememeye çabalamasıdır.
Gazzalî’ye göre kul günahlarını kendisi ve sevgilisi arasında bir perde
olarak görmelidir. Böyle bir düşünceye sahip olan kalp sevgiliyi kaybetmekten
nedamet duyar. İşte bundan dolayı yapılan günahlara pişmanlık (mazi),
günahlardan sıyrılmak (hal) ve 233
bir daha günah yapmamaya azmetmek (istikbal)
şartı vardır.
Tevbe, günahları için pişmanlık ve amellerini doğru yola koymaktır.
Günahı tekrarlamamaya özen göstermektir. Tarikat tevbesi, şeriat tevbesinden
farklıdır. Tarikat tevbesi sufinin hayatını ve yaşam tarzını öncekinden farklı
yaşama manasına gelir. Tarikat tevbesinde gaflet uykusundan uyanarak marifet
ile uğraşmak beklenilir. Tevbe; dönmek, yani kâmil insan olma yolunda yüksek
ahlâkî sıfatlara ulaşmaktır. Tevbe insanın kendi noksanlıklarını
görebilmesidir. Tevbenin evveli ve ahiri vardır. Tevbenin başı, büyük ve küçük
tüm günahlardan, şüpheli şeylerden “tevbeye sadığım” diye uzak durmaktır.
Tevbenin ahiri ise Allah’ı bir an olsun zikirden gafil olunca tevbe etmektir.
Temelsiz bina olmadığı gibi tevbesiz de hâl ve makama ulaşmak da mümkün
değildir. Tevbe tarikatın ilk adımıdır. Müridin tevbesine mürşid, mürşidin
tevbesine de müridlerin şahit olması en büyük mutluluktur. Dünyadaki en büyük
mutluluk tevbeye gelmek ve tevbeye şahit olmaktır.[234]
[235] Pire tevbe etmek
Hıristiyanlıktaki gibi günahın bağışlanmasını beklemek değil, Allah’tan
dilediği özre, şeyhi şahit tutarak tevbesine 235 sadık kalma azimini güçlendirmektir.
Nakşbendiyye-Hüseyniyye mensupları ilk önce
tevbe kapısından geçmek şarttır derler. Bunun yanında tevbenin bütün şartlarını
yerine getirerek edeplerine riayet etmeleri tavsiye edilir.
Nakşbendiyye-Hüseyniyye’de tevbe merasimi şöyle icra edilir:
Mekanda bulunanlar
hep beraber “Estağfirullah-azîm.
Estağfirullah-azîm.
Estağfirullah-azîm ellezî lâ ilâhe illâ
hüve’l-hayye’l-kayyûmü ve etûbü ileyhi ve es- elühü’t-tevbe” diye istiğfar
okurlar. Tevbe almak isteyenler pirin etrafında oturur.
Pir: “Dünyada yaptığınız az-çok, büyük-küçük
günahlarınıza tevbe ettiniz mi?” Der.
Şahıslar: “Evet tevbe ettik! Allah kabul
ettiyse, biz de tevbe ettik.” Derler.
Pir: “Hazret Bahaeddin Nakşbend’e mürid
oldunuz mu?” Der.
Şahıslar: “Evet, mürid olduk.” Derler.
Pir: “Hazret Bahaeddin Nakşbend pirimizin
padişahlığına girdiniz mi?” Der.
Şahıslar: “Evet girdik.” Derler.
Pir: “Burada bulunanları biradar (birader/gardaş)
dediniz mi?” Der.
Şahıslar: “Evet, burada bulunanları birader/gardaş
dedik.” Derler.
Bundan sonra pir:
“Ancak tevbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka. Allah işte
onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır,” ayet ve
meailini okur.
Tevbe ettikten sonra” şimdi bugüne dek kılmadığınız namazları,
tutmadığınız oruçları kaza etmeniz, şeriat emirlerini yerine getirmeniz,
nehyedilenlerden uzak durmanız boynunuzun borcu oldu. Allah ile kulun
arasındaki ayıplardan kurtuldunuz. Fakat kul ile aranızdaki ayıplardan
kurtulamazsınız. Birinden bir düğüm ip aldıysanız, birine haksız kızdıysanız,
birinin yanında vadenizi yerine getirediyseniz, hepsini yerine getirin o
insanlar özür dileyin. Helalleşin. O insanlarla helalleşmedikçe kul hakkından
kurtulamazsınız.”[237] Der. Bundan sonra
Nakşbendiyye-Hüseyniyye “vatandaşlığı” alan müridler bir birini kucaklayıp
tebrik ederler. Nafile ibadet[238] ve zikir vazifeleri ellerine
verilir.
Pir yeni şakirtine müridine ilim ve zikirden eğitim vermeye başlar.
Müridin haline göre vazife belirler. Yeni mürid sohbet ve ilme devam ettikçe
yavaş yavaş seviyesi ve kabiliyeti artmaya başlar. İlk başta yeni mürid tevbe
ve onun şartlarına önem verir. İstiğfar sayısını çoğaltır ve kul hakkını yerine
getirmeye başlar. Müridin ihlası arttıkça iman zevkiyle müşerref olur. Salihlik
işaretleri ortaya çıkmaya başlar.
Murakabe Arapça bir şeyi korumak anlamındadır. [239]
Istılahta insanın, Allah’ın her şeye kadir ve her şeyden haberdar olduğunu
bilmesi, kalbin maksudunu her an mülahaza etmesidir.[240]
Murakabe mânevî bir hali ifade etmek üzere kullanılmıştır. Allah İnsanın
Allah’ın gözetimi altında bulunduğunun şuur ve idrakinde olmasıdır.
Nakşbendiyye-Hüseyniyye mensupları nefy-i isbat zikri sona erince
zikreden kalbine yönelerek:
Arapça: “Allahumme ente maksudi va ridake matlubi”
Farsça: “Hudavanda maksudi mantui rizai mantui” diyerek murakabe eder.
Zikreden yine kalbine bakarak: Besmele ile
Arapça: “ ”
Farsça: “Man bahamrohi şimoyon hastam şimoyon dar har joyeki boşed”
Kazak Türkçesi: “Allah sizdermen birge sizder kayda bolsanızdar da”
“Nerede olursanuz olunuz, Allah sizinledir.” [241]
ayetini istediği dilde okuyarak muarakabe ederler.[242]
Sonra:
“.. .Biz ona (insana) şah damarından daha yakınız.”[243]
Ayetini düşünür.
Murakabe Sabah namazı vaktine kadar yapılması tavsiye edilmiştir.
Sohbet tarikatın temel ve en yaygın eğitimlerinden biridir. Sohbet bir
kimse ile dostluk kurup onunla hemhal olmak, buluşmak, beraber oturmak ve
beraber yürümek manalarına gelen Arapça bir kelimedir[244].
Tasavvuf ıstılahında müridin mürşidi ile görüşmesidir.[245]
Dinî veya dünyevî konuların konuşulduğu toplantı” gibi manalarda kullanılır.[246] Hz. Muhammed(salla’llâhü
aleyhi ve sellem)’in ashabını sohbet ile eğitmesinden hareketle sufiler de
sohbet düzenleyerek insanları eğitmeye çalışmışlardır.[247]
Genel manasıyla insanlar ile bir arada bulunmak, özelde ise dinî ve tasavvufî
konular konuşulan bir terimdir.[248]
Hüseyniyye mensupları sohbet yerine maclis (meclis) ve gurung (konuşma)
terimlerini kullanmaktadırlar. Andican, Fergana Vadisi ve Türkistan bölgeleri
“maclis” terimini kullanırken, Taşkent ve civar bölge müridler “gurung”
kavramını kullanmaktadır. İsimleri farklı olsa da amaçları aynı; müridlerin
sorularına cevap alma, dinî ve tasavvufî konular hakkında daha geniş bilgi
edinme, Salihlerle beraber olmasıdır.
Sohbetler daha geniş halkaya hitap etmektedir. Sade dilde anlatılan
sohbetler dinî konuda derin bilgi sahibi olmayan müridler tarafından daha kolay
anlaşılmaktadır. Sohbet de bir nevi manevî eğitimin aracı olarak kabul
edilmektedir.
Kırgızistan Güney bölgesinde Darmanali Halife öncülüğünde her pazartesi
yetmiş-seksen mürid toplanmakta, sohbet ve soru cevaplardan sonra Hatm-i
Hacegan okunmasıyla sona ermektedir.
Zikir; dua, niyaz, bir şeyi ifade dil ile ifade etmek, zihinde tutmak,
Allah’ı anmak[249] yâd etmek, bilgiyi hıfzetmek[250] manalarına gelir. Zikir
yapılış göre cehrî (açık) ve hafî (gizli) olarak ikiye ayrılır. Nakşbediyye
hafî zikri tercih etmiştir.[251] Zikrin türleri çoktur.
Allah’ın her bir ismi ve sıfatları ile zikir yapılır. Hüseyniyye günümüz önderi
Kurbanali Ahmed’e göre, tarikatının esasını zikir dersleri teşkil eder.[252] Zikirden maksad kalbin, ruhun
gücünü yerine getirmektir. Ruh yaratıldığında var olan güç nefsin galip
gelmesiyle insan bünyesinde zayıflar. İşte bundan dolayı ibadet, zikir ile
herkes kendisinin can dünyasını kuvvetlendirmek.[253]
Zikir tasavvuf eğitiminin en önemli unsurudur. Zikirden dolayı Allah’ın
kendisiyle birlikte olduğunu düşünerek, ahlâkî erdeminin yükselmesi beklenir.
Allah’ı zikretmek, kalbi O’na bağlamak, her zaman farkında olarak Allah’ın emirlerini
yerine getirmeye delalet eder. Çok zikir etmek matlup bir ameldir. Zikir
çoğaldıkça boş, fahiş sözlere ve gıybete yer kalmaz. İnsan kalbine Allah’tan
başkasının sevgisi sığmaz. Zamanla dili “Allah Allah” diye zikretmese de kalbi
“Allah Allah” diye zikretmeye devam başlar.[254]
Kalbin gafletten uyanıp Yüce Allah’a bağlanarak ebedî huzura ulaşmasının temel
yolu zikirdir. Nitekim Yüce Allah: “Kendi öz benliğinde yalvararak, ürpererek
ve sesi de yükseltmeden Rabbini sabah akşam zikret. Ve sakın gâfillerden olma![255]” buyurmuştur. Diğer bir
ayet-i kerimede ise: “Ey müminler! Allah’ı çok çok zikredin”[256], buyurmuştur.
Sufilerin zikir hakkında ortak kanısı şöyledir: “Zikir kalbin gıdasıdır;
gıdasını almayan kalp zayıflar, sonra ölür. Kalp ancak zikir ile beslenir, kuvvetlenir,
tatlanır, manen hayat bulur. Haramlar ve işlenen günahlar ise, şeytanın
gıdasıdır. İşlenen günahlar, insanın kalbini zayıflatır; onun düşmanı olan
nefsi ve şeytanı kuvvetlendirir. Bu nedenle, insanın içinde kalp, nefis ve
şeytan devamlı mücadele halindedir.”[257]
İşte bundan dolayı eğer zikri olmazsa tam anlamıyla tarikat olmaz. Tarikatın
esası zikirdir demektedirler. Allah dostları, zikrin kalpte daimî bir idrak
hâlinde yaşanabilmesi ve insanın Cenâb-ı Hak’ta fâni olması için, tarih boyunca
muhtelif usul ve metotlar belirlemişlerdir.
Hüseyniyye önderi Kurbanali Ahmed’e göre zikrin sırrı güç ve
kuvvetindedir. Suret şeklinde olan yalan dünyaya kanmadan, ruhaniyete
bağlanmayı amaçlar. Zikir insanın Allah ile bağlantı kurmasını sağlar. Bundan
dolayı müridlere günde en az beş kere zikretmeleri tavsiye edilmiştir.[258] [259]
Hazret İbrahimcan İşan müridlerine istiğfarların arasını yani teheccüd
namazı ile sabah namazı vaktine kadar olan zamanı zikir ile doldurmak
gerekliliğini beyan etmiştir. Zikirden önce kıbleye dönerek: “Oturduğum yer
kabrim, giydiğim giyim kefenim, aldığım nefes son nefesim” diye niyet ederler.
Kabirim sözü ruhaniyeti, kefen sözü dünya âlemini, son nefesim sözü ile bu
dünyadan bağlantıyı kopardıkları düşünülür. Pirinin simasını göz önüne getirerek
“Allah! Allah! Allah!” diye zikir eder. Zikir edene ilk başta her letaifi “bir
tesbih”ten (yüz kere Allah, Allah demek) dil ile sessiz zikredilir. Zamanla
iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on ve gücü yeten yüz tespihten
zikredecektir. Ondan sonra zikrin sevabı kaybolmaması için İhlas Sûresi okunur
ve sevabı Nakşbendiyye pirlerine ve Hz.Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’e
hediye edilir. İsteyen baştan 259
tekrar edebilir.
Nakşbendiyye-Hüeyniyye mensupları hafi zikri tercih etmişlerdir. İlk
zikir sona erdikten sonra ikinci aşamada hıfz-i nefes dedikleri nefesi koruma
dersi verilir. Nefes tutma öğretiminden sonra letaif zikrine geçilir.
Tarikat mensuplarının günlük vazifeleri bellidir. En başta farz ve vacib
olan ibadetler gelir. Bunu yapması gereken zorunlu amellerini de büyük bir
ihlas ile eksiksiz tamamlamalıdır. Bununla birlikte nafile ibadet ve zikirleri
kendisi taşıyabileceği güce göre yerine getirmelidir. Her bir işte sınır olduğu
gibi nafile ibadetlerin de sınırı vardır. Mürid kendisindeki rağbet ve imkân
dâhilinde nafile ibadet ve zikir sayısını çoğaltır.
Nakşbendiyye-Hüseyniyye mensupları abdest aldığında şükr-ü vudû namazını
tamamlar. İstiğfar ederek bütün vücudunu zikre hazırlar.
Yüz kere “Estağfirullah el-Alî el-Azîm ellazî lâ ilâha illa hüve ve atubu
ileyh” der.
Yüz kere “La ilahe illallah” der.
Yüz kere “Allahumme salli alâ”yı sonuna kadar okur.
Yüze kere “İhlas” Sûresi’ni okur.
Mürid mümkün olduğunca çok lafza-i Celâl’i “Allah” zikrini okur. Hepsi
sabah namazından sonra güneş çıkıncaya kadar olan zaman diliminde
gerçekleştirilir.[260]
Bununla birlikte her gün beş vakit namazda istisnasız olarak: Sabah
namazında Yasin-i Şerif Sûresi, Öğle namazında Fetih Sûresi, İkindi namazında
Nebe Sûresi Akşam namazında Mülk Sûresi, Yatsı namazında Vakıa Sûresi hafızlar
tarafından okunur ve topluca dua edilir.[261]
Zikir ile devamlı kalbin ve ruhun uyanık olması hedeflenir. Müridin kalbi
devamlı farz ibadetler yanında Allah’ı zikretmeye davet alıştırılır. Zikreden
kalbin dünyanın boş meşgalesinden, nefsin kötü isteklerinden kendini koruyarak
saliki kemalât yolunda ilerleyeceği vurgulanmıştır.
Hatm-i Hâcegân VII/XII. asırdan beri Hacegan tarikatı mensupları
tarafından toplu şekilde ve alçak ses ile (hafi) uygulanan bir dua törenidir.
Yazılı belgelerde X/XVI. asırda rastlanmıştır. Sadece tarikat mensupları
katılır. Başka tarikat üyelerinin katılmasına izin yoktur.
Tarikat içinde eskiden haftanın sadece Pazartesi ve Perşembe günlerinde
İkindi namazından sonra günümüzde her hangi gün ve vakit sınırlaması
yapılmaksızın uygulanmaktadır.[262] Güney Kırgızistan bölgesinde
bulunan Nakşbendiyye-Hüseyniyye mensupları Hatm-i Hacegân’a, Hatm-i Hacat
(Hacet) demektedirler.
Hatm ikiye ayrılır: Hatm-i Hacegan-ı Kebîr ve Hatm-i Hacegan-ı Sagîr. Zikir
halkasındaki insan sayısı ondan fazla ise kebîr, ondan az ise sagîr olur. İkisi
arasında iki tane fark vardır. Hatm-i Sagîr’de İnşirah Sûresi yetmiş dokuz kez
okunmaz ve bin kere okunması gereken İhlas Sûresi yerine “Ya Baki, Ente’l-Baki”
söylenir.
Hatme genellikle İkindi namazından sonra okunmaktadır. Hatm-i Hacegan’da
esas olan sayıların tam olmasıdır.[263]
Başında ve sonunda okunan Fatiha Sûresi Kur’an’ın özeti ve hatmedilmesi
gibi sayıldığı için bu zikre Hatm-i Hâcegân denilmiştir. Hatm-i Hâcegân hemen
hemen aynı olmakla beraber bazı bölgelerde sayıda farklılık arz etmektedir.
Nakşbendîlik’te usûl çeşitleri şöyledir:
Besmele ile yedi defa Fatiha Sûresi,
Yüz salavat,
Yetmiş dokuz defa besmele ve İnşirâh Sûresi,
Besmele ile bin bir İhlâs sûresi,
Yüz salavat,
Yedi defa besmele ile birlikte Fatiha sûresi okunup dua edilir.
Ardından üç defa daha salavat getirilir.[264]
b) Bin bir İhlâs sûresi,
Yedi Fatiha sûresi,
Yüz salavat okunup dua edilir.[265]
Her iki hatm-i hâcegâna başlanmadan önce yedişer defa istiğfar ve salavat
getirilip ardından tarikat silsilesinde yer alan şeyhlerin ruhları için bir
Fatiha okunur.
Hatm-i Hâcegân’a günümüze kadar intikal etmiş bir merasim diyebiliriz.
Nitekim hâli hazırda doğup büyüdüğüm Kırgızistan Cumhuriyeti Oş ili Özgen
ilçesine bağlı civar kasaba ve köylerde Sovyetler Birliği zamanında da şimdi de
özellikle düğünlerde “aksakallar” tarafından okunmaktadır. “Katm-ı Koca” olarak
dil değişimi yaşamıştır.
Hatm-ı Koca (Hatm-i Hâce) bu bölgedeki Hüseyniler tarafından biraz farklı
icra edilmektedir. Hatm-i Hace okunacak büyük bir odaya dört yanına döşek
minderler serilir. Ortaya sofra kurulur. Sofraya her çeşit yiyecek konulur.
Bunun dışında üç dört tane büyük sepette ekmek, şeker, meyve, navat (kristal
şeker), yeşil çay, kara çay vb. yiyecekler bulunur. Yirmi beş kişiden oluşan
aksakallar grubu oturur. Okunuş şekli aşağıdaki gibidir:
Yirmi beş kişilik grup örneğinde.
İnşirah Sûresi - yetmiş dokuz
(üç kere okuduklarında yetmiş olur. Sonra sadece dört kişi okuyacak)
Besmele ile Fatiha Sûresi bir
kere okunur,
Sonra Kur’an okunur ve bağışlanır. Ortadaki sepetteki yiyecekler
poşetlere bölünür ve herkes birer poşet Hatm-i Hâce okunmuş sofradan ailelerine
nasibini götürür.[266] Bundan sonra sırasıyla yemek
ikramı yapılır.
XII/XVIII. asırdan itibaren periyodik olarak haftada iki gün pazartesi ve
perşembe ikindi namazına müteakip icra edilmeye başlanmıştır.[267]
Hatm-i Hacegân, günümüzde müridlerden alınan bilgiye göre haftanın
herhangi bir gününde ister toplu ister tek olarak icra edilmektedir. Mürid
herhangi bir sıkıntı ve üzüntüden halâs olmak için istediği vakitte tek başına
sayıların tamamlanması şartı ile Hatm-i Hâcegân’ı icra edebilmektedir.
Hatm-i Hâcegân genelde sıkıntılı anlarda müridin hayırlı bir çıkış yolu
aramasıdır. Özellikle toplu yapılan Hatm-i Hâcegânlar bir birleriyle maddî ve
manevî boyutta hal hatır sorma vesilesidir.
Latife Arapça söz olup, ince, yumuşak şey demektir. Tasavvuf terimi
olarak son derece ince bir mâna ifade eden, kelimelerle açıkça anlatılamayan,
işaret yoluyla ehline söylenilebilen, tadılarak ve yaşanarak öğrenilen bilgiler
demektir.[268] Yerleri sabit olan ruhun
manevî organlarıdır. Letaif adları şunlardır: Kalp, ruh, sır, hafi ve ahfa. Her
latife bir peygamberin ulaştığı manevî hakikati temsil etmektedir,[269] farklı renk içermektedir.
Kalp nurunun rengi kırmızı olup İlahî huzuru temsil eder. Ruh nurunun rengi
sarı olup İlahî muhabbet ve sevgi merkezini temsil eder. Sır nurunun rengi
beyaz olup İlahî vahdet (birlik) merkezini temsil eder. Hafi nurunun rengi
siyah olup İlahî istiğrak (boğulma, gark olma) merkezini temsil eder. Ahfa nurunun
rengi yeşil olup ilahi izmihlal (yok olma, kaybolma) merkezini temsil eder.[270] Suret olarak görünen yalan
ömre kanmamak için insan vücudundaki beş letaife zikir yapmaktadırlar.[271]
Letaifin beden üzerindeki yerleri şöyle tarif edilir:
Kalp: Sol göğsün iki parmak altında çam kozalağı şeklinde bulunan et
parçasını mahâl edinen, yani maddî kalbin derûnunda hissiyatımızın merkezini
teşkil eden mânevî latifedir. Âdem (a.s.) makamıdır.[272]
Ruh: Sağ göğsün iki parmak altında bulunan mânevî latifedir. Nuh (a.s.)
makamıdır.
Sır: Sol göğsün iki parmak üstünde bulunan mânevî latifedir. İbrahim
(a.s.) makamıdır.
Hafî: Sağ göğsün iki parmak üstünde bulunan mânevî latîfedir. İsa (a.s.)
makamıdır.
Ahfâ: Göğsün tam orta kısmında ve diğer dört letâifin ortasında yer alan
mânevî latîfedir. Musa (a.s.) makamıdır. Her bir letaife ismi celale “Allah”
zikri söylendiğinde peygamberlerin âlemine gidip selam verildiğini[273] tarikat önderleri
bildirmiştir.
Alında bulunan kısma “sultan” denilir ve Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) makamıdır.
Sadece nefy ü ispat zikrinde sultana zikir yapılacağını belirtmiştir.[274] Letaif zikri sonra erince
nefy ü isbat zikri başlanır. Nefes tutularak Kelime-i Tevhid okunur. Üç
aşamadan oluşur. “Lâ” derken nefes göbek altından başa çekilir. “ilahe” derken
sağ omuza, “illallah” derken kalbe yönelir. Zikrin gayesi salikin nefsi kötü
arzulardan 275 temizleyerek
ruhi miraca hazırlamaktır.[275]
Hüseyniyye önderi Şeyh Kurbanali Ahmed’e göre letaif zikrinin sırrı suret
olup görünen yalan ömre kanmadan, Ruhaniyete yönelmek ve ondan el çekmemektir.
İnsan bedenindeki beş letaife zikir ederek beş peygamberden güç almak. Her
saniye güç kuvvetin Allah’tan geldiğini kavramak olduğunu beyan etmiştir.[276]
Zikir ile güne başlamaya özellikle önem vermişlerdir. İşte bundan ötürü
tarikat önderleri Teheccüd ile Sabah namazı arasında mürid kalbine yönelerek
“Allah” zikrini yapmalarını tavsiye etmişlerdir.
Arapça bir kelime olan rüya, “görmek” manasına gelen “rü’yet” kökünden
türemiştir. Uykuda görülen şey manasını ifade eder.[277]
Tasavvufta rüya, kalbe gelen havâtır ve hayâlde tasavvur edilen haller
demektir.[278] Terim olarak ise bir kimsenin
uyku sırasında zihninden geçen hayal dizeleri ve gördüğü şeylerdir.[279] Gazzalî’ye göre kalp, eşyanın
bütün hakikatlerinin kendisinde tecelli etmesine istidatlı bir yapıdadır. Kalb
eşyanın asıllarını gösteren bir ayna gibidir. Bir aynadaki görüntünün karşıdaki
aynaya yansıması gibi, ilimlerin hakikatleri de Levh-i Mahfuz’dan kalp aynasına
akseder. Bunun için kalbin tasfiyesi gerekir. Bundan sonra kalbe yansımalar
olur ki, bu bazen peygamberlerdeki gibi uyanıkken, bazen de rüyada olur ve bu
durumda o kişi gaybden haber alabilir.[280]
Tasavvufî hayatta rüya mârifet, hikmet, vaaz, irşad, uyarı vb. hususların
kaynağı olmuştur. Tarikatlarda rüyalar seyr ü sülûkün bir parçası olarak
görülmektedir.
Bahâeddîn Nakşbend’in tecrübe ve uygulamalarında rüyanın önemini görmek
mümkündür. Bahâeddîn Nakşbend, manâ âleminde, Türk meşâyıhın ileri
gelenlerinden Halil Atâ’nın, kendisine dervişleri tavsiye ettiğini görmüş; bu
rüyasını anlattığında, bir Türk şeyhten nasibi olduğu söylenmiştir. Daha sonra
kendisi, uzun yıllar bu şeyhin 281
hizmetinde bulunmuştur.
Nitekim Şeyh İbrahim Akkorganî de irşada başlamasında rüyanın etkisine
değinir. Onun gördüğü rüya şöyledir:
1976 yılında Şeyh Abdullah Kârî vefat eder. İki kez art arda rüyasına
girer ve “neden vazifeyi devam ettirmiyorsun” der. “Kendi kendime zor yetiyorum
nasıl vazife alayım” cevabını verir. Sonra rüya yoluyla Bahaeddin Nakşbendî
Hazretleri’nin türbesini ziyaret etmesi gerektiğinin işaretini alır ve
Taşkent/Koylık’tan Buhara’ya birkaç biraderi ile yola çıkar. Buhara’da üç gün
ziyarette bulunurlar. Üçüncü günün teheccüd namazı sonrasında Bahaeddin
Nakşbend ona görünür: “Hizmeti al, sana destek oluruz”der kaybolur. Derhal
Buhara’dan Taşknet/Koylık’a gelir. Tüm eşyalarını alarak kendi memleketi
Akkorgan’a gider ve irşada başlar.[281]
[282]
Müridlerle şahsen yapılan röpartajlarda da onların tasavvufa
yönelmelerinde gördükleri rüyaların önemli yer tuttuğu anlaşılmaktadır.
Çimkentli müridlerden İnayatullah Hidayet gördüğü rüyadan etkilenerek bir
arayışa girdiğini belirtmektedir: “Rahmetli pirimiz Hazret İbrahim ile
görüşmeden üç sene evvel iki kere rüyamda görmüştüm. Bizim yaşadığımız bölge
dağlık bir coğrafyadır. Evimizden çok yüksek bir dağ gözüküyordu. Rüyamda o dağ
üzerinde çok büyük trafo inşâ edilmiş. Trafodan gelen teller bizim evde
bitiyor. İşin ilginç yanı tellerden elektrik yerine bal ve bembeyaz süt akıyor.
Merak ederek işçilere durumu sordum. Onlar Hazret’i gösterdiler. Yanına gelince
uyandım. İkinci rüyamda yukarı doğru tırmandım. Tepe üzerinde dümdüz ova
varmış. Orada su havzası da varmış. Göğsüme kadar gelen duru su içinde yürüdüm.
Orada inşaat işçileri gördüm şaşırarak ne olduğunu sorunca yine Hazret’i
gösterdiler. Sonra bir ağaç çıktı. Ağaç arkasında söri (sedir) üzerinde sarıklı
insanlar varmış. Onlara selam verdim. Selama cevap vererek biz değil daha
ileriye gidin sizi bekliyor dediler. Üç sedir ileride yirmi bir kişi içerisinde
İbrahim Hazret’i yine gördüm. Yerinden kalkarak beni karşıladı.” O günden sonra
Hazret’i aradım ve buldum. Türkistan’da görüştüm. Bey’at aldım, müridi oldum.
Hazretin talebelerinden yani Kurban Ali Ahmed Bakibillah’ın oğlundan eğitim
aldım. Bugün de sülûka devam ediyorum. Bizim Çimkent şehrinin yanı başında
Mankent kasabası var. Korgancı köyünde ise Niyazali denen Halifesi var. O
Halife vasıtasıyla tanışma, görüşme fırsatım oldu. Kendisi evimize birkaç kez
ziyarete geldi. Biraderlerimiz ile onun sohbet ve hizmetinde bulunduk.”[283]
Bir başka mürid Burhancan Tairov’dur. Rüyasında bir türbe görür. Fakat
kime ait olduğunu bilemez. 1985 yılında Andican otogarında bir taksi,
“Buhara’ya ziyaret için gidiyoruz bir insana ihtiyaç var” der. Bir güç
Buhara’ya gitmesi için yön verir. Hiç tanımadığı insanlar ile beş kişi Buhara’ya
giderler. Rüyasında gördüğü türbenin Bahaeddin Nakşbend’e ait olduğunu görünce
çok şaşırır. Sonra araştırma yapar ve tasavvufla tanışır. 1993 yılında
Kırgızistan’dan ailesi ile beraber Özbekistan’ın Angren vilayetine taşınır.
Çiftçilik yapar. Daha sonra Hokand’da bir Nakşbendî Şeyhi olduğunu duyar. Niyet
ettikten sonra uzun zaman bekler. 1995 yılında kimseye haber vermeden
Angren’den Hokand’a gider. İbrahim Hazret’in evini bulur. Fakat avluda kimse
yoktur. İçinden bir ses hemen geri gitmesini söyler. Tam gitmek üzereyken
müridlerden biri evden çıkagelir.” O günden itibaren şeyhe bey’at ederek seyr ü
sülûka başlar.
Aslında peygamberler rüyası dışındakilerin bağlayıcılığı yoktur. Fakat
hiçbir bilgiye sahip olmadan rüya yoluyla bilgi alan şahısların ona göre
hayatlarına yön vermesi durumu da bir vakıadır.
Nakşbendiyye-Hüseyniyye’de, rüyaların mürşid tarafından tabir edilmesi
pek yaygın değildir. Müridler ile yapılan röpartajlarda daha önce din ile de
hiçbir ilgi ve alakası olmadığı halde rüyalarının tesiriyle dine ve tasavvufa
meyledenlere rastlamaktayız.
Edeb Arapça bir kelime olup “esas, kural, âyin, hüküm, şart, ahlâk,
saygı, terbiye ve nezaket” gibi manalara gelir. Bununla birlikte kişinin her
söz ve fiilde haddini bilmesidir.[284]
Pîre el verince ilk öğrenilmesi gereken şey, edeptir. Sufi yolunda “tarikat
külli adab” yani “tarikat edepten ibarettir” sözü yaygındır. Salikler
birbirleriyle olan münasebetlerinde gönül kıran sözlerden, işlerden kendilerini
korumalı, hiç kimseyi üzmemeli hiç kimseye üzülmemelidir.[285]
Müridleri Şeyh İbrahim Akkorganî’yi Allah’a muhabbeti çok yüksek, hakiki
âşık biri olarak tasvir etmişlerdir. Takvası hakkında aşağıdaki örneği
naklederler. Bir keresinde Buhara’da bir mescide namaz kılmak için
girdiklerinde mescit halısı üzerinde hep Kâbe resmi olduğunu görürler. Bunun
üzerine Şeyh İbrahim Akkorganî: “Bizim namaz kılmamız için yüzlerce Kâbe
resmini basmamız gerekiyor, Kâbe’ye basmak haddimiz değildir Kâbe resmi olan
seccade ancak duvara asılabilir”[286]
diyerek mescitten içeri girmeden geri mescit avlusuna çıkarak namazı eda
etmişlerdir.
Takva kelimesi ise sözlükte “korumak, korunmak, sakınmak, saygı
göstermek, dindar olmak, itaat etmek, korkmak, çekinmek”[287]
demektir. Tasavvuf ıstılâhında ise şer’an yasaklanan şeylerden uzak durmak,
kalbinde Allah’tan başkasına yer vermemektir. Söz konusu kavramın uygulamaya
dönük yönlerinden olan kalbin takvâsı, Allah’a tâatta gayret ve nefsin
arzularına muhâlefet; ibâdette takva ise ihlâslı olup Allah’a isyandan uzak
durmaktır.[288]
Takva-Allah’tan açık ve gizli korkmaktır. Allah’tan korkan insan haramdan
sakınır, namahreme bakmaz, yalan söylemez, başkalarının hakkını yemez, şüpheli
şeylerden kaçınır. En küçük canlıya dahi eziyet etmez. Kişi kalbini ve fikrini
her zaman temiz tutmaya özen gösterir.
“Halka hizmet Hakk’a hizmettir” prensibinden yola çıkan sufiler, hizmeti
manevi eğitim sürecinin bir parçası haline getirmişlerdir. Buna göre ilkeler
belirlemişlerdir:
Hizmet Allah rızası için
yapılmalı
Hizmet ederken tekebbür değil,
tevazu üzere olmalı
Yapabileceği en güzel hizmeti
yapmalı
Hizmet esnasındaki edep
hizmetten daha üstün olmalı
Manevi eğitimin bir parçası
olduğundan aşırıya gitmeden, hizmeti putlaştırmamalıdır.[289]
Tasavvufun temeli şeyhlere saygı ve saliklere hizmettir. Bu sebeple sohbetlere
katılmaya başlayan ve mürid olmayı arzu edenlerin işe hizmetle başlamaları istenmiştir.
Şeyh İbrahim gençken Türkistan’a gelerek şeyh Abdulvahid İşan’a beyat
eder ve tekkede hizmetinde uzun müddet bulunur. Hizmetin en ağırı ve en aşağısı
(olarak görülen), esasen hacet hanelerin (tuvalet) temizliğini de üstlenir. O
sırada Abdulvahid İşanın nazarına mazhar olur ve ‘gelecekte salihlerden
olacağını’ söyleyince diğer biraderler, en aşağı hizmeti yapan biri nasıl büyük
biri olabilir diye şaşkınlıklarını ifade ederler.[290]
[291] Aslında biraderlerinin bu
şaşkınlıkları tasavvufun manevî nefis terbiyesini anlayamadıklarını
göstermektedir.
Şeyh İbrahim Akkorganî’ye göre “hizmet etmek kadar muhterem amel yoktur.
Ancak insan iyi bir iş, hayırlı amel edince o hakkında düşünürse çirkin olur.
Herhangi birine yaptığı hayırlı iş veya amelinden bahsederse kibir olur ve
sevaptan mahrum olur. Yalnız hizmet ettiğindeki sevap konuşulsa da amel
defterinden silinmeyecek”[292] dediği nakledilir.
Hakk’a hizmetin halktan geçtiği nitekim herkes tarafından bilinen bir
gerçektir.
Sabır sözlükte “engellemek, hapsetmek; güçlü ve dirençli olmak”
anlamlarındadır. Sabır, karşılık vermede acele etmemek, başına gelen belâlara,
sıkıntılara dayanmak anlamlarına gelir. Kur’ân’da yüzden fazla yerde geçen
sabır kelimesi, tasavvuf düşüncesinde takvânın alâmetlerinden kabul edilir.[293]
“Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Çünkü
Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir”.[294]
Diğer bir ayette ise: “(Resulüm!) Söyle: Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı
gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Allah'ın
(yarattığı) yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, mükâfatları hesapsız
ödenecektir”[295] ayet ile sabredenlerin
mükâfatı beyan edilmiştir. Ancak insan sabırlı olma erdemine ulaşması kolay
gerçekleşmemiştir.
Sufinin imanının iki veçhesi daha vardır. Birincisi sabır, ikincisi
şükürdür. Sabrın sonu rahat olsa da meşakkatli bir basamaktır. Sabır;
zorluklara karşı şikâyet etmemektir. Allah’tan başkasına yalvarmamaktır. Sabır
imanın yarısıdır.[296]
Sabır üçe ayrılır.
Avam sabrı: Sadece nefis
sabrıdır.
Zahid ve Abid sabrı: Ahiret
sevabı için gerekli olan kalp sabrıdır.
Arifler sabrı: Aşktan ibaret
olan ruhun sabrıdır.
Ferganalı Abdusalam Ergaşev[297],
İbrahim İşan’la yapılan sohbette onun sabrına dair karşılaştığı birkaç olaydan
şöyle bahsetmektedir:
“İbrahimcan İşan’ın 1990’lı yılların başında hücrede eğitim alan yedi
sekiz yaşlarındaki oğlunun çatıdan düşerek vefat ettiğini ve henüz Hokand’a
götürdüklerini söylediler. Hazretin evine gece iki civarında ulaştım. Ben
geldiğimde Hazret, teheccüd namazına hazırlık görüyordu. Taziyelerimi
bildirdim. O sırada pilav ikram ettiler. İbrahimcan İşan: ‘Allah’ın büyüklüğüne
bakın. Gece sohbet yapmamız için oğlumuzu kendi yanlarına almasını sebep
yapmış’, dedi. Aradan on gün geçince dokuz yaşındaki diğer oğluna evinin
kapısının önünde araba çarparak vefat etmiş. Yine baş sağlığı için Akkorgan’a
geldim. Oraya geldiğimde Hocend’den ve Türkistan’dan âlimler gelmişler.
Fatiha sonrası kalkmak için izin istediğimizde ‘âlimler sohbetinden feyz
almak için Yüce Mevlâ oğlumuzu merhametine almış, feyz alalım’, diye herkesi
çok şaşırtmıştı. Her iki cenaze sonrası isyan ve gözyaşı yoktu. Sabrın en büyük
örneğini bu insanda görmüştüm”.[298] [299]
Sonuç itibarı ile sabır insanlara din ve tebliğinde karşılaşabileceği
sıkıntı ve eziyete tahammül etmektir. Kişi başına gelen maddî ve manevî
sıkıntılara gösterdiği sabrı sonrasında ulvî bir kişilik kazanacaktır.
Tarikattaki insanın günlük vazifeleri vardır. Ama öncelik farz ve
vaciplerindir. Daha sonra kendisindeki rağbet ve imkân çerçevesinde nafile
ibadetlere yönelirler. Seyr ü sülûka karar veren müride tavsiye edilen nafile
ibadetler şunlardır:
Şükr-ü vuzu namazı: İki rekât
her abdest sonrası kılınan iki rekât namazdır. Fatiha Sûresi’nden sonra birinci
rekâtta iki kere ve ikinci rekâtta bir kere Kadir Sûresi okunur. Yüz bir kere
istiğfar okunur. Hâsıl olan sevap anne-babaya, biraderlere, Din-i 299 İslam
şeriatına ve Müslüman padişahlara hediye edilir.
Tuhfa-i Resulullah namazı
(Evvabîn): İki rekât, Akşam namazı sonrasıdır. Fatiha Sûresi’nden sonra her iki
rekâtta bir Ayet el-Kürsî ve üç kez İhlas Sûresi okunur. Hz. Muhammed(salla’llâhü
aleyhi ve sellem)’e dua edilir.[300]
Teheccüd namazı: İki ilâ dört
rekât Sabah namazı vakti girmeden kılar. Fatiha Sûresi’nden sonra her rekâtta
üç kez İhlas Sûresi okunur. Pirân-ı Nakşbendiyye’ye dua edilir.
İşrak namazı: İki rekât güneş
çıktıktan sonradır. Fatiha Sûresi’nden sonra her rekâtta bir Ayet el-Kürsî ve
beş kez İhlas Sûresi okunur. Pirân-ı Nakşbendiyye’ye hediye edilir.[301] Bunun dışında her zaman
abdestle, mesh ile cübbe ve sarıkla gezmek tavsiye edilir.
Nakşbendiyye’de sülûka başlamadan önce ehl-i zikirden tevbe alınır.
Mürid, abdest alarak kaza namazı veya şükr-ü vuzu yani abdest namazı kılar.
Yine tevbe ederek tüm benliğiyle dikkatini toparlayarak yüz kere “istiğfar”,
yüz kere “Kelime-i Tevhid”, yüz kere “salavât” getirir sonunda “Allahumma salli
a’la” duasını sonuna kadar okur, ardından İhlas Sûresi’ni yüz kere okur.
Yukarıdaki dua ve zikirler esasen sabah namazından sonra güneş doğuncaya
kadar okunur. Sabah namazından sonra Yasin Sûresi’ni okumak da günlük virdler
içindedir. Güneş doğduktan sonra İşrak Namazı kılınır. Öğle namazından sonra
Mülk (Tebareke) Sûresi okunur. İkindi namazından sonra Nebe (Amme) Sûresi
okunur. Akşam namazından sonra Tuhfa-i Resul nam-ı diğer “Evvabîn” namazı
kılınır. Daha sonra Teheccüd namazı ile sonlanır.[302]
Nakşbendiyye tarikatı mensupları nafile oruca da önem verirler. Recep
ayında en az üç gün, Şa’ban ayında on beş gün, Şevval ayında altı gün, Zilhicce
ayında dokuz gün, Muharrem ayının dokuzuncu ve onuncu günü oruç tutarlar. Yine
haftanın Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutarlar. Her hicri ayın on üç, on
dört ve on beşinci günleri de nafile oruç tutulan günlerdendir. [303] Bu virdler bazı şeyhlerde
değişiklik arz edebilir.
Günümüz Mâverâünnehir’inde fütüvvet ilm-i şerif kategorisinde
değerlendirilir. Zira tasavvuf ve tevhit ilminin bir parçasıdır.[304] Fütüvvet, Arapça “f-t-y”den
türemiş olup, gençlik ve delikanlılık çağında olmak manasına gelmektedir. Aynı
kökten gelen ve isim olarak kullanılan “fetâ” ise lügatte, genç, yiğit, köle ve
hizmetçi anlamlarındadır.[305] Çoğulu “Fityân ve Fitye”dir.
Farsçası civanmert olup çoğulu civanmerdandır.[306]
Feta delikanlı, eli açık, gözü pek, iyi huylu manalarına gelir. Fütüvvet ise
eli açıklık, yiğitlik, başkalarına yardım etmek ve olgun kişilik manalarını
verir.[307] Fütüvvet, ömrü dostların
hizmetine adamak, sadece iyiliği düşünmek, iyilik yapmaktan yorulmamak, güzel
ahlâka sahip olmak, varlığını başkaları ile paylaşmak, muhtaçların ihtiyacını
karşılamak, pîr ve üstatlar, dostlar, biraderlerin namusunu, şerefini himâye
etmek, zahiren ve batınen temiz olmak, salih insanların sohbetine katılmak için
çabalamaktır.
Fütüvvet ehli için “Civanmert” mert, yiğit, fatiy, Ahi” kelimeleri
kullanılmaktadır. Onların tarikat mesleğine civanmertlik veya fütüvvet
denilmektedir. Eski Horasan’da Merv, Nişapur şehirleri Mâverâünnehir’de ise
Semerkant, Buhara, Tirmiz şehirlerinde IV/X. asırdan itibaren civanmertlik
geniş bir şekilde yayılmıştır.
Bölgenin sosyo-kültürel ve iktisadî yaşantısında tasavvuf ile fütüvveti
birbirinden ayırmak mümkün değildir. Çünkü sufî fetâdır, fetâ da aynı zamanda
sufidir.[308]
Bireysel anlamda şer’i hükümlere riayet eden, manevî kemâle ermek için
çaba gösteren, nerede olursa olsun herkese mertlik ve alicenaplık örneğini
sergileyen, zulüm ve haksızlık karşısında mücadele eden, horlanan ve tahkir
edilenlerin savunucusu olma çabası söz konusu civanmertlere göre dünyanın
varlığı değil insanın kadri yüksektir. Civanmertler altına, gümüşe kalpte yer
vermeyip onu maneviyat gelişiminde bir vasıta olarak görmüşlerdir.
İslam’ın ilk asırlarında ortaya çıkan ve daha çok genç kuşakları çeşitli
yönleriyle yetiştirmeyi hedef alan “fütüvvet teşkilâtı”, uzun devirler genç
Müslüman nesle yön vermiş, gençliğin ahlâken ve çeşitli mesleklerde
yetişebilmesi için gayret göstermiştir. Görüldüğü üzere Fütüvvet teşkilâtı ile
tarikatlar arasında önemli bir münasebet vardır. Bu teşkilâtlar manevî
değerlerle iktisadî gayretleri bütünleştirmiştir.
Horasan’daki fütüvvet kurumunun Anadolu’daki yansıması Ahiliktir. Ahilik
yakın tarihe kadar Osmanlı topraklarında varlığını sürdürmüştür.[309]
Arap seyyah İbn Battuta’nın “Seyahat Name” adlı kitabında: “Ben dünyayı
gezerek böyle insanlardan yani civanmertlerden daha iyi niyetli ve iyi ahlâklı
insanları görmedim. Şiraz ve İsfahan ahalisi kendilerini civanmertlere
benzetseler de yalnız onlar Harezm ve Mâverâünnehir civanmertleri garip-miskinleri
ağırlama ve misafir etmede onlardan öndedir. Onlara Irak’ta şâtir, Horasan’da
sarbadar, Mağrib’de de sukrâ derler. Onlara tabi yerlerde adalet resmi öyle
gelişmiştir ki onların ordugâhları, evleri asitanelerinde altın ve gümüş
sikkeler yerde durur, sahibi bulunmadıkça onlara hiç kimse dokunmaz”[310] [311]
demiştir.
Civanmertlik tasavvuf âyinlerini de bünyesinde barındırır. Arif
dervişlerin ahlâkî faziletleri civanmertlik tecrübesi ile ortaya çıkar. Şeyhler
civanmertliği sadece tebliğ 311
etmemişlerdir, davranışlarında da yansıtmışlardır.
Fütüvvet şiarlarından biri kendisi için istemediği bir şeyi başkaları
için de istememektir. “Himmet” önemli bir terim olup birkaç manası vardır:
Güçlü irade, azim, şecaat, bir işe azimle girişmek, sahavet ve fütüvvet, kulluğun
yüze yansıması, insanı şeref sahibi yapan necip bir haslet olarak tanımlanır.[312] Fütüvvet, peygamberler
ahlâkıdır. Güzel ahlâk sahibi olmaktır.[313]
Civanmertler esnaflar, sipahiler, sokaklarda gösteri yapan halk tiyatrosu
vekilleri, pehlivanlar, güldürücüler, darbazlar (yüksek ipte gösteri yapan) vb.
taifelerden oluşmaktadır. Onların her birinin kendi cemiyeti, eğitim verdiği
üstatları, toplanacağı yerleri mevcuttur. Pîrine el veren, üstat huzurunda ant
içerek, mertlik kurunu kuşanan civanmert ömür boyu kendi ahdine sadık kalmaya,
kendi şahsî hayatını toplum hayatı ve biraderleri için fedaya azmeder.
Civanmertler camiasına kabul edilen gence “ferzend” (oğul), onun beline “aht
kurunu” bağlayan üstada da “ata, baba” denilmektedir. Civanmertler böylece
kardeş, birader sayılmışlardır ve biraderleri için mal ve canı ile hizmet
etmeye hazır durmuşlardır. Yine bir Arap Seyyah İbn Havkal Mâverâünnehir
civanmertleri hakkında şöyle hikâye etmiştir: “Mâverâünnehir civanmertliği şu
kadar var ki sanki hepsi bir evde yaşıyor gibiler. Her hangi biri başkasının
evine girdiğinde kendi evine girmiş gibi olur. Çok misafirperverler ve gece
gelen misafirden rencide olmazlar, misafiri tanımasalar da her hangi mükâfat
beklemeden hizmet ederler”.[314]
Her bir insan sahavet göstermek, misafiri ağırlamak, fakirlere, gariplere
yardım etmeyi şerefli görev, insanlık sıfatı olarak görmüşlerdir ve bu haslet
toplumda geniş şekilde yayılmıştır. Civanmertlerin ahlâkı bu gruba üye olmayan
insanlara da etki etmiştir. Semerkant, Buhara, Hocend, Ürgenç, Hive, Taşkent,
Merginan şehirlerinin ahalisi misafirperverliğiyle bilinmektedir. Varlıklı
insanlar iç ve dış avlularında mahsus misafirhaneler, kervansaraylar
yaptırmışlardır. Bu kervansaray ve misafirhanelerin hizmetçileri her zaman
misafirlerin hizmetindedirler. Bunun dışında rabat, zaviye ve hankâhlar da
misafir dervişler, seyyahlar için her zaman açıktır. İran, Afganistan,
Mâverâünnehir ve Kafkasları gezen Arap seyyah İbn Battuta’nın yazdığına göre:
Hankâhlarda misafir ve dervişler istediği zamana kadar kalmakta, onlara bedava
yemek ve giyim kuşam verilmektedir. Eğer misafir seferi devam ettirecek olursa
ona binek, gerekli encam, yol harcı vererek göndermişlerdir. Bunun dışında
adabı olup gelen kişiye üç güne kadar nereden geldiği, kimliği sorulmamaktadır.
Misafir üç günlük lütuftan sonra, iyice dinlenir, hamamda yıkanır ve ondan
sonra hankâh şeyhi tarafından kabul edilmektedir. İbn Battuta’nın naklettiğine
göre hankâh ve zaviyelerdekiler bölgenin nüfuz sahibi insanlar, şeyhler, şehir
yöneticileri, emirler hatta saray hanımlarından izzet ve ikram görmüş,
hediyeler almışlardır.[315]
VII/XIII. asırda civanmertler ile tarikatların iç içe geçmeye başladığı
anlaşılmaktadır. Fütüvvet çok benimsendiğinden ötürü tasavvufta bir makam
telakki edilerek zühd hayatıyla iç içe olmuştur.[316]
Fütüvvet, güzel ahlak mecmuasıdır.[317]
Civanmertlik tarikatı Müslümanlık, ilim, hikmet ve sadâkat sahibi olmayı
gerektirir. İnsan akıllı ve yetenek sahibi olabilir fakat manevî yönden terbiye
edilmediyse kâmil olduğunu dava edemez. Fütüvvet, bol meyveli bir ağaçtır.
Ağacın kökü saf muhabbet (aşk), gövdesi tevazu, budakları sabır, yaprakları
perhiz, kabuğu adap ve hayâ, çiçekleri hoşgörü ve merhamet, meyvesi kerem ve
sahavettir.[318]
İhlas ile tarikat yoluna giren mürid kendi iradesini pir iradesine boyun
eğdirerek, marifet makamlarıyla tanışır. Fakat fütüvvet mensupları pîre el
vermekten başka şadd ustadı (vefa kurdelesini şakirt (çırak) beline bağlayan
şahıs) ve nakip yani “ahit atası” önünde yemin ederek bir ömürlük yemini yerine
getirmesi şart olmuştur. Nakip ise mürid olacak yetenekli gençleri seçen
insandır. Diğer bir vazifesi de halk arasında gezerek fütüvvet akidelerini
anlatmak, gençleri bu harekete dâhil etmektir. İnsanların hâlinden anlayan
insanları nakipliğe uygun görürler. Nakip, ahit babası sayılır, tarikat
çocuğunu yemin ipi ile bağlar, yani ahit atası yiğide bakarak; “Bizim ahdimizi
kabul ederek, halkamıza girdin, artık şeytan emrine girmeyeceksin ve
mekruhlardan perhiz edeceksin” der. Talip çocuk ise; “Halkanıza girdim ve
minba’ad (asla) hilaf iş yapmamaya ahdettim” diye yemin eder. Bu karşılıklı
konuşma ve yemin töreni biraderleri huzurunda gerçekleşecektir. Bundan sonra
geleceğin fâtîsi üstadına teslim edilir. Üstadı şakirdi beline ahit vefa
kurdelesini bağlar.
Merasim şekli: Önce temiz ve geniş yer seçilir. Tarikat biraderleri, şeyh
ve nakip oturur. Şeyh seccade üzerinde orta bir yerde ahit atasının karşısında
oturur. Meclise bir kâse su, tuz ve beş pilili mum getirilir. Adaya, fütüvvete
giriş şartları anlatılarak ahitten sonra üstat yerinden kalkar. Adayın sol
tarafından tutarak şeyhe bakarlar. Şeyh evlad- mürid elini alır ve ona tevbe
ettirir. Şeyh bundan sonra kemeri (kuru) omzundan indirerek sol eline alır.
Sonra kemeri yavaşça kilim üzerine bırakarak hutbe okur. Hutbe sonunda fütüvvet
namede zikredilen kaide ve talepleri anlatır. Bundan sonra Şadd Üstadı yerinden
kalkar. İki elini kemer altından geçirir. Önce sağ elini kemerin altına
gönderir ve işaret parmağını kemer altında tutar. Bu haldeyken evlat kulağına
gerekli kelimeleri söyler ve evlat beline kemeri bağlar. Sonra tuzlu su
mecliste hazır olanlara içirilir. Eğer “Hufya Helva” hazır olursa onu da ikram
ederler. Hufya Helvası: Tere yağ, hurma ve ekmek ile hazırlanır.[319] Kemer, “evlat” belinden üç
güne kadar çıkarılmaz. Üç gün sonra o üstat yanına gelir ve üstat onun
belindeki kemeri çıkarır.
Kemer bağlama merasimindeki beş pileli mum, su ve tuzun da kendi özel
anlamları vardır. Mum kalp nuru, su aydınlık, tuz yaşam, helva dostlar ağzını
tatlı etmeyi temsil etmiştir. Fütüvvet-mertlik tarikatı bir nevi fedakârlıktır.
Günümüz Mâverâünnehir halkının ahlâkını terbiye etmede çok büyük rolü olmuştur.[320] Halk ve şehir ehlini terbiye
etmek için meslek sahibi olmaya ve kâmilliğe erişmek için kendi ihtiyarı ile
hevesli, fazilet ve sanat sahipleri bu görevi yerine getirmektedirler.
Fütüvvet cömertlik mesleği olduğundan dolayı el emeği ile geçim sağlama
ve başkalarına da ikram etmektir. Meslek, insan kemali için gerekli bir şart
olmuştur.
Devamlı emekle uğraşan
şahıs emeğiyle ailesini geçindirir. Böyle birinin kötü ve 321 olumsuz hasletlere duçar
olmaması beklenir.
Fütüvvet anlayışı ile Bahaeddin Nakşbend’in “Dil ba Yaru, Dast ba kar”
sözü biri birini tamamladığını düşünen tarikat mensupları bu iki ayrı yolu bir
birine karıştırmış birleştirmiştir. Özellikle ateist Sovyetler Birliği
döneminde civanmert anlayışı canlanmış, civanmert teşkilatı üyesi adı altında
Nakşbendiyye-Hüseyniyye mensupları faaliyetleri gizli yürütmeye başlamışlardır.
Dışardan bakıldığında el-emeği, herhangi bir meslek öğretici bir usta, işi
öğrenmek isteyen çıraklardır. İşte bundan ötürü halk kendi dilinde kimi zaman
Nakşbendî mensuplarını “Martlik tarikati”(Mertlik tarikatı) demişlerdir.
Sovyetler Birliği dönemindeki yasaklardan ötürü Nakşbendiyye- Hüseyniyye mürşidleri
eskiden olagelen el emeği ve meslek zorunlu hale gelmiştir. Mürşid mutlaka bir
meslek sahibi olmalı, müridler de mürşidinden hem dünyevî hem de uhrevî ilim
öğrenmiştir.
“Hacegan” şeklindeki tanımlamadan Hüseyniyye’ye kadarki süreçte
Nakşbendilîğin ve kollarının doktrin bazında öne çıkan yönlerinden biri Ehl-i
Sünnet’e 322 bağlılıktır.
Bu manada Nakşbendılik, tarih boyunca Şia ile mücadeli içinde olmuştur.
Silsile, Hz. Ebu Bekir’e uzansa da “Altın Silsile” terimi, tarikatın Cafer-i
Sadık’ın şahsında Ehl-i Beyt sevgisini göstermesi açısından sembolik bir önem
arz eder.
Günümüzde selefi akımlarla mücadele eden Hüseyniyye büyükleri, gençleri
selefi akımlara karşı bilgilendirmek maksadıyla özellikle manevî eğitim
sürecinde Vikayatu’r- [321] [322]
Rivaye adlı fıkhî eseri okumalarını neredeyse bir şart haline getirmişlerdir.
Önce pîre el vermelerini sonra İmam Maturidî akidesi öğrenmelerini müridlere
tavsiye etmişlerdir.[323]
Ehl-i Sünnet akait ilkeleri çerçevesinde yazıldığı kabul edilen bu temel
esere daha sonra ne yazık ki Vehhabi müntesip ve akidesi çerçevesinde yirmiye
yakın çalışma yapılarak Türkiye Türkçesi’nde de tercümeleri yapılmıştır.
Metinler her ne kadar Ehl-i Sünnet akidesi adı altında yayılmakta ise de
gerçekte Ehl-i Sünnet akidesine büyük zarar veren pasajlar da bulunmaktadır.[324] Kendilerini “Selefi” olarak
tanımlayan akımlar, sadece bununla yetinmeyip kendilerini eleştiren tarikat
önderlerini tehdit ettikleri nakledilmektedir.
Manevî Eğitim Süresince Müridlerden Okumaları
İstenilen Eserler
Hüseyniyye kolu önderleri bölgede bilinen fıkhî eserler yanında tasavvuf
edebiyatından örnekleri okumayı ve okutmayı bir gelenek haline getirmişler. Bu
eserler yüzyıllar boyunca tarikat önderleri başkanlığında okunup şerh
edilmiştir. Bunun yanında diğer Müslüman ülkelerde olduğu gibi Mevlid özellikle
XIII/XIX. yüzyılın sonunda Farsçadan Özbekçe tercüme edilmiş, okunma listesine
eklenmiştir. Farsça ve Arapça eserler belli din ve dil eğitimine sahip
müridlere vazife olarak verilmiştir. Çağatay Türkçesinde yazılan ve günümüz
Özbek Türkçesinde olduğundan dolayı bütün kadın ve erkek müridler tarafından
devamlı okunmuştur. O eserler bunlardır:
Hanefi Fakihi, meşhur el-Hidaye eseri müellifi Ebü’l-Hasen Burhânüddîn
Alî b. Ebî Bekr b. Abdilcelîl el-Fergânî el-Mergınânî(ö. 593/1197)’ye aittir.
Kendisi Mâverâünnehir’de yetişmiş ve İslam âlemine fıkıh alanında katkı
sağlayan eserleriyle günümüze kadar etkisi sürmüştür. el-Hidaye, Hanefî
mezhebinin en tanınmış ve en çok güvenilen metinlerinden biridir. Üzerinde pek
çok şerh, haşiye ve ihtisar çalışması 325
yapılmıştır.
Vikaye de el-Hidaye üzerine yazılan meşhur şerhlerden biridir. Şerh eden
Burhânüşşerîa Mahmûd b. Sadrüşşerîa el-Evvel Ubeydullah el-Mahbûbî
el-Buhârî’dir (VII-VIII./XIII-XIV.yüzyıl).[325]
[326] [327]
Burhânüşşerîa Buhara’da dünyaya gelmiştir. Mahmud ibn Ubeydullah ibn Mahmud’un
“Hidaye”deki meseleleri şerh ederek “Vikayetu’r- Rivaye fi Mesayili’l-Hidaye”
eserini telif etmiştir. Mahmud b. Ubeydullah’ın kardeşi Ubeydullah ibn Mes’ud
“Vikayetu’r Rivaye”ye şerh yazmıştır. “Muhtasaru’l-Vikaye” adındaki bu şerh,
Mâverâünnehir bölgesinde meşhurdur ve medreselerde fıkıh derslerinde
okutulmuştur. Arapça’dan Özbek Türkçesine Şahabiddin b. Abdulaziz tarafından
tercüme edilmiştir. 1895 yılında Sankt-Petersburg’da basılmıştır.
“Muhtasaru’l-Vikaye” şeriat kanunlarına kısaca şerh ve en çok okunan eserlerin
başında 327 yer
almaktadır.
Sade bir dille anlatılan bu ilmihal, herkes tarafından kolayca
okunmuştur. Nakşbendiyye-Hüseyniyye önderlerinin fikrine göre tasavvuf üç
bölümden oluşur. Birincisi şeriat ikincisi tarikat üçüncüsü marifet.
Ahmed Yesevî 486/1093 yılında Batı
Türkistan'ın Sayram şehrinde dünyaya gelmiştir. Yesevî tarikat
kurucusu, şair ve din büyüğü olarak Türk dünyasının manevî hayatını etkilemiş
nadir şahsiyetlerden biridir. Vaaz ve nasihat olarak söylediği beytleri Divan-ı
Hikmet adlı eserde toplanmıştır. Yesevî(ö.562/1166)’nin[328]
Divan-ı Hikmeti’nin esas gayesi İslam’ı yeni kabul etmiş Türklere kendi
dillerinde dinin esaslarını, şeriat hükümlerini, Ehl-i Sünnet akidesini Divan-ı
Hikmet aracılığıyla, tasavvuf incelikleri, adap ve erkânı sade bir dille
anlatmaktır.[329] Ahmed Yesevî asırlardır Türk
dünyasının manevî hayatında etkisi ve rûhânî tasarrufu devam eden ve kendisine “Pîr-i
Türkistan”, “Hazret-i Türkistan” “Hazret Sultan” gibi isimlerle anılan,
Türkler arasındaki ilk tasavvuf kurucusudur.[330]
[331] Bununla birlikte Hikmetler; 331Yesevî
nin kendi hayatı ve şahsiyeti hakkında da bilgi verir.
Mâverâünnehir halkı Divan-ı Hikmet’i kolay ezberleyebilmişlerdir.
Sovyetler Birliği döneminde dinî eğitimin ve din bilginlerinin engellenmesinden
sonra halk, dinin temel eserlerini orijinal dilinde okumaktan yoksun kalmıştır.
Elinde gizleyebildikleri birkaç esere sımsıkı sarılmışlardır. Bunlardan biri de
Ahmet Yesevî’nin Hikmeti’dir. Okuryazar olanlar bu eseri çocuklarına,
torunlarına ve yakınlarına defterlere el ile yazarak aktarmaya çalışmışlardır.
Bölgedeki kadın ve erkek ayrı ayrı gruplar hâlinde Divan-ı Hikmet’i
okumuşlar ve dinlemişlerdir. On-on beş kişilik gruplar içinde bir iki insan
kendine özgü bir avaz ile Hikmet’i okumaktalar. Okuyanlara “Yesevihân”
denilmektedir. Çok eskiden beri devam eden bir gelenektir. Bunun dışından Nevaî
gazellerini okuyanlara Nevaîhan, mutasavvıf şair Babarahim Meşreb gazelleri
okuyanlara Meşrebhan denilmiştir. “Müşaire geceleri” adı altında gazel ve
dinî-tasavvufî şiirleri okuma geceleri düzenlenmiştir.
Divan-ı Hikmet, Hüseyniyye mensupları tarafından da çok okunan eserler
arasındadır. İbrahim Hazret öncülüğünde Güney Kazakistan Kuşçu-Ata kasabasına
toplanan müridler hep beraber Nasruddin İşan tarafından okunan Ahmet Yesevi
Hikmetlerinin bazı kısımlarını okuyup dinlemektedir.[332]
Hikmetleri sesli okuma geleneği çok yaygın olduğundan dolayı, her hafta evimize
mahalle kadınları toplanır okurlardı. İşte bundan ötürü çok küçük yaşlardan
itibaren Ahmet Yesevî ve Hikmetine aşina olduk. Annemiz çok fazla okuduğundan
dolayı Hikmet, ezberimizde kalmıştır.
Mevlana Celaleddin-i Rumî 604/1207 yılında Horasan’ın Belh şehrinde
dünyaya gelmiştir. Mevlana’nın meşhur eserlerinden biri olan Mesnevi
Mâverâünnehir’de Fars dilinde okunmaktadır. Şeyh İbrahim Akkorganî, Farsça’yı
iyi bildiği için müridleri ile beraber bazı sohbet ve toplantılarında
Mesnevi’yi okumuş ve Özbek Türkçesinde şerh ederek anlatmıştır. Günümüz
Mâverâünnehir’inde IV-XIII/X-XIX. asırlar arasında Arapça yanında coğrafik
konumu itibarı ile Farsça çok yaygın bir dil haline gelmiştir.
Bununla birlikte Mesnevi, halk arasında Ahmet Yesevi’nin Divan-ı Hikmet’i
kadar yaygın ve meşhur değildir. Sadece ilim sahipleri ve Farsça bilen
çevrelerde tanınmıştır. Bu da eserin dilinden ve uzunluğundan
kaynaklanmaktadır.
Mebde-i Nur mesnevisinin eserinin müellifi, Baba Rahim Meşreb[333]’tir. Asıl ismi, Babarahim
Molla Valioğlu’dur. 1050/1640 yılında bugünkü Özbekistan sınırları içinde yer
alan Nemengen şehrinde dünyaya gelmiştir.[334]
[335] Anne babası Molla Vali ve
Bibi Salima’dır. Babarahim’in ailesi ip eğirmek ile hayatlarını idame
ettirmişlerdir.
Yedi günlükken Baba Rahim ismini koymuştur. Yedi yaşında mektebe
gitmiştir. Üstadıyla kendi arasında olan “Elif” hikâyesi çok meşhurdur. Üstadı
“Elif’den sonra “Be” demesini ister. Baba Rahim üstadından “Elif’in manasını
söylemesini isteyince üstadı kızar. Bunun üzerine Baba Rahim “Elif” bir
demektir. Bundan geçmek hatadır 335
der ve mektebi terk eder.
Nakledildiğine göre annesi ona yeni elbiseler giydirirdi. Babarahim
Meşreb’de bir fakir görse hemen ona elbisesini hediye ederdi. Annesi neden
böyle yaptığını sorunca Babarahim “doğduğumda üzerimde elbise var mıydı?” diye
cevap verirdi. Rivayete göre o zaman annesi, oğlunun deli değil divane-i bar
hak (hakikî) olduğunu anlar ve kimseye söylememesi gerektiğini tembih ederdi.[336] Babarahim Meşreb
evlenmemiştir. 1123/1711’te Belh valisi Mahmudbiy Katağan (ö. 1123/171 1)[337] tarafından idam edilmiştir.[338] Özbek Türkçesi ve Farsça
gazeller yazmıştır.[339] Babarahim Meşreb üstadı Afak
hoca339 [340] (ö. 1105/1694) teklifiyle
Mevlana’nın Mesnevi’sini Farsça’dan Çağatay Türkçe’sine aktarmıştır.
Başlangıçta Mesnevi’den bazı beyitleri kendi beyitleriyle şerh ettiği için ayrı
bir eser ortaya çıkmıştır. Eserin adı Mebde-i Nur’dur. Eserde yüz temiş altı
dinî, ahlâkî hikâye, otuz talim, otuz beş gazel, iki Özbekçe ve bir Arapça
müstezat vardır.[341] Babarahim Meşreb’in Fatiha
Sûresi’ne yazdığı işari tefsiri de bulunmaktadır. Otuz cüz üzerine işari tefsir
yazmak isteği pîri Afak hoca tarafından durdurulduğu hakkında da rivayet
mevcuttur.
Sebatu’l-Acizîn Sufi Allayar’ın dinî-tasavvufî mesnevisidir.[342] Sufi Allayar’a Başkırt
Türkleri Sopı Allahyar, Uygurlar Sopi Allahyar, Tatarlar Sufi Allahyar,
Kazaklar Sofi Aldıyar, Özbekler Sofi Olloyor, Kırgızlar Sopu Aldayar
demektediler. Bu da mutasavvıf şairin etki alanının genişliğini göstermektedir.[343]
Sufi Allahyar 1054/1644 yılında Semerkant
vilayeti Kattakorgan beyliği, Mingler köyünde dünyaya gelmiştir. Nakşbendî
Tarikatı mensubu ve mutasavvıf şairdir. Sufi Allayar Şeyhler Mektebi ve
Buhara’daki Joybar şeyhleri dergâhında zahirî ve bâtinî ilimlerde iyi bir
eğitim almıştır. Arapça ve Farsça’yı çok iyi öğrenmiştir. Buhara hanı
Abdulazizhan (ö. 1092/1681) tarafından Gümrük Mahkemesi’ne başkan olarak tayin
edilmiştir. Sufi meşrep bir insan olan Allayar bu mevkiinden istifa ederek,
kendi devrinin meşhur Nakşbendî şeyhi Nevruz şeyhe mürid olmuştur. Sulûkunu
tamamlayıp şeyhlik derecesine ulaşmıştır. Eserlerini esasen Arapça ve Farsça
yazmıştır. Arkadaşlarının isteği ile Farsça kaleme aldığı “Maslaku’l-Muttakin”
(Tavka Sahiplerinin Mesleği) „i kısaltarak Özbek Türkçesinde yazmıştır. Ona da
“Sebatu’-l Âcizin” (Acizler Sebatı) başlığını koymuştur. Bu kitapları uzun
yıllar Kazan, Bakü, Taşkent ve Buhara’da baskısı yapılıp mektep ve medreselerde
ahlâk ders kitapları olarak okutulmuştur.
Eser klasik dinî kaynaklarda olduğu gibi besmele, hamdele ve Hz.
Muhammed(salla’llâhü aleyhi ve sellem)’e salât u selâmla başlanmıştır. Allah’a,
meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahirete ve kadere iman gibi akait
konularını ele almıştır. Eserde ayrıca mâ’rifetullah, tevhit, sabır, fena-beka,
zikir, havf-reca, tevekkül, mucize-kerâmet, şefaât, zevk, iyilik-kötülük,
mürşid, akıl-nefis, ruh-kalp gibi tasavvufî konulara da yer verilmektedir.[344] “Seb’atü’l-Âcizin”
Ehl’i-Sünnet ve’l-Cemaat itikadını nazım üslubu ile beyan eden muteber eser
kabul edilmiştir. İlim dergâhlarında talebeler belli bir konuma geldikten sonra
bu eser ezberletilmiştir.[345]
Mevlüd Hz. Peygamber için yazılan naat ve kasideleri hemen hemen her
İslam coğrafyasında görmek mümkündür. Günümüz Mâverâünnehir mutasavvıf şairleri
de bu geleneğin dışında kalmamıştır. XIII/XIX. asır sonlarında Özbek
Türkçesiyle Hilvetî tarafından yazılan manzum eser; Sovyetler döneminde
insanların din ve dinî edebiyat, hatta Arapça’dan mahrum olduğu zamanlarda bir
nevi imdada yetişen nadir eserlerden biridir.
Müderris, âlim, edip, mutasavvıf şair; maneviyat ve marifet önderi Molla
Yoldaş Torobay oğlu Hilvetî 1274/1858 yılında Nemengan vilayeti Uyçi kasabası
Ciydakapa köyünde dünyaya gelmiştir. Şiirleri dinî-tasavvufi, ahlâki ve ilahî
aşk konuları üzerine olmuştur.[346] [347]
Arapça, Farsça ve Türkçe çok iyi öğrenmiş. Farsça ve Özbek Türkçesinde
eserler
347 bırakmıştır.
Hanefi Mezhebi ve Matundı itikadı üzerine yaşamış ve eserler yazmıştır.
Arapça bilmeyen yerli halk kendi dillerinde manzum eser yoluyla daha
kolay anlama ve öğrenme fırsatı bulmuştur.
Hilvetî, üstadı Lengarî’nin isteği üzerine Mevlid-i Şerifi yazdığını
belirtir. Divan I, Divan II, Dagi Divanı, Seyr-i Cibal, Çarag-ı Mektep diğer
eserleridir.[348]
Mevlüd-i Şerif yirmi sekiz bölümden oluşmaktadır. Tevhid bölümü ile
başlanır. Sonra sırasıyla Peygamberimize övgü, Mevlüd okuma beyanı,
Peygamberimizin dedesi Abdulmuttalib’in Allah’tan erkek evlat istemesi,
sırasıyla babasının doğumu, evliliği, peygamberimizin doğumu esnasındaki
olaylar, bazı peygamberler, peygamberliğin verilmesi, miraç, mucizeler beyan
edilmiştir.[349]
Görüldüğü üzere halkın kendi diliyle anladığı kitaplar daha çok
okunmuştur. Bunun ispatı olarak da kitaplarının baskısının çok olması gösterilebilir.
Günümüze kadar kadın ve erkekler arasında toplantılarda, özellikle Rebiülevvel
aylarında Mevlüd sesli olarak okunmaktadır. Günümüzde de bu gelenek aynı
eskisinde olduğu gibi devam etmektedir.
SONUÇ
Mâverâünnehir, günümüz Orta Asya’sında Amu Derya (Ceyhun) ve Siri Derya
(Seyhun) ırmakları arasını kapsayan, İpek Yolu güzergâhı üzerinde bulunan geniş
alanı kapsayan coğrafyadır. Bölge insanı, Hz. Ömer’in hilafeti döneminde
İslam’la tanışmıştır. İslam dininin kabulünü kolaylaştıran unsurlardan biri,
Türklerin tek Tanrı inancı, ahiret inancı, kurban ve ahlak ilkelerindeki
benzerliklerdir.
Hicrî III-VIII yüzyıllar arasında İslam uygarlığının altın çağı yaşanmış,
günümüze kadar intikal eden birçok eser bırakılmıştır. Tıp, tarih, coğrafya,
matematik ve güzel sanatlar ile beraber tasavvuf ve tarikatlar da gelişmiştir.
Bu manada Mâverâünnehir edebiyatına karakterini kazandıran ana unsurun tasavvuf
olduğu söylenebilir. Bununla birlikte mutasavvıfların halk nezdindeki itibarı,
Timur ve Timurlu emirlerin ve Babür başta olmak üzere Babürlu hanedanının
sufilere olan yakınlığı sayesinde onlar adına hankah, kervansaray tahsis
ederek, geniş vakıf arazileri bağışlanmıştır. Etnik ve kültürel olarak çok
farklı toplulukların hemen hemen her kesimine hitap edecek kadar genişleyen
tarikat, siyasî ve sosyal alanda etkinliğini artırmıştır. Bu etkinlik XIII/XIX.
yüzyıl Çarlık Rusyası tarafından yerli ve Müslüman hanlıkların yok edilmesine
kadar devam etmiştir.
Maveraünnehir’de dini ve tasavvufi hayatın en sancılı evresini, SSCB
etkisi altındaki yetmiş yıllık zaman dilimi oluşturmaktadır. Bu dönemde değil
dinî eğitim almak, “Allah vardır” demek bile suç sayılmıştır. Rejim genelde tüm
dinleri özelde ise İslam’ı, dini inancı yok etmeye çalışmışsa da insanın
fıtratına yönelik yasaklamaların netice vermediği söylenebilir.
Bölgede yönetimin baskılarına rağmen tarikatlar, faaliyetlerini gizlice
devam ettirmişlerdir. Dinî hassasiyetlerinden ötürü her türlü eziyet ve yağmaya
maruz kalan bir ailenin ferdi olarak başkalarına duyurabileceğim endişesi ile
babamın uzun yıllar benden habersiz, gizlice namaz kıldığını belirtmek isterim.
Neredeyse üç kuşak boyu devam eden bu süreç, 1991 yılında SSCB’nin çöküşü ve
bağımsızlığın kazanılmasıyla dini alanda nisbi bir rahatlamaya yerini bırakmıştır.
SSCB döneminde oluşan dini bilgi alanındaki boşluk, bloğun dağılmasıyla
Müslüman coğrafyadan farklı dini cemaat ve akımların bölgeye gelmesine imkân
tanımıştır. Farklı ve kimi zaman birbirlerine mesafeli bu fraksiyonların,
yetmiş yıllık dönemin dini-manevi boşluğu doldurma çabasının, her zaman olumlu
netice verdiğini söylemek pek mümkün görünmemektedir.
SSCB’nin dağılması, baskı döneminde faaliyetlerini yürüten bölgedeki
tasavvufi teşekküllerin de daha rahat hareket etmesine imkân tanımıştır.
Müridlerin manevî eğitiminin yanı sıra bir meslek edinip el emeği ile geçinme
hassasiyeti, Bahaeddin Nakşbend’den günümüze kadar Mâverâünnehir bölgesinde
devam edegelen bir uygulamadır. Hüseyniyye kolunun son temsilcilerinden Hazret
Kurbanali Ahmedov’un mürşidi Hazret İbrahimcan da ilim tahsili ve meslek
edindirme faaliyetlerine bizzat öncülük edenlerdendir. Bu durum, onun halefleri
tarafından da devam ettirilmektedir. Dini hassasiyet yanında müridlerine ilim
ve meslek kazandırma çabası, Hüseyniyye’nin bölgede hüsn-i kabul görmesindeki
temel etmenlerdendir.
Tasavvufun kurumları mahiyetindeki tarikatların ana unsurlarından biri
mürşidtir. Mürşid uzun süreli çile ve riyazetle elde ettiği noktalarda müridine
kısa sürede ulaşması için kılavuzdur. Tuzak ve engeller menzilini beyan eder.
Müridin yeteneğine göre gidebileceği yolu gösterir. Mürid de bu yolda mürşidi
tarafından belirlenen kurallara riayet eder.
Tarikat adabında salikin tevbe ederek Allah yolunda temizlik, hakikat ve
kemâlat yolunda yürümeye, kötü ahlâka dair tüm fiil ve fikirlerden vazgeçmeye
gayret etmesi esastır. Salik, şeytanın, nefsinin vesvesesine galip gelmeye,
Hakk’ın rızasına ermeye çabalayacak bu yolda ilerlerken zorluk ve zahmetlere
katlanacaktır. Bu bağlamda esas itibar, kalbi temizlemeye ve ahlâkadır. Sâlikin
birinci vazifesi nefse galip gelmek, hırs- heves, bencillik, kibir, gazap gibi
vasıflardan arınarak kalbini arındırmak, merhamet ve şefkat duygusunun tüm
gönlünü sarması, Allah’ın boyasına boyanmasıdır.
Hüseynilik, müridin masivaya yönelttiği sevme kabiliyetini sonsuz ve
mutlak varlığa tahsis etmeyi hedefler. Zira nefsin heva ve hevesine kapılmayıp
yüce makamlara ermek için kalpte güçlü bir sevgiye ve aşka ihtiyaç vardır.
Tasavvuf ehli arasına bu manada kullanılan deyimlerden biri, “aşk olmazsa Allah’a
doğru sefer hatadır” şeklindedir. “Sadıklarla beraber olunuz”[350] ayeti onlara yönelik sevgiyi
de içinde barındırması hasebiyle sıdk ehli insanlara yönelik ilgi ve alaka,
Allah’a yönelik muhabbeti ziyadeleştirmede bir yöntem olarak kullanılır.
Mürüvvet hepsini vermektir yemek yok,
Fütüvvet hepsini vermektir demek yok. (Alişir Nevaî.)
Hüseyniyye, Ehl-i Sünnet çerçevesinde hareket eden bir tarikat olup
sohbet ve müridler arasındaki bağlara çok önem vermektedir. Kalabalık gruplarla
icra edilen zikre Hatm-i Hâcegân denilmektedir. Bu zikre sadece tarikata
intisap edip maneviyat dersinde belli bir yere gelenler katılabilir.
Müridliğe adım atan bireyin bazı hususlara riayet etmesi beklenir.
Bunlar: Öncelikle işlediği tüm günahlar için tevbedir. Hz. Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) sünnetleriyle amel etmeli, bidat ve hurafelerden kaçınmalı,
dinî konularda takvaya önem vermeli, zülüm ve haksızlık etmemeli, borcunu
ödemeli, helallik istemeli, kaza namazları kılmalı, her an Allah’ı zikretmeye
azmetmelidir.
Tarikat, Allah’a götüren yoldur. Her türlü yolun mekânı vardır. Tarikatın
mekânı bu anlamda şeriattır. Şeriata bağlanmayan, kabul etmeyen ve bilmeyenin
tarikata girmemesi gerekir. Şeriat insanın zahirini temizler. Şeriattaki
insanın tarikata girmesi şart değilse de tarikattaki insanın şeriattan
ayrılmaması bir zorunluluktur.
Allah’a ulaşmak isteyen insanın sadece zahirini temizlemesi yeterli
değildir. Onun batınen de temizliğe ulaşması gerekir. Bunun için önce tevbe
etmeli, sonra nefis belasından kurtulmaya çalışmalıdır.
Hüseyniyye’nin doktrin yapısını şöyle maddeleştirmek mümkündür:
Şeriat ahkâmından dışarı
çıkmamak,
Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)’in sünnetine ittiba
Manevî eğitimde batını
temizlemek ve ruhî kemale önem vermek. Halk içindeyken Hakk ile olmak.
Manevî eğitim sürecinde kolay
ve anlaşılır sohbetten faydalanmak.
Müridin kendi kendini nezaret
etmesi, aldığı nefesini, faaliyetini, ömrünü niçin harcadığını hesap etmesi,
nefsini terbiye ederek insanî hasletleri çoğaltması gerekir.
El emeği ile geçinip meslek
sahibi olmasıdır.
Bu bağlamda civanmertlik ile tarikat birbirlerini tamamlamışlardır.
Civanmertlik tarikatı takva, ilim, hikmet ve sadâkat sahibi olmayı
gerektirir. İnsan akıllı ve yetenek sahibi olabilir fakat içindeki bu olumlu
potansiyeli uygulamaya dönüştürebilmesi için manevî terbiye de bir ihtiyaçtır.
Hüseyniyye’de bu durum, meyve ağacıyla sembolize edilir. Şöyle ki:
Fütüvvet bol meyveli bir ağaçtır. Ağacın kökü saf muhabbet (aşk), gövdesi
tevazu, budakları sabır, yaprakları perhiz, kabuğu adap ve hayâ, çiçekleri
hoşgörü ve merhamet, meyvesi kerem ve sahavettir.
A’lam, Zahir, Kadimgi Tarihçilar Orta Asya Hakida, Terma Parçalar,
Yurist Media Markazi Yay., Taşkent 2008.
Abdugafurov, Abdurashit, “Boborahim
Maskrab'’”,.
http://www.ziyouz.com/index.php?option=com-content&task=view&id=1022
E.T.:
26.08.2017
Abdul Rahim, Abdulkadir, “Sabotu ’l Ociziyn Maturidiyya
Talimotining Nazmiy Talqini”, Y.T.: 17.03.15
http://kh-davron.uz/kutubxona/islomiy-adabiyot/tasavvuf/sofi- olloyor-sabotul-ojiziyn.html
E.T.:26.03.2016.
Abdulaziz, Şahabiddin İbn, Muhtasar (Şariat Kanunlariga Kiskaça
Şarh), Ed.: Anvar Abidcan, Haz.: Raşid Zahid-Akram Dehkan,
Çolpan Yay., Taşkent 1994.
Abdullayev, Ahmad, Tasavvuf va Uning Namayandalari, Ed.:
Najmiddin Kamilov, Termiz, 2007.
Abduraşidov Abdumannan, (d.1970) Akkorgan, Fergana, Özbekistan sakini.
Açilov, Ergaş, “Sofi Olloyor,.
http://www.ziyouz.com/index.php?option=com
content&task=view&id=436 E.T.:17.08.2017
Ahmed İşan, Kurbanali,
https://www.youtube.com/watch?v=QKjkj Y-pUh0 Y.T. 11.11.2015. Eanm
Kbi.ıy (Hipre %on 6epy). Xa3İpemi Kypoanoji AxMeg Hman, (Bayat Kılu
(Pirge kol beru). Hazireti Kurbanali Ahmed İşan) E.T. 29.06.2018.
, Tarikatnama, Ed.: Asılbek Jakay, Almata 2015.
,
https://www.youtube.com/watch?v=C4lHA6wGM2g , Y.T. 09.09.2017. 3İKpdity
mypaepi ııcaııe naüdaaapbi. (Zikirdin türleri janepaydaları), E.T.
29.06.2018.
Y.T.:17.10.2017 Eaam upınbin, maybe emKeH adaM jicuiiu mybimau cabudeü Kyaanapdau naK
öoaadbi (Bayat kılıp, tevbe etken adam jana tuılgan sebidey kunelardanpek
boladı), E.T.: 29.06.2018.
Ahmedov Kurbanali , (d. 1955) Fatih, İstanbul, Türkiye tarikat önderi.
Ahmedov, Böribay, Özbekistan Tarihi Manbalari, Ökituvçi
Yay., Teşkent 2001.
Ahmedova, Zamira, Türkler Arasında İslamiyetin Yayılmasında
Tasavvufun Rolü, Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Ankara 2006.
Akiner, Shirin, Sovyet Müslümanları, çev.: Tufan
Buzpınar, Ahmet Mutu, İnsan Yay., İstanbul 1995.
Akot, Bülent, Tasavvufî Terbiyede Rüyanın Değeri, Hitit Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, c.10, S.19, Çorum 2011.
Algar Hamid, “Hacegan”, DİA, c.14, İstanbul 1996.
“Hacegan” md., DİA, c.14, İstanbul 1996.
Nakşibendîlik, İnsan Yay., İstanbul 2007.
Alim, Sultanmurat, “Bahauddin Nakşband Hamda Nakşbandiyya Tarikatining
İslam Alamidagi Örni, Mavkei va Ahamiyati ”, Globallaşuv Şaraitida
Tarikat: Talimat va Uslublar, Tahlil va Hulasalar, ed.: İ.Usmamov,
Mavaraunnahr Yay., Taşkent 2014.
Alimcanov, Mahmutcan, Özgen, Oş, Kırgızistan, (d.1947), tarikat üyesi.
Aminov,Bilal & Rasulev, Tolkin, Acdadlarimiz Nidasi,
“Adolat” Yay., Taşkent 1993.
an-Narşahi, Abu Bakr Muhammad İbn Ca’far, Buhara Tarihi,
çev.: A. Rasulev, Fan Yay., Taşkent 1966.
Anonim, Hazrat İbrahimcan Eşan (k.s.) Hayatlari,
trs, s. 2.
Anonim, Hudud’ul- alam min al-maşrik ila’l-mağrib, H.372/
M.982-983. Çev. Omonillo Boriyev, Özbekiston Yay., Taşkent 2008
Anvar, Barno, “Kalbi Allah Koli Mehnatda ötgan İbrahim İşan”,
Y.T. 16.02.2014.
https://www.ozodlik.org/a/25265920.html E.T. 16.10.16.
Arnold, Thomas Walker, İntişar-ı İslam Tarihi, çev.: Hasan
Gündüzler, Akçağ Yay., Ankara 1971.
Âsım Efendi, Kâmûs Tercümesi, c. 1, İstanbul 1852.
as-Saâlabî, Abu Mansur, Kitâb Latâif al Maârif, çev.:
İsmatulla Abdullayev, Fan Yay., Taşkent 1987.
Aşirov, Adhamjan, Özbek Halkining Kadimiy Etikad va Marasimlari,
Alişer Navai Yay., Taşkent 2007.
Babadjanov, Bahtiyar, “Husayniya” md., İslam na territorii bıvşey
Rossiyskoy imperii, Ensiklopediçeskiy slovar, Ed.: S.M.Prozorova,
Vostoçnaya Literatura Yay., Moskova 2006, C.1.
, “İbrahim Hazrat”, İslam na territorii bıvşey Rossiyskoy imperii:
Ensiklopediçeskiy Slovar’, Ed.: S.M.Prozorova, Vostoçnaya Literatura
Yay., Moskova 2006, C.1.
Babamurad, Hacı Ahmadcan, Nacad Yolu, Ed.: Haydarhan Yuldaşhocayev,
İslam Enstitüsü Yay., Taşkent 2016.
Babür, Zahiriddin Muhammad, Baburnama, Fan Yay.,
Taşkent 1960.
Bahramoğlu Bahriddin Ahrarov, (d.1973) Kuala Lumpur, Malezya, tarikat
üyesi.
Baltabayeva, Azada, “Hilvatiyning
Ahlakiy Talimiy Karaşlari”, Til va Adabiyat Talimi, ed.:
Rana Talipova, S.10, Taşkent 2010.
, “Literaturnoe Nasledie Tvorçestvo Hilvatiy”,
Filologiçeskiye Nauki, No:45-1, Y.T.:03.05.2016.
http://novainfo.ru/article/5733
E.T.: 21.10.17
Baş, Eyüp “Orta Asya İslam Kültür ve Medeniyet Tarihinde Hokand Hanlığı”
Orta Asya’da İslam Sempozyumu, 20-21 Mart 2004 Oş.
Bedir, Murteza “Vikayetu’r-Rivaye” md., DİA, İstanbul 2013,
C.43.
Bedirhan Yaşar & Saipova, Saide, “Sovyetler Birliği Zamanında
Geleneksel Ve Dini Hayatın Korunmasında Orta Asyalı Müslüman Kadının Rolü”, Journal
of Social AndHumanities Sciences Research (JSHSR), Vol:5/Issue:18,
2018.
Bennigsen, Alexandre & Quelquejay, Chantal Lemercier, Stepte
Ezan Sesleri, Sovyet Rejimi Altındaki İslam’ın 400 Yılı, çev.: Nezih
Üzel, Selçuk Yay., İstanbul 1981.
, Sufi ve Komiser Rusya'da İslam Tarikatları, çev.:
Osman Türer, Akçay Yay., Ankara 1988.
Bice, Hayati, Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî, Ankara
2016.
Bertels, Yevgeniy Eduardoviç, Sufizm i Sufiyskaya Literatura,
Moskva 1965.
Bolat, Ali, “Tasavvufun Doğuşu”, Tasavvuf El Kitabı, Ed.:
Kadir Özköse, Grafiker Yay., Ankara 2012.
Buhariy, Sadriddin Salim & Azimov, Samad, Buyuk Gucduvaniylar,
Buhara Yay., Buhara 2006.
Buhariy, Sadriddin Salim, Dilda Yar (Hazrat Bahauddin Nakşband),
Gafur Gulam Namidagi Adabiyat va Sanat Yay., Taşkent 1993.
, Tabarruk Ziyaratgahlar, “Yazuvçi” Yay., Taşkent 1993.
Bursevî, İ.Hakkı, Kitâbu'l-Hitâb, sad.: İ.Turgut Ulusoy,
Hisar Yay., İstanbul 1975.
Cebecioğlu, Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü,
Ağaç Kitabevi Yay., 5.Baskı, İstanbul 2009.
Cebûrî, Felah Hasan Sâlim, el-Ahdü ve'l-Bey'âtü
inde's-Sâdâti's-Sûfiyye, Beyrut 2006.
Cevherî, İsmail b. Hammad, es-Sıhah, Tâcü'l-Lüğa ve
Sıhâhu'l-Arabiyye, thk.: Ahmed Abdulgafur Attar, Dar’ul-İlm Lilmilliyn
Yay., c.I, Beyrut 1990.
Cusubaliev, Ali, Kırgızdardın Musulmandaşuu Tarıhı,
TVD ve OşDÜ İlahiyat Fakültesi Yay., Bişkek 2016.
Çağatay, Neşet, Bir Türk Kurumu Olan Ahilik, AÜİF Yay.,
Ankara 1974.
Çayan, Adem, “Molla Yoldaş Hilveti ve Çağatayca Mevlidi Üzerine Bir
Değerlendirme”, KTÜSBESos. Bil. Derg., S.10, Trabzon 2015.
Çerhî, Ya’kub b. Osman b. Mahmûd b. Muammet Gaznevî Serrezî, Risâle-i
Ünsiyye, tsh. Muhammet Nezir Ranchâ, Merkez-i Tahkikât-ı Farisî
İran u Pakistan, İslamabad 1983.
Çetinoğlu, Oğuz, Büyük Türk İslam Âlimi Serahsi Hayatı, şahsiyeti
ve eserleri, İstanbul 2018.
Davran, Hurşid,
http://kh-davron.uz/kutubxona/islomiy-
adabiyot/tasavvuf/xurshid-davron-mirzo-bobur-pirlari-birinchi-maqola-xoja-
ubaydulloh-ahror.html
Ebû Hazzam, Enver Fuad Fuad, Mu’cemu’l-Mustalâhâti’s-Sûfiyye,
thk.: George Mutrî Abdulmesih, Beyrut 1993, s. 161.
el-Buharî, Selaheddin b. Mubarek, Enîsü’t-Tâlibîn ve
‘Uddetu’s-Sâlikîn, çev.: Suleyman İzzî, Bahriye Yay., İstanbul
1328.
el-Cezeri, Muhammed Nurullah Seyda, Tasavvuf Sırları, çev.:
Bahriddin Umrzak, Abdumurat Tilav, “Maveraunnahr” Yay., Taşkent 2000.
el-Curcanî, Ali b. Muhammed es-Seyyid eş-Şerif, Kitâbu’t-Tâ’rifât,
thk.: Abdulmun’im el-Hafnî, Dar’ur-Reşad Yay., Kahire ts.
el-Hamevî, Yakut, Mu’cemu’l-Buldân, thk, Ferid
Abdulaziz Cündî, c.II, Beyrut 1990.
el-Kelâbâzî, Tacu’l-İslam Ebu Bekir Muhammed, et-Taarruf li-Mezhebi
Ehli’t- Tasavvuf, thk. Mahmud Emin en-Nevevi, el-Mektebetu’lEzheriyyetu
li’t-Turas, Kahire 1992.
el-Kuşeyrî, Abdulkerim, er-Risâletu’l-Kuşeyrî, Beyrut 1993.
Eraslan, Kemal, “Divan-ı Hikmet” md., c.9, DİA, İstanbul
1994.
Erdem, Mustafa, Kırgız
Türkleri Sosyal Antropoloji Araştırmaları, ASAM Yay., Ankara
2000.
Ergaşov, Abdusalam, Fergana, Özbekistan, (d.1948).
Erken, Veysi, Ahilik Müessesesinde Yönetim ve Eğitim,
Ankara 1994.
Erşahin, Seyfettin, İslam Tarihini Anlama Kılavuzu,
Otto Yay., Ankara 2017.
, Kırgızlar ve İslamiyet Göçebe bir Türk Boyunun İslamlaşma Tarihi
Üzerine Bir Deneme, S/E/K. Yay., Ankara 1999.
es-Sülemî, Ebu Abdi’r-Rahman Muhammed İbn el-Hüseyn,Tasavvufta
Fütüvvet, çev.: Süleyman Ateş, AÜİF Yay., Ankara 1977.
Fahriddin, Muhammed Talgat, Piri Bardın Ne Kamı Bar,
Cedel Basu Yay., Almata 2015.
Firuzabadî, Ebu Tahir Mecdüddin Muhammed bin Yakub bin Muhammed, Kamusu’l-Muhît,
c.1, Al-Resalah Yay., Beyrut 2005.
Frye, Richard Nelson, Orta Çağın Başarısı Buhârâ, çev.:
Hasan Onat, Ahmet Yesevi Üniversitesi Yardım Vakfı Bilig Yay., Ankara 2003.
Gazzâlî, Ebu Hamid Muhammed, İhyâu Vlûmi'd-Dîn, Beyrut, ty.
Gibb, Hamilton Alexander Roskeen, Orta Asya’da Arap Fetihleri,
çev.: Hasan Kurt, Çağlar Yay., Ankara 2005.
Göktaş, Vahit , Hicri IV Asır Buhârâ’da Tasavvuf Kelabazî Örneği,
Meydan Yay., İstanbul 2008.
, “Ahilik ve Tasavvuftaki Bazı Müşterek Ahlakî Öğeler”, Tasavvuf
Yazıları, İlâhiyât Yay., Ankara 2014, s. 373.
, “Kırgızistan’da Tasavvufî Durum”, AÜİFD, S.54:2,
Ankara 2013.
Gucduvani, Hace Abdulhalik, Makamat-ı Yusuf Hamadanî,
çev.: Sayfiddin Sayfullah, Nadirhan Hasan, Yangi Asr Avladi Yay., Teşkent 2003.
Güleç, İsmail, “Meşreb’in Kitab-ı Mebde-i Nur’u Mevlana’nın Mesnevi’sinin
Şerhi Midir?”, İlmî Araştırmalar Dil ve Edebiyat İncelemeleri,
S.16, İstanbul 2003.
Haksever, Ahmet Cahid, “Tasavvufa Giriş”, Tasavvuf El Kitabı,
Ed.: Kadir Özköse, Grafiker Yay., Ankara 2012.
, Tasavvufu Anlama Kılavuzu, Otto Yay., Ankara 2017.
, Yakub Çerhi ve Tasavvuftaki Yeri, Otto Yay.,
Ankara 2005.
Hamidiy, Hamidjan, Tasavvuf Allamalari, Şark Yay., Taşkent
2009.
Hânî, Abdulmecid b. Muhammed, el-Hadaiku’l-verdiyye
fî hakâiki ecilâi-n-
Nakşbendiyye, Kahire 1890.
Harîrîzâde, Kemaleddîn, Tıbyânu Vesâili’l-Hakâik fî Beyân-i
Selâsili’t-Tarâik, Millî Kütüphane Mikrofilm Arşivi, No: C441,
c.III, vr.200b.
Hasaniy, Mahmud, & Razzakova, Mavjuda, Hojagon Tariqati va Hoja
Hasan Andaqiy, Özbekistan Yay., Taşkent 2003.
Hayit, Baymirza, Türkistan Devletlerinin Milli Mücadeleleri Tarihi,
Türk Tarihi Kurumu Yay., Ankara 1995.
Herevî, Ebu İsmail, Menâzilü’s-Sâirîn ile’l-Hakki’l-Mübîn,
Kum 1989.
Hidayet, İnayatullah, Çimkent, Kazakistan, (d.1960), tarikat üyesi.
https://t.me/sufi kz E.T.
14.01.18
https://www.facebook.com/nakshikazsufi/
E.T. 14.01.18.
https://www.youtube.com/channel/UCJsCsfCNnt7dMZZKRROeWBg
E.T.
14.01.18
İbn Abdulaziz, Şahabiddin, Muhtasar (Şariat Kanunlariga Kiskaça
Şarh), Ed.: Anvar Abidcan, Haz.: Raşid Zahid-Akram Dehkan, Çolpan Yay.,
Taşkent 1994.
İbn Battutâ Tancî, Ebu Abdullah Muhammed, İbn Battuta Seyahetnamesi,
çev.: A.Sait Aykut, c.I, Y.K.Y. Yay., İstanbul 2000.
İbn Manzûr, Ebu’l-Fazl Muhammed b. Mükerrem b. Ali el-Ensârî, Lisânu’l-
Arab, c. 1, Beyrut, s. 233.
İbn Muhammad Ali, Abulmuhsin Muhammad Bakir, Bahauddin Balagardan,
çev.: Mahmudhan Mahdum Hasanhan Mahdum oğlu, Yazuvçi Yay., Taşkent 1993.
İbrahimov, Nematilla, İbn Battuta va Uning Orta Asyaga Sayahati,
“Şark Bayazi” Yay., Taşkent 1993.
İmam Rabbanî, Mektubât-ı Rabbânî, çev.: Abdulkadir Akçiçek,
Çile Yay., İstanbul 1981.
İrisov, Abdisadik, Buhara Halkining Hasratli
Tarihi, Y.T. 01.04.2018.
http://kh-davron.uz/kutubxona/uzbek/amir-sayyid-olimxon-buxoroning-hasratli-
tarixi.html
E.T. 22.06.2018.
İsabaev, Momuncan, Kıymıl, Özgen, Kırgızistan, (d.1947, tarikat üyesi.
Kamil, Najmiddin, “Hikmat ve İbrat Dastani”, Tafakkur Jurnali,
Ed.: Erkin Azam, S.36, Taşkent 2003.
, “Futuvvat va Avf Hususida”, Tafakkur Jurnali, Ed.: Erkin
Azam, S.37, Taşkent 2003.
, “Maksad-Hakka Yetişmak”, Tafakkur Jurnali, Ed.: Erkin
Azam, S.17., Taşkent 1998.
,Tasavvufning Tarihiy- Tadrijiy Yönalişi”, Tafakkur dergisi, Ed.:
Erkin Azam, S.14, Taşkent 1998.
Kamilov, Najmiddin, Tasavvuf, Mavaraunnahr Yay., Taşkent
2009.
Kanabaev, Cemaldin, Baba Rahim Meşrebin Kişiliği, Şahsiyeti ve
Tasavvuf Anlayışı, AÜSBEİF, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Ankara 2013, s. 7.
Kâşânî, Kemâleddîn Abdurrezzak b. Ahmed, Istılâhâtü’s-Sûfiyye,
Dimeşk 1995.
Kaşifi, Hüseyin Vaiz, Futuvvatnamai
Sultani, çev.: Mahmud Hasanî , Asadali Hakimcanov, Devlet İlmi
Naşriyatı Yay., Taşkent 2010.
Kayumov, Aziz “Alişer Navoiy va
Nakshbandiyya Ta’limoti,,, (http://kh-
davron.uz/kutubxona/alisher-navoiy/aziz-qayumov-alisher-navoiy-va-naqshbandiya-
talimoti.html
E.T.: 10.10.2016.
Kelabazi, Doğuş Devrinde Tasavvuf
Ta’arruf, haz.: Süleyman Uludağ, İstanbul 1992.
Kelâbâzî, Ebû Bekr Muhammed b. İshâk Buhârî, et-Ta’rruf
li-Mezhebi Ehli’- Tasavvuf, Şam 1986.
Kisaich, Masatoshi, Popular Movements
and Democratization in the Islamic World, Routledge 2007.
Koca, Ferhat, “Burhaneddin Merginani” md., DİA, İstanbul
2004, C.29.
Köprülü, Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar,
Ankara 1981.
Kurt, Hasan, Orta Asya’nın İslamlaşma Süreci (Buhara Örneği),
Fecr Yay., Ankara 1998.
Kusainova, K.T., “Sovremennıe Sufiyskie Gruppı v Kazahstane”, Sovremennıe
Problemı Stran Vostoka, İzvestiya NANRK, Seriya Obşestvennıh Nauk,
No:2, Almata 2009.
Likoşin, Nil Sergeeviç, Taşkent İşanları, çev.:
Habibullahan Kasimov, Ruhafza Yay., Taşkent 1996.
Likoşin, Nil Sergeeviç, Pol Jizni v Turkestane, Oçerki Bıta
Tuzemnogo Naseleniya, Petrograd 1916.
Mambetaliev, Satıbaldı, Sufizm jana Anın Kırgızstandagı Agımdarı,
Frunze 1972.
Meşreb, Babarahim, Mabda-i Nur, Haz.: G.Niyozov, K.Ahmedov,
Fan Yay., Taşkent 1994.
Muhammad Yusuf, Şayh Muhammad Sadik, Tasavvuf Haqida Tasavvur,
Şark Yay., Taşkent 2011.
, Hayat va Hadis Zikir, Dualar, İstigfar va Tavba, Hilal
Naşr Yay., Taşkent 2014.
Muhammadiev, Nasriddin & Merdanoğlu, Süleyman, Özbekistan
Kılavuzu, Repa Yay., Ankara 1997.
Muminov, Ashirbek & Uygun Gafurov and Rinat Shigabdinov, “İslamic
Education in Soviet and Post Soviet Uzbekistan”, İslamic Education in the
Soviet Union and its Succesor States, Eds.: Michael Kemper,
Raoul Motika and Stefan Reichmuth, Routledge Taylor & Francis Gruop, London
and New York 2010.
Muminov, Aşirbek, “Sufiyskie Gruppy v
Sovremennom Kazakstane”,
Y.T.10.07.2010.
http://kazislam.kz/ru/qazaqstandagy-islam/vnutrennie-kategorii/islam-
zh-nindegi
-zertteuler/item/5614 -cufij skie- gruppy-v- sovremennom-kazakh stane
E.T.26.11.17.
, “Silsila Ordena Nakshbendi Vetvii
Mujaddidi”, Y.T.
07.10.2014.
http://e-islam.kz/ru/dinaralyq-unqatysu/vnutrennie-kategorii/alemdik-
dinder-sezi/sezi3/itemlist/date/2014/10/7
E.T.: 28.03.16
Nakshbandi eto: Chto Takoe Nakshbandii? : Slovari
i Ensiklopedii na Akademike,
https://dic.academic.ru/dic.nsf/ruwiki/278261 , E.T.: 29.03.16
Nasafiy, Hazrat Bahauddin Nakşband, çev.: Mahkam Mahmud
Andicaniy, Taşpoligrafkombinat Yay., 1993 Taşkent.
Nevai, Alişer, Nasaimu’lMuhabbat, Fan Yay., Taşkent 2001.
Niza, Darmanali & Sayfiddin, Nacmiddin, Risala-i Nakşbandiyya,
Oş Kazıyat Yay., Oş 2017.
Nizamov, Fazlihan, “Markaziy Asiya Mutafakkiri Talim Tarbiya va İnsan
Kamalati”, Maziydan Sada dergisi, S.1., Taşkent 2005.
Okudan, Rıfat, “Zikir”, Tasavvuf El Kitabı, Ed.: Kadir
Özköse, Grafiker Yay., Ankara 2012.
Öngören, Reşat, “Hatm-i Hacegan” md., DİA, İstanbul 1997,
C.16.
, “Tarikat” md, DİA, İstanbul 2011, C.40.
Özbekistan İslam Ansiklopediyasi, “Alauddin Attar” md.,
ed.: Zuhriddin Husniddinov, Davlat İlmi Yay., Taşkent 2004.
Özbekistan Milliy Ensiklopediyasi, “Bahauddin Nakşband”
md., Davlat İlmi Yay., Taşkent 2006.
Özgüdenli, Osman Gazi “Mâverâünnehir” md, DİA,
İstanbul 2003, C.28.
Polatov, İbrahimjan, Nemengan, Özbekistan, (d.1968), Tarikat üyesi.
Radtke, Bernd, “Horasan ve Maveraünnehir’de Din Alimleri ve
Mutasavvıflar”, çev.: Ergin Ayan, USAD, The Journal of International
Social Research, Volume 2/9, Fall 2009, s. 367.
Raziy, Fahriddin, Kuala Lumpur, Malezya, (d.1973), tarikat üyesi.
Safer Baba, Istılâhât-ı Sofiye fî Vatan-ı Asliye: Tasavvuf
Terimleri, Heten-Keten Yay., İstanbul 1999.
Safî, Ali b. Hüseyin Vâiz el-Kâşifi, Reşahât-ı AynüT-Hayât,
ter. Mehmed Rauf Efendi, İstanbul 1291 (taş baskı).
Salim Buhariy, Sadriddin, Dilda Yar (Hazrat
Bahauddin Nakşband), Gafur
Gulam Namidagi Adabiyat va Sanat Yay., Taşkent 1993.
Salim Buhariy, Sadriddin & Azimov, Samad, Buyuk Gujduvoniylar,
Buhara Yay., Buhara, 2006.
Salim oğlu, Sayfiddin Rafiddin & Muhammad Yakub & Şarafhan
Camalhan, Kissa-i Maşrab, Yazuvçi Yay., Taşkent
1992.
Semerkandî, Muhammed Kadî, Silsiletü’l- Arifîn ve
Tezkiretü’s-Sıddîkîn, Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmûd Efendi
Bölümü, No: 2830, vr. 42b-43a.
Şarahimov, Şarasul, Afrasiyabga Sayahat, Yaş Gvardiya Yay.,
Taşkent 1979.
Şeşen, Ramazan, İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk
Ülkeleri, Bilge Kültür Yay., 1. Baskı, Ankara 1985.
Şeyh İbrahim İşan, Yaanna (Wazipa), Y.T.: 16.08.2016,
https://www.youtube.com/watch?v=diBWf80Q0F8
E.T.: 30.06.2018.
Taberî, Cafer Muhammed bin Cerir bin Yezid , Merviyyâti Hilafeti
Muaviya, haz.: Halid b. Muhammad el-Gays, Dar’ul-Andalus Yay., Cidde
H.1420/ M.2000.
Tairov, Burhancan, Angren, Taşkent, Özbekistan, (d.1956). Tarikat üyesi.
Tehânevî, Muhammed b. A’lâ b. Ali el-Fârukî, Keşşâfu
Istılâhâti’l-Funûn, Daru Sadr Yay., c.II, Beyrut trs.
^Tenik, Ali & Göktaş, Vahit, Allah’la Var Olmanın Yolu Zikir,
İlahiyat Yay., 2.Baskı, Ankara 2014.
Tirmizî, Hakim, Beyânu’l-fark beyne’s-sadr ve’l-kalb ve’l-fuâd
ve’l-lub, Kahire 1958.
Tosun, Necdet, “Nakşibendiyye” md., DİA, İstanbul 2006,
C.32.
, “Orta Asya ve Kırgızistan Tarihinde Yaygın Bir Din Eğitimi Faaliyeti
Olarak Tasavvuf’, Uluslararası Globalleşme Sürecinde Kırgızistan’da Din
Bilimleri ve Ahlak Bilgisi Öğretiminin Meseleleri Sempozyumu,
Bişkek 2008.
, “Orta Asya’da Bazı Dini-Tasavvufi Gelenekler”, EKEV Akademi
Dergisi, S.-35, Erzurum 2008.
, Silsile” md., DİA, c.37, İstanbul 2009.
, “Silsile” md., DİA, İstanbul 2009, C.37.
, “Orta Asya’da Tasavvuf’, Orta Asya’da İslam Temsilden
Fobiye, Ed.: Muhammed Savaş Kafkayalı, Ahmet Yesevi
Üniversitesi Yay., Ankara- Türkistan 2012, C.I.
, “Yeseviyye” md., DİA, İstanbul 2013, C.43.
, Zikir ve Tefekkür, Hacegan Yay., İstanbul 2013.
, “Kırgızistan Tarih ve Kültüründe Tasavvuf’, Tasavvuf İlmi ve
Akademik Araştırma Dergisi, S.36, İstanbul 2015.
, “Kırgızistan Tarih ve Kültüründe Tasavvuf’, Tasavvuf İlmi ve
Akademik Araştırma Dergisi, S.36, İstanbul 2015.
, Bahaeddin Nakşibend Hayatı, Görüşleri, Tarikatı,
İnsan Yay., 6.baskı, İstanbul 2015.
Tursunov, İslambek, “Turkistan va Taşki Dunya”, Ed.: Otkir Haşimov, Şark
Yulduzu Dergisi, S.7., Taşkent 1992.
Tûsî, Ebu Nasr Serrac, el-Lüma’ İslam Tasavvufu,
çev.: H. Kamil Yılmaz, Altınoluk Yay., İstanbul 1996.
Türer, Osman, “Biat” md., DİA, İstanbul 1992, C.6.
Uludağ, Suleyman, “Hâdim” md., DİA, İstanbul 1997, C.15.
, “Sohbet” md., DİA, , İstanbul 2009, C.37.
, “Takvâ” md., DİA, İstanbul 2010, C.39.
Usmanhocaev, Amirsaidhan, Dinimiz Fidailari, Taşkent İslam
Enstitüsü Yay., Taşkent 2011.
Usmanov, İbrahim, Tasavvuf, Taşkent İslam Enstitüsü Yay.,
Taşkent 2012.
W.Barthold, Kırgızlar, çev.: Ufuk Deniz Aşçı, Kömen Yay.,
İstanbul 2002.
W.Bartold, “Mâverâünnehir”, İA, Ankara, c.VII.1978.
Wubulı, Abudurehemu, Doğu Türkistan Medreselerinde İslam Düşüncesi-
Sufi Allahyar’ın Sebatu’l-Âcizim Adlı Eseri Ekseninde İnceleme,
AÜSBEİF, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2015.
Yassavi , Ahmad, Hikmatlar, Gafur Gulam Yay., Taşkent 1991.
Yazıcı, Tahsin, “Nakşibend”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul
1964, C.9.
Yılmaz, H. Kamil, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar,
Ensar Yay., 16.Baskı, İstanbul 2013.
Yuldaşov, Talibcan, Mergilan (Merginan), Özbekistan, (d.1975), tarikat
üyesi.
Ziyayev, Hamid, Tarih Ötmiş va Kelajak Közgusi,
“Gafur Gulam” Yay., Taşkent 2000.
[1] Yakut el-Hamevî, Mu ’cemu ’l-Buldân,
thk, Ferid Abdulaziz Cündî, Beyrut 1990, c.II, s. 401-492; Osman Gazi
Özgüdenli, “Mâverâünnehir” md, DİA, İstanbul 2003, C.28, s. 177;
W.Bartold, “Mâverâünnehir”, İA, Ankara 1978, c.VII, S. 408.
[2] Anonim,
Hudud’ul- alam min al-maşrik ila’l-mağrib, H.372/ M.982-983. Çev. Omonillo Boriyev,
Özbekiston Yay., Taşkent 2008, s. 11.
[3] Richard Nelson Frye, Orta Çağın Başarısı
Buhârâ, çev.: Hasan Onat, Ahmet Yesevi Üniversitesi Yardım Vakfı Bilig
Yay., Ankara 2003, s. 11-13.
[4] Adhamjan Aşirov, Özbek Halkining Kadimiy
Etikad va Marasimlari, Alişer Navai Yay., Taşkent 2007, s. 4-5.
[5] Zahir A’lam, Kadimgi Tarihçilar Orta Asya
Hakida, Terma Parçalar, Yurist Media Markazi Yay., Taşkent 2008, ss.
170-171.
[6] Abu Bakr Muhammad İbn Ca’far an-Narşahi, Buhara
Tarihi, çev.: A. Rasulev, Fan Yay., Taşkent 1966, s. 7.
[7] Cafer Muhammed bin Cerir bin Yezid el-Taberî,
Merviyyâti Hilafeti Muaviya, haz.: Halid b. Muhammad el-Gays,
Dar’ul-Andalus Yay., Cidde H.1420/ M.2000, s. 262.
[8] Hamilton Alexander Roskeen Gibb, Orta Asya’da
Arap Fetihleri, çev.: Hasan Kurt, Çağlar Yay., Ankara 2005, s. 33-34.
[9] Abu Mansur as-Saâlabî, Kitâb Latâif al
Maârif, çev.: İsmatulla Abdullayev, Fan Yay., Taşkent 1987, s. 73-74.
[10] an-Narşahi, a.g.e., s. 77.
[11] Seyfettin Erşahin, İslam Tarihini Anlama
Kılavuzu, Otto Yay., Ankara 2017, s. 213-214.
[12] an-Narşahî, a.g.e., 78; Ramazan Şeşen, İslam
Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Bilge Kültür Yay., 1.
Baskı, Ankara 1985, s. 3.
[13] Frye, a.g.e., s. 39.
[14] Taberî, a.g.e., VI, 464, VII, 176; Hasan Kurt, Orta
Asya ’nın İslamlaşma Süreci (Buhara Örneği), Fecr Yay., Ankara 1998, s.
144.
[15] an-Narşahi, a.g.e., s. 7.
[16] Böribay Ahmedov, Özbekistan Tarihi
Manbalari, Ökituvçi Yay., Teşkent 2001, s. 44.
[17] an-Narşahî, a.g.e., s. 78; Amirsaidhan
Usmanhojayev, Dinimiz Fidaileri, Taşkent İslam Üniversitesi Yay.,
Taşkent 2011, s. 18.
[18] Bernd Radtke, “Horasan ve Mâverâünnehir’de
Din Alimleri ve Mutasavvıflar”, çev.: Ergin Ayan, USAD, The Journal of
International Social Research, Volume 2/9, Fall 2009, s. 367.
[19] Yevgeniy Eduardoviç Bertels, Sufizm i
Sufiyskaya Literatura, Moskova 1965, s. 53.
[20] Şayh Muhammad Sadik Muhammad Yusuf, Tasavvuf
Haqida Tasavvur, Şark Yay., Taşkent 2011, s. 4.
[21] Ali Bolat, “Tasavvufun Doğuşu”, Tasavvuf El
Kitabı, Ed.: Kadir Özköse, Grafiker Yay., Ankara 2012, s. 109.
[22] Abdulkerim el-Kuşeyrî, er-Risâletu
’l-Kuşeyrî, Beyrut 1993, s. 280.
[23] Tacu’l-İslam Ebu Bekir Muhammed el-Kelâbâzî, et-Taarruf
li-Mezhebi Ehli’t-Tasavvuf,(Tah. Mahmud Emin en-Nevevi),
el-Mektebetu’lEzheriyyetu li’t-Turas, Kahire 1992, s. 27; Kelabazi, Doğuş
Devrinde Tasavvuf Ta’arruf, haz.: Süleyman Uludağ, İstanbul 1992, s. 57
[24] Ali b. Muhammed es-Seyyid eş-Şerif el-Curcanî, Kitâbu
’t-Tâ ’rifât, thk.: Abdulmun’im el-Hafnî, Dar’ur-Reşad Yay., Kahire ts, s.
68.
[25] Kuşeyrî,
a.g.e., s. 280.
[26] Mahmud Hasaniy, Mavjuda Razzakova, Hajagan
Tarikati va Haja Hasan Andakiy, Özbekistan Yay., Taşkent 2003, s. 8.
27
Zamira Ahmedova, Türkler
Arasında İslamiyetin Yayılmasında Tasavvufun Rolü, Yayınlanmamış yüksek
lisans tezi, Ankara 2006, s. 31.
28 Hasan Kamil Yılmaz, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikarlar,
Ensar Yay., İstanbul 2013, s. 240-264.
[29] Hace Abdulhalık Gücduvani, Makamatı Yusuf
Hamedani, çev.: Sayfiddin Sayfullah, Nadirhan Hasan, Ed.: İbrahim Hakkul,
Yangi Asr Avladi Yay, Taşkent, 2003, s-7.
[30] Necdet Tosun, Bahaeddin Nakşibend Hayatı,
Görüşleri, Tarikatı, İnsan Yay., 6.baskı, İstanbul 2015, s. 31.
[31] Abdulmecid b. Muhammed Hânî, el-Hadaiku’l-verdiyye
f hakâiki ecilâi-n-Nakşbendiyye, Kahire 1890, s. 8-9.
[32] Hamid Algar, “Hacegan” md., DİA, İstanbul
1996, C.14, s. 432.
[33] Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve
Deyimleri Sözlüğü, Ağaç Kitabevi Yay., 5.Baskı, İstanbul 2009, s. 238-239.
[34] Selaheddin b. Mubarek el-Buharî, Enîsü’t-Tâlibîn ve
‘Uddetu’s-Sâlikîn, çev.: Suleyman İzzî, Bahriye Yay., İstanbul 1328; Tahsin
Yazıcı, “Nakşibend”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1964, C.9, s. 54.
[35] Sadriddin Salim Buhariy, Dilda Yar (Hazrat
Bahauddin Nakşband), Gafur Gulam Namidagi Adabiyat va Sanat Yay., Taşkent
1993, ss. 2-3.
[36] Abulmuhsin Muhammad Bakir İbn Muhammad Ali, Bahauddin
Balagardan, çev.: Mahmudhan Mahdum Hasanhan Mahdum oğlu, Yazuvçi Yay.,
Taşkent 1993, s. 8.
[37] Alişer Nevai , Nasaimu ’lMuhabbat, Fan
Yay., Taşkent 2001, s. 131.
[38] Hamidjan Hamidiy, Tasavvuf Allamalari,
Şark Yay., Taşkent 2009, s. 117.
[39] N.Tosun, 2015, s. 98.
[40] Hamid Algar, Nakşibendîlik, İnsan Yay.,
İstanbul 2007, s. 441.
[41] Abdulhâlik Gücduvanî, Hacegân tarikatının
meşhur yedi pirinden ilkidir. “Hâce-i Cihan” ismi ile de meşhur olmuştur.
Abdulhâlik Gücduvanî’nın babası Anadolu’nun Malatya kentinde ikamet eden, İmam
Malik neslinden olan İmam Abdulcemil’dir. (Sadriddin Salim Buhariy, Samad
Azimov, Buyuk Gujduvoniylar, Buhara Yay., Buhara, 2006, s. 16.)
[42] İ.Hakkı Bursevî, Kitâbu ’l-Hitâb, sad.:
İ.Turgut Ulusoy, Hisar Yay., İstanbul 1975, s. 243.
[43] Özbekistan İslam Ansiklopediyasi, “Alauddin Attar” md., ed.:
Zuhriddin Husniddinov, “Davlat İlmi” Yay., Taşkent 2004, s. 36.
[44] Sultanmurat Alim, “Bahauddin Nakşband Hamda Nakşbandiyya
Tarikatining İslam Alamidagi Örni, Mavkei va Ahamiyati”, Globallaşuv Şaraitida
Tarikat: Talimat va Uslublar, Tahlil va Hulasalar, ed.: İ.Usmamov,
Mavaraunnahr Yay., Taşkent 2014, s. 180.
[45] S.Alim, a.g.m., s. 181.
[46] Hamid Ziyayev, Tarih Ötmiş va
KelajakKözgusi, Gafur Gulam Yay., Taşkent 2000, s. 55.
[47] İbn Muhammad Ali, a.g.e., s. 55.
[48] A.Nevai, a.g.e., s. 5.
[49] A.Abdullayev, a.g.e., s. 107.
[50] A.Nevai, a.g.e., s. 120.
[51] A.Abdullayev, a.g.e., s. 177.
[52] Ahmad Yassavi , Hikmatlar, Gafur Gulam Yay., Taşkent 1991, s.
166.
[53] Ahmet Cahid Haksever, Ya ’kûb-ı Çerhî
Hayatı, Eserleri ve Tasavvuf Anlayışı, İnsan Yay., İstanbul 2009, s. 48-50.
[54] Ali b. Hüseyin Vâiz el-Kâşifî Safî, Reşahât-ı
Aynü’l-Hayât, ter. Mehmed Rauf Efendi, İstanbul 1291
(taş baskı), s. 32-40; Necdet Tosun,
“Nakşibendiyye” md., DİA, İstanbul 2006, C.32,
s. 342;
A.C.Haksever, a.g.e., s. 51.
[55] Ya’kub b. Osman b. Mahmûd b. Muammet Gaznevî
Serrezî Çerhî, Risâle-i Ünsiyye, tash. Muhammet Nezir Ranchâ, Merkez-i
Tahkikât-ı Farisî İran u Pakistan, İslamabad 1983, s. 26-30.
[56] Sâfî, ag.e., s.50; Hamid Algar “Hacegan”, DİA,
İstanbul 1996, C.14.
[57] Nasafiy, Hazrat Bahauddin Nakşband,
çev.: Mahkam Mahmud Andicaniy, Taşpoligrafkombinat Yay., 1993 Taşkent. s. 21.
[58] Nasriddin Muhammadiev, Süleyman Merdanoğlu, Özbekistan
Kılavuzu, Repa Yay., Ankara 1997, s. 216-217.
[59] Nematilla İbrahimov, İbn Battuta va Uning
Orta Asyaga Sayahati, “Şark Bayazi” Yay., Taşkent 1993, s. 73-74.
[60] Nasafiy, a.g.e., s. 22-23.
[61] S.Salim Buhariy, 1993a, s. 13-15.
[62] H.Hamidiy, a.g.e., s. 47-48.
[63] Kemaleddîn Hanrîzâde, Tıbyânu
Vesâili’l-HakâikfiBeyân-i Selâsili’t-Tarâik, Millî Kütüphane Mikrofilm
Arşivi, No: C441, c.III, vr.200b.
[64] Bilal Aminov,Tolkin Rasulev, Acdadlarimiz
Nidasi, “Adolat” Yay., Taşkent 1993, s. 61.
[65] N.Tosun, 2015, s. 109.
[66] Özbekistan Milliy Ensiklopediyasi,
a.g.md., s. 176.
[67] Vahit Göktaş, HicriIV Asır Buhârâ’da
Tasavvuf Kelabazî Örneği, Meydan Yay., İstanbul 2008, s. 35.
[68] Aziz Kayumov, “Alişer Navoiy va
Nakshbandiyya Ta ’limoti”, (http://kh-davron.uz/kutubxona/alisher-
navoiy/aziz-qayumov-alisher-navoiy-va-naqshbandiya-talimoti.html
E.T.: 10.10.2016).
[69] A.C.Haksever, a.g.e., ss. 50-51.
[70] Seyfettin Erşahin, Kırgızlar ve İslamiyet
Göçebe bir Türk Boyunun İslamlaşma Tarihi Üzerine Bir Deneme, S/E/K. Yay.,
Ankara 1999, s. 60-62.
[71] Ali Cusubaliev, Kırgızdardın Musulmandaşuu
Tarıhı, TVD ve OşDÜ İlahiyat Fakültesi Yay., Bişkek 2016, s. 197.
[72] W. Barthold, Kırgızlar, çev.: Ufuk Deniz
Aşçı, Kömen Yay., İstanbul 2002, s. 9.
[73] Vahit Göktaş, “Kırgızistan’da Tasavvufî Durum”,
A ÜİFD, S.54:2, Ankara 2013, s. 161.
[74] Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk
Mutasavvıflar, Ankara 1981, s. 56.
[75] S.Erşahin, a.g.e., s. 62-63.
[76] Necdet Tosun, “Kırgızistan Tarih ve Kültüründe
Tasavvuf’, Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, S.36, İstanbul
2015, s. 115.
[77] Necdet Tosun, “Orta Asya’da Tasavvuf’, Orta
Asya’da İslam Temsilden Fobiye, Ed.: Muhammed Savaş Kafkayalı, Ahmet Yesevi
Üniversitesi Yay., Ankara-Türkistan 2012, C.I, s. 433.
[78] Amirsaidhan Usmanhocaev, Dinimiz Fidailari,
Taşkent İslam Enstitüsü Yay., Taşkent 2011, s. 57-68.
[79] Tarikat ismi
[80] Kadiriyye
[81] Miyan-Farsça orta demektir. İmam Rabbani soyundan gelenler
tarafından kullanılan özel isimdir.
[82] Mevlüd okutmuştur. Yemekli Mevlüd’e <<Aruz>>denilmiştir.
[83] Nakşbendiyye
[84] Sultaniyye (Yeseviyye)
[85] Sühreverdiyye
[86] Cehriyye
[87] Nil Sergeeviç Likoşin, Taşkent İşanları,
çev.: Habibullahan Kasimov, Ruhafza Yay., Taşkent 1996, s. 5-20.
[88] Satıbaldı Mambetaliev, Sufizm jana Anın
Kırgızstandagı Agımdarı, Frunze 1972, s. 26.
[89] Eyüp Baş, “Orta Asya İslam Kültür ve
Medeniyet Tarihinde Hokand Hanlığı” Orta Asya’da İslam Sempozyumu, 20-21
Mart 2004 Oş, s. 189.
[90] Alexandre Bennigsen, Chantal Lemercier
Quelquejay, Suf ve Komiser Rusya ’da İslam Tarikatları, çev.: Osman
Türer, Akçay Yay., Ankara 1988, s. 17.
[91] Baymirza Hayit, Türkistan Devletlerinin
Milli Mücadeleleri Tarihi, Türk Tarihi Kurumu Yay., Ankara 1995, s. 63.
[92] İslambek Tursunov, “Turkistan va Taşki Dunya”,
Ed.: Otkir Haşimov, Şark Yulduzu Dergisi, S.7., Taşkent 1992, s. 181.
[93] Şarasul Şarahimov, Afrasiyabga Sayahat,
Yaş Gvardiya Yay., Taşkent 1979, s. 7.
[94] S.Erşahin, a.g.e., s. 87.
[95] İşan(Eşan, jlAil): Molla, Şeyh, dindarlar arasında belli bir makama
sahip olan şahıslar.
Özbek Tilining İzohli Lugati,
ÖzFA, Ed.:Z.M.Magrufova, Cilt 2, Russkiy Yazık Yay., Moskova 1981, s. 458.
[96] Nil Sergeeviç Lıkoşin, Pol Jizni v
Turkestane, Oçerki Bıta Tuzemnogo Naseleniya, Petrograd 1916, s. 156.
[97] Necdet Tosun, “Orta Asya ve Kırgızistan
Tarihinde Yaygın Bir Din Eğitimi Faaliyeti Olarak Tasavvuf’, Uluslararası
Globalleşme Sürecinde Kırgızistan ’da Din Bilimleri ve Ahlak Bilgisi
Öğretiminin Meseleleri Sempozyumu, Bişkek 2008, s. 363.
[98] S.Erşahin, a.g.e., s. 128.
[99] S.Erşahin, a.g.e., s. 156.
[100] S.Erşahin, a.g.e., s. 170.
[101] Shirin Akiner, Sovyet Müslümanları, çev.: Tufan Buzpınar,
Ahmet Mutu, İnsan Yay., İstanbul 1995, s.
242.
[102] Mustafa Erdem, Kırgız Türkleri Sosyal Antropoloji Araştırmaları,
ASAM Yay., Ankara 2000, s. 21.
[103] Alexandre Bennigsen, Chantal Lemercier Quelquejay, Stepte Ezan
Sesleri, Sovyet Rejimi Altındaki İslam’ın 400 Yılı, çev.: Nezih Üzel,
Selçuk Yay., İstanbul 1981, s. 173-180.
[104] Narodnıy Komissariyat Vnutrennnih Del (İçişleri Halk Komiserliği).
[105] Komitet Gosudarstvennoy Bezopasnosti (Devlet Güvenlik Komitesi).
[106] Ata-Beyt mezarlığında ortaya çıkarılan 138
kişiye ait toplu mezarda içinde DNA testiyle doğrulanan Türk Dünyasının güçlü
yazarı Cengiz Aytmatov’un 9 yaşındayken son kez gördüğü 1937 de KGB ajanlarınca
götürülen 38 yaşında öldürülen babası Törekul Aytmatov’a ait olduğu
öğrenilmiştir. Ayrıca Kırgızistan Milli alfabesinin mimarı ve doğu bilimleri
âlimi Kasım Tınıstanov ve Orta Asya’nın yetiştirdiği en büyük âlim ve Turan
Birliği’nin savunucularından olan Bayalı İsakeyev, A.Jienbayev, Abdıkadır
Orazbekov, Erinbek Esenamanov ve diğerleri.
1938 yılında 138 kişinin kurşuna dizilerek üzerleri
toprakla kapatılan kurbanların çoğu Kırgız Türklerine ait 19 ayrı milliyete sahip
oldukları da tespit edilmiştir. Katliam bugünkü Bişkek şehrinin yaklaşık 30km
dışında bulunan Ala Dağların eteğindeki tuğla ocağında gerçekleştirilmiştir.
1938’deki bu katliamın tanığı Tuğla ocağı bekçisi Hıdır Aliyev. Aliyev 80
yaşına gelince uygun şartlar olduğunda herkesin bilmesi için kızına vasiyet
etmiştir. Bu sır 1991 yılında tam bağımsızlığını kazanan Kırgızistan
Cumhuriyetinin ilan edilmesinden sonra 1993 yılında kızı tarafından Kırgız
hükümetine iletilmiştir.
Kırgızistan’ın ilk Cumhurbaşkanı, devrik lider Askar Akayev
bu durumu bizzat görev edinerek 1993 yılında bir kazı başlatılması için gerekli
izni ve kararı çıkarmıştır. Kazılar sonucunda bulunan toplu mezarda 138 ceset
ve binlerce mermi kovanı bulunmuştur.
Bu durum karşısında devrik lider Akayev, 1936-1938
yıllarına ait tüm KGB arşivlerinin taranmasını emretti. Yapılan arşiv
araştırmaları ve DNA testleri sonucunda iki kadın cesedi dışında herkesin
isimleri belirlenmiştir.
Uzmanlar tarafından mezarda çoğunluğu Kırgız Türkü olmak
üzere, Uygur, Tatar, Kazak, İranlı, Alman ve Çinli asıllı dönemin Sovyet
vatandaşları olduğunu rapor ettiler. Hükümet komisyonu KGB arşivlerinden burada
yatanların bazılarının neden, ne şekilde cezalandırılarak öldürüldüğü ile
kimlik tanımı yapılamayan bazılarının ismiyle iki kadın cesedinin isimlerine
ulaşılamadı.
[107] Nazırlığın gayesi Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan, Kırgızistan
ve Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerindeki (SSC) Müslümanların iman ve
ibadetlerine ait meselelerle ilgilenmek, ortada kardeşçe yaşamaları için
tebliğlerde bulunmak, sevgi ve sadakatli olmaları için terbiye etmektir.
[108] S.Erşahin, a.g.e., s. 137.
[109] A.Bennigsen, Ch. L.Quelquejay, a.g.e., s. 59.
[110] S.Erşahin, 1999, s. 372.
[111] A.Bennigsen, Ch.L.Quelquejay, a.g.e., s. 79-80.
[112] Ahmad Abdullayev, Tasavvuf va Uning
Namayandalari, Ed.: Najmiddin Kamilov, Termiz 2007, s. 20.
[113] Necdet Tosun, “Orta Asya’da Tasavvuf’, Orta Asya’da İslam
Temsilden Fobiye, Ed.: Muhammed Savaş Kafkayalı, Ahmet Yesevi Üniversitesi
Yay., Ankara-Türkistan 2012, C.I, s. 514.
[114] Bahtiyar Babadjanov, “Husayniya” md.,
İslam na territorii bıvşey Rossiyskoy imperii, Ensiklopediçeskiy slovar, Ed.:
S.M.Prozorova, Vostoçnaya Literatura Yay., Moskova 2006, C.1, s. 98.
[115] Ashirbek Muminov, Sufiyskie Gruppy v
Sovremennom Kazakstane, Y.T.10.07.2010. http://kazislam.kz/ru/qazaqstandagy-islam/vnutrennie-kategorii/islam-zh-nindegi-zertteuler/item/5614-
cufijskie-gruppy-v-sovremennom-kazakhstane
E.T.26.11.17.
[116] B.Babadjanov, a.g.md., s. 99.
[117] Najmiddin Kamil, “Maksad-Hakka Yetişmak”, Tafakkur
Jurnali, Ed.: Erkin Azam, S.17., Taşkent 1998, s. 50.
[118] Najmiddin Kamilov, Tasavvuf, Mavaraunnahr Yay., Taşkent 2009,
s. 239-241.
[119] N.Kamilov, a.g.e., s. 258.
[120] Hacı Ahmadcan Babamurad, Nacad Yolu,
Ed.: Haydarhan Yuldaşhocayev, İslam Enstitüsü Yay., Taşkent 2016, s. 24-25.
[121] H.A.Babamurad, a.g.e., s. 27-28.
[122] Darmanali Niza, Nacmiddin Sayfiddin, Risala-i Nakşbandiyya,
Oş Kazıyat Yay., Oş 2017, s. 24.
[123] B.Babadjanov, a.g.md., s. 99.
[124] İbrahim Polatov, Nemengan, Özbekistan,
(d.1968), Tarikat üyesi.
[125] Silsile Arapça bir kelime olup zincir
anlamındadır. Birbirine bağlı, birbiriyle ilgili şeylerin art arda veya yan
yana dizilerek meydana getirdiği sıra, dizi, soy kütüğü, şecere, rütbe ve mevki
yönünden bir sınıf içindeki derecelenme gibi anlamlara gelir. Silsileyi
oluşturan isimlerin yazılı olduğu belgeye silsilename veya tomar denilmiştir.
Bir tarikata veya çeşitli tarikatlara ait silsilelerdeki isimlerin geniş olarak
anlatıldığı eserlere de bu adlar verilmiştir. (Necdet Tosun, “Silsile” md., DİA,
C.37, İstanbul 2009, s. 206.)
Tasavvufta ise manevî öğretmenler zinciri demektir. Bu
silsilenin en başında Hz. Muhammed (s.a.v.) vardır. İlk zamanlar şifahî olarak
zikredilen silsile, daha sonra yazılı hâle getirilmiştir. Tarikatlar
silsilelerini beyan eden eserler yazılmıştır. Bu eserlere “silsilename"”,
“silsiletü ’z-zeheb” (Altın Silsile) adı verilmiştir. Bir tarikatın
şeyhlerinin adlarını ihtiva eden liste oluşturarak nesilden nesle
aktarmışlardır. (Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü,
Ağaç Kitabevi Yay., 5.Baskı, İstanbul 2009, s. 574.)
[126] Burhancan Tairov (d.1956), Angren, Taşkent,
Özbekistan, Tarikat üyesi. Yukarıdaki “Piran Tarikat” adlı Hüseyniyye Kolu
silsilesini şahsından alınmıştır. Bu silsile Hazret İbrahimcan İşan tarafından
müritlerine verilmiştir.
[127] Masatoshi Kisaich, Popular Movements and
Democratization in the Islamic World, Routledge 2007, s. 224.
[128] Ashirbek Muminov, Silsila Ordena Nakshbendi
Vetvii Mujaddidi, Y.T. 07.10.2014.
http://e- islam.kz/ru/dinaralyq-unqatysu/vnutrenme-kategorii/alemdik-dinder-sezi/sezi3/itemlist/date/2014/10/7
E.T.: 28.03.16
[129] Nakshbandi eto: Chto
Takoe Nakshbandii? : Slovari i Ensiklopedii na Akademike,
https://dic.academic.ru/dic.nsf/ruwiki/278261
, E.T.: 29.03.16
[130] K.T. Kusainova, “Sovremennıe Sufiyskie Gruppı
v Kazahstane”, Sovremennıe Problemi Stran Vostoka, İzvestiya NAN RK,
Seriya Obşestvennıh Nauk, No:2, Almata 2009, s. 72-73.
[131] Ashirbek Muminov, Uygun Gafurov and Rinat
Shigabdinov, “Islamic Education in Soviet and Post Soviet Uzbekistan”, İslamic
Education in the Soviet Union and its Succesor States, Eds.: Michael
Kemper, Raoul Motika and Stefan Reichmuth, Routledge Taylor & Francis Gruop,
London and New York 2010, s. 272.
[132] İnayatulla Hidayet (d.1966) ile yapılan röportajdan, (30 Eylül
2017), tarikat üyesi.
[133] V.Göktaş, a.g.m., s. 166.
[134] V.Göktaş, a.g.m., s. 167.
[135] Ashirbek Muminov, Sufiyskie Gruppy v
Sovremennom Kazakstane, Y.T.10.07.2010. http://kazislam.kz/ru/qazaqstandagy-islam/vnutrennie-kategorii/islam-zh-nindegi-zertteuler/item/5614-
cufijskie-gruppy-v-sovremennom-kazakhstane
E.T.26.11.17.
[136] B.Babadjanov, a.g.md., s. 98.
[137] Ashirbek Muminov, Sufiyskie Gruppy v
Sovremennom Kazakstane, Y.T.10.07.2010. http://kazislam.kz/ru/qazaqstandagy-islam/vnutrennie-kategorii/islam-zh-nindegi-zertteuler/item/5614-
cufijskie-gruppy-v-sovremennom-kazakhstane
E.T.26.11.17.
[138] Mahmutcan Alimcanov (d.1947) ile Özgen, Oş,
Kırgızistan’da yapılan röportajdan (14 Eylül 2017), tarikat üyesi.
[139] Kurbanali Ahmedov (d. 1955) ile yapılan
röportajdan (28.06.2018), tarikat önderi.
[140] İnayatulla Hidayet (d.1966) ile yapılan
röpartajdan (30 Eylül 2017), tarikat üyesi.
[141] Kurbanali Ahmedov (d.1955) ile Fatih, İstanbul, Türkiye’de yapılan
röportajdan (12 Eylül 2016), tarikat önderi.
[142] Ashirbek Muminov, Sufiyskie Gruppy v
Sovremennom Kazakstane, Y.T.10.07.2010. http://kazislam.kz/ru/qazaqstandagy-islam/vnutrennie-kategorii/islam-zh-nindegi-zertteuler/item/5614-
cufijskie-gruppy-v-sovremennom-kazakhstane
E.T.26.11.17.
[143] B.Babadjanov, a.g.md., s. 99.
[144] İbrahim Polatov (d.1968) ile yapılan
röportajdan (1 Ekim 2017), tarikat üyesi.
[145] Bahriddin Ahrarov Bahramoğlu (d.1973) ile Kuala
Lumpur, Malezya’da yapılan röportajdan, (25 Şubat 2017), tarikat üyesi.
[146] 12 Hayvanlı Eski Türk takvimi: Sıçan, Sığır,
Pars, tavşan, balık, yılan, at, koyun, maymun, tavuk, köpek ve karageyik (yaban
domuz).
[147] Anonim, Hazratİbrahimcan Eşan (k.s.)
Hayatlari, trs, s. 2.
[148] Abdumannan Abduraşidov (d.1970) ile yapılan röpartajdan, (14 Kasım
2014) Akkorgan, Fergana, Özbekistan sakini.
[149] Bahriddin Ahrarov Bahramoğlu (d.1973) ile Kuala
Lumpur, Malezya’da yapılan röportajdan (25 Şubat 2017), tarikat üyesi.
[150] Anonim, Hazratİbrahimcan Eşan (k.s.)...,
a.g.e., s. 5.
[151] Barno Anvar, Kalbi Allah Koli Mehnatda ötgan İbrahim İşan, Y.T.
16.02.2014. https://www.ozodlik.org/a/25265920.html
E.T. 16.10.16.
[152] Hoca, Töra ve Said (Seyyid): Maveraünnehir bölgesinde geçmişten
günümüze kadar dört halife soyundan gelenlere verilen özel isim. Ellerinde
yazılı belge bulundurma şartı vardır. Özellikle erkek isimlerine Han, Töra,
Said ve Hoca eklenir.
[153] Anonim, Hazratİbrahimcan İşan (k.s.)..., a.g.e., s. 3-4.
[154] Muhammed Talgat Fahriddin, Piri Bardın Ne Kamı Bar, Cedel
Basu Yay., Almata 2015, s. 187.
[155] Anonim, Hazratİbrahimcan İşan (k.s.)..., a.g.e., s. 5.
[156] Anonim, Hazratİbrahimcan İşan (k.s.)...,
a.g.e., s. 5.
[157] Eski Sovyetler Birliğinde tarım üretim
kooperatifi.
[158] Bahtiyar Babadjanov, “İbrahim Hazrat”, İslam
na territorii bıvşey Rossiyskoy imperii: Ensiklopediçeskiy Slovar’, Ed.:
S.M.Prozorov, Vost. Lit. Yay., Moskova 2006, s. 655.
[159] İnayatulla Hidayet (d.1966) ile yapılan
röportajdan, (2 Ekim 2017) tarikat üyesi.
[160] Bahriddin Ahrarov Bahramoğlu (d.1973) ile Kuala
Lumpur, Malezya’da yapılan röportajdan, (25 Şubat 2017), tarikat üyesi.
[161] Anonim, Hazratİbrahimcan İşan (k.s.)...,
a.g.e., s. 3.
[162] Anonim, Hazratİbrahimcan İşan (k.s.). , a.g.e., s. 15.
[163] B.Babadjanov, a.g.md., s. 655.
[164] Mektep ders programı tasavvuf şeyhleri,
özellikle Nakşbendiyye şeyhlerinin hayatı, yaşam tarzı hakkındaki kitaplar
okutulur. Tarikat pirlerinin nasihat bazında söylediği hikmetler şerh edilir.
Manevî terbiyeye ait kitaplar okutulur. Arapça ve Farsça öğretilir. Günümüz
tasavvuf dersinde ilmi araştırmalar okutulur. Özbekistan’da yetişmiş mutasavvıf
âlimler Aziz Kayumov, Arif Usman, Najmiddin Kamilov, Hamidjan İslamî, Sadriddin
Salim Buharı, Abdugafur Razzak Buharı, B.Babajanov, E.Karimov; Rusya’lı âlimler
O.Akimuşkin, E.Bertels, N.Semenov, A.Hismayulin; Türkiye’li alimler Necdet
Tosun, Mahmud Esad Coşan, Hasan Kamil Yılmaz; Batı’lı Müsteşriklerden Yu. Paul,
J.Gross, J.Trimingem gibi ilmi araştırmalar okutulur.
[165] Burhancan Tairov (d.1956) ile Keneş, Oş,
Kırgızistan’da yapılan röportajdan (16 Ağustos 2017), tarikat üyesi.
[166] Anonim, Şayh İbrahimcan İşan (k.s.)...,
a.g.e., s. 1.
[167] İnayatulla Hidayat (d.1966) ile yapılan
röportajdan (2 Ekim 2017), tarikat üyesi.
[168] Ashirbek Muminov, Sufiyskie Gruppy v
Sovremennom Kazakstane, Y.T.10.07.2010.
http://kazislam.kz/ru/qazaqstandagy-islam/vnutrennie-kategorii/islam-zh-nindegi-zertteuler/item/5614-
cufijskie-gruppy-v-sovremennom-kazakhstane
E.T.26.11.17.
[169] Mahmutcan Alimcanov (d.1947) ile Özgen, Oş,
Kırgızistan’da yapılan röportajdan (14 Eylül 2017), tarikat üyesi.
[170] Burhancan Tairov (d.1956) ile Keneş, Oş,
Kırgızistan’da yapılan röportajdan (16 Ağustos 2017), tarikat üyesi.
[171] Ashirbek Muminov, Sufiyskie Gruppy v
Sovremennom Kazakstane, Y.T.10.07.2010.
http://kazislam.kz/ru/qazaqstandagy-islam/vnutrennie-kategorii/islam-zh-nindegi-zertteuler/item/5614-
cufijskie-gruppy-v-sovremennom-kazakhstane
E.T.26.11.17.
[172] M.T.Fahriddin, a.g.e., s. 127.
[173] Said- Seyyid.
[174] M.T.Fahridin, a.g.e., s. 127-129.
[175] M.T.Fahridin, a.g.e., s. 140-141.
[176] Şeyhlerin eşlerine
İşanay (İşan-Ay) diye hitap edilmekte.
[177] M.T. Fahriddin, a.g.e., s. 141.
[178] M.T. Fahriddin, a.g.e., s.142.
[179] M.T. Fahridin, a.g.e. s. 144.
[180] M.T.Fahridin, a.g.e., s. 144-145.
[181] Camil Taşkendi 57 no’lu ev.
[182] M.T.Fahridin, a.g.e., s. 146-147.
[183] Şeyh Kurbanali Ahmed (d.1955) ile Fatih,
İstanbul, Türkiye’de yapılan röportajdan (12 Eylül 2016), tarikat önderi.
[184] https://www.facebook.com/nakshikazsufi/ E.T. 14.01.18.
[186] https://t.me/sufi
kz E.T. 14.01.18
[187]
M.T. Fahridin, a.g.e., ss. 144-145.
[188] M.T.Fahriddin, a.g.e., ss. 151-154.
[189] M.T.Fahriddin, a.g.e., s. 154-157.
[190] M.T.Fahriddin, a.g.e., ss. 158-159.
A.
Nevaı, a.g.e., s.
[192] N.Tosun, 2015, s. 395.
[193] N.Tosun, 2015, s. 397.
[194] A.C.Haksever, 2014, s. 21.
[195] Barno Anvar, Kalbi Allah Koli Mehnatda ötgan
İbrahim İşan, Y.T. 16.02.2014. https://www.ozodlik.Org/a/25265920.html
E.T. 16.10.16.
[196] Hurşid Davran,
http://kh-davron.uz/kutubxona/islomiy-adabiyot/tasavvuf/xurshid-davron-mirzo-
bobur-pirlari-birinchi-maqola-xoja-ubaydulloh-ahror.html
[197] Zahiriddin Muhammad Babür, Baburnama,
Fan Yay., Taşkent 1960, s. 64.
[198] Abdisadik İrisov, Buhara Halkining Hasratli
Tarihi, Y.T. 01.04.2018.
http://kh- davron.uz/kutubxona/uzbek/amir-sayyid-olimxon-buxoroning-hasratli-tarixi.html
E.T. 22.06.2018.
[199] İbrahim Polatov (d.1968) ile yapılan
röportajdan (22.06.2018), tarikat mensubu.
[200] Barno Anvar, Kalbi Allah Koli Mehnatda ötgan
İbrahim İşan, Y.T. 16.02.2014. https://www.ozodlik.Org/a/25265920.html
E.T. 16.10.16.
[201] Abdusalam Ergaşov (d.1948) ile yapılan
röportajdan (6 Ekim 2017), Hukukçu.
[202] N.Tosun, 2015, s. 379.
[203] N. Tosun, 2015, s. 380.
[204] İbrahim Polatov
(d.1968) ile yapılan röpartajdan (12.06.2017), tarikat üyesi.
[205] Ahmet Cahid Haksever, Tasavvufu Anlama Kılavuzu, Otto Yay.,
Ankara 2017, s. 108-110.
[206] Yaşar Bedirhan-Saide Saipova, “Sovyetler
Birliği Zamanında Geleneksel Ve Dini Hayatın Korunmasında Orta Asyalı Müslüman
Kadının Rolü”, Journal of Social And Humanities Sciences Research (JSHSR),
Vol:5/Issue:18, 2018, s. 361-362.
[207] Y.Bedirhan, S.Saipova, a.g.m. s. 364.
[208] Momuncan İsabaev (d.1947) ile Özgen, Oş,
Kırgızistan’da yapılan röportajdan (18 Ağustos 2017).
[209] Talibcan Yuldaşov (d.1975) ile yapılan röportajdan (5 Ekim 2017),
tarikat üyesi.
[210] Abdusalam Ergeşov (d.1948) ile yapılan röportajdan (6 Ekim 2017),
gazeteci.
[211] Talibcan Yuldaşov (d.1975) ile yapılan röportajdan (5 Ekim 2017),
tarikat üyesi.
[212] N.Kamil, 1998, s. 66
[213] İsmail b. Hammad Cevheri, es-Sıhah, Tâcü'l-Lüğa ve
Sıhâhu'l-Arabiyye, thk.: Ahmed Abdulgafur Attar, Dar’ul-İlm Lilmilliyn
Yay., Beyrut 1990, c.I, s. 1189.
[214] Felah Hasan Sâlim Cebûri, el-Ahdü ve ’l-Bey ’âtü
inde’s-Sâdâti’s-Sûfiyye, Beyrut 2006, s. 11; Osman Türer, “Biat” md., DİA,
C.6, İstanbul 1992, s. 124.
[215] Kurbanali Ahmed İşan,
https://www.youtube.com/watch?v=QKjkjY-pUh0 Y.T. 11.11.2015. Baar
K₺ıny (nipre «on öepy). Xa3İpeTİ KypoaHO.ri AxMeg Hman, (Bayat Kılu (Pirge kol
beru). Hazireti Kurbanali Ahmed İşan) E.T. 29.06.2018.
[216] M.S. Muhammad Yusuf, 2011, s. 164.
[217] Kurbanali Ahmed, Tarikatnama, Ed.:
Asılbek Jakay, Almata 2015, s. 332.
[218] K.Ahmed, a.g.e., s. 346.
[219] Ali b. Muhammed es-Seyyîd eş-Şerîf, el-Cürcânî,
Kitâbu ’t-Ta ‘rîfât, thk. Abdulmun’im Hafnî, Kahire trz., s. 238; Enver
Fuad Fuad Ebû Hazzam, Mu ’cemu ’l-Mustalâhâti’s-Sûfiyye, thk.: George
Mutrî Abdulmesih, Beyrut 1993, s. 161.
[220] İmam Rabbani, Mektubât-ı Rabbânî, çev.: Abdulkadir Akçiçek,
Çile Yay., İstanbul 1981, s. 438.
[221] Muhammed b. A’lâ b. Ali el-Fârukî Tehânevî, Keşşâfu
Istılâhâti’l-Funûn, Daru Sadr Yay., Beyrut trs, c.II, s. 556.
[222] Ebû Bekr Muhammed b. İshâk Buhârî Kelâbâzî, et-Ta
’rruf li-Mezhebi Ehli’-Tasavvuf, Şam 1986, s.
[223] N.Kamilov, a.g.e., s. 24.
[224] A.C.Haksever, 2009, s. 109.
[225] Kâşifî, a.g.e., s.
[226] N.Kamilov, a.g.e., s. 25.
[227] Çille-Farsça Kırk demektir.
[228] Najmiddin Kamil, “Tasavvufning Tarihiy-
Tadrijiy Yönalişi”, Tafakkur dergisi, Ed.: Erkin Azam, S.14, Taşkent
1998, s. 65.
[229] N.Kamil, a.g.m., s. 65.
[230] İbrahim Polatov (d.1968) ile yapılan röpartajdan (19.06.2018),
tarikat üyesi.
[231] Ebu’l-Fazl Muhammed b. Mükerrem b. Ali
el-Ensârî İbn Manzûr, Lisânu ’l-Arab, c. 1, Beyrut trz, s.
233.
[232] Muhammed Ali b. Ali el-Farûkî Tahanevî,, Keşşafu
Istılahtu ’l Funun, Mektubatı Lübnan, Beyrut, 1997, c. I, s. 524; Cürcanî,
a.g.e., s. 76.
[233] Ebu Hamid Muhammed Gazzâlî, İhyâu
Ulûmi'd-Dîn, Beyrut, ty., IV, 2.
[234] K.Ahmed, a.g.e., s. 344.
[235] Şeyh Kurbanali Ahmed, Y.T.: 17.10.2017 https://www.youtube.com/watch?v=VtWJeGOEHug,
BaaT pintin, Tayöe ctkch
agaM ®ana TyanraH caöngen KynanapgaH n9K donattı (Bayat kılıp, tevbe etken adam
jana tuılgan sebidey kunelardan pek boladı), E.T.: 29.06.2018.
[236] Furkan Sûresi, Ayet 70.
[237] K.Ahmed, a.g.e., s. 332-334..
[238] Nafile ibadetler ve
zikirler ile ilgili ilerde ayrı başlık altında daha geniş bilgi verilecektir.
[239] Âsım Efendi, Kâmûs Tercümesi, c. 1, İstanbul 1852, s. 146.
[240] Ebu İsmail Herevî, Menâzilü ’s-Sâirîn ile’l-Hakki’l-Mübîn,
Kum 1989, s. 169.
[241] Hadîd Sûresi, Ayet 4.
[242] K.A.Ahmed, a.g.e., s. 386.
[243] Kâf Sûresi, Ayet 16.
[244]Ebu
Tahir Muhammed İbn Yakub İbn Muhammed eş-Şirazî Firuzabadî, Kamusu ’l-Muhît,
C.1, Al- Resalah Yay., Beyrut 2005, s. 99.
[245] Safer Baba, Istılâhât-ı Sofiye fi Vatan-ı
Asliye: Tasavvuf Terimleri, Heten-Keten Yay., İstanbul 1999, s.253.
[246] Süleyman Uludağ, “Sohbet” md., DİA, ,
İstanbul 2009, C.37s. 350.
[247] Rıfat Okudan, “Zikir”, Tasavvuf El Kitabı,
Ed.: Kadir Özköse, Grafiker Yay., Ankara 2012, s. 424.
[248] N.Tosun, 2015, s. 321.
[249] İbn Manzur, Lisânu ’l-Arab, c.IV, s.
308.
[250] Firuzabadî, Kamusu-l-Muhît, c.II,
Al-Resalah Yay., Beyrut, s. 34.
[251] Muhammed Kadî Semerkandî, Silsiletü ’l-
Ârifîn ve Tezkiretü ’s-Sıddîkîn, Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmûd
Efendi Bölümü, No: 2830, vr. 42b-43a.
[252] Şeyh Kurbanali Ahmed,
https://www.youtube.com/watch?v=C4lHA6wGM2g , Y.T. 09.09.2017.
3İKpgin rypnepi >kohc
nanganaptı. (Zikirdin türleri jane paydaları), E.T. 29.06.2018.
[253] K.Ahmed, a.g.e., s. 281-382.
[254] Şayh Muhammad Sadik Muhammad Yusuf, Hayat va Hadis Zikir,
Dualar, İstiğfar va Tavba, Hilal Naşr Yay., Taşkent 2014, s. 10-11.
[255] el-Araf Sûresi, Ayet 205.
[256] el-Ahzab Sûresi, Ayet 41.
[257] Ali Tenik, Vahit Göktaş, Allah’la Var
Olmanın Yolu Zikir, İlahiyat Yay., 2.Baskı, Ankara 2014, s.
[258] K.Ahmed, a.g.e., s. 257.
[259] K.A.Ahmed,, a.g.e., s. 380-384.
[260] M.S.Muhammad Yusuf, a.g.e., s. 182-185.
[261] V.Göktaş, a.g.m., s. 166.
[262] İbrahim Polatov (d.1968) ile yapılan röpartajdan (1 Ekim 2017),
tarikat üyesi.
[263] M.S. Muhammad Yusuf, 2011, s. 187-188.
[264] Necdet Tosun, Zikir ve Tefekkür, Hacegan Yay., İstanbul 2013,
s. 40-41.
[265] İbrahim Polatov (d.1968) ile yapılan röportajdan (20.06.2018),
tarikat üyesi.
[266] Momuncan İsabaev (d.1947) ile Kıymıl, Özgen, Kırgızistan’da yapılan
röportajdan (10 Agustos 2017), tarikat üyesi.
[267] N.Tosun, a.g.m., s. 3.
[268] Kemâleddîn Abdurrezzak b. Ahmed Kâşânî, Istılâhâtü
’s-Sûfıyye, Dimeşk 1995, s. 83
[269] Şeyh İbrahim İşan, Vasuna (Wazipa),
Y.T.: 16.08.2016, https://www.youtube.com/watch?v=diBWf80Q0F8
E.T.: 30.06.2018.
[270] Hakim Tirmizî, Beyânu’l-fark beyne’s-sadr
ve’l-kalb ve’l-fuâd ve’l-lub, Kahire 1958, ss. 36-38;
E.Cebecioğlu, a.g.e., s. 398.
[271] K.A. Ahmed, a.g.e., s. 257.
[272] Şayh İbrahim İşan, Vasuna (Wazipa),
Y.T.: 16.08.2016, https://www.youtube.com/watch?v=diBWf80Q0F8
E.T.: 30.06.2018.
[273] K.A. Ahmed, a.g.e., s. 380.
[274] Şayh İbrahim İşan, Vasuna (Wazipa),
Y.T.: 16.08.2016, https://www.youtube.com/watch?v=diBWf80Q0F8
E.T.: 30.06.2018.
[275] N.Tosun, a.g.e., s. 518.
[276] K.Ahmed, a.g.e., s. 257.
[277] İbni Manzur, Lisanu "l -Arab,
c.XIV, s. 297; Asım Efendi, Kamus Tercümesi, c.III, s. 817.
[278] Kuşeyrî, Risâle, s. 365.
[279] Bülent Akot, Tasavvufî Terbiyede Rüyanın
Değeri, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2011/1, c.10,
S.19, s. 93-94.
[280] Gazzali, İhya, c.IV, s. 902-903.
[281] Salâheddîn b. Mübârek, Enîsü ’t-Tâlibîn, ss. 19-20; Câmî, Nefahâtü
’l-Üns s. 417.
[282] İnayatulla Hidayet (d.1966) ile yapılan röpartajdan (3.10.2017),
tarikat üyesi.
[283] İnayatulla Hidayat (d. 1966) ile yapılan
röportajdan (30.09.2017), tarikat üyesi.
[284] Âsım Efendi, Kâmûs Tercümesi, c.I, s. 82; Cürcanî, Ta’rifât,
s. 24.
[285] M.T. Fahriddin, a.g.e., s. 122.
[286] Ananim, Şayh İbrahimcan İşan (k.s.), a.g.e., s. 17
[287] Âsım Efendi, Kâmûs Tercümesi, c. III, s. 910.
[288] Kelâbâzî, et-Ta ’arruf, s. 98; Cürcânî, Ta ’rîfât, s.
72.
[289] A.C.Haksever, a.g.e., s. 47.
[290] Süleyman Uludağ, “Hâdim” md., DİA, İstanbul 1997, C.15, s. 23.
[291] İnayatulla Hidayet (d.1956) ile yapılan röpartajdan (30.09.2017),
tarikat üyesi.
[292] Anonim, Şayh İbrahimcan İşan (k.s.),... s. 19
[293] İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, c. IV, ss. 437-438; Cürcânî, Ta’rîfât,
s. 149.
[294] Bakara 2/153.
[295] Zumer Sûresi, Ayet 10.
[296] el-Cezeri, a.g.e., s. 28.
[297] İnsan Hakları alanında aktif görev yapmıştır. İbrahimcan İşan’ın
müridi olmamasına rağmen onunla sürekli irtibat halindedir. Yerli ve yabancı
gazetecilerin, araştırmacıların İbrahimcan İşan’la konuşmalarına aracılık
etmiştir.
[298] Abdusalam Ergaşev (d.1946) ile yapılan röpartajdan (6 Ekim 2017),
gazeteci.
[299] Şayh İbrahim İşan, Vasuna (Wazipa),
Y.T.: 16.08.2016, https://www.youtube.com/watch?v=diBWf80Q0F8
E.T.: 30.06.2018.
[300] Şayh İbrahim İşan, Yaanna (Wazipa), Y.T.:
16.08.2016, https://www.youtube.com/watch?v=diBWf80Q0F8
E.T.: 30.06.2018.
[301] Mürşide el veren müritlere Halife ve Mürşit
tarafından dört sayfadan oluşan Özbek Türkçesinde yazılan bilgi verilmektedir.
l.sayfada Bahaeddin Nakşbendî’nin isim ve doğum yeri ve tarihi bilgisi
içermektedir. “Dast ba karu Dil ba Yar” sözü Özbek Türkçesinde “Qöling dünya
işi bilan maşgul bölsinü, Kalbing Allah yadi ila” şeklindedir. İkinci sayfa
Namazlar hakkında, üçüncü sayfa zikir kaideleri, letaif ve zikir sayısı resimli
bir anlatımla gösterilmiştir. Dördüncü sayfa ise Altın silsile ile
tamamlanmaktadır. Alimcanov Mahmutcan tarafından 17 Eylül 2017 tarihinde temin
edilmiştir.
[302] M.S. Muhammad Yusuf, 2011, s. 183-184.
[303] M.S. Muhammad Yusuf, 2011, s. 185-186.
[304] Hüseyin Vaiz Kaşifi, Futuvvatnama-i Sultani,
çev.: Mahmud Hasanî , Asadali Hakimcanov, Devlet İlmi Naşriyatı Yay., Taşkent
2010, s. 15.
[305] İsmail b. Hammâd el-Cevherî, es-Sıhâh Tâcü
’l-Lügati ve Sıhâhü ’l-Arabiyye, thk. Ahmed Abdulgafûr Attâr, Dâru’l-İlmi
li’l-Melâyîn, Beyrut 1984, c.VI, s. 2451.
[306] Ebu Abdi’r-Rahman Muhammed İbn el-Hüseyn
es-Sülemî, Tasavvufta Fütüvvet, çev.: Süleyman Ateş, AÜİF Yay., Ankara
1977, a. 3.
[307] Neşet Çağatay, Bir Türk Kurumu Olan Ahilik,
AÜİF Yay., Ankara 1974, s. 4-5.
[308] Vahit Göktaş, “Ahilik ve Tasavvuftaki Bazı
Müşterek Ahlakî Öğeler”, Tasavvuf Yazıları, İlâhiyât Yay., Ankara 2014,
s. 373.
[309] E.Cebecioğlu, a.g.e., s. 220.
[310] N.Kamilov, a.g.e., s. 105.
[311] Najmiddin Kamil, “Futuvvat va Avf Hususida”, Tafakkur
Jurnali, Ed.: Erkin Azam, S.37, Taşkent 2003, s. 90.
[312] Najmiddin Kamil, “Hikmat ve İbrat Dastani”, Tafakkur
Jurnali, Ed.: Erkin Azam, S.36, Taşkent 2003, s. 73.
[313] es-Sülemî, a.g.e., s. 26.
[314] N.Kamilov, a.g.e., s. 106
[315] Ebu Abdullah Muhammed İbn Battutâ Tancî, İbn Battuta
Seyahetnamesi, çev.: A.Sait Aykut, c.I, Y.K.Y. Yay., İstanbul 2000, ss.
518-524.
[316] Veysi Erken, AhilikMüessesesinde Yönetim ve Eğitim, Ankara
1994, s. 20.
[317] İbrahim Usmanov, Tasavvuf, Taşkent İslam Enstitüsü Yay.,
Taşkent 2012, s. 35.
[318] N.Kamilov, a.g.e., s. 118.
[319] Kâşifî, a.g.e., s. 47.
[320] N.Kamilov, a.g.e., ss. 119-120.
321
Fazlihan Nizamov,
“Markaziy Asiya Mutafakkiri Talim Tarbiya va İnsan Kamalati”, Maziydan Sada
dergisi, S.1., Taşkent 2005, s. 26.
[323] F.M. Talgat, a.g.e., s. 54.
[324] Oğuz Çetinoğlu, Büyük Türk İslam Âlimi Serahsi Hayatı, şahsiyeti
ve eserleri, İstanbul 2018, s. 82-83.
[325] Ferhat Koca, “Burhaneddin Merginani” md., DİA,
İstanbul 2004, C.29, s. 182.
[326] Murteza Bedir, “Vikayetu’r-Rivaye” md., DİA,
İstanbul 2013, C.43 , s. 106.
[327] Şahabiddin İbn Abdulaziz, Muhtasar (Şariat Kanunlariga Kiskaça
Şarh), Ed.: Anvar Abidcan, Haz.: Raşid Zahid-Akram Dehkan, Çolpan Yay.,
Taşkent 1994, , s. 5.
[328] Necdet Tosun, “Yeseviyye”” md., DİA, İstanbul 2013,
C.43, s. 487.
[329] Kemal Eraslan, “Divan-ı Hikmet” md., DİA, İstanbul
1994, C.9, s. 429.
[330] Hayati Bice, Pîr-i
Türkistan Hoca Ahmed Yesevî, Merkez Repro Ltd Yay., Ankara 2016, s. 13.
[331] K.Eraslan, a.g.md., s. 430.
[332] V.Göktaş, a.g.m., s. 167.
[333] Meşreb adı Mâverâünnehir yöresinde özellikle
Özbek Türkleri arasında yaygın olan bir töreye bağlı durumdur. Eğer anne
karnında bebeğin ağlaması çevredekiler tarafından duyulursa ve bebek erkek ise
olursa Meşreb, kız olursa Meşrebhan veya Meşreb Ay ismi konulmaktadır. Bu
gelenek Maveraünnehir bölgesinde günümüze kadar devam etmektedir.
[334] Abdurashit Abdugafurov, “Boborahim
Mashrab’,. http:// www. ziyouz. com/index. php?option=com
content&task=view&id=1022 E.T.: 26.08.2017
[335] Sayfıddin Rafiddin Salim oğlu, Muhammad Yakub,
Şarafhan Camalhan, Kissa-i Maşrab, Yazuvçi Yay., Taşkent 1992, s.
8.
[336] S.R.Salim oğlu vd., a.g.e., s. 12.
[337] Babarahim’i idam etmesinden 3 gün sonra halk
isyanı vuku bulur ve kendisi de öldürülür.
[338] Cemaldin Kanabaev, Baba Rahim Meşrebin Kişiliği, Şahsiyeti ve
Tasavvuf Anlayışı, AÜSBEİF, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2013,
s. 7.
[339] İsmail Güleç, “Meşreb’in Kitab-ı Mebde-i Nur’u
Mevlana’nın Mesnevi’sinin Şerhi Midir?”, İlmî Araştırmalar Dil ve Edebiyat
İncelemeleri, S.16, İstanbul 2003, s. 135.
[340] Doğu Türkistanlı dinî lider.
[341] Babarahim Meşreb, Mabda-iNur, Haz.:
G.Niyozov, K.Ahmedov, Fan Yay., Taşkent 1994, s. 2.
[342] Abudurehemu Wubulı, Doğu Türkistan
Medreselerinde İslam Düşüncesi- Sufi Allahyar’ın Sebatu’l- Âcizim Adlı Eseri
Ekseninde İnceleme, AÜSBEİF, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2015,
s. 93.
[343] W.Abudurehemu, a.g.e., s. 94.
[344] Ergaş Açilov, “Sofi Olloyor”,. http://
www. ziyouz. com/index. php?option=com content&task=view&id=436
E.T.:17.08.2017
[345] Abdulkadir Abdul Rahim, "Sabotu ’l
Ociziyn Maturidiyya Talimotining Nazmiy Talqini'”, Y.T.:
17.03.15 http://kh-davron.uz/kutubxona/islomiy-adabiyot/tasavvuf/sofi-olloyor-sabotul-ojiziyn.html
E.T.:26.03.2016.
[346] Azada Baltabayeva, “Hilvatiyning Ahlakiy
Talimiy Karaşlari”, Til va Adabiyat Talimi, ed.: Rana Talipova, S.10,
Taşkent 2010, s. 28.
[347] Azada Baltabayeva, “Literaturnoe Nasledie
Tvorçestvo Hilvatiy”, Filologiçeskiye Nauki, No:45-1, Y.T.:03.05.2016.
http://novainfo.ru/article/5733 E.T.: 21.10.17
[348] Adem Çayan, “Molla Yoldaş Hilveti ve Çağatayca Mevlidi Üzerine Bir
Değerlendirme”, KTÜ SBE Sos. Bil. Derg, S.10, Trabzon 2015, s. 345-347.
[349] A.Çayan, a.g.m., s. 348.
[350] Tevbe
Sûresi, Ayet 119.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar