Print Friendly and PDF

MUSTAFA AYDIN

 


Hazırlayan: DEMET ALTAN


1.     HAYATI

1.     Doğumu ve Ailesi

Mustafa Aydın, 30 Ocak 1963 yılında Kars ilinin Selim ilçesine bağlı Beyköy Köyünde dünyaya gelmiştir.

“Aslımı sorana belge sunarım.

Beyoğlu Beyköylü Mustafa Beyim.

Ecdadımı yedi göbek sayarım.

Beyoğlu Beyköylü Mustafa Beyim.” (156/1)

Mustafa Aydın’ın babasının adı Ali, annesini adı ise Zeynep’tir. Bu çiftin altı tane çocuğu vardır. Mustafa Aydın bunların dördüncüsüdür. Kardeşlerinin isimleri şu şekildedir:Ablasının ismi Nadya’dır. (Mustafa Aydın, bu ismin orada yaşayan Ruslardan etkilenilerek konulduğunu düşünmektedir.) Fakat nüfus cüzdanındaki ismi Nadime olarak geçmektedir. Abilerinin ismi Arif ve Recep, kardeşlerinin ise Abdurrahman ve Salih’tir. Yaşadıkları bölgede, ilginç bir ad koyma geleneği vardır. Erzurum’un Horasan ilçesinde mutasavvıf olan Hacı Ahmet Baba adında birisi yaşamış. Hacı Ahmet Baba’nın oğullarından birisi köylerine geldiğinde, o sırada dünyaya gelen çocuğa gelen kişinin adı verilirmiş. Mustafa Aydın doğduğu zaman da Mustafa Baba köye geldiği için ismini Mustafa koymuşlar.

1.     2. Babası

Mustafa Aydın’ın babası köyde ziraat ve hayvancılıkla uğraşmaktadır.

Ayrıca 200 hanelik köyde marangozluk da yapmaktadır. Kendisi de 9- 10 yaşlarına kadar babasının yanında marangozlukla, ziraat ve hayvancılıkla uğraşmıştır. Babası köyde, köylünün her işine karşılık beklemeden koşan bir insandır. Onun için sadece insanların ona “Allah razı olsun.” demeleri yeterlidir. Her iş elinden geldiği için köy halkı ona Ali Usta diye hitap etmektedir. Ali Usta gönlü sevgiyle dolu bir insandır.

Gözlerinde umut, sevgi zerresi,

Kalbimi ısıtır buğulu sesi.

Mustafa Aydın’ı korur gölgesi.

Aklı olan bilir kıymetin baba. (92/5)

Bu dünyada iyilik için yaşardı.

Komşuların her işine koşardı.

Bazen durup gençliğine şaşardı, Hayat yolu gayet dar Ali Usta, (101/2)

Nur yüzlü babacan anlı pak durur.

Gönlü gayet engin, yapmazdı gurur.

İnsan sevgisiyle başı dik yürür.

Her hünerde elin var Ali Usta, (101/5)

Mustafa Aydın, babasını “iyilik meleği” olarak görmektedir. Babasının kendi işini bırakıp zor durumda olan insanlara yardıma koşması ve herkesi insan gözüyle görüp hiç kimseyi incitmemesi Mustafa Aydın’ın ruhunun olgunlaşmasına büyük bir katkı sağlamıştır.

Yaşının ilerledikçe babasının emeğini daha iyi fark ettiğini söylemektedir. Mustafa Aydın, halk içindeki yerini, ana ata ocağından aldığı kültüre borçlu olduğunu düşünmektedir.

1.     3. Annesi ve Çocukluğu

Mustafa Aydın annesini koruyucu meleği olarak görmektedir. Her ne kadar babasını şefkat dolu bir insan olarak görse de annesini kendine daha yakın hissetmiştir. Annesi Mustafa Aydın’ı hep “mıççem” diye sevmiştir. Belki de annesini erken kaybettiği için ona olan hasreti ve özlemi şiirlerine daha çok yansımıştır.

Ne zaman annesi aklına gelse hep şu olayı hatırlamaktadır: Mustafa Aydın askerdeyken izin alıp memleketine dönmüş. Fakat köy yolları kapalı olduğu için evine gidememiş. Bunu duyan annesi “Oğlum buralara kadar gelmiş. O gelemiyorsa ben giderim.”demiş. Bir fırtınalı günde yola çıkmışlar. Babası “Sen bu havada gelemezsin.Ben senin selamını götürürüm. ”diyerek annesini geri göndermiş. Bunu duyan Mustafa Aydın, Balıkesir’e gidinceye kadar ağlamış. Hemen oturup annesine bir mektup yazmış ve mektubuna da şu şiiri eklemiş:

Bir umudum var yaşarım.

Ben anamı çok severim.

Okşadıkça gül açarım.

Ben anamı çok severim. (57/1)

Hayat biter hasret bitmez.

Üç dal kırık üçü yetmez.

Ceylanı var bize katmaz.

Ben anamı çok severim. (57/2)

Gizli sırrın bilemedim.

Gurbet elden gelemedim.

İnan sensiz gülemedim.

Ben anamı çok severim. (57/3)

Nice seven bana eşit.

Dert var bende çeşit çeşit.

Anam çekmiş çekmez taşıt.

Ben anamı çok severim. (57/4)

Asker oldum soramadım.

İzin aldım varamadım.

Ay geçince duramadım.

Ben anamı çok severim. (57/5)

Mustafa’nın bu sızısı,

Sevda bitmez tek mazisi.

Bir koyunun beş kuzusu,

Ben anamı çok severim. (57/6)

Mustafa Aydın, çocukluğunda            annesi, babası ve kardeşleri

tarafından çok sevilip korunmuştur. Bunda okumasının çok büyük bir etkisi olmuştur. Ailesinde okuyan tek çocuk olduğu için ona çok hürmet ve saygı göstermişler. Bu da onun içindeki sevgi tomurcuklarının yeşermesini ve daha sonraki yaşantısında sevgi dolu bir insan olmasını sağlamıştır.

1.     4. Eğitimi

Mustafa Aydın ilkokulu köyünde,ortaokulu Sarıkamış’ta, liseyi de Sarıkamış ve Erzurum’da okumuştur. Liseyi bitirdikten sonra da muhasebe eğitimi almıştır. Mustafa Aydın öğrenci olduğu yıllarda saz çalmayı kendi kendine öğrenerek türkü söylemeye başlamıştır. Bu arada liseler arası yapılan spor ve şiir yarışmalarında da birincilikleri olmuştur. Mustafa Aydın, o yıllarda hem okul hem spor hem de saz çalıp şiir söylemeyi bir arada sürdürmeye çalışmıştır.

1.   5. Askerliği

Askerliğinil983 yılında Balıkesir Orduevinde yapmıştır. Askerlik dönüşü 1990 yılına kadar Erzurum’da kalmıştır.

1.   6. Mesleği ve Evliliği

Mustafa Aydın 1986 yılında Erzincan Adliyesinde göreve başlamış. Çok kısa bir süre sonra bu işten ayrılmıştır. İş başvurusu yapmak için birçok sınava girmiş ve çoğunu da kazanmış; fakat işbaşı yapmamıştır. Çünkü bir kuruluşa bağlı kalarak çalışmanın âşıklık ruhuna ters geldiğini düşünmüştür. Şu anda Mesam Derneğine bağlıdır. Türkiye Âşıklar ve Yazarlar Derneğinin kurucu üyesidir. 2006 yılının Haziran ayından itibaren faaliyete geçen bu derneğin başkan yardımcılığı görevini de yürütmektedir.

21.06.1992 tarihinde ilk eşi Melek Hanım ile evlenmiş. İlk eşini hazin bir kaza sonrası 1998 yılında kaybetmiştir.

Mustafa Aydın, Melek Hanım ile tanışıp evlenişini ve onu kaybedişini şöyle dile getirir: "Asker dönüşü annem, oğlum evlen mürüvvetini göreyim, mutluluğunu tadayım, ölüm Allah'ın emridir, demişti. Ben anneme evlenmeyeceğimi; çünkü adını ifşa etmediğim ‘Karçiçeği’ diye andığım birinin hayatımda olduğunu söyledim. Annem:’Çiçek tez solar.’ dedi. O sıralarda Avrupa seyahatim için Ankara'ya geldim. Kültür Bakanlığında kayıtlıydım. Vize almak için belge aldım. Alman Konsolosluğuna müracaat ettim. Bu arada Kültür Bakanlığında uzman araştırmacı olarak çalışan Melek Hanım ile tanıştım.

Melek Hanım, Çorum Osmancık doğumlu olup Gazi Eğitim Fakültesi mezunuydu. Melek Hanım'ı anneme anlattım. O sıralarda annem hastalandığı için hastaneye kaldırılmıştı.

Bir fırtınalı kış günü şubat 1992 yılında annemi ziyarete gittim. Kızak ile ancak Beyköy köyüne çıkabildim. Orada üç gün kaldım. Annemin duasını alıp geri döndüm.

Ankara'ya döndüğümde Avrupa’ya gitmekten vazgeçtim. Melek Hanım ile nişan yapıp Haziran 1992 tarihinde evlendim. Bu arada annem rahmetli oldu. Temmuz 1993 yılında Ferhat İsmail adını verdiğimiz ilk çocuğumuz dünyaya geldi. Bu arada Melek Hanım, Milli Eğitim Bakanlığında önce Ayaş, sonra Sincan İmam Hatip Lisesinde, Arapça-Kuran -ı Kerim öğretmeni olarak görev yaptı. İkinci çocuğumuz Esra Müberra Haziran 1997 yılında dünyaya geldi.

Okulların tatil zamanı yaklaştı. Ben 7. kasetimi yapacaktım. Bir rüya gördüm rüyamda arabanın dört tekeri çamura batmış, yok olmuştu. Melek Hanım son sınavlara katıldığında ben İstanbul'daydım. Rüyamı anlattım. Melek Hanım:’Bana araba alma beni haca götür.’ dedi. İkinci gece de bir rüya gördüm. Rüyamda arabamın arka ve ön tamponları kırılmıştı. Kaset çıkarttığım firma sahibine dedim ki bir kaset çıkaracağım kasete ‘Hasretinden Öleceğim’ adını ver.”

Mustafa Aydın'ın önsezisinden hareketle, “Hasretinden Öleceğim” ismini istemesi kaset firması tarafından dikkate alınmamış,kasete “Asker Mektubu” ismi konulmuştur.

Mustafa Aydın sözlerine şöyle devam eder: " 8 Temmuz akşamı çocuklar ve Melek Hanım ile yola çıktık. Ankara'dan memlekete gidiyorduk. Sabah namazında Erzincan'a girdik. Güneş yeni doğarken Tercan'da baraja doğru, bilirkişi raporuna göre 55 m uçmuşuz. Uyanınca 11 aylık kızım Esra'yı arabanın arka tekerleri arasında buldum. Oğlum arka kapıya sıkışmıştı. Melek Hanım'ı karşı dağda buldum.

Rüyamda tekerlekler yok olmuştu. Ailemizin temeli hanımımı orda kaybettim. Tamponları da çocukların ayakları çatlamış, kırılmıştı diye yorumladım.

Melek Hanım'ın cenazesini köye götürdüm. O sırada “Anne, sağlığında doya doya göremediğin gelininin ancak cenazesini getirdim.” diyordum.” Mustafa Aydın, eşi Melek Hanım'ın ölümünden duyduğu acıyı aşağıdaki şiirinde şöyle dile getirir:

GURBET ELLERDE

Öyle bir zaman bırakıp gittin.

Bensiz garip kaldın gurbet ellerde.

Gönlümün bağında gül gibi bittin.

Çiçek açtın soldun gurbet ellerde.

Bir sabah girmiştik can pazarına.

Yüreğimi koydun köy kenarına.

Dualar gönderdim toy mezarına.

Yarim garip öldün gurbet ellerde.

Çeyizini bohçaladım, bağladım.

Nazlı yârim baş ucunda ağladım.

Yüreğimi hasretinle dağladım.

Bağrımızı deldin gurbet ellerde.

“Oğlum Ferhat anam nerde soruyor?

On bir aylık Esram artık yürüyor.

Ders verdiğin öğrenciler soruyor.

Ebedi mi kaldın gurbet ellerde.”

“Çok muhabbet tez ayrılık getirdi.

Melekler meleğim alıp götürdü.

Nazar mıydı yuvamızı batırdı?

Bizi derde saldın gurbet ellerde.” (103)

Mustafa       Aydın ikinci evliliğini Ankaralı Sakine Hanım ile 01.06.1999'da yapmıştır. Mustafa Aydın Sakine Hanım ile kırılmış bir şişeyi onarmaya çalıştığını söylemektedir. İkinci eşi Sakine Hanım için yazdığı şiirde ise şöyle der:

Aklımı başımdan bir güzel aldı.

Allahım ben şimdi ne yapacağım?

Mutfak kapısından girdin içeri.

Mustafa bir daha dönmedin geri.

2.    MUSTAFA AYDIN’IN ÂŞIKLIK GELENEĞİ İÇİNDE YER ALIŞI

2.    1. Gurbete Çıkması ve Sazla Tanışması

Mustafa Aydın, ortaokul yıllarında amcasının oğluyla İzmir’e gitmiştir. Amaçları orada çalışıp para kazanmaktır. İzmir’de geçim sıkıntısı nedeniyle köylerinden gelen iki abisi bulunmaktadır. Onların işi iyidir.Mustafa Aydın, burada bir süre garsonluk yapmış. Daha sonra inşaatta çalışmıştır. Biriktirdiği paralarla kendine bir saz almıştır. Hiç kimseden yardım almadan saz çalmayı kendi kendine öğrenmiştir.

Gurbet motifini şiirlerinde çok işlemesinin ana sebeplerinden biri de küçük yaşta gurbete çıkıp hayatın zorluklarıyla karşılaşması olarak açıklanabilir. Belli bir süre sonra gurbette yapamayacağını anlayınca köyüne dönüp okuluna devam etmiştir. Kendi ayaklarının üzerinde durmak için bu süre içerisinde hem okumuş hem de çalışmıştır.

2.    2. Âşıklığa Başlaması

İlkokul yıllarında hiçbir şiir ezberlemeden irticalen birkaç dize de olsa şiir söylemeye başlamıştır. Zaten ondaki farklılığı çevresindeki insanlar da hissedip söylemişlerdir. O sıralarda ağır bir hastalık geçirmiştir. Bu hastalıktan sonra çok hassas davranmaya başlamış, duygusallaşmıştır. Daha sonra köyde, yaşıtı olan bir gencin trafik kazasında can vermesi üzerine bir destan söylemiştir. 1976 yılında bölgenin önemli âşıklarından birisi olan Âşık Mevlüt İhsani’yle tanışmıştır. Bu tanışma âdeta onun hayatında dönüm noktası olmuştur. Özünde var olan kabiliyet bu tanışmadan sonra bilgiyle de donanmıştır. Doğu Anadolu’daki âşıklık geleneğini ve bu geleneğin nasıl yaşatıldığını ondan öğrenmiştir. Mustafa Aydın, çocukluğundan beri rüyalar görmektedir. Rüyasında gördüğü ve kendisinin “Karçiçeği” adını verdiği kızla birlikte yüreğine bir alev topu düşmüştür. Uykusuz ve gözyaşıyla dolu gecelerin ardından kalbinden gelen sözler sazıyla birlikte teker teker dökülmeye başlamıştır. Onun ifadesine göre: “Artık sevgi güneşinin ışıltıları, gönlünün penceresinden sızarak kalbini istila etmiş ve ruhunu sarmıştır.” Askerlik dönüşü vuslata ereceğini düşündüğü Karçiçeği’ne kavuşamamanın verdiği ıstırapla sazını alarak diyar diyar dolaşmaya başlamıştır.

2.   3. Usta-Çırak İlişkisi

Âşık edebiyatında yüzyıllar boyu yaşatılan geleneklerden biri de çırak yetiştirme geleneğidir. Âşıkların yanlarına çırak alma geleneği, bilhassa XIX. yüzyılda yaygın olarak yaşatılmıştır.

Âşık, çıraklık döneminde ustasından saz ve söz dersi alır.Onun nezaretinde meclislere dinleyici olarak iştirak eder. Âşıklığın icra töresine ait hususları öğrenir. Katıldığı meclislerde, dinlediği yeni âşıklar ve onların söyledikleri verimleri; bu arada geleneğe ait terimleri öğrenir. Gezdiği gördüğü yerlerdeki her şeyi ustasının gözetiminde, ezberine yerleştirir. Söz ve ezgi kalıplarını beller, bunları pekiştirmek için sürekli olarak usta malı şiirleri, ezgileri ile beraber ezberler ve onları icra etmeye çalışır. İcrada meydana gelebilecek eksik veya yanlışlar ustası tarafından düzeltilir. Bu safhada âşık adayı, âşıklık adap ve erkânına ait bilgilerin öğretildiği çıraklık dönemini geçirmiş olur. (Özarslan,2001:108)

Mustafa Aydın da yakın bir akrabasının aracılığıyla 1979 yılında Âşık Mevlüt İhsanî[1] ile tanışmıştır. O yıllardaki siyasi olaylardan dolayı Âşık Mevlüt İhsanî kendisiyle ancak bir yıl sonra ilgilenebileceğini söylemiştir. Mustafa Aydın, bir yıl sonra gittiğinde Âşık Mevlüt İhsanî onu sadakatinden ve samimiyetinden dolayı kabul etmiş ve yetiştirmeye başlamıştır. Mustafa Aydın, âşıklık geleneğini ve bu geleneğin özelliklerini ondan öğrenmiştir. Ustası ona bu geleneğin inceliklerini ve sırrını anlatmış. Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı gibi halk hikâyelerini ondan dinleyerek şiirlerinde bunları işlemeye başlamıştır. Onunla birlikte fasıllara ve hikâye meclislerine katılmıştır. Bu meclisler ve fasıllar aracılığıyla belli ölçülerde geleneğe hâkim olmaya başlamıştır. Mustafa Aydın’da önceden de âşıklık yeteneği var olduğu için çıraklık dönemi çok uzun sürmemiştir.

2.    4. Mahlas Alması

Ferdiyetin kendini gösterdiği zamanlardan itibaren cemiyette belli dinî- bediî fonksiyonu olan şairler, aynı zamanda kollektif ruh ve zihniyetin tercümanı olan şiirlerini dinleyici veya okuyucu zümrelerinin hafızalarına emanet ederken kaynağı totem devrine çıkabilen şahsiyetlerini korumak, saklamak, dikkati çekmek ve belki sanatlarını ebedîleştirmek gibi düşüncelerle “mahlas/tapşırma”yı kullanmaya başlamışlardır. Türk halk şairleri divan şairlerinde de görüleceği üzere, kelimelerin mana, şekil ve ahenk unsurlarından faydalanarak kabul ettikleri “mahlas/tapşırma”larla dinleyicilerle okuyucuların zihinlerinde mistik ve esrarlı bir portre çizmeğe çalışırlar. Mahlas alma 1) Şeyh Pîr tesiriyle 2) Üstatlar İmamlar tarafından 3) Kendi kendine olmak üzere üç şekilde görülmektedir. (Elçin, 1997:44-48)

Mustafa Aydın’ın mahlas alması belli bir olay veya duruma göre olmamıştır. Ustası Mevlüt İhsanî kendisine “Aydınoğlu” mahlasını vermiştir. Mustafa Aydın bu mahlasın orijinal olmadığını düşünerek bu mahlası kullanmamıştır. Şiirlerinde birden fazla mahlas kullanmaktadır. İncelediğimiz şiirlerinde kullandığı mahlaslar ve bu mahlasların sayıları şu şekildedir:

Aydın:8,

Mustafa:177,

Mıstık:1,

Musti: 1,

Mustafa Aydın:33, şiirinde kullanmıştır.

6 şiirinde ise mahlas kullanmam ıştır.Yukarıdaki tablodan da anlaşıldığı gibi şiirlerinde en fazla “Mustafa” mahlasını kullanmıştır.

2.   5. Bade İçme ve Rüya Motifi

Âşıklık geleneğinde karşımıza çıkan en önemli motiflerden birisi de bade içme motifidir. Bu motifin, Türkler’in İslamiyet öncesi gelenekleriyle bağlantılı olduğu düşünülmektedir. "Âşıkların mesleğe giriş törenleri, âşık olmak için seçilmeleri ile Şamanların mesleğe girmek için seçilmeleri ve mesleğe girme törenleri arasında sıkı bir benzerlik olması tabidir. Düşte sanatçılık vergisine kavuşma, hatta aşk dolusu içme, Bahşıların, Akınların ve Manasçıların hayatında da görülüyor.” (Başgöz, 1986:28-29)

Erman Artun da bu görüşe katılmış ve düşüncelerini şu şekilde dile getirmiştir: Âşık edebiyatı geleneği içinde sade kişilikten sanatçı kişiliğe geçişte önemli role ve fonksiyona sahip olan rüya motifi, Orta Asya Türk kültüründe yer alan Şamanlığa giriş törenlerinin İslamiyet ve Osmanlı kültürü altında sembolleşerek rüya motifine dönüşmesiyle ortaya çıkmıştır.( 2001:69)

İslamiyet’in kabulünden bir süre sonra küçümsenen ve eski saygıdeğer yerlerini kaybeden ozanlar, bu rüyalarla din büyüklerinden aldıkları ruhsat sayesinde toplum içindeki eski yerlerine kavuşmuşlardır. Âşık edebiyatının temsilcileri için rüya motifi bir hareket ve başlangıç noktasıdır. Âşıkların gerçek hayat hikâyelerini incelediğimizde rüya görene kadar belli bir süre ya usta bir âşığın yanında çıraklık yaptıklarını veya âşık fasıllarının sık sık icra edildiği, halk hikâyelerinin anlatıldığı yerlerde yetiştiklerini görmekteyiz. (Günay, 1986:110)

Ortaya çıkışları ve muhtevaları aynı olan (aşk-sanat) rüya motifi belli bir plana sahiptir.

a.    Bu rüyaların hepsinde rüya manevi veya maddi büyük bir sıkıntının ardından görülmektedir.

b.    Rüya büyük sıkıntının ardından hemen görülmezse kahramanın sıkıntılarından kurtulmak üzere Tanrıya yalvarması sonucunda ortaya çıkmaktadır.

c.    Örneklerin pek çoğunda rüya kutsal mevkilerde uyurken görülmektedir. Mezar ve pınarlar rüyaların en çok görüldüğü müşterek mevkilerdir.

d.   Rüyada kutsal bir kişi veya kişiler bazen bir genç kızın elinden kahramana aşk badesi sunarlar. Hızır, İlyas, üçler, kırklar, üç derviş, bir pir, sadece yaşlı bir adam veya yaşlı bir kadın rüyalarda yer alan kutsal kişilerdir. Kutsal kişilerin çeşitlilik göstermelerine rağmen rüyadaki rolleri hep aynıdır.

e.   Kahraman kutsal kişinin elinden badeyi içtikten sonra vücudunu bir ateş sarar. Düşer, bayılır, ağzından kanlı köpük gelir.Bu halde 3-6-7 gün kalır.

f.     Herkes kahramanın deli olduğunu düşünürken yaşlı bir kadın veya erkek sazın teline dokunur.

g.   Saz sesiyle kahraman gözlerini açar.sazı eline alır, kendine verilen mahlasla irticalen şiirler söylemeye başlar. Böylece hem badeli hem de Hak âşığı olur. (Günay, 1986:13)

XVI. asırdan bu yana yazıya geçirilen âşık hikâyelerinde tespit edilen bu kompleks rüya motifi bugün yaşayan âşıklar arasında hâlâ görülmekte ve buna inanılmaktadır. (Günay, 1986:110) Bazı âşıklar gelenek gereği rüyalarını anlatmamakta, bazısı rüyasını hatırlayamamakta, bazısı her gece rüyasında saz çaldığını söylemekte, bazısı pir elinden dolu içtiğini söylemektedir.Bazı âşıklar da badeli âşıklığa inanmamaktadır. (Artun, 2001:67)

Mustafa Aydın da badeli âşıklığa inanmamaktadır. Badeli âşıklıkla ilgili düşüncelerini şu şekilde ifade eder: ”Rüya görmek gerekli değildir. Rüya görülse de olur görülmese de. Özellikle çağımızda böyle bir şey yoktur. Rüya sevginin hanesidir. ’Bad’ seher vakti esen rüzgar demek. Yani âşık, bade içtim demekle aşkın rüzgarı başımdan esti demeye çalışıyor. Bade, içilen bir madde değildir. Bade içilmez, yaşanır; çünkü bade bir sevgidir. Rüyada sen bir şey içtiğine inanıyor musun? Rüyada susuyorsun. Çok yanıyorsun. Sana su içiriyorlar. Ama sen buna kanmıyorsun. O an aslında öyle bir durum yok. Bunu söyleyenler kendilerine iftira etmiş olurlar. Çünkü yatıyorsun. Uyumak yarı ölüm demektir.Yarı ölü durumdayken böyle bir şey yapmanın imkânı yok.

Evet rüya görürsün. Bu bir kızın hayali olur. Bir gün bu kızla gerçek hayatta karşılaştığın zaman da o rüya bununla birleşir. Aslında bade içme motifiyle ilgili anlatılanların hepsi birbirine benzemektedir. Günümüze gelene kadar renk değiştirmiştir. Bir pirin veya güzelin elinden bade içebilirsin; ama önemli olan ona adapte olabilmen ve sadık kalabilmendir.”

2.   6. Etkilendiği Âşıklar

Mustafa Aydın’ı derinden etkileyen bir âşık olmamıştır. Bir âşığı dinleyerek veya onun eserinden etkilenerek şiirlerini yazmaz. ”Ciltlerce dolusu kitap okusam bile şiir söylediğimde hiçbirisi aklıma gelmez. O an gözyaşlarım, parmaklarımdaki mızrapla vurduğum telle anlaşırlar. Bundan sonra da sözler birer birer dökülür.”

Necip Fazıl Kısakürek, Rıza Tevfik Bölükbaşı ve Orhan Şaik Gökyay onun okuduğu ve beğendiği şairlerdir. Özellikle Niyâzî Mısrî’nin münacatının kendisini çok etkilediğini belirtmektedir. Mutasavvıflardan ise Mevlana’yı ve Yunus Emre’yi okumaktadır.

2.   7. Kişiliği

Mustafa Aydın; kişiliğinin, karakterinin, ahlakının şiirlerine yansıdığını düşünmektedir. Hakkı savunup, hakikati yaşamaya çalışmaktadır. Kendi ruh yapısını ise şu şekilde açıklar: "Sevincimi de hüznümü de her yerde rahatlıkla ortaya koyarım. Bir sıkıntım varsa hemen belli ederim. Gerekirse gözyaşımı da dökerim. O sıkıntımı içimde biriktirmem. Çünkü içime attım mı içimi parçalarım. Çok sabırlıyımdır. Fakat sinirlenilmeyecek bir zaman da sinirlenir, sinirlenilecek zaman da sinirlenmem. Aklımla hareket etmem. Gönlümle kalbimle hareket ederim. Birini kırdığımda günlerce ağlarım. Bir deniz kabarması gibi yüreğim kabarır. İnsanların dertleriyle dertlenirim. Onların acılarını dile getirdiğimde onlarla birlikte ağlarım. Eğer birisiyle de dövüşmem gerekiyorsa da dövüşürüm.”

2.    8. Şiir Yazması ve Söylemesi

Mustafa Aydın, şiir söylemeden önce herhangi bir hazırlık yapmaz. ”Şiir bir ilham işidir. İyi bir âşık da her şeyden ilham alıp şiirler yazabilmelidir. Yetenek, birikim ve ilham sonucu şiir yazılır. Hayatın bir sürü renkleri vardır. Âşığın bütün bu renkleri işlemesi lazım. "Mustafa Aydın gördüğü, okuduğu, duyduğu vb. her şeyden etkilenerek şiirlerini yazar. Şiir yazarken realist olmaya dikkat eder. Her ne kadar gönlüyle hareket ettiğini söylese de şiirlerindeki konuların gerçekçi olmasına özen gösterir. Ülkemizde ve dünyada yaşanan her şey onun şiir yazmasına vesile olur. Dünyada yapılan haksızlıklar, savaşlar, insanların zalimce öldürülmesi vb. olaylar onun sazını ve sözünü harekete geçiren etkenlerdir.

Mustafa Aydın şiirlerini saz eşliğinde irticalen söylediği için birçok şiirini yazıya geçirememiştir. İlk eşi Melek Hanım onun şiirlerini türlerine göre tasnif edip bir ajandaya yazmasına rağmen onun vefatından sonra böyle düzenli bir çalışma yapılmamıştır.

2.    9. Katıldığı Şenlikler,Programlar ve Aldığı Ödüller

Mustafa Aydın birçok program ve şenliğe katılmıştır. Katılımlarından dolayı da birçok ödüle layık görülmüştür. Şu anda da bu tür programlara katılmaya devam etmektedir. Katıldığı programlar ve aldığı ödüllerden bazıları şunlardır:

-İlk ödülünü 1980 yılında Atatürk Üniversitesinin hazırlamış olduğu Âşıklar Bayramı’nda almıştır.

-1982’de yapılan Geleneksel 1. Ağrı Aşıklar Bayram ı'na türkü dalında katılıp başarılı olduğu için başarı belgesi,

-Erzurum Halk Ozanları Kültür Derneği tarafından düzenlenen 2. Geleneksel Türkiye Aşıklar Yarışması'nda koçaklama tarzında Mevlüt İhsanî ve Temel Turabî ile birlikte dereceye girip ödül almıştır.

-Selçuk Üniversitesi tarafından 1988 tarihinde Konya'da düzenlenen 2. Âşıklar Şöleni’ne katılan Mustafa Aydın'a başarı ve onur belgesi,

-Selçuk Üniversitesi tarafından 1989 tarihinde Konya'da düzenlenen

3.     Âşıklar Şöleni Ustamalı Türkü dalında Aşık Sümmani Ödülü’nü alan Mustafa Aydın'a başarı ve onur belgesi,

-1994’te 14. Uluslar arası Çorum Hitit Fuar ve Festivali’ne katkılarından dolayı Çorum valisi Mustafa Yıldırım ve Çorum Belediye Başkanı, aynı zamanda festival komite başkanı Prof. Dr. Arif Ersoy tarafından onur belgesi,

-1994 yılında Ankaralı Halk Aşıkları ve Araştırma Derneği tarafından teşekkür belgesi,

-Yine 2000 tarihinde yapılan Türk Dünyası 3. Aşıklar Şöleni’ne katkılarından dolayı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ve Türk Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Yahya Akengin tarafından katılım beratı,

-1996 yılında Ümraniye Belediye Başkanı Mehmet Bingöl tarafından Ümraniye 4. Kültür ve Sanat Şenliği’ne katkılarından dolayı teşekkür belgesi,

-1997 yılında Tayyare Kültür Merkezinin katkılarıyla hazırlanan Âşıklar Şöleni’ne katkılarından dolayı teşekkür ve takdir belgesi,

-Konya Büyükşehir Belediyesi 36. Aşıklar Bayramı’na katkılarından dolayı Mustafa Aydın'a teşekkür belgesi,

-1999 yılında Bursa’da düzenlenen 4. Aşıklar Şöleni’ne katkılarından dolayı teşekkür ve takdir belgesi,

-Konya Kültür ve Turizm Vakfı Derneği ve TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Başkanlığı tarafından TBMM 75. Yıl Aşıklar Bayramı’na katkılarından dolayı teşekkür belgesi,

--Gaziosmanpaşa Belediyesinin düzenlediği kültürel etkinliklere katıldığı için başarı belgesi,

-25. ve 27. Konya Altınbaşak Kültür ve Sanat Etkinliklerine katıldığından dolayı teşekkür belgesi,

-2003’te Türkiye Yeşilay Cemiyeti Gebze Şubesi tarafından Yeşilay çalışmalarına yapmış olduğu katkılarından dolayı teşekkür belgesi,

-2005      yılında Gönen Belediye Başkanı tarafından 16. Ömer

Seyfeddin haftasına yaptığı katkılardan dolayı katılım belgesi, almıştır.

Bunların dışında 2003 yılında Kastamonu Belediyesi Başkanlığı tarafından düzenlenen Türk Dünyası Günleri, 2004 yılında Tarsus’ta düzenlenen Geleneksel Üçüncü Karacaoğlan Şelale Şiir Akşam Etkinlikleri, 2005 yılında Otlukbeli Belediyesinin düzenlediği Otlukbeli Savaşı’nın 532. Yıldönümü Şenlikleri ve Kültürel Etkinlikleri, 2006 yılında Çayır Ova Belediyesi Âşıklar Şöleni vb. birçok programa da katılmıştır.

Mustafa Aydın sadece Türkiye’de değil, yurt dışında da yaklaşık on ülkeyi dolaşarak bu ülkelerde yaşayan yurttaşlarımıza bu geleneği tanıtıp yaşatmaya çalışmıştır.

Günümüz âşıkları daha geniş halk kitlesine hitap edebilmek için kasetler çıkarmakta, televizyon programlarına katılmaktadırlar.

Mustafa Aydın’ın çıkarmış olduğu 10 kaset, 5 CD, 2 VCD bulunmaktadır. Bunları tanıtım amacıyla da 5 tane klip çekmiştir.

Mustafa Aydın TRT, Kanal 5, Samanyolu TV,Halay TV,Gala TV gibi birçok televizyon programına da katılmıştır.

Bunlarla birlikte birçok kitap ve çalışmada Mustafa Aydın’la ilgili bilgi bulunmaktadır. Ayrıca çoğu gazetede Mustafa Aydın’la ilgili haber yazılmıştır.

3.    ÂŞIKLIK MESLEĞİ HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ

3.    1. Âşıklık Mesleği ve Âşıkların Görevleri Hakkındaki Düşünceleri

Halk şairliği eski Türklerden günümüze kadar gelen bir gelenektir. Eski Türkler’de halk şairlerinin izlerini birtakım törenler etrafında görmekteyiz. Bu törenlerin idarecisi baksı- ozan adı verilen din adamı-şairlerdir. (Kalkan, 1991: 17) M. Fuad Köprülü, bunların toplum içerisindeki görevlerini şu şekilde açıklamıştır: “Muhtelif zaman ve mekânlarda bunlara verilen ehemmiyet ve kıymet derecesi, kıyafetleri, kullandıkları musikî aleti, yaptıkları muhtelif işlerin şekli, tabii değişiyordu; fakat “semadaki ma’budlara türlü maksadlarla kurban takdim etmek, ölünün ruhunu yerin dibine göndermek, fenalıklar, muhtelif hastalıklar ve ölümler gibi habis cinler tarafından gelen işleri efsunla menetmek, hastaları tedavi eylemek, bazı ölülerin ruhunu semaya yollamak, hatıralarını yaşatmak gibi vazifeler hep ona aitti.” (2003:94)

Zamanla bu kişilerin görevleri daralmış, dinî ve sihri törenlerin idaresi kam ve baksılara, şairlik görevi ise ozanlara kalmıştır. Ozanlar ellerinde kopuzlarıyla diyar diyar dolaşıp halkı eğlendirip bilgilendirmiş, onlara diğer insanlardan ve olaylardan haber getirmişlerdir.

Ozanların halk arasında çok büyük değerleri oluşmuştur. Örneğin Dede Korkut onlardan bahsederken “kolca kopuz götürüp, elden ele, beğden beğe ozan gezer. Er nakesin, er cömerdin ozan bilür.” demektedir. (Gökyay, 1979: 49)

XV. yüzyılın ortalarına kadar süren ozanlık geleneği ozan kelimesinin anlam kaymasına uğramasıyla ve tasavvuf cereyanının etkisiyle de yerini âşık kelimesine bırakmıştır. Âşık adını verdiğimiz şairleri de bu geleneğin temsilcileri olarak gösterebiliriz. Âşıkların kökleri gerilere doğru uzatılarak ozanlara bağlanabilir. Hatta bazı özellikleri onlardan alıp geliştirdikleri söylenebilir. Âşıklar da ozanlar gibi bir topluluk önünde çalgıyla şiir söylerler, hece ölçüsünü ve yarım uyağı kullanırlar. Halk edebiyatının belirli tür ve şekillerini kullanırlar. (Bezirci,1990:30)

Dede Korkut Kitabı’nın yazıya geçirildiği dönemde ozanların toplumun itibarlı bir zümresini meydana getirdiğini ve düğünlerin onların kopuzu eşliğinde yapıldığını, beylerin cömertliği ve kendi marifetleri nispetinde kendilerine “boynuzu burma koçlar” hediye edildiğini, bey evlerinden yemek yiyerek, onların eski kaftanlarını giyerek hayatlarını devam ettirdiklerini, ilden ile beyden beye, “çağrıldıkları” yerlere giderek sanatlarını icra ettiklerini anlıyoruz. Ozanlığın âşıklığa dönüştükten sonra da bu özelliklerinin devam ettiğini, gerek âşıkların hayat hikâyelerinden, gerekse halk hikâyelerindeki âşık tipinden hareketle rahatlıkla söyleyebiliriz. (Oğuz, 2000:42)

Bu geleneksel ortaklığa karşın, ozanlarla onların torunları olan âşıklar arasında bazı ayrımlar vardır: “Ozan eskiden şâir olduğu kadar da büyücü, hekim, din adamı ve müzisyendi; âşık ise yalnızca çalgılı şâirdir. Ozan kopuz çalardı; âşık ise saz çalar. Ozan dinsel törenlerin bir ögesiydi; âşık ise -tekke ve tasavvuf şairleri sayılmazsa- genellikle din dışı (profane)dır.” (Köprülü, 1940:38)

Bugün ise âşıkların sadece saz çalıp şiir söyleyen, bucak bucak gezen insanlar olduklarını söyleyemeyiz. Âşıkların da bugün kendilerine yükledikleri birçok görev ve sorumlulukları vardır. Mustafa Aydın, bugün de eskiden olduğu gibi âşıkların görevlerinin devam ettiğini düşünmektedir. Mustafa Aydın âşıklardan topluma yön veren, halka yol gösterici gibi görevlerini layıkıyla yerine getirmelerini istemektedir. Ona göre iyi bir âşık sosyal konulara karşı duyarsız kalmamalı, toplumun sesi olmalıdır.

Mustafa Aydın’a sorduğumuz “Âşık kimdir?” sorusuna Mevlüt İhsani’nin şu mısralarıyla cevap verdi. ”Sorma âşıklar kimin nesidir. Âşıklar Allah’ın hediyesidir. Ruhun arzusudur, kalbin sesidir. Ne ölçen hisseder, ne tartan anlar.”

Âşığın bir başka tanımını da şu şekilde yapar: ”Âşık soyut değerlerle mürekkep gönül adamıdır. Günümüz nesline âşıklığı bu şekilde ifade etmemiz gerekiyor. O zaman gençlerimiz aşkı anlar. Âşık gönül adamı olmalıdır. Eğer bir âşık, gönül adamı olursa ve kalbiyle hareket ederse ondan kimseye zarar gelmez. Âşıkta sevgi olmazsa çevresindeki kişilere de sevgiyi yansıtamaz. Âşık her konuda bilgi sahibi olmalıdır. “İrticalen her dalda şiir söyleyebilmelidir. Etrafındakilere de gönül gözüyle bakmasını bilmelidir.”

Mustafa Aydın, âşıklar arasındaki çekişmeden şikâyet etmektedir. Ona göre âşıklar bir araya gelip birlik ve beraberlik içerisinde yaşamalıdırlar. Bu gelenekte rekabet olmamalıdır. Bunu bir eksiklik olarak görmektedir. Âşıkların diğer âşıklara bakış açılarını değiştirmedikleri , “yalnız ben varım, en büyük benim” gibi düşüncelerini yok etmedikleri sürece bu birlik ve beraberliğin olamayacağını savunmaktadır.

Mustafa Aydın âşıklığı bir meslekten çok kutsal bir görev olarak görmektedir. Ona göre âşıklık para kazanmak için yapılmamalıdır.

Mustafa Aydın’a göre günümüzde âşıkların temel görevi bu geleneği en güzel şekilde devam ettirmek olmalıdır.

Mustafa Aydın âşıklık mesleği içinde müziğin de önemli bir fonksiyona sahip olduğunu belirtmektedir.

Türk müzik aletleri arasında Çinliler’in Hyu_pu (veya K’ung_hou,K’ong_heou) adı ile zikrettikleri kopuz, bozkır Türk folklorunda çok mühim yeri olan bir çalgı idi. Destanlar, kahramanlık menkabeleri, aşk türküleri saz şâirleri tarafından kopuz çalınarak söylenirdi. Asya Hunları’ndan beri bütün Türkler arasında en çok tanınmış olduğu anlaşılan bu basit fakat tatlı sesli saz, “kopuz, kobuz” adı ile Uygur metinlerinde ve Divânü Lügat-it Türk’te geçmektedir. (Kafesoğlu,1996:328)

Âşıklık geleneğinde sazın önemli bir yeri vardır. Çoğu âşık şiirlerini sazla söylemektedir. Bu sebeple âşıklar eli kopuzlu eski ozanlara benzetilmektedirler.

Mustafa Aydın sazına çok özen göstermektedir. Fakat sözün sazdan daha etkili olduğunu düşünmektedir. Onun için saz kullanılacak arabanın anahtarıdır. Saz çalmanın bir yetenek işi olduğunu düşünmektedir. Fakat söz olmayınca sazın da bir değerinin olmadığı düşüncesini savunmaktadır. Halk âşığının saz, ses ve söz olmak üzere üç temel unsurunun olduğunu belirtmektedir.

3.   2. Çevrenin Âşıklara Verdiği Önem Hakkındaki Düşünceleri

Osmanlı Devleti içinde yer alan memleketlerde “âşık” halk arasında umumiyetle saz şairlerine verilen isimdir. Yine halk arasında dolaşan birçok menkıbeler, bunların maddi ve cismani aşktan; manevi ve ruhani aşk derecesine yükseldiklerini, saz çalıp şiir söylemeyi de ilahî vasıtalarla öğrendikleri anlatılır. Görülüyor ki bunlar, halkın telakkîlerine göre “Hak âşıkları”dır ve ilham kaynakları da daima ilahîdir. Çok serseri ve sefih bir hayat geçiren ve bundan dolayı medrese âlimlerinin şiddetli hücumlarına uğrayan birtakım âşıklar hakkında bile, ölümlerinden sonra - hatta bazen hayatlarında bile- bu türlü halk menkıbelerinin teşekkül ettiğini, tarihî şahsiyetlerinin bir kudsiyet halesiyle çerçevelendiğini biliyoruz. Bütün bunlar âşıkların tasavvuf tarikatlarıyla sıkı alakalarından dolayı vücuda gelmiş telakkilerdir ki, onların halk nazarındaki içtimai mevkilerini göstermek bakımından çok dikkate değer. (Köprülü, 1989:167-168)

Osmanlı İmparatorluğu döneminde halk şairlerine bu kadar değer ve önem verilirken günümüz Türkiye’sinde geçmiş dönemlere kıyasla âşıklara gerektiği kadar değer verilmemektedir. Bundaki en büyük sebep kuşkusuz dünyanın özellikle yeni neslin teknolojik gelişmelere paralel olarak hızlı bir tüketim içerisine girmesidir. Mustafa Aydın bundan çok şikâyet etmektedir. Yüzlerce enstrümana karşı kopuzun devamı olan bağlamayla mücadele ettiklerini ifade etmektedir. Edebiyat otoriterleri tarafından tam olarak anlaşılmadıklarını düşünmektedir. Âşıkların farklı şekilde yorumlanıp yansıtılmalarından ve siyasete karıştırılmalarından rahatsızlık duymaktadır. Mesela bir yazarın “bu âşık benim düşünceme ters” diyerek onu yerden yere çalmasını doğru bir davranış olarak görmemektedir.

Mustafa Aydın edebiyat otoriterleri tarafından günümüzde yaşayan âşıkların tespit edilmesi gerektiğini söyleyerek sözlü edebiyatı devam ettiren bu âşıklara devletin sahip çıkması gerektiğini düşünmektedir. Kendilerinden önceki kuşağın bu geleneğin kendileriyle sona ereceği imajını verdiklerini ancak bu geleneğin bugün yaşadığı gibi gelecekte de yaşatılacağına inandığını ifade etmektedir.


[1] Daha geniş bilgi için bkz. Salih Şahin “Ozanlık Gelenekleri ve Doğulu Saz Şairleri” 1985.Ankara. s. 257-261

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar