MUSTAFA AYDIN
Hazırlayan: DEMET ALTAN
Mustafa Aydın, 30 Ocak 1963 yılında Kars ilinin Selim ilçesine
bağlı Beyköy Köyünde dünyaya gelmiştir.
“Aslımı sorana
belge sunarım.
Beyoğlu
Beyköylü Mustafa Beyim.
Ecdadımı yedi
göbek sayarım.
Beyoğlu
Beyköylü Mustafa Beyim.” (156/1)
Mustafa Aydın’ın babasının adı Ali, annesini adı ise Zeynep’tir.
Bu çiftin altı tane çocuğu vardır. Mustafa Aydın bunların dördüncüsüdür.
Kardeşlerinin isimleri şu şekildedir:Ablasının ismi Nadya’dır. (Mustafa Aydın,
bu ismin orada yaşayan Ruslardan etkilenilerek konulduğunu düşünmektedir.)
Fakat nüfus cüzdanındaki ismi Nadime olarak geçmektedir. Abilerinin ismi Arif
ve Recep, kardeşlerinin ise Abdurrahman ve Salih’tir. Yaşadıkları bölgede,
ilginç bir ad koyma geleneği vardır. Erzurum’un Horasan ilçesinde mutasavvıf
olan Hacı Ahmet Baba adında birisi yaşamış. Hacı Ahmet Baba’nın oğullarından
birisi köylerine geldiğinde, o sırada dünyaya gelen çocuğa gelen kişinin adı
verilirmiş. Mustafa Aydın doğduğu zaman da Mustafa Baba köye geldiği için
ismini Mustafa koymuşlar.
Mustafa Aydın’ın babası köyde ziraat ve hayvancılıkla
uğraşmaktadır.
Ayrıca 200 hanelik köyde marangozluk da yapmaktadır. Kendisi de 9-
10 yaşlarına kadar babasının yanında marangozlukla, ziraat ve hayvancılıkla
uğraşmıştır. Babası köyde, köylünün her işine karşılık beklemeden koşan bir
insandır. Onun için sadece insanların ona “Allah razı olsun.” demeleri
yeterlidir. Her iş elinden geldiği için köy halkı ona Ali Usta diye hitap
etmektedir. Ali Usta gönlü sevgiyle dolu bir insandır.
Gözlerinde
umut, sevgi zerresi,
Kalbimi ısıtır
buğulu sesi.
Mustafa
Aydın’ı korur gölgesi.
Aklı olan
bilir kıymetin baba. (92/5)
Bu dünyada
iyilik için yaşardı.
Komşuların her
işine koşardı.
Bazen durup
gençliğine şaşardı, Hayat yolu gayet dar Ali Usta, (101/2)
Nur yüzlü
babacan anlı pak durur.
Gönlü gayet engin, yapmazdı gurur.
İnsan sevgisiyle başı dik yürür.
Her hünerde elin var Ali Usta, (101/5)
Mustafa Aydın, babasını “iyilik meleği” olarak görmektedir.
Babasının kendi işini bırakıp zor durumda olan insanlara yardıma koşması ve
herkesi insan gözüyle görüp hiç kimseyi incitmemesi Mustafa Aydın’ın ruhunun
olgunlaşmasına büyük bir katkı sağlamıştır.
Yaşının ilerledikçe babasının emeğini daha iyi fark ettiğini
söylemektedir. Mustafa Aydın, halk içindeki yerini, ana ata ocağından aldığı
kültüre borçlu olduğunu düşünmektedir.
Mustafa Aydın annesini koruyucu meleği olarak görmektedir. Her ne
kadar babasını şefkat dolu bir insan olarak görse de annesini kendine daha
yakın hissetmiştir. Annesi Mustafa Aydın’ı hep “mıççem” diye sevmiştir. Belki
de annesini erken kaybettiği için ona olan hasreti ve özlemi şiirlerine daha
çok yansımıştır.
Ne zaman annesi aklına gelse hep şu olayı hatırlamaktadır: Mustafa
Aydın askerdeyken izin alıp memleketine dönmüş. Fakat köy yolları kapalı olduğu
için evine gidememiş. Bunu duyan annesi “Oğlum buralara kadar gelmiş. O
gelemiyorsa ben giderim.”demiş. Bir fırtınalı günde yola çıkmışlar. Babası “Sen
bu havada gelemezsin.Ben senin selamını götürürüm. ”diyerek annesini geri
göndermiş. Bunu duyan Mustafa Aydın, Balıkesir’e gidinceye kadar ağlamış. Hemen
oturup annesine bir mektup yazmış ve mektubuna da şu şiiri eklemiş:
Bir umudum var yaşarım.
Ben anamı çok severim.
Okşadıkça gül açarım.
Ben anamı çok severim. (57/1)
Hayat biter hasret bitmez.
Üç dal kırık üçü yetmez.
Ceylanı var bize katmaz.
Ben anamı çok severim. (57/2)
Gizli sırrın bilemedim.
Gurbet elden gelemedim.
İnan sensiz gülemedim.
Ben anamı çok severim. (57/3)
Nice seven bana eşit.
Dert var bende çeşit çeşit.
Anam çekmiş çekmez taşıt.
Ben anamı çok severim. (57/4)
Asker oldum soramadım.
İzin aldım varamadım.
Ay geçince duramadım.
Ben anamı çok severim. (57/5)
Mustafa’nın bu sızısı,
Sevda bitmez tek mazisi.
Bir koyunun beş kuzusu,
Ben anamı çok severim. (57/6)
Mustafa Aydın, çocukluğunda annesi,
babası ve kardeşleri
tarafından çok sevilip korunmuştur. Bunda okumasının çok büyük bir
etkisi olmuştur. Ailesinde okuyan tek çocuk olduğu için ona çok hürmet ve saygı
göstermişler. Bu da onun içindeki sevgi tomurcuklarının yeşermesini ve daha
sonraki yaşantısında sevgi dolu bir insan olmasını sağlamıştır.
Mustafa Aydın ilkokulu köyünde,ortaokulu Sarıkamış’ta, liseyi de
Sarıkamış ve Erzurum’da okumuştur. Liseyi bitirdikten sonra da muhasebe eğitimi
almıştır. Mustafa Aydın öğrenci olduğu yıllarda saz çalmayı kendi kendine
öğrenerek türkü söylemeye başlamıştır. Bu arada liseler arası yapılan spor ve
şiir yarışmalarında da birincilikleri olmuştur. Mustafa Aydın, o yıllarda hem
okul hem spor hem de saz çalıp şiir söylemeyi bir arada sürdürmeye çalışmıştır.
Askerliğinil983 yılında Balıkesir Orduevinde yapmıştır. Askerlik
dönüşü 1990 yılına kadar Erzurum’da kalmıştır.
Mustafa Aydın 1986 yılında Erzincan Adliyesinde göreve başlamış.
Çok kısa bir süre sonra bu işten ayrılmıştır. İş başvurusu yapmak için birçok
sınava girmiş ve çoğunu da kazanmış; fakat işbaşı yapmamıştır. Çünkü bir
kuruluşa bağlı kalarak çalışmanın âşıklık ruhuna ters geldiğini düşünmüştür. Şu
anda Mesam Derneğine bağlıdır. Türkiye Âşıklar ve Yazarlar Derneğinin kurucu
üyesidir. 2006 yılının Haziran ayından itibaren faaliyete geçen bu derneğin
başkan yardımcılığı görevini de yürütmektedir.
21.06.1992 tarihinde ilk eşi Melek Hanım ile evlenmiş. İlk eşini
hazin bir kaza sonrası 1998 yılında kaybetmiştir.
Mustafa Aydın, Melek Hanım ile tanışıp evlenişini ve onu kaybedişini
şöyle dile getirir: "Asker dönüşü annem, oğlum evlen mürüvvetini göreyim,
mutluluğunu tadayım, ölüm Allah'ın emridir, demişti. Ben anneme
evlenmeyeceğimi; çünkü adını ifşa etmediğim ‘Karçiçeği’ diye andığım birinin
hayatımda olduğunu söyledim. Annem:’Çiçek tez solar.’ dedi. O sıralarda Avrupa
seyahatim için Ankara'ya geldim. Kültür Bakanlığında kayıtlıydım. Vize almak
için belge aldım. Alman Konsolosluğuna müracaat ettim. Bu arada Kültür
Bakanlığında uzman araştırmacı olarak çalışan Melek Hanım ile tanıştım.
Melek Hanım, Çorum Osmancık doğumlu olup Gazi Eğitim Fakültesi
mezunuydu. Melek Hanım'ı anneme anlattım. O sıralarda annem hastalandığı için
hastaneye kaldırılmıştı.
Bir fırtınalı kış günü şubat 1992 yılında annemi ziyarete gittim.
Kızak ile ancak Beyköy köyüne çıkabildim. Orada üç gün kaldım. Annemin duasını
alıp geri döndüm.
Ankara'ya döndüğümde Avrupa’ya gitmekten vazgeçtim. Melek Hanım
ile nişan yapıp Haziran 1992 tarihinde evlendim. Bu arada annem rahmetli oldu.
Temmuz 1993 yılında Ferhat İsmail adını verdiğimiz ilk çocuğumuz dünyaya geldi.
Bu arada Melek Hanım, Milli Eğitim Bakanlığında önce Ayaş, sonra Sincan İmam
Hatip Lisesinde, Arapça-Kuran -ı Kerim öğretmeni olarak görev yaptı. İkinci
çocuğumuz Esra Müberra Haziran 1997 yılında dünyaya geldi.
Okulların tatil zamanı yaklaştı. Ben 7. kasetimi yapacaktım. Bir
rüya gördüm rüyamda arabanın dört tekeri çamura batmış, yok olmuştu. Melek
Hanım son sınavlara katıldığında ben İstanbul'daydım. Rüyamı anlattım. Melek
Hanım:’Bana araba alma beni haca götür.’ dedi. İkinci gece de bir rüya gördüm.
Rüyamda arabamın arka ve ön tamponları kırılmıştı. Kaset çıkarttığım firma
sahibine dedim ki bir kaset çıkaracağım kasete ‘Hasretinden Öleceğim’ adını
ver.”
Mustafa Aydın'ın önsezisinden hareketle, “Hasretinden Öleceğim”
ismini istemesi kaset firması tarafından dikkate alınmamış,kasete “Asker
Mektubu” ismi konulmuştur.
Mustafa Aydın sözlerine şöyle devam eder: " 8 Temmuz akşamı
çocuklar ve Melek Hanım ile yola çıktık. Ankara'dan memlekete gidiyorduk. Sabah
namazında Erzincan'a girdik. Güneş yeni doğarken Tercan'da baraja doğru,
bilirkişi raporuna göre 55 m uçmuşuz. Uyanınca 11 aylık kızım Esra'yı arabanın
arka tekerleri arasında buldum. Oğlum arka kapıya sıkışmıştı. Melek Hanım'ı
karşı dağda buldum.
Rüyamda tekerlekler yok olmuştu. Ailemizin temeli hanımımı orda
kaybettim. Tamponları da çocukların ayakları çatlamış, kırılmıştı diye
yorumladım.
Melek Hanım'ın cenazesini köye götürdüm. O sırada “Anne,
sağlığında doya doya göremediğin gelininin ancak cenazesini getirdim.”
diyordum.” Mustafa Aydın, eşi Melek Hanım'ın ölümünden duyduğu acıyı aşağıdaki
şiirinde şöyle dile getirir:
Öyle bir zaman
bırakıp gittin.
Bensiz garip
kaldın gurbet ellerde.
Gönlümün
bağında gül gibi bittin.
Çiçek açtın
soldun gurbet ellerde.
Bir sabah
girmiştik can pazarına.
Yüreğimi
koydun köy kenarına.
Dualar
gönderdim toy mezarına.
Yarim garip
öldün gurbet ellerde.
Çeyizini
bohçaladım, bağladım.
Nazlı yârim
baş ucunda ağladım.
Yüreğimi
hasretinle dağladım.
Bağrımızı
deldin gurbet ellerde.
“Oğlum Ferhat
anam nerde soruyor?
On bir aylık
Esram artık yürüyor.
Ders verdiğin
öğrenciler soruyor.
Ebedi mi
kaldın gurbet ellerde.”
“Çok muhabbet tez ayrılık getirdi.
Melekler
meleğim alıp götürdü.
Nazar mıydı
yuvamızı batırdı?
Bizi derde
saldın gurbet ellerde.” (103)
Mustafa Aydın ikinci evliliğini Ankaralı Sakine Hanım ile 01.06.1999'da yapmıştır. Mustafa Aydın Sakine Hanım ile kırılmış bir şişeyi onarmaya çalıştığını söylemektedir. İkinci eşi Sakine Hanım için yazdığı şiirde ise şöyle der:
Aklımı
başımdan bir güzel aldı.
Allahım ben
şimdi ne yapacağım?
Mutfak
kapısından girdin içeri.
Mustafa bir
daha dönmedin geri.
2.
MUSTAFA AYDIN’IN ÂŞIKLIK GELENEĞİ İÇİNDE YER ALIŞI
2.
1. Gurbete
Çıkması ve Sazla Tanışması
Mustafa Aydın, ortaokul yıllarında amcasının oğluyla İzmir’e
gitmiştir. Amaçları orada çalışıp para kazanmaktır. İzmir’de geçim sıkıntısı
nedeniyle köylerinden gelen iki abisi bulunmaktadır. Onların işi iyidir.Mustafa
Aydın, burada bir süre garsonluk yapmış. Daha sonra inşaatta çalışmıştır. Biriktirdiği
paralarla kendine bir saz almıştır. Hiç kimseden yardım almadan saz çalmayı
kendi kendine öğrenmiştir.
Gurbet motifini şiirlerinde çok işlemesinin ana sebeplerinden biri
de küçük yaşta gurbete çıkıp hayatın zorluklarıyla karşılaşması olarak açıklanabilir.
Belli bir süre sonra gurbette yapamayacağını anlayınca köyüne dönüp okuluna
devam etmiştir. Kendi ayaklarının üzerinde durmak için bu süre içerisinde hem
okumuş hem de çalışmıştır.
İlkokul yıllarında hiçbir şiir ezberlemeden irticalen birkaç dize
de olsa şiir söylemeye başlamıştır. Zaten ondaki farklılığı çevresindeki
insanlar da hissedip söylemişlerdir. O sıralarda ağır bir hastalık geçirmiştir.
Bu hastalıktan sonra çok hassas davranmaya başlamış, duygusallaşmıştır. Daha sonra
köyde, yaşıtı olan bir gencin trafik kazasında can vermesi üzerine bir destan
söylemiştir. 1976 yılında bölgenin önemli âşıklarından birisi olan Âşık Mevlüt
İhsani’yle tanışmıştır. Bu tanışma âdeta onun hayatında dönüm noktası olmuştur.
Özünde var olan kabiliyet bu tanışmadan sonra bilgiyle de donanmıştır. Doğu
Anadolu’daki âşıklık geleneğini ve bu geleneğin nasıl yaşatıldığını ondan
öğrenmiştir. Mustafa Aydın, çocukluğundan beri rüyalar görmektedir. Rüyasında
gördüğü ve kendisinin “Karçiçeği” adını verdiği kızla birlikte yüreğine bir
alev topu düşmüştür. Uykusuz ve gözyaşıyla dolu gecelerin ardından kalbinden
gelen sözler sazıyla birlikte teker teker dökülmeye başlamıştır. Onun ifadesine
göre: “Artık sevgi güneşinin ışıltıları, gönlünün penceresinden sızarak kalbini
istila etmiş ve ruhunu sarmıştır.” Askerlik dönüşü vuslata ereceğini düşündüğü
Karçiçeği’ne kavuşamamanın verdiği ıstırapla sazını alarak diyar diyar
dolaşmaya başlamıştır.
Âşık edebiyatında yüzyıllar boyu yaşatılan geleneklerden biri de
çırak yetiştirme geleneğidir. Âşıkların yanlarına çırak alma geleneği, bilhassa
XIX. yüzyılda yaygın olarak yaşatılmıştır.
Âşık, çıraklık döneminde ustasından saz ve söz dersi alır.Onun
nezaretinde meclislere dinleyici olarak iştirak eder. Âşıklığın icra töresine
ait hususları öğrenir. Katıldığı meclislerde, dinlediği yeni âşıklar ve onların
söyledikleri verimleri; bu arada geleneğe ait terimleri öğrenir. Gezdiği
gördüğü yerlerdeki her şeyi ustasının gözetiminde, ezberine yerleştirir. Söz ve
ezgi kalıplarını beller, bunları pekiştirmek için sürekli olarak usta malı
şiirleri, ezgileri ile beraber ezberler ve onları icra etmeye çalışır. İcrada
meydana gelebilecek eksik veya yanlışlar ustası tarafından düzeltilir. Bu
safhada âşık adayı, âşıklık adap ve erkânına ait bilgilerin öğretildiği
çıraklık dönemini geçirmiş olur. (Özarslan,2001:108)
Mustafa Aydın da yakın bir akrabasının aracılığıyla 1979 yılında
Âşık Mevlüt İhsanî[1] ile
tanışmıştır. O yıllardaki siyasi olaylardan dolayı Âşık Mevlüt İhsanî
kendisiyle ancak bir yıl sonra ilgilenebileceğini söylemiştir. Mustafa Aydın,
bir yıl sonra gittiğinde Âşık Mevlüt İhsanî onu sadakatinden ve samimiyetinden
dolayı kabul etmiş ve yetiştirmeye başlamıştır. Mustafa Aydın, âşıklık
geleneğini ve bu geleneğin özelliklerini ondan öğrenmiştir. Ustası ona bu
geleneğin inceliklerini ve sırrını anlatmış. Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı
gibi halk hikâyelerini ondan dinleyerek şiirlerinde bunları işlemeye
başlamıştır. Onunla birlikte fasıllara ve hikâye meclislerine katılmıştır. Bu
meclisler ve fasıllar aracılığıyla belli ölçülerde geleneğe hâkim olmaya
başlamıştır. Mustafa Aydın’da önceden de âşıklık yeteneği var olduğu için
çıraklık dönemi çok uzun sürmemiştir.
Ferdiyetin kendini gösterdiği zamanlardan itibaren cemiyette belli
dinî- bediî fonksiyonu olan şairler, aynı zamanda kollektif ruh ve zihniyetin
tercümanı olan şiirlerini dinleyici veya okuyucu zümrelerinin hafızalarına
emanet ederken kaynağı totem devrine çıkabilen şahsiyetlerini korumak,
saklamak, dikkati çekmek ve belki sanatlarını ebedîleştirmek gibi düşüncelerle
“mahlas/tapşırma”yı kullanmaya başlamışlardır. Türk halk şairleri divan
şairlerinde de görüleceği üzere, kelimelerin mana, şekil ve ahenk unsurlarından
faydalanarak kabul ettikleri “mahlas/tapşırma”larla dinleyicilerle okuyucuların
zihinlerinde mistik ve esrarlı bir portre çizmeğe çalışırlar. Mahlas alma 1)
Şeyh Pîr tesiriyle 2) Üstatlar İmamlar tarafından 3) Kendi kendine olmak üzere
üç şekilde görülmektedir. (Elçin, 1997:44-48)
Mustafa Aydın’ın mahlas alması belli bir olay veya duruma göre
olmamıştır. Ustası Mevlüt İhsanî kendisine “Aydınoğlu” mahlasını vermiştir.
Mustafa Aydın bu mahlasın orijinal olmadığını düşünerek bu mahlası
kullanmamıştır. Şiirlerinde birden fazla mahlas kullanmaktadır. İncelediğimiz
şiirlerinde kullandığı mahlaslar ve bu mahlasların sayıları şu şekildedir:
Aydın:8,
Mustafa:177,
Mıstık:1,
Musti: 1,
Mustafa Aydın:33, şiirinde kullanmıştır.
6 şiirinde ise mahlas kullanmam ıştır.Yukarıdaki tablodan da anlaşıldığı
gibi şiirlerinde en fazla “Mustafa” mahlasını kullanmıştır.
2.
5. Bade İçme
ve Rüya Motifi
Âşıklık geleneğinde karşımıza çıkan en önemli motiflerden birisi
de bade içme motifidir. Bu motifin, Türkler’in İslamiyet öncesi gelenekleriyle
bağlantılı olduğu düşünülmektedir. "Âşıkların mesleğe giriş törenleri,
âşık olmak için seçilmeleri ile Şamanların mesleğe girmek için seçilmeleri ve
mesleğe girme törenleri arasında sıkı bir benzerlik olması tabidir. Düşte
sanatçılık vergisine kavuşma, hatta aşk dolusu içme, Bahşıların, Akınların ve
Manasçıların hayatında da görülüyor.” (Başgöz, 1986:28-29)
Erman Artun da bu görüşe katılmış ve düşüncelerini şu şekilde dile
getirmiştir: Âşık edebiyatı geleneği içinde sade kişilikten sanatçı kişiliğe
geçişte önemli role ve fonksiyona sahip olan rüya motifi, Orta Asya Türk
kültüründe yer alan Şamanlığa giriş törenlerinin İslamiyet ve Osmanlı kültürü
altında sembolleşerek rüya motifine dönüşmesiyle ortaya çıkmıştır.( 2001:69)
İslamiyet’in kabulünden bir süre sonra küçümsenen ve eski
saygıdeğer yerlerini kaybeden ozanlar, bu rüyalarla din büyüklerinden aldıkları
ruhsat sayesinde toplum içindeki eski yerlerine kavuşmuşlardır. Âşık
edebiyatının temsilcileri için rüya motifi bir hareket ve başlangıç noktasıdır.
Âşıkların gerçek hayat hikâyelerini incelediğimizde rüya görene kadar belli bir
süre ya usta bir âşığın yanında çıraklık yaptıklarını veya âşık fasıllarının
sık sık icra edildiği, halk hikâyelerinin anlatıldığı yerlerde yetiştiklerini
görmekteyiz. (Günay, 1986:110)
Ortaya çıkışları ve muhtevaları aynı olan (aşk-sanat) rüya motifi
belli bir plana sahiptir.
a.
Bu rüyaların hepsinde rüya manevi veya maddi büyük bir sıkıntının
ardından görülmektedir.
b.
Rüya büyük sıkıntının ardından hemen görülmezse kahramanın
sıkıntılarından kurtulmak üzere Tanrıya yalvarması sonucunda ortaya
çıkmaktadır.
c.
Örneklerin pek çoğunda rüya kutsal mevkilerde uyurken
görülmektedir. Mezar ve pınarlar rüyaların en çok görüldüğü müşterek
mevkilerdir.
d.
Rüyada kutsal bir kişi veya kişiler bazen bir genç kızın elinden
kahramana aşk badesi sunarlar. Hızır, İlyas, üçler, kırklar, üç derviş, bir
pir, sadece yaşlı bir adam veya yaşlı bir kadın rüyalarda yer alan kutsal
kişilerdir. Kutsal kişilerin çeşitlilik göstermelerine rağmen rüyadaki rolleri
hep aynıdır.
e.
Kahraman kutsal kişinin elinden badeyi içtikten sonra vücudunu bir
ateş sarar. Düşer, bayılır, ağzından kanlı köpük gelir.Bu halde 3-6-7 gün
kalır.
f.
Herkes kahramanın deli olduğunu düşünürken yaşlı bir kadın veya
erkek sazın teline dokunur.
g.
Saz sesiyle kahraman gözlerini açar.sazı eline alır, kendine
verilen mahlasla irticalen şiirler söylemeye başlar. Böylece hem badeli hem de
Hak âşığı olur. (Günay, 1986:13)
XVI. asırdan bu yana yazıya geçirilen âşık hikâyelerinde tespit
edilen bu kompleks rüya motifi bugün yaşayan âşıklar arasında hâlâ görülmekte
ve buna inanılmaktadır. (Günay, 1986:110) Bazı âşıklar gelenek gereği
rüyalarını anlatmamakta, bazısı rüyasını hatırlayamamakta, bazısı her gece
rüyasında saz çaldığını söylemekte, bazısı pir elinden dolu içtiğini söylemektedir.Bazı
âşıklar da badeli âşıklığa inanmamaktadır. (Artun, 2001:67)
Mustafa Aydın da badeli âşıklığa inanmamaktadır. Badeli âşıklıkla
ilgili düşüncelerini şu şekilde ifade eder: ”Rüya görmek gerekli değildir. Rüya
görülse de olur görülmese de. Özellikle çağımızda böyle bir şey yoktur. Rüya
sevginin hanesidir. ’Bad’ seher vakti esen rüzgar demek. Yani âşık, bade içtim
demekle aşkın rüzgarı başımdan esti demeye çalışıyor. Bade, içilen bir madde
değildir. Bade içilmez, yaşanır; çünkü bade bir sevgidir. Rüyada sen bir şey
içtiğine inanıyor musun? Rüyada susuyorsun. Çok yanıyorsun. Sana su
içiriyorlar. Ama sen buna kanmıyorsun. O an aslında öyle bir durum yok. Bunu
söyleyenler kendilerine iftira etmiş olurlar. Çünkü yatıyorsun. Uyumak yarı
ölüm demektir.Yarı ölü durumdayken böyle bir şey yapmanın imkânı yok.
Evet rüya görürsün. Bu bir kızın hayali olur. Bir gün bu kızla
gerçek hayatta karşılaştığın zaman da o rüya bununla birleşir. Aslında bade
içme motifiyle ilgili anlatılanların hepsi birbirine benzemektedir. Günümüze
gelene kadar renk değiştirmiştir. Bir pirin veya güzelin elinden bade
içebilirsin; ama önemli olan ona adapte olabilmen ve sadık kalabilmendir.”
Mustafa Aydın’ı derinden etkileyen bir âşık olmamıştır. Bir âşığı
dinleyerek veya onun eserinden etkilenerek şiirlerini yazmaz. ”Ciltlerce dolusu
kitap okusam bile şiir söylediğimde hiçbirisi aklıma gelmez. O an gözyaşlarım,
parmaklarımdaki mızrapla vurduğum telle anlaşırlar. Bundan sonra da sözler
birer birer dökülür.”
Necip Fazıl Kısakürek, Rıza Tevfik Bölükbaşı ve Orhan Şaik Gökyay
onun okuduğu ve beğendiği şairlerdir. Özellikle Niyâzî Mısrî’nin münacatının
kendisini çok etkilediğini belirtmektedir. Mutasavvıflardan ise Mevlana’yı ve
Yunus Emre’yi okumaktadır.
Mustafa Aydın; kişiliğinin, karakterinin, ahlakının şiirlerine
yansıdığını düşünmektedir. Hakkı savunup, hakikati yaşamaya çalışmaktadır.
Kendi ruh yapısını ise şu şekilde açıklar: "Sevincimi de hüznümü de her
yerde rahatlıkla ortaya koyarım. Bir sıkıntım varsa hemen belli ederim.
Gerekirse gözyaşımı da dökerim. O sıkıntımı içimde biriktirmem. Çünkü içime
attım mı içimi parçalarım. Çok sabırlıyımdır. Fakat sinirlenilmeyecek bir zaman
da sinirlenir, sinirlenilecek zaman da sinirlenmem. Aklımla hareket etmem.
Gönlümle kalbimle hareket ederim. Birini kırdığımda günlerce ağlarım. Bir deniz
kabarması gibi yüreğim kabarır. İnsanların dertleriyle dertlenirim. Onların
acılarını dile getirdiğimde onlarla birlikte ağlarım. Eğer birisiyle de
dövüşmem gerekiyorsa da dövüşürüm.”
2.
8. Şiir
Yazması ve Söylemesi
Mustafa Aydın, şiir söylemeden önce herhangi bir hazırlık yapmaz.
”Şiir bir ilham işidir. İyi bir âşık da her şeyden ilham alıp şiirler
yazabilmelidir. Yetenek, birikim ve ilham sonucu şiir yazılır. Hayatın bir sürü
renkleri vardır. Âşığın bütün bu renkleri işlemesi lazım. "Mustafa Aydın
gördüğü, okuduğu, duyduğu vb. her şeyden etkilenerek şiirlerini yazar. Şiir
yazarken realist olmaya dikkat eder. Her ne kadar gönlüyle hareket ettiğini
söylese de şiirlerindeki konuların gerçekçi olmasına özen gösterir. Ülkemizde
ve dünyada yaşanan her şey onun şiir yazmasına vesile olur. Dünyada yapılan
haksızlıklar, savaşlar, insanların zalimce öldürülmesi vb. olaylar onun sazını
ve sözünü harekete geçiren etkenlerdir.
Mustafa Aydın şiirlerini saz eşliğinde irticalen söylediği için
birçok şiirini yazıya geçirememiştir. İlk eşi Melek Hanım onun şiirlerini
türlerine göre tasnif edip bir ajandaya yazmasına rağmen onun vefatından sonra
böyle düzenli bir çalışma yapılmamıştır.
2.
9. Katıldığı Şenlikler,Programlar
ve Aldığı Ödüller
Mustafa Aydın birçok program ve şenliğe katılmıştır.
Katılımlarından dolayı da birçok ödüle layık görülmüştür. Şu anda da bu tür
programlara katılmaya devam etmektedir. Katıldığı programlar ve aldığı
ödüllerden bazıları şunlardır:
-İlk ödülünü 1980 yılında Atatürk Üniversitesinin hazırlamış
olduğu Âşıklar Bayramı’nda almıştır.
-1982’de yapılan Geleneksel 1. Ağrı Aşıklar Bayram ı'na türkü
dalında katılıp başarılı olduğu için başarı belgesi,
-Erzurum Halk Ozanları Kültür Derneği tarafından düzenlenen 2.
Geleneksel Türkiye Aşıklar Yarışması'nda koçaklama tarzında Mevlüt İhsanî ve
Temel Turabî ile birlikte dereceye girip ödül almıştır.
-Selçuk Üniversitesi tarafından 1988 tarihinde Konya'da düzenlenen
2. Âşıklar Şöleni’ne katılan Mustafa Aydın'a başarı ve onur belgesi,
-Selçuk Üniversitesi tarafından 1989 tarihinde
Konya'da düzenlenen
3.
Âşıklar Şöleni Ustamalı Türkü dalında Aşık Sümmani Ödülü’nü alan
Mustafa Aydın'a başarı ve onur belgesi,
-1994’te 14. Uluslar arası Çorum Hitit Fuar ve Festivali’ne
katkılarından dolayı Çorum valisi Mustafa Yıldırım ve Çorum Belediye Başkanı,
aynı zamanda festival komite başkanı Prof. Dr. Arif Ersoy tarafından onur
belgesi,
-1994 yılında Ankaralı Halk Aşıkları ve Araştırma Derneği
tarafından teşekkür belgesi,
-Yine 2000 tarihinde yapılan Türk Dünyası 3. Aşıklar Şöleni’ne
katkılarından dolayı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ve Türk
Dünyası Yazarlar ve Sanatçılar Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Yahya Akengin
tarafından katılım beratı,
-1996 yılında Ümraniye Belediye Başkanı Mehmet Bingöl tarafından
Ümraniye 4. Kültür ve Sanat Şenliği’ne katkılarından dolayı teşekkür
belgesi,
-1997 yılında Tayyare Kültür Merkezinin katkılarıyla hazırlanan
Âşıklar Şöleni’ne katkılarından dolayı teşekkür ve takdir belgesi,
-Konya Büyükşehir Belediyesi 36. Aşıklar Bayramı’na katkılarından
dolayı Mustafa Aydın'a teşekkür belgesi,
-1999 yılında Bursa’da düzenlenen 4. Aşıklar Şöleni’ne
katkılarından dolayı teşekkür ve takdir belgesi,
-Konya Kültür ve Turizm Vakfı Derneği ve TBMM Kültür, Sanat ve
Yayın Kurulu Başkanlığı tarafından TBMM 75. Yıl Aşıklar Bayramı’na
katkılarından dolayı teşekkür belgesi,
--Gaziosmanpaşa Belediyesinin düzenlediği kültürel etkinliklere
katıldığı için başarı belgesi,
-25. ve 27. Konya Altınbaşak Kültür ve Sanat Etkinliklerine
katıldığından dolayı teşekkür belgesi,
-2003’te Türkiye Yeşilay Cemiyeti Gebze Şubesi tarafından Yeşilay
çalışmalarına yapmış olduğu katkılarından dolayı teşekkür belgesi,
-2005 yılında Gönen
Belediye Başkanı tarafından 16. Ömer
Seyfeddin haftasına yaptığı katkılardan dolayı katılım belgesi,
almıştır.
Bunların dışında 2003 yılında Kastamonu Belediyesi Başkanlığı
tarafından düzenlenen Türk Dünyası Günleri, 2004 yılında Tarsus’ta düzenlenen Geleneksel
Üçüncü Karacaoğlan Şelale Şiir Akşam Etkinlikleri, 2005 yılında Otlukbeli
Belediyesinin düzenlediği Otlukbeli Savaşı’nın 532. Yıldönümü Şenlikleri ve
Kültürel Etkinlikleri, 2006 yılında Çayır Ova Belediyesi Âşıklar Şöleni vb.
birçok programa da katılmıştır.
Mustafa Aydın sadece Türkiye’de değil, yurt dışında da yaklaşık on
ülkeyi dolaşarak bu ülkelerde yaşayan yurttaşlarımıza bu geleneği tanıtıp
yaşatmaya çalışmıştır.
Günümüz âşıkları daha geniş halk kitlesine hitap edebilmek için
kasetler çıkarmakta, televizyon programlarına katılmaktadırlar.
Mustafa Aydın’ın çıkarmış olduğu 10 kaset, 5 CD, 2 VCD
bulunmaktadır. Bunları tanıtım amacıyla da 5 tane klip çekmiştir.
Mustafa Aydın TRT, Kanal 5, Samanyolu TV,Halay TV,Gala TV gibi
birçok televizyon programına da katılmıştır.
Bunlarla birlikte birçok kitap ve çalışmada Mustafa Aydın’la
ilgili bilgi bulunmaktadır. Ayrıca çoğu gazetede Mustafa Aydın’la ilgili haber
yazılmıştır.
3.
ÂŞIKLIK MESLEĞİ HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ
3.
1. Âşıklık
Mesleği ve Âşıkların Görevleri Hakkındaki Düşünceleri
Halk şairliği eski Türklerden günümüze kadar gelen bir gelenektir.
Eski Türkler’de halk şairlerinin izlerini birtakım törenler etrafında
görmekteyiz. Bu törenlerin idarecisi baksı- ozan adı verilen din
adamı-şairlerdir. (Kalkan, 1991: 17) M. Fuad Köprülü, bunların toplum
içerisindeki görevlerini şu şekilde açıklamıştır: “Muhtelif zaman ve mekânlarda
bunlara verilen ehemmiyet ve kıymet derecesi, kıyafetleri, kullandıkları musikî
aleti, yaptıkları muhtelif işlerin şekli, tabii değişiyordu; fakat “semadaki
ma’budlara türlü maksadlarla kurban takdim etmek, ölünün ruhunu yerin dibine
göndermek, fenalıklar, muhtelif hastalıklar ve ölümler gibi habis cinler
tarafından gelen işleri efsunla menetmek, hastaları tedavi eylemek, bazı
ölülerin ruhunu semaya yollamak, hatıralarını yaşatmak gibi vazifeler hep ona
aitti.” (2003:94)
Zamanla bu kişilerin görevleri daralmış, dinî ve sihri törenlerin
idaresi kam ve baksılara, şairlik görevi ise ozanlara kalmıştır. Ozanlar
ellerinde kopuzlarıyla diyar diyar dolaşıp halkı eğlendirip bilgilendirmiş,
onlara diğer insanlardan ve olaylardan haber getirmişlerdir.
Ozanların halk arasında çok büyük değerleri oluşmuştur. Örneğin
Dede Korkut onlardan bahsederken “kolca kopuz götürüp, elden ele, beğden beğe
ozan gezer. Er nakesin, er cömerdin ozan bilür.” demektedir. (Gökyay, 1979: 49)
XV. yüzyılın ortalarına kadar süren ozanlık geleneği ozan
kelimesinin anlam kaymasına uğramasıyla ve tasavvuf cereyanının etkisiyle de
yerini âşık kelimesine bırakmıştır. Âşık adını verdiğimiz şairleri de bu
geleneğin temsilcileri olarak gösterebiliriz. Âşıkların kökleri gerilere doğru
uzatılarak ozanlara bağlanabilir. Hatta bazı özellikleri onlardan alıp
geliştirdikleri söylenebilir. Âşıklar da ozanlar gibi bir topluluk önünde
çalgıyla şiir söylerler, hece ölçüsünü ve yarım uyağı kullanırlar. Halk
edebiyatının belirli tür ve şekillerini kullanırlar. (Bezirci,1990:30)
Dede Korkut Kitabı’nın yazıya geçirildiği dönemde ozanların
toplumun itibarlı bir zümresini meydana getirdiğini ve düğünlerin onların
kopuzu eşliğinde yapıldığını, beylerin cömertliği ve kendi marifetleri
nispetinde kendilerine “boynuzu burma koçlar” hediye edildiğini, bey evlerinden
yemek yiyerek, onların eski kaftanlarını giyerek hayatlarını devam
ettirdiklerini, ilden ile beyden beye, “çağrıldıkları” yerlere giderek
sanatlarını icra ettiklerini anlıyoruz. Ozanlığın âşıklığa dönüştükten sonra da
bu özelliklerinin devam ettiğini, gerek âşıkların hayat hikâyelerinden, gerekse
halk hikâyelerindeki âşık tipinden hareketle rahatlıkla söyleyebiliriz. (Oğuz,
2000:42)
Bu geleneksel ortaklığa karşın, ozanlarla onların torunları olan
âşıklar arasında bazı ayrımlar vardır: “Ozan eskiden şâir olduğu kadar da
büyücü, hekim, din adamı ve müzisyendi; âşık ise yalnızca çalgılı şâirdir. Ozan
kopuz çalardı; âşık ise saz çalar. Ozan dinsel törenlerin bir ögesiydi; âşık
ise -tekke ve tasavvuf şairleri sayılmazsa- genellikle din dışı (profane)dır.”
(Köprülü, 1940:38)
Bugün ise âşıkların sadece saz çalıp şiir söyleyen, bucak bucak
gezen insanlar olduklarını söyleyemeyiz. Âşıkların da bugün kendilerine
yükledikleri birçok görev ve sorumlulukları vardır. Mustafa Aydın, bugün de
eskiden olduğu gibi âşıkların görevlerinin devam ettiğini düşünmektedir.
Mustafa Aydın âşıklardan topluma yön veren, halka yol gösterici gibi
görevlerini layıkıyla yerine getirmelerini istemektedir. Ona göre iyi bir âşık
sosyal konulara karşı duyarsız kalmamalı, toplumun sesi olmalıdır.
Mustafa Aydın’a sorduğumuz “Âşık kimdir?” sorusuna Mevlüt
İhsani’nin şu mısralarıyla cevap verdi. ”Sorma âşıklar kimin nesidir. Âşıklar
Allah’ın hediyesidir. Ruhun arzusudur, kalbin sesidir. Ne ölçen hisseder, ne
tartan anlar.”
Âşığın bir başka tanımını da şu şekilde yapar: ”Âşık soyut
değerlerle mürekkep gönül adamıdır. Günümüz nesline âşıklığı bu şekilde ifade
etmemiz gerekiyor. O zaman gençlerimiz aşkı anlar. Âşık gönül adamı olmalıdır.
Eğer bir âşık, gönül adamı olursa ve kalbiyle hareket ederse ondan kimseye
zarar gelmez. Âşıkta sevgi olmazsa çevresindeki kişilere de sevgiyi yansıtamaz.
Âşık her konuda bilgi sahibi olmalıdır. “İrticalen her dalda şiir
söyleyebilmelidir. Etrafındakilere de gönül gözüyle bakmasını bilmelidir.”
Mustafa Aydın, âşıklar arasındaki çekişmeden şikâyet etmektedir.
Ona göre âşıklar bir araya gelip birlik ve beraberlik içerisinde
yaşamalıdırlar. Bu gelenekte rekabet olmamalıdır. Bunu bir eksiklik olarak
görmektedir. Âşıkların diğer âşıklara bakış açılarını değiştirmedikleri ,
“yalnız ben varım, en büyük benim” gibi düşüncelerini yok etmedikleri sürece bu
birlik ve beraberliğin olamayacağını savunmaktadır.
Mustafa Aydın âşıklığı bir meslekten çok kutsal bir görev olarak
görmektedir. Ona göre âşıklık para kazanmak için yapılmamalıdır.
Mustafa Aydın’a göre günümüzde âşıkların temel görevi bu geleneği
en güzel şekilde devam ettirmek olmalıdır.
Mustafa Aydın âşıklık mesleği içinde müziğin de önemli bir
fonksiyona sahip olduğunu belirtmektedir.
Türk müzik aletleri arasında Çinliler’in Hyu_pu (veya
K’ung_hou,K’ong_heou) adı ile zikrettikleri kopuz, bozkır Türk folklorunda çok
mühim yeri olan bir çalgı idi. Destanlar, kahramanlık menkabeleri, aşk
türküleri saz şâirleri tarafından kopuz çalınarak söylenirdi. Asya Hunları’ndan
beri bütün Türkler arasında en çok tanınmış olduğu anlaşılan bu basit fakat
tatlı sesli saz, “kopuz, kobuz” adı ile Uygur metinlerinde ve Divânü Lügat-it
Türk’te geçmektedir. (Kafesoğlu,1996:328)
Âşıklık geleneğinde sazın önemli bir yeri vardır. Çoğu âşık
şiirlerini sazla söylemektedir. Bu sebeple âşıklar eli kopuzlu eski ozanlara
benzetilmektedirler.
Mustafa Aydın sazına çok özen göstermektedir. Fakat sözün sazdan
daha etkili olduğunu düşünmektedir. Onun için saz kullanılacak arabanın
anahtarıdır. Saz çalmanın bir yetenek işi olduğunu düşünmektedir. Fakat söz
olmayınca sazın da bir değerinin olmadığı düşüncesini savunmaktadır. Halk
âşığının saz, ses ve söz olmak üzere üç temel unsurunun olduğunu
belirtmektedir.
3.
2. Çevrenin
Âşıklara Verdiği Önem Hakkındaki Düşünceleri
Osmanlı Devleti içinde yer alan memleketlerde “âşık” halk arasında
umumiyetle saz şairlerine verilen isimdir. Yine halk arasında dolaşan birçok
menkıbeler, bunların maddi ve cismani aşktan; manevi ve ruhani aşk derecesine
yükseldiklerini, saz çalıp şiir söylemeyi de ilahî vasıtalarla öğrendikleri
anlatılır. Görülüyor ki bunlar, halkın telakkîlerine göre “Hak âşıkları”dır ve
ilham kaynakları da daima ilahîdir. Çok serseri ve sefih bir hayat geçiren ve
bundan dolayı medrese âlimlerinin şiddetli hücumlarına uğrayan birtakım âşıklar
hakkında bile, ölümlerinden sonra - hatta bazen hayatlarında bile- bu türlü halk
menkıbelerinin teşekkül ettiğini, tarihî şahsiyetlerinin bir kudsiyet halesiyle
çerçevelendiğini biliyoruz. Bütün bunlar âşıkların tasavvuf tarikatlarıyla sıkı
alakalarından dolayı vücuda gelmiş telakkilerdir ki, onların halk nazarındaki
içtimai mevkilerini göstermek bakımından çok dikkate değer. (Köprülü,
1989:167-168)
Osmanlı İmparatorluğu döneminde halk şairlerine bu kadar değer ve
önem verilirken günümüz Türkiye’sinde geçmiş dönemlere kıyasla âşıklara
gerektiği kadar değer verilmemektedir. Bundaki en büyük sebep kuşkusuz dünyanın
özellikle yeni neslin teknolojik gelişmelere paralel olarak hızlı bir tüketim
içerisine girmesidir. Mustafa Aydın bundan çok şikâyet etmektedir. Yüzlerce
enstrümana karşı kopuzun devamı olan bağlamayla mücadele ettiklerini ifade
etmektedir. Edebiyat otoriterleri tarafından tam olarak anlaşılmadıklarını
düşünmektedir. Âşıkların farklı şekilde yorumlanıp yansıtılmalarından ve
siyasete karıştırılmalarından rahatsızlık duymaktadır. Mesela bir yazarın “bu
âşık benim düşünceme ters” diyerek onu yerden yere çalmasını doğru bir davranış
olarak görmemektedir.
[1] Daha geniş bilgi için bkz. Salih Şahin “Ozanlık
Gelenekleri ve Doğulu Saz Şairleri” 1985.Ankara. s. 257-261
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar