Rene Guenon’da Dinî Sembolizm
Hazırlayan: ÖZLEM KERMEN
Sembol kullanımı insanlık tarihinin ilk dönemlerine kadar gitmesine
rağmen, günümüzde de önemli bir ilgi konusu olmaktadır. İnsan, duygu ve
düşüncelerini herkesin anlayabileceği bir dille ifade etmek isterken, bazen
kapalı (örtülü) ve idrakin de ötesinde anlam taşıyan bir ifadede
kullanabilmektedir. Bu tarz anlatımlar sembolik anlatımın alanını
genişletmektedir. Dolayısıyla hayatın her alanında sembollerin kullanımı
kaçınılmaz hâle gelmektedir.
Semboller, bir çeşit soyut fikirlerin somut ifadelerini
taşır, temsil ettikleri duygu ve fikirlerin, şekil ve tabiat cihetinden bir tür
yansımasıdır. Din ve metafiziğin alanları içerisinde yer alan ruh, nefs, Tanrı,
tabiatüstü vb. durumlar sembollerin kullanım alanlarıdır. Bu nedenle akla ve
zekâya değil de, kalbe ve sezgi gücüne dayanır. Sembolizmin asıl gayesi, temsil
ettiği şeyin anlamını ve değerini arttırmaktır.
GİRİŞ
KAVRAMSAL ÇERÇEVE
SEMBOL, SEMBOLİZM VE DİNÎ SEMBOLİZM
Sembolizm, nesnelerin, olayların,
kullanılan deyim, atasözü ve sözcüklerin vb. edebî, felsefî, dini ve estetik
açıdan soyut düşünceyi somutlaştırarak fikir, görüş ve yorumları
yansıtmaktadır. Bu nedenle çalışmamıza sembolün kavramsal çerçevesini
oluşturarak başlamamız, Rene Guenon[1]’un “metafizik dil” olarak nitelendirdiği
sembolizme bakış açısını, hangi anlamda kullandığı ve hangi felsefi temele
dayandığını belirleyerek, onun dinî sembolizminin anlaşılması açısından bize
yardımcı olacaktır.
Sözlükte “bir düşünce, fikir ya da nesnenin yerini tutan,
bir kavramı veya bir düşünceyi belirten gözle görülür ve anlamı bilinir işaret”
olarak tanımlanan sembol (Osmanlıca remiz, alamet; İngilizce symbol; Fransızca
symbole; Almanca symbol), bir düşünce, fikir ya da nesnenin yerini tutan, bir
kavramı veya bir düşünceyi belirten gözle görülür ve anlamı bilinir işarettir.”[2]
Sembol, açıklanamaz olan şeyin ifade biçimidir.[3] İnsanın duygu
ve düşünce dünyasında tasarladığı, görünmeyen şeyleri somutlaştırarak
görülebilir hale getirilmiş bir çeşit işaret, figür, kelime vb. tasvirlerdir.
Örneğin, kimyada suyun simgesi H2O, adaletin simgesi terazi,
sadakat ve dostluğun simgesi ise köpek, barışın sembolü güvercin gibi.
Sembol, benzetmek, yansıtmak, yakıştırmak gibi bir araya
toplamak anlamında da tanımlanır. Algılanması olanaksız gibi görünen bir şeyi
ya da doğal ortamında akla davet eden her kişisel simge (alâmet) bir semboldür.
Bunlar kişi ve kuruluş olabildiği gibi, resim, aygıt, isim, desen, alegorik[4], diyalog ve
tertip olabilir.[5] Yani
sembollerde hem kendisinin ne olduğu, hem de iletilmek istenen mesaj önemlidir.
Guenon’un bakış açısıyla sembol; insanî koşullar sonucunda
oluşan, keyfi durumların şekil verdiği bir zihni tasavvur olmayan, aksine
bilimin konusu olan ve alanı da diğer kategorilerden farklı olarak Metafizik
bir alan’dır. Öyle ki, Guenon’a göre; semboller kendilerinde birden fazla anlam
barındırır. Bu anlamların görülmesi de geniş bir entelektüel bakış ile
bağıntılıdır. Sembollerin, geleneksel toplumlardaki farklı dönem ve
coğrafyalardaki temsiliyetleri ortaktır. Bu temsiliyetler birbirlerinden
alınmayıp ilk gelenek olan aslî geleneğe[6] aittir.[7]
“Simgeler
dilden daha kapsamlıdır; bütün nakledilen öğretiler onlardan yararlanır. Simge
de biçimsel kalır ve hiçbir forma boyun eğmeyeni dolaysız ifade edemez. O,
metafiziksel bakışla her türlü formun üstünde olan özdür.”[8]
Yukarıdaki paragraftan anlaşılacağı üzere, Guenon’un
deyişiyle; insanın âlemi sonsuz âlemler içerisinde sadece biridir. İnsanın
bulunduğu bu âlem tabiri caizse ne yukarıda ne de aşağıdadır. Bu yüzden
yaşadığımız dünya bir kıyas ölçüsüdür. Biz onun özünü ne kişisel bakış açımızla
kavrayabilir ne de tarif edebiliriz.[9]
Guenon sembollere atfettiği bir diğer açıklamada, bazı
geleneksel unsurların folklor veya paganizm kalıntısı olarak nitelendirildiğini
bunların gerçekte böyle olmadıklarının anlaşılması için
derin bir düşünceyle ele alınması gerektiğini vurgular. Buna benzer sembolik
unsurlar, onları taşıyan halk tarafından yeterince anlaşılmayabilir. Bu durum
olumsuzluk olarak nitelendirilmemelidir. Önemli bir avantaj olarak kabul
görülmesi gerekir. Çünkü anlaşılmasa bile aslına uygun olarak aktarılan bu
sembolün özgün anlamını daha çok yansıtmaktadır.[10] Dolayısıyla semboller gündelik dilin ötesinde
bir anlamı ve anlatımı ifade etmektedir.
Semboller dini ve günlük hayatta farklı şekillerde
karşımıza çıkmaktadır. Farklı anlamlar ihtiva eden sembollerin fonksiyonlarını
şu şekilde sıralayabiliriz;
Semboller bir yerde veya bir grup
içerisinde farklı anlamlar taşıyan figür, tasvir, obje vb. herhangi bir şey
olarak karşımıza çıkabilir. Bu nedenle toplum, çevre ve bir kültüre özgü olarak
sembol, orada sınırlı kalabilir. Yani o çevrede nasıl anlaşılıyorsa o şekilde
ifade edilmesi gerekir.
Dini sembol, insani durumları
kozmolojik kavramlara ve tersine (kozmolojik kavramları insani durumlara)
aktarmaktadır; daha doğrusu, dini semboller, insani varlığın yapıları ve kozmik
yapılar arasındaki ilişkiyi açıklayarak, meydana çıkarmaktadır. Sembolü anlayan
kişi sadece objektif dünyaya açılmakla kalmayıp, kendi özel durumundan çıkıp
evrensel olanın idrakine ulaştığı sonucu çıkmaktadır. Böylelikle sembol
sayesinde ferdi tecrübe “uyandırılmakta” ve manevi bir fiile
dönüştürülmektedir. Bir sembolü “yaşamak” ve onun muhtevasını doğru bir açığa
çıkarmak demek, kendini ruha ona açmak ve nihai amaç evrensel olana giriş
demektir.[11]
Çeşitli çevreye sahip semboller,
sahip oldukları özel bir güçle insanları ifade ettiği tasavvuru
gerçekleştirmeye yönetir. Örneğin, üzerinde haç işaretini taşıyan bir
Hıristiyan, haç işaretini çıkardığında bunun İsa’nın çekmiş olduğu acı ve
kefareti hatırlatmaktadır. Bu da sembolün insan üzerinde yapmış olduğu etkinin
bir fonksiyonudur.[12]
Ortaçağ’da büyük kilise ve
katedrallerin ihtişamlı, hayret verici şekilleri, yapılan mimarilerde yalnızca
dinî sembollerin kullanılması ve bu sembollerin etkisi sonucu ortaya çıkmıştır.
Dönemin ustaları Hıristiyanlığın teslise dair dinsel inançlarına dayanarak
kiliseleri, üçlüğün ve başka derin manalar içeren şekillerin ahenkli
kompozisyonları üzerine bina etmişlerdir. Teslis de bir semboldür ve burada
onun faal ve şekil verici fonksiyonu göze çarpmaktadır.[13]
Toplum içerisinde bir anlaşma
olduğu için sembollerin anlamı üzerine ortak bir “anlama” sağlanır. Bu anlama
iki şekilde olup; kişi tarafından anlaşılıp ona göre hareket edildiği zaman
buna davranış denir. Kişiler kendi aralarındaki ilişkilere ortak bir şekil
kazandırdıkları zaman da buna kültür denir. Mesela; dil, bayrak, hilal gibi
semboller kültür bakımından anlamlı şekillerdir.[14] Tarihsel süreç içerisinde
genel olarak semboller çok fazla değişikliğe uğramamaktadır. Her yeni dönem
kendisine özgü koşullarla sembollere, onların değerine ilişkin bazı katkılarda
bulunmaktadır. Fakat sembollerin fonksiyonu eskinin formlarına fazlaca müdahale
edilmeden kalabilmektedir.[15] Yani eskiden
kullanılan bir sembol, tarihsel süreç içerisinde farklı formlarda ortaya çıksa
bile eski temsiliyetine çok fazla müdahale edilmeden kalabilmektedir.
Semboller, toplumun kültürel
yapısının devam etmesinde önemli bir rol üstlenmektedir. Din, kültürün en
önemli dayanağı olması nedeniyle; onun ifade ettiği anlam, diğer toplumlar
üzerindeki etkileşimi kültürel bir sistem olarak değerlendirilmelidir. Çünkü
din, sembolik ifade biçimiyle inananları motive eder ve toplumsal gerçeklik
alanında sembollerle belirginleşir.[16] E. Cassirer insanı, “sembol
yapan hayvan” olarak tanımlamıştır. Bu bakımdan sembolik ifade kullanımının
dinde yeri büyüktür.[17] Fakat
sembolün dünyevi anlamı ve toplumlar üzerindeki anlaşılma biçimleri yoruma
bağlı olarak farklılaşabilmektedir. Dinin sembolik olarak ifade ettiği kuralla
ilgili yorumların yanı sıra toplumun üyeleri tarafından zamanla kutsallık
atfettiği herhangi bir eşya, davranış vb. dini anlam kazanarak dinin kutsal
sembolik değeri olarak algılanabilmektedir.[18] Öyle anlaşılıyor ki, bir
sembolün dinî olup olmadığı, onun fonksiyonuna ve kullanılışına bağlıdır.[19]
İnsanlar semboller sayesinde ortak
bir dil oluşturmaktadır. Gerçekte nesneler dünyasına sembollerin penceresinden
baktığımızda düşüncemize yeni ufuklar açmakta, gerçek akış noktası çok aşkın
bir yerde olan bir hakikati gözler önüne sererek, düşüncemizin hâkimiyet alanı
dışında kalan gizli ve örtülü olan bir şeyi his ve idrak alanımıza
indirgemektedir. Ayrıca semboller manevi bir dünyaya bizi yöneltir. Bunu
yapabilmeleri içinde daima diri kalmaları yani sembolün manevi dünyanın duygu
boyutunu dile getirebilecek en iyi bir şekle sahip olmasına, mânevî ve tarihî
açıdan da mânâ çerçevesinin dolu olmasına bağlıdır. Bu özelliklere sahip
olmayan semboller sadece anlamı olmayan boş bir şekil veya işaret olarak kalır.[20]
Sembol ve İşaret Arasındaki Fark
İngilizcede
“sign” kelimesi, Türkçeye “işaret”, alamet, im, nişan, belirti, iz, remiz,
gösterge olarak çevrilmektedir. Buna göre işaret, bir başka şeyi gösteren, bir
şeyi anlatan, dile getiren şey; algılandığında belli bir şeyin tasavvurunu,
bizde uyandıran şeydir.[21]
Ancak işaret ve sembol kavramları aynı anlamı çağrıştırmamakla
birlikte birinin diğerinin yerine kullanılması da doğru değildir. İşarette,
işaretle işaret ettiği şey arasında bir ilişki vardır. Sembolde ise bir
belirsizlik, çok anlamlılık ve yönlülük ilişkisinden söz edilebilir.
Anlaşılacağı üzere sembolün gönderme yaptığı şeyler üzerinde doğrudan bir
ilişki yoktur. İşarette ise sembolün tam tersidir.
Sembol ve işaretin birbirinden ayrıldıkları nokta şudur:
İşaretler, işaret ettikleri şeyin gücüne, geçekliğine ve herhangi bir parçasına
katılmazlar. Semboller ise sembolize ettikleri şeyle aynı olmamalarına rağmen,
onun gücüne, gerçekliğine ve anlamına katılırlar. Sembolize edilen gerçekliğe
katılma sembolü tanımlamakta; yöneltilen gerçekliğe katılmama ise işareti
tanımlamaktadır. Bu durum sembol ve işaret arasındaki ayrıldıkları noktayı
açıklamaktadır.[22]
Sembolün en köklü karakteri kendisinden öte bir şeye
gönderme yapmasıdır. Sembolle işaret arasında ortak nokta da budur. Bir şeyin
başka bir şeyi göstermesi anlamında her sembolün bir işaret olduğu
söylenebilir. Ama her işaretin bir sembol olduğu söylenemez.[23]
E. Cassier’in deyişiyle, işaret fizik âleminin bir
parçasıdır. Sembol ise mananın beşeri anlamın bir parçasıdır.[24] Yani işaret,
fiziksel varlık boyutuyla sınırlı ve fiziksel dünya içinde kalarak kendini
gösterir. Sembol ise fiziksel varlık alanından yola çıkarak metafizik âlemde
güç kazanır. Dolayısıyla sembolün bir ucu fiziksel âlemin ötesinde, bir ucu da
fiziksel âlemin sınırları içerisindedir.[25]
Sembol ve işaret için söylenebilecek bir diğer bakış açısı;
her ikisinin de bir noktada aynı temsiliyet alana ait olmalarıdır. Fakat
işaretin mahiyeti sembole göre daha alt seviyededir ve ondan daha açık, yalın
bir göstergedir. Her ikisi uzlaşımsal ve yönlendirici fonksiyona sahip olsa da,
işaret sembolden farklı olarak emredici ve normatiftir. Çünkü işaret toplum
içinde belirli bir durumu, akışı yönlendirir.[26] Mesela; Bir yayanın
trafikte yeşil ışık yandığında karşıdan karşıya geçmesidir. Trafikteki yeşil
ışık “işareti” geçilmesi gerektiğini gösterir. Burada “Yeşil ışık” ve “geçme”
arasında kurulan ilişki yönlendiricidir. Yani işaret anlamını toplumsal anlaşma
yoluyla elde eder. Dolayısıyla çeşitli maksat ve anlaşmaya uygun düşecek
şekilde değiştirilebilir.
Sembol keyfi olarak ortaya çıkmadığı gibi değiştirilebilen,
üretilebilen veya ortadan kaldırılabilen bir yapıda değildir. Zaman içinde
kültüre bağlı olarak ortaya çıkar, zamanı dolduğunda da yerini başka sembole
bırakır.[27] “Yani canlı
birer varlık gibi şartlar kendileri için olgunlaştığı zaman doğar, büyür ve
ölürler.”[28] Ayrıca
sembolün içeriği sembolize edilen konu başka formlarda kendisini yeniden
gösterir. Burada değişen sadece form olup içerik değişmez.[29]
Semboller gösterdiği şeyin bir
parçasıdır. Bu durum sembollere bilinç ile bilinçsizlik hali arasında bir köprü
kurma niteliği kazandırır. Çünkü sembol bilinç dışı nedenleri açığa vurarak
onların doğasına katılır. İşaret ise, gösterdikleri şeyden ayrı dururlar.[30] Mesela; yol boyunca sıralanmış
tabelalar, sürücülere gitmek istedikleri yeri işaret ederler. Bu işaretler
yolun kıyısında durur. Onlar, ne yoldur ne de yolun bir parçasıdırlar. Yol
işaretler olmasa da yol olmaya devam eder. Yol, yine de istenilen yere gitme
görevini görür. Yani işaret burada işaret ettiği şeyden ayrıdır.
Dinî semboller, dinî eylemler ve dinî duygularla ilgilidir.
Bu sembolleri insanlar dinî gelenekten, dini duygu ve düşüncelerini yansıttığı
hayatlarından çıkan ibadet maksadıyla kullanırlar. Yani dinî sembol
dokunulabilir, insanî ve günlük şeylerin ötesine işaret eder.[31]
Semboller çağrışım yaptığı şeyi biçimlendirip
belirginleştirerek, verilmek istenen mesajları anlaşılır kılar. Dinî sembolden
kastettiği şey ise Tanrı’yı algılama, anlama ve dile getirip ifade etme
düşüncesidir. Dinî semboller, insanların yaşamlarında karşılaştıkları bazı
olayları tek bir kalıba sokma yerine, geniş yorumunu yapma fırsatı sunmaktadır.
Ayrıca karşılaştığı durumları hatırlamasını sağlamaktadır.
Tanrılığın doğası, Tanrı’nın beşeri düzleme inmesine izin
vermediğinden, aracılık işini yapacak olan sembollerdir. Dolayısıyla semboller,
Tanrı’nın emirlerini ulaştıran duyusal ve imgesel işaretlerdir. Somut olmakla
insan tarafından algılanabilmektedir. Böylece, Tanrı’nın aşkınlığına halel
getirmeden Tanrı ile insanlar arasında bir köprü işlevi görürler.[32]
Semboller dinlerin varlığını sürdürmesinde aracılık
görevini üstlenirler. Tanrı’nın varlığını temsil etmekle birlikte Tanrı’nın
mesajlarının daha kolay algılanmasını sağlamaktadırlar. Dini semboller, insanın
Tanrı karşısında duygusunu, düşüncesini ve itaatini çağrıştırdığı için onların
inançlarına güç katmaktadır. Bu sayede tüm ilgiyi Tanrı’ya yönelten insan,
onunla kurulan bağları dini sembol aracılığıyla pratiğe döker. İbadetlerde
kullanılan dini semboller duygu ve düşünceleri eyleme çevirmekle kalmayıp
Tanrı’ya duyulan sonsuz saygıyı dile getirir. Kısacası; aşkın olan varlığa
karşı insanda saygı, sevgi ve itaati hatırlatan herhangi bir şey dinî sembol
olarak kabul edilir.
Semboller insan hayatında önemli bir değere sahiptir. Bir
sembolün dini önemi ise insanın onunla kurduğu ilişki ve bağdaştırdığı anlama
bağlıdır. Sembol, birey için, hayatında üstün öneme sahip realiteye saygı
duymasını sağladığı ölçüde dini bir öneme sahiptir. Bu nedenle sembol birey
için dini bir sembol niteliği kazanır. Dinî sembollerin bir diğer özelliği
basit bir haberleşme aracı olmamalarıdır. Onların akli ve hissi taraflarının
yanı sıra duygu yüklüdürler. Ayrıca dinî sembollerde kâmil olmaya yönelik bir
düşüncede vardır.[33]
Guenon, her ayin’in bütünüyle semboller sisteminden
oluştuğunu belirtir. Öyle ki, ayinler sadece kullanılmış olan nesneleri,
figürleri kapsamaz. Yapılan jest ve sözleri de kapsayarak ayinin bütün
unsurlarını kapsar. Dolayısıyla bu unsurlar mahiyeti itibariyle sembol değeri
taşımaktadır. Ona göre ayin, eylem haline konulmuş, hareket haline geçmiş
sembollerdir.[34] Sembolizm
varlıkların ve nesnelerin tabiatında bir temele sahiptir ve bu tabiatın
kanunlarıyla iyi bir uyum içerisindedir. Söz konusu bu tabiat ilahi iradenin
bir ifadesi ve tezahürüdür. Guenon tabiata, tabiatüstü hakikatlerin yani diğer
bir deyişle etimolojik olarak “metafizik” hakikatlerin bilgisine bizi
yükseltecek bir destek olarak bakıldığında, ancak o zaman gerçek anlamını kazandığını
belirtmektedir.[35] Ona göre,
sembolizmin temel fonksiyonu insanı tabiatüstü ya da
metafizik hakikatlerin bilgisine ulaştırmaktır.
Dinler varlığını semboller aracılığıyla devam ettirebilir.
Tanrı’nın insandaki tezahürünü yansıtması nedeniyle insanların, değerlere sahip
çıkma bilinci ve tecrübelerini ifade etmesi semboller aracılığıyla
gerçekleşmektedir. Dinlerin sembollere anlam katma anlayışı, insanların dünya
ve varlığı üzerine düşünmesinin sonucunda somut bir şekilde yansıtmasına imkân
vermektedir. Metafiziksel konulara sembollerin anlaşılması noktasında farklı
bir bakış açısı sunarak kavramsal bir değerlendirme fikrini geliştirmiştir.
Dinî semboller, doğrudan tecrübe alanında açıklığı olmayan
gerçeklikleri veya dünyanın kendine özgü yapısını açıklamayı hedeflemektedir.
Hayatın yapısına atıfta bulunan dini semboller, günlük hayatımızda
karşılaştığımız tecrübeden daha derin ve daha esrarengiz olan hayata bakışa
imkân vermektedir. Dinî semboller, özellikle hayatın ifade edilemeyen yönünü ve
aynı zamanda insan hayatının inanç boyutunu ortaya koymaktadır.[36] Dolayısıyla
soyut kavramlar ve anlaması, anlaşılması güç olan karmaşık kalıplar söz konusu
olduğunda sembolik dilin kullanılması da kaçınılmazdır. Çünkü Tanrı’ya karşı
takınılan tavır, yöneliş ve tapınmalar sembolik karakterdedir. Bu nedenle dini
sembollerin ifade biçimi insanı daha üst seviyede, tabiatüstü veya yaşama bağlı
olan ilahi güçlerle temas ettirebilmektedir.[37]
Dinî sembolizmi iki ana başlık altında ele alabiliriz.
Bunlardan ilkinde semboller, insanın Tanrı’yla karşılaşma anını, bir başka
deyişle ibadetler ve ayinler sırasında yaşadığı yoğun duyguları ifade ermekte
kullanılır. Diğeri ise Tanrı’yı anlama ve dile getirmedir.[38] Böylece hakikat, sözün
dışındaki araçlarla, gizli yol, ritüel ve simgelerle devam ettirilir.[39]
Dinî sembolizm insanın hayatında önemli gördüğü şeyi
yansıtır. Dinî sembolizm, özellikle dini sözcükleri, dilin kullanımı, ikonları,
görünür işleri ve ayin çeşitlerini içerir. Tanrı’nın mahiyeti itibariyle
kendisine karşı yapılan ayin ve ibadetleri doğrudan kuru ve yalın bir dille
ifade etmek imkânsızdır. Bu nedenle sembolik dilin kullanımı, semboller sistemi
olan sembolizmin dinî şeklini oluşturur.[40] Dinî sembolizmde,
sembolle sembolize edinilen şey ile arasındaki ilişki “çağrışım”dır. Yani dinî
sembolizm yaşantı ve tecrübe anlamına gelmemektedir. Dinî yaşantıyı
çağrıştırmaktadır. Başka bir ifadeyle dinî sembolizmle anlatılmak istenen şey
nasıl bir tecrübe yaşadığımız ya da tecrübenin muhtevası değil, tecrübenin
dışında kalan şeyler hakkında bilgi vermektir.[41]
Dinî semboller, diğer sembollerin yaptığı aynı şeyi yani
gizli kalan, hiçbir şekilde açılamayan, bir gerçeklik seviyesini açma işlemini
yapmaktadır. Yani o bizatihi varlık seviyesi veya varlığın nihaî gücüdür. Böylece
insanın ruhundaki gerçekliğin derinlik boyutunu açmaktadır. Dinî sembol ile bir
başka dikkat çekici nokta ise asıl işlevlerini yerine getiremeyen sembollerin
ölmesidir. Bunun aksine yeni semboller doğuyorsa da onlar varlığın nihai
temeli/ kutsal ile olan farklı ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Nihaî
gerçekliğin/hakikatin boyutu, Kutsal’ın boyutudur. Bu şekilde dinî sembolleri
kutsalın sembolü olduğunu söyleyebiliriz.[42]
Dinin hem kutsallık hem de kutsal-dışı (profan) olarak iki
yönü vardır. Dindeki bu iki yönü, dinî semboller hakkında söylenenlerden de
çıkarabiliriz. Sembollerin işaret ettikleri şeye katıldıklarını yukarıda ifade
etmiştik. Dinî semboller de işaret ettikleri şeye katılır, yer değiştirir ve
onlarda insan zihninde nihaî olma eğilimi daima vardır. Böyle olduklarında ise
dinî semboller putlaşırlar. Zaten putperestler kutsalın sembollerini
mutlaklaştırmalarından dolayı kutsalla bizzat aynileşmişlerdir. Mesela; kutsal
bir kişinin Tanrı haline gelmesi gibi dinî sembollerin ritüellerde özel bir
durumu yansıtması için kullanılmasına rağmen, bazen o durumun aksini temsil
eden (kutsal-dışı) koşulsuz bir geçerlilik kazanırlar. Bu bağlamda dinin,
kutsal kitaplarda, kutsal ritüellerde, doktrinlerde ve ayinsel etkinliklerinde
“şeytanîleşme” denilen tehlikeyle karşılaşabiliriz. Dolayısıyla onlar, kutsalın
bizzat şartsız ve nihaî karakterine yükseldiği zaman şeytanileşmektedirler.[43]
Dinî hayatta sembollerin kullanılmasının kısıtlanması,
reddedilmesi ya da Tanrı’yı sembollerle ifade edişin yasaklanması dinî yaşama
bir hizmeti yoktur. En yüksek gerçekliğin kabul edilmesi, fiziksel dünya ile
ondan daha yüksek gerçeklik arasındaki ayrımıdır. Yapılan bu ayrım tüm dini
sembollerin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Çünkü bazı semboller olmadan
ne insan hayatının ne de fiziksel dünyanın bir yorumu yapılabilir.[44] Mesela,
cennet tasviri yapılırken, dünyevî sembollerin kullanılmasında ve onlardan
faydalanmasında bir sakınca yoktur. Eğer öyle olsaydı, Kur’an’da cennet tasviri
yapılırken, “altından ırmaklar akan, içerisinde köşkler ve konaklar olan,
içinden bal ve şerbet akan”[45] vb. tabirler
kullanılmazdı. Bu gibi sembolik anlatımların kullanılmasındaki maksat
insanların bildikleri şeylerden hareket ederek sembolün tabiatının daha iyi
anlaşılması ve yorumlanmasını sağlamak gayesiyledir.[46]
Guenon’a göre, her gerçek sembol, kendisinde birden fazla
anlam barındırmaktadır. Bu anlamların farkına varılabilmesi/görülebilmesi
entelektüel bakış açısına sahip olunması ile yakından bağlantılıdır.
Sembollerin birbirlerinden farklı coğrafya ve dönemlerdeki geleneksel
toplumlardaki temsiliyetleri ortaktır. Fakat bu teslimiyetler birbirlerinden
alınmayıp, başlangıcı ilk gelenek olan “aslî geleneğe” aittir.[47] Guenon göre
gelenek, ilahi kökenli olup tekdir, vahiy ile bağlantılı ve tabiatı itibariyle
de metafiziktir.[48] Aslî
gelenek, Hz Âdem’den Hz Peygamber’e kadar insanlık tarihi boyunca her resul ve
nebinin muhatap kılındığı vahiyde içerilen tüm emir, nas, doktrin, nehiy, bilgi
vb. tüm sahih prensiplerin ayırt edilmeden miras kamıştır. İnsanlık tarihi
boyunca nazil olan tüm vahiyleri ve her vahiyde mesajın yenilenmesiyle
varlığını sürdürmüş hakikatin bilgisinin ifadesidir.[49] Aslî gelenek ne alışkanlık,
düşünce kalıbı ne de adettir. O, yaşayan bir varlık gibi iz bırakmakta fakat bu
ize indirgenmemektedir.[50]
Her geleneksel öğretide amaç ve doktrin aynıdır. Fakat her
ne kadar nihai amaç bir olsa da öğretilerde bu amaca giden yollar çeşitlidir.
Mesela; İslam geleneğinde tarikatların, Hindu geleneğinde yogaların
çeşitliliğinin aslında bir ve aynı yolun farklı kollarıdır.[51] Söz konusu edilen “Tanrı ve
ebedî hakikat olan dinlerin kaynağı birdir.”[52] Yine Guenon’a göre, saf
metafizik ne Hıristiyan ne pagan, ne de Yahudi’dir. O, evrenseldir. Bu yüzden
sembollerin hangi dinden olduğu önemli değildir. Önemli olan sembollerdeki
görünürdeki farklılıklarının da ötesinde var olan asıl doktrinal birliktir.[53] Dolayısıyla
sembollerin alanının “ebedî, değişmez ve külli ilkelerin alanıdır”[54] diyebiliriz.
Bu alan sadece bugünle sınırlı olmayıp, tüm zaman ve mekâna sınırlı bütün koşulların
ötesinde ve dışındadır. Yine aynı şekilde sadece bir coğrafya’ya ait değildir.[55] Anlaşılıyor
ki, semboller farklı coğrafya ya da toplumlara bağlı olarak farklı şekillerde
temsil edilseler bile Aslî geleneğin söz konusu olduğu her yerde öz/esas itibariyle
temsiliyetleri aynıdır. Ayrıca semboller içerisinde birden fazla anlam/mana
barındırabilmektedir.
Semboller sahip oldukları bu anlam çeşitliliği nedeniyle
birbirlerini asla dışlamaz ve çelişmezler. Aralarındaki farklı anlamlar
gerçekte birbirlerini tamamlar mahiyettedir. Guenon sembollerin insanî
şartların oluşturduğu ya da herkesin keyfine göre şekil verdiği bir tasavvur
olmadığını onun bir bilimin konusu olup alanının da diğer kategorilerden farklı
olarak “metafizik alan” olduğunu belirtmektedir. Semboller birbirlerinden
farklı coğrafya ve dönemlerdeki toplumlarda temsiliyetleri ortaktır ve bu temsiliyet
birbirlerinden alınmayıp zamanla var olmuş olsalar bile kökeni aynı kaynaktan
gelmedir. Sembollerin temsiliyetinin doğrudan aidiyetinin bağlandığı bu kaynak
“Aslî Gelenek”tir. Aslî gelenek ilahi kökenli olup vahiy ile bağlantılıdır.
Dinî semboller, Asli gelenek vasıtasıyla geçmişten günümüze aktarılmaktadır. Bu
nedenle farklı toplumlar ve geleneklerde farklı form, şekil ve biçimlere
bürünseler de aynı hakikati temsil etmektedirler. Guenon sembollere yansıyan
formsal değişikler nedeniyle Aslî gelenekten kopmadan varlıklarını
sürdürmelerini önemsemektedir. Çünkü geleneksel bağlarını koparmış ve aslî
geleneği koruyamamış olan medeniyetlerin sembollerdeki hakikatin bilgisini
anlayamayacaklarını düşünmektedir. Dolayısıyla sembollerdeki tek ve aynı olan
hakikatin birliğinin sürdürülebilmesi aslî geleneğe bağlı kalmakla mümkündür.
Genel bir ifadeyle Tillich; teolojinin konusunun Tanrı’nın
kendisinin değil de, Tanrı’nın bizde olan tezahürüdür. Bu tezahürün ifade
ediliş biçiminin de dinî sembollerdir. Bu bağlamda sembollerde her dinin
içeriği, her dinî tecrübenin ve teolojinin temeli Tanrı-insan karşılaşması
olarak ifade edilmiştir.[56]
Sembolle dair yaptığımız tüm bu kavramsal çerçeveden sonra
Guenon’da dinî sembolizmi nelerdir, bunların ne gibi anlam taşıdığı ve neyi
sembolize ettiğine dair onun görüşleri üzerinde durabiliriz.
RENE GUENON’DA TANRI İLE İLGİLİ SEMBOLLER
Hayatı sembolize eden sayılar, yüklenen anlamların yanı
sıra gizli manalar, mistik ve metafizik bir rolde üstlenmişlerdir. Deney,
gözlem ve birikim sonucunda elde edilen bilgiler sayıların, rastlantısal ya da
gelişigüzel simge olmadığını göstermiştir. Bu nedenle farklı kültürlerin ortak
ya da benzeri anlamlar yüklenmesi sayıların, sembolik ve metafizik gücünü
ortaya çıkarmıştır.
Guenon’a göre, sıfır bir sayı değildir. Sıfır niceliğin
yokluğunu temsil ve işaret etmek için kullanılır.[57] Niceliğin olmayışını temsil
ettiği müddetçe sıfır, kendi düzeninde zuhûr etmeme imkânına sahip olan fizik
“Varlık Ötesi”nin bir sembolüdür.[58] Bu yüzden
varlık bir’dir ve birlik, sıfır’ın olumlaması olarak belirir. Metafiziksel
Sıfır, birliğin ilkesini içermektedir.[59] Yani bir sayısından önce başka
bir sayı gelmemektedir. Kendisinden önce gelen sıfır hiçliği, yokluğu temsil
etmektedir. Birde hiçliği takip etmektedir. Tüm sayılarda birden türemektedir.
Böylece bir’in yaratıcılık işlevi ortaya çıkmaktadır.
Bir sayısı tüm sayıları içerisinde barındıran bir niteliğe
sahiptir. Bir sayısı, hem tek’tir, hem de ilk’tir, Tanrı gibi yaratıcıdır.
Buradaki bir sayısı, Tanrı’yı sembolize etmektedir. Bu sayı prensibi temsil
ettiği için evrendeki her şeyin kaynağı, hareket noktası ve varoluşun
merkezidir.[60] Bir sayısı,
her sayıya nüfuz etmiştir. Bu sayının zıddı yoktur. İlâhiliğin en ideal
sembolüdür, değişmezdir.[61] Ayrıca
Guenon’a göre, bir tüm sayıların oluşum sebebi ve belirsiz çokluğun başladığı
nokta olması itibariyle varlığın zuhur etme imkânını sembolize etmektedir.[62]
İki sayısı birbirinin tam karşıtı olan biçimleri sembolize
eder. Ters/yüz, yer/gök, eril/dişil, gece/gündüz, iç/dış, aşağı/yukarı vb.
ikilikler gibi. Yani prensipler arasındaki çekişmeleri yansıttığı için zıtlıklar
ve uyuşmazlık hallerindeki iki unsuru gösterir.[63] Bu dualiteyi, karşıtlığı
simgelediği kadar kutsal birlikteliği de ifade eder.[64]Ayrıca sayı ve ölçünün ortaya
çıkması iki sayısının ortaya çıkmasıyla başlamıştır.[65]
Üç sayısı, Tanrı’da, insanda ve evrende var olan bir düzeni
ifade etmektedir.[66] İnsanı
oluşturan akıl, madde ve ruh olduğu gibi, onun yaşamı sürecince geçirdiği
doğum, yaşam ve ölüm ilişkisini ifade etmektedir.[67] İslam, Hıristiyanlıktaki
teslis yani Üçlü-Tanrıcılık anlayışınla mücadele etmiş ancak üç boyutlu bir
dünyada yaşama nedeniyle de Hıristiyanlık inancına sahip olanlarda teslis
düşüncesi köklü bir biçimde yerleşmiştir. Bu bakımdan mesela; kapı çalarken,
belli soruları ya da nezaket sorularını yinelerken, adet ve geleneklerin yanı
sıra kayda değer nitelikte üçlüler halinde gruplanmış kavramlarla karşılaşmamız
şaşırtıcı değildir.[68] Üçlü
simgeciliğin bir başka yanı kutsal birleşme ve doğan çocuktur. Baba-anne ve
çocuk bir üçlemedir. Beden-can ve ruh da bir başka üçleme olarak
gösterilebilir.[69]
Dört sayısı, tarih öncesi çağlarda sağlamlık ve duyarlılık
gösteren bir sembol olarak kullanılmıştır. Mesela; dört elle sarılmak. Ayrıca
dört sayısına canlı ve cansız varlıklardan örnek verilirse; dört mevsim, dört
temel yön (doğu, batı, kuzey, güney), ayın dört evresi, dünyayı yaratan dört
temel eleman (toprak, hava, su, ateş), insan yaşamının dört evresi (çocukluk,
gençlik, olgunluk, ihtiyarlık), haç’ın dört kolu, İslam tarihinde bahsedilen
dört halife, dört büyük melek, dört İncil yazarı, Kudüs’ün dört duvarı gibi.[70] Maddi
düzenin sayısı olan dört, dünyada bilinen ilk düzenle ayrılmaz bir şekilde
bağlantılı ve çok yönlülüğü nedeniyle sabit formlar biçiminde düzenlenmesiyle,
doğadan uygarlığa doğru bir değişime işaret etmektedir.[71]
Beş sayısı, insan yaşamıyla ve beş duyuyla bağlantılıdır. 2
dişil, 3 eril’in bölünmez bütünlüğü olarak beş, saf matematik nedeniylede erkek
ve kadının birlikteliğini ifade eden bir sayıdır.[72] İnsanı sembolize ettiğini
ileri süren görüşe göre beş, insan kolları açık yatmış durumda düzgün bir kare
içerisine yerleştirmişlerdir. Birleşme noktası göğüsün ortasında bulunan enine
ve dikine çizilen eksenler kare içinde haç’ı oluşturmaktadır. Kare şekil olarak
Dünya’nın küresini sembolize etmektedir. Düşüncenin temelinde insan, dünya
içinde bir haç, dünyada insan için haç’tır anlayışı yatmaktadır.[73] İslam’da 5
sayısı, “Allah” sözcüğünün beşinci ve en temel harfi olan h’nin sayısal
değeridir. Fakat beş iman ve amelde daha çok ortaya çıkmaktadır. Mesela;
İslam’ın beş şartı, beş vakit namaz, ûlû’l-azm şeriat getiren peygamberler
gibi. [74]
Altı sayısı, grafik sembolizmde altıgen ve altı köşeli
yıldızı işaret etmektedir. Hz Süleyman’ın mührü ve Davut’un kalkanı buna örnek
verilebilir.[75] Tanrı
dünyayı altı günde yaratmıştır.[76] Kitâb-ı
Mukaddes yorumcusu Maurus’un deyişiyle; “altı sayısı Tanrı dünyayı yarattığı
için mükemmel değildir; altı sayısı mükemmel olduğu için Tanrı dünyayı altı
günde yaratmıştır.”Yani altı sayısı, yaratılmış Dünya’nın en mükemmel
sayısıdır.[77]
Yedi sayısı, dinsel geleneklerde önemli bir yere sahiptir.
Kâbe’nin etrafını yedi kez tavaf etmek, Sefa ve Merve tepelerinde yedi say
yapılıp, Mina’da yedi taş kullanılarak şeytan taşlamak İslam’daki
uygulamalardır. Mistik geleneklerde yaygın olan, Tasavvuf yolundaki yedi makam
veya yedi vadi dünyanın pek çok yerinde bilinen tipik örnektir.[78] Sayısal
yorumda manevi üç ve maddi dört sayılarının birleşimidir ve en mükemmel hayat
yoluna işaret etmektedir.[79]
Sekiz sayısı, matematiksel yorumunun yanı sıra Antikitede
şans getiren, uğurlu sayı olarak bilinir.[80] İslam inancına göre sekiz
cennet, yedi cehennem vardır. Nedeni ise; Allah’ın merhametinin gazabından
büyük olmasıdır. Yahudiliğe göre sekiz sayısı saflaşmayı, arınmayı ifade
etmektedir. Ayrıca vücudun sekiz günde toprağa karışmaya başladığına inanılır.[81] Budizm de
ise sekiz yapraklı lotus çiçeği, şans, güzellik ve sonsuz mutluluğu temsil
etmektedir.[82]
Dokuz sayısı, büyütülmüş kutsal üç.[83] Mitolojideki yeri varlığına
inanılan gök, yeryüzü ve yeraltı dünyasının tamamını sembolize eden bir
sayıdır. Mason sembolizmine göre ise grafik olarak aşağıya doğru maddesel
filizlenmeyi, yukarıya doğruda ruhani filizlenmeyi simgelemektedir. Doğum olayı
için dokuz sayısını değerlendirirsek, yedinci aydan itibaren aşağı yukarı
şekillenmiş olan cenin (fetüs) tam anlamıyla belirgin hale gelmesi için gerekli
olan sürenin karşılığı olduğunu görürüz. Fetüsün rahimdeki pozisyonunun da
dokuz rakamına benzediği söylenilebilir.[84]
On sayısı, tamlığın ve mükemmelliğin[85] sembolü olması nedeniyle
“İnsan-ı kâmil’i” ifade etmektedir. Bir ile sıfırın yan yana gelmesiyle oluşur,
teklik ve hiçliğin ahengini sembolize eder.[86] Çocuğun dokuz ay on günde
doğması, bu sayının bir devrin bitip yeni bir dönemin başlamasını kanıtlayan en
iyi örnektir. Tanrı’nın Hz Musa’ya gönderdiği emirlerin sayısı on’dur.[87]
Sayı sembolizmi hakkında yazılacak çok şey vardır. Sembolik
yönü ağır basan ilk on sayının, ezoterizmin derin, içinden çıkılması çok güç
yapısında ayrıntıya girmeden sayı sembolizminin genel olarak konumuzla alakalı
yönlerini ele almaya çalıştık. Sayı sembolizmini genel olarak ele almamızın
sebebi, Guenon düşüncesine göre her gelenekte sayı
sembolizmini anlama ve yorumlamada farklılıklar olabileceği gibi ortak yönler
ve benzerlikleri ortaya koymaya çalışmasıdır. Guenon da gerek Hint ve Uzak-doğu
gelenekleri gerekse Hıristiyanlık, İslam ve İbranî gelenekleri üzerinde yapmış
olduğu ezoterik çalışmalar sonucunda sayıların kazandığı anlamlar ve
kullanımları üzerinde durmaktadır. Bu nedenle Guenon’un sayılara atfettiği
önemin altında sayıların bu genel bakış açısının yeri ve önemi büyüktür.
Sayıların
Oluşturulmasına Dair Belirlemeler
Guenon, Batı geleneğinin, üçlü tezahürün (Teslis)
ötesindeki (birlik) varlığa ulaşmak için çaba gösterdiğini fakat evrensel ikili
(var-olan, var-olmayan) tezahür üzerinde düşünmediğini ifade etmektedir.
Batı’nın teogonilerinde“başlangıçta, her şeyden önce, Birlik vardı”
denilmektedir. Doğu ve Uzak-Doğu geleneklerinin ise varlığın ötesinde
varlık-olmayanın bulunduğunu bildiklerini ifade etmektedir. Dolayısıyla
varlık-olmayan hiçlik değildir. Mutlak Varlık, Varlık-olmayan ve varlık- olanın
başka bir ifadeye tezahür etmemiş olan ile tezahür etmiş olanın ortak
ifadesidir. Bu nedenle teogonilerinde “Başlangıçta, temel Birlik’ten önce Sıfır
vardı” anlayışı bulunmaktadır. Kabalaya göre, Mutlak Varlık, karanlıklar içinde
tezahür eden hiç tükenmeyen ışık, nûrani bir nokta üzerine oluşmaktadır.
Metafizik alandaki bu nokta hiçbir şey olmayan bir bütünü oluşturan bu hiçlik, “Varlık-Olmayan”ın
yapısındaki “Varlık”tır. Bu Nûrani Nokta “Birlik” (vahdet)’tir.[88]
Birlik, Varlığın sınırsız sayıdaki tezahürlerinin kaynağını
alacakları merkez haline gelmek üzere kendisiyle bağlantı kurulduğunda Sıfır
(tezahürsüzlük hali) ile birleşir. Burada Onlu (10 sayısı kadim birliğin
eksiksiz gelişimi olan tam sayı’dır) oluşur. Sıfır çember (daire) şeklinde
gösterilmektedir. Birliğin etkisiyle oluşan her tezahür çemberin bir ışınıdır
ve noktaları sınır belirsiz sayıdadır. Çember sadece tezahürün sınırını ve
Mutlak Varlığın, Varlık-Olmayandaki alanın sınırını belirlemektedir. Bu nedenle
oluşmuş olan sıfırdır. Birlik sınırı belirsiz sıfırın tezahürüyle Onlu’daki
gelişimini tamamlar. Dolayısıyla tüm sayılar Mutlak Varlığın tezahürü sonucunda
oluşmasıyla ilk Birlikten itibaren oluşumu Onlunun içerisindedirler.[89]
Guenon bütün sayıların birlikten çiftler halinde oluştuğunu
ifade etmektedir. Ortaya çıkan sayı çiftlerinin birbirlerine zıt olarak kabul
edilmesinin yanlış olduğunu birbirlerinin tamamlayıcısı niteliğinde
(etkin-edilgin, eril-dişi, olumlu-olumsuz) ikilik olarak kabul edilmesi
gerektiğini belirtmektedir. Bu iki ilke birliğin içinde var olmaktadırlar. Bu
ikilik onları içeren birlikle beraber üçlüyü oluştururlar. Ortaya çıkan bu üçlü
birliğin ilk tezahürüdür. Çünkü birden iki türediğinde kaçınılmaz olarak üçte
oluşmuş olmaktadır.[90] 1+2=3
şeklinde ifade edilebilir.
Guenon’a göre, Varlık-olmayanı, Mutlak varlık aracılığıyla
kavrayabiliriz. Varlık-birliği (varlığın birliği) de bizim idrakimizin
“Birlik’te” yarattığı farklılaşma veya kutuplaşma sonucu üçlü tezahür
aracılığıyla kavranabilir. Yani birlik, Üçlü- Birlik’tir ve birbirlerinden ayrı
değildir. Tüm tezahürlerin onların vasıtasıyla oluştuğu düşünülürse, iki ilkeyi
kendinde içerir olarak kavradığımız birliktir. Bu durum üçlü içinde yer
almaktadır. Üçlünün, üç ilkesinin bağımsız varoluşlara sahip olduğunu
düşündüğümüzde altı sayısı ortaya çıkmaktadır. Birliğin yansıması olan üçlünün
varlığı 1+2+3=6 şeklinde ifade edilebilir. Yani üçlünün üç öğesini birbirinden
ayırdığımızda ortaya çıkmaktadır.[91]
Guenon’a göre, Üçlüye birliğin tezahürü olarak baktığımızda
birliğinde varlık-olmayan olarak düşünmemiz gerekir. Mesela; üç tepesi, ilk üç
sayıya tekabül eden üçgenle simgelene Üçlünün gerekli olarak, ifade edilmeyen
ilk öğesinin sıfır olduğunu ve bunun dörtlüyü oluşturduğu varsayıldığı
söylenebilir. Dolayısıyla üçlüyle bağlantılı olan bu birlik, dörtlüyü ortaya
çıkarır. Böylece dörtlü içerisinde ilk öğe sıfır olarak düşünülür. İlk öğeden
sonra gelen birlik, ikinci öğede tezahürden birlik olur, diğer ikisi onun çifte
tezahürünü oluşturur. Üçlü öğe birbirinin tamamlayıcısı olan iki öğe ile
birleşerek zorunlu olarak dörtlüyü meydana getirir. Bu nedenle tüm geleneklerde
Birliğin İkiliği, İkiliğin Üçlüyü, Üçlüğünde bütün sayıları ortaya çıkarmış
olduğu ifade edilir. Birliğin dörtlüdeki açılımı ise, 1+2+3+4=10 şeklinde ifade
edilir.[92]
Guenon’a göre, yukarıda üçlüyü birliğin ilk tezahürünü
temsil eden sayı olarak ifade etmiştik. Dörtlüde onun tüm yaylımını temsil
etmektedir. Böylece birliğin dörtlü yayılımı, birliğe eklenerek beşliyi
oluşturmaktadır. Birlikten ayrı olarak kabul ettiğimiz her yeni sayı kadim
birliğe eklenerek diğer sayının doğuşuna yol açar. Bu durum on sayısına kadar
devam eder. Onlu’dan itibaren ise bir denge oluşacak şekilde sayılar dizisi
11=10+1, 12=10+2,
20=10+10 şeklinde yeniden
başlar. On Mutlak Varlığın tezahürünü ve birliğin tam
gelişimini temsil etmektedir. Dolayısıyla, On sayısına “çoğullukta
gerçekleştirilmiş birlik” olarak bakılmaktadır.[93]
Sonuç olarak; sayıların Birlikten
yola çıkılarak oluşması, varlığın tezahürünün sonucunda veya varlığın
kendisinden itibaren mantıksal dizimiyle gerçekleşmektedir. Sıfır’ı kadim
birliğe öncel ( sıfırı, birlikten önce gelen) olarak kabul ettiğimizde ise
Varlığın ötesine, Varlık-Olmayandan itibaren Mutlak varlığa doğru gidilmiş
olunmaktadır.[94]
Sembolik Sayılar
Guenon, Dante’nin “ilahi komedya” adlı eserinde önemli rol
oynayan sayıların sembolizminin üzerinde durmaktadır. Ona göre Profesör Rodolfo
Benini eserinde konuyla ilgili önemli tespitlerde bulunmuştur. Fakat konunun
içerdiği sonuçların tamamına ulaşamamıştır.[95] Guenon da bu sembolik sayıları
üzerinde yaptığı incelemeler sonuncunda ulaştığı önemli tespitlere yer
vermiştir.
9 ve 7; 22, 515 ve 666 sayıları
Benini’nin tespitine göre Dante’de sembolik değeri olan üç sayı çiftidir.[96] Bu bölümde
bahsettiğimiz üç sayı çiftini ele alarak Guenon’un tespitlerini ele almaya
çalışacağız.
Üç sayısı, Hıristiyanlığı Teslis (üçlem) ilkesini
belirttiği için Ortaçağ’da özel bir önem kazanmıştır. Bu sayı İlâhi komedya’da
da önemli bir işleve sahiptir. Çünkü yapıt tümüyle üçlüklerden ve üç ana
bölümden oluşur.[97]
Dokuz[98] sayısı ise,
doğrudan doğruya 3 sayısına bağlıdır. Çünkü 3’ün karesidir. Bu yüzden Guenon 9
sayısına “üç üçlü” demektedir. 9 sayısı, melekler hiyerarşisi yani semavi
hiyerarşinin sayısı olarak ifade edilmiştir. Ayrıca 9 sayısı, cehennemler
âleminin çemberinin de sayısıdır.[99] Dante’nin
tasarladığı cehennem, dibe doğru inildikçe daralan bir çukurdur. Bu çukur iç
içe 9 çemberden oluşur. Çemberlerin her birinde ayrı günah işlemiş olanlar
cezalandırılır.[100] Bu yüzden
Guenon semalar ile cehennemler arasında bir çeşit ters simetri olduğunu
belirtir.[101] Yani
Guenon 3 sayısı hakkında bilgi sahibi araştırmacının, hayal gücünü
zenginleştiren, düşünceyi ilgilendiren ve sosyal adalet hakkında doğru fikir
veren her şeyin ilk kaynağını bulabileceğini belirtmektedir.[102]
Yedi sayısına gelince Guenon, bu sayıyı Araf’ın taksiminde
görüldüğünü söylemektedir. O, bütün geleneklerde bu sayının kutsallığı
konusunda hemfikir olunduğunu belirmektedir. Birçok analojik ilişkide temel
olarak kullanılan yedi gezegeni zikretmekle yetinir.[103]
Yirmi iki [104] sayısı
Guenon’a göre çevrenin çapa oranının yaklaşık bir ifadesi olan 22/7 ilişkisi
ile 7’ye bağlıdır. Bu iki sayının toplamı ise çemberi temsil etmektedir.
Çember, Pythagorasçılar için de Dante için de mükemmel şekli temsil etmektedir.[105] Bu çember
sembolünün önemi ise; çemberin merkezinde hakikat yer almaktadır. Çemberin
üzerindeki sonsuz sayıda noktalardan merkeze yarıçap çizilebilmektedir. Bu
şeklide pek çok zahirî yol vardır. Fakat hakikat tek ve
değişmezdir.[106] Ayrıca bu sayı Aristocu
fizikte temel hareketleri temsil eden iki sembolik sayıyı birleştirmiştir.
Yerel hareket 2 ile temsil edilir, değişim 20 ile temsil edilmektedir.[107] Sayıların
toplamı sonucu çıkan 22 sayısı, 11’in bir katıdır. Guenon
sayısı üzerinde önemle durulması
gerektiğini belirtir. Çünkü Dante’nin “Cehennem” kitabında bir bütün şeklinde
oluşan senaryoların ve kantoların (bölüm) büyük kısmı 11 ve 22 kıtadan oluşur.
Ayrıca hilekâr ve yobazların bulunduğu cehennem katlarının çevresi, 11 ve 22
mil’dir. 22 sayısı kitaptaki 11 sayısının yegâne katı değildir. 33 sayısı 11
sayısının katıdır ve bu sayı, her kısmı oluşturan kantoların sayısıdır.[108] Yani Guenon
22 sayısından ziyade 11 sayısının daha bir sembolik öneme sahip olduğunu
belirtir.
Guenon, Dante için ritmin çok önemli olduğunu ve 11 heceli
mısrayı rastgele seçmediğini söylemektedir. Ona göre, üçlemeyi, üç mısradan
oluşan kıta düzenini seçmesi boşuna değildir. Kitapta[109] her kıta 33 heceden oluşur.
Söz konusu olan 11 ve 22 kıta da, 33 ve 66 mısradan oluştuğunu hatırlatarak
Guenon, 11’in katlarının da sembolik değerine vurgu yapmak istemektedir. Öyle
ki o, 11 sayısının birtakım inisiyatik örgütlerdeki (İskoç masonluğu gibi)
sembolizmde önemli bir rol üstlendiğini de belirtir.[110] Bu önemi Guenon, 11 sayısına
“Hierosgamos”[111]un büyük
sayısı” yani “makrokozmos ile mikrokozmosun kutsal evliliği” diyerek değerini
vurgulamaya çalışmıştır.[112] Ayrıca
Uzak- Doğu geleneğinde 5 ve 6 sayısının toplamı olarak 11 sayısı, yer ile göğün
“merkezi birliğinin” sembolüdür.[113]
Guenon, 11’in katı olan sayıları daha geniş açıklamalarıyla
bize sunmaktadır. Mesela; 22 sayısı, İbranî alfabesinin harf sayısıdır.
Kabala’da bu sayı çok önemlidir. Guenon’a göre, 33 sayısı, İsa Mesih’in
yeryüzünde geçirdiği yılları temsil etmekte, Davud’un hükümranlığının 33 yıl
sürmesi Hıristiyan gelenekte özel bir öneminin olduğunu ve gül-haç’ın sembolik
yaşı, İskoç masonluğunun da derecelerine tekabül ettiğini belirtir. 66 sayısı
ise, Arapçada Allah isminin sayısal değerine (ebced hesabına göre) karşılık
gelir.[114] 99 sayısı
da, İslam geleneğinde Allah’ın isimleri (Esmâu’l- husnâ)’nin adedidir.
Sayılarla ilgili bu örnekleri vererek Guenon, Dante’nin sayıların bu
kullanımını tam anlamıyla kabul ettiğini ve özellikle eserinde kullandığını
belirtir.[115] 11’in katlarıyla
tespit edilen sayıların Tanrı’ya işaret etmesi bakımından önemlidir.
Guenon, 515 ve 666 sayılarının Dante’nin uyguladığı
sembolizmde, temsiliyetleri bakımından birbirinin zıttı şeyler olarak karşımıza
çıktığını belirtmektedir. Sayıların sembolize ettiği temsiliyet için Guenon,
666 sayısının Yuhanna’nın vahiy bölümünde Yaratık’ın/Canavarın sayısı olduğunu,
Deccal’ın adını bulmak için hesaplamalarda kullanıldığına dikkat çekmek
istemiştir. Bu sayı Yuhanna’da beşeri sayı[116]dır. 515 sayısı da, 666
sayısının aksine bir anlam taşımaktadır. Dante’nin sembolizminde 515 sayısı,
“ahir zamandaki canavar” ile aynileştirilmiş dişi canavarın düşmanı olarak
düşünülmüştür. Bu sayının Guenon İslam geleneğinde “dabbe” olarak temsil
edildiğini belirtmektedir. Ayrıca Guenon, 515 sayısının temsiliyetine bir
ekleme daha yaparak, sayılarının (5+5+1) toplamının da 11 sayısını verdiğini
belirtir.[117]
Bu başlık altında dikkat çekilmek istenen en önemli nokta
Ortaçağda sayı sembolizminin yaygınlığının fark edilmesi ve Dante’nin ilahi
komedya adlı eserinde görülen Hıristiyanlık ve İslam’ın ortak etkileşimini
ortaya konulmasıdır. Bu nedenle Guenon, bazı sembolik sayıları derin kültürel
kodlarını ifadelendirip, bunu zaman- mekân-insan üçlemesi şeklinde
çözümlemiştir. Guenon’un amacı, Dante’nin ilahi komedyasında ezoterik
gerçekleşme süreci olduğunu ve Modern Batılıların hiç bilmediği geleneksel
ilimleri, sayı ve harf ilmini, kozmik çevrimler teorisi gibi ilimleri
bildiğini, onun eserindeki sembolik sayıları ele alarak göstermek istemesidir.
Sayı sembolizmini, Semavî ve Arzî sayılar adı altında
incelediğimiz, Semavî ve Arzî sayılar nelerdir? Hangi sayılara bu isim
verilmektedir? Uzak-doğu geleneğinde bu sayılara verilen
önem nereden kaynaklanmaktadır? Semavî ve Arzî sayılar başka hangi sembollerle
ilişkilendirilmiştir? Guenon bu sayıların isimlendirmesinin ve ayrımının hangi
gerekçeye dayandırılmaktadır? gibi soruların cevaplarını arayalım.
Semavî sayılar; 1, 3, 5, 7, 9, 11.; Arzî sayılar ise 2, 4,
6, 8, 10...’dır. UzakDoğu geleneğinde önemli bir yer tutan Yin-Yang
dualitesiyle[118]
ilişkilendirilir. Guenon göre, Uzak-Doğu geleneğine özgü gibi gözükse de bütün
geleneksel doktrinlerde yakın bir ilişkisi mevcuttur. Sayıların bu özelliğini
Pythagorascılık vasıtasıyla tanımaktayız.
Eril ve aktif olan tek sayılar, Yang’ı temsil eder. Bu tek
sayılar “Semavî” sayılar olarak isimlendirilir. Dişil ve pasif olan çift
sayılar ise Yin’dir. Bu sayılar “Arzî” sayılar olarak isimlendirilir.[119]
Guenon bu sayıların isimlendirilmesi ve ayrımının
gerekçesini de şu şekilde ifade etmektedir. Şöyle ki, tek ve çift sayılar kendi
özel düzenlerinde “ilk” olmanın gururunu taşımaktadır. Çünkü tüm sayılar bir
nevi kendilerinden türerler. Bu türeme nedeniyle diğer sayılar, ilk sayılara
nispeten kendi özel dizinlerinde ikincil bir öneme sahiptir. Başka bir deyişle;
ilk tek ve çift sayılar Yang-Yin sembolizminde en yüksek dereceyi temsil
ederler. Yani gökyüzü ve yeryüzü tabiatının en saf halleridir.[120]
Guenon ilk çift sayının 2 olmasına rağmen ilk tek sayını 1
olarak değil de 3 olduğunu belirtir. Çünkü 1 sayısı (birlik) gerçekte bütün
sayıların ilke (Tanrı)’sidir. Bu nedenle kendisi bir sayı olarak ifade
edilemez. 1 sayısının temsil ettiği gerçeklik Gökyüzü ile Yeryüzünün ayrılmadan
önce var olandır. Çin geleneğindeki tabiriyle T’ai Chi[121]’dir. Yani “Metafizik
birliğin/varlığın birliği” kendisinden başka bir şey değildir.[122] Çünkü Yin
ve Yang dişil ve eril doğal güçleridir. Her ikisi de başlangıçta 1’den (T’ai
Chi) ortaya çıkmıştır.[123] Dolayısıyla
Guenon’un düşüncesine göre 2 sayısı Yeryüzünün, 3 sayısı ise Gökyüzünün
sayısıdır. Kozmolojik bakış açısına göre de Yin, Yang’dan önce gelmektedir.[124]
Guenon diğer tek ve çift sayıların da ya Gökyüzüne ya da
Yeryüzüne bir tür ters çevrilme olacak şekilde bağlantılı olduğunu belirtir.
Mesela; 5[125] (Yeryüzünü
simgeler) ve 6 ( Gökyüzünü simgeler) sayılarının gerçek terkibine baktığımızda;
her iki sayı 2 ve 3 sayılarından oluşmuştur. 5 sayısı, bu iki (2+3) sayının
toplamı yoluyla birleşmiş ve 6 sayısı ise, bu iki (2x3) sayının çarpımı yoluyla
birleşmiştir. Bu durum akıllara şu iki soruyu getirmektedir. 2 ve 3 sayılarının
özel durumuna nazaran 5 ve 6 sayılarının yeryüzü ve gökyüzü ile
ilişkilendirilmesi nasıl mümkün olabilmiştir? Şöyle ki; Bu ilişkilendirme
“hierogamic” kelimesiyle açıklanmıştır. Burada eril ve dişil olmak üzere iki
tamamlayıcı ilkeye imada bulunulmaktadır. İlişkilendirmeyi bir adım daha öteye
taşırsak, tüm tamamlayıcı çiftler, tüm dualitelerin ilki olan ilkeye sahip
olarak birbirine benzemektedir. Bu durum evrensel öz ile evrensel maddenin
dualitesi’dir. Yani Uzak-Doğu geleneğinin tabiriyle, yerin ve göğün
dualitesi’dir. Kısacası; gerçek bir hierogamy durumu söz konusu olduğunda 2 ve
3 sayıları yeryüzünü kendi içlerinde temsil ederler. 5 ve 6 sayıları birbirine
karşılıklı etki tepki ilişkisi içinde gökyüzünü temsil etmektedir. Dolayısıyla
5 ve 6 sayılarının içinde Gökyüzü ve Yeryüzü’nün “merkezi birliği” bulunur.[126]
Bir diğer soruya gelince; “ Yeryüzü durumunda Gökyüzü kendi
birliği içinde tasavvur edilirken neden 2 ve 3 sayıları toplanmakta; Gökyüzü
durumunda Yeryüzü kendi birliği içinde neden 2 ve 3 sayıları çarpılmaktadır?
Guenon bu soruya şu şeklide cevap vermektedir. Gökyüzünün etkisi tamamen
fiilsizdir. O, mevcudiyetin etkisi olarak tanımlanır. Yeryüzünün etkisi ise, Semavî
sayı olan 3’ün Arzî sayı 2 ile çarpımına yol açmaktadır. Çünkü “maddenin
tabiatında var olan imkân kesretin asıl kök”üdür. Ayrıca 2 ve 3 sayıları yer ve
göğün hakiki ifadesi olmasına karşı 5 ve 6 sayıları sadece onların ölçüsü ve
genişlemesidir.[127] Burada
“ölçü” simgeciliğini şu şekilde anlamamız gerekir: Ölçü nicelik alanıyla yani
mekânsal bir özellik taşıyan şeylerle ilgilidir. Çünkü zaman da mekân gibi
sürelik olmasına rağmen aralarındaki ilişkiyi sağlayan hareket aracılığıyla
zaman, mekâna bağlanarak dolaylı bir şekilde ölçülebilir. Sonuç itibariyle
ölçü, “uzamla” ya da “fiziksel madde” dediğimiz şeyle ilgilidir.[128]
Guenon, fiziksel maddenin kaçınılmaz olarak sahip olduğu
uzam özelliğinden dolayı fiziksel maddeyle ilgili olduğunu belirtir. Fakat
burada Descartes’in ileri sürdüğü gibi “maddenin mahiyeti tamamen uzam’a
indirgenebilir”, demek değildir diye de hatırlatmada bulunur. Ona göre ölçü
simgesi tam anlamıyla geometrik ve fizikseldir.[129] Dolayısıyla ölçü simgesini 5
ve 6 sayılarına yani Yeryüzü ve Gökyüzü sembolizmine indirgediğimizde,
gökyüzünü temsil eden şeklin daire; yeryüzünü temsil eden şeklin kare olduğu
karşımıza çıkmaktadır. Kare tüm doğrusal şekillerin ilk örneğidir ve bu
doğrusal şekiller 5 ve 5’in katıyla ölçülür. Dairevî şekliler ise 6 ve 6’nın
katlarıyla ölçülür.[130]
Ölçü simgesini, yere ve göğe zuhur eden varlıkların
kendilerini algılanmasını ve görünebilir olmasını sağlayan “etki” olarak ifade
edebiliriz. Çünkü fiziksel durum geometrik duruma indirgenmekte ve onunla
birleşmektedir. Bu yüzden cisimler uzamın içinde yer aldıklarında ve uzam
içerisinde belli bir yer işgal ettiklerinde doğrudan ölçülebilirler. [131]
Semavi ve Arzî sayılar Uzak-doğu geleneğinin kendi
kozmolojisinde Yin- Yang olarak adlandırılan iki ilke ile ilişkilendirilmiştir.
Guenon’da bu bağlamdan yola çıkarak yaptığı tespitlerden en dikkat çekici yönü
ilk çift sayının 2 olmasına rağmen ilk tek sayının 1 değil de 3 olduğudur. Bu
duruma şöyle bir açıklama getirmektedir. 1 sayısının veya birliğin, sayının
ilkesi olduğunu unutmamak gerekir. Bu yüzden 1 sayısının kendisi bir sayı
olarak sayılmamalıdır.
İnsanoğlu inancını tecrübe etmek için bir yere, mekâna,
çevreye ihtiyaç duyar. Bu mekânlara özel bir anlam yükleyerek kutsallaştırılır.
Kutsal kabul ettiği bu mekân ayin, ibadet yeri olabildiği gibi felaket ve savaş
alanı da olabilir. Dolayısıyla farklı inisiyatik toplumlar için bütün mekânlar
aynı özelliğe sahip değildir. Yani bir mekânı diğerinden ayıran en önemli
özellik kutsalla olan ilişkisidir. Burada karşımıza kutsal mekân ve kutsal dışı
mekân kavramları çıkmaktadır.
Modern dünyanın doğmasıyla birlikte insan, çağdaş
yanılgıların tuzağına düşmektedir. Bu zamana tekabül eden teknoloji, mekanizm
vb şüphe verici durumlar, nedeniyle maddi üstünlükler ön plana çıkmaktadır. Bu
nedenle modern insan duyular dünyasını aşkın alandan yoksun olarak
algılamaktadır. Manevi üstünlüğün giderek azalması insanı aslî merkezinden
sürekli uzaklaştırmıştır. Guenon insanın bu zamanda olduğundan daha fazla
hiçbir dönemde metafiziksel ve ilahi alandan bilgisinden böylesine
uzaklaşmadığını belirtmektedir. Çünkü asli kökeninden habersiz yetişen ya da
yetiştirilen insan içinde barındırdığı fıtri potansiyeli sebebiyle kendisiyle
alakalı bir sorguya girer girmez aşkın olanın arayışına girmek isteyecektir.
Guenon’a göre, modern dünya kutsal alana hoşgörüyle bakmadığından dolayı
insanın kaybettiği merkeze dönüş yolunu göstermekten ziyade dünyevî alana
hapsetme gayreti içerisindedir. Bu bağlamda yapılması gereken ilk iş merkezine
yabancı kalan insanın aslî sözüne riayet ederek dine sarılması gerekmektedir.
Guenon modern dünyanın öncesinde tüm medeniyetlerin
hakikati entelektüel seviyede koruyan ve taşıyan bir geleneğe sahip olduğunu
belirtmektedir. Bu bağlamda modern dünyaya, kadim dünyanın farklı geleneksel
inançlarından hareketle eleştiriler yöneltmektedir. Ona göre Doğu medeniyeti,
kadim geleneğe bağlı geleneksel olarak tanımlanırken, Batı medeniyetini
modernite yani gelenek karşıtı olarak Aslî gelenekten uzaklaşmış olarak
tanımlanmaktadır. Ayrıca Batı medeniyetindeki modern düşünce yapısındaki
insanı, varlığı anlamlandırmada ve hakikatin bilgisine ulaşmada metafizik
öğretilere başvurması nedeniyle bir bunalım içinde görmektedir. Guenon bu bunalımdan
kurtulmanın gerekçesi olarak Batı’nın öncelikle Doğu’nun geleneksel
öğretilerinin aslî özelliğini koruduğu temelinde yatan hakikat/öz ile temasa
geçmelidir. Guenon’un hakikati anlatmak için genellikle Hint geleneğindeki
sembolleri seçmesinin dogmatik yönü ağır olmayan daha sempatik oluşu Batı’yı
cezbeden bir bakış açısına sahip olduğu görülmektedir.
Guenon bazı dinlerdeki kutsal mekânları dile getirerek
inisiyatik doktrinler içerisindeki yerinden bahsetmektedir. Genelde dinlerin
sembolize ettiği dünyanın merkezi kabul edilen “kutsal merkez” düşüncesi
bulunmaktadır. Gizli ve ulaşılması güç olan kutsal merkez, Guenon düşüncesinde
“ölümsüzlük ikametkâhı”dır. Bu merkezle iletişimi sağladığında insan, aşkın
alanı duyular dünyasından ayıran yanılgıdan kurtulmayı başaracaktır.
Fransız ezoterik filozof Saint-Yves d’alveydre’in (1842 -1909)
öldükten sonra 1910’da yayınlanan “Hint Misyonu” adlı eserinde, Agarttha[132] adlı sırlı,
gizemli bir inisiyatik merkez tasavvur edilip, tanımı yapılmaktadır.[133] Guenon bu
kitabı okuyanların çoğunun anlatılanların hayal ürünü ve hiçbir gerçeğe
dayanmayan bir bilim kurgudan ibaret olduğunu düşündüklerini belirtir. Fakat
1924 yılında F. Ossendowski’nin (1878 -1945) “Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar”
kitabının piyasaya çıkması ve kitabın içeriğinde Saint Yves’in anlattıklarına
yakın bilgiler aktarması, “Agarttha” konusunun üzerinde durulmasına neden
olmuştur.[134] Guenon’un
da üzerinde durduğu nokta ise, sırların sırrı denilen şeyin aydınlatılmasına
yardımcı olabilmek ve geleneksel bir sembolün anlamının açıklanmasıdır.
Bu merkezle ilgili iki kitapta da bahsedilen, dünyanın tüm
noktalarına, kollarının kıtaların ve okyanusların altına kadar ulaşabildiği bir
yeraltı dünyasının varlığından söz edildiğidir. Ayrıca merkez, yeryüzünün bütün
bölgeleri arasında görülmeyen bir iletişim sağlanmaktadır.[135]
Guenon’un ise Agarttha hakkında önemle üzerinde durduğu
fakat doğası gereği anlatılması gerektiği kadar dile getirdiği husus bunun
gizemli bir yeraltı krallığı olmasıdır. Bu yeraltı krallığı Afganistan,
Hindistan ve Moğolistan ülkelerinin altında bulunan ancak yerinin tam olarak
bulunamadığı bir merkezdir. Agartta’nın Tanrısal güçlere sahip bir kralı
vardır. Bu kralın emirlerini yerine getirmek için hazır yeraltında ve
yerüstünde milyonlarca insan bulunmaktadır.[136]
Bu yeraltı krallığının saltanatı eşsizdir. Yöneticileri
üstün güçlere, hakikatin bilgisine ve dünyanın geleceği hakkında olağanüstü
riayetlere, kavrayışlara sahiptirler. Bu dünyanın evriminde insanlığın
ulaşabileceği en son noktayı ve izlenecek aşamaları bilmektedirler.
Yöneticilerin görevi, bu aşamaları kendileri için belirlenen süre içerisinde
tamamlanmasını ayarlamak, duruma göre bu işi çabuklaştırmak veya
geciktirmektir. Bu saltanatı yönetenler, olaylara müdahale etme imkânlarına
mevcuttur. İnsanlığın hatasından, ortaya çıkan yeni şartları zedelemeden uyum
göstereme konusunda zorlanmasından dolayı meydana gelen önlenemez, beklenmedik
olguları önceden öngörürler.[137]
Okült akımlarda bu gizli inisiyatik merkezin iktidarının
adı, yardımcıları, yönetim anlayışı hakkında bazı bilgileri vermektedir.
Dünyanın okült yönetimi doğanın tüm sırlarını ve gizemlerini bilmekle birlikte,
bilgiyi ellerinde tuttukları içinde rakipsizdirler. İnisiyatik dünya merkezinde
kral ve yardımcıları simge ya da manevi bir varlık değil, etten kemikten
yaratılmış insanlardan oluşan yüce bir konseydir. Krala yardımcı olan Yüce
konsey, üyeleri seçilmiş insanlardan oluşur, sayıları 12 kişidir. İçlerinden
biri eksilince yerine seçilmiş olan diğer üye yerini alır. Üç ay boyunca
kendisine bırakılmış olan bilgi ve deneyime alışır. Hiyerarşi bu şekilde aksamadan
devam etmektedir. Bu dünya kralının temsil ettiği prensip, saf ruhsal ışığı,
dünyanın ya da bizim varoluş dönemimizdeki şartlara özgü Kanun’u (Dharma)
yansıtan kozmik bir zekâdır.[138]
Âlemin hükümdarı (Dünya kralı) kendisi aracılığıyla “ilksel
birliği” çağlar boyunca onun alabilecek kapasitede olanlara ulaştırır. Bu
ulaşımı da kökeni beşeri olmayan, kutsal geleneğin ambarını muhafaza etmekle
görevli organizasyonla ya da yeryüzü âleminde kurduğu ruhsal bir merkez
vasıtasıyla gerçekleştirmektedir.[139]
Sonuç olarak Agarttha, Guenon’un
deyişiyle; çevresinde fenomenler âleminin dönüşünün gerçekleştiği sabit ve
değişmez noktayı somut biçimde temsil etmenin yöntemlerinden biridir. Bu
gizemli inisiyatik merkez, çevresinde her şeyin hareket ettiği, hareketsiz
ekseni sembolize etmektedir.[140] Bu aşamadan sonra Agarttha’nın
yönetiminin başında bulunan yüce başkandan söz edebiliriz.
Krallık ve
Başrahiplik (Pontificat)
Pontificat(başrahiplik) kelimesinin etimolojik kökenine
indiğimizde, pontif; Tanrı ile insan arasındaki bir köprüdür. Pontifex
(başrahiplik); köprü inşa eden/kuran kişidir.[141]
Başrahiplik (Pontificat) inisiyatik hiyerarşide başkanın
unvanıdır. Sembolik olarak, bu dünya ile yüksek âlemler arasındaki iletişimi
sağlayarak aracılık görevini yerine getiren anlamına gelmektedir. Bu anlamda
semavi köprü olarak “gökkuşağı” başrahipliğin doğal bir sembolüdür. Guenon
bütün geleneklerin kavrama yaklaşık olarak aynı anlamı verdiğini belirtir.
Mesela; İbranilerde, Tanrı ile halk arasında yapılan anlaşmanın güvencesi,
Çin’de yer ile göğün birliğinin işaretidir. Yunanlılarda gökkuşağı, “Tanrıların
habercisi” olan İris’i temsil etmektedir. Bu nedenle gökkuşağı, hissedilebilir
âlem ile hissedilebilir üstü âlemi birbirine bağlayan köprünün simgesidir.[142]
Saint-Yves, Agartta’nın Yüce başkanını “Âlemin Hükümdarı
(Dünya Kralı)” olarak takdim etmemektedir. Onu “Hükümdar Başrahip” olarak
takdim etmekte ve Brahman kilisesinin başı olarak söz etmektedir. Onun bu
sözlerinin tamamlayıcısı olarak Ossendowski’de Agarttha’nın krallık ve
başrahipliğinin çift yönlü bir gücü temsil ettiğini, aynı anda hem rahip hem de
hükümdarlık gücüne sahip olduğunu zikretmektedir. Bu nedenle birçok
geleneklerde “Hükümdar başrahip” yeryüzündeki manevi merkezi veya kutsal
geleneği ambarını korumakla görevlendirilmiş inisiyatik teşkilatın başı olan
“Âlemin Hükümdarı” olarak adlandırılmaktadır. [143]
Guenon’un Âlemin Hükümdarı’nın özü
itibariyle düzenleyici ve emredici bir fonksiyona sahip olduğunu anlamamız
gerektiğini ifade etmektedir. O, bu fonksiyonu denge ve uyum kelimeleriyle
ilişkilendirir. Âlemin Hükümdarı’nın temel vasfının adalet ve barış olduğunu,
bunu da insanın içinde bulunduğu âlemdeki denge ve uyumun tezahür ettiği iki
suret olarak tespit etmektedir. Kısacası; Âlemin hükümdarı, değişmeyen Yüce
İlke’nin zahîr âlemdeki bir yansımasıdır.[144]
Âlemin hükümdarı ifadesi, Arapça’da ve İbranîce’de “Tanrı”
için kullanılmaktadır. Yine İbranî Kabalası’nda Tanrı ile insanlar arasındaki
bağlantıyı sağlayan “semâvî aracılardan” söz edilmektedir. Sözü edilen bu semâvî
aracılar “Şekina ve Metatron”dur.[145]
Kitab-ı Mukaddes’te “Şekina” manevi merkezin yapımı
anlamında kullanılmaktadır. Mesela; Toplanma Çadırının (Tanrı’nın Meskeni)
yapımı, Süleyman Tapınağının inşası gibi. Bu gibi merkezlerde daima Işık/Nur
ile temsil edilen Tanrı’nın tezahürün tecellîgâhı olmalıdır. Bu yüzden en geniş
anlamıyla Şekina, “İlâhîliğin gerçek huzuru” anlamında gelmekte[146] ve
yaratılıştan sorumlu
Tanrı'nın dişil niteliği temsil etmektedir.[147]
Hıristiyan geleneğinde Şekina kendisini iki şekilde belli
etmektedir. Biri ilkeye nispetle içsel (bâtın) diğeri görünür âleme nispetle
dışsal (zahîr) yöne işaret etmektedir. Guenon bunu şu şekilde anlamamız
gerektiğini hatırlatır. Birinci özellik olarak, İlahiyatçıların cemali
müşahedesinin kendisi ile kendisinde gerçekleştirdiği İzzet Nuru’nu anlamamız
gerektiğini, ikinci özellik olarak da “barış” kavramına atıfta bulunur. Barışın
bâtinî anlamı itibariyle dünyada kurulmuş olan manevi merkezlerin temel
vasfının işareti olduğunu belirtir. Ayrıca Guenon İncil’de geçen barış
ifadelerinin, Şekina’ya atfedildiğini dile getirerek gizli geleneğin Mesih’in
nuruyla alakalı olduğunu belirtmektedir.[148]
Şekina, aynı zamanda Sefirot ağacının bir sentezidir.
Ağacın sağındaki sütun Rahmet tarafını; solundaki sütun ise Gazap tarafını
temsil etmektedir. Rahmet’in Barışla, Gazabın Adaletle[149] ilişkilendirdiğimizde
karşımıza şu sözler çıkmaktadır;
“...insan,
günah işler ve Şekina’dan uzaklaşırsa, Gazab’a başka güçlerin hâkimiyeti altına
girer. Şayet insan Şekina’ya yaklaşırsa, kendisini azad eder.”[150]
Yukarıdaki pasajda Şekina, hem “Gazabın eli” hem de
“Adaletin eli” olarak isimlendirilmektedir. Burada söz konusu olan Şekina’nın,
yüce manevi merkezin bir ifadesi olduğudur.[151] Guenon, Sefirot ağacının iki
farklı tezahürünün, İslam geleneğinde Allah’ın sıfatlarından Cemâl/Merhamet ve
Celâl/Sertlik isimlerine ayırdığını ve bunun aynı düzlemde bir ayrım olduğunu
belirtir.[152]
Yahudi geleneğinin bir öğretisi olan Kabala’da Şekina ile
aynı isimleri ve özellikleri taşıyan eş’den bahsedilir. Bu eş Metatron’dur.
Metatron kavram olarak bekçi, haberci, resul, koruyucu, aracı, efendi vb. gibi
anlamları içermektedir.[153] Metatron’un
diğer bir anlamı da Nûr/Işık ve Yağmur’dur. Guenon, Yağmur’un anlamlarının
bütün geleneklerde gökten yere inmesinin simgesi olarak manevi etkisine
değinir. İbranî geleneğinde Hayat ağacından yayılan Nûr/Işık damlasının ölüleri
dirilişini gerçekleştireceğinden söz edilmektedir. Ayrıca bütün âlemle
iletişimi sağlayan çiğ dökülmesi/akmasını temsil ettiğini, simyadaki Gül-haç
sembolizmdeki semavî etkisini hatırlattığını belirtir. [154]Dolayısıyla Metatron
aracılığıyla Yağmur/Nûr’un gökten yere doğru gerçekleştirdiği manevi/semavî
etkisinden söz edilmektedir.
Metatron Kabalistik öğretiye göre yaratılışın en yüksek
başmeleği’dir. Görünmez âlemi yönetmektedir.[155] Tanrı’nın yarattığı diğer
varlıklardan daha fazla hürmet edilen, varoluşun en gizemli varlığıdır.
Metatron, Tanrısal tahtın yanındaki tahta oturmaktadır. Talmud’a göre, İnsanla
Tanrı arasındaki en önemli bağlantıdır.[156] Daha geniş bir ifadeyle
o, hem Tanrı’nın tecellisinin bir öğesi, hem de peygamberliğin bizatihi
ilkesidir.[157]
Sonuç itibariyle, Metatron aynı zamanda Âlemin Hükümdarı,
semavi orduların başıdır. Yani onda hükümdarlık gücü, ruhbanlık veya aracılık
fonksiyonunu yerini tutan pontiflik ilkesi bulunur. Tanrı’nın yarattığı her
şeyi ve insanlığın sürekliliğini, varoluşunu sürdürmekle görevlidir. Dünyayı
Tanrı’nın koyduğu kurallar çerçevesinde yönetilmesinden sorumlu yüce bir
varlıktır.[158] Kabalistik
öğretiye göre Metatron âlemin Tanrı’sı yani bir başka ifadeyle Demiourgos’tur.[159]
İnsan ile Tanrı arasındaki bağlantıyı sağlayan semavi
aracılardan bahsettikten sonra ölümsüzlük suyunun içinde bulunduğu Graal
kupasının farklı geleneklerdeki temsiliyetlerini inceleyelim.
Graal, Hıristiyan geleneği, içerisinde Mesih’in (İsa)
kanının bulunduğuna inanılan kutsal kâse (vazo, kupa, çanak)’dir. Hz İsa’nın bu
kanı “ölümsüzlük içkisi”, “günahlardan arıtan”[160] olarak bilinir. Yahudi
geleneğindeki ise Graal, “kaybolan şey”, yüce “İlahi Ad”ın söyleniş biçimidir.[161] Guenon,
sembole atfedilen temel düşüncenin aynı olduğunu ifade etmektedir.
Kutsal Graal, son akşam yemeğinde Hz. İsa’nın kullanmış
olduğu ve daha sonra Arimatealı Yusuf’un (Joseph D’Arimathie) attığı mızrak ile
Hz. İsa’nın göğsünde açılan yaradan akan kanın içine toplandığı kâse olduğu
söylenmektedir.[162]
Graal sembolünün gerçek anlamına ilişkin üzerinde durulması
gereken onun kökenine dair rivayet edilen şeylerdir. Bu Kâse, önceleri iyi iken
daha sonra kötü olan Şeytan’ın (Lucifer) kovulması esnasında tacından
(alnından) düşen bir zümrütün melekler tarafından yontulmasıyla meydana
getirilmiştir. Ayrıca zümrüt Hint geleneğinde Şiva’nın üçüncü gözünün bir
simgesi olarak “Ezelilik hissi”ni temsil etmektedir. Sonrasında, Graal’in
Yeryüzü cennetinde Âdem’e teslim edildiği ancak Adn Cenneti’nden kovulması
esnasında onu kaybettiği ya da onu yanında götüremediği nakledilir.[163]
Guenon, bu durumu şu şekilde yorumlamaktadır: Âlemin
merkezinden uzaklaşmış insan, kendisini zamanın hüküm sürdüğü bir alana kapalı
olarak bulmuştur. Artık her şeyin ezeli görünümü altında temaşa edildiği asıl
noktaya bir daha ulaşamayacaktır.[164] Tüm Geleneklerde ezeliyet
duygusu, ortaklaşa isimlendirildiği şekliyle “ilksel hal/durum”a bağlı
kılınmıştır. Bunun yeniden inşası gerçek inisyasyonun, “beşer üstü”
mertebelerinin ilk safhasını yerine getirmektir.[165]
Graal’in kaybolması ya da buna benzer herhangi sembolik
ifade/sembol tüm içerdikleriyle birlikte geleneğin kaybolması anlamına
gelmektedir. Başka bir ifadeyle bu gelenek kaybolmayıp, saklanmıştır. Çünkü
Yüce merkez kendisinde geleneğin daima olduğu gibi korur ve dış âlemde meydana
gelen değişimlerden de etkilenmemektedir. Dolayısıyla buradan şu sonuç
çıkabilir; Yüce merkez bazı dönemlerde kendisini dış dünyaya kapatabilir ya da
kapatılmış bazı merkezlerde saklamasından dolayı geleneğin tüm insanlık için
kayıp olduğu fikrinden bahsedilebilir. Bunun nedeni olarak insanların “ilksel
hal”den dolayı bilinçli olarak ona katılmadıklarıdır. Guenon, çağımızın
durumunu buna benzetir ve insanlık tarihini (kutsala yabancı olan tarih)
profan, sıradan ulaşılabilen tarihin çok ötesinde yer aldığını belirtir.
Geleneğin kaybolması bu genel anlamıyla anlaşılmalı ya da bir milletin,
medeniyetin kaderini gizli bir şekilde yöneten manevi merkezin giderek
kararması şeklinde açıklama getirmektedir. Dolayısıyla Graal, birbiriyle
bağlantılı olan “ilksel hal/durum” ve “ilksel Gelenek/gelenek”i temsil
etmektedir.[166]
Yahudi-Hıristiyan geleneğinde Melkisedek (Melki-Tsedeq),
Âlemin Hükümdarı’nın görevlerini temsil eden bir isimdir.[167] Kitab-ı Mukaddes’te
Melkisedek’ten şu şekilde bahsedilir:
“ Yüce
Tanrı’nın kâhini (rahip) olan Salem Kralı Melkisedek ekmek ve şarap getirdi.
Avram’ı kutsayarak şöyle dedi: Yeri göğü yaratan Yüce Tanrı Avram’ı kutsasın,
düşmanlarını onun eline teslim eden Yüce Tanrı’ya övgüler olsun. Bunun üzerine
Avram her şeyin ondalığını Melkisedek’e verdi.”[168]
Yukarıdaki pasajda görüldüğü üzere Guenon’a göre
Melkisedek, hem kral, hem de rahiptir. Salem’in hükümdarı olması nedeniyle adı,
“Adaletin kralı” anlamına gelmektedir. Ayrıca Melkisedek Avram (İbrahim)’ı
kutsadığı için onun üstü olarak temsil edilmiştir. Guenon, “Salem” kelimesinin
genel inanışın aksine bir şehrin adı olmadığını belirtmektedir. Eğer Melkisedek
bir şehrin adı olacaksa sembolik olarak Agarttha’nın bir eş anlamı gibi
bakılması gerektiğini ifade etmektedir. Jerusalem (Kudüs)’in ilk adı olarak
bakılmasının da hatalı olduğunu çünkü Kudüs adı İbraniler tarafında manevi
merkez tesis etmek için verilmiştir. Yani Salem’in görünen bir sureti gibi
olacağına işaret etmektir. Çünkü tapınak Süleyman tarafından inşa edilmiş ve bu
isim Salem kelimesinden türemiştir. Barış sever (Süleyman-Şlomoh) anlamına
gelmektedir.[169]
Hıristiyan geleneğinde “ekmek-şarap, Hz İsa’nın eti ve kan”[170]ını
simgelemektedir. Guenon’un, Aziz Pavlus’un Melkisedek ile ilgili yorumunu
hatırlatarak onu Tanrı’nın oğluna benzer kılınmış olarak kâhin[171] olduğunu
belirtir. Bu nedenle Melkisedek’in Tanrı ile Peygamber arasında bir konumda
bulunduğu düşünülebilir.
Yahudi geleneğinde “Luz” adı verilen gizemli bir şehirden
söz edilmektedir. Bu şehir, Tevrat’ta “...oraya Beyt-el adını verdi. Kentin
önceki adı Luz’du”[172] şeklinde
bahsedilmektedir. Yani Hz. Yakub’un rüya gördükten sonra şehrin adını “Beyt-el”
yani “Tanrı’nın Evi” olarak adını verdiği yerdir. Rivayete göre, “Ölüm Meleği”
bu şehre giremediği gibi hiçbir gücünün kalmadığı söylenmektedir. Ayrıca
bazıları onun persler için önemli olan Elburz’un yanında olduğunu belirten
şehre benzetmektedirler. Persler için bu şehir “Ölümsüzlük İkametgâhı”dır.[173]
İbranîce “Luz” kelimesi badem (badem ağacı) ya da çekirdek
anlamına gelmektedir. Çekirdek tamamen kapalı, en içte ve gizli olan bir
şeydir. Bu nedenle dokunulmazlık fikrini akıllarda oluşturmaktadır. Bu özelliği
Agarttha’da da bulmaktayız. Luz aynı zamanda sembolik olarak sert olan kemiğe
de benzetilmiştir. Çekirdek içerisinde tohumun özünü içeriyorsa kemikte iliği
muhafaza etmektedir. Dolayısıyla Luz da bedendeki yok edilmeyen bir parça veya
ruhun ölümden sonra tekrar dirilişe kadar bağlı kalacağı kemik, tahrip
edilemeyen cismani parçacık olarak düşünülerek varlığın tekrar inşası için gerekli
unsurları içermektedir. Guenon bu Yahudi geleneğinde, Leibniz’in (1646-1716)
bir beden ile varlığını sürdüren, öldükten sonrada küçülen animal’a dair
teorisinin esin kaynağı olduğunu zikretmektedir. Dolayısıyla bu inşa kurumuş
kemikleri yeniden canlanması “semavî çiğ”in etkisi ile gerçekleşecektir.[174] Kitab-ı
Mukaddes’te geçen şu sözler buna işaret etmektedir:
“. Beden
çürümeye mahkûm olarak gömülür, çürümez olarak diriltilir. Düşkün olarak
gömülür, görkemli olarak diriltilir...”[175]
Burada görkem/şan ile tasavvur edilen üst âlemdeki Şekina
ile ilişkilendirilir. Aynı zamanda semavi çiğ ile arasında yakın bir ilişki
vardır. Dolayısıyla dokunulmaz/tahrip edilmez olan Luz, insanın varlığında
mevcut olan ve çürümediği için “ölümsüzlük çekirdeği (ölümsüzlük ikametkâhı)”
ni simgelemektedir.[176]
Guenon konuyla ilgili, olarak şöyle bir benzetmede
bulunmaktadır. Hind geleneğindeki “Kundalini” insanın varlığında içkin olduğu
kabul edilen kozmik güç Şakti’nin bir şekli, suretidir. Şakti insandaki
yaşamsal güçtür. Kundalini kendi etrafında dolanmış halde omurganın en aşağı
kısmında kıvrılmış yılan simgesi ile temsil edilmektedir. Luz’da omurganın alt
kısmını temsil etmektedir. “Kundalini, Hatha-Yoga”[177] pratikleriyle uyandırılır.
Uyanış aşağıdan yukarıya yönelir ve “üçüncü göz”e yani Şiva’nın alnındaki göze
ulaşmak için çarklar (tekerlekler, çakralar) ve lotuslardan geçerek açılır ve
kalkar. Bu aşama, “ilksel hal”in elde edilmesini yani ölümsüzlük hali dediğimiz
şeyi temsil etmektedir. Yine bu aşamada hala insanlık durumundayız. Bir sonraki
aşamada Kundalini baştaki taç’a ulaşmaktadır. Bu aşama ise varlığın en üst
mertebesinin bilfiil fethedilmesine işaret etmektedir. Bu benzetmeden ortaya
çıkan sonuç ise; Luz’un organizmada aşağı kısmında bulunması “düşmüş olan
insan” (insanın seviye yitirmesi) durumunda gerçekleşir. Guenon’a göre bu durum
yeryüzü insanlığı açısından ele alındığında yüce manevi merkezin yer altı
dünyasında yer almasıyla aynı nedene bağlanmaktadır.[178]
Hint geleneğinde Kali-Yuga, dört zaman (dört Yuga)[179] diliminin
sonuncusudur. Kötülüğün son haddinin bulunduğu zaman anlayışıdır. Hinduizm
inancına göre Kali-Yuga 12.000 (ilahi yıl), 432.000 (insan yılı) kadar
sürecektir. Bu zaman dilimi geldiğinde doğruluk ve dürüstlük kaybolacaktır.[180]
Kali-Yuga’da inançsızlıktan kaynaklanan kötülük ve felaketler artacak sonunda
yeryüzünü kaplayacaktır. Bu dönemde yeryüzü sakinleri helak olup, evvelce insan
şeytanlarından kaçarak dağ başlarındaki Mağaralarda ibadet için saklanan
insanlardan yeni bir nesil ortaya çıkacaktır.[181] Yine inançlarına göre, bu
zaman dilimi sona erdiğinde dünyanın sırrı çözülecek, yeni bir evren
doğacaktır.[182] Yani Kali-
Yuga Hint geleneğine göre yozlaşmanın üst seviyeye çıktığı “Karanlık Çağ”[183] ismiyle
anılan dönemdir.
Guenon’a göre, bütün geleneklerde saklı, kaybolan bir
şeylere imada bulunulmakta ve bunlar farklı sembollerle temsil edilmektedir. Bu
durumun Kali- Yuga’nın şartlarıyla uyuştuğunu, içinde bulunduğumuz dönemi de
“karanlık” ve “karışıklık” dönemi olduğunu belirtmektedir. Çünkü dönemin
özelliği gereğince inisiyatik bilgi zorunlu olarak gizlenmiş olmalıdır. [184] Yine
“Tarihi” diye nitelenen bütün okült geleneklerde gizli olan sırların,
örgütlerin durumu bu özellikten kaynaklanır. Bu sırlar ve örgütler geleneksel doktrinlerin
mevcut olduğu yerde etkin inisiyasyon sunmaktadırlar. Fakat bu doktrinler
zahiri temsillerden ibaret olan sembolleri, canlı tutmayı kestiğinde onlar
sadece gölge niteliğinde etkin olabilirler. Çünkü dünyanın manevi merkeziyle
olan bağları kopmuştur. Geleneğin kaybedilişinin bir başka ifadesidir.[185]
Guenon, sembollerin asıl nitelikleri bazılarının onun
bütününe eksiksiz olarak sahip olduğunu belirtmektedir. Diğerleri de isterlerse
niyetlerini yönlendirerek “birbirlerine uygun etkiler ve tepkiler” yasasına
göre Yüce merkezle bilfiil manevi iletişim (ayin, ibadet) kurarak
ulaşabilirler. Ancak Kali-Yuga’da gizlene saklana merkeze birleşme zorlaşmakta,
zahiri temsilleri olan ikinci merkezlerde gittikçe azalmakta ve nadir
bulunmaktadır. Dolayısıyla bu dönem sona erdiğinde Gelenek eksiksiz olarak
yeniden ortaya çıkacaktır. Çünkü Kali-Yuga’nın bitimiyle başlayacak olan diğer
dönem insanlık için “ilksel hal”e yeniden dönüşü simgelemektedir.[186] Kali-Yuga
bir dönemin bitişi, diğer dönemin başlangıcını simgelemesi nedeniyle
geleneklerde zamanın sonu “kıyamet” olayını çağrıştırdığını düşünmekteyiz.
Yunanca bir kelime olan Omphalos (Omfalos), “Tekerleğin
merkezi”,[187] “Yeryüzünün
Temel Taşı veya Yeryüzünün göbeği”[188], “Yer’in ekseni” [189]gibi
anlamlara gelmektedir. Omfalos, Antik Yunan’da manevi bir merkez olan Delf
Tapınağı’nda bulunmaktadır.[190] Delfi halkı
ise, Omphalos'a beyaz taş(göbek taşı) diye isimlendirmekte ve Âlemin merkezinde
bulunduğunu düşünmektedirler.[191]
Omfalos’un maddi simgesi genellikle kutsal bir taş
olduğudur. Buna çoğu zaman “Betil” adı verilmektedir. İbranicede bu
isimlendirme “Beyt-el” yani “Tanrı’nın Evi” kelimesinin tam karşılığıdır. Bu
adı Yakup rüyasında Tanrı’nın kendisine tecelli ettiğini gördüğü yere
vermiştir.[192] Daha önce
bu yerin adını “Luz” idi; fakat biz bu yerin adını Yakup’un “Beyt-El”
olarak isimlendirdiğine
değinmiştik.
Omfalos sembolü ile ilgili belirtilmesi gereken bir diğer
nokta ise, “Beyt-el” kelimesinin sadece bir yerin adı değil, taşın bizzat
kendisi için kullanılan bir isim olmasıdır.[193] Kitab-ı Mukaddes’te geçen şu
sözler bu adın açıklayıcısıdır: “Anıt olarak diktiğim bu taş Tanrı’nın evi
olacak.. ,”[194] Dolayısıyla
Tanrı’nın evi, dünyanın merkeziyle aynileşmiştir. Omfalos bazen ovoid
(yumurta), koni şeklindeki bir taşla ya da Kibele’nin siyah taşı gibi temsil
edilebilir.[195] Bu nedenle
birçok geleneklerde taşlar önemli rol oynamaktadır. Bunun bir örneğini daha
İslam geleneğinde görmekteyiz. Mekke’deki Kâbe’nin güneydoğusuna yerleştirilen
“kara taş (Hacerû’l- Esved)” bir meteorit taşıdır. İnanışa göre bu taş,
başlangıçta beyazken, yıllarca ona dokunan günahkâr insanların elinden dolayı
siyahlaşmıştır. Ezeli ve ebedi gücü temsil etmektedir.[196] Guenon’a göre Yunalıların,
Omfalos taşına olan hissiyatı ile İslam geleneğinde Kâbe’deki siyah taşa
(Hacerû’l-Esved) olan hissiyat arasında benzerlik söz konusudur.[197]
Sonuç olarak eski geleneklerin pek çoğunda Taş kültünden bahsedildiğinde
bu kültün (ibadet), taşların kendisine değil aksine taşların kendisine ev
olduğu ya da burada ikamet eden Tanrı’ya karşı yapıldığını anlamamız
gerekmektedir.[198] Ayrıca taş
simgesi, makrokozmos ile mikrokozmos arasındaki karşılıklı ilişkiye bağlı
olarak Âlemin merkezi olduğu kadar beşerî varlığında merkezini temsil
etmektedir.[199]
Guenon’a göre merkez sembolizminin ilkeleri saraylar,
tapınaklar, nesneler, geometrik yansımalar, ağaç, taş vb. gibi olabilir. Yani
aşkın varlıkla teması sağlayan her yer merkez olarak kabul edilebilir. Merkez
dünyevî alanı aşarak, aşkın alana geçişi sağlayan bir yapıya sahiptir. Bu
yüzden varlığın birliği fikrinin temel noktasıdır. Tüm geleneklerde manevi
merkez olarak kabul edilen yerler yüce varlığın bir yansımasıdır. Guenon,
insanlığın başlangıcının ötesinden itibaren, insanlığın varoluş evresinin
süresi boyunca manevi etkilerin sürekliliğini sağlamak üzere yüce bir merkeze
bağlanmanın zorunlu olduğunu anlaşılmasını öngörmektedir. Dolayısıyla aslî
geleneğin izini taşıyan geleneksel bir merkeze bağlanmayı gerekli görmektedir.
Ona göre asıl geleneğe uygun bağlanmanın olmadığı yerde hakiki bir
manevî/ruhanî etkiden söz edilemez. Bu nedenle tüm geleneklerde merkeze dönme
eğilimi sembolik temsiliyete sahiptir. Bu sembolik temsil ritüel/ibadet ile
mümkün olabilmektedir. Geleneklerde ritüeller aşkın varlıkla olan ilişkinin
kurulabilmesi, algılanması ve onu kendi dünyasına çekebilmesinin somut olarak
göstergeleridir.
Dolayısıyla ritüeller sayesinde aşkın olanla iletişim
kurulabilmektedir. Bu sayede merkez sembolizmi ile varlık dünyevî alanı aşmakta
ve aşkın alanla kolayca temas kurabilmektedir.
Guenon’un düşüncesinde, tüm gelenekler dinî semboller
vasıtasıyla hakikatin bilgisi yaşatılmaktadır. Ona göre hakikat tek ve
değişmezdir. Dinlerin kaynak ve öz itibariye birdirler. Ancak şekil ve
kiplikleri pek çoktur. Dolayısıyla onun sembolleri, tüm geleneklerdeki çeşitli
versiyonlarını tek bir hakikatte yerleştirmesi “dinlerin aşkın birliğini”
düşüncesini akıllara getirmektedir. Ona göre, dinlerdeki aşkın birliğini
oluşturan gelenek değil de hakikattir. Bu hakikatin insanları gelenek yoluyla
aşkın varlığa bağladığını düşünmektedir. Dolayısıyla gelenek, hakikatin çeşitli
düzeylerde uygulaması ve yansımasıdır. Bize göre düşünceye katılmak bu pek
mümkün görünmemektedir. Çünkü bu düşünce dini öğretileri sembolik olarak
anlaşılmasına sebebiyet verebilmektedir.
Buraya kadarki bölümde Guenon’un Tanrı ile ilgili
sembollerini Hint, Uzakdoğu, Yahudi, Hıristiyan ve İslam geleneklerindeki
yansımalarını ele almaya çalıştık. İkinci bölümde insan-ı kâmil ile ilgili
sembollerin diğer geleneklerdeki yansımalarını inceleyelim.
İKİNCİ
BÖLÜM
RENE GUENON’DA İNSAN VE İNSAN-I
KÂMİL İLE İLGİLİ SEMBOLLER
İNSAN İLE İLGİLİ SEMBOLLER
Guenon’a göre farklı geleneksel öğretilerin ve özellikle
İslam öğretisinde “İnsan-ı kâmil” kavrayışı, evrensel tezahürü, beşeri bireysel
fonksiyonunu Hermesçi tâbir ile makro ve mikro kozmosun mukayesesi bağlamında
ele alınmalıdır. Yani o birey kavramını, birey dışı ve bireyüstü alanda
metafizik bir bağlama oturtmak istemesidir.
İnsan-ı kâmil birçok geleneksel öğretilerde aynı işaret ile
sembolize edilir. Bu işaret varlığın yatay (genişlik) ve dikey (yükseklik)
yönlerde uygun bir biçimde hiyerarşikleştirilmiş açılımı içerisindeki
hallerinin tümünün tam birlikteliğiyle nasıl ulaşıldığının net bir şekilde
ifade eden “haç” sembolüdür.[200]
Haç, bir dairenin içine çizildiğinde, iki kolu merkezde
kesişip daireyi dörde bölmektedir. Enine ve dikine doğruların uç kısımları
dünyanın soyut imgesini, kolların ise dünyanın ana yönünü simgelemesi nedeniyle
insan yaşamının çeşitli evreleri ile ilişkilendirilmiştir. Ayrıca İsa’nın kol
ve bacaklarının çarmıha (haç) bağlanarak asılması şekil itibariyle insan
vücuduna benzetilmiştir.[201]
Haç’ın yatay ve dikey boyutları metafizik bir anlam
içermektedir. Varlığın çifte açılımına yatay yönüne bakıldığında varoluş
düzeyini, derecesini belirlediğini; dikey yönden bakıldığında tüm derecelerin
üst üste dizilişiyle hiyerarşik bir biçimde gerçekleşmektedir.[202] Bu nedenle
Haç’ı geometrik sembolizmin diline çevirdiğimizde, Martin Lings’e göre, baş ve
ayak kısmı kutsallık, tevazuyu yansıtır. Sağ kol, ilahi rahmetin tüm
yansımalarını içeren Cemal sıfatını; sol kol ise ilahi adalet ve diğer faziletleri
içeren celal sıfatını yansıtmaktadır. Celal sıfatı, Mutlak ve ebedi olanın
yansımasını içerdiğinde haç’ın dikey kısmıyla ifade edilir. Yatay kısmın
genişliği ile Tanrı’nın sonsuz cömertliği ve zenginliğini göstermektedir. El ve
ayaklar bir merkezde kesiştiğinden “birliği”, bütün yönlere işaret etmesi
nedeniyle de “bütünlüğü” ifade etmektedir. Haç’ın geometrik sembolizmde
anlamını bir bütün olarak düşündüğümüzde, bir ve bütün olan Tanrı’nın suretinde
olma durumu söz konusudur.[203] Guenon bu
durumun “İnsan-ı kâmil” kavrayışına tekabül ettiğini belirtmektedir. Ona göre,
yatay yön genişliği (bireyselliğin tüm yayılımı) özel koşullara bağlı imkânlar
birlikteliğinin sınırı belirsizce yayılımını temsil etmektedir. Çünkü beşer
varlığı durumunda bireyselliğin cismani kısmıyla sınırlı olmayıp, bireyselliğin
bedenselliğin sadece birini oluşturduğu tarzların tümünü içermektedir. Dikey
yön, sınırı belirsiz bir hiyerarşiyi bütünsel olarak tasavvur ettiğimizde
İnsan-ı kâmil sentezi içinde âlemler veya derecelerine tekabül eden olabilirlik
birlikteliklerinden birini oluşturan çeşitli halleri temsil eder. Guenon,
insanın tekâmül derecesi yükselerek insan-ı kâmil haline geldiğini ifade
etmektedir. Tekâmülün peygamberlerde en üst seviyede olduğunu ve Hz.
Peygamberin İnsan-ı kâmil ile özdeş olduğunu belirtir. Kısacası; Guenon’a göre,
haç’ın temsiliyetinde yatay yön bütünsel olarak ele alınan bir ve aynı varlık
halinin olası tarzlarının sınırı belirsiz olmasına; dikey yön ise üst üste
sıralanmada bütünsel varlık hallerinin sınırı belirsiz dizisine tekabül eder.[204]
Haç’ın Tanrı’yla iletişim kurmada bir başka metafizik
fonksiyonu ise, dört ana yönü birbirine kavuşturarak aşkınlığını, uzay ve
zamanı ifade etmesi nedeniyle merkez sembolüne bağlanan dört sayısıdır. O, aynı
zamanda kozmik ağaçla ilişkilendirilmiştir.[205] Doğu kökenli mitolojilerde
haç, insanların ruhlarının Tanrı’ya ulaşmasını sağlayan köprü ya da merdiven
olarak kabul edilmektedir.[206] Yine kilise
babalarına özgü ibadet biçimlerine ilişkin birçok metinde haç, merdiven, sütun
ve dağa benzetilmektedir. Bu ifadeler Dünya’nın merkezinin işaretleridir.
Dolayısıyla Dünyanın merkezinin simgesi olarak da kozmik ağaçla
özleştirilmiştir.[207] İyiliğin ve
kötülüğü bilme ağacının odunundan yapılmış haç, kozmik ağaçla ikame edilir.[208] Haç’ın
bazı versiyonlarında yedi göğü simgeleyen kozmik ağaç gibi yedi çıkıntı/çentik
bulunur.[209] Dünya’nın
merkezine dikilmiş kozmik ağaç vasıtasıyla göğe çıkılmakta ve Tanrı’yla
karşılaşılmaktadır. Böylece Tanrı’yla kurulan iletişim sonucunda tüm evren
kurtulmaktadır.[210] Bu bilgiler
haç’ın ağaç ve dört sayısının tamamlama sembolizminin önemi bileşenleri olarak
İnsan-ı kâmil seviyesine yükselmenin ilk rolünü oynamaktadır.
Sonuç itibariyle Guenon’da dinî sembollerin kaynağının
Tanrısal olduğunun anlaşılmasında haç işaretinin önemli bir yeri vardır. Bu
nedenle farklı geleneksel öğretiler “İnsan-ı kâmil”i gerçekleştirmek için haç
sembolü kullanılır. Mikro kozmos ve makro kozmos arasındaki uyumu en iyi bu
sembol yakalamaktadır. Haç’ın dikey yönü insanın makrokozmosla olan ilişkisini,
yatay yönü ise mikrokozmostaki konumunu göstermektedir. Çünkü “Haçın dört yönü
Tanrı’nın kudretinin birleştiği bir sembol olarak yükseklik, derinlik, uzunluk
ve genişliğe; yani görünür görünmez bütün varlıklara işaret etmektedir.”[211]
Guenon bazı batılı yazarların inisiyatik gerekçelerle
haçın, “ekliptiğin ekvator ile kesişmesinin bir sembolü” olduğunu
söylediklerini yine “güneşin, yıllık güzergâhı sırasında bu iki noktayı ard
arda kapladığındaki ekinoksların bir imgesi” olduğunu, ona yalnızca astronomik
bir anlam vermek istediklerini dile getirmiştir.[212] Bu nedenle haç sembolünün
böyle olması, astronomik olayların da daha yüksek bakış açısından sembol olarak
değerlendirilmesini ön görmüştür.
Guenon’a göre sözü edilen bu iki durumun her biri hata
içermektedir. Öyle ki, ekliptik ile ekvator haç oluşturmaz. Çünkü kesişmeleri
dik açı oluşturmaz. Diğer yanda iki ekinoks noktası bir düz çizgi ile birbirine
bağlanır fakat burada da haç şekli söz konusu değildir. Dolayısıyla haç
biçimini oluşturacak asıl durum, ekvator planı ile ona dik olan kutupları
birleştiren eksendir. Bir diğeri ise karşılıklı olarak iki gündönümü
noktalarını iki ekinoks noktalarıyla birleştiren iki çizgidir. Dolayısıyla
birinci durumda dikey haç şekli, İkinci durumda ise yatay haç şekli söz
konusudur.[213]
Merkezleri aynı olan iki haçın birlikteliği, kolları uzayın
altı yönüne uygun olarak uzanır ve üç boyutlu haç’ı oluşturur. Bu nedenle altı
temel yöne karşılık gelirler ve bunlara merkezde eklendiğinde yedili
oluşmaktadır. Yedili, uzayın yedi bölgesine yani göğün yedi katına tekabül
etmektedir. Hıristiyan düşünür İskenderiyeli Clement (m.s. 150-215) şu şeklide
ifade etmiştir: yukarı, aşağıya, sağa, sola, öne ve arkaya doğru sınırı
belirsiz yayılımlar; evrenin kalbi Tanrı’dan sadır olurlar. Tanrı bakışını bu
altı yayılıma eşit ölçüde yönelerek dünyayı yaratır. Tanrı başlangıç ve sondur.
Zamanın altı evresi sınırı belirsiz yayılımlarını ondan alarak, onda son bulur.
Yedi sayısının da sırrı buradadır.[214] Dolayısıyla bu altı evrenin,
sınırının belirsiz ve süresinin belirlenmemiş olması bir yedincinin olmasını
zorunlu kılmıştır. Çünkü Yedinci, ilkeye dönüş evresidir. Uzayın bu bölgesi
merkez kabul edilişi, her şeyin sona erip ilk halindeki gibi tekrar oluşmasına
tekabül etmektedir.[215]
Bu sembolizm, İbrani kabalasında da mevcuttur. Uzayın altı
yönünün merkezinde bulunan “İçsel Saray (Kutsal Saray)”dan bahsetmektedir.
Tanrı Yehova’nın isminin üç harfinden altı yöne göre oluşturulan altılı
permütasyonlarıyla, onun dünyadaki içkinliğini, yani logos’un her şeyin
merkezindeki sınırı belirsiz yayılımların genişlemesi olan ilk başlangıçtaki
tezahürünü gösterir. Şu sözler buna daha iyi açıklık getirecektir; “boşluktan
bir şey oluşturdu ve olmayanı var etti. Kavranılmaz esîrden büyük kolonlar traş
ederek meydana getirdi. Düşündü ve Kelam her nesneyi ve her şeyi onun Bir
isminden üretti.” Dolayısıyla ilahi kelamın sadır olduğu ilk nokta sadece
uzayda değil, zamanda da gelişir. O, her yönüyle Âlemin merkezidir. Yani hem
uzayın hem de zamanın merkezinedir. Bu varoluş koşulları bizim dünyamızla
ilgilidir. Uzaya (mekân) ve zaman bağlı olan sadece hissi âlem’dir. Bütün
âlemin merkezi olması bakımından uzay ve zaman sembolik bir anlam içermesinin
yanında bir başka bağlama oturtarak his ötesi duruma geçilebilir.[216]
Sonuç olarak; uzayın yönleri, üç boyutlu haç yani geometrik
ifadeyle tüm uzaya ilişkin “koordineler sistemi” oluşturmaktadır. Dolayısıyla
bu sistem üç eksen içerir. İlki dikey diğer, ikisi de yataydır. Üçü sınırı
belirsiz bir kürenin birbirine dik olan çaplarına işaret ederler. Bu nedenle
tüm astronomik değerlendirmelerden bağımsız olarak altı ana yöne uygun olarak
uzandıkları kabul edilir.[217]
Üç Guna[218] çeşitli
tezahür halleri içerisinde tasvir edilen varlıkların oluşturucu, kadim ve temel
niteliklerini meydana getirir. Bunlar mertebeler gibi değil de, varlıkların
bağımlı oldukları, sınırı belirsizce değişen oranlarda katıldıkları,
dolayısıyla Üç Âlemin (Yeryüzü-insan-Gökyüzü) birlikteliğinde (evrensel
varoluşun tüm derecelerinde) hiyerarşi içinde sıralandıkları genel koşulları
ifade eder.[219] Guenon
bu koşulları Hint geleneksel öğretisiyle sıralar. Dolayısıyla Üç Guna varlığın
kategorilerini, mertebelerini temsil etmektedir.
Üç Guna’nın ilki Sattwa, yani varlığın bilginin ışığıyla
aynı olan, semavi kürelerin ışıldamasıyla sembolleştirilen saf öze uygunluktur.[220] Sattwa
durumunda kişi zihni melekelerin gelişmesine ve ruhani varlıklara özgü
eylemlere yönelir. Bu nedenle huzur ve kurtuluşa kavuşur.[221] Yani Sattwa varlığın saf özü
ile uyum içinde olmaktır. Yüksek ve Nûrânî mertebeyi temsil etmektedir.[222] İkinci
kuvve, Rajas, varlığın belirli bir hali içindeki yayılımıdır.[223] Kişinin
kendisini heva ve hevesine kaptırdığı yerdir. Bu durum zahmet ve yorgunluğa,
iyi ya da kötü eylemlere yönelmesine sebep olur. Böyle bir durum onun akıbeti
ve amellerine bağlıdır.[224] Diğer
kuvve ise, Tamas, cahiliyet ile özleşen karanlığı, aşağı hallerde bulunun
varlığın karanlık yönüdür.[225] Kişi
unutkanlık, gaflet, tembellik, dini sorumluluklara yerine getirme konusunda
sorumsuzluk davranışa ve uzun süre uyumaya meyilli olur.[226] Dolayısıyla alt ve karanlık
mertebeyi temsil etmektedir.[227]
Bu varlık mertebelerini gerek metafizik ya da kozmik bakış
açısından gerek makro ve mikro kozmik düzeyde geometrik haç sembolizminin
diliyle ifade etmek istediğimizde,
Üç Guna’dan ile ilgili bir Veda metninde şu şekilde
bahsedilmektedir:
“Her şey Tamas idi: O (yüce brahma) bir değişikliği emretti
ve Tamas bunun üzerine Rajas’ın doğasına büründü. Rajas tekrar bir emir alarak
Sattwa’nın doğasına büründü.”[228]
Yukarıdaki pasajı bu varlık mertebelerini gerek metafizik
ya da kozmik bakış açısından gerek makro ve mikro kozmik düzeyde bir kürenin
etrafına geometrik çizilmiş üç boyutlu haç sembolizminin diliyle ifade
ettiğimizde; Rajas yatay eksen yani kürenin ekvator planını temsil etmektedir.
Yüksek haller ile aşağı haller arasında bulunur. Bu hal beşeri âlem’dir. Tamas
ve Sattwa dikey eksenin iki kutup noktasına tekabül etmektedir. Üst kutup
noktası olan Tamas, alt karanlık mertebeye tekabül eder. İniş eğiliminde
bulunarak aşağı hali referans almaktadır. Sattwa ise yükseliş eğiliminde
bulunur. Yüksek halleri temsil etmektedir. Kısacası; Tamas’ın Rajas’a, sonrada
Rajas’ın Sattwa’ya dönüşümü sonucunda merkeze ulaşılır.[229]
Metafizik ve felsefi kabullere göre Üç Guna’nın
düşüncesinin yer aldığı Samkhya felsefesinde Tanrı kavramına gerek duymadan
yaratılış süreci açıklanmaya çalışılır. Bu felsefe sistemini Purusha (saf ruh,
bilinç, öz-varlık)ve Prakriti’nin (ilk madde, tabiat) ikiliği (düalist) üzerine
kurmuştur. Bu nedenle birçokluk olan dünya ilk maddeden (Prakriti) gelişmiştir.
Fakat evrenin yaratılmasında itici güç Prakriti değil, Purusha’dan
kaynaklanmaktadır. Prakriti’nin üç temel kuvvesi (Sattwa, Rajas, Tamas) vardır.
Bunlar bir denge halinde bulunur. Purusha’nın müdahalesiyle bu dengeler
bozulur. Üç Guna’nın sahip olduğu özelliklerin açılımı olan zincirleme bir
tepkime sonunda bütün olarak evreni meydana getirecek bir oluşum süreci başlar.
Fakat Kozmik düzeninin sonunda, tersi bir süreç yaşanır. Her şey eski haline,
Prakriti’ye geri döner. Bunun nedeni olarak da bu oluşum sürecinde Purusha’nın
aşkın boyutunu unutması ve kendisini Prakriti’nin tezahürü olan dünya ile
özleştirmesidir. Dolayısıyla burada amaç, Purusha’nın dünya ile ontolojik
bağının bulunmadığını hatırlatmaktır.[230] Yine de Purusha, Prakritisiz
yapamayacağı için bu düalist döngü devam edecektir. Ayrıca düalizmden
bahsetmişken Guenon, “Purusha- Prakriti ikilisinin “ruh ve madde” düalizmiyle
uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmadığını özellikle vurgulamaktadır.”[231]
Guenon bu durumu İnsan-ı kâmil kavrayışına bağlayarak,
sahip olduğu imkânları gerçekleştirmek isteyen her varlık, kendisiyle ilgili
olarak farklı aşamalara tekabül eden mertebelerden geçmesi gerekir. Varlığın
tümüyle kemale ulaşmasını gaye edinen inisiyasyon bu nedenle aynı evrelere göre
gerçekleşmektedir.[232]
Çeşitli geleneklerde haç sembolüyle ifade edilen İnsan-ı
kâmil kavrayışına dair tespitleri inceleyelim.
Tamamlayıcıların birliğinin sembolü olarak haçtan söz
edilir. Haçın burada iki boyutlu olarak ele alındığında, dikey çizgisi aktif
ilkeyi, yatay çizgisi ise pasif ilkeyi temsil etmektedir. Bu iki ilke beşeri
düzeyde kıyaslandığında, karşılıklı olarak eril ve dişil olarak kabul edilir.[233] En geniş
anlamında ele alındığında Hindu geleneğindeki karşılığı Purusha ve Prakriti.
Daha anlaşılır bir ifadeyle“Âdem-Havva” birlikteliğidir.[234] Guenon bu çiftlerin tüm
tezahürlerinin kıyasında olsun ya da belirli bir varlık haline ilişkin olsun
“İnsan-ı kâmil”e eşdeğer kabul etmektedir.
Tamamlayıcılık, iki terim arasında karşılıklı bağıntıdır.
Pasif ve aktif gibi terimlerin veya bunların eşdeğerlerinin birbirlerine
kıyasla anlam taşımaktadırlar. Bu nedenle aktiflik ve pasiflik gibi tamamlayıcı
iki öğe, çeşitli derecelerde tasavvur edilebilirler. Hint öğretisinde Purusha
ve Prakriti bunun en iyi örneğidir. Geometrik dille ifade ettiğimizde, varlığın
tüm mertebelerinden geçerek onları birbirine bağlayan dikey eksen (Purusha’nın
tezahür olanağının tümüne tekabül eden) “göğün etkinliğinin” sembolüdür. Yatay
eksen ( Prakriti’nin, Purusha vasıtasıyla belirlediği devinimsiz etkinliği
olan) ise “suyun yüzeyi” gibi yansıma planını sembolize etmektedir.[235]
İnsan-ı kâmil kavrayışına eşdeğer kabul edilen
Purusha-Prakriti çiftinin tamamlayıcıların birliğinin tüm geleneklerde sözü
edilen kadim “Erdişi”yi/ hem erkeklik hem de dişilik özelliğini bir arada
taşıyanın (Androgyne) oluşturduğu kabul edilmektedir. Guenon’ göre asıl dikkat
çekmek istediği nokta, varlığın bütünselliğinin tamamlayanların birisinin
diğeri üzerinde egemen olmaksızın tam bir denge halinde bulunmasıdır. Geometrik
sembolizmde “Erdişi”yi her yöne eşit yayılmasından dolayı Pisagorcuların en
mükemmel olan ve evrenin bütünselliğini ifade eden şekil olarak küre şekliyle
temsil edilmektedir. Çünkü tüm eşit uzaklıktaki çizgiler arasında yüzeyi en
fazla yer kaplayan çemberdir. Aynı şeklide yüzeyi eşit olan cisimler arasında
en fazla hacme sahip olan ise küredir. Küre merkezin ışınımıyla oluştuğundan
hiç kapanmaz. Bu ışının sınırı belirsizdir. Toplanma ve yayılma evrelerini
tekrar üreten başlangıçtaki titreşimin, eşmerkezli dalgalar dizisiyle uzayı
doldurur. Bu iki evre birbirine bağlanarak bir bütün haline gelir. Merkezin
tezahüre içkin, aralıksız olarak oluşan özel koşullarından çıkmış olarak
eşzamanlıkta alındığında birbirini dengelerler. Bu birliktelik, bütünlük
“ilksel değişmezliğe” eşdeğerdir. Yine her tezahürü gerçekleştiren kısmi
dengesizlikler toplamda her zaman genel dengeyi oluşturur.[236]
Guenon İslam tasavvufunda, sınırı belirsiz, ışıklıklı, açık
küresel şeklin tezahür açısından ardışık ezeli ve ebedi şimdide eşzamanlı
toplanma ve yayılma evresinin Ruh-u Muhammediye’nin şekli olduğunu belirtir.
Tanrı’nın meleklere secde etmesini emrettiği İnsan-ı kâmil’in tam şeklidir.
Varoluş mertebelerinin birinde bu şeklin alınması öngörmektedir. [237]
Sonuç olarak; beşeri halin simgesi yatay eksen (yatay haç)
ile temsil edilen bütünselliğin, ilişkili olduğu varoluş düzeyinde varlığın
dikey eksen (dikey haç) ile temsil edilen bütünselliğinin bir görüntüsü
gibidir.[238]
Guenon’a göre, haçın merkezi tüm zıtlıkların uyum haline
girdikleri ve çözümlendikleri nokta olarak kabul edilir. Bu merkezi nokta İslam
maneviyatında (tüm karşıtlıkları ve zıtlıkları birleştiren) “ilahi makam”
anlayışına tekabül eder.[239]
Guenon’un dikkat çekmek istediği, görünüşte zıt olan ancak
gerçekte birbirini nötrleştirerek geri döndükleri kadim esirin
farksızlaştırıcılığıyla bir zıtlık olmaktan çıkmasıdır.[240]
Guenon’a göre, İlkesel birlik, çözülemez zıtlığın
oluşmasını gerekli kılmaktadır. Bu nedenle görünüşte iki öğe arasında var olan
ve belli bir varoluş düzeyinde göreceli bir gerçekliğe sahip olan zıtlığın
sentezi ya da tümleşmesi sonucunda yüksek düzeye geçerek uyum içerisinde
çözülmesi veya yok olması gerekir. Haç sembolü ile zıtlık ve tamamlayıcılık
arasındaki farkın anlaşılmasını şu şekilde açıklayabiliriz; dikey ve yatay
eksen birbirini tamamlayan iki öğedir. Bu yüzden iki arasında zıtlık oluştuğunu
söyleyemeyiz. Fakat bu yönlerde zıtlığı oluşturabilecek tek bir eksenin iki
yarısını oluşturan ve merkez itibaren ters yönlere doğru uzanan iki yarım
doğrulardır. Geometrik sembolizmin bakış açısıyla zıtlığı dikey ve yatay yönde
bu şekilde tasavvur edebiliriz. Bu durumda iki boyutlu dikey haçta bir dörtlü
oluşturan iki zıt öğe çiftinin bulunduğunu söyleyebiliriz.[241] Dolayısıyla haçın
merkezi tüm zıtlıkların uyum haline girdikleri ve çözümlendikleri nokta olarak
kabul edilmektedir. Zıt olan öğelerin sentezi bu noktada oluşur. Bu merkezi
nokta İslam tasavvufunda “ilahi makam” (karşıtlıkları ve zıtlıkları
birleştiren) anlamında kullanılmaktadır. Bu makama ilk baştaki hele dönüş
yolunda benliğin ortadan kalkmasıyla ulaşılır. Bu ortadan kalkma, yok oluş Hint
öğretisinde Nirvana ile aynı anlamdadır. Yani fenanın ötesinde, fenâü-l fenâ
vardır yani yok oluşunda yok oluşu. Dolayısıyla varoluş derecelerinden ötekine
geçiş, varlık halinin merkezinin bütünsel varlığınkiyle özdeşleşmesiyle
bağlantılıdır.[242]
Uzak-doğu geleneğinde ise bu merkezi nokta, “kozmik çark”ın
merkezi olarak adlandırılan ve aynı zamanda göğün etkinliğinin doğrudan
yansıması olan noktadır. Taocu öğretiye göre, ilke her zaman durağandır, fakat
her şey onun tarafından gerçekleşir. Yani kozmik çarkta merkez noktaya ulaşmış
olan kişi, ilkenin durağan etkinliğini taklit ederek çözülmez bir birlik içinde
bulunur. Lao-tse’nin ifadesiyle boşluğa ulaşan kişi, dinlenme halinde
sabitleşir. Yani ezeli ve ebedi ilkeye dönmek, dinlenme halini gerektirir.
Boşluk burada her türlü geçici, arızi ve zahiri şeylerden bağını koparmak
anlamındadır. Kendisini bu bağlardan koparan varlık kozmik tekerin çemberinden
merkezine yerleşir, burası da boşluk olarak tasavvur edilmiştir. Yarıçap
tellerine birleşerek tekeri meydana getirmektedir. Bu durum İslam tasavvufunda
“Es-Sekîne” yani büyük sükûnet anlamına gelmektedir. İbranicede ise Şekina yani
ilahi huzur ile özdeştir. Aynı zamanda Şekina tüm geleneklerde kalp olarak
sembolize edilir. Diğer bir ifadeyle Tanrı’nın müminlerin kalbinde bulunuşu
anlamına gelmektedir.[243]
Sonuç olarak, merkeze ulaşan kişi için her şey birlik
içindedir. Artık her şeyi ilkenin birliğinin içinde görmeye başlamıştır. Bu
durumda karşıtlıklar ve zıtlıklar ortadan kalkarak varlığın birliği oluşmuştur.
Mutlak varlığa ulaşmış olan insan için artık her şeyin sona erdiği yegâne
noktada bulunur.
Guenon’da Savaş sembolizminin gerçek temsil nedeni, bir
düzensizliğe son vererek yeni bir düzen oluşturmaktır. Bu ifade metafiziksel
bakış açısıyla çokluk ve çeşitliliğin, çokluk ve çeşitlilik âlemine ait olan
vasıtalarla birliğe kavuşturulmasıdır. Burada birlikten kasıt “Merkezi nokta”ya
yani “Büyük Barışa” kavuşmaktır. Savaşın alanı ise eylem alanıdır. Burada hem
beşeri hal, hem de değişime ve çokluğa tabi olan tüm diğer tezahür halleri söz
konusudur. Başka bir deyişle bu kavrayışa Hint ve İslam öğretisinde
rastlanılmaktadır. İslam öğretisinde “Cihad” (kutsal savaş) tam olarak bu
anlamdadır.[244] Cihadın,
“Büyük Kutsal Savaş” ve “Küçük Kutsal Savaş” olmak üzere iki durumundan
bahsedilmektedir. Guenon, bu ayrımı Hz Peygamberin (askeri seferden dönerken
söylediği) şu hadisine dayandırmaktadır: “küçük kutsal savaştan(cihaddan),
büyük kutsal savaşa (cihaddan) dönüyoruz.”[245]
Guenon’a göre, Küçük kutsal savaş, düşmana, barbar’a
üstünlük iddiası olan aşağı ırka veya din söz konusuysa kâfire karşı maddi
silahlarla yapılan kanlı savaş olarak adlandırılır. Bu savaş metafizik olarak
sonuçları ne olursa olsun, ne kadar büyük tahribat yaratırsa yaratsın daima
küçük savaş olarak ifade edilir. Büyük kutsal savaş ise insanın kendindeki
düşmanla yani kendinde barına ve kendini manevi yasaya tabi kılmak istediğinde
isyan eden düşmana, kâfire karşı yapılır. Bu savaş içsel ve gayri maddidir.
Arzu, ihtiras, zaaflık, gevşeklik gibi insan içindeki düşmanı yenmeli,
direncini kırmalı ve manevi insana itaat etmelidir. Bu büyük barışa
ulaşmanın şartıdır. [246]
Guenon’a göre, savaşın tezahür ve çokluk (kesret) âleminde
oluşması bakımından kendi varoluşunda bir düzensizlik olduğu
söylenebilmektedir. Çünkü bu durum, düzensizliği telafi etmeye yönelik bir
düzensizliktir. Uzakdoğu Gelenekunda öğretisi gereğince savaş, tüm düzeni
oluşturan tüm düzensizlik veya dengesizliklerin toplamıdır. Düzen, çokluk ve
çeşitliliğin üzerine çıkıldığında onları birlik içerisinde tasavvur edildiğinde
görülmektedir. Bu bakış açısıyla düzen oluşturulmadığında, İlke’nin dışında
gerçekleşen bir yanılgı niteliğinde varoluş söz konusu olmaktadır. Çünkü
varoluşun birliğine (Vahdet-i Vücûd) tam olarak ulaşılmadıkça varlık, bu
yanılgıdan kurtulamaz.[247]
Düzen, denge ve uyum yani bu üç öğe barışın oluşmasında
önemli rol oynamaktadır. Hem eş anlamı olup hem de farklı anlam içererek çokluk
ve çeşitliliğin ilkeye götürüldüğü zamanki birliği ifade etmektedir. Aslında
çokluk ve çeşitlilik yok olmayıp çoklukta birlik, birlikteki çokluk şeklinde
birbirini tamamlayan, tüm tezahürlerin yani ilahi mekânı oluşturan merkezi
noktasında ayrılmaz bir biçimde birleşirler. Bu nedenle artık düzensizlik ve
zıtlıklar yoktur. Merkezi nokta denge, uyum ve barılın bulunduğu yerdir. Bu
merkezi noktanın dışında ise savaş hali bulunmaktadır. Yani zıtlıklar kesin
olarak aşılamamıştır. Dolaysıyla savaşın amacı barışı oluşturmaktır.[248]
Birliği kendisinde tam olarak gerçekleştirmiş, başarmış
olan kişi, tüm zıtlık ve düzensizliği ortadan kalkmış olmasıyla savaş hali sona
ermiştir. Dolayısıyla İnsan-ı kâmil mertebesine ulaşmakla, ilahi huzur olan
büyük barışa ulaşmıştır. İlkesel birlik (ilahi huzur-merkezi nokta) ile
aynileşmekle, ezeli ve ebedi şimdinin mutlak eşanlamlılığında “her şeyde
birliği” ve “birlikte her şeyi” görmektedir.[249]
Guenon’a göre merkezden uzaklaşmış insan için artık savaş
hali başlamıştır. Fakat bu savaş tekrar barışı, düzeni geri getirmeye yönelik
bir düzensizlik durumudur. Biz bu düşünceyi Herakleitos’da (m.ö. 535/540-475)
da görmekteyiz. Ona göre savaş barış mıdır, zıtlıklar adaletin kendisi midir?
Zıtlıklar birlik midir?
Herakleitos’a göre her şey zıtlıkların çatışması sonucu
varlığa gelir. Varlığın oluşununsa yegâne şartı zıtlıkların mücadelesidir. Eğer
bu zıtlıkların mücadelesi olmasaydı ne varlık olurdu ne de âlem. Bu yüzden
savaş, barıştır. Zıtlıkların birbirleriyle mücadelesi ve adaletin kendisidir.
Çünkü zıtlıkların oluşumu iyidir ve zorunludur.[250] Barış ancak onunla mümkün
olmaktadır. Aynı zamanda Guenon gibi Herakleitos da çokluk yanlısıdır. Ona göre
“çokluk olmadan birlik, birlik olmadan da çokluk var olamaz.”[251] Her iki
düşünüre göre zıtlıkların ortadan kalkmasıyla birlik oluşmaktadır. Bu yüzden
savaş halini olumsuz düşünmemek gerekir. Çünkü savaş barışın oluşmasına ortam
hazırlamaktadır.
Guenon’a göre sembolik silahlar “Âlem’in Kutbu”nu temsil
etmektedir. Bu nedenle silahlar, kutupsal ve şemsi olarak ikiye ayrılmaktadır.
Ona göre, kutupsal semboller daha temelli ve ilksel bir karaktere sahiptir.[252]
Yukarıda Guenon, Graal sembolü ile “Âlemin kutbunun”
figürlerinden biri olan mızrağa atıfta bulunmuştu. Mızrağın sivri ucu, gökten
gelen ışınlara ve hükümranlığı temsil etmektedir. Aynı zamanda sapan da bir
“semavi ışın” sembolüdür. Bu her iki anlamda temelde aynıdır. Ancak temelde
eşit olan kılıç ve okla birlikte sapanın da, bazen güneş ışınına asimile
edildiği açıklanmaktadır. Guenon kutupsal ve şemsi semboller hiçbir zaman
birbirine karıştırılmamasını hatırlatır.[253]
Ona göre, âlemin kutbunu temsil eden sembolik silahlar çift
yönlü kesicilerdir ya da zıt yönde iki uca sahiptirler. Çift yönlü kesici
silahlar, kutupların dualitesini temsil etmektedirler. Mesela kılıç için çift
yönlü kesici bir silah olarak bakılabilir.[254] Kılıç yaratma ve
yok etme temsiliyeti sebebiyle çift yönlü gücü itibariyle sözün ve düzenin
sembolüdür. Yani çift yönlü kudretle benzerdir. Başka bir ifadeyle aynı ve tek
bir şeyin farklı uygulamasıdır.[255] Zıt yöndeki
silahlar, iki kutup ve iki yarım küre ile ilişkilidir. Söz konusu olan her iki
sembol, tekrar birbirleriyle buluşmaktadırlar. Dolayısıyla tezahür itibariyle
birbirlerine zıt, özde ise bir olan daima çift yönlü bir güç söz konusudur. [256] Şemsî
sembolleri temsil eden silahlar ise, aynı anda iki karşıt özelliği içerisinde
barındıran hayat verici/öldürücü, üretici/yok edici anlamları ifade etmektedir.[257]
Guenon, Kuzey Kutupluların Tanrı’sı olan Apollon[258]un lakabı
“Karneios” ile ilgili önemli tespitlerde bulunmuştur. Karneios ve Kronos
kelimeleri birbirlerine yakın anlamdadırlar. Karneios, kutuptaki kutsal dağın
sembolü olan “Karn’ın Tanrı”sı yani “yüksekteki yerin Tanrı”sıdır. Kelt
kültünde bu tumulus ya da cairn ile aynı adı taşıyan taş yığınını temsil
etmektedir. Genellikle taş Apollon kültü ile yakından ilişkilidir. Kronos ise,
yükseliş anlamında, gezegenler arasında en yüksekte bulunan Satürn ile
özdeşleştirilmiştir.[259]
Karneios hem gücü hem de yüceliği temsil etmesi bakımından
boynuz (corne) sembolizminin anlamı itibariyle yakın bir bağlantısı vardır.[260] Bröton’da
Apollon Karneios’un yerine geçen Aziz Corneille’ye boynuzlu hayvanların
koruyucusu gözüyle bakılmaktaydı.[261] Bu nedenle Guenon onun
boynuzlu hayvanlarla olan sembolik temsiliyetine dikkat çekmektedir.
Sembolik anlamda boynuzlar iki temel şekilde temsil edilir.
İlki koç boynuzu suretinde “Şemsî”dir. İkincisi boğa boynuzu suretinde, hilal
şeklinde “Kamerî” dir.[262]
Tüm boynuzlu hayvanların gücünü gösterme aracı olarak
kullanması nedeniyle boynuz sembolü, tüm geleneklerde gücün, kudretin simgesi
olarak kullanılmıştır.[263] Boynuz
kelimesinin kökeni sembolik ifadesi olan “taç” kelimesiyle aynıdır. Aynı
zamanda taç gücün ve yüksek bir mertebenin bir işaretidir. Bu yönüyle boynuzla
yakından bir ilişkisi olduğu tespit edilmiştir. Her ikisi de başın üzerine
yerleştirilmiş ve bu yönüyle “zirve” fikrini belirtmektedir. Başka bir ifadeyle
taç ışın şeklindeki uçlardan örülü bir çemberdir. Aynı şekilde boynuzda nuranî
ışınları temsil etmektedir. Dolayısıyla boynuzlara güç ve kuvvet fikrinin
eklenmesi nedeniyle sembolik silaha benzetmektedir. Diğer yandan parlak ışınlar
güç sıfatı bu silahla uyum içerisindedir.[264] Mesela fil ve kır domuzunun
savunma dişleri sivri uçları boynuz şeklindedir. Guenon, bu boynuzların çift
oluşunun kutup sembolizmini uygulamasını engellediğini ifade etmektedir. Bu
nedenle mikro kozmik ve makro kozmik açıdan âlemin kutbuna tekabül eden semavi
ışından değil de parlak ışıktan bahsedilmektedir.[265]
Güç sembolü olarak kullanılan boynuzlarla ilgili bir başka
örnekte Arap geleneğinde İskender’i, “El-İskender Zû’l-Karneyn” yani “çift
boynuzlu” olarak adlandırılmıştır.[266] Sözlükte “zû” sahip, mâlik
anlamında; “karn” kelimesi boynuz, kâkül, şakak, akran, aynı dönemde yaşayan
nesil gibi anlamlara gelmektedir. Karn kelimesinin tesniye kalıbından oluşan
Zû’l-Karneyn terkibi, kelimeye verilen anlam göre değişmektedir.[267] Tarihi
kaynaklı rivayetlere göre, Zülkarneyn ile Hızır arasında ilişki kurulduğu,
bazen de Zülkarneyn ile İskender’in özleştirilip iki farkı kişilikten
bahsedildiği görüşmüştür. Ayrıca Sümer, Babil, Akad, Mısır asıllı biri olduğuna
dair görüşlerin yanı sıra bazı rivayetlerde Zü’l-Karneyn ile birlikte, Hızır ve
ab-ı hayat motifine, Gılgamış destanı ile İskender efsanesine rastlanılmaktadır.
İslamî edebiyatta Makedonya kralı büyük İskender’e ruhani bir kişilik atfedilip
bu kişilik de Zû’l-Karneyn ile özleştirilmiştir. İskendernâme adlı eserde ise
İskender tamamen Zü’l-Karneyn kişiliğine büründürülmüştür.[268] İskender’in geniş bir coğrafyaya
yayılıp, on iki gibi kısa bir zamanda büyük bir imparatorluk kurarak ve büyük
zaferler kazanması birçok devlet adamının sanatkârların ilham kaynağı olmuştur.
Bu nedenle hakkında destanlar ve menkıbeler yazılmıştır. Zaferlerinin ise ancak
manevi bir güç ve ilahi bir destekle mümkün olacağını düşünenler ona ruhani bir
kişilik atfederek Kur’an’da[269] anlatılan
Zü’l-Karneyn ile aynı kişi olduğunu zannetmişl erdir.[270]
Guenon İskender’in Doğu ve batıya uzanan çift yönlü bir güç
olarak yorumlandığını belirtmektedir. Çünkü Büyük İskender, Ammon’un kâhini
tarafından Tanrı’nın oğlu olarak ilan edilince, kendisine Tanrı’nın en önemli
simgesi çift koçboynuzunu amblem olarak almıştır.[271] Anlaşılacağı üzere, çift
boynuz güç/kuvvet, kozmik düzen ve nizama işaret etmektedir. Dolayısıyla Büyük
İskender iki boynuzlu Tanrıoğlu/ mistik Hükümdar karakterini öne çıkarmak için
bu sembolün gücünden yararlanmıştır.[272]
Boynuz sembolünün bir başka dikkat çekici yönü ise
hayvanlarda silah olarak kullanılan boynuz ile bitkilerdeki silah denilebilecek
iğneler arasında yakın bir ilişki vardır. Bitkilerdeki iğneler sembolik olarak,
sivri uçları zirve ve yükseliş fikrini hatırlatmaktadır. Zaten sembolik
rollerle sahip olan bitkiler, dikenli olan bitkilerdir. Dolayısıyla Guenon
sembolizmin, daima mükemmel bir şekilde kendi aralarında tutarlı olduğunu
ortaya koyduğunu belirmektedir. Ona göre sembolizm, yapay/suni uzlaşım sonucu
ortaya çıkmayıp aksine eşyanın tabiatı üzerine temellenmiştir.[273]
Guenon’un düşüncesinde gerçek semboller insanlar tarafından
icat edilmezler.
Yıldırım taşları, yıldırımı sembolize eden taşlardır. Tarih
öncesinde ait silex taşından yapılma baltalardan, dünyanın yumurtasını
sembolize eden “yılan yumurtasından” veya maddi bir temsil olarak
denizkestanesi fosilinden başka bir şey değildir. Mesela, Taş, balta,
parçalayan veya kesen bir taştır. Bu yüzden yıldırımı temsil etmektedirler.[274]
Genellikle isimden yola çıkarak yıldırım taşları veya gök
gürültüsü taşlarının, gökten düştüğünü, gök taşı olduğunu düşündürmeye
meyillidir. Sözlü gelenek, taşların, yıldırımla düştüğüne bizzat yıldırım
olduğunu aktarmıştır. Yine onların gökten ateş ya da taş şeklinde düştüğünü
aktarır. Fakat durum sanıldığı gibi değildir. Sanıldığı gibi bu taşlar semavi
kökene sahip değildir.[275]
Tibet sembolizminde yıldırım, Sanskritçe ifadesi “Vajra”
Lamaizm’in önemli temsilcilerinin belli başlı simgelerinden birisidir. Vajra
evrensel tecellinin eril ilkesini temsil etmektedir. Bu yönüyle “ilahî babalık”
fikrini oluşturmaktadır. Guenon konuyla ilgili modern Batı’da dahi çok özgün
bir benzer olay söz konusu olduğunu ifade eder. Leibniz “Monadologie” adlı
eserinde “yaratılan bütün monatlar, belli zaman aralıkları ile Tanrı’nın
sürekli olarak devam eden şimşek çakmaları ile doğar.” diyerek yıldırımı
varlıkların oluşumu fikri ile eşleştirmektedir. Ayrıca filozofun ölümden sonra
yok edilemeyen ve küçültülmüş olan canlıya dair teorisinin, İbrani geleneğinde
“ölümsüzlük çekirdeği” yani “Luz” kelimesinden esinlendiğini belirtmektedir.[276]
Vajra, yıldırım anlamının dışında elmas anlamına da
sahiptir. Akla bölünmezlik, bozulmazlık, değişmezlik fikrini getirmektedir.
Onun üretme ve yok etme şeklindeki çift yönlü gücü temsil etmektedir. Uzak-doğu
geleneğinde bu tamamlayıcı iki ilke olan Yin-Yang’ın faaliyetlerine tekabül
etmektedir. Çift yönlü faaliyet olarak şimşek gibi çakan bir silah olan Vajra
zıt yönde iki ucu ile sembolize dilmektedir. Elmas ise onun tek ve bölünmez
olan özünü temsil etmektedir. Bir diğer çift yönlü güç olarak anahtar
sembolizminden bahsedilebilir. Onun çift yönlü faaliyeti açma ve kapamadır.[277]
Dünyanın eksen’inin birçok sembollerinden birini oluşturan
“Merkezdeki Ağaç”, çeşitli geleneklerde haç sembolizmi ile özleştirilmiştir.[278] Özellikle
Hıristiyan geleneğinde haç, yerden göğe çıkabilen bir ağaç olarak tasvir
edilmiştir. Ölümsüz bir bitki olarak nitelendirilmektedir. İsa’nın çarmıha
gerildiği yere dikilen Hayat Ağacı, yerin derinliklerinden çıkarak dünyanın
merkezine kadar yükselen, evrenin uçlarına kadar her yeri kutsallaştıran ağaç
diye dua edilmektedir.[279] Dolayısıyla
merkezdeki ağaç haç’ın geometrik sembolizminin bakış açısıyla ifade
ettiğimizde, dikey yön ağacın gövdesini, yatay yönü ise ağacın dallarının
oluşturmaktadır. Ağaç, âlemin ya da herhangi bir âlem’in (beşeri hal gibi
varoluş halinin tasavvur edildiği) merkezinden yükselmektedir. Kitab-ı Mukaddes
de “Hayat Ağacı” dünyanın merkezini temsil eden yeryüzü cennetinin ortasında
dikili olarak tasavvur edilmektedir.[280]
Yeryüzü cennetinde “Hayat Ağacı” ile birlikte “Bilgi Ağacı”
(hayır ve şer ilminin ağacı, Hakikat Ağacı) da bulunmaktadır. Kitab-ı Mukaddes
de şu şekilde bahsedilmektedir:
“Tanrı doğuda, Aden’de bir bahçe dikti. Yarattığı Âdem’i
oraya koydu. Bahçede iyi meyve veren türlü türlü güzel ağaç yetiştirdi.
Bahçenin ortasında yaşam ağacıyla iyiyle kötüyü bilme ağacı vardı”[281]
Bu iki ağaç arasında kurulan bağlantı önemlidir. Çünkü
hayat ağacının bahçenin ortasında bulunduğu ifade edildikten sonra bilgi
ağacından söz edilmektedir. İlerleyen pasajda ise; “... Tanrı bahçenin
ortasındaki ağacın meyvesinden yemeyin, ona dokunmayın ...”[282] diyerek Bilgi Ağacı’nın
bahçenin ortasında bulunduğu ifade edilmiştir. Daha ilerideki pasajda,
“.Âdem
iyiyle kötüyü bilmekle bizlerden biri gibi oldu, dedi. Artık yaşam ağacına
uzanıp meyve almasına, yiyip ölümsüz olmasına izin verilmemeli.”[283]
Guenon bu pasajla ilgili Âdem’in bilgi ağacının meyvesini
yedikten sonra, hayat ağacının meyvesinden de alması için yapması gereken şey
kolunu uzatmaktır. Bu üç pasajın ikincisinde Tanrı’nın koyduğu yasağın konusu
olan ağaç için “bahçenin ortasındaki ağaç” deyimi kullanılmakta, diğer pasajda
ise yasak konusu olan ağacın Bilgi Ağacı olduğu görülmektedir.[284] Bir başka
dikkat çekici nokta ise, Hayat Ağacı’nın meyvesi ölümsüzlük içerir. Bilgi
Ağacı’nın meyvesi ise hakikat bilgisi olan iyi ve kötüyü bilmeyi sağlamaktadır.[285] Bu iki ağaç
sembolik ifadelerle birbirine yakın bağıntılı olarak belirmektedir.
Bilgi ağacı (iyiyi ve kötüyü bilme) isminden de
anlaşılacağı üzere birbirini tamamlayıcı olmayan, birbirine zıt olan tüm
varoluş nedenlerini bu zıtlığın oluşturduğu iki öğenin bulunması, bu ağacın bir
dualite ile karakterize olduğu söylenebilmektedir. Bilgi Ağacı’nın ikili doğasının
kendini dışa vurumu ise Âdem’in düşüşü sırasında gerçekleşmiştir. O zaman hayır
ve şer bilinecektir.[286] Bu bağlamda
hakikatin bilgisinin edinilebilmesi, iyiyi kötüden ayırt edebilme yani idrak
edebilmesi için dualitenin olumlu ve olumsuz tesirlerin, ak ve karanın yer
aldığı, eril- dişi prensibin cisimleşmiş olarak bulunduğu bir ortamda yaşaması
gerekir. Çünkü cennet dualitenin bulunmadığı bir ortamı simgelemektedir. İnsan
ruhları bilgiyi ancak fiziksel âlemdeki dünyaya inerek, uygulamayla elde edebilirler.
Bu nedenle idraki sağlayacak bilginin uygulamayla elde edilebileceği,
bedenleşmenin bir gereği olarak ifade edilmiştir. Dolayısıyla dualitenin içine
girilmeden ayırt etme bilgisi elde edilemez.[287] Ayrıca Âdem düşüşü sırasında
Hayat Ağacı’nın tekabül ettiği, kadim birliğin bulunduğu merkezden
uzaklaşmıştır. Bu merkez ezeliyet ve ebediyet kavramlarını yitirmiş olan insan
için artık ulaşılmazdır. Tekrar “İlksel hal”in oluşturulmasıyla merkeze
ulaşacaktır.[288]
İbranî geleneğinde Hayat Ağacı ya da Sefirot Ağacı’nın sağ
kolunu ile sol kolonunun bir dualite oluşturması hayır ve şer ilminin ağacına
yönelik atıfta bulunulmaktadır. Ancak sağ ve sol kolun arasında “orta kolon”
bulunması nedeniyle iki zıt eğilim birbirini dengelemektedir. Böylece Hayat
Ağacı’nın asıl birliği oluşmaktadır.[289]
İsa’nın çarmıhının sembolik olarak Hayat Ağacıyla
özdeşleştirilmiştir. Ancak bu haçın (çarmıh), hayır ve şer ilminin ağacının
odunun yapıldığını daha önce ifade etmiştik. Dolayısıyla Ağaç cennetten
kovulmaya vesile olduğu gibi kurtarılmaya da vesile olacaktır. Guenon’a göre
cennetten kovuma ve kurtarılma birbirinin zıttı olduğu gibi birbiriyle de
bağlantılıdır. Çünkü ilksel düzenin tekrar oluşmasına atıfta bulunulduğu gibi
bilgi ağacı ile hayat ağacı burada bir tür özdeşleşmektedir. Başka bir deyişle
ikilik (düalist), birlik ile tekrar bütünleşmektedir.[290] Diğer yandan İbranî
Kabalasındaki Sefirot Ağacı, Hayat Ağacı ile Bilgi ağacının doğalarının
kendisinde birleştiği bir üçlem (birlik ile ikiliğin toplamı olan bölünmez bir
üç) içermektedir. Bu üçlem bir tek ağaçtan değil, birbiriyle köklerinden
bağıntılı olan üç ağacın birlikteliğinden oluşmaktadır. İsa Mesih’in çarmıhında
da benzeri bir durum söz konusudur. Çarmıhın iki yanında biri iyi diğeri kötüyü
temsil eden, İsa’nın gerilmiş olduğu çarmığın sağında ve solunda yer
almaktadırlar. Çarmıh ise daima Hayat Ağacı’nın bulunduğu yerdedir. Bu bağlamda
Hayat Ağacı, Dünya’nın eksenini simgelemektedir.[291]
Yeryüzü Cenneti’nin merkezi olan Hayat Ağacı’nın dibinden
dört ana yöne doğru dört tane ırmak çıkmaktadır. Yerkürenin yüzeyinde, beşeri
alana tekabül eden alanda yatay haç biçimini oluştururlar. Bu dört ırmak
Yeryüzü Cenneti’nin evrensel kürenin bir yatay kesiti olan çemberimsi çevresini
dört parçaya bölmektedirler. Hayat Ağacı’nın bulunduğu yer aynı zamanda Semavi
Kudüs’ün merkezidir.[292] Ancak
Semavi Kudüs tasvirinde çember, kare ile yer değiştirmiştir.[293] Guenon bunu
Hermesçilerin sembolik olarak “çemberin dörtgenliği” şeklinde belirtikleri şeye
tekabül ettiğini belirtmektedir. Merkezi noktanın yayılması ile imkânların
gelişmesini temsil eden küre, ilksel hal ile tekrar bütünleşme tamamlandığında
küp şekline dönüşmektedir. Küpün tamamlama ve mükemmeliyet fikrini sembolize
etmesi nedeniyle çevrim, nihai dengeye ulaşmış olmaktadır.[294]
Mitik sembolizmine göre Hayat Ağacı’nın on iki meyvesi
bulunmaktadır. Bu meyveler Hint geleneğinde Adityalar[295] ( güneşin devre sonunda
eşzamanlı olarak belirmeleri gereken on iki şekli) ile özleştirilmiştir.
Adityalar tek ve bölünmez bir kaynağın Aditi’nin tezahürleridir. Aditi, Hayat
Ağacı’nın tek özüne tekabül eder. Diti ise Bilgi Ağacı’nın ikili özüne tekabül
eder. Birçok gelenekte güneş simgesi, ağaç simgesiyle bağlantılıdır. Sembolik
ifade de güneş devrenin başlangıcında ağacı terk eder ve devrenin sonunda bu
ağaca tekrar geri döner. Çin geleneğinde bu ifade güneşin batışı devrenin
sonunda ağacın üzerinde dinlenişi olarak düşünülür. Karanlık ise güneşin ağacın
dibine düşüşünü ifade etmektedir. Hint ve Çin geleneklerinde on iki güneşli
ağaç figürlerine rastlanılmaktadır. Bunlar senenin on iki ayı ile bağlantılıdır
ve on iki sayısı Pythagoras öğretisindeki gibi devresel tekâmül sayısıdır.
Genel bir ifadeyle, farklı güneş şekilleri bir devrenin çeşitli dönemlerine
tekâmül edeler. Dönemi başlangıcında birlikten çıkmakta ve dönemin başında
birliğe dönmektedirler. Evrensel varoluş tarzlarının sürekliliğinden dolayı bir
devrenin sonu bir devrenin başlangıcıyla çakışmaktadır.[296]
Belirli bir varoluş halini temsil eden Yatay haçın bir
diğer biçimlerinden biri Swastika/ Gamalı haç’dır. Adını, Yunanca gamma (r)
harfine ve haç şeklinden (+) alan bu simge dört ana gamma harfinin
birleşmesinden oluşmaktadır. Sanskritçede Swastika “su (iyi)” ve “asti (olmak)”
kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur. “İyi, mutlu ve sağlıklı olmak”
anlamlarına gelmektedir. Uzak-doğu geleneğinde Swastika, Vişnu’nun 108
simgesinden biridir. Kolları saat yönüne dönük olan şekli ile başarı, şans,
uğurun yanı sıra hayatın kaynağı olan güneş ışığını simgelemektedir. Kolları
ters yöne dönük şekli ise karanlık, gece ve uğursuzluğu ifade etmektedir.
Ayrıca Swastika’nın dört kolu, dört kozmik (su, hava, ateş, toprak) gücü
simgelemektedir.[297]
Swastika, Ön-Türklerde Oz damgası olarak bilinen
çarkıfelek, öbür dünyaya geçerek belirli bir varlık ve biçim kazanma, yeniden
oluşum şeklindeki düşünceyi ifade etmektedir.[298] İslam Tasavvufunda Tanrı’ya
ulaşma, Tanrı’yla bir olma inancı önemli bir yer tutmaktadır. Bu Oz Damga,
Oz’laşarak/ Yanarak Tanrı’ya ulaşma fikrinin bir sembolü olarak, Türklerin
İslamiyet’i kabulü ile İslami bir anlayışa dönüşmüştür. Türk-İslam sanatında,
İslam Tasavvuf düşüncesinde Tanrı’ya ulaşma göğe yükselmenin simgesi olarak
yeni bir anlam kazanmıştır.[299] Mevlevilerin
daireler çizerek sema yapması, Alevi ve Bektaşilerin cem törenlerinde
oluşturdukları halka halinde eksenleri etrafında dönerek Tanrı’ya kavuşma (göğe
yükselme) inancı bulunmaktadır.[300] Bu
çarkıfelek motifi Anadolu kültüründe özellikle dini mimari ve dokumacılıkta da
kullanılmaktadır.
Guenon, Yunanca “gamma”(r harfi ile kolları arasındaki
benzerlik nedeniyle Swastika’ya verilen “gamalı haç” isminin yanlış olduğunu
belirtmektedir. Çünkü eskiden “gammadin” olarak adlandırılan işaretlerden
tamamen farklıdır. Bu işaretlerden biride Hıristiyanlığın ilk yy.larında
Swastika ile birlikte kullanılan “Kelamın Haçı”dır. Haç açıları merkeze dönük
olan dört gamadan oluşmaktaydı. Şekil çarmıh biçiminde olan iç kısmı İsa Mesih
ile ilişkilidir ve dört gamma da havarileri temsil etmektedir.[301]
Uzak doğudan Uzak batıya kadar yaygın olarak bilinen
Swastika, “kutup’un simgesi/kutup İşareti”dir. Semboldeki asıl unsur sabit olan
noktadır.[302] Swastika’yı
çember içindeki haç figürüyle karşılaştırdığımızda, bazı açılardan eşdeğer olan
iki sembol olduğunu görebiliriz. Fakat sabit noktada etrafındaki dönüş
yörüngesi Swastika’da, haçın kollarının uçlarındaki kollar ile dik açı
oluşturan çizgilerle belirtilmiştir. Bu çizgiler çembere zıt durumdadırlar ve
dönüş hareketinin yönünü göstermektedirler.[303] Çember her yerde rotasını
sabit bir nokta etrafında tamamlayan Âlemin sembolü olarak Swastika ile
mukayese edilebilir bir semboldür.[304] Ancak Çember tezahür âleminin
bir ifadesidir. Swastika’da tezahür âlemi ise kesik çizgilerle gösterilmektedir.
Bu bağlamda Swastika, âlemin bir sureti yani dünyevi bir figür değil de,
İlke’nin dünyadaki hareketini gösteren/Âleme nispetle İlke’nin hareketidir.[305]
İnsanla ilgili sembollerin Guenon’da önemli bir yere
sahiptir ve birçok sembolün insanla ilgilidir. Ona göre, her sembol bir anlam
çokluğu içermekle birlikte haç sembolü de çok anlamlılık içermekte ve çeşitli
düşünce boyutlarında değerlendirilmesi gereken bir semboldür. Bu düşünce
çerçevesinde Guenon, uzayın yönleri, tamamlayıcılığın birliği ve zıtlığı, merkezdeki
ağaç ile ilgili sembolizmlerde karmaşık olduğunu düşündüğü haç sembolizminin
çeşitli anlamlarının anlaşılmasında daha etkili olduğunu düşünmektedir. Bu
nedenle çeşitli geleneklerdeki insan-ı kâmil ile haç figürünü özdeşleştirerek
farklı sembol biçimleriyle yorumlamıştır. Şimdi de İnsan-ı kâmil ile ilgili
olan diğer sembolleri inceleyelim.
İNSAN-I KÂMİL’LE İLGİLİ SEMBOLER
Varlık
Mertebelerinin Geometrik Sembolleri
Varlık mertebelerinin üç boyutlu haç sembolü üzerinden
sunulduğu geometrik temsilde, herhangi bir varlık mertebesinin her tarzı bir
nokta ile belirtilmiştir. Fakat mertebelerin her tarzı sınırı belirsiz talî
değişimler (sonradan gelen) içeren tezahür devresi boyunca gelişebilir. Böylece
beşeri bireyselliğin gerçekleştiği varoluş aşamasındaki tüm fiilleri bu
değişimleri oluşturur. Bu bağlamda tüm değişimlerin temsil edilmesi sadece bir
nokta ile değil, her noktası tali tezahür içeren bir düz çizgi ile gösterilir.
Fakat bu çizgi sınırı belirsiz ise de tüm sınırı belirsizlikler gibi sınırsız
değildir. Guenon bu durumu şu şekilde bir açıklama getirmektedir:
“Sonludan
kaynaklanan sınırı belirsiz daima sonluya indirgenebilir. O, “sonlu”da içerilen
imkânların geliştirilmesinden ibarettir. Sözde “matematik sonsuz”un yani
aslında niteliksel, sayısal ya da geometrik sınırı ya da, sonu belirsizliğin
hiç de sonsuz olmadığı, özgün doğasında içerilen tespitlerle sınırlı
olduğu, pek
bilinmese de, temel bir hakikattir.”[306]
Basit bir sınırı belirsizlik ( varlık mertebesinin bir
tarzı) düz çizgi ile temsil edilir. Çift ya da ikinci kuvvetten sınırı
belirsizlik (tarzlar içeren varlık hali) yatay plan ile temsil edilir. Üç veya
üçüncü kuvvetten sınırı belirsizlik (varlık halinin çokluğu ve çeşitliliği) ise
üç boyutlu yayılım ile temsil edilir. Guenon bu temsilleri geometrik
sembolizmin bakış açısıyla şu şekilde tasavvur etmektedir: Uzayın her
noktasında bu yayılımların üç boyutuna denk olarak paralel olan üç doğru
geçmektedir. Üç eksenin üç boyutlu bir haç oluşturdukları koordineler sistemi
oluşturan üç dikdörtgenli bir üç düzlemlinin tepesi olarak algılanabilir.
Koordineler sistemi üzerinde dikey eksen belirlenmiştir. Dikey eksen, her yatay
planın oluşturduğu dikdörtgensel şeklin başlangıcını oluşturan noktaları
kesmektedir. Bu noktalar planın merkezidir ve dikey eksende de her yatay planın
merkezinde bulunmaktadır. Koordineler sisteminin temelini oluşturmak için özel
bir yatay plan belirlenirse, üç dikdörtgenli “üç düzemli” belirlenmiş
olacaktır. Dolayısıyla üç koordineler planının her birinde üç eksenden ikisi
tarafından iki boyutlu haç oluşacaktır. Üç boyutlu haçın merkezi olan aynı
zamanda tüm yayılımında merkezi olarak kabul edilen tepesi, üç haçın da ortak
tepesini oluşturmaktadır. Koordineler sisteminde üç tane haçın oluşması
nedeniyle her nokta merkez olabilir, her noktanın bilkuvve merkez olduğu
söylenebilir. Ancak, merkez için özel bir noktanın seçilmesi gerekmektedir. [307] Genel bir
ifadeyle; üç boyutlu uzay, tüm evrendeki sınırı belirsiz sayıdaki varlığı
temsil edecek biçimde, sınırı belirsiz sayıda planlar içerebilmektedir.[308]
Düşünüre göre, Varlığın bütünselliğinin söz konusu olduğu
üç boyutlu temsilde yatay yön, varlığın tüm hallerinin geliştiği yer olarak ona
paralel olan dikey planlar gibi mantıksal ardışıklık içermektedir. Ona dik olan
dikey planlar ise bir eşzamanlılık içermektedir. Eğer tüm yayılım üç
koordineler planında eşzamanlı olan yayılım (dikey eksen) üzerine yansıtılırsa
her varoluş mertebelerinin her tarzı bir yatay doğrunun bir noktasına
yansıyacaktır. Dolayısıyla bu noktaların toplamı belirli bir varoluş halinin
bütününün yansımasını oluşturacaktır. Burada özellikle merkezi bütünsel
varlığın merkeziyle çakışan hal yansımasının üzerine yapıldığı yatay eksen ile
temsil edilecektir. Yani dikey eksen üzerinde, üç yatay eksenin kesiştikleri
noktalarda varoluş hallerinin tümünün yansıması. Böylece bir varlığın tümüyle
bulunduğu dikey plana tekrar dönmüş olmakla birlikte, bir yatay plan tekrar bir
evrensel varoluş derecesi haline gelecektir. Bu nedenle evrensel varoluş
derecesi haline gelen planlar arasından, birinden diğerine geçmek de
kolaylaşacaktır.[309]
Üç boyutlu haç sembolünde makro
kozmos’u (evrene ilişkili olanı) dikey yön, mikro kozmosu (bir varlıkla
ilişkili olanı) yatay yön temsil etmektedir. Mikro kozmosun oluşumu, evrenin
ekseni olan dikey eksen kesiştiği o, eksenin ekvatoru olarak kabul edilen yatay
eksenin belirlenmesidir. Makrokozmik temsilde aynı şekilde oluşmaktadır.[310] Guenon’un haç sembolüyle nasıl bir
ilişki kurduğu örgü sembolizmini inceleyelim.
Uzak doğulu geleneksel metinlerde örgüyü ifade eden birçok
kelime bulunmaktadır. Sanskritçede “Sutra” iplik anlamına gelir. Öğretiye göre
bir dokumanın ipliklerden oluşması gibi kitaplarda sutralardan
oluşabilmektedir. Mesela; bu sözcük, Latince “Sutura” ile aynı kökten gelir ve
iki dilde de “dikmek” anlamınadır. Arapçadaki “Sûre” sözcüğü, Sanskritçe
“Sutra” sözcüğüyle benzerlik göstermektedir. Ayrıca sözcük “düzenleme” anlamına
da gelir. Diğer bir Sanskritçe sözcük olan “Tantra” iplik, kumaş ve bir
dokumanın örgüsü anlamına gelmektedir. Çincede “King” kumaşın örtüsü anlamına
gelirken “Wei” atkı anlamına gelmektedir. Çin geleneğinde geniş anlamıyla king,
temel kitabı simgelerken, wei onun tefsiri anlamına gelmektedir. Dolayısıyla
geleneksel metinlerde bu örgü ve atkı ayrımı, Hint terminolojisinde
“Şruti-Smriti”[311] arasındaki
ayrılığa tekabül etmektedir.[312]
Haç sembolizmine ilişkin olarak dikey yön, varlığın tüm
hallerini veya varoluşun tüm derecelerini temsil etmektedir. Yatay yön ise bu
hallerden veya derecelerden sadece birinin gelişimini temsil etmektedir. Bir
başka ifadeyle, yatay yön beşerî hali, dikey yön beşeri hale kıyasla müteal
olanı temsil etmektedir.
Guenon haç sembolizmini örgü sembolizmiyle de
ilişkilendirmektedir. Şöyle ki, dokuma tezgâhı üzerinde bulunan gerili
ipliklerin oluşturduğu birliktelik, değişmez olan ilksel öğeyi temsil
etmektedir. Mekiğin hareketiyle bu gerili ipliklerin arasından geçen iplikler
değişken arızî öğeyi temsil etmektedir. Guenon, tezgâh üzerinde gerili iplik
ile atkının bir ipliğini dikkate aldığımızda bunların sırasıyla dikey çizgi ve
yatay çizgi oluşturması sebebiyle haç görünümüyle karşılaşacağımızı
belirtmektedir. Haçın merkezi ise, dokumanın her noktası birbirine dik olan iki
ipliğin kesiştikleri yerdir.[313]
Guenon Hint geleneğindeki öğelerle benzerlik kurarak haçın
birbirini tamamlayıcılarla ilişkili olan yönlerine de vurgu yapmaktadır.
Mesela; Purusha- Prakriti ikilisinden dikey çizgi etkin, eril ilkeyi (Purusha),
yatay çizgi de edilgin, dişil ilkeyi (Prakriti) temsil eden, kendi aralarında
oluşan devinimsiz etkinlikle ilişkilendirmektedir. Bir diğer ikili ise
Şruti-Smriti’dir. Şruti güneş ile bağlantılı dolaysız ışık, Smriti ise ay ile
bağlantılı olan dolaylı ışık ile özdeşleştirilmiştir. Dolayısıyla tüm geleneklerde
ay ile güneşin eril ve dişil ilkeyi sembolize ettiği bilinmektedir.[314]
Örgü sembolizmini Hint geleneğinde rastlanan bir diğer
şekli örümcek ve ağı ile ilişkilendirilmesidir. Örümceğin ağını kendi
özdeğinden örerek oluşturması bu sembole bir tamamlayıcılık kazandırmaktadır.
Kozmogonik kürenin (kapalı olmayan küre), plan şeması olan örümcek ağının
çemberimsi görünümü nedeniyle örgü sıraları merkezden uzanan iplik sırasıyla
temsil edilmektedir. Atkıda merkezcil çemberler oluşturan iplikler ile temsil
edilmektedir. Burada dokuma figürüne geçmek için merkezi sınırı belirsizce uzak
olarak kabul edilmelidir. Çünkü uzantılar dikey yönü oluşturarak
paralelleşecektir. Merkezcil çemberler ise bu uzantılara dik olan, yani yatay
olan doğrular oluşturacaktır. [315]
Guenon’a göre örgü sembolizmi sadece geleneksel metinlerle
değil de aynı zamanda tüm dünyaların birlikteliğini (evrensel varoluşu
oluşturan sınırı belirsiz çokluk, çeşitlilik halleri veya dereceleri) ifade
etmek içinde ilişkilendirilmiştir. Mesela; Upanişadlar’da “ üzerinde tüm
âlemlerin örülmüş olduğu şey” deyişiyle ifade edilmiştir. Yine Taocu öğretiye
göre, varlıklar yaşam-ölüm halleri arasında gidip gelirler. Bu gidiş-geliş,
“mekiğin kozmik tezgâh üzerindeki gidiş gelişi” olarak tasavvur edilmiştir.[316]
Sonuç olarak; bir varlığın belirli
bir varoluş hali içindeki tezahürünün, sıranın bir ipliği ile atkının bir
ipliğinin kesişmesiyle belirlendiği söylenebilir.[317] Bu bağlamda karşılıklı ipliklerin
birbirine bağlanmasıyla ifade edilmek istenen tüm halleri kendi aralarında
bağlayanın ilkeler olduğudur. Atkının her ipliklerinin ise belirli bir âlemdeki
olayları oluşumunu ifade ederek her bir âlemde meydan gelen olayların
birlikteliğidir. Guenon düşüncesinde kendiliğinden var olan kadim nokta ile
ifade edilmek istenen nokta sembolizmini inceleyelim.
Nokta, kendiliğinden var olan kadim bir öğedir. Nokta
kendiliğinde uzaysal koşula hiçbir biçimde bağlı değildir. Tam tersi onun
ilkesidir. Uzay onun vasıtasıyla oluşur ve yayılım eylemini üreten o’dur. Bu
eylem, iş zamansal koşulda hareket olarak belirir. Ancak uzayı bu şekilde
gerçekleşebilmesi için tarzlarından birisinin ve kendisinin de bu uzayda yer
alması gerekir. Uzay sonsuz bir hiçtir ve nokta tüm uzayı kendi özgün gizil
güçlerinin açılımıyla doldurur. Ancak nokta ardışık ve eşzamanlı olarak bu koşulun
dışında yani üç boyutu olan uzayın dışında, bu uzayın tüm potansiyel
noktalarıyla onları gerçekleştirmek için özdeş duruma gelebilir. Bu durumda,
yayılım noktanın etkinliğinin tüm tezahürlerini içeren ve bu tezahürler
gerçekleştirilmedikçe hiçbir şey olmayan gizil güçlülük olarak tasavvur
edilmektedir. Daha açık bir ifadeyle; yayılımın oluşması için nokta
öngörülmektedir. Yine noktanın ilk başta kendisi karşısında konumlanacak
biçimde ikiye bölünerek ve daha sonra sınırı belirsizce çoğalarak oluşturduğu yayılımı
bir kuvve olarak içinde bulunmaktadır. Yani tezahür etmiş olan yayılım noktanın
farklılaşmasından kaynaklanır. Eğer uzaysal tezahür olmasaydı, uzaydaki tüm
noktalar ilksel noktada birikecekti. Böylece aralarında hiçbir mesafe
olmayacaktı. Dolayısıyla mesafede, noktanın varlığını öngörmektedir.[318] Guenon’un
nokta sembolizminde iki öğe karşımıza çıkmaktadır. İki nokta ve aralarındaki
mesafedir.
Guenon’a göre çizgiler noktalardan oluşmamaktadır. Çizgi
art arda gelen noktalar arasındaki mesafelerden oluşmaktadır. Aynı şekilde bir
planın içinde sınırı belirsiz sayıda paralel çizgiler bulunduğunu varsayalım.
Plan tüm bu doğruların birlikteliğinden oluştuğunu veya doğruların planın
gerçek oluşturucu öğeleri olduğunu söyleyemeyiz. Onları birbirinden ayrık duruma
getiren mesafelerdir. Yani gerçek öğeler bu doğruların mesafeleridir. Yine bir
başka örnekte ise; üç boyutlu yayılım sınırı belirsiz sayıda paralel
düzlemlerden oluşmayıp, tüm bu düzlemlerin arasındaki mesafelerden
oluşmaktadır.[319] Dolayısıyla
uzaysal öğenin aslında mesafe olduğu anlaşılmaktadır.
Guenon’a göre, Kadim nokta (ilk başlangıç, ilksel) boyutsuz
ve şekilsizdir. Dolaysısıyla bireysel varoluşlar türünden değildir. Çünkü
şeklin ve boyutun oluşabilmesi için farklılaşmanın oluşmuş olması, çokluk ve çeşitliliğin
belli bir ölçüde gerçekleşmiş olması gerekir. Bu durumda ancak nokta uzaysal
tezahür tarzlarının ikisi veya daha fazlası aracılığıyla kendi kendine
zıtlaştığında mümkündür. Bu zıtlaşma, uzayın ilk eylemi olan ve onsuz bir salt
kuvvetlilik olacağı mesafeyi oluşturmasıdır. Mesafe, gizil güç olarak ya da
özel bir yön belirlenmesi olmadan merkezi noktaya kıyasla her yönde eşit olan
küresel şekilde içerik olarak mevcuttur. Burada merkezden çemberin çevresine
kadar olan mesafeyi ifade eden yarıçap fiilen çizememiştir. Küresel şeklin
tümleyici parçasını oluşturmamaktadır. Mesafenin gerçekleşmesi, doğru çizgide
başlangıç ve temel öğesi olarak belirli bir yöne özgü olması sebebiyle ona eşit
güç olarak dışsaldır. Bu nedenle uzaya artık her yönde eşit değildir. Yani tek
bir merkezin varlığı değil de mesafenin aralarında uzandığı iki simetrik kutbun
oluşması söz konusudur. Guenon’a göre tüm yayılımı harekete geçiren nokta,
haçın kollarının altı yönünde ya da bu altı ana yönü boyunca sınırı belirsizce
uzamına uygun düşecek biçimde merkezi konumda bulunur. Bu kendi başına özgün
varlık halinin dışında olan hiçbir şeye ulaşamayan bireysel insan değil, fakat
bu haç ile sembolize edilen tam Protagoras’ın “insan her şeyin ölçüsüdür”[320] sözünün
aksine Guenon’un deyimiyle “her şeyin gerçek ölçüsü olan” İnsan-ı kâmil’dir.[321]
Yin-Yang sembolü felsefi anlamıyla evrensel dualite ve
bütünleyicilik ilkesini simgelemektedir. Bu ikiliden Yin; her şeyde dişil
olanı, pasif, negatif, karanlık, yersel olanı simgelemektedir. Yang ise; eril
olanı, aktif, pozitif, aydınlık ve göksel olanı simgelemektedir. Bununla
birlikte bu ikiliden biri olmadan diğeri varlığını sürdürememektedir.
Birbirlerinden ayrılmazlar ve evrenin ritmini oluştururlar.[322]
Uzak-doğu kozmolojisinde daire formundan (güneş) yola
çıkılarak tasavvur edilen Yin-Yang sembolü, eril ve dişil ilkeleri dinamik bir
denge içinde sunan bir simgedir. Bu ikilemin temel prensibi bir canlının
doğabilmesi için eril-dişil kavramının zorunlu olgusunda negatif ve pozitif
ikileminden düğümlenmiştir. Başka bir deyişle hayat kavramı, bir halinde iki,
iki halinde bir veya çokluk içinde bütün olarak ikiye bölünmüş bir çemberin
görüntüsü içine gizlenmiştir.[323] Siyah-beyaz[324] olan
çemberin oluşumu en basit şekliyle, iç içe daire ya da daire içi noktalardır.
Merkezde yılankavi parçalanan daire, onu çevreleyen dış daire içinde
bütünlüğünü korumakta ve sonsuz parçalara bölünerek çoğalmaktadır. Bu oluşum,
doğum ve yeniden doğum arasındaki ilişki, sonsuz varoluş/yaşam fikrini içeren
figür, belli bir şeyin birden çoğa doğru ayrışarak sürekli üremesi ve sürekli
bir tekrar/döngü anlayışını sembolize etmektedir.[325]
Guenon, Yin-Yang’ın kendiliğinde bir çember olarak kabul
edilebileceği gibi bireysel değişimlerin ardışık şekilde sıralanması nedeniyle
helis öğesi olduğunu belirtmektedir. Ona göre her bireysel değişim üç boyutlu
sarmaldır. Bir tek beşeri durum vardır ve kastedilen bir yoldan asla bir daha
geçilemez. Helisin sonsuz küçük aralıklı sargısının iki ucu koordine
planlarından birinde bulunan dikey eksene paralel üzerindeki iki bitişik
noktadır. Bu iki nokta bireyselliğe yani yatay planda temsil edilen varlığa ait
değildir. Silindirin dikey yüzeyinde bulunan sargıya ait, göğün iradesinin
çekimine tabi olan iki noktadır. Bu durumu metafiziksel olarak yorumladığımızda
Yin-Yang’a giriş-çıkış insanın elinde değildir. Mesela; insanın doğum ile ölümü
gibi. Ne kabul edebilir, reddedebilir ne de zamanını belirleyebilir.
Dolayısıyla göğün iradesinin insan için öngörmüş olduğu varoluş sürecine onu
değiştirme imkânı olmadığı için kaçınılmaz olarak girmektedir. Ancak doğumu ve
ölümü arasında varlık, yeryüzünde tüm yaptıklarında serbesttir. Türün ve
bireyin yaşam sürecinde ilahi iradenin etkisi kendini hissettirmez. [326]
Guenon doğum ve ölüm olaylarının kendiliklerinde ve
süreçlerin dışında alındıklarında eşit olduğunu ifade etmektedir. O, bunun iki
zıt yönüyle ele alınan bir tek ve aynı olay olduğunu söylemektedir. Geometrik
sembolizmin diliyle ifade edildiğinde bu olay bir devrenin sonu bir diğerinin
başlangıcı zorunlu olarak daima çakışır. Bu sembolizmde genel anlamda
doğum-ölüm sözcükleri devrelerin birinden diğerine geçişini ifade etmek için
kullanılır. Dolayısıyla bu iki olay birbirine eşlik eder ve tamamlar. Çünkü
ölüm, insanî doğuşun doğrudan nedeni, insanın ölüm de başka bir doğuşun
doğrudan nedenidir. Bu durumda biri olmadan diğeri hiçbir zaman oluşmaz. Burada
zaman mevcut olmadığından doğum olayının değeri ile ölüm olayının kendi iç değeri
arasında metafizik bir özdeşlik bulunduğunu söyleyebiliriz. Göreceli değeri
bakımından sonuçların doğrulandığı nedeniyle herhangi bir devrenin tepesine
(veya sonunda) gerçekleşmesi söz konusu olan ölümün matematiksel olarak aynı
devrede meydana gelen doğumdan daha yüksektir. Yani helisin sargısında ölüm bir
üst devrede, doğumda onu takip eden devrede gerçekleştiği tasavvur edilebilir. [327] Dolayısıyla
evren sırasıyla birbirini tamamlayan, birbirinin yerini alan döngüsel nitelikte
bir bütünlük arz etmektedir. Sırasıyla birbirinin yerini alma düşüncesi, zıtlık
düşüncesine ağır bastığı anlaşılmaktadır. O halde diyebiliriz ki, evren
döngüsel olarak birbirinin yerini alan, birbirinin antitezi niteliğindeki
çiftler dizisinden oluşmaktadır.[328] Bir başka ifadeyle tüm
nesneler ilksel birlikten türerler. Ancak oluşum sürecindeki iki temel öğenin
karşılıklı etki ve tepkisinin sonucudur.[329]
Dikey eksen “Göğün İradesi”nin tezahürünün metafizik yerini
temsil eder. Her yatay plan yani bu tezahürü oluşturan dengenin varlık halinin
tüm oluşturucu öğelerinin tam uyumunun gerçekleştiği noktadan geçer.[330] Ayrıca bu
durum çeşitli halleri temsil eden yatay planların yönünü, bu planların yatay ve
dikey tekabüliyetini belirlemektedir. Bu tekabüliyet nedeniyle bu hallerin
sınır noktaları yani başlangıç ve son uçları olarak belirir bunları içeren
dikey plan koordine planlardan biridir. Bu iki dikey plan her yatay planda
merkezini değişmez ortamın oluşturduğu iki boyutlu bir haç çizmektedir. Dolayısıyla
belirlenmemiş olan koordinenin üçüncü planı olan özel yatay planın pozisyonu
kalmaktadır. Bu belirlenimi üç boyutlu haçın çizilmesini yani varlığın
bütünselliğini gerekli kılan belirli bir hale tekabül etmektedir. Bu
tekabüliyet dikey plan olarak yansımaktadır.[331]
Varoluş hallerinin başını ve sonunu ayıran dikey mesafe
değişmezdir. Yani Guenon’un deyişiyle “kutsiyetin çekici gücü” daima aynı
yoğunluğa sahiptir. Sonsuzdan açıdan bahsedildiğinde bu böyledir. Evrensel uyum
yasasının da bir gereği tüm değişmeler matematiksel oran içermektedir. Bu
nedenle göğün iradesinin etkinliğinin ölçümüne ilişkin bir olanağa sahip
değiliz. Bu olanağa sahip olabilmemiz ancak uyum yasasına bağlı olarak
kıyaslama ile mümkün olabilmektedir. Buradan da yükselici gücü ölçebiliriz.
Guenon bu anlatımın bütününde evren için söyleneni varlığa uyarlandığında bazı
değişikler yapılarak anlamın bozulmadığını belirtmektedir.[332] Şöyle ki;
“insan kendi
yaşamına ilişkin olarak hiçbir şey yapamaz, zira yaşamı ve ölümü belirleyen
yasa insan için ulaşılmazdır. Böyle olunca, insan büyük kozmik mutasyonları,
evrensel gelişimi belirleyen yasa hakkında ne bilebilir?”[333]
Buradan şu sonuca varmaktayız; evrensel varoluşun diğer
derecelerinin ölçüm olanağının bulunmadığıdır.
Guenon göre dikey eksen, bir varlığın temsilinde onu
Kemâl’e götüren ve sınırı belirsiz açık küremsi figürüyle temsil edilen
“kişisel yol”un sembolüdür.[334] “Yol,
hakikat, yaşam” olarak adlandırılan Kemâl’in metafizik yorumunun geometrik
sembolizmin diliyle üç koordine eksende ifade edildiğinde, “yol” dikey eksen
ile temsil edilir. İki yatay eksende biri “hakikat” diğeri de “yaşam”ı temsil
etmektedir. Yol zat ile özdeş olan İnsan-ı kâmil ile ilişkilendirilmesine
karşın, hakikat entelektüel insan’dır. Yaşam da cismani insan ile ilişkilidir.
Bir ve aynı evrense varoluş derecesine ait olan hakikat, yaşamın yalnızca bir
tarzını oluşturduğu yani birbirine bağlanma yoluyla tüm durumuna gelerek
özdeşleşmesi gerekir. Yaşam ise her tarzın gelişme yönüne paralel olan eksen
ile ifade edilir. Hakikat de aynı yöne dikey olan tüm tarzlardan geçerek onları
birleştiren eksen ile ifade edilir. Bu nedenle üç boyutlu haçın her yüzü beşeri
bireyselliği ile bağlantılıdır. Bu bireysellik açısından yaşam ve hakikati
değerlendirmekteyiz. Guenon’a göre bu sembol, Kemâl’in bütünsel varlığın
gerçekleşmesindeki eylemi ve bu varlığın İnsan-ı kâmil’le özdeşliğini ifade
etmektedir.[335]
Ağaca sarılmış yılan sembolü geometrik sembolizminin
dilinde, dikey silindirin üzerindeki sargıyı anımsatmaktadır. Yukarıda
belirttiğimiz gibi “Dünyanın Ekseni”ni sembolize etmektedir. Burada ağaca
sarılı yılan[336] ise
evrensel tezahür devrelerinin birlikteliğini temsil etmektedir. Guenon’a göre
bu sembol kendi kuyruğunu ısıran yılan’ın “ouroboros (uroboros)”[337] oluşturduğu
tam sarmal şekli ile çemberimsi Yin-Yang sembolü arasındaki bağlantının
aynısıdır.[338] Uroboros,
tamlığın, bitmişliğin ve mükemmelliğin simgesi olarak kendi kuyruğunu yutan
daire şeklinde bir yılan figürü olarak tasvir edilmektedir. Tekrar doğuşun,
ebediyetin ve sonsuzluğun sembolüdür.[339] Bu figür, tek başına olarak
alınan bir devrenin sonu belirsizliğini temsil etmektedir. Bu sonu belirsizlik
beşeri hal için zamansal koşulun varlığından dolayı süreklilik görünümüne
sahiptir.[340]
Bazı geleneklerde varlığın çeşitli hallerden geçmesi
yılanın bedeninde göç edişi, yol alışı, halden hale geçişi şeklinde ifade
edilmektedir. Yılan sembolizminde bu yol alış biri iyi diğeri kötü olan iki zıt
yönde olduğun tasavvur edilir. Yine yılanın kötü olarak değil de varlığın
sınırı belirsiz devrelerinden geçmeye zorunlu oluşunu ifade etmesi bakımından
“korkutucu” olarak belirdiği bir başka yönüdür. Örneğin bu yön, ölümsüzlük
sembollerinin koruyuculuğunu yapan yılanın rolüne işaret etmektedir. [341]
Varlığın kendini tam olarak gerçekleştirebilmesi, çevreden
merkeze geçerek devresel zincirlerden kurtulması yani eksenin varlığın içinde
bulunduğu hali temsil eden plan ile temas ettiği noktaya gelmesi gerekmektedir.
Böylece, önce merkezi noktaya temas etme, sonra da bu temel plandan başlayarak
dikey eksenin yönüne uygun olarak bütünleşme gerçekleşir. Guenon bu
söylediklerimize İslam öğretisiyle bağlantılı olarak şöyle bir açıklama
getirmektedir: Sözlük anlamı “açılış” olan Fatiha süresinde sözü edilen “doğru
yol” (Sırât-ı mustakîm), Lao-tseu’nin “Te” si gibi “doğru, düz” olması ve
kalkmak, yükselmek anlamına gelen “kam” sözcüğünün işaret ettiği gibi dikey
yönün söz konusu edildiği tasavvur edilmelidir. Dolayısıyla Fâtîha süresinin
son ayetlerinde bahsedilen“doğru yol”un anlamı daha iyi anlaşılabilir.[342]
“Bize doğru yolu göster. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun
kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!”[343]
Guenon’a göre ilahi lütfa mazhar olanlar varlıkları ilahi
irade ile uyum içinde olarak göğün etkinliğine doğrudan muhatap olurlar ve bu
etkinlik tarafından yüksek hallere, bütünsel gerçekleşmeye yöneltilenlerdir.
Yine gazabın lütfa doğrudan zıt oluşu nedeniyle gazap da dikey eksen
vasıtasıyla gerçekleşir. Fakat bu aşağı hallerle ilişkilidir. Başka bir
ifadeyle varlıkların dikey eksen boyunca inişi meleklerin düşüşü ile temsil
edilmektedir. Beşeri varlıklar söz konusu olduğunda bu durum istisnai bir
duruma tekabül etmektedir. Bu ve benzeri varlıklar “Veliyü’ş-Şeytan” olarak
adlandırılır. Yani “Veliyü’r-Rahman”ın tersidir. Aşağı haller cehennemin
yoludur. Dikey eksende bulunan iki yol (cennet-cehennem yolu) beşeri halden
itibaren biri yukarı diğeri aşağı olmak üzere eşit şekilde ayrıldığı
yarılarını/yollarını oluşturmaktadır. Böylece dalâlette olan insanlar çokluk ve
çeşitliliğe kapılmış olanlar, “Merkezdeki ağaç” etrafına sarılı yılanın
kıvrımlarıyla temsil edilen tezahür devrelerinin yanılgı içinde başıboş dolaşan
çoğunluğu ifade etmektedir.[344]
Guenon hiçbir varlığın, ilahi iradeden bağımsız hareket etmemesi
gerektiğini yani ilahi iradeye teslim olunmasını gerekli görmektedir.
Varlıkların müminler ve kâfirler şeklindeki ayrımını da, müminlerin bilinçli ve
iradeli olarak ilahi düzene ayarak uydurduğunu, kâfirlerin ise düzene zoraki
uyanlar ile dalalet, gaflet içinde olanların oluşturmasından kaynaklandığını
belirmektedir. Dolayısıyla mümin olanlar doğru yolu izleyenlerdir. Onların
İlahi iradeye uygun davranmaları, ilahi planın işbirlikçi olduğunun
göstergesidir.[345]
Guenon’a göre dinlerdeki dinî sembollerin ilahî kaynaklı
olmasının anlaşılması bakımından haç sembolizmi önemli bir yer edinmektedir. O,
dinî sembollerinin çoğunu haçın temsiliyetini geometrik sembolizminin diliyle
ifade etmiştir. Çünkü haç sembolü çeşitli geleneklerde İnsan-ı kâmili temsil etmektedir.
Ayrıca Guenon’un haç sembollerini incelediğimizde ele aldığımız her sembolün
haç figürü ile ilişkilendirilip, aralarında önemli bir denge, uyum,
tamamlayıcılık yakalandığı görülmektedir.
Guenon, sembollerin kökenini oluşturan arka planı, zaman ve
mekânla değerlendirilemeyen bir alan olarak ifade eder. O, dinî sembollerin
kaynağının da ilahî kaynaklı olduğunun anlaşılmasını öngörür. Çünkü bütün
geleneksel öğretilerin temel hedefi “İnsan-ı Kâmil”e ulaşmaktır. Onun
düşüncesine göre, sembollerde bulunan anlamın Tanrı-evren-insan ilişkisi ele
alınırken kullanımları da mevcuttur. Dinî sembolizm bütün somut durumların
ötesinde yer almaktadır. Sembolizm onda, metafizik çağrışımları ve anlam
şeffaflığı nedeniyle başka boyuttan mesaj gönderen ilahî bir derinliğe bürünür.
Guenon da dinlerdeki sembolizmi ilahî kaynaklı olarak göstermektedir. Bu
bağlamda onun sembolizminde temel hedefi, İnsan-ı Kâmil’i gerçekleştirmektir.
Sonuç olarak, haç sembolü Hıristiyanlığın en önemli dinî,
ikonografik şeklidir. Temsiliyeti sebebiyle haç, Hz İsa’nın çarmıha gerilmesi
ve insanlığın aslî günahına kefaret olması üzere kendisini feda ettiği için
onun kurban oluşunun sembolüdür.[346] Bu nedenle Guenon’un İslam
dinini seçtikten sonra hâlâ haç sembolüne bu kadar derin anlamalar yüklemesi,
yine de bizi bir takım çıkmazlar içerisinde kaldığı kanaatinde bırakmaktadır.
Dinî ifadeler/sözcükler, dilin kullanımı, ayin ve
ibadetlerin çeşitleri, ikonlar dinî sembolizm içerisinde yer alır. Tanrı’nın
varlığı ve ona karşı yapılan bir takım ritüelleri, yalın bir dille ifade etmek
imkânsızdır. Bu bağlamda Tanrı’ya karşı inananın takınmış olduğu tavır ve
tapınmalar sembolik bir önem taşımakta, onun hakkında bilgi verilirken
kullanılan dil de sembolik olmak durumundadır.
Guenon’un sembollere atfettiği önemin temelinde, Tanrı’nın
herhangi bir sınırlamayı kabul etmemesinin rolü büyüktür. Bu bağlamda biçimsel
bir yapı arz eden dünyanın içerisinde yaşayan insanların, doğrudan sonsuzluğu
algılaması söz konusu değildir. Bu nedenle semboller, ilahî, kozmik ve beşeri
düzeyler arasında birbirleriyle bağlantılı olarak insanın bütüncül bir
yaklaşımla dünyayı anlamlandırmasını, yorumlamasını ve keşfetmesini
sağlamaktadır. İnsanı fiziki âlemden metafizik âleme doğru taşımak için
semboller, aşkın gerçekliği somut formlara dönüştürmektedirler. Çünkü aşkın
olanı insanın düşünce sınırlarının içerisine çekebilmek semboller aracılığıyla
sağlanabilmektedir. Ayrıca Guenon’da sembollerin kavranılması ve arka
planlarının anlaşılabilmesi için, insanın zihinsel bir hazırlık aşamasını
geçirmiş olması gereklidir. İnanan zihin için, metafizik unsurlar içerisinde,
şüphe barındırmamaktadır. Bu bağlamda sembollere yansıyan metafiziğin
insanların hem biyolojik hem de entelektüel yapısına etkisi azımsanmayacak
derecede büyüktür.
Gelenekçi ekolün en önemli temsilcilerinden biri olan
Guenon sembolleri de bu gelenekçi yaklaşımın bakış açısıyla ele almıştır. Hint
geleneği başta olmak üzere birçok farklı geleneğe ait dinî sembolleri bu bakış
açısıyla incelemiştir. Bunun sonucunda düşüncesinin temelini sembollerin
çeşitli geleneklerde farklı formlarda olsalar dahi aynı hakikati/özü temsil
ettiği fikri oluşturmaktadır. Bu bağlamda semboller, aynı kaynaktan geldiği
için şekilsel/biçimsel farklılıkları onları özü itibariyle birbirlerini saf dışı
bırakmazlar ve birbirleriyle çelişmezler. Çünkü semboller, tek ve aynı olan
hakikatin farklı tezahürleridir. Bütün dinlerde mutlak ve ilahi hakikat vardır.
Dinlerde bu mutlak hakikate giden farklı yollar ve farklı formlarda ifade
biçimi semboliktir. Dolaysıyla gelenekler arasındaki biçimsel/şekilsel
farklılıklar çelişki olarak algılanmamalıdır.
Guenon geleneklerdeki bu farklılık ve çeşitliliğin çelişki
olarak algılanmasının nedeninin geleneğin anlaşılamamasına, yanlış ya da eksik
anlaşılmasına ve bizatihi kişinin gelenek hakkındaki bilgi yetersizliğine
bağlamaktadır. Çünkü gerçek sembol kendisince çok anlamlılık, yönlülük ve
boyutluk içermesi sebebiyle bu anlamların anlaşılması için insanın zihinsel
olarak kendini hazırlaması ve entelektüel ufka sahip olması gerekmektedir.
Sembolik ifadelerin aralarında taşıdıkları zıtlıklar ise birbirlerini
tamamlayıcı niteliktedir. Mesela Yin-Yang sembolünde olduğu gibi. Guenon, bu
sembolün temsiliyetinden yola çıkarak sembolizmin içinde barındırdıkları
zıtlıklar nedeniyle biri olmadan diğerinin de asla var olmayacağı için onlara
çoğunlukla tamamlayıcı öğe olarak düşünmektedir.
Sembolleri duyularımızla algılanmayan, görülmeyen,
kavranılmayan şeylerin anlam kazanması ve insanüstü bir varlığın, gerçekliğin
yerine geçen algılanabilir eşya, obje, simge ya da küreselleşen dünyada tüm
insanlar için ortak bir dil şeklinde tanımlayabiliriz. Dinî semboller ise
insanların sahip olduğu inançlarını canlı tutmasını, onun ihtiva ettiği anlamı
daha iyi anlayıp yaşamasını sağlamaktadır. Bu bağlamda Guenon’un dinî geleneğin
doğru anlaşılması noktasında dinlerdeki sembolik ifadelere yüklediği anlam,
yaptığı yorumlar, açıklamalar ve karşılaştırmalar onun sembolizminin özgün
düşünce yapısını ortaya koymaktadır. Semboller, sembolize ettiği geçeklikle
içkin bir ilişkiye sahiptir. Guenon’un düşüncesinde semboller Tanrı’nın
yeryüzündeki işaretleri, yansıması/tezahürüdür. Çünkü Tanrılığın tabiatı gereği
beşeri düzleme indirgenememesinden dolayı insan ve Tanrı arasındaki aracılık
işini yapacak olan sembollerdir. Özellikle Tanrı’nın aşkın boyutuna halel
getirmeden bu ikisi arasında köprü görevi görmektedir. Oysa günümüzde Guenon
sembollerin harici etkenler ve modern düşünce nedeniyle anlam kaybına
uğradıklarını ve Aslî gelenekten uzaklaştırılarak gerçek özünden
koparıldıklarını düşünmektedir. Modern anlayışın metafizik alanı yok sayıp din
dışı bakış tarzını getirerek geleneğin içinin boşaltılmasına ve anlamının
kaybedilmesi nedeniyle sembollerin asıl işlevini yerine getiremeyerek, dejenere
olması ve yanlış algılanması sonucunu doğurmuştur. Bu yüzden modern düşüncenin
geleneksel öğretilerden uzaklaştıran birtakım anlayışları ortaya koyması
Guenon’da insanı hakikatin bilgisine ulaştıramayacağı fikrinin oluşmasına sebeb
olduğu söylenebilir. Guenon’a göre dini sembollerin tekrar gerçek anlamını ve
işlevini kazanması Aslî geleneğe bağlı kalmakla mümkündür.
Guenon’un dinî sembolizmine atfettiği önemin temelinde
ilahî kaynaklı olmasının yanı sıra sembollerin aşkın olanın yerine geçme ve onu
aşma gibi bir niteliğinin bulunmaması vardır. Bu yüzden Guenon’un yaklaşımının
anlaşılmasının en pratik yolu kullandığı sembolleri tespit edilmesi,
anlamı/anlaşılması ve temsil ettiği içkin gücün ortaya konulmasıdır.
Guenon’un düşünce yapısı itibariyle dinî sembolizminin anlaşılması,
Hint, Uzak-doğu, Yahudi, Hıristiyan ve İslam dinlerindeki dinî sembolleri
farklı bir bakış açısıyla incelemek isteyen araştırmacılar için önemli
tespitlerde bulunduğu söylenebilir.
Guenon’un dinî sembollere atfettiği önemin anlaşılmasında
ve onun düşünce yapısının ortaya konulması/gelişmesi açısından bu çalışmanın
büyük önem arz ettiği kanaatindeyiz.
Bundan sonra Guenon ile ilgili yapılacak çalışmalarda
sembolizm ve felsefe konusu araştırılabilir.
KAYNAKÇA
Kur’ân-I Kerim’in Yüce Meâli
Kitab-ı Mukaddes Eski ve Yeni
Ahit
GUENON, Rene, “Siyah
ve Beyaz Sembolizmi” Çev. Sadık Kılıç, AÜİF Dergisi, S: 23, Erzurum,
2005, s. 217-222.
GUENON, Rene, Agarta
Dünya Kralı, Çev. Haluk Özden, Ruh ve Madde yay., İstanbul, 2008.
GUENON, Rene, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, Çev. İsmail Taşpınar, İnsan Yay.,
İstanbul, 2014.
GUENON, Rene, Büyük
Üçlü, Çev. Veysel Sezigen, İz Yay., İstanbul, 2012.
GUENON, Rene, Dante
ve Ortaçağ’da Dinî Sembolizm, Çev. İsmail Taşpınar, İnsan Yay., İstanbul,
2014.
GUENON, Rene, Geleneksel
Formlar ve Kozmik Devirler, Çev. Lütfi Fevzi Topaçoğlu, İnsan Yay.,
İstanbul, 2015.
GUENON, Rene, Hıristiyan
Mistik Düşüncesi, Çev. İsmail Taşpınar, İnsan Yay., İstanbul, 2005.
GUENON, Rene, İnfinitezimal
Hesabın Metafizik Prensipleri, Çev. Ali Sebetci, Konya, 2016.
GUENON, Rene, İnisiyasyona
Toplu Bakışlar I-II, Çev. Mahmut Kanık, Hece Yay., Ankara, 2010.
GUENON, Rene, İnsan
ve Halleri Vedanta’da Kâmil İnsan, Çev. Atilla Ataman, Nefes Yay.,
İstanbul, 2016.
GUENON, Rene, İslam
Maneviyatı ve Taoculuğa Toplu Bakış, Çev. Mahmut Kanık, İnsan Yay.,
İstanbul, 2016.
GUENON, Rene, Kadim
Bilimler ve Bazı Modern Yanılgılar, Çev. Fevzi Topaçoğlu, İnsan Yay.,
İstanbul, 2000.
GUENON, Rene, Manevi
İlimlere Giriş, Çev. Lütfi Fevzi Topaçoğlu, İnsan Yay., İstanbul, 1997.
GUENON, Rene, Modern
Dünya Bunalımı, Çev. Mahmut Kanık, İnsan Yay., İstanbul, 2018.
GUENON, Rene, Niceliğin
Egemenliği ve Çağın Alâmetleri, Çev. Mahmut Kanık, İz Yay., İstanbul, 2012.
GUENON, Rene, Varlığın
Mertebeleri, Çev. Vildan Yalsızuçanlar, Etkileşim Yay., İstanbul, 2008.
GUENON, Rene, Yatay
ve Dikey Boyutların Sembolizmi, Çev. Fevzi Topaçoğlu, İnsan Yay., İstanbul.
AKARSU, Bedia, Felsefe
Terimleri Sözlüğü, İnkılâp Kitabevi, İstanbul.
AKDOĞAN, Sinan, “Gelenekçi
Ekole Göre Din ve Modernleşme: Rene Guenon Örneği”, Marmara Üniversitesi,
SBE, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2010.
AKINCI, Ahmet,Kabala:
Sınırsıza Yolculuk, Dharma Yay., İstanbul, 2005.
ALBAYRAK, Kadir, “Dinsel
Bir Sembol Olarak Haçın Tarihi ”,Dini Araştırmalar, C: 7, S:19,
2004, s. 105-129.
ALIGHIERI, Dante, İlâhi
Komedya, Çev. Rekin Teksoy, Oğlak Yay., İstanbul, 2011.
Altunay, Erhan, Paganizm-1 Kadim Bilgeliğe Giriş,
Hermes Yay., İstanbul, 2015.
ARAS, Hava, “Dünya
Dinlerinde Merkez Sembolizmi”, Atatürk Üniversitesi, SBE, Yüksek
Lisans Tezi, Erzurum, 2011.
ATASAGUN, Galip, “Hıristiyanlığın
Tanıtımı, Yorumu ve Kurumsallaşmasında Sembollerin Yeri”, S.Ü İlahiyat
Fak. Dergisi, S: 10, Konya, 2000, s. 181-199.
ATASAGUN, Galip, “İlâhî
Dinlerde (Yahudilik, Hıristiyanlık ve Islâm’da) Dinî Semboller”, Selçuk
Üniversitesi, SBE, Doktora Tezi, Konya, 1996.
ATASAGUN, Galip, “Sembol
ve Sembolizm ”,NEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, C: 7, S: 7, Konya, 1997,
s. 369-387.
AYDENİZ, Hüsnü, “Dinî
Semboller, Sembolün Anlam Kaybı ve Etkilerine Gelenekselci Bir Yaklaşım (Rene
Guenon Örneği)”, Ekev Akademi Dergisi, Yıl;15, S: 48, Erzincan,
2011, s. 75-90.
AYDIN, Fuat, Hint
Dini Düşüncesinde İnsanın Özgürlük Arayışı, Ataç Yay., İstanbul, 2005.
AYDIN, Mehmet, Ansiklopedik
Dinler Sözlüğü, 1. Basım, Damla Ofset, Konya, 2005.
BAYKAN, Erdal, “
Gelenekçi Ekolün Din-Bilim Bağlamında Aydınlama Eleştirisi- S. Hüseyin Nasr
Örneği-” DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, S: XVI, İzmir, 2002, s. 201216.
BERGSON, Henri,
Gabriel Marcel, Rene Guenon, Metafizik Nedir, Çev. Ahmet Aydoğan,
Mustafa Tahralı, Birey Yay., İstanbul, 2001.
BÜYÜKÜNAL, Zeynep, “Mevlânâ’nın
Tasavvuf Felsefesinde Sembolizm”, NEÜ, Doktora Tezi, Konya, 2014.
CEVİZCİ, Ahmet, “Sembol”,
Felsefe Sözlüğü, 3. Basım, Paradigma Yayınları, İstanbul, 1999.
CİLACI, Osman,
Dinler ve İnançlar Terminolojisi,
Damla Yay., İstanbul, 2001.
ÇETİN, Yusuf, “Türk-İslam
Bezeme Sanatında Gamalı Haç (Svastika) ile Çarkıfelek Motiflerinin Köken ve
İkonografik Anlamları Üzerine Bir Değerlendirme”, Social Sciences
Studies Journal, Vol; 3, Issue; 8, 2017, s. 353365.
DALKILIÇ, Bayram, “
İskenderiye ’li Yahudi Filozof: Philo, Eserleri ve Felsefi Yöntemi ”,
NEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, C: 15, S:15, Konya, 2003, s. 61-79.
DURAND, Gilberd, Sembolik
İmgelem, Çev. Ayşe Meral, İnsan Yay., İstanbul, 1998.
EBERHARD, Wolfram, Çin
Simgeleri Sözlüğü, Çev. Sabri Gürses, Zeliha Güler, Kabalcı Yay., İstanbul,
2000.
EL-BÎRÛNÎ, Ahmed, Tahkîku
Mâ Li’l-Hind, Çev. Kıvameddin Burslan, TTK Yay., Ankara, 2018.
ELIADE, Mircea,
Dinler Tarihi İnançlar ve İbadetlerin
Morfolojisi, Çev.
Mustafa Ünal, Serhat Kitapevi, Konya, 2005.
ELIADE, Mircea,
Dinlerdeki Sembollerin Araştırılması Konusunda
Metodolojik Düşünceler, Din Bilimleri Yay.,
Konya, 2003.
ELIADE, Mircea, Dinsel
İnançlar ve Düşünceler Tarihi Çev. Ali Berktay, C: II, Kabalcı yay.,
İstanbul, 2000.
ELIADE, Mircea, Dinsel
İnançlar ve Düşünceler Tarihi II, Çev. Ali Berktay, Kabalcı Yay., İstanbul,
2003.
ELIADE, Mircea, İmgeler
Simgeler, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Gece Yay., Ankara, 1992.
ELIADE, Mircea, Kutsal
ve Dindışı, Çev. M. Ali Kılıçbay, Gece Yay, İstanbul, 1991.
ENVERİ, Ekber, “Zülkarneyn
ve Boynuzlu İskender (Iskender-Numenın Kökenine Dair)”,Uluslararası
Uygur Araştırmaları Dergisi, S: 12, 2018, s. 86-97.
ERDEM, Hüsameddin, İlkçağ
Felsefesi Tarihi, Hü-Er Yay., Konya, 2016.
ERHAT, Azra, Mitoloji
Sözlüğü, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1972.
ERSOY, Necmettin, Semboller
ve Yorumları I-II, 1. Basım, Güven Ciltevi, Bölüm I, İstanbul, 2000.
EVKURAN, Mehmet, “Gelenekselci
Öğretide Gnostik ve Okült Etkileşimler-Rene Guenon Düşüncesi Bağlamında Bir
Tartışma”,XVII Kelam Anabilim Dalları Koordinasyon Toplantısı &
Gnostik ve Okültizm Sempozyumu, S: 1, Malatya, 2012, s. 247-280.
EVOLA, Julius, Rene
Guenon, Savaş Metafiziği ve Sembolik Silahlar, Çev. Atilla Ataman-
Mustafa Tahralı-İsmail Taşpınar, İnsan Yay., İstanbul, 2003.
GÜL, Ahmet, Haçın
Hıristiyan Teolojisindeki Yeri ve Önemi, Şırnak Üniversitesi Yay., Şırnak,
2018.
GÜMÜŞTEKİN, Nuray, “Anadolu
ve Diğer Kültürlerde İşaret ve Simgelerde Anlam”,.BÜSBE Dergisi, C:
14, S: 26, Balıkesir, 2011, s. 103-117.
GÜNDÜZ, Şinasi, Din
ve İnanç Sözlüğü, Vadi Yay., Konya, 1998.
HAS, Kenan, Sembolizm
ve Haç, Cantekin Matbaacılık, Ankara, 2005.
HIRIYONNA, Mysore, Hint
Felsefesi Tarihi, Çev. Fuat Aydın, İBÜ yay., İstanbul, 2011.
KAYA, Mahmut, “İskender”,TDV
İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., C: 22, İstanbul, 2000, s.
555-557.
KILIÇ, Sadık, İslam’da
Sembolik Dil, İnsan Yay., İstanbul, 1995.
KIZIL, Hayreddin, “Özellikleri
Açısından Sembol”, e-Şarkiyat İlmî Araştırmalar Dergisi, C: 10, S:
4, 2018, s. 1306-1327.
KOÇ, Turan, Din
Dili, İz Yay., İstanbul, 2013.
KÜÇÜK, Abdurrahman -
G. Tümer- M. A. Küçük, Dinler Tarihi, Berikan Yay., Ankara, 2011.
LINGS, Martin, Antik
İnançlar Modern Hurafeler, Çev. Nabi Avcı-Ufuk Uyan, Ağaç Yay., İstanbul,
1991.
MARDİN, Şerif, Din
ve İdeoloji, İletişim Yay., İstanbul, 1969.
NASR, Seyyid Hüseyin, Bilgi
ve Kutsal, Çev. Yusuf Yazar, İz Yay., İstanbul, 1999.
O’FLAHERTY, Wendy
Doniger, Hindu Mitolojisi, Çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitapevi Yay.,
Ankara, 1994.
ÖZTÜRK, Mustafa, “Zülkarneyn
Kıssası”,KTUİF Dergisi, C: 1, S: 2, Trabzon, 2014, s. 7-31.
ÖZTÜRK, Mustafa, “Zülkarneyn”,TDV
İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., C: 44, İstanbul, 2013, s.
564-567.
ÖZTÜRK, Özhan, Folklor
ve Mitoloji Sözlüğü, Phoenix Yay., Ankara, 2009.
PERŞEMBE, Erkan, “Dinde
Sembolün Fonksiyonu ve İslam’da Sembolik Değerlerin Bugünü”, OMÜ
İlahiyat Fak. Dergisi, S: 10, Samsun, 1998, s. 91-101.
SALT, Alparslan, Neo-Spiritüalist
Yaklaşımlarla Ezoterik Bilgiler Işığında Semboller, Ruh ve Madde Yay.,
İstanbul, 2006.
SARIKAYA, Haluk
Egemen, Suat Bergin, Agarta Yer Altı Aydınlık Dünya Devleti I, Taş
Matbaası, İstanbul, 1977.
SCHIMMEL, Annemarie, “Dinde
sembolün fonksiyonu nedir?”, A.Ü İlahiyat Fakültesi Dergisi, C: III,
S: 3, Ankara, 1954, s. 67-73.
SCHIMMEL, Annemarie, Sayıların
Gizemi, Çev. Mustafa Küpüşoğlu, Kabalcı Yay., İstanbul, 1998.
SCHIMMEL, Annemarie, Tanrı’nın
Yeryüzündeki İşaretleri, Çev. Ekrem Demirli, Kabalcı Yay., İstanbul, 2004.
ŞAHİN, Naim, “Mevlâna
Celâleddîn Rûmî ve G.W.F. Hegel’de Bazı Metafizik Kavramların
Karşılaştırılması”,Tasavvuf ve İlmi Akademik Araştırmalar Dergisi,
Yıl; 2, S: 5, Konya, 2001, s. 83-109.
ŞAKİROĞLU, Mahmut H., “Haç”,
TDV İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., C: 14. İstanbul, 1986.
s. 522-524.
TACOU, Costantin, Din
ve Fenomenoloji Mircea Eliade’in Eserlerine Toplu Bakış, Çev. Havva Koser,
İz Yay., İstanbul, 2000.
TAHRALI, Mustafa, “Abdülvâhid Yahyâ (Rene Guenon)”, TDV İslam
Ansiklopedisi, Türkiye
Diyanet Vakfı Yay., C: 1, İstanbul, 1988, s. 279-282.
TARCAN, Haluk, Tarihin
Başladığı Ön-Türk Uygarlığı, Ön-Türk Araştırmaları Merkezi ve Töre Yay.,
İstanbul, 2003.
TEMEL, Özge Parlak, “İlahi
Komedya: XXVIII-XXXIII-XXXIV Sayılı Kantolarla Dante’nin “Cehennem”inde Adalet
Kavramı ve “Contrapasso” Yasası”,DTCF Dergisi, C: 1, S: 56, Ankara,
2016, s. 100-123.
TILLICH, Paul, “Din
Dilinin Doğası”, Çev. Aliye Çınar, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fak.
Dergisi, C: 11, S: 2, Bursa, 2002, s. 227-236.
TILLICH, Paul, “imanın
Sembolleri”, Çev. Aliye Çınar, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fak. Dergisi,
C: 9, S: 9, Bursa, 2000, s. 767-774.
TOKAT, Latif, Dinde
Sembolizm, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2012.
ULUÇ, Tahir, İbn
Arabî’ de Sembolizm, İnsan Yay., İstanbul, 2015.
WATT, Montgomery, Günümüzde
İslam ve Hıristiyanlık, Çev. Turan Koç, İz Yay., İstanbul, 1991.
WESTCOTT, MATHERS,
Kabala’ya Giriş Sefer Yezirah, Çev. Kemal
Menemencioğlu, Hermes Yay., İstanbul, 2011.
ZEYREK, İsmail Naci,
“Yahudilikte Dini Semboller (Magen David Örneği)”, Uludağ Üniversitesi,
SBE, Doktora Tezi, Bursa, 2014.
https://tibetantrekking.com/religion/vajra/
(erişim tarihi
27.10.2019)
https://www.shutterstock.com/search/swastika
(Erişim Tarihi
23.10.2019)
https://www.ancient.eu/image/968/yin-and-yang/
(Erişim Tarihi 23.10.2019)
https://www.amazon.com/Medical-Symbol-Snakes-Vinyl-Sticker/dp/B00WFHC40U
(Erişim Tarihi 23.10.2019)
https://www.zmescience.com/ecology/animals-ecology/ouroboros-snake/
(Erişim Tarihi
27.10.2019)
Şekil
1. Vajra, https://tibetantrekking.com/religion/vajra/
(Erişim Tarihi 27.10.2019).
Şekil
2. Swastika, https://www.shutterstock.com/search/swastika
(Erişim
Tarihi 23.10.2019).
Şekil 3. Yin-Yang Sembolü, https://www.ancient.eu/image/968/yin-and-yang/ (Erişim Tarihi 23.10.2019).
Şekil 4. Ağaca Sarılı
Yılan Sembolü, https://www.amazon.com/Medical- Symbol-Snakes-Vinyl-Sticker/dp/B00WFHC40U
(Erişim Tarihi
23.10.2019).
Şekil 5. Ouroboros ,
https://www.zmescience.com/ecology/animalsecology /ouroboros-snake/
(Erişim Tarihi 27.10.2019).
[1] Hayatı ve eserleri hakkında geniş bilgi için
Bkz. Mehmet Aydın, Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, 1. Basım, Damla Ofset,
Konya, 2005, s. 258-259. Mustafa Tahralı, “Abdülvâhid Yahyâ (Rene Guenon) ”,
TDV İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., C: 1, İstanbul,
1988, s. 279-282. Rene Guenon, İslam Maneviyatı ve Taoculuğa Toplu Bakış,
Çev. Mahmut Kanık, İnsan Yay., İstanbul, 2016, s. 11-34. Rene Guenon, Modern
Dünya Bunalımı, Çev. Mahmut Kanık, İnsan Yay., İstanbul, 2018, s. 7-30.
[2] Bkz. Ahmet Cevizci, “Sembol”,
Felsefe Sözlüğü, 3. Basım, Paradigma Yayınları, İstanbul, 1999, s. 765.
[3] Sadık Kılıç, İslam’da
Sembolik Dil, İnsan Yay., İstanbul, 1995, s. 56.
[4] Alegorik, ele alınan konuda batınî yorumlama
tekniğini ileri derecede kullanılarak mecazi mana atfetmek ve sembolik tarza
ortaya koymaktır. Bkz. Bayram Dalkılıç, “İskenderiye’n Yahudi Filozof:
Philo, Eserleri ve Felsefi Yöntemi”, NEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, C:
15, S:15, Konya, 2003, s. 75.
[5] Necmettin Ersoy, Semboller
ve Yorumları I-II, 1. Basım, Güven Ciltevi, Bölüm I, İstanbul, 2000, s. 12.
[6] Guenon’a göre gelenek ikiyi ayrılmaktadır.
Bunardan ilki aslî gelenektir. Ezelî hikmetle eş anlamlıdır. Diğeri ise, aslî
geleneğe bağlı olarak sonradan ortaya çıkan geleneklerdir. Bkz. Sinan Akdoğan,
“Gelenekçi Ekole Göre Din ve Modernleşme: Rene Guenon Örneği”, Marmara
Üniversitesi, SBE, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2010, s. 100. Gelenekselci
ekol, dinî gelenekleri metafizik ilk ilkeler düzeyinde bir olarak kabul
edilmektedir. Bu nedenle metafizik ilkelerin dayandığı ve her gelenekte var
olan öğreti, aslî gelenek olarak isimlendirilmektedir. Bkz. Erdal Baykan, “
Gelenekçi Ekolün Din-Bilim Bağlamında Aydınlama Eleştirisi- S. Hüseyin Nasr
Örneği-” DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, S: XVI, İzmir, 2002, s. 203.
[7] Rene Guenon, Hıristiyan Mistik Düşüncesi,
Çev. İsmail Taşpınar, İnsan Yay., İstanbul, 2005, s. 101. Ayrıca Bkz. İsmail
Naci Zeyrek, “Yahudilikte Dini Semboller (Magen David Örneği)”, Uludağ
Üniversitesi, SBE, Doktora Tezi, Bursa, 2014, s. 16-17.
[8] Rene Guenon, Varlığın
Mertebeleri, Çev. Vildan Yalsızuçanlar, Etkileşim Yay., İstanbul, 2008, s.
11.
[9] Guenon, Varlığın Mertebeleri, Çev.
Vildan Yalsızuçanlar, s. 11.
[10] Hüsnü Aydeniz, “Dinî Semboller, Sembolün Anlam Kaybı ve
Etkilerine Gelenekselci Bir Yaklaşım (Rene Guenon Örneği) ”, Ekev
Akademi Dergisi, Yıl;15, S: 48, Erzincan, 2011, s. 78.
[11]Mircea Eliade, Dinlerdeki Sembollerin Araştırılması
Konusunda Metodolojik Düşünceler, Din Bilimleri Yay., Konya, 2003, s. 121.
[12] Galip Atasagun,
“İlâhî Dinlerde (Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm’da) Dinî Semboller”, Selçuk
Üniversitesi, SBE, Doktora Tezi, Konya, 1996, s. 11-12.
[13] Annemarie Schimmel, “Dinde
sembolün fonksiyonu nedir?”, A.Ü İlahiyat Fak. Dergisi, C: III, S:
3, Ankara, 1954, s. 67-68. Ayrıca Bkz. Atasagun, a.g.t., s. 12.
[14] Şerif Mardin, Din ve İdeoloji, İletişim
Yay., İstanbul, 1969, s. 51-52.; Ayrıca Bkz. Erkan Perşembe, “Dinde Sembolün
Fonksiyonu ve İslam’da Sembolik Değerlerin Bugünü”, OMÜ İlahiyat Fak.
Dergisi, S: 10, Samsun, 1998, s. 92.
[15] Mircea Eliade, Kutsal
ve Dindışı, Çev. M. Ali Kılıçbay, Gece Yay, İstanbul, 1991, s.116.
[16] Perşembe, “Dinde
Sembolün Fonksiyonu ve İslam’da Sembolik Değerin Bugünü ”, s. 93.
[17] Turan Koç, Din
Dili, İz Yay., İstanbul, 2013, s. 89.
[18] Perşembe, a.g.m.,
s. 93.; Ayrıca Bkz. Hava Aras, “Dünya Dinlerinde Merkez Sembolizmi”, Atatürk
Üniversitesi, SBE, Yüksek Lisans Tezi, Erzurum, 2011, s. 18.
[19] Koç, a.g.e., s.
90.
[20] Atasagun, a.g.t., s.
12-13.
[21] Bedia Akarsu, Felsefe
Terimleri Sözlüğü, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, s. 90.
[22] Paul Tillich, “Din Dilinin Doğası”, Çev.
Aliye Çınar, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fak. Dergisi, C: 11, S: 2,
Bursa, 2002, s. 229.
[23] Latif Tokat, Dinde
Sembolizm, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2012, s. 17.
[24] Tahir Uluç, İbn
Arabî’ de Sembolizm, İnsan Yay., İstanbul, 2015, s. 51.
[25] Ayrıca Bkz. Uluç,
a.g.e., s. 51-54.
[26] Gilberd Durand, Sembolik
İmgelem, Çev. Ayşe Meral, İnsan Yay., İstanbul, 1998, s. 8. Ayrıca Bkz.
Zeyrek, a.g.t., s. 25. ; Tokat, a.g.e., s. 14-16.
[27] Tokat, a.g.e., s.
18
[28] Paul Tillich, “İmanın
Sembolleri”, Çev. Aliye Çınar, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fak. Dergisi,
C: 9, S: 9, Bursa, 2000, s. 767. Ayrıca Bkz. Tokat, a.g.e.,s.18.
[29] Tokat, a.g.e., s.
18.
[30] Uluç, a.g.e., s.
53.
[31] Atasagun, a.g.t., s.
17.
[32] Uluç, a.g.e.,s.
57.
[33] Galip Atasagun, “Hıristiyanlığın Tanıtımı,
Yorumu ve Kurumsallaşmasında Sembollerin Yeri”, S.Ü İlahiyat Fak. Dergisi,
S: 10, Konya, 2000, s. 184-185.
[34] Rene Guenon, İnisiyasyona
Toplu Bakışlar I-II, Çev. Mahmut Kanık, Hece Yay., Ankara, 2010, s. 176.
[35] Guenon, İnisiyasyona
Toplu Bakışlar I-II, Çev. Mahmut Kanık, s. 196. Ayrıca Bkz. Hayreddin
Kızıl, “Özellikleri
Açısından Sembol”,e-Şarkiyat İlmî Araştırmalar Dergisi, C: 10, S: 4, 2018,
s.1308.
[36]Mircea
Eliade, Dinlerdeki Sembollerin Araştırılması Konusunda Metodolojik
Düşünceler, s. 116.
[37] Montgomery Watt, Günümüzde
İslam ve Hıristiyanlık, Çev. Turan Koç, İz Yay., İstanbul, 1991, s. 48-50.
[38] Uluç, a.g.e., s.
59.
[39] Rene Guenon, Manevi
İlimlere Giriş, Çev. Lütfi Fevzi Topaçoğlu, İnsan Yay., İstanbul, 1997, s.
20.
[40] Atasagun, “Hıristiyanlığın
Tanıtımı, Yorumu ve Kurumsallaşmasında Sembollerin Yeri”, s. 185.
[41] Koç, Din Dili, s.
94.
[42] Tillich, “Din
Dilinin Doğası”, s. 231.
[43] Tillich, “Din
Dilinin Doğası”, s. 232.
[44] Atasagun, “Hıristiyanlığın Tanıtımı, Yorumu
ve Kurumsallaşmasında Sembollerin Yeri”, s. 184. Ayrıca Bkz. Galip
Atasagun, “Sembol ve Sembolizm”,NEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, C: 7,
S: 7, Konya, 1997, s. 384.
[45] Ayrıca Bkz. Kur’an, Tevbe 9/72, Ra’d
13/35, Nahl 16/ 31, Kehf 18/31, Tâhâ 20/76, Gaşiye 88/ 14, Secde 32/19,
Muhammed 47/ 15.
[46] Atasagun, “Sembol
ve Sembolizm”, s. 384.
[47] Rene Guenon, Hıristiyan
Mistik Düşüncesi, Çev. İsmail Taşpınar, İnsan Yay., İstanbul, 2005, s. 101.
[48] Julius Evola, Rene
Guenon, Savaş Metafiziği ve Sembolik Silahlar, Çev. Atilla Ataman-
Mustafa Tahralı-İsmail Taşpınar, İnsan Yay., İstanbul, 2003, s. 17.
[49] Seyyid Hüseyin Nasr, Bilgi
ve Kutsal, Çev. Yusuf Yazar, İz Yay., İstanbul, 1999, s. 83.
[50] Nasr, a.g.e., s.
78.
[51] Guenon, Manevi
İlimlere Giriş, s, 99-100.
[52] Naim Şahin, “Mevlâna Celâleddîn Rûmî ve
G.W.F. Hegel’de Bazı Metafizik Kavramların Karşılaştırılması”,Tasavvuf
ve İlmi Akademik Araştırmalar Dergisi, Yıl; 2, S: 5, Konya, 2001, s. 92.
[53] Rene Guenon, Dante
ve Ortaçağ’da Dinî Sembolizm, Çev. İsmail Taşpınar, İnsan Yay., İstanbul,
2014, s. 11.
[54] Henri Bergson, Gabriel Marcel, Rene Guenon, Metafizik
Nedir, Çev. Ahmet Aydoğan, Mustafa- Tahralı, Birey Yay., İstanbul, 2001, s.
16.
[55] Bergson, Marcel,
Guenon, a.g.e.; s. 96.
[56]
Uluç, İbn Arabî’de Sembolizm, s. 59.
[57] Rene Guenon, İnfinitezimal Hesabın Metafizik
Prensipleri, Çev. Ali Sebetci, Konya, 2016, s. 91. (Bu eser henüz yayınlanmamıştır.)
[58] Rene Guenon, İnfinitezimal
Hesabın Metafizik Prensipleri, s. 95.
[59] Rene Guenon, Varlığın
Mertebeleri, s. 31.
[60] Ersoy, Semboller
ve Yorumlar I-II, s. 19.
[61] Annemarie Schimmel, Sayıların
Gizemi, Çev. Mustafa Küpüşoğlu, Kabalcı Yay., İstanbul, 1998, s. 55.;
Ayrıca Bkz. Ersoy, Semboller ve Yorumları I-II, s. 19- 20.
[62] Rene Guenon, İnfinitezimal
Hesabın Metafizik Prensipleri, s. 95.
[63] Ersoy, a.g.e.,s.
20.; Ayrıca Bkz. Schimmel, Sayıların Gizemi, s. 57- 68.
[64] Erhan Altunay, Paganizm-1
Kadim Bilgeliğe Giriş, Hermes Yay., İstanbul, 2015, s. 95.
[65] Alparslan Salt, Neo-Spiritüalist
Yaklaşımlarla Ezoterik Bilgiler Işığında Semboller, Ruh ve Madde Yay.,
İstanbul, 2006, s. 164.
[66] Ersoy, a.g.e., s.22.
[67] Ersoy, a.g.e., s.
24. Ayrıca Bkz. Schimmel, Sayıların Gizemi, s. 69- 97.
[68] Annemarie Schimmel, Tanrı’nın
Yeryüzündeki İşaretleri, Çev. Ekrem Demirli, Kabalcı Yay., İstanbul, 2004,
s. 113.
[69] Altunay, Paganizm-1
Kadim Bilgeliğe Giriş, s. 95.
[70] Ersoy, a.g.e., s.
26.
[71] Schimmel, Sayıların
Gizemi, s. 98.; Ayrıca Bkz. Ersoy, a.g.e., s. 26-27.
[72] Schimmel, Sayıların
Gizemi, s. 119.
[73] Ersoy, a.g.e.,s. 26-28. Ayrıca Bkz.
Schimmel, Sayıların Gizemi, 118-134.
[74] Schimmel, Tanrı’nın
Yeryüzündeki İşaretleri, s. 115. Ayrıca bkz, Schimmel, Sayıların Gizemi,
135-139.
[75] Ersoy, a.g.e., s.
29-30.
[76] Schimmel, Tanrı’nın
Yeryüzündeki İşaretleri, s. 116.
[77] Schimmel, Sayıların
Gizemi, s. 135.
[78] Schimmel, Tanrı’nın
Yeryüzündeki İşaretleri, s. 116. Ayrıca bkz, Schimmel, Sayıların Gizemi, s.
140-168.
[79] Schimmel, Tanrı’nın
Yeryüzündeki İşaretleri, s. 117.
[80] Schimmel, Sayıların Gizemi, s. 169.
Ayrıca bkz. Schimmel, Tanrı’nın Yeryüzündeki İşaretleri,s. 117. Ersoy, a.g.e.,
s. 35-37.
[81] Ersoy, a.g.e.,s.
35. Ayrıca bkz. Schimmel, Tanrı’nın Yeryüzündeki İşaretleri, s. 117.
[82] Schimmel, Sayıların
Gizemi, s. 172-173. Ayrıca Bkz. Ersoy, a.g.e., s. 35-36.
[83] Schimmel, Tanrı’nın
Yeryüzündeki İşaretleri, s. 117.
[84] Ersoy, a.g.e.,s.
37. Ayrıca bkz. Schimmel, Sayıların Gizemi, s. 177-192.
[85] Schimmel, Sayıların
Gizemi, s. 194.
[86] Kenan Has, Sembolizm ve Haç, Cantekin
Matbaacılık, Ankara, 2005, s. 42. Ayrıca bkz. Schimmel, Tanrı’nın
Yeryüzündeki İşaretleri, s. 117-118.
[87] Ersoy, a.g.e.,s.
39. Ayrıca Bkz. Schimmel, Sayıların Gizemi, s. 194-210.
[88]
Rene Guenon, Kadim Bilimler ve Bazı Modern Yanılgılar, Çev. Fevzi
Topaçoğlu, İnsan Yay., İstanbul, 2000, s. 53-54.
[89] Guenon, Kadim Bilimler
ve Bazı Modern Yanılgılar, s. 54-55.
[90] Guenon, Kadim Bilimler
ve Bazı Modern Yanılgılar, s. 55.
[91] Guenon, Kadim Bilimler
ve Bazı Modern Yanılgılar, s. 55-56.
[92] Guenon, Kadim Bilimler
ve Bazı Modern Yanılgılar, s. 56-57.
[93] Guenon, Kadim Bilimler
ve Bazı Modern Yanılgılar, s. 56-60.
[94] Guenon, Kadim Bilimler
ve Bazı Modern Yanılgılar, s. 60.
[95] Guenon, Dante
ve Ortaçağ’da Dinî Sembolizm, s. 57.
[96] Guenon, Dante ve Ortaçağ’da Dinî Sembolizm,
s.57.
[97] Dante Alighieri, İlâhi
Komedya, Çev. Rekin Teksoy, Oğlak Yay., İstanbul, 2011, s. 18.
[98] 9 sayısı: İlahi komedyada Beatrice’in
sayısıdır. Bkz. Guenon, Dante ve Ortaçağ’da Dinî Sembolizm, s. 58.
Beatrice: Dante’nin aşık olduğu kadındır. Tanrı kendisini kurtuluşa erdirmek
için bu kadını göndermiştir. Kendisine Dante’ye cennette kılavuzluk etmesi
görevi verilmiştir. Bkz. Özge Parlak Temel, “İlahi Komedya:
XXVIII-XXXIII-XXXIVSayılı Kantolarla Dante’nin “Cehennem”inde Adalet Kavramı ve
“Contrapasso” Yasası”, DTCF Dergisi, C: 1, S: 56, Ankara, 2016, s.
103.
[99] Guenon, Dante ve Ortaçağ’da Dinî Sembolizm,
s. 58.
[100] Dante, a.g.e., s.
19.
[101] Guenon, Dante ve
Ortaçağ’da Dinî Sembolizm, s. 58.
[102] Guenon, Dante ve
Ortaçağ’da Dinî Sembolizm, s. 23.
[103] Guenon, Dante ve
Ortaçağ’da Dinî Sembolizm, s. 58.
[104] 22 sayısı ve harfler
ilmi ile ilgili geniş bilgi için Bkz. Guenon, İslam Maneviyatı ve Taoculuğa
Toplu Bakış, s. 71-75.
[105] Guenon, Dante ve Ortaçağda Dini
Sembolizm, s. 58.
[106] Guenon, İslam
Maneviyatı Ve Taoculuğa Toplu Bakış, s. 41.
[107] Guenon, Dante ve
Ortaçağ’da Dinî Sembolizm, s. 58.
[108] Guenon, Dante ve
Ortaçağ’da Dinî Sembolizm, s. 59.
[109] Dante’nin Cehennem
(Inferno) adlı eseri.
[110] Guenon, Dante ve
Ortaçağ’da Dinî Sembolizm, s. 59.
[111] Yunaca “hierosgamos”:
Kutsal evlilik. Bkz. Rene Guenon, Büyük Üçlü, Çev. Veysel Sezigen, İz
Yay., İstanbul, 2012, s. 75. Hieros gamos: Tanrı ve Tanrıça arasındaki kutsal
birleşme. Ayrıntılı bilgi için Bkz. Altunay, Paganizm-1 Kadim Bilgeliğe
Giriş, s. 184.
[112] Schimmel, Sayıların
Gizemi, s. 213.
[113] Rene Guenon, Büyük
Üçlü, s. 79.
[114] Schimmel, Sayıların
Gizemi, s. 280.
[115] Guenon, Dante ve
Ortaçağ’da Dinî Sembolizm, s. 60. Ayrıca bkz, Schimmel, Sayıların Gizemi,
s. 261.
[116] 666 sayısı insanı
simgeleyen sayı olarak yer almaktadır. Bkz. Vahiy, 13:18.
[117] Guenon, Dante ve
Ortaçağ’da Sembolizm, s. 62-64. Ayrıca 666 sayısı için Bkz. Schimmel, Sayıların
Gizemi, s. 296.
[118] Yin-Yang dualitesi,
zıtlıkların birliğini ifade etmektedir.
[119] Guenon, Büyük Üçlü,
s. 73.
[120] Guenon, Büyük Üçlü,
s. 74.
[121] T’ai-Chi: Çin felsefesinde “aşkın
güç, üstün kuvvet”. Taoizm’den ödünç alınan bu kavram 10.yy daki
Neo-Konfüçyanüsçü bilginlerce geliştirmiştir. Buna göre Aşkın güç, hareket
vasıtasıyla pozitif prensip Yang’ oluşturarak, sınırların sonuna gelerek
sükûnete ulaştığında ise negatif prensip Ying meydana gelmiştir. Daha sonra
Yin-Yang’in birbirini tamamlayan faaliyetleriyle her şey oluşturulmuştur. Bkz.
Şinasi Gündüz, Din ve İnanç Sözlüğü, Vadi Yay., Konya, 1998, s. 356.
[122] Guenon, Büyük Üçlü,
s. 74.
[123] Schimmel, Sayıların
Gizemi, s. 61.
[124] Guenon, Büyük Üçlü,
s. 74.
[125] Pythagorasçılara göre 5 “evlilik
sayısını” ifade etmektedir. 6 sayısının “birleştirici” tabiatı ise,
bu konu için sadece İbrani ve Arapçadaki “waw ” harfine yüklenen anlamı
ya da geometrik şekildeki sayıya eşit olan “Süleyman’ın mührü”
sembolizmini düşünmemiz gerekir. Bkz. Guenon, Büyük Üçlü, s. 77.
[126] Guenon, Büyük Üçlü,
s. 74-77.
[127] Guenon, Büyük Üçlü,
s. 77-78.
[128] Rene Guenon, Niceliğin
Egemenliği ve Çağın Alâmetleri, Çev. Mahmut Kanık, İz Yay., İstanbul, 2012,
s. 41.
[129] Guenon, Niceliğin Egemenliği ve
Çağın Alametleri, s. 41-42.
[130] Guenon, Büyük Üçlü,
s. 78.
[131] Guenon, Niceliğin
Egemenliği ve Çağın Alâmetleri, s. 42.
[132] Agarttha: Sanksritçe’de “ele
geçirilmez, ulaşılamaz” gibi anlamlarına gelir. “Arga” kelimesinden türemiştir
ve “uzun gemi, yeraltı bölmesi” gibi anlamları da vardır. Agarttha, bir yeraltı
mabedi anlamına da gelmektedir. Rene Guenon, Agarta Dünya Kralı, Çev.
Haluk Özden, Ruh ve Madde yay., İstanbul, 2008, s. 144. Ayrıca Bkz. Haluk
Egemen Sarıkaya, Suat Bergin, Agarta Yer Altı Aydınlık Dünya Devleti I,
Taş Matbaası, İstanbul, 1977, s. 37.
[133] Rene Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, Çev. İsmail Taşpınar, İnsan Yay.,
İstanbul, 2014, s. 7. Ayrıca Bkz. Guenon, Agarta Dünya Kralı, s. 9.
[134] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 8. Ayrıca Bkz. Guenon, Agarta
Dünya Kralı, s. 9-10.
[135] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 8. Bkz. Guenon, Agarta Dünya
Kralı, s. 10.
[136] Mehmet Evkuran, “Gelenekselci
Öğretide Gnostik ve Okült Etkileşimler-Rene Guenon Düşüncesi Bağlamında Bir
Tartışma ”,XVII Kelam Anabilim Dalları Koordinasyon Toplantısı &
Gnostik ve Okültizm Sempozyumu, S: 1, Malatya, 2012, s. 270.
[137] Guenon, Agarta
Dünya Kralı, s. 149. Ayrıca Bkz. Evkuran, a.g.m., s. 270.
[138] Guenon, Agarta
Dünya Kralı, s. 149-153. Ayrıca Bkz. Evkuran, a.g.m., s. 270- 271.
[139] Guenon, Agarta
Dünya Kralı, s. 153.
[140] Guenon, Agarta
Dünya Kralı, s. 154.
[141] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 15.
[142] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 15. Ayrıca Bkz. Guenon, Agarta
Dünya Kralı, s. 14-15.
[143] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 14-15. Bkz. Guenon, Agarta
Dünya Kralı, s. 14.
[144] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 20.
[145] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 21-22.
[146] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 22. Ayrıca Bkz. Rene Guenon, Geleneksel
Formlar ve Kozmik Devirler, Çev. Lütfi Fevzi Topaçoğlu, İnsan Yay.,
İstanbul, 2015, s.
91.
[147] Ahmet Akıncı, Kabala:
Sınırsıza Yolculuk, Dharma Yay., İstanbul, 2005, s. 241.
[148] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 22-23. Bkz. Guenon, Geleneksel
Formlar ve Kozmik Devirler, s. 92
[149] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 24.
[150] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 24.
[151] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 25.
[152] Guenon, Geleneksel
Formlar ve Kozmik Devirler, s. 93.
[153] Guenon, Âlemin Hükümdarı
Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 26. Bkz, Guenon, Geleneksel Formlar ve
Kozmik Devirler, s. 95.
[154] Guenon, Geleneksel Formlar ve
Kozmik Devirler, s. 94-95. Ayrıca bkz,; Guenon, Âlemin Hükümdarı
Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 26.
[155] Salt, a.g.e., s.
245.
[156] Akıncı, Kabala:
Sınırsıza Yolculuk, s. 218-219.
[157] Guenon, İslam
Maneviyatı ve Taoculuğa Toplu Bakış, s. 69.
[158] Akıncı, Kabala:
Sınırsız Yolculuk, s. 223.
[159] Westcott ve Mathers, Kabala’ya
Giriş Sefer Yezirah, Çev. Kemal Menemencioğlu, Hermes Yay., İstanbul, 2011,
s. 61.
[160] Salt, a.g.e., s.
137.
[161] Guenon, Agarta
Dünya Kralı, s. 34. Ayrıca Bkz. Guenon, Âlemin Hükümdarı Dinlerde Merkez
Sembolizmi, s. 37. Guenon, Dante ve Ortaçağ’da Dinî Sembolizm, s.
39.
[162] Guenon, Agarta
Dünya Kralı, s. 34.
[163] Guenon, Âlemin Hükümdarı
Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 38-39. Bkz. Guenon, Agarta Dünya Kralı,
s. 35. Salt, a.g.e., s. 137.
[164] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 39.
[165] Guenon, Agarta
Dünya Kralı, s. 35. Bkz. Guenon, Âlemin Hükümdarı Dinlerde Merkez
Sembolizmi, s. 39.
[166] Guenon, Âlemin Hükümdarı
Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 41. Bkz. Guenon, Agarta Dünya Kralı,
s. 37.
[167] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 46.
[168] Tevrat, Tekvîn,
14:18-20.
[169] Guenon, Agarta Dünya Kralı,
s. 41-42. Ayrıca Bkz. Guenon, Âlemin Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi,
s. 47-48.
[170] Abdurrahman Küçük, G.
Tümer, M. A. Küçük, Dinler Tarihi, Berikan Yay., Ankara, 2011, s. 360.
[171] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 47-48. Bkz. Guenon, Agarta
Dünya Kralı, s. 42.
[172] Tevrat, Tekvîn,
28:19.
[173] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 58. Bkz. Guenon, Agarta Dünya
Kralı, s. 50.
[174] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 61-62. Bkz. Guenon, Agarta
Dünya Kralı, s. 52.
[175] İncil, 1.
Korintliler, 15: 42-43.
[176] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 62.
[177] Hatha-Yoga: Raja Yoga’nın bir kolu
olup bedensel, zihinsel ve nefes talimlerine ağırlık veren bir yoga türüdür.
Hata Yoga'nın birinci hedefi, orta kanal içinde odaklayarak hayat nefesinin
dağılmasını önlemektir. Evren içinde doğal olarak var olan gücü sembolize eden
"Kundalini" yi(yılan, yılan gücünü) uyandırmak olarak düşünülür.
Geniş bilgi için Bkz. Fuat Aydın, Hint Dini Düşüncesinde İnsanın Özgürlük
Arayışı, Ataç Yay., İstanbul, 2005, s. 39-40. Bir başka ifadeyle
Hatha-Yoga; Birlik’e hazırlayan ve öncelikle soluk alma düzenine bağlı olarak
bazı ritüellerin özümsenmesi üzerine temellendirilen yöntemleri
hatırlatmaktadır. İslam tarikatlarındaki zikir ile aynı sebeb-i vücûda
dayanmaktadır. Bu yoga her iki tradisyonda da benzer kurallar takip edilerek
uygulanır. Bkz. Rene Guenon, İnsan ve Halleri Vedanta’da Kâmil İnsan, Çev.
Atilla Ataman, Nefes Yay., İstanbul, 2016, s. 113.
[178] Guenon, Âlemin Hükümdarı
Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 63-64. Ayrıca Bkz. Guenon, Agarta Dünya
Kralı, s. 53. Aydın, Hint Dini Düşüncesinde İnsanın Özgürlük Arayışı,
s. 39-40.
[179] Krolonojik olarak Hint
kozmolojisinde âlemin yaşıyla ilgili dönemlere verilen addır. Dört evre olarak
gittikçe azalan bir süreyi içine almaktadırlar. Bunlar; Krita-Yuga, Tveta-Yuga,
Dıvapara-Yuga, Kali-Yuga’dır. Bkz. Guenon, Niceliğin Egemenliği ve Çağın
Alametleri, s. 62.
[180] Osman Cilacı, Dinler
ve İnançlar Terminolojisi, Damla Yay., İstanbul, 2001, s. 192.
[181] Ahmed el-Bîrûnî, Tahkîku
Mâ Li’l-Hind, Çev. Kıvameddin Burslan, TTK Yay., Ankara, 2018, s. 264.
[182] Cilacı, Dinler ve
İnançlar Terminolojisi, s. 192.
[183] Guenon, Âlemin Hükümdarı
Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 66.
[184] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 66.
[185] Guenon, Agarta
Dünya Kralı, s. 55. Ayrıca Bkz. Guenon, Âlemin Hükümdarı Dinlerde Merkez
Sembolizmi, s. 67.
[186] Guenon, Agarta Dünya Kralı,
s. 55-56. Guenon, Âlemin Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 67-68.
Kali-Yuga hakkında geniş bilgi için Bkz. Bîrûnî, Tahkîku Mâ Li’l-Hind,
s. 263-268.
[187] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 73.
[188] Costantin Tacou, Din ve
Fenomenoloji Mircea Eliade’in Eserlerine Toplu Bakış, Çev. Havva Koser, İz
Yay., İstanbul, 2000, s. 150.
[189] Salt, a.g.e.,s.
265.
[190] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 74.
[191] Mircea Eliade, Dinler
Tarihi İnançlar ve İbadetlerin Morfolojisi, Çev. Mustafa Ünal, Serhat
Kitapevi, Konya, 2005, s. 277.
[192] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 75. Bkz. Guenon, Agarta Dünya
Kralı, s. 61.
[193] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 75-76. Bkz. Guenon, Agarta
Dünya Kralı, s. 61.
[194] Tevrat, Tekvîn,
28:22.
[195] Guenon, Âlemin Hükümdarı
Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 76.
[196] Ayrıntılı bilgi için
Bkz. Schimmel, Tanrı’nın Yeryüzündeki İşaretleri, s.20-12.
[197] Rene Guenon, Kadim
Bilimler ve Bazı Modern Yanılgılar, s. 50.
[198] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 76. Bkz. Guenon, Agarta Dünya
Kralı, s. 61. Mircea Eliade, Dinler Tarihi İnançlar ve İbadetlerin
Morfolojisi, s. 274.
[199] Guenon, Kadim
Bilimler ve Bazı Modern Yanılgılar, s. 50.
[200] Rene Guenon, Yatay
ve Dikey Boyutların Sembolizmi, Çev. Fevzi Topaçoğlu, İnsan Yay., İstanbul,
s. 31.
[201] Ersoy, Semboller
ve Yorumlar I-II, s. 102.
[202] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 31.
[203] Martin Lings, Antik İnançlar
Modern Hurafeler, Çev. Nabi Avcı-Ufuk Uyan, Ağaç Yay., İstanbul, 1991, s.
47. Ayrıca Bkz. Kadir Albayrak, “Dinsel Bir Sembol Olarak Haçın Tarihi”,Dini
Araştırmalar, C: 7, S:19, 2004, s. 120-121.
[204] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 32. Ayrıca Bkz. Ahmet Gül, Haçın
Hıristiyan Teolojisindeki Yeri ve Önemi, Şırnak Üniversitesi Yay., Şırnak,
2018, s. 36.
[205] Albayrak, a.g.e., s.
56.
[206] Mircea Eliade, Dinler
Tarihi İnançlar ve İbadetlerin Morfolojisi, s. 348.
[207] Mircea Eliade, İmgeler
Simgeler, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Gece Yay., Ankara, 1992, s. 196.
[208] Mircea Eliade, Dinsel
İnançlar ve Düşünceler Tarihi II, Çev. Ali Berktay, Kabalcı Yay., İstanbul,
2003, s. 456.
[209] Eliade, Dinler
Tarihi İnançlar ve İbadetlerin Morfolojisi, s. 348.
[210] Eliade, İmgeler Simgeler,
s. 196-200. Ayrıntılı bilgi için Bkz. Mircea Eliade, Dinsel İnançlar ve
Düşünceler Tarihi II, s. 456.
[211] Albayrak, a.g.m., s.
121.
[212] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 37.
[213] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 38.
[214] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 39.
[215] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 41.
[216] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 40.
[217] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 47.
[218] Guna: Sanskritçe bir kelime olup,
birkaç tanesinin bir araya getirilip örülerek halat yapılan lif anlamına
gelmektedir. Kelime sistematik ya da felsefi kabullere göre farklı anlamlarda
kullanılır. Samkhya metafiziği, Prakriti’nin (tabiat) bileşenleri olarak üç
Guna varsayar. Samkhya'ya göre ister zihni ister fiziki olsun bütün özler,
belli oranlarda bu üç Guna’nın karışmasından oluşur. Maddi evrenin tezahür
etmeme durumuna absorbe edildiği dönemde, üç Guna, denge halinde bulunur.
Yaratma zamanında yani, evrenin başka bir tezahür çevriminin başlangıcı anında,
Gunalar arasında bir dengesizlik vuku bulur ve bunun bir sonucu olarak nesneler
arasındaki farklıklar ortaya çıkar. Bkz. Aydın, Hint Dini Düşüncesinde
İnsanın Özgürlük Arayışı, s. 189. Ayrıca Bkz. Mysore Hiriyonna, Hint
Felsefesi Tarihi, Çev. Fuat Aydın, İBÜ yay., İstanbul, 2011, s. 256.;
Guna’nın özel anlamı itibariyle bir yayın ipi, en azından bir açıdan çeşitli
derecelerdeki gerilimi ifade eder. Üç Guna sembolik olarak renklerle ifade
edilir. Tamas, siyah. Rajas, kırmızı. Sattwa, beyazdır. Bkz. Guenon, Yatay
ve Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 50-51.
[219] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 49-50.
[220] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 50.
[221] Bîrûnî, Tahkîku Mâ
Li’l-Hind, s. 51.
[222] Guenon, Dante ve
Orta Çağ’da Dinî Sembolizm, s. 54.
[223] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 50.
[224] Bîrûnî, Tahkîku Mâ
Li’l-Hind, s. 51.
[225] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 50.
[226] Bîrûnî, Tahkîku Mâ
Li’l-Hind, s. 50-51.
[227] Guenon, Dante ve
Orta Çağ’da Dinî Sembolizm, s. 54.
[228] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 51.
[229] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 50-52.
[230] Aydın, Hint Dini
Düşüncesinde İnsanın Özgürlük Arayışı, s. 37.
[231] Guenon, İnsan ve
Halleri Vedanta’da Kamil İnsan, s. 53.
[232] Guenon, Dante ve
Orta Çağ’da Dinî Sembolizm, s. 55.
[233] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 53.
[234] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 55.
[235] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 54.
[236] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 56.
[237] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 56.
[238] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 57.
[239] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 62.
[240] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 69.
[241] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 60.
[242] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 62.
[243] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 62 - 64.
[244] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 72.
[245] Evola, Guenon, Savaş
Metafiziği ve Sembolik Silahlar, s. 24.
[246] Evola, Guenon, Savaş
Metafiziği ve Sembolik Silahlar, s. 24-25.
[247] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 73.
[248] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 73-74.
[249] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 75-76.
[250] Erdem, a.g.e., s.
100.
[251] Erdem, a.g.e., s.
100.
[252] Evola, Guenon, Savaş
Metafiziği ve Sembolik Silahlar, s. 61.
[253] Evola, Guenon, Savaş
Metafiziği ve Sembolik Silahlar, s. 61.
[254] Evola, Guenon, Savaş
Metafiziği ve Sembolik Silahlar, s. 62.
[255] Evola, Guenon, Savaş Metafiziği ve Sembolik Silahlar, s. 66.
[256] Evola, Guenon, Savaş Metafiziği ve Sembolik Silahlar, s. 62.
[257] Evola, Guenon, Savaş Metafiziği ve Sembolik Silahlar, s. 70.
[258] Apollon: Bir Anadolu Tanrı’sı. İlyada’da Tann’nın adı Apollon diye
geçmektedir. Geniş bilgi için
Bkz. Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1972, s. 45-50. Salt, a.g.e., s. 46.
[259] Evola, Guenon, Savaş Metafiziği ve Sembolik Silahlar, s. 69-70.
[260] Evola, Guenon, Savaş Metafiziği ve Sembolik Silahlar, s. 70-71.
[261] Evola, Guenon, Savaş Metafiziği ve Sembolik Silahlar, s. 74.
[262] Evola, Guenon, Savaş
Metafiziği ve Sembolik Silahlar, s. 72.
[263] Salt, a.g.e., s.
73-74.
[264] Evola, Guenon, Savaş
Metafiziği ve Sembolik Silahlar, s. 71.
[265] Evola, Guenon, Savaş
Metafiziği ve Sembolik Silahlar, s. 74.
[266] Evola, Guenon, Savaş
Metafiziği ve Sembolik Silahlar, s. 71.
[267] Mustafa Öztürk, “Zülkarneyn”,TDV
İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., C: 44, İstanbul, 2013, s.
564.
[268] Mustafa Öztürk, “Zülkarneyn
Kıssası”,KTUİF Dergisi, C: 1, S: 2, Trabzon, 2014, s. 17.
[269] Zû’l-Karneyn, Kur’an’da kendisine
büyük güç ve imkân verilen kişi olarak bahsedilir. Zû’l- Karneyn kıssası için
Bkz. Kur’ân, Kehf 18/ 83-98.
[270] Mahmut Kaya, “İskender”,TDV
İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., C: 22, İstanbul, 2000, s.
556.
[271] Evola, Guenon, Savaş
Metafiziği ve Sembolik Silahlar, s. 72.
[272] Ekber Enveri, “Zülkarneyn
ve Boynuzlu İskender (İskender-Nâmenin Kökenine
Dair) ”, Uluslararası Uygur Araştırmaları Dergisi, S: 12, 2018, s. 88-89.
[273] Evola, Guenon, Savaş
Metafiziği ve Sembolik Silahlar, s. 72-73.
[274] Evola, Guenon, Savaş
Metafiziği ve Sembolik Silahlar, s. 79.
[275] Evola, Guenon, Savaş
Metafiziği ve Sembolik Silahlar, s. 78-79. Ayrıntılı bilgi için bkz,
Eliade, Dinler Tarihi İnançlar ve İbadetlerin Morfolojisi, s. 270-271.
[276] Evola, Guenon, Savaş
Metafiziği ve Sembolik Silahlar, s. 80.
[277] Evola, Guenon, Savaş
Metafiziği ve Sembolik Silahlar, s. 80.
[278] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 77.
[279] Eliade, İmgeler
Simgeler, s. 195.
[280] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 77.
[281] Tevrat, Tekvin,
2: 8-9.
[282] Tevrat, Tekvin,
3:3.
[283] Tevrat, Tekvin,
3:22.
[284] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 78.
[285] Salt, a.g.e., s.
145.
[286] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 79-80.
[287] Salt, a.g.e., s.
146-147.
[288] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 80.
[289] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 79.
[290] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 81.
[291] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 82-83.
[292] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 84-85.
[293] Yeryüzü Cenneti’nin şekli daire,
Semavi Kudüs’ün şekli ise karedir. Yeryüzü Cenneti’nin daire şeklindeki sınırı,
kozmosun altın yumurtasının (Hint kozmolojisine göre âlemler ve varlıklar bu
Âlemin yumurtadan çıkar) yani evrensel ilk küre şeklinin ufkî kesitidir.
Sonunda kare şekline dönüşen şekil çember/daire (çemberin dörtgenliği) de
diyebiliriz. Çünkü iki ucu birleşmek zorundadır. Çevrim hiçbir zaman gerçekten
kapanmış olmayacağına göre aksi durum imkânsız ve tekrar anlamına gelirdi.
Birbirleriyle çakışmak ve uyuşmak zorundadır. Her iki durumda da merkezde hayat
ağacının bulunması göstermektedir ki tek ve aynı şeyin iki durumu söz
konusudur. Burada kare şekli çevrimin imkânlarının bitişini ve tamamlanışını
temsil etmektedir. Bkz. Guenon, Niceliğin Egemenliği ve Çağın Alametleri,
s. 181.
[294] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 90.
[295] Aditya: Güneş. Aditi’nin
(sonsuzluk) ve Kasyapa’nın oğulları Adityalar kıyamet gününde parlayan güneş
Tanrılarıdır. Sayıları önce sekizken daha sonra on ikiye çıkarılmıştır. Bkz.
Wendy Doniger O’Flaherty, Hindu Mitolojisi, Çev. Kudret Emiroğlu, İmge
Kitapevi Yay., Ankara, 1994, s. 291. Geniş bilgi için Bkz. Bîrûnî, Tahkîku Mâ
Li’l-Hind, s. 255.
[296] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 86-87.
[297] Swastika (Svastika) / Gamalı haç
veya Oz damgası Tarih Öncesi Dönemden kalma bir semboldür. Bkz. Nuray
Gümüştekin, “Anadolu ve Diğer Kültürlerde İşaret ve Simgelerde Anlam”,BÜSBE
Dergisi, C: 14, S: 26, Balıkesir, 2011, s. 108.; Gamalı Haç: Çin ve
Hindistan’ın en eski simgelerindendir. İyi şans ve ölümsüzlük anlayışını ifade
etmektedir. Çin’de dünyanın dört bölgesi anlamında yazı karakteri Fang’ın bir
biçimidir. Bkz. Wolfram Eberhard, Çin Simgeleri Sözlüğü, Çev. Sabri
Gürses, Zeliha Güler, Kabalcı Yay., İstanbul, 2000, s. 121.
[298] Haluk Tarcan, Tarihin
Başladığı Ön-Türk Uygarlığı, Ön-Türk Araştırmaları Merkezi ve Töre Yay.,
İstanbul, 2003, s. 150.
[299] Yusuf Çetin, “Türk-İslam
Bezeme Sanatında Gamalı Haç (Svastika)İle Çarkıfelek Motiflerinin Köken ve
İkonografkAnlamları Üzerine Bir Değerlendirme”,Social Sciences Studies
Journal, Vol; 3, Issue; 8, 2017, s. 355.
[300] Haluk Tarcan, Tarihin
Başladığı Ön-Türk Uygarlığı, s. 150.
[301] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 90.
[302] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 19.
[303] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 91.
[304] Guenon, Âlemin
Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s. 74.
[305] Guenon, Yatay ve Dikey Boyutların Sembolizmi, s.
91. Ayrıca Bkz. Guenon, Âlemin Hükümdarı Dinlerde Merkez Sembolizmi, s.
74.
[306] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 99-100.
[307] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 101.
[308] Guenon, Yatay ve Dikey
Boyutların Sembolizmi, s. 98.
[309] Guenon, Yatay ve Dikey
Boyutların Sembolizmi, s. 103-104.
[310] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 104.
[311] Şruti: işitmek, işitilerek
algılanan şey anlamına gelmektedir. Yüce ve tartışılmaz bir otoriteyi içeren,
teolojik değerlere sahip olan kutsal metinleri ifade eder. Bizim için
anlaşılabilir olması bakımından bu kelimenin karşılığı “vahiy” olduğu söylenebilir.
Smriti: hatırlana şey, hafıza anlamına gelir. İki ana Hint dini metin
(Ramayana-Mahabarata) grubunun ikincisi olarak en yüksek otoriteyi teşkil
ederler. Bu kelimenin karşılığının ise “gelenek” olduğu söylenebilir. Bkz.
Aydın, Hint Dini Düşüncesinde İnsanın Özgürlük Anlayışı, s. 19-26.
[312] Guenon, Yatay ve Dikey
Boyutların Sembolizmi, s. 107-108.
[313] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 108.
[314] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 109.
[315] Guenon, Yatay ve Dikey
Boyutların Sembolizmi, s. 111-112.
[316] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 110.
[317] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 112.
[318] Guenon, Yatay ve Dikey
Boyutların Sembolizmi, s. 123-124.
[319] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 123.
[320] Hüsameddin Erdem, İlkçağ
Felsefesi Tarihi, Hü-Er Yay., Konya, 2016, s. 158.
[321] Guenon, Yatay ve Dikey
Boyutların Sembolizmi, s. 125-126.
[322] Salt, a.g.e., s.
377.
[323] Gümüştekin, a.g.m.,
s. 106. Yin-Yang sembolü için Bkz. Ateş, a.g.e., s. 163-166.
[324] Siyah ile beyazın yan yana gelişi
aydınlık-karanlık, gece-gündüz ve bunun yanı sıra birbirine zıt veya birbirini
tamamlayıcı çiftler olarak tasavvur edilir. Bkz. Rene Guenon, “Siyah ve
Beyaz Sembolizmi” Çev. Sadık Kılıç, AÜİF Dergisi, S: 23, Erzurum,
2005, s. 218.
[325] Gümüştekin, a.g.m.,
s. 106.
[326] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 152.
[327] Guenon, Yatay ve Dikey
Boyutların Sembolizmi, s. 152-153.
[328] Mircea Eliade, Dinsel
İnançlar ve Düşünceler Tarihi Çev. Ali Berktay, C: II, Kabalcı yay., İstanbul,
2000, s. 25-26.
[329] Guenon, Büyük
Üçlü, s. 46.
[330] Guenon, Büyük Üçlü,
s. 155.
[331] Guenon, Yatay ve Dikey
Boyutların Sembolizmi, s. 157-158.
[332] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 158.
[333] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 159.
[334] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 156.
[335] Guenon, Yatay ve Dikey
Boyutların Sembolizmi, s. 159-160.
[336] Yılan sembolü için Bkz. Zeynep
Büyükünal, “Mevlânâ ’nın Tasavvuf Felsefesinde Sembolizm'”, NEÜ,
Doktora Tezi, Konya, 2014, s. 66-71.
[337] Uroboros adı verilen kuyruğunu
ısıran yılan, kozmik gelişimin devri hareketini, doğum ve ölüm çemberi adı
verilen ruh göçü, onun ebediliğini, ruhun ölümsüzlüğünü simgelemektedir. Ayrıca
ruh göçü yılanın deri değiştirmesiyle de ilişkilendirilmiştir. Bkz. Salt, a.g.e.,
s. 376.
[338] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 169.
[339] Özhan Öztürk, Folklor
ve Mitoloji Sözlüğü, Phoenix Yay., Ankara, 2009, s. 763.
[340] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 169.
[341] Guenon, Yatay ve Dikey
Boyutların Sembolizmi, s. 169-172.
[342] Guenon, Yatay ve Dikey
Boyutların Sembolizmi, s.172-173.
[343]Kur’ân, Fâtîha 1/5-7.
[344] Burada varlık kategorileri
sırasıyla seçilmişler, atılmışlar, yolunu şaşırmışlar olarak adlandırılır.
Bunlar üç Guna’da da temsil edilirler. Birincisi Sattwa, ikincisi, Tamas,
üçüncüsü Rajas’tır. Guenon seçilmişlerin İslam’da peygambere yani İman-ı
kâmil’e özgü bir kavram olduğunu belirtir. Bkz.
Guenon, Yatay ve Dikey Boyutların Sembolizmi, s.
173-174.
[345] Guenon, Yatay ve
Dikey Boyutların Sembolizmi, s. 175.
[346] Mahmut H. Şakiroğlu, “Haç”, TDV İslam Ansiklopedisi,
Türkiye Diyanet Vakfı Yay., C: 14. İstanbul, 1986. s. 522-524.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar