ŞEYH SAFİYUDDİN GEYLANİ
BİTLİS’TE
BİR KADİRİ ŞEYHİ: ŞEYH SAFİYUDDİN GEYLANİ'NİN HAYATI, ESERLERİ VE TASAVVUF ANLAYIŞI
Hazırlayan:
RIDVAN GEYLANİ
SAFİYUDDİN GEYLANİ'NİN YAŞADIĞI DÖNEME GENEL BİR BAKIŞ
Şeyh Safiyuddin’in hayatını, tasavvufi görüşlerini ele aldığımız
bu çalışmada daha sağlıklı sonuca ulaşabilmemiz amacıyla onun yaşadığı dönem ve
bölgenin bilinmesi önem arz etmektedir. Bu nedenle Mutasavvıfımızın yaşadığı
bölge ve dönemin siyasi, ilmi ve tasavvufi durumuna kısaca değinmek gerekir.
Türkiye’nin modernleşme süreci üç aşamadan geçmiştir. “İlk olarak
modernleşme sürecinin entelektüel temelleri Tanzimat dönemine, yapısal ve
siyasal dönüşümler Cumhuriyetin ilk dönemlerine, sosyol, ekonomik ve kültürel
hareketler ise 1950'li yıllardan sonra başlayan sanayileşme ve demokratikleşme
yolunda atılan adımlara dayanır.”[1]
Sosyal ve ekonomik alanda meydana gelen değişmeler toplumsal yapı
ve kurumlarda iz bırakmıştır; bu süreç 1970’li yıllarla beraber kırsaldan kente
doğru nüfus hareketini, ekonomik sıçramayı, kitle iletişim ve ulaşım
araçlarının gelişimine bağlı olarak kültürel değişmeye yol açmıştır. Bu
değişmenin etkisi, küçük şehir ve köylere kadar ulaşmış toplumsal değerler ve
normlar konusunda etkileşimler ortaya çıkmaya 2 başlamıştır.[2]
Siyasal gelişmeler çerçevesinde tanımlanan fakat kentleşme ve
sanayileşmenin etkisiyle toplumsal değişmelerin yaşandığı 1960-1980 yıllar
arasındaki dönem, dini hayat ve modernleşme etkileşimi açısından da kritik bir
süreci temsil eder.[3]
Hakkında bilgi sunmaya çalıştığımız bu sosyo-ekonomik ve siyasi
ortam içerisinde yetişen Şeyh Safiyuddin Geylani, tarihsel anlamda önemli bir
şehir olan Bitlis’te doğmuştur. Alimlere, medreselere, kervansaraylara,
hanlara, türbelere ve beş binlik kadim bir geçmişe sahip olan Bitlis
coğrafyanın sertliğiyle, iş olanaklarının kısıtlılığıyla ve özellikle son otuz
yılda artan terör olayları hasebiyle batıya oldukça göç
vermiştir.
Osmanlı’yı ileri seviyeye ulaştıran temel etkenlerden biri
medreselerdir. Medreseler eğitim programları arasından pozitif bilimleri devre
dışı bırakmasından dolayı devletin gerilemesine yol açan nedenlerden biri
olduğu düşüncesi yaygındır. Ayrıca özellikle son asırda devlet, ihtiyaç duyduğu
elemanlara medreselerden değil, açtığı farklı meslek okullarından temin
etmiştir. Bu durum medreselerin ilmi talep bakımından itibarının günden güne
azalmasına neden olmuştur.[4]
[5]
Medreselerin ilmi yönden itibarının günden güne azaldığı bir
dönemde dünyaya gelen Safiyuddin Geylani’nin yaşadığı dönem olan XX. yüzyılda
İlmi faaliyetler karmaşık vaziyetteydi. Çünkü medresenin karşısına;
Darü’l-Fünun, meslek mektepleri, rüşdiye, idadiye, sultaniyeler, azınlık ve
yabancı devlet okulları gibi birçok eğitim ve öğretim kurumu açılmıştır. [6]
XX. yüzyıl tüm dünyada ilmi bakımdan hızlı gelişmelerin yaşandığı
bir dönemdir. Özellikle batıda söz konusu gelişmeler artarken İslam dünyasının
bu gelişmelerden uzak kalmasından dolayı, Batı ve İslam toplumlarının arasında
hızla değişen bilimsel, teknolojik ve ekonomik yönden bir mesafenin artmasına
yol açmıştır.[7]
XX. yüzyılın ilk dönemlerinde Nakîb el- Attas, İsmail Raci el
Farukî, Seyyid Hüseyin Nasr gibi İslam dünyası bilginleri gittikçe artan bu
mesafe karşısında İslam ve bilim arasındaki ilişkileri tekrardan değerlendirme
ihtiyacı duymuştur. Bu düşünürler Batı biliminin değerlerden bağımsız
olmadığını “Batının bilimini kullanıp ahlakını terk etmek” diye tabir edilen
modern İslamcı tezin yetersiz kaldığını öne sürerek bilimin Batıda gelişen
modern şeklinde İslamileştirilmesi gerektiğini kabul etmişlerdir.[8]
Geçmişte olduğu gibi XX. yüzyılda da Bitlis önemli bir ilim ve
kültür merkezidir. Bitlis’in kültürel yaşamında aşiret olgusunun birçok etkisi
olmuştur. Bitlis’in kültürel geleneği, kapalı toplumsal yapısı, güçlü dinsel
kurumları, tarımsal üretimi, ağalık ve şeyhlik ilişkilerinin etkisiyle
şekillenmiştir. Toplumsal hayatta, dinsel yapının önemli bir yeri vardır. Buna
"tarikat” olgusunun büyük etkisi olmuştur. 1975’li yıllarda iletişim,
ulaşım ve teknolojik alanlarındaki gelişmeler sosyal ve kültürel hayatta
değişime yol açmıştır.[9]
Sosyal kültürel ve tarihsel süreçte birçok etkiye ve temele sahip
olan Türkiye’de dini hayat, tasavvufi hareketlerin ve tarikatların değişen
faaliyetlerini içerir. Türklerin Anadolu'da yayılmasında önemli rolü olan
tarikatlar, bu toplumun dini hayatı içerisinde etkili bir biçimde varlığını
devam ettirmiştir. Cumhuriyet döneminde tarikatlar, tekke ve zaviyeler devletin
gerilemesine neden olduğu düşüncesiyle kapatılır.[10]
1960-1980 yılları arasında Türkiye'de dini hayatta, demokratik
yolda özgürlüklerin kısmen artmasıyla birlikte, cemaatler ve tarikatlar gibi
dini grupların hareket faaliyetleri genişlemiş oldu. Buna paralel olarak
sosyal, kültürel ve siyasal alanlarda dine referanslı gruplarda artış ortaya
çıkmaya başlamıştır.[11]
Toplumdaki dini eğitim ve uygulama boşluğunu doldurmak adına,
kökleri sağlam kadim geleneği olan tarikatlar nisbeten aktif olmaya başladılar.
Böyle bir zamanda yaşayan Safiyuddin Geylani döneminde Bitlis’te dinsel yapı
öteden beri oldukça güçlüdür. Din, toplumsal yaşamı derinden etkilemiş, gelenek
ve göreneklerin oluşumunda büyük ölçüde ağırlığını hissettirmiştir. Dine bağlı
olan halkın çoğu, Allah’ı ve gerçeği öğrenebilmek amacıyla şeyhlere inanmış,
onların sözlerinden çıkmayıp onlara büyük bir değer vermişlerdir.[12]
[13]
Böylece Bitlis, Anadolu’da gerek medreseleriyle, gerek tekkeleriyle ilmi ve
maneviyatı toplumsal alanda en yoğun yaşayan şehirlerden 13 biri olmuştur.
Tekke zaviye ve medreselerde, ilim ve tasavvuf eğitimine oldukça
önem verilmiştir. Bu mekanlarda verilen eğitim sözlü, yazılı, uygulamalı ve hal
ile eğitim olmak üzere dört şekilde özetlenebilir. [14] Bitlis’te ilim ve tasavvuf
kültürünün yerleşmesinde etkili olan tekke ve medreseler şunlardır: “Nehri
Tekkesi, Gayda Tekkesi, Norşin Medrese ve Tekkesi, Ohin Medresesi, Küfrevi
Tekkesi, Birifka Tekkesi, Karaboy Medresesi.
Bitlis ve Çevresinde Tasavvufi Merkezler
Tasavvufun kurumsal hale gelmesiyle beraber Bitlis’te pek çok
tarikat mensubu faaliyet sürdürmüştür. Bitlis ve çevresinde tasavvuf kültürünün
yerleşmesinde etkili olan tekke, zaviye ve medreseler şunlardır:
Türkiye, Irak ve İran ülkelerinde etkin olan Nehri kolu, 19.
Yüzyılın ilk dönemlerinde Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Nehri köyünde
(Bağlar) Seyyid Taha (v.1853) tarafından kurulmuştur. Ondan sonra oğlu Şeyh
Ubeydullah zamanında Nehri Tekkesi, siyasi bir kimlik kazanmış ve daha sonraki
dönemlerdeki faaliyetleri bu yönüyle ön plana çıkmıştır. Nehri kolunun
yayılmasında siyasi ve sosyal etkenlerle birlikte en etkili faktör, tarikatı
yaymada gösterdikleri çabalarının yanında şeyhlere atfedilmiş özelliklerdir. Bu
özelliklerin önemli bir kısmı maddeler halinde şu şekilde sıralanabilir.
“Seyyid”
olmaları ve Şeyh Abdulkadir-i Geylani’nin soyundan gelmeleri.
Nehri
şeyhlerini yücelten menkıbe ve kerametler.
Nehri
şeyhlerinin ilmi ve tasavvuf! yönden yetkin olmaları.
Medrese-tekke
birlikteliğini korumaları.
Önemli
noktalara birçok halife göndermeleri.
Halifeler
ile düzenli iletişim kurmaları.
Şeyhlerin
liderlik yönü.[15]
Nehri kolu, Türkiye’de Gayda, Küfrevi, Arvas, Kelâmi ve Norşin,
dergâhıyla; İran’da Nerziveyi, Kemalizade, Tikantepe, Köhne Kale ve
Ermenibulağ, hankâhıyla; Irak’ta Barzan, Şeyh Reşid Lolan ve Sûrsûre tekkesiyle
yayılmaya devam etmiştir.[16]
Seyyid Sıbgatullah Arvasi (v.1870) tarafından Bitlis’in Hizan
İlçesine bağlı Gayda köyünde kurulmuştur. Gayda Tekkesi, ilk dönemlerinde geniş
bir bölgeye yayılmamıştır. Fakat sonraki dönemde takipçileriyle günümüze kadar
ulaşmış en güçlü Nakşibendî-Halidi kollarının bir kısmının başı olması
hasebiyle önem arz etmektedir. Bundan dolayı günümüzdeki bu kolların birleştiği
ana damar olarak tabir edilebilir. Bu tekkelerin başında, Seyyid Sıbgatullah
Arvasi'nin halifesi Şeyh Abdurrahman Tağî’nin kurduğu Norşin Tekkesi ve bu
tekkenin devamı olan Ohin, Zokayd, Çokreş, Taşkesenli, Hezan, Kırtıoğlu,
tekkeleri ve daha sonraki dönemlerde kurulmuş olan Menzil ve Hazne dergâhı yer
almaktadır.[17]
Şeyh Abdurrahman Tağî tarafından (v. 1886) Bitlis’in Norşin
(Güroymak) ilçesinde kurulan tekke ve medrese, bölgenin dini ve toplumsal
yapısında derin izler bırakmıştır. Şeyh Abdurrahman Tağî’nin bu tekkede
yetiştirdiği halifeleri ve müridleri,
Bitlis ve
çevresindeki illerin Nakşibendi-Halidî meşrebine uygun bir tasavvuf! hayatı
benimsemesinde etkili olmuştur. Şeyh Abdurrahman Tağî’den sonra tekkenin
şeyhliğine oğlu Şeyh Diyauddin (v. 1924) geçmiştir. Tekkenin son dönem şeyhi
ise Şeyh Maşuk Norşinî’dir (v. 1975).
Norşin tekkesinden altı farklı kol oluşmuştur ve Halidiliğin
Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgesinde yayılmasında etkili
olmuştur. Bu kollar; Ohin, Çokreş, Zokayd, Hezân, Taşkesenli ve Kırtıloğlu
şubeleridir.[18]
Ohin Medresesi, 1890 yılında Şeyh Fethullah Vekanisî tarafından
kurulmuş olup günümüze kadar ilmi faaliyetlerine devam etmektedir. Bölgenin en
itibarlı medreselerinden biri olan Ohin medresesinde birçok alim ve müderris
yetişmiştir.[19]
[20]
Şeyh Fethullah’ın ilmi ve tasavvufi yönü, bölgede oldukça değer
görmüştür. Ohin medresesinin en önemli özelliği, ilmi verasetin Şeyh
Fethullah’tan itibaren günümüze kadar nesilden nesle devam etmesidir. Ohin
medresesinde postnişinlik yapan şeyhler geçmişten günümüze kadar medresenin
finansmanını sağlamışlardır. Ayrıca medrese, günümüzde kurumsal bir kimlikle
Kur’ân kursu olarak eğitim-öğretim faaliyetlerine devam etmektedir.
Şeyh Muhammed
Küfrevi (v. 1898) tarafından
Bitlis’te kurulmuştur. Aslen
Kufra (Şirvan)’lı olduğu için kendisiyle beraber postnişini olduğu
tekke de Küfrevi olarak adlandırılmıştır. Seyyid Taha Hakkâri’nin yanında seyrü
sülûkunu tamamlayan Şeyh Muhammed Küfrevî[21], mürşidinden izin aldıktan
sonra irşad için Bitlis’e yerleşmiş ve Doğu Anadolu’daki en etkin Nakşibendi
irfan merkezlerinden birinin temelini atmıştır. Bitlis dışında tekkenin etkili
olduğu şehirlerin başında Ağrı yer almaktadır. Ağrı’da tekke faaliyetleri
yürütenler arasında Şeyh Muhammed Küfrevî’nin oğlu ve torunlarının yer alması,
Küfrevî Tekkesi’nin bu şehirdeki tesirini önemli derecede artırmıştır. Şeyh
Abdulbari Küfrevî [22]
, Şeyh Abdülazîz Abirî, Molla Muhammed Kasori, Molla Abdulkadir Nadir Azizî,
Molla Abdülkerim Yıldız, Molla Abdulbakî Sayır Ağrı’daki Küfrevî şeyhler
arasında en çok bilinenlerdendir.[23]
Şeyh Şemseddin
el-Ahlatî (v. 1674)
tarafından Kuzey Irak bölgesinde
kurulmuştur. Şemseddin el-Ahlati'nin İmadiye bölgesinde kurduğu
Birifka Tekkesi, Halvetiyye tarikatının faaliyetleri için önemli bir merkez
haline gelmiştir. Bu tekke yaklaşık iki asır süresince Kuzey Irak ve Suriye ile
Doğu Anadolu bölgesinde Halvetiyyenin yayılmasında birçok etkisi olmuştur.
Birifka tekkesi, XIX. yüzyılın ilk dönemlerinde Kadiriyye tarikatı
faaliyetlerine başlamıştır. Zaman içerisinde Birifka Tekkesi’ne bağlı birçok
tekke açılmıştır.[24]
Bunlardan tespit edilen tekkeler şunlardır: Duhok Tekkesi, Etruş Tekkesi,
Çırçak Tekkesi, Musul Tekkesi, Gerek Tekkesi, Kelekçi Tekkesi, Şeyh Mahfuz Beg
Abbasi Tekkesi, Şeyh Abdullah Fahri Musulî Tekkesi, Meman Tekkesi, Allame
Seyyid Muhammed Nurî Tekkesi, Şeyh Hacı Ahmed Seb’avi Tekkesi, Şeyh Hasan Habur
Tekkesi, Şeyh Sultan Halife Tekkesi, Allame Şeyh Osman Rıdvanî Tekkesi, Amuda
Tekkesi, Teylan Tekkesi, Cimzark Tekkesi, Maraş Tekkesi, Kaşak Tekkesi, Hoca
Hasan Tekkesi, Duderya Tekkesi.[25]
Karaboy medresesi, Seyyid Şeyh Mehmet Şefik Çiçek tarafından
Bitlis İl merkezine bağlı Yukarı Karaboy köyünde kurulmuştur. Şeyh Şefik
Efendi, Ohin’de Şeyh Alaaddin Ohinî’nin yanında ilim tahsil ederken Karaboy
köyünden Amer Ağa Şeyh Alaaddin Efendi’den, Mutki ağalarına karşı kendisini
koruyabilecek, aynı zamanda imamlık yapacak bir talebesini kendi köyüne
göndermesini talep eder. Şeyh Alaaddin Amer Ağa’ya bu talebine karşı talebesi
Şeyh Şefik’i bu iş için münasip gördüğünü ifade eder. Şeyh Alaaddin, Amer
Ağa’nın bu isteğini, talebesi olan Şeyh Şefik’e açar. Şeyh kardeşleriyle
yaptığı istişare sonucunda bu teklifi kabul eder. Karaboy köyünde medresesini
kurar ve irşad faaliyetlerine başlar. Şeyh Mehmet Şefik rahatsızlığından dolayı
tedavi olmak üzere İstanbul’a gitmek zorunda kalmıştır. İstanbul’da vefat eden
Şeyh Efendi’den sonra ilim ve irşad faaliyetlerini oğlu ‘Seyda’ lakaplı Şeyh
Maşallah Çiçek tarafından sürdürülmüştür.[26]
GEÇMİŞTEN
GÜNÜMÜZE BİTLİS VE ÇEVRESİNDE KADİRİYYE
TARİKATI VE TEMSİLCİLERİ
BİTLİS VE ÇEVRESİNDE KADİRİ TARİKATI
Siirt ilinin Kurtalan kazasına bağlı Teylan (Oyacık) köyünde
bulunan bu külliye 6 yüzyılı aşkın bir tarihe sahiptir. Teylan külliyesi,
Seyyid Abdulkadir Geylani hazretlerinin 6. kuşak torunlarından Şeyh Hasan
Teylani tarafından inşa ettirildiği tarihi bilgilerle bilinmektedir. I. Cihan
harbinin çıkmasından dolayı Şeyh Hasan Teylanî’nin neslinden gelen Şeyh Kasım
Geylani, Rus cephesi gönüllü alay komutanlarından Şeyh Abdulmennan efendiyle
birlikte mürîd ahbap ve dervişanlarıyla beraber, Ruslara karşı Bitlis ve
civarında vatanı müdafaa etmişlerdir. Şavaşın akabinde Şeyh Kasım Efendi ve
ağabeyi Şeyh Abdulmennan Efendi Teylan köyünden Siirt’in Kurtalan İlçesinin
Cimzark (Gökdoğan) köyüne hicret etmişlerdir. [27] Bu münasebetle tekkeye bağlı
müridlerin de hicret etmeleri sonucu Teylan belli bir dönem ilimden mahrum
kalmış tekkenin yeni ilim merkezi Cimzark köyü olmuştur.[28]
Girdikan tekkesi Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleri’nin 20.
kuşaktan torunu Şeyh Hafız Girdikanî tarafından Siirt’in Baykan İlçesine bağlı
Girdikan (Çevrimtepe) köyünde kurulmuştur. Girdikan tekkesi özellikle 17. ve
18. yüzyılda bölgede Kadiriliğin ilim ve irfan merkezi olarak anılmıştır. Şeyh
Hafız o dönemde birçok talebe yetiştirmiştir. Hilafet verdiği müridlerinden
birisi Şeyh Ali Garisî'dir.[29]
Şeyh Hafız, hilafet aldıktan sonra kendisinden izin isteyen Şeyh Ali Garisî’ye,
oğlu Şeyh Abdulhadî Kebir’in o vakit yaşının küçük olması, talebelerin
sayısının fazla olması ve müderris ihtiyacının olması hasebiyle medreseden
ayrılmasına izin vermez.[30]
Şeyh Hafız’ın vefat etmesinden sonra oğlu Şeyh Abdulhadi Kebîr ve Şeyh Ali
Garisî medresenin ilmi faaliyetlerini ilerletir. Kaynaklarda ulaştığımız
kadarıyla, Şeyh Abdulhadi Kebir’in, Şeyh Abdulhadi Sağir ve Şeyh Abdullah
Girdikani isminde iki oğlu vardır. Şeyh Abdulhadî Sağir, Siirt’te ilim irşad
faaliyetlerini yürütürken; Şeyh Abullah Girdikanî, Bitlis’te ilim ve irşad
faaliyetlerini sürdürmüştür. Bu iki zatın neslinden gelenler daha sonra
Türkiye’nin dört bir tarafına yayılmıştır.[31] [32]
Cimzark tekkesi Siirt’in Kurtalan ilçesine bağlı Cimzark
(Gökdoğan) köyünde Seyyid Şeyh Kasım Teylanî el-Kadirî tarafından kurulmuştur.
Şeyh Kasım Teylani, Şeyh Abdulkahhar el-Memani’den hilafeti alarak
Kadiri-Birifkanî olarak faaliyet göstermiştir. Şeyh Abdulkahhar el-Memanî,
Seyyid Abdulhamit Birifkani’nin halifesi O da Seyyid Nureddin Birifkani’nin
halifesidir. Daha sonra Şeyh Kasım Cimzark köyüne geçerek orda kadiri tekkesi
açmıştır. Bu tekkelerin postnişinliğini Şeyh Muhammed 32
Sıddık el-Kadirı ve Oğlu Şeyh Muhammed Faik üstlenmiştir.
Ürüs kadirî tekkesinin temelleri Derviş-i Nebi lakablı Şeyh Kasım
Teylani el- Kadirî (V. H. 1258/ M. 1843) ve Şeyh Ahmed el-Kadirî’nin Siirtin
Kurtalan ilçesine bağlı Teylan köyünden Bitlis’in Mutki İlçesine bağlı Ürüs[33]
(Sivirce) köyüne gelmesiyle atıldı. Şeyh Kasım Teylani ürüs köyünde üç sene
civarında ilim ve irşad faaliyetleri sürdürdükten sonra tekrar Teylan’a döner
ve orada vefat eder. Şeyh Kasım Teylani’nin vefatından sonra Tekke’nin
postnişinliğine oğlu Seyyid Şeyh Habib el-Kadirî(V. 1322) geçmiştir.[34]
[35]
Şeyh Habib Efendi vefat edinceye kadar Ürüs tekkesinin Şeyhliğini sürdürür.
Şeyh Habib’in Bitlis’te vefat etmesi üzerine, tekkenin postnişinliğine Şeyh
Habib’in büyük oğlu Şeyh Necmeddin el-Kadirî geçmiştir. Şeyh Necmeddin Efendi
(V. 1905) Hac farizasını yerine getirdiği esnada vefat etmiştir. Bunun üzerine
tekkenin postnişinliğine, Şeyh Habib’in diğer oğlu Şeyh Abdulbarî geçmiştir.
Şeyh Abdulbari Efendi 1930 yılına kadar Ürüs tekkesinde ilim ve irşad faaliyeti
sürdürdükten sonra Mutki’nin Kaşak köyüne giderek orada yeni bir kadirî tekkesi
inşa etmiştir. Şeyh Abdulbarî Efendi vefat ettiği tarih olan 1950 yılına kadar
kaşak tekkesinde bu vazifesini sürdürür. Vefat etmesiyle birlikte kaşak
tekkesinin postnişinliğine oğlu Şeyh Nureddin geçmiştir. Şeyh Nureddin 1960
yılında tekrar Ürüs köyüne dönmüş ve 1977 yılına kadar bu tekkede irşad
faaliyetlerini sürdümüştür. 1977 yılında Şeyh Nureddin Efendi irşad için
Bitlis’in Tatvan ilçesine hicret etmesiyle birlikte Ürüs köyünde tekke
faaliyetleri 35 sona ermiştir.
Şeyh Bazîd el-Kadiri’nin Bitlis’in Mutki ilçesine gelmesiyle
temelleri atılan ve sırasıyla Şeyh Muhammed ve Şeyh Safiyuddin’in
postinişinliğini üstlendiği bu tekke hakkında detaylı bilgi çalışmamızın ikinci
bölümünde, Şeyh Safiyuddin’in hayatı kısmında ele alınmıştır.
Kaşak Tekkesi,
kadirî Şeyhlerinden Şeyh Habib Efendi’nin oğlu Şeyh Abdulbarî (v. 1950) tarafından
Bitlis’in Mutki İlçesine bağlı Kaşak köyünde
kurulmuştur. 1900’lü yılların başında Ürüs tekkesinin şeyhliğini
üstlenen Şeyh Abdulbarî, 1930 yılında Kaşak köyüne geçerek orada kurduğu
tekkede ilim ve irşad faaliyetlerine devam etmiştir. 1950 yılına kadar bu
vazifeyi yerine getiren Şeyh Efendi’nin vefat etmesi üzerine, tekkenin
postnişinliğine oğlu Şeyh Nureddin geçmiştir. Şeyh Nureddin 1960 yılına kadar
kaşak köyünde ilim irşad faaliyeti sürdürdükten sonra tekrardan Ürüs köyüne
geçmiştir ve orada bu faaliyetlerini 1977 yılına kadar sürdürmüştür. Bu
tarihten sonra Bitlis’in Tatvan ilçesine geçen Şeyh Efendi vefat edinceye kadar
orada irşad vazifesini sürdürmüştür.[36] Şeyh Nureddin’den sonra Kaşak
tekkesi şeyhliğine Şeyh Abdurrezzak Kadirîzade geçmiştir.[37] [38] Şeyh Abdurrezak bir süre sonra
İstanbul’a hicret etmesiyle birlikte Kaşak köyünde tekke faaliyetleri sona 38 ermiştir.
Bu tekke Seyyid Nureddin Birifkanî’nin halifesi olan Şeyh
Abdulbari Çırçakî tarafından kurulmuştur. Çırçak tekkesi günümüzde Bitlis
ilinin Hizan ilçesine bağlı Çırçak (Kalkanlı) köyünde bulunmaktadır. Daha önce
bu köy Van il sınırları içerisinde olduğu için Şeyh Abdülbarî Efendi’nin
nispeti kaynaklarda ‘el-Vanî’ olarak yer alır. Tekke halen faaliyettedir. Fakat
Şeyh Abdulbari’den sonra bu tekkede irşad faaliyetlerini üstlenen olmamıştır.[39]
“Seyda” lakabıyla meşhur olan Abdurrahman Tâğî, Şeyh Abdulbari’ye intisap
etmiştir. Tâğî sülûkunu tamamlayınca, Şeyh Nureddin Birifkanî Şeyh Abdulbari’ye
haber göndererek Taği’ye hilafet verilmesi talimatında bulunur. Böylece Tağî de
bir dönem kadiri halifesi olarak irşad vazifesinde bulunur.[40]
Şeyh Hasan Arslan Hoca 1928 yılında Gaziantep’in Şahinbey İlçesine
bağlı Körkün köyünde dünyaya geldi. İlk dini eğitimi Ali Bilici Hoca Efendi’den
aldı. Daha sonra Mükerrem Safi Efendi’nin ders halkasına katıldı. Safi Hoca’ya
15 sene hizmet eder ve hilafeti ondan alır. Fakat Hocasının vefatıyla yazılı
bir icazet almayışı Safi Efendi’yi yeni mürşid aramaya iter. Bitlis’in Nakşi
Halifelerinden Şeyh Mazhar Ohini’yi ziyaret eder ve ondan icazet ister. Şeyh Mazhar;
“Eğer sen Nakşibendi tarikatına müntesip olsaydın derhal icazetini verirdim;
fakat sen Kadirî tarikatına müntesipsin. Dilersen Siirt’in Kurtalan kazasına
bağlı Teylan köyünde ikamet eden evlad-ı Rasullerden Abdulkadir Geylani
Hazretlerinin soyundan Muhammed Sıddık Teylani’ye hizmet et” der. Bu söz
üzerine Siirt’e varan Hasan Hoca, Şeyh Teylani’ye intisap eder ve sekiz yıl
süren müridliğin ardından icazetini alır. Hasan Efendi, Şeyh Sıddık Teylani'den
ilmi ve halifelik icazetini aldıktan sonra hizmet etmeyi sürdürür. Özellikle
Gaziantep civarında yetiştirdiği müridleri, Kur’ân ve sünnete olan ittibasıyla
ün kazanmıştır. Hasan Efendi, tekkesinde ilme ve tasavvufa bağlı müridler
yetiştirmesi, ilim ehli zâtlar tarafından övgüyle karşılanmıştır.[41]
Duderya tekkesi, Şeyh Ömer Duderî tarafından kurulmuştur. Siirt’in
Kurtalan ilçesine bağlı Teylan (Oyacık) köyünde medfun olan Şeyh Seyyid Kasım
Teylanî'den Kadirî tarîkatı icazetini almıştır. Şeyhinin emriyle irşad
faaliyetlerini sürdürebilmesi için, Diyarbakır’ın Kulp ilçesine bağlı o zamanki
ismiyle Duderya olarak bilinen Konuklu köyüne gelmiş ve tekkenin temellerini
orada atmıştır. Şeyh Muhammed Sıddık Teylani’nin halifesi olan Şeyh Siraceddin
Duderi’nin postnişinliğini yaptığı bu tekke, 2009’da Şeyhin vefat etmesiyle,
tarikat faaliyetleri Şeyh Siraceddin’in çocukları tarafından yürütülmektedir. [42]
BİTLİS’TE ÖN PLANA ÇIKAN KADİRİYYE TARİKATI TEMSİLCİLERİ
Şeyh Süleyman, Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretlerinin neslinden
gelen Şeyh Ali Efendi'nin torunudur. Kadiri tarikatının faaliyetleri, Şeyh
Ali’nin vefatından sonra onun evlatları ve torunları tarafından sürdürülmüştür.[43]
Seyyid Süleyman, halkın isteği üzerine Hakkari Beyliği’ne
getirilmiştir. Ceddi Seyyid Ali’nin mana alemindeki uyarısıyla Şeyh Süleyman
beylik görevinden ayrılır. Hakkari Beyliği’nde katip olarak görev yapma
teklifini kabul etmeyerek 1642 yılında Bitlis Kızılcami mahallesinde bir ev
satın alır ve oraya yerleşir. [44]
[45]
Molla Süleyman Efendi, Müştak Baba lakaplı Muhammed Mustafa’nın
dedesidir. Müştak Baba, dedesini her daim manalı sözler sarf eden aynı zamanda
Kadı Beydavî’nin tefsirini okuyup inceleyen, İslam hukuku konusunda da gayet
bilgili birisi olarak tanıtır.
Şeyh Süleyman Efendi, Kadiri Tarikatı meşayıhlarındandır. Bu
konuyu Müştak Baba’nın Asar isimli eserinde geçen şu ifadelerden
anlıyoruz. “Abdulgafur Hoca tasavvufta öyle derinleşir ve söz sahibi olur
ki, kısa süre içerisinde ‘makam-ı hilafet’e namzet ve babasının halifesi olur
[46]
Molla Süleyman Efendi'nin tek çocuğu olan Şeyh Abdulgafur'un doğum
yeri kesin olarak bilinmediği gibi, doğum tarihi de tam olarak bilinmemektedir.
Şems-i Bitlisi’nin hayatına dair bilgilere bakıldığında onun 1650-1660 yılları
arasında Bitlis’te doğduğu tahmin edilmektedir.[47]
Şeyh Abdulgafur’un ilk ilim tahsiliyle bizzat babası Molla
Süleyman ilgilenmiştir. Abdulgafur Hoca, Asar’ da geçen anlatıma göre,
yedi yaşına girdiğinde babasının kitap ve eserlerini okuyabilecek zeka ve
yeteneğe sahip olduğudur. O gençlik dönemlerinde tüm zahir ilimleri okumuş,
kendi zamanın anlayışı doğrultusunda ve babasının kütüphanesinden en iyi
şekilde faydalanarak, tasavvuf ilmi için gerekli olan bilgi donanımını
sağlamıştır.
Seyh Abdulgafur babasının gözetiminde tasavvufa yönelip ondan en
iyi şekilde istifade eder. Tasavvuf ilminde o kadar derinleşir ki, kısa zaman
içerisinde babasının halifesi olur. Arapça ve Farsça konuşmayı ana dili gibi
öğrenen Şeyh Abdulgafur babası Süleyman Efendi henüz hayattayken Malabudde’yi[48] Zevaidu’l-Ahire ve Minhacu’l-
Abidin[49] adlı eserleri
Türkçe’ye çevirmiştir.[50]
Şems-i Bitlisi
(Hacı Mahmut Hoca)
Şems-i Bitlisi’nin doğum tarihi tam olarak bilinmemektedir. Sözlü
kaynaklara göre 73 yaşında vefat ettiği için doğduğu yıl 1715 olarak kabul
edilmiştir. Asıl ismi Mahmud olan Şems-i Bitlisî, Molla Süleyman Efendi’nin
Bitlis’e yerleşmesinden tam 73 yıl sonra Bitlis’in Kızılcami mahallesinde
doğmuştur. Şems-i Bitlisî, 1642 yılında, Hakkari ilinden Bitlis’e geçerek oraya
yerleşen Süleyman Efendi’nin torunu ve Şeyh Abdulgafur Efendi'nin oğludur. [51]
Şems-i Bitlisi, Kur’ân-ı Kerîm’i küçük yaştayken ezberlemiştir.
Arapça ve Farsça’yı mükemmel bir şekilde öğrenmiştir. En büyük kardeşi olan
Hocası Hasan Efendi’nin gözetimi altında, hadis, tefsir, kelam, fıkıh ile
pozitif bilimler; tarih, mantık, matematik, astronomi v.d ve tasavvuf ilmini
öğrenmiştir.[52]
Şems-i Bitlisî’nin ders aldığı önemli şahsiyetlerden birisi de
Abdulvahhab el- Hamzavî’dir. Zahir ve batın ilminde iyice derinleştikten sonra
hocasının tavsiyesi üzerine Bağdat’a gitmiştir. Bağdat’ta ünlü İslam bilgini ve
sufisi Şeyh Ahmed-i Şeriften eğitim almıştır.[53]
Şems-i Bitlisî hem kadirî hem de nakşibendî olmak üzere iki
tarikattan icazetname alarak Bitlis’e dönmüştür. Şems-i Bitlisî’nin türbesi
Bitlis Merkez İnönü mahallesinde bulunan Yusufiye Medresesi yanındadır.[54]
Şems-i Bitlisî birçok talebe yetiştirmiştir. Şeyhin yetiştirdiği
halifeler şunlardır:
Hırsatlızade
Hacı Reşit Efendi
Muhammed
Sadık Erzincanî[55]
Uryan Baba aslen Ahlatlı’dır. Asıl ismi Mahmud’dur. Babası Seyyid
Ebu Bekir Birifkanî’dir. Müştak Baba lakaplı Muhammed Mustafa, Asar
isimli eserinde Şeyh Mahmud Ürayni’yi şu şekilde tanıtır. “Kutbu’l Ekrem,
Gavs’ul Azam, Ahlat Şeyhi, Seyyidu Şeyhi Üryani Baba.”[56]
Kendisini hak yoluna adayan, dünya malına önem vermeyip ondan
elini eteğini çeken ve üryan vücuduna sardığı abanın dışında başka dünya malı
bulunmayan bu Zat’a insanlar tarafından “ Şeyh Babo, Üryan Baba, Çıplak Baba”
gibi isimler verilmiştir. [57]
Seyyid Sıbgatullah Arvasî, Şeyh Üryan Baba’dan bahsederken Minah
isimli eserinde şu sözleri sarf eder: “ Ahlatlı çıplak şeyhin zahiri çıplak
olup, süslü olmasa da, şüphesiz ki onun içi güzeldir.”[58]
Üryan Baba, Bitlis’in Ahlat ilçesinde yaptırdığı tekkede bir süre
irşad faaliyetlerinde bulunmuştur. Şeyhi Şemsi Bitlisî’nin vefatından sonra
onun vasiyeti üzerine Bitlis’e dönerek şeyhlik makamına geçmiştir ve bu
vazifeyi 35 yıl boyunca sürdürmüştür.[59]
Bitlis’te vefat eden Üryan Baba'nın kabri Ayne’l Barîd Cami ile
Kadı Bekiyye Cami arasında bulunan ve kendi ismini taşıyan kümbetin içinde
bulunur.
Müştak Baba’nın
doğumu hakkında kaynaklarda farklı görüşler ileri sürülmektedir. Hüseyin
Vassaf, Risale-i Müştâkıyye eserinde Müştak Baba’nın M.1758 (H.1272)
yılında doğduğunu belirtmektedir. [60] M. Kemal Gündoğdu ise yazdığı
makalelerde Müştak Baba’nın doğum tarihini tahmini olarak M.1772 (H.1185)vermiştir.[61]
Müştak Baba’nın asıl ismi Muhammed Mustafa’dır. Ancak “Müştak” mahlasıyla
meşhur olmuştur.[62]
Müştak Baba’nın dedesi olan Seyyid Molla Süleyman Efendi 1642
yılında Hakkari’den ayrılıp Bitlis’e yerleşir. Şeyh Molla Süleyman Efendi’nin
şeceresi Seyyid Abdulkadir Geylani hazretlerine dayanır.[63]
Müştak Baba ilim tahsilini Bitlis ve çevresinde görmüş, ilk
eğitimini Şeyh Hacı Süleyman Efendi’den almıştır. Medrese eğitimine devam eden
Müştak Baba bir süre sonra medreseden kaçıp musikiye meyleder. Bu sırada 12
yaşlarında olan Müştak Baba’yı dedesi ilme devam etme noktasında ikaz etse de
Müştak Baba medreseye gitmez. Hacı Süleyman Efendi Müştak’taki manevi hali
anlayınca onu Şemsi Bitlisî olarak bilinen Hacı Mahmud Efendi’ye gönderir ve
tasavvuf yolundaki ilk eğitimi ondan alır.[64] Daha sonra zamanın büyük
mutasavvıf ve musikişinaslarından olan Şeyh Hasan Hoca Şirvan Efendi’nin yanına
gider ve ondan aldığı eğitimle tasavvuf yolunda ilerler.
Şeyh Müştak Efendi Kadirî tarikatına mensuptur. Nitekim 1266/1850
yılına ait arşiv belgesinde Müştak Baba’nın kadiri tekkesi inşa ettiği
zikredilmektedir.[65]
Sefne-i Evliya isimli eserde onun tarikat silsilesi şu şekilde
verilmiştir:
Seyyid
Abdulkadir Geylani Hazretleri
Şeyh Seyyid elhac Ahmed-i Şerîf
Es-Şeyh es-Seyyid Elhac Muhammed Mustafa Müştak-ı Bitlisî[66]
Ayrıca Müştak
Baba kendisinin Kadirî Tarikatından olduğunu şiirinde şu şekilde dile
getirmiştir:
Kadirîyiz
kadirî gül gibi başta gezeriz
Zerre-i hak-i
der-i padişah-ı Geylaniyiz[67]
Kadiriliğin
Müştakiyye kolunun kurucusu olan Şeyh Müştak Baba’nın Risale-i Müştakıyye adlı
eserde belirtildiğine göre altı halifesi vardır:
Oğlu Şeyh İbrahim Ethem Efendi
Erzurum’da İbrahim Ethem Efendi
Paşmak-ı Şerif dergâhı şeyhi Musullu Baba Efendi
Ahmed Cemal Paşa[68]
ŞEYH
SAFİYUDDİN GEYLANİ’NİN HAYATI, KİŞİLİĞİ VE ESERLERİ
Bu bölümde, Şeyh Safiyuddin’in doğumu, hayatı, nesebi, kişiliği,
tasavvufa ve tarikata intisabı, hocaları, icazeti, eğitim aldığı tekke ve
eserleri ele alınacaktır.
Safiyuddin Geylani[69]
1934-2007 yılları arasında yaşamış ve bulunduğu bölgenin ilmi ve tasavvufî
eğitimiyle ilgilenmiş bir Kadirî şeyhidir. Safiyuddin Geylani’nin ailesi, almış
olduğu eğitimi, tasavvufa intisabı ile ilgili en kapsamlı yazılı bilgiye
kendisinin “vasiyyetü’s-safiyye fi’l-işareti’l-akli’l-müfid” adlı eserinde
rastlanılmaktadır.
Şeyh Safiyuddin Bitlis il sınırları içerisinde bulunan Mutki
ilçesine bağlı Nizin[70]
köyünde 1934 yılında dünyaya gelmiş olup, orada bulunan kadirî tekkesinde
postnişin olan Şeyh Muhammed’in oğludur. Zahid alimlerden olan dedesi Şeyh
Bazid’dir. Annesi, Derviş-i Nebî lakablı Şeyh Kasım Teylanî’nin oğlu Şeyh
Habib’in kızıdır. Hem anne, hem de baba tarafından Seyyid’dir. Şeyh
Safiyuddin’in eserinde geçen tam ismi ve künyesi şu şekildedir: Muhammed
Safiyuddin b. Şeyh Muhammed b. Şeyh Bazîd el- Kadîrî.[71]
Şeyh Safiyuddin’in babası Şeyh Muhammed (v. 1374/1954-55)
“Şeyhü’l-emced” lakabıyla anılan bir mutasavvıftır. Şeyh Muhammed’in üç erkek,
iki kız olmak üzere toplam 5 çocuğu olmuştur. Erkek çocukları; Şeyh Salih,
Safiyuddin ve Takiyuddin’dir. Kız çocukları ise Selmete ve Selhate’dir.[72]
Şeyh Safiyuddin’in, Kadirî Seyyidlerinden Şeyh Abdulgaffar b. Şeyh
Hamza’nın kızı Nazrife ile evlilik yapmıştır. Bu evliliklerinden dördü erkek,
ikisi kız olmak üzere toplamda altı çocuk dünyaya gelmiştir. Erkek çocuklarının
isimleri; Mehmet Cevat, Mehmet Suat, Nur Muhammed ve Ali Fuat’tır. Kız
çocuklarının isimleri ise; Münire ve Nefise’dir.[73]
Safiyuddin Geylani Ed-Dürretü’n-nefisetü’l-mardiyye fi Sülâleti
’l-Kâdiriyyeti ’l- Haseniyye adlı eserinde, kendi soy şeceresini Abdulkadir
Geylani Hazretlerine oradan da Hz. Peygamber’e kadar zikreder. Soy ağacını Hz.
Ali’den itibaren baba-oğul silsilesiyle şu şekilde zikretmiştir:[74]
Gavs-ı Azam Şeyh Abdulkadir Geylani (k.s)
Safiyuddin Geylani ilk öğrenimine Şeyh Fethullah Verkanisi (v.
1899)’den icazet alan dönemin Bitlis Mutki Müftüsü Molla Ahmet Hizani’nin
yanında başlamıştır. Daha sonra babası Şeyh Muhammed başta olmak üzere birçok
alimin yanında ilim tahsil etmiştir.
Hocası Molla Ahmed Hizani’nin yanında Nûbehar[77],
Nehcü’l-Enam[78] ve Fethû’l-Muin
[79]
adlı kitapları okumuştur. Babası Şeyh Muhammed’in yanında Ğayetü’l- ihtisar[80], ve Minhâcü’t-Tâlibîn[81]
vs. kitapları okumuştur. On bir yaşına vardığında babasının isteği üzerine
Karaboy medresesi postnişini amcasının oğlu ve aynı zamanda eniştesi olan Şeyh
Mehmed Şefik Karaboyi’nin yanına gider. Onun yanında sarf ve nahiv dersleri
alır. Babasının vefatı üzerine ilim tahsilini yarıda bırakmak zorunda kalıp
1954 yılında tekrar Mutki’nin Nizin Tekkesine döner. Bir süre kaldıktan sonra
Şeyh Şefik’in yanına dönen Şeyh Safiyuddin kitapları ve eğitimini
tamamlamıştır.[82]
Şeyh Safiyuddin hem kadiri tarikatı alimleri, hem de nakşî
alimlerden ders ve icazet almıştır. İlim tahsil ettiği alimler şunlardır: Şeyh
Mazhar b. Şeyh Alaaddin Ohinî, Şeyh Halid b. Şeyh Alaaddin Ohinî, Şeyh Nureddin
b. Şeyh Abdulbarî Kaşakî. Şeyh Safiyuddin murşidlerinden aldığı ilmi icazetten
sonra Nizin köyüne tekrar döner. Üç sene boyunca tekkede ders verir. 1988
yılında İstanbul’a hicret eden Safiyuddin Efendi vefat edinceye kadar ilim ve
irşad faaliyetlerine orada devam eder.[83]
İrşad
Faaliyeti ve Resmi Görevleri
Şeyh Safiyuddin murşidlerinden aldığı ilmi icazetten sonra Nizin
köyüne tekrar döner. Almış olduğu ilmi eğitime, tasavvuf ve tarikat
hizmetlerini ekleyerek irşad faaliyetlerinin alanını genişletmiştir.[84]
Şeyh, irşad faaliyetlerine yakın çevresinden başlamıştır. Daha
sonra çevre köy ve beldelerden gelen talebelerle ilim meclisini gittikçe
genişletmiştir. Onun Kur’ân ve Sünnet çizgisindeki hassasiyeti, ihlâslı ve
mütevazi bir yaşama sahip olması, yaptığı irşad faaliyetlerinin kısa süre
içerisinde benimsenmesinde etkisi olmuştur.[85]
Şeyh Safiyuddin, başta müridleri olmak üzere bulunduğu yerdeki
halkı sürekli gözetlemiş özellikle dini ve ahlaki konularda gevşeklik
gösterenleri açıktan ya da ima yoluyla uyarmıştır.[86]
Şeyh Safiyuddin sufi kimlği ve postnişinliğinin yanında resmi
vazifeye de sahiptir. İlk olarak Mutki Nizîn (Yenibağ) camiinde imam-hatip
olarak görev yapmaya başlar. Bu köyde üç sene görevini sürdürür. Bu süre
zarfında askere giden Şeyh, asker dönüşü Mutki İlçe Merkez Camiinde imam-hatip
olarak görev yapmaya devam eder. Daha sonra Vali’nin emriyle vekâleten Mutki
İlçe Müftülüğü yapar ve bu görevi 1984 yılına kadar bilfiil on bir yıl,
aralıklarla toplamda on beş yıl sürdürür.[87]
Sefiyuddin Efendi, yaşadığı döneme hem ilim/irşad açısından hem de
bulunduğu civardaki halkın sevgisini kazanma açısından damga vurmuş bir alim ve
mutasavvıftır. Ziyaretine gelenleri muhabbetinden eksik etmez çok rahatsız
olduğu anlarda dahi birkaç kelime de olsa sohbet etmekten geri durmazdı. Vefat
etmeden birkaç saat öncesinde dahi evine ziyaretine gelen misafirleri ağırlamış
ikramlarda bulunmuştur. Son zamanlarında rahatsızlığı artan Safiyuddin Efendi,
önüne gelen sofradan sadece bir yudum ayran içmiş benden artık bu kadar diyip
uzandığı yerde ettiği dualardan sonra, gözlerini ebedi aleme açmak üzere yummuştur.[88]
Ömrünün son demine kadar hak yol için mücadele içinde geçiren
Safiyuddin Geylani, 30 Haziran 2007 tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir.
İstanbul Maltepe Onbeş Evler Merkez Camii’nde kılınan cenaze namazı ardından,
vasiyeti üzerine İstanbul Başıbüyük mezarlığında bulunan türbeye, hocası Seyyid
Şeyh Mehmed Şefik Karaboyi’nin yanına defnedilmiştir.[89]
Şeyh Safiyuddin, tasavvufî düşüncenin yoğun bir şekilde yaşandığı
ortamlarda yetişmiştir. Doğduğu, büyüdüğü, seyr u süluku ve ilim tahsil ettiği
yerler hep tekke ve çevresi olmuştur. Bundan dolayı Şeyhin hayatının büyük bir
bölümünün tasavvufi çerçevede geçtiğini ifade edebiliriz. Safiyuddin Efendi’nin
tasavvufi hayatını ele aldığımız bu bölümde; onun, ilim tahsiline ilk başladığı
yer olan Nizîn tekkesine, ders ve icazet aldığı hocalarına, talebelerine ve son
olarak tarikat silsilesini ele almaya çalışacağız.
Bitlis, şehir merkezinin yanı sıra, ilçelerinde de tarikat
faaliyetlerinin yürütüldüğü önemli tasavvufi merkezlerden biridir. Bu
doğrultuda Bitlis ve ilçelerinde farklı tarikatlara ait birçok tekke ve
zaviyeden bahsedilir.[90]
Bitlis ve ilçelerinde irşad faaliyetleri yürüten önemli
tarikatlardan birisi kadiriliktir.[91] Bu tarikata mensup meşayıhlar
tarafından Mutki ilçesinde kurulan Nizin tekkesi, kısa süre içerisinde sosyal
ve kültürel merkez haline gelmiştir.[92]
Mutki ilçesi; kuzeyinde Muş'un Hasköy ilçesi, güneyinde Siirtlin
Baykan ilçesi doğusunda Bitlis il merkezi ve batısında Batman'ın Kozluk ilçesi
yer almaktadır.[93]
İlçenin arazi yapısı yer yer ormanlık, dağlık ve dik vadilerden oluşur.
Nizin köyü ise İlçe merkezinin girişinde bulunan tepenin yamacında kurulmuştur.
Köyün ismi 1962 yılında ilçe merkezine bağlı olarak "Yenibağ"
mahallesi olarak değiştirilmiştir.[94]
Kadirî meşayıhlarından Mutki ilçesine ilk gelen zâtlardan birisi
Şeyh Safiyuddin’in dedesi Şeyh Bazîd b. Şeyh Ahmed'dir. Yakınları içerisinde
yetim olanlardan 25 civarında kişiyi yanına alarak Mutki'nin Kolanıs
(Geyikpınar) köyüne gelmiştir. Daha sonra Ürüs köyüne geçen Bazîd Efendi, oğlu
Şeyh Muhammed tarikat icazetini alıncaya kadar o köyde kalmıştır.[95]
Şeyh Muhammed, tarikat icazetini Şeyh Kasım b. Şeyh Nureddin b.
Şeyh Kasım’ (Dervişinebi) dan almıştır.[96] Bir süre sonra Şeyh Bazîd
oğulları Şeyh Muhammed ve Şeyh Kamil ile birlikte Mutki'nin Nizin (Yenibağ)
köyüne geçmiştir. Şeyh Muhammed ve Şeyh Abdulbarî b. Şeyh Habib buradan arazi
satın alıp irşad faaliyetlerine başlamıştır ve böylece Nizin tekkesinin
temelleri atılmıştır.[97]
[98]
Bir süre sonra Şeyh Said Palevi isyanı vuku bulmasından dolayı mesnetsiz bir
takım ithamlar sonucunda, Şeyh Bazid, oğlu Şeyh Muhammed, Şeyh Abdulbarî,
Seyyid Abdullah Hafîd Gavsı Hizanî, Şeyh Alaaddin Ohinî, Şeyh Abdullah Tâpî
gibi birçok zâtlarla birlikte İzmir'e sürgüne gönderildi. Sürgünden sonra bir
süre daha Nizin'de kalan bu zatlardan Şeyh Bazid Arınç köyüne gitmiş olup orada
vefat etmiştir. Şeyh Abdulbari Kaşak köyüne, Şeyh Kamil ise Ürüs köyüne
gitmiştir. Şeyh Muhammed ise Nizin köyünde kalıp irşad faaliyetlerinedevam
etmiştir.
Şeyh Muhammed, Nizin köyünde medrese ve dergâh inşasına başlar.
Nizin köyündeki inşa faaliyeti tamamlandıktan sonra, bir yandan Mutki’de yoğun
bir şekilde irşad faaliyetleri sürdürürken, diğer taraftan medresede ilim talebesi
yetiştirir. Bölgede kısa süre içerisinde adı duyulmaya başlayan tekkeye,
talebeler ilim tahsil etmek için; ilim tahsil edenler ise manevi eğitim görmek
için gelmeye başlar.[99]
Bitlis ve çevresinde faaliyet gösteren diğer ilim ve tasavvuf
merkezlerinin yanında Mutki ilçesi kadiri meşayıhları için irşad sahası haline
gelmiştir. Özellikle bu bölgede kurulan tekkelerin faaliyetleri insanların
manevi ve sosyal yaşantısına olumlu birçok etkisinin olduğu görülmektedir.
Halen halkın dini inançlara olan bağlılığı, devlete ve millete karşı asayişi
terk etmemelerinde bu tekkelerin önemli katkısı olmuştur. Bunun yanında Mutki
tekkelerinde postnişinlik yapan şeyhlerin hem devlet ricali üzerinde, hem de
bölge halkının maddi sorunlarının çözümü üzerinde ciddi etkileri olmuştur.
Arazi anlaşmazlıkları, kan davaları, aşiretler arasında çekişme vs. halk
ihtilafa düştüğü konularda tekke şeyhlerine başvurmuş çözüm için onlardan gelen
hükümleri kabul etmişlerdir. Böylece olaylar daha da fazla büyümeden herkesin
razı olacağı bir şekilde sulh yoluyla çözüme kavuşulmuş olurdu.[100]
Nizin tekkesi, aynı zamanda bölge merkezinden gelip köyüne gitmek
isteyen vatandaşın konaklama yeri haline de gelmiştir. Tekkeye gelen halk, hem
ıstırahat eder hem Şeyhin sohbetinden, feyz ve bereketinden nasibini alır,
köyüne o şekilde dönerdi. Şeyh Muhammed’in çocukları ve torunları hem ilim ve
irşadla iştigal ederken aynı zamanda yaptırdıkları değirmenle, tarımla,
hayvancılıkla, tekkenin ve talebelerin ihtiyacını karşılarlardı.[101]
Şeyh Muhammed’den sonra tekkenin postnişinliğine oğlu Şeyh
Safiyuddin geçmiştir. Fakat onun da bir süre sonra bazı nedenlerden dolayı
İstanbul’a göç etmesiyle Nizin tekkesinin faaliyeti sona ermiştir. Tekke binası
uzun yıllar boyunca boş kalmasından dolayı günümüzde sadece yıkıntıları
kalmıştır.[102]
Şeyh Safiyuddin, küçük yaşlardan itibaren iyi bir eğitim almış,
dönemin tanınan birçok alimin ders halkasına katılmıştır. Bunlar arasında Şeyh
Ahmed Hizanî, Şeyh Mehmet Şefik Karaboyî (v. 1995), Şeyh Mazhar Ohinî (v.
1989), Şeyh Halid Ohinî (v. 1986), Şeyh Nureddin Kaşakî (v. 1994) gibi değerli
zatlar da vardır. Bu ulemalardan özellikle Seyyid Şeyh Mehmet Şefik, Safiyuddin
Geylani’nin eğitim ve tasavvufî hayatının şekillenmesinde önemli etkisi
olmuştur. [103]
Bu nedenle çalışmanın bu kısmında onların hayatından bahsetmenin faydalı
olacağı kanaatindeyiz.
Şeyh Muhammed
b. Şeyh Bazîd el-Kadiri
Şeyh Muhammed, Şeyh Bazid b. Şeyh Hasan’ın dört oğlundan en
küçüğüdür. 1308/1889-90 yılında Siirt’in Baykan İlçesine bağlı Kermete köyünde
dünyaya geldi. İlim ve tasavvuf eğitimine babasının yanında başlamıştır. Daha
sonra eğitimine devam etmek için Farqine bu günkü ismiyle Diyarbakır’ın Silvan
ilçesine Seyda Molla Hüseyin Küçük’ün yanına gider.[104] Bir süre sonra Ağrı’nın
Doğubayazıt ilçesinde bulunan İshak Paşa medresesine gider ve dönemin büyük
alimlerinden dersler alır. Tefsir, hadis, fıkıh, evliya menkıbeleri gibi
dersler almasının yanında daha çok tasavvuf ilmi ile alakalı eğitim görür. [105]
İshak Paşa medresesinden bazı nedenlerden dolayı ayrılmak zorunda
kalan Şeyh Muhammed, Siirt’in Kurtalan ilçesine bağlı Teylan (Oyacık) köyüne
gider. Şeyh Kasım b. Şeyh Nureddin b. Şeyh Kasım Dervişnebi’den hilafet alır. [106]
Şeyh Muhammed, Şeyh Kasım’dan hilafet aldıktan sonra Mutki’nin
Nizin (Yenibağ) köyüne döner. Babasının vefatı üzerine Nizin tekkesinin
postnişinliğine geçen şeyh ilim ve irşad faaliyetlerini ömrünün sonuna kadar
orada devam ettirir.[107]
[108]
Şeyh Muhammed’in çok cesur bir insan olduğunu belirten müellif,
onun Allah’tan başka hiç kimseden ve hiçbir şeyden korkmadığını belirtmiştir.
Şeyh Safiyuddin bu konu hakkında Şeyh Alaaddin Ohinî ile arasında geçen
diyaloğu şu şekilde anlatıyor: “Şeyh Alaaddin Ohinî bir gün gelerek dedi ki:
Senin baban Şeyh Muhammed ‘dir’ di. O nedir diye sorduğumda, Jir cesur demek, mahir
demek tıpkı Hz.Ömrünü, ilme,
irfana ve özellikle ahlaklı bir birey yetiştirmeye adayan Şeyh Muhammed
1374/1955 yılında Nizin’de vefat etmiştir. Türbesi, nizin köyü sınırları
içerisinde bulunan mezarlıkta bulunmaktadır.[109]
Seyyid Şeyh Mehmed Şefik Çiçek:
Şeyh Şefik Efendi, Seyyid Kamil b. Şeyh Bazîd’in yedi çocuklu
evlatlarından en büyüğüdür. 1907 yılında Bitlis merkeze bağlı Kore mezrasında
dünyaya gelmiştir. Ailesi daha sonra Bitlis’in Mutki İlçesine bağlı Kâşâk
köyüne taşınmıştır. Babası vefat ettikten sonra Şeyh Şefik Efendi, ilim
tahsilini yarıda bırakıp evin geçim işleriyle uğraşmaya başlar. İşlerin
ağırlığı ve İlme olan iştiyakı her geçen gün artan Şeyh Efendi, evin geçim
işlerini kardeşlerine bırakıp, yarıda bıraktığı medrese eğitimine geri döner.
Şeyh Şefik, ders aldığı dönemin meşhur alimleri ve ilim tahsili
için gittiği köyler şunlardır:[110]
Şeyh Şefik, Şeyh Alaadin Efendi’nin yanında ilim tahsil ederken,
Karaboy köyünden Amer Ağa’nın isteği, Şeyh Alaaddin Ohinî’nin tavsiyesi üzerine
karaboy köyüne gider ve orada Karaboy medresesinin temellerini atar. Karaboy
köyünde tedrisata başladıktan sonra amcası Şeyh Muhammed b. Şeyh Bazîd
el-Kadirî, talebelerini karaboy köyüne gönderir. Bu sıralarda Şeyh Şefik,
medreselerde okutulan sıra kitaplarını daha tamamlamış değildi. Öğle vaktine
kadar talebelerin dersini verir, öğleden sonra da Aşağı Karaboy köyünün imamı
olan Molla Mahfuz’un yanında dersini okuyup vazifesine geri dönerdi. Kadiri
şeyhi olan Şeyh Nureddin, Şeyhanlı Molla Derviş, Bübanlı Molla Sıddık, Şeyh
Edhem ve Şeyh Safiyuddin, ilk talebeleridir. En son kitabını okumak üzere
tekrar Ohin’e döner ve ilmî icazetini Şeyh Alaaddin’den alır ve tekrar Yukarı
Karaboy köyüne döner. Sıhhatinin son dönemlerine kadar ömrünü talebe
yetiştirmekle geçirir. Artan rahatsızlığından dolayı tedavi olma amacıyla
İstanbul’a gider. Burada iki yıl kaldıktan sonra Mart 1995 yılında vefat eder.
Vasiyeti üzerine İstanbul Maltepe Başıbüyük mezarlığına defnedilir.[111]
Ömrünü talebe yetiştirmekle geçiren Şeyh Şefik, hem alet
ilimlerinde hem de dini ilimlerde otoriter idi. Şafii fıkhında da otoriter olan
Şeyh Efendi, bilhassa Ferâiz (miras hukuku) konusunda daha da ön plandaydı.
Talebelerinden Molla Naim anlatıyor: "Ben bir feraiz kitabını Amcazadem
Molla Üzeyr'in yanında okuyordum. O yaz Molla Üzeyr beni Karaboy'a gönderdi.
Şeyh'in yanında feraiz okuyordum. Şeyh Efendi, sanki bir çocuğa Amme cüzü verir
gibi o zor meseleleri suhuletle anlatırdı. Oysaki daha önce Molla Üzeyr bana bu
dersi verirken ders esnasında terlerdi. Bu konudaki yetkinliğini merak edip
Şeyh Şefik'e sordum.
-Seyda siz bu kitabı çok mu okuttunuz? Bu şekilde hiç takılmadan
rahat ders verebiliyorsunuz?
*Hayır, bu
Şeyh Alaaddin Ohinî'nin bereketidir, dedi.
Şeyh Efendi ilimde otorite olmasına rağmen onun talebeleri daha
ziyade onun feyz ve bereketinden bahsederler. Talebesi Molla Arifin anlattığına
göre "Şeyh Şefik döneminde ilmi konuda ondan daha iyi olan birçok alim
vardı ama hiç birinin verdiği dersi onun ki kadar feyizli ve bereketli
değildi." Aynı zamanda talebesi olan büyük oğlu Seyyid Maşallah der ki
"Şeyhin dersine hayran kalmamak elde değildi. Dersi, çivi çakar misali
anlatırdı."
Kadirî ailesi, birçok Kadirî Meşayıhı yetiştirmiştir. Amcası Şeyh
Muhammed de bir kadirî şeyhiydi; ancak Şeyh Şefik, üstadı olan Nakşibendî Şeyhi
Şeyh Alaaddin-i Ohinî'ye intisap etmiştir. Şeyh Alaaddin kendi oğulları dahi
hiç kimseye halifelik icazeti vermemiştir.[112] [113] Şeyh Alaaddin'in vefatından
sonra Şeyh Şefik Efendi hiç kimseye 113 intisap etmedi.
Şeyh Şefik, zühd hayatından taviz vermeyen bir alimdi. Yemek yeme
konusunda sünneti seniyyeye son derece riayet eder. Onun yediği yemeği gören
her şahıs yediklerinin bir çocuk yemesinden daha fazla olmadığını dile getirir.
Kerp köyünden bir kafile bayramda şeyhi ziyaret ederler. Şeyh Şefik bir köylüyü
sorar, hasta olduğunu ve maddi durumu da iyi olmadığını öğrenince, oğlu Seyyid
Maşallah’a kendi parasından bir miktar vermesini söyler ve işaret parmağını
kaldırarak şöyle der: Maşallah! Terka dünyayı bıde (Maşallah! Dünya sevgisini
terk et).[114]
Seyyid Şeyh
Nureddin El-Kadirî Tutgun:
Seyyid Şeyh Nureddin, mutasavvıf bir ailenin çocuğu olark
Bitlis’in Mutki İlçesi’nin Nizin köyünde dünyaya gelmiştir. Babası Kadiri ve
Nakşibendi tarikatı mürşidlerinden Seyyid Şeyh Abdulbari el-Kadiri’dir.
Peygamber Efendimizin 36. Kuşaktan torunudur. Şeyh Nureddin On yaşında Kur’ân-ı
Kerîm’i hatmettikten sonra şarkın önemli medreselerinden olan Ohin Alaiyye
medresesinin mudakkik alimlerinden Nahiv, sarf, mantık, akaid, tefsir, hadis ve
fıkıh alanlarındaki ilimleri tamamlayarak 1948 yılında Ohin Alaiyye
medresesinden mezun olmuştur. Medresenin üstadı Şeyh Alaaddin’den şifahi
icazet, oğlu Şeyh Mazhardan da yazılı icazet almıştır. İcazet törenlerinde
mücazlar kendi icazetlerini kendileri okudukları halde, medresenin baş
müderrisi Şeyh Alaadin’in sevgi ve beğenisini kısa sürede kazandığı için şeyhin
icazetini Üstad bizzat kendisi okumuş ve talebesi için uzun uzun dua etmiştir. [115]
Olağandışı olan bu durum üstadın talebesine vermiş olduğu değeri ve
muhabbeti göstermektedir. Yıllar geçmesine rağmen yapılan dua halen şöhretini
korumaktadır. İcazet aldıktan sonra baba ocağı olan Kaşak köyüne dönerek burada
müderrisliğe başlar ve burada kaldığı süre içerisinde birçok talebe
yetiştirmiştir.[116]
Şeyh Nureddin’in ders aldığı dönemin meşhur alimleri şunlardır:
Seyyid Şeyh İsmail el-Kadirî Arboyî
Seyyid
Şeyh Mehmet Şefik el-Kadirî Karaboyî,
Üstad
Molla Reşid-i Tortopi[117]
1950 yılında babası ve manevi mürşidi Şeyh Abdulbari’nin
vefatından sonra Seyyid Şeyh Memduh Birifkani’nin halifesi Siirt’in büyük
mutasavvıfı Kadiri tarikatı mürşidi Mürşidu’l-Kamil Şeyh Muhammed Sıddık
et-Teylani’ye intisap eder. Şeyh burada nefsi terbiye etme ve seyr u sülûk
yapmak üzere halvete girer. Şeyh Muhammed Sıddık kendisine “sen zaten pilavını
hazırlamışsın, bir tek yağ eksik kalmış, al sana yağını ve irşad vazifene devam
et” diyerek kısa süre zarfında mezun edip irşad vazifesiyle görevlendirmiştir.
Burada kaldığı süre içerisinde Siirt’in meşhur ulemasından üstad Molla Said-i
Cimzerkî (Yargıcı)’den ilim alanında icazet almıştır. Buradan döndükten sonra
Kadiri tarikatı mürşidi olarak irşad vazifesine başlayan Şeyh Efendi ikamet
ettiği köyden 1977 yılında Tatvan’a taşınmış ve burada da ders vermeye devam
etmiştir.
Onu tanıyanların anlattığına göre; müderrislik ve mürşidlik
vazifesini birlikte sürdüren Şeyh Nureddin kendisine teklif edilen maaş
karşılığı hiçbir resmi görevi kabul etmemiş ve yapılacak hizmetin Allah rızası
için olması gerektiğini her zaman için kendisine düstur edinmiştir. Şeyh
Nureddin sade yaşamıyla, insanlara olan şefkat ve merhametiyle, alçak
gönüllülüğüyle, hoşgörüsüyle, iffet ve hayasıyla, güler yüzlülüğüyle,
cömertliğiyle, adalet ve hak duyarlılığına sahip olmasıyla sünnet-i seniyyenin
takipçisi olmuş ve azami derecede de hayatına tatbik etmeye çalışmıştır. Şeyh
Efendi sahip olduğu ahlaki meziyetleri, takva ve ihlâsı neticesinde ders
okuduğu hocaları başta olmak üzere dönemin büyük alimleri tarafından takdir
edilmiş ve saygı görmüştür. [118]
Şeyh Nureddin Efendi’nin “Fevaid”, Şafii ve Hanefi mezheplerine
göre “Nikah” adlı eserleri vardır.
Ömrünü ilim ve irşad hizmetine adayan Şeyh Efendi 23 Ağustos 1994
yılında vefat etmiştir. Bitlis kadiri mezarlığında medfundur.[119]
Molla Ahmed Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı Uçum (Sürücüler)
köyündendir. Bitlis’in Mutki ilçesinde müftülük yapmıştır. [120] Şeyh Fethullah Verkanisi’nin 121
talebesidir.[121]
Şeyh Alaaddin Ohini’nin talebelerinden biri başından geçen bir
hadiseyi şu şekilde anlatıyor: “Ben Mutki tarafına yaptığım bir yolculukta Şeyh
Alaaddin Ohini ile beraberdim. Şeyh Abdest almak istedi, eline su dökmek için
ibriği aldım. O sırada Mutki’de Müftü olan Molla Ahmet el-Uçumî geldi ve ibriği
elimden alarak dedi ki: “Ben onun babasının hizmetçisiydim, oğlunun da
hizmetçisi olacağım”. Bu müftü hakikatte Şeyh Fethullah’ın talebesi ve aynı
zamanda uzun yolculuklarda hizmetçisiydi. Şeyh Alaaddin onun bu sözlerini
işitince:” “Babanın hizmetçisi, oğlunun efendisi olur” dedi.[122]
Şeyh Mazhar Şeyh Alaaddin’in en büyük oğludur. [123]
1331/1911 yılında Mutki’nin Pırnaşın (Ocaklı) köyünde dünyaya geldi. Kadiri
Şeyhlerinde Seyyid Rabia ile evlenen Şeyh Mazhar’ın dördü erkek çocuk, ikisi
kız çocuk olmak üzere toplamda altı çocuğu olmuştur.[124]
Tasavvufi eğitime babasının yanında başlayan Şeyh Mazhar,
babasının vefatı üzerine ilim tahsilini Şeyh Mahmud Karaköyî’nin yanında
tamamlayarak hilafet almıştır.[125]
Şeyh Mazhar, nefsini tezkiye etmek ve ceddi gibi Nakşibendiyye
tarikatı usullerine göre insanları irşad etmek üzere, Babası Şeyh Alaaddin
Efendi’nin gözetiminde seyr u sülûk’a başladı.[126] Babasının yanında 13 yıl
boyunca eğitime devam etti. Şeyh Alaaddin vefat etmeden önce yanında bulunan
müridlerine Şeyh Muhammed Diyauddin’in halifesi Şeyh Mahmud Karaköyî’ye intisap
etmelerini tavsiye etmiştir. Bu tavsiye üzerine Şeyh Mazhar, Şeyh Mahmud’a
intisap eder ve ondan kısa bir süre içerisinde hilafet alır.[127]
[128]
Şeyh Mazhar Efendi, Şeyh Mahmud Karaköyî’den hilafet aldıktan
sonra ilim yolunda birçok talebe yetiştirmiştir. Şeyh Safiyuddin’in
de hocalığını yapan Şeyh n Mazhar Efendi nin talebeleri arasında ön plana çıkan şunlardır:
Sadrettin
Yüksel : Türkiye çapında ün salmıştır.
Molla
Kamil: Muşa’a bağlı bulunan Avzût köyünden olan müderristir.
Molla
Sıddık: Bitlis’in Ahlat ilçesine bağlı Kuştiyan köyündendir.
Şeyh Mazhar kendisinden sonra üç kişiye hilafet vermiştir. Bunlar:
Şeyh
Safvetullah: Şeyh Mazhar Efendi’nin Oğludur.
Molla
Üzeyir: İyi bir alim ve mutasavvıf olarak bilinen Molla Üzeyir, irşad
vazifesini Van civarında yapmıştır.[129]
Antepli
Molla Alaaddin: İrşad hizmetlerini Ağrı bölgesinde yürütmüştür.[130]
Şeyh Mazhar’ın bilinen beş eseri vardır. Yazma eserler halinde
olup Ohin Medrese Kütüphanesinde bulunan eserleri şunlardır:
Nehcetü’z-Zekiyye
fî Âdab-ı Tarîkat-ı Nakşibendiyye: Şeyh Muhammed Mazhar tarafından el yazısıyla
kaleme alınan ve tasavvuf ile ilgili önemli bilgilere sahip olan bu eser 287
sayfadan ibarettir.
Risaletün
fî Hakk-ı Iskat: 55 sayfadan oluşan bu eser, iskat[131] [132] ile ilgili faydalı bilgileri
sunmuştur.
Risâletün
fî Kader ve Kaza: Bu eser el yazısıyla yazılmış olup 15 sayfadan
132 ibarettir. Bu eserinde ehli-sünnet çizgisini savunan Şeyh
Mazhar, Kaderiyye ve Cebriyye’yi[133] de redetmiştir.[134]
El-Mektubatu’l
Mazhariyye: 112 mektuptan oluşan bu eser, fıkhi konuları içerir. Şeyh Mazhar bu
eserinde, günümüz toplumunda çözüm bekleyen güncel İslam hukuku konularıyla
ilgili birtakım bilgiler sunmaktadır.[135]
Şeyh Mazhar Siirt’in Baykan ilçesinde bir sulh esnasında 1 Ocak
1989 tarihinde vefat etmiştir. 75 yaşında ebedî aleme göç eden Şeyh Ohin’de
bulunan aile kabristanlığına defnedilmiştir. [136]
Şeyh Halid Şeyh Alaaddin’in ortanca oğludur.[137] 1 3 3 4/19 1 4 yılında
Siirt’in Minar nahiyesine bağlı Verkanıs köyünde dünyaya geldi. [138]
Şeyh Halid Efendi, tasavvufî eğitime babasının yanında başlamıştır ve bu
eğitimi 12 yıl boyunca sürdürmüştür. Fakat babası Şeyh Alaaddin, kimseye
halifelik vermediği gibi Ona da hilafet vermemiştir. Şeyh Halid, abisi Şeyh
Mazhar’da olduğu gibi babasının tavsiyesi üzerine Şeyh Mahmu Karaköyü’nün
yanında eğitim tamamladı ve kısa süre içerisinde hilafet almıştır.[139]
İlim ve irfanından dolayı alimler tarafından ‘Halid-i Sanî’ diye adlandırıldı.[140]
Şeyh Halid, Zokayd Şeyhlerinden Şeyh Mahmud’un kızıyla evli olup,
beşi erkek, dördü kız olmak üzere dokuz çocuğu olmuştur. Erkek evlatlarının
hepsi medrese ilimlerini tahsil etmişlerdir.[141] [142]
Şeyh Halid’in hayatı ilim ve irşad ile geçmiştir. Bu uğurda birçok
talebe ve halife yetiştirmiştir. Şeyh Safiyuddin Geylani’nin de hocası olan
Şeyh Halid Efendi’nin 142
belli başlı talebeleri şunlardır:
Molla
Nurullah Godişki: Arapça, Farsça ve Kürtçe olarak kaleme aldığı şiir ve manzum
eserleriyle meşhurdur.
Molla
Muhammed Şirin: Mutkili olan Molla Muhammed, Muş ve Çanakkale’de Müftülük
vazifesinde bulunmuştur.
Şeyh
Mahmud: Siirt’in Arbo köyünden olan Şeyh Mahmud ilmiyle meşhur, hizmetleriyle
tanınmış bir zattır.
Molla
Abdusselam-ı Diyarbekrî[143]
Şeyh Halid, kendisinden sonra hilafet verdiği zatlar ise
şunlardır:
Molla
Hüseyin Sîsemi / Şirvanî
Malazgirtli
Molla Abdullah[144]
Şeyh Halîd yakalanmış olduğu hastalıktan dolayı tedavi gördüğü
Ankara Çankaya Hastanesinde 25 Ocak 1986 yılında vefat etmiştir. Cenazesi Ohin
köyünde bulunan aile kabristanlığına defnedilmiştir.[145]
Şeyh Safiyuddin tekkede postnişinlik yaptığı dönemde birçok talebe
yetiştirmesine rağmen kimseye hilafet vermemiştir. Şeyhin ön plana çıkan
talebelerinden bazıları şunlardır:
Şeyh
Kutbeddin Bayav[146]
Tasavvuf ilmini öğreten mürşidin Hz. Muhammed’e kesiksiz şekilde
ulaşan bir silsileye sahip olması gerekir. Hz. Muhammed’in manevi otoritesini
devam ettiren tasavvuf büyükleri, tasavvuf eğitimi için bunun gibi bir
silsileye sahip olmanın önemini vurgulamışlardır. Böyle bir silsileye sahip
olan Şeyh Safiyuddin’in tarîkat silsilesi şu şekildedir:
Enbiyalar Serveri Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)
Şeyh Ebu Saîd el-Mubarek el-Mahzumî
Sultan el-evliya Bazullah el-eşheb Muhyiddin Seyyid Şeyh
Abdulkadir Geylani
Şeyh Muhammed el-Hettaki el-Kadirî
Kutbul Arifin Şeyh Semsuddin el-Kadirî
Şeyh Arifubillah Sırıyuddin el-Kadirî
Şeyh Arifubillah Zeynuddin el-Kadirî
Şeyh Kutbu’l-evliya Muhyeddin el-Kadirî
Şeyh Ebubekir el-Kuddusî el-Alusî
Şeyh Mahmud el-Musulî el-Kadirî
Şeyhur-Rabbani Abdulkahhar el-Memanî
Şeyh
Safiyuddin Geylanî[147]
Safiyuddin Efendi orta boylu, buğday tenli, nahif yapılı, güler
yüzlüydü. Sakalı seyrekti ve bir tutamı geçmezdi. Az yer, az uyur gereksiz yere
konuşmazdı. Vakur ve cömert bir insandı. Yumuşak huylu olmanın yanında, yeri
geldiği zaman cesur, sert ve adildi. Sade bir hayat yaşamayı yeğleyen Şeyh
Safiyuddin lüks, gösteriş ve israftan da sakınmıştır. Davranışlarında sünnet-i
seniyyeye ittiba etmeye dikkat ederdi. Hal ve hareketlerinden ve hitabındaki
inceliğinden kendisiyle muhabbet edenlerde gayr-i ihtiyari bir hürmet duygusu
oluşurdu. [148]
Güçlü bir hafızaya sahip olan Şeyh Safiyuddin seneler evvel şahit
olduğu mevzuları ve Şeyhleriyle olan muhabbetleri hatırlar, bir bir anlatırdı.
Oldukça geniş nüfusa sahip Geylani aşiretine müntesip olan hemen hemen herkesi
tanır durumlarını sorar özellikle de yeni doğan çocukların isimlerini not
defterine kaydederdi. [149]
Bir tasavvuf erbabının hayatını ele alırken onu çeşitli yönleriyle
açıklamak, konunun daha iyi anlaşılması bakımından önemlidir. Son dönem
sufilerinden biri olan Şeyh Safiyuddin tasavvufî kişiliği ve ilmi kişiliğinin
yanında edebi kişiliğiyle de ön plana çıkmaktadır. Çalışmanın bu kısmında
Safiyuddin Efendi’yi daha iyi tanıyabilmemiz için onun kişilik özelliklerinin
üzerinde durmamız yerinde olacaktır.
Şeyh Safiyuddin, İslam’ın ölçülerine bağlılık konusunda son derece
hassas davranırdı. Herkese halince muamele eder ve meşrebine uygun olarak
muhabbet ederdi. Bundan dolayı sohbetleri sıkıcı gelmezdi. İnsanın her daim
nefsiyle mücadele içerisinde olmasını tavsiye eden Şeyh, hakiki tasavvuf
ehlinin bütün varlığını Allah yolunda feda eden kişi olduğunu belirtmiştir.
Dolayısıyla Şeyh Safiyuddin’in yaşamında ve kişiliğinde tasavvufi izler görmek
mümkündür.[150]
Safiyuddin Efendi, ilim tahsiliyle meşgul olurken bunun yanında
babası Şeyh Muhammed’in vefatından sonra Nizin tekkesinin ihtiyaçlarıyla
ilgilendi ve irşad faaliyetlerini bilfiil sürdürdü. İstanbul’a göçtükten sonra
bir tekkeye bağlı olmasa dahi irşad faaliyetlerine devam etmekten geri durmadı.
Bulunduğu bölgede gördüğü değer ve saygınlıktan dolayı anlaşmazlıkların çözümü
için kendisine danışılır, O da sulh için aracı olurdu. Böylece sorunların
büyümesine çokça mani olmuştur.[151]
Çeşitli vesilelerle kendisini ziyarete gelen alimlere değer verir,
kendisinden küçük dahi olsa sahip olduğu ilim ve nesebden dolayı hürmet
gösterirdi. Evlatlarına da alimlere karşı saygıda kusur gösterilmemesini
vasiyet ederdi. Etrafını hep şefkat nazarıyla süzer, tek tek hal hatır sorar,
ortamda bulunan herkesle yakından ilgilenirdi. Kimseyi incitmez, sevdiğini
Allah için sever, sevmediğine de Allah için buğz ederdi.[152] Eserinde
evlatlarına nasihat olarak kaleme aldığı şu sözleri bu konu hakkındaki
hassasiyetini gösterir:
“Ey oğlum! Eğer
birisini seversen Allah için sev. Kimi sevmezsen de Allah için sevme. Dost
ararsan menfaat için arama. Eğer dostluk istersen önce tecrübe et. Hakîki ise
dostluk kur. Yoksa zarar görürsün.[153]
Azizim! Dedikoduya, gıybete kulak asma. Bunlar, tehlikelidir.
insanı felakete götürür. Dilini tut. Nahoş kelimeler söyleme. Hata karşısındaki
insanı daha da kötülüğe sürüklersin. Çünkü dil afetlerin anahtarıdır. Ne
olursan ol büyüklere karşı saygı göster, ehl-i ilim ise daha fazla hürmet et.
Hiç kimseyi hor görme. Çocuklara, yetimlere şefkat göster. Misafirleri en iyi
şekilde ağırla. Tamahkâr olma. Çünkü cimrilik insanı Allah ’ın yolundan
uzaklaştırır ve insanı yalnız kılar.[154]
Azîzim! Şehvani şeylere kapılma. Çünkü şehvet, nefis ile şeytan
işidir. Nefsin hevâsının peşine gitmezseniz rahat ve sükûnet içerisinde
olursunuz. Nasıl ki babamız ve ceddimiz bu hususta hareket etmişler, biz de
onlar gibi hareket edelim. Hiç olmaza ondan hissedâr olalım. Çünkü büyük
zatların yolundan gitmekle çok faydalar hasıl olur. Bu yalancı dünya her vakit
bizi kandırır ve bizi felakete götürür. Öyleyse kendimize gelelim ve Allah
yolundan ayrılmayalım. Allah Tealâ bizi sırat-ı müstakimden ayırmasın
Müellifin eserlerinde, Allah ve Peygamber sevgisinin yanında, ön
plana çıkan diğer hususlardan birisi de dünyalık şeylere tamah edilmemesidir.
Birçok şiirinin konusunu da bu temel üzerine bina etmiştir.[155] [156]
Şeyh Safiyuddin’in eserlerinden de anlaşılacağı üzere kendisi
alim, sufî, muttaki, Resulullah’a büyük bir muhabbetle bağlı olan, duygu
yoğunluğunu içinde fazlasıyla yaşayan ve bunu beytlerinde dile getiren bir
tasavvuf kişiliğine sahip insan tanımını yapmak mümkündür.
Şeyh Safiyuddin’in çocukluk ve gençlik yıllarında başlayan ilme
olan iştiyakı ömrü boyunca devam etmiştir. Şeyhin ilmi kişiliğinin oluşmasında,
tasavvufi eğitim gördüğü mürşidlerinin önemli etkisi olmuştur. Bunlar arasında,
babası Şeyh Muhammed el-Kadirî ve Şeyh Mehmet Şefik el-Kadirî’yi saymak
gerekir. Bu zâtların dışında ilmi kişiliğinin gelişmesinde okuduğu kitapların
ve düşüncelerinden yararlandığı şahsiyetlerin de önemli etkisi olmuştur.
Eserlerini incelediğimizde gerek kendi döneminde yaşayan, gerekse kendisinden
önceki dönemlerde yaşayan alimlerin eserlerinden istifade ettiğini görürüz.[157]
Tasavvuf alanında eserler kaleme alan müellifimiz, tekkesinde veya
bulunduğu bölgelerde verdiği sohbet ve dersler, onun ilmi yönündeki ehliyetini
göstermeye yetecektir. Ayrıca geniş bir kütüphaneye sahip olması da onun ilme
verdiği değeri göstermektedir.
Şeyh Safiyuddin’in ilmi kapasitesini gösteren bir diğer husus da,
eserlerini, Osmanlı Türkçesi, Kürtçe, Arapça ve Farsça olmak üzere dört dilde
kaleme alma başarısıdır.
Şeyh Safiyuddin, eserlerinde ilme ve ilim ehline yönelik bir takım
değerlendirmelerde bulunmuştur. İlme olan iştiyakı ve mürşidlerine olan
sevgisinden dolayı, onlara olan muhabbetini şu sözleriyle ifade etmiştir: “Şeyh/alim
dünyanın ziynetlerindendir.”[158] Bir başka sözünde ilmin
önemine şu şekilde değinmiştir: “îlim ile hayat aşık ile maşuk gibi mücadele
halindedir. Eğer sabır ederlerse ve zamanını her ilim için sarf ederse zafer
kazanır.”[159]
Şeyh Safiyuddin, ilmi çalışmalardan referans almaya ve
konuşmalarının kaynaklara dayanmasına oldukça önem vermiştir. Bu çerçevede
kitaplardan nakillerde bulunmuş, sohbeti veya dersi esnasında bu notlardan
faydalanmıştır. Birçok ilimde ihtisas sahibi olan Şeyh, bunu dersleri,
sohbetleri ve eserleriyle göstermiştir. Ayrıca bir mesele hakkında fetva
verdiğinde, en kuvvetli fetvayı baz alarak hüküm vermiştir.[160]
Görüldüğü üzere, özü ile ilmi şahsiyeti uyumlu bir zat olan, Şeyh
Safiyuddin, ilim tahsil etmeye oldukça önem vermiş ve bu doğrultuda birçok
gayret sarf etmiştir.
Şeyh Safiyuddin, daha çok tasavvufi kişiliğiyle tanınması
hasebiyle, edebî yönü arka planda kalmıştır. Şiirlerinin neşredilmemiş olması
da bu yönünün bilinmemesinde etkisi olmuştur. Fakat şiirlerindeki ifade gücü,
Türkçe, Arapça, Kürtçe ve Farsça dillerini beytlerinde etkili bir şekilde
kullanabilmesi onun edebi yönünün ne kadar kuvvetli olduğunu göstermektedir.
Şeyh Safiyuddin, ‘Vasiyyetü’s-safiyye fî’l-işaretî’l-akli’l-müfîd’
isimli eserinde, tevhid, münacat, naat, Hulafa-i Raşidîn ve Fatımatu’z-Zehra’ya
yazdığı medhiye, mersiye vs. nazım türlerini kullanmakta ve bu alanda başarılı
örnekler vermiştir. Şeyh Safiyuddin tekkede yetişmiş bir sufi olmasına rağmen
tasavvufi halk edebiyatından daha çok divan edebiyatını benimsemiş ve
eserlerini bu doğrultuda kaleme almıştır.[161]
Kadirî tarikatı meşayıhlarından olan Safiyuddin Efendi,
şiirlerinin özellikle son beyitlerinde kendi ismini kullanmıştır. Bununla
birlikte “Safâ”, “Safiyen”, “Safî” isimlerini de mahlas olarak kullanmıştır.
Safiyuddin Geylani’nin sohbetleri ve irşad faaliyetlerinin yanında
kaleme almış olduğu nesir, nazım türünde yazma eserleri ve risaleleri
mevcuttur. Bununla birlikte literatürde eserlerini ihtiva eden veya tanıtan
herhangi bir bilgi ve çalışmaya ulaşamadık. Şeyh Safiyuddin’in yazma eser
olarak tespit ettiğimiz belli başlı eserleri şunlardır:[162]
“Ed-Dürretü’n-nefîsetü’l-mardiyye
fî Sülâleti’l-Kâdiriyyeti’l-Haseniyye”
“Vasiyetü’s-Safiyye
fî’l-işâretî’l-akli’l-müfîd”,
“Mecmuu’l-efkâr
ve kuyûdu’l-eşyâ”
Eserlerinin
Dil ve Anlatım Özellikleri
Safiyuddin Efendi, eserlerini Arapça, Osmanlıca, Farsça ve Kürtçe
olmak üzere dört ayrı dil kullanarak te’lif etmiştir. Eserlerinin önemli bir
bölümü Arapçadan oluşmaktadır. Şiirlerinde ise Arapça ve Osmanlı Türkçesinin
yanında, Farsça ve Kürtçe’yi tercih etmiştir.
Safiyuddin Efendi, eserlerinde zaman zaman anlaşılması zor ifade
ve terkip tercih etse de, eserin genelinde sade bir dil kullanmıştır. Müellif
“Ed-Dürretü’n- nefîsetü’l-mardiyye fî Sülâleti’l-Kâdiriyyeti’l-Haseniyye” adlı
eserini nesir, “Vasiyetü’s-Safiyye fî’l-işâretî’l-akli’l-müfîd” ve
“Mecmuu’l-efkâr ve kuyûdu’l-eşya” isimli eserlerini hem nazım, hem de nesir
olarak kaleme almıştır. Müellifin mensur ve manzum şeklinde ele aldığı
eserleri, yaşadığı dönemin dini, ilmi, tarihi ve sosyal hadiselerine de ışık
tutmaktadır.
Şeyh Safiyuddin, manzumelerinde hece veznini [163] kullanmış; tevhid [164]
, münacat [165]5,
medhiye[166],
naat[167],
miraciye[168],
mersiye[169]
ve beyit[170]
tarzında, aruz vezniyle de yazmıştır. Şiirlerinde redif[171] kullanmakla birlikte, kafiye[172]
de kullanmıştır.
Eserlerinde, Kur'ân ve Sünnet çizgisinden ayrılmamayı kendisine
şiar edinen ve şeriatın zahirine uygun hareket eden Şeyh Safiyuddin, herhangi
bir konu hakkında ayet ve hadislere sıkça başvurmuş, bunlar nezdinde izahlar
yapmıştır.[173]
onun bu tavrı, "ehl-i sünnet" görüşüne ne kadar bağlı bir mutasavvıf
olduğunu göstermektedir.
Şeyh Safiyuddin’in eserleri, Hz. Hasan'ın şeceresi, Kadirî silsilesi,
kadiriliğin tarikat adabı ve tasavvufi kavramları ihtiva etmektedir. Kadiri
silsilesinden gelen insanların birbirinden uzaklaşmasından ve birbirlerini
tanımamasından yakınan Şeyh, eserlerinin yazılış amacının başta bu silsileye
sahip olanların okuyup istifade etmeleri ve birbirinden kopmamaları olduğunu
belirtmiştir; ayrıca insanlara faydalı olması gayesiyle tasavvuf, tarikat ve
hakîkat kavramlarını ele alan Müellif, eserlerini
174 okuyup anlayanların başkalarına da anlatmasını ümîd etmiştir.
Şeyh Safiyuddin’in eserlerinin bir kısmında bazı tekrarlara
rastlanmaktadır. Bu her ne kadar edebî olarak uygun görülmese de, kendisinin de
ifade ettiği gibi, konunun önemine binaen iyice pekişmesi amacıyla yapılmıştır.
Şeyh Safiyuddin’in matbu eseri bulunmamaktadır. Çalışmamızın bu
bölümünde müellifin el yazma eserlerini, yazılış tarihlerine göre tanıtmaya
çalışacağız.
Ed-Dürretü’n-nefîsetü’l-mardiyye
fî Sülâleti’l-Kâdiriyyeti’l-Haseniyye
Ehl-i beyt ve kadiri tarikatı şeceresine dair değerli bilgiler
sunan bu eser, Şeyh Safiyuddin’in Arapça ve nesir olarak yazdığı kitaplardan
biridir. Şeyh Safiyuddin’in 2004 yılında tamamladığı bu eser 55 sayfadan
oluşmaktadır.
Eserin iç kapak kısmında müellifin, ehl-i beyte olan muhabbetinden
bahseden Arapça şiiri yer almaktadır.
Temiz soyun hizmetindeyim
Gayret ve muhabbetle devam ederim.
Muhabbetimin şiddetinden dolayı beni kınamayın
Çünkü ben Hz. Hasan'ın sülalesine meftunum
Çünkü ben büyüklerin ve ehl-i beytin hizmetindeyim
Peygamberi seviyor ve onun şefaatine talibim
Kim ehl-i beyti sevmezse
Kıyamette şefaat isteyemez
Safiyuddin hayatın boyunca hizmete devam et
Umulur ki Ahirette senin için faydalı olacak.
Eser, kelime-i tevhid, besmele, hamdele ve salvele ile
başlamaktadır. Giriş kısmında Safiyuddin Efendi eseri yazma amacını kısaca şu
şekilde açıklamıştır: “Bu asırda gördüm ki kadirî sülalesi Dünyanın birçok
kıtasına yayılmıştır. Türkiye ’de bulunanlar ise neredeyse birbirilerini
tanıyamamaktadır. Bazı yakınlarım benden kadirî soyundan gelenlerin isimlerini
ve hallerini yazmamı istediler. Ben de bu pâk soya hizmet için Allah'ın izniyle
kitabı yazmaya başladım."[174] [175]
Eser, Peygamber Efendimizin torunu Hz. Ali ve Hz. Fatıma evladı
olan Hz. Hasan'ın neslinden Abdulkadir Geylani Hazretlerine, oradan da günümüze
kadar olan nesebi ele almıştır.
Müelifin bu eseri, üç fasıldan oluşmuştur. Birinci fasılda ayet ve
hadislerde ehl-i beyt hakkına değinmiştir. Bununla birlikte sahabelerin,
tabiinin, müctehid imamların, evliya-i kiramların ve diğer birçok alimlerin Hz.
Hasan'dan günümüze kadar 178 olan soyu hakkında ki sözlerini ele almıştır.
İslam toplumları efendimizin pâk soyunu mukaddes bir emanet olarak
görmüş, Onlara daima sevgi ve saygıyla muamele etmiştir. Onlara sahip çıkmayı
ve onların meseleleriyle ilgilenmeyi kendilerine vazife olarak addetmişlerdir.
Kur’ân-ı Kerim’de “Ey Habibim de ki vazifem karşılığında sizden bir ücret
istemiyorum; sizden istediğim akrabaya sevgi ve (ehli beytime) muhabbettir.179
“Ey Ehl-i beyt! Allah sizden günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister”.
[176]
[177]
[178]
Peygamber efendimiz, “size iki şey bırakıyorum onlara tutunursanız kurtuluşa
erersiniz. Bunlar kitabullah ve alibeytimdir.[179] şeklindeki mukaddes beyanlar
Hz. Peygamber’in ehline gösterilen saygının ortaya çıkmasında etkili olmuştur.
İslam dünyasının çeşitli bölgelerine dağılmış olan bu soya İslam
tarihinin ilk dönemlerinden bu güne kadar birçok millet ve devlet tarafından
hürmetle muamele edilmiştir. Osmanlı devletinde ise gösterilen bu saygının
yanında, onlara ait işleri görmek için vazifeli Nakîbu'l-eşraf[180]
adı verilen memurlar [181]
tayin edilmiştir. [182]
Safiyuddin Efendi her ne kadar böyle resmi bir vazifeye sahip olmasa da,
kaleme aldığı eserinden de anlaşılacağı üzere bir nevi nakîbu'l-eşraflık
vazifesini yerine getirmiştir.
Müellif,
eserin ikinci faslında Hz. Ali ve Fatıma evladı Hz. Hasan’ın soy şeceresini ele
alıp etraflıca anlatmaya çalışmıştır.
Eserin üçüncü faslı ise üç babtan oluşuyor. Bu bölümde ise
Türkiye’de bulunan kadiri silsilesine değinmiştir. Birçok kadiri şeyhinin soy
kütüğünü kaleme almıştır.
Vasiyetü’s-Safiyye
fî’l-işâretî’l-akli’l-müfîd
Şeyh Safiyuddin’in tavsiyelerine, kadiri tarikatına ve tasavvufi
görüşlerine dair birçok bilgiyi içeren bu eser, Arapça, Türkçe, Farsça, Kürtçe,
nesr ve nazım olarak yazdığı en önemli kitaplarından biridir. Şeyh
Safiyuddin’in 2000 yılında tamamladığı bu eser 130 sayfadan oluşmaktadır.
Eserin kapak kısmında müellifin künyesi, kitaba başlama ve bitirme
tarihleri ile kısa bir şiiri yer almaktadır.
Safiyuddin Efendi, besmele, hamdele ve salveleden sonra eserin
giriş kısmına Arapçadan tercüme ettiğimiz şu cümle ile başlamaktadır. “Kalbimden
geçen ve sizin için elzem olan bazı şeyleri yazmak istiyorum. Allah Teâlâ
muvafak eylesin: Muhakkak ki insan doğar, yaşar ve ölür. Dünyevi ve uhrevî
yaptığımız her davranışta gaye, Allah rızasını taleb etmek olmalıdır.
Safiyuddin Efendi, bu eserin yazma amacını ve serüvenini şu
şekilde anlatmaktadır: “ilk olarak kadiri silsilesini ve Hz. Hasan’ın
şeceresi ile ilgili yazılarımı Farsça düzenlemeye başladım. Sonra aynı şekilde
Arapça düzenleyip yazmaya devam ettim. Gündüzleri Müftülük vazifemden dolayı
meşguliyetim olduğu için yazılarımı, yatsı namazından sonra ve özellikle de
geceleri kaleme alabiliyordum. Gecenin birinde yine yazarken, eşim niçin
kendini bu kadar yoruyorsun, gözlerin çok kızarmış dedi. Aynada gözelerimin
kızarıklığına bakarken, eşim söylenmeye devam etti. Gördün mü gözlerinin
halini, yazma artık, bu gerekli değil dedi. Bunun üzerine ben de yazmayı
bıraktım ve uyudum. Sabah namazı için uyandığımızda eşim o gece gördüğü rüyayı
şu şekilde anlattı: “Rüyamda büyük Şeyhlerden oluşan bir cemaat gördüm.
Başlarında ise herkesin karşısında edeple durduğu bir Şeyh vardı. O kim diye
sorduğumda, bana Şeyh Abdulkadir-i Geylani dediler. Şeyh Abdulkadir Geylani
bana gelerek dedi ki: Kızım neden eşin Safiyuddin yazdığı şeyler için yazma
diyorsun. Yazdıkları, evlatlarınız, [183]
akrabalarınız ve insanlar için faydalıdır. Onun bu sözünden korkarak uyanan eşi
rüyayı Şeyh Safiyuddin ’e anlatır. ” Safiyuddin Efendi eşinin gördüğü bu
rüya üzerine eseri yazmaya devam etmiş ve tamamlamıştır. [184] [185] [186]
Eserde, ecdadın bazı tarihi hadiselerine, önceki zamanın
meşayıhlarına, kadiri silsilesine dair bir takım bilgiler sunan Safiyuddin
Efendi, geçmişte özellikle 17-18. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar yaşanmış birtakım
olayları, ceddinden ve mürşidlerinden 187 duyduğu kadarıyla anlatmaya
çalışmıştır.
Müellif, bu eserinde başlıca şu konular üzerinde durmuştur:
Kur’ân’a ve Sünnete ittiba, ehl-i beyt sevgisi, tevhid, iman, ihsan, nefs,
zikir, sabır, sıla-i rahim, dünya hayatının geçiciliği, adalet, ilim öğrenmenin
önemi, alimlere hürmet, akıl-kalp, duanın önemi, şükür, tarikat, muhabbetullah.
Safiyuddin Efendi eserini, Hz. Peygamber’in Hz. Ebubekir’e
okunmasını tavsiye ettiği şu dua ile sonlandırmıştır. “Allah’ım ben nefsime
çok zulüm ettim. Günahları ancak bağışlayan sensin. Öyleyse tükenmeyen lütfunla
beni affet, bana merhamet et. Çünkü sen bağışlayan ve merhamet sahibi olansın”8
Mecmuu’l-efkâr
ve kuyûdu’l-eşyâ
Şeyh Safiyuddin’in Arapça ve Farsça olmak üzere yazdığı önemli
eserlerden biri de, Mecmuu’l-efkâr ve kuyûdu’l-eşya adlı kitabıdır.
Müellifin iman, ihsan, ahlak ve diğer bazı tasavvuf kavramları hakkındaki özlü
sözlerinden oluşan bu eserin yazılış tarihi hakkında herhangi bir bilgiye
ulaşılamamıştır. Safiyuddin Efendi’nin daha çok şiirlerinin geçtiği bu eser 110
sayfadan oluşmaktadır.
Müellif, besmele, hamdele ve salveleden sonra, giriş kısmında
eserin içeriği hakkında bilgi vermiştir. Eser, beyitlerinden, bazı büyük
alimlerin sözlerinden, unutmamak için kaydettiği düşüncelerden oluşur.[187]
Yine eserin giriş kısmında, “Ey iman edenler! Allah’a karşı hata
etmekten sakının ve doğru söz söyleyin ki, Allah Teâlâ sizin işlerinizi
düzeltsin, günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve O'nun Resulüne ittiba
ederse gerçekten büyük bir mükafat kazanmış olur.” [188] [189] ayetini zikrederek Allah’a ve
Rasulüne olan itaatin önemini 191 belirtmiştir.
Bu eserde, şiirlerde ele alınan başlıca konular şunlardır:
Münacat, naat, hulafa-i raşidine ve Hz. Fatıma’ya medhiyeler. Abdulkadir
Geylani hazretlerine ve kadiri tarikatı meşayıhlarına medhiyeler. [190]
ŞEYH
SAFİYUDDİN’İN TASAVVUFA DAİR GÖRÜŞLERİ
Safiyuddin Efendi düşüncelerini, hislerini manzum ve mensur kaleme
alan bir mutasavvıftır. Bu bağlamda düşüncelerini geniş kapsamlı bir şekilde
ele almamıza yetecek kadar ilmi malzeme bırakan Şeyh Safiyuddin’in eserleri,
tasavvuf ve özellikle kadiri tarikatı hakkında önemli bilgiler ihtiva
etmektedir. Eserlerinde geçen konuları müstakil başlıklar halinde ele almayan
müellif, bu kavramlar hakkında düşünce ve hislerini okuyucularla paylaşmıştır.
Bu bölümde Şeyh Safiyuddin’in tasavvufa dair görüşlerini,
eserlerinden, tutmuş olduğu notlardan, beyitlerinden, risalelerinden yola
çıkarak, onun mürşid, seyr u sülûk, zikir, nefis, zühd, ihlâs, muhabbet, ilim
sabır, dünya, dua, Peygamber sevgisi, fakr hakkında eserinde yoğun olarak
kullandığı tasavvufi görüşlerini değerlendirmeye çalışacağız.
Tasavvuf ve sufi kelimesi Kur’ân ve hadisi şeriflerde
zikredilmediği gibi, sahabe ve tabiin döneminde de kullanılan bir kavram
değildir. Tasavvuf kelimesini ilk tanımlayan kişi olarak kabul edilen Ma’ruf-i
Kerhi’ye (v. 200/815) göre tasavvuf, hakikate sarılmak ve halkın ellerinde
bulunandan ümit kesmektir[191].
Tasavvuf duru bir zihinle Allah’ı zikretmek, sema ile vecde gelmek
ve sünnete uygun bir şekilde amel etmektir.[192] Mutasavvıf, nefsin kötü ve
kınanan özelliklerinden arınan, övgüye değer olan yola sülûk edip hakikatten
sapmayan, Allah’tan başka kimseye gönlünü bağlamayan kimsedir.[193]
Safiyuddin Efendi, tasavvuf ilmini her müslümanın öğrenmesi
gerektiğini eserinin birçok yerinde belirtmiştir. Çünkü ona göre tasavvuf
Allah’tandır. Seyr u sülûk yolcusunun bu uğurda çektiği meşakkatlere karşı
sabretmesi gerektiğini ifade eden Şeyh Safiyuddin’e göre Tasavvuf, kîl û kâl
değil, hal ilmidir. Allah Teâlâ kullarını bu yolla karanlıktan aydınlığa
çıkartır.[194]
Tasavvuf, gönül alemimizi daha selim bir hale çevirip muhabbetullahtan
nasibimizi alacak bir konuma gelmesidir. Kul bu sayede ilahi vuslata erecek bir
seviyeye ulaşabilir. Şeyh Safiyuddin tasavvufun önemini aşağıdaki beytinde şu
şekilde dile getirmiştir:[195]
Bu zamanda tasavvuf ilmi herkes için gereklidir
Bizi Allah’a yaklaştırır ve bizim için ukbada korunaktır.
Şeyh Safiyuddin’e göre tasavvuf, yün ve hırka giymekten ibaret
değildir. Ona göre tasavvuf, Allah’a olan bağlılık, haya ve güzel ahlaktır.[196]
[197]
Şeyh Safiyuddin, yukarıdaki beytin devamında ‘sufî’ teriminin harf
açılımını (^ <J ^) beytine yansıtarak sufî kavramı hakkında farklı
bir bakış açısı ortaya koymuştur. Müellif, tassavvufta ve sufide hayanın
önemini, kendine has bir uslüpla şu şekilde yorumlamıştır:
Bu beyitinde peş
peşe sıraladığı (^ ,^)
‘sad’, ‘fa’ ve ‘ya’ harfleriyle ‘sufî’
kavramını kasteden Safiyuddin Efendi, beytin ikinci mısrasında
dinde birleşilmesini, isyandan dönülmesini, ve haya ile tövbe edilmesini dile
getirmiştir.
İkinci beyitte ise hadisi şerifte olduğu gibi hayanın imandan
olduğunu belirten Şeyh, Allah’tan, Peygamberden ve yakınlardan da haya edilmesi
gerektiğini vurgulamıştır.
İslam dini, hayanın önemine sıkça değinmiştir. Dinimizde Allah
Tealâ’dan haya etmek, kulun imanının kuvvetli olduğunun alametidir. Nitekim
hadis-i şerifte “Haya imandandır” [198] [199] buyrulmuştur. Hayasız kimse
zamanla küfre sapabilir. Dolayısıyla haya imanın esaslarındandır. İnsanlardan
haya etmeyen Allah’tan da haya etmez.
Tasavvufta Allah’tan hayâ konusu oldukça önem taşımaktadır. Hâce
Abullah el-Herevî, seçkinler zimresi olarak tabir ettiği tasavvuf ehlince takip
edilen yolun ilk mertebelerinden saydığı bu anlamdaki hayânın üç derecesinden
bahseder:
Kulun
Allah tarafından görülmekte olduğu bilincinden kaynaklanan hayâ, Allah’a
yakınlık halindeki tefekkürden doğan hayâ, hazret makamını müşahededen doğan
hayal İkinci
merhalede sevgide sebat gösterir, Hak ile ünsiyet kurup halktan ilişkiyi keser.
Üçüncü
merhalede ise hayâ ile heybet birleşir, Allah ile kul arasında ayrılık ortadan
kalkar.[200]
Tarik, sözlükte yol, durum ve hal anlamlarına gelmektedir. [201]
Tarîk kavramından türeyen tarîkat terimi ise mezhep, tavır, hâl ve siret
anlamlarında kullanılmaktadır.[202]
Istılahta ise Allah yoluna giren salikin takip ettiği yol anlamına gelmektedir.[203]
Sufiler tarikatla ilgili farklı yorumlarda bulunmuşlardır. İmam
Gazzali’ye göre tarikat: müridlerine kötü sıfatları yok etmelerini ve tamamen
Allah’a yönelmelerini sağlayan müessesedir. [204] Necmüddin Kübra ise tarikatın
anlamını şu şekilde yorumlamıştır: “Allah’a ulaşan yollar yaratıkların
nefesleri sayısıncadır.”[205]
Necmeddin Kübrâ kişiyi Allah’a götüren yolları tarik-i ahyâr, tarîk-i ebrâr ve
tarîk-i şettâr olarak üç grupta toplamış; tarîk-i ahyârı namaz, oruç, hac,
Kur’an okuma gibi ibadetlerle ve salih amellerle ruhunu olgunlaştıranların,
tarîk-i ebrârı mücâhede ve riyazetle nefsini terbiye ve kalbini tasfiye ederek
güzel huyar kazananların, tarîk-i şettârı ise bu ikisinin yanı sıra aşk, cezbe
ve muhabbetle Hakk’a doğru seyahat edenlerin yolu şeklinde ifade eder.[206]
[207]
Kadirî tarikatına girmek isteyen kişinin yapacağı ilk iş bir şeyhe
biat etmektir. Tarikata intisap şekli genel olarak şu şekilde gerçekleşir. "Önce
tövbe-istağfar edilip, tecdidi iman yapılır. Bunun akabinde mürşid 3 kere
Fatiha suresini okur. Daha sonra mübayene "Şüphe yok ki sana biat edenler,
bir tek Allah'a biat etmişlerdir. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir.
Kim ahdini bozarsa kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine
vefa gösterirse, Allah büyük bir ecir verecektir.209 ayetini
sesli okur. Daha sonra şeyh müridinden Allah'ın emir ve yasaklarına ve sünneti
seniyyeye uygun hareket edeceğine, tarîkat önderi olarak Abdulkadir Geylani
hazretlerini ve mürşid olarak kendisini kabul edeceğine dair söz alır. Üç kere
kelime-i tevhid okur ve her okuyuşta müridin tekrarlamasını ister. Sonra ayağa
kalkıp kıbleye dönerek beraber tekbir getirir. Sonra Allah Rasulüne salat-ı
selam eşliğinde dualar okunur. Tüm bu aşamalar yerine getirildikten sonra
müridin tarikata intisabı gerçekleşmiş olur.[208]
Mürid, sözlükte, irade eden, isteyen, dileyen, yaklaşan gibi
anlamlara gelmektedir.[209]
Tasavvuf ıstılahında ise mürîd, mürşidin gözetiminde olgunluk elde etme yolunda
öğrencilik sanatıyla uğraşan kişiyi ifade eder.[210]
Şeyh Safiyuddin’in eserlerine baktığımızda onun mürîd kelimesinin
yanında salîk kavramını da tercih ettiğini görürüz. Ona göre seyr u sülûk
yolculuğuna çıkan müridde şu özellikler bulunması gerekir: “Allah’tan korkmak,
Peygamberin sünnetine tabi olmak, haya sahibi olmak, dünyaya tamah etmemek,
heva ve hevesinin peşinden gitmemek, sadık ve sabırlı olmak, gafletten
sakınmak, ilim öğrenmeyi her daim istemektir”.[211]
Safiyuddin Efendi, Vasiyyetü’s-safiyye
fî’l-işaretî’l-akli’l-müfîd, isimli eserinde seyr u sülûk yoluna giren müridin
vazifeleri hakkında kısaca şunlara değinmiştir:
Yapacağı
her işte ilk olarak Allah rızasını gözetmeli.
Peygamberi,
ashabını ve ehl-i beytini sevmeli.
Makam
sahibi olmak istiyorsa nefsini ayaklarının altına almalı.
Salih
amel işleyip, gece gündüz demeden Allah’ı zikretmeli.
Sıla-i
rahimi kesmeyip akrabayı her daim gözetmeli. Onların ihtiyaçlarını görmeli.214
Mürid
ilim yolunda çektiği meşakkatlere sabır göstermeli. Nerde ilim olsa onu almalı.
Gıybet, yalan, hased gibi kötü hasletlerden uzak durmalı.
Mürşidine ve ilim ehline ve misafirlere saygıda kusur
göstermemeli.
Mürid
cimrilikten uzak durup etrafında bulunanlara iyilik yapmaktan uzak durmamalı.
Mürîd edeb, haya ve tevazu içerisinde olmalı.215
Kadiri tarikatında genel olarak mürid terbiye etme biçimi kısaca
şu şekilde açıklanmıştır:
Bir
mürşid, müridini kendi için değil, Allah rızası için kabul etmeli, ona şefkat
göstermelidir.
Gücünün
yeteceği ölçüde vazife vermeli. Belli bir aşamadan sonra vazifesini
ağırlaştırmalıdır.
Müridi
terbiye etme karşılığında Allah’tan herhangi bir beklenti içerisinde olmamalı.
Mürşid, kendisine mürid olacak kimseleri özel olarak seçmemelidir.
Müridi
terbiye etmeli ve onda herhangi bir noksanlık gördüğü zaman onu kontrol altında
tutmalıdır.
Müridin
sırrını saklamalı ve onun kendisine açtığı hallerini kimseyle paylaşmamalıdır.
Müridde,
dine aykırı herhangi bir durum gördüğünde onu gizlice uyarıp nasihat etmeli.
Safiyuddin Geylani, a.g.e, vr. 1.
Safiyuddin Geylani, a.g.e, vr. 96-98.
Müridlere
öğüt vermek isterse onları toplayıp, “Duyduğuma göre aranızdan biri şöyle böyle
bir iddiada bulunuyormuş ya da şöyle bir günah işliyormuş” vb. gördüğü kusuru
neyse söylemeli ve nasihat edip günahlardan sakındırmalıdır.[212]
[213]
[214]
Sözlükte mürşid kelimesi rehber, kılavuz, önder, yol gösteren,
bilgi veren ve öğütleyen anlamlarına gelmektedir. Terim anlamı olarak mürşid,
yani rehber olan şeyh, mürîdin durumuna, haline, liyakatine, kabiliyetine,
özetle her yönüyle istidadına 217
bakarak, onu doğru yola yönelten kimse demektir.
Şeyh Safiyuddin Efendi, şeyhler yani mürşid-i kamil zatlar için
pek çok güzel söz sarf etmiş, onların faziletlerine ve toplum üzerinde ne kadar
değerli olduklarına dair bir takım açıklamalarda bulunmuştur. Eserlerinde
hocalarına ve mürşid-i kamilin faziletlerine dair birçok şiir kaleme almıştır.
Şeyh Safiyuddin, şiirlerinde özellikle seyr u sülûk
esnasında bir şeyhe tabi olmanın ve onun yolundan gitmenin öneminden çokça
bahsetmektedir. Şeyh Safiyuddin, yukarıdaki şiirinde mürşidin bu dünyanın
ziyneti olduğunu belirtmiştir. Ayrıca mürşidi bu dünya yolunun ve insanlığın
hizmetkârları olarak da tabir eden
Safiyuddin Geylani, bu uğurda olanların güven ve huzur içerisinde
olacağını 219
belirtmiştir.21
Mürşidin Vasıf
ve Sorumlulukları
Şeyh Safiyuddin Geylani, “Vasiyyetü’s-safiyye
fî’l-işaretî’l-akli’l-müfîd” adlı eserinde mürşidde bulunması gereken vasıf ve
sorumluluklar hakkında kısaca şunlara değinmiştir:
Makam
ve mevki hırsından uzak durmalı.
Nefsini
kötülüklerden korumalı ve arındırmalı.
Cömert
olmalı. Cimrilikten ve tamahkârlıktan uzak durmalı.
Cesaret,
adalet ve merhamet gibi güzel ahlâka sahip olmalı.
Ayıpları
ifşa etmemeli ve gıybetten uzak durmalı.
İnsanları
dine tabi olmaya ve Allah’ı zikretmeye yönlendirmeli.
İnsanlara
karşı sürekli nasihat içerisinde olmalı.
Münakaşadan
uzak durmalı.[215]
[216]
Zikir, kavram olarak anmak, hatırlamak, gaflette olmamak anlamına
gelir Kuşeyri’ye göre zikir iki çeşittir: Dilin zikri, kalbin zikri. [217]
Zikir bir ibadettir.
Zikredeni tefekküre götürür. Tefekkür de hafv (korku) ve recaya
(ümit) götürür. Nitekim bir ayette şöyle buyrulmuştur: “Onlar ki ayakta iken de
yayarlarken de Allah’ı zikrederler.”[218]
Zikir ile ilgili Hadis-i şerifte ise şöyle buyrulmuştur: “Allah’a
zikir halinde olan bir cemaatle sabah namazı vaktinden güneş doğuncaya kadar
yanlarında oturmam, bana îsmailoğulları’ndan dört tanesini kölelikten
kurtarmamdan daha hoş gelir.”[219]
İlk dönem mutasavvıflarından îbn Atâ zikrin aşamalarını önce dil,
sonra kalp, sonra sır ile yapılan zikir şeklinde sıralamış ve zikir sonucu
ruhların Allah’ın nuruyla yüceleceğini belirtmiştir.[220] [221]
Safiyuddin Efendi, zikir hakkında yazdığı şiirinde kısaca şu
değerlendirmede bulunmuştur: “Akıl ve ilim gereklidir. ilimden sonra da
zikir gereklidir. Allah ’ı zikir kalbi mutmain eder. Öyleyse herkes Allah’ı
zikir içerisinde olmalıdır. Çünkü zikir, ölümü ve kabir hayatını hatırlatır ve
cehennem ateşinden kurtarır. Zikrin en faziletlisi 225
ibadetle birlikte olandır.
Safiyyuddin Efendi, İnsanın her daim Allah’ı zikretmekle yükümlü
olduğunu belirtmiştir. Kulu, Allah’ı zikirden uzaklaştıracak hiçbir neden
olmamalıdır. Mü’min, bolluk anında Allah’ı zikrettiği gibi; bela ve musibet
zamanında da Allah’a dua etmek ve O’ndan yardım dilemek zorundadır. Müminin bu
uğurda yapacağı her ameli bir zikir mesabesindedir.[222]
Şeyh Safiyuddin Efendi, eserinde zikrin faziletlerine dair kısaca
şunlara değinmiştir:
Zikir, Allah’a olan muhabbeti artırır.
Zikir
kulu Allah’a yaklaştırır.
Allah’ı
hakkıyla zikreden cehennem ateşinden kendisini korur
Zikreden
kimse, nefsin ve şeytanın şerrinden korunmuş olur.
Zikir
ruha ferahlık verir, salikteki manevi halleri ortaya çıkartır.
Zikir
insanları karanlıktan nura sevkeder.[223] [224]
Allah’a hakkıyla kul olma inancıyla hareket eden seyr u sülûk
yolcusunun, bu uğurda yaptığı her güzel fiil ve dilinden dökülen her güzel
kelam birer zikir niteliğindedir. Kula Allah’ı hatırlatan ve gafletten
uzaklaştıran her şahıs, ders, gayret, konuşma ve çalışmada zikirdir ve bunları
yerine getiren de zikir ehlidir. Çünkü onlar,zikre uygun olarak
davranmışlardır.
Seyr u sülûk yolunda, nefsin manevi rahatsızlıklardan nasıl
arındırılacağını bilen mürşidler, müridlerin hâl ve durumuna göre adabına uygun
zikri vererek Hakk’a ulaşmalarına vesile olurlar.[225] Bu bağlamda Safiyuddin Efendi
zikrin adabı hakkında müridlerine şu tavsiyede bulunmuştur:
Zikir
gösterişten uzak olmalı.
Zikir
huşu ve itidal içerisinde yapılmalı.[226]
Salik
yaptığı zikrin anlamlarını bilmeli.
Her
vakit namazdan sonra zikir ihmal edilmemeli.[227]
Her
daim zikir yapacağım diye maişet işleri ihmal edilmemeli.[228]
Safiyuddin Efendi zikri birkaç söz söylemeye ve raks etmeye
indirgeyen bazı sufileri eleştirmiş onların hakikî manada sufî olmadığını
belirtmiştir. Ona göre sadece raks etmekle, yapılan zikir caiz olmaz. Müellife
göre, Allah’ı sadece belli sözlerle değil, zikrin tadını gönülden hissederek
huşu ve itidalle yapılan zikir caizdir.[229]
Sufiler ruhî tecrübe ve tasavvufî ictihadlarla zikrin adedi,
zamanı ve yapılış şekli konularında yeni ve bazen birbirinden farklı
uygulamalar getirmişlerdir. Bütün bunların gayesi huşû içinde ve şuurlu bir
zikrin yapılmasıdır. Bazı sufiler sesli bir şekilde zikir yapmayı tercih
ederken, bazıları ise sessiz ve kalpten zikretmeyi tercih etmiştir. Bazıları
ise yeni müridler için sesli, belli bir mesafe alanlar için sessiz zikrin daha uygun
olacağını söylemişlerdir. Bazı tasavvuf büyükleri Allah Teâlâ’nın farklı
isimlerini zikretmeyi tavsiye etmiş, bazıları ise daha tesirli gördükleri için
ism-i celal yani “Allah” zikrine öncelik vermişlerdir. Günlük olarak yapılacak
zikrin adedi konusu da bu şekilde farklılıklar arz etmektedir. Ayrıca sufiler,
zikrin bir rehber ve mürşid gözetiminde yapılması gerektiği üzerinde önemle
durmuşlardır.[230]
Şeyh
Safiyuddin’in Zikir Talimi
Zikir talimini babasından alan Safiyuddin Efendi, eserinde kaleme
aldığı ve ulaşabilen herkesin de öğrenip uygulaması temennisiyle sabah
namazından sonra yaptığı zikri şu şekilde tarif etmiştir:
Her
Farz namazından sonra 10 kere “kelime-i tevhid” okunur. Bu sayı 25’ten 100’e
kadar artırılabilir.
Sabah namazından sonra Esma’ül Hüsna okunur. Sonra sırasıyla;
Tevbe
suresi (128-129) ayetleri,
Kehf
suresi (1-14) ve (107-110)ayetleri,
Mu’minun
suresi(115-118) ayetleri,
Saffat
suresi (1-13) ayetleri,
İhlas
suresi, Felak ve Nas sureleri.
3
defa, “ Sübhanallahi vel-hamdülillahi vela ilahe illallahü vallahü ekber,
vela havle vela kuvvete illa billah”.
3
defa, “Hasbunallahı ve ni'mel vekil ni'melMevla ve ni'me'n nasîr”
1
kere “Lâ ilâhe illâllâhül- ‘azîmül-halîm. Lâ ilâhe illâllâhü Rabbül- ‘arşil-
‘azîm.
Lâ ilâhe illâllâhü Rabbü’s-semâvâti ve Rabbül-ardi ve Rabbül-
‘arşil-kerîm”
1
kere “Hasbiyallâhu lâ ilâhe illâ hûve aleyhi tevekkelin ve hüve rabbül arşil
azîm".[231]
Şeyh Safiyuddin, kişi ayakta da olsa işte de olsa imkan dahilinde
yukarıda geçen zikri yapmasını tavsiye etmiştir.
“Kalpler ancak Allah’ı zikretmekle mutmain olur”[232]
ayeti gereğince zikir, kalbi bütün dert ve kederden arındıran Allah’ın rızasına
ulaştıran, kişiyi habis ruhlardan koruyan, bedeni ve kalbi güçlü tutan bir
ameldir. Kur’ân’ı Kerîm’de “Ey iman edenler, çokça zikretmek suretiyle Allah’ı
zikredin”[233]
ayeti kerimesi zikrin Allah katındaki değerinin en açık bir göstergesidir.
Çünkü zikir, düşüncemizde ve yaşantımızda tek söz sahibi olan Allah’ın
belirlemiş olduğu hükümlere göre hareket etmek ve bu doğrultuda koyulan
ölçülere riayet etmekle gerçekleşir. Zikir bir an olsun Allah’u Teâlâ’yı
aklından çıkarmayarak onun gösterdiği istikametten gitmektir. Zikir, Allah’ı
sadece belli sözlerle değil, gönülden onaylayarak onun hükümlerine teslim
olmaktır. Teslim olmak ise istenilen şeyi yerine getirmekle gerçekleşir. Yoksa
birkaç söz söylemekle, raks etmekle, zikir yapılmış olunmaz. Dolayısıyla
bilinmelidir ki zikir, tekbir, tehlil, tesbih ve tahmidle sınırlı değildir.[234]
Kadirî tarikatında ise zikir genel olarak kuudî (oturarark),
kıyamî (ayakta) ve devrani[235]
(dönerek) şeklindedir. Usul olarak ise cehri (sesli) zikir benimsenmiştir.[236]
Sufiler zikir için her ne kadar belli bir zaman ve mekan sınırlaması
koymasalar da, zikri daha ihlâslı bir şekilde yerine getirebilmek için birtakım
adablar belirlemişlerdir.[237]
Bitlis ve çevresinde bazı kadiri tekkelerinde veya dergâhlarında
zikir özellikle Cuma akşamları Şeyhin liderliğinde halka şeklinde toplanılarak
yapılır.[238]
Oturularak başlanılan zikirde Kelime-i Tevhid okunduktan sonra ayağa kalkılır
ve cehri (sesli) olarak şu virdler[239] okunur:
100
kere “Kelime-i Tevhid” okunur.
Daha sonra ayağa kalkarak sırasıyla,
Okunan virdlerin
ardından zikir dualar eşliğinde sona erer.[240]
Seyr u sülûk, tasavvuf ve tarikatlardaki eğitim ve terbiye işine
verilen genel isimdir. Sözlükte gezmek ve yürümek anlamına gelir. Tasavvuf ıstılahında
ise kulun fani varlığından Allah’ın varlığına, cehaletten ilme, kötü huylardan
güzel ahlaka yönelmektir.[241]
Seyr u sülûka giren salikin belli bir noktada kalmayacağı gibi
seyirde çıktığı menzillerin de kendine has hallerini müşahede eder. Safiyuddin
Efendi’ye göre bu ahvallerin hayrını ve şerrini ayırt edebilmek için ilk olarak
bir mürşide tutunup hakiki menzillere ulaştıran tarikatlara intisap etmek
gerekir. Şeyh Safiyuddin, kendisinin manevi yolculuğunu aşağıdaki beyitinde şu
şekilde ifade etmiştir:
Bu dünyada mürşidim olan babama tutundum
Ahiret’te benim için gizli ya da açık şefaatçi olmasını istiyorum
Çünkü O Rasulullah’ın kabilesinden ve Geylani ’nin neslindendir
Gece gündüz sürekli O’nu anıyorum
Geylani ’nin dediği gibi; sizden övülmüşlerin yolundan gitmenizi
istiyorum
Kadirî tarikatı övülmüştür, onun yolu alîdir
Safiyuddin! Her zaman bu yola tutun
Allah’a itaat et ve tüm kadirilere çağrıda bulun [242]
Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleri, manevi yoldan hakikate
ermeleri için insanları velayet makamı ile çekmiştir. Tarikatlar, ilahi ilmi
öğretmek için kurulmuş olan tasavvuf okullarıdır. Bu okulların temelinde Seyyid
Abdulkadir Geylani’nin büyük katkısı olmuştur.[243] Abdulkadir Geylani Hazretleri
bir kasidesinde: “Hiçbir alım yoktur ki benim ilmimle bilgin olmasın. Hiçbir
sülûk eden yoktur ki benim usûl ve prensiplerimle hareket etmesin.” [244] Kadiriliğin
tarikatlar arasındaki konumu ve önemine binaen Şeyh Safiyuddin Efendi, salîkin,
kadiri tarikatı yolundan gitmesini, Allah’a boyun eğip, bütün Kadirileri buna
çağırılmasını yukarıdaki beytinde nida etmiştir.
Safiyuddin Efendi, eserlerinde seyr u sülûk adabı hakkında bir
takım değerlendirmelerde bulunmuştur. Şeyh Efendi bu manevi yolculuk esnasında
sakınılması gereken davranışlar noktasında salîklere bazı nasihatlarda ve
uyarılarda bulunmuştur:
Salîk
her daim salih amel işlemeli ve gayesi sadece Allah rızası olmalı.
Salîk
dua ve zikirlerini aksatmamalı.
Kalbini
her daim gözetmeli ve gafletten uyanmalı.
Dünyevi
gayelerden uzak durmalı.
Makam
hırsından sakınmalı. Bir makama ulaşmak istiyorsa önce nefsini çiğnemeli.
Nefsanî
ve şehevanî duygulardan kendisini arındırmalı. Nefsiyle her daim mücadele
içerisinde olmalı.
Mürşidine
her daim hürmet göstermeli O’nlara hizmette kusur göstermemeli.[245]
Kadirî tarikatında seyrüsülûk bütün esma tariklerinde olduğu gibi
Allah’ın yedi isminin zikredilmesiyle olur. Bu tasnife göre:[246]
Nefs-i
emmâre: Kötülüğe meylettiren nefistir.[247] Kur'ân-ı Kerîm'de ki
"Ben nefsimi temizleyemem, çünkü Rabbimin merhamet gösterdiği hariç, nefis
aşırı derecede kötülüğe yönlendirir. Muhakak ki Rabbim, bağışlayan ve merhamet
sahibi olandır."[248]
Ayetinden alınmıştır. Zikri "La ilâhe ilallah'tır."[249]
Nefs-i
Levvâme: Kötülük yaptığı zaman kendisini ayıplayan ve iyiliğe meyletmeye
başlayan nefistir. "Kendini kınayan nefse yemin ederim" [250]
ayetinden mülhemdir. Zikri, "Ya Allah”tır.[251]
Nefs-i
Mülheme: Doğruyu yanlıştan ayırmaya ve ilham ve keşfe açılmaya başlayan
nefistir. "Nefse kötülüğünü ve Allah'tan korkmasını ilham edene
andolsun"[252]
ayetinden alınmıştır. Zikri, "Ya Hû" dur.[253]
Nefs-i
Mutmainne: Güzel huylarla bezenmiş, kötü ve çirkin özelliklerden kurtulmuş
nefis. "Ey mutmain olan nefs" [254] ayetinden alınmıştır. Zikri
'Ya Hak’dır.[255]
Nefs-i
Râziye: Kendisi ve başkaları hakkında, Allah'tan gelene razı olan nefistir.
"Dön Rabbine, O senden sen de O'ndan razı olarak"[256] ayetinden mülhemdir. Zikri
"el-Vâhid’dir."[257]
Nefs-i
Merziyye: Kendisi Allah'ın hüküm ve kararlarından râzı iken, Allah'ın da ondan
razı olduğu nefistir. Yine "Dön Rabbine, O senden sen de O'ndan razı
olarak"[258]
ayetinden alınmıştır. Zikri, "el-Azîz."[259]
Nefs-i
Kamile: Bu dereceye ulaşmış seyri sülûk yolcusu, artık marifete, hakikate,
ulaşmış ve insanlara bu uğurda yol göstermeye, yani mürşid olmaya yetkili hale
gelmiştir.[260]
Zikri, "el-Vedud"tur.[261]
Nefis, sözlük anlamı olarak, "ruh, nefes, hayat, varlık,
hayatın ilkesi, zât, insan, kişi, hevâ ve heves, beden, kan, bedenden
kaynaklanan sufli arzular" gibi anlamlarda kullanılır.[262] Istılahî anlam olarak ise,
kulun yerilen ahlâkı ve amelleri anlamlarında kullanılmaktadır.[263]
Sûfîler nefs kavramını kullandıkları zaman bu kelime ile ne bir
şeyin varlığını, ne de va’z olunmuş kalıbı kastederler, onların nefs kelimesinden
muradı, kulun kötü vasıfları ile yerilen huy ve fiillerdir."[264]
Safiyuddin Efendi, nefis ile alakalı hislerini aşağıdaki beyitinde
şu şekilde dile getirmiştir:
Dünya güzelliklerine aldanarak ömrümü zayi ettim
Günah denizine düştüm, yardım istiyorum
Seslenmenin faydası var mı, günler geri geliyor mu?
Nedamete bulandım, kendimi ayıplamanın faydası yok
Dünya zîneti, nefsi levvameye itaatle aldatır
Nefsin düşmanlıklarından uyanma zamanı
Şüphesiz ki (nefis) müminler için bir düşmanıdır, Onları aldatır
Ona itibar etmeyin, çünkü nefis insanı kandırır.
Eserinde, ecdadının nefis ile mücadelesini anlatan müellif
kendisine şu şekilde uyarılarda bulunmuştur: “Ey Safiyuddin! ecdadının
hareketlerini, faaliyetlerini, vasıflarını yaz. Niçin haline bakmıyorsun?
Nefsini ayaklarının altına al. Kötülüğe meylettiren nefse itaat etme. Riyadan
arın! ibadet ve zikirlerinle Allah ’a yönel. Daima nefsinle cihad içerisinde ol.
Çünkü en büyük cihad, insanın nefsiyle olanıdır. Dünyanın renklerine,
ziynetlerine aldanma. Kur’ân-ı Kerim okumakla, hadisleri mütalaa etmekle, [265] evliyaların
menkıbleriyle meşgul ol. Zaman zaman uzlete çekil. Çünkü uzlet, [266] bu zamanda nefis terbiyesi için en faydalı
şeylerdendir. Ölümün ne zaman geleceğini hiçbirimiz bilemeyiz. O yüzden pişman
olacağın şeyler de yapma. Allah ’a tevekkül et ve O’nun yoluna sadık ol ancak
bu şekilde kalbin mutmain olur.”[267]
Tasavvufi eğitimde önemli kavramlardan bir olan zühd, sözlükte
"rağbet etmemek, bir şeye isteksiz kalmak, sakınmak, dünyaya olan istek,
arzu ve hırsın zıddı" anlamlarında kullanılmaktadır.[268] Istılahi anlam olarak ise,
dünyaya, Allah’tan gayrı her şeye karşı isteksiz olma, değer vermeme, dünyadan
ve dünyevî olanın peşinde koşmaktan yüz çevirerek, hayatı ahrete dönük bir
şekilde, mümkün olduğunca ibadetleri yerine getirmek Kur’ân okumak, zikir ve
tesbih yapmak gibi ibadetlerle geçirmek 274 demektir.[269]
İmam Ebu’l-Kasım Kuşeyri, zühdün anlamının ne olduğu hakkında
mutasavvıfların farklı yorumlarını paylaşmıştır. Bazı sufilere göre zühd haram
şeylerde olur. Çünkü helal, Allah Teâlâ tarafından mubah kılınmıştır. Allah
Teâlâ bir kuluna helal kazanç ihsan eder, kul da şükür amacıyla Rabbine ibadet
ederse, artık kulun iradesi ile o nimeti bırakması, Allah Teâlâ’nın izni ile
elde tutmasına tercih olunamaz.[270]
Diğer bazı sufilere göre ise, haramda zühd şarttır, helal de ise
fazilettir. Çünkü kul sahip olduklarına şükreder, Allah Teâlâ’nın kendisine
nasip ettiğine razı olur ve kanaatkar olursa; bu durumda az mal ile yetinmek,
dünyada zengin olarak yaşamaktan daha güzel ve daha hayırlı olur.[271]
[272]
Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de “De ki: Dünyanın faydası azdır, ahiret ise takva
sahipleri için daha hayırlıdırl”2711 Ayeti ile insanların
dünyaya tamah etmemesi tavsiye edilmiştir.
İbn Berracan’a göre hayrın tamamı zühdün konusudur ve üç bölümde
bulunur:
Tüm
alakaları terk etmek, (Hayat gailesini kesmek)
Bedeni,
Yaratan’a karşı gelmekten sakındırmak,
İnsanlardan
ilgiyi kesmek.[273]
Safiyuddin Efendinin zühd anlayışı genel olarak, dünyalık şeylerin
geçici olduğu ve ona aldanılmaması üzerinedir. Vasiyyetü’s-safiyye
fî’l-işaretî’l-akli’l-müfîd isimli eserinde bu konuya şu şekilde
değinmiştir: “Ey Evladlarım! Biliniz ki dünya fanidir. Nasıl ki ilkbahar
mevsimi tüm canlılığıyla ortaya çıkar, güzelliğiyle insanın gönlüne ferahlık
verir, fakat kısa bir zaman içerisinde bu yeşillik, canlılık yok olur; işte
dünya hayatı da bunun gibidir. insanlar dünyadaki güzel hasletlerin hep devam
edeceğini sanır ama sahip olduğu güzellikler elbet bir gün yok olacak. Çünkü
dünya, hep bir felakete doğru dönüyor. Bir gün her şey güzel giderken bir anda
kötüleşebiliyor ya da İnsan zenginken, gün geliyor bir anda fakirleşebiliyor.
Sağlığı yerindeyken bir anda hastalanabiliyor. Mutlu mesut yaşarken bir anda
hüzne bulanabiliyor. İnsan bunun gibi birçok şey yaşamasına rağmen hala nasıl
dünyaya itimat eder. Akıl sahibi insan buna iltifat etmez. Şayet ibadetlerine
devam eder münkir şeylerden uzak durup Allah’ın ipine sımsıkı sarılırsa,
dünyada sahip olduğu nimetler artar ve genişler. Mahlukun elindekilerden yüz
çevirip Yaradandan isterse, işte o vakit zahidlerden ve şükredenlerden olur.”[274]
Safiyuddin Efendi’nin sözlerinden de anlaşılacağı gibi, insanların
zahid olmasını, dünyaya ehemmiyet vermemesini tavsiye etmiştir. Allah Teâlâ
kullarına dünyaya olan tamahkârlıklarından sakındıracak bir takım musibetler
veririr. “Muhakkak ki biz sizleri biraz korku, biraz açlık ile mallardan,
canlardan, ekinlerden eksilterek imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele. Onlar
ki, başlarına bir bela geldiği vakit, “Biz Allah ’tan geldik ve elbet ona
döneceğiz” derler.[275]
Hakk’tan kullara gelen musibet ilahi nimetlerdendir. Nitekim böyle olması
insanın hakikati kavraması, dünyaya önem vermemesi ve tamamen Rabbine yönelmesi
içindir.[276]
İhlas sözlük anlamı olarak, bir şeyi halis kılmak, katıksız olmak,
riyayı terk etmek, vasıl olmak, gösterişi bırakmak, samimi olmak, kalbi
bulandıracak şeylerden uzak kalma gibi anlamlarda kullanılmasının yanında
tevhid ve tahsis etmek manasında da kullanılır.[277] [278] Istılah anlamı olarak ise,
insanın davranışlarını hem kendisi hem de başkalarının görme isteğinden uzak
olarak yerine getirmesi, davranışlarına karşılık beklememesi, bu işleri yapmağa
ehil kılınmasına, sevincinden ve bunların şükrünü yerine getirmekle meşgul
bulunması hasebiyle yaptığı işleri gösterip ondan bir karşılık 283
beklemeye fırsat bulamamasıdır.
Üstad Kuşeyri’ye göre ihlâs, sadece Allah Teâlâ’ya itaat etmekle
gerçekleşir. Bu itaat ise Hakk Teâlâ’ya yaklaşmayı murad etmekle hasıl olur.
Başka bir kul için yapmacık bir şey işlemek, halkın övgüsünü kazanmayı veya
halk tarafından sevilmeyi arzulamak ve kulu Rabbine yaklaştıran şeyler dışında
herhangi bir niyet taşımak ihlâsa manidir.[279]
Mutasavvıflara göre ihlâs, ibatetin ruhudur. İhlas olmadan amelin,
amel olmadan ihlâsın hiçbir faydası olmaz.[280] Çünkü her şeye değer katan
ihlâstır. İbadetin fazla olanıyla değil, ibadetin ihlâslı olmasıyla kurtuluşa
erişilir. Fakat kul, ihlâslı olduğunu iddia etmemelidir. Çünkü ibadetlerin
ihlâslı olduğu düşüncesi, ihlâssızlığı doğurur.[281]
Safiyuddin Efendi’ye göre ihlâs, sözle gösterişle olmaz.
İbadetler, riyadan uzak bir şekilde ve Allah rızası gözetilerek yapılmazsa,
yapılan ibadetlerin de bir anlamı olmayacağını ifade etmiştir.[282]
Şeyh Safiyuddin bu konudaki meramını aşağıdaki beytinde şu şekilde dile
getirmiştir:
Ey Safiyuddin ne diyeceksen de!
Riya olmasın, melûl olmasın
Bunda şüphe yok çünkü hakikat kesindir
Kim yüz çevirirse melûldür
Korkma, söyle ve yaz
Hak haktır, adalet adalettir
Mutasavvıfımıza göre seyr u sülûk yolcusu riyanın her türlüsünden
uzak durmalıdır. Çünkü riya insan için tehlikeli bir düşmandır. Bunun yanında
ihlâssız yapılan amellerin faydasız olduğunu belirten müellif, bu tür amellerin
kişiye zarar verebileceğini de ifade etmiştir. Bu nedenle seyr u sülûk
yolcusuna düşen ilk iş [283]
Allah’tan
gayrı ne var ise gönlünden uzaklaştırarak bu yolda sebat etmektir. Böylece halis
kalan kalp ile yolcu vuslatına erer.
Arapçada ‘hubb’ kelimesinden türetilen muhabbet kavramı, sözlükte
“buğzun zıttı” olarak tanımlanmaktadır. Literatürde hub, muhabbet ve vûd
kavramları ‘sevgi’ anlamında kullanılmıştır. Bu sevginin coşkulu bir şekilde
yansıması ise ‘aşk’ kelimesiyle ifade edilmiştir.[284] [285] Tasavvufi ıstılahta muhabbet;
zorlama olmaksızın kalbin Allah’a yönelmesi diye tanımlanır.[286]
Bazı sufierin sevgi ve muhabbet hakkındaki görüşleri şu
şekildedir:
Beyazid-i Bistami, muhabbeti, “senden olan çok şeyi azımsaman,
sevgiliden olan az şeyi çoğumsamandır”[287]
[288] diye tanımlamıştır.
Cüneydi Bağdadi’ye muhabbet hakkında sorulunca şu cevabı
vermiştir: “Aşıkın kendi sıfatlarını terk etmesi ve onun yerine muhabbet
duyduğu kişinin „293
sıfatlarına girmesidir.
Kulun Rabbi’ne duyduğu muhabbete gelince, bu kulun gönlünde
bulduğu ve hissettiği bir şey olup, ibare ile ifade edilmeyecek kadar latiftir.
Bu hâl Allah’ı tazim etmeye, O’nun rızasını hiçbir şeye değişmemeye, O’nsuz
kalmaya dayanamama ve Rabbine karşı içinde bir his duymaya sevkeder.[289]
Safiyuddin Efendi’nin tasavvuf anlayışının merkezinde
‘muhabbetullah’ yer alır. Onun şiirlerinde Allah’a olan sevgi ve bu sevginin
çeşitli tezahürleri bulunmaktadır:
Sevgili, daima muhabbet hakkıyla doludur
Kim ki Allah sevgisini kast ederse o Allah’tandır
Size sevginin Allah’tan olduğunu söylüyorum
Gece gündüz O’nu anıyorum
Safa sen buna sadık mısın?
Safiyuddin Efendi tarikat ehli bir zat olup, hayatını kaleme
alırken belirttiğimiz üzere Kadirî tarikatından icazetlidir. Şeyh Safiyuddin,
Abdulkadir Geylani’ye ve kadiri tarikatına olan muhabbetini ve bağlılığını
dizelerinde Osmanlı Türkçesi ile şu şekilde dile getirmiştir:
“Meded ey pîr-i Geylânî velîler başkanı sensin
Ümidim her zaman vardır benim pîrim, pîrim sensin
Tarîkim kadirîdir, hem büyük rahım hakikattir
Kavidir zincirim mutlak reis-i ümmeti sensin
Tarikat yolunu yaptın senin ceddin Muhammed’dir
Şerîat menba-ı odur, tarîkat menşe-i sensin
Çağırdım ben nidamla senin ismin benim zikrim
Müridinle peyman ettin her daim hazır sensin
Bu dünyada ve ukbâda bi-emsalsin bî-lâ şübhe
Senin ceddin ümmetinin şefaatçıları sensin
Semalarda gezerdin hem büyük arşıda gördün
Bizi de hiç unutma, serveri sultan-ı azâm sensin
Semalarda seni sordum uzaktadır senin pîrin
Figân ettim heman düştüm, benim secde-i dergahım sensin
Meded ey pir-î Geylani senin yolun hakîkattır
Fakîrim bî-kesim bu gün ümîdim şâh-ı pîr-i sensin
Her yerde her zaman vardır senin ismin senin zikrin
Tamam-ı mahlukana ra ki daima ümîd varsın
Safâ bu gün hemen tut ki büyük rah-ı Geylanî
Meded ey pîr-i azâm gel ümîdim şah-ı sultansın” [290]
Murşidin mürşide olan muhabbetine dair Şeyh Safiyuddin, eserinde
babası Şeyh Muhammed el-Kadirî ve Şeyh Alaaddin Ohinî arasındaki sevgi ve
saygıyı şu şekilde anlatıyor:
“Günlerden bir gün Şeyh Alaaddin Ohinî evimize geldi. Babam Şeyh
Muhammed evde değildi. Garzan [291] beldesine gitmişti. Şeyh
Alaaddin’in yanında Fethullah Verkanisi’den mücaz Mutki Müftüsü Molla Ahmet
el-Uçumî, Hacı Abdulvahhab ve başkaları da vardı. Beraber ikindi namazı kıldık.
Namazdan sonra Hacı Abdulvahhab Şeyh Alaaddin’e dönerek yanımda taş var hatme[292]yapalım dedi. Şeyh
Alaaddin hayır hatme yapmayacağız. Çünkü burası Şeyh Muhammed’in evi diye cevap
verdi. Hacı Abdulvahhap, Şeyh Muhammed burada değil yapalım diye tekrarladı.
Bunun üzerine Şeyh Alaaddin ısrar eden hacıya dönerek; evet Şeyh Muhammed
burada değil, fakat mekan onun mekanı. Muhakakk ki ben edebi terk etmeden ona olan
hürmetimi muhafaza edeceğim. ”[293]
Safiyuddin Efendi, Şeyh Muhammed ile Şeyh Alaaddin’in arasındaki
muhabbetin, tıpkı Havas’ta[294],
evliya da ve allame de olduğu gibi Allah için olduğunu belirtmiştir.
İlim, bilmek anlamında gelir. Istılahi tanım olarak ise, bir şeyin
hakikatini idrak etmek, tasdik etmek, sufinin kendisini bilmesi ve irfan gibi
anlamlarda kullanılır.[295]
İlimle alakalı Kur'ân’da pekçok ayet bulunmaktadır. Bunlardan
bazıları şu şekildedir. "Allah sizden hakkıyla iman etmiş olanları
yüceltir ve ilim ehline gelince onları dereceler ile yükseltir."[296] "Rabbim benim ilmimi
artır."[297] "Hiç bilenlerle
bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu, ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla
tefekkür eder."[298]
Mutasavvıflar, geçmişten günümüze kadar ilim hakkında değişik tanım
ve tasnifler yapmıştır. Mutasavvıflara göre kesbî ilim ve vehbî ilim olmak
üzere iki türlü ilim vardır. Kesbi İlim, bir çalışmanın sonucu olarak kişinin
sonradan kazandığı ilimdir. Vehbi ilim ise, herhangi bir çaba ve çalışmanın yer
almadığı, yaratılıştan gelen ilme verilen isimdir.[299]
Seyyid Abdulkadir Geylani, Sırrû’l-Esrâr isimli eserinde
ilmi dört gruba ayırarak şu şekilde tanımlamıştır:
Şeriat,
yani zahiri emirler ve yasaklar.
Tarikat,
yani iç hükümler, batın ilmi.
Marifet,
yani batının ta kendisi
Hakikat,
yani batından daha batın.[300]
Safiyuddin Efendi, herkesin ne olursa olsun ilim öğrenmesi
gerektiğini ifade eder. Ona göre ilim insanın kalbini güzelleştirir. Cehalet ve
kaybolmuşluktan kurtarır. İlim kişiyi yalandan doğruluğa, isyandan salih amele
götürür. Kulu Allah’tan korkmaya ve O’nun dışında hiç kimseden bir şey
istememeye sevkeder.[301]
[302]
Faydalı ilmin her türlüsünü öğrenmeyi tavsiye eden Safiyuddin
Efendi, bununla birlikte Arap dilinin öğrenilmesini ve ilmi okumaların ihmal
edilmemesini 308
tavsiye etmiştir.
“ilim Çin’de dahi olsa gidip alınız.” Hadisini zikreden Safiyuddin Efendiye göre ilim insanlar arasında
muhabbeti artırır. Buna binaen, insan yaşça büyük olsa dahi ilimden kopmaması
gerektiğini ve bir harf bile olsa kişinin ilim öğrenmesi için çabalaması
gerektiğini belirtmiştir. [303]
[304]
Safiyuddin Efendi, bir beyitinde ilme verdiği değeri şu şekilde
ifade etmiştir:
“İlmi dünya ve
menzilden daha yüce gördüm
Onun tadı bal ve helvadan daha tatlıdır
Şeyh Safiyuddin İlme ve ilim ehline verdiği önemi bir başka
beytinde şu şekilde değinmiştir:
Görüyorum ki ilimde semereler vardır.
Hangi dilde olsa onda hayat vardır
Her zaman hizmet etmek gerek
Ölmeden önce ilim ve ilim ehli için
Sabır kavramı sözlükte hapsetmek, güçlü ve dirençli olmak,
engellemek anlamlarında kullanılır.[305] [306] Tasavvuf! anlam olarak ise
nefsin haz duyduğu şeylerden
312 mücahede
yoluyla uzaklaşmasıdır.
Sabrın çeşitli kısımları mevcuttur: Kulun kendi iradesiyle elde
ettiği şeylere gösterdiği sabır, iradesi dışında meydana gelen hadiselere
gösterdiği sabır.[307]
Sabır kökünden türeyen kelimeler Kur’ân’da 103 yerde geçmektedir.
Bu ayetlerden bazıları şu şekildedir: “Sen güzel bir şekilde sabret”[308],
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden
eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.”[309]
Sabır ile alakalı Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Sabır,
sarsıntı tesiri yaptığı ilk anda gösterilen, tahammüldür.” [310]
İnsanoğlunu bazen en yakınında bulunan kişiler ya da başına gelen
bela ve musibetler sıkıntıya sokar. Şeyh Safiyuddin eserinde belirttiğine göre
bir mecliste tansiyon yükseldi mi sabretmek gerekir. Şayet sabır olmazsa cevher
bela olur. Cevher bela oldu mu da insanın bir kıymeti kalmaz. Ona göre insan
sabretmezse içinde bulunduğu durumdan hiçbir fayda görmez. Kişinin sıkıntı
denizinde boğulmaması için şükür, sabır ve tahammül etmesi gerekir.[311]
Safiyuddin Efendi, sabrın tüm boyutlarında örnek bir müslüman
olarak yaşamıştır. İlim yolunda çekilen çilelere, başa gelen bela ve
musibetlere, sıkıntılara, dertlere sabır gösterme konusunda müridlerine sürekli
tavsiyelerde bulunmuştur. O, Allah rızası için gayret göstermeyi, bu uğurda
sebat ve sabır göstermeyi kendisine şiar edinmiştir.[312]
Safiyuddin Efendi, çilesi, hastalığı, sıkıntısı için kendisine
başvuran herkesi dinler, onların dertleriyle dertlenirdi. O bulunduğu yerde
herkese karşı duyarlı olmuştur. Çevresinde bulunanların hallerini sorup, sıkıntılarını
sabırla çözüme kavuşturmak için çabalamıştır. O, “Allah sabredenle beraberdir.”
Ayetini kendisine şiar edinmiş, çektiği bütün sıkıntılara en güzel şekilde
sabır göstererek sabr-ı cemilî yerine getirmiştir.[313]
Özetle Safiyuddin Efendiye göre sabır; kişinin başına gelen bütün
bela ve musibetlerden kurtulmanın anahtarı, tüm üzüntüden sıkıntıdan kurtulup
bunun sonucunda huzura kavuşmanın yoludur.[314]
Dünya kelimesi 'yakın olmak' anlamında kullanılan dünüv kökünden
türemiş 'en yakın' manasındaki 'edna' kelimesinin müennesidir. Tasavvuf
litaretüründe dünya farklı şekillerde tanımlanmıştır:
Seni
Allah'tan uzaklaştıran herşey.
Geçici
fani bir mekan.[315]
Kur'ân-ı Kerîm'de " Düya hayatı sakın sizi aldatmasın" [316]
"Biliniz ki dünya hayatı ancak bir oyun, bir süs, bir eğlence, aranızda
karşılıklı bir övünme, daha çok mal ve çocuk sahibi olmaktan ibarettir. "[317]
şeklindeki ayetlerle dünyanın sürekli aldatıcı yönüne değinilmiştir.
Hadis-i Şerifte Peygamber Efendimiz dünya hayatını şu şekilde
tarif etmiştir: “Ahiretin yanında dünyanın değeri, ancak sizden birinizin
parmağını denize daldırmasına benzer. Parmağı ile denizden alabildiği suya bir
baksın.”[318]
İmam Gazzali, dünyayı, insanlara süslü ve güzel görünerek onları
cezbeden, Allah'a kavuşmaktan alıkoyan çirkin bir şey olarak tarif eder.[319]
Kettani, "Dünya bela üzerine, ahiret ise takvâ üzerine taksim
olunmuştur" der.[320]
[321]
Niyazi Mısri, dünyayı 327 zindana benzetir ve dünyanın kurtulunması gereken bir
zindan olarak kabul eder.
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri'ne göre dünya, fani, karanlık
ve hayalden ibarettir.[322]
Safiyuddin Efendi,
"Vasiyyetü’s-safiyye fî’l-işaretî’l-akli’l-müfîd" isimli
eserinin giriş kısmında dünya hayatının aldatıcı ve geçiciliği ile
ilgili bir takım uyarılarda bulunmuştur. Kendisinin dünya lezzetlerine tamah
etmediğini, şu sözlerinden anlıyoruz:[323] [324]
Ey nefsi emmareyle dünyayı talep eden
Ahiretin yaklaştığını unutma
Eğer dünyayı iman nuruyla terk edersen
Cennetin muştusunu kazanırsın
Dünya bir aldatmacadır, kaybolup gitmeyin
Ayaklarınızı inanç ve muhabbetle sabitleyin
Kelime olarak, yalvarış, niyaz, yakarış, nida, yardım istemek,
çağrı, halini arz etme, davet, Allah’tan dileme gibi anlamlara gelmektedir.
Tasavvuf ıstılahında da kulun Rabbine yakarışıdır. İhtiyaç sahiplerinin, derdi
olanların, sıkıntıda olanların sığındıkları alandır.
Kur’ân-ı Kerîm’de “Onlar ellerini kapalı tutuyorlar.”[325]
Ayetiyle Allah Teâlâ duayı terk edenleri kötülemiştir. Kur’ân’da dua ile ilgili
dikkat çeken başka bir söz ise; “Duanız yoksa ne öneminiz var” [326]ayetidir.
Safyuddin Efendi’ye göre insan münakaşadan uzak durmalı, başına
gelen musibetlere sabretmeli ve her daim Rabbi’ne dua etmelidir.[327]
Müellif birçok beyitinde Arapça ve Kürtçe olarak Rabbine yakarmıştır. Onun
sıkça yaptığı dualardan bazıları şu şekildedir:
Ey Rabbim! Fazilet ve kerem sahibi sensin
Zengin olan Rahman ve Rahim olan sensin
(Ey Rabbim! Senin Rahmetine talibim)
Her şeye gücü yeten sensin, samedsin
Bütün kainatın muhtac olduğu bir tek sensin
(Ey Rabbim! Senin Rahmetine talibim)
Nereye gitsem beni kapından ayırma
Beni bağışla Ey Rabbim, Çünkü ben asi ve günahkarım
(Ey Rabbim! Senin Rahmetine talibim)
Ey Rabbim! Cömertliğinle Safiyuddin’e merhamet et
Ey Rabbim! Günahlarımdan beni bağışla
(Ey Rabbim! Senin Rahmetine talibim)
Anlaşılacağı üzere, dua başlı başına bir ibadet ve aynı zamanda
kulluğun özüdür. Kul, Rabbi’nin karşısında acziyetini anlayarak O’na yönelir.
Allah Teâlâ’da isimleri tecellisiyle kuluna döner. Bu nedenle insanoğlu Allah’a
duayı ihmal etmemeli her daim en güzel isimleriyle O’nu anmalıdır.
Safiyuddin Efendi’ye göre Hz. Peygamberi sevmek, muhabbetle bağlı
olmak ve Ona salât-u selam getirmekle kişinin hüznü, gamı, kederi gider ve
huzura erer. Ona göre Peygambere itaat etmek, O’nun yolundan gitmek, her
Müslüman için asli bir vazifedir.[328] [329]
Safiyuddin Efendi, peygambere aşık olan bir insandı. Onun Hz.
Peygamber'e olan muhabbetini aşağıdaki dizelerde görmekteyiz:
Ey Allah'ın Rasulü seni kalpten seviyorum
Hayatım boyunca sevmeye devam edeceğim
Dedim ki kalbime şayet sen sadıksan
Cehennem ateşinde de olsan seni kurtarmaya yeter
Kürtça kaleme
aldığı beyitinde ise Hz. Peygambere olan sevgisini şu şekilde dile getirmiştir:
Ey Muhammed! Mahlukatın serveri sensin
Sensiz cennete gitmem, mahlukatın şefaatçisi sensin
Tasavvufta bir insan kendisini Allah Teâlâ’ya sevdirmek istiyorsa,
“Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve bağışlasın”
ayetini kendisine şiar edinmeli. Şeyh Safiyuddin’e göre dünyada ve ahirette
kurtuluşa vesile olacak bir şey varsa o da Hz. Peygambere tüm kalbi
duygularıyla muhabbet gösterip onun şefaatinden nasibini almaktır.[330]
Sözlük anlamı, ihtiyaç duyulan şeyin yokluğu anlamına gelmektedir.
[331]
Tasavvufta ise bir şeye sahip olamamak, ya da başkalarına fayda sağlamak
için sahip olmak, her şeyin Allah’a ait olduğunu bilmek anlamında
kullanılmaktadır.[332]
Hucviri’ye göre fakr teriminin hakiki ve şekli olmak üzere iki
türü vardır. Şekli olan çeşidi, eşya ve maddeye ihtiyaç duymaktadır. Hakiki
fakr ise Hakk’a yöneliştir.[333]
Fakirliğin hakikati, yalnız Allah’a mutaç olmaktır. Zira halkın hepsi
fakirdir. Bir fakir, diğer fakirin ihtiyacını karşılayamaz. Fakirin ihtiyacını,
ancak o ezeli zengin karşılar.[334]
Ayeti Kerime’de şöyle buyurulmuştur: “Sizler Allah’a muhtaçsınız. Zengin
ve övülmüş olan yalnız Allah’tır.”[335]
Klasik tasavvuf eserlerinde bir makam olarak görülen fakr
Safiyuddin Efendi’nin beyitlerine şu şekilde yansımıştır:
Rabbim bu dünyada garibim, ellerimi sana açıyorum
itaatim sanadır ve sana niyaz ediyorum
Senin geniş rahmetin dışında yardım edecek kimse yoktur
Ben günahkarım, asiyim, senin rahmetine itimad ediyorum
Ey Rabbim bizlere bak amellerimiz pek az
Niyazım sanadır, senden başka seslenecek kimse yok
Hakikatte günahkar, zelil ve fakirim
Senden ümidimi kesmedim, hidayete erdiren sensin.
Safiyuddin Geylani, a.g.e, vr. 110.
Sonuç olarak Şeyh Safiyuddin fakr duygusuna göre davranmış,
nefsini kınamış, fakir ve hakir görmüş, müridlerine de bu şekilde tavsiyelerde
bulunmuştur. O hakikata fakr duygusu ile ulaşılabileceği kanaatindedir. Şeyhe
göre kemalata ulaşmak isteyen salîk ilk olarak kendi benliğini yok sayıp, fakr
ve acziyet içerisinde Rabbine yönelmesi icap eder.
Tasavvuf, insan nefsini kötülüklerden alıkoyup, iyiliklere
yönelten, İslamın manevi boyutuyla ilgilenen bir ilimdir. Şeyh Safiyuddin’e
göre Peygamber Efendimiz ve ashabının zahidane yaşamları, tasavvufun dayanak
noktasını oluşturmuştur. Tasavvufun gayesi, insanları Kur'ân-ı Kerîm ve Hz.
Peygamber'in ahlakıyla donanmalarını sağlamaktır. Bu ahlaki eğitimi tamamlayan
zatlar, yaşadıkları bölgelerde aldığı eğitimi yayma yolunu benimsemişlerdir.
Geçmişten günümüze yaşamış, İslam medeniyetine hizmet eden pek çok
alimin hayatı ve eserlerinde, tasavvufi izlere rastlanılmış ve bunlar üzerinde
birçok çalışma ve eserler kaleme alınmıştır. Ancak Şeyh Safiyuddin’in tasavvufi
yönünü ele alan herhangi bir çalışma ve esere rastlayamadık. Sonuç olarak biz de
Şeyh Safiyuddin'in coşkun hisleri, düşünceleri ve eserleri üzerine yapılacak
geniş çaplı bir çalışmanın gerekliliği kanaatine vardık. Bu doğrultuda elde
ettiğimiz önemli sonuçları şu şekilde tespit etmek mümkündür.
Şeyh Safiyuddin’in çocukluk ve gençlik yıllarında başlayan ilme
olan iştiyakı ömrü boyunca devam etmiştir. Şeyhin ilmi kişiliğinin oluşmasında,
yanlarında tasavvufi eğitim gördüğü mürşidlerinin önemli etkisi olmuştur.
Bunlar arasında, babası Şeyh Muhammed el-Kadirî ve Şeyh Mehmet Şefik el-Kadirî’nin
önemli bir yeri vardır. Bu zâtların dışında ilmi kişiliğinin gelişmesinde
okuduğu kitapların ve düşüncelerinden yararlandığı şahsiyetlerin de önemli
etkisi olmuştur. Eserlerini incelediğimizde gerek kendi döneminde yaşayan,
gerekse kendisinden önceki dönemlerde yaşayan alimlerin eserlerinden istifade
ettiğini görürüz.
Şeyh Safiyuddin bulunduğu bölgelerde irşad etmeyi kendine vazife
addetmiştir. Onun herhangi menfi bir tutum içerisinde olmaması, ilmi ve ahlâkî
yönden talebe yetiştirme gayreti, bulunduğu civarda saygı görmesinde etkili
olmuştur. Bunun yanında Şeyh Safiyuddin hem devlet ricali üzerinde hem de bölge
halkı üzerinde ciddi etkileri olmuştur. Arazi anlaşmazlıkları, kan davaları,
aşiretler arasında çekişme gibi durumlarda halk ihtilafa düştüğü konularda
kendisine başvurmuş çözüm için ondan gelen hükümleri kabul etmiştir. Böylece
olaylar daha da fazla büyümeden herkesin razı olacağı bir şekilde sulh yoluyla
sonlanmıştır.
Şeyh Safiyuddin, daha çok tasavvufi kişiliğiyle tanınması
hasebiyle, edebî yönü arka planda kalmıştır. Şiirlerinin neşredilmemiş olması
da bu yönünün bilinmemesinde etkisi olmuştur. Fakat şiirlerindeki ifade gücü,
Türkçe, Arapça, Kürtçe ve Farsça dillerini beyitlerinde etkili bir şekilde
kullanabilmesi onun edebi yönünün ne kadar kuvvetli olduğunu göstermektedir.
Şeyh Safiyuddin ilme ve ilim ehline değer vermiş, onların daha iyi
yetişebilmesi için maddi ve manevi yönden her daim destek olmuştur.
Şeyh Safiyuddin ilmi, tasavvufî ve edebî alanda olmak üzere üç
eseri bulunmaktadır. Genel olarak eserinde işlediği konular ise tarîkat, seyr u
sülûk, nefis, zikir, mürid, mürşid, muhabbet, ihlâs, zühd ve fakrdır.
Son olarak Şeyh Safiyuddin hakkında herhangi bir çalışma
yapılmamasının nedeni olarak, imkânların kısıtlı olduğu bir bölgede yaşamasına
ve o bölgede yazılı ilim yerine şifahi bilginin yaygın olarak kullanılmasına
bağlıyoruz. Bu çalışmayla tasavvuf literatüründe pek bilinmeyen Şeyh Safiyuddin
ve Mutki'de Kadirilikle ile ilgili bir boşluğun doldurulması umulmaktadır.
KAYNAKÇA
Akot,
Bülent, |
“Müştak
Baba’nın “Asar” Adlı Eserinin Tasavvufı ve Tarihi Muhtevasının Analizi,” Islami
Araştırmalar Dergisi, 23/1, ss. 28-41, 2012 . |
Aksu, Akıbet , |
Asr-ı
Saadette Zikir Anlayışı, Fatih
Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü,
İstanbul 2019. |
Aktaş,
Ahmet, |
Tarikatların
Toplumsal işlevi (Diyarbakır Kadiri Tarikatı Örneği), Yüksek Lisans Tezi, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü Konya 2014. |
Ardıç,
Mehmet, |
Bitlis
ve Çevresinde Yetişen Mutasavvıflar ve Tasavvuf Kültürünün Oluşumu, Yüksek Lisans Tezi, Van, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, 2009. |
Aşkar,
Mustafa, |
Niyazi
Mısrî ve Tasavvuf Anlayışı,
Kültür Bakanlığı Yayıncılığı, Ankara 1988. |
Ateş,
Süleyman. |
“İhlas”, DİA,
İstanbul 2000, c.XXI, s.536 |
Atılgan,
Yusuf Kenan, |
“İslam
Düşüncesinde İlmin Kaynağı, İmkanı ve Sınırları”, Muş Alparslan
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, c.I, sayı 12, Aralık 2013. |
Aydın,
Mehmet, |
Bir
Eğitim Kurumu Olarak Ohin Medresesi,
Yüksek Lisans Tezi, Van Yüzüncüyıl Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstütüsü,
Van 2019. |
Azamat,
Nihat, |
“Kadiriyye” DİA,
C: 24, s.131-136. |
Baykan,
Sezer, |
Toplum
Farklılaşmaları ve Din Olayı,
İstanbul 2011, Kitabevi Yayınları, s.140. |
Baz,
İbrahim, |
Şeyh
Asım Ohini ve Birketü’l-Kelimât fi Menâkıbi Ba’di’s- Sadat isimli Eseri, Nizamiye Akademi Yayınları, İstanbul 2018. |
Beytekin,
Hüseyin, |
Şeyh
Fethullah Verkanisi Hayatı ve Tasavvufi Görüşleri, Yüksek Lisans Tezi, Van Yüzüncüyıl Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Van 2019. |
Bilen, Mehmet, |
“Ohinli Şeyh
Alauddin ve Hadis Usulüne Dair Manzumesi”, Atatürk Üniversitesi ilahiyat
Fakültesi Dergisi, Erzurum, 2012, ss.37-38. |
Birifkani, Seyyid Muhammed, Brifkan Seyyidleri, Poyraz Ofset Baskı,
Ankara 2011.
Buhari, Muhammed b. İsmail, el-Camiu’s-Sahih, Çağrı Yayınları,
İstanbul 1992.
Buzpınar,
Ş. Tufan |
“Nakîbu’l-eşraf’,
DİA, TDV, İstanbul 2006, C. XXXII, s. 322-324. |
Cebecioğlu,
Ethem, |
Tasavvuf
Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü,
İstanbul, Dergâh Yayınları, Ankara 1997. “Hacı Bayram
Veli’de ‘Mürîd’ Kavramının Ameli Eğitim Açısından Değeri”, Il.Uluslararası
Hacı Bayram-ı Veli Sempozyomu Bildiriler Kitabı, Ankara 2017. |
Cürcanî, Seyyid Şerîf, |
et-Ta’rifât, Dar el-kutub elilmiyah, Beyrut 2013. |
Çağrıcı, Mustafa, |
“Sabır”, DİA,
TDV, İstanbul 2008, C. XXXV. “Hayâ”, DİA, TDV, İstanbul 1997, C. XVI, s.242-243. |
Çakır,
Mehmet Saki, |
“Seyyid
Sıbgatullah Arvasi Hizanî ve Gayda Tekkesi”, C.II, İhya Uluslararası İslam
Araştırmaları Dergisi, 2016, C.II, S.2. |
|
“Şeyh
Abdurrahman-ı Tağî ve Norşin Tekkesi’nden Yayılan Kollar”, ihya
Uluslararası İslam Araştırmaları Dergisi, C.III, S.3, 2017. XIX
Yüzyıl Doğu ve Güneydoğu İrfanı Kaynaklarından Seyyid Sıbgatullah Arvâsî’nin Minah
İsimli Eseri (Tahkik ve
İnceleme), Haşimi Yayınları, İstanbul 2019. Seyyid
Tâhâ Hakkârî ve Nehri Dergâhı,
Nizamiye Akademi Yayınları, İstanbul 2007. “Hatm-i
Hâcegân ve Hâlidîlik’teki Uygulanan Örnekleri”, Uluslar Arası İslam
Araştırmaları Dergisi, C. 5 |
Çakır,
Adalet, |
Mehmet
Rif‘at Efendi ’nin Nefhatü’r-Riyâzi’l-Âliye Adlı Eserinin Işığında Anadolu’da
Kadirîlik, Doktora Tezi,
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü , İstanbul 2006. “Kadiriyye”,
Türkiye ’de Tarikatlar, Editör Semih Ceyhan, İsam Yayınlar İlmi
Araştırmalar Dizisi, İstanbul 2015. |
Çelik,
Celaleddin, |
"Türkiye'de
Dini Hayatın Sosyo-Tarihsel Boyutları ve Dindarlığın Dönüşen
Görünümleri", Bilimname, 2018/35, Nisan 2018, 217-251. |
Çiçek,
Mehmet, |
“Seyda Molla
Hüseyin Küçük’ün Hayatı ve İlmi Kişiliği”, Şarkiyat İlmi Araştırmaşlar
Dergisi, S. II, ss.124-139, Kasım 2019. |
Doğan,
Ahmet, |
Müştak
Babanın Türkçe Şiirlerinde dini ve Tasavvuf Unsurlar, Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Ankara 1992. |
Durma, Abdulhalim, |
Evliyalar
Şehri Bitlis, Erol Ofset
Yayıncılık, Samsun 2014. |
Ebu Davud, Süleyman b. El-Eş’as es-Sicistanî, Sünen, I-V, Çağrı
Yayınları, İstanbul
1992.
Eraydın, Selçuk, |
Tasavvuf ve Tarikatlar,
İFAV, İstanbul 2000. |
Erkaya,
Mahmud Esad |
“Halidiyye
Tasavvuf Geleneğinde Mürid-Mürşid İlişkileri”, e-Şarkiyat ilmi
Araştırmalar Dergisi, Kasım 2017, C.9, S. 2. |
Erzurumlu, İbrahim Hakkı, Marifetnâme, Veli Yayınları, İstanbul
1980.
El-Firuzâbadî, |
Mecdüddin
Muhammed b. Ya’kub, el-Kâmûsu’l-Muhît, cüz:1, Mısır 1952. |
Gazzalî, |
Kimya'yı
Saadet, trc. Faruk Meyan, İstanbul
1979. |
Geylani,
Abdulkadir, |
Sırrü’lEsrar, Bahar Yayıncılık, İstanbul 2007. Tasavvufun
Esasları, Ed. M. E.
Başpehlivan, Bahar Yayınları, İstanbul 2012. Tasavvuf
ve Tarikat Adabı, çev. Osman
Güman, Gelenek Yayıncılık, İstanbul 2013. Risalet-i
Gavsiyye, y.y, İstanbul
1985. Salavat
ve Evradları, Derleme ve
Tahkik, Seyyid Şerif Muhammed Fadıl Geylani, Zembil Basım Yayınevi, İstanbul,
t.y. |
Gök,
Önder, |
Şeyh
Mazhar Ohini ’nin Hayatı, Eserleri ve Tasavvuf Görüşleri, Yüksek Lisans Tezi, Van Yüzüncüyıl Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Van 2019. |
Gündoğu,
M. Kemal, |
“Cumhuriyetimizin
50. Yılında Müştak Baba,” Bitlis Birlik Gazetesi, Ağustos 1973. |
|
Azmi, Şems-i
Bitlisî, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1992. Geçmişten
Bu Güne Bitlis Güzideleri,
BETAV Yayınları, Ankara 2015. |
Gürer,
Dilaver, |
Düşünce
ve Kültürde Tasavvuf, Ensar
Yayınları, İstanbul 2019. |
Haksever, Ahmet Cahit, |
Tasavvufu
Anlama Kılavuzu, Otto Yayınları,
Ankara 2017. |
Hucvirî, |
Keşfu’l-Mahcûp
Hakikat Bigisi, çev. Süleyman
Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul 2010 |
İsfehani,
Ragıp, |
Müfredât
Kur’ân Kavramları Sözlüğü,
trc. Abdulbaki Güneş, Mehmet Yolcu, Çıra Yayınları, İstanbul 2012. |
İz,
Mahir |
Tasavvuf
Mahiyeti, Büyükleri ve Tarikatler,
Kitabevi Yayınları, İstanbul 1990. |
Kara, Mustafa |
“Evrâd”, DİA,
TDV, 1995, C. XI. Bursa’da
Tarikatlar ve Tekkeler, Uludağ
Yayınları, Bursa 1990. |
Karaman, Fikret, |
Dini
Kavramlar Sözlüğü, Ankara, Diyanet
İşleri Başkanlığı, 2006. |
Kâşânî,
Abdurrezzak, |
Letaif’ul-alam
fi işaratıehli ’l-ilham, Tasavvuf Sözlüğü, trc. Ekrem
Demirli, İz Yayıncılık, İstanbul 2004. |
Kavak, Abdülcebbar, |
“Bitlis
Küvrevî Tekkesinin Ağrı’daki Temsilcileri ve Şehrin İlmî ve Manevi Hayatına
Tesirleri”, Akademik Bakış Dergisi, S.66, Nisan 2018. “Şeyh Semsuddin el-Ahlâtî ve Birifka Tekkesi”, Uudağ
Üniversite İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2014/1. |
Kelebazi, Ebu Bekr Tâcülislam Muhammed b. Ebû İshak İbrahim b. Ya’kub
el-Buhari,
|
Ta’arruf
Doğuş Devrinde Tasavvuf, Çev.
Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul 2016. |
Kutluer, İlhan, |
“İlim”, DİA, TDV, İstanbul 2000, C. XXII. |
Kuşeyri,
Abdulkerim, |
er-Risâle, trc. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul 2012. |
Kübra,
Necmuddin, |
Tasavvuf
Hayat, trc. Mustafa Kara, Dergah
Yayınları, İstanbul 2013. |
Küçük, Hülya, |
Ana
Hatlarıyla Tasavvuf Tarihine Giriş,
Ensar Yayınları, İstanbul 2019. |
Müslim, Ebu’l-Hüseyin el-Haccac, el-Camiu’s-Sahîh, Çağrı Yayınları,
İstanbul 1992.
Öcal,
Mustafa, |
Medrese
Geleneği ve Modernleşme Sürecinde Medreseler, M.Ş.Ü. Yayınları, Muş 2013. Osmanlı
Devleti ’nin Son Döneminde Gerçekleştirilen Medrese Istılahları Üzerine Bir Değerlendirme, M.Ş.Ü. Yayınları,
Muş 2013. |
Öngören, Reşat, |
“Zikir”, DİA,
TDV, İstanbul 2013,C. XLIV. “Tarikat”, DİA,
TDV, İsyanbul 2011, C.XL, s. 95-105. |
Özafşar,
Mehmet Emin, |
Riyazü’s-Salihin’den
1001 Hadis Seçkisi, Hakim
Yayıncılık, Ankara 2015. |
Özbay,
Hafız Ahmet, |
Kutbuz-zaman
Şeyh Hasan Hoca, İlim Yayma Vakfı
Yayınları, Gaziantep. |
Özköse, Kadir, |
“Tarikatın
Ortak Unsurları”, Tasavvuf El Kitabı, (ss. 225247) Ed. Kadir Özköse,
Grafiker Yayınları, Ankara 2012. |
Secadi,
Cafer Seyit, |
Tasavvuf ve İrfan Sözlüğü, Ensar Neşriyat, İstanbul 2007. |
Sühreverdi, Şihabuddin, |
Avarifü'l-Mearif
(Gerçek Tasavvuf), çev. Dilaver
Selvi, Semerkand Yayıncılık, İstanbul 2005. |
Sülemî, Muhammed b. Hasan, ZiyâdâtüHaka’ik’it-tefsir, Beyrut 1986.
Sülemi, Ebu Abdurrahman, Tasavvufun Ana ilkeleri, trc. Süleyman
Ateş, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1981.
Şen, Rahime Beder, Semra Yurtkuran, “ Bitlis’te Yaşayan Ailelerin Sosyo
Demografik,
Taftazanî,
Ebu’l-Vefâ, |
Sosyo-Ekonomik
Sosyo Kültürel Özellikleri İle Toplumsal Hayatta Törenin Gücü”, Aile
Araştırma Kurumu Başkanlığı, C.2, S.7, Ankara 2004. “Gazzali’nin
Tasavvuf Ekollerine Etkisi ve Gazzâli’den Sonra Ortaya Çıkan Tarikatlar, ”
Çev. Mustafa Aşakar, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
Ankara 1997. |
Tenik, Ali, Göktaş, Vahit, ”Tasavvufi Düşüncede Zikir ve Zikrin Benlik
İnşasına
|
Etkisi”, Toplum
Bilimleri Dergisi, 8/15, (ss.263-286), Ankara 2014. |
Tosun,
Necdet, |
Zikir
ve Tefekkür, Semerkand Yayınevi, İstanbul 2013. |
Tusî,
Ebû Nasr Serrâc, |
el-Lüma,
İslam Tasavvufu, çev. Hasan Kamil
Yılmaz, Altınoluk Yayınları, İstanbul 1996. |
Uludağ,
Süleyman, |
Tasavvuf
Terimleri Sözlüğü, Kabalcı
Yayınevi, İstanbul 2005 "Nefs",
TDV Yayınları, İstanbul 2006, C. XXXVII. “Muhabbet”, DİA,
TDV, İstanbul 2005, XXX "Abdulakdir
Geylani", DİA, TDV, İstanbul 1988,C. I, 234-239. |
Uygun,
Mehmet Nuri, |
“Musikî”, DİA,
TDV, İstanbul 2013, C.XLIV, s.412-413. |
Yavuz, Yusuf Şevki, |
“Nübüvvet”, DİA, TDV, İstanbul 2007, C. XXXIII, s.279-
285. |
Yıkılmaz, Abdulvahid, |
Şeyh Fethullah el-Verkansi ’nin Fıkhi Yönü ve Fetvalarının
Tetkiki, Yüksek Lisans Tezi,
Necmettin Erbakan Üniveristesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 2018. |
Yücel, Ömer Tayfur |
ŞeyhMuhammedDiyâuddin'in Hayatı ve Tasavvufi Görüşleri, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversiesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Ankara 2005. |
Vassâf, Hüseyin, |
Risale-i Müştâkıye,
Kırkambar Yayınları, İstabnbul 2012. |
SALNAMELER
1314-1316 H.
Bitlis Vilayet Salnamesi, Bitlis Vilayet
Matbaası 13141316.
BOA,
DH.TMIK.M, Dosya No 147/Gömlek No: 44, Tarih H 09 Nisan 1321.
BOA, C. EV,
Dosya No: 277/Gömlek No: 14138, Tarih: H 06-03-1217.
BOA, BEO,
999-74888, H-29.03.1315.
BCA,
Bakanlıklar Arası Tayin Daire Başkanlığı, 293-25-3, 28 Ağustos 1962.
BCA, Kararlar
Daire Başkanlığı, 124/98-8, 20 Ocak 1951
BOA, İ..MBH,
3/18, 19-07-1328.
BOA, DH.İ.UM,
19/1, H-15-02-1338.
BOA, A.
}MKT.MHM, 495/41, H-18-03-1305.
BOA, DH.MUİ.,
54/2, H-04-03-1328.
Erişim Tarihi; 3 Nisan 2020;
http://www.geylanivakfi.com/hz-abdulkadir-geylani-k-s/hz-pirin-ilminin-
y%C3%BCksekli%C4%9Fi-hakk%C4%B1nda-s%C3%B6ylenenler.html
Erişim Tarihi: 27 Nisan 2020;
http://www.semskiasireti.com/?
Syf= 18&Hbr=517109&/GEYLANİ-VEYA-GELANİ- AŞİRETİ
Erişim Tarihi: 03 Mayıs 2020;
https://bitlis.ktb.gov.tr/TR-75655/mutki-ilcesi.html
Erişim Tarihi: 16 Mayıs 2020;
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/Genel/a336682.aspx.
Erişim Tarihi: 17 Mayıs 2020;
Koyunlu
Beldesi’nin Dünyaya Açılan Kapısı, https://koyunlu-ohin.tr.gg/
Erişim Tarihi: 20 Mayıs 2020;
http://www.cevaplar.org/index.php?content
view=5277&ctgr id=121
Erişim Tarihi:
12 Ağustos 2020;
http://www.siirtmanset.com/ilce-haber/bu-dernek-ile-gecmis-gun-yuzune-cikacak- h2828.html.
Nur Muhammed
Geylani ile 20 Şubat 2020 tarihinde yapılan mülakat
M. Cevat
Geylani ile 2 Mayıs 2020 tarihinde yapılan mülakat.
[1] Celaleddin Çelik, "Türkiye'de Dini
Hayatın Sosyo-Tarihsel Boyutları ve Dindarlığın Dönüşen Görünümleri", Bilimname,
2018/35, Nisan 2018, 217-251.
[2] Celaleddin Çelik, a.g.e,
s.217-251.
[3] Celaleddin Çelik, a.g.e,
s.217-251.
[4]Rahime Beder Şen, Semra Yurtkuran, “ Bitlis’te Yaşayan
Ailelerin Sosyo Demografik, Sosyo-Ekonomik Sosyo Kültürel Özellikleri İle
Toplumsal Hayatta Törenin Gücü”, Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı, C.2,
S.7, Ankara 2004.
[5] Mustafa Öcal,
“Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Gerçekleştirilen Medrese Istılahları Üzerine
Bir Değerlendirme”, M.Ş. Ü. Yayınları, Muş 2013, s.87.
[6] Mustafa Öcal, a.g.e,
s.87.
[7] Mustafa Öcal,
“Medrese Geleneği ve Modernleşme Sürecinde Medreseler,” M.Ş.Ü. Yayınları,
Muş 2013.
[8] İlhan Kutluer,
“İlim”, DİA, TDV, C. XXII, İstanbul 2000, s.109-114.
[9] Mehmet Ardıç, a.g.e,
s.232
[10] Mehmet Ardıç, a.g.e,
s.232.
[11] Celaleddin Çelik, “Türkiye’de Dini Hayatın
Sosyo-Tarihsel Boyutları ve Dindarlığın Dönüşen Görünümleri (1960-1980)”, Bilimname
2018/35, Nisan 2018, s.217-251.
[12] Mehmet Ardıç, Bitlis
ve Çevresinde Yetişen Mutasavvıflar ve Tasavvuf Kültürünün Oluşumu, Yüksek
Lisans Tezi, Van, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2009, s.
[13] Abdülcebbar Kavak, “Bitlis Küvrevî Tekkesinin
Ağrı’daki Temsilcileri ve Şehrin İlmî ve Manevi Hayatına Tesirleri”, Akademik
Bakış Dergisi, 2018, S. 66, s.348.
[14] Mustafa Kara, Bursa
’da Tarikatlar ve Tekkeler, Uludağ Yayınları, Bursa 1990, s. 304.
[15] Mehmet Saki Çakır, Seyyid
Tâhâ Hakkâri ve Nehri Dergâhı, Nizamiye Akademi Yayınları, İstanbul 2017,
s.97-100.
[16] Mehmet Saki Çakır, a.g.e,
s. 116.
[17] Mehmet Saki Çakır, “Seyyid Sıbgatullah Arvasi
Hizanî ve Gayda Tekkesi”, c.II, İhya Uluslararası İslam Araştırmaları Dergisi,
s.25
[18] Mehmet Saki Çakır, “ Şeyh Abdurrahman-ı Tağî ve
Norşin Tekkesi’nden Yayılan Kollar”, İhya Uluslararası İslam Araştırmaları
Dergisi, C. III, s.26.
[19] Mehmet Bilen, “Ohinli Şeyh Alauddin ve Hadis
Usulüne Dair Manzumesi”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
Erzurum, 2012, s.37-38.
[20] Mehmet Aydın, Bir
Eğitim Kurumu Olarak Ohin Medresesi, Yüksek Lisans Tezi, Van Yüzüncüyıl
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Van 2019.
[21] Şeyh Muhammed Küvrevi
hakkında arşivlerde bir takım belgelere ulaşılmıştır. Bunlar: Bitliste Şeyh
Muhammed Küvrevî Türbesi’nin umuma açılması hakkında kanun tasarısı; BCA,
Kararlar Daire Başkanlığı, 124/98-8, 20 Ocak 1951; Bitlis’te Medfun Şeyh
Muhammed Küvrevi’nin kabrinin tamiri için Padişah tarafından elli lira inayet
ve ihsan buyurulduğu, BOA, İ..MBH, 3/18, 19-07-1328.
[22] Şeyh Abdulbari
Küfveri ve Abulbaki Küfrevi’ye Osmanlı Devleti tarafından maaş tahsis
edilmiştir.
BOA, DH.İ.UM, 19/1, H-15-02-1338.
[23] Abdülcebbar Kavak,
a.g.m., s.348-349.
[24] Seyyid Muhammed Birifkani,
Brifkan Seyyidleri, Poyraz Ofset Baskı, Ankara 2011, s. 142.
[25] Seyyid Muhammed
Birifkani, a.g.e, s. 196.
[26] Seyyid Maşallah Çiçek
ile 15 Mayıs 2020 tarihinde yapılan mülakat.
[27] Geylani ve Gelani
aşireti, Erişim Tarihi: 27 Nisan 2020,
http://www.
semskiasireti.com/? Syf=18&Hbr=517109&/GEYLANİ -VEYA-GELANİ-AŞİRETİ
[28] Seyyid Mahmud
Birifkanî, a.g.e, s. 195.
[29] Safiyuddin Geylani, a.g.e.
vr. 117.
[30] Girdikan tekkesi hakkında internetten
ulaştığımız bilgilerde şu ifadeler yer almaktadır: "Bundan yaklaşık
olarak 400 sene evvel Girdika tekkesi ve medresesi bölgenin meşhur ilim yuvası
olarak anılıyordu. Bunu duyan üç zat Girdika köyüne Şeyh Hafız ’ın huzuruna
varmak üzere yola koyulurlar. Havanın soğuk olduğu bir dönemde yolculuk yapan
zatlar kendi aralarında şu konuşmayı yaparlar: Bir takım alimler memleketimizde
ilim ve manevi mertebe olarak Şeyh Hafız’dan başkasını görmüyoruz diyorlar.
Şayet kerametini görürsek biz de kendisine intisap ederiz derler. Talebelerden
biri: “Dergâha vardığımızda keşke sıcak bir soba ve giyebileceğimiz kat kat
elbise olsa, İkinci talebe: ” Medreseye vardığımızda keşke içli köfte olsa ve
medrese de kimse bulunmasa da bir an önce dinlenmeye geçebilseydik der. Üçüncü
talebe ise: “Medreseye vardığımız vakit keşke şöyle sulu sulu bir üzüm olsa ”
der. Medreseye Şeyh Hafız ’ın huzuruna varırlar istedikleri şeylerin hazır
olduğunu görünce Şeyh Hafız ’a mutmain bir şekilde intisap ederler. Bu üç
zattan bir tanesi Şeyh Hafız’ın hilafesi olan Şeyh Ali Garisi’dir."
Yazının devamı için bkz.
http://www.siirtmanset.com/ilce-haber/bu-dernek-ile-gecmis-gun- yuzune-cikacak-h2828.html.
Erişim Tarihi: 12 Ağustos 2020.
[31] Safyuddin Geylani, ed-Dürret’ün-nefîsetü
’l-merdiyye fî sülaleti’l-kadiriyyeti’l-haseniyye, vr. 45.
[32] Seyyid Mahmud
Birifkanî, a.g.e, s. 195-196.
[33] Mutki İlçesinin
Tolgalı köyünün Sivrice mezrası.
[34] Şeyh Habib hakkında arşiv belgelerine
rastlanmaktadır. Bir tanesi de Ömer isminde biri için yaptığı arabuluculuk; '“Siirt’te
yakalanan Şaki Ömer ’e Mutki Şeyhlerinden Habib Efendi’nin kefil olduğu, ancak
ayrıca kefalet-i nakdiyeye bağlandıktan sonra tahliye kararnamesinin infaz
edilmesi gerektiğinin mahalline bildirildiği”. BOA, DH.TMIK.M. 147-44, H 09
Nisan 1321
[35] Seyyid Ali Haydar
Tutgun ile 07 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.
[36] Seyyid Ali Haydar
Tutgun ile 08 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.
[37]Abdulcebbar Kavak, “Şeyh Semsuddin el-Ahlâtî ve
Birifka Tekkesi”, Uudağ Üniversite ilahiyat Fakültesi Dergisi, 2014/1,
S.23.
[38] Seyyid Ali Haydar
Tutgun ile 08 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.
[39] Seyyid Mahmud
Birifkani, a.g.e, s. 196.
[40] Mehmet Saki Çakır, a.g.m.,
s. 29.
[41] Hafız Ahmet Özbay, Kutbuz-zaman
Şeyh Hasan Hoca, İlim Yayma Vakfı Yayınları, Gaziantep, s. 12.
[42] Seyyid Mahmud
Birifkani, a.g.e,, s.196
[43] Abdulhalim Durma, Evliyalar
Şehri Bitlis, Erol Ofset Yayıncılık, Samsun 2014, s.30.
[44] Abdulhalim Durma, a.g.e,
s.31.
[45]Bülent Akot, “Müştak Baba’nın “Asar” Adlı Eserinin
Tasavvufı ve Tarihi Muhtevasının Analizi,” İslami Araştırmalar Dergisi,
23/1, s.32
[46] M. Kemal Gündoğdu, Geçmişten
Bu Güne Bitlis Güzideleri, BETAV Yayınan, Ankara 2015, s.15-16.
[47] Gündoğdu, a.g.e,
15.
[48] Ankara Milli Kütüphanede 06 Hk 3607/5 demirbaş
numarasıyla kayıtlı olan ve Arapça yazılmış Risâle fî Malabudde Fî’l-Ceffâr min
Baştis-Sual (Gizli İlimler-Okültizm) konulu bu eserin yazarı hakkında herhengi
bir bilgi bulunmamaktadır.
[49] İmam Gazzali’nin
kaleme aldığı bu eser; Allah’a ibadet edenlerin gitmesi gereken yol ve yöntem
anlamına gelir.
[50] Gündoğdu, a.g.e,
16-17.
[51] M. Kemal Gündoğdu, Azmi
Gündoğdu, Şemsi Bitlisi, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1992, s. 38;
Mehmet Ardıç, a.g.e., s.60.
[52] Koyunlu Beldesi’nin
Dünyaya Açılan Kapısı, “Erişim: 17 Mayıs 2020, https ://koyunlu-ohin.tr. gg/
[53] Gündoğdu, a.g.e,
39- 48;
[54] Gündoğdu, a.g.e,
147;
[55] Gündoğdu, a.g.e,
107- 115
[56] Mehmet Ardıç, a.g.e,
s.68.
[57] Mehmet Ardıç, a.g.e,
s.68.
[58] Mehmet Saki Çakır, XIX
Yüzyıl Doğu ve Güneydoğu İrfanı Kaynaklarından Seyyid Sıbgatullah Arvâsî’nin
Minah İsimli Eseri (Tahkik ve İnceleme), Haşimi Yayınları, İstanbul 2019,
s. 160-161.
[59] Mehmet Ardıç, a.g.e,
s.68.
[60] Hüseyin Vassâf, Risale-i
Müştâkıye, Kırkambar Yayınları, İstabnbul 2012, s.20.
[61] Gündoğu, M. Kemal, “Cumhuriyetimizin 50.
Yılında Müştak Baba,” Bitlis Birlik Gazetesi, Ağustos 1973.
[62] M. Kemal Gündoğdu, Geçmişten
Bu Güne Bitlis Güzideleri, BETAV Yayınları, Ankara 2015, s.56
[63] Ahmet Doğan, Müştak Babanın Türkçe
Şiirlerinde dini ve Tasavvuf Unsurlar, Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1992, s.3.
[64] Ahmet Doğan, a.g.e,
s.4.
[65] Bitlis’te Kadiri Tekkesi’ni bina eden Es-Seyyid
Mustafa Müştak Efendi’ye dergahın fukara taamiyesine medar olmak üzere Erzurum
gümrüğü malından vazife tahsisi ve ihsani...” BOA, C. EV, Dosya No: 277/Gömlek
NO: 14138, Tarih: H 06-03-1217.
[66] Hüseyin Vassaf,
Sefıne-i Evliya, I, 157-162; Adalet Çakır, “Kadiriyye”, Türkiye ’de
Tarikatlar, Editör Semih Ceyhan, İsam Yayınlar İlmi Araştırmalar Dizisi,
İstanbul 2015, s.188.
[67] Vassaf, a.g.e,
141-142.
[68] M. Kemal Gündoğdu, a.g.e,
s.72
[69] Kimlikte ismi
Seyfeddin olarak geçmektedir. Fakat aile ve halk arasında Safiyuddin olarak
hitap edildiği ve eserinde de ismini bu şekilde zikrettiği için çalışmamızda bu
ismi kullanmayı uygun gördük.
[70] Bu köy günümüzde
Yenibağ adıyla bilinmektedir.
[71]Safiyudddin
Geylani, ed-Dürret’ün-nefîsetü ’l-merdiyye
fîsülaleti’l-kadiriyyeti’l-haseniyye, vr. 18.
[72] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 18.
[73] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 18-19.
[74] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 18.
[75] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 18-19.
[76] Safiyuddin Geylani, Vasiyyetü
’s-safiyye fî’l-işaretî’l-akli’l-müfîd, vr. 39.
[77] Bu kitap 1683
senesinde Ahmad-i Hani tarafından manzum olarak hazırlanmıştır. Eser,
Arapça-Kürtçe sözlük olarak kabul edilmesinin yanında Kürtçe-Arapça sözlük
olarak da kullanılır.
[78] Molla Halil
Siirdî’nin ünlü eserlerinden olup Kürtçe lehçesiyle yazılmış, inanç konularının
ele alındığı manzum bir eserdir.
[79] Bu eser hicri onuncu
asır fakihlerinden Zeynuddin el-Melibar, (v.h. 987) tarafından kaleme
alınmıştır.
[80] Şafii Mezhebine ait
olan bu eser, ibadet ve muamelatları tüm yönleriyle kısa ve öz olarak ele
almıştır.
[81] Kısaca el-Minhâc
olarak da anılan bu eser Şâfiî alimlerinden Abdülkerîm er-Râfiî’nin el-Muharrer
isimli kitabının özetidir.
[82] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 39.
[83] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 39.
[84] Nur Muhammed Geylani
(Oğlu) ile 1 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.
[85] M. Cevat Geylani ile
1 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.
[86] Nur Muhammed Geylani,
1 Temmuz 2020.
[87] 1 Temmuz 2020
tarihinde Mutki Müftülüğünde yapılan mülakat.
[88] 3 Ocak 2020 tarihinde
M. Cevat Geylani (Oğlu) ile yapılan mülakat.
[89] 3 Ocak 2020 tarihinde
M. Cevat Geylani ile yapılan mülakat.
[90] 1314-1316 H. Bitlis
Vilayet Salnamesi, Bitlis Vilayet Matbaası 13141316, s.137-138.
[91] Ahmet Aktaş, Tarikatların Toplumsal işlevi
(Diyarbakır Kadiri Tarikatı Örneği), Yüksek Lisans Tezi, Necmettin Erbakan
Üniversitesi, Konya 2014, s.27.
[92] Mehmet Coşkun İle 1
Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.
[93] Erişim Tarihi: 03
Mayıs 2020,
https://bitlis.ktb.gov.tr/TR-75655/mutki-ilcesi.html
[94] “Bitlis’in Nizin ve Abutağ Köylerinin Mutki
Belediye Sınırları İçine Alınması” BCA, Bakanlıklar Arası Tayin Daire
Başkanlığı, 293-25-3, 28 Ağustos 1962.
[95] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 21.
[96] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 115.
[97] Nizin Tekkesinin kuruluş tarihi hakkında net
bir bilgiye ulaşılamadı fakat Şeyh Said İsyanına yakın bir zamanda kurulmuş
olması hasebiyle, 1920-1925 yılları arasında tekkenin faaliyete başlamış olması
muhtemeldir.
[98] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 21.
[99] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 22.
[100] “Mutki
hadisesinden dolayı tedibi lazım gelen aşiretlerin şeyhleriyle görüşülerek
meselenin hakimane bir surette çözüme kavuşturulması” BOA, BEO, 999-74888,
H-29.03.1315.
[101] Mehmet Coşkun ile 1
Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.
[102] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 21.
[103] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 39.
[104] Hayatı için bkz.
Mehmet Çiçek, “Seyda Molla Hüseyin Küçük’ün Hayatı ve İlmi Kişiliği”, Şarkiyat
İlmi Araştırmaşlar Dergisi, S. II, s.124-139. Kasım 2019.
[105] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 115.
[106] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 115.
[107] Konu ile ilgili
detaylı bilgi ‘Nizin Tekkesi’ başlığı altında ele alınmıştır.
[108] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 99.
[109] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 115.
[110] Seyyid Maşallah Çiçek
(Oğlu) ile 15 Mayıs 2020, tarihinde yapılan mülakat.
[111] Seyyid Maşallah Çiçek
(Oğlu) ile 15 Mayıs 2020, tarihinde yapılan mülakat.
[112] Ömer Tayfur Yücel, Şeyh
Muhammed Diyâuddin'in Hayatı ve Tasavvufi Görüşleri, Yüksek Lisans Tezi,
Ankara Üniversiesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2005, s. 51.
[113] Emrullah Çiçek
(Torunu) ile 26 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat
[114] Seyyid Maşallah Çiçek
(Oğlu) ile 15 Mayıs 2020 tarihinde yapılan mülakat.
[115] Seyyid Fatih Tutgun
(Torunu) ile 07 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.
[116] Seyyid Fatih Tutgun
ile 07 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat
[117] Seyyid Fatih Tutgun
ile yapılan mülakat.
[118] Seyyid Fatih Tutgun
ile 07 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat
[119] Seyyid Ali Haydar
Tutgun (Torunu) ile 07 Temmuz 2020 tarihinde yaptılan mülakat.
[120] Hüseyin Beytekin, Şeyh
Fethullah Verkanisi Hayatı ve Tasavvuf Görüşleri, Yüksek Lisans Tezi, Van
Yüzüncüyıl Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Van 2019, s.14.; Şeyh Asım
Ohinî, a.g.e, s.86.
[121] Abdulvahid Yıkılmaz, Şeyh
Fethullah el-Verkansi’nin Fıkhi Yönü ve Fetvalarının Tetkiki, Yüksek Lisans
Tezi, Necmettin Erbakan Üniveristesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 2018,
s.18.
[122] Erişim Tarihi; 20
Mayıs 2020;
http://www.cevaplar.org/index.php?content view=5277&ctgr id=121
[123] İbrahim Baz, Şeyh
Asım Ohini ve Birketü ’l-Kelimât f Menâkıbi Ba ’di’s-Sadat İsimli Eseri,
Nizamiye Akademi Yayınları s. 40.
[124] Önder Gök,
ŞeyhMazhar Ohini’nin Hayatı, Eserleri ve Tasavvuf Görüşleri, Yüksek Lisans
Tezi, Van Yüzüncüyıl Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Van 2019, s.17.
[125] İbrahim Baz,
a.g.e, s.40.
[126] Önder Gök, a.g.e,
s. 19.
[127] Önder Gök, a.g.e,
s. 19.
[128] Mehmet Aydın, Bir
Eğitim Kurumu Olarak Ohin Medresesi, Yüksek Lisans Tezi, Van Yüzüncüyıl
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstütüsü, Van 2019, s. 45-46.
[129] Mehmet Aydın, a.g.e,
s.46
[130] İbrahim Baz,
a.g.e, s.40
[131] Vefat eden bir kimsenin ardından
bazı ibadetlerle ilgili borçlarının düşürülmesi için ihtiyaç sahiplerine fidye
ödenmesi konusunda başvurulan yöntem.
[132] Fiillerin sadece
insan iradesiyle gerçekleştiğini ileri süren itikadi mezhebe verilen isimdir.
[133] İnsanın kendisine has bir iradeye
sahip olmadığını, İnsanların yaptığı bütün fıilerin ilahi gücün tesiriyle
meydana geldiğini savunan gruba verilen isimdir.
[134] Mehmet Aydın, a.g.e,
s.46.
[135] İbrahim Baz,
a.g.e, s.40.
[136] Önder Gök, a.g.e,
s.24
[137] İbrahim Baz,
a.g.e, s.41.
[138] Mehmet Aydın, a.g.e,
s.47
[139] Mehmet Aydın, a.g.e,
s.47
[140] İbrahim Baz,
a.g.e, s.41.
[141] Mehmet Aydın, a.g.e,
s.47.
[142] Mehmet Aydın, a.g.e,
s.50.
[143] Mehmet Aydın, a.g.e,
s.50.
[144] İbrahim Baz, a.g.e,
s.41.
[145] Mehmet Aydın, a.g.e,
s.51
[146] Şeyh Takiyuddin
Baydur ile 3 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.
[147] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 71-72.
[148] M. Cevat Geylani
(Oğlu) ile 1 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.
[149] Nur Muhammed Geylani
(Oğlu) ile 1 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.
[150] Nur Muhammed Geylani
(Oğlu) ile 1 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.
[151] M. Cevat Geylani
(Oğlu) ile 1 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.
[152] Nur Muhammed Geylani
ile 1 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.
[153] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 5.
[154] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 5.
[155] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 5-6.
[156] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 6.
[157] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 95.
[158] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 99.
[159] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 103.
[160] Nur Muhammed Geylani (Oğlu)
ile 1 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.
[161] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 110-114.
[162] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 57-58.
[163] Hece sayısının
eşitliği esasını temel alan ve Türk şiirinde geçmişten beri kullanılan
mısralardaki vezindir.
[164] Allah’ın birliğini
ve yüceliğini anlatan şiirlere denir.
[165] Divan edebiyatında
Allah’a yakarma, niyaz etme, yalvarma, amacıyla yazılan nazım ya da nesir türü
yazılara verilen isimdir.
[166] Bir kimseyi övgü
dolu sözler sarfetmek maksadıyla yazılan mensur veya manzum eserlere denir.
[167] Hz. Muhammed’i övmek
amacıyla yazılan şiirlere verilen isimdir.
[168] Hz. Muhammed’in
mîrac mucizesini konu alan şiirlere denir.
[169] Vefat eden bir
kimsenin ardından duyulan üzüntüyü dile getirmek maksadıyla yazılan şiirlerdir.
[170] İki dizeden oluşan
ve bir bütünlük gösteren bölümlere denir.
[171] Nazım şeklinde kaleme alınan
eserlerde kafiyeyi oluşturan kelimenin sonuna eklenen harf, takı, veya kelime
grubuna verilen isimdir..
[172] Beyit ve mısraların
sonunda bulunan ve benzer sesler içeren kelimeler düzenine verilen isme denir.
[173] Nur Muhammed Geylani
(Oğlu) ile 1 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.
[174] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 1-2.
[175] Bilindiği üzere Hz. Peygamber’in
kızı Hz. Fatıma’nın dışında ki bütün çocukları kendi sağlığında vefat etmişti.
Hz. Muhammed’in (s.a.v) nesli ise kızı Fatıma ile damadı ve aynı zamanda
amcasının oğlu Hz. Ali’nin çocukları olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den devam
etmiştir. Hz. Hasan’ın soyundan gelenler şerif ismi, Hz. Hüseyin’in soyundan
gelenler ise seyyid ismiyle anılır.
[176] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 2.
[177] eş-Şura 42/23.
[178] Âhzab 33/33.
[179] Tirmizî, “Menâkıb”,
31
[180] Nakibu’l-eşraf adı verilen ve
sâdâttan (seyyid ve şeriflerden) seçilen, bu memurlar, Hz. Pegamber (s.a.v)
soyundan gelenlerin işlerine bakar, doğumlarını ve ölümlerini deftere kaydeder,
faydasız mesleklere girmelerine engel olur, fey ve ganimetlerden kendilerine
ait paylarını alıp aralarında dağıtır, hanımların denkleri olmayan erkeklerle
evlenmelerine engel olurdu. Bu açıdan bakıldığında Nakibu’l - eşraf, Hz.
Muhammed'in soyuna mensup olanların umumi bir vasisi hükmündedir.
[181] Ş. Tufan Buzpınar,
“Nakîbu’l-eşraf’, DİA, TDV, İstanbul 2006, C. XXXII, s. 322-324.
[182] Osmanlı Devleti gösterdiği bu
hürmet ve muhabbetin yanında, Sadat-ı Kiram’dan ve Evlad-ı Kadiriyyeden
olanları vergiden ve askerliktenmuhaf tutmuştur; BOA, A.)MKT.MHM, 495/41,
H-18-03- 1305; BOA, DH.MUİ., 54/2, H-04-03-1328.
[184] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 58.
[185] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 16.
[186] Buharı,
"Daavât", 17.
[187] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 1-2.
[188] Ahzâb, 33/70-71.
[189] Safiyuddin Geylani, Mecmu
’l-efkar ve kuyudu ’l-eşya, vr. 1.
[190] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 23-63.
[191] Kuşeyri, a.g.e,
s.368
[192] Kuşeyri, a.g.e,
s. 369.
[193] Abdulkadir Geylani, Tasavvuf
ve Tarikat Adabı, çev. Osman Güman, Gelenek Yayıncılık, İstanbul 2013,
s.20.
[194] Safiyuddin Geylani, Vasiyyetü
’s-safiyye fi’l-işaretî’l-akli’l-müfid, vr. 12.
[195] Safiyuddin Geylani, a.g.e,
vr.97.
[196] Safiyuddin Geylani, Mecmuu
’l-efkar ve kuyudu ’l-eşya, s.64.
[197] Safiyuddin Geylani, Vasiyyetü
’s-safıyye fî’l-işaretî’l-akli’l-müfîd, vr. 97.
[198] Safiyuddin Geylani, a.g.e,
vr.97
[199] Buharî, “İman”, 16.
[200] Mustafa Çağrıcı, “Hayâ”, DİA, TDV,
İstanbul 1997, C. XVI, s.242-243.
[201] Asım Efendi, Kamus
Tecemesi, c.III, s.8.
[202] İbn Manzur, Lisanu
’l Arab, s.362.
[203] Seyyid Şerif Cürcanî,
et-Ta ’rîfât, Dar el-kutub elilmiyah, Beyrut 2013.
[204] Ebu’l-Vefâ Taftazanî,
“Gazzali’nin Tasavvuf Ekollerine Etkisi ve Gazzâli’den Sonra Ortaya Çıkan
Tarikatlar”, Çev. Mustafa Aşakar, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, Ankara 1997, s.472.
[205] Necmüddin Kübra, Tasavvuf
Hayat, Çev. Mustafa Kara, Dergâh Yayınları, İstanbul 1980, s.33.
[206] Reşat Öngören,
“Tarikat”, DİA, TDV, İsyanbul 2011, C.XL, s. 95-105.
[207] Fetih, 48/10.
[208] Dilaver Gürer, Abdülkadir-i
Geylani, s.100; Yapılan mülakatlarda anlaşıldığına göre, bu kaynakta geçen
tarikata intisap şekli, Safiyuddin Efendi döneminde yapılan intisap şekliyle
örtüşmektedir.
[209] El-Firuzâbadî, Mecdüddin Muhammed
b. Ya’kub, el-Kâmûsu’l-Muhît, Mısır 1952, cüz:1, s.307; Âsım Efendi, Kamûs
Tercemesi, İstanbul 1304, cl, s.547.
[210] Ethem Cebecioğlu,
“Hacı Bayram Veli’de ‘Mürîd’ Kavramının Ameli Eğitim Açısından Değeri”,
II. Uluslararası Hacı Bayram-ı
Velî Sempozyomu Bildiriler Kitabı, Ankara
2017, c.1, s.160-161.
[211] Safiyuddin Geylani, a.g.e,
vr. 13.
[212] Abdulkadir Geylani, a.g.e,
s.39-41; Safiyuddin Efendi’nin eserlerinden ve yapılan mülakatlardan
anlaşılacağı üzere, Bitlis ve çevresindeki kadirî tekkelerinde mürîd terbiye
etme biçimi, Abdulkadir Geylani Hazretleri’nin tavsiye ettiği bu usül üzerine
bina edilmiştir.
[213] Mahir İz, Tasavvuf
Mahiyeti, Büyükleri ve Tarikatler, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1990,
s.163.
[214] Safiyuddin Geylani, a.g.e,
vr. 99.
[215] Safiyuddin Geylani, a.g.e,
vr. 13-15.
[216] Safiyuddin Geylani,
a.g.e, vr. 15, 79-80.
[217] Kuşeyri, a.g.e,
s.301.
[218] Ali İmran, 2/191.
[219] Ebû Davud, “İlim”,
13.
[220] Muhammed b. Hasan
es-Sülemî, Ziyâdâtü Haka’ik’it-tefsir, Beyrut 1986, s. 14.
[221] Safiyuddin Geylani, a.g.e,
vr. 103.
[222] Safiyuddin Geylani, a.g.e,
vr. 11-12.
[223] Safiyuddin Geylani, a.g.e,
vr. 10-13.
[224] Safiyuddin Geylani, a.g.e,
vr. 10-13.
[225] Reşat Öngören,
“Zikir”, DİA, TDV, C.XLIV, İstanbul 2013, s.409-412.
[226] Safiyuddin Geylani, a.g.e,
vr. 97.
[227] Safiyuddin Geylani, a.g.e,
vr. 11-12.
[228] Safiyuddin Geylani, a.g.e,
vr. 3.
[229] Safiyuddin Geylani, Mecmuu
’l-efkar ve kuyudu ’l-eşya, vr. 12.
[230] Necdet Tosun, Zikir
ve Tefekkür, Semerkand Yayınevi, İstanbul 2013, s. 33.
[231] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 11-12.
[232] Rad 13/28
[233] Âhzab 33/41
[234] Akıbet Aksu, Asr-ı Saadette
Zikir Anlayışı, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim
Enstitüsü, Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, İstanbul 2019, s.33.
[235] Kelime olarak dönmek
demektir. Manevi ortamın etkisiyle sufilerin halka oluşturp dönerek vecde
dalmasına verilen isimdir.
[236] Kadir Özköse,
“Tarikatın Ortak Unsurları”, Tasavvuf El Kitabı, Ed. Kadir Özköse,
Grafiker Yayınları, Ankara 2012, s. 231.
[237] Ali Tenik, Vahit Göktaş,
”Tasavvufi Düşüncede Zikir ve Zikrin Benlik İnşasına Etkisi”, Toplum
Bilimleri Dergisi, 8/15, (ss.263-286), Ankara 2014, s.278.
[238] Nur Muhammed Geylani
(Oğlu) ile 1 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.
[239] Allah’a yaklaşmak
amacıyla belirli zamanda ve miktarda yapılan zikri ifade eden tasavvufi terim;
Mustafa Kara, “Evrâd”, DİA, TDV, 1995, C. XI, s.533.
[240] Nur Muhammed Geylani
ile 21 Şubat 2020 tarihinde yapılan mülakat.
[241] Ebû Nasr Serrâc Tusî,
el-Lüma, İslam Tasavvufu, çev. Hasan Kamil Yılmaz, Altınoluk Yayınları,
İstanbul 1996, s.456.
[243] Abdulkadir Geylani, Risalet-i
Gavsiyye, y.y, İstanbul 1985, s.32.
[244] Erişim Tarihi; 3
Nisan 2020;
http://www.geylanivakfi.com/hz-abdulkadir-geylani-k-s/hz-pirin-ilminin-
[245] Safiyuddin Geylani, a.g.e,
vr. 101, 102-103.
[246] Nihat Azamat,
“Kadiriyye”, DİA, TDV, İstanbul 2001, C. XXIV, s.134-136.
[247] Hülya Küçük, Ana
Hatlarıyla Tasavvuf Tarihine Giriş, Ensar Yayınları, İstanbul 2019, s. 142.
[248] Yusûf 12/53.
[249] M. İhsan Çelik, Kadirî
Tarikatında Seyr u SülûkMakamları, Yasin Yayınevi, İstanbul 2011, s. 144.
[250] Kıyâmet 75/2.
[251] M. İhsan Çelik, a.g.e,
s. 145.
[252] Şems 91/8.
[253] M. İhsan Çelik, a.g.e,
s. 146.
[254] Fecr, 89/27.
[255] M. İhsan Çelik, a.g.e,
s. 148.
[256] Fecr, 89/28.
[257] M. İhsan Çelik, a.g.e,
s. 149.
[258] Fecr, 89/28.
[259] M. İhsan Çelik, a.g.e,
s. 150.
[260] Hülya Küçük, a.g.e,
s. 143
[261] M. İhsan Çelik, a.g.e,
s. 151.
[262] Süleyman Uludağ,
"Nefs", DİA, TDV, İstanbul 2006, C. XXXVII, s.526.
[263] Kuşeyri, a.g.e.,
s. 167.
[264] Kuşeyri, a.g.e.,
s. 181.
[266] “Uzlet: Ruhsal doygunluğa ulaşmak
amacıyla toplumsal hayattan uzaklaşarak tek başına yaşamaya ve isteklerini
sınırlamaya verilen isimdir.”
[267] Safiyuddin Geylani,
a.g.e., vr. 96.
[268] İnb Manzûr, Lisânu'l-arab,
C. V, s.74; Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri sözlüğü, s.787.
[269] Dilaver Gürer, Düşünce
ve Kültürde Tasavvuf, Ensar Yayınları, İstanbul 2019, s.64.
[270] Abdulkerim Kuşeyri, a.g.e,
s.208.
[271] Abdulkerim Kuşeyri, a.g.e,
s.208
[272] Nisa, 4/77.
[273] Hülya Küçük, a.g.e,
s.89.
[274] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 90.
[275] Bakara, 2/155-156
[276] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 91.
[277] Ragıp, Müfredet, s. 151;
Firuzabadi, el-Kamusu’l-muhît, c.2, s.229; Asım Efendi, Kamus
Tercemesi, c.2, s.1169; İbn. Manzur, Lisanu’l-Arab, c.7, s.26-27;
Cürcani, Tarifat, s.4-5; Kaşanî, Istıulahatu’s- Sufıyye, s.141.
[278] Ebû Abdurrahman es- Sülemî, Tasavvufun
Ana İlkeleri, trc. Süleyman Ateş, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara
1981, s.25.
[279] Abdulkerim Kuşeyri, a.g.e,
s.288.
[280] Sühreverdi, Avârîfü’l-Mearif
s. 90-96.
[281] Süleyman Ateş,
“İhlas”, DİA, İstanbul 2000, C.XXI, s.536.
[282] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr.119.
[284] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr.119.
[285] Süleyman Uludağ,
“Muhabbet”, DİA, İstanbul 2005, C. XXX, s. 386.
[286] Kelâbazî, et-Ta’arruf,
s.130.
[287] Abdulkerim Kuşeyri, a.g.e,
s.407.
[288] Abdulkerim Kuşeyri, a.g.e,
s.407.
[289] Abdulkerim Kuşeyri, a.g.e,
s.405.
[290] Safiyuddin Geylani, a.g.e,
vr. 83.
[291] Garzan, Osmanlı
döneminde Kurtalan ve Baykan’ın bazı bölgelerini içine alan Siirt’in bir ilçesiydi.
Merkezi Zok (Yanarsu) köyüydü. Günümüzde bölgenin merkezi Kurtalan ilçesidir.
[292] Nakşibendiyye tarikatının
özellikle Halidiyye kolunda uygulanan zikir şekli. Nakşibendilikte toplu zikir
olarak icra edilen hatm-i hacegan, Nakşibendiliğin hacegan döneminden itibaren
uygulandığı tahmin edilmektedir. İçerisinde fatiha, inşirah ve ihlâs
surelerinin bulunduğu bu zikir, “hatme-i kebir” diye Abdulhalık Gücdüvanî’ye
dayandırılmaktadır; Mehmet Saki Çakır, “Hatm-i Hâcegân ve Hâlidîlik’teki
Uygulanan Örnekleri”, Uluslar Arası İslam Araştırmaları Dergisi, C. 5,
S.2, s.1.
[293] Safiyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 99.
[294] Hassa kavramının çoğulu olup,
sözlükte bir nesneyi diğerinden üstün kılan nitelik anlamına gelen bu kavram
‘seçkin kimseler’ manasında kullanılır.
[295] Asım Efendi, a.g.e, s.41;
Tehânevî, Keşşâfu'l-Istılahati'l-Fünun, c. I, İstanbul 1984, s.1055;
Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s.184.
[296] Mücadele, 58/11.
[297] Taha, 20/114.
[298] Zümer, 39/9.
[299] Yusuf Kenan Atılgan,
“İslam Düşüncesinde İlmin Kaynağı, İmkanı ve Sınırları”, Muş Alparslan
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, c.I, sayı 12, Aralık 2013, s. 201.
[300] Abdulkadir Geylani, Sırrü
’l Esrar, Bahar Yayıncılık, İstanbul 2007, s. 53.
[301] Safidyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 51
[302] Safidyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 51
[303] Safidyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 51
[304] Safidyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 91
[305] Mustafa Çağrıcı,
“Sabır”, DİA, TDV, C. XXXV, s.337.
[306] Necmuddin Kübra, Tasavvufi
Hayat, trc. Mustafa Kara, Dergah Yayınları İstanbul 2013.
[307] Abdulkerim Kuşeyri, a.g.e,
s.266.
[308] Maâric 5
[309] Bakara, 1/155
[310] Buhari, “Cenaiz”, 32
[311] Safidyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 103.
[312] Safidyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 4.
[313] Nur Muhammed Geylani
(Oğlu) ile 1 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.
[314] Safidyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 15.
[315] Ethem Cebecioğlu, a.g.e,
s.174.
[316] Lokman, 31/33.
[317] Hadid 57/20.
[318] Müslim “Cennet”, 55; Mehmet Emin
Özafşar, Riyazü’s-Salihin’den 1001 Hadis Seçkisi, Hakim Yayıncılık,
Ankara 2015, s.356,
[319] İmâm-ı Gazzalî, Kimya'yı
Saadet, trc. Faruk Meyan, s. 372, İstanbul 1979.
[320] Abdulkerim Kuşeyri,
a.g.e, s.201
[321] Mustafa Aşkar, Niyazi
Mısri ve Tasavvuf Anlayışı, Kültür Bakanlığı Yayıncılığı, Ankara 1988,
s.331.
[322] Erzurumlu İbrahim
Hakkı, Marifetnâme, Veli Yayınları, İstanbul 1980, s. 278.
[323] Safidyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 14.
[324] Safidyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 14.
[325] Tevbe, 9/67.
[326] Furkan, 25/77.
[327] Safidyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 15.
[328] Safidyuddin Geylani, a.g.e.,
vr. 123.
[329] Safiyuddin Geylani, a.g.e,
vr. 94.
[330] Safiyuddin Geylani, Vasiyyetü
’s-safıyye fî’l-işaretî’l-akli’l-müfîd, vr. 38-39.
[331] Cürcanî, a.g.e,
s.170.
[332] Ebû Bekr Kelebazi, Ta
’arruf Doğuş Devrinde Tasavvuf, Çev. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları,
İstanbul 2016, s. 112.
[333] Hucvurî, Keşfu
’l-Mahcûp Hakikat Bigisi, çev. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul
2010, s.
86.
[334] Sülemi, a.g.e,
s. 26.
[335] Fâtır, 35/15.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar