Print Friendly and PDF

ŞEYH SAFİYUDDİN GEYLANİ

 




BİTLİS’TE BİR KADİRİ ŞEYHİ: ŞEYH SAFİYUDDİN GEYLANİ'NİN HAYATI, ESERLERİ VE TASAVVUF ANLAYIŞI

Hazırlayan: RIDVAN GEYLANİ

SAFİYUDDİN GEYLANİ'NİN YAŞADIĞI DÖNEME GENEL BİR BAKIŞ

Şeyh Safiyuddin’in hayatını, tasavvufi görüşlerini ele aldığımız bu çalışmada daha sağlıklı sonuca ulaşabilmemiz amacıyla onun yaşadığı dönem ve bölgenin bilinmesi önem arz etmektedir. Bu nedenle Mutasavvıfımızın yaşadığı bölge ve dönemin siyasi, ilmi ve tasavvufi durumuna kısaca değinmek gerekir.

Siyasi ve Ekonomik Durum

Türkiye’nin modernleşme süreci üç aşamadan geçmiştir. “İlk olarak modernleşme sürecinin entelektüel temelleri Tanzimat dönemine, yapısal ve siyasal dönüşümler Cumhuriyetin ilk dönemlerine, sosyol, ekonomik ve kültürel hareketler ise 1950'li yıllardan sonra başlayan sanayileşme ve demokratikleşme yolunda atılan adımlara dayanır.”[1]

Sosyal ve ekonomik alanda meydana gelen değişmeler toplumsal yapı ve kurumlarda iz bırakmıştır; bu süreç 1970’li yıllarla beraber kırsaldan kente doğru nüfus hareketini, ekonomik sıçramayı, kitle iletişim ve ulaşım araçlarının gelişimine bağlı olarak kültürel değişmeye yol açmıştır. Bu değişmenin etkisi, küçük şehir ve köylere kadar ulaşmış toplumsal değerler ve normlar konusunda etkileşimler ortaya çıkmaya 2 başlamıştır.[2]

Siyasal gelişmeler çerçevesinde tanımlanan fakat kentleşme ve sanayileşmenin etkisiyle toplumsal değişmelerin yaşandığı 1960-1980 yıllar arasındaki dönem, dini hayat ve modernleşme etkileşimi açısından da kritik bir süreci temsil eder.[3]

Hakkında bilgi sunmaya çalıştığımız bu sosyo-ekonomik ve siyasi ortam içerisinde yetişen Şeyh Safiyuddin Geylani, tarihsel anlamda önemli bir şehir olan Bitlis’te doğmuştur. Alimlere, medreselere, kervansaraylara, hanlara, türbelere ve beş binlik kadim bir geçmişe sahip olan Bitlis coğrafyanın sertliğiyle, iş olanaklarının kısıtlılığıyla ve özellikle son otuz yılda artan terör olayları hasebiyle batıya oldukça göç vermiştir.

İlmi Durum

Osmanlı’yı ileri seviyeye ulaştıran temel etkenlerden biri medreselerdir. Medreseler eğitim programları arasından pozitif bilimleri devre dışı bırakmasından dolayı devletin gerilemesine yol açan nedenlerden biri olduğu düşüncesi yaygındır. Ayrıca özellikle son asırda devlet, ihtiyaç duyduğu elemanlara medreselerden değil, açtığı farklı meslek okullarından temin etmiştir. Bu durum medreselerin ilmi talep bakımından itibarının günden güne azalmasına neden olmuştur.[4] [5]

Medreselerin ilmi yönden itibarının günden güne azaldığı bir dönemde dünyaya gelen Safiyuddin Geylani’nin yaşadığı dönem olan XX. yüzyılda İlmi faaliyetler karmaşık vaziyetteydi. Çünkü medresenin karşısına; Darü’l-Fünun, meslek mektepleri, rüşdiye, idadiye, sultaniyeler, azınlık ve yabancı devlet okulları gibi birçok eğitim ve öğretim kurumu açılmıştır. [6]

XX. yüzyıl tüm dünyada ilmi bakımdan hızlı gelişmelerin yaşandığı bir dönemdir. Özellikle batıda söz konusu gelişmeler artarken İslam dünyasının bu gelişmelerden uzak kalmasından dolayı, Batı ve İslam toplumlarının arasında hızla değişen bilimsel, teknolojik ve ekonomik yönden bir mesafenin artmasına yol açmıştır.[7]

XX. yüzyılın ilk dönemlerinde Nakîb el- Attas, İsmail Raci el Farukî, Seyyid Hüseyin Nasr gibi İslam dünyası bilginleri gittikçe artan bu mesafe karşısında İslam ve bilim arasındaki ilişkileri tekrardan değerlendirme ihtiyacı duymuştur. Bu düşünürler Batı biliminin değerlerden bağımsız olmadığını “Batının bilimini kullanıp ahlakını terk etmek” diye tabir edilen modern İslamcı tezin yetersiz kaldığını öne sürerek bilimin Batıda gelişen modern şeklinde İslamileştirilmesi gerektiğini kabul etmişlerdir.[8]

Geçmişte olduğu gibi XX. yüzyılda da Bitlis önemli bir ilim ve kültür merkezidir. Bitlis’in kültürel yaşamında aşiret olgusunun birçok etkisi olmuştur. Bitlis’in kültürel geleneği, kapalı toplumsal yapısı, güçlü dinsel kurumları, tarımsal üretimi, ağalık ve şeyhlik ilişkilerinin etkisiyle şekillenmiştir. Toplumsal hayatta, dinsel yapının önemli bir yeri vardır. Buna "tarikat” olgusunun büyük etkisi olmuştur. 1975’li yıllarda iletişim, ulaşım ve teknolojik alanlarındaki gelişmeler sosyal ve kültürel hayatta değişime yol açmıştır.[9]

Dini ve Tasavvufî Durum

Sosyal kültürel ve tarihsel süreçte birçok etkiye ve temele sahip olan Türkiye’de dini hayat, tasavvufi hareketlerin ve tarikatların değişen faaliyetlerini içerir. Türklerin Anadolu'da yayılmasında önemli rolü olan tarikatlar, bu toplumun dini hayatı içerisinde etkili bir biçimde varlığını devam ettirmiştir. Cumhuriyet döneminde tarikatlar, tekke ve zaviyeler devletin gerilemesine neden olduğu düşüncesiyle kapatılır.[10]

1960-1980 yılları arasında Türkiye'de dini hayatta, demokratik yolda özgürlüklerin kısmen artmasıyla birlikte, cemaatler ve tarikatlar gibi dini grupların hareket faaliyetleri genişlemiş oldu. Buna paralel olarak sosyal, kültürel ve siyasal alanlarda dine referanslı gruplarda artış ortaya çıkmaya başlamıştır.[11]

Toplumdaki dini eğitim ve uygulama boşluğunu doldurmak adına, kökleri sağlam kadim geleneği olan tarikatlar nisbeten aktif olmaya başladılar. Böyle bir zamanda yaşayan Safiyuddin Geylani döneminde Bitlis’te dinsel yapı öteden beri oldukça güçlüdür. Din, toplumsal yaşamı derinden etkilemiş, gelenek ve göreneklerin oluşumunda büyük ölçüde ağırlığını hissettirmiştir. Dine bağlı olan halkın çoğu, Allah’ı ve gerçeği öğrenebilmek amacıyla şeyhlere inanmış, onların sözlerinden çıkmayıp onlara büyük bir değer vermişlerdir.[12] [13] Böylece Bitlis, Anadolu’da gerek medreseleriyle, gerek tekkeleriyle ilmi ve maneviyatı toplumsal alanda en yoğun yaşayan şehirlerden 13 biri olmuştur.

Tekke zaviye ve medreselerde, ilim ve tasavvuf eğitimine oldukça önem verilmiştir. Bu mekanlarda verilen eğitim sözlü, yazılı, uygulamalı ve hal ile eğitim olmak üzere dört şekilde özetlenebilir. [14] Bitlis’te ilim ve tasavvuf kültürünün yerleşmesinde etkili olan tekke ve medreseler şunlardır: “Nehri Tekkesi, Gayda Tekkesi, Norşin Medrese ve Tekkesi, Ohin Medresesi, Küfrevi Tekkesi, Birifka Tekkesi, Karaboy Medresesi.

Bitlis ve Çevresinde Tasavvufi Merkezler

Tasavvufun kurumsal hale gelmesiyle beraber Bitlis’te pek çok tarikat mensubu faaliyet sürdürmüştür. Bitlis ve çevresinde tasavvuf kültürünün yerleşmesinde etkili olan tekke, zaviye ve medreseler şunlardır:

Nehri Tekkesi:

Türkiye, Irak ve İran ülkelerinde etkin olan Nehri kolu, 19. Yüzyılın ilk dönemlerinde Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Nehri köyünde (Bağlar) Seyyid Taha (v.1853) tarafından kurulmuştur. Ondan sonra oğlu Şeyh Ubeydullah zamanında Nehri Tekkesi, siyasi bir kimlik kazanmış ve daha sonraki dönemlerdeki faaliyetleri bu yönüyle ön plana çıkmıştır. Nehri kolunun yayılmasında siyasi ve sosyal etkenlerle birlikte en etkili faktör, tarikatı yaymada gösterdikleri çabalarının yanında şeyhlere atfedilmiş özelliklerdir. Bu özelliklerin önemli bir kısmı maddeler halinde şu şekilde sıralanabilir.

“Seyyid” olmaları ve Şeyh Abdulkadir-i Geylani’nin soyundan gelmeleri.

Nehri şeyhlerini yücelten menkıbe ve kerametler.

Nehri şeyhlerinin ilmi ve tasavvuf! yönden yetkin olmaları.

Medrese-tekke birlikteliğini korumaları.

Önemli noktalara birçok halife göndermeleri.

Halifeler ile düzenli iletişim kurmaları.

Şeyhlerin liderlik yönü.[15]

Nehri kolu, Türkiye’de Gayda, Küfrevi, Arvas, Kelâmi ve Norşin, dergâhıyla; İran’da Nerziveyi, Kemalizade, Tikantepe, Köhne Kale ve Ermenibulağ, hankâhıyla; Irak’ta Barzan, Şeyh Reşid Lolan ve Sûrsûre tekkesiyle yayılmaya devam etmiştir.[16]

Gayda Tekkesi

Seyyid Sıbgatullah Arvasi (v.1870) tarafından Bitlis’in Hizan İlçesine bağlı Gayda köyünde kurulmuştur. Gayda Tekkesi, ilk dönemlerinde geniş bir bölgeye yayılmamıştır. Fakat sonraki dönemde takipçileriyle günümüze kadar ulaşmış en güçlü Nakşibendî-Halidi kollarının bir kısmının başı olması hasebiyle önem arz etmektedir. Bundan dolayı günümüzdeki bu kolların birleştiği ana damar olarak tabir edilebilir. Bu tekkelerin başında, Seyyid Sıbgatullah Arvasi'nin halifesi Şeyh Abdurrahman Tağî’nin kurduğu Norşin Tekkesi ve bu tekkenin devamı olan Ohin, Zokayd, Çokreş, Taşkesenli, Hezan, Kırtıoğlu, tekkeleri ve daha sonraki dönemlerde kurulmuş olan Menzil ve Hazne dergâhı yer almaktadır.[17]

Norşin Medrese ve Tekkesi

Şeyh Abdurrahman Tağî tarafından (v. 1886) Bitlis’in Norşin (Güroymak) ilçesinde kurulan tekke ve medrese, bölgenin dini ve toplumsal yapısında derin izler bırakmıştır. Şeyh Abdurrahman Tağî’nin bu tekkede yetiştirdiği halifeleri ve müridleri,

Bitlis ve çevresindeki illerin Nakşibendi-Halidî meşrebine uygun bir tasavvuf! hayatı benimsemesinde etkili olmuştur. Şeyh Abdurrahman Tağî’den sonra tekkenin şeyhliğine oğlu Şeyh Diyauddin (v. 1924) geçmiştir. Tekkenin son dönem şeyhi ise Şeyh Maşuk Norşinî’dir (v.  1975). Norşin tekkesinden altı farklı kol oluşmuştur ve Halidiliğin

Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgesinde yayılmasında etkili olmuştur. Bu kollar; Ohin, Çokreş, Zokayd, Hezân, Taşkesenli ve Kırtıloğlu şubeleridir.[18]

D- Ohin Medresesi

Ohin Medresesi, 1890 yılında Şeyh Fethullah Vekanisî tarafından kurulmuş olup günümüze kadar ilmi faaliyetlerine devam etmektedir. Bölgenin en itibarlı medreselerinden biri olan Ohin medresesinde birçok alim ve müderris yetişmiştir.[19] [20] Şeyh Fethullah’ın ilmi ve tasavvufi yönü, bölgede oldukça değer görmüştür. Ohin medresesinin en önemli özelliği, ilmi verasetin Şeyh Fethullah’tan itibaren günümüze kadar nesilden nesle devam etmesidir. Ohin medresesinde postnişinlik yapan şeyhler geçmişten günümüze kadar medresenin finansmanını sağlamışlardır. Ayrıca medrese, günümüzde kurumsal bir kimlikle Kur’ân kursu olarak eğitim-öğretim faaliyetlerine devam etmektedir.

Küfrevi Tekkesi

Şeyh Muhammed Küfrevi (v.              1898) tarafından Bitlis’te kurulmuştur. Aslen

Kufra (Şirvan)’lı olduğu için kendisiyle beraber postnişini olduğu tekke de Küfrevi olarak adlandırılmıştır. Seyyid Taha Hakkâri’nin yanında seyrü sülûkunu tamamlayan Şeyh Muhammed Küfrevî[21], mürşidinden izin aldıktan sonra irşad için Bitlis’e yerleşmiş ve Doğu Anadolu’daki en etkin Nakşibendi irfan merkezlerinden birinin temelini atmıştır. Bitlis dışında tekkenin etkili olduğu şehirlerin başında Ağrı yer almaktadır. Ağrı’da tekke faaliyetleri yürütenler arasında Şeyh Muhammed Küfrevî’nin oğlu ve torunlarının yer alması, Küfrevî Tekkesi’nin bu şehirdeki tesirini önemli derecede artırmıştır. Şeyh Abdulbari Küfrevî [22] , Şeyh Abdülazîz Abirî, Molla Muhammed Kasori, Molla Abdulkadir Nadir Azizî, Molla Abdülkerim Yıldız, Molla Abdulbakî Sayır Ağrı’daki Küfrevî şeyhler arasında en çok bilinenlerdendir.[23]

Birifka Tekkesi

Şeyh Şemseddin el-Ahlatî (v.                  1674) tarafından Kuzey Irak bölgesinde

kurulmuştur. Şemseddin el-Ahlati'nin İmadiye bölgesinde kurduğu Birifka Tekkesi, Halvetiyye tarikatının faaliyetleri için önemli bir merkez haline gelmiştir. Bu tekke yaklaşık iki asır süresince Kuzey Irak ve Suriye ile Doğu Anadolu bölgesinde Halvetiyyenin yayılmasında birçok etkisi olmuştur. Birifka tekkesi, XIX. yüzyılın ilk dönemlerinde Kadiriyye tarikatı faaliyetlerine başlamıştır. Zaman içerisinde Birifka Tekkesi’ne bağlı birçok tekke açılmıştır.[24] Bunlardan tespit edilen tekkeler şunlardır: Duhok Tekkesi, Etruş Tekkesi, Çırçak Tekkesi, Musul Tekkesi, Gerek Tekkesi, Kelekçi Tekkesi, Şeyh Mahfuz Beg Abbasi Tekkesi, Şeyh Abdullah Fahri Musulî Tekkesi, Meman Tekkesi, Allame Seyyid Muhammed Nurî Tekkesi, Şeyh Hacı Ahmed Seb’avi Tekkesi, Şeyh Hasan Habur Tekkesi, Şeyh Sultan Halife Tekkesi, Allame Şeyh Osman Rıdvanî Tekkesi, Amuda Tekkesi, Teylan Tekkesi, Cimzark Tekkesi, Maraş Tekkesi, Kaşak Tekkesi, Hoca Hasan Tekkesi, Duderya Tekkesi.[25]

Karaboy Medresesi

Karaboy medresesi, Seyyid Şeyh Mehmet Şefik Çiçek tarafından Bitlis İl merkezine bağlı Yukarı Karaboy köyünde kurulmuştur. Şeyh Şefik Efendi, Ohin’de Şeyh Alaaddin Ohinî’nin yanında ilim tahsil ederken Karaboy köyünden Amer Ağa Şeyh Alaaddin Efendi’den, Mutki ağalarına karşı kendisini koruyabilecek, aynı zamanda imamlık yapacak bir talebesini kendi köyüne göndermesini talep eder. Şeyh Alaaddin Amer Ağa’ya bu talebine karşı talebesi Şeyh Şefik’i bu iş için münasip gördüğünü ifade eder. Şeyh Alaaddin, Amer Ağa’nın bu isteğini, talebesi olan Şeyh Şefik’e açar. Şeyh kardeşleriyle yaptığı istişare sonucunda bu teklifi kabul eder. Karaboy köyünde medresesini kurar ve irşad faaliyetlerine başlar. Şeyh Mehmet Şefik rahatsızlığından dolayı tedavi olmak üzere İstanbul’a gitmek zorunda kalmıştır. İstanbul’da vefat eden Şeyh Efendi’den sonra ilim ve irşad faaliyetlerini oğlu ‘Seyda’ lakaplı Şeyh Maşallah Çiçek tarafından sürdürülmüştür.[26]

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE BİTLİS VE ÇEVRESİNDE KADİRİYYE
TARİKATI VE TEMSİLCİLERİ

BİTLİS VE ÇEVRESİNDE KADİRİ TARİKATI

Teylan Tekkesi

Siirt ilinin Kurtalan kazasına bağlı Teylan (Oyacık) köyünde bulunan bu külliye 6 yüzyılı aşkın bir tarihe sahiptir. Teylan külliyesi, Seyyid Abdulkadir Geylani hazretlerinin 6. kuşak torunlarından Şeyh Hasan Teylani tarafından inşa ettirildiği tarihi bilgilerle bilinmektedir. I. Cihan harbinin çıkmasından dolayı Şeyh Hasan Teylanî’nin neslinden gelen Şeyh Kasım Geylani, Rus cephesi gönüllü alay komutanlarından Şeyh Abdulmennan efendiyle birlikte mürîd ahbap ve dervişanlarıyla beraber, Ruslara karşı Bitlis ve civarında vatanı müdafaa etmişlerdir. Şavaşın akabinde Şeyh Kasım Efendi ve ağabeyi Şeyh Abdulmennan Efendi Teylan köyünden Siirt’in Kurtalan İlçesinin Cimzark (Gökdoğan) köyüne hicret etmişlerdir. [27] Bu münasebetle tekkeye bağlı müridlerin de hicret etmeleri sonucu Teylan belli bir dönem ilimden mahrum kalmış tekkenin yeni ilim merkezi Cimzark köyü olmuştur.[28]

Girdikan Tekkesi:

Girdikan tekkesi Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleri’nin 20. kuşaktan torunu Şeyh Hafız Girdikanî tarafından Siirt’in Baykan İlçesine bağlı Girdikan (Çevrimtepe) köyünde kurulmuştur. Girdikan tekkesi özellikle 17. ve 18. yüzyılda bölgede Kadiriliğin ilim ve irfan merkezi olarak anılmıştır. Şeyh Hafız o dönemde birçok talebe yetiştirmiştir. Hilafet verdiği müridlerinden birisi Şeyh Ali Garisî'dir.[29] Şeyh Hafız, hilafet aldıktan sonra kendisinden izin isteyen Şeyh Ali Garisî’ye, oğlu Şeyh Abdulhadî Kebir’in o vakit yaşının küçük olması, talebelerin sayısının fazla olması ve müderris ihtiyacının olması hasebiyle medreseden ayrılmasına izin vermez.[30] Şeyh Hafız’ın vefat etmesinden sonra oğlu Şeyh Abdulhadi Kebîr ve Şeyh Ali Garisî medresenin ilmi faaliyetlerini ilerletir. Kaynaklarda ulaştığımız kadarıyla, Şeyh Abdulhadi Kebir’in, Şeyh Abdulhadi Sağir ve Şeyh Abdullah Girdikani isminde iki oğlu vardır. Şeyh Abdulhadî Sağir, Siirt’te ilim irşad faaliyetlerini yürütürken; Şeyh Abullah Girdikanî, Bitlis’te ilim ve irşad faaliyetlerini sürdürmüştür. Bu iki zatın neslinden gelenler daha sonra Türkiye’nin dört bir tarafına yayılmıştır.[31] [32]

Cimzark Tekkesi:

Cimzark tekkesi Siirt’in Kurtalan ilçesine bağlı Cimzark (Gökdoğan) köyünde Seyyid Şeyh Kasım Teylanî el-Kadirî tarafından kurulmuştur. Şeyh Kasım Teylani, Şeyh Abdulkahhar el-Memani’den hilafeti alarak Kadiri-Birifkanî olarak faaliyet göstermiştir. Şeyh Abdulkahhar el-Memanî, Seyyid Abdulhamit Birifkani’nin halifesi O da Seyyid Nureddin Birifkani’nin halifesidir. Daha sonra Şeyh Kasım Cimzark köyüne geçerek orda kadiri tekkesi açmıştır. Bu tekkelerin postnişinliğini Şeyh Muhammed 32

Sıddık el-Kadirı ve Oğlu Şeyh Muhammed Faik üstlenmiştir.

Ürüs Tekkesi:

Ürüs kadirî tekkesinin temelleri Derviş-i Nebi lakablı Şeyh Kasım Teylani el- Kadirî (V. H. 1258/ M. 1843) ve Şeyh Ahmed el-Kadirî’nin Siirtin Kurtalan ilçesine bağlı Teylan köyünden Bitlis’in Mutki İlçesine bağlı Ürüs[33] (Sivirce) köyüne gelmesiyle atıldı. Şeyh Kasım Teylani ürüs köyünde üç sene civarında ilim ve irşad faaliyetleri sürdürdükten sonra tekrar Teylan’a döner ve orada vefat eder. Şeyh Kasım Teylani’nin vefatından sonra Tekke’nin postnişinliğine oğlu Seyyid Şeyh Habib el-Kadirî(V. 1322) geçmiştir.[34] [35] Şeyh Habib Efendi vefat edinceye kadar Ürüs tekkesinin Şeyhliğini sürdürür. Şeyh Habib’in Bitlis’te vefat etmesi üzerine, tekkenin postnişinliğine Şeyh Habib’in büyük oğlu Şeyh Necmeddin el-Kadirî geçmiştir. Şeyh Necmeddin Efendi (V. 1905) Hac farizasını yerine getirdiği esnada vefat etmiştir. Bunun üzerine tekkenin postnişinliğine, Şeyh Habib’in diğer oğlu Şeyh Abdulbarî geçmiştir. Şeyh Abdulbari Efendi 1930 yılına kadar Ürüs tekkesinde ilim ve irşad faaliyeti sürdürdükten sonra Mutki’nin Kaşak köyüne giderek orada yeni bir kadirî tekkesi inşa etmiştir. Şeyh Abdulbarî Efendi vefat ettiği tarih olan 1950 yılına kadar kaşak tekkesinde bu vazifesini sürdürür. Vefat etmesiyle birlikte kaşak tekkesinin postnişinliğine oğlu Şeyh Nureddin geçmiştir. Şeyh Nureddin 1960 yılında tekrar Ürüs köyüne dönmüş ve 1977 yılına kadar bu tekkede irşad faaliyetlerini sürdümüştür. 1977 yılında Şeyh Nureddin Efendi irşad için Bitlis’in Tatvan ilçesine hicret etmesiyle birlikte Ürüs köyünde tekke faaliyetleri 35 sona ermiştir.

Nizin Tekkesi:

Şeyh Bazîd el-Kadiri’nin Bitlis’in Mutki ilçesine gelmesiyle temelleri atılan ve sırasıyla Şeyh Muhammed ve Şeyh Safiyuddin’in postinişinliğini üstlendiği bu tekke hakkında detaylı bilgi çalışmamızın ikinci bölümünde, Şeyh Safiyuddin’in hayatı kısmında ele alınmıştır.

Kaşak Tekkesi:

Kaşak Tekkesi, kadirî Şeyhlerinden Şeyh Habib Efendi’nin oğlu Şeyh Abdulbarî (v.                       1950) tarafından Bitlis’in Mutki İlçesine bağlı Kaşak köyünde

kurulmuştur. 1900’lü yılların başında Ürüs tekkesinin şeyhliğini üstlenen Şeyh Abdulbarî, 1930 yılında Kaşak köyüne geçerek orada kurduğu tekkede ilim ve irşad faaliyetlerine devam etmiştir. 1950 yılına kadar bu vazifeyi yerine getiren Şeyh Efendi’nin vefat etmesi üzerine, tekkenin postnişinliğine oğlu Şeyh Nureddin geçmiştir. Şeyh Nureddin 1960 yılına kadar kaşak köyünde ilim irşad faaliyeti sürdürdükten sonra tekrardan Ürüs köyüne geçmiştir ve orada bu faaliyetlerini 1977 yılına kadar sürdürmüştür. Bu tarihten sonra Bitlis’in Tatvan ilçesine geçen Şeyh Efendi vefat edinceye kadar orada irşad vazifesini sürdürmüştür.[36] Şeyh Nureddin’den sonra Kaşak tekkesi şeyhliğine Şeyh Abdurrezzak Kadirîzade geçmiştir.[37] [38] Şeyh Abdurrezak bir süre sonra İstanbul’a hicret etmesiyle birlikte Kaşak köyünde tekke faaliyetleri sona 38 ermiştir.

Çırçak Tekkesi

Bu tekke Seyyid Nureddin Birifkanî’nin halifesi olan Şeyh Abdulbari Çırçakî tarafından kurulmuştur. Çırçak tekkesi günümüzde Bitlis ilinin Hizan ilçesine bağlı Çırçak (Kalkanlı) köyünde bulunmaktadır. Daha önce bu köy Van il sınırları içerisinde olduğu için Şeyh Abdülbarî Efendi’nin nispeti kaynaklarda ‘el-Vanî’ olarak yer alır. Tekke halen faaliyettedir. Fakat Şeyh Abdulbari’den sonra bu tekkede irşad faaliyetlerini üstlenen olmamıştır.[39] “Seyda” lakabıyla meşhur olan Abdurrahman Tâğî, Şeyh Abdulbari’ye intisap etmiştir. Tâğî sülûkunu tamamlayınca, Şeyh Nureddin Birifkanî Şeyh Abdulbari’ye haber göndererek Taği’ye hilafet verilmesi talimatında bulunur. Böylece Tağî de bir dönem kadiri halifesi olarak irşad vazifesinde bulunur.[40]

Hoca Hasan Tekkesi

Şeyh Hasan Arslan Hoca 1928 yılında Gaziantep’in Şahinbey İlçesine bağlı Körkün köyünde dünyaya geldi. İlk dini eğitimi Ali Bilici Hoca Efendi’den aldı. Daha sonra Mükerrem Safi Efendi’nin ders halkasına katıldı. Safi Hoca’ya 15 sene hizmet eder ve hilafeti ondan alır. Fakat Hocasının vefatıyla yazılı bir icazet almayışı Safi Efendi’yi yeni mürşid aramaya iter. Bitlis’in Nakşi Halifelerinden Şeyh Mazhar Ohini’yi ziyaret eder ve ondan icazet ister. Şeyh Mazhar; “Eğer sen Nakşibendi tarikatına müntesip olsaydın derhal icazetini verirdim; fakat sen Kadirî tarikatına müntesipsin. Dilersen Siirt’in Kurtalan kazasına bağlı Teylan köyünde ikamet eden evlad-ı Rasullerden Abdulkadir Geylani Hazretlerinin soyundan Muhammed Sıddık Teylani’ye hizmet et” der. Bu söz üzerine Siirt’e varan Hasan Hoca, Şeyh Teylani’ye intisap eder ve sekiz yıl süren müridliğin ardından icazetini alır. Hasan Efendi, Şeyh Sıddık Teylani'den ilmi ve halifelik icazetini aldıktan sonra hizmet etmeyi sürdürür. Özellikle Gaziantep civarında yetiştirdiği müridleri, Kur’ân ve sünnete olan ittibasıyla ün kazanmıştır. Hasan Efendi, tekkesinde ilme ve tasavvufa bağlı müridler yetiştirmesi, ilim ehli zâtlar tarafından övgüyle karşılanmıştır.[41]

Duderya Tekkesi

Duderya tekkesi, Şeyh Ömer Duderî tarafından kurulmuştur. Siirt’in Kurtalan ilçesine bağlı Teylan (Oyacık) köyünde medfun olan Şeyh Seyyid Kasım Teylanî'den Kadirî tarîkatı icazetini almıştır. Şeyhinin emriyle irşad faaliyetlerini sürdürebilmesi için, Diyarbakır’ın Kulp ilçesine bağlı o zamanki ismiyle Duderya olarak bilinen Konuklu köyüne gelmiş ve tekkenin temellerini orada atmıştır. Şeyh Muhammed Sıddık Teylani’nin halifesi olan Şeyh Siraceddin Duderi’nin postnişinliğini yaptığı bu tekke, 2009’da Şeyhin vefat etmesiyle, tarikat faaliyetleri Şeyh Siraceddin’in çocukları tarafından yürütülmektedir. [42]

BİTLİS’TE ÖN PLANA ÇIKAN KADİRİYYE TARİKATI TEMSİLCİLERİ

Molla Süleyman Efendi

Şeyh Süleyman, Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretlerinin neslinden gelen Şeyh Ali Efendi'nin torunudur. Kadiri tarikatının faaliyetleri, Şeyh Ali’nin vefatından sonra onun evlatları ve torunları tarafından sürdürülmüştür.[43]

Seyyid Süleyman, halkın isteği üzerine Hakkari Beyliği’ne getirilmiştir. Ceddi Seyyid Ali’nin mana alemindeki uyarısıyla Şeyh Süleyman beylik görevinden ayrılır. Hakkari Beyliği’nde katip olarak görev yapma teklifini kabul etmeyerek 1642 yılında Bitlis Kızılcami mahallesinde bir ev satın alır ve oraya yerleşir. [44] [45]

Molla Süleyman Efendi, Müştak Baba lakaplı Muhammed Mustafa’nın dedesidir. Müştak Baba, dedesini her daim manalı sözler sarf eden aynı zamanda Kadı Beydavî’nin tefsirini okuyup inceleyen, İslam hukuku konusunda da gayet bilgili birisi olarak tanıtır.

Şeyh Süleyman Efendi, Kadiri Tarikatı meşayıhlarındandır. Bu konuyu Müştak Baba’nın Asar isimli eserinde geçen şu ifadelerden anlıyoruz. “Abdulgafur Hoca tasavvufta öyle derinleşir ve söz sahibi olur ki, kısa süre içerisinde ‘makam-ı hilafet’e namzet ve babasının halifesi olur [46]

Abdulgafur Hoca

Molla Süleyman Efendi'nin tek çocuğu olan Şeyh Abdulgafur'un doğum yeri kesin olarak bilinmediği gibi, doğum tarihi de tam olarak bilinmemektedir. Şems-i Bitlisi’nin hayatına dair bilgilere bakıldığında onun 1650-1660 yılları arasında Bitlis’te doğduğu tahmin edilmektedir.[47]

Şeyh Abdulgafur’un ilk ilim tahsiliyle bizzat babası Molla Süleyman ilgilenmiştir. Abdulgafur Hoca, Asar’ da geçen anlatıma göre, yedi yaşına girdiğinde babasının kitap ve eserlerini okuyabilecek zeka ve yeteneğe sahip olduğudur. O gençlik dönemlerinde tüm zahir ilimleri okumuş, kendi zamanın anlayışı doğrultusunda ve babasının kütüphanesinden en iyi şekilde faydalanarak, tasavvuf ilmi için gerekli olan bilgi donanımını sağlamıştır.

Seyh Abdulgafur babasının gözetiminde tasavvufa yönelip ondan en iyi şekilde istifade eder. Tasavvuf ilminde o kadar derinleşir ki, kısa zaman içerisinde babasının halifesi olur. Arapça ve Farsça konuşmayı ana dili gibi öğrenen Şeyh Abdulgafur babası Süleyman Efendi henüz hayattayken Malabudde’yi[48] Zevaidu’l-Ahire ve Minhacu’l- Abidin[49] adlı eserleri Türkçe’ye çevirmiştir.[50]

Şems-i Bitlisi (Hacı Mahmut Hoca)

Şems-i Bitlisi’nin doğum tarihi tam olarak bilinmemektedir. Sözlü kaynaklara göre 73 yaşında vefat ettiği için doğduğu yıl 1715 olarak kabul edilmiştir. Asıl ismi Mahmud olan Şems-i Bitlisî, Molla Süleyman Efendi’nin Bitlis’e yerleşmesinden tam 73 yıl sonra Bitlis’in Kızılcami mahallesinde doğmuştur. Şems-i Bitlisî, 1642 yılında, Hakkari ilinden Bitlis’e geçerek oraya yerleşen Süleyman Efendi’nin torunu ve Şeyh Abdulgafur Efendi'nin oğludur. [51]

Şems-i Bitlisi, Kur’ân-ı Kerîm’i küçük yaştayken ezberlemiştir. Arapça ve Farsça’yı mükemmel bir şekilde öğrenmiştir. En büyük kardeşi olan Hocası Hasan Efendi’nin gözetimi altında, hadis, tefsir, kelam, fıkıh ile pozitif bilimler; tarih, mantık, matematik, astronomi v.d ve tasavvuf ilmini öğrenmiştir.[52]

Şems-i Bitlisî’nin ders aldığı önemli şahsiyetlerden birisi de Abdulvahhab el- Hamzavî’dir. Zahir ve batın ilminde iyice derinleştikten sonra hocasının tavsiyesi üzerine Bağdat’a gitmiştir. Bağdat’ta ünlü İslam bilgini ve sufisi Şeyh Ahmed-i Şeriften eğitim almıştır.[53]

Şems-i Bitlisî hem kadirî hem de nakşibendî olmak üzere iki tarikattan icazetname alarak Bitlis’e dönmüştür. Şems-i Bitlisî’nin türbesi Bitlis Merkez İnönü mahallesinde bulunan Yusufiye Medresesi yanındadır.[54]

Şems-i Bitlisî birçok talebe yetiştirmiştir. Şeyhin yetiştirdiği halifeler şunlardır:

Seyyid Mahmud Üryanî

Sultan Hacı Mustafa

İsmail Erzurumî Efendi

Şeyh Tahir-i Samî

Şeyh Ahmed Faik Han

Şeyh İsa Efendi

Hırsatlızade Hacı Reşit Efendi

Muhammed Sadık Erzincanî[55]

Şeyh Mahmud Üryani

Uryan Baba aslen Ahlatlı’dır. Asıl ismi Mahmud’dur. Babası Seyyid Ebu Bekir Birifkanî’dir. Müştak Baba lakaplı Muhammed Mustafa, Asar isimli eserinde Şeyh Mahmud Ürayni’yi şu şekilde tanıtır. “Kutbu’l Ekrem, Gavs’ul Azam, Ahlat Şeyhi, Seyyidu Şeyhi Üryani Baba.”[56]

Kendisini hak yoluna adayan, dünya malına önem vermeyip ondan elini eteğini çeken ve üryan vücuduna sardığı abanın dışında başka dünya malı bulunmayan bu Zat’a insanlar tarafından “ Şeyh Babo, Üryan Baba, Çıplak Baba” gibi isimler verilmiştir. [57] Seyyid Sıbgatullah Arvasî, Şeyh Üryan Baba’dan bahsederken Minah isimli eserinde şu sözleri sarf eder: “ Ahlatlı çıplak şeyhin zahiri çıplak olup, süslü olmasa da, şüphesiz ki onun içi güzeldir.”[58]

Üryan Baba, Bitlis’in Ahlat ilçesinde yaptırdığı tekkede bir süre irşad faaliyetlerinde bulunmuştur. Şeyhi Şemsi Bitlisî’nin vefatından sonra onun vasiyeti üzerine Bitlis’e dönerek şeyhlik makamına geçmiştir ve bu vazifeyi 35 yıl boyunca sürdürmüştür.[59]

Bitlis’te vefat eden Üryan Baba'nın kabri Ayne’l Barîd Cami ile Kadı Bekiyye Cami arasında bulunan ve kendi ismini taşıyan kümbetin içinde bulunur.

Müştak Baba

Müştak Baba’nın doğumu hakkında kaynaklarda farklı görüşler ileri sürülmektedir. Hüseyin Vassaf, Risale-i Müştâkıyye eserinde Müştak Baba’nın M.1758 (H.1272) yılında doğduğunu belirtmektedir. [60] M. Kemal Gündoğdu ise yazdığı makalelerde Müştak Baba’nın doğum tarihini tahmini olarak M.1772 (H.1185)vermiştir.[61] Müştak Baba’nın asıl ismi Muhammed Mustafa’dır. Ancak “Müştak” mahlasıyla meşhur olmuştur.[62]

Müştak Baba’nın dedesi olan Seyyid Molla Süleyman Efendi 1642 yılında Hakkari’den ayrılıp Bitlis’e yerleşir. Şeyh Molla Süleyman Efendi’nin şeceresi Seyyid Abdulkadir Geylani hazretlerine dayanır.[63]

Müştak Baba ilim tahsilini Bitlis ve çevresinde görmüş, ilk eğitimini Şeyh Hacı Süleyman Efendi’den almıştır. Medrese eğitimine devam eden Müştak Baba bir süre sonra medreseden kaçıp musikiye meyleder. Bu sırada 12 yaşlarında olan Müştak Baba’yı dedesi ilme devam etme noktasında ikaz etse de Müştak Baba medreseye gitmez. Hacı Süleyman Efendi Müştak’taki manevi hali anlayınca onu Şemsi Bitlisî olarak bilinen Hacı Mahmud Efendi’ye gönderir ve tasavvuf yolundaki ilk eğitimi ondan alır.[64] Daha sonra zamanın büyük mutasavvıf ve musikişinaslarından olan Şeyh Hasan Hoca Şirvan Efendi’nin yanına gider ve ondan aldığı eğitimle tasavvuf yolunda ilerler.

Şeyh Müştak Efendi Kadirî tarikatına mensuptur. Nitekim 1266/1850 yılına ait arşiv belgesinde Müştak Baba’nın kadiri tekkesi inşa ettiği zikredilmektedir.[65] Sefne-i Evliya isimli eserde onun tarikat silsilesi şu şekilde verilmiştir:

Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleri

Seyyid Abdulvahhab

Seyyid Gavs Muhammed

Seyyid Şah Muhyiddim

Seyyid Hasan

Seyyid Salîh

Seyyid Bakır

Seyyid Musa

Şeyh Muhammed

Şeyh Tahir

Şeyh Hüseyin

Şeyh Ahmet

Şeyh Muhammed

Şeyh Yahya

Şeyh Zahîd

Şeyh Bekaeddin

Şeyh Muhyiddin

Şeyh Abdulvehhab

Şeyh Hami d

Şeyh Hasan

Şeyh Ali

Şeyh Abdurrahman el-Mevsilî

Şeyh Seyyid elhac Ahmed-i Şerîf

Şeyh Abdulvahhab-i Su’dî

Şeyh Abdulcelil Teblisî

Şeyh Elhac Hasan Şirvanî

Es-Şeyh es-Seyyid Elhac Muhammed Mustafa Müştak-ı Bitlisî[66]

Ayrıca Müştak Baba kendisinin Kadirî Tarikatından olduğunu şiirinde şu şekilde dile getirmiştir:

Kadirîyiz kadirî gül gibi başta gezeriz

Zerre-i hak-i der-i padişah-ı Geylaniyiz[67]

Kadiriliğin Müştakiyye kolunun kurucusu olan Şeyh Müştak Baba’nın Risale-i Müştakıyye adlı eserde belirtildiğine göre altı halifesi vardır:

Oğlu Şeyh İbrahim Ethem Efendi

Seyyid Sadullah Efendi

Erzurum’da İbrahim Ethem Efendi

Paşmak-ı Şerif dergâhı şeyhi Musullu Baba Efendi

Muhammed Celal Paşa

Ahmed Cemal Paşa[68]

ŞEYH SAFİYUDDİN GEYLANİ’NİN HAYATI, KİŞİLİĞİ VE ESERLERİ

Bu bölümde, Şeyh Safiyuddin’in doğumu, hayatı, nesebi, kişiliği, tasavvufa ve tarikata intisabı, hocaları, icazeti, eğitim aldığı tekke ve eserleri ele alınacaktır.

Hayatı

Safiyuddin Geylani[69] 1934-2007 yılları arasında yaşamış ve bulunduğu bölgenin ilmi ve tasavvufî eğitimiyle ilgilenmiş bir Kadirî şeyhidir. Safiyuddin Geylani’nin ailesi, almış olduğu eğitimi, tasavvufa intisabı ile ilgili en kapsamlı yazılı bilgiye kendisinin “vasiyyetü’s-safiyye fi’l-işareti’l-akli’l-müfid” adlı eserinde rastlanılmaktadır.

Doğumu ve Ailesi

Şeyh Safiyuddin Bitlis il sınırları içerisinde bulunan Mutki ilçesine bağlı Nizin[70] köyünde 1934 yılında dünyaya gelmiş olup, orada bulunan kadirî tekkesinde postnişin olan Şeyh Muhammed’in oğludur. Zahid alimlerden olan dedesi Şeyh Bazid’dir. Annesi, Derviş-i Nebî lakablı Şeyh Kasım Teylanî’nin oğlu Şeyh Habib’in kızıdır. Hem anne, hem de baba tarafından Seyyid’dir. Şeyh Safiyuddin’in eserinde geçen tam ismi ve künyesi şu şekildedir: Muhammed Safiyuddin b. Şeyh Muhammed b. Şeyh Bazîd el- Kadîrî.[71]

Şeyh Safiyuddin’in babası Şeyh Muhammed (v. 1374/1954-55) “Şeyhü’l-emced” lakabıyla anılan bir mutasavvıftır. Şeyh Muhammed’in üç erkek, iki kız olmak üzere toplam 5 çocuğu olmuştur. Erkek çocukları; Şeyh Salih, Safiyuddin ve Takiyuddin’dir. Kız çocukları ise Selmete ve Selhate’dir.[72]

Şeyh Safiyuddin’in, Kadirî Seyyidlerinden Şeyh Abdulgaffar b. Şeyh Hamza’nın kızı Nazrife ile evlilik yapmıştır. Bu evliliklerinden dördü erkek, ikisi kız olmak üzere toplamda altı çocuk dünyaya gelmiştir. Erkek çocuklarının isimleri; Mehmet Cevat, Mehmet Suat, Nur Muhammed ve Ali Fuat’tır. Kız çocuklarının isimleri ise; Münire ve Nefise’dir.[73]

Nesebi ve Soy Ağacı

Safiyuddin Geylani Ed-Dürretü’n-nefisetü’l-mardiyye fi Sülâleti ’l-Kâdiriyyeti ’l- Haseniyye adlı eserinde, kendi soy şeceresini Abdulkadir Geylani Hazretlerine oradan da Hz. Peygamber’e kadar zikreder. Soy ağacını Hz. Ali’den itibaren baba-oğul silsilesiyle şu şekilde zikretmiştir:[74]

Hz. İmam-ı Ali (r.a)

Hz. Hasan

Şeyh Hasanül-Musanna

Şeyh Abdullah Mehdi

Şeyh Musa Elcunî

Şeyh Abdullah

Şeyh Musa

Şeyh Davut

Şeyh Muhammed

Şeyh Yahya-i Zahidi

Şeyh Abdullah

Şeyh Musa El-Cengi Dost

Gavs-ı Azam Şeyh Abdulkadir Geylani (k.s)

Şeyh Abdurrezak

Şeyh Nasır

Şeyh Muhammed

Şeyh Ahmed

Şeyh Ali

Şeyh Hasan

Şeyh Safyeddin

Şeyh Ahmet

Şeyh Nureddin

Şeyh Hasan

Şeyh Muhammed

Şeyh Abdulkadir

Şeyh Hafız

Şeyh Mahmut

Şeyh Ali (Derzen)

Şeyh Hafız

Şeyh Abdulhadî Kebîr

Şeyh Abdulhadî Sağîr

Şeyh Hasan

Şeyh Ahmed

Şeyh Bazîd

Şeyh Muhammed

Şeyh Safiyuddin[75] [76]

Tahsil Hayatı

Safiyuddin Geylani ilk öğrenimine Şeyh Fethullah Verkanisi (v. 1899)’den icazet alan dönemin Bitlis Mutki Müftüsü Molla Ahmet Hizani’nin yanında başlamıştır. Daha sonra babası Şeyh Muhammed başta olmak üzere birçok alimin yanında ilim tahsil etmiştir.

Hocası Molla Ahmed Hizani’nin yanında Nûbehar[77], Nehcü’l-Enam[78] ve Fethû’l-Muin [79] adlı kitapları okumuştur. Babası Şeyh Muhammed’in yanında Ğayetü’l- ihtisar[80], ve Minhâcü’t-Tâlibîn[81] vs. kitapları okumuştur. On bir yaşına vardığında babasının isteği üzerine Karaboy medresesi postnişini amcasının oğlu ve aynı zamanda eniştesi olan Şeyh Mehmed Şefik Karaboyi’nin yanına gider. Onun yanında sarf ve nahiv dersleri alır. Babasının vefatı üzerine ilim tahsilini yarıda bırakmak zorunda kalıp 1954 yılında tekrar Mutki’nin Nizin Tekkesine döner. Bir süre kaldıktan sonra Şeyh Şefik’in yanına dönen Şeyh Safiyuddin kitapları ve eğitimini tamamlamıştır.[82]

Şeyh Safiyuddin hem kadiri tarikatı alimleri, hem de nakşî alimlerden ders ve icazet almıştır. İlim tahsil ettiği alimler şunlardır: Şeyh Mazhar b. Şeyh Alaaddin Ohinî, Şeyh Halid b. Şeyh Alaaddin Ohinî, Şeyh Nureddin b. Şeyh Abdulbarî Kaşakî. Şeyh Safiyuddin murşidlerinden aldığı ilmi icazetten sonra Nizin köyüne tekrar döner. Üç sene boyunca tekkede ders verir. 1988 yılında İstanbul’a hicret eden Safiyuddin Efendi vefat edinceye kadar ilim ve irşad faaliyetlerine orada devam eder.[83]

İrşad Faaliyeti ve Resmi Görevleri

Şeyh Safiyuddin murşidlerinden aldığı ilmi icazetten sonra Nizin köyüne tekrar döner. Almış olduğu ilmi eğitime, tasavvuf ve tarikat hizmetlerini ekleyerek irşad faaliyetlerinin alanını genişletmiştir.[84]

Şeyh, irşad faaliyetlerine yakın çevresinden başlamıştır. Daha sonra çevre köy ve beldelerden gelen talebelerle ilim meclisini gittikçe genişletmiştir. Onun Kur’ân ve Sünnet çizgisindeki hassasiyeti, ihlâslı ve mütevazi bir yaşama sahip olması, yaptığı irşad faaliyetlerinin kısa süre içerisinde benimsenmesinde etkisi olmuştur.[85]

Şeyh Safiyuddin, başta müridleri olmak üzere bulunduğu yerdeki halkı sürekli gözetlemiş özellikle dini ve ahlaki konularda gevşeklik gösterenleri açıktan ya da ima yoluyla uyarmıştır.[86]

Şeyh Safiyuddin sufi kimlği ve postnişinliğinin yanında resmi vazifeye de sahiptir. İlk olarak Mutki Nizîn (Yenibağ) camiinde imam-hatip olarak görev yapmaya başlar. Bu köyde üç sene görevini sürdürür. Bu süre zarfında askere giden Şeyh, asker dönüşü Mutki İlçe Merkez Camiinde imam-hatip olarak görev yapmaya devam eder. Daha sonra Vali’nin emriyle vekâleten Mutki İlçe Müftülüğü yapar ve bu görevi 1984 yılına kadar bilfiil on bir yıl, aralıklarla toplamda on beş yıl sürdürür.[87]

Vefatı

Sefiyuddin Efendi, yaşadığı döneme hem ilim/irşad açısından hem de bulunduğu civardaki halkın sevgisini kazanma açısından damga vurmuş bir alim ve mutasavvıftır. Ziyaretine gelenleri muhabbetinden eksik etmez çok rahatsız olduğu anlarda dahi birkaç kelime de olsa sohbet etmekten geri durmazdı. Vefat etmeden birkaç saat öncesinde dahi evine ziyaretine gelen misafirleri ağırlamış ikramlarda bulunmuştur. Son zamanlarında rahatsızlığı artan Safiyuddin Efendi, önüne gelen sofradan sadece bir yudum ayran içmiş benden artık bu kadar diyip uzandığı yerde ettiği dualardan sonra, gözlerini ebedi aleme açmak üzere yummuştur.[88]

Ömrünün son demine kadar hak yol için mücadele içinde geçiren Safiyuddin Geylani, 30 Haziran 2007 tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir. İstanbul Maltepe Onbeş Evler Merkez Camii’nde kılınan cenaze namazı ardından, vasiyeti üzerine İstanbul Başıbüyük mezarlığında bulunan türbeye, hocası Seyyid Şeyh Mehmed Şefik Karaboyi’nin yanına defnedilmiştir.[89]

TASAVVUFİ HAYATI

Şeyh Safiyuddin, tasavvufî düşüncenin yoğun bir şekilde yaşandığı ortamlarda yetişmiştir. Doğduğu, büyüdüğü, seyr u süluku ve ilim tahsil ettiği yerler hep tekke ve çevresi olmuştur. Bundan dolayı Şeyhin hayatının büyük bir bölümünün tasavvufi çerçevede geçtiğini ifade edebiliriz. Safiyuddin Efendi’nin tasavvufi hayatını ele aldığımız bu bölümde; onun, ilim tahsiline ilk başladığı yer olan Nizîn tekkesine, ders ve icazet aldığı hocalarına, talebelerine ve son olarak tarikat silsilesini ele almaya çalışacağız.

Nizîn Tekkesi:

Bitlis, şehir merkezinin yanı sıra, ilçelerinde de tarikat faaliyetlerinin yürütüldüğü önemli tasavvufi merkezlerden biridir. Bu doğrultuda Bitlis ve ilçelerinde farklı tarikatlara ait birçok tekke ve zaviyeden bahsedilir.[90]

Bitlis ve ilçelerinde irşad faaliyetleri yürüten önemli tarikatlardan birisi kadiriliktir.[91] Bu tarikata mensup meşayıhlar tarafından Mutki ilçesinde kurulan Nizin tekkesi, kısa süre içerisinde sosyal ve kültürel merkez haline gelmiştir.[92]

Mutki ilçesi; kuzeyinde Muş'un Hasköy ilçesi, güneyinde Siirtlin Baykan ilçesi doğusunda Bitlis il merkezi ve batısında Batman'ın Kozluk ilçesi yer almaktadır.[93] İlçenin arazi yapısı yer yer ormanlık, dağlık ve dik vadilerden oluşur. Nizin köyü ise İlçe merkezinin girişinde bulunan tepenin yamacında kurulmuştur. Köyün ismi 1962 yılında ilçe merkezine bağlı olarak "Yenibağ" mahallesi olarak değiştirilmiştir.[94]

Kadirî meşayıhlarından Mutki ilçesine ilk gelen zâtlardan birisi Şeyh Safiyuddin’in dedesi Şeyh Bazîd b. Şeyh Ahmed'dir. Yakınları içerisinde yetim olanlardan 25 civarında kişiyi yanına alarak Mutki'nin Kolanıs (Geyikpınar) köyüne gelmiştir. Daha sonra Ürüs köyüne geçen Bazîd Efendi, oğlu Şeyh Muhammed tarikat icazetini alıncaya kadar o köyde kalmıştır.[95]

Şeyh Muhammed, tarikat icazetini Şeyh Kasım b. Şeyh Nureddin b. Şeyh Kasım’ (Dervişinebi) dan almıştır.[96] Bir süre sonra Şeyh Bazîd oğulları Şeyh Muhammed ve Şeyh Kamil ile birlikte Mutki'nin Nizin (Yenibağ) köyüne geçmiştir. Şeyh Muhammed ve Şeyh Abdulbarî b. Şeyh Habib buradan arazi satın alıp irşad faaliyetlerine başlamıştır ve böylece Nizin tekkesinin temelleri atılmıştır.[97] [98] Bir süre sonra Şeyh Said Palevi isyanı vuku bulmasından dolayı mesnetsiz bir takım ithamlar sonucunda, Şeyh Bazid, oğlu Şeyh Muhammed, Şeyh Abdulbarî, Seyyid Abdullah Hafîd Gavsı Hizanî, Şeyh Alaaddin Ohinî, Şeyh Abdullah Tâpî gibi birçok zâtlarla birlikte İzmir'e sürgüne gönderildi. Sürgünden sonra bir süre daha Nizin'de kalan bu zatlardan Şeyh Bazid Arınç köyüne gitmiş olup orada vefat etmiştir. Şeyh Abdulbari Kaşak köyüne, Şeyh Kamil ise Ürüs köyüne gitmiştir. Şeyh Muhammed ise Nizin köyünde kalıp irşad faaliyetlerinedevam etmiştir.

Şeyh Muhammed, Nizin köyünde medrese ve dergâh inşasına başlar. Nizin köyündeki inşa faaliyeti tamamlandıktan sonra, bir yandan Mutki’de yoğun bir şekilde irşad faaliyetleri sürdürürken, diğer taraftan medresede ilim talebesi yetiştirir. Bölgede kısa süre içerisinde adı duyulmaya başlayan tekkeye, talebeler ilim tahsil etmek için; ilim tahsil edenler ise manevi eğitim görmek için gelmeye başlar.[99]

Bitlis ve çevresinde faaliyet gösteren diğer ilim ve tasavvuf merkezlerinin yanında Mutki ilçesi kadiri meşayıhları için irşad sahası haline gelmiştir. Özellikle bu bölgede kurulan tekkelerin faaliyetleri insanların manevi ve sosyal yaşantısına olumlu birçok etkisinin olduğu görülmektedir. Halen halkın dini inançlara olan bağlılığı, devlete ve millete karşı asayişi terk etmemelerinde bu tekkelerin önemli katkısı olmuştur. Bunun yanında Mutki tekkelerinde postnişinlik yapan şeyhlerin hem devlet ricali üzerinde, hem de bölge halkının maddi sorunlarının çözümü üzerinde ciddi etkileri olmuştur. Arazi anlaşmazlıkları, kan davaları, aşiretler arasında çekişme vs. halk ihtilafa düştüğü konularda tekke şeyhlerine başvurmuş çözüm için onlardan gelen hükümleri kabul etmişlerdir. Böylece olaylar daha da fazla büyümeden herkesin razı olacağı bir şekilde sulh yoluyla çözüme kavuşulmuş olurdu.[100]

Nizin tekkesi, aynı zamanda bölge merkezinden gelip köyüne gitmek isteyen vatandaşın konaklama yeri haline de gelmiştir. Tekkeye gelen halk, hem ıstırahat eder hem Şeyhin sohbetinden, feyz ve bereketinden nasibini alır, köyüne o şekilde dönerdi. Şeyh Muhammed’in çocukları ve torunları hem ilim ve irşadla iştigal ederken aynı zamanda yaptırdıkları değirmenle, tarımla, hayvancılıkla, tekkenin ve talebelerin ihtiyacını karşılarlardı.[101]

Şeyh Muhammed’den sonra tekkenin postnişinliğine oğlu Şeyh Safiyuddin geçmiştir. Fakat onun da bir süre sonra bazı nedenlerden dolayı İstanbul’a göç etmesiyle Nizin tekkesinin faaliyeti sona ermiştir. Tekke binası uzun yıllar boyunca boş kalmasından dolayı günümüzde sadece yıkıntıları kalmıştır.[102]

Hocaları:

Şeyh Safiyuddin, küçük yaşlardan itibaren iyi bir eğitim almış, dönemin tanınan birçok alimin ders halkasına katılmıştır. Bunlar arasında Şeyh Ahmed Hizanî, Şeyh Mehmet Şefik Karaboyî (v. 1995), Şeyh Mazhar Ohinî (v. 1989), Şeyh Halid Ohinî (v. 1986), Şeyh Nureddin Kaşakî (v. 1994) gibi değerli zatlar da vardır. Bu ulemalardan özellikle Seyyid Şeyh Mehmet Şefik, Safiyuddin Geylani’nin eğitim ve tasavvufî hayatının şekillenmesinde önemli etkisi olmuştur. [103] Bu nedenle çalışmanın bu kısmında onların hayatından bahsetmenin faydalı olacağı kanaatindeyiz.

Şeyh Muhammed b. Şeyh Bazîd el-Kadiri

Şeyh Muhammed, Şeyh Bazid b. Şeyh Hasan’ın dört oğlundan en küçüğüdür. 1308/1889-90 yılında Siirt’in Baykan İlçesine bağlı Kermete köyünde dünyaya geldi. İlim ve tasavvuf eğitimine babasının yanında başlamıştır. Daha sonra eğitimine devam etmek için Farqine bu günkü ismiyle Diyarbakır’ın Silvan ilçesine Seyda Molla Hüseyin Küçük’ün yanına gider.[104] Bir süre sonra Ağrı’nın Doğubayazıt ilçesinde bulunan İshak Paşa medresesine gider ve dönemin büyük alimlerinden dersler alır. Tefsir, hadis, fıkıh, evliya menkıbeleri gibi dersler almasının yanında daha çok tasavvuf ilmi ile alakalı eğitim görür. [105]

İshak Paşa medresesinden bazı nedenlerden dolayı ayrılmak zorunda kalan Şeyh Muhammed, Siirt’in Kurtalan ilçesine bağlı Teylan (Oyacık) köyüne gider. Şeyh Kasım b. Şeyh Nureddin b. Şeyh Kasım Dervişnebi’den hilafet alır. [106]

Şeyh Muhammed, Şeyh Kasım’dan hilafet aldıktan sonra Mutki’nin Nizin (Yenibağ) köyüne döner. Babasının vefatı üzerine Nizin tekkesinin postnişinliğine geçen şeyh ilim ve irşad faaliyetlerini ömrünün sonuna kadar orada devam ettirir.[107] [108]

Şeyh Muhammed’in çok cesur bir insan olduğunu belirten müellif, onun Allah’tan başka hiç kimseden ve hiçbir şeyden korkmadığını belirtmiştir. Şeyh Safiyuddin bu konu hakkında Şeyh Alaaddin Ohinî ile arasında geçen diyaloğu şu şekilde anlatıyor: “Şeyh Alaaddin Ohinî bir gün gelerek dedi ki: Senin baban Şeyh Muhammed ‘dir’ di. O nedir diye sorduğumda, Jir cesur demek, mahir demek tıpkı Hz.Ömrünü, ilme, irfana ve özellikle ahlaklı bir birey yetiştirmeye adayan Şeyh Muhammed 1374/1955 yılında Nizin’de vefat etmiştir. Türbesi, nizin köyü sınırları içerisinde bulunan mezarlıkta bulunmaktadır.[109]

Seyyid Şeyh Mehmed Şefik Çiçek:

Şeyh Şefik Efendi, Seyyid Kamil b. Şeyh Bazîd’in yedi çocuklu evlatlarından en büyüğüdür. 1907 yılında Bitlis merkeze bağlı Kore mezrasında dünyaya gelmiştir. Ailesi daha sonra Bitlis’in Mutki İlçesine bağlı Kâşâk köyüne taşınmıştır. Babası vefat ettikten sonra Şeyh Şefik Efendi, ilim tahsilini yarıda bırakıp evin geçim işleriyle uğraşmaya başlar. İşlerin ağırlığı ve İlme olan iştiyakı her geçen gün artan Şeyh Efendi, evin geçim işlerini kardeşlerine bırakıp, yarıda bıraktığı medrese eğitimine geri döner.

Şeyh Şefik, ders aldığı dönemin meşhur alimleri ve ilim tahsili için gittiği köyler şunlardır:[110]

Şeyh Alaaddin Ohini

Havil’de Molla Ramazan

Şeyh Muhammed Erboyi

Şeyh İsmail Kolasî

Molla Abdullah Balekanî

Seyda Mola Cafer Balekanî

Molla Mehmet Marnikî

Şeyh Şefik, Şeyh Alaadin Efendi’nin yanında ilim tahsil ederken, Karaboy köyünden Amer Ağa’nın isteği, Şeyh Alaaddin Ohinî’nin tavsiyesi üzerine karaboy köyüne gider ve orada Karaboy medresesinin temellerini atar. Karaboy köyünde tedrisata başladıktan sonra amcası Şeyh Muhammed b. Şeyh Bazîd el-Kadirî, talebelerini karaboy köyüne gönderir. Bu sıralarda Şeyh Şefik, medreselerde okutulan sıra kitaplarını daha tamamlamış değildi. Öğle vaktine kadar talebelerin dersini verir, öğleden sonra da Aşağı Karaboy köyünün imamı olan Molla Mahfuz’un yanında dersini okuyup vazifesine geri dönerdi. Kadiri şeyhi olan Şeyh Nureddin, Şeyhanlı Molla Derviş, Bübanlı Molla Sıddık, Şeyh Edhem ve Şeyh Safiyuddin, ilk talebeleridir. En son kitabını okumak üzere tekrar Ohin’e döner ve ilmî icazetini Şeyh Alaaddin’den alır ve tekrar Yukarı Karaboy köyüne döner. Sıhhatinin son dönemlerine kadar ömrünü talebe yetiştirmekle geçirir. Artan rahatsızlığından dolayı tedavi olma amacıyla İstanbul’a gider. Burada iki yıl kaldıktan sonra Mart 1995 yılında vefat eder. Vasiyeti üzerine İstanbul Maltepe Başıbüyük mezarlığına defnedilir.[111]

Ömrünü talebe yetiştirmekle geçiren Şeyh Şefik, hem alet ilimlerinde hem de dini ilimlerde otoriter idi. Şafii fıkhında da otoriter olan Şeyh Efendi, bilhassa Ferâiz (miras hukuku) konusunda daha da ön plandaydı. Talebelerinden Molla Naim anlatıyor: "Ben bir feraiz kitabını Amcazadem Molla Üzeyr'in yanında okuyordum. O yaz Molla Üzeyr beni Karaboy'a gönderdi. Şeyh'in yanında feraiz okuyordum. Şeyh Efendi, sanki bir çocuğa Amme cüzü verir gibi o zor meseleleri suhuletle anlatırdı. Oysaki daha önce Molla Üzeyr bana bu dersi verirken ders esnasında terlerdi. Bu konudaki yetkinliğini merak edip Şeyh Şefik'e sordum.

-Seyda siz bu kitabı çok mu okuttunuz? Bu şekilde hiç takılmadan rahat ders verebiliyorsunuz?

*Hayır, bu Şeyh Alaaddin Ohinî'nin bereketidir, dedi.

Şeyh Efendi ilimde otorite olmasına rağmen onun talebeleri daha ziyade onun feyz ve bereketinden bahsederler. Talebesi Molla Arifin anlattığına göre "Şeyh Şefik döneminde ilmi konuda ondan daha iyi olan birçok alim vardı ama hiç birinin verdiği dersi onun ki kadar feyizli ve bereketli değildi." Aynı zamanda talebesi olan büyük oğlu Seyyid Maşallah der ki "Şeyhin dersine hayran kalmamak elde değildi. Dersi, çivi çakar misali anlatırdı."

Kadirî ailesi, birçok Kadirî Meşayıhı yetiştirmiştir. Amcası Şeyh Muhammed de bir kadirî şeyhiydi; ancak Şeyh Şefik, üstadı olan Nakşibendî Şeyhi Şeyh Alaaddin-i Ohinî'ye intisap etmiştir. Şeyh Alaaddin kendi oğulları dahi hiç kimseye halifelik icazeti vermemiştir.[112] [113] Şeyh Alaaddin'in vefatından sonra Şeyh Şefik Efendi hiç kimseye 113 intisap etmedi.

Şeyh Şefik, zühd hayatından taviz vermeyen bir alimdi. Yemek yeme konusunda sünneti seniyyeye son derece riayet eder. Onun yediği yemeği gören her şahıs yediklerinin bir çocuk yemesinden daha fazla olmadığını dile getirir. Kerp köyünden bir kafile bayramda şeyhi ziyaret ederler. Şeyh Şefik bir köylüyü sorar, hasta olduğunu ve maddi durumu da iyi olmadığını öğrenince, oğlu Seyyid Maşallah’a kendi parasından bir miktar vermesini söyler ve işaret parmağını kaldırarak şöyle der: Maşallah! Terka dünyayı bıde (Maşallah! Dünya sevgisini terk et).[114]

Seyyid Şeyh Nureddin El-Kadirî Tutgun:

Seyyid Şeyh Nureddin, mutasavvıf bir ailenin çocuğu olark Bitlis’in Mutki İlçesi’nin Nizin köyünde dünyaya gelmiştir. Babası Kadiri ve Nakşibendi tarikatı mürşidlerinden Seyyid Şeyh Abdulbari el-Kadiri’dir. Peygamber Efendimizin 36. Kuşaktan torunudur. Şeyh Nureddin On yaşında Kur’ân-ı Kerîm’i hatmettikten sonra şarkın önemli medreselerinden olan Ohin Alaiyye medresesinin mudakkik alimlerinden Nahiv, sarf, mantık, akaid, tefsir, hadis ve fıkıh alanlarındaki ilimleri tamamlayarak 1948 yılında Ohin Alaiyye medresesinden mezun olmuştur. Medresenin üstadı Şeyh Alaaddin’den şifahi icazet, oğlu Şeyh Mazhardan da yazılı icazet almıştır. İcazet törenlerinde mücazlar kendi icazetlerini kendileri okudukları halde, medresenin baş müderrisi Şeyh Alaadin’in sevgi ve beğenisini kısa sürede kazandığı için şeyhin icazetini Üstad bizzat kendisi okumuş ve talebesi için uzun uzun dua etmiştir. [115] Olağandışı olan bu durum üstadın talebesine vermiş olduğu değeri ve muhabbeti göstermektedir. Yıllar geçmesine rağmen yapılan dua halen şöhretini korumaktadır. İcazet aldıktan sonra baba ocağı olan Kaşak köyüne dönerek burada müderrisliğe başlar ve burada kaldığı süre içerisinde birçok talebe yetiştirmiştir.[116]

Şeyh Nureddin’in ders aldığı dönemin meşhur alimleri şunlardır:

Şeyh Alaaddin Ohini

Şeyh Mazhar Ohini

Şeyh Halid Ohini

Seyyid Şeyh İsmail el-Kadirî Arboyî

Seyyid Şeyh Mehmet Şefik el-Kadirî Karaboyî,

Üstad Molla Mahfuz Bitlisî

Üstad Molla Reşid-i Tortopi[117]

1950 yılında babası ve manevi mürşidi Şeyh Abdulbari’nin vefatından sonra Seyyid Şeyh Memduh Birifkani’nin halifesi Siirt’in büyük mutasavvıfı Kadiri tarikatı mürşidi Mürşidu’l-Kamil Şeyh Muhammed Sıddık et-Teylani’ye intisap eder. Şeyh burada nefsi terbiye etme ve seyr u sülûk yapmak üzere halvete girer. Şeyh Muhammed Sıddık kendisine “sen zaten pilavını hazırlamışsın, bir tek yağ eksik kalmış, al sana yağını ve irşad vazifene devam et” diyerek kısa süre zarfında mezun edip irşad vazifesiyle görevlendirmiştir. Burada kaldığı süre içerisinde Siirt’in meşhur ulemasından üstad Molla Said-i Cimzerkî (Yargıcı)’den ilim alanında icazet almıştır. Buradan döndükten sonra Kadiri tarikatı mürşidi olarak irşad vazifesine başlayan Şeyh Efendi ikamet ettiği köyden 1977 yılında Tatvan’a taşınmış ve burada da ders vermeye devam etmiştir.

Onu tanıyanların anlattığına göre; müderrislik ve mürşidlik vazifesini birlikte sürdüren Şeyh Nureddin kendisine teklif edilen maaş karşılığı hiçbir resmi görevi kabul etmemiş ve yapılacak hizmetin Allah rızası için olması gerektiğini her zaman için kendisine düstur edinmiştir. Şeyh Nureddin sade yaşamıyla, insanlara olan şefkat ve merhametiyle, alçak gönüllülüğüyle, hoşgörüsüyle, iffet ve hayasıyla, güler yüzlülüğüyle, cömertliğiyle, adalet ve hak duyarlılığına sahip olmasıyla sünnet-i seniyyenin takipçisi olmuş ve azami derecede de hayatına tatbik etmeye çalışmıştır. Şeyh Efendi sahip olduğu ahlaki meziyetleri, takva ve ihlâsı neticesinde ders okuduğu hocaları başta olmak üzere dönemin büyük alimleri tarafından takdir edilmiş ve saygı görmüştür. [118]

Şeyh Nureddin Efendi’nin “Fevaid”, Şafii ve Hanefi mezheplerine göre “Nikah” adlı eserleri vardır.

Ömrünü ilim ve irşad hizmetine adayan Şeyh Efendi 23 Ağustos 1994 yılında vefat etmiştir. Bitlis kadiri mezarlığında medfundur.[119]

Molla Ahmed Hizanî el-Uçumî:

Molla Ahmed Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı Uçum (Sürücüler) köyündendir. Bitlis’in Mutki ilçesinde müftülük yapmıştır. [120] Şeyh Fethullah Verkanisi’nin 121 talebesidir.[121]

Şeyh Alaaddin Ohini’nin talebelerinden biri başından geçen bir hadiseyi şu şekilde anlatıyor: “Ben Mutki tarafına yaptığım bir yolculukta Şeyh Alaaddin Ohini ile beraberdim. Şeyh Abdest almak istedi, eline su dökmek için ibriği aldım. O sırada Mutki’de Müftü olan Molla Ahmet el-Uçumî geldi ve ibriği elimden alarak dedi ki: “Ben onun babasının hizmetçisiydim, oğlunun da hizmetçisi olacağım”. Bu müftü hakikatte Şeyh Fethullah’ın talebesi ve aynı zamanda uzun yolculuklarda hizmetçisiydi. Şeyh Alaaddin onun bu sözlerini işitince:” “Babanın hizmetçisi, oğlunun efendisi olur” dedi.[122]

Şeyh Muhammed Mazhar Ohinî:

Şeyh Mazhar Şeyh Alaaddin’in en büyük oğludur. [123] 1331/1911 yılında Mutki’nin Pırnaşın (Ocaklı) köyünde dünyaya geldi. Kadiri Şeyhlerinde Seyyid Rabia ile evlenen Şeyh Mazhar’ın dördü erkek çocuk, ikisi kız çocuk olmak üzere toplamda altı çocuğu olmuştur.[124]

Tasavvufi eğitime babasının yanında başlayan Şeyh Mazhar, babasının vefatı üzerine ilim tahsilini Şeyh Mahmud Karaköyî’nin yanında tamamlayarak hilafet almıştır.[125]

Şeyh Mazhar, nefsini tezkiye etmek ve ceddi gibi Nakşibendiyye tarikatı usullerine göre insanları irşad etmek üzere, Babası Şeyh Alaaddin Efendi’nin gözetiminde seyr u sülûk’a başladı.[126] Babasının yanında 13 yıl boyunca eğitime devam etti. Şeyh Alaaddin vefat etmeden önce yanında bulunan müridlerine Şeyh Muhammed Diyauddin’in halifesi Şeyh Mahmud Karaköyî’ye intisap etmelerini tavsiye etmiştir. Bu tavsiye üzerine Şeyh Mazhar, Şeyh Mahmud’a intisap eder ve ondan kısa bir süre içerisinde hilafet alır.[127] [128]

Şeyh Mazhar Efendi, Şeyh Mahmud Karaköyî’den hilafet aldıktan sonra ilim yolunda birçok talebe yetiştirmiştir. Şeyh Safiyuddin’in de hocalığını yapan Şeyh n  Mazhar Efendi nin talebeleri arasında ön plana çıkan şunlardır:

Sadrettin Yüksel : Türkiye çapında ün salmıştır.

Nizipli Molla Salih

Molla Kamil: Muşa’a bağlı bulunan Avzût köyünden olan müderristir.

Molla Sıddık: Bitlis’in Ahlat ilçesine bağlı Kuştiyan köyündendir.

Şeyh Mazhar kendisinden sonra üç kişiye hilafet vermiştir. Bunlar:

Şeyh Safvetullah: Şeyh Mazhar Efendi’nin Oğludur.

Molla Üzeyir: İyi bir alim ve mutasavvıf olarak bilinen Molla Üzeyir, irşad vazifesini Van civarında yapmıştır.[129]

Antepli Molla Alaaddin: İrşad hizmetlerini Ağrı bölgesinde yürütmüştür.[130]

Şeyh Mazhar’ın bilinen beş eseri vardır. Yazma eserler halinde olup Ohin Medrese Kütüphanesinde bulunan eserleri şunlardır:

Nehcetü’z-Zekiyye fî Âdab-ı Tarîkat-ı Nakşibendiyye: Şeyh Muhammed Mazhar tarafından el yazısıyla kaleme alınan ve tasavvuf ile ilgili önemli bilgilere sahip olan bu eser 287 sayfadan ibarettir.

Risaletün fî Hakk-ı Iskat: 55 sayfadan oluşan bu eser, iskat[131] [132] ile ilgili faydalı bilgileri sunmuştur.

Risâletün fi’t-Tasavvuf

Risâletün fî Kader ve Kaza: Bu eser el yazısıyla yazılmış olup 15 sayfadan

132 ibarettir. Bu eserinde ehli-sünnet çizgisini savunan Şeyh Mazhar, Kaderiyye ve Cebriyye’yi[133] de redetmiştir.[134]

El-Mektubatu’l Mazhariyye: 112 mektuptan oluşan bu eser, fıkhi konuları içerir. Şeyh Mazhar bu eserinde, günümüz toplumunda çözüm bekleyen güncel İslam hukuku konularıyla ilgili birtakım bilgiler sunmaktadır.[135]

Şeyh Mazhar Siirt’in Baykan ilçesinde bir sulh esnasında 1 Ocak 1989 tarihinde vefat etmiştir. 75 yaşında ebedî aleme göç eden Şeyh Ohin’de bulunan aile kabristanlığına defnedilmiştir. [136]

Şeyh Halid Ohinî:

Şeyh Halid Şeyh Alaaddin’in ortanca oğludur.[137] 1 3 3 4/19 1 4 yılında Siirt’in Minar nahiyesine bağlı Verkanıs köyünde dünyaya geldi. [138] Şeyh Halid Efendi, tasavvufî eğitime babasının yanında başlamıştır ve bu eğitimi 12 yıl boyunca sürdürmüştür. Fakat babası Şeyh Alaaddin, kimseye halifelik vermediği gibi Ona da hilafet vermemiştir. Şeyh Halid, abisi Şeyh Mazhar’da olduğu gibi babasının tavsiyesi üzerine Şeyh Mahmu Karaköyü’nün yanında eğitim tamamladı ve kısa süre içerisinde hilafet almıştır.[139] İlim ve irfanından dolayı alimler tarafından ‘Halid-i Sanî’ diye adlandırıldı.[140]

Şeyh Halid, Zokayd Şeyhlerinden Şeyh Mahmud’un kızıyla evli olup, beşi erkek, dördü kız olmak üzere dokuz çocuğu olmuştur. Erkek evlatlarının hepsi medrese ilimlerini tahsil etmişlerdir.[141] [142]

Şeyh Halid’in hayatı ilim ve irşad ile geçmiştir. Bu uğurda birçok talebe ve halife yetiştirmiştir. Şeyh Safiyuddin Geylani’nin de hocası olan Şeyh Halid Efendi’nin 142

belli başlı talebeleri şunlardır:

Molla Nurullah Godişki: Arapça, Farsça ve Kürtçe olarak kaleme aldığı şiir ve manzum eserleriyle meşhurdur.

Molla Muhammed Şirin: Mutkili olan Molla Muhammed, Muş ve Çanakkale’de Müftülük vazifesinde bulunmuştur.

Şeyh Mahmud: Siirt’in Arbo köyünden olan Şeyh Mahmud ilmiyle meşhur, hizmetleriyle tanınmış bir zattır.

Molla Hüseyin Diyarbekrî

Molla Abdusselam-ı Diyarbekrî[143]

Şeyh Halid, kendisinden sonra hilafet verdiği zatlar ise şunlardır:

Şeyh Selim-i Zokaydî

Molla Abdurrahman Karaköyî

Molla Hüseyin Sîsemi / Şirvanî

Molla Abdullah Karaköyî

Molla Masum el-Gudişkî

Malazgirtli Molla Abdullah[144]

Şeyh Halîd yakalanmış olduğu hastalıktan dolayı tedavi gördüğü Ankara Çankaya Hastanesinde 25 Ocak 1986 yılında vefat etmiştir. Cenazesi Ohin köyünde bulunan aile kabristanlığına defnedilmiştir.[145]

Talebeleri

Şeyh Safiyuddin tekkede postnişinlik yaptığı dönemde birçok talebe yetiştirmesine rağmen kimseye hilafet vermemiştir. Şeyhin ön plana çıkan talebelerinden bazıları şunlardır:

Şeyh Takiyuddin Geylani

Şeyh Cemaleddin Geylani

Şeyh Takiyuddin Baydur

Şeyh Nasır Kaya

Şeyh Siraceddin Baydur

Faik Gülmez

Şeyh Kutbeddin Bayav[146]

Tarikat Silsilesi

Tasavvuf ilmini öğreten mürşidin Hz. Muhammed’e kesiksiz şekilde ulaşan bir silsileye sahip olması gerekir. Hz. Muhammed’in manevi otoritesini devam ettiren tasavvuf büyükleri, tasavvuf eğitimi için bunun gibi bir silsileye sahip olmanın önemini vurgulamışlardır. Böyle bir silsileye sahip olan Şeyh Safiyuddin’in tarîkat silsilesi şu şekildedir:

Enbiyalar Serveri Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)

Hz. Ali b. Ebutalib

Şeyh Hasan Basri

Şeyh Habib Acemi

Şeyh Davud-i Tâî

Şeyh Maruf-î Kerhi

Şeyh Serî es-Sakâtî

Cüneyd-i Bağdadî

Şeyh Ebû Bekir eş-Şiblî

Şeyh Abdulvahid Temimî

Şeyh Ebu’l-Ferec et-Tartusî

Şeyh Ali el-Hakkarî el-Kureşi

Şeyh Ebu Saîd el-Mubarek el-Mahzumî

Sultan el-evliya Bazullah el-eşheb Muhyiddin Seyyid Şeyh Abdulkadir Geylani

Şeyh Abdulaziz el-Geylanî

Şeyh Muhammed el-Hettaki el-Kadirî

Kutbul Arifin Şeyh Semsuddin el-Kadirî

Şeyh Arifubillah Sırıyuddin el-Kadirî

Şeyh Arifubillah Zeynuddin el-Kadirî

Şeyh Veliyuddin el-Kadirî

Şeyh Nureddin el-Kadirî

Şeyh Husamuddin el-Kadirî

Şeyh Kutbu’l-evliya Muhyeddin el-Kadirî

Şeyh Ebubekir el-Kadirî

Şeyh Osman el-Kadirî

Şeyh Ebubekir el-Kuddusî el-Alusî

Şeyh Mahmud el-Musulî el-Kadirî

Seyyid Nureddin el-Birifkanî

Şeyh Abdulhamîd el-Kadirî

Arifu Billah Alî el-Kadirî

Şeyhur-Rabbani Abdulkahhar el-Memanî

Şeyh Kasım Sanî el-Kadirî

Şeyh Muhammed el-Kadirî

Şeyh Safiyuddin Geylanî[147]

KİŞİLİĞİ

Safiyuddin Efendi orta boylu, buğday tenli, nahif yapılı, güler yüzlüydü. Sakalı seyrekti ve bir tutamı geçmezdi. Az yer, az uyur gereksiz yere konuşmazdı. Vakur ve cömert bir insandı. Yumuşak huylu olmanın yanında, yeri geldiği zaman cesur, sert ve adildi. Sade bir hayat yaşamayı yeğleyen Şeyh Safiyuddin lüks, gösteriş ve israftan da sakınmıştır. Davranışlarında sünnet-i seniyyeye ittiba etmeye dikkat ederdi. Hal ve hareketlerinden ve hitabındaki inceliğinden kendisiyle muhabbet edenlerde gayr-i ihtiyari bir hürmet duygusu oluşurdu. [148]

Güçlü bir hafızaya sahip olan Şeyh Safiyuddin seneler evvel şahit olduğu mevzuları ve Şeyhleriyle olan muhabbetleri hatırlar, bir bir anlatırdı. Oldukça geniş nüfusa sahip Geylani aşiretine müntesip olan hemen hemen herkesi tanır durumlarını sorar özellikle de yeni doğan çocukların isimlerini not defterine kaydederdi. [149]

Bir tasavvuf erbabının hayatını ele alırken onu çeşitli yönleriyle açıklamak, konunun daha iyi anlaşılması bakımından önemlidir. Son dönem sufilerinden biri olan Şeyh Safiyuddin tasavvufî kişiliği ve ilmi kişiliğinin yanında edebi kişiliğiyle de ön plana çıkmaktadır. Çalışmanın bu kısmında Safiyuddin Efendi’yi daha iyi tanıyabilmemiz için onun kişilik özelliklerinin üzerinde durmamız yerinde olacaktır.

Tasavvufî Kişiliği

Şeyh Safiyuddin, İslam’ın ölçülerine bağlılık konusunda son derece hassas davranırdı. Herkese halince muamele eder ve meşrebine uygun olarak muhabbet ederdi. Bundan dolayı sohbetleri sıkıcı gelmezdi. İnsanın her daim nefsiyle mücadele içerisinde olmasını tavsiye eden Şeyh, hakiki tasavvuf ehlinin bütün varlığını Allah yolunda feda eden kişi olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla Şeyh Safiyuddin’in yaşamında ve kişiliğinde tasavvufi izler görmek mümkündür.[150]

Safiyuddin Efendi, ilim tahsiliyle meşgul olurken bunun yanında babası Şeyh Muhammed’in vefatından sonra Nizin tekkesinin ihtiyaçlarıyla ilgilendi ve irşad faaliyetlerini bilfiil sürdürdü. İstanbul’a göçtükten sonra bir tekkeye bağlı olmasa dahi irşad faaliyetlerine devam etmekten geri durmadı. Bulunduğu bölgede gördüğü değer ve saygınlıktan dolayı anlaşmazlıkların çözümü için kendisine danışılır, O da sulh için aracı olurdu. Böylece sorunların büyümesine çokça mani olmuştur.[151]

Çeşitli vesilelerle kendisini ziyarete gelen alimlere değer verir, kendisinden küçük dahi olsa sahip olduğu ilim ve nesebden dolayı hürmet gösterirdi. Evlatlarına da alimlere karşı saygıda kusur gösterilmemesini vasiyet ederdi. Etrafını hep şefkat nazarıyla süzer, tek tek hal hatır sorar, ortamda bulunan herkesle yakından ilgilenirdi. Kimseyi incitmez, sevdiğini Allah için sever, sevmediğine de Allah için buğz ederdi.[152] Eserinde evlatlarına nasihat olarak kaleme aldığı şu sözleri bu konu hakkındaki hassasiyetini gösterir:

Ey oğlum! Eğer birisini seversen Allah için sev. Kimi sevmezsen de Allah için sevme. Dost ararsan menfaat için arama. Eğer dostluk istersen önce tecrübe et. Hakîki ise dostluk kur. Yoksa zarar görürsün.[153]

Azizim! Dedikoduya, gıybete kulak asma. Bunlar, tehlikelidir. insanı felakete götürür. Dilini tut. Nahoş kelimeler söyleme. Hata karşısındaki insanı daha da kötülüğe sürüklersin. Çünkü dil afetlerin anahtarıdır. Ne olursan ol büyüklere karşı saygı göster, ehl-i ilim ise daha fazla hürmet et. Hiç kimseyi hor görme. Çocuklara, yetimlere şefkat göster. Misafirleri en iyi şekilde ağırla. Tamahkâr olma. Çünkü cimrilik insanı Allah ’ın yolundan uzaklaştırır ve insanı yalnız kılar.[154]

Azîzim! Şehvani şeylere kapılma. Çünkü şehvet, nefis ile şeytan işidir. Nefsin hevâsının peşine gitmezseniz rahat ve sükûnet içerisinde olursunuz. Nasıl ki babamız ve ceddimiz bu hususta hareket etmişler, biz de onlar gibi hareket edelim. Hiç olmaza ondan hissedâr olalım. Çünkü büyük zatların yolundan gitmekle çok faydalar hasıl olur. Bu yalancı dünya her vakit bizi kandırır ve bizi felakete götürür. Öyleyse kendimize gelelim ve Allah yolundan ayrılmayalım. Allah Tealâ bizi sırat-ı müstakimden  ayırmasın

Müellifin eserlerinde, Allah ve Peygamber sevgisinin yanında, ön plana çıkan diğer hususlardan birisi de dünyalık şeylere tamah edilmemesidir. Birçok şiirinin konusunu da bu temel üzerine bina etmiştir.[155] [156]

Şeyh Safiyuddin’in eserlerinden de anlaşılacağı üzere kendisi alim, sufî, muttaki, Resulullah’a büyük bir muhabbetle bağlı olan, duygu yoğunluğunu içinde fazlasıyla yaşayan ve bunu beytlerinde dile getiren bir tasavvuf kişiliğine sahip insan tanımını yapmak mümkündür.

İlmi Kişiliği

Şeyh Safiyuddin’in çocukluk ve gençlik yıllarında başlayan ilme olan iştiyakı ömrü boyunca devam etmiştir. Şeyhin ilmi kişiliğinin oluşmasında, tasavvufi eğitim gördüğü mürşidlerinin önemli etkisi olmuştur. Bunlar arasında, babası Şeyh Muhammed el-Kadirî ve Şeyh Mehmet Şefik el-Kadirî’yi saymak gerekir. Bu zâtların dışında ilmi kişiliğinin gelişmesinde okuduğu kitapların ve düşüncelerinden yararlandığı şahsiyetlerin de önemli etkisi olmuştur. Eserlerini incelediğimizde gerek kendi döneminde yaşayan, gerekse kendisinden önceki dönemlerde yaşayan alimlerin eserlerinden istifade ettiğini görürüz.[157]

Tasavvuf alanında eserler kaleme alan müellifimiz, tekkesinde veya bulunduğu bölgelerde verdiği sohbet ve dersler, onun ilmi yönündeki ehliyetini göstermeye yetecektir. Ayrıca geniş bir kütüphaneye sahip olması da onun ilme verdiği değeri göstermektedir.

Şeyh Safiyuddin’in ilmi kapasitesini gösteren bir diğer husus da, eserlerini, Osmanlı Türkçesi, Kürtçe, Arapça ve Farsça olmak üzere dört dilde kaleme alma başarısıdır.

Şeyh Safiyuddin, eserlerinde ilme ve ilim ehline yönelik bir takım değerlendirmelerde bulunmuştur. İlme olan iştiyakı ve mürşidlerine olan sevgisinden dolayı, onlara olan muhabbetini şu sözleriyle ifade etmiştir: “Şeyh/alim dünyanın ziynetlerindendir.”[158] Bir başka sözünde ilmin önemine şu şekilde değinmiştir: “îlim ile hayat aşık ile maşuk gibi mücadele halindedir. Eğer sabır ederlerse ve zamanını her ilim için sarf ederse zafer kazanır.”[159]

Şeyh Safiyuddin, ilmi çalışmalardan referans almaya ve konuşmalarının kaynaklara dayanmasına oldukça önem vermiştir. Bu çerçevede kitaplardan nakillerde bulunmuş, sohbeti veya dersi esnasında bu notlardan faydalanmıştır. Birçok ilimde ihtisas sahibi olan Şeyh, bunu dersleri, sohbetleri ve eserleriyle göstermiştir. Ayrıca bir mesele hakkında fetva verdiğinde, en kuvvetli fetvayı baz alarak hüküm vermiştir.[160]

Görüldüğü üzere, özü ile ilmi şahsiyeti uyumlu bir zat olan, Şeyh Safiyuddin, ilim tahsil etmeye oldukça önem vermiş ve bu doğrultuda birçok gayret sarf etmiştir.

Edebi Kişiliği

Şeyh Safiyuddin, daha çok tasavvufi kişiliğiyle tanınması hasebiyle, edebî yönü arka planda kalmıştır. Şiirlerinin neşredilmemiş olması da bu yönünün bilinmemesinde etkisi olmuştur. Fakat şiirlerindeki ifade gücü, Türkçe, Arapça, Kürtçe ve Farsça dillerini beytlerinde etkili bir şekilde kullanabilmesi onun edebi yönünün ne kadar kuvvetli olduğunu göstermektedir.

Şeyh Safiyuddin, ‘Vasiyyetü’s-safiyye fî’l-işaretî’l-akli’l-müfîd’ isimli eserinde, tevhid, münacat, naat, Hulafa-i Raşidîn ve Fatımatu’z-Zehra’ya yazdığı medhiye, mersiye vs. nazım türlerini kullanmakta ve bu alanda başarılı örnekler vermiştir. Şeyh Safiyuddin tekkede yetişmiş bir sufi olmasına rağmen tasavvufi halk edebiyatından daha çok divan edebiyatını benimsemiş ve eserlerini bu doğrultuda kaleme almıştır.[161]

Kadirî tarikatı meşayıhlarından olan Safiyuddin Efendi, şiirlerinin özellikle son beyitlerinde kendi ismini kullanmıştır. Bununla birlikte “Safâ”, “Safiyen”, “Safî” isimlerini de mahlas olarak kullanmıştır.

ESERLERİ

Safiyuddin Geylani’nin sohbetleri ve irşad faaliyetlerinin yanında kaleme almış olduğu nesir, nazım türünde yazma eserleri ve risaleleri mevcuttur. Bununla birlikte literatürde eserlerini ihtiva eden veya tanıtan herhangi bir bilgi ve çalışmaya ulaşamadık. Şeyh Safiyuddin’in yazma eser olarak tespit ettiğimiz belli başlı eserleri şunlardır:[162]

“Ed-Dürretü’n-nefîsetü’l-mardiyye fî Sülâleti’l-Kâdiriyyeti’l-Haseniyye”

“Vasiyetü’s-Safiyye fî’l-işâretî’l-akli’l-müfîd”,

“Mecmuu’l-efkâr ve kuyûdu’l-eşyâ”

Eserlerinin Dil ve Anlatım Özellikleri

Safiyuddin Efendi, eserlerini Arapça, Osmanlıca, Farsça ve Kürtçe olmak üzere dört ayrı dil kullanarak te’lif etmiştir. Eserlerinin önemli bir bölümü Arapçadan oluşmaktadır. Şiirlerinde ise Arapça ve Osmanlı Türkçesinin yanında, Farsça ve Kürtçe’yi tercih etmiştir.

Safiyuddin Efendi, eserlerinde zaman zaman anlaşılması zor ifade ve terkip tercih etse de, eserin genelinde sade bir dil kullanmıştır. Müellif “Ed-Dürretü’n- nefîsetü’l-mardiyye fî Sülâleti’l-Kâdiriyyeti’l-Haseniyye” adlı eserini nesir, “Vasiyetü’s-Safiyye fî’l-işâretî’l-akli’l-müfîd” ve “Mecmuu’l-efkâr ve kuyûdu’l-eşya” isimli eserlerini hem nazım, hem de nesir olarak kaleme almıştır. Müellifin mensur ve manzum şeklinde ele aldığı eserleri, yaşadığı dönemin dini, ilmi, tarihi ve sosyal hadiselerine de ışık tutmaktadır.

Şeyh Safiyuddin, manzumelerinde hece veznini [163] kullanmış; tevhid [164] , münacat [165]5, medhiye[166], naat[167], miraciye[168], mersiye[169] ve beyit[170] tarzında, aruz vezniyle de yazmıştır. Şiirlerinde redif[171] kullanmakla birlikte, kafiye[172] de kullanmıştır.

Eserlerinde, Kur'ân ve Sünnet çizgisinden ayrılmamayı kendisine şiar edinen ve şeriatın zahirine uygun hareket eden Şeyh Safiyuddin, herhangi bir konu hakkında ayet ve hadislere sıkça başvurmuş, bunlar nezdinde izahlar yapmıştır.[173] onun bu tavrı, "ehl-i sünnet" görüşüne ne kadar bağlı bir mutasavvıf olduğunu göstermektedir.

Eserlerinin Tanıtımı

Şeyh Safiyuddin’in eserleri, Hz. Hasan'ın şeceresi, Kadirî silsilesi, kadiriliğin tarikat adabı ve tasavvufi kavramları ihtiva etmektedir. Kadiri silsilesinden gelen insanların birbirinden uzaklaşmasından ve birbirlerini tanımamasından yakınan Şeyh, eserlerinin yazılış amacının başta bu silsileye sahip olanların okuyup istifade etmeleri ve birbirinden kopmamaları olduğunu belirtmiştir; ayrıca insanlara faydalı olması gayesiyle tasavvuf, tarikat ve hakîkat kavramlarını ele alan Müellif, eserlerini

174 okuyup anlayanların başkalarına da anlatmasını ümîd etmiştir.

Şeyh Safiyuddin’in eserlerinin bir kısmında bazı tekrarlara rastlanmaktadır. Bu her ne kadar edebî olarak uygun görülmese de, kendisinin de ifade ettiği gibi, konunun önemine binaen iyice pekişmesi amacıyla yapılmıştır.

Şeyh Safiyuddin’in matbu eseri bulunmamaktadır. Çalışmamızın bu bölümünde müellifin el yazma eserlerini, yazılış tarihlerine göre tanıtmaya çalışacağız.

Ed-Dürretü’n-nefîsetü’l-mardiyye fî Sülâleti’l-Kâdiriyyeti’l-Haseniyye

Ehl-i beyt ve kadiri tarikatı şeceresine dair değerli bilgiler sunan bu eser, Şeyh Safiyuddin’in Arapça ve nesir olarak yazdığı kitaplardan biridir. Şeyh Safiyuddin’in 2004 yılında tamamladığı bu eser 55 sayfadan oluşmaktadır.

Eserin iç kapak kısmında müellifin, ehl-i beyte olan muhabbetinden bahseden Arapça şiiri yer almaktadır.

Temiz soyun hizmetindeyim

Gayret ve muhabbetle devam ederim.

Muhabbetimin şiddetinden dolayı beni kınamayın

Çünkü ben Hz. Hasan'ın sülalesine meftunum

Çünkü ben büyüklerin ve ehl-i beytin hizmetindeyim

Peygamberi seviyor ve onun şefaatine talibim

Kim ehl-i beyti sevmezse

Kıyamette şefaat isteyemez

Safiyuddin hayatın boyunca hizmete devam et

Umulur ki Ahirette senin için faydalı olacak.

Eser, kelime-i tevhid, besmele, hamdele ve salvele ile başlamaktadır. Giriş kısmında Safiyuddin Efendi eseri yazma amacını kısaca şu şekilde açıklamıştır: “Bu asırda gördüm ki kadirî sülalesi Dünyanın birçok kıtasına yayılmıştır. Türkiye ’de bulunanlar ise neredeyse birbirilerini tanıyamamaktadır. Bazı yakınlarım benden kadirî soyundan gelenlerin isimlerini ve hallerini yazmamı istediler. Ben de bu pâk soya hizmet için Allah'ın izniyle kitabı yazmaya başladım."[174] [175]

Eser, Peygamber Efendimizin torunu Hz. Ali ve Hz. Fatıma evladı olan Hz. Hasan'ın neslinden Abdulkadir Geylani Hazretlerine, oradan da günümüze kadar olan nesebi ele almıştır.

Müelifin bu eseri, üç fasıldan oluşmuştur. Birinci fasılda ayet ve hadislerde ehl-i beyt hakkına değinmiştir. Bununla birlikte sahabelerin, tabiinin, müctehid imamların, evliya-i kiramların ve diğer birçok alimlerin Hz. Hasan'dan günümüze kadar 178 olan soyu hakkında ki sözlerini ele almıştır.

İslam toplumları efendimizin pâk soyunu mukaddes bir emanet olarak görmüş, Onlara daima sevgi ve saygıyla muamele etmiştir. Onlara sahip çıkmayı ve onların meseleleriyle ilgilenmeyi kendilerine vazife olarak addetmişlerdir. Kur’ân-ı Kerim’de “Ey Habibim de ki vazifem karşılığında sizden bir ücret istemiyorum; sizden istediğim akrabaya sevgi ve (ehli beytime) muhabbettir.179 “Ey Ehl-i beyt! Allah sizden günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister”. [176] [177] [178] Peygamber efendimiz, “size iki şey bırakıyorum onlara tutunursanız kurtuluşa erersiniz. Bunlar kitabullah ve alibeytimdir.[179] şeklindeki mukaddes beyanlar Hz. Peygamber’in ehline gösterilen saygının ortaya çıkmasında etkili olmuştur.

İslam dünyasının çeşitli bölgelerine dağılmış olan bu soya İslam tarihinin ilk dönemlerinden bu güne kadar birçok millet ve devlet tarafından hürmetle muamele edilmiştir. Osmanlı devletinde ise gösterilen bu saygının yanında, onlara ait işleri görmek için vazifeli Nakîbu'l-eşraf[180] adı verilen memurlar [181] tayin edilmiştir. [182] Safiyuddin Efendi her ne kadar böyle resmi bir vazifeye sahip olmasa da, kaleme aldığı eserinden de anlaşılacağı üzere bir nevi nakîbu'l-eşraflık vazifesini yerine getirmiştir.

Müellif, eserin ikinci faslında Hz. Ali ve Fatıma evladı Hz. Hasan’ın soy şeceresini ele alıp etraflıca anlatmaya çalışmıştır.

Eserin üçüncü faslı ise üç babtan oluşuyor. Bu bölümde ise Türkiye’de bulunan kadiri silsilesine değinmiştir. Birçok kadiri şeyhinin soy kütüğünü kaleme almıştır.

Vasiyetü’s-Safiyye fî’l-işâretî’l-akli’l-müfîd

Şeyh Safiyuddin’in tavsiyelerine, kadiri tarikatına ve tasavvufi görüşlerine dair birçok bilgiyi içeren bu eser, Arapça, Türkçe, Farsça, Kürtçe, nesr ve nazım olarak yazdığı en önemli kitaplarından biridir. Şeyh Safiyuddin’in 2000 yılında tamamladığı bu eser 130 sayfadan oluşmaktadır.

Eserin kapak kısmında müellifin künyesi, kitaba başlama ve bitirme tarihleri ile kısa bir şiiri yer almaktadır.

Safiyuddin Efendi, besmele, hamdele ve salveleden sonra eserin giriş kısmına Arapçadan tercüme ettiğimiz şu cümle ile başlamaktadır. “Kalbimden geçen ve sizin için elzem olan bazı şeyleri yazmak istiyorum. Allah Teâlâ muvafak eylesin: Muhakkak ki insan doğar, yaşar ve ölür. Dünyevi ve uhrevî yaptığımız her davranışta gaye, Allah rızasını taleb etmek olmalıdır.

Safiyuddin Efendi, bu eserin yazma amacını ve serüvenini şu şekilde anlatmaktadır: “ilk olarak kadiri silsilesini ve Hz. Hasan’ın şeceresi ile ilgili yazılarımı Farsça düzenlemeye başladım. Sonra aynı şekilde Arapça düzenleyip yazmaya devam ettim. Gündüzleri Müftülük vazifemden dolayı meşguliyetim olduğu için yazılarımı, yatsı namazından sonra ve özellikle de geceleri kaleme alabiliyordum. Gecenin birinde yine yazarken, eşim niçin kendini bu kadar yoruyorsun, gözlerin çok kızarmış dedi. Aynada gözelerimin kızarıklığına bakarken, eşim söylenmeye devam etti. Gördün mü gözlerinin halini, yazma artık, bu gerekli değil dedi. Bunun üzerine ben de yazmayı bıraktım ve uyudum. Sabah namazı için uyandığımızda eşim o gece gördüğü rüyayı şu şekilde anlattı: “Rüyamda büyük Şeyhlerden oluşan bir cemaat gördüm. Başlarında ise herkesin karşısında edeple durduğu bir Şeyh vardı. O kim diye sorduğumda, bana Şeyh Abdulkadir-i Geylani dediler. Şeyh Abdulkadir Geylani bana gelerek dedi ki: Kızım neden eşin Safiyuddin yazdığı şeyler için yazma diyorsun. Yazdıkları, evlatlarınız, [183] akrabalarınız ve insanlar için faydalıdır. Onun bu sözünden korkarak uyanan eşi rüyayı Şeyh Safiyuddin ’e anlatır. ” Safiyuddin Efendi eşinin gördüğü bu rüya üzerine eseri yazmaya devam etmiş ve tamamlamıştır. [184] [185] [186]

Eserde, ecdadın bazı tarihi hadiselerine, önceki zamanın meşayıhlarına, kadiri silsilesine dair bir takım bilgiler sunan Safiyuddin Efendi, geçmişte özellikle 17-18. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar yaşanmış birtakım olayları, ceddinden ve mürşidlerinden 187 duyduğu kadarıyla anlatmaya çalışmıştır.

Müellif, bu eserinde başlıca şu konular üzerinde durmuştur: Kur’ân’a ve Sünnete ittiba, ehl-i beyt sevgisi, tevhid, iman, ihsan, nefs, zikir, sabır, sıla-i rahim, dünya hayatının geçiciliği, adalet, ilim öğrenmenin önemi, alimlere hürmet, akıl-kalp, duanın önemi, şükür, tarikat, muhabbetullah.

Safiyuddin Efendi eserini, Hz. Peygamber’in Hz. Ebubekir’e okunmasını tavsiye ettiği şu dua ile sonlandırmıştır. “Allah’ım ben nefsime çok zulüm ettim. Günahları ancak bağışlayan sensin. Öyleyse tükenmeyen lütfunla beni affet, bana merhamet et. Çünkü sen bağışlayan ve merhamet sahibi olansın”8

Mecmuu’l-efkâr ve kuyûdu’l-eşyâ

Şeyh Safiyuddin’in Arapça ve Farsça olmak üzere yazdığı önemli eserlerden biri de, Mecmuu’l-efkâr ve kuyûdu’l-eşya adlı kitabıdır. Müellifin iman, ihsan, ahlak ve diğer bazı tasavvuf kavramları hakkındaki özlü sözlerinden oluşan bu eserin yazılış tarihi hakkında herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır. Safiyuddin Efendi’nin daha çok şiirlerinin geçtiği bu eser 110 sayfadan oluşmaktadır.

Müellif, besmele, hamdele ve salveleden sonra, giriş kısmında eserin içeriği hakkında bilgi vermiştir. Eser, beyitlerinden, bazı büyük alimlerin sözlerinden, unutmamak için kaydettiği düşüncelerden oluşur.[187]

Yine eserin giriş kısmında, “Ey iman edenler! Allah’a karşı hata etmekten sakının ve doğru söz söyleyin ki, Allah Teâlâ sizin işlerinizi düzeltsin, günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve O'nun Resulüne ittiba ederse gerçekten büyük bir mükafat kazanmış olur.” [188] [189] ayetini zikrederek Allah’a ve Rasulüne olan itaatin önemini 191 belirtmiştir.

Bu eserde, şiirlerde ele alınan başlıca konular şunlardır: Münacat, naat, hulafa-i raşidine ve Hz. Fatıma’ya medhiyeler. Abdulkadir Geylani hazretlerine ve kadiri tarikatı meşayıhlarına medhiyeler. [190]

ŞEYH SAFİYUDDİN’İN TASAVVUFA DAİR GÖRÜŞLERİ

Safiyuddin Efendi düşüncelerini, hislerini manzum ve mensur kaleme alan bir mutasavvıftır. Bu bağlamda düşüncelerini geniş kapsamlı bir şekilde ele almamıza yetecek kadar ilmi malzeme bırakan Şeyh Safiyuddin’in eserleri, tasavvuf ve özellikle kadiri tarikatı hakkında önemli bilgiler ihtiva etmektedir. Eserlerinde geçen konuları müstakil başlıklar halinde ele almayan müellif, bu kavramlar hakkında düşünce ve hislerini okuyucularla paylaşmıştır.

Bu bölümde Şeyh Safiyuddin’in tasavvufa dair görüşlerini, eserlerinden, tutmuş olduğu notlardan, beyitlerinden, risalelerinden yola çıkarak, onun mürşid, seyr u sülûk, zikir, nefis, zühd, ihlâs, muhabbet, ilim sabır, dünya, dua, Peygamber sevgisi, fakr hakkında eserinde yoğun olarak kullandığı tasavvufi görüşlerini değerlendirmeye çalışacağız.

Tasavvuf

Tasavvuf ve sufi kelimesi Kur’ân ve hadisi şeriflerde zikredilmediği gibi, sahabe ve tabiin döneminde de kullanılan bir kavram değildir. Tasavvuf kelimesini ilk tanımlayan kişi olarak kabul edilen Ma’ruf-i Kerhi’ye (v. 200/815) göre tasavvuf, hakikate sarılmak ve halkın ellerinde bulunandan ümit kesmektir[191].

Tasavvuf duru bir zihinle Allah’ı zikretmek, sema ile vecde gelmek ve sünnete uygun bir şekilde amel etmektir.[192] Mutasavvıf, nefsin kötü ve kınanan özelliklerinden arınan, övgüye değer olan yola sülûk edip hakikatten sapmayan, Allah’tan başka kimseye gönlünü bağlamayan kimsedir.[193]

Safiyuddin Efendi, tasavvuf ilmini her müslümanın öğrenmesi gerektiğini eserinin birçok yerinde belirtmiştir. Çünkü ona göre tasavvuf Allah’tandır. Seyr u sülûk yolcusunun bu uğurda çektiği meşakkatlere karşı sabretmesi gerektiğini ifade eden Şeyh Safiyuddin’e göre Tasavvuf, kîl û kâl değil, hal ilmidir. Allah Teâlâ kullarını bu yolla karanlıktan aydınlığa çıkartır.[194] Tasavvuf, gönül alemimizi daha selim bir hale çevirip muhabbetullahtan nasibimizi alacak bir konuma gelmesidir. Kul bu sayede ilahi vuslata erecek bir seviyeye ulaşabilir. Şeyh Safiyuddin tasavvufun önemini aşağıdaki beytinde şu şekilde dile getirmiştir:[195]

Bu zamanda tasavvuf ilmi herkes için gereklidir

Bizi Allah’a yaklaştırır ve bizim için ukbada korunaktır.

Şeyh Safiyuddin’e göre tasavvuf, yün ve hırka giymekten ibaret değildir. Ona göre tasavvuf, Allah’a olan bağlılık, haya ve güzel ahlaktır.[196] [197]

Şeyh Safiyuddin, yukarıdaki beytin devamında ‘sufî’ teriminin harf açılımını (^ <J ^) beytine yansıtarak sufî kavramı hakkında farklı bir bakış açısı ortaya koymuştur. Müellif, tassavvufta ve sufide hayanın önemini, kendine has bir uslüpla şu şekilde yorumlamıştır:

Bu beyitinde peş peşe sıraladığı (^              ,^) ‘sad’, ‘fa’ ve ‘ya’ harfleriyle ‘sufî’

kavramını kasteden Safiyuddin Efendi, beytin ikinci mısrasında dinde birleşilmesini, isyandan dönülmesini, ve haya ile tövbe edilmesini dile getirmiştir.

İkinci beyitte ise hadisi şerifte olduğu gibi hayanın imandan olduğunu belirten Şeyh, Allah’tan, Peygamberden ve yakınlardan da haya edilmesi gerektiğini vurgulamıştır.

İslam dini, hayanın önemine sıkça değinmiştir. Dinimizde Allah Tealâ’dan haya etmek, kulun imanının kuvvetli olduğunun alametidir. Nitekim hadis-i şerifte “Haya imandandır” [198] [199] buyrulmuştur. Hayasız kimse zamanla küfre sapabilir. Dolayısıyla haya imanın esaslarındandır. İnsanlardan haya etmeyen Allah’tan da haya etmez.

Tasavvufta Allah’tan hayâ konusu oldukça önem taşımaktadır. Hâce Abullah el-Herevî, seçkinler zimresi olarak tabir ettiği tasavvuf ehlince takip edilen yolun ilk mertebelerinden saydığı bu anlamdaki hayânın üç derecesinden bahseder:

Kulun Allah tarafından görülmekte olduğu bilincinden kaynaklanan hayâ, Allah’a yakınlık halindeki tefekkürden doğan hayâ, hazret makamını müşahededen doğan hayal İkinci merhalede sevgide sebat gösterir, Hak ile ünsiyet kurup halktan ilişkiyi keser.

Üçüncü merhalede ise hayâ ile heybet birleşir, Allah ile kul arasında ayrılık ortadan kalkar.[200]

Tarîkat

Tarik, sözlükte yol, durum ve hal anlamlarına gelmektedir. [201] Tarîk kavramından türeyen tarîkat terimi ise mezhep, tavır, hâl ve siret anlamlarında kullanılmaktadır.[202] Istılahta ise Allah yoluna giren salikin takip ettiği yol anlamına gelmektedir.[203]

Sufiler tarikatla ilgili farklı yorumlarda bulunmuşlardır. İmam Gazzali’ye göre tarikat: müridlerine kötü sıfatları yok etmelerini ve tamamen Allah’a yönelmelerini sağlayan müessesedir. [204] Necmüddin Kübra ise tarikatın anlamını şu şekilde yorumlamıştır: “Allah’a ulaşan yollar yaratıkların nefesleri sayısıncadır.”[205] Necmeddin Kübrâ kişiyi Allah’a götüren yolları tarik-i ahyâr, tarîk-i ebrâr ve tarîk-i şettâr olarak üç grupta toplamış; tarîk-i ahyârı namaz, oruç, hac, Kur’an okuma gibi ibadetlerle ve salih amellerle ruhunu olgunlaştıranların, tarîk-i ebrârı mücâhede ve riyazetle nefsini terbiye ve kalbini tasfiye ederek güzel huyar kazananların, tarîk-i şettârı ise bu ikisinin yanı sıra aşk, cezbe ve muhabbetle Hakk’a doğru seyahat edenlerin yolu şeklinde ifade eder.[206] [207]

Tarikata İntisap Şekli

Kadirî tarikatına girmek isteyen kişinin yapacağı ilk iş bir şeyhe biat etmektir. Tarikata intisap şekli genel olarak şu şekilde gerçekleşir. "Önce tövbe-istağfar edilip, tecdidi iman yapılır. Bunun akabinde mürşid 3 kere Fatiha suresini okur. Daha sonra mübayene "Şüphe yok ki sana biat edenler, bir tek Allah'a biat etmişlerdir. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse, Allah büyük bir ecir verecektir.209 ayetini sesli okur. Daha sonra şeyh müridinden Allah'ın emir ve yasaklarına ve sünneti seniyyeye uygun hareket edeceğine, tarîkat önderi olarak Abdulkadir Geylani hazretlerini ve mürşid olarak kendisini kabul edeceğine dair söz alır. Üç kere kelime-i tevhid okur ve her okuyuşta müridin tekrarlamasını ister. Sonra ayağa kalkıp kıbleye dönerek beraber tekbir getirir. Sonra Allah Rasulüne salat-ı selam eşliğinde dualar okunur. Tüm bu aşamalar yerine getirildikten sonra müridin tarikata intisabı gerçekleşmiş olur.[208]

Mürid

Mürid, sözlükte, irade eden, isteyen, dileyen, yaklaşan gibi anlamlara gelmektedir.[209] Tasavvuf ıstılahında ise mürîd, mürşidin gözetiminde olgunluk elde etme yolunda öğrencilik sanatıyla uğraşan kişiyi ifade eder.[210]

Şeyh Safiyuddin’in eserlerine baktığımızda onun mürîd kelimesinin yanında salîk kavramını da tercih ettiğini görürüz. Ona göre seyr u sülûk yolculuğuna çıkan müridde şu özellikler bulunması gerekir: “Allah’tan korkmak, Peygamberin sünnetine tabi olmak, haya sahibi olmak, dünyaya tamah etmemek, heva ve hevesinin peşinden gitmemek, sadık ve sabırlı olmak, gafletten sakınmak, ilim öğrenmeyi her daim istemektir”.[211]

Mürîdin Görevleri

Safiyuddin Efendi, Vasiyyetü’s-safiyye fî’l-işaretî’l-akli’l-müfîd, isimli eserinde seyr u sülûk yoluna giren müridin vazifeleri hakkında kısaca şunlara değinmiştir:

Yapacağı her işte ilk olarak Allah rızasını gözetmeli.

Peygamberi, ashabını ve ehl-i beytini sevmeli.

Makam sahibi olmak istiyorsa nefsini ayaklarının altına almalı.

Salih amel işleyip, gece gündüz demeden Allah’ı zikretmeli.

Sıla-i rahimi kesmeyip akrabayı her daim gözetmeli. Onların ihtiyaçlarını görmeli.214

Mürid ilim yolunda çektiği meşakkatlere sabır göstermeli. Nerde ilim olsa onu almalı.

Gıybet, yalan, hased gibi kötü hasletlerden uzak durmalı.

Mürşidine ve ilim ehline ve misafirlere saygıda kusur göstermemeli.

Mürid cimrilikten uzak durup etrafında bulunanlara iyilik yapmaktan uzak durmamalı.

Mürîd edeb, haya ve tevazu içerisinde olmalı.215

Mürid Terbiye Etme Şekli

Kadiri tarikatında genel olarak mürid terbiye etme biçimi kısaca şu şekilde açıklanmıştır:

Bir mürşid, müridini kendi için değil, Allah rızası için kabul etmeli, ona şefkat göstermelidir.

Gücünün yeteceği ölçüde vazife vermeli. Belli bir aşamadan sonra vazifesini ağırlaştırmalıdır.

Müridi terbiye etme karşılığında Allah’tan herhangi bir beklenti içerisinde olmamalı.

Mürşid, kendisine mürid olacak kimseleri özel olarak seçmemelidir.

Müridi terbiye etmeli ve onda herhangi bir noksanlık gördüğü zaman onu kontrol altında tutmalıdır.

Müridin sırrını saklamalı ve onun kendisine açtığı hallerini kimseyle paylaşmamalıdır.

Müridde, dine aykırı herhangi bir durum gördüğünde onu gizlice uyarıp nasihat etmeli.

Safiyuddin Geylani, a.g.e, vr. 1.

Safiyuddin Geylani, a.g.e, vr. 96-98.

Müridlere öğüt vermek isterse onları toplayıp, “Duyduğuma göre aranızdan biri şöyle böyle bir iddiada bulunuyormuş ya da şöyle bir günah işliyormuş” vb. gördüğü kusuru neyse söylemeli ve nasihat edip günahlardan sakındırmalıdır.[212] [213] [214]

Mürşid

Sözlükte mürşid kelimesi rehber, kılavuz, önder, yol gösteren, bilgi veren ve öğütleyen anlamlarına gelmektedir. Terim anlamı olarak mürşid, yani rehber olan şeyh, mürîdin durumuna, haline, liyakatine, kabiliyetine, özetle her yönüyle istidadına 217

bakarak, onu doğru yola yönelten kimse demektir.

Şeyh Safiyuddin Efendi, şeyhler yani mürşid-i kamil zatlar için pek çok güzel söz sarf etmiş, onların faziletlerine ve toplum üzerinde ne kadar değerli olduklarına dair bir takım açıklamalarda bulunmuştur. Eserlerinde hocalarına ve mürşid-i kamilin faziletlerine dair birçok şiir kaleme almıştır. Şeyh Safiyuddin, şiirlerinde özellikle seyr u sülûk esnasında bir şeyhe tabi olmanın ve onun yolundan gitmenin öneminden çokça bahsetmektedir. Şeyh Safiyuddin, yukarıdaki şiirinde mürşidin bu dünyanın ziyneti olduğunu belirtmiştir. Ayrıca mürşidi bu dünya yolunun ve insanlığın hizmetkârları olarak da tabir eden

Safiyuddin Geylani, bu uğurda olanların güven ve huzur içerisinde olacağını 219

belirtmiştir.21

Mürşidin Vasıf ve Sorumlulukları

Şeyh Safiyuddin Geylani, “Vasiyyetü’s-safiyye fî’l-işaretî’l-akli’l-müfîd” adlı eserinde mürşidde bulunması gereken vasıf ve sorumluluklar hakkında kısaca şunlara değinmiştir:

Dünya malına tamah etmemeli.

Makam ve mevki hırsından uzak durmalı.

Nefsini kötülüklerden korumalı ve arındırmalı.

Cömert olmalı. Cimrilikten ve tamahkârlıktan uzak durmalı.

Cesaret, adalet ve merhamet gibi güzel ahlâka sahip olmalı.

Ayıpları ifşa etmemeli ve gıybetten uzak durmalı.

İnsanları dine tabi olmaya ve Allah’ı zikretmeye yönlendirmeli.

İnsanlara karşı sürekli nasihat içerisinde olmalı.

Kanaatkâr ve sabırlı olmalı.

Münakaşadan uzak durmalı.[215] [216]

Zikir

Zikir, kavram olarak anmak, hatırlamak, gaflette olmamak anlamına gelir Kuşeyri’ye göre zikir iki çeşittir: Dilin zikri, kalbin zikri. [217] Zikir bir ibadettir.

Zikredeni tefekküre götürür. Tefekkür de hafv (korku) ve recaya (ümit) götürür. Nitekim bir ayette şöyle buyrulmuştur: “Onlar ki ayakta iken de yayarlarken de Allah’ı zikrederler.”[218]

Zikir ile ilgili Hadis-i şerifte ise şöyle buyrulmuştur: “Allah’a zikir halinde olan bir cemaatle sabah namazı vaktinden güneş doğuncaya kadar yanlarında oturmam, bana îsmailoğulları’ndan dört tanesini kölelikten kurtarmamdan daha hoş gelir.”[219]

İlk dönem mutasavvıflarından îbn Atâ zikrin aşamalarını önce dil, sonra kalp, sonra sır ile yapılan zikir şeklinde sıralamış ve zikir sonucu ruhların Allah’ın nuruyla yüceleceğini belirtmiştir.[220] [221]

Safiyuddin Efendi, zikir hakkında yazdığı şiirinde kısaca şu değerlendirmede bulunmuştur: “Akıl ve ilim gereklidir. ilimden sonra da zikir gereklidir. Allah ’ı zikir kalbi mutmain eder. Öyleyse herkes Allah’ı zikir içerisinde olmalıdır. Çünkü zikir, ölümü ve kabir hayatını hatırlatır ve cehennem ateşinden kurtarır. Zikrin en faziletlisi 225

ibadetle birlikte olandır.

Safiyyuddin Efendi, İnsanın her daim Allah’ı zikretmekle yükümlü olduğunu belirtmiştir. Kulu, Allah’ı zikirden uzaklaştıracak hiçbir neden olmamalıdır. Mü’min, bolluk anında Allah’ı zikrettiği gibi; bela ve musibet zamanında da Allah’a dua etmek ve O’ndan yardım dilemek zorundadır. Müminin bu uğurda yapacağı her ameli bir zikir mesabesindedir.[222]

Zikrin Faziletleri

Şeyh Safiyuddin Efendi, eserinde zikrin faziletlerine dair kısaca şunlara değinmiştir:

Zikir, Allah’a olan muhabbeti artırır.

Zikir kulu Allah’a yaklaştırır.

Allah’ı hakkıyla zikreden cehennem ateşinden kendisini korur

Zikreden kimse, nefsin ve şeytanın şerrinden korunmuş olur.

Zikir ruha ferahlık verir, salikteki manevi halleri ortaya çıkartır.

Zikir insanları karanlıktan nura sevkeder.[223] [224]

Allah’a hakkıyla kul olma inancıyla hareket eden seyr u sülûk yolcusunun, bu uğurda yaptığı her güzel fiil ve dilinden dökülen her güzel kelam birer zikir niteliğindedir. Kula Allah’ı hatırlatan ve gafletten uzaklaştıran her şahıs, ders, gayret, konuşma ve çalışmada zikirdir ve bunları yerine getiren de zikir ehlidir. Çünkü onlar,zikre uygun olarak davranmışlardır.

Zikrin Adabı

Seyr u sülûk yolunda, nefsin manevi rahatsızlıklardan nasıl arındırılacağını bilen mürşidler, müridlerin hâl ve durumuna göre adabına uygun zikri vererek Hakk’a ulaşmalarına vesile olurlar.[225] Bu bağlamda Safiyuddin Efendi zikrin adabı hakkında müridlerine şu tavsiyede bulunmuştur:

Zikir gösterişten uzak olmalı.

Zikir huşu ve itidal içerisinde yapılmalı.[226]

Salik yaptığı zikrin anlamlarını bilmeli.

Her vakit namazdan sonra zikir ihmal edilmemeli.[227]

Her daim zikir yapacağım diye maişet işleri ihmal edilmemeli.[228]

Safiyuddin Efendi zikri birkaç söz söylemeye ve raks etmeye indirgeyen bazı sufileri eleştirmiş onların hakikî manada sufî olmadığını belirtmiştir. Ona göre sadece raks etmekle, yapılan zikir caiz olmaz. Müellife göre, Allah’ı sadece belli sözlerle değil, zikrin tadını gönülden hissederek huşu ve itidalle yapılan zikir caizdir.[229]

Sufiler ruhî tecrübe ve tasavvufî ictihadlarla zikrin adedi, zamanı ve yapılış şekli konularında yeni ve bazen birbirinden farklı uygulamalar getirmişlerdir. Bütün bunların gayesi huşû içinde ve şuurlu bir zikrin yapılmasıdır. Bazı sufiler sesli bir şekilde zikir yapmayı tercih ederken, bazıları ise sessiz ve kalpten zikretmeyi tercih etmiştir. Bazıları ise yeni müridler için sesli, belli bir mesafe alanlar için sessiz zikrin daha uygun olacağını söylemişlerdir. Bazı tasavvuf büyükleri Allah Teâlâ’nın farklı isimlerini zikretmeyi tavsiye etmiş, bazıları ise daha tesirli gördükleri için ism-i celal yani “Allah” zikrine öncelik vermişlerdir. Günlük olarak yapılacak zikrin adedi konusu da bu şekilde farklılıklar arz etmektedir. Ayrıca sufiler, zikrin bir rehber ve mürşid gözetiminde yapılması gerektiği üzerinde önemle durmuşlardır.[230]

Şeyh Safiyuddin’in Zikir Talimi

Zikir talimini babasından alan Safiyuddin Efendi, eserinde kaleme aldığı ve ulaşabilen herkesin de öğrenip uygulaması temennisiyle sabah namazından sonra yaptığı zikri şu şekilde tarif etmiştir:

Her Farz namazından sonra 10 kere “kelime-i tevhid” okunur. Bu sayı 25’ten 100’e kadar artırılabilir.

Sabah namazından sonra Esma’ül Hüsna okunur. Sonra sırasıyla;

Fatiha suresi,

Bakara suresi (1-5) ayetleri,

Amener-resulü,

En’am suresi (1-3) ayetleri,

Tevbe suresi (128-129) ayetleri,

Kehf suresi (1-14) ve (107-110)ayetleri,

Hac suresi (77-78) ayetleri,

Mu’minun suresi(115-118) ayetleri,

Yasin suresinin tamamı,

Saffat suresi (1-13) ayetleri,

Haşr suresi (20-24),

İhlas suresi, Felak ve Nas sureleri.

3 defa, “ Sübhanallahi vel-hamdülillahi vela ilahe illallahü vallahü ekber, vela havle vela kuvvete illa billah”.

3 defa, “Hasbunallahı ve ni'mel vekil ni'melMevla ve ni'me'n nasîr”

1 kere “Lâ ilâhe illâllâhül- ‘azîmül-halîm. Lâ ilâhe illâllâhü Rabbül- ‘arşil- ‘azîm.

Lâ ilâhe illâllâhü Rabbü’s-semâvâti ve Rabbül-ardi ve Rabbül- ‘arşil-kerîm”

1 kere “Hasbiyallâhu lâ ilâhe illâ hûve aleyhi tevekkelin ve hüve rabbül arşil azîm".[231]

Şeyh Safiyuddin, kişi ayakta da olsa işte de olsa imkan dahilinde yukarıda geçen zikri yapmasını tavsiye etmiştir.

“Kalpler ancak Allah’ı zikretmekle mutmain olur”[232] ayeti gereğince zikir, kalbi bütün dert ve kederden arındıran Allah’ın rızasına ulaştıran, kişiyi habis ruhlardan koruyan, bedeni ve kalbi güçlü tutan bir ameldir. Kur’ân’ı Kerîm’de “Ey iman edenler, çokça zikretmek suretiyle Allah’ı zikredin”[233] ayeti kerimesi zikrin Allah katındaki değerinin en açık bir göstergesidir. Çünkü zikir, düşüncemizde ve yaşantımızda tek söz sahibi olan Allah’ın belirlemiş olduğu hükümlere göre hareket etmek ve bu doğrultuda koyulan ölçülere riayet etmekle gerçekleşir. Zikir bir an olsun Allah’u Teâlâ’yı aklından çıkarmayarak onun gösterdiği istikametten gitmektir. Zikir, Allah’ı sadece belli sözlerle değil, gönülden onaylayarak onun hükümlerine teslim olmaktır. Teslim olmak ise istenilen şeyi yerine getirmekle gerçekleşir. Yoksa birkaç söz söylemekle, raks etmekle, zikir yapılmış olunmaz. Dolayısıyla bilinmelidir ki zikir, tekbir, tehlil, tesbih ve tahmidle sınırlı değildir.[234]

Kadirilikte Zikir

Kadirî tarikatında ise zikir genel olarak kuudî (oturarark), kıyamî (ayakta) ve devrani[235] (dönerek) şeklindedir. Usul olarak ise cehri (sesli) zikir benimsenmiştir.[236] Sufiler zikir için her ne kadar belli bir zaman ve mekan sınırlaması koymasalar da, zikri daha ihlâslı bir şekilde yerine getirebilmek için birtakım adablar belirlemişlerdir.[237]

Bitlis ve çevresinde bazı kadiri tekkelerinde veya dergâhlarında zikir özellikle Cuma akşamları Şeyhin liderliğinde halka şeklinde toplanılarak yapılır.[238] Oturularak başlanılan zikirde Kelime-i Tevhid okunduktan sonra ayağa kalkılır ve cehri (sesli) olarak şu virdler[239] okunur:

İlk olarak oturarak,

100 kere “Kelime-i Tevhid” okunur.

Daha sonra ayağa kalkarak sırasıyla,

Tekrar Oturarak

Okunan virdlerin ardından zikir dualar eşliğinde sona erer.[240]

Seyr u Sülûk

Seyr u sülûk, tasavvuf ve tarikatlardaki eğitim ve terbiye işine verilen genel isimdir. Sözlükte gezmek ve yürümek anlamına gelir. Tasavvuf ıstılahında ise kulun fani varlığından Allah’ın varlığına, cehaletten ilme, kötü huylardan güzel ahlaka yönelmektir.[241]

Seyr u sülûka giren salikin belli bir noktada kalmayacağı gibi seyirde çıktığı menzillerin de kendine has hallerini müşahede eder. Safiyuddin Efendi’ye göre bu ahvallerin hayrını ve şerrini ayırt edebilmek için ilk olarak bir mürşide tutunup hakiki menzillere ulaştıran tarikatlara intisap etmek gerekir. Şeyh Safiyuddin, kendisinin manevi yolculuğunu aşağıdaki beyitinde şu şekilde ifade etmiştir:

Bu dünyada mürşidim olan babama tutundum

Ahiret’te benim için gizli ya da açık şefaatçi olmasını istiyorum

Çünkü O Rasulullah’ın kabilesinden ve Geylani ’nin neslindendir

Gece gündüz sürekli O’nu anıyorum

Geylani ’nin dediği gibi; sizden övülmüşlerin yolundan gitmenizi istiyorum

Kadirî tarikatı övülmüştür, onun yolu alîdir

Safiyuddin! Her zaman bu yola tutun

Allah’a itaat et ve tüm kadirilere çağrıda bulun [242]

Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleri, manevi yoldan hakikate ermeleri için insanları velayet makamı ile çekmiştir. Tarikatlar, ilahi ilmi öğretmek için kurulmuş olan tasavvuf okullarıdır. Bu okulların temelinde Seyyid Abdulkadir Geylani’nin büyük katkısı olmuştur.[243] Abdulkadir Geylani Hazretleri bir kasidesinde: “Hiçbir alım yoktur ki benim ilmimle bilgin olmasın. Hiçbir sülûk eden yoktur ki benim usûl ve prensiplerimle hareket etmesin.” [244] Kadiriliğin tarikatlar arasındaki konumu ve önemine binaen Şeyh Safiyuddin Efendi, salîkin, kadiri tarikatı yolundan gitmesini, Allah’a boyun eğip, bütün Kadirileri buna çağırılmasını yukarıdaki beytinde nida etmiştir.

Seyr u Sülûk Adabı

Safiyuddin Efendi, eserlerinde seyr u sülûk adabı hakkında bir takım değerlendirmelerde bulunmuştur. Şeyh Efendi bu manevi yolculuk esnasında sakınılması gereken davranışlar noktasında salîklere bazı nasihatlarda ve uyarılarda bulunmuştur:

Salîk her daim salih amel işlemeli ve gayesi sadece Allah rızası olmalı.

Salîk dua ve zikirlerini aksatmamalı.

Kalbini her daim gözetmeli ve gafletten uyanmalı.

Dünyevi gayelerden uzak durmalı.

Makam hırsından sakınmalı. Bir makama ulaşmak istiyorsa önce nefsini çiğnemeli.

Nefsanî ve şehevanî duygulardan kendisini arındırmalı. Nefsiyle her daim mücadele içerisinde olmalı.

Zaman zaman uzlete çekilmeli.

Mürşidine her daim hürmet göstermeli O’nlara hizmette kusur göstermemeli.[245]

Seyr u Sülûk Makamları

Kadirî tarikatında seyrüsülûk bütün esma tariklerinde olduğu gibi Allah’ın yedi isminin zikredilmesiyle olur. Bu tasnife göre:[246]

Nefs-i emmâre: Kötülüğe meylettiren nefistir.[247] Kur'ân-ı Kerîm'de ki "Ben nefsimi temizleyemem, çünkü Rabbimin merhamet gösterdiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğe yönlendirir. Muhakak ki Rabbim, bağışlayan ve merhamet sahibi olandır."[248] Ayetinden alınmıştır. Zikri "La ilâhe ilallah'tır."[249]

Nefs-i Levvâme: Kötülük yaptığı zaman kendisini ayıplayan ve iyiliğe meyletmeye başlayan nefistir. "Kendini kınayan nefse yemin ederim" [250] ayetinden mülhemdir. Zikri, "Ya Allah”tır.[251]

Nefs-i Mülheme: Doğruyu yanlıştan ayırmaya ve ilham ve keşfe açılmaya başlayan nefistir. "Nefse kötülüğünü ve Allah'tan korkmasını ilham edene andolsun"[252] ayetinden alınmıştır. Zikri, "Ya Hû" dur.[253]

Nefs-i Mutmainne: Güzel huylarla bezenmiş, kötü ve çirkin özelliklerden kurtulmuş nefis. "Ey mutmain olan nefs" [254] ayetinden alınmıştır. Zikri 'Ya Hak’dır.[255]

Nefs-i Râziye: Kendisi ve başkaları hakkında, Allah'tan gelene razı olan nefistir. "Dön Rabbine, O senden sen de O'ndan razı olarak"[256] ayetinden mülhemdir. Zikri "el-Vâhid’dir."[257]

Nefs-i Merziyye: Kendisi Allah'ın hüküm ve kararlarından râzı iken, Allah'ın da ondan razı olduğu nefistir. Yine "Dön Rabbine, O senden sen de O'ndan razı olarak"[258] ayetinden alınmıştır. Zikri, "el-Azîz."[259]

Nefs-i Kamile: Bu dereceye ulaşmış seyri sülûk yolcusu, artık marifete, hakikate, ulaşmış ve insanlara bu uğurda yol göstermeye, yani mürşid olmaya yetkili hale gelmiştir.[260] Zikri, "el-Vedud"tur.[261]

Nefis

Nefis, sözlük anlamı olarak, "ruh, nefes, hayat, varlık, hayatın ilkesi, zât, insan, kişi, hevâ ve heves, beden, kan, bedenden kaynaklanan sufli arzular" gibi anlamlarda kullanılır.[262] Istılahî anlam olarak ise, kulun yerilen ahlâkı ve amelleri anlamlarında kullanılmaktadır.[263]

Sûfîler nefs kavramını kullandıkları zaman bu kelime ile ne bir şeyin varlığını, ne de va’z olunmuş kalıbı kastederler, onların nefs kelimesinden muradı, kulun kötü vasıfları ile yerilen huy ve fiillerdir."[264]

Safiyuddin Efendi, nefis ile alakalı hislerini aşağıdaki beyitinde şu şekilde dile getirmiştir:

Dünya güzelliklerine aldanarak ömrümü zayi ettim

Günah denizine düştüm, yardım istiyorum

Seslenmenin faydası var mı, günler geri geliyor mu?

Nedamete bulandım, kendimi ayıplamanın faydası yok

Dünya zîneti, nefsi levvameye itaatle aldatır

Nefsin düşmanlıklarından uyanma zamanı

Şüphesiz ki (nefis) müminler için bir düşmanıdır, Onları aldatır

Ona itibar etmeyin, çünkü nefis insanı kandırır.

Eserinde, ecdadının nefis ile mücadelesini anlatan müellif kendisine şu şekilde uyarılarda bulunmuştur: “Ey Safiyuddin! ecdadının hareketlerini, faaliyetlerini, vasıflarını yaz. Niçin haline bakmıyorsun? Nefsini ayaklarının altına al. Kötülüğe meylettiren nefse itaat etme. Riyadan arın! ibadet ve zikirlerinle Allah ’a yönel. Daima nefsinle cihad içerisinde ol. Çünkü en büyük cihad, insanın nefsiyle olanıdır. Dünyanın renklerine, ziynetlerine aldanma. Kur’ân-ı Kerim okumakla, hadisleri mütalaa etmekle, [265] evliyaların menkıbleriyle meşgul ol. Zaman zaman uzlete çekil. Çünkü uzlet, [266] bu zamanda nefis terbiyesi için en faydalı şeylerdendir. Ölümün ne zaman geleceğini hiçbirimiz bilemeyiz. O yüzden pişman olacağın şeyler de yapma. Allah ’a tevekkül et ve O’nun yoluna sadık ol ancak bu şekilde kalbin mutmain olur.”[267]

Zühd

Tasavvufi eğitimde önemli kavramlardan bir olan zühd, sözlükte "rağbet etmemek, bir şeye isteksiz kalmak, sakınmak, dünyaya olan istek, arzu ve hırsın zıddı" anlamlarında kullanılmaktadır.[268] Istılahi anlam olarak ise, dünyaya, Allah’tan gayrı her şeye karşı isteksiz olma, değer vermeme, dünyadan ve dünyevî olanın peşinde koşmaktan yüz çevirerek, hayatı ahrete dönük bir şekilde, mümkün olduğunca ibadetleri yerine getirmek Kur’ân okumak, zikir ve tesbih yapmak gibi ibadetlerle geçirmek 274 demektir.[269]

İmam Ebu’l-Kasım Kuşeyri, zühdün anlamının ne olduğu hakkında mutasavvıfların farklı yorumlarını paylaşmıştır. Bazı sufilere göre zühd haram şeylerde olur. Çünkü helal, Allah Teâlâ tarafından mubah kılınmıştır. Allah Teâlâ bir kuluna helal kazanç ihsan eder, kul da şükür amacıyla Rabbine ibadet ederse, artık kulun iradesi ile o nimeti bırakması, Allah Teâlâ’nın izni ile elde tutmasına tercih olunamaz.[270]

Diğer bazı sufilere göre ise, haramda zühd şarttır, helal de ise fazilettir. Çünkü kul sahip olduklarına şükreder, Allah Teâlâ’nın kendisine nasip ettiğine razı olur ve kanaatkar olursa; bu durumda az mal ile yetinmek, dünyada zengin olarak yaşamaktan daha güzel ve daha hayırlı olur.[271] [272] Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de “De ki: Dünyanın faydası azdır, ahiret ise takva sahipleri için daha hayırlıdırl”2711 Ayeti ile insanların dünyaya tamah etmemesi tavsiye edilmiştir.

İbn Berracan’a göre hayrın tamamı zühdün konusudur ve üç bölümde bulunur:

Tüm alakaları terk etmek, (Hayat gailesini kesmek)

Bedeni, Yaratan’a karşı gelmekten sakındırmak,

İnsanlardan ilgiyi kesmek.[273]

Safiyuddin Efendinin zühd anlayışı genel olarak, dünyalık şeylerin geçici olduğu ve ona aldanılmaması üzerinedir. Vasiyyetü’s-safiyye fî’l-işaretî’l-akli’l-müfîd isimli eserinde bu konuya şu şekilde değinmiştir: “Ey Evladlarım! Biliniz ki dünya fanidir. Nasıl ki ilkbahar mevsimi tüm canlılığıyla ortaya çıkar, güzelliğiyle insanın gönlüne ferahlık verir, fakat kısa bir zaman içerisinde bu yeşillik, canlılık yok olur; işte dünya hayatı da bunun gibidir. insanlar dünyadaki güzel hasletlerin hep devam edeceğini sanır ama sahip olduğu güzellikler elbet bir gün yok olacak. Çünkü dünya, hep bir felakete doğru dönüyor. Bir gün her şey güzel giderken bir anda kötüleşebiliyor ya da İnsan zenginken, gün geliyor bir anda fakirleşebiliyor. Sağlığı yerindeyken bir anda hastalanabiliyor. Mutlu mesut yaşarken bir anda hüzne bulanabiliyor. İnsan bunun gibi birçok şey yaşamasına rağmen hala nasıl dünyaya itimat eder. Akıl sahibi insan buna iltifat etmez. Şayet ibadetlerine devam eder münkir şeylerden uzak durup Allah’ın ipine sımsıkı sarılırsa, dünyada sahip olduğu nimetler artar ve genişler. Mahlukun elindekilerden yüz çevirip Yaradandan isterse, işte o vakit zahidlerden ve şükredenlerden olur.”[274]

Safiyuddin Efendi’nin sözlerinden de anlaşılacağı gibi, insanların zahid olmasını, dünyaya ehemmiyet vermemesini tavsiye etmiştir. Allah Teâlâ kullarına dünyaya olan tamahkârlıklarından sakındıracak bir takım musibetler veririr. “Muhakkak ki biz sizleri biraz korku, biraz açlık ile mallardan, canlardan, ekinlerden eksilterek imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele. Onlar ki, başlarına bir bela geldiği vakit, “Biz Allah ’tan geldik ve elbet ona döneceğiz” derler.[275] Hakk’tan kullara gelen musibet ilahi nimetlerdendir. Nitekim böyle olması insanın hakikati kavraması, dünyaya önem vermemesi ve tamamen Rabbine yönelmesi içindir.[276]

İhlas

İhlas sözlük anlamı olarak, bir şeyi halis kılmak, katıksız olmak, riyayı terk etmek, vasıl olmak, gösterişi bırakmak, samimi olmak, kalbi bulandıracak şeylerden uzak kalma gibi anlamlarda kullanılmasının yanında tevhid ve tahsis etmek manasında da kullanılır.[277] [278] Istılah anlamı olarak ise, insanın davranışlarını hem kendisi hem de başkalarının görme isteğinden uzak olarak yerine getirmesi, davranışlarına karşılık beklememesi, bu işleri yapmağa ehil kılınmasına, sevincinden ve bunların şükrünü yerine getirmekle meşgul bulunması hasebiyle yaptığı işleri gösterip ondan bir karşılık 283

beklemeye fırsat bulamamasıdır.

Üstad Kuşeyri’ye göre ihlâs, sadece Allah Teâlâ’ya itaat etmekle gerçekleşir. Bu itaat ise Hakk Teâlâ’ya yaklaşmayı murad etmekle hasıl olur. Başka bir kul için yapmacık bir şey işlemek, halkın övgüsünü kazanmayı veya halk tarafından sevilmeyi arzulamak ve kulu Rabbine yaklaştıran şeyler dışında herhangi bir niyet taşımak ihlâsa manidir.[279]

Mutasavvıflara göre ihlâs, ibatetin ruhudur. İhlas olmadan amelin, amel olmadan ihlâsın hiçbir faydası olmaz.[280] Çünkü her şeye değer katan ihlâstır. İbadetin fazla olanıyla değil, ibadetin ihlâslı olmasıyla kurtuluşa erişilir. Fakat kul, ihlâslı olduğunu iddia etmemelidir. Çünkü ibadetlerin ihlâslı olduğu düşüncesi, ihlâssızlığı doğurur.[281]

Safiyuddin Efendi’ye göre ihlâs, sözle gösterişle olmaz. İbadetler, riyadan uzak bir şekilde ve Allah rızası gözetilerek yapılmazsa, yapılan ibadetlerin de bir anlamı olmayacağını ifade etmiştir.[282] Şeyh Safiyuddin bu konudaki meramını aşağıdaki beytinde şu şekilde dile getirmiştir:

Ey Safiyuddin ne diyeceksen de!

Riya olmasın, melûl olmasın

Bunda şüphe yok çünkü hakikat kesindir

Kim yüz çevirirse melûldür

Korkma, söyle ve yaz

Hak haktır, adalet adalettir

Mutasavvıfımıza göre seyr u sülûk yolcusu riyanın her türlüsünden uzak durmalıdır. Çünkü riya insan için tehlikeli bir düşmandır. Bunun yanında ihlâssız yapılan amellerin faydasız olduğunu belirten müellif, bu tür amellerin kişiye zarar verebileceğini de ifade etmiştir. Bu nedenle seyr u sülûk yolcusuna düşen ilk iş [283]

Allah’tan gayrı ne var ise gönlünden uzaklaştırarak bu yolda sebat etmektir. Böylece halis kalan kalp ile yolcu vuslatına erer.

Muhabbet

Arapçada ‘hubb’ kelimesinden türetilen muhabbet kavramı, sözlükte “buğzun zıttı” olarak tanımlanmaktadır. Literatürde hub, muhabbet ve vûd kavramları ‘sevgi’ anlamında kullanılmıştır. Bu sevginin coşkulu bir şekilde yansıması ise ‘aşk’ kelimesiyle ifade edilmiştir.[284] [285] Tasavvufi ıstılahta muhabbet; zorlama olmaksızın kalbin Allah’a yönelmesi diye tanımlanır.[286]

Bazı sufierin sevgi ve muhabbet hakkındaki görüşleri şu şekildedir:

Beyazid-i Bistami, muhabbeti, “senden olan çok şeyi azımsaman, sevgiliden olan az şeyi çoğumsamandır”[287] [288] diye tanımlamıştır.

Cüneydi Bağdadi’ye muhabbet hakkında sorulunca şu cevabı vermiştir: “Aşıkın kendi sıfatlarını terk etmesi ve onun yerine muhabbet duyduğu kişinin „293

sıfatlarına girmesidir.

Kulun Rabbi’ne duyduğu muhabbete gelince, bu kulun gönlünde bulduğu ve hissettiği bir şey olup, ibare ile ifade edilmeyecek kadar latiftir. Bu hâl Allah’ı tazim etmeye, O’nun rızasını hiçbir şeye değişmemeye, O’nsuz kalmaya dayanamama ve Rabbine karşı içinde bir his duymaya sevkeder.[289]

Safiyuddin Efendi’nin tasavvuf anlayışının merkezinde ‘muhabbetullah’ yer alır. Onun şiirlerinde Allah’a olan sevgi ve bu sevginin çeşitli tezahürleri bulunmaktadır:

Sevgili, daima muhabbet hakkıyla doludur

Kim ki Allah sevgisini kast ederse o Allah’tandır

Size sevginin Allah’tan olduğunu söylüyorum

Gece gündüz O’nu anıyorum

Safa sen buna sadık mısın?

Safiyuddin Efendi tarikat ehli bir zat olup, hayatını kaleme alırken belirttiğimiz üzere Kadirî tarikatından icazetlidir. Şeyh Safiyuddin, Abdulkadir Geylani’ye ve kadiri tarikatına olan muhabbetini ve bağlılığını dizelerinde Osmanlı Türkçesi ile şu şekilde dile getirmiştir:

“Meded ey pîr-i Geylânî velîler başkanı sensin

Ümidim her zaman vardır benim pîrim, pîrim sensin

Safiyuddin, a.g.e, vr. 67.

Tarîkim kadirîdir, hem büyük rahım hakikattir

Kavidir zincirim mutlak reis-i ümmeti sensin

Tarikat yolunu yaptın senin ceddin Muhammed’dir

Şerîat menba-ı odur, tarîkat menşe-i sensin

Çağırdım ben nidamla senin ismin benim zikrim

Müridinle peyman ettin her daim hazır sensin

Bu dünyada ve ukbâda bi-emsalsin bî-lâ şübhe

Senin ceddin ümmetinin şefaatçıları sensin

Semalarda gezerdin hem büyük arşıda gördün

Bizi de hiç unutma, serveri sultan-ı azâm sensin

Semalarda seni sordum uzaktadır senin pîrin

Figân ettim heman düştüm, benim secde-i dergahım sensin

Meded ey pir-î Geylani senin yolun hakîkattır

Fakîrim bî-kesim bu gün ümîdim şâh-ı pîr-i sensin

Her yerde her zaman vardır senin ismin senin zikrin

Tamam-ı mahlukana ra ki daima ümîd varsın

Safâ bu gün hemen tut ki büyük rah-ı Geylanî

Meded ey pîr-i azâm gel ümîdim şah-ı sultansın” [290]

Murşidin mürşide olan muhabbetine dair Şeyh Safiyuddin, eserinde babası Şeyh Muhammed el-Kadirî ve Şeyh Alaaddin Ohinî arasındaki sevgi ve saygıyı şu şekilde anlatıyor:

“Günlerden bir gün Şeyh Alaaddin Ohinî evimize geldi. Babam Şeyh Muhammed evde değildi. Garzan [291] beldesine gitmişti. Şeyh Alaaddin’in yanında Fethullah Verkanisi’den mücaz Mutki Müftüsü Molla Ahmet el-Uçumî, Hacı Abdulvahhab ve başkaları da vardı. Beraber ikindi namazı kıldık. Namazdan sonra Hacı Abdulvahhab Şeyh Alaaddin’e dönerek yanımda taş var hatme[292]yapalım dedi. Şeyh Alaaddin hayır hatme yapmayacağız. Çünkü burası Şeyh Muhammed’in evi diye cevap verdi. Hacı Abdulvahhap, Şeyh Muhammed burada değil yapalım diye tekrarladı. Bunun üzerine Şeyh Alaaddin ısrar eden hacıya dönerek; evet Şeyh Muhammed burada değil, fakat mekan onun mekanı. Muhakakk ki ben edebi terk etmeden ona olan hürmetimi muhafaza edeceğim. ”[293]

Safiyuddin Efendi, Şeyh Muhammed ile Şeyh Alaaddin’in arasındaki muhabbetin, tıpkı Havas’ta[294], evliya da ve allame de olduğu gibi Allah için olduğunu belirtmiştir.

İlim

İlim, bilmek anlamında gelir. Istılahi tanım olarak ise, bir şeyin hakikatini idrak etmek, tasdik etmek, sufinin kendisini bilmesi ve irfan gibi anlamlarda kullanılır.[295]

İlimle alakalı Kur'ân’da pekçok ayet bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şu şekildedir. "Allah sizden hakkıyla iman etmiş olanları yüceltir ve ilim ehline gelince onları dereceler ile yükseltir."[296] "Rabbim benim ilmimi artır."[297] "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu, ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla tefekkür eder."[298]

Mutasavvıflar, geçmişten günümüze kadar ilim hakkında değişik tanım ve tasnifler yapmıştır. Mutasavvıflara göre kesbî ilim ve vehbî ilim olmak üzere iki türlü ilim vardır. Kesbi İlim, bir çalışmanın sonucu olarak kişinin sonradan kazandığı ilimdir. Vehbi ilim ise, herhangi bir çaba ve çalışmanın yer almadığı, yaratılıştan gelen ilme verilen isimdir.[299]

Seyyid Abdulkadir Geylani, Sırrû’l-Esrâr isimli eserinde ilmi dört gruba ayırarak şu şekilde tanımlamıştır:

Şeriat, yani zahiri emirler ve yasaklar.

Tarikat, yani iç hükümler, batın ilmi.

Marifet, yani batının ta kendisi

Hakikat, yani batından daha batın.[300]

Safiyuddin Efendi, herkesin ne olursa olsun ilim öğrenmesi gerektiğini ifade eder. Ona göre ilim insanın kalbini güzelleştirir. Cehalet ve kaybolmuşluktan kurtarır. İlim kişiyi yalandan doğruluğa, isyandan salih amele götürür. Kulu Allah’tan korkmaya ve O’nun dışında hiç kimseden bir şey istememeye sevkeder.[301] [302]

Faydalı ilmin her türlüsünü öğrenmeyi tavsiye eden Safiyuddin Efendi, bununla birlikte Arap dilinin öğrenilmesini ve ilmi okumaların ihmal edilmemesini 308

tavsiye etmiştir.

“ilim Çin’de dahi olsa gidip alınız.” Hadisini zikreden Safiyuddin Efendiye göre ilim insanlar arasında muhabbeti artırır. Buna binaen, insan yaşça büyük olsa dahi ilimden kopmaması gerektiğini ve bir harf bile olsa kişinin ilim öğrenmesi için çabalaması gerektiğini belirtmiştir. [303] [304]

Safiyuddin Efendi, bir beyitinde ilme verdiği değeri şu şekilde ifade etmiştir:

 “İlmi dünya ve menzilden daha yüce gördüm

Onun tadı bal ve helvadan daha tatlıdır

Şeyh Safiyuddin İlme ve ilim ehline verdiği önemi bir başka beytinde şu şekilde değinmiştir:

Görüyorum ki ilimde semereler vardır.

Hangi dilde olsa onda hayat vardır

Her zaman hizmet etmek gerek

Ölmeden önce ilim ve ilim ehli için

Sabır

Sabır kavramı sözlükte hapsetmek, güçlü ve dirençli olmak, engellemek anlamlarında kullanılır.[305] [306] Tasavvuf! anlam olarak ise nefsin haz duyduğu şeylerden

312 mücahede yoluyla uzaklaşmasıdır.

Sabrın çeşitli kısımları mevcuttur: Kulun kendi iradesiyle elde ettiği şeylere gösterdiği sabır, iradesi dışında meydana gelen hadiselere gösterdiği sabır.[307]

Sabır kökünden türeyen kelimeler Kur’ân’da 103 yerde geçmektedir. Bu ayetlerden bazıları şu şekildedir: “Sen güzel bir şekilde sabret”[308], “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.”[309]

Sabır ile alakalı Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Sabır, sarsıntı tesiri yaptığı ilk anda gösterilen, tahammüldür.” [310]

İnsanoğlunu bazen en yakınında bulunan kişiler ya da başına gelen bela ve musibetler sıkıntıya sokar. Şeyh Safiyuddin eserinde belirttiğine göre bir mecliste tansiyon yükseldi mi sabretmek gerekir. Şayet sabır olmazsa cevher bela olur. Cevher bela oldu mu da insanın bir kıymeti kalmaz. Ona göre insan sabretmezse içinde bulunduğu durumdan hiçbir fayda görmez. Kişinin sıkıntı denizinde boğulmaması için şükür, sabır ve tahammül etmesi gerekir.[311]

Safiyuddin Efendi, sabrın tüm boyutlarında örnek bir müslüman olarak yaşamıştır. İlim yolunda çekilen çilelere, başa gelen bela ve musibetlere, sıkıntılara, dertlere sabır gösterme konusunda müridlerine sürekli tavsiyelerde bulunmuştur. O, Allah rızası için gayret göstermeyi, bu uğurda sebat ve sabır göstermeyi kendisine şiar edinmiştir.[312]

Safiyuddin Efendi, çilesi, hastalığı, sıkıntısı için kendisine başvuran herkesi dinler, onların dertleriyle dertlenirdi. O bulunduğu yerde herkese karşı duyarlı olmuştur. Çevresinde bulunanların hallerini sorup, sıkıntılarını sabırla çözüme kavuşturmak için çabalamıştır. O, “Allah sabredenle beraberdir.” Ayetini kendisine şiar edinmiş, çektiği bütün sıkıntılara en güzel şekilde sabır göstererek sabr-ı cemilî yerine getirmiştir.[313]

Özetle Safiyuddin Efendiye göre sabır; kişinin başına gelen bütün bela ve musibetlerden kurtulmanın anahtarı, tüm üzüntüden sıkıntıdan kurtulup bunun sonucunda huzura kavuşmanın yoludur.[314]

Dünya

Dünya kelimesi 'yakın olmak' anlamında kullanılan dünüv kökünden türemiş 'en yakın' manasındaki 'edna' kelimesinin müennesidir. Tasavvuf litaretüründe dünya farklı şekillerde tanımlanmıştır:

Seni Allah'tan uzaklaştıran herşey.

İmtihanın olduğu yer.

Ahiretin tarlası.

Geçici fani bir mekan.[315]

Kur'ân-ı Kerîm'de " Düya hayatı sakın sizi aldatmasın" [316] "Biliniz ki dünya hayatı ancak bir oyun, bir süs, bir eğlence, aranızda karşılıklı bir övünme, daha çok mal ve çocuk sahibi olmaktan ibarettir. "[317] şeklindeki ayetlerle dünyanın sürekli aldatıcı yönüne değinilmiştir.

Hadis-i Şerifte Peygamber Efendimiz dünya hayatını şu şekilde tarif etmiştir: “Ahiretin yanında dünyanın değeri, ancak sizden birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. Parmağı ile denizden alabildiği suya bir baksın.”[318]

İmam Gazzali, dünyayı, insanlara süslü ve güzel görünerek onları cezbeden, Allah'a kavuşmaktan alıkoyan çirkin bir şey olarak tarif eder.[319] Kettani, "Dünya bela üzerine, ahiret ise takvâ üzerine taksim olunmuştur" der.[320] [321] Niyazi Mısri, dünyayı 327 zindana benzetir ve dünyanın kurtulunması gereken bir zindan olarak kabul eder.

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri'ne göre dünya, fani, karanlık ve hayalden ibarettir.[322]

Safiyuddin Efendi, "Vasiyyetü’s-safiyye                 fî’l-işaretî’l-akli’l-müfîd"  isimli

eserinin giriş kısmında dünya hayatının aldatıcı ve geçiciliği ile ilgili bir takım uyarılarda bulunmuştur. Kendisinin dünya lezzetlerine tamah etmediğini, şu sözlerinden anlıyoruz:[323] [324]

Ey nefsi emmareyle dünyayı talep eden

Ahiretin yaklaştığını unutma

Eğer dünyayı iman nuruyla terk edersen

Cennetin muştusunu kazanırsın

Dünya bir aldatmacadır, kaybolup gitmeyin

Ayaklarınızı inanç ve muhabbetle sabitleyin

Dua

Kelime olarak, yalvarış, niyaz, yakarış, nida, yardım istemek, çağrı, halini arz etme, davet, Allah’tan dileme gibi anlamlara gelmektedir. Tasavvuf ıstılahında da kulun Rabbine yakarışıdır. İhtiyaç sahiplerinin, derdi olanların, sıkıntıda olanların sığındıkları alandır.

Kur’ân-ı Kerîm’de “Onlar ellerini kapalı tutuyorlar.”[325] Ayetiyle Allah Teâlâ duayı terk edenleri kötülemiştir. Kur’ân’da dua ile ilgili dikkat çeken başka bir söz ise; “Duanız yoksa ne öneminiz var” [326]ayetidir.

Safyuddin Efendi’ye göre insan münakaşadan uzak durmalı, başına gelen musibetlere sabretmeli ve her daim Rabbi’ne dua etmelidir.[327] Müellif birçok beyitinde Arapça ve Kürtçe olarak Rabbine yakarmıştır. Onun sıkça yaptığı dualardan bazıları şu şekildedir:

Ey Rabbim! Fazilet ve kerem sahibi sensin

Zengin olan Rahman ve Rahim olan sensin

(Ey Rabbim! Senin Rahmetine talibim)

Her şeye gücü yeten sensin, samedsin

Bütün kainatın muhtac olduğu bir tek sensin

(Ey Rabbim! Senin Rahmetine talibim)

Nereye gitsem beni kapından ayırma

Beni bağışla Ey Rabbim, Çünkü ben asi ve günahkarım

(Ey Rabbim! Senin Rahmetine talibim)

Ey Rabbim! Cömertliğinle Safiyuddin’e merhamet et

Ey Rabbim! Günahlarımdan beni bağışla

(Ey Rabbim! Senin Rahmetine talibim)

Anlaşılacağı üzere, dua başlı başına bir ibadet ve aynı zamanda kulluğun özüdür. Kul, Rabbi’nin karşısında acziyetini anlayarak O’na yönelir. Allah Teâlâ’da isimleri tecellisiyle kuluna döner. Bu nedenle insanoğlu Allah’a duayı ihmal etmemeli her daim en güzel isimleriyle O’nu anmalıdır.

Peygamber Sevgisi

Safiyuddin Efendi’ye göre Hz. Peygamberi sevmek, muhabbetle bağlı olmak ve Ona salât-u selam getirmekle kişinin hüznü, gamı, kederi gider ve huzura erer. Ona göre Peygambere itaat etmek, O’nun yolundan gitmek, her Müslüman için asli bir vazifedir.[328] [329]

Safiyuddin Efendi, peygambere aşık olan bir insandı. Onun Hz. Peygamber'e olan muhabbetini aşağıdaki dizelerde görmekteyiz:

Ey Allah'ın Rasulü seni kalpten seviyorum

Hayatım boyunca sevmeye devam edeceğim

Dedim ki kalbime şayet sen sadıksan

Cehennem ateşinde de olsan seni kurtarmaya yeter

Kürtça kaleme aldığı beyitinde ise Hz. Peygambere olan sevgisini şu şekilde dile getirmiştir:

Ey Muhammed! Mahlukatın serveri sensin

Sensiz cennete gitmem, mahlukatın şefaatçisi sensin

Tasavvufta bir insan kendisini Allah Teâlâ’ya sevdirmek istiyorsa, “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve bağışlasın” ayetini kendisine şiar edinmeli. Şeyh Safiyuddin’e göre dünyada ve ahirette kurtuluşa vesile olacak bir şey varsa o da Hz. Peygambere tüm kalbi duygularıyla muhabbet gösterip onun şefaatinden nasibini almaktır.[330]

Fakr

Sözlük anlamı, ihtiyaç duyulan şeyin yokluğu anlamına gelmektedir. [331] Tasavvufta ise bir şeye sahip olamamak, ya da başkalarına fayda sağlamak için sahip olmak, her şeyin Allah’a ait olduğunu bilmek anlamında kullanılmaktadır.[332]

Hucviri’ye göre fakr teriminin hakiki ve şekli olmak üzere iki türü vardır. Şekli olan çeşidi, eşya ve maddeye ihtiyaç duymaktadır. Hakiki fakr ise Hakk’a yöneliştir.[333] Fakirliğin hakikati, yalnız Allah’a mutaç olmaktır. Zira halkın hepsi fakirdir. Bir fakir, diğer fakirin ihtiyacını karşılayamaz. Fakirin ihtiyacını, ancak o ezeli zengin karşılar.[334] Ayeti Kerime’de şöyle buyurulmuştur: “Sizler Allah’a muhtaçsınız. Zengin ve övülmüş olan yalnız Allah’tır.”[335]

Klasik tasavvuf eserlerinde bir makam olarak görülen fakr Safiyuddin Efendi’nin beyitlerine şu şekilde yansımıştır:

Rabbim bu dünyada garibim, ellerimi sana açıyorum
itaatim sanadır ve sana niyaz ediyorum

Senin geniş rahmetin dışında yardım edecek kimse yoktur

Ben günahkarım, asiyim, senin rahmetine itimad ediyorum

Ey Rabbim bizlere bak amellerimiz pek az

Niyazım sanadır, senden başka seslenecek kimse yok

Hakikatte günahkar, zelil ve fakirim

Senden ümidimi kesmedim, hidayete erdiren sensin.

Safiyuddin Geylani, a.g.e, vr. 110.

Sonuç olarak Şeyh Safiyuddin fakr duygusuna göre davranmış, nefsini kınamış, fakir ve hakir görmüş, müridlerine de bu şekilde tavsiyelerde bulunmuştur. O hakikata fakr duygusu ile ulaşılabileceği kanaatindedir. Şeyhe göre kemalata ulaşmak isteyen salîk ilk olarak kendi benliğini yok sayıp, fakr ve acziyet içerisinde Rabbine yönelmesi icap eder.

SONUÇ

Tasavvuf, insan nefsini kötülüklerden alıkoyup, iyiliklere yönelten, İslamın manevi boyutuyla ilgilenen bir ilimdir. Şeyh Safiyuddin’e göre Peygamber Efendimiz ve ashabının zahidane yaşamları, tasavvufun dayanak noktasını oluşturmuştur. Tasavvufun gayesi, insanları Kur'ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber'in ahlakıyla donanmalarını sağlamaktır. Bu ahlaki eğitimi tamamlayan zatlar, yaşadıkları bölgelerde aldığı eğitimi yayma yolunu benimsemişlerdir.

Geçmişten günümüze yaşamış, İslam medeniyetine hizmet eden pek çok alimin hayatı ve eserlerinde, tasavvufi izlere rastlanılmış ve bunlar üzerinde birçok çalışma ve eserler kaleme alınmıştır. Ancak Şeyh Safiyuddin’in tasavvufi yönünü ele alan herhangi bir çalışma ve esere rastlayamadık. Sonuç olarak biz de Şeyh Safiyuddin'in coşkun hisleri, düşünceleri ve eserleri üzerine yapılacak geniş çaplı bir çalışmanın gerekliliği kanaatine vardık. Bu doğrultuda elde ettiğimiz önemli sonuçları şu şekilde tespit etmek mümkündür.

Şeyh Safiyuddin’in çocukluk ve gençlik yıllarında başlayan ilme olan iştiyakı ömrü boyunca devam etmiştir. Şeyhin ilmi kişiliğinin oluşmasında, yanlarında tasavvufi eğitim gördüğü mürşidlerinin önemli etkisi olmuştur. Bunlar arasında, babası Şeyh Muhammed el-Kadirî ve Şeyh Mehmet Şefik el-Kadirî’nin önemli bir yeri vardır. Bu zâtların dışında ilmi kişiliğinin gelişmesinde okuduğu kitapların ve düşüncelerinden yararlandığı şahsiyetlerin de önemli etkisi olmuştur. Eserlerini incelediğimizde gerek kendi döneminde yaşayan, gerekse kendisinden önceki dönemlerde yaşayan alimlerin eserlerinden istifade ettiğini görürüz.

Şeyh Safiyuddin bulunduğu bölgelerde irşad etmeyi kendine vazife addetmiştir. Onun herhangi menfi bir tutum içerisinde olmaması, ilmi ve ahlâkî yönden talebe yetiştirme gayreti, bulunduğu civarda saygı görmesinde etkili olmuştur. Bunun yanında Şeyh Safiyuddin hem devlet ricali üzerinde hem de bölge halkı üzerinde ciddi etkileri olmuştur. Arazi anlaşmazlıkları, kan davaları, aşiretler arasında çekişme gibi durumlarda halk ihtilafa düştüğü konularda kendisine başvurmuş çözüm için ondan gelen hükümleri kabul etmiştir. Böylece olaylar daha da fazla büyümeden herkesin razı olacağı bir şekilde sulh yoluyla sonlanmıştır.

Şeyh Safiyuddin, daha çok tasavvufi kişiliğiyle tanınması hasebiyle, edebî yönü arka planda kalmıştır. Şiirlerinin neşredilmemiş olması da bu yönünün bilinmemesinde etkisi olmuştur. Fakat şiirlerindeki ifade gücü, Türkçe, Arapça, Kürtçe ve Farsça dillerini beyitlerinde etkili bir şekilde kullanabilmesi onun edebi yönünün ne kadar kuvvetli olduğunu göstermektedir.

Şeyh Safiyuddin ilme ve ilim ehline değer vermiş, onların daha iyi yetişebilmesi için maddi ve manevi yönden her daim destek olmuştur.

Şeyh Safiyuddin ilmi, tasavvufî ve edebî alanda olmak üzere üç eseri bulunmaktadır. Genel olarak eserinde işlediği konular ise tarîkat, seyr u sülûk, nefis, zikir, mürid, mürşid, muhabbet, ihlâs, zühd ve fakrdır.

Son olarak Şeyh Safiyuddin hakkında herhangi bir çalışma yapılmamasının nedeni olarak, imkânların kısıtlı olduğu bir bölgede yaşamasına ve o bölgede yazılı ilim yerine şifahi bilginin yaygın olarak kullanılmasına bağlıyoruz. Bu çalışmayla tasavvuf literatüründe pek bilinmeyen Şeyh Safiyuddin ve Mutki'de Kadirilikle ile ilgili bir boşluğun doldurulması umulmaktadır.


























KAYNAKÇA

KİTAP VE MAKALELER

Akot, Bülent,

“Müştak Baba’nın “Asar” Adlı Eserinin Tasavvufı ve Tarihi Muhtevasının Analizi,” Islami Araştırmalar Dergisi, 23/1, ss. 28-41, 2012 .

Aksu, Akıbet ,

Asr-ı Saadette Zikir Anlayışı, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, İstanbul 2019.

Aktaş, Ahmet,

Tarikatların Toplumsal işlevi (Diyarbakır Kadiri Tarikatı Örneği), Yüksek Lisans Tezi, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Konya 2014.

Ardıç, Mehmet,

Bitlis ve Çevresinde Yetişen Mutasavvıflar ve Tasavvuf Kültürünün Oluşumu, Yüksek Lisans Tezi, Van, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2009.

Aşkar, Mustafa,

Niyazi Mısrî ve Tasavvuf Anlayışı, Kültür Bakanlığı Yayıncılığı, Ankara 1988.

Ateş, Süleyman.

“İhlas”, DİA, İstanbul 2000, c.XXI, s.536

Atılgan, Yusuf Kenan,

“İslam Düşüncesinde İlmin Kaynağı, İmkanı ve Sınırları”, Muş Alparslan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, c.I, sayı 12, Aralık 2013.

Aydın, Mehmet,

Bir Eğitim Kurumu Olarak Ohin Medresesi, Yüksek Lisans Tezi, Van Yüzüncüyıl Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstütüsü, Van 2019.

Azamat, Nihat,

“Kadiriyye” DİA, C: 24, s.131-136.

Baykan, Sezer,

Toplum Farklılaşmaları ve Din Olayı, İstanbul 2011, Kitabevi Yayınları, s.140.

 

 

Baz, İbrahim,

Şeyh Asım Ohini ve Birketü’l-Kelimât fi Menâkıbi Ba’di’s- Sadat isimli Eseri, Nizamiye Akademi Yayınları, İstanbul 2018.

Beytekin, Hüseyin,

Şeyh Fethullah Verkanisi Hayatı ve Tasavvufi Görüşleri, Yüksek Lisans Tezi, Van Yüzüncüyıl Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Van 2019.

Bilen, Mehmet,

“Ohinli Şeyh Alauddin ve Hadis Usulüne Dair Manzumesi”, Atatürk Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, Erzurum, 2012, ss.37-38.

 

Birifkani, Seyyid Muhammed, Brifkan Seyyidleri, Poyraz Ofset Baskı, Ankara 2011.

Buhari, Muhammed b. İsmail, el-Camiu’s-Sahih, Çağrı Yayınları, İstanbul 1992.

Buzpınar, Ş. Tufan

“Nakîbu’l-eşraf’, DİA, TDV, İstanbul 2006, C. XXXII, s. 322-324.

Cebecioğlu, Ethem,

Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, İstanbul, Dergâh Yayınları, Ankara 1997.

“Hacı Bayram Veli’de ‘Mürîd’ Kavramının Ameli Eğitim Açısından Değeri”, Il.Uluslararası Hacı Bayram-ı Veli Sempozyomu Bildiriler Kitabı, Ankara 2017.

Cürcanî, Seyyid Şerîf,

et-Ta’rifât, Dar el-kutub elilmiyah, Beyrut 2013.

Çağrıcı, Mustafa,

“Sabır”, DİA, TDV, İstanbul 2008, C. XXXV.

“Hayâ”, DİA, TDV, İstanbul 1997, C. XVI, s.242-243.

Çakır, Mehmet Saki,

“Seyyid Sıbgatullah Arvasi Hizanî ve Gayda Tekkesi”, C.II, İhya Uluslararası İslam Araştırmaları Dergisi, 2016, C.II, S.2.

 

 

 

“Şeyh Abdurrahman-ı Tağî ve Norşin Tekkesi’nden Yayılan Kollar”, ihya Uluslararası İslam Araştırmaları Dergisi, C.III, S.3, 2017.

XIX Yüzyıl Doğu ve Güneydoğu İrfanı Kaynaklarından Seyyid Sıbgatullah Arvâsî’nin Minah İsimli Eseri (Tahkik ve İnceleme), Haşimi Yayınları, İstanbul 2019.

Seyyid Tâhâ Hakkârî ve Nehri Dergâhı, Nizamiye Akademi Yayınları, İstanbul 2007.

“Hatm-i Hâcegân ve Hâlidîlik’teki Uygulanan Örnekleri”, Uluslar Arası İslam Araştırmaları Dergisi, C. 5

Çakır, Adalet,

Mehmet Rif‘at Efendi ’nin Nefhatü’r-Riyâzi’l-Âliye Adlı Eserinin Işığında Anadolu’da Kadirîlik, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü , İstanbul 2006.

“Kadiriyye”, Türkiye ’de Tarikatlar, Editör Semih Ceyhan, İsam Yayınlar İlmi Araştırmalar Dizisi, İstanbul 2015.

Çelik, Celaleddin,

"Türkiye'de Dini Hayatın Sosyo-Tarihsel Boyutları ve Dindarlığın Dönüşen Görünümleri", Bilimname, 2018/35, Nisan 2018, 217-251.

Çiçek, Mehmet,

“Seyda Molla Hüseyin Küçük’ün Hayatı ve İlmi Kişiliği”, Şarkiyat İlmi Araştırmaşlar Dergisi, S. II, ss.124-139, Kasım 2019.

Doğan, Ahmet,

Müştak Babanın Türkçe Şiirlerinde dini ve Tasavvuf Unsurlar, Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1992.

Durma, Abdulhalim,

Evliyalar Şehri Bitlis, Erol Ofset Yayıncılık, Samsun 2014.

 

Ebu Davud, Süleyman b. El-Eş’as es-Sicistanî, Sünen, I-V, Çağrı Yayınları, İstanbul

1992.

Eraydın, Selçuk,

Tasavvuf ve Tarikatlar, İFAV, İstanbul 2000.

Erkaya, Mahmud Esad

“Halidiyye Tasavvuf Geleneğinde Mürid-Mürşid İlişkileri”, e-Şarkiyat ilmi Araştırmalar Dergisi, Kasım 2017, C.9, S. 2.

Erzurumlu, İbrahim Hakkı, Marifetnâme, Veli Yayınları, İstanbul 1980.

 

El-Firuzâbadî,

Mecdüddin Muhammed b. Ya’kub, el-Kâmûsu’l-Muhît, cüz:1, Mısır 1952.

Gazzalî,

Kimya'yı Saadet, trc. Faruk Meyan, İstanbul 1979.

Geylani, Abdulkadir,

Sırrü’lEsrar, Bahar Yayıncılık, İstanbul 2007.

Tasavvufun Esasları, Ed. M. E. Başpehlivan, Bahar Yayınları, İstanbul 2012.

Tasavvuf ve Tarikat Adabı, çev. Osman Güman, Gelenek Yayıncılık, İstanbul 2013.

Risalet-i Gavsiyye, y.y, İstanbul 1985.

Salavat ve Evradları, Derleme ve Tahkik, Seyyid Şerif Muhammed Fadıl Geylani, Zembil Basım Yayınevi, İstanbul, t.y.

Gök, Önder,

Şeyh Mazhar Ohini ’nin Hayatı, Eserleri ve Tasavvuf Görüşleri, Yüksek Lisans Tezi, Van Yüzüncüyıl Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Van 2019.

Gündoğu, M. Kemal,

“Cumhuriyetimizin 50. Yılında Müştak Baba,” Bitlis Birlik Gazetesi, Ağustos 1973.

 

 

 

Azmi, Şems-i Bitlisî, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1992.

Geçmişten Bu Güne Bitlis Güzideleri, BETAV Yayınları, Ankara 2015.

Gürer, Dilaver,

Düşünce ve Kültürde Tasavvuf, Ensar Yayınları, İstanbul 2019.

Haksever, Ahmet Cahit,

Tasavvufu Anlama Kılavuzu, Otto Yayınları, Ankara 2017.

Hucvirî,

Keşfu’l-Mahcûp Hakikat Bigisi, çev. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul 2010

İsfehani, Ragıp,

Müfredât Kur’ân Kavramları Sözlüğü, trc. Abdulbaki Güneş, Mehmet Yolcu, Çıra Yayınları, İstanbul 2012.

İz, Mahir

Tasavvuf Mahiyeti, Büyükleri ve Tarikatler, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1990.

Kara, Mustafa

“Evrâd”, DİA, TDV, 1995, C. XI.

Bursa’da Tarikatlar ve Tekkeler, Uludağ Yayınları, Bursa 1990.

Karaman, Fikret,

Dini Kavramlar Sözlüğü, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı, 2006.

Kâşânî, Abdurrezzak,

Letaif’ul-alam fi işaratıehli ’l-ilham, Tasavvuf Sözlüğü, trc.

Ekrem Demirli, İz Yayıncılık, İstanbul 2004.

Kavak, Abdülcebbar,

“Bitlis Küvrevî Tekkesinin Ağrı’daki Temsilcileri ve Şehrin İlmî ve Manevi Hayatına Tesirleri”, Akademik Bakış Dergisi, S.66, Nisan 2018.

Şeyh Semsuddin el-Ahlâtî ve Birifka Tekkesi”, Uudağ Üniversite İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2014/1.

 

Kelebazi, Ebu Bekr Tâcülislam Muhammed b. Ebû İshak İbrahim b. Ya’kub el-Buhari,

 

Ta’arruf Doğuş Devrinde Tasavvuf, Çev. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul 2016.

Kutluer, İlhan,

“İlim”, DİA, TDV, İstanbul 2000, C. XXII.

Kuşeyri, Abdulkerim,

er-Risâle, trc. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul 2012.

Kübra, Necmuddin,

Tasavvuf Hayat, trc. Mustafa Kara, Dergah Yayınları, İstanbul 2013.

Küçük, Hülya,

Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihine Giriş, Ensar Yayınları, İstanbul 2019.

 

Müslim, Ebu’l-Hüseyin el-Haccac, el-Camiu’s-Sahîh, Çağrı Yayınları, İstanbul 1992.

Öcal, Mustafa,

Medrese Geleneği ve Modernleşme Sürecinde Medreseler, M.Ş.Ü. Yayınları, Muş 2013.

Osmanlı Devleti ’nin Son Döneminde Gerçekleştirilen Medrese Istılahları Üzerine Bir Değerlendirme, M.Ş.Ü.

Yayınları, Muş 2013.

Öngören, Reşat,

“Zikir”, DİA, TDV, İstanbul 2013,C. XLIV.

“Tarikat”, DİA, TDV, İsyanbul 2011, C.XL, s. 95-105.

Özafşar, Mehmet Emin,

Riyazü’s-Salihin’den 1001 Hadis Seçkisi, Hakim Yayıncılık, Ankara 2015.

Özbay, Hafız Ahmet,

Kutbuz-zaman Şeyh Hasan Hoca, İlim Yayma Vakfı Yayınları, Gaziantep.

Özköse, Kadir,

“Tarikatın Ortak Unsurları”, Tasavvuf El Kitabı, (ss. 225­247) Ed. Kadir Özköse, Grafiker Yayınları, Ankara 2012.

Secadi, Cafer Seyit,

Tasavvuf ve İrfan Sözlüğü, Ensar Neşriyat, İstanbul 2007.

 

 

Sühreverdi, Şihabuddin,

Avarifü'l-Mearif (Gerçek Tasavvuf), çev. Dilaver Selvi, Semerkand Yayıncılık, İstanbul 2005.

 

Sülemî, Muhammed b. Hasan, ZiyâdâtüHaka’ik’it-tefsir, Beyrut 1986.

Sülemi, Ebu Abdurrahman, Tasavvufun Ana ilkeleri, trc. Süleyman Ateş, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1981.

Şen, Rahime Beder, Semra Yurtkuran, “ Bitlis’te Yaşayan Ailelerin Sosyo Demografik,

Taftazanî, Ebu’l-Vefâ,

Sosyo-Ekonomik Sosyo Kültürel Özellikleri İle Toplumsal Hayatta Törenin Gücü”, Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı, C.2, S.7, Ankara 2004.

“Gazzali’nin Tasavvuf Ekollerine Etkisi ve Gazzâli’den Sonra Ortaya Çıkan Tarikatlar, ” Çev. Mustafa Aşakar, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1997.

 

Tenik, Ali, Göktaş, Vahit, ”Tasavvufi Düşüncede Zikir ve Zikrin Benlik İnşasına

 

Etkisi”, Toplum Bilimleri Dergisi, 8/15, (ss.263-286),

Ankara 2014.

Tosun, Necdet,

Zikir ve Tefekkür, Semerkand Yayınevi, İstanbul 2013.

Tusî, Ebû Nasr Serrâc,

el-Lüma, İslam Tasavvufu, çev. Hasan Kamil Yılmaz, Altınoluk Yayınları, İstanbul 1996.

Uludağ, Süleyman,

Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2005

"Nefs", TDV Yayınları, İstanbul 2006, C. XXXVII.

“Muhabbet”, DİA, TDV, İstanbul 2005, XXX

"Abdulakdir Geylani", DİA, TDV, İstanbul 1988,C. I, 234-239.

Uygun, Mehmet Nuri,

“Musikî”, DİA, TDV, İstanbul 2013, C.XLIV, s.412-413.

Yavuz, Yusuf Şevki,

“Nübüvvet”, DİA, TDV, İstanbul 2007, C. XXXIII, s.279- 285.

Yıkılmaz, Abdulvahid,

Şeyh Fethullah el-Verkansi ’nin Fıkhi Yönü ve Fetvalarının Tetkiki, Yüksek Lisans Tezi, Necmettin Erbakan Üniveristesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 2018.

Yücel, Ömer Tayfur

ŞeyhMuhammedDiyâuddin'in Hayatı ve Tasavvufi Görüşleri, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversiesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2005.

Vassâf, Hüseyin,


Risale-i Müştâkıye, Kırkambar Yayınları, İstabnbul 2012.


SALNAMELER

1314-1316 H. Bitlis Vilayet Salnamesi, Bitlis Vilayet Matbaası 13141316.

ARŞİV BELGELERİ

BOA, DH.TMIK.M, Dosya No 147/Gömlek No: 44, Tarih H 09 Nisan 1321.

BOA, C. EV, Dosya No: 277/Gömlek No: 14138, Tarih: H 06-03-1217.

BOA, BEO, 999-74888, H-29.03.1315.

BCA, Bakanlıklar Arası Tayin Daire Başkanlığı, 293-25-3, 28 Ağustos 1962.

BCA, Kararlar Daire Başkanlığı, 124/98-8, 20 Ocak 1951

BOA, İ..MBH, 3/18, 19-07-1328.

BOA, DH.İ.UM, 19/1, H-15-02-1338.

BOA, A. }MKT.MHM, 495/41, H-18-03-1305.

BOA, DH.MUİ., 54/2, H-04-03-1328.

İNTERNET KAYNAKLARI

Erişim Tarihi; 3 Nisan 2020;

http://www.geylanivakfi.com/hz-abdulkadir-geylani-k-s/hz-pirin-ilminin-

y%C3%BCksekli%C4%9Fi-hakk%C4%B1nda-s%C3%B6ylenenler.html

Erişim Tarihi: 27 Nisan 2020;

http://www.semskiasireti.com/? Syf= 18&Hbr=517109&/GEYLANİ-VEYA-GELANİ- AŞİRETİ

Erişim Tarihi: 03 Mayıs 2020;

https://bitlis.ktb.gov.tr/TR-75655/mutki-ilcesi.html

Erişim Tarihi: 16 Mayıs 2020;

https://www.turkiyegazetesi.com.tr/Genel/a336682.aspx.

Erişim Tarihi: 17 Mayıs 2020;

Koyunlu Beldesi’nin Dünyaya Açılan Kapısı, https://koyunlu-ohin.tr.gg/

Erişim Tarihi: 20 Mayıs 2020;

http://www.cevaplar.org/index.php?content view=5277&ctgr id=121

Erişim Tarihi: 12 Ağustos 2020;

http://www.siirtmanset.com/ilce-haber/bu-dernek-ile-gecmis-gun-yuzune-cikacak- h2828.html.

Yapılan Mülakatlar:

Nur Muhammed Geylani ile 20 Şubat 2020 tarihinde yapılan mülakat

M. Cevat Geylani ile 2 Mayıs 2020 tarihinde yapılan mülakat.

 



[1]  Celaleddin Çelik, "Türkiye'de Dini Hayatın Sosyo-Tarihsel Boyutları ve Dindarlığın Dönüşen Görünümleri", Bilimname, 2018/35, Nisan 2018, 217-251.

[2] Celaleddin Çelik, a.g.e, s.217-251.

[3] Celaleddin Çelik, a.g.e, s.217-251.

[4]Rahime Beder Şen, Semra Yurtkuran, “ Bitlis’te Yaşayan Ailelerin Sosyo Demografik, Sosyo-Ekonomik Sosyo Kültürel Özellikleri İle Toplumsal Hayatta Törenin Gücü”, Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı, C.2, S.7, Ankara 2004.

[5] Mustafa Öcal, “Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Gerçekleştirilen Medrese Istılahları Üzerine Bir Değerlendirme”, M.Ş. Ü. Yayınları, Muş 2013, s.87.

[6] Mustafa Öcal, a.g.e, s.87.

[7] Mustafa Öcal, “Medrese Geleneği ve Modernleşme Sürecinde Medreseler,” M.Ş.Ü. Yayınları, Muş 2013.

[8] İlhan Kutluer, “İlim”, DİA, TDV, C. XXII, İstanbul 2000, s.109-114.

[9] Mehmet Ardıç, a.g.e, s.232

[10] Mehmet Ardıç, a.g.e, s.232.

[11]  Celaleddin Çelik, “Türkiye’de Dini Hayatın Sosyo-Tarihsel Boyutları ve Dindarlığın Dönüşen Görünümleri (1960-1980)”, Bilimname 2018/35, Nisan 2018, s.217-251.

[12] Mehmet Ardıç, Bitlis ve Çevresinde Yetişen Mutasavvıflar ve Tasavvuf Kültürünün Oluşumu, Yüksek Lisans Tezi, Van, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2009, s.

[13] Abdülcebbar Kavak, “Bitlis Küvrevî Tekkesinin Ağrı’daki Temsilcileri ve Şehrin İlmî ve Manevi Hayatına Tesirleri”, Akademik Bakış Dergisi, 2018, S. 66, s.348.

[14] Mustafa Kara, Bursa ’da Tarikatlar ve Tekkeler, Uludağ Yayınları, Bursa 1990, s. 304.

[15] Mehmet Saki Çakır, Seyyid Tâhâ Hakkâri ve Nehri Dergâhı, Nizamiye Akademi Yayınları, İstanbul 2017, s.97-100.

[16] Mehmet Saki Çakır, a.g.e, s. 116.

[17] Mehmet Saki Çakır, “Seyyid Sıbgatullah Arvasi Hizanî ve Gayda Tekkesi”, c.II, İhya Uluslararası İslam Araştırmaları Dergisi, s.25

[18] Mehmet Saki Çakır, “ Şeyh Abdurrahman-ı Tağî ve Norşin Tekkesi’nden Yayılan Kollar”, İhya Uluslararası İslam Araştırmaları Dergisi, C. III, s.26.

[19] Mehmet Bilen, “Ohinli Şeyh Alauddin ve Hadis Usulüne Dair Manzumesi”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Erzurum, 2012, s.37-38.

[20] Mehmet Aydın, Bir Eğitim Kurumu Olarak Ohin Medresesi, Yüksek Lisans Tezi, Van Yüzüncüyıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Van 2019.

[21] Şeyh Muhammed Küvrevi hakkında arşivlerde bir takım belgelere ulaşılmıştır. Bunlar: Bitliste Şeyh Muhammed Küvrevî Türbesi’nin umuma açılması hakkında kanun tasarısı; BCA, Kararlar Daire Başkanlığı, 124/98-8, 20 Ocak 1951; Bitlis’te Medfun Şeyh Muhammed Küvrevi’nin kabrinin tamiri için Padişah tarafından elli lira inayet ve ihsan buyurulduğu, BOA, İ..MBH, 3/18, 19-07-1328.

[22] Şeyh Abdulbari Küfveri ve Abulbaki Küfrevi’ye Osmanlı Devleti tarafından maaş tahsis edilmiştir.

BOA, DH.İ.UM, 19/1, H-15-02-1338.

[23] Abdülcebbar Kavak, a.g.m., s.348-349.

[24] Seyyid Muhammed Birifkani, Brifkan Seyyidleri, Poyraz Ofset Baskı, Ankara 2011, s. 142.

[25] Seyyid Muhammed Birifkani, a.g.e, s. 196.

[26] Seyyid Maşallah Çiçek ile 15 Mayıs 2020 tarihinde yapılan mülakat.

[27] Geylani ve Gelani aşireti, Erişim Tarihi: 27 Nisan 2020,

http://www. semskiasireti.com/? Syf=18&Hbr=517109&/GEYLANİ -VEYA-GELANİ-AŞİRETİ

[28] Seyyid Mahmud Birifkanî, a.g.e, s. 195.

[29] Safiyuddin Geylani, a.g.e. vr. 117.

[30]  Girdikan tekkesi hakkında internetten ulaştığımız bilgilerde şu ifadeler yer almaktadır: "Bundan yaklaşık olarak 400 sene evvel Girdika tekkesi ve medresesi bölgenin meşhur ilim yuvası olarak anılıyordu. Bunu duyan üç zat Girdika köyüne Şeyh Hafız ’ın huzuruna varmak üzere yola koyulurlar. Havanın soğuk olduğu bir dönemde yolculuk yapan zatlar kendi aralarında şu konuşmayı yaparlar: Bir takım alimler memleketimizde ilim ve manevi mertebe olarak Şeyh Hafız’dan başkasını görmüyoruz diyorlar. Şayet kerametini görürsek biz de kendisine intisap ederiz derler. Talebelerden biri: “Dergâha vardığımızda keşke sıcak bir soba ve giyebileceğimiz kat kat elbise olsa, İkinci talebe: ” Medreseye vardığımızda keşke içli köfte olsa ve medrese de kimse bulunmasa da bir an önce dinlenmeye geçebilseydik der. Üçüncü talebe ise: “Medreseye vardığımız vakit keşke şöyle sulu sulu bir üzüm olsa ” der. Medreseye Şeyh Hafız ’ın huzuruna varırlar istedikleri şeylerin hazır olduğunu görünce Şeyh Hafız ’a mutmain bir şekilde intisap ederler. Bu üç zattan bir tanesi Şeyh Hafız’ın hilafesi olan Şeyh Ali Garisi’dir." Yazının devamı için bkz. http://www.siirtmanset.com/ilce-haber/bu-dernek-ile-gecmis-gun- yuzune-cikacak-h2828.html. Erişim Tarihi: 12 Ağustos 2020.

[31] Safyuddin Geylani, ed-Dürret’ün-nefîsetü ’l-merdiyye fî sülaleti’l-kadiriyyeti’l-haseniyye, vr. 45.

[32] Seyyid Mahmud Birifkanî, a.g.e, s. 195-196.

[33] Mutki İlçesinin Tolgalı köyünün Sivrice mezrası.

[34] Şeyh Habib hakkında arşiv belgelerine rastlanmaktadır. Bir tanesi de Ömer isminde biri için yaptığı arabuluculuk; '“Siirt’te yakalanan Şaki Ömer ’e Mutki Şeyhlerinden Habib Efendi’nin kefil olduğu, ancak ayrıca kefalet-i nakdiyeye bağlandıktan sonra tahliye kararnamesinin infaz edilmesi gerektiğinin mahalline bildirildiği”. BOA, DH.TMIK.M. 147-44, H 09 Nisan 1321

[35] Seyyid Ali Haydar Tutgun ile 07 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.

[36] Seyyid Ali Haydar Tutgun ile 08 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.

[37]Abdulcebbar Kavak, Şeyh Semsuddin el-Ahlâtî ve Birifka Tekkesi”, Uudağ Üniversite ilahiyat Fakültesi Dergisi, 2014/1, S.23.

[38] Seyyid Ali Haydar Tutgun ile 08 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.

[39] Seyyid Mahmud Birifkani, a.g.e, s. 196.

[40] Mehmet Saki Çakır, a.g.m., s. 29.

[41] Hafız Ahmet Özbay, Kutbuz-zaman Şeyh Hasan Hoca, İlim Yayma Vakfı Yayınları, Gaziantep, s. 12.

[42] Seyyid Mahmud Birifkani, a.g.e,, s.196

[43] Abdulhalim Durma, Evliyalar Şehri Bitlis, Erol Ofset Yayıncılık, Samsun 2014, s.30.

[44] Abdulhalim Durma, a.g.e, s.31.

[45]Bülent Akot, “Müştak Baba’nın “Asar” Adlı Eserinin Tasavvufı ve Tarihi Muhtevasının Analizi,” İslami Araştırmalar Dergisi, 23/1, s.32

[46] M. Kemal Gündoğdu, Geçmişten Bu Güne Bitlis Güzideleri, BETAV Yayınan, Ankara 2015, s.15-16.

[47] Gündoğdu, a.g.e, 15.

[48] Ankara Milli Kütüphanede 06 Hk 3607/5 demirbaş numarasıyla kayıtlı olan ve Arapça yazılmış Risâle fî Malabudde Fî’l-Ceffâr min Baştis-Sual (Gizli İlimler-Okültizm) konulu bu eserin yazarı hakkında herhengi bir bilgi bulunmamaktadır.

[49] İmam Gazzali’nin kaleme aldığı bu eser; Allah’a ibadet edenlerin gitmesi gereken yol ve yöntem anlamına gelir.

[50] Gündoğdu, a.g.e, 16-17.

[51] M. Kemal Gündoğdu, Azmi Gündoğdu, Şemsi Bitlisi, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1992, s. 38; Mehmet Ardıç, a.g.e., s.60.

[52] Koyunlu Beldesi’nin Dünyaya Açılan Kapısı, “Erişim: 17 Mayıs 2020, https ://koyunlu-ohin.tr. gg/

[53] Gündoğdu, a.g.e, 39- 48;

[54] Gündoğdu, a.g.e, 147;

[55] Gündoğdu, a.g.e, 107- 115

[56] Mehmet Ardıç, a.g.e, s.68.

[57] Mehmet Ardıç, a.g.e, s.68.

[58]  Mehmet Saki Çakır, XIX Yüzyıl Doğu ve Güneydoğu İrfanı Kaynaklarından Seyyid Sıbgatullah Arvâsî’nin Minah İsimli Eseri (Tahkik ve İnceleme), Haşimi Yayınları, İstanbul 2019, s. 160-161.

[59] Mehmet Ardıç, a.g.e, s.68.

[60] Hüseyin Vassâf, Risale-i Müştâkıye, Kırkambar Yayınları, İstabnbul 2012, s.20.

[61] Gündoğu, M. Kemal, “Cumhuriyetimizin 50. Yılında Müştak Baba,” Bitlis Birlik Gazetesi, Ağustos 1973.

[62] M. Kemal Gündoğdu, Geçmişten Bu Güne Bitlis Güzideleri, BETAV Yayınları, Ankara 2015, s.56

[63]   Ahmet Doğan, Müştak Babanın Türkçe Şiirlerinde dini ve Tasavvuf Unsurlar, Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1992, s.3.

[64] Ahmet Doğan, a.g.e, s.4.

[65] Bitlis’te Kadiri Tekkesi’ni bina eden Es-Seyyid Mustafa Müştak Efendi’ye dergahın fukara taamiyesine medar olmak üzere Erzurum gümrüğü malından vazife tahsisi ve ihsani...” BOA, C. EV, Dosya No: 277/Gömlek NO: 14138, Tarih: H 06-03-1217.

[66] Hüseyin Vassaf, Sefıne-i Evliya, I, 157-162; Adalet Çakır, “Kadiriyye”, Türkiye ’de Tarikatlar, Editör Semih Ceyhan, İsam Yayınlar İlmi Araştırmalar Dizisi, İstanbul 2015, s.188.

[67] Vassaf, a.g.e, 141-142.

[68] M. Kemal Gündoğdu, a.g.e, s.72

[69] Kimlikte ismi Seyfeddin olarak geçmektedir. Fakat aile ve halk arasında Safiyuddin olarak hitap edildiği ve eserinde de ismini bu şekilde zikrettiği için çalışmamızda bu ismi kullanmayı uygun gördük.

[70] Bu köy günümüzde Yenibağ adıyla bilinmektedir.

[71]Safiyudddin Geylani, ed-Dürret’ün-nefîsetü ’l-merdiyye fîsülaleti’l-kadiriyyeti’l-haseniyye, vr. 18.

[72] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 18.

[73] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 18-19.

[74] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 18.

[75] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 18-19.

[76] Safiyuddin Geylani, Vasiyyetü ’s-safiyye fî’l-işaretî’l-akli’l-müfîd, vr. 39.

[77] Bu kitap 1683 senesinde Ahmad-i Hani tarafından manzum olarak hazırlanmıştır. Eser, Arapça-Kürtçe sözlük olarak kabul edilmesinin yanında Kürtçe-Arapça sözlük olarak da kullanılır.

[78] Molla Halil Siirdî’nin ünlü eserlerinden olup Kürtçe lehçesiyle yazılmış, inanç konularının ele alındığı manzum bir eserdir.

[79] Bu eser hicri onuncu asır fakihlerinden Zeynuddin el-Melibar, (v.h. 987) tarafından kaleme alınmıştır.

[80] Şafii Mezhebine ait olan bu eser, ibadet ve muamelatları tüm yönleriyle kısa ve öz olarak ele almıştır.

[81] Kısaca el-Minhâc olarak da anılan bu eser Şâfiî alimlerinden Abdülkerîm er-Râfiî’nin el-Muharrer isimli kitabının özetidir.

[82] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 39.

[83] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 39.

[84] Nur Muhammed Geylani (Oğlu) ile 1 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.

[85] M. Cevat Geylani ile 1 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.

[86] Nur Muhammed Geylani, 1 Temmuz 2020.

[87] 1 Temmuz 2020 tarihinde Mutki Müftülüğünde yapılan mülakat.

[88] 3 Ocak 2020 tarihinde M. Cevat Geylani (Oğlu) ile yapılan mülakat.

[89] 3 Ocak 2020 tarihinde M. Cevat Geylani ile yapılan mülakat.

[90] 1314-1316 H. Bitlis Vilayet Salnamesi, Bitlis Vilayet Matbaası 13141316, s.137-138.

[91] Ahmet Aktaş, Tarikatların Toplumsal işlevi (Diyarbakır Kadiri Tarikatı Örneği), Yüksek Lisans Tezi, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Konya 2014, s.27.

[92] Mehmet Coşkun İle 1 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.

[94] “Bitlis’in Nizin ve Abutağ Köylerinin Mutki Belediye Sınırları İçine Alınması” BCA, Bakanlıklar Arası Tayin Daire Başkanlığı, 293-25-3, 28 Ağustos 1962.

[95] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 21.

[96] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 115.

[97] Nizin Tekkesinin kuruluş tarihi hakkında net bir bilgiye ulaşılamadı fakat Şeyh Said İsyanına yakın bir zamanda kurulmuş olması hasebiyle, 1920-1925 yılları arasında tekkenin faaliyete başlamış olması muhtemeldir.

[98] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 21.

[99] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 22.

[100] “Mutki hadisesinden dolayı tedibi lazım gelen aşiretlerin şeyhleriyle görüşülerek meselenin hakimane bir surette çözüme kavuşturulması” BOA, BEO, 999-74888, H-29.03.1315.

[101]  Mehmet Coşkun ile 1 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.

[102] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 21.

[103] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 39.

[104] Hayatı için bkz. Mehmet Çiçek, “Seyda Molla Hüseyin Küçük’ün Hayatı ve İlmi Kişiliği”, Şarkiyat İlmi Araştırmaşlar Dergisi, S. II, s.124-139. Kasım 2019.

[105] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 115.

[106] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 115.

[107] Konu ile ilgili detaylı bilgi ‘Nizin Tekkesi’ başlığı altında ele alınmıştır.

[108] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 99.

[109] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 115.

[110] Seyyid Maşallah Çiçek (Oğlu) ile 15 Mayıs 2020, tarihinde yapılan mülakat.

[111] Seyyid Maşallah Çiçek (Oğlu) ile 15 Mayıs 2020, tarihinde yapılan mülakat.

[112] Ömer Tayfur Yücel, Şeyh Muhammed Diyâuddin'in Hayatı ve Tasavvufi Görüşleri, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversiesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2005, s. 51.

[113] Emrullah Çiçek (Torunu) ile 26 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat

[114] Seyyid Maşallah Çiçek (Oğlu) ile 15 Mayıs 2020 tarihinde yapılan mülakat.

[115] Seyyid Fatih Tutgun (Torunu) ile 07 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.

[116] Seyyid Fatih Tutgun ile 07 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat

[117] Seyyid Fatih Tutgun ile yapılan mülakat.

[118] Seyyid Fatih Tutgun ile 07 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat

[119] Seyyid Ali Haydar Tutgun (Torunu) ile 07 Temmuz 2020 tarihinde yaptılan mülakat.

[120] Hüseyin Beytekin, Şeyh Fethullah Verkanisi Hayatı ve Tasavvuf Görüşleri, Yüksek Lisans Tezi, Van Yüzüncüyıl Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Van 2019, s.14.; Şeyh Asım Ohinî, a.g.e, s.86.

[121] Abdulvahid Yıkılmaz, Şeyh Fethullah el-Verkansi’nin Fıkhi Yönü ve Fetvalarının Tetkiki, Yüksek Lisans Tezi, Necmettin Erbakan Üniveristesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 2018, s.18.

[123] İbrahim Baz, Şeyh Asım Ohini ve Birketü ’l-Kelimât f Menâkıbi Ba ’di’s-Sadat İsimli Eseri, Nizamiye Akademi Yayınları s. 40.

[124] Önder Gök, ŞeyhMazhar Ohini’nin Hayatı, Eserleri ve Tasavvuf Görüşleri, Yüksek Lisans Tezi, Van Yüzüncüyıl Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Van 2019, s.17.

[125] İbrahim Baz, a.g.e, s.40.

[126] Önder Gök, a.g.e, s. 19.

[127] Önder Gök, a.g.e, s. 19.

[128] Mehmet Aydın, Bir Eğitim Kurumu Olarak Ohin Medresesi, Yüksek Lisans Tezi, Van Yüzüncüyıl Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstütüsü, Van 2019, s. 45-46.

[129] Mehmet Aydın, a.g.e, s.46

[130] İbrahim Baz, a.g.e, s.40

[131] Vefat eden bir kimsenin ardından bazı ibadetlerle ilgili borçlarının düşürülmesi için ihtiyaç sahiplerine fidye ödenmesi konusunda başvurulan yöntem.

[132] Fiillerin sadece insan iradesiyle gerçekleştiğini ileri süren itikadi mezhebe verilen isimdir.

[133] İnsanın kendisine has bir iradeye sahip olmadığını, İnsanların yaptığı bütün fıilerin ilahi gücün tesiriyle meydana geldiğini savunan gruba verilen isimdir.

[134] Mehmet Aydın, a.g.e, s.46.

[135] İbrahim Baz, a.g.e, s.40.

[136] Önder Gök, a.g.e, s.24

[137] İbrahim Baz, a.g.e, s.41.

[138] Mehmet Aydın, a.g.e, s.47

[139] Mehmet Aydın, a.g.e, s.47

[140] İbrahim Baz, a.g.e, s.41.

[141] Mehmet Aydın, a.g.e, s.47.

[142] Mehmet Aydın, a.g.e, s.50.

[143] Mehmet Aydın, a.g.e, s.50.

[144] İbrahim Baz, a.g.e, s.41.

[145] Mehmet Aydın, a.g.e, s.51

[146] Şeyh Takiyuddin Baydur ile 3 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.

[147] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 71-72.

[148] M. Cevat Geylani (Oğlu) ile 1 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.

[149] Nur Muhammed Geylani (Oğlu) ile 1 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.

[150] Nur Muhammed Geylani (Oğlu) ile 1 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.

[151] M. Cevat Geylani (Oğlu) ile 1 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.

[152] Nur Muhammed Geylani ile 1 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.

[153] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 5.

[154] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 5.

[155] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 5-6.

[156] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 6.

[157] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 95.

[158] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 99.

[159] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 103.

[160] Nur Muhammed Geylani (Oğlu) ile 1 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.

[161] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 110-114.

[162] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 57-58.

[163]   Hece sayısının eşitliği esasını temel alan ve Türk şiirinde geçmişten beri kullanılan mısralardaki vezindir.

[164]  Allah’ın birliğini ve yüceliğini anlatan şiirlere denir.

[165]  Divan edebiyatında Allah’a yakarma, niyaz etme, yalvarma, amacıyla yazılan nazım ya da nesir türü yazılara verilen isimdir.

[166]  Bir kimseyi övgü dolu sözler sarfetmek maksadıyla yazılan mensur veya manzum eserlere denir.

[167]  Hz. Muhammed’i övmek amacıyla yazılan şiirlere verilen isimdir.

[168]  Hz. Muhammed’in mîrac mucizesini konu alan şiirlere denir.

[169]  Vefat eden bir kimsenin ardından duyulan üzüntüyü dile getirmek maksadıyla yazılan şiirlerdir.

[170]  İki dizeden oluşan ve bir bütünlük gösteren bölümlere denir.

[171]  Nazım şeklinde kaleme alınan eserlerde kafiyeyi oluşturan kelimenin sonuna eklenen harf, takı, veya kelime grubuna verilen isimdir..

[172]  Beyit ve mısraların sonunda bulunan ve benzer sesler içeren kelimeler düzenine verilen isme denir.

[173] Nur Muhammed Geylani (Oğlu) ile 1 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.

[174] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 1-2.

[175] Bilindiği üzere Hz. Peygamber’in kızı Hz. Fatıma’nın dışında ki bütün çocukları kendi sağlığında vefat etmişti. Hz. Muhammed’in (s.a.v) nesli ise kızı Fatıma ile damadı ve aynı zamanda amcasının oğlu Hz. Ali’nin çocukları olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den devam etmiştir. Hz. Hasan’ın soyundan gelenler şerif ismi, Hz. Hüseyin’in soyundan gelenler ise seyyid ismiyle anılır.

[176] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 2.

[177] eş-Şura 42/23.

[178] Âhzab 33/33.

[179] Tirmizî, “Menâkıb”, 31

[180] Nakibu’l-eşraf adı verilen ve sâdâttan (seyyid ve şeriflerden) seçilen, bu memurlar, Hz. Pegamber (s.a.v) soyundan gelenlerin işlerine bakar, doğumlarını ve ölümlerini deftere kaydeder, faydasız mesleklere girmelerine engel olur, fey ve ganimetlerden kendilerine ait paylarını alıp aralarında dağıtır, hanımların denkleri olmayan erkeklerle evlenmelerine engel olurdu. Bu açıdan bakıldığında Nakibu’l - eşraf, Hz. Muhammed'in soyuna mensup olanların umumi bir vasisi hükmündedir.

[181] Ş. Tufan Buzpınar, “Nakîbu’l-eşraf’, DİA, TDV, İstanbul 2006, C. XXXII, s. 322-324.

[182]  Osmanlı Devleti gösterdiği bu hürmet ve muhabbetin yanında, Sadat-ı Kiram’dan ve Evlad-ı Kadiriyyeden olanları vergiden ve askerliktenmuhaf tutmuştur; BOA, A.)MKT.MHM, 495/41, H-18-03- 1305; BOA, DH.MUİ., 54/2, H-04-03-1328.

185  Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 1.

[184] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 58.

[185] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 16.

[186] Buharı, "Daavât", 17.

[187] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 1-2.

[188] Ahzâb, 33/70-71.

[189] Safiyuddin Geylani, Mecmu ’l-efkar ve kuyudu ’l-eşya, vr. 1.

[190] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 23-63.

[191] Kuşeyri, a.g.e, s.368

[192] Kuşeyri, a.g.e, s. 369.

[193] Abdulkadir Geylani, Tasavvuf ve Tarikat Adabı, çev. Osman Güman, Gelenek Yayıncılık, İstanbul 2013, s.20.

[194] Safiyuddin Geylani, Vasiyyetü ’s-safiyye fi’l-işaretî’l-akli’l-müfid, vr. 12.

[195] Safiyuddin Geylani, a.g.e, vr.97.

[196] Safiyuddin Geylani, Mecmuu ’l-efkar ve kuyudu ’l-eşya, s.64.

[197] Safiyuddin Geylani, Vasiyyetü ’s-safıyye fî’l-işaretî’l-akli’l-müfîd, vr. 97.

[198] Safiyuddin Geylani, a.g.e, vr.97

[199] Buharî, “İman”, 16.

[200] Mustafa Çağrıcı, “Hayâ”, DİA, TDV, İstanbul 1997, C. XVI, s.242-243.

[201] Asım Efendi, Kamus Tecemesi, c.III, s.8.

[202] İbn Manzur, Lisanu ’l Arab, s.362.

[203] Seyyid Şerif Cürcanî, et-Ta ’rîfât, Dar el-kutub elilmiyah, Beyrut 2013.

[204] Ebu’l-Vefâ Taftazanî, “Gazzali’nin Tasavvuf Ekollerine Etkisi ve Gazzâli’den Sonra Ortaya Çıkan Tarikatlar”, Çev. Mustafa Aşakar, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1997, s.472.

[205] Necmüddin Kübra, Tasavvuf Hayat, Çev. Mustafa Kara, Dergâh Yayınları, İstanbul 1980, s.33.

[206] Reşat Öngören, “Tarikat”, DİA, TDV, İsyanbul 2011, C.XL, s. 95-105.

[207] Fetih, 48/10.

[208] Dilaver Gürer, Abdülkadir-i Geylani, s.100; Yapılan mülakatlarda anlaşıldığına göre, bu kaynakta geçen tarikata intisap şekli, Safiyuddin Efendi döneminde yapılan intisap şekliyle örtüşmektedir.

[209] El-Firuzâbadî, Mecdüddin Muhammed b. Ya’kub, el-Kâmûsu’l-Muhît, Mısır 1952, cüz:1, s.307; Âsım Efendi, Kamûs Tercemesi, İstanbul 1304, cl, s.547.

[210] Ethem Cebecioğlu, “Hacı Bayram Veli’de ‘Mürîd’ Kavramının Ameli Eğitim Açısından Değeri”,

II. Uluslararası Hacı Bayram-ı Velî Sempozyomu Bildiriler Kitabı, Ankara 2017, c.1, s.160-161.

[211] Safiyuddin Geylani, a.g.e, vr. 13.

[212] Abdulkadir Geylani, a.g.e, s.39-41; Safiyuddin Efendi’nin eserlerinden ve yapılan mülakatlardan anlaşılacağı üzere, Bitlis ve çevresindeki kadirî tekkelerinde mürîd terbiye etme biçimi, Abdulkadir Geylani Hazretleri’nin tavsiye ettiği bu usül üzerine bina edilmiştir.

[213] Mahir İz, Tasavvuf Mahiyeti, Büyükleri ve Tarikatler, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1990, s.163.

[214] Safiyuddin Geylani, a.g.e, vr. 99.

[215] Safiyuddin Geylani, a.g.e, vr. 13-15.

[216] Safiyuddin Geylani, a.g.e, vr. 15, 79-80.

[217] Kuşeyri, a.g.e, s.301.

[218] Ali İmran, 2/191.

[219] Ebû Davud, “İlim”, 13.

[220]  Muhammed b. Hasan es-Sülemî, Ziyâdâtü Haka’ik’it-tefsir, Beyrut 1986, s. 14.

[221] Safiyuddin Geylani, a.g.e, vr. 103.

[222] Safiyuddin Geylani, a.g.e, vr. 11-12.

[223] Safiyuddin Geylani, a.g.e, vr. 10-13.

[224] Safiyuddin Geylani, a.g.e, vr. 10-13.

[225] Reşat Öngören, “Zikir”, DİA, TDV, C.XLIV, İstanbul 2013, s.409-412.

[226] Safiyuddin Geylani, a.g.e, vr. 97.

[227] Safiyuddin Geylani, a.g.e, vr. 11-12.

[228] Safiyuddin Geylani, a.g.e, vr. 3.

[229] Safiyuddin Geylani, Mecmuu ’l-efkar ve kuyudu ’l-eşya, vr. 12.

[230] Necdet Tosun, Zikir ve Tefekkür, Semerkand Yayınevi, İstanbul 2013, s. 33.

[231] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 11-12.

[232] Rad 13/28

[233] Âhzab 33/41

[234] Akıbet Aksu, Asr-ı Saadette Zikir Anlayışı, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2019, s.33.

[235] Kelime olarak dönmek demektir. Manevi ortamın etkisiyle sufilerin halka oluşturp dönerek vecde dalmasına verilen isimdir.

[236] Kadir Özköse, “Tarikatın Ortak Unsurları”, Tasavvuf El Kitabı, Ed. Kadir Özköse, Grafiker Yayınları, Ankara 2012, s. 231.

[237] Ali Tenik, Vahit Göktaş, ”Tasavvufi Düşüncede Zikir ve Zikrin Benlik İnşasına Etkisi”, Toplum Bilimleri Dergisi, 8/15, (ss.263-286), Ankara 2014, s.278.

[238] Nur Muhammed Geylani (Oğlu) ile 1 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.

[239] Allah’a yaklaşmak amacıyla belirli zamanda ve miktarda yapılan zikri ifade eden tasavvufi terim; Mustafa Kara, “Evrâd”, DİA, TDV, 1995, C. XI, s.533.

[240] Nur Muhammed Geylani ile 21 Şubat 2020 tarihinde yapılan mülakat.

[241] Ebû Nasr Serrâc Tusî, el-Lüma, İslam Tasavvufu, çev. Hasan Kamil Yılmaz, Altınoluk Yayınları, İstanbul 1996, s.456.

247  Safiyuddin Geylani, a.g.e, vr. 101.

[243] Abdulkadir Geylani, Risalet-i Gavsiyye, y.y, İstanbul 1985, s.32.

[245] Safiyuddin Geylani, a.g.e, vr. 101, 102-103.

[246] Nihat Azamat, “Kadiriyye”, DİA, TDV, İstanbul 2001, C. XXIV, s.134-136.

[247] Hülya Küçük, Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihine Giriş, Ensar Yayınları, İstanbul 2019, s. 142.

[248] Yusûf 12/53.

[249] M. İhsan Çelik, Kadirî Tarikatında Seyr u SülûkMakamları, Yasin Yayınevi, İstanbul 2011, s. 144.

[250] Kıyâmet 75/2.

[251] M. İhsan Çelik, a.g.e, s. 145.

[252] Şems 91/8.

[253] M. İhsan Çelik, a.g.e, s. 146.

[254] Fecr, 89/27.

[255] M. İhsan Çelik, a.g.e, s. 148.

[256] Fecr, 89/28.

[257] M. İhsan Çelik, a.g.e, s. 149.

[258] Fecr, 89/28.

[259] M. İhsan Çelik, a.g.e, s. 150.

[260] Hülya Küçük, a.g.e, s. 143

[261] M. İhsan Çelik, a.g.e, s. 151.

[262] Süleyman Uludağ, "Nefs", DİA, TDV, İstanbul 2006, C. XXXVII, s.526.

[263] Kuşeyri, a.g.e., s. 167.

[264] Kuşeyri, a.g.e., s. 181.

270  Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 96.

[266]  “Uzlet: Ruhsal doygunluğa ulaşmak amacıyla toplumsal hayattan uzaklaşarak tek başına yaşamaya ve isteklerini sınırlamaya verilen isimdir.”

[267] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 96.

[268] İnb Manzûr, Lisânu'l-arab, C. V, s.74; Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri sözlüğü, s.787.

[269] Dilaver Gürer, Düşünce ve Kültürde Tasavvuf, Ensar Yayınları, İstanbul 2019, s.64.

[270] Abdulkerim Kuşeyri, a.g.e, s.208.

[271] Abdulkerim Kuşeyri, a.g.e, s.208

[272] Nisa, 4/77.

[273] Hülya Küçük, a.g.e, s.89.

[274] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 90.

[275] Bakara, 2/155-156

[276] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 91.

[277]  Ragıp, Müfredet, s. 151; Firuzabadi, el-Kamusu’l-muhît, c.2, s.229; Asım Efendi, Kamus Tercemesi, c.2, s.1169; İbn. Manzur, Lisanu’l-Arab, c.7, s.26-27; Cürcani, Tarifat, s.4-5; Kaşanî, Istıulahatu’s- Sufıyye, s.141.

[278] Ebû Abdurrahman es- Sülemî, Tasavvufun Ana İlkeleri, trc. Süleyman Ateş, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1981, s.25.

[279] Abdulkerim Kuşeyri, a.g.e, s.288.

[280] Sühreverdi, Avârîfü’l-Mearif s. 90-96.

[281] Süleyman Ateş, “İhlas”, DİA, İstanbul 2000, C.XXI, s.536.

[282] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr.119.

288  Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr.119.

[284] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr.119.

[285] Süleyman Uludağ, “Muhabbet”, DİA, İstanbul 2005, C. XXX, s. 386.

[286] Kelâbazî, et-Ta’arruf, s.130.

[287] Abdulkerim Kuşeyri, a.g.e, s.407.

[288] Abdulkerim Kuşeyri, a.g.e, s.407.

[289] Abdulkerim Kuşeyri, a.g.e, s.405.

[290] Safiyuddin Geylani, a.g.e, vr. 83.

[291] Garzan, Osmanlı döneminde Kurtalan ve Baykan’ın bazı bölgelerini içine alan Siirt’in bir ilçesiydi. Merkezi Zok (Yanarsu) köyüydü. Günümüzde bölgenin merkezi Kurtalan ilçesidir.

[292] Nakşibendiyye tarikatının özellikle Halidiyye kolunda uygulanan zikir şekli. Nakşibendilikte toplu zikir olarak icra edilen hatm-i hacegan, Nakşibendiliğin hacegan döneminden itibaren uygulandığı tahmin edilmektedir. İçerisinde fatiha, inşirah ve ihlâs surelerinin bulunduğu bu zikir, “hatme-i kebir” diye Abdulhalık Gücdüvanî’ye dayandırılmaktadır; Mehmet Saki Çakır, “Hatm-i Hâcegân ve Hâlidîlik’teki Uygulanan Örnekleri”, Uluslar Arası İslam Araştırmaları Dergisi, C. 5, S.2, s.1.

[293] Safiyuddin Geylani, a.g.e., vr. 99.

[294] Hassa kavramının çoğulu olup, sözlükte bir nesneyi diğerinden üstün kılan nitelik anlamına gelen bu kavram ‘seçkin kimseler’ manasında kullanılır.

[295] Asım Efendi, a.g.e, s.41; Tehânevî, Keşşâfu'l-Istılahati'l-Fünun, c. I, İstanbul 1984, s.1055; Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s.184.

[296] Mücadele, 58/11.

[297] Taha, 20/114.

[298] Zümer, 39/9.

[299] Yusuf Kenan Atılgan, “İslam Düşüncesinde İlmin Kaynağı, İmkanı ve Sınırları”, Muş Alparslan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, c.I, sayı 12, Aralık 2013, s. 201.

[300]  Abdulkadir Geylani, Sırrü ’l Esrar, Bahar Yayıncılık, İstanbul 2007, s. 53.

[301] Safidyuddin Geylani, a.g.e., vr. 51

[302] Safidyuddin Geylani, a.g.e., vr. 51

[303] Safidyuddin Geylani, a.g.e., vr. 51

[304] Safidyuddin Geylani, a.g.e., vr. 91

[305] Mustafa Çağrıcı, “Sabır”, DİA, TDV, C. XXXV, s.337.

[306] Necmuddin Kübra, Tasavvufi Hayat, trc. Mustafa Kara, Dergah Yayınları İstanbul 2013.

[307] Abdulkerim Kuşeyri, a.g.e, s.266.

[308] Maâric 5

[309] Bakara, 1/155

[310] Buhari, “Cenaiz”, 32

[311] Safidyuddin Geylani, a.g.e., vr. 103.

[312] Safidyuddin Geylani, a.g.e., vr. 4.

[313] Nur Muhammed Geylani (Oğlu) ile 1 Temmuz 2020 tarihinde yapılan mülakat.

[314] Safidyuddin Geylani, a.g.e., vr. 15.

[315] Ethem Cebecioğlu, a.g.e, s.174.

[316] Lokman, 31/33.

[317] Hadid 57/20.

[318] Müslim “Cennet”, 55; Mehmet Emin Özafşar, Riyazü’s-Salihin’den 1001 Hadis Seçkisi, Hakim Yayıncılık, Ankara 2015, s.356,

[319] İmâm-ı Gazzalî, Kimya'yı Saadet, trc. Faruk Meyan, s. 372, İstanbul 1979.

[320] Abdulkerim Kuşeyri, a.g.e, s.201

[321] Mustafa Aşkar, Niyazi Mısri ve Tasavvuf Anlayışı, Kültür Bakanlığı Yayıncılığı, Ankara 1988, s.331.

[322] Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetnâme, Veli Yayınları, İstanbul 1980, s. 278.

[323] Safidyuddin Geylani, a.g.e., vr. 14.

[324] Safidyuddin Geylani, a.g.e., vr. 14.

[325] Tevbe, 9/67.

[326] Furkan, 25/77.

[327] Safidyuddin Geylani, a.g.e., vr. 15.

[328] Safidyuddin Geylani, a.g.e., vr. 123.

[329] Safiyuddin Geylani, a.g.e, vr. 94.

[330] Safiyuddin Geylani, Vasiyyetü ’s-safıyye fî’l-işaretî’l-akli’l-müfîd, vr. 38-39.

[331] Cürcanî, a.g.e, s.170.

[332] Ebû Bekr Kelebazi, Ta ’arruf Doğuş Devrinde Tasavvuf, Çev. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul 2016, s. 112.

[333] Hucvurî, Keşfu ’l-Mahcûp Hakikat Bigisi, çev. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul 2010, s.

86.

[334] Sülemi, a.g.e, s. 26.

[335] Fâtır, 35/15.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar