YUNAN TANRILARININ ve TANRIÇALARININ SIFATLARI
Hazırlayan: Canan ÖZKAN
Yunan titanlarının,
tanrılarının ve tanrıçalarının ilk oluşumlarından, sıfatlarından bahsedilecek
ve çeşitli özellikleri açıklanacaktır. Hesiodos’un, kardeşi Perses’e hayatın
gerçeklerini açıklamak ve ona doğru yolu göstermek amacıyla yazdığı “îşler
ve Günler” (Erga kai Hemerai) adlı didaktik eserinde Thegonia’daki yöntem
insanlar dünyasına uygulanmıştır. Tanrılar gibi insanlarda bazı aşamalar
geçirip bugün bulundukları duruma gelmişlerdir. Ne var ki Hesiodos, oldukça
karamsar bir görüşle insanların iyiye doğru değil, daima kötüye doğru
gittikleri ve sonlarının büsbütün yıkım olacağı kanısındadır. Bunu önlemek için
insanın adalete dayanıp doğruluktan ayrılmaması ve gece gündüz var gücüyle
çalışması gerekmektedir. Hint-Avrupa kaynaklı dünya görüşlerine dayanan bu
mitos Yunan yazınında pek yankı uyandırmamışsa da, Roma yazınında epeyce etkili
olmuştur.
Theogonia ile İşler
ve Günler arasında ana fikir açısından hem bir benzerlik hem de bir çelişki
vardır: Her iki yapıtta da bahsi geçen Prometheus efsanesi, İşler ve Günler’de
altın çağ ile yani Kronos’un egemenlik dönemiyle çağdaştır. Dolayısıyla
insanlar için yıkım Olymposlu tanrıların saltanatıyla başlar. Hesiodos’un bu
çağlar ve soylar mitosu ve soyların madenlerle ilişkilendirilerek
sınıflandırılması esasen İran-Babil kaynaklı bir görüşe dayanmaktadır.
Hesiodos’a göre titanlar ve tanrılar döneminde altın, gümüş, tunç ve demir soyu
ayrıca bir de Homeros destanlarında bahsi geçen kahramanlar soyu olmak üzere
beş adet soy vardır. En erdemli soy altın soyudur ve en sefil soy ise demir
soyu olarak kabul edilmektedir. Hesiodos kendisinin tunç soyu zamanında
yaşadığından söz eder ve yaşadığı bu devirden de oldukça şikâyette bulunur.
M.Ö. 8. yüzyılda
yaşayan Hesiodos’un “Theogonia” adlı eseri mitolojinin en eski
kaynaklarından biridir. Hesiodos bu eserinde hem tanrıların hem de evrenin
doğuşunu anlatmıştır. Eski Yunanlar dünyanın nasıl yaratıldığı konusunda fazla
bilgi sahibi olmadıkları için, tabiat olaylarını ve tabiatın kendisini canlı
bir varlık gibi düşünerek incelemeye başladılar. Böylece yeri, göğü ve suları
birer tanrı olarak kabul edip, onlara insan ve hayvan şekilleri verdiler.[5]
Yunan mitolojisine
göre tanrılar evreni değil, evren tanrıları yaratmıştı. Yer ile gök birleşerek
titanları, titanlar da tanrıları meydana getirmişlerdi. Yaşlı tanrılar diye
anılan titanlar çağlar boyunca evreni ellerinde tuttular. Bunlar çok güçlülerdi
ve sayıları da oldukça fazlaydı. Bu yaşlı tanrıların en önemlilerinden biri
şüphesiz Kronos idi. Daha sonra sırasıyla dünyayı kuşatan bir ırmak olarak
kabul edilen Okeanos, güneşin, ayın ve şafağın babası olan Hyperion, adalet ve
yasa tanrıçası olan Themis, omuzlarında dünyayı taşıyan Atlas ve insanlığın
kurtarıcısı olarak kabul edilen Prometheus’un babası olan İapetos gelir.
Titanlar ise Gaia
(toprak ana), Uranos (gökyüzü tanrısı), Kronos (ikinci gökyüzü tanrısı), Rhea
(ikinci toprak ana), Okeanos (deniz tanrısı), Tethys (deniz tanrıçası),
Aphrodite (güzellik tanrıçası), Hyperion (güneş tanrısı), Theia (güneş
tanrıçası), Phoebe (ay tanrıçası), Koios (akıl tanrısı), Mnemosyne (bellek
tanrıçası), Themis (adalet tanrıçası), Kriyus (savaş tanrısı), İapetos (dikkati
temsil eden bir tanrı), Helios (ikinci güneş tanrısı), Selene (ikinci ay
tanrıçası) ve Eos (şafak tanrıçası) şeklinde bir panteona sahiptir. Ancak daha
sonra Zeus’un başa geçmesiyle bu yaşlı tanrılar eski önemini kaybetmişlerdir.
Bu dönemden sonra on iki Olymposlu tanrının saltanatı başlamıştır.[6]
Olympos, Makedonya ile
Yunanistan’ın Teselya Bölgesi arasında oldukça heybetli bir sıradağın en yüksek
tepesi olarak kabul edilmiştir.[7]
İnanışa göre tanrılar burada doğal felaketlerden uzak, huzurlu ve düzenli bir
hayat yaşarlardı. Her tanrının kendisine has bir sarayı ve hizmetçileri vardı.
En görkemli saray ise elbette Zeus’a aitti. Tanrılar birçok çiçek özlerinden
meydana gelen, sihirli bir bal olan ambrassor ve aynı şekilde sihirli bir
içecek olan nektar ile beslenirlerdi. Bu tanrısal yiyecekler ve içecekler
onlara sonsuz bir gençlik, zindelik ve mutluluk verirdi. Ayrıca bu besinlerle
beslenen tanrılar asla yaralanmazlar ve ölmezlerdi.[8]
Yunan tanrıları
insanların yaptıkları her şeyi yapabilirlerdi ve tıpkı insanlar gibi bazı
şeyleri bilmekten de aciz olabilirlerdi. Dolayısıyla zaman zaman bazı durumlar
karşısında çaresiz kalabilirlerdi. Bu duruma Prometheus’un Zeus’u alt etmesini
ya da Demeter’in, kızı Persephone kaçırıldığında düştüğü çaresizliği örnek
olarak gösterebiliriz. Buna rağmen tanrılar bazen de gelecekten haberler
verebilirlerdi. Özetle olumlu ve olumsuz sıfatlar bu tanrılarda iç içe
bulunurdu.[9]
Tanrılar bütün
zamanlarını birlikte geçirirlerdi yalnızca uyumak için herkes kendi sarayına
çekilirdi. Aile ocaklarının kutsal koruyucusu olan Hestia ise hiç uyumazdı çünkü
dünyanın ışığını besleyen ateşin sönmemesi için bu ateşe gözcülük ederdi. Bu on
iki büyük tanrı o dönemde Yunanistan’ın ileri gelen on iki büyüğü olarak kabul
edilirdi.[10]
TİTANLARIN SIFATLARI
Titanlardan bazıları
evreni oluşturan ilk ilkeler ve bazıları da dev yaratıklar olarak tasvir
edilmektedir. Erkek titanlar ve “titanides” (titanidler) olarak da tabir
edilen dişi titanlar mevcuttur.[11]
Tez çalışmasının bu bölümünde daha önce kısaca bahsedilmiş olan titanların
sıfatlarına ve özelliklerine ayrıntılı bir şekilde değinilecektir.
Gaia tüm hayatı
besleyen ana tanrıçadır. Hesiodos’a göre Khaos’tan hemen sonra meydana
gelmiştir.[12]
Toprağı ve toprak anayı temsil eder. Aslında Gaia toprağın kişileştirilmiş
halidir. Bir tanrıçadan ziyade kozmik bir varlık niteliğindedir. Bütün öğelerin
kaynağında bulunan ana ilkedir. Dolayısıyla Gaia evrenin kendisini ve diğer
bütün tanrıları yaratan ilk sebep olarak kabul edilmektedir.[13]
Gaia doğurganlığın
tükenmez gücünü temsil eder. Kendisinden ilk tanrıların meydana geldiği ve
gökyüzünden sonra meydana gelen ikinci element olarak kabul edilen “yeryüzü”
ile özdeşleştirilir. Ayrıca Gaia, birçok kâhinin esin kaynağı olarak kabul
edilmiş ve onun kaderin sırrını elinde tuttuğuna inanılmıştır.[14]
Uranos, Gaia’nın hem
oğlu ve hem de kocasıdır. Gökyüzünü temsil eder ve gökyüzünün ilk hükümdarı
olarak kabul edilir. Gaia, Uranos’u “parthenogenesis” yani eşsiz üreme
yöntemiyle doğurmuştur. Uranos bazı efsanelere göre Aither’in veya Erebos’un
oğludur ve annesi de Hemara’dır. Bazı efsanelere göre de Uranos ve Gaia,
Nyks’in çocuklarıdırlar.[15]
Uranos, Zeus’un
dedesidir ayrıca titanların, Hekatonkheirler’in ve Kykloplar’ın da babasıdır.
Ancak hükümdarlığını ele geçirmelerinden korktuğu için doğan tüm çocuklarını
hiç vakit kaybetmeden yerin derinliklerine hapsetmiştir.[16]
1.3. Kykloplar ve Hekatonkheirler
Bu yaratıklar her
yönden tanrılara benzerlerdi. Alınlarında tek gözleri vardı ve bu sebeple “tepegözler”
ya da “küre gözlüler” olarak isimlendirilirlerdi. Yunan mitolojisinde bu
yaratıkların üç türünden söz edilmiştir.
Bunların ilki
Gaia’nın ve Uranos’un oğulları olan göksel Kykloplar olarak tabir edilirler.
Brontes (gök gürültüsü), Steropes (şimşek) ve Argos (yıldırım) olarak
adlandırılmışlardır. Diğerleri Homeros’un “Odysseia” eserinde adı geçen
Polyphemos gibi Sicilyalı Kykloplar ve sonuncuları da kökleri Lykia’ya dayanan
duvarcı Kykloplar’dır. Bazı kaynaklara göre de bu yaratıklar Poseidon ve
Amphitrite’nin oğullarıdırlar.
Urartu Krallığı’nın
kuzeyinde bulunan Kolkhis-Qulha bu devlerin yaşadığı mekân olarak kabul
edilirdi. “Kyklopik yapılar” deyimi de bu devlerle ilişkilidir. Kyklopik
yapılar, eski devirlerde çok büyük taşların üst üste konulmasıyla inşa edilen
yapılardır ve bu yapıların Kykloplar tarafından yapıldıklarına inanılmıştır.
Kykloplar genelde
demircilikle uğraşırlardı ve yaptıkları her işte çok başarılı olurlardı. Tek
gözleri ateşin karşısında kor gibi parlardı, kraterlerden fışkıran kıvılcımlar
onların örslerinden çıkan ateşlerdi, yer sarsıntılarıyla ve gürültüleriyle
kendilerini belli ederlerdi. Onlar tanrılardan korkmayan, son derece zalim ve
insan etiyle beslenen yaratıklardı. Odysseia’da ise Kykloplar hayvancılıkla
geçinen, koyunları ve keçileri bol olan ağıllarda ve mağaralarda yaşayan yamyam
devler olarak anlatılmışlardır. Kykloplar Zeus’a yıldırımı ve gök gürültüsünü
vermişlerdi.
Hekatonkheirler ise
elli başlı ve yüz kollu yaratıklardı. Bunlara “Centimainler” de denirdi.
Hekatonkheirler’in isimleri; Kottos, Briareus ve Gyes’tir. İçlerinde en
acımasız olanı ise Briareus olarak bilinirdi.[17]
Kronos ismi “zaman”
anlamına gelir ve Uranos ile Gaia’nın en küçük oğludur. M.Ö. 4. yüzyılda
yaşamış olan Philon’a göre Kronos ismi “tanrının eli” veya “tanrının
ili” anlamına gelir. Ancak bazı görüşlere göre zaman tanrısı olan
Chronos’tur ve burada bahsedilen Kronos’tan farklı bir karakterdir. Zaten
Chronos kelimesi “zamanın babası” anlamına gelir ve bu lakabın Büyük
İskender’e (M.Ö. 336-323) ait olduğu da ifade edilmektedir.
Kronos ikinci gökyüzü
tanrısıdır. Ancak önem açısından titanlar arasında ilk sırada bulunur. Aslında
Kronos, yeryüzüne iyiliği ve bereketi getiren bir tanrıdır. Belki de bu
sebepten dolayı egemen olduğu çağ “altın çağ” olarak adlandırılmıştır.
Ayrıca Kronos hem krallık gücünü hem de krallığını koruyabilmek için çocuklarını
yutmasından dolayı hırsı ve acımasızlığı simgeler.[18]
Kronos daha eski
dönemlerde Orta Doğu Bölgesi ve Kartaca’nın baş tanrısı olan fırtına, yağmur,
güneş ve verimlilik tanrısı Baal (Tammuz) ve Arapların zaman tanrısı olan Dehr
ile özdeşleştirilmiştir.
Gaia, Uranos’un doğan
tüm çocuklarını yeraltına göndermesinden bıkmıştır ve son evlat olan Kronos,
annesi Gaia’nın yardımıyla, babası Uranos’un cinsel organını keserek onun
iktidarını ele geçirmiştir. Ancak Kronos, evreni babasından farksız bir şekilde
yönetmeye devam etmiştir. Kronos kâinatın hâkimi olduktan sonra ilk iş olarak
babası Uranos’un yeraltına hapsettiği kardeşleri olan titanları serbest
bıraktı. Ancak babasına yaptığı kötülüğü unutmayan ve bundan dolayı vicdan
azabı çeken Kronos, aynı sonun kendisinin başına geleceğinden korkarak o da
doğan çocuklarını yutmaya başladı. Burada zamanın, yarattığı her şeyi aynı
zamanda yok etmesinin sembolik bir ifadesi görülmektedir. Sonuçta sadece Zeus,
büyük annesi Gaia’nın ve annesi Rhea’nın yardımıyla babası Kronos’un elinden
kurtulabilmiştir.[19]
Kronos; Hestia,
Demeter, Hera, Hades, Poseidon ve Zeus’un babasıdır. Bazı efsanelere göre
Hephaistos, Kronos’un ve Hera’nın oğludur ve Aphrodite de Uranos’un değil
Kronos’un kızıdır. Bazı rivayetlere göre Persephone de Kronos’un kızıdır.
Ayrıca Akhilleus’un ve Asklepios’un öğretmeni olan, yarı at yarı insan, ölümsüz
ve bilge Kentaur Kheiron; Kronos’un, büyüleyici bir su perisi olan Philyra’dan
olan çocuğudur. Kronos, karısının kıskançlığından çekindiği için Philyra ile at
kılığına girerek birleşmiş ve böylece Kheiron yarı at yarı insan olarak
doğmuştur. Daha sonra Prometheus’un ölüm hakkını, bir ölümsüz olan Kheiron’a
verdiği ve onun da böylece öldüğü anlatılır. Başka bir efsaneye göre de
Herakles, Kheiron’u yaralar ve o da yaşadığı acıdan dolayı ölümsüzlüğünden
vazgeçerek hayatını sonlandırır. Kheir “el” anlamına gelir ve sahip
olduğu el becerisinden dolayı ona bu ismin verildiği söylenir.[20]
Rhea, Kronos’un kız
kardeşi ve eşidir. Olymposlu tanrıları doğuran tanrıçadır. Rhea, Gaia’nın
yardımıyla Zeus’u, onu Kronos’tan koruyabilmek için, Yunanistan’ın en büyük
adası olan Girit Adası’nda bulunan Lyktos Mağarası’nda doğurmuştur. Daha sonra
Zeus’u, onu sütüyle besleyip büyütecek olan keçi Amaltheia’ya emanet etmiştir.
Rhea, Gaia’dan
sonraki ikinci toprak anadır. Bir bakıma Anadolu kökenli bir tanrıça olan
Kibele’nin Yunan tanrılar dünyasındaki karşılığı olarak kabul edilmektedir.
Rhea “tanrılar anası” ve “büyük ana” sıfatlarına sahiptir.
Hıristiyanlıkta da toprak ana kendisini, Meryem’in kişiliğinde “tanrı anası”
sıfatıyla göstermiştir. Kronos’a ise çocuklarını acımasızca yuttuğu için “tanrılar
babası” sıfatı layık görülmemiştir.
Aslında Rhea yalnızca
tanrıların değil, tüm varlıkların anası olarak kabul edilirdi. Çünkü o çağlarda
yaşayan insanlar bir canlının dünyaya gelmesinde erkeğin rolünü
kavrayamadıkları için yaratıcılık vasfını doğrudan doğruya kadına vermişlerdi.
Böylece kadını ve toprağı özdeşleştirmişlerdi.
Toprağın simgesi olan
ana tanrıça aynı zamanda tarımın, bereketin, kentlerin ve vahşi doğanın da
koruyucusuydu. Rhea daima karşı konulmaz bir tanrıça olarak vasıflandırılmıştı.
Hatta öylesine güçlü bir tanrıçaydı ki aslanların ve parsların dahi onun
hizmetinde olduğuna inanılırdı. Ona çeşitli kurbanlar sunulurdu, bu kurbanların
verimliliği ve bereketi arttırdığı düşünülürdü. Rhea genellikle iri ve doğurgan
bir kadın olarak tasvir edilirdi.[21]
Gaia, Uranos ile “sarılıp,
kucaklaşarak” engin Okeanos’u doğurmuştu. Okeanos her şeyin ilk ilkesi ve
bütün suların babası olarak kabul edilirdi. Kardeşi Thetis ile evlenmiş ve bu
evlilikten Nil ve Menderes gibi üç bin erkek ırmak ile Europe ve Asia gibi üç
bin dişi ırmak meydana gelmişti.
Okeanos’un kızları
olan ve “Oceanids” olarak da bilinen su perilerinin her biri ayrı bir deniz,
göl, ırmak, çay, havuz ya da kıyının hâkimleri oldular. Bu Okeanos kızlarının
en meşhurları; Elektra, Klymene, Kallirhoe, Metis, Asia ve Eurynome’dir. Ayrıca
bilgelik tanrıçası Metis, bir cehennem ırmağı olan Styks, iyi ve kötü talihi
simgeleyen Tykhe de Okeanos’un ve Thetis’in kızlarıdır.
Homeros var olan her
şeyin temelinde bulunan Okeanos’tan yani sudan söz eder ve bu görüşünü “Okeanos
’tur, tanrıların babası ve anası” diye dile getirir. Aslında felsefe de
buna benzer bir söylemle başlar. Thales görünürdeki çokluğun temelinde bulunan
tekliğin yani temel ilkenin “su” olduğundan bahseder. Böylece Homeros’un
mitolojik Okeanos Öğretisi’ne göndermede bulunur. Eskiden Okeanos’un dünyanın
sınırlarını belirlediğine inanılırdı. Daha sonraki dönemlerde ise sadece
Atlantik Okyanusu için bu isim kullanılmaya başlandı.[22]
Okeanos Olympos’taki
hiçbir toplantıya katılmazdı. Suların derinliklerinde herkesten uzak ve sakin
bir yaşam sürerdi. Diğer tanrılarla pek muhatap olmasa da Zeus’un üstünlüğünü
daima tanırdı. Okeanos genellikle heybetli bir ihtiyar olarak ve bazen bir
kayanın üzerine uzanmış olarak tasvir edilirdi. Tüm okyanusların kişileşmiş
hali olan Okeanos, kaslı bir adamın uzun sakallı ve boynuzlu yüzüyle de
simgelenirdi ve vücudunun alt kısmı bir yılanı andırırdı.
Okeanos, Prometheus
ve Themis Olymposlular ile titanların arasında geçen savaşa katılmamışlardı.
Fakat Okeanos, titan-tanrı savaşlarına katılmasa bile içten içe bu savaşı
titanların kazanmasını istemişti. “Titanomakhia” veya “Titanlar
Savaşı” olarak adlandırılan bu savaş, Yunan mitolojisinde insanların
yaratılışından önceki dönemlerde iki ilahi ırk olan titanlar ve Olymposlu
tanrılar arasında on bir yıl boyunca devam etmişti. Titanların merkezi Othrys
Dağı ve Olymposluların merkezi de Olympos Dağı idi. Bu savaş Zeus’un babası
Kronos’a karşı, Uranos’un çocukları olan Kykloplar’ı ve Hekatonkheirler’i
yeraltından kurtarmasıyla başlamıştı. Daha sonra Zeus, Kronos’un karnından,
yuttuğu çocukları olan ve Zeus’un da kardeşleri olan Poseidon, Hades, Demeter, Hera
ve Hestia’yı çıkartmıştı. Sonuçta Hekatonkheirler ve Kykloplar Zeus’a minnettar
kalarak, ona yakıcı şimşekleri ve ateşi hediye etmişlerdi. Böylece Zeus,
Kronos’u yenerek gücüne güç katmış ve ateşe sahip olan ilk tanrı vasfını elde
etmişti.[23]
Yunan mitolojisinde
dişi bir titan olan Tethys, aslında denizin ve bereketli okyanusun
kişileştirilmiş halidir. Tethys’in her şeyi koruyup gözettiğine inanılırdı. Ona
“gümüş ayaklı Tethys” sıfatı verilmişti. Bir deniz tanrıçası olan
Tethys, Uranos’un ve Gaia'nın kızıdır. Kocası ve erkek kardeşi olan Okeanos’tan
birçok çocuğu olmuştu. Tethys, Okeanos’tan son derece güzel olan üç bin kadar
peri kızını doğurmuştu. Aynı zamanda Antikçağ’da onun dünyadaki bütün büyük
nehirlerin anası olduğuna inanılmıştı. Bazı kaynaklara göre Tethys, kocası
Okeanos ile birlikte Hera’nın bakıcılığını üstlenmişti ve daha sonraları Hera
da araları bozulan bu çiftin arasını yeniden yaparak onlara karşı vefa borcunu
ödemişti.
Tethys’in Peleus’tan
Akhilleus (Aşil) adında bir oğlu olmuştu. Akhilleus dünyanın en büyük savaşçısı
ve Yunan mitolojisinin en büyük kahramanlarından birisi olarak kabul
edilmektedir. Truva Savaşı’nın Grek kahramanlarının başında gelmekte ve
Homeros’un M.Ö. 720 civarında yazdığı "İlgada" adlı eserinde
Grekler’in en büyük savaşçısı olarak anılmaktadır.
Efsaneye göre,
Thetis’ten doğacak çocuğun tüm tanrılardan daha güçlü olacağı kehaneti üzerine
Thetis, bir ölümlü olan Peleus ile zorla evlendirilmiş ya da diğer tanrılar
böyle bir şeyi göze alamadıkları için sadece Peleus onunla evlenmeyi kabul
etmiştir. Thetis, Akhilleus’u ölümsüz yapmak için onu ateşe tutmuş, tam bu
sırada Peleus onu görünce, Tethys çocuğu birden ateşten çekmiş ve Akhilleus’un
sol topuğu ateşe değmemiştir.
Başka bir rivayete
göre ise, annesi Tethys oğlunu ölümsüzlük nehri olan Styks’te yıkarken elini
suya değdirmemesi öğütlendiği için ya da başka bir rivayete göre, nehir çok
hızlı aktığı için onu sol topuğundan tutup suya batırmıştır. Bu yüzden
Akhilleus’un sadece oradan vurulursa öleceğine inanılmıştır.
Daha sonra Akhilleus,
çok sevdiği Helen’i geri almak için Truva Savaşı’na katılmış ve bu savaşta
Truvalı Prens Paris tarafından sol topuğundan zehirli bir okla vurularak
öldürülmüştür. Günümüzde Akhilleus’un mezarı, Çorum’un Osmancık ilçesinin
Adatepe mevkisinde bulunmaktadır. Tıpta ayak bileğinde yer alan tendona “aşil
tendonu” isminin verilmesi de bu efsaneden kaynaklanmıştır.
Tethys’in başka bir
oğlu olan Peneus ise, Yunanistan’ın Teselya Bölgesi’nin deniz tanrısı olarak
kabul edilmişti. O, Apollon’un âşık olduğu Daphne’nin babasıdır ve Daphne’yi
Apollon’dan korumak için kızını bir defne ağacına dönüştürmüştür.[24]
Styks, Okeanos’un ve
Thetis’in (Tethys) kızı olan bir su perisidir. Başka bir deyişle bir nymphedir.
Okeanos kızlarının en yaşlısıdır. Ayrıca gücün ve kudretin anası olarak kabul
edilmiştir. Styks bir nehir ya da bir bataklık olarak da tasvir edilirdi. Bu
nehrin suyundan içebilenlerin ölümsüz olacağına ve geçmiş yaşantısındaki her
şeyi unutacağına inanılırdı.
İtalyan ozan
Dante’nin (1265-1321), Romalı şair Vergillius’tan (M.Ö. 70-19) esinlenerek
aktardığı bilgiye göre Styks’in oluşumu şöyledir; Rhea, oğlu Zeus’u, kocası
Kronos’un kötülüklerinden korumak için bir mağaraya kapatır. Bu mağarada
sürekli ağlayan Zeus’un gözyaşları mağaranın bulunduğu o vadiyi doldurur ve
böylece Zeus’un gözyaşlarından Styks Nehri oluşur. Bu nehrin sonunda da
Hades’in ülkesi bulunur ve ölülerin ruhları bir kayıkla bu nehirden geçirilerek
Hades’e götürülür.
Styks, daha sonraki
dönemlerde diğer tanrılardan uzakta, yeraltında yaşayan bir yemin tanrıçası
olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Tanrılar onun adı üzerine (dönülemez yemin
olarak) ant içerlerdi. Styks tanrıların yeminlerini saklardı ve ismi,
yeraltında bulunmasından olsa gerek “cehennem nehri” anlamına gelirdi. Yeminine
vefasızlık eden tanrı bir yıl boyunca nektardan ve ambrassordan yoksun
bırakılır ayrıca nefes alamaz hale gelirdi ve dokuz yıl boyunca diğer
tanrıların arasından kovulurdu. Ayrıca bu cehennem nehrinin, cehennemin
etrafını yedi kez dolaştığına ve oldukça yüksek bir mesafeden döküldüğü için
çok soğuk olduğuna inanılırdı.
Styks, Pallas ile
birlikteliğinin sonucunda Zetos, Nike, Kratos, Horkos ve Bie’yi doğurmuştu. Bu
çocuklar son derece haylazlardı ve Zeus’un yanından hiç ayrılmazlardı. Nike,
zaferi simgeleyen bir tanrıçaydı ve Athena’nın oyun arkadaşıydı. Bundan dolayı
Atina kentinin halkı, zaferin kentlerini hiç bırakmaması için kanatsız bir
Nike’ye taparlardı. Kratos ve Bie ise tanrı ve kral yetkilerini simgelerlerdi.
Horkos ise yeminlerini bozanların başlarına çeşitli belalar getiren bir yemin
tanrısıydı.
19. yüzyıldan
itibaren Styks, Yunanistan’daki Chelmos Dağı eteklerinde bulunan Solos Köyü
yakınlarındaki Mavroneri Şelalesi ile özdeşleştirilmiştir. Mavroneri ismi
Yunancada “kara su” anlamına gelir.[25]
Aphrodite, güzellik,
aşk ve sevgi tanrıçasıdır. Önceleri bir ışık tanrıçası olarak da kabul
edilmiştir. Yeryüzünün bütün ihtişamına ve güzelliğine ışık sebep olduğu için,
bu ışık tanrıçası zamanla bir güzellik tanrıçasına dönüşmüştür.[26]
Uranos doğan
çocuklarını istemiyordu ve bu durum Gaia’yı son derece üzüyordu. Gaia,
kocasından intikam almak istedi ve bunun için oğlu Kronos’u görevlendirdi. Daha
sonra Gaia çeliği yarattı ve bu çelikten bir tırpan yaptı. Gece olunca Kronos,
bu tırpanla babasının cinsel organını kesti ve kestiği organı denize attı. Bu
uzuvdan çıkan ak köpükler arasından ansızın Aphrodite doğuverdi. Bu yüzden ona,
“köpükten doğan” veya “tanrının tohumlarından doğan” anlamında
Aphrodite ismi verildi. Ayrıca “su yüzüne çıkmış” anlamına gelen
Andyomene ismini de aldı. Aphrodite’nin diğer bir ismi ise Zühre’dir.71 Homeros, “Thegonia”
adlı eserinde Aphrodite’nin Okeanos kızlarından biri olan Dione ile Zeus’un
kızı olduğunu söyler.[27]
[28]
Bir efsaneye göre de onu büyüten Nereus’tur.[29]
Homeros ona “altın
Aphrodite” demişti ve onu sürekli gülümseyen, cilveli bir kadın olarak
tasvir etmişti. Aphrodite çok güzel ve alımlı bir tanrıçaydı, fakat aynı
zamanda çok kinci ve öfkeliydi. Genellikle çıplak ya da yarı çıplak olarak
tasvir edilirdi. Aslında daha eski dönemlerde Aphrodite başı kapalı olarak
tasvir edilirken, gitgide açık saçık tasvirleri yapılmaya başlanmıştır.[30]
Aphrodite’nin öfkesi
ve öç alması çok şiddetli olurdu. Mesela; Eos ve Ares arasında bir ilişki
yaşanmıştı ve Aphrodite, Ares’e olan kıskançlığından dolayı Eos’u sürekli
olarak insanlara ve tanrılara âşık edip, aşk acısı çekmesini sağlayarak onu
cezalandırmıştı. Başka bir örnekte de; kendisine ibadet etmeyen Limnili
insanları cezalandırmak için kocalarını eşlerinden iğrendirmiş ve böylece
eşleri birbirlerinden uzaklaştırmıştı. Sonuçta kocalarına kinlenen kadınlar da
adadaki tüm erkekleri öldürmüşlerdi. Yine aşırı kıskançlığından dolayı
Aphrodite, oğlu Eros'un sevgilisi olan Psykhe'yi oğlundan uzaklaştırmaya
çalışmıştı.[31]
Bazı efsanelere göre
Eros, Aphrodite’nin oğludur. Başka muhtelif görüşlere göre ise ondan çok daha
önce doğmuş olan evrensel bir güçtür ve sonradan Aphrodite’nin hizmetine
girmiştir. Eros ve Himeros gibi, diğer başka tanrılardan pek çoğu Aphrodite’ye
âşık olmuşlardır. Ancak tanrıça, önce Hephaistos’un ve daha sonra da Ares’in
karısı olmuştur. Ayrıca Hermes ile de aşk yaşadığı ve bu ilişkiden
Hermaphroditos’un doğduğu söylenir. Adonis ve Troya kahramanlarından olan
Ankhises ile de ilişkileri olmuştur ve Ankhises’ten Aeneas adında bir çocuk
doğurmuştur.[32]
Aphrodite kendi
isteğine göre gönüllerde aşk ve mutluluk ya da acı ve keder yaratabilirdi.
İstediği anda Zeus dâhil tüm tanrıların ve insanların gönüllerine aşk duygusunu
verebilirdi. Zeus da Aphrodite’den intikam almak için zaman zaman onu insanlara
âşık ederdi. Aphrodite tabiatı istediği zaman canlandırır ve istediği zaman
soldurabilirdi. Güzel tanrıça gücünü sadece insanlar ve tanrılar üzerinde
göstermezdi, o isterse tüm tabiata söz geçirebilirdi. Tek bir tatlı bakışıyla kudurmuş
dalgaları sakinleştirir ve nefesi ile deli gibi esen rüzgârları dindirirdi.
Yeryüzünde bulunan her şeyi o canlandırırdı. Kurumuş çiçekleri tekrar yeşertir,
dünyayı süsler ve güzelleştirirdi. Yanında ona hizmet eden birçok peri kızı
vardı. Bu periler, Aphrodite’nin istekleri doğrultusunda tanrıları ve insanları
büyüler ve Aphrodite’ye de bazı güçleriyle yardımcı olurlardı.[33]
Aphrodite bir
güzellik yarışması sonucunda Truva Savaşı’nın başlamasına neden olmuştu ve bu
savaşta daima Truvalılara yardım etmişti. Aphrodite onların soyunu muhafaza
ettiği için, Roma halkı tarafından Roma’nın koruyucusu olarak kabul edilmişti.
Aphrodite Roma’da, İtalya’nın güzellik tanrıçası olan Venüs ile
özdeşleştirilmiştir. Özellikle Roma efsanelerinde güzellik tanrıçası olmasının
yanı sıra bağ ve bahçe tanrıçası olarak da kabul edilmiştir. Dolayısıyla bir
bağ ve bahçe tanrısı olan Priapos da Aphrodite’nin oğlu olarak bilinirdi.
Aphrodite’ye ait olan
en eski tapınaklar, günümüzde Yunanistan sınırları içinde olan Çuha Adası’nda (Kythira
veya Kythera) ve Kıbrıs Adası’nda bulunmaktadır. En önemli ibadet merkezi ise
onun adını almış olan Afrodisias kentindedir. Burası Anadolu’nun Karia
Bölgesi’nin kuzeydoğusunda bulunan bir Antik Roma kentidir ve günümüzde Aydın
ilinin Karacasu ilçesine bağlı olan Geyre Köyü yakınındaki Salbakos (Baba)
Dağı’nın batı eteğinde, bir plato üzerinde bulunur.[34]
Homeros’un İlyada ve
Odysseia adlı eserlerinde bir güneş tanrısı olan Helios, daha sonra Hyperion
adını almıştır. Ancak Homeros ve Hesiodos bazı yapıtlarında Helios’tan, “Hyperion’un
Oğlu” anlamına gelen Hyperonides ismi ile de bahsetmişlerdir. Bu
betimlemeye göre Hyperion ve Helios birbirlerinden ayrılmış olurlar.
Çağdaş Yunan
edebiyatında ise Hyperion, Helios’tan bir titan olarak ayrılmıştır. Hyperion
genellikle bir gözlem tanrısı olarak kabul edilmiştir. Bu tanıma göre Hyperion,
Gaia ile Uranos’un çocuğu, görme gücünün tanrıçası olan Theia’nın kardeşi ve
eşi, ayrıca Helios’un, Selene’nin ve Eos’un da babasıdır. Hyperion ismi, “dünya
üstünde dolaşan” anlamına gelmektedir.[35] [36]
Theia,
aydınlığı temsil eden dişi bir titandır. Kardeşi ve aynı zamanda kocası olan
Hyperion ile birleşerek Helios’u, Selene’yi ve Eos’u doğurmuştur. Thia veya
Thea olarak da bilinir. İsmi “tanrıça” anlamına gelir. Bir diğer ismi
ise Euryphaessa’dır.
80
Euryphaessa, geniş
olan ve aydınlatan manasındadır.
Phoebe, Uranos ile
Gaia’nın çocuğu olan dişi bir titandır ve yaşadığı çağ, “altın çağ” olarak
kabul edilmiştir. Geleneksel olarak ay ile ilişkilendirilen ve bir ışık
tanrıçası olan Phoebe, Apollon’un ve Artemis’in anneannesidir. Ayrıca Koios ile
birleşerek Leto’yu ve Asteria’yı doğurmuştur.
Phoebe ismi, “parıltı”
anlamına gelir. Phoebe aynı zamanda çok güçlü bir kâhindir ve zekâyı simgeler.
Delphi Tapınağı ona aittir fakat bu tapınağı, torunu Apollon’a doğum günü
hediyesi olarak vermiştir.[37]
Koios aklı ve ışığı
temsil eden bir titandır. Kız kardeşi olan ve zekâyı simgeleyen dişi titan
Phoebe ile birleşmiş, böylece Leto ve Asteria doğmuştur. Daha sonra Leto, Zeus
ile birleşmiş ve Zeus’tan Artemis’i ve Apollon’u doğurmuştur. Tıpkı diğer
titanlar gibi, Koios da Zeus ve diğer Olymposlu tanrılar tarafından tahtından
indirilmiştir.[38]
Mnemosyne, Uranos’un
ve Gaia’nın kızıdır. Belleği ve hatıraları simgeleyen dişi bir titandır.
Aslında o, hafızanın ve hatıraların kişileştirilmiş halidir. Mnemosyne aynı
zamanda yeraltı dünyasında akan bir nehrin de adıdır. Lethe’nin (Unutma Nehri)
zıddı olan bu nehir, kendisinden içenlere (ki bunlar yeniden yaşama dönmeye hazırlanan
ölülerdir) geçmiş yaşamları hakkındaki her şeyi hatırlatır. Dolayısıyla
Mnemosyne aynı zamanda bir hatırlatma nehridir.
Mnemosyne, Zeus ile
dokuz gece beraber olduktan sonra esin perileri olarak da bilinen ve dokuz kız
kardeş olan Musaları doğurmuştur. Mnemosyne bu dokuz peri kızına Calliope,
Cleio, Euterpe, Thaleia, Melpomene, Terpischore, Erato, Polyhymnia ve Urania
isimlerini vermiştir.[39]
Themis, Uranos’un ve
Gaia’nın kızı olan adalet ve düzen tanrıçasıdır. Adı koymak, yerleştirmek,
oturtmak anlamlarına gelen bir kökten türemiştir. Aslında o, ilahi adaletin
sembolik halidir. Roma mitolojisindeki Iustitia (Justitia), Themis’in karşılığı
olan tanrıça olarak bilinmektedir.
Themis, babaları Zeus
olan, Horalar’ın ve Moiralar’ın annesidir. Yani doğada mevsimlerin, yılların ve
sanatın düzenini sağlayan bir tanrıça üçlüsüyle yine canlı varlıklar arasında
yaşam ve ölüm dengesini kuran bir diğer tanrıça üçlüsünü doğurmuştur. Ayrıca
Themis, yine babası Zeus olan, adaleti ve düzeni simgeleyen bir tanrıça olarak
tasvir edilen Dike’nin de annesidir. Themis ürettiği bu tanrısal varlıklarla
birlikte etkisini sürdürmüştür. Çocuklarıyla birlikte mevsimlerin ve yılların
dengesini ve düzenini devam ettirmiştir. Ayrıca o, insanlar arasındaki ahlak
düzenini sağlayan ve ezilenleri koruyan bir adalet tanrıçasıdır.[40]
Hukukun evrensel
ilkelerini simgesel olarak üzerinde taşıdığı için Themis heykeli, adaleti en
iyi şekilde ifade etmektedir. Daha eski dönemlerde Themis, kendisinin tam zıddı
olan öç tanrıçası Eris ile beraber ve ona benzer bir şekilde tasvir edilmiştir.
Daha sonraki dönemlerde ise gözleri bağlı olarak ve elinde bir terazi, bazen de
bir kılıç ile betimlenmiştir. Ayrıca Themis bu tasvirlerde tek göğsünü açık
bırakan beyaz bir elbise giyer ve ayağının altında da bir yılan vardır. Kısaca
belirtmek gerekirse tasvirlerindeki “kılıç””; adaletin verdiği cezaların
caydırıcılığını ve gücünü, “terazi”” ise adaleti ve adaletin dengeli bir
şekilde dağıtılmasını simgeler. Themis’in bakire bir dişi olması ise onun
bağımsızlığını ifade eder. Tek göğsü açık beyaz elbisesi, onun cesaretini
simgelerken, ayağının altındaki yılan da kötülükleri yok etmesini anlatır.
Ayrıca bu tasvirlerde tanrıçanın gözleri bağlıdır ve bu da onun tarafsızlığını
simgeler. Themis genellikle görkemli, ciddi ve ağırbaşlı bir kadın olarak
tasvir edilir.[41]
Kendisi aslında
öfkeli veya cezalandırıcı bir tanrıça değildir. Ona yeteri kadar saygı
gösterilmediğinde veya adaletsizlik yapıldığında sessiz kalmayı tercih eder ve
onun yerine öç tanrıçası Nemesis gerekli karşılığı ve cezayı verir. Themis,
aynı zamanda bir kâhindir ve bir rivayete göre kendisinin kehanet yeri olan
Delphi Tapınağı’nı o inşa etmiştir.[42] Dünyanın
nüfusunun aşırı artmasını önleyecek olan kehaneti ve buna benzer başka birçok
kehanetleri Apollon’a, Themis’in öğrettiğinden bahsedilmiştir.[43]
Themis yasadır,
kuraldır fakat gelip geçici bir yasa değildir. Tanrıların ve insanların
dünyasında değişmez olan evrensel ve ölümsüz bir doğa yasasıdır. Onun karşıtı
olan insansal yasa ise Nomos veya Nemesis olarak bilinir. Aslında Themis bu
özelliği ile tanrıların ve insanların yaptıkları bütün işleri bir ayna gibi
yansıtarak, vicdanların sesi olmuştur.
Themis Olympos’ta
yaşardı, Olympos’taki düzeni korur ve tanrıların toplantılarına başkanlık
ederdi. Ayrıca Zeus’un danışmanlığını ve yardımcılığını yapardı ancak bu görevi
yerine getirirken hiçbir zaman Hera’nın kıskançlığını üzerine çekmezdi.
Homeros İlyada’da
Themis’ten pek fazla söz etmese de onun, Hera ve Zeus ile arasının iyi olduğuna
değinmiştir. Zaten Themis’in kitaplara konu olacak çok fazla efsanesi ve öyküsü
de yoktur. Buna rağmen o dönemdeki Yunan halkı tarafından her yerde ve her
zaman var olduğuna inanılan önemli bir tanrıça olarak kabul edilmiştir.[44]
Kriyus (Krios),
Uranos ile Gaia’nın oğludur. Hakkında çok fazla bilgi bulunmamaktadır. Bu titan
hakkında birçok çalışma yapılmış, fakat sınırlı kaynaklardan olsa gerek konuya
yeterince açıklık getirilememiştir.
Kriyus, bir güç ve
savaş tanrısıdır ve zafer tanrıçası olan Nike’nin en büyük atası olarak kabul
edilir. Ayrıca Eurybia ile evlenmiş ve daha sonra Athena tarafından öldürülecek
olan Pallas’ın, ayrıca Astraios ve Perses’in babası olmuştur. Antik Çağ’da
Kriyus’a tapan yüz binlerce insanın onun kudretine ve gücüne hayran olduğu
anlatılır.
Kriyus sahip olduğu
bu güçten dolayı diğer titanlar tarafından bir tehdit unsuru olarak
algılanmıştı. Sonuçta onun gücü ve kudretiyle baş edemeyeceklerini anlayan
titanlar, onu ailesiyle tehdit edip lanetlemişlerdi. İnanışa göre bu lanetten
dolayı insanlar tarafından unutulması için, Kriyus hakkındaki bütün bilgiler
kaybolmuştur.[45]
İapetus olarak da
isimlendirilen, Uranos ile Gaia’nın oğlu olan bir titandır ve “dikkati” temsil
etmektedir. Okeanos ile Tethys’in kızlarından biri olan Klymene ile ya da Asia
ile evlenmiş ve bu evlilikten Atlas, Menoitios (Zeus’a asilik ettiği için
Erebos’a hapsedilerek cezalandırılmıştır), Prometheus ve Epimetheus doğmuştur.
İapetos’un bu dört oğlunun kaderi son derece kötüdür ve hepsi de dayanılmaz
acılar çekmişlerdir.[46]
İapetos ve Asia’nın
(Klymene’nin) on üç çocuğundan en güçlü olanıdır ve Menoetios’un, Epimetheus’un
ve Prometheus’un da kardeşidir. Atlas’ın birçok tanrıça ile ilişkisi olmuştur.
Bu ilişkilerden meydana gelen çocukları ise bir okyanus nymphesi olan Pleione[47],
Hyas[48]
ve Hesperos’tur[49].
Homeros’a göre Atlas, bir peri kızı olan Calipso’nun da babasıdır. Atlas son
derece güçlü ve acımasız bir titandır. Herodot’a göre ise Atlas, Kuzey
Afrika’da bulunan bir dağın adıdır.[50]
Titanlar, tanrılara
karşı giriştikleri savaşta yenilince Atlas dünyayı omuzlarında taşıma cezasına
çarptırılır. Hesiodos’a göre bu durum, Zeus’un, kendisiyle boy ölçüşmeye
kalktığı ya da Olympos’a saldırdığı için ona verdiği ağır bir cezadır. Bu
mitolojik dayanakla tıpta kafatasını taşıyan ilk omura da “atlas” ismi
verilmiştir. Ayrıca coğrafi bilgiler içeren atlas kitapları da ismini yine bu
titandan ve dolayısıyla bu efsaneden almıştır.
Mitolojik bir
efsanede Atlas ve Herkül arasında geçen bir olay şöyle anlatılır; tanrıların
kralı Zeus, Atlas’a çok kızmıştır. Bunun nedeni Atlas'ın Yüce Tanrı Zeus ile
savaşmak istemesidir. Bu sebeple Zeus, Atlas’a büyük bir ceza verir. Atlas,
sonsuza kadar dünyayı omuzlarında taşıyacaktır. Bu yorucu ve ağır görevden
kurtulmak isteyen Atlas, Herkül kendisinden bir yardım isteyince bu fırsatı
değerlendirir ve sinsice bir plan yapar. Herkül bir bahçede bulunan ve bir
ejderhanın koruduğu üç altın elmayı ele geçirmek istemektedir.
Atlas, Herkül’e
kendisi dönünceye kadar dünyayı sırtında taşırsa elmaları ona getireceğini söyler.
Atlas elmaları getirir ancak Herkül’e “sen dünyayı taşımaya devam et”
der. Bunun üzerine Herkül dünyayı taşımayı kabul eder ancak sırtına bir omuzluk
yerleştirene kadar birkaç dakika Atlas'ın dünyayı tutmasını ister. Atlas
dünyayı alır almaz Herkül kaçar ve böylece Atlas kandırıldığını anlar.
Efsanenin sonunda ise gök gürültüsünün Atlas’ın, Herkül’e haykırışı olduğu
söylenir.
Başka bir efsaneye
göre Atlas tarafından Medusa’nın kafasını getirmekle görevlendirilmiş olan
Perseus, biraz dinlenmek için Atlas’tan izin ister. Ancak Atlas bu isteğe karşı
çıkar ve bu duruma öfkelenen Perseus Medusa’nın başını elde edince, onu Atlas’a
göstererek o anda Atlas’ın gövdesinin Kuzey Afrika’da bulunan Atlas
Sıradağları’na (zaten Atlas’ın dünyayı, bu bölgede taşıdığına inanılır),
sakallarının ormanlara ve kemiklerinin de dev kayalara dönüşmesine sebep olur.[51]
Hesiodos’a göre
Prometheus, İapetos ile Klymene’nin oğlu ayrıca Atlas’ın, Menoitios’un ve
Epimetheus’un da kardeşidir. Prometheus sürekli aklını kullanması yönüyle
Zeus’un öfkesini üzerine çeken bir titandır. Çünkü aklın simgesi sadece
Zeus’tur ve O, bu yeteneği bir başkasında görmeye asla tahammül edemez.
Prometheus’un adının
anlamı “önceden gören, öngörülü olan” demektir. Dolayısıyla Prometheus,
aynı zamanda bir kâhindir. Zeus’un bir gün tahtından düşeceğini bilir ve bu
bilgiyle Zeus’u sürekli bir kuşku içinde tutar.
Prometheus sürekli
olarak tanrılara karşı insanların tarafında olmuş ve böylece yeni bir devrim
başlatmak istemiştir. Zeus da bu duruma sinirlenerek insanlardan ateşi
esirgemiştir. Ancak Prometheus, Zeus’tan ateşi çalmış ve bu hareketiyle Zeus’u
insanların gözünde küçük düşürmüştür. Böylece artık akıl gücü insanlara geçmiş
ve insanlar kendi güçlerinin farkına varmışlardır. Prometheus bu anlamda
insanın, bilincin ve özgürlüğün temsilcisi olmuştur. Bu olaydan sonra Zeus,
Prometheus’a karşı kaba kuvvet kullanmaya ve ona işkence etmeye başlamıştır.
Muhtelif rivayetlere
göre Prometheus yağmur suyuyla toprağı karıştırıp ilk insan olan Pandora’yı
yaratmıştır ve Athena da ona ruh üflemiştir. Athena bu insan için başka ne
yapabileceğini sorduğunda, Prometheus ondan tanrılar katına çıkmasını ve oraya
bir göz atmasını istemiştir. Böylece Prometheus ve Athena iş birliği yaparak
tanrılar katından insan için ateşi çalmışlardır.[52] Prometheus
üstün zekâsını gösterdiği bu olaydan sonra “ateş hırsızı” sıfatına sahip
olmuştur. Hatta günümüzde de devam eden bir gelenek olarak olimpiyat
oyunlarında atletlerin ellerinde meşalelerle koşarak oyunları başlatmaları,
Prometheus’un elinde ateşle Olympos Dağı’ndan kaçışını simgeler.
Tüm bu olaylardan
sonra Prometheus, Tanrı Zeus tarafından Kafkas Dağı’nda zincire vurulmuştur ve
bu yüzden Prometheus Desmotes yani “zincire vurulmuş Prometheus” adıyla
da anılmıştır. Bu dağda tanrılar tarafından görevlendirilen bir kartal (bazı
kaynaklarda da akbaba olarak geçer) sürekli olarak, her gece Prometheus’un
yeniden oluşan karaciğerini kemirmiştir. Onu Kafkas Dağı’nın tepesindeki bu
işkenceden Zeus’un oğlu ve bir yarı tanrı olan, ölümlü Herakles kurtarmıştır.
Prometheus, "Zeus tahtından düşmedikçe benim işkencelerimin sonu
yoktur" demiş ve böylelikle aslında insanlığa özgürlüğün yolunu
göstermiştir.
Prometheus davası
uğruna yazgısına razı olmuş ve bir titan iken bir köle gibi zincire vurulmuştur.
Aslında burada anlatılmak istenen bir özgürlük kavgasıdır. Kavganın galibi ise
kaybetmiş gibi görünse bile Prometheus’tur, çünkü akıl gücü her zaman kaba
kuvvetten üstündür.[53]
Prometheus’un zincire
vurulmasındaki asıl neden ise Zeus’un ondan korkuyor olmasıdır. Prometheus
geleceği görme yetisi olan bir titandır ve bu yetisini kullanarak Zeus’un,
Kronos’u tahtından indirmesine yardımcı olmuştur. Gelecekte Prometheus’un bu
özelliğini, kendisinin tahttan düşürülmesi için de kullanacağından korkan Zeus,
Prometheus’un ateşi (yani bilgiyi) çalarak insanlara vermesi ile ondan
kurtulması için gereken sebebi elde etmiş olur. Bu işkence otuz bin yıl sürmek
üzere planlanır fakat Herkül’ün Prometheus’u serbest bırakmasıyla Prometheus
kendisinin karaciğerini her gün yiyen kartalı bulur ve intikamını almak için bu
kartalın karaciğerini yer. Sonuçta Zeus bu şekilde cezasını sonlandıran
Prometheus’u affeder ve onu tekrar ölümsüzler arasına kabul eder.[54]
Epimetheus,
Prometheus’un erkek kardeşidir. Yunanca’da “epi” ön eki “sonra” anlamına
gelir. “Metheus” ise “düşünen kişi” demektir. Epimetheus ismi ise
“bir şeyi yaptıktan sonra ben ne yaptım diye düşünen kişi” anlamına
gelir. Kardeşi Prometheus’un isminin anlamı da, “bir şeyi yapmadan önce
düşünen” demektir. Zaten “pro” ön eki “sonra” anlamına
gelmektedir.
Prometheus,
Epimetheus’u çamurdan yaratmış ve tanrılardan çaldığı ateşle ona can vermiştir.
Zeus ise kendisinden habersiz yaratılan bu insandan intikam almak için ilk
kadın Pandora’yı yaratmış ve onu Epimetheus’a dolayısıyla genel anlamda “erkek
milletine” musallat etmiştir. Burada Epimetheus ve Pandora’nın, İslam’da
Âdem Peygamber ve eşi Havva’ya karşılık geldiği ifade edilebilir. Ancak
Epimetheus, sürekli olarak Prometheus’un gölgesinde kaldığı için, Âdem Peygamber’e
göre daha silik bir karakter olarak karşımıza çıkmaktadır.
Pandora güzelliğiyle
ve zekâsıyla Epimetheus’un aklını başından alır. Ancak bir gün Epimetheus
merakına yenilip, Pandora’nın yanında getirdiği kutuyu açar ve bir anda bu
kutunun içinden tüm kötülükler dünyaya yayılır. Bir tek “umut” kutunun
içinde kalır ve bu kutudan asla çıkamaz. Ayrıca Epimetheus’un ve Pandora’nın,
Pyrrha[55]
adında bir kızları olur.[56]
Gaia’nın
çocuklarından olan Theia ile Hyperion’un birlikteliğinden güneş tanrısı, ay
tanrıçası ve şafak tanrıçası doğmuştur. Helios, Apollon’dan önceki tanrı
kuşağının güneş tanrısıdır. Birçok eşi olmuştur, ilk olarak bir nymphe olan
Rhodos ile evlenmiş ve bu evlilikten bir kız ve yedi oğlan olan Heliadlar
doğmuştur. Daha sonra Okeanos kızı Perseis ile evlenmiş ve bu evlilikten de
büyücü Kirke, Kolkhis kralı Aietes, ayrıca Pasiphoe’yi ve Aietes’i tahtından
indiren kahraman Perseus doğmuştur. Yine Okeanos kızı Klymene’den de yedi kız
olan Heliadailer doğmuştur. Ayrıca Helios’un ünlü büyücüler olan Pasiphae’nin,
Medae’nin ve Hekate’nin de babası olduğu söylenir.
Helios genç,
yakışıklı ve çok güçlü bir erkek olarak tasvir edilirdi. Başının etrafı ışık
huzmeleriyle parlardı. Kendisine Rodos Adası’nda tapılır ve bu yerin
gözcülüğünü yaptığına inanılırdı. Özellikle eski Rodos sikkelerinde elinde bir
küre ile tasvir edilmişti. Helios dünyanın en batısında ikamet eder ve her
sabah horozun sesini duyunca altın arabasını gökyüzünde hızlıca sürerdi. Bu
yüzden ona “yorulmaz” sıfatı verilmişti. Gece olunca da Okeanos’un
derinliklerinde dinlenmeye çekilirdi.
Helios her şeyi
gören, bilen ve adil bir yargıçtı. O, ışığın en ileri derecede insan şekline
bürünmüş haliydi ve adeta evrenin gözüydü. Nasıl ki güneş ışınları her yere
girebilirse tıpkı bunun gibi Helios’un gözünden de hiçbir şey kaçmazdı.[57]
Aynı zamanda onun körlerin gözlerini açtığına inanılırdı.[58]
Selene, Hyperion’un
ve Theia’nın kızı ayrıca Helios’un kız kardeşidir. Bazı kaynaklarda da Zeus’un
ve Pallas’ın kızı olarak tanıtılır. Eğer ismi Yunanca kökenli ise büyük
ihtimalle “ışık” anlamındaki “selas” kelimesi ile ilişkilidir.
Selene, Artemis’ten önceki tanrı kuşağının ay tanrıçasıdır. Hatta onun,
Artemis’in bir başka adı ve görüntüsü olduğu da ifade edilir.[59]
Selene genellikle
boğa, at ya da geyik üzerinde güneşi takip ederken tasvir edilirdi. Ayrıca
bazen de iki atın çektiği gümüş bir araba ile gökyüzünde dolaşan soluk yüzlü,
genç ve güzel bir kadın olarak betimlenirdi. Selene’nin çok güzel kanatları
vardı. Ayrıca alnında yarım ay simgesi ve elinde de bir meşale bulunurdu.
Selene, Zeus ve Pan
ile yaşadığı aşklarla ün salmıştı. Zeus’tan Pandia adında bir kızı olmuştu.
Ayrıca Selene’nin yine Zeus’tan, etrafına dehşet saçan ve ancak Herakles
tarafından alt edilebilmiş olan Nemea Aslanı’nı doğurduğu söylenir. Daha sonra
Endymion adında bir çobana âşık olmuş ve ondan da elli adet kızı olmuştu. Bir
efsaneye göre Selene, Pandora’nın kutusundan çıkmış olan umudu korumakla
görevliydi. Bu görevde kendisine yardımcı olmaları için ölümlü genç kızları
seçerdi. Bu kızlar, insanları dünyadaki kötülüklerden korumaya çalışırlardı.[60]
Eos, Hyperion’un ve
Theia’nın kızı aynı zamanda Helios’un ve Selene’nin de kız kardeşidir. Şafak
tanrıçasıdır, ayrıca rüzgârların ve yıldızların anası olarak kabul edilir.
Zephyros’u (Karayel), Boreas’ı (Poyraz), Notos’u (Lodos) ve Euros’u (Keşişleme)
doğurmuştur.
Eos “gül parmaklı”
sıfatına sahipti. Günün ilk ışıklarını insanlara ulaştırmak için her sabah
elinde bir meşaleyle Okeanos’tan çıkar ve göğe yükselirdi. Sabahın tatlı
rüzgârını estirir ve bitkilere çiy taneleri serpiştirirdi. Geçtiği yerlerden
ışıklı renkler doğardı. Her gece kanatlı arabasına biner ve kardeşi Helios’un
yaklaştığını gökyüzüne haber vererek, Helios’a gökyüzünün kapılarını açardı.
Eos kanatlı ve çevik bir kadın olarak tasvir edilirdi.[61]
Eos bir gün
tanrılardan, sevgililerinden birini ölümsüz yapmalarını istedi. Tanrılar onun
bu isteğini kabul ettiler ancak Eos’un sevgilisine, ölümsüzlüğün yanı sıra
yaşlanmama özelliğini vermeyi akıl edemediler. Böylece ölümsüz sevgili gitgide
yaşlanmaya başladı ve sonuçta çok çirkinleştiği için Eos onu bir çekirgeye
dönüştürmek zorunda kaldı. Ayrıca Eos âşık olduğu sevgililerini kaçırmasıyla da
ünlüydü. Eos’un Ares ile de ilişkisi oldu ve bu ilişkiyi Ares’e âşık olan Aphrodite
farketti. Bunun sonucunda da Aphrodite Eos’a ağır bir ceza verdi. Bu ceza
dolayısıyla Eos, bir daha hiç kimseye âşık olamayacaktı.[62]
Astraios ise “yıldızlar”
ve “yıldızlı gök” anlamına gelir. Eurybie’nin ve Krios’un çocuğudur.
Ayrıca Pallas’ın ve Perses’in de kardeşidir.[63] Şafak
tanrıçası Eos’un kocasıdır. Euros ve Aiolos gibi bazı yıldızların ve
rüzgârların babası olarak bilinir. Astraios’un yarı kadın yarı kuş görünümlü
olan kapkaçcı Harpyalar’ın ve Başak Takımyıldızı’nın tanrıçası olan Astraia adında
bir kızın babası olduğu söylenir.[64]
İLK TANRILAR ve SIFATLARI
Hesiodos’un esas
aldığı sıraya göre ilk Yunan tanrıları ve tanrıçaları incelenecek ve ayrıca
onların sıfatları açıklanacaktır. Hesiodos’a göre evrende henüz hiçbir şey
yokken ilk önce sadece Khaos vardı. Daha sonra sırasıyla Gaia, Tartaros, Eros,
Erebos, Pontos, Ourea, Kronos, Nyks ve Aither oluştular. Homeros’a göre de
Okeanos ve Tethys tüm tanrıların çıkış noktasıydı.
M.Ö. 8. yüzyılda bir
Trakya kralı ile bir Apollon rahibesinin oğlu olarak dünyaya gelen ve efsanevi
bir isim olan veya mitolojik bir şair olan Orpheus’un görüşlerini benimseyen
Orfik Tarikatçılar’a göre ise başlangıçta sadece Kronos vardı ve evreni o
yaratmıştı. Daha sonra bu evrenden Tanrı Phanes doğdu ve hem erkek hem dişi olan
Phanes’ten de geceyi temsil eden Nyks doğdu. Daha sonra Gaia, Uranos, Kronos ve
Zeus meydana geldiler. Daha sonra Zeus, Phanes’i yutarak dünyanın egemenliğini
ele geçirdi.[65]
Khaos kelimesi; “boşluk,
dipsiz uçurum, biçimsizlik, kargaşa” gibi anlamlara gelir. Cinsiyetsiz bir
tanrısal varlık olarak kabul edilen Khaos düzenden, evrenden ya da öteki adıyla
Kosmos’tan (düzenli ve uyumlu birlik hali) önce var olmuştur. Sokrates öncesi
bir filozof olan Efesli Heraklitos (M.Ö. 535-475) Kosmos’u tanrısal yasayı
temsil eden Nomos ile özdeşleştirmiştir. Böylece Khaos’u da yasaya karşıt bir
düzensizlik olarak tanımlamıştır. Platon’un Timaios diyaloğunda ele aldığı
şekliyle, Khaos’u bir Kosmos haline dönüştüren Demiourgos, var olan şeyleri
düzene koymuş, onlara biçim vermiş ancak onları yaratmamıştır.
Yukarıda da
değinildiği gibi ilk önce Khaos’tan toprak ana olan Gaia ve gökyüzü olarak
nitelendirilen Uranos meydana geldi. Gaia’nın ve Uranos’un birleşmesinden de
Brontes, Steropes ve Arges (gök gürültüsü, parıltı ve şimşek) isimli üç Kyklop
doğdu. Kykloplar, alınlarının ortasında taşıdıkları tek gözleri ile yeraltı
alevini, gökyüzü ateşine dönüştürürlerdi. ikinci olarak Gaia ve Uranos elli
başlı ve yüz kollu Kottos, Briareus ve Gyes (öfke, güç ve dehşet) adlı Hekatonkheirleri
yarattılar. Son olarak da titanlar meydana geldi. Ayrıca Nyks’in (Gece),
Hemera’nın (Gündüz) ve Aither’in de (Hava) Khaos’tan oluştukları ifade
edilmektedir.[66]
Erebos ilk
tanrılardan biridir. Khaos’un ürettiği bir tanrıdır ve karanlığın temsilcisidir.
Nyks’in oğlu veya kardeşi olan Erebos, tek başına Aither’i, Nyks ile birleşerek
de Hemera’yı, Moros’u (ölüm tanrıçası), Keres’i (ölüm tanrıçası), Kharon’u
(ölülerin ruhlarını taşıyan, Hades’in kayıkçısı) ve Eros’u yaratmıştır.
Daha sonraki dönemlerde
ortaya çıkan bazı efsanelerde Erebos çoğu zaman Hades ülkesinin bir bölümü
olarak da tasvir edilmiştir. Ayrıca Erebos’u, yeraltı dünyasında ruhların
bedenlerden ayrılınca hemen geçtikleri bir bölüm olarak tasvir edenler de
olmuştur. Yeraltı dünyasının diğer kısmını ise titanların hapsedildiği Tartaros
oluşturur.[67]
Nyks, Khaos’un ve
Erebos’un kızıdır ve geceyi simgeler. Bazı kaynaklarda Hypnos’un eşi olarak
geçer. Ayrıca bir bereket tanrısı olan Priapos da ona âşık olmuştur. Nyks
kendisinden çekinilen ve kendisine saygı duyulan bir tanrıçaydı. Hatta zaman
zaman Zeus dahi Nyks’ten çekinirdi.
Gecenin birçok
çocukları vardı. Bunlara kısaca değinmek gerekirse Thanatos, ölüm tanrısıdır ve
önüne geçilemeyen huzurlu bir ölümü simgeler. Kanatlı bir cin veya uyuyan bir
çocuk ya da bir delikanlı olarak tasvir edilir. Kerler, ölüm tanrıçalarıdır.
Klotho, Lakesis ve Atropos kader tanrıçalarıdır. Ate, gaflet tanrıçasıdır.
Ayrıca belleği uyuşturan Lethe, belalıların en kötüsü olarak kabul edilen Tanrı
Horkos ve Hypnos, uyku tanrısıdır.
Nyks’in diğer
çocukları ise Morpheus ve Oneiros; düş tanrılarıdır, Momos; alay ve hiciv
tanrıçasıdır, Oizys; yıkım ve bela tanrıçasıdır ve Geras; ihtiyarlık
tanrısıdır. Ayrıca ihtiyarlık ve kavga tanrıçası olan Eris, kader tanrıçaları
olan Hesperidler ve Moiralar, tanrısal öcü simgeleyen Nemesis de Nyks’in
çocuklarındandır. Muhtelif rivayetlere göre Nyks’in Erebos’tan olan çocukları;
Epiphron (sağduyu), Aither (ışıklı gökyüzü), Hemera (gündüz) ve Hypnos’tur
(uyku). Ayrıca Uranos’tan Lyssa’yı (delilik) ve son olarak da kimseyle
birleşmeden Apeit (hile), Thanatos (ölüm), Nemesis (intikam), Eris (kavga,
nefret), Geras (yaşlılık) ve Oizys’i (düşler) doğurmuştur.[68]
Nyks’in diğerlerine
göre daha çok bilinen çocuklarından biri olan Nemesis, ölçüsüz ve kendine aşırı
güvenen insanları cezalandırır. Vicdan azabını simgeler ve her türlü aşırılığı
yok etmekle görevlidir. Ayrıca intikam, adalet ve ahlak tanrıçasıdır. Nemesis
genellikle ciddi ve düşünceli bir genç kız olarak tasvir edilmiştir. Eskiden
İzmir’de basılan paraların üzerinde karaborsacıları korkutmak için, Nemesis’in
resmi bulunurdu.[69]
Eris, Nyks’in kızıdır
ayrıca kavga, fesat ve nifak tanrıçasıdır. Uyumsuzluğu ve anlaşmazlığı
simgeler. Azgın ve kötü bir tanrıçadır ve genellikle kanatlı olarak tasvir
edilmiştir.
Eris’in çocuklarından
olan Ponos; cefa tanrısıdır, Algos; kötülük tanrısıdır, Apathe; hile
tanrısıdır, Lethe; unutkanlık tanrısıdır ve ayrıca bir nehir olarak da tasvir
edilir, Limos; açlık tanrısıdır, Algos; gözyaşı tanrısıdır ve son olarak Ate;
bozgunculuk ve suç tanrısıdır. Bunlar bir bakıma evrendeki bazı kötü duyguların
ve kötülüklerin sembolik bir ifadesidirler.
Hesiodos, Ares’in
kardeşi olan ikinci bir Eris’ten daha bahsetmektedir. O, Zeus’un meydana
getirdiği ve amacı sadece rekabet olan bir tanrıçadır. İnsanlara çalışma
zevkini ilham eder. Truva Savaşı’nı “en güzeline” diyerek ortaya attığı
bir elma ile başlatan da odur. Bu ikinci Eris de diğeri gibi kanatlı olarak
tasvir edilir.[70]
Tartarus ya da
Tartaros, hem bir tanrının hem de yeraltında bir yerin adıdır. Ünlü şair
Hesiodos’a göre ağır bir demirin cennetten dünyaya düşmesi dokuz gün
sürmektedir. Şaire göre, bir dokuz gün daha sonra ölüler diyarının en altında,
Hades’in bile en uzağında bulunan Tartaros’a ulaşır.
İlyada’da Tartaros
ile Hades'in arasındaki uzaklığın dünyayla cennet arasındaki uzaklıkla aynı
olduğu belirtilmiştir. Üç kat geceyle kaplı bir bronz duvarın içinde durmakta
olan Tartaros, evrende oluşan ilk varlıklardandır. Yerleşiklerinden,
Kyklopların gözcüsü olan ve buranın üstünde ikamet ve bekçilik eden intikamcı
yarı yılan Kampe’nin Zeus tarafından yok edildiği rivayet edilse de, cesetlerin
etini iliklerine kadar yiyip bitiren korkunç demon Eurinomus’un muhtemelen
halen orada olduğuna inanılmaktadır.
Aslında Tartaros,
cehennemin karşılığıdır. Katiller, günahkârlar, tanrılara karşı çıkmış olanlar
ve tüm kötüler yeraltının en alt katmanı olan Tartaros’ta mahkûm edilirlerdi.
Tartaros’a hükmeden kişi ise Hades’ti. Bu diyar ölülerin mekânı olmasına rağmen
buraya yeryüzünden de girilebilirdi. Tartaros’u korkunç ve üç başlı bir köpek
olan Kerberos korurdu. Ayrıca Tartaros’un Gaia ile birleşmesinden korkunç
canavarlar olan Typhon ve Echidna doğmuştu.
Tartoros ile ilgili
bir Orpheus hikâyesine göre; Orpheus, gelmiş geçmiş en büyük lir sanatkârıdır
ve karısı Eurydike’yi her şeyden çok sever. Ancak gün gelir ve Eurydike ölür.
Orpheus bu acıya daha fazla dayanamaz ve karısını Tartaros’tan kurtarmaya karar
verir. Ancak bu iş onun için çok zor olacaktır, zira karşısında hem ölüler
diyarının efendisi Hades hem onun eşi Persephone ve hem de Tartaros’un bekçisi
olan Kerberos vardır. Ancak Orpheus, karısı Eurydike’yi çok sevdiğinden, onu
kurtarmak için her şeyi göze almıştır. Sonunda yeraltı dünyasına girmenin bir
yolunu bulur. Böylece Hades’in ve Persephone’nin karşısına çıkar. Konuşarak
onları ikna edemeyeceğini bildiğinden onlara lir çalmaya başlar. Hades ve eşi
bu melodiden o kadar etkilenirler ki, ona Tartaros’a girmesi için izin
verirler. Hatta öyle bir melodidir ki bu, bekçi Kerberos’u bile
sakinleştirmiştir.
Böylece Hades,
Orpheus ile bir anlaşma yapar. Karısının gitmesine izin verecektir ancak bir
şartla, Orpheus ölüler ülkesinden çıkmadan asla karısına bakmayacaktır aksi
takdirde Eurydike'nin ruhu sonsuza kadar kaybolacaktır. Orpheus bu antlaşmayı
kabul eder ve eşiyle birlikte yola çıkar. Ona bakmaması gerektiğinden Orpheus
lir çalarak önden gider. Çıkışa çok yaklaştığında kimine göre yanındakinin
karısı olup olmadığından emin olmak için, kimine göre karısının çığlığını
duyduğu için, kimine göre de sadece bir ses duyduğu için dönüp geriye bakar ve
o anda eşiyle göz göze gelir. Böylece Eurydike’nin ruhu sonsuzluğa karışırken
eşini bir daha kaybeden Orpheus iyice kahrolur. Yaşayanların dünyasına
döndüğünde de bu acıya daha fazla dayanamaz ve o da hayatını kaybeder. Ölüler
diyarında eşi ile buluşup buluşmadığına gelince, bazıları onların kavuşup
sonsuza dek mutlu olduklarını, bazıları da Orpheus’un lir çalarak eşini her
yerde aramaya devam ettiğini rivayet etmişlerdir.[71]
Eros aşk ve şehvet
tanrısıdır. Bazen doğurganlık ve bereket tanrısı olarak da kabul edilen Eros,
erotik ve benzeri kelimelerin de kökünü oluşturmuştur. En eski Yunan
tanrılarından biri olmasına rağmen tanrılar panteonuna oldukça geç girmiştir.
Hesiodos’un genel olarak kabul gören “Theogonia” adlı eserine göre Eros,
Khaos’tan, Gaia’dan ve Tartaros’tan sonra evrene dördüncü olarak gelen tanrısal
bir varlıktır. Eros, genelde Aphrodite ile beraber anılır ve Dionysos gibi
bazen “eleutherios” yani kurtarıcı olarak kabul edilir.
Aphrodite kadınların
erkeklere olan aşkını temsil ederken, Eros ise erkeklerin kadınlara olan
aşkının temsilcisidir. Eros sadece aşkın tanrısı değil, aynı zamanda sonsuza
dek sürecek olan yaratıcı üreme işleminin de bir sembolüdür. Eros aslında bir
tanrıdan ziyade daha çok bir ilke niteliğindedir. Bazı yazarlar da Eros’u bir
tanrı olarak değil de bir cin olarak tanımlamışlardır. Khaos’tan bir düzenin
oluşması onun sayesinde olmuştur. O, evreni meydana getiren sevgidir ve
türlerin devamlılığını sağlar ve o, insanların ve tanrıların akıllarını
başlarından alan karşı konulmaz bir güçtür.[72] Okunu
fırlattığı kimse aşk ateşi ile yanar. O, her yerde ve her şeyde vardır, çünkü
sevgi her yerdedir ve asla sınır tanımaz.[73]
Bazı görüşlere göre
Eros, gecenin ilk yumurtasından doğmuş (Aristophanes’e [M.Ö. 456-386] göre
Nyks’ten ve Erebos’tan doğmuştur), bu yumurtanın iki yarısından da Gaia ve
Uranos doğmuştur. Bazılarına göre de Eros, İris’in ve Zephyrus’un oğludur.
Diğer bazı görüşlere göre ise Eros, yoksulluk ve çarenin oğludur. Bu yüzden de
sürekli olarak bir arayış içindedir ve eninde sonunda mutlaka amacına ulaşır.
Yine de bu sürekli doyumsuzluk ve kaygı halinden dolayı hiçbir zaman tam
anlamıyla bir şeye sahip olamamıştır. En yaygın kanaate göre ise Eros,
Artemis’in ve Hermes’in oğludur veya Aphrodite’nin ve Ares’in oğludur. Ayrıca
Eros’u Aphrodite’nin çok yakın bir arkadaşı olarak kabul eden görüşler de
vardır.[74]
Eros genellikle son
derece güzel, kanatsız veya kanatlı, yüreklere endişe ve heyecan vermekten
hoşlanan bir çocuk olarak tasvir edilir. Görünürdeki bu masum çocuğun arkasında
keyfine göre davranıp, insanlarda aşk yaraları açan bir tanrı vardır. Aşkın
gözü kör olduğu için Eros’un gözlerinin de kör olduğuna inanılmıştır. Eros’un
iki çeşit oku vardır; altın oku isabet ettiği kişide aşk duygusunu yaratır, kuş
tüyünden olan oku ise kayıtsızlık duygusunu yaratırdı.[75]
Bir rivayete göre,
attığı oklarla insanları birbirine âşık eder ancak bu oklarının kendisine
hiçbir yararı olmazdı. Ancak bu rivayetin tam tersi bir başka rivayete göre de,
bir gün Eros kendi oklarının hedefi olur. Güzelliği Aphrodite ile neredeyse eş
değerde tutulan ve adının anlamı “ruh” olan Psykhe adında çok güzel bir
kıza âşık olur. Aphrodite bu kızın güzelliğini çok kıskanır ve Eros’un onu
okuyla vurarak, bir ejderhaya âşık etmesini ister.
Ancak Eros,
Psykhe’nin yanına gittiğinde kendisi ona âşık olur ve onun yanından bir daha
ayrılamaz. Eros, kendisinin bir tanrı olduğunu anlamaması için Psykhe’ye
geceleri asla ışık yakmamasını söyler. Fakat kız, bu sözü bir gece dinlemez
çünkü kız kardeşleri ona Eros’un bir ejderha olabileceğini ve ona karşı
dikkatli olması gerektiğini söylerler. Bu durum karşısında Pyskhe merakına
yenik düşer ve Eros uyurken bir mum yakıp onu izlemeye başlar. Yüzüne düşen bir
mum damlası Eros’u uyandırır ve kız yanan mum ışığında Eros’un bir tanrı
olduğunu anlar. Eros ne yapacağını bilmez bir halde oradan uzaklaşıp kaçar,
böylece Psykhe korkunç bir aşk acısı yaşamaya ve bu acıyla her yerde Eros’u
aramaya başlar. Daha sonra birbirlerine kavuşan Eros ve Psykhe, Zeus tarafından
evlendirilirler.
Eros’un yanından hiç
ayrılmayan yardımcıları vardır. Bu yardımcılardan Anteros; aşk öcünü alır ve
aşka karşı koyar, aynı zamanda onun Eros’un kardeşi olduğu da söylenir. Ayrıca
Himeros ve Pethos; özlemi, Peitho; ikna etme kabiliyetini ve Hymenaios ise;
düğün coşkusunu simgeler.[76]
Pontos, Gaia’nın tek
başına meydana getirdiği oğludur ve bir deniz tanrısıdır. Bazı efsanelerde de
Gaia’nın ve Aither’in oğlu olduğu belirtilir.[77] Ayrıca
Pontos, Karadeniz’e adını veren tanrı olarak kabul edilir ve isminin anlamı “derin”
ya da “deniz” demektir. Ayrıca “konuk seven deniz” sıfatına
sahiptir.[78]
Pontos birçok dişi ve
erkek akarsuların babasıdır. Gaia, Pontos ile birleşmiş ve bu birleşmeden bir
deniz tanrısı olan Nereus ayrıca Thaumas, Porkis, Keto, Pemphredo, Enyo,
Graialar ve Gorgolar doğmuştur. Başka rivayetlere göre de doğdukları günden
beri yaşlı ve çirkin kadınlar olan Graialar ve baktıkları her şeyi taşa
çevirebilen, kendilerinden, insanların ve hatta tanrıların bile çekindiği
korkunç Gorgolar; Phorkys ve onun kardeşi olan Keto’nun evliliğinden
olmuşlardır.[79]
Gorgolar; Sthenno,
Euryale ve Medusa olmak üzere üç kız kardeştirler. Medusa’nın kelime anlamı “kraliçe”
demektir. Bu kardeşlerin içlerinde bir tek Medusa ölümlüdür ve Perseus
tarafından başı kesilerek öldürülmüştür. Medusa’nın kanından da Khrysaor ve
Pegasos doğmuştur. Pegasos, Zeus’un şimşeklerini ve yıldırımlarını taşıyan
kanatlı bir attır. Ayrıca bu at, şiirsel ilham ile özdeşleştirilir. Zeus daha
sonra Pegasos’u bir yıldıza dönüştürmüştür.
Khrysaor’dan ve
Okeanos kızı Kallirhoe’den de üç başlı bir dev olan Geryoneus ve vücudunun
yarısı kadın yarısı yılan olan Ekhidna doğmuştur. Ekhidna’dan ve Typhon’dan da
kendileri gibi birçok korkunç canavarlar ve köpekler türemiştir. Hades’in
cehennem bekçisi olan, üç başlı korkunç köpek Kerberos da bu canavarlardan
birisidir. Typhon da Gaia’nın ve Tartoros’un çocuğudur.[80]
Nereus denizin ve
toprağın ilk çocuğudur. Daima dürüst, yumuşak huylu ve iyi bir tanrı olmuştur.
Su tanrılarının en büyüğü olarak kabul edilir. Diğer su tanrıları gibi görünüm
değiştirme ve gelecekten haber verme yeteneklerine sahiptir. Nereus ismi, “akıcı”
anlamına gelir ve kendisine “deniz ihtiyarı” da denir.
Nereus denizin
derinliklerinde gümüş bir sarayda yaşardı. Okeanos kızı Doris ile evlenmiş ve
bu evlilikten elli adet Nereus kızı (Nereidler) doğmuştu. Bu kızlar denizin
çeşitli renklerini ve dalgalarını simgelerlerdi.[81]
Thaumas, Nereus’un
oğludur ancak bazı rivayetlere göre de Gaia’nın ve Pontos’un oğlu olarak kabul
edilir. Yağmur damlalarının tanrısı olarak bilinir. Okeanos kızı Elektra ile
evlenmiş ve bu evlilikten İris ve Harpyalar doğmuştur.
İris, tanrılarla
insanlar arasında aracılık yapmak ve tanrıların mesajlarını insanlara iletmekle
görevlidir. Daima Zeus’un ve Hera’nın hizmetindedir. Gökkuşağını simgeler ve
gökkuşağı nasıl yer ile gök arasında bir köprü gibiyse İris de tanrılar ve
insanlar arasında adeta bir köprüdür. Hem denizde hem havada bütün hızıyla yol
alabilir. Ayrıca İris, ışığı simgeleyen tanrıçalardan biridir. Altın kanatlı,
rüzgâr gibi hızlı, genç ve güzel bir kız olarak tasvir edilir.[82]
Bazı kaynaklarda Eros’un annesi olarak kabul edilmiştir.[83]
Harpyalar ise,
Elektra’nın ve Thaumas’ın kızları olup, borayı ve kasırgayı temsil ederler.
İsimleri, Aello (Kasırga) ve Okypete (Bora) şeklindedir. Ölülerin ruhlarını
Hades’e götürmekle görevlidirler. Bunlar kadın başlı, yırtıcı kuşlardır.
Çocukları ve ruhları kapıp kaçtıkları için onlara, “kapıp kaçanlar”
anlamına gelen “Harpya” ismi verilmiştir. Önceleri güzel ve hızlı uçan
kuşlar olarak tasvir edilirlerken daha geç dönemlerdeki tasvirlerinde korkunç
görünümlere bürünmüşlerdir.[84]
Aither (Esir), Yunan
mitolojisindeki ilk tanrılardandır. Hakkında çok fazla bilgi olmamakla birlikte
genellikle gökyüzünün, uzayın ve cennetin tanrısı olarak kabul edilmiştir.
Hesiodos’a göre Aither, Erebos’un ve Nyks’in çocuğudur. Bazı rivayetlerde ise
Khaos’un çocuğu olarak kabul edilmiştir.[85]
Yunan mitolojisindeki
ilk tanrılardan olan Ourea, dağları simgelerdi ve dağlardan sorumluydu.
Gaia’nın çocuğu olarak bilinen Ourea’nın mitolojide çok fazla ismi geçmez ancak
yine de Hesiodos ondan az da olsa bahsetmiştir.[86]
OLYMPOSLU TANRILARIN ve
TANRIÇALARIN SIFATLARI
Tez çalışmasının bu
bölümünde baş Tanrı Zeus’tan başlayarak on iki Olymposlu tanrı ve tanrıça,
kronolojik sıraya bağlı kalınarak incelenecektir. Tanrılarla ilgili başlıca
eserler, Homeros’un îlyada ve Odysseia destanları ve o dönemde yazılmış
Hesiodos’un İşler ve Günler adlı eseri ile Tanrıların Doğuşu (Theogonia) adlı
şiirleridir. îşler ve Günler’in orijinal ismi, “Erga Kai HemeraT ve
Latincesi, “Opera et Dies”tir. Hesiodos bu eserini kardeşine öğüt vermek
amacıyla yazmış ve eserde daha ziyade günlük yaşamdan ve çiftçilik hayatından
bahsetmiştir. Bu eser iki bölümden oluşur. Birinci bölümde, tanrılar arasındaki
savaşlardan ve bazı önemli olaylardan bahsedilir. İkinci bölümde ise bir
köylünün nasıl yaşaması gerektiği anlatılır. Hesiodos, “Tanrıların Doğuşu”
adlı eserinde ise evrenin yaratılışı, tanrıların kökeni ve tanrılar arasındaki
yetki paylaşımından bahsetmiştir. Bu edebiyat eserleri Eski Yunan Dini hakkında
bilgi verirler ve aynı zamanda onun karmaşıklığını da gösterirler.[87]
Asıl Yunan tanrıları
İsa’dan iki bin yıl kadar önce Akalar ve Dorlar tarafından kuzeyden
getirilmişlerdi. Bu tanrıların başında ışıklı gökyüzünün tanrısı vardı ve bu
Tanrı klasik Yunan panteonunda tanrıların başı Zeus’a dönüşecekti. Daha sonra
yüzyıllar boyunca bu tanrılar ve tanrıçalar doğudan gelen tanrılarla ve
tanrıçalarla karıştı ve onların tanrısal özellikleri daha önceki tanrılara da
verildi. Mesela, Aphrodite özelliklerinin çoğunu İştar veya Astarte adlı Doğu
Tanrıçaları’ndan almıştır. Hera ise Akhaların eski bir tanrıçasının özelliklerini
ve Giritlilerin ana tanrıçası ile Küçük Asya Kavimleri’nin ana tanrıçasının
izlerini taşırdı.
On iki Olymposlular
ya da sadece Olymposlular (Olympiyan), Yunan mitolojisinde dünyanın
yöneticileri olan tanrılar grubudur. Onlar; kendilerinden önceki tanrı kuşağı
olan titanları, Titanlar Savaşı’nda yenerek yönetimi ele geçirmişlerdir.
Titanlar Savaşı; titanlar ve tanrılar arasında on bir yıl boyunca devam etmiş
olan bir savaştır. Titanların merkezi Othyrs Dağı, tanrıların merkezi ise
Olympos Dağı’dır. "Tanrıların Kralı" sıfatıyla Zeus, Olymposlu
tanrıların lideridir. Kraliçe sıfatı ise Zeus’un eşi Hera’ya aittir. Tanrıların
Olymposlu sıfatı Yunanistan'ın en yüksek dağı olan Olympos Dağı’ndan gelir.
Tanrıların bu dağın zirvesinde ve bulutların arasında sarayları olduğuna
inanılır. On iki sayısı ise birçok mite konu olmuş bir rakamdır. Bu duruma
örnek olarak, Yahudilikteki on iki İsrail kabilesi, Hıristiyanlıktaki Hz.
İsa’nın on iki havarisi ve Alevilikteki on iki imam gösterilebilir. Sayıya
yüklenen bu bakış açısından olsa gerek Yunan tanrılarının sayısı da on iki
tanedir ve on üç sayısının uğursuzluğuna inanılır. Örneğin İskandinav
mitolojisinde tanrıların yemek masasına oturan on üçüncü Tanrı Loki bu sayının
uğursuzluğundan dolayı iyilik tanrısı Balder’in ölümüne neden olmuştu.
Yunan mitolojisinde
önceden on iki Olymposlu arasında gösterilen Hestia ve Dionysos Olympos’a
geldiklerinde tanrıların sayısı on üç olmasın diye Olympos’taki tahtlarını
bırakıp insanların arasına karışmışlardı. Başka bir görüşe göre de Hestia
Olympos’taki yerini Dionysos’a bırakarak insanlar arasında yaşamaya başlamıştı.
Yeraltı ve ahiretin tanrısı olan Hades ise çoğu zaman Olymposlu sayılmasına
karşın genelde yeraltında yaşadığı için sürekli olarak Olympos’ta bulunmazdı.
Demeter’in kızı olan Persephone de altı ay yeraltı dünyasında kocası Hades ile
yaşardı, altı ay ise Olympos’ta diğer tanrılar ve annesi Demeter ile birlikte
yaşardı. Dolayısıyla Hades’in yeraltında, Poseidon’un da denizin altında olmak
üzere Olympos dışında da sarayları vardı. Ayrıca Demeter ve Hestia örneklerinde
olduğu gibi tanrılar isterlerse Olympos’tan tamamıyla ayrılabilirlerdi ya da
Herkül gibi yeni tanrılar veya Ganymedes gibi ölümlüler de Olympos’a kabul
edilebilirlerdi.
Olympos tanrıları
başlıca iki gruba ayrılırlardı. Birinci kuşak denilen ilk doğan tanrılar,
titanlar soyundan gelirlerdi. İkinci kuşak olarak tabir edilen sonradan doğan
tanrılar ise tamamıyla baş Tanrı Zeus’un çocuklarıydılar. Bu durumun yalnız iki
istisnası vardı. İlki, kimi kaynaklara göre Aphrodite’nin, Titan Kronos’un
babası olan Uranos’un denize düşen cinsel organından doğduğu, dolayısıyla
titanlar soyundan geldiği kabul edilir. İkinci istisna ise Hephaistos’tur ve
bazılarına göre Tanrıça Hera, Hephaistos’u eşsiz olarak, tek başına doğurmuştur.132
Eski Yunancada “u”
harfi olmadığı için asıl adı Zevs’tir. Zeus, insanların ve diğer tanrıların
tanrısıdır. Aynı zamanda güneş, gökyüzü ve verimlilik tanrısıdır. Zeus, evrenin
mutlak önderidir. Yeryüzündeki ahengi ve düzeni sağlar. Dilediğine şan şöhret
ve güç verir. Dürüst insanları tüm kötülüklerden korur ve kötüleri de
cezalandırır. Zeus, her şeyi görür ve bilir. Çapkın bir tanrı olmasıyla da
meşhurdur. Ölümlülerle ve ölümsüzlerle birçok evlilikleri olmuştur ve bu
evliliklerden de birçok çocuk meydana gelmiştir.
Zeus’un eşlerine ve
çocuklarına kısaca değinmek gerekirse, ilk eşi Okeanos kızı Metis’tir ve
bilgeliği simgeler. Ayrıca Metis, Athena’nın annesidir. İkinci eşi adaleti
simgeleyen Themis’tir ve Themis’ten Horalar ve Moiralar doğmuştur. Üçüncü eşi
Okeanos kızı Eurynome’dir ve Kharitler’in annesidir. Dördüncü eşi Gaia’nın ve
Uranos’un kızı olan ayrıca adı “hafıza” anlamına gelen Mnemosyne’dir ve
dokuz esin perisi olan Musaları doğurmuştur. Beşinci olarak kardeşi
Demeter’den, daha sonra Hades’in karısı olacak olan Persephone doğmuştur.
Altıncı olarak Leto’dan Apollon ve Artemis, yedinci olarak yine kardeşi
Hera’dan Ares, Hephaistos, Hebe ve Eileithyia doğmuştur. Sekizinci olarak
Atlas’ın kızı Maia’dan Hermes ve son olarak da bir ölümlü olan Semele’den
Dionysos doğmuştur.
Zeus, birçok
ölümlüyle aşk yaşamıştı ve sonunda bu ölümlü kadınlar daima hüsrana
uğramışlardı. Bu durumda Zeus, ölümlü kadınları kendi çıkarları doğrultusunda
kullanan, bencil bir karaktere de sahip olmuştu. Zeus, güzel olan her şeye
gönlünü kaptırırdı ancak bu çapkınlığı hiçbir zaman onun yüceliğine gölge
düşürmezdi. Hatta İstanbul Boğazı’nın yabancı dillerdeki karşılığı olan "Bosphorus"
yani "înek Geçidi" isminin de yine Zeus’un bir çapkınlığından
dolayı eşi Hera’dan gizleyebilmek için bir ineğe dönüştürdüğü sevgilisi İo’dan
kaynaklandığı söylenir.
Kronos, tahtını
elinden almaları korkusundan dolayı doğan bütün çocuklarını yutardı. Rhea
Zeus’u doğurunca Gaia, Rhea’ya bir taşı kundaklayıp Kronos’a vermesini söyledi
ve Kronos bu kundaklanmış taşı oğlu Zeus zannederek yuttu. Böylece Gaia, İda
Dağı’nın eteklerinde torunu Zeus’u saklamayı başardı. Bu dağda kutsal bir keçi
olan Ameltheia Zeus’u sütüyle büyüttü ve Kentaurlar onun ağlama sesini, babası
Kronos duymasın diye kalkanları ile gürültüler çıkararak gizlediler.
Daha sonra Zeus,
Kronos’un karşısına bir rakip olarak çıktı ve ona yuttuğu tüm çocuklarını
kusturttu. Kronos’u da yerin karanlıklarına gönderdi. Böylece Zeus,
kardeşlerini ve hatta yeraltına Kronos tarafından hapsedilmiş, amcaları olan
titanları özgürlüklerine kavuşturdu. Amcaları da ona bu iyiliğinin karşılığı
olarak gök gürültüsünü, yıldırımı ve şimşeği verdiler. Fakat Zeus bu iyiliğine
rağmen daha sonra onun hükümdarlığını kabul etmeyen titanlarla savaşmak zorunda
kaldı. Bu mücadeleyi de kazandı ve titanları tekrar yerin altına hapsetti.
Böylece Zeus bütün ölümlüleri ve ölümsüzleri buyruğuna alıp saltanatını ilan
etti. Kardeşleriyle beraber dünyayı bir düzen içinde idare etmek için Olympos’a
yerleşti ve kardeşlerinin her birine çeşitli görevler verdi.
Zeus’un birçok
sıfatları vardır, o bulutları devşiren, göklerde gürleyen, şimşek savuran,
uzaktan duyulan gök gürültüsü, keçi derisinden kalkan taşıyan, yağmuru
yağdıran, rüzgârları estiren ve göğe gökkuşağını asandır. Bu sıfatları Yunanca
isimleriyle belirtecek olursak Zeus, Nephelegereta (bulutları devşiren),
Hypsibremetes (göklerde gürleyen), Asteropetes (şimşekleri savuran),
Terpikeraunos (yıldırımları savuran), Erigdoupos (uzaklardan duyulan yankılı
gök gürültüsü) ve Aigiokhos (kalkan taşıyan) sıfatlarının sahibidir. Zeus’un
başka sıfatları da vardır, baba (Pater), kurtarıcı (Soter), aile ocağının ve
varlıkların koruyucusu (Ktesios), konukları gözeten (Ksenios), ulusal
bağımsızlığın koruyucusu (Eleutherios) ve yeminin kutsallığını koruyandır
(Horkios). Ayrıca Zeus, Kronos oğlu ve Olymposlu sıfatlarına da sahiptir. Zeus
kelimesi ise tanrısal, baba ve gök baba anlamlarına gelmektedir.[88]
Zeus’tan üstün olan
sadece "kader" vardı. Dolayısıyla kimse onu yönlendiremezdi. O
bütün tanrıların güçlerinin toplamından daha güçlüydü ancak buna rağmen yine de
her şeyi bilemez ve aynı anda birçok yerde bulunamazdı. Dolayısıyla Zeus’un
zaman zaman aciz kaldığı anlar olurdu.[89]
Zeus, hiddetli ve
cezalandırıcı olduğu kadar adaletli ve daima doğruluktan yana olan bir
tanrıydı. Güçlerini yerinde ve zamanında kullanırdı. Haksız yere hiçbir şeyi ve
hiç kimseyi incitmek istemezdi.[90]
Ayrıca Zeus kaprissiz, yardımsever ve sorumluluklarını bilen bir tanrıydı.
İyiliği dağıttığı gibi kötülüğü de dağıtırdı.[91]
Zeus’un insanlara
haberlerini kartallarla gönderdiğine inanılırdı. İnsanlar, kartalların uçuş
biçimine göre Zeus’un öfkeli ya da sakin olduğunu anlarlardı. Zeus, gökyüzünün
parlaklığını ve ışıltılı aydınlığını simgelerdi. Kendisini, ayrıca diğer tanrıları
ve insanları istediği kılığa sokabilirdi.[92] Zeus, oğlu
Hephaistos’un yaptığı krallık asasını taşırdı. Güçlü ve olgun bir adam olarak
tasvir edilirdi.[93]
Zeus kültü ilk olarak
Girit Adası’nda ortaya çıktıysa da en önemli kült merkezi Olympia’dadır.
Olympia’daki Zeus Tapınağı’nda bulunan Zeus heykeli dünyanın yedi harikasından
biridir. Ayrıca ilk olimpiyatlar yine bu şehirde ve bu tanrı adına
düzenlenmiştir. Çiftçilik ile geçimlerini sağlayabilmeleri için yağmura muhtaç
olan Anadolu coğrafyasında gökyüzü ve yağmur tanrısı olarak kabul gören Zeus,
bu bölgede yaşayan insanlar için de daima önemli bir tanrı olmuştur. Hititlerin
baş tanrısı olan Teşup, tıpkı elinde şimşekle betimlenen ve boğa ile simgelenen
Zeus gibi bir gök tanrısıdır. İkisi de aynı şekilde evin ve yuvanın
kutsallığını temsil eden tanrıçalarla evlidirler. Bu açıdan Zeus’un kökeni
sadece Yunan Uygarlığı’nda aranmamalıdır. Zaten yerel inanışlarda var olduğu
için Anadolu’da da saygı görmüş ve adına birçok tapınaklar
yapılmıştır. Ayrıca
Zeus, İskandinav mitolojisindeki fırtına tanrısı Odin’in oğlu Thor ile de
özdeşleştirilmiştir.139
Bu noktada Yunan
mitolojisinde oldukça önemli bir yeri olan Truva Savaşı’na ve bu savaşta
Zeus’un konumuna ve önemine değinmekte fayda görülmektedir. Truva’nın yalnızca
mitolojik bir kent olduğu düşünülürken, 1870 yılında Alman arkeolog Heinrich
Schliemann (1822-1890) tarafından başlatılan ve İkinci Dünya Savaşı’ndan önce
Amerikan arkeolog Carl Blegen (1887-1971) tarafından devam ettirilen kazıların
sonucunda önemli veriler elde edildi.
Çanakkale Boğazı’nın
güney sahillerinde, Küçük Asya'nın kuzey batısındaki Troas Bölgesi’nde bir
sırtın üstünde, bugünkü Çanakkale’nin birkaç kilometre güney batısında bulunan
Hisarlık Tepesi’nde dokuz kere yıkılıp yeniden kurulmuş çok eski bir şehir
bulundu. Truva, denizin olumsuz etkilerinden korunacak kadar içeride olmasına
karşın, Helespontos (Çanakkale) ile Karadeniz’i bağlayan ticaret yoluna hâkim
olacak kadar da denize yakın bulunuyordu. Her yıkılışında yeniden yapılmış bu
önemli ticaret şehrinde dokuz tabaka vardı. Bunlardan M.Ö. 15-12. yüzyıla ait
olan altıncı tabaka, Homeros’un bahsettiği Truva’dır. Homeros’un Truva
Savaşı’nda bahsettiği kentin Yunanlar tarafından tahrip ediliş tarihi olarak
M.Ö. 1184 yılı kabul edilir.
M.Ö. 2000 yılının
ortalarında Hisarlık Tepesi’nin doğusunda kalan topraklar Büyük Hitit
İmparatorluğu’na aitti. M.Ö. 1250-1220 yılları arasında krallığını sürdürmüş
olan Hitit Kralı IV. Tuthaliya’ya ait bir kaya anıtında "Wilusa"
ve “Troas” adında iki yerden bahsediliyordu. Hititoloji bulgularına göre
Truva (İlion), Hititlerin sözünü ettiği Wilusa Kenti’dir. Böylece günümüzden
5000 yıl önce Truva’da Hititlerin yaşamış olduğu ortaya çıkmıştır. Zaten şehrin
çağımızda bulunan bronz mührü Eski Yunanca Dili’nde değildi. Bu mühür,
Anadolu’da binlerce sene önce konuşulan Luvi Dili’nde yapılmıştı. Ayrıca
toprağın metrelerce altından çıkarılan evler de eski Yunan mimarisinin
özelliklerini taşımıyorlardı ve Anadolu’ya has bir mimari yapıya sahiptiler.
Yunan edebiyatında
çok önemli bir yere sahip olan destanlar yüzyıllarca ağızdan ağza dolaşmış ve
M.Ö. 700 yıllarında yazıya aktarılmıştır. Homeros "1 harta"
adlı eserini de
bu dönemde yazmıştır.
Destanların yazıya aktarılmadan önce saraylarda aidoslar (şarkıcılar) tarafından
dönemin çalgı aletleri olan forminks ve kitara eşliğinde şiirsel bir dil ile
anlatıldığı bilinmektedir. Homeros halk efsanelerini ve öykülerini anlattığı
eserleri ile sadece Yunan edebiyatında değil, batı dünyasında da ilk ve en
büyük anıtsal eser yazarı olarak yerini almıştır.
Akalar, Antik
Yunanistan’da bir ırktır. M.Ö. 2000 yılı başlarında kuzeyden ve doğudan göçen
kavimlerin Yunanistan’daki Kar’lar ile birleşip kaynaşmasından doğmuş yeni bir
ırk olduğu ve yarımadaya hem kuzeyden hem de güneyden geldikleri tahmin
edilmektedir. Avrupa’dan gelen İndrogermenler ile adalar yoluyla Yunanistan’a
geçen Anadolu insanının kültür ve dil özelliklerini taşırlardı. M.Ö. 1600
yılından sonra yüksek ve özgün bir kültür yaratmışlardı. Bu kavim, Grekçe
öğeleri az olan arkaik bir Yunanca konuşurlardı. Ayrıca Akalar, yazıyı
bilirlerdi ve dinsel yaşamlarında tanrı kültlerinden ziyade ölüler ile ilgili
kültler daha çok yer tutardı. Ölülerin başka bir dünya da yaşadıklarına
inanırlardı. Dolayısıyla bu anlamda bir ahiret inancına sahiptiler.
Akalar, Yunanistan’da
birçok krallıklar kurmuşlardı. Bu krallıklar arasında çok yakın ilişkiler
vardı. Elbette zaman zaman türlü nedenlerle krallıklar arasında savaşlar
çıkmıştı, güçlü krallar krallıklara egemen olmuştu ve bazen deniz aşırı
savaşlara da katılmışlardı. Fakat hiçbir zaman kent devletleri merkezi bir
devlet çatısında birleştirilememişti. En büyük krallıklar bile feodal
nitelikten kurtulamamışlardı.
Akaların siyasal
bakımdan en güçlü oldukları dönem M.Ö. 1400-1200 yılları arasıydı. Bu dönemde
bütün Peloponnes’i içine alan büyük krallıklar kurmuşlardı ve bu krallıklar
arasında güçlü kültürel ve ticari ilişkiler geliştirmişlerdi. İşte Truva
Savaşı, Akaların komşu ülkelere yayılmasının bir sonucu olmuştur.
Truva Savaşı, Yunan
mitolojisinde Truvalı Paris’in Sparta Kralı Menelaus’un (Menelaos) karısı
Helen’i kaçırması sonucunda Yunanlar’ın (Akaların) Anadolu’daki Truva Kenti’ne
saldırmasını içeren bir savaştır. Bu savaş, Yunan mitolojisi ve edebiyatında
çok önemli bir yere sahiptir ve savaşın detayları Anadolulu ozan Homeros’un
İlyada ve Odysseia adlı destanlarında anlatılmaktadır. İlyada’da on yıl süren
savaşın son bir aylık dönemi en ince ayrıntılarına kadar anlatılırken,
Odysseia’da ise Yunanlı komutanlardan Odysseus’un Truva'nın düşüşünden sonra
vatanı olan İthaka’ya yaptığı yolculuktan bahsedilir.
Bu savaşta önemli bir
isim olan Odysseus, Penelope ile evlidir ve ondan Telemachus adlı bir oğlan
çocuğu olmuştur. Odysseus, ailesinden ayrılmamak ve savaşa katılmamak için deli
taklidi yaparak tarlasına tuz eker. Ancak Palamades ondan daha kurnaz çıkarak
küçük oğlanı sabana koşar. Odysseus, oğlunu bu durumdan kurtarabilmek için
aslında deli olmadığını itiraf etmek zorunda kalır ve böylece savaşa katılır.
Bu savaştaki diğer
bir önemli isim de Akhilleus’tur (Aşil) ve Yunan mitolojisinde sıklıkla
bahsedilmiş kişilerden biridir. Homeros’un İlyada Destanı aslında Truva Savaşı
ile birlikte, Akhilleus’un da destanıdır. Akhilleus, Peleus’un ve Thetis’in
oğludur. Thetis, Nerus’un kızıdır yani bir deniz tanrıçasıdır. Akhilleus, bir
at adamın yanında (Kherion) büyütülür ve bu at adam tarafından eğitilir.
Akhilleus ölümüne sebep olsa bile bir kahraman olarak yaşamayı seçmiş ve bunun
için Truva Savaşı’na katılmaya karar vermiştir. Akhilleus’un annesi bir tanrıça
olduğu için, doğumunda kutsal sularla kutsayarak, oğluna ölümsüzlük bahşetmiş
ancak onu suya batırırken topuğundan tuttuğu için Akhilleus’un topuğu suyun
dışında kalmış ve yalnızca buradan yaralanırsa öldürülebilmesi mümkün olmuştur.
Akhilleus, zırh ve miğfer ile korunurken, açıkta kalmış olan topuğundan bir
okla vurulana kadar ölümsüzlük ya da silah işlemezlik özelliğine sahip
olmuştur. Günümüzde de bu efsaneden dolayı tıpta, ayak bileğinin arkasındaki
tendona “aşil tendonu” adı verilmektedir.
Zeus, düzenlediği bir
toplantıya tanrıçalardan Eris’i davet etmez. Bunun üzerine Eris, toplantıya
altın bir elma gönderir ve bu elmanın "en güzel tanrıçaya"
verilmesini ister. Athena, Hera ve Aphrodite altın elmanın kime verilmesi
gerektiği konusunda anlaşmazlığa düşünce Zeus, bu tanrıçaları Truva Prensi
Paris’e gönderir ve en güzel tanrıçayı Paris’in seçmesini ister. Sonuçta Paris
altın elmayı Aphrodite’ye verir. Karşılığında Aphrodite, "tüm
kadınların en güzeli" olan Helen'i[95] Paris’e âşık
eder. Paris de Sparta’yı ziyaretinde orada yaşayan Helen’e âşık olur ve böylece
iki âşık birlikte Truva’ya dönerler. Bu durumdan dolayı kendilerine hakaret
edildiğine inanan Yunanlar, Menelaus ve kardeşi Miken Kralı Agamemnon
önderliğinde Aka ordusunu toplarlar ve Truva’ya bir sefer düzenlerler. Sonuçta
Akalar, Helen’in iade edilmesi ve
ayrıca kendilerine
tazminat ödenmesi tekliflerine olumlu yanıt vermeyen Truvalılar ile uzun ve
zorlu bir savaşa girerler.141
Homeros ise bu
savaşın, toprağı bereketli Truva’da geçtiğini anlatır. Truva Savaşı’nın
hikâyesi ise kısaca şöyle ortaya çıkmıştır. Homeros’un İlyada adlı destanı
Truva Destanı adını taşısa da, orada Truva Savaşı efsanesinin ancak bir kısmı
anlatılmıştır. Efsaneye göre Truva şehri krallar soyunun atalarından biri olan
Tros tarafından kurulmuştur. Tros, Zeus’un oğlu Dardonos’un torunudur. Tros’un
torunu Laomedon, Truva surlarını Tanrı Apollon ile Tanrı Poseidon’a
yaptırmştır. Asıl Truva Savaşı efsanesinde Tros’un kendisi hiçbir rol oynamaz
ve efsanedeki kahramanların babası, Tros’un torunu ve Laomedon’un oğlu olan
Priamos’tur. Truva efsanesinin başkahramanı ise elbette Prens Paris’tir. Paris,
Priamos’un karısı Hekabe’den doğan en küçük oğludur. Kraliçe Hekabe, onu
doğurmadan bir gün önce bir rüya görür. Rüyasında karnından çıkan bir alev
Truva surlarını sarıp bütün şehri kaplar. Falcılar bu rüyayı kötüye yorarak
doğacak çocuğun bütün şehrin yıkımına sebep olacağını söylerler. Bebek doğunca
Priamos kurtlar kuşlar yesin diye onu bir uşağı ile İda Dağı’na bıraktırır. Fakat
bir dişi ayı Paris’i emzirir, sonra bir çoban onu bulur ve kendi çocukları ile
birlikte onu da büyütür. Paris, İda Dağı’nda güzelliği ve çalışkanlığı ile ünlü
bir çoban olur ve sürülere çok iyi baktığı için ona “koruyucu” anlamına
gelen Alexsandros ismi verilir.
O sıralarda Peleus’un
ve Thetis’in Oliympos’ta yapılan düğün töreninde kötü bir olay çıkmasın diye
kavga tanrıçası olan Eris, bu düğüne davet edilmez. Bunu duyan ve çok öfkelenen
Eris bir altın elmanın üzerine “en güzeline” diye yazarak bu elmayı düğün
meydanına atar. Bu durum karşısında Hera, Athena ve Aphrodite’den her biri en
güzel tanrıçanın kendisi olduğunu iddia eder. Sonuçta Zeus, bu tanrıçaların en
güzelini seçmek için her nedense Paris’i hakem olarak tayin eder ve
tanrıçaları, rehber tanrı Hermes ile ida Dağı’na Paris’in yanına gönderir.
Tanrıçaların her biri Paris’e altın elma karşılığında bir bağışta bulunmak için
söz verirler. Paris’e Hera; Asya Krallığı’nı, Athena; sonsuz bir zekâ ve
başarıyı, Aphrodite ise, Spartalı Helen’in aşkını vaad eder. Sonuçta Paris,
elmayı Aphrodite’ye verir ve o günden sonra da Helen’in aşkı ile yanıp
tutuşmaya başlar.
Bu sıralarda Truva’da
bazı yarışlar düzenlenmektedir. Bu yarışların ödülü ise çok iyi yetiştirilmiş
bir boğadır. Paris de şehre gider, bu yarışlara katılır ve birinciliği alır.
Bunun üzerine kardeşleri onu kıskanırlar ve Paris’i öldürmeye karar verirler.
Paris’in kız kardeşi, bir kâhin olan Kassandra da Truva’nın felaketine sebep
olacağını önceden bildiği için onu hemen öldürmek istemiştir. Paris çaresizlik
içinde Zeus tapınağına sığınır. O esnada orada bulunan babası Priamos ile
annesi Hekabe bu delikanlının, öldüğünü zannettikleri oğulları Paris olduğunu
anlayınca çok sevinirler. Paris, Truva sarayında bir süre ailesiyle birlikte
yaşadıktan sonra Sparta’ya gitmek üzere gemiler hazırlatır ve yola çıkar. Orada
Sparta Kralı Menelaos ile karısı Helen’in konuğu olur.
Bu bağlamda Helen’den
kısaca bahsetmek gerekirse Helen, Sparta Kralı Tyndros’un karısı ayrıca
Leda’nın, Tanrı Zeus ile birlikteliğinden olan kızıdır. Helen büyür ve güzeller
güzeli bir genç kız olur. Evlilik çağına geldiğinde, kocası olması için
Menelaos’u seçer. Evlilik gerçekleştikten bir süre sonra Menelaos, büyük
babasının ölümü üzerine Girit’e gittiğinde, Paris onun hazinelerini de alarak,
karısı Helen’i kaçırır. Menelaos karısının kaçırıldığını öğrenince, kardeşi
Miken Kralı Agememnon’u yardıma çağırır. Agememnon savaştan yana olmadığı için,
öncelikle Menelaus ile birlikte Truva’ya elçi olarak gider. Fakat bu elçilik
görevi başarısızlıkla sonuçlanır. Bunun üzerine Odysseus, Truva Savaşı’nda
Akaların en büyük kahramanı Akhilleus’u savaşa katılması için ikna eder. Çünkü
Akaların kâhini Kalkhas, eğer Akhilleus savaşa katılmazsa Truva’nın
alınamayacağını bildirmiştir. Ancak bu kahraman, birçok Aka savaşları gibi, çok
zor ve uzun süreceği anlaşılan Truva Savaşı’na katılmak istememiştir. Bu yüzden
saklanmış fakat Odysseus onu saklandığı yerde bulmuş ve Aka ordularının
toplandığı Aulis’e getirmiştir. Aka donanması buradan hareketle ilk seferde yanlışlıkla
Mysia Bölgesi’ne çıkarma yapmıştı. Akalar Tros’a (Truva) vardıklarını sanarak
buralarda yağmalar yapmaya başlamışlardı ancak daha sonra yanlış yerde
olduklarını anlamışlar ve gemilerine binerek denize açılmışlardı. Ordu daha
sonra yine Aulis'te toplanmış ve sonunda Truva’ya ulaşmıştı.
Böylece tarihte batı
dünyası ile Asya arasındaki bilinen ilk büyük çarpışma başlamış oldu. Fakat
Akalar hemen Truvalılar ile savaşa girmediler, ilk önce şehri kuşattılar.
Akalar dokuz yıl süren kuşatma sırasında Truva çevresindeki zengin bölgelerin
ve şehirlerin değerli silahlarını yağmalamak ile kalmadılar, ayrıca genç
kızları ve kadınları kaçırarak aralarında paylaştılar. Bu uzun süreçten sonra
iki ordu karşı karşıya geldi.
Paris, Menelaos ile
teke tek savaşmayı ve bu düelloyu kazananın Helen’i almasını teklif etti ve bu
teklif kabul edildi. Düello sırasında Menelaos, Paris’i yenmek üzereyken
Tanrıça Aphrodite araya girdi ve Paris’i koruyarak, onun kazanmasını sağladı.
Bu sırada başka bir savaşcı olan Pandoros’un Menelaos’a bir ok atmasıyla iki
ordu birbirine girdi. Akalı savaşçılar birçok Truvalıyı öldürdüler. Ayrıca bu
korkunç savaşa tanrılardan Athena, Aphrodite ve Ares de katıldı.
Bu kanlı savaşın ünlü
kahramanlarından biri olan Hektor, savaşamayacak kadar yaşlı olan Truva Kralı
Priamos’un büyük oğludur. Hektor hem savaşmakla ve hem de askerleri muhafaza
etmekle görevliydi. Hektor, Akaların Akhilleus’tan sonra en büyük kahramanı
olan Aias ile savaştı. Bu arada Akalar ordugâhın çevresini bir sur ve hendek
ile çevirdiler. Bu durum savaşın Truvalılar lehine sonuçlanmasını sağladı.
Akalı Patroklos ile Hektor’un mücadelesi sonucunda Hektor şehrin batı
kapılarına doğru sürüldü. Bu sırada Patroklos’un Truvalılar tarafından
öldürülmesi Akhilleus’u çıldırttı ve böylece Hektor’un üzerine yürüdü. Sonuçta
Akhilleus Hektor’u öldürdü. Akhilleus Hektor’un ölüsünü toz toprak içerisinde
sürükleyerek Truva surlarının çevresinde yedi kere dolaştırdı. Ona karşı öfkesi
ve nefreti o kadar büyüktü ki bunu dokuz gün boyunca tekrarladı. Hektor’un
ölümünden sonra Amazon savaşçıları ve Etiyopya Kralı Memnun Truvalıların
yardımına geldi.
Aslında Hektor’un
Patroklos ile olan mücadelesinde birçok kaynakta yukarıdakinden daha farklı bir
durum anlatılır. Esas düello Akhilleus ile Hektor arasında olacaktır, ancak bu
savaşta gerçekten savaşmaya değer bir sebep bulamayan ve esasında Truva
Savaşı’na gönülsüz katıldığı ve savaş bir türlü nihayetlenmediği için keyifsiz
olan Akhilleus bu düelloya girmek istemez. Akhilleus’un sadık bir arkadaşı olan
Patroklos savaşması için ısrar eder ama Akhilleus'u bir türlü savaşmaya ikna
edemez. Bunun üzerine Patroklos, askerlerin moralinin düşmemesi için
Akhilleus’un zırhını gizlice giyip Akhilleus’un yerine geçer ve bu düelloya
katılır. Ancak düello sırasında Hektor zırhın içindekinin Akhilleus olmadığını
anlar, zira hem zırh Patroklos’a oturmamıştır çünkü yapı olarak Akhilleus’tan
daha zayıftır ve hem de Patroklos, savaşta Akhilleus kadar yetenekli değildir.
Sonuçta düelloda
Hektor, Patroklos’u öldürür. Menelaus ölenin Akhilleus olduğunu sanarak keder
içinde cesedin başına gidince aslında ölenin Patroklos olduğunu anlar. Bu
durumu Akhilleus’u çadırından çıkarmak için fırsat bilerek Patroklos’un
cesedini Akhilleus’un çadırına götürür. Akhilleus en iyi dostu olan Patroklos’un
öldürülmesi ile çılgına döner. Truva kapılarına dayanarak Hektor’dan tekrar bir
düello talebinde bulunur. Hektor istemese de bu teklifi kabul etmek zorunda
kalır. İkisi Truva kapılarının önünde düelloya başlarlar ve sonuçta Akhilleus,
Hektor’u öldürür. Öfkesi bir türlü geçmeyen Akhilleus Hektor’un cesedini,
Hektor’un Ajax (Aias)[105]
ile olan düellosundan hediye aldığı kemerle (Ajax’ı sağ bırakmıştı) atlı
arabasının arkasına bağlar ve güvenli bir mesafeden dokuz gün boyunca truva
surları etrafında Hektor’un cesedini sürükleyerek onu paramparça eder.[106]
Bu dönüm noktası
savaşın seyrini değiştirmeye başlar. Zira başkomutan olan Hektor’un düşüşü
Truva cephesinde derin bir moral bozukluğuna sebep olur. Hektor’un teyzesi olan
Penthesileia Kafkaslar’da bulunan Amazon Krallığı’nın kraliçesidir.
Penthesileia Hektor’un düşüşünün ardından Truva’ya destek vermek için gelir ve
böylece savaşa katılır. Ancak savaşta Akhilleus tarafından öldürülür. Ölümünün
ardından kimi kaynaklara göre Akhilleus’un tecavüzüne uğrar, kimi kaynaklara
göre ise Akhilleus onu öldürdükten sonra ona âşık olur. Truva Savaşı, ta ki
Paris bir ok ile Akhilleus’un ölümüne sebep olana kadar genel olarak karşılıklı
kayıplarla ve Truvalıların aleyhine sonuçlarla devam eder.
Savaş böylece on
yılını doldurduğu halde hala uzayıp gitmektedir. Akhilleus’un oğlu Neoptolemos
katılırsa savaşın sona ereceği şeklinde yayılan bir söylenti üzerine o da
savaşa katılır fakat savaş yine de devam eder. Bunun üzerine kurnaz Odysseus
Truva atı fikrini öne sürer. Bu tahta at bir kahraman olan Epeios tarafından
yapılır ve Truva kapıları önüne bırakılır. En güçlü Aka kahramanlarından biri
olan Neoptolemos askerleriyle birlikte bu tahta atın karnında saklanır.
Akhilleus’un ölümünün ardından, beklenmedik bir anda Truva atının içinden çıkan
askerlerle Truva kenti yerle bir edilir.
Truva Savaşı’nın
sonucunda Aka ordusu, casus Sinon’un planı neticesinde Truva şehrine girer ve
şehri ateşe verir. Akalar, Priamos’u ve sağ kalan öteki oğullarını öldürürler.
Neoptolemos, Hektor’un oğlu Astyanaks’ı surlardan aşağıya atarak öldürür.
Ayrıca bütün Truvalı kadınları ve çocukları esir alır. Bu savaşta Zeus, zaman
zaman Yunanların zaman zaman da Truvalıların tarafında yer alarak aslında bir
denge siyaseti izlemeye çalışmıştır. Savaşta Zeus’un oğullarından birinin de
öldürüldüğü ve Zeus’un üzüntüsünden dolayı gökten kandamlaları yağdırdığı
söylenir.144
Hades, Zeus’un erkek
kardeşidir. Yeraltı dünyasının ve ölüler diyarının tanrısıdır. Hades, aynı
zamanda ölüler diyarının da ismidir. Ayrıca hem yeraltı madenlerinin hem de
işlenmiş toprağın sahibi olduğundan zenginliğin de tanrısıdır. Yunan
mitolojisinde ölüler dünyası yalnızca günahkârların yeridir.145
Hades, başında bir
görünmezlik tacı taşırdı. Zaten Hades kelimesinin anlamı da “görünmez”
demektir. Hades, öfkesini uyandırmamak için Aidoneus veya Pluton adıyla da
anılırdı. Çünkü onun adını anmak bile yüreklere ürperti verirdi.146
Hades’in oldukça
ürkütücü bir görüntüsü vardı. Acımasız ve güçlü bir tanrıydı. Buna rağmen kötü
değildi, doğruluğu ve adaleti severdi. İnsanların kalplerinden geçenleri
bilirdi. Hiçbir şeyi unutmazdı ve gözünden hiçbir şey kaçmazdı. “Vahşi,
titiz, söz anlamaz, katı yürekli ve iğrenç” gibi sıfatları vardı. Hades,
bir tek Poseidon’dan çekinirdi.147 Onun ülkesinin kapıları herkese
sonuna dek açıktı ancak oraya girenler bir daha asla oradan çıkamazlardı.148
Kendisi de yalnızca Persephone’yi kaçırmak için bir kez yeryüzüne çıkmıştı.
Hades, bir tek Persephone ile evlenmiş ve daima ona sadık kalmıştı.149
Tanrılar ve insanlar
onu pek sevmedikleri için ona bir tapınak yapmamışlardı ancak yine de kendisine
kurbanlar sunulurdu. Bu kurbanların sunulmasının amacı ise Hades’in öfkesinden
korunmaktı. Hades ülkesi Asphodel, Tartaros ve Elysium olmak üzere üçe
ayrılırdı. Ölen insanlar, fani yaşamlarında iyilerse Elysium’da, ne kötü ne de
iyilerse Asphodel’de (Araf) yaşamlarını sürdürürlerdi. Zeus’un ve diğer
tanrıların düşmanları, katiller ve tüm kötü insanlar ise cezalarını çekmeleri
için Tartaros’a atılırlardı. Enteresandır ki, Hades’in yeraltı ülkesine
yaşayanlar da ölmeden geçebilmekteydiler. Ancak ölüler diyarının girişini üç
başlı şeytani bir köpek olan Kerberos (Cerberus) korurdu. Dolayısıyla herkes o
köpeğin dehşetinden korkardı ve kimse o kapıya yaklaşmaya cesaret edemezdi.
Sadece Herkül ve Orpheus gibi kahramanlar bu köpekle karşı karşıya gelme
cesaretini göstermişlerdi.
Hades ülkesinde
Akheron (acı nehri), Pryphlegeton (ateş nehri), Kokytos (gözyaşı nehri), Lethe
(unutma nehri) ve Styks (kin nehri) bulunurdu. Ölüler, Styks Nehri’nden geçerek
Hades’e ulaşırlardı. Ayrıca Hades’te Radamanthis, Aiakos ve Minos adında ki üç
yargıç ölüleri sorgulamakla görevliydiler. Minos; bu yargıçların başkanıydı ve
Zeus ile Europe’nin oğluydu ayrıca Radamanthis’in de kardeşiydi. Aiakos da
Zeus’un ve bir su perisi olan Aigina’nın oğluydu. Bu yargıçların aldıkları
kararları ise öç tanrıçaları olan Eriniysler uygulardı.[107]
Poseidon, Kronos ile
Rhea’nın oğludur. Denizlerin, depremlerin, adaların ve atların tanrısıdır. Aynı
zamanda denizcilerin ve balıkçıların da tanrısıdır. “Yeri sarsan, toprağın
ve denizin efendisi” gibi sıfatları vardır. Hem deniz olan bölgelerde
yaşayanlar hem de bir deprem tanrısı olduğu için yanardağ civarlarında
yaşayanlar Poseidon’a büyük saygı duyarlardı. Özellikle Yunanlar balıkçılıkla
geçindikleri için bu deniz tanrısına çok saygı duyarlardı ve ona çok önem
verirlerdi.[108]
Yunan mitolojisine
göre Poseidon, atın yaratıcısıdır ve atı ilk evcilleştirendir.[109]
At, Poseidon tarafından okyanus dalgalarından yaratılmıştır. Hippokamp, yılan
kuyruklu bir attır ve at cinsinin denizden doğan ilk biçimidir. Poseidon, eşini
aldatacağı zamanlarda at kılığına girerdi ve bu kaçamak ilişkilerinden at
biçimli çocukları olurdu.[110]
Poseidon, Nereus’un
ve Doris’in kızlarından olan Amphitrite ile evlenmişti ve bu evlilikten belden
yukarısı insan, belden aşağısı balık olan, ayrıca at bacaklarına sahip olan ve
Poseidon’un haberciliğini yapan Triton ve Helios’un eşi olan Rhodos doğmuştu.
Bir rivayete göre ise Amphitrite’nin hiç çocuğu olmamıştı. Poseidon’un Demeter
ile de bir ilişkisi olmuş ve bu ilişkiden de adının söylenmesinin dahi yasak
olduğu gizemli bir kız ile bir de at doğmuştu. Poseidon’un Gaia ile olan
ilişkisinden ise Antoios adında bir dev doğmuştu.154
Pegasus, Poseidon ile
onun zorla sahip olduğu Medusa’nın çocuğudur. Poseidon’un oğullarından biri de
Anadolu’nun Bithynia Bölgesi’nde yaşayan Bebryklerin kralı olan dev Amykos’tur.
Bu dev, ülkesinin kıyılarına gelen yabancıları yumruk dövüşlerine zorlardı ve
sonuçta karşısındakini mutlaka öldürürdü. Argonautlar, Bebrykler Kenti’ne
geldiklerinde Amykos, Zeus’un oğlu Plydeukes’e yenildi ve böylece tehlikesiz
bir hale geldi. Poseidon’un bir diğer oğlu da Kyknos’tur. Kyknos; Çanakkale
civarında eski bir şehir olan Kolones’in kralıdır. Akhilleus tarafından
Truva’da öldürülmüştü ve babası Poseidon tarafından bir kuğuya dönüştürülmüştü.
Zaten Kyknos ismi, “kuğu kuşu” anlamına gelir.
Ayrıca Poseidon’un
Theseus adında bir oğlu daha vardır. Theseus, Atina’nın efsanevi kralıdır.
Annesinin Ethra, babasının da Egeus veya Poseidon olduğu söylenir. Theseus,
İyonya’nın da başkahramanıdır. Atinalılar onu büyük bir reformcu olarak kabul
ediyorlardı. Efsaneye göre Atina’nın kadim krallarından Egeus, birçok kadınla
evlenmesine rağmen bir türlü çocuk sahibi olamamıştı. Sonunda Troezen kralının
kızı Ethra ile evlendi. Ethra, Egeus’tan başka bir söylentiye göre ise yüzerken
birlikte olduğu Poseidon’dan hamile kaldı.
Egeus çocuğun
doğmasını beklemeden Atina’ya döndü ancak gitmeden önce sandaletlerini ve
kılıcını dev bir kayanın altına bıraktı ve Aethra’ya (Ethra) çocuğun
büyüdüğünde kayayı kaldırıp emanetlerini alabileceğini ve böylece hanedana
mensup olduğunu ispatlayabileceğini söyledi. Theseus büyüdüğünde gerçekten
kayayı kaldırdı ve babasının emanetlerini oradan aldı. Böylece annesi genç
Theseus’a gerçek kimliğini açıkladı. Bunun üzerine babası ile görüşebilmek için
Atina’ya doğru yola çıkan Theseus yolda pek çok haydutu öldürdü. Çeşitli
maceralardan sonra Atina’ya ulaşan Theseus, babası Egeus’u buldu ancak ona
gerçek kimliğini açıklamadı. Buna rağmen Egeus’un eşi Medea, Theseus’un veliaht
olduğunu anladı ve kendi oğlu Medus yerine tahta geçmesinden endişe etmeye
başladı. Medea, Theseus’un ölmesi için, ondan bir maraton boğasını öldürmesini
istedi. Ancak Theseus boğayı yakalayıp Atina’ya kadar getirmeyi başardı ve onu
kurban etti. Bunun üzerine Medea, Theseus’u zehirlemeye karar verdi. Son anda
Egeus, Theseus’un üzerindeki kendi kılıcını ve sandaletlerini görerek onun oğlu
olduğunu anladı ve karısının genç Theseus’u zehirlemesini engelledi.
Girit kralı Minos’a
yenilen Atinalılar barış anlaşması gereğince dokuz yılda bir Minotor adlı öküz
başlı canavara yedi genç kızı ve yedi genç erkeği kurban etmek zorundaydılar.
Theseus, bu canavarla savaşmaya gönüllü oldu. Giderken babasına eğer muzaffer
olursa dönüşte beyaz bir yelken açacağını söyledi. Oraya ulaştığında Kral
Minos’un kızı Ariadne, Theseus’a âşık oldu ve Minotor’u öldürmek için gittiği
mağaradan çıkabilmesi için ona bir ip yumağı verdi. Theseus, Minotor’u çıplak
elleriyle öldürdü, Atinalı gençleri kurtardı ve ip yumağını kullanarak
mağaradan çıkmayı başardı. Ariadne’yi de yanına alıp Atina’ya yelken açtı ancak
Nakşa Adası’nda mola verdiklerinde genç kızı adada unuttu. Daha sonra Theseus,
Atina’ya yaklaştığında babasına işaret vermek için beyaz yelkeni açmayı da
unuttu. Kıyıdan koyu renk yelkeni gören Egeus oğlunun öldüğünü zannederek,
acısından denize atladı ve intihar etti. Ege Denizi’nin adının da bu olaydan
(Egeus) geldiği söylenir.
Babasının trajik
ölümünden sonra Theseus, Atina kralı oldu ve Amazonların kraliçesi olan Antiope
ile evlendi. Bu evlilikten oğlu Hippolitus doğdu. Ancak eşi bir savaşta Theseus
ile birlikte savaşırken öldü. Bunun üzerine Theseus, Ariadne’nin kız kardeşi
olan Faidra ile evlendi. Faidra, Hippolitus’a daima zalimce davrandı. Efsaneye
göre Theseus, Atina’dan ayrılarak hayatının son yıllarını İskiri Adası’nda
huzur içinde geçirdi.155
Poseidon’un özel
silahı; üç dişli bir yabadır. Elindeki bu yabayla fırtınaları ve depremleri
kontrol eder ve kayalardan sular çıkarır. Bir keresinde Poseidon, Hades’i
utandırmak için üç başlı mızrağını yere saplar ve yeryüzü boydan boya yarılarak
Hades’in çirkin yeraltı ülkesi ortaya çıkar. Ayrıca Poseidon, ölüler dünyasına
geçişleri düzenler. Acımasız, huysuz, vahşi, mutsuz ve intikamcıdır. Ancak
bunun yanı sıra Poseidon, yakınlarının ve sevdiği kimselerin dileklerini
mutlaka gerçekleştirir.[111]
Poseidon, genellikle kuvvetli bir adam görünümünde ve yüzünde hüzünlü bir
ifadeyle betimlenirdi. Görünüş olarak kardeşleri içinde en çok Zeus’a benzerdi.
Ayrıca zaman zaman Zeus’a karşı gelmekten de çekinmezdi.[112]
Yunanistan’da
Poseidon şerefine yarışlar düzenlenirdi. Bu yarışlar içinde Korinthos kentinde
yapılan yarışlar en meşhurlarıydı. Atina’daki Erekhteion’da halen Poseidon ile
Athena arasında yapılan yarışın izleri görülürmüş. Poseidon ile Athena’nın
arası hiçbir zaman iyi olmamıştı ve genellikle rekabet halindeydiler. Atina
kentinin alacağı isme karar verilirken Poseidon bu kente atı (başka efsanelere
göre de suyu ya da bir savaş arabasını), Athena ise zeytin ağacını
bağışlamıştı. Zeytin ağacını kentleri için daha faydalı bulan halk Tanrıça
Athena’ya ithafen bu kente “Athena” (Atina) ismini vermişlerdi. Ayrıca Poseidon’un
Atina kenti yakınlarında Sounion Tepe’sinde bir tapınağı bulunmaktadır.[113]
Hera, Zeus’un kız
kardeşi ve tek resmi eşidir. Hesiodos’a göre ise Hera, Zeus’un Metis’ten ve
Themis’ten sonraki üçüncü eşidir. Ancak Zeus’un ve Hera’nın aşkları çok eskiye
dayanır.[114]
Zeus’un ve Hera’nın
evliliğine “kutsal evlilik” anlamına gelen “hieros gamos” denir.
Hera kelimesi ise “kadın” anlamına gelir. Bir rivayete göre Hera,
Okeanos ve onun eşi ölümsüz bir deniz tanrıçası olan, Nereus’un ve Doris’in
kızı Thetis tarafından büyütülmüştür.[115]
Hera, mitolojinin en
güçlü ve en cesur tanrıçası olarak nitelendirilir. İlahi otoriteyi Zeus ile
paylaşır ancak yeri geldiğinde Zeus’tan daha fazla iktidar sahibidir.
Dolayısıyla Olympos’ta en az Zeus kadar Hera da saygı görür.[116]
Hera, Zeus’u o kadar
çok kıskanır ki ona olan öfkesinden dolayı Zeus’un Athena’yı tek başına dünyaya
getirmesine nispet ederek, kimseyle birleşmeden Hephaistos’u doğurur. Zeus’tan
da Hebe, Ares ve Eileithyia’yı doğurmuştur. Çocukları içinde en fazla Ares her
yönüyle annesi Hera’ya benzerdi. Ayrıca Zeus’un ve Hera’nın çok önemli
bilgilere sahip olan Heusha ve Enyo adında iki çocukları olduğundan da
bahsedilir.[117]
Hera, aşırı derecede
kıskanç ve intikamcıdır. Bu yüzden etrafına sürekli bela ve tasa dağıtmıştır.
Daima Zeus’un âşık olduğu kadınları cezalandırmakla meşguldür. Hera bu
kıskançlığından dolayı Zeus’un başka kadınlardan olan çocuklarıyla da
uğraşmıştır. Özellikle Herakles ile oldukça mücadele etmiştir. Bir keresinde
Herakles’in gemisine karşı fırtına vermişti ve buna çok öfkelenen Zeus, Hera’yı
ayaklarından göğe asmıştı. Annesini korumak için Zeus’a karşı gelen
Hephaistos’u da bu olay sırasında Zeus’un Olympos’tan aşağı fırlattığı
söylenir. Daha sonra Hera ve Herakles resmi bir törenle barışmışlardı. Dolayısıyla
Zeus bütün ilişkilerinde daima Hera’yı hesaba katmak ve diğer kadınlardan olan
çocuklarını ondan saklamak zorunda kalmıştı.[118]
Zeus’un onu sürekli
aldatmasına rağmen Hera her zaman Zeus’un yanında olmuştu. Ona gönül veren çok
olmuştu ancak o daima Zeus’a bağlı kalmıştı. Zeus da Hera’yı çok severdi, buna
rağmen evlilikleri sürekli çalkantılı bir şekilde devam ederdi. Zeus’un ona
olan öfkesi çabuk geçerdi ancak Hera kinciydi ve sinsi bir şekilde Zeus’un
arkasından iş çeviren bir yapısı vardı.[119]
Hera kıskanç, hırçın,
inatçı ve kavgacı olduğu kadar, azametli, vakur, düşünceli, ciddi, olgun ve
namuslu bir tanrıçaydı. Homeros destanlarında “inek gözlü”, “ak kollu”
ve “altın tahtlı” olarak nitelendirilmişti. Güzelliğine çok önem verirdi
ve her yıl “Kanathus” adında bir ırmakta yıkanarak bakireliğini yeniden
kazandığına inanılırdı.[120]
Bir Truvalı’nın ondan
daha güzel kadınlar olduğunu söylemesi üzerine öfkesinden Truva’yı yakıp
yıktığı söylenir. Hera, hiddetlendiği zaman rüzgârların zincirlerini çözerdi.
Mevsimlere ve yıldızlara hükmedebilirdi. Hera; göğün saf ışığının sembolü,
kadınlığın mukaddes bir örneği, vefakâr ve sadık bir eşin timsaliydi. Aynı
zamanda meşru evlenmelerin, aile ocağının ve gebeliğin koruyucusu ve
temsilcisiydi. Hera,kadınlarla ve onların hayatlarıyla ilgili her şeyin
düzenleyicisi ve koruyucusu olarak kabul edilirdi. Bütün yönleriyle kadını ve
özellikle de varlıklı, bencil burjuva kadınını temsil ederdi.[121]
Hera bir ana tanrıça
figürüdür ve Argos kenti bu tanrıçanın erken dönem kültünün merkezidir.
Tanrıçanın Sisam Adası’ndaki tapınağı ise bir diğer önemli merkezdir. Hera’nın
bu tapınaklarına "Heraion" adı verilmiştir. Ayrıca Hera
kültünün günümüzde de görülebilecek bazı etkileri vardır. Örneğin,
olimpiyatların simgesi olan olimpiyat ateşi her yıl Olympia’daki Hera
tapınağında güneş ışığı yardımı ile yakılırmış.[122]
Hestia, Zeus’un kız
kardeşidir. Adı; ocak, ev, konut ve şehrin ya da ülkenin kalbi anlamlarına
gelir. Hestia evi, aileyi ve ocağı temsil eden bir tanrıçadır. O evin, yuvanın,
soyun, devletin ve misafirlerin koruyucusudur. Olympos tanrıçaları arasında ilk
doğan tanrıça olduğu için kendisine çok saygı duyulmuştur. Hestia, Olympos’tan
hiç ayrılmamış dolayısıyla hiçbir kötü olaya adı karışmamıştır. Daima sakin,
iyi niyetli, iyi huylu ve alçakgönüllü bir tanrıça olmuştur. Yüzünde ciddi bir
ifadeyle ve kimi zaman da başı örtülü olarak tasvir edilmiştir.[123]
Hestia,
Yunanistan’daki dinsel birliği temsil ederdi ve aynı zamanda tanrılar evinin de
dinsel odağıydı. Yeni doğan çocukları onun kutsadığına inanılırdı. Ev yapma
sanatını insanlara öğretmişti. Yemeklerden önce ve sonra ona dua edilirdi ve
ona çeşitli sunular gönderilirdi. Tanrılara kurban sunulurken ilk kurban ona
adanırdı ve şehrin devlet konağında onun anısına hiç sönmeyen bir ateş yanardı.[124]
Poseidon ve Apollon
onunla evlenmeyi istemişler ancak o sonsuza dek bakire kalmayı tercih etmişti.
Hestia’nın bir kutsal mekânı olmamıştı ancak yanan her ateş onun kutsal mekânı
olarak kabul edilmişti. Bu tanrıçaya olan saygınlık Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde
de yoğun bir şekilde devam etmişti.[125] Hestia
aslında daha çok soyut bir prensip olarak kabul edilmişti.[126]
Homeros’a göre
Hephaistos, Zeus’un ve Hera’nın oğludur. Hesiodos’a göre ise Zeus, kızı
Athena’yı silahlarla donatılmış bir şekilde kendi kafasından çıkarınca bu
durumu kıskanan Hera, tek başına Hephaistos’u yaratmıştır.[127]
Hephaistos ateşin,
demirin ve sanayinin tanrısıdır. O tarımı, uygarlığı ve sanatı koruyan iyi
kalpli bir tanrıdır. Ayrıca mesleklerin koruyucusu ve piri olarak kabul
edilmiştir. Ayrıca Hephaistos’un yanardağlardan çıkan alevleri ve depremleri
yönettiğine inanılmıştır.
Her tanrının ve ünlü
kahramanların kendilerine has önemli ve özel bir eşyası vardır ve onlara bu
eşyalarını yapmış olan Hephaistos’tur. Hatta Hephaistos’un kendisine de iki
adet altından cariye yaptığı söylenir ve kendisi topal olduğu için hareket
eden, konuşan, onun hizmetkârlığını yapan bu kızlara dayanarak yürür. Kykloplar
da ona bu eşyaları yaparken yardım ederler.[128]
Hephaistos topal ve
son derece çirkin bir tanrıdır. Ancak tüm çirkinliğine rağmen diğer tanrılar ve
insanlar tarafından en sevilen tanrılardan biri olmuştur. Çirkinliğinden ve
topallığından dolayı diğer tanrılar onunla sürekli alay etseler de ona her
zaman işleri düşmüştür. Çünkü O, çirkinliğinin tam aksine son derece ince
zevkli bir tanrıdır ve ayrıca hünerli bir kuyumcudur.[129]
Ayrıca Hephaistos tüm
çirkinliğine rağmen üç güzel tanrıçayla evlilik yapmıştır. Kharitler’den
ikisiyle ve ayrıca Aphrodite ile evlenmiştir.[130] Ayrıca
Athena’ya da gönül vermiştir ancak bu tanrıça onun aşkına karşılık vermemiştir.[131]
Bir gün Hephaistos’un annesi Hera, oğlunun topal olmasından utanıp onu
Olympos’tan aşağı fırlatır ve Hephaistos tam bir gün sonra yere düşer. Bazı
rivayetlere göre de bu düşmeden sonra topal kalır. Düştüğü yer ise Gökçeada’nın
güneybatısında bulunan Lemnos (Limni) Adası’dır.
Hephaistos, orada
maden işleme sanatını öğrenip çok güzel eserler yapar. Annesine de aslında
ondan intikam almak amacıyla görünmez zincirleri olan çok güzel bir altın taht
yapıp hediye eder. Hera oğlunun hediyesi olan bu tahta gururla oturur ve birden
görünmez zincirler onu sarar. Kimse onu bu zincirlerden kurtaramaz. Ares,
Hephaistos’u getirmek için gider ancak onu bir türlü ikna edip getiremez.
Sonunda Dionysos, Hephaistos’u biraz sarhoş ettikten sonra gelip zincirleri
çözmesi için onu ikna etmeyi başarır. Ancak Hephaistos Olympos’a kabul edilmesi
ve Aphrodite ile evlendirilmesi şartıyla annesini bu zincirlerden kurtaracağını
söyler. Hera, Hephaistos’un bu şartlarını kabul eder ve böylece o da Hera’yı
zincirlerden kurtarır.
Başka bir rivayete
göre Hephaistos, Truva Savaşı’nda annesi Hera’dan yana olunca Zeus bu duruma
çok öfkelenmiş ve Hephaistos’u Olympos’tan aşağı atmıştı, bu olay sonucunda da
Hephaistos topal kalmıştı. Daha sonra Hephaistos, Okeanos’a düşmüştü ve Okeanos
kızı Eurynome ile Nereus kızı Thetis tarafından büyütülmüştü.
Hephaistos, Zeus’un
emri ile toprak ve suyu karıştırıp sonra da bu karışıma insan sesi ekleyerek
yüzü ölümsüz tanrıçalara ve bedeni de genç kızlara benzeyen ilk kadın olan
Pandora’yı yaratmıştı. Tanrılar bu kadını süslediler ve onu güzelleştirdiler
aynı zamanda içine fesatlığı ve yalancılığı da eklediler. Daha sonra Pandora’yı
Prometheus’un kardeşi Epimetheus’a götürdüler. Epimetheus, Prometheus’un aksine
saf ve kıt düşünceli biriydi. Zaten adının anlamı da “aklı başına sonradan
gelen” demekti. Epimetheus kardeşinin bütün uyarılarına rağmen Pandora’nın
güzelliğine tutulmuştu. Pandora yanında bir de kutu getirmişti, Prometheus’un
bu kutuyu açmaması yönündeki bütün ısrarlarına rağmen Epimetheus kutuyu açtı ve
böylece bütün kötülükler bu kutudan dünyaya yayıldı. Kutunun içinden dışarıya
çıkamayansa sadece umuttu.177
Hebe, Zeus’un ve
Hera’nın kızıdır. İsmi "gençlik" anlamına gelir. Eli her işe yatkın
bir ev kızını simgeler. Tanrılara hizmet eder ve içki sunar. Çoğunlukla elinde
bir kâse ile nektar sunan genç bir kadın olarak tasvir edilir. Daha sonra
Oliympos’ta ataerkil bir yapı hâkim olmaya başlayınca içki sunma ve tanrıların
hizmetçiliğini yapma görevlerinin Ganymedes’e verilerek ve Hebe’nin de Herakles
ile evlendirilerek güzellikle Oliympos’tan uzaklaştırıldığı görülür. Hebe,
Herakles ile evlenip onu ölümsüzlüğe kavuşturur ve Herakles’in gücünün yanında
solmayan bir gençliği ve güzelliği temsil eder.[118]
Hebe, aslında Yunan
mitolojisinden önce de var olan bir tanrıçadır. Hitit Yazıtları’nda Hepa, Hepat
ya da Hepatu diye adlandırılan büyük güneş tanrıçası Arianna’nın
Yunancalaştırılmış adı olması muhtemeldir. Hitit metinlerinde bu tanrıçaya
sedir ağaçlarının ülkesinde yani Lübnan’da ve Filistin’de tapınıldığından
bahsedilir. Hepa veya Hebe adının Kybele’nin çeşitli adlarından biri olduğu da
rivayetler arasındadır. Onu Hz. Havva ile özdeşleştirenler de olmuştur.[119]
Eileithyia, Zeus’un
ve Hera’nın kızıdır. Doğumlardan sorumlu olan ebe tanrıçadır. Gebe kadınlara
hem doğum sancısını veren ve hem de onları bu sancıdan kurtaran odur.
Eileithyia, Hera’nın sözünden asla çıkmazdı ve zaman zaman Hera’nın isteği
üzerine Zeus’un başka kadınlardan olan çocuklarının doğmasını engellemeye
çalışmıştı. Genellikle baştan aşağı tüllerle örtülü olarak tasvir edilmiştir.[120]
Demeter, Zeus’un kız
kardeşi ve eşidir. Doğanın, tarımın ve bereketin tanrıçasıdır. Aynı zamanda
evliliği ve anne sevgisini temsil eder. Zeus ile birleşerek Persephone’yi
doğurmuştur. Bir rivayete göre Poseidon, Demeter’e zorla sahip olmuş ve bu
birleşmeden de bir kız çocuğu doğmuştur. Bu zorla sahip olma olayından sonra
Demeter dünyaya küsmüş ve böylece büyük bir kıtlık başlamıştır. Pan, Demeter’in
yerini bulup Zeus’a söylemiş, Zeus ve Moiralar da onu ikna edip yeniden toprağa
bereket vermesini sağlamışlardır.[121]
Demeter ayrıca bir
ölümlü olan komutan İason’dan da “Cömert Plutosu” doğurmuştur. Plutos
ismi, “zenginlik” anlamına gelir ve Demeter’in yani bereket tanrıçasının
oğlu olması bu açıdan önemlidir.[122]
Demeter genellikle
başı örtülü, hüzünlü, anlayışlı ve heybetli bir kadın olarak tasvir edilir.[123]
Homeros ondan, “güzel saçlı kraliçe” veya “güzel örgülü Demeter”
olarak bahseder. Adının “Gemeter” yani “Toprak Ana” kelimesinden
geldiğini söyleyenler de olmuştur. Bu tanrıça için domuz kurban edilirdi.
Domuz, ekinlere zarar verdiği için bu şekilde cezalandırılmış olmalıdır.[124]
Demeter’in ve
Dionysos’un Yunan Tarihi’nde ayrı bir önemi vardır. Her ikisi de bereketi
simgeler. Demeter, Dionysos’tan daha yaşlıdır ve bunun nedeni insanların
üzümden önce buğday yetiştiriyor olmalarıdır. Ayrıca Demeter’in bir kadın
olarak tasvir edilmesi de o dönemde tarlalarda kadınların çalışıyor olmasından
kaynaklanır.[125]
Ayrıca insanlara toprağı ekip biçmesini, hayvanları tarımda kullanmayı,
değirmeni icat edip kullanmayı ve ekmek yapmayı öğreten Demeter’dir.[126]
Persephone, baharın
ve taze ekinlerin tanrıçasıdır. Demeter’in ve Zeus’un ya da Demeter’in ve
Poseidon’un kızı olarak bilinir. Bazı efsanelerde Zeus’un ve Styks’in kızı
olarak da gösterilir. Kendisine “Piroserpina” da denir. Persephone’nin
diğer bir ismi de “genç kız” anlamına gelen Kore’dir. Persephone ve
annesi Demeter’e ise “iki tanrıça” denirdi.[127]
Bir gün Hades,
Persephone’ye âşık olur ve onu yeraltına kaçırır.[128] Demeter bu
duruma çok üzülür ve Zeus’a kızına kavuşabilmek için yalvarır. Demeter,
üzüntüsünden topraktan bütün bereketini çeker. Hatta kıtlık o kadar vahim bir
hal alır ki Zeus, Demeter’i bereket vermesi için ikna etsin diye Rhea’dan
yardım ister. Zeus, Persephone’yi serbest bırakması konusunda Hades’i ikna
etmesi için de Hermes’i görevlendirir. Böylece aralarında bir uzlaşma
sağlanarak Persephone’nin yılın dört ayını yeraltında ve yılın geri kalan
zamanını ise Olympos’ta annesinin yanında geçirmesine karar verilir. Persephone
sürekli olarak annesinin yanında kalamayacaktır çünkü Hades, Persephone’ye bir
nar tanesi yedirmiştir ve ölüler ülkesinin bir yiyeceğini yiyen artık oradan
asla ayrılamaz.
Persephone’nin
yeryüzüne çıktığı zamanlar bahar mevsimini simgelerdi. Bu yüzden Persephone,
ölüler ülkesiyle olduğu kadar hasatla da ilişkilendirilirdi. Kızı yeryüzüne
döndüğünde Demeter çok mutlu olurdu ve toprak bereketlenirdi. Kızının
yeraltında kaldığı zamanlar ise kış mevsimini temsil ederdi. Kış mevsiminde ise
Demeter mutsuz ve toprak da bereketsiz olurdu.[129]
Metis ismi, “akıl
ve basiret” anlamlarına gelir. İsminin Sanskritçe “düşünmek” veya “danışmak””
anlamlarındaki "mati" veya "ma" kökünden geldiği
de bu konudaki görüşlerden biridir. Hikmetin sembolü olan "su"
Metis’in de başlıca sembolüdür. Metis, zekânın ve düşünce yeteneğinin
sentezlenmesini simgeler. Aynı zamanda “iktidarın sevmediği bilgeliğin”
temsilcisidir. Yani aslında O, vicdanın sesidir.
Metis, Okeanos ile
Tethys’in kızıdır. Dolayısıyla aynı zamanda bir okyanus perisidir. Zeus’un ilk
eşidir ve bu durumun Zeus ile ilk olarak aklın birleşmesi şeklinde simgesel bir
anlamı vardır. Aynı şekilde Athena’ya hamileyken Zeus’un, Metis’i yutması ve
Zeus’un Athena’yı kafasından çıkarması da yine akılla ilgili sembolik anlamlar
içerir. Yani Zeus, aklı yutar ve Zeus’un kafasından yine aklı temsil eden başka
bir tanrıça doğar.[130]
Gaia, Zeus’a Metis’in
onun tahtını ele geçirecek bir çocuk doğuracağını haber vermişti. Bu yüzden
kendisini güvende hissetmek isteyen Zeus, Metis’i yutmuştu. Başka bir anlatıma
göre de Metis son derece dürüst olduğu için bu haberi Zeus’a kendisi açıkça
söylemişti ve bu dürüstlüğünün karşılığında cezası, Zeus tarafından yutulmak olmuştu.
Ayrıca Zeus’a, babası Kronos’un yuttuğu kardeşlerini kusmasını sağlayan ilacı
da Metis vermişti.[131]
Athena, koruyucu bir
tanrıçaydı. Zeus’un en sevdiği ve en güvendiği kızıydı. Bu yüzden Zeus,
kalkanını ve şimşeğini yalnızca Athena’ya verirdi. Athena’nın zaman zaman
babası Zeus’a bile sert çıkışları olurdu ancak Zeus kızına olan aşırı
sevgisinden dolayı ona daima hoşgörülü davranırdı.[132]
Zeus, karısı Metis’in
Athena’ya hamile kaldığını öğrenince Athena’nın tahtını ele geçirmesinden
korktuğu için Metis’i yutmuştu ve böylece Athena, Zeus’un kafasından doğmuştu.
Athena’nın doğması için Hephaistos, Zeus’un kafasını balyozla yarmıştı ve
zırhlar içinde Athena, Zeus’un kafasından çıkmıştı. O, adeta Zeus’un ve
Metis’in bilgeliklerinin birleşimiydi. Athena’nın zırhını Zeus’un karnındayken,
annesi Metis’in yaptığı ve zırha vurulan bu darbelerden dolayı Zeus’un çok
sancı çektiği anlatılır.[133]
Athena zekâ, savaş,
eğitim ve sanat tanrıçasıydı. Orduları yöneten ve savaştan hoşlanan yüce bir
bakire tanrıçaydı. Athena’nın ülkeyi saldırılardan koruduğuna inanılırdı. O,
aynı zamanda uygarlığın ve tarımın da koruyucusuydu. İnsan zekâsının ortaya
koyduğu her şeyin mucidi kabul edilirdi. Zeytin ağacının da yaratıcısı olarak
kabul edilmişti ve bu yüzden zeytin onun simgelerinden biri olmuştu. Tanrıça
Athena, savaşlarda Herkül, Perseus, Odysseus gibi birçok kahramana yardımcı
olmuştu. Truva Savaşı’nda tahta atın yapımında insanlara da yardım etmişti ve
ilk at ehlileştiren de oydu. Yaratılan ilk kadın olan Pandora’yı da yine Athena
eğitmişti.
Athena,
savaşta en ön safta yer alırdı. O bir savaş tanrıçasıydı ve zaman zaman taraf
tutardı. Bazen hırslarına ve tutkularına yenik düşerdi. Bir savaşta Athena
hangi tarafta olursa, mutlaka o taraf savaşı kazanırdı.[134] [135]
Athena, Ares gibi kaba kuvvetin değil, akılcı
, 195
savaşın tanrıçasıydı.
Athena, akıllılık
bakımından babası Zeus ile kıyaslanabilen tek tanrıçaydı. Annesi Metis gibi de
bilgeliği simgelerdi. Aynı zamanda önsezi sahibiydi ve son derece temkinliydi.
Babası Zeus’tan cesareti ve yiğitliği, annesi Metis’ten de fazileti ve
kurnazlığı almıştı. Güzelliğine de oldukça düşkündü. Gösterişi, yalanı,
kabalığı ve zulümü sevmezdi. Şiirle, müzikle ve daha çok da felsefeyle
ilgiliydi. Genellikle uzun boylu ve ihtişamlı bir kadın olarak tasvir edilirdi.[136]
Athena özel bir
kalkan taşırdı ve bu kalkan “Aegis” olarak isimlendirilmişti. Kalkanın
üzerinde değişik süslemelerle birlikte, kendisine bakanları anında taşa
dönüştüren Medusa’nın başının resmi ya da bazı rivayetlere göre Medusa’nın başı
bulunurdu. Dolayısıyla bu kalkanın önünde en güçlü ordular bile bozguna
uğrarlardı. Athena, “şehirlerin koruyucusu, zafer ve kalkan taşıyan, esenlik
dağıtan, parlak gözlü, gök gözlü ve babası güçlü olan” gibi sıfatlara
sahipti.[137]
Ayrıca Athena, “Pallas”
sıfatına da sahipti ve bu sıfatın anlamının “parlak, parlayan” olması
ihtimali oldukça yüksektir. Bir rivayete göre de titanlarla yapılan savaşta
Athena, bir kahraman olan Pallas’ın derisini yüzmüştü ve o günden sonra da
Athena bu lakapla anılmaya başlamıştı.
Athena hiç
evlenmemişti ve bu yüzden “Athena Parthenos” yani "Bakire
Athena" olarak da anılırdı. Atina’daki ünlü Parthenon Tapınağı da
ismini buradan almıştı. Temel özellikleri kentle ilgili olan Athena birçok
bakımdan bir kır tanrıçası olan Artemis’in karşıtıdır. Atina’da bu tanrıça
adına bayramlar kutlanırdı ve onun için öküz kurban edilirdi.[138]
Leto, gök
titanlarından olan Koios’un ve Phoebe’nin kızıdır ve bir ışık tanrıçasıdır.
Zeus ile birlikte olmuştur ve kıskanç Hera’dan kurtulup huzur içinde doğum yapabilmek
için dünyayı dolaşmıştır. Daha sonra Poseidon’un himayesi sayesinde Delos
Adası’nda Artemis’i ve Apollon’u dünyaya getirmiştir.
Çocukları Leto’yu bir
dev olan Tityos’a karşı korumuşlar ve annelerine hakaret eden, yedi kızı ve
yedi oğlu olduğu için tanrılara karşı böbürlenen Frigya kralı Tantalus’un veya
Thebes kralı Amphion’un eşi olan Niobe’nin çocuklarını da öldürmüşlerdir. Evlat
acısı içinde olan Niobe, Spil Dağı’nda bir kayaya dönüşmüştür ve o kaya
günümüzde “Ağlayan Kaya” veya “Taş Suret” olarak bilinir.
Niobe’nin Kayası halen Manisa’nın önemli ziyaret yerlerinden birisidir.[139]
Artemis, Apollon’un
ikiz kız kardeşidir. Bazı efsanelere göre Artemis, Demeter’in veya
Aphrodite’nin kızıdır.[140]
Apollon’un ve Artemis’in annesi olan Leto çok iyi yürekli bir tanrıçaydı. Hera
kıskançlığından dolayı Leto’ya çok acı çektirmişti ancak çocukları her zaman
Leto’yu korumuşlardı. Hera, doğum sancısı çeken Leto’ya ebe tanrıça
Eileithya’yı göndermemişti ve Leto bu yüzden dokuz gün dokuz gece doğum sancısı
çekmişti. Sonunda İris gidip ebe tanrıçayı getirmişti. Ayrıca Hera, onun
doğuracak bir yer bulmasını da engellemişti ve sonunda Leto’nun haline acıyan
Poseidon, onun doğum yapabilmesi için Delos Adası’nı oluşturmuştu. Zeus da
Leto’yu bu adaya uçabilsin diye bir bıldırcına dönüştürmüştü ve Leto bu adada
tanrısal ikizler Artemis’i ve Apollon’u dünyaya getirmişti.[141]
Artemis, “altın
oklu” sıfatına sahiptir. Avcılığın, ölümün, cehennem güçlerinin ve
büyücülüğün tanrıçasıdır. Vahşi doğada olmayı sever ayrıca iffetin ve
bakireliğin sembolüdür.[142]
Artemis gençlerin, yolcuların ve ruhların koruyucusudur. Öfkeli ve kincidir ve
birçok azgın devle savaşıp onları öldürmüştür. Toprağı ve bereketi simgeler
ayrıca bitkilere şifa verir. Meyvelerin olgunlaşmasını ve ekinlerin yetişmesini
sağlar. Artemis, oldukça güzel ve tanrısal bir bakiredir. Ona “en güzeli”
anlamına gelen “Kalliste” de denir.[143]
İnanışa göre Artemis,
kardeşi Apollon’dan bir gün önce doğmuştu ve kardeşinin doğumunda annesine
yardımcı olmuştu. Bu nedenle Artemis, doğumun tanrıçası olarak da kabul
edilmişti. Annesinin doğumda çektiği acıları gören Artemis ara sıra âşık olsa
bile evlenmemeye ve bakire kalmaya yemin etmişti. Bu sebeple kendisine yaklaşan
erkekleri ya bir geyiğe ya da bir tavşana dönüştürürdü. Hatta gebe kalan
kadınlara da öfkelenip onları okuyla öldürürdü ve lohusalıkta ölen kadınların
onun tarafından öldürüldüğüne inanılırdı.
Artemis, “ana
tanrıça” olarak da tanımlanır. Onu Anadolu kökenli kabul edenler Kibele ile
özdeşleştirirler. Zaten adı da tıpkı kardeşi Apollon’un adı gibi Yunanca bir ad
değildir. Av ve büyü tanrıçası olan Hekate ve ay tanrıçası Selene ile ya da yay
taşımayan Frig Kibelesi ile de özdeşleştirilir. Hatta Meryem Ana ile bir
tutulduğu da olmuştur. Artemis, Yunan ve Latin mitolojisinde bakireliğin
sembolü olmasına rağmen Anadolu’da ve Efes’te doğurganlığın ve bereketin
sembolü olan bir tanrıçadır. Dünyanın yedi harikasından biri olan Efes Artemis
Tapınağı, bu tanrıça için yapılmıştır.[144]
Artemis’in kimseye
âşık olmamaya yemin etmesine rağmen Orion ile büyük bir aşk yaşadığı anlatılır.
Efsaneye göre Artemis günün birinde uzun boylu, iri yapılı ve çok yakışıklı bir
avcı olan Orion’u görür ve ona âşık olur. Öyleki bir zamanlar kendi kendine
aldığı evlenmeme kararını bile unutup bu yakışıklı avcı ile evlenmek ister.
Fakat Apollon kız kardeşinin bu dev cüsseli mahlûkla evlenmesini uygun bulmaz
ve kız kardeşini vazgeçirmek için çok uğraşır ancak Artemis onu dinlemez.
Apollon, kardeşinin Orion’a duyduğu sevginin ne kadar büyük olduğunu görüncede
bu durumu kıskanmaya başlar. Sonunda ne söylerse söylesin kardeşi Artemis’i
aşkından vazgeçiremeyeceğini anlayınca hileye başvurarak Orion’u yoketmeye
karar verir. Bir gün Orion yüzerken kıyıdan o kadar uzaklaşır ki karadan
bakıldığında başı, denizde kara ve küçük bir nokta gibi görünür. Apollon kız
kardeşini yanına çağırır ve uzaktan görünen kara noktayı ona göstererek "oraya
kadar okunu gönderebilir misin?" der.
Okçu Artemis
heyecanla yayını hazırlarken o kara noktanın sevdiği erkeğin kafası olduğunu
bilmez, yayını çeker ve ok fırlar. Çok iyi bir nişancı olan Artemis’in oku tam
hedefi bulmuştur ve Artemis bilmeden sevdiği erkeği başından vurmuştur. Bu ölüm
Artemis’i çok üzer ve günlerce bulutların ardına gizlenir. Ay tanrıçası Artemis
artık gökyüzünde dolaşmaz ve geceleri yeryüzünü aydınlatmaz olur. Sonunda bir
gün babasının yanına giderek ondan Orion’u bir yıldıza dönüştürerek gökyüzüne
çıkarmasını ister. Zeus, kızının bu arzusunu yerine getirerek, Orion’u bir
yıldıza dönüştürür.
İbrahim ve İsmail
peygamberler arasında geçen kurban olayının benzeri, bir Artemis efsanesinde de
görülmektedir. Bu efsane Aşememnon kralı, onun kızı ve Artemis arasında geçer.
Kral, Artemis’in kutsal geyiklerinden birini avlar. Artemis buna çok öfkelenir
ve kızını, kendisi için kurban etmedikçe onu asla affetmeyeceğini söyler. Kral
buna razı olur ve tam kızını Artemis için kurban edeceği sırada Artemis ona
kurban etmesi için bir geyik gönderir.[145]
İkiz kardeşler
Apollon ve Artemis, Uranos’un en güzel torunlarıdır. Onlar, Zeus’un ve bir ışık
tanrıçası olan Leto’nun çocuklarıdır. Leto, Hera’nın hışmından kaçabilmek için
bazen dişi bir kurt kılığına girerdi ve bu yüzden Apollon’a “lykogenes”
yani “kurttan doğan” da denirdi. Bu açıdan Apollon’un Likyalı ve
Lykogenes isimleri arasında bir bağlantı olabileceği düşünülmektedir.[146]
Likyalı sıfatının
kökeni Luvi Dili’nde “ışık” veya “kurt” anlamına gelen “lyk” sözcüğüdür
ki, bu sözcük Latincede “lux” biçimine dönüşmüştür. Apollon adının aslı
başka bir görüşe göre de, Etrüsk Dili’nde bir ilahı belirtmek üzere kullanılan
Aplu, Apulu, ya da Aplum adından gelmektedir. Ayrıca Apollon kelimesi; “cezalandırmak,
defetmek, kötülüğü önlemek ve korumak” anlamlarına da gelmektedir. Bir ışık
tanrısı olduğu için ona “ışıldayan” anlamına gelen “Phoibos” da denir.
Bu adın, tanrının büyük annesi olan Titan Phoibe ile de ilişkisi vardır.
Apollon, adı değişmeden Roma mitolojisine geçen tek tanrı olarak bilinir.[147]
Apollon, çok
yakışıklı bir genç olarak tasvir edilirdi. “Parlak, altın saçlı, ok taşıyan,
gümüş yaylı” gibi sıfatları vardı. O da babası Zeus gibi çapkın bir
tanrıydı. Apollon, koruyuculuğunu yaptığı Troya (Truva) kentinin
prenseslerinden olan Kassandra’ya âşık olmuştu ve aşkına karşılık göremeyince
de Kassandra’yı, kendisine hiç kimsenin inanmayacağı bir kâhine dönüştürerek
cezalandırmıştı. Ayrıca Apollon, bir nehir perisi olan Daphne’ye de âşık
olmuştu. Fakat Daphne ondan kaçmış ve tanrılardan kendisini bir defne ağacına
dönüştürmelerini dilemişti, bu dileği de gerçekleşmişti. Bu yüzden Apollon’un
kutsal ağacı defnedir. Ayrıca Apollon, birçok ölümlüyle dostluk kurardı ve
dostluklarında da oldukça vefalıydı.[148]
Apollon bilicilik,
musiki, rahmet ve doğruluk tanrısıydı. Zaman zaman insanlarla tanrılar arasında
aracılık yapardı.[149]
Apollon’un insanların geçmişlerini, geleceklerini ve şu andaki hallerini
bildiğine ve insanların duygularına yön verdiğine ayrıca her şeye hayat
verdiğine inanılırdı. Gözünden hiçbir şey kaçmazdı ve kâhinler en gizli sırları
onun yardımıyla bilirlerdi.[150]
Apollon aydın, durgun
ve ölçülü bir gücü simgelerdi. Doğayı görme, varlığı akılla algılama ve varlığı
akıl yetkisine dayanan yöntemlerle biçimlendirme gücünü ve yeteneğini temsil
ederdi. Aynı zamanda ön görmenin, anlamanın ve kavramanın da temsilcisiydi.
Apollon ışığın doğayı aydınlatıp, karanlık kalan sırları ortaya çıkarmasının
simgesiydi. İnsanlara güzel söz söyleme yeteneğini Apollon vermişti. Zaten
Apollon, ilham perileri olan Musalar’ın da yöneticisiydi. Musalar ile birlikte
altın lirini çalarak tanrıları eğlendirirdi.
Tıp bilimini insanlara
öğreten de Apollon’du. O dilerse tüm hastalıkları iyileştirebilirdi. Çok
uzaklara ok atabilirdi ve aynı güneş ışınları gibi Apollon’un okları da onun
isteğine göre hem hasta ederdi hem de şifa verirdi. Erkeklerin ani ölümünün
Apollon’un elinden, kadınların ani ölümünün de Artemis’in elinden olduğuna
inanılırdı. Ayrıca Apollon’un bir takım kehanetleri de vardı. Kimin ağzına
tükürürse onun geleceği görme yeteneğini kazanacağına inanılırdı. Ancak
Apollon, bazı yeteneklerinde de oldukça kıskançtı. Hatta bu kıskançlığından
dolayı bir müzik yarışmasında Midas, Apollon’u değil de rakibini taraf tuttuğu
için Midas’ın kulaklarını, eşekkulağına çevirmişti.[151]
Hesiodos eserinde
Apollon’dan çok az bahseder. Bunun nedeni muhtemelen Apollon’un Anadolu kökenli
bir tanrı olması ve Yunanistan’da pek bilinmiyor olmasıdır. Hesiodos, aynı
nedenlerden dolayı Artemis’den de pek fazla bahsetmemiştir.[152] Homeros’a
göre de Apollon, Anadolu kökenlidir ve hatta muhtemelen Truvalıdır. Homeros,
Apollon’un Yunan tanrıları içinde “En Yunan Tanrı” olduğunu da
belirtmiştir.[153]
Asklepios, bir sağlık
tanrısıdır ve Apollon’un oğludur. Asklepios’un Hygeia yani “sağlık”
adında bir kızı vardır. Asklepios ayrıca Meditrina, îaso, Aceso, Agla'a ve
Panacea’nın da babasıdır.[154]
Görkemli, sakallı, düşünceli ve babacan bir ihtiyar olarak tasvir edilir.
Günümüzde de hala tıp biliminin simgesi olan, etrafı bir yılan tarafından
sarılmış olan bir asa taşır.[155]
Annesi Teselya kralı
Phlegyas’ın kızı olan Koronis, Asklepios’a hamileyken Apollon’u aldatır ve
Apollon’da bu kadını diri diri yakarak öldürür ancak Asklepios’u annesinin
karnından alır ve büyütmesi için at adam Kheiron’a verir. Bu at adam son derece
bilgilidir ve hekimlikte de ustadır. Hekimliğin bütün inceliklerini Asklepios’a
öğretir. Asklepios, hekimlikte o kadar ilerler ki ölüleri diriltmeye başlar.
Tanrıça Athena, Gorgo
canavarı öldüğü zaman bedeninden akan kanı toplar ve Asklepios’a verir.
Gorgo’nun sağ tarafındaki damarlarda zehirli, sol tarafındaki damarlarda şifalı
kan olduğu ve Asklepios’un bu şifalı kanla ölüleri diriltebildiği anlatılır.
Ancak bu sadece
Zeus’un yapabileceği bir iş olduğu için Zeus bu duruma çok öfkelenir ve
Asklepios’u yıldırımlarıyla çarparak öldürür. Buna çok öfkelenen Apollon da
Zeus’a yıldırımları veren Kyklopları öldürür. Bir rivayete göre Zeus’un onu
öldürdüğü an Asklepios’un elinde bulunan, ölümsüzlüğün formülü yazılı olan bir
kâğıt toprağa düşer ve yağan yağmurla bu kâğıdın üzerindeki yazılar silinerek
toprağa karışır. Yazıların suyla birlikte toprağa karıştığı yerden de her derde
deva olan sarımsak bitkisi ortaya çıkar.
Asklepios adına
çeşitli tapınaklar yapılmıştır ve onun için yapılan bu tapınaklara, “Asklepion”
adı verilmiştir. Bunlar aynı zamanda ilkçağ hastaneleridir. En büyüğü ve en
ünlüsü ise M.Ö. 4. yüzyılda yapılmış olan ve 1927 yılında Alman arkeolog Teodor
Wiegand (1864-1936) başkanlığındaki bir ekip tarafından rastlantısal bir
şekilde ortaya çıkarılmış olan Bergama Asklepionu’dur.[156]
Leda, Zeus’un
eşlerinden biridir ve bir Sparta kraliçesidir. İsminin anlamı da “kraliçe” demektir.
Zeus, bir kuğu kılığına girerek onunla birlikte olur ve bu birliktelikten
yaşadığı dönemde dünyanın en güzel kızı olarak nitelendirilen Helen ile ikiz
kardeşler olan Kastor ve Polluks doğar.
Bir başka efsaneye
göre ise, Zeus’un kuğu kılığına girerek birlikte olduğu tanrıça Leda değil,
Nemesis’tir. Dolayısıyla Helen, Kastor ve Polluks’un anneleri de Nemesis’tir.
Ancak Leda, Nemesis’in kutsal yumurtasını çalmış ve o yumurtadan çıkan
çocukları kendi çocukları gibi büyütmüştür.[157]
Helen (Helene,
Helena) veya Truvalı Helen, Menelaos’un karısıdır. Yunan mitolojisine göre
Truva Savaşı’na neden olan, kendi devrindeki dünyanın en güzel kadınıdır.
Çeşitli efsanelere göre Zeus’un fani bir kadından olan tek kızıdır. Sparta
kraliçesi Leda ile Tanrı Zeus’un kaçamağından doğan bir kızdır. Truva’dan
kaçabilmeyi Zeus’a ve Aphrodite’ye borçlu olduğu anlatılır. Helen, îlyada’nın
başlıca kahramanlarından biridir.
Helen daha çocukken
Yunan kralı Theseus tarafından kaçırılır ancak daha evlenecek yaşta olmadığı
için kral, onu annesi Aethra’nın yanına Aphidnae’ya yollar. Fakat Helen,
kardeşleri Dioskurlar (Kastor ve Polluks) tarafından kurtarılır. Dioskurlar
aynı zamanda Aethra’yı da esir alırlar. Helen evlenecek yaşa geldiğinde
Yunanistan’daki bütün güçlü ve nüfuslu erkekler onun peşine düşerler. Kızı
tarafından reddedilen bu kalbi kırık damat adaylarının çıkaracağı sorunları
düşünen Kral Tyndareos, Odysseus’u dinler ve kızını istemeye gelen herkese
Helen kimi seçerse seçsin, onun evliliğini ve mutluluğunu korumaya yemin
ettirir. Daha sonra kral, damat adaylarının içinde Menelaus’ta karar kılar ve
Helen onunla evlenerek ona Hermione isminde bir kız çocuğu verir. Ancak on sene
kadar süren mutlu bir evlilikten sonra Helen, Truva prensi Paris ile kaçar.
Bunun üzerine kocası Menelaus diğer damat adaylarını yeminlerini bozdurarak bir
araya toplar ve tarihteki en büyük Yunan ordusu, Agamemnon komutasında
efsanelere konu olacak savaş için Truva’ya gider.
Başka bir rivayete
göre de Helen, Tyndareos’un karısı Leda’nın doğurduğu bir yumurtadan (altın bir
kuğu yumurtasından) çıkar ve olağanüstü güzelliği sayesinde kısa zamanda herkes
tarafından tanınır. Theseus’un Atina’ya kaçırdığı Helen’i erkek kardeşleri
Kastor ve Polydeukes (Polluks) Sparta’ya getirince, Akhilleus’ta dâhil
Yunanistan’ın bütün kahramanları onunla evlenmek isterler. Rededilen damat
adaylarının hışımından korkan Tyndareos, Helen ile evlenemeyenlerden
bazılarının Helen’in müstakbel eşi ile dövüşmeleri ihtimaline karşı bütün
adayların barış içinde kalmak için birlik yemini etmesini şart koşar. Sonuçta
genç kız, Menelaos ile evlenir ama Truva kralı Priamos’un oğlu Paris,
Menelaos’un Sparta’da konuk olması şerefine verilen ziyafette herkesin sarhoş
olmasından yararlanarak Helen’i kaçırır.
Bunun üzerine
Menelaos eski rakiplerinden yeminlerini bozmalarını ister ve böylece Truva
Savaşı başlar. Bu savaşın bir nedeni de Yunanlar’ın Asya kıyısındaki bu önemli
kenti işgal etmek istemesidir. Paris’in ölümünden sonra Helen onun kardeşi olan
Deiphobos ile evlendirilir ve Truva yağmalanırken Helen, onu kızgın Yunanlar’a
teslim eder. Daha sonra Menelaos, Helen’i tekrar alır ve Sparta’ya getirir.
Helen dul kalınca
Menelaos’un evlilik dışı olan çocukları Megapenthes ve Nikostratos tarafından
kocasının evinden kovulur ve Rodos'a sığınmak zorunda kalır. Orada Kral
Tlepolemos’un karısı Argoslu Polykso, Helen’i öldürtür. Ağzından çıkan son
kelimelerin “Paris” ve “Baba” (Baba olarak Zeus’u kastettiği
söylenir) olduğu rivayet edilir. Başka bir inanışa göre Zeus yani Helen’in
gerçek babası, ölen Helen’i tanrıların katına çıkarır ve onu bir yıldıza
dönüştürür. Bazı efsanelere göre ise Mutlular Adası’nda Menelaos ile Helen
sonsuza kadar birlikte yaşamaya devam ederler. Helen’e birçok ülkede tapılırdı.
Yunanlar için olağanüstü bir güzellik örneğiydi. Altın sarısı saçlara ve zümrüt
yeşili gözlere sahip olduğu anlatılırdı.[158]
Zamanlarının yarısını
yeraltında yarısını da gökyüzünde birer yıldız olarak geçiren iki kardeştirler.
Leda’nın ve Zeus’un oğullarıdırlar ve onlara, “Zeus’un çocukları”
anlamına gelen “Dioskurlar” denilir. Poseidon’un emrinde çalışırlar ve
bu kardeşlerin görevleri denizcileri korumak ayrıca zor durumda olan gemicilere
yardım etmektir.
Polluks’un bir tanrı,
Kastor’un ise yarı ölümlü bir insan olduğu anlatılır. Bir gün Kastor ölür ve
buna çok üzülen Polluks kendisinin de ölmesi için tanrılara yalvarır. Böylece
Zeus, Polluks’un ömründen birazını Kastor’a verir ve böylece ölümsüzlüğü bu iki
kardeşin arasında paylaştırmış olur.[159]
Ares, Zeus’un ve
Hera’nın oğludur. Bazı kaynaklarda Hera’nın onu tek başına meydana
getirdiğinden söz edilir. Çok eski zamanlarda Ares, bir fırtına tanrısı olarak
kabul edilirdi.[160]
Ama Yunan mitolojisinde O, bir savaş ve kahramanlık tanrısıdır. Savaşın tanrısı
olmasına rağmen oldukça korkaktır. “Yokedici, deli, gözyaşı döktüren,
uğursuz, elleri kanlı ve kaleler yıkan” gibi sıfatlara sahiptir. Ayrıca
Homeros, onu “dev cüsseli” olarak tanımlar.[161]
Ares, genellikle
zırhlı ve çok uzun boylu olarak tasvir edilir. Akılcı savaşın değil, hoyratça
kavga etmenin tanrısı olarak nitelendirilir. Kıyımdan ve kan dökmekten hoşlanan
savaşçı zihniyeti temsil eder. Desteklediği davanın doğruluğu onu
ilgilendirmez. Önemli olan sadece savaşmaktır ve genellikle atsız olarak
savaşır. Düzene karşı gelir ve yasaları çiğner.[162] Ares
acımasız, kavgacı, kaba ve asık suratlıdır. Gözü pekliğin, korkusuzca ileri
atılmanın ve liderliğin simgesidir. Gücünü kendi zevkleri ve çıkarları
doğrultusunda kullanmaktan hoşlanır.[163]
Ares ile ilgili
anlatılan mitlerin birinde Aphrodite, Hephaistos’u aldatır ve gözünden hiçbir
şey kaçmayan Helios bu durumu Hephaistos’a anlatır. Hephaistos da görünmez bir
ağ yapar ve bu ağı Aphrodite’nin yatağına serer. Bu ağ sayesinde Aphrodite’yi
ve Ares’i birlikte yakalar. Daha sonra Aphrodite, Ares ile evlenir ve bu
evlilikten Phoibos, Daimos ve Harmonia doğar. Phoibos ve Daimos “dehşet”
ve “korku” anlamında olup, özellikle savaş meydanlarında Ares’in
yanından hiç ayrılmazlar. Harmonia ise uyumu simgeleyen bir tanrıçadır. Ayrıca
Edith Hamilton, Ares’in savaş meydanlarında kız kardeşi veya kızı olan Eris’i
de yanından ayırmadığını söyler.[164]
Athena hak ve adalet
için savaştığından, bozgunculuğu temsil eden Ares’i hiç sevmezdi. Sürekli
çekişirlerdi ve sonuçta her zaman Athena ona galip gelirdi.[165] Aslında
Ares, Yunan tanrılarının içinde en sevilmeyenidir. Hatta Ares anne ve babası
olan Zeus ve Hera tarafından bile sevilmemiştir. Geçtiği her yere ölüm ve
dehşet saçan bu tanrı, Yunan dünyasında hiç saygı görmediği için onun adına bir
tapınak da yapılmamıştır. Buna rağmen Romalılar Ares’i oldukça severlerdi.
Roma’nın kurucusu ve Romulus’un efsanevi babası olan Mars (Ares), Romalılar
tarafından ataları olarak benimsenmişti. Sparta Kenti ve Trakya Bölgesi bu
tanrının başlıca kült merkezleri olarak kabul edilmiştir.[166]
Ares’in kız kardeşi
ya da annesi olarak kabul edilir. Bazı kaynaklarda da Ares’in arkadaşı veya
oğlu olduğundan bahsedilir. Enyo, kaba kuvvetin ve savaşın tanrıçasıdır.
İsminin anlamı, bozgun ve felakettir. Ayrıca O, “iller yıkan” sıfatına
sahiptir. Hesiodos’a göre ise Enyo, Graialar’dan biridir. Savaşta karşısında
olduğu tarafın ani bir şekilde kaçmasını ve bozguna uğramasını sağlar.[167]
Harmonia, Yunan
mitolojisindeki çift soylu karakterlerden birisidir. İlk efsanede Aphrodite’nin
ve Ares’in, ikincisinde ise Zeus’un ve Elektra’nın kızı olarak gösterilir. Yani
ilk efsanede Thebai Krallığı’ndan, ikincisinde ise Dardanos Soyu’ndan
gelmektedir. Ama her iki durumda da değişmeyen tek şey, onun Kadmos’un eşi
olmasıdır. Harmonia hem bir savaş tanrıçası ve hem de güzellik tanrıçası olduğu
için aynı zamanda zıtların birliğini ve uyumunu simgeleyen bir uyum
tanrıçasıdır.
Thebai efsanesinde bu
güzeller güzeli kıza verilen değerli hediyelerden bahsedilir. Bu hediyelerden
birisi Kharitler’in dokuduğu bir elbise, ötekisi ise zarif bir kolyedir. Yasak
bir aşkın meyvesi olan Harmonia ile (kendisi, ebeveynlerinin yasak ilişkisinden
dolayı [Aphrodite ve Ares] Athena’nın ve Hephaistos’un kinlerine hedef
olacaktır) kimsenin paylaşamadığı bu armağanlarının Thebai kentine felaketler
getirdiği söylenir. Ayrıca Kadmos’tan doğan beş çocuğunun kaderleri de oldukça
kötüdür.
Diğer bir efsanede
ise Dardanos’un ve İasion’un kız kardeşi olarak gösterilen Harmonia, Zeus’un
kaçırdığı kız kardeşini arayan Kadmos ile Semendirek’te tanışır ve evlenir. Bu
arada Kadmos’un eşi olan Harmonia’dan başka bir de Kharitler’in arasında
bulunan, uyum ve dengeyi temsil eden bir Harmonia vardır ki bu ikisi sıkça
karıştırılır.[168]
Hermes, Zeus’un ve
Atlas’ın kızı olan yağmur perilerinden Maia’nın ilişkisinden doğmuştur. Hermes,
tanrısal iradenin aracısı ve sözcüsüdür.[169] O
tanrıların habercisidir ve Zeus’un güvenilir bir elçisidir. Zeus’un gönül
işlerinde ona yardımcı olur. Ayrıca Zeus onu Hades’in ve Persephone’nin
hizmetine vermiştir.
Hermes, bir bereket
tanrısıdır ve aynı zamanda hırsızların, çobanların, yolcuların, ticaretin,
müziğin, hatipliğin, sporun ve sporcuların tanrısıdır. Çok zeki ve iyi
niyetlidir. Ancak buna rağmen Pandora’ya yalan söylemeyi onun öğrettiği
söylenir. Konuşmayı ve yazıyı icat eden de odur. İnsanlara toplum kurallarını
ve aile içindeki görevlerini öğretmiştir. Hermes, karanlıkta bile şimşek
hızıyla dolaşabilir ve istediği zaman görünmez olabilir. Hatta Hermes’in
kanatlarının olduğundan ve zaman zaman uçtuğundan da bahsedilir.[170]
Ölüleri ölüler diyarına götürür ve gemilere yol gösterir. Ayrıca istediği zaman
insanları uyutma ve uyandırma gücüne sahiptir.[171]
Doğar doğmaz
beşiğinden kalkıp yürüdüğü ve doğduğu gün Apollon’un elli adet ineğini çaldığı
söylenir. Hırsızlığı belli olmasın diye ineklerin nallarını söküp ters çakar ve
kendisi de ağaç dallarından ördüğü sandallarını giyerek ters yöne doğru yürür.
İneklerden ikisini kesip on iki parçaya ayırır ve tanrılara sunar. Nefsine
hâkim olur ve kendisi bu etten hiç yemez. Eve döndüğünde odaya bir sis gibi
anahtar deliğinden sızar ve beşiğine yatar. Apollon bu hırsızlığı fark eder ve
Hermes’i Zeus’un önüne çıkarır. Zeus, Hermes’e Apollon’un ineklerini geri
vermesini söyler ancak içten içe Hermes’in bu kurnazlıkları Zeus’un hoşuna
gider.[172]
Hatta yine doğduğu
gün bir kaplumbağanın içini boşaltıp ondan lir yaptığı anlatılır ve sürüsünü
çaldıktan sonra Apollon’un gönlünü bu lir ile almayı başardığı söylenir.
Apollon da bu lirin karşılığında ona bolluk ve habercilik simgesi olan bir
altın değnek verir ve bu değneği elinden hiç düşürmediği için Hermes’e “altın
değnekli” sıfatı verilir. Ayrıca Apollon’un ona bazı kehanetleri öğrettiği
söylenir. Mesela, böylece küçük taşlardan yararlanarak geleceği bilme yetisine
sahip olmuştur.
Hermes’in İslam
Dini’ndeki Cebrail’e benzer görevleri vardır bu yüzden kendisine “koç
taşıyan” da denir. Ayrıca ruhları öteki dünyaya taşımakla görevli olduğu
için Azrail konumunda da yer alır ve kendisine “ruhlar kılavuzu” da
denir. Cıvaya, “Merkür” denmesinin nedeni de bu tanrının Latince adının
Merkür olması ve cıva gibi hareketli ve ele avuca sığmaz olmasından
kaynaklanır. Bazı düşünürler de Hermes’i İdris Peygamber ile özdeşleştirirler.
Hermes veya İdris geleneği Babil, Mısır ve Yunan düşüncelerinin temeli olmakla
birlikte İslam düşüncesinin de temelini oluşturan kaynaklardandır.[173]
Dionysos (Dionysus),
Roma ve Yunan mitolojisinde Bacchus ismiyle de bilinir. Bazı mitolojik
eserlerde ve özellikle tragedyalarda Bromios, Euhios, Dithyrambos, İakkhos ve
İobakkhos olarak da adlandırılır. Asya kökenli olup, bir Lidya-Frig tanrısıdır.[174]
Dolayısıyla bir Anadolu tanrısı olduğu için Hesiodos eserlerinde ondan
pek bahsetmemiştir.[175]
Dionysos, bir ölümlü
olan Semele’nin ve Zeus’un oğludur. Hera kıskançlığından dolayı Semele’ye zarar
vermek ister ve ona Zeus’tan rica etmesini ve kendisine tanrı olarak
görünmesini istemesini söyler. Semele de zaten Zeus’u tanrı olarak görmek
istediği için bu isteğini Zeus’a söyler. Zeus onu kıramaz ve bir anlığına ona
bütün tanrılık ihtişamıyla görünür. Ancak Semele bir ölümlü olduğu için bu
manzara karşısında çok korkar ve o anda karnındaki Dionysos’u düşürür, ayrıca
kendisi de ölür. Bunun üzerine Zeus, Dionysos’u alır ve onu baldırına
yerleştirir. Zamanı geldiğinde Dionysos, Zeus’un baldırından doğar. Bu yüzden
Dionysos isminin anlamı “iki kere doğan” demektir. Doğduktan sonra onu
yeryüzüne Hermes taşır ve büyütmeleri için onu peri kızlarına verir.[176]
Bir rivayete göre
Semele bu olayda ölmemiştir. Dionysos annesine olan özleminden dolayı ona
ölümsüzlük vermek istemiş ve diğer tanrılarda onun bu isteğini kabul
etmişlerdir. Böylece Semele Olympos’a, ölümsüz tanrılar arasına katılmıştır.
Aslında Semele’nin Zeus’un ışığından yanması yani şarap tanrısının bir bakıma
ateşten doğması ve yağmur perileri tarafından büyütülmesi üzümü olgunlaştıran
sıcaklığı ve suyu simgeler.
Başka bir rivayete
göre de Dionysos, Zeus’un ve Persephone’nin oğludur. Hera, kıskançlığından
dolayı Dionysos’un üzerine titanları göndermiştir. Titanlar da onu paramparça
etmişler ve ortada sadece Dionysos’un yüreği kalmıştır. Daha sonra Zeus, bu
yürekten onu tekrar yaratmıştır ya da Semele’ye bu yüreği yutturarak veya
yüreği rahmine yerleştirerek onun Dionysos’a hamile kalmasını sağlamıştır. Bazı
kaynaklarda onu tekrar yaratanın Athena olduğundan bahsedilir. Ayrıca Zeus,
öfkesinden titanları
yakıp kül etmiş ve bu küllerden insanları yaratmıştır. Bu yüzden de
insanoğlunun daima tanrısal bir yönü olduğu söylenir. Başka bir efsaneye göre
de Dionysos’u Demeter veya Persephone doğurmuştur ve onun asıl adı,
Zagreus’tur.[177]
Kışın asmalar öldüğü
için Dionysos da tıpkı Demeter gibi kışın acı çeker. Dionysos, aslında bir doğa
tanrısıdır. Ormanları ve avlanmayı severdi. Ayrıca dünyanın birçok yerini
gezerek insanlara şarap yapımını öğretmişti. Klasik dönemin şarap ile
özdeşleştirilen, mistik vecd tanrısı olarak kabul edilirdi.[178]
Dionysos şarabın,
sarhoşluğun ve sarhoşlukla gelen çılgınlığın ayrıca nimetlerin, coşkunun ve
yaşama sevincinin tanrısıydı. Bu yüzden de "coşkun" sıfatına
sahipti. O aynı zamanda üremeyi de simgelerdi.[179] Dionysos’a
bağlananlar büyük bir sevinç içinde yaşadıkları için, ona "gamdan
kurtaran" derlerdi. Ayrıca antik dönem tiyatro oyunları, Dionysos
adına yapılan şenliklerden esinlenerek üretilmişlerdi.[180]
Dionysos bazen çok iyi
ve bazen de çok kötü olabilirdi. Kendisine tapanlara huzur ve sevinç
verebileceği gibi onlara büyük yıkımlar da getirebilirdi. Kendisi ölümsüz bir
tanrıydı ancak ölüp tekrar dirilmeyi zaman zaman yaşamıştı. Aslında bu durum,
asmaların kışın ölmesi ve yazın canlanması deviniminin sürekliliğini
simgelerdi.[181]
Dionysos’un
efsaneleri tepki ve direnç üstüne kuruludur. İnsan ve doğa arasındaki ilişkiyi
simgeler. Doğanın sırlarına erip, tanrılaşmak insanoğlunun en büyük
arzularından birisidir. Dionysos, insanlara şarap ve sarhoşluk vasıtasıyla
bunun yolunu göstermeye çalışmıştır. Hıristiyanlığın, Hz. İsa ve şarap arasında
kurduğu bağlantıya dikkat edersek bu tanrıdan fazlaca etkilenmiş olduğunu
söyleyebiliriz. Dionysos, en gizemli ve en kıdemsiz tanrı olarak kabul edilmiştir.
O, Olympos’a giren tanrıların sonuncusudur ancak buna rağmen Yunan dünyasında
derin izler bırakmıştır.[182]
Pan, Hermes’in ve
Penelope’nin ya da bir nymphe olan Dryope’nin oğludur. Bazı efsanelerde
Uranos’un ve Gaia’nın, bazılarında da Kronos’un ve Rhea’nın oğlu olarak da
gösterilir. Ayrıca Dionysos’un çok yakın arkadaşıdır.[183]
Boynuzlu, toynaklı ve
son derece kötü kokan keçi kılıklı bir tanrıdır. Pan’ın boynuzlarının güneş
ışığını, karnının gökyüzünü ve kıllı bacaklarının da toprağı simgelediği söylenir.
Ormanlar ve kırlar onun mekânıdır. Dans etmeyi sever ve çok güzel kaval çalar.
İstediği zaman görünmez olabilir ya da bir efsaneye göre insanlar Pan’ın
varlığını unuttukça Pan yavaş yavaş yok olmaya başlar. Pan, çobanların ve
sürülerin koruyucu tanrısıdır ayrıca bir av tanrısı olarak da bilinir. Sürekli
peri kızlarına âşık olur ancak çok çirkin olduğu için bu peri kızları ona asla
yüz vermezler.[184]
Hermes onu Olympos’a
götürdüğünde çirkinliğinden dolayı tanrıların hepsi onunla alay ederler ve
tanrılar ona “hepsi” anlamına gelen Pan ismini verirler. Aniden ortaya
çıkarak yolcuları korkutup, onlara korku (panik) yaşattığı için “panik”
anlamında Pan denmiş olabileceği yönünde bazı görüşler vardır.[185]
Ayrıca isminin “bütün” anlamında olduğu ve bu anlamın Pan’ın son derece
güçlü olduğunu ifade ettiği de söylenir.[186]
Silenos, önceki
devirlerde Frigyalı bir su tanrısı olarak kabul görmüştü. Fakat daha sonra
Orpheus Tarikatı mensupları onun geleceği bilme yetisine sahip bilge bir
ihtiyar olduğundan ve hatta Dionysos’un eğiticiliğini yaptığından
bahsetmişlerdi.[187]
Ya da tam tersi Dionysos’un onun hocası olduğundan ve Pan’ın ya da Hermes’in
bir periden olma oğlu ya da kardeşi olduğundan da bahsedilmişti. Uranos’un
kesilen organının kanından doğduğu da çeşitli görüşler arasında yer alır.
Silenos ismi ayrıca yaşlı Satyrlere verilen genel bir ad olarak da kabul
edilirdi.[188]
Silenos, koca karınlı
ve kel bir ihtiyardır. Hayvan kulakları ve bir de kuyruğu vardır. Daima
sarhoştur ve bu yüzden daima Satyrlerin yardımıyla yürür. Bindiği eşeğinden
sürekli düşer. Son derece bilge ve yaşamın sırlarına vakıf bir kişidir ancak bu
bilgeliğini sadece zor zamanlarda kullanır. Bazı ilkel müzik aletlerini
keşfettiğine inanılır. Kral Midas, Silenos’u çok iyi ağırladığı için, Dionysos tarafından
tuttuğu her şeyin altın olmasıyla ödüllendirilmişti.[189]
Satirler, ormanlarda
ve dağlarda yaşayan doğa cinleridir. Üst kısımları insan bedeninde, alt
kısımları da at veya teke biçiminde tasvir edilir. Kaba ve korkaktırlar ayrıca
insanlara hiç iyi davranmazlar. Satirler, çoğunlukla ellerindeki flütler ve
ardından koştukları Nemfler (Nympheler, peri kızları) ve Mainadlar (sürekli
Dionysos’un yanında gezen çılgın kadınlar) ile birlikte tasvir edilirler. Şarap
tanrısı Dionysos ile birlikte şarap içerler ve kırlarda dans ederler. Satirler,
terminolojide nadiren Faunes (Fauness) olarak da tabir edilirler. Dişi
Satirlere ise “Satires” (Satyresses) denilmektedir.
Satirler, insan başı
ve gövdesine sahip olarak ve genellikle çıplak göğüslü bir halde, belden
aşağıları ise keçi şeklinde tasvir edilirler. Yunan heykel ustası Praksiteles
ise (M.Ö. 4. yüzyıl), Satirler’in bedenlerindeki hayvan özelliklerini en aza
indirerek yakışıklı ve genç bir erkek görünümünde olan yeni bir Satir tipi
oluşturmuştur.[190]
Kentaurlar bir
rivayete göre, Nephele (Bulut) (bir rivayete göre de; bulut kılığına bürünmüş
Hera) ile Teselya’nın en eski kabilesi olan Lapithler’in kralı İksion’un
çocuklarıdırlar. Dişilerine ise “Kentaures” (Centauress) denilmektedir.
Başları ve gövdeleri insan, vücutlarının geri kalan kısımları da at olarak
tasvir edilir.
Kentaurlar, şaraba ve
kadınlara çok düşkündürler. Ancak içlerinde Kentaur Kheiron gibi çok iyi, çok
bilge ve geleceği görme yetisine sahip olanları da vardır. Hatta Herakles ve
Akhilleus gibi mitolojideki birçok ünlü kahramanın bu bilge ve yetenekli
Kentaurlar tarafından yetiştirildiği söylenir.[191]
Hekate isminin
anlamı, “hedefi vuran” demektir ve bu isim aynı zamanda Apollon’un ve
Artemis’in de sıfatlarındandır.[192]
Hekate, titanlardan biri olan Perses’in ve Asteria’nın kızıdır. Özellikle
Karyalılar[193]
tarafından sevilen bu tanrıça Anadolu ya da Trakya kökenli olarak kabul edilir.
Tanrıça, Artemis ve Apollon ile anne tarafından kuzendir. Ayrıca Efesli Artemis
ile de benzer özellikler taşır.
Baş Tanrı Zeus
dünyayı, kendisi gökyüzünü, kardeşi Poseidon denizleri, Hades ise yeraltını
alacak şekilde paylaştırır ve Tanrıça Hekate’ye bu üç alanda da yetki verir. Bu
yüzden bu tanrıçanın üç başlı tasvirleri yapılmış ve bu tasvirler zamanla ay
tanrıçaları olan Hekate, Artemis ve Selene’yi ifade ederek böylece bir üçleme
(teslis) inancını beraberinde getirmiştir.
Hekate, Zeus’un ve
diğer tanrıların yanında çok değerliydi ve hiçbir olaya adı karışmamış gizemli
bir tanrıçaydı. Zeus, ilk “tanrıça” unvanını ona vermişti. Theogonia’da
kendisinden yerde, gökte ve denizlerde önemli yaptırımları olan çok güçlü bir
tanrıça olarak bahsedilmişti. Ona son derece büyük bir saygı duyulur ve onun
adına kurbanlar kesilirdi. Hekate’nin dilediği kimselere bütün mutlulukları
vermeye gücü yeterdi. Savaşlarda ve yarışlarda onun istediği taraf kazanırdı.
Ayrıca Hekate,
denizcilerin koruyucusu olarak kabul edilirdi ve yolculukların iyi geçmesini
sağlardı. Dilediği zaman bereket verir ve dileğinde kıtlık verirdi. Gençliğin
besleyicisi ve koruyucusu olarak kabul edilirdi. Daha sonraları Hekate, bir
büyü tanrıçası olarak da kabul edilmişti. Aynı şekilde Roma’da da kutsal bir
bakire olan ay ve sihir tanrıçası olarak kabul edilirdi. Günümüzde, Türkiye’de
Muğla-Yatağan’da bulunan Lagina Antik Kenti ve Trakya açıklarındaki Semadirek
Adası, bu tanrıçanın başlıca kült merkezleridir.[194]
Ganymedes, yaşadığı
dönemde ölümlü insanların en güzeli olarak kabul edilen genç bir delikanlıdır.
Zeus ona âşık olur ve onu bir kartal kılığına girerek ya da bir kartal
göndererek kaçırır. Ganymedes’e ölümsüzlük verir ve onu tanrıların hizmetçisi
yapar.[195]
Zeus onu kaçırmadan önce Ganymedes’in Truva kralı Tros’un oğlu olduğu
söylenir.[196]
Oğlunu elinden aldığı için Zeus, Ganymedes’in babasına çok değerli iki
atı hediye olarak gönderir.[197]
Yunanistan’da bu
Ganymedes efsanesinden dolayı erkeklerin bir delikanlıya cinsel eğilimi dinsel
nitelikte bir sevap sayılırdı. Bu durum Yunan Uygarlığı’nda uzun bir süre
varlığını korudu. Hatta Yunanistan’da bu eğilimin giderek yaygınlık kazanması
üzerine kadınlar “ginese” ya da “gynekaion” denilen bir çeşit
harem dairesine kapatılmaya başlandı.
Sokrates’e atfedilen "Sokratvari
sevgi" teriminde de bu eğilimin izleri görülür. Aynı şekilde Platon’a
atfedilen "Platonik aşk" sözü de bizim bugün kullandığımız
anlamından oldukça farklıdır. Platon özellikle Phaidros adlı eserinde bir erkek
öğrencisine duyduğu ilgiyi mazur göstermek için Ganymedes efsanesini sürekli
olarak hatırlatır.[198]
Horalar, iklimin ve
zamanın üç tanrıçasıdır. Yasa, yargı ve barış tanrıçaları olarak kabul
edilirler. Zeus’un ve Themis’in kızlarıdırlar ve Moiralar’ın da
kardeşleridirler. Hora kelimesinin anlamı “saat” olarak bilinir.
Homeros, Horaları "göğün kapıcıları" olarak nitelendirir.
Horalar’ın isimleri
ve görevleri, Eunomia; en iyi yasaların tanrıçasıdır, Dike; en haklı yargıları
veren tanrıçadır ve Eirene; tarımı koruyan bereket ve barış tanrıçası olarak
kabul edilir.
Horalar, doğanın ve
toplumun düzenini sağlarlar. Ayrıca zaman ölçülerini düzenlerler ve bitkilerin
hayat sürecini yönetirler. Tanrıların kapısını gözetirler ve Hera’nın hizmetini
görürler. Horalar; genellikle ellerinde çiçekler olan genç kızlar olarak tasvir
edilirler.[199]
Moira ismi, pay ve
paylaştıran anlamlarına gelir. Bunlar kader tanrıçalarıdırlar ve onlara
Parkalar ya da Norneler de denir. İsimleri; Atropos, Klotho ve Lakhesis’tir.
Atropos’un anlamı, “geri dönülmez” demektir ve ölümü simgeler.
Klotho’nun adı, “bükmek, dokumak” anlamındadır. Lakhesis ismi ise, “kader”
ve “alın yazısı” anlamına gelmektedir.[200]
Moiralar bir rivayete
göre, Zeus’un ve Themis’in kızlarıdırlar. Themis, bir yasa tanrıçasıdır ve bu
yasa tanrıçasından, kader tanrıçalarının doğmuş olması oldukça anlamlıdır.
Bazılarına göre ise Moiralar, Nyks’in kızlarıdırlar. Bazen de doğum tanrıçası
Eilithyia ve talihi simgeleyen Tykhe ile birlikte anılırlar.[201]
Moiralar, üç kız
kardeştirler. Bu kızlardan biri ömür ipliğini dokur, diğeri ipliği yumak haline
getirir, sonuncusu da ömür bittiğinde o ipliği keser. Onların kararlarını
değiştirmeye Zeus’un bile gücü yetmez. İnsanların doğumlarını ve ölümlerini,
aynı zamanda dünyanın düzenini kontrol ederler. Moiralar, insanların bu
dünyadaki nasiplerini temsil ederler. Platon, “Devlet” adlı eserinin son
bölümünde yeniden yeryüzüne çıkacak olan ruhların Moiralar’a başvurduğundan ve
onlardan izin almaları gerektiğinden bahseder.[202]
Kharitler güzelliğin,
sanatın ve müzik etkinliklerinin tanrıçalarıdır. Doğanın ve insanın yaşamını
güzelleştirirler ayrıca bitkilerin yetişme gücünü simgelerler.[203]
Zeus’un ve Okeanus kızlarından biri olan Eurynome’nin kızlarıdırlar. Bazı
rivayetlerde annelerinin Hera olduğundan bahsedilir. Kharitler, “üç güzeller”
olarak da bilinirler.
İsimleri, Aglie
(parlaklık, ışıltı), Euphrosyne (sevinç, neşe) ve Thalia’dır (bitkisel
gelişmeyi simgeler). Göze hoş görünen her şeyi simgeleyen bu tanrıçaların
adları da parlaklık, ışıltı ve güzellik anlamlarına gelen "Kharis"
sözcüğü ile bağlantılıdır. Kharitler, müzisyen tanrı Apollon’un maiyetindedirler.
Kadın işlerinin ve entelektüel faaliyetlerin tanrıçası olan Athena’ya da daima
eşlik ederler. Aphrodite’nin yanından ayrılmayan Himeros ile birlikte
dolaştıkları da söylenir. Ayrıca Eros ve Dionysos’a eşlik ettiklerinden de
bahsedilir. Kharitler, Pandora’nın süslenmesine yardım ederler. Her yere ve
herkese neşe saçarlar. Ayrıca zihinsel çalışmalarda ve sanat eserlerinde
insanlara verdikleri ilham ile bu çalışmalar ve insanlar üzerinde önemli bir
etkiye sahiptirler.[204]
Müzler veya Musalar ismi,
Yunanca “Mousai” sözcüğünden gelmektedir. Bu sözcük ise etimolojik
olarak akıl, düşünce, yaratıcılık yeteneği gibi anlamlara gelen "men"
kökündendir. Musalar, Zeus’un bellek tanrıçası olan Mnemosyne ile dokuz
gece birleşmesinden doğan dokuz kızdır. Bazı efsanelere göre Harmonia’nın ya da
Uranos’un ve Gaia’nın kızları olarak gösterilirler.
Musalar’ın isimleri
ve görevleri, Klio; tarih perisidir, Euterpe; müzik perisidir, Thalia; komedya
perisidir, Melpomene; tragedya perisidir, Terpsikhore; oyun ve dans perisidir,
Erato; sevgi ve coşku perisidir, Polymnia; güzel konuşma ve ezgi perisidir,
Urania; astronomi perisidir ve son olarak Kalliope; kahramanlık destanlarının
perisidir.
Mitolojik inanışa
göre, yeryüzünün bütün şairlerini ve müzisyenlerini Musalar ve Apollon
esinlerler. Musalar müziği, belleği ve sanatı temsil ederler. Son derece alçak
gönüllü ve yumuşak huylu peri kızlarıdırlar. İnsanlara kötü şeyleri
unuttururlar. Genellikle Apollon önderliğindeki bir koroda, tanrıların bütün
şenliklerinde şarkı söyleyerek ve dans ederek tanrıları eğlendirirler. Musalar,
Thetis’in ve Peleus’un ayrıca Harmonia’nın ve Kadmos’un düğünlerinde
bulunmuşlar ve bu düğünlerde düzenledikleri şenlikler ile tanrıları ve
insanları eğlendirmişlerdir.[205]
Nympha ismi, “başı
örtülü” ve “gelin” gibi anlamlara gelir. Kırlarda, sularda ve ormanlarda
yaşayan peri kızlarıdırlar. Aslında ölümsüz değillerdir ama insanlar onların
ölümsüz olduklarına inanırlar. Bu peri kızları yaşadıkları yerleri korurlar,
ayrıca kimi zaman insanları kaçırırlar ve onlarla evlenirler. Bazılarının
hastalıkları iyileştirme gücü vardır, bazıları da insanlara çeşitli konularda
ilham ve geleceği bilme yetisi verirler.
Nymphalar’a benzer
başka periler de vardır. Bunlar Oreaslar; dağ perileri, Auloniadlar; vadi
perileri, Dryaslar ya da Dryadlar ve Hamadryaslar; ağaç perileridirler. Bu ağaç
perileri korudukları ağaçtan ayrılmazlar, o ağaçta doğarlar ve ölürler.[206]
Erinisler, öç alma
tanrıçalarıdır. Alekto (dinmek bilmez öfke), Tesiphone (kan gütme) ve Megaire
(aşırı kıskançlık) isimli üç kız kardeştirler. Yaşadıkları mekânları ise
Erebos’tur.
Kronos, Gaia’nın
emriyle Uranos’un cinsel organını kesince Uranos’un kesilen cinsel organından
yere akan kanlardan hamile kalan Gaia, Erinisleri doğurur. Gaia’nın bunu
yapmasının nedeni doğan çocuklarını yuttuğu için Uranos’a kızgın olması ve
ondan intikam almak istemesidir.
Erinisler sert
mizaçlı ve acımasızdırlar. Genellikle kanatlı olarak tasvir edilirler ayrıca
gözleri kanlıdır, saçlarında yılanlar, ellerinde meşaleler ve kamçılar vardır.
Bazen de insanları kovalayan köpekler olarak tasvir edilirler. Erinisler, daha
sonraları ahiret inancı yerleştikçe cehennemin cezalandırıcı tanrıçaları olarak
kabul edilmişlerdir. Kötüleri ve günahkârları cezalandırırlar. Adlarını anıp
dikkatlerini ve öfkelerini çekmemek için onlara, “iyi saatte olsunlar”
denir. Buradan yola çıkarak Erinisleri İslamiyet’teki cinlerle
bağdaştırabiliriz.
Erinisler
kendilerinden daha genç olan tanrıların otoritesini kabul etmezler ve kendi
yasalarından başka hiçbir yasayı tanımazlar. Kendilerini kızdıran kurbanlarını
delirtip, onlara işkence ederler. Özellikle de aile kurumuna karşı işlenen
suçları çok ağır bir şekilde cezalandırırlar. Ayrıca tanrılara benzememeleri
için, kâhinlerin bazı şeyleri bilmelerini engellerler. Aslında Erinisler daima
iyilikten yanadırlar ve insanlığın vicdanını simgelerler. Kötüleri ve
kötülükleri cezalandırmak onların asli görevidir. Bu yüzden onlara, hayırlılar
anlamına gelen “Eumenideler” de denir.[207]
Yunan mitolojisinde
Sirenler ya da Seireneler (Acheloides), Sirenum Scopuli denen bir adada
yaşadıklarına inanılan deniz yaratıklarıdırlar. Bazı farklı öykülerde ise Cape
Pelorum’da ya da Anthemusa Adası’nda yaşamış olduklarından ve günümüzde de
halen Paestum kenti yakınlarındaki Sirenus Adaları’nda ya da Capreae Adası’nda[208]
yaşadıklarından bahsedilir. Bu yerlerin tamamı uçurumlarla ve
kayalıklarla çevrili adalar olarak bilinirler.
"Siren şarkısı'' terimi ise Sirenlerin çok güzel sesleriyle söyleyip
denizcileri büyüledikleri, böylece büyülenen denizcileri yemek amacıyla
kendilerine çekmek için kullandıkları şarkılardır. Onların civarında dolaşan
denizciler, Sirenlerin söyledikleri şarkılardan büyülenip gemilerini
kayalıklara doğru sürerlerdi ve böylece Sirenlere yem olurlardı. İçlerinde
Odysseus’un da bulunduğu çok az sayıda kahramanın Sirenlere yem olmaktan
kurtulabildikleri anlatılır. Ayrıca bazı kaynaklarda Sirenlerin, genç
Persephone’nin oyun arkadaşları olduklarından bahsedilir.
Sirenler,
Yunanistan’daki en büyük nehirlerden biri olan Achelous Nehri’nin tanrısı
Achelous’un kızları olarak kabul görmüşlerdir. Homeros, Sirenlerin sayılarıyla
ve isimleriyle ilgili bilgi vermese de, daha sonraki dönem yazarları onların
hem isimlerine hem de sayılarına değinmişlerdir. Bazen Aglaopheme, Ceysi ve
Thelxiepeia adlı üç tanesinden bahsedilmiştir ve bazen de Peisinoe, Aglaope ve
Thelxiepeia adlı diğer bir üçlünün bahsi geçmiştir. Sayıları genellikle iki ile
beş arasında, isimleri de genellikle çeşitli kaynaklarda; Thelxiepia-Thelxiope-Thelxinoe,
Molpe, Aglaophonos-Aglaope, Pisinoe-Peisinoe, Ceysi, Parthenope, Ligeia,
Leucosia, Raidne ve Teles olarak değişiklik gösterir.
Sirenler daha eski
betimlemelerinde kuş vücutlu ve kadın başlı, kanatlı ölüm tanrıçaları olarak
tasvir edilmişlerdir, ancak Homeros onları denizle ilişkili olarak anlatır. Ona
göre Sirenler, çok güzel ezgiler söyleyen denizkızlarıdır ve onların ezgilerine
kapılıp seslerini takip edenler ölüme giderler. Çoğunlukla günümüzde tasvirleri
halen yapılan denizkızları şeklinde betimlenmişlerdir.[209] Bir de
Silenler vardır ki bunlar, yarı insan yarı at formunda olan ve iki ayağı
üzerinde yürüyen yaratıklar olarak tasvir edilmişlerdir.[210]
OLYMPOSLU
TANRILARIN ve TANRIÇALARIN SIFATLARI
Buraya kadar yapılan
incelemelere göre Olymposlu tanrıların ve tanrıçaların sıfatları özetle
aşağıdaki gibi ifade edilebilir:
1. Gaia: Toprak anadır. Yaratıcılık, doğurganlık ve kehanet
sıfatlarına sahiptir.
2. Uranos: Gökyüzünün sahibidir ve daima hükümdarlığını
kaybetmekten korkmuştur. Bu yüzden çocuklarının hepsini yerin derinliklerine
hapsetmiştir.
3. Kykloplar ve Hekatonkheirler: Yaptıkları her işte başarılı olan, korkusuz, zalim
ve vahşi devlerdir. Demircilikte ustadırlar. Zeus’a yıldırımları ve
gökgürültüsünü vermişlerdir.
4. Kronos: Zamanı, gökyüzünü, iyiliği ve bereketi temsil eder.
Aynı zamanda hırs ve acımasızlık sıfatlarına sahiptir. O da tıpkı babası Uranos
gibi, egemenliğini kaybetmek korkusuyla çocuklarının hepsini yutmuştur.
5. Rhea: Tanrılar anası ve büyük ana sıfatlarına sahiptir.
Doğurganlığı simgeler ve tüm varlıkların anasıdır. Kendisine hiçbir şekilde
karşı konulamaz.
6. Okeanos: Her şeyin ilk ilkesi ve bütün suların babasıdır.
Dünyanın sınırlarını belirleyen, oldukça heybetli bir tanrıdır.
7. Tethys: Denizi, nehirleri ve bereketli okyanusu simgeler.
Her şeyi koruyup, gözetendir. Ayrıca arabulucu bir tanrıçadır.
8. Styks: Verilen yeminleri tutmayı simgeler. Aynı zamanda
gücü ve kudreti temsil eder.
9. Aphrodite: Güzelliği, aşkı, sevgiyi, ışığı ve aynı zamanda
öfkeyi simgeler. Dilediğini yapabilen ve tabiatı yönlendirebilen bir
tanrıçadır.
10. Hyperion: Görme gücünün temsilcisidir.
11. Theia: Genişlik ve aydınlık veren sıfatlarına sahiptir.
12. Phoebe: Parlaklığın ve zekânın temsilcisidir ve ayrıca
kâhinlik sıfatına sahiptir.
13. Koios: Aklı ve ışığı simgeler.
14. Mnemosyne: Belleğin, hafızanın ve hatıraların temsilcisidir.
15. Themis: Adalet ve düzenin temsilcisidir. Görkemli ve
ağırbaşlı bir tanrıçadır. Doğanın, mevsimlerin ve yılların dengesini sağlar.
Ahlak düzenini sağlar ve ezilenleri korur. Aynı zamanda kâhinlik özelliğine
sahiptir. Tanrıların toplantılarına başkanlık eder. Zeus’un danışmanlığını ve
yardımcılığını yapar.
16. Kriyus: Gücü ve savaşı simgeler.
17. İapetos: Dikkati simgeler.
18. Atlas: Dünyayı omuzlarında taşıyan tanrıdır.
19. Prometheus: .Öngörülü bir kâhindir. Bilinci ve özgürlüğü simgeleyen
ve daima insanlardan yana olan bir titandır. Aynı zamanda ilk insanı yaratmış
ve insanlar için tanrılar katından ateşi çalmıştır.
20. Epimetheus: Bir şeyi sonradan düşünen sıfatına sahiptir.
Merakına yenilmesi sonucunda, Pandora’nın kutusunu açmakla yaptığı hata ile
bilinir.
21. Helios: Güneş tanrısıdır. Yorulmaz sıfatına sahiptir. Her
şeyi gören ve bilen adil bir yargıçtır. Adeta evrenin gözüdür. Ayrıca körlerin
gözlerine şifa verdiğine inanılır.
22. Selene: Ay tanrıçasıdır ve umudu korumakla görevlidir.
23. Eos ve Astraios: Eos; şafak tanrıçasıdır. Rüzgârların ve yıldızların
anasıdır. Günün ilk ışıklarını insanlara ulaştırandır. Astraios ise; yıldızlı
gökyüzünü simgeler. Yıldızların ve rüzgârların babası olarak bilinir.
24. Khaos: Boşluk ve kargaşa halini simgeler. Kendisinden ilk
Yunan tanrılarının oluştuğu, cinsiyetsiz ve ilkel bir tanrısal varlıktır. Her
şeyin ilk başlangıç ilkesi olarak kabul edilir.
25. Erebos: Ruhların ölümden sonra ilk gittikleri yer olarak
kabul edilir. Hades’in bir bölümüdür.
26. Nyks: Geceyi temsil eden tanrısal bir varlıktır.
27. Eris: Kavga, fesat ve nifak tanrıçasıdır. Azgın ve
kötüdür. Aynı zamanda uyumsuzluğu ve anlaşmazlığı simgeler. Diğer bir Eris ise;
olumlu rekabeti simgeler ve insanlara çalışma zevkini aşılar.
28. Tartaros: Cehennemi simgeleyen tanrısal bir varlıktır.
29. Eros: Aşk ve şehvet tanrısıdır. Doğurganlığı ve bereketi
simgeler. Evreni sevgi ile meydana getirmiş ve böylece türlerin devamlılığını
sağlamıştır. Evrende düzeni oluşturan Eros’tur. Tıpkı sevgi gibi her yerde ve
her şeyde vardır. Eros; eninde sonunda amacına ulaşması özelliği ile bilinir.
30. Pontos: Deniz tanrısıdır ve tüm akarsuların babasıdır. Aynı
zamanda denizlerin derinliğini simgeler.
31. Nereus: Su tanrılarının en büyüğüdür. Dürüst, yumuşak huylu
ve iyi bir tanrıdır. Görünüm değiştirebilme ve bilinmeyenden haber verebilme
özelliklerine sahiptir.
32. Thaumas: Yağmur damlalarının tanrısı olarak bilinir.
33. Aither: Gökyüzünün, uzayın ve cennetin tanrısıdır.
34. Ourea: Dağların tanrısı olarak kabul edilmiştir.
35. Zeus: Güneş ve gökyüzü tanrısıdır. Ayrıca verimlilik
tanrısı ve evrenin mutlak önderidir. Yeryüzündeki ahengi ve düzeni sağlar.
Dilediğine şan, şöhret ve güç verir. Dürüst insanları tüm kötülüklerden korur
ve kötüleri cezalandırır. Kimse onu yönlendiremez. O; bütün tanrıların
güçlerinin toplamından daha güçlüdür ancak buna rağmen yine de zaman zaman her
şeyi bilemez ve aynı anda birçok yerde bulunamaz. Zeus; tanrısal gök babadır.
Göğün parlaklığını ve ışıltılı aydınlığını simgeler. Kendisini, ayrıca diğer
tanrıları ve insanları istediği kılığa sokabilir. Hiddetli ve cezalandırıcı
olduğu kadar adaletli ve doğruluktan yana olan bir tanrıdır. Güçlerini yerinde
ve zamanında kullanır, haksız yere hiçbir şeyi ve hiç kimseyi incitmek istemez.
Kaprissiz, yardımsever ve sorumluluklarını bilen bir tanrıdır. İyiliği
dağıttığı gibi kötülüğü de dağıtır. Ayrıca çok çapkın bir tanrı olmasıyla
meşhurdur. Güzel olan her şeye gönlünü kaptırır ancak çapkınlığı hiçbir zaman
yüceliğine gölge düşürmez. Birçok ölümlüyle aşk yaşamış ve sonunda bu ölümlü
kadınlar daima hüsrana uğramışlardır. Bu durumda Zeus, bencil bir karaktere de
sahip olmuştur. Zeus’un insanlara haberlerini kartallarla gönderdiğine
inanılır. İnsanlar, kartalların uçuş biçimine göre Zeus’un öfkeli ya da sakin
olduğunu yorumlarlar. Oğlu Hephaistos’un yaptığı krallık asasını taşıyan güçlü
ve olgun bir adam olarak tasvir edilir. Zeus’un birçok sıfatları vardır, O
bulutları devşiren, göklerde gürleyen, şimşekleri savuran, uzaktan duyulan gök
gürültüsü, keçi derisinden kalkan taşıyan, yağmuru yağdıran, rüzgârları estiren
ve göğe gökkuşağını asandır. Ayrıca Zeus, Nephelegereta; bulutları devşiren,
Hypsibremetes; göklerde gürleyen, Asteropetes; şimşekleri savuran,
Terpikeraunos; yıldırımları savuran, Erigdoupos; uzaklardan duyulan yankılı gök
gürültüsü, Aigiokhos; kalkan taşıyandır. Zeus’un başka sıfatları da vardır, O
baba (Pater), kurtarıcı (Soter), aile ocağının ve varlıkların koruyucusu
(Ktesios), konukları gözeten (Ksenios), ulusal bağımsızlığın koruyucusu
(Eleutherios) ve yeminin kutsallığını koruyandır (Horkios). Ayrıca Zeus,
Kronos’un oğlu ve Olymposlu sıfatlarına da sahiptir.
36. Hades: Yeraltının, yeraltı zenginliklerinin ve ölüler
diyarının tanrısıdır. Görünmezdir ve adını ananlara bile ürperti verir. Güçlü
ve acımasızdır. Ancak buna rağmen doğruluğu ve adaleti sever. Hades’in gözünden
hiçbir şey kaçmaz. Bahtsız bir tanrı olarak kabul edilmiştir.
37. Poseidon: Denizlerin, depremlerin, adaların ve atların
tanrısıdır. Ayrıca denizcilerin ve balıkçıların tanrısı olarak da kabul edilir.
Atı yaratan ve evcilleştirendir. Ölüler diyarına geçişleri düzenler. Acımasız,
huysuz, vahşi, mutsuz ve intikamcı gibi sıfatlara
sahiptir. Buna rağmen
yakınlarının ve sevdiklerinin dileklerini yerine getirmekten hiçbir zaman
kaçınmaz.
38. Hera: Güçlü ve cesur bir ana tanrıça figürüdür. Kıskanç, intikamcı,
hırçın, inatçı ve kavgacı gibi sıfatlara sahip olmakla beraber aynı zamanda
azametli, vakur, düşünceli, ciddi, olgun ve namuslu bir tanrıçadır. Güzelliğine
çok önem verir. Varlıklı ve bencil burjuva kadınını temsil eder. Mevsimlere ve
yıldızlara hükmedebilir. Göğün saf ışığını ve kadınlığın kutsallığını temsil
eder. Hera, vefakâr ve sadık bir eştir. Meşru evliliğin, aile ocağının ve
gebeliğin koruyucusudur. Kadınlarla ve onların hayatlarıyla ilgili her şeyin
düzenleyicisi ve koruyucusu olarak kabul edilir.
39. Hestia: Sakin, iyi niyetli, iyi huylu, alçakgönüllü, ciddi
ve kendisine çok saygı duyulan bir tanrıçadır. Ailenin, evin, misafirlerin,
devletin, şehirlerin ve ülkelerin koruyucusudur. Hestia, dinsel birliği temsil
eder. Yeni doğan çocukları kutsadığına inanılır. Ayrıca insanlara ev yapımını
öğretmiştir.
40. Hephaistos: Ateşin, demirin ve sanayinin tanrısıdır. Aynı
zamanda yanardağların ve depremlerin de tanrısıdır. Tarımın, uygarlığın,
sanatın ve mesleklerin koruyucusudur. Usta bir sanatçı ve kuyumcudur. Topal ve
çirkin olmasına rağmen son derece ince zevkli ve hünerlidir. Tanrıların özel
eşyalarını yapmıştır. İlk kadın Pandora’nın da yaratıcısı olarak kabul edilir.
41. Hebe: Solmayan gençliği temsil eder. Eli her işe yatkın
bir ev kızını simgeler ve tanrılara hizmet eder.
42. Eileithyia: Ebe tanrıçadır. Kadınlara gebeliklerinde ve doğum
yapmalarında yardımcı olur.
43. Demeter: Doğanın, tarımın ve bereketin tanrıçasıdır. Evliliği
ve anneliği simgeler. İnsanlara toprağı ekip biçmeyi, hayvanları tarımda
kullanmayı, değirmeni icat edip kullanmayı ve ekmek yapımını öğretmiştir.
44. Persephone: Baharın ve taze ekinlerin tanrıçasıdır. Hasat zamanı
ve baharla olduğu kadar, Hades’in eşi olmasından dolayı ölüler diyarı ile de
bağlantılıdır.
45.
Metis:
Hikmet, zekâ, akıl, basiret, dürüstlük, düşünme ve danışmanın sembolüdür.
46. Athena: Koruyucu bir tanrıçadır. Zekânın, savaşın, eğitimin
ve sanatın tanrıçasıdır. Akılcı savaşın sembolüdür ve orduları yönetir. Hırslı,
tutkulu ve cesurdur. Dilediğine esenlik ve zafer verir. Temkinlidir, bilgelik
ve önsezi sahibidir. Gösterişi, yalanı, kabalığı ve zulümü sevmez. İnsan
zekâsının ürünü olan her şeyin mucidi olarak kabul edilir. Uygarlığın ve
tarımın koruyucusudur. Pandora’yı eğitmiştir, atı evcilleştirmiş ve zeytini
yaratmıştır.
47. Leto: Işık tanrıçasıdır. Apollon’un ve Artemis’in
annesidir.
48. Artemis: Bir ana tanrıça figürüdür. Altın oklu tanrıçadır.
Avcılığın, ölümün, cehennem güçlerinin ve büyücülüğün tanrıçasıdır. Oldukça
güzel bir bakiredir. Dolayısıyla iffet ve bakireliğin de sembolüdür. Ayrıca
gençlerin, yolcuların ve ruhların koruyucusudur. Yerine göre öfkeli ve
kincidir. Doğum tanrıçası olarak da kabul edilir. Aynı zamanda toprağı ve
bereketi simgeler. Bitkilere şifa verir, meyvelerin olgunlaşmasını ve ekinlerin
yetişmesini sağlar.
49. Apollon: Bir ışık tanrısıdır. Parlak, altın saçlı, ok
taşıyan, gümüş yaylı gibi sıfatlara sahiptir. Çapkın bir tanrıdır ancak sevdiği
insanlara karşı da oldukça vefalıdır. Ayrıca oldukça kıskançtır. Bilicilik,
musiki, rahmet ve doğruluk tanrısıdır. Apollon’un gözünden hiçbir şey kaçmaz.
En gizli sırları dahi bilebilir. İnsanlarla tanrılar arasında aracılık yapar.
İnsanların duygularına yön verir ve ayrıca dilediği her şeye hayat verebilir.
Duru ve ölçülü bir gücü simgeler. Aklın, öngörmenin, anlamanın ve kavramanın temsilcisidir.
İnsanlara hitabet sanatını ve tıp bilimini öğretmiştir. Dilediğine hastalık ve
dilediğine şifa verebilir.
50. Asklepios: Sağlık tanrısıdır ve tıp biliminin kurucusu olarak
kabul edilir. Apollon’un oğludur.
51. Leda: Helen, Kastor ve Polluks’un annesidir.
52. Helen: Kendi döneminde dünyanın en güzel kadını olarak
kabul edilmiştir. Zeus’un fani bir kadından (Leda) olan tek kızı olduğu
söylenir. Truva Savaşı’na Helen’in güzelliğinin sebep olduğu anlatılır.
53. Kastor ve Polluks: Bu tanrısal ikizlerin en önemli özelliği;
denizcileri korumaları ve onlara yardım etmeleridir. Deniz tanrısı Pontos’un
emrinde ve hizmetinde çalışırlardı.
54. Ares: Fırtına, savaş ve kahramanlık tanrısıdır. Yokedici,
deli, gözyaşı döktüren, uğursuz, elleri kanlı ve kaleler yıkan gibi sıfatlara
sahiptir. Acımasız, kavgacı, kaba ve asık suratlıdır. Ancak aynı zamanda
fazlasıyla korkaktır. Gözü pekliğin ve liderliğin simgesidir. Akılcı savaşı
değil, hoyratça kavgayı temsil eder. Düzene karşı gelir, yasaları çiğner ve kan
dökmekten hoşlanır. Yunanlar tarafından pek saygı görmeyen bir tanrıdır.
55. Enyo: Kaba kuvvetin ve savaşın tanrıçasıdır. İller yıkan
sıfatına sahiptir. Savaşta karşısında olduğu ordunun ani bir şekilde kaçmasını
ve bozguna uğramasını sağlar.
56. Harmonia: Hem savaş hem de güzellik tanrıçasıdır. Aynı zamanda
bir uyum ve denge tanrıçasıdır. Zıtların birliğini ve uyumunu simgeler.
57. Hermes: Tanrısal iradenin aracısı ve sözcüsüdür. Tanrıların
habercisi ve Zeus’un güvenilir bir elçisidir. Bereketi simgeler ve aynı zamanda
hırsızların, çobanların, yolcuların, ticaretin, müziğin, hatipliğin, sporun ve
sporcuların tanrısıdır. Çok zeki ve iyi niyetlidir. Ancak buna rağmen
Pandora’ya yalan söylemeyi onun öğrettiği söylenir. Konuşmayı ve yazıyı icat
etmiştir. İnsanlara toplum kurallarını ve aile içindeki görevlerini
öğretmiştir. Çok hızlıdır ve istediği zaman görünmez olabilir. Hatta Hermes’in
kanatları olduğundan ve dilediği zaman uçabildiğinden bahsedilir. Ölüleri
ölüler diyarına götürür, bu yüzden ruhlar kılavuzu sıfatıyla anılır. Kehanet
yeteneğine sahiptir ve gemilere yol gösterir. Ayrıca dilediği zaman insanları
uyutma ve uyandırma gücüne sahiptir.
58. Dionysos: Üzümü olgunlaştıran sıcaklığı ve suyu simgeler. Doğa
ve vecd tanrısıdır. İnsanlara şarap yapımını öğretmiştir. Sarhoşluğun, coşkunun
ve yaşama sevincinin temsilcisidir. Aynı zamanda ormanları, avlanmayı ve
üremeyi de temsil eder. Son derece gizemlidir ve dilediği zaman iyi, dilediği
zaman kötü olabilir. Dionysos, insan ve doğa arasındaki ilişkiyi ve dengeyi
sağlar.
59. Pan: Çobanların ve sürülerin koruyucu tanrısıdır. Ayrıca
oldukça çapkın bir av tanrısıdır. İstediği zaman görünmez olabilir, kırlarda
dolaşarak dans etmeyi ve kaval çalmayı sever.
60. Silenos: Geleceği bilme yetisine sahip olan, son derece bilge
ve yaşamın sırlarına vakıf bir ihtiyardır. Dionysos’u eğitmiş ve bazı ilkel
müzik aletlerini keşfetmiştir.
61. Satirler: Ormanlarda ve dağlarda yaşayan doğa cinleridirler.
Kaba ve korkaktırlar, ayrıca insanlara hiç iyi davranmazlar. Bol bol şarap
içip, kırlarda dans ederler.
62. Kentaurlar (At Adamlar): Şaraba ve kadınlara oldukça düşkün olmalarıyla
birlikte, içlerinde çok iyi, çok bilge ve geleceği görme özelliğine sahip
olanları da vardır.
63. Hekate: Gökyüzünden, dünya dan ve yeraltından sorumlu olan
bir tanrıçadır. Aynı zamanda bir ay ve sihir tanrıçasıdır. İstediğine bereket,
mutluluk ve zafer verebilir. Denizcilerin ve yolcuların koruyucusudur ve
gençliği temsil eder. Hiçbir olaya adı karışmamış, gizemli ve güçlü bir
tanrıçadır.
64. Ganymedes: Kendi döneminde ölümlü insanların en güzeli olarak
kabul edilen genç bir delikanlıdır. Zeus, ona âşık olmuş ve onu kaçırarak
tanrıların hizmetçisi yapmıştır.
65. Horalar: Mevsimlerin ve zamanın üç tanrıçasıdır. Yasayı,
yargıyı ve barışı temsil ederler. Göğün kapıcıları olarak nitelendirilirler.
Doğanın ve toplumun düzenini sağlarlar. Zamanı ve bitkilerin hayat sürecini
yönetirler. Aynı zamanda tanrıların hizmetçiliğini yaparlar.
66. Moiralar: Kader tanrıçalarıdır. Ölümü ve kaderi temsil
ederler. Onların kararlarını değiştirmeye Zeus’un bile gücü yetmez. İnsanların
doğumlarını ve ölümlerini, aynı zamanda dünyanın düzenini kontrol ederler.
İnsanların bu dünya daki nasiblerini paylaştırırlar.
67. Kharitler: Güzelliğin, sanatın ve müziğin tanrıçalarıdır.
Doğanın ve insanların yaşamını güzelleştirirler. Bitkilerin büyümesini
sağlarlar. Parlaklığın ve sevincin temsilcisidirler ve etraflarına daima neşe
saçarlar.
68. Musalar: Dokuz esin perisidir. Yeryüzünün bütün şair ve
müzisyenlerine ilham esinlerler. Son derece alçakgönüllü ve kanatlı peri
kızları olarak tasvir edilirler. İnsanlara kötü olan her şeyi unuttururlar.
Dans ederek ve şarkı söyleyerek tanrıları eğlendirirler.
69. Nymphalar: Kırlarda, sularda, dağlarda, ağaçlarda ve ormanlarda
yaşayan peri kızlarıdırlar. Yaşadıkları yerleri koruduklarına inanılır. Kimi
zaman insanları kaçırır ve onlarla evlenirler. Bazılarının hastalıkları
iyileştirme gücü vardır. Bazıları da insanlara ilham ve geleceği bilme yetisi
verirler.
70. Erinisler: Öç alma tanrıçalarıdır. Sert mizaçlı ve
acımasızdırlar. Kötülerin ve günahkârların peşini hiç bırakmayan ve onları
cezalandıran tanrıçalar olarak kabul edilirler. Kendilerinden başka hiçbir
otorite tanımazlar. Kendilerini kızdıranları delirterek, onları
cezalandırırlar. Özellikle aile kurumuna yapılan saygısızlıkları asla affetmezler. Kendilerine
benzememeleri için kâhinlerin birçok şeyi bilmelerini engellerler. Aslında
iyilikten yanadırlar ve vicdanı temsil ederler.
Sirenler: Güzel sesleriyle şarkılar söyleyip, denizcileri
büyüleyen ve sonra da onları kaçıran denizkızları olarak bilinirler. Bazı
kaynaklarda kuş vücutlu ve kadın başlı ölüm tanrıçaları olarak da kabul
edilmişlerdir.
[5] Erhat, 1-5.
[6] Hamilton, 11.
[7] Can, 20.
[8] Erhat, 33.
[9] Can, 5.
[10] Can, 21.
[11] Can, 496.
[12] Grimal, 206.
[13] Azra Erhat ve Sabahattin Eyüboğlu, Hesiodos
Eseri ve Kaynakları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1977, 186.
[14] Grimal, 208.
[15] Grimal, 585-586.
[16] Mircea Eliade, Dinler Tarihi-înançlar ve
İbadetlerin Morfolojisi (Çev. Mustafa Ünal), Serhat Kitabevi, Konya 2005,
108-109.
[17] Can, 417, 438; Erhat, Mitoloji Sözlüğü, 126,
187-188; Bedrettin Cömert, Mitoloji ve İkonografi, Ayraç
Yayınevi, Ankara 1999, 10, 49.
[18] Erhat ve Eyüboğlu, 199.
[19] Can, 7-8.
[20] Grimal, 408.
[21] Bayladı, 22-27.
[22] Vefa Taşdelen, “Hayat Suy(l)a Yazılan
Yazıdır”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi, Sayı: 132, 2011,
21-24.
[24] Erhat, 24-27, 281; http://en.wikipedia.org/wiki/Peneus, 18.12.12.
[25] Ömer Naci Soykan, Türkiye’den Felsefe
Manzaraları, Yapı Kredi Yayınları, 1993, 38.
[26] Can, 86, 92-93.
[27] Bayladı, 76.
[28] Erhat ve Eyüboğlu, 176.
[29] Grimal, 77.
[30] Cömert, 37.
[31] Hamilton, 19.
[32] Erhat, 43.
[33] Can, 96-98.
[34] Erhat, 42.
[35] Erhat, 148.
[36] Füsun Tayanç, Dünya’da ve Türkiye’de Tarih
Boyunca Kadın, Tan Düşünce Yayınları, 1981, 25.
[37] Hamilton, 18; Erhat, 45.
[38] Erhat, 179-180.
[39] Erhat, 207; Can, 449.
[40] Cömert, 29.
[41] Cömert, 44.
[42] Erhat ve Eyüboğlu, 222.
[43] Grimal, 784.
[44] Erhat, 282.
[45] Erhat, 182; Can, 6-7; http://tr.wikipedia.org/wiki/Kriyus, 6.1.13.
[46] Erhat, 151.
[47] Bu nymphe, Zeus ve Tethy’in kızı, aynı zamanda Atlas’ın eşidir ve
yedi kız kardeş olup daha sonra Ülker Takım Yıldızı’na dönüşen
Pleaidesler’in annesidir. Bu yedi kız kardeş; Zeus’tan Hermes’i doğuran
Maia, Zeus’tan Dardanus’u ve İasion’u doğuran Elektra, Zeus’tan Lacedaemon’u doğuran
Taygete, Poseidon’dan Hyrieus’u doğuran Alcyone, Poseidon’dan
Lycus’u ve Eurypylus’u doğuran Celaeno, Ares’ten Oenomaus’u doğuran
Sterope ve Sisyphus’tan birçok çocuğu olan Merope’dir (bkz. Erhat, Mitoloji
Sözlüğü, 248).
[48] Atlas’ın bir okyanus nymphesi olan Aethra ile ilişkisinden
doğmuştur (bkz. Erhat, 147).
[49] Hesperos; akşam yıldızıdır. Elinde meşale taşıyan iyi
yürekli bir oğlan çocuğu olarak tasvir edilmiştir. Bir gün yıldızları
seyretmek için Atlas Dağı’na çıkar ve bu dağdan yükselerek gökyüzünde bir
yıldıza dönüşür. Daha erken dönemlerde şafak tanrıçası Eos’un ve
yıldızların babası olan Astraios’un oğlu olarak kabul edilirken, daha
sonra Atlas’ın oğlu ya da kardeşi olarak kabul edilmiştir (bkz.
Erhat, 144).
[50] Erhat, 68, 144, 147, 248.
[51] Erhat ve Eyüboğlu, 180.
[52] Bayladı, 20.
[53] Erhat ve Eyüboğlu, 215-218.
[54] Cevdet Kudret, Metinli Batı Edebiyatı, İnkılâp
Kitabevi, 1952, 21.
[55] Teselya Kralı Deukalion’un karısıdır, tüm
insanlık yok olduktan sonra bu çift sayesinde insanlık yeniden oluşmuşur.
Pandora’dan sonra insanlığın iyice
kötüye gitmesine çözüm olarak Zeus bir tufanla her şeyi, tüm insanlığı yok eder. Bu tufandan Prometheus’un
uyarısıyla sadece Pyrhha ve kocası kurtulabilir. Daha sonra adalet tanrıçası
Themis bu çifte, Gaia’nın taşlarını
omuzlarının üzerinden atmalarını öğütler
ve Pyrrha’nın attığı taşlar kadınları, Deukalion’un attığı taşlar
da erkekleri oluşturur.
[56]Erhat,s.87,103;http://en.wikipedia.org/wiki/Epimetheus_(mythology),26.12.12;http://www.mitoloji.in/
mitler/tufan-deukalion-ve-pyrrha.html, 7.1.13.
[57] Bayladı, 101.
[58] Erhat, 134.
[59] Bayladı, 106.
[60] Grimal, 727.
[61] Cömert, 10, 48.
[62] Bayladı, 107.
[63] Cömert, 10.
[65] Can, 5-9.
[66] Cömert, 17.
[67] Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, Remzi
Kitabevi, (y.y.), 1999, 25.
[68] Cömert, 10, 18.
[69] Can, 452; Erhat, 215.
[70] Grimal, 76-78, 182.
[71] Hamilton, 24; Erhat, 278.
[72] Bayladı, 111.
[73] Erhat, 106.
[74] Hamilton, 22.
[75] Grimal, 182-184.
[76] Bayladı, 113, 117.
[77] Grimal, 681; Hamilton, 23.
[78] Can, 474.
[79] Erhat, 251.
[80] Erhat, 99, 116, 118, 172, 175, 239.
[81] Cömert, 36.
[82] Bayladı, 107.
[83] Grimal, 343.
[84] Erhat, 122.
[85] Erhat, 22.
[87] Erhat ve Eyüboğlu, 1-5.
[95] Bazı
rivayetlere göre Zeus’un kızıdır. Helen’in annesi olan Leda’yı, Zeus kuğu şekline
girip kaçırmıştır. Başka bir rivayete göre ise; Sparta Kralı Tydareus’un
kızlarından biri olan Helen, yaşadığı dönemde dünyanın en güzel kadınlarından biri olarak kabul
edilmiştir (bkz. Erhat, 130-132, 193-194).
[105] Aias (Ajax) Yunan mitolojisindeki önemli kahramanlardan
biridir. Telamon’un ve Periboea’nın oğlu ve Salamis’in kralıdır.
Salamis; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Gazimağusa şehrinin 6
km kadar kuzeyinde yer alan bir antik kenttir. Onu Oileus’un oğlu
Aias’tan ayırmak için ona “Büyük Aias” denmiştir.
Aias, oldukça iri yapılı bir savaşçıydı. Truva Savaşı’nda
Akalar için savaşmıştı. Akhilleus’tan ve Odysseus’tan sonra Aka ordusunun en
güçlü askeri olarak bilinirdi ve dolayısıyla Aka ordusunun önde gelen
komutanlarından biri olarak kabul edilmişti. Aias’ın Homeros’un İlyada’sında
önemli bir rolü vardır. Ayrıca Aias, İliada destanında haksızlığa itiraz
edebilen tek karakterdir. Aias, çeşitli tragedyalara da konu olmuştur.
[106] Erhat, 17-18.
[107] Erhat, 120-122.
[108] Hamilton, 15.
[109] Cömert, 23.
[110] Kudret Emiroğlu ve Ahmet Yüksel, Yoldaşımız
At, Yapı Kredi Yayınları, 2003, 79-80.
[111] Erhat ve Eyüboğlu, 214-215.
[112] Cömert, 39.
[113] Erhat, 251-252; Can, 130-132.
[114] Grimal, 249.
[115] Hamilton, 14.
[116] Can, 42.
[117] Erhat, 135-136.
[118] Grimal, 250.
[119] Bayladı, 32.
[120] Cömert, 27.
[118] Erhat ve Eyüboğlu, 189-190.
[119] Erhat, 123.
[120] http://en.wikipedia.org/wiki/Eileithyia, 26.12.12.
[121] Bayladı, 35.
[122] Erhat ve Eyüboğlu, 181.
[123] Cömert, 40.
[124] Bayladı, 39.
[125] Hamilton, 29.
[126] Bayladı, 34.
[127] Erhat ve Eyüboğlu, 213.
[128] Bir rivayete göre Aphrodite, Persephone’nin güzelliğini
kıskandığı için Hades’i ona âşık etmiş ve
Hades’in onu yeraltına kaçırmasına neden olmuştur. Bunun karşılığında da
Persephone’nin, Aphrodite’nin âşık olduğu ve o dönemin en yakışıklı erkeği olan
Adonis’i, Ares’e öldürterek böylece Aphrodite’den intikam almıştır (bkz.
Erhat, 11-12, 120-121).
[129] Grimal, 633.
[130] Erhat ve Eyüboğlu, 204-205.
[131] Erhat, 205.
[132] Hamilton, 16.
[133] Erhat, 66.
[134] Can, 47-48.
[135] Bayladı, 58.
[136] Grimal, 108-109.
[137] Bayladı, 55.
[138] Bayladı, 61-62.
[139] Erhat, 194; http://tr.wikipedia.org/wiki/Leto; http://www.theoi.com/Titan/TitanisLeto.html, 6.1.13.
[140] Grimal, 98.
[141] Bayladı, 62.
[142] Erhat, 59.
[143] Can, 67, 71.
[144] Erhat, 56-57, 61.
[145] Bayladı, 72.
[146] Grimal, 443.
[147] Erhat, 44-45.
[148] Bayladı, 62, 64, 68.
[149] Hamilton, 16-17.
[150] Can, 56, 64.
[151] Cömert, 15, 30.
[152] Erhat ve Eyüboğlu, 177.
[153] Hamilton, 16; Erhat, 45.
[154] Bayladı, 111.
[155] Cömert, 58.
[156] Bayladı, 110.
[157] Erhat, 193-194.
[158] Erhat, 130-132; http://yunanmitolojisi.blogspot.com/search/label/Helen, 26.12.12.
[159] Hamilton, 26.
[160] Can, 86.
[161] Bayladı, 89.
[162] Grimal, 84.
[163] Cömert, 31.
[164] Hamilton, 20.
[165] Can, 87.
[166] Bayladı, 90.
[167] Grimal, 171.
[168] Ayşen Sina, “İlkçağ Tarih
Yazımının Batı Anadolulu Öncüleri: Lesboslu Hellanikos”, Ankara Üniversitesi
Dergisi, 2009, Cilt: 28, Sayı: 45, 107-157.
[169] Grimal, 286.
[170] Bayladı, 84, 86.
[171] Can, 79, 85.
[172] Cömert, 17-18, 32.
[173] Bayladı, 85.
[174] Erhat, 94.
[175] Erhat ve Eyüboğlu, 182-183.
[176] Hamilton, 35.
[183] Grimal, 600.
[184] Bayladı, 118.
[185] Cömert, 39.
[186] Bayladı, 117.
[187] Cömert, 39.
[188] Hamilton, 25.
[189] Grimal, 734.
[190] Erhat, 268; Can, 482.
[191] Cömert, 39-40.
[192] Erhat ve Eyüboğlu, 190.
[193] M.Ö. 2. binyılın sonlarından itibaren güneybatı Anadolu’da
varlıkları bilinen ve Karya uygarlığını kurmuş olan bir
kavimdir.
[194] Erhat, 125-126; http://yunanmitolojisi.blogspot.com/search/label/Hekate, 26.12.12.
[195] Cömert, 31.
[196] Hamilton, 22.
[197] Cömert, 46.
[198] Erhat, 116.
[199] Erhat, 157.
[200] Erhat ve Eyüboğlu, 205.
[201] Grimal, 513.
[202] Erhat, 207.
[203] Cömert, 10, 29.
[204] Grimal, 380.
[205] Cömert, 30.
[206] Cömert, 35-36, 38.
[207] Grimal, 180-181, 519.
[208] Sorrentine Yarımadası açıklarında ve Napoli Körfezi’nin
güneyinde bulunan bir İtalya adasıdır.
[209] Cömert, 37.
[210] Hamilton, 26.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar