Print Friendly and PDF

YUNAN TANRILARININ ve TANRIÇALARININ SIFATLARI

Bunlarada Bakarsınız

 

Hazırlayan: Canan ÖZKAN

 

Yunan titanlarının, tanrılarının ve tanrıçalarının ilk oluşumlarından, sıfatlarından bahsedilecek ve çeşitli özellikleri açıklanacaktır. Hesiodos’un, kardeşi Perses’e hayatın gerçeklerini açıklamak ve ona doğru yolu göstermek amacıyla yazdığı “îşler ve Günler” (Erga kai Hemerai) adlı didaktik eserinde Thegonia’daki yöntem insanlar dünyasına uygulanmıştır. Tanrılar gibi insanlarda bazı aşamalar geçirip bugün bulundukları duruma gelmişlerdir. Ne var ki Hesiodos, oldukça karamsar bir görüşle insanların iyiye doğru değil, daima kötüye doğru gittikleri ve sonlarının büsbütün yıkım olacağı kanısındadır. Bunu önlemek için insanın adalete dayanıp doğruluktan ayrılmaması ve gece gündüz var gücüyle çalışması gerekmektedir. Hint-Avrupa kaynaklı dünya görüşlerine dayanan bu mitos Yunan yazınında pek yankı uyandırmamışsa da, Roma yazınında epeyce etkili olmuştur.

Theogonia ile İşler ve Günler arasında ana fikir açısından hem bir benzerlik hem de bir çelişki vardır: Her iki yapıtta da bahsi geçen Prometheus efsanesi, İşler ve Günler’de altın çağ ile yani Kronos’un egemenlik dönemiyle çağdaştır. Dolayısıyla insanlar için yıkım Olymposlu tanrıların saltanatıyla başlar. Hesiodos’un bu çağlar ve soylar mitosu ve soyların madenlerle ilişkilendirilerek sınıflandırılması esasen İran-Babil kaynaklı bir görüşe dayanmaktadır. Hesiodos’a göre titanlar ve tanrılar döneminde altın, gümüş, tunç ve demir soyu ayrıca bir de Homeros destanlarında bahsi geçen kahramanlar soyu olmak üzere beş adet soy vardır. En erdemli soy altın soyudur ve en sefil soy ise demir soyu olarak kabul edilmektedir. Hesiodos kendisinin tunç soyu zamanında yaşadığından söz eder ve yaşadığı bu devirden de oldukça şikâyette bulunur.

M.Ö. 8. yüzyılda yaşayan Hesiodos’un “Theogonia” adlı eseri mitolojinin en eski kaynaklarından biridir. Hesiodos bu eserinde hem tanrıların hem de evrenin doğuşunu anlatmıştır. Eski Yunanlar dünyanın nasıl yaratıldığı konusunda fazla bilgi sahibi olmadıkları için, tabiat olaylarını ve tabiatın kendisini canlı bir varlık gibi düşünerek incelemeye başladılar. Böylece yeri, göğü ve suları birer tanrı olarak kabul edip, onlara insan ve hayvan şekilleri verdiler.[5]

Yunan mitolojisine göre tanrılar evreni değil, evren tanrıları yaratmıştı. Yer ile gök birleşerek titanları, titanlar da tanrıları meydana getirmişlerdi. Yaşlı tanrılar diye anılan titanlar çağlar boyunca evreni ellerinde tuttular. Bunlar çok güçlülerdi ve sayıları da oldukça fazlaydı. Bu yaşlı tanrıların en önemlilerinden biri şüphesiz Kronos idi. Daha sonra sırasıyla dünyayı kuşatan bir ırmak olarak kabul edilen Okeanos, güneşin, ayın ve şafağın babası olan Hyperion, adalet ve yasa tanrıçası olan Themis, omuzlarında dünyayı taşıyan Atlas ve insanlığın kurtarıcısı olarak kabul edilen Prometheus’un babası olan İapetos gelir.

Titanlar ise Gaia (toprak ana), Uranos (gökyüzü tanrısı), Kronos (ikinci gökyüzü tanrısı), Rhea (ikinci toprak ana), Okeanos (deniz tanrısı), Tethys (deniz tanrıçası), Aphrodite (güzellik tanrıçası), Hyperion (güneş tanrısı), Theia (güneş tanrıçası), Phoebe (ay tanrıçası), Koios (akıl tanrısı), Mnemosyne (bellek tanrıçası), Themis (adalet tanrıçası), Kriyus (savaş tanrısı), İapetos (dikkati temsil eden bir tanrı), Helios (ikinci güneş tanrısı), Selene (ikinci ay tanrıçası) ve Eos (şafak tanrıçası) şeklinde bir panteona sahiptir. Ancak daha sonra Zeus’un başa geçmesiyle bu yaşlı tanrılar eski önemini kaybetmişlerdir. Bu dönemden sonra on iki Olymposlu tanrının saltanatı başlamıştır.[6]

Olympos, Makedonya ile Yunanistan’ın Teselya Bölgesi arasında oldukça heybetli bir sıradağın en yüksek tepesi olarak kabul edilmiştir.[7] İnanışa göre tanrılar burada doğal felaketlerden uzak, huzurlu ve düzenli bir hayat yaşarlardı. Her tanrının kendisine has bir sarayı ve hizmetçileri vardı. En görkemli saray ise elbette Zeus’a aitti. Tanrılar birçok çiçek özlerinden meydana gelen, sihirli bir bal olan ambrassor ve aynı şekilde sihirli bir içecek olan nektar ile beslenirlerdi. Bu tanrısal yiyecekler ve içecekler onlara sonsuz bir gençlik, zindelik ve mutluluk verirdi. Ayrıca bu besinlerle beslenen tanrılar asla yaralanmazlar ve ölmezlerdi.[8]

Yunan tanrıları insanların yaptıkları her şeyi yapabilirlerdi ve tıpkı insanlar gibi bazı şeyleri bilmekten de aciz olabilirlerdi. Dolayısıyla zaman zaman bazı durumlar karşısında çaresiz kalabilirlerdi. Bu duruma Prometheus’un Zeus’u alt etmesini ya da Demeter’in, kızı Persephone kaçırıldığında düştüğü çaresizliği örnek olarak gösterebiliriz. Buna rağmen tanrılar bazen de gelecekten haberler verebilirlerdi. Özetle olumlu ve olumsuz sıfatlar bu tanrılarda iç içe bulunurdu.[9]

Tanrılar bütün zamanlarını birlikte geçirirlerdi yalnızca uyumak için herkes kendi sarayına çekilirdi. Aile ocaklarının kutsal koruyucusu olan Hestia ise hiç uyumazdı çünkü dünyanın ışığını besleyen ateşin sönmemesi için bu ateşe gözcülük ederdi. Bu on iki büyük tanrı o dönemde Yunanistan’ın ileri gelen on iki büyüğü olarak kabul edilirdi.[10]

TİTANLARIN SIFATLARI

Titanlardan bazıları evreni oluşturan ilk ilkeler ve bazıları da dev yaratıklar olarak tasvir edilmektedir. Erkek titanlar ve “titanides” (titanidler) olarak da tabir edilen dişi titanlar mevcuttur.[11] Tez çalışmasının bu bölümünde daha önce kısaca bahsedilmiş olan titanların sıfatlarına ve özelliklerine ayrıntılı bir şekilde değinilecektir.

1.1.    Gaia

Gaia tüm hayatı besleyen ana tanrıçadır. Hesiodos’a göre Khaos’tan hemen sonra meydana gelmiştir.[12] Toprağı ve toprak anayı temsil eder. Aslında Gaia toprağın kişileştirilmiş halidir. Bir tanrıçadan ziyade kozmik bir varlık niteliğindedir. Bütün öğelerin kaynağında bulunan ana ilkedir. Dolayısıyla Gaia evrenin kendisini ve diğer bütün tanrıları yaratan ilk sebep olarak kabul edilmektedir.[13]

Gaia doğurganlığın tükenmez gücünü temsil eder. Kendisinden ilk tanrıların meydana geldiği ve gökyüzünden sonra meydana gelen ikinci element olarak kabul edilen “yeryüzü” ile özdeşleştirilir. Ayrıca Gaia, birçok kâhinin esin kaynağı olarak kabul edilmiş ve onun kaderin sırrını elinde tuttuğuna inanılmıştır.[14]

1.2.   Uranos

Uranos, Gaia’nın hem oğlu ve hem de kocasıdır. Gökyüzünü temsil eder ve gökyüzünün ilk hükümdarı olarak kabul edilir. Gaia, Uranos’u “parthenogenesis” yani eşsiz üreme yöntemiyle doğurmuştur. Uranos bazı efsanelere göre Aither’in veya Erebos’un oğludur ve annesi de Hemara’dır. Bazı efsanelere göre de Uranos ve Gaia, Nyks’in çocuklarıdırlar.[15]

Uranos, Zeus’un dedesidir ayrıca titanların, Hekatonkheirler’in ve Kykloplar’ın da babasıdır. Ancak hükümdarlığını ele geçirmelerinden korktuğu için doğan tüm çocuklarını hiç vakit kaybetmeden yerin derinliklerine hapsetmiştir.[16]

1.3.   Kykloplar ve Hekatonkheirler

Bu yaratıklar her yönden tanrılara benzerlerdi. Alınlarında tek gözleri vardı ve bu sebeple “tepegözler” ya da “küre gözlüler” olarak isimlendirilirlerdi. Yunan mitolojisinde bu yaratıkların üç türünden söz edilmiştir.

Bunların ilki Gaia’nın ve Uranos’un oğulları olan göksel Kykloplar olarak tabir edilirler. Brontes (gök gürültüsü), Steropes (şimşek) ve Argos (yıldırım) olarak adlandırılmışlardır. Diğerleri Homeros’un “Odysseia” eserinde adı geçen Polyphemos gibi Sicilyalı Kykloplar ve sonuncuları da kökleri Lykia’ya dayanan duvarcı Kykloplar’dır. Bazı kaynaklara göre de bu yaratıklar Poseidon ve Amphitrite’nin oğullarıdırlar.

Urartu Krallığı’nın kuzeyinde bulunan Kolkhis-Qulha bu devlerin yaşadığı mekân olarak kabul edilirdi. “Kyklopik yapılar” deyimi de bu devlerle ilişkilidir. Kyklopik yapılar, eski devirlerde çok büyük taşların üst üste konulmasıyla inşa edilen yapılardır ve bu yapıların Kykloplar tarafından yapıldıklarına inanılmıştır.

Kykloplar genelde demircilikle uğraşırlardı ve yaptıkları her işte çok başarılı olurlardı. Tek gözleri ateşin karşısında kor gibi parlardı, kraterlerden fışkıran kıvılcımlar onların örslerinden çıkan ateşlerdi, yer sarsıntılarıyla ve gürültüleriyle kendilerini belli ederlerdi. Onlar tanrılardan korkmayan, son derece zalim ve insan etiyle beslenen yaratıklardı. Odysseia’da ise Kykloplar hayvancılıkla geçinen, koyunları ve keçileri bol olan ağıllarda ve mağaralarda yaşayan yamyam devler olarak anlatılmışlardır. Kykloplar Zeus’a yıldırımı ve gök gürültüsünü vermişlerdi.

Hekatonkheirler ise elli başlı ve yüz kollu yaratıklardı. Bunlara “Centimainler” de denirdi. Hekatonkheirler’in isimleri; Kottos, Briareus ve Gyes’tir. İçlerinde en acımasız olanı ise Briareus olarak bilinirdi.[17]

1.4.   Kronos

Kronos ismi “zaman” anlamına gelir ve Uranos ile Gaia’nın en küçük oğludur. M.Ö. 4. yüzyılda yaşamış olan Philon’a göre Kronos ismi “tanrının eli” veya “tanrının ili” anlamına gelir. Ancak bazı görüşlere göre zaman tanrısı olan Chronos’tur ve burada bahsedilen Kronos’tan farklı bir karakterdir. Zaten Chronos kelimesi “zamanın babası” anlamına gelir ve bu lakabın Büyük İskender’e (M.Ö. 336-323) ait olduğu da ifade edilmektedir.

Kronos ikinci gökyüzü tanrısıdır. Ancak önem açısından titanlar arasında ilk sırada bulunur. Aslında Kronos, yeryüzüne iyiliği ve bereketi getiren bir tanrıdır. Belki de bu sebepten dolayı egemen olduğu çağ “altın çağ” olarak adlandırılmıştır. Ayrıca Kronos hem krallık gücünü hem de krallığını koruyabilmek için çocuklarını yutmasından dolayı hırsı ve acımasızlığı simgeler.[18]

Kronos daha eski dönemlerde Orta Doğu Bölgesi ve Kartaca’nın baş tanrısı olan fırtına, yağmur, güneş ve verimlilik tanrısı Baal (Tammuz) ve Arapların zaman tanrısı olan Dehr ile özdeşleştirilmiştir.

Gaia, Uranos’un doğan tüm çocuklarını yeraltına göndermesinden bıkmıştır ve son evlat olan Kronos, annesi Gaia’nın yardımıyla, babası Uranos’un cinsel organını keserek onun iktidarını ele geçirmiştir. Ancak Kronos, evreni babasından farksız bir şekilde yönetmeye devam etmiştir. Kronos kâinatın hâkimi olduktan sonra ilk iş olarak babası Uranos’un yeraltına hapsettiği kardeşleri olan titanları serbest bıraktı. Ancak babasına yaptığı kötülüğü unutmayan ve bundan dolayı vicdan azabı çeken Kronos, aynı sonun kendisinin başına geleceğinden korkarak o da doğan çocuklarını yutmaya başladı. Burada zamanın, yarattığı her şeyi aynı zamanda yok etmesinin sembolik bir ifadesi görülmektedir. Sonuçta sadece Zeus, büyük annesi Gaia’nın ve annesi Rhea’nın yardımıyla babası Kronos’un elinden kurtulabilmiştir.[19]

Kronos; Hestia, Demeter, Hera, Hades, Poseidon ve Zeus’un babasıdır. Bazı efsanelere göre Hephaistos, Kronos’un ve Hera’nın oğludur ve Aphrodite de Uranos’un değil Kronos’un kızıdır. Bazı rivayetlere göre Persephone de Kronos’un kızıdır. Ayrıca Akhilleus’un ve Asklepios’un öğretmeni olan, yarı at yarı insan, ölümsüz ve bilge Kentaur Kheiron; Kronos’un, büyüleyici bir su perisi olan Philyra’dan olan çocuğudur. Kronos, karısının kıskançlığından çekindiği için Philyra ile at kılığına girerek birleşmiş ve böylece Kheiron yarı at yarı insan olarak doğmuştur. Daha sonra Prometheus’un ölüm hakkını, bir ölümsüz olan Kheiron’a verdiği ve onun da böylece öldüğü anlatılır. Başka bir efsaneye göre de Herakles, Kheiron’u yaralar ve o da yaşadığı acıdan dolayı ölümsüzlüğünden vazgeçerek hayatını sonlandırır. Kheir “el” anlamına gelir ve sahip olduğu el becerisinden dolayı ona bu ismin verildiği söylenir.[20]

1.5.   Rhea

Rhea, Kronos’un kız kardeşi ve eşidir. Olymposlu tanrıları doğuran tanrıçadır. Rhea, Gaia’nın yardımıyla Zeus’u, onu Kronos’tan koruyabilmek için, Yunanistan’ın en büyük adası olan Girit Adası’nda bulunan Lyktos Mağarası’nda doğurmuştur. Daha sonra Zeus’u, onu sütüyle besleyip büyütecek olan keçi Amaltheia’ya emanet etmiştir.

Rhea, Gaia’dan sonraki ikinci toprak anadır. Bir bakıma Anadolu kökenli bir tanrıça olan Kibele’nin Yunan tanrılar dünyasındaki karşılığı olarak kabul edilmektedir. Rhea “tanrılar anası” ve “büyük ana” sıfatlarına sahiptir. Hıristiyanlıkta da toprak ana kendisini, Meryem’in kişiliğinde “tanrı anası” sıfatıyla göstermiştir. Kronos’a ise çocuklarını acımasızca yuttuğu için “tanrılar babası” sıfatı layık görülmemiştir.

Aslında Rhea yalnızca tanrıların değil, tüm varlıkların anası olarak kabul edilirdi. Çünkü o çağlarda yaşayan insanlar bir canlının dünyaya gelmesinde erkeğin rolünü kavrayamadıkları için yaratıcılık vasfını doğrudan doğruya kadına vermişlerdi. Böylece kadını ve toprağı özdeşleştirmişlerdi.

Toprağın simgesi olan ana tanrıça aynı zamanda tarımın, bereketin, kentlerin ve vahşi doğanın da koruyucusuydu. Rhea daima karşı konulmaz bir tanrıça olarak vasıflandırılmıştı. Hatta öylesine güçlü bir tanrıçaydı ki aslanların ve parsların dahi onun hizmetinde olduğuna inanılırdı. Ona çeşitli kurbanlar sunulurdu, bu kurbanların verimliliği ve bereketi arttırdığı düşünülürdü. Rhea genellikle iri ve doğurgan bir kadın olarak tasvir edilirdi.[21]

1.6.   Okeanos

Gaia, Uranos ile “sarılıp, kucaklaşarak” engin Okeanos’u doğurmuştu. Okeanos her şeyin ilk ilkesi ve bütün suların babası olarak kabul edilirdi. Kardeşi Thetis ile evlenmiş ve bu evlilikten Nil ve Menderes gibi üç bin erkek ırmak ile Europe ve Asia gibi üç bin dişi ırmak meydana gelmişti.

Okeanos’un kızları olan ve “Oceanids” olarak da bilinen su perilerinin her biri ayrı bir deniz, göl, ırmak, çay, havuz ya da kıyının hâkimleri oldular. Bu Okeanos kızlarının en meşhurları; Elektra, Klymene, Kallirhoe, Metis, Asia ve Eurynome’dir. Ayrıca bilgelik tanrıçası Metis, bir cehennem ırmağı olan Styks, iyi ve kötü talihi simgeleyen Tykhe de Okeanos’un ve Thetis’in kızlarıdır.

Homeros var olan her şeyin temelinde bulunan Okeanos’tan yani sudan söz eder ve bu görüşünü “Okeanos ’tur, tanrıların babası ve anası” diye dile getirir. Aslında felsefe de buna benzer bir söylemle başlar. Thales görünürdeki çokluğun temelinde bulunan tekliğin yani temel ilkenin “su” olduğundan bahseder. Böylece Homeros’un mitolojik Okeanos Öğretisi’ne göndermede bulunur. Eskiden Okeanos’un dünyanın sınırlarını belirlediğine inanılırdı. Daha sonraki dönemlerde ise sadece Atlantik Okyanusu için bu isim kullanılmaya başlandı.[22]

Okeanos Olympos’taki hiçbir toplantıya katılmazdı. Suların derinliklerinde herkesten uzak ve sakin bir yaşam sürerdi. Diğer tanrılarla pek muhatap olmasa da Zeus’un üstünlüğünü daima tanırdı. Okeanos genellikle heybetli bir ihtiyar olarak ve bazen bir kayanın üzerine uzanmış olarak tasvir edilirdi. Tüm okyanusların kişileşmiş hali olan Okeanos, kaslı bir adamın uzun sakallı ve boynuzlu yüzüyle de simgelenirdi ve vücudunun alt kısmı bir yılanı andırırdı.

Okeanos, Prometheus ve Themis Olymposlular ile titanların arasında geçen savaşa katılmamışlardı. Fakat Okeanos, titan-tanrı savaşlarına katılmasa bile içten içe bu savaşı titanların kazanmasını istemişti. “Titanomakhia” veya “Titanlar Savaşı” olarak adlandırılan bu savaş, Yunan mitolojisinde insanların yaratılışından önceki dönemlerde iki ilahi ırk olan titanlar ve Olymposlu tanrılar arasında on bir yıl boyunca devam etmişti. Titanların merkezi Othrys Dağı ve Olymposluların merkezi de Olympos Dağı idi. Bu savaş Zeus’un babası Kronos’a karşı, Uranos’un çocukları olan Kykloplar’ı ve Hekatonkheirler’i yeraltından kurtarmasıyla başlamıştı. Daha sonra Zeus, Kronos’un karnından, yuttuğu çocukları olan ve Zeus’un da kardeşleri olan Poseidon, Hades, Demeter, Hera ve Hestia’yı çıkartmıştı. Sonuçta Hekatonkheirler ve Kykloplar Zeus’a minnettar kalarak, ona yakıcı şimşekleri ve ateşi hediye etmişlerdi. Böylece Zeus, Kronos’u yenerek gücüne güç katmış ve ateşe sahip olan ilk tanrı vasfını elde etmişti.[23]

1.7.   Tethys

Yunan mitolojisinde dişi bir titan olan Tethys, aslında denizin ve bereketli okyanusun kişileştirilmiş halidir. Tethys’in her şeyi koruyup gözettiğine inanılırdı. Ona “gümüş ayaklı Tethys” sıfatı verilmişti. Bir deniz tanrıçası olan Tethys, Uranos’un ve Gaia'nın kızıdır. Kocası ve erkek kardeşi olan Okeanos’tan birçok çocuğu olmuştu. Tethys, Okeanos’tan son derece güzel olan üç bin kadar peri kızını doğurmuştu. Aynı zamanda Antikçağ’da onun dünyadaki bütün büyük nehirlerin anası olduğuna inanılmıştı. Bazı kaynaklara göre Tethys, kocası Okeanos ile birlikte Hera’nın bakıcılığını üstlenmişti ve daha sonraları Hera da araları bozulan bu çiftin arasını yeniden yaparak onlara karşı vefa borcunu ödemişti.

Tethys’in Peleus’tan Akhilleus (Aşil) adında bir oğlu olmuştu. Akhilleus dünyanın en büyük savaşçısı ve Yunan mitolojisinin en büyük kahramanlarından birisi olarak kabul edilmektedir. Truva Savaşı’nın Grek kahramanlarının başında gelmekte ve Homeros’un M.Ö. 720 civarında yazdığı "İlgada" adlı eserinde Grekler’in en büyük savaşçısı olarak anılmaktadır.

Efsaneye göre, Thetis’ten doğacak çocuğun tüm tanrılardan daha güçlü olacağı kehaneti üzerine Thetis, bir ölümlü olan Peleus ile zorla evlendirilmiş ya da diğer tanrılar böyle bir şeyi göze alamadıkları için sadece Peleus onunla evlenmeyi kabul etmiştir. Thetis, Akhilleus’u ölümsüz yapmak için onu ateşe tutmuş, tam bu sırada Peleus onu görünce, Tethys çocuğu birden ateşten çekmiş ve Akhilleus’un sol topuğu ateşe değmemiştir.

Başka bir rivayete göre ise, annesi Tethys oğlunu ölümsüzlük nehri olan Styks’te yıkarken elini suya değdirmemesi öğütlendiği için ya da başka bir rivayete göre, nehir çok hızlı aktığı için onu sol topuğundan tutup suya batırmıştır. Bu yüzden Akhilleus’un sadece oradan vurulursa öleceğine inanılmıştır.

Daha sonra Akhilleus, çok sevdiği Helen’i geri almak için Truva Savaşı’na katılmış ve bu savaşta Truvalı Prens Paris tarafından sol topuğundan zehirli bir okla vurularak öldürülmüştür. Günümüzde Akhilleus’un mezarı, Çorum’un Osmancık ilçesinin Adatepe mevkisinde bulunmaktadır. Tıpta ayak bileğinde yer alan tendona “aşil tendonu” isminin verilmesi de bu efsaneden kaynaklanmıştır.

Tethys’in başka bir oğlu olan Peneus ise, Yunanistan’ın Teselya Bölgesi’nin deniz tanrısı olarak kabul edilmişti. O, Apollon’un âşık olduğu Daphne’nin babasıdır ve Daphne’yi Apollon’dan korumak için kızını bir defne ağacına dönüştürmüştür.[24]

1.8.   Styks

Styks, Okeanos’un ve Thetis’in (Tethys) kızı olan bir su perisidir. Başka bir deyişle bir nymphedir. Okeanos kızlarının en yaşlısıdır. Ayrıca gücün ve kudretin anası olarak kabul edilmiştir. Styks bir nehir ya da bir bataklık olarak da tasvir edilirdi. Bu nehrin suyundan içebilenlerin ölümsüz olacağına ve geçmiş yaşantısındaki her şeyi unutacağına inanılırdı.

İtalyan ozan Dante’nin (1265-1321), Romalı şair Vergillius’tan (M.Ö. 70-19) esinlenerek aktardığı bilgiye göre Styks’in oluşumu şöyledir; Rhea, oğlu Zeus’u, kocası Kronos’un kötülüklerinden korumak için bir mağaraya kapatır. Bu mağarada sürekli ağlayan Zeus’un gözyaşları mağaranın bulunduğu o vadiyi doldurur ve böylece Zeus’un gözyaşlarından Styks Nehri oluşur. Bu nehrin sonunda da Hades’in ülkesi bulunur ve ölülerin ruhları bir kayıkla bu nehirden geçirilerek Hades’e götürülür.

Styks, daha sonraki dönemlerde diğer tanrılardan uzakta, yeraltında yaşayan bir yemin tanrıçası olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Tanrılar onun adı üzerine (dönülemez yemin olarak) ant içerlerdi. Styks tanrıların yeminlerini saklardı ve ismi, yeraltında bulunmasından olsa gerek “cehennem nehri” anlamına gelirdi. Yeminine vefasızlık eden tanrı bir yıl boyunca nektardan ve ambrassordan yoksun bırakılır ayrıca nefes alamaz hale gelirdi ve dokuz yıl boyunca diğer tanrıların arasından kovulurdu. Ayrıca bu cehennem nehrinin, cehennemin etrafını yedi kez dolaştığına ve oldukça yüksek bir mesafeden döküldüğü için çok soğuk olduğuna inanılırdı.

Styks, Pallas ile birlikteliğinin sonucunda Zetos, Nike, Kratos, Horkos ve Bie’yi doğurmuştu. Bu çocuklar son derece haylazlardı ve Zeus’un yanından hiç ayrılmazlardı. Nike, zaferi simgeleyen bir tanrıçaydı ve Athena’nın oyun arkadaşıydı. Bundan dolayı Atina kentinin halkı, zaferin kentlerini hiç bırakmaması için kanatsız bir Nike’ye taparlardı. Kratos ve Bie ise tanrı ve kral yetkilerini simgelerlerdi. Horkos ise yeminlerini bozanların başlarına çeşitli belalar getiren bir yemin tanrısıydı.

19. yüzyıldan itibaren Styks, Yunanistan’daki Chelmos Dağı eteklerinde bulunan Solos Köyü yakınlarındaki Mavroneri Şelalesi ile özdeşleştirilmiştir. Mavroneri ismi Yunancada “kara su” anlamına gelir.[25]

1.9.   Aphrodite

Aphrodite, güzellik, aşk ve sevgi tanrıçasıdır. Önceleri bir ışık tanrıçası olarak da kabul edilmiştir. Yeryüzünün bütün ihtişamına ve güzelliğine ışık sebep olduğu için, bu ışık tanrıçası zamanla bir güzellik tanrıçasına dönüşmüştür.[26]

Uranos doğan çocuklarını istemiyordu ve bu durum Gaia’yı son derece üzüyordu. Gaia, kocasından intikam almak istedi ve bunun için oğlu Kronos’u görevlendirdi. Daha sonra Gaia çeliği yarattı ve bu çelikten bir tırpan yaptı. Gece olunca Kronos, bu tırpanla babasının cinsel organını kesti ve kestiği organı denize attı. Bu uzuvdan çıkan ak köpükler arasından ansızın Aphrodite doğuverdi. Bu yüzden ona, “köpükten doğan” veya “tanrının tohumlarından doğan” anlamında Aphrodite ismi verildi. Ayrıca “su yüzüne çıkmış” anlamına gelen Andyomene ismini de aldı. Aphrodite’nin diğer bir ismi ise Zühre’dir.71 Homeros, “Thegonia” adlı eserinde Aphrodite’nin Okeanos kızlarından biri olan Dione ile Zeus’un kızı olduğunu söyler.[27] [28] Bir efsaneye göre de onu büyüten Nereus’tur.[29]

Homeros ona “altın Aphrodite” demişti ve onu sürekli gülümseyen, cilveli bir kadın olarak tasvir etmişti. Aphrodite çok güzel ve alımlı bir tanrıçaydı, fakat aynı zamanda çok kinci ve öfkeliydi. Genellikle çıplak ya da yarı çıplak olarak tasvir edilirdi. Aslında daha eski dönemlerde Aphrodite başı kapalı olarak tasvir edilirken, gitgide açık saçık tasvirleri yapılmaya başlanmıştır.[30]

Aphrodite’nin öfkesi ve öç alması çok şiddetli olurdu. Mesela; Eos ve Ares arasında bir ilişki yaşanmıştı ve Aphrodite, Ares’e olan kıskançlığından dolayı Eos’u sürekli olarak insanlara ve tanrılara âşık edip, aşk acısı çekmesini sağlayarak onu cezalandırmıştı. Başka bir örnekte de; kendisine ibadet etmeyen Limnili insanları cezalandırmak için kocalarını eşlerinden iğrendirmiş ve böylece eşleri birbirlerinden uzaklaştırmıştı. Sonuçta kocalarına kinlenen kadınlar da adadaki tüm erkekleri öldürmüşlerdi. Yine aşırı kıskançlığından dolayı Aphrodite, oğlu Eros'un sevgilisi olan Psykhe'yi oğlundan uzaklaştırmaya çalışmıştı.[31]

Bazı efsanelere göre Eros, Aphrodite’nin oğludur. Başka muhtelif görüşlere göre ise ondan çok daha önce doğmuş olan evrensel bir güçtür ve sonradan Aphrodite’nin hizmetine girmiştir. Eros ve Himeros gibi, diğer başka tanrılardan pek çoğu Aphrodite’ye âşık olmuşlardır. Ancak tanrıça, önce Hephaistos’un ve daha sonra da Ares’in karısı olmuştur. Ayrıca Hermes ile de aşk yaşadığı ve bu ilişkiden Hermaphroditos’un doğduğu söylenir. Adonis ve Troya kahramanlarından olan Ankhises ile de ilişkileri olmuştur ve Ankhises’ten Aeneas adında bir çocuk doğurmuştur.[32]

Aphrodite kendi isteğine göre gönüllerde aşk ve mutluluk ya da acı ve keder yaratabilirdi. İstediği anda Zeus dâhil tüm tanrıların ve insanların gönüllerine aşk duygusunu verebilirdi. Zeus da Aphrodite’den intikam almak için zaman zaman onu insanlara âşık ederdi. Aphrodite tabiatı istediği zaman canlandırır ve istediği zaman soldurabilirdi. Güzel tanrıça gücünü sadece insanlar ve tanrılar üzerinde göstermezdi, o isterse tüm tabiata söz geçirebilirdi. Tek bir tatlı bakışıyla kudurmuş dalgaları sakinleştirir ve nefesi ile deli gibi esen rüzgârları dindirirdi. Yeryüzünde bulunan her şeyi o canlandırırdı. Kurumuş çiçekleri tekrar yeşertir, dünyayı süsler ve güzelleştirirdi. Yanında ona hizmet eden birçok peri kızı vardı. Bu periler, Aphrodite’nin istekleri doğrultusunda tanrıları ve insanları büyüler ve Aphrodite’ye de bazı güçleriyle yardımcı olurlardı.[33]

Aphrodite bir güzellik yarışması sonucunda Truva Savaşı’nın başlamasına neden olmuştu ve bu savaşta daima Truvalılara yardım etmişti. Aphrodite onların soyunu muhafaza ettiği için, Roma halkı tarafından Roma’nın koruyucusu olarak kabul edilmişti. Aphrodite Roma’da, İtalya’nın güzellik tanrıçası olan Venüs ile özdeşleştirilmiştir. Özellikle Roma efsanelerinde güzellik tanrıçası olmasının yanı sıra bağ ve bahçe tanrıçası olarak da kabul edilmiştir. Dolayısıyla bir bağ ve bahçe tanrısı olan Priapos da Aphrodite’nin oğlu olarak bilinirdi.

Aphrodite’ye ait olan en eski tapınaklar, günümüzde Yunanistan sınırları içinde olan Çuha Adası’nda (Kythira veya Kythera) ve Kıbrıs Adası’nda bulunmaktadır. En önemli ibadet merkezi ise onun adını almış olan Afrodisias kentindedir. Burası Anadolu’nun Karia Bölgesi’nin kuzeydoğusunda bulunan bir Antik Roma kentidir ve günümüzde Aydın ilinin Karacasu ilçesine bağlı olan Geyre Köyü yakınındaki Salbakos (Baba) Dağı’nın batı eteğinde, bir plato üzerinde bulunur.[34]

1.10.    Hyperion

Homeros’un İlyada ve Odysseia adlı eserlerinde bir güneş tanrısı olan Helios, daha sonra Hyperion adını almıştır. Ancak Homeros ve Hesiodos bazı yapıtlarında Helios’tan, “Hyperion’un Oğlu” anlamına gelen Hyperonides ismi ile de bahsetmişlerdir. Bu betimlemeye göre Hyperion ve Helios birbirlerinden ayrılmış olurlar.

Çağdaş Yunan edebiyatında ise Hyperion, Helios’tan bir titan olarak ayrılmıştır. Hyperion genellikle bir gözlem tanrısı olarak kabul edilmiştir. Bu tanıma göre Hyperion, Gaia ile Uranos’un çocuğu, görme gücünün tanrıçası olan Theia’nın kardeşi ve eşi, ayrıca Helios’un, Selene’nin ve Eos’un da babasıdır. Hyperion ismi, “dünya üstünde dolaşan” anlamına gelmektedir.[35] [36]

1.11.    Theia

Theia, aydınlığı temsil eden dişi bir titandır. Kardeşi ve aynı zamanda kocası olan Hyperion ile birleşerek Helios’u, Selene’yi ve Eos’u doğurmuştur. Thia veya Thea olarak da bilinir. İsmi “tanrıça” anlamına gelir. Bir diğer ismi ise Euryphaessa’dır.

80

Euryphaessa, geniş olan ve aydınlatan manasındadır.

1.12.    Phoebe

Phoebe, Uranos ile Gaia’nın çocuğu olan dişi bir titandır ve yaşadığı çağ, “altın çağ” olarak kabul edilmiştir. Geleneksel olarak ay ile ilişkilendirilen ve bir ışık tanrıçası olan Phoebe, Apollon’un ve Artemis’in anneannesidir. Ayrıca Koios ile birleşerek Leto’yu ve Asteria’yı doğurmuştur.

Phoebe ismi, “parıltı” anlamına gelir. Phoebe aynı zamanda çok güçlü bir kâhindir ve zekâyı simgeler. Delphi Tapınağı ona aittir fakat bu tapınağı, torunu Apollon’a doğum günü hediyesi olarak vermiştir.[37]

1.13.   Koios

Koios aklı ve ışığı temsil eden bir titandır. Kız kardeşi olan ve zekâyı simgeleyen dişi titan Phoebe ile birleşmiş, böylece Leto ve Asteria doğmuştur. Daha sonra Leto, Zeus ile birleşmiş ve Zeus’tan Artemis’i ve Apollon’u doğurmuştur. Tıpkı diğer titanlar gibi, Koios da Zeus ve diğer Olymposlu tanrılar tarafından tahtından indirilmiştir.[38]

1.14.   Mnemosyne

Mnemosyne, Uranos’un ve Gaia’nın kızıdır. Belleği ve hatıraları simgeleyen dişi bir titandır. Aslında o, hafızanın ve hatıraların kişileştirilmiş halidir. Mnemosyne aynı zamanda yeraltı dünyasında akan bir nehrin de adıdır. Lethe’nin (Unutma Nehri) zıddı olan bu nehir, kendisinden içenlere (ki bunlar yeniden yaşama dönmeye hazırlanan ölülerdir) geçmiş yaşamları hakkındaki her şeyi hatırlatır. Dolayısıyla Mnemosyne aynı zamanda bir hatırlatma nehridir.

Mnemosyne, Zeus ile dokuz gece beraber olduktan sonra esin perileri olarak da bilinen ve dokuz kız kardeş olan Musaları doğurmuştur. Mnemosyne bu dokuz peri kızına Calliope, Cleio, Euterpe, Thaleia, Melpomene, Terpischore, Erato, Polyhymnia ve Urania isimlerini vermiştir.[39]

1.15.   Themis

Themis, Uranos’un ve Gaia’nın kızı olan adalet ve düzen tanrıçasıdır. Adı koymak, yerleştirmek, oturtmak anlamlarına gelen bir kökten türemiştir. Aslında o, ilahi adaletin sembolik halidir. Roma mitolojisindeki Iustitia (Justitia), Themis’in karşılığı olan tanrıça olarak bilinmektedir.

Themis, babaları Zeus olan, Horalar’ın ve Moiralar’ın annesidir. Yani doğada mevsimlerin, yılların ve sanatın düzenini sağlayan bir tanrıça üçlüsüyle yine canlı varlıklar arasında yaşam ve ölüm dengesini kuran bir diğer tanrıça üçlüsünü doğurmuştur. Ayrıca Themis, yine babası Zeus olan, adaleti ve düzeni simgeleyen bir tanrıça olarak tasvir edilen Dike’nin de annesidir. Themis ürettiği bu tanrısal varlıklarla birlikte etkisini sürdürmüştür. Çocuklarıyla birlikte mevsimlerin ve yılların dengesini ve düzenini devam ettirmiştir. Ayrıca o, insanlar arasındaki ahlak düzenini sağlayan ve ezilenleri koruyan bir adalet tanrıçasıdır.[40]

Hukukun evrensel ilkelerini simgesel olarak üzerinde taşıdığı için Themis heykeli, adaleti en iyi şekilde ifade etmektedir. Daha eski dönemlerde Themis, kendisinin tam zıddı olan öç tanrıçası Eris ile beraber ve ona benzer bir şekilde tasvir edilmiştir. Daha sonraki dönemlerde ise gözleri bağlı olarak ve elinde bir terazi, bazen de bir kılıç ile betimlenmiştir. Ayrıca Themis bu tasvirlerde tek göğsünü açık bırakan beyaz bir elbise giyer ve ayağının altında da bir yılan vardır. Kısaca belirtmek gerekirse tasvirlerindeki “kılıç””; adaletin verdiği cezaların caydırıcılığını ve gücünü, “terazi”” ise adaleti ve adaletin dengeli bir şekilde dağıtılmasını simgeler. Themis’in bakire bir dişi olması ise onun bağımsızlığını ifade eder. Tek göğsü açık beyaz elbisesi, onun cesaretini simgelerken, ayağının altındaki yılan da kötülükleri yok etmesini anlatır. Ayrıca bu tasvirlerde tanrıçanın gözleri bağlıdır ve bu da onun tarafsızlığını simgeler. Themis genellikle görkemli, ciddi ve ağırbaşlı bir kadın olarak tasvir edilir.[41]

Kendisi aslında öfkeli veya cezalandırıcı bir tanrıça değildir. Ona yeteri kadar saygı gösterilmediğinde veya adaletsizlik yapıldığında sessiz kalmayı tercih eder ve onun yerine öç tanrıçası Nemesis gerekli karşılığı ve cezayı verir. Themis, aynı zamanda bir kâhindir ve bir rivayete göre kendisinin kehanet yeri olan Delphi Tapınağı’nı o inşa etmiştir.[42] Dünyanın nüfusunun aşırı artmasını önleyecek olan kehaneti ve buna benzer başka birçok kehanetleri Apollon’a, Themis’in öğrettiğinden bahsedilmiştir.[43]

Themis yasadır, kuraldır fakat gelip geçici bir yasa değildir. Tanrıların ve insanların dünyasında değişmez olan evrensel ve ölümsüz bir doğa yasasıdır. Onun karşıtı olan insansal yasa ise Nomos veya Nemesis olarak bilinir. Aslında Themis bu özelliği ile tanrıların ve insanların yaptıkları bütün işleri bir ayna gibi yansıtarak, vicdanların sesi olmuştur.

Themis Olympos’ta yaşardı, Olympos’taki düzeni korur ve tanrıların toplantılarına başkanlık ederdi. Ayrıca Zeus’un danışmanlığını ve yardımcılığını yapardı ancak bu görevi yerine getirirken hiçbir zaman Hera’nın kıskançlığını üzerine çekmezdi.

Homeros İlyada’da Themis’ten pek fazla söz etmese de onun, Hera ve Zeus ile arasının iyi olduğuna değinmiştir. Zaten Themis’in kitaplara konu olacak çok fazla efsanesi ve öyküsü de yoktur. Buna rağmen o dönemdeki Yunan halkı tarafından her yerde ve her zaman var olduğuna inanılan önemli bir tanrıça olarak kabul edilmiştir.[44]

1.16.    Kriyus

Kriyus (Krios), Uranos ile Gaia’nın oğludur. Hakkında çok fazla bilgi bulunmamaktadır. Bu titan hakkında birçok çalışma yapılmış, fakat sınırlı kaynaklardan olsa gerek konuya yeterince açıklık getirilememiştir.

Kriyus, bir güç ve savaş tanrısıdır ve zafer tanrıçası olan Nike’nin en büyük atası olarak kabul edilir. Ayrıca Eurybia ile evlenmiş ve daha sonra Athena tarafından öldürülecek olan Pallas’ın, ayrıca Astraios ve Perses’in babası olmuştur. Antik Çağ’da Kriyus’a tapan yüz binlerce insanın onun kudretine ve gücüne hayran olduğu anlatılır.

Kriyus sahip olduğu bu güçten dolayı diğer titanlar tarafından bir tehdit unsuru olarak algılanmıştı. Sonuçta onun gücü ve kudretiyle baş edemeyeceklerini anlayan titanlar, onu ailesiyle tehdit edip lanetlemişlerdi. İnanışa göre bu lanetten dolayı insanlar tarafından unutulması için, Kriyus hakkındaki bütün bilgiler kaybolmuştur.[45]

1.17.    İapetos

İapetus olarak da isimlendirilen, Uranos ile Gaia’nın oğlu olan bir titandır ve “dikkati” temsil etmektedir. Okeanos ile Tethys’in kızlarından biri olan Klymene ile ya da Asia ile evlenmiş ve bu evlilikten Atlas, Menoitios (Zeus’a asilik ettiği için Erebos’a hapsedilerek cezalandırılmıştır), Prometheus ve Epimetheus doğmuştur. İapetos’un bu dört oğlunun kaderi son derece kötüdür ve hepsi de dayanılmaz acılar çekmişlerdir.[46]

1.18.    Atlas

İapetos ve Asia’nın (Klymene’nin) on üç çocuğundan en güçlü olanıdır ve Menoetios’un, Epimetheus’un ve Prometheus’un da kardeşidir. Atlas’ın birçok tanrıça ile ilişkisi olmuştur. Bu ilişkilerden meydana gelen çocukları ise bir okyanus nymphesi olan Pleione[47], Hyas[48] ve Hesperos’tur[49]. Homeros’a göre Atlas, bir peri kızı olan Calipso’nun da babasıdır. Atlas son derece güçlü ve acımasız bir titandır. Herodot’a göre ise Atlas, Kuzey Afrika’da bulunan bir dağın adıdır.[50]

Titanlar, tanrılara karşı giriştikleri savaşta yenilince Atlas dünyayı omuzlarında taşıma cezasına çarptırılır. Hesiodos’a göre bu durum, Zeus’un, kendisiyle boy ölçüşmeye kalktığı ya da Olympos’a saldırdığı için ona verdiği ağır bir cezadır. Bu mitolojik dayanakla tıpta kafatasını taşıyan ilk omura da “atlas” ismi verilmiştir. Ayrıca coğrafi bilgiler içeren atlas kitapları da ismini yine bu titandan ve dolayısıyla bu efsaneden almıştır.

Mitolojik bir efsanede Atlas ve Herkül arasında geçen bir olay şöyle anlatılır; tanrıların kralı Zeus, Atlas’a çok kızmıştır. Bunun nedeni Atlas'ın Yüce Tanrı Zeus ile savaşmak istemesidir. Bu sebeple Zeus, Atlas’a büyük bir ceza verir. Atlas, sonsuza kadar dünyayı omuzlarında taşıyacaktır. Bu yorucu ve ağır görevden kurtulmak isteyen Atlas, Herkül kendisinden bir yardım isteyince bu fırsatı değerlendirir ve sinsice bir plan yapar. Herkül bir bahçede bulunan ve bir ejderhanın koruduğu üç altın elmayı ele geçirmek istemektedir.

Atlas, Herkül’e kendisi dönünceye kadar dünyayı sırtında taşırsa elmaları ona getireceğini söyler. Atlas elmaları getirir ancak Herkül’e “sen dünyayı taşımaya devam et” der. Bunun üzerine Herkül dünyayı taşımayı kabul eder ancak sırtına bir omuzluk yerleştirene kadar birkaç dakika Atlas'ın dünyayı tutmasını ister. Atlas dünyayı alır almaz Herkül kaçar ve böylece Atlas kandırıldığını anlar. Efsanenin sonunda ise gök gürültüsünün Atlas’ın, Herkül’e haykırışı olduğu söylenir.

Başka bir efsaneye göre Atlas tarafından Medusa’nın kafasını getirmekle görevlendirilmiş olan Perseus, biraz dinlenmek için Atlas’tan izin ister. Ancak Atlas bu isteğe karşı çıkar ve bu duruma öfkelenen Perseus Medusa’nın başını elde edince, onu Atlas’a göstererek o anda Atlas’ın gövdesinin Kuzey Afrika’da bulunan Atlas Sıradağları’na (zaten Atlas’ın dünyayı, bu bölgede taşıdığına inanılır), sakallarının ormanlara ve kemiklerinin de dev kayalara dönüşmesine sebep olur.[51]

1.19.    Prometheus

Hesiodos’a göre Prometheus, İapetos ile Klymene’nin oğlu ayrıca Atlas’ın, Menoitios’un ve Epimetheus’un da kardeşidir. Prometheus sürekli aklını kullanması yönüyle Zeus’un öfkesini üzerine çeken bir titandır. Çünkü aklın simgesi sadece Zeus’tur ve O, bu yeteneği bir başkasında görmeye asla tahammül edemez.

Prometheus’un adının anlamı “önceden gören, öngörülü olan” demektir. Dolayısıyla Prometheus, aynı zamanda bir kâhindir. Zeus’un bir gün tahtından düşeceğini bilir ve bu bilgiyle Zeus’u sürekli bir kuşku içinde tutar.

Prometheus sürekli olarak tanrılara karşı insanların tarafında olmuş ve böylece yeni bir devrim başlatmak istemiştir. Zeus da bu duruma sinirlenerek insanlardan ateşi esirgemiştir. Ancak Prometheus, Zeus’tan ateşi çalmış ve bu hareketiyle Zeus’u insanların gözünde küçük düşürmüştür. Böylece artık akıl gücü insanlara geçmiş ve insanlar kendi güçlerinin farkına varmışlardır. Prometheus bu anlamda insanın, bilincin ve özgürlüğün temsilcisi olmuştur. Bu olaydan sonra Zeus, Prometheus’a karşı kaba kuvvet kullanmaya ve ona işkence etmeye başlamıştır.

Muhtelif rivayetlere göre Prometheus yağmur suyuyla toprağı karıştırıp ilk insan olan Pandora’yı yaratmıştır ve Athena da ona ruh üflemiştir. Athena bu insan için başka ne yapabileceğini sorduğunda, Prometheus ondan tanrılar katına çıkmasını ve oraya bir göz atmasını istemiştir. Böylece Prometheus ve Athena iş birliği yaparak tanrılar katından insan için ateşi çalmışlardır.[52] Prometheus üstün zekâsını gösterdiği bu olaydan sonra “ateş hırsızı” sıfatına sahip olmuştur. Hatta günümüzde de devam eden bir gelenek olarak olimpiyat oyunlarında atletlerin ellerinde meşalelerle koşarak oyunları başlatmaları, Prometheus’un elinde ateşle Olympos Dağı’ndan kaçışını simgeler.

Tüm bu olaylardan sonra Prometheus, Tanrı Zeus tarafından Kafkas Dağı’nda zincire vurulmuştur ve bu yüzden Prometheus Desmotes yani “zincire vurulmuş Prometheus” adıyla da anılmıştır. Bu dağda tanrılar tarafından görevlendirilen bir kartal (bazı kaynaklarda da akbaba olarak geçer) sürekli olarak, her gece Prometheus’un yeniden oluşan karaciğerini kemirmiştir. Onu Kafkas Dağı’nın tepesindeki bu işkenceden Zeus’un oğlu ve bir yarı tanrı olan, ölümlü Herakles kurtarmıştır. Prometheus, "Zeus tahtından düşmedikçe benim işkencelerimin sonu yoktur" demiş ve böylelikle aslında insanlığa özgürlüğün yolunu göstermiştir.

Prometheus davası uğruna yazgısına razı olmuş ve bir titan iken bir köle gibi zincire vurulmuştur. Aslında burada anlatılmak istenen bir özgürlük kavgasıdır. Kavganın galibi ise kaybetmiş gibi görünse bile Prometheus’tur, çünkü akıl gücü her zaman kaba kuvvetten üstündür.[53]

Prometheus’un zincire vurulmasındaki asıl neden ise Zeus’un ondan korkuyor olmasıdır. Prometheus geleceği görme yetisi olan bir titandır ve bu yetisini kullanarak Zeus’un, Kronos’u tahtından indirmesine yardımcı olmuştur. Gelecekte Prometheus’un bu özelliğini, kendisinin tahttan düşürülmesi için de kullanacağından korkan Zeus, Prometheus’un ateşi (yani bilgiyi) çalarak insanlara vermesi ile ondan kurtulması için gereken sebebi elde etmiş olur. Bu işkence otuz bin yıl sürmek üzere planlanır fakat Herkül’ün Prometheus’u serbest bırakmasıyla Prometheus kendisinin karaciğerini her gün yiyen kartalı bulur ve intikamını almak için bu kartalın karaciğerini yer. Sonuçta Zeus bu şekilde cezasını sonlandıran Prometheus’u affeder ve onu tekrar ölümsüzler arasına kabul eder.[54]

1.20.   Epimetheus

Epimetheus, Prometheus’un erkek kardeşidir. Yunanca’da “epi” ön eki “sonra” anlamına gelir. “Metheus” ise “düşünen kişi” demektir. Epimetheus ismi ise “bir şeyi yaptıktan sonra ben ne yaptım diye düşünen kişi” anlamına gelir. Kardeşi Prometheus’un isminin anlamı da, “bir şeyi yapmadan önce düşünen” demektir. Zaten “pro” ön eki “sonra” anlamına gelmektedir.

Prometheus, Epimetheus’u çamurdan yaratmış ve tanrılardan çaldığı ateşle ona can vermiştir. Zeus ise kendisinden habersiz yaratılan bu insandan intikam almak için ilk kadın Pandora’yı yaratmış ve onu Epimetheus’a dolayısıyla genel anlamda “erkek milletine” musallat etmiştir. Burada Epimetheus ve Pandora’nın, İslam’da Âdem Peygamber ve eşi Havva’ya karşılık geldiği ifade edilebilir. Ancak Epimetheus, sürekli olarak Prometheus’un gölgesinde kaldığı için, Âdem Peygamber’e göre daha silik bir karakter olarak karşımıza çıkmaktadır.

Pandora güzelliğiyle ve zekâsıyla Epimetheus’un aklını başından alır. Ancak bir gün Epimetheus merakına yenilip, Pandora’nın yanında getirdiği kutuyu açar ve bir anda bu kutunun içinden tüm kötülükler dünyaya yayılır. Bir tek “umut” kutunun içinde kalır ve bu kutudan asla çıkamaz. Ayrıca Epimetheus’un ve Pandora’nın, Pyrrha[55] adında bir kızları olur.[56]

1.21.   Helios

Gaia’nın çocuklarından olan Theia ile Hyperion’un birlikteliğinden güneş tanrısı, ay tanrıçası ve şafak tanrıçası doğmuştur. Helios, Apollon’dan önceki tanrı kuşağının güneş tanrısıdır. Birçok eşi olmuştur, ilk olarak bir nymphe olan Rhodos ile evlenmiş ve bu evlilikten bir kız ve yedi oğlan olan Heliadlar doğmuştur. Daha sonra Okeanos kızı Perseis ile evlenmiş ve bu evlilikten de büyücü Kirke, Kolkhis kralı Aietes, ayrıca Pasiphoe’yi ve Aietes’i tahtından indiren kahraman Perseus doğmuştur. Yine Okeanos kızı Klymene’den de yedi kız olan Heliadailer doğmuştur. Ayrıca Helios’un ünlü büyücüler olan Pasiphae’nin, Medae’nin ve Hekate’nin de babası olduğu söylenir.

Helios genç, yakışıklı ve çok güçlü bir erkek olarak tasvir edilirdi. Başının etrafı ışık huzmeleriyle parlardı. Kendisine Rodos Adası’nda tapılır ve bu yerin gözcülüğünü yaptığına inanılırdı. Özellikle eski Rodos sikkelerinde elinde bir küre ile tasvir edilmişti. Helios dünyanın en batısında ikamet eder ve her sabah horozun sesini duyunca altın arabasını gökyüzünde hızlıca sürerdi. Bu yüzden ona “yorulmaz” sıfatı verilmişti. Gece olunca da Okeanos’un derinliklerinde dinlenmeye çekilirdi.

Helios her şeyi gören, bilen ve adil bir yargıçtı. O, ışığın en ileri derecede insan şekline bürünmüş haliydi ve adeta evrenin gözüydü. Nasıl ki güneş ışınları her yere girebilirse tıpkı bunun gibi Helios’un gözünden de hiçbir şey kaçmazdı.[57] Aynı zamanda onun körlerin gözlerini açtığına inanılırdı.[58]

1.22.   Selene

Selene, Hyperion’un ve Theia’nın kızı ayrıca Helios’un kız kardeşidir. Bazı kaynaklarda da Zeus’un ve Pallas’ın kızı olarak tanıtılır. Eğer ismi Yunanca kökenli ise büyük ihtimalle “ışık” anlamındaki “selas” kelimesi ile ilişkilidir. Selene, Artemis’ten önceki tanrı kuşağının ay tanrıçasıdır. Hatta onun, Artemis’in bir başka adı ve görüntüsü olduğu da ifade edilir.[59]

Selene genellikle boğa, at ya da geyik üzerinde güneşi takip ederken tasvir edilirdi. Ayrıca bazen de iki atın çektiği gümüş bir araba ile gökyüzünde dolaşan soluk yüzlü, genç ve güzel bir kadın olarak betimlenirdi. Selene’nin çok güzel kanatları vardı. Ayrıca alnında yarım ay simgesi ve elinde de bir meşale bulunurdu.

Selene, Zeus ve Pan ile yaşadığı aşklarla ün salmıştı. Zeus’tan Pandia adında bir kızı olmuştu. Ayrıca Selene’nin yine Zeus’tan, etrafına dehşet saçan ve ancak Herakles tarafından alt edilebilmiş olan Nemea Aslanı’nı doğurduğu söylenir. Daha sonra Endymion adında bir çobana âşık olmuş ve ondan da elli adet kızı olmuştu. Bir efsaneye göre Selene, Pandora’nın kutusundan çıkmış olan umudu korumakla görevliydi. Bu görevde kendisine yardımcı olmaları için ölümlü genç kızları seçerdi. Bu kızlar, insanları dünyadaki kötülüklerden korumaya çalışırlardı.[60]

1.23.   Eos ve Astraios

Eos, Hyperion’un ve Theia’nın kızı aynı zamanda Helios’un ve Selene’nin de kız kardeşidir. Şafak tanrıçasıdır, ayrıca rüzgârların ve yıldızların anası olarak kabul edilir. Zephyros’u (Karayel), Boreas’ı (Poyraz), Notos’u (Lodos) ve Euros’u (Keşişleme) doğurmuştur.

Eos “gül parmaklı” sıfatına sahipti. Günün ilk ışıklarını insanlara ulaştırmak için her sabah elinde bir meşaleyle Okeanos’tan çıkar ve göğe yükselirdi. Sabahın tatlı rüzgârını estirir ve bitkilere çiy taneleri serpiştirirdi. Geçtiği yerlerden ışıklı renkler doğardı. Her gece kanatlı arabasına biner ve kardeşi Helios’un yaklaştığını gökyüzüne haber vererek, Helios’a gökyüzünün kapılarını açardı. Eos kanatlı ve çevik bir kadın olarak tasvir edilirdi.[61]

Eos bir gün tanrılardan, sevgililerinden birini ölümsüz yapmalarını istedi. Tanrılar onun bu isteğini kabul ettiler ancak Eos’un sevgilisine, ölümsüzlüğün yanı sıra yaşlanmama özelliğini vermeyi akıl edemediler. Böylece ölümsüz sevgili gitgide yaşlanmaya başladı ve sonuçta çok çirkinleştiği için Eos onu bir çekirgeye dönüştürmek zorunda kaldı. Ayrıca Eos âşık olduğu sevgililerini kaçırmasıyla da ünlüydü. Eos’un Ares ile de ilişkisi oldu ve bu ilişkiyi Ares’e âşık olan Aphrodite farketti. Bunun sonucunda da Aphrodite Eos’a ağır bir ceza verdi. Bu ceza dolayısıyla Eos, bir daha hiç kimseye âşık olamayacaktı.[62]

Astraios ise “yıldızlar” ve “yıldızlı gök” anlamına gelir. Eurybie’nin ve Krios’un çocuğudur. Ayrıca Pallas’ın ve Perses’in de kardeşidir.[63] Şafak tanrıçası Eos’un kocasıdır. Euros ve Aiolos gibi bazı yıldızların ve rüzgârların babası olarak bilinir. Astraios’un yarı kadın yarı kuş görünümlü olan kapkaçcı Harpyalar’ın ve Başak Takımyıldızı’nın tanrıçası olan Astraia adında bir kızın babası olduğu söylenir.[64]

İLK TANRILAR ve SIFATLARI

Hesiodos’un esas aldığı sıraya göre ilk Yunan tanrıları ve tanrıçaları incelenecek ve ayrıca onların sıfatları açıklanacaktır. Hesiodos’a göre evrende henüz hiçbir şey yokken ilk önce sadece Khaos vardı. Daha sonra sırasıyla Gaia, Tartaros, Eros, Erebos, Pontos, Ourea, Kronos, Nyks ve Aither oluştular. Homeros’a göre de Okeanos ve Tethys tüm tanrıların çıkış noktasıydı.

M.Ö. 8. yüzyılda bir Trakya kralı ile bir Apollon rahibesinin oğlu olarak dünyaya gelen ve efsanevi bir isim olan veya mitolojik bir şair olan Orpheus’un görüşlerini benimseyen Orfik Tarikatçılar’a göre ise başlangıçta sadece Kronos vardı ve evreni o yaratmıştı. Daha sonra bu evrenden Tanrı Phanes doğdu ve hem erkek hem dişi olan Phanes’ten de geceyi temsil eden Nyks doğdu. Daha sonra Gaia, Uranos, Kronos ve Zeus meydana geldiler. Daha sonra Zeus, Phanes’i yutarak dünyanın egemenliğini ele geçirdi.[65]

2.1.    Khaos

Khaos kelimesi; “boşluk, dipsiz uçurum, biçimsizlik, kargaşa” gibi anlamlara gelir. Cinsiyetsiz bir tanrısal varlık olarak kabul edilen Khaos düzenden, evrenden ya da öteki adıyla Kosmos’tan (düzenli ve uyumlu birlik hali) önce var olmuştur. Sokrates öncesi bir filozof olan Efesli Heraklitos (M.Ö. 535-475) Kosmos’u tanrısal yasayı temsil eden Nomos ile özdeşleştirmiştir. Böylece Khaos’u da yasaya karşıt bir düzensizlik olarak tanımlamıştır. Platon’un Timaios diyaloğunda ele aldığı şekliyle, Khaos’u bir Kosmos haline dönüştüren Demiourgos, var olan şeyleri düzene koymuş, onlara biçim vermiş ancak onları yaratmamıştır.

Yukarıda da değinildiği gibi ilk önce Khaos’tan toprak ana olan Gaia ve gökyüzü olarak nitelendirilen Uranos meydana geldi. Gaia’nın ve Uranos’un birleşmesinden de Brontes, Steropes ve Arges (gök gürültüsü, parıltı ve şimşek) isimli üç Kyklop doğdu. Kykloplar, alınlarının ortasında taşıdıkları tek gözleri ile yeraltı alevini, gökyüzü ateşine dönüştürürlerdi. ikinci olarak Gaia ve Uranos elli başlı ve yüz kollu Kottos, Briareus ve Gyes (öfke, güç ve dehşet) adlı Hekatonkheirleri yarattılar. Son olarak da titanlar meydana geldi. Ayrıca Nyks’in (Gece), Hemera’nın (Gündüz) ve Aither’in de (Hava) Khaos’tan oluştukları ifade edilmektedir.[66]

2.2.    Erebos

Erebos ilk tanrılardan biridir. Khaos’un ürettiği bir tanrıdır ve karanlığın temsilcisidir. Nyks’in oğlu veya kardeşi olan Erebos, tek başına Aither’i, Nyks ile birleşerek de Hemera’yı, Moros’u (ölüm tanrıçası), Keres’i (ölüm tanrıçası), Kharon’u (ölülerin ruhlarını taşıyan, Hades’in kayıkçısı) ve Eros’u yaratmıştır.

Daha sonraki dönemlerde ortaya çıkan bazı efsanelerde Erebos çoğu zaman Hades ülkesinin bir bölümü olarak da tasvir edilmiştir. Ayrıca Erebos’u, yeraltı dünyasında ruhların bedenlerden ayrılınca hemen geçtikleri bir bölüm olarak tasvir edenler de olmuştur. Yeraltı dünyasının diğer kısmını ise titanların hapsedildiği Tartaros oluşturur.[67]

2.3.    Nyks

Nyks, Khaos’un ve Erebos’un kızıdır ve geceyi simgeler. Bazı kaynaklarda Hypnos’un eşi olarak geçer. Ayrıca bir bereket tanrısı olan Priapos da ona âşık olmuştur. Nyks kendisinden çekinilen ve kendisine saygı duyulan bir tanrıçaydı. Hatta zaman zaman Zeus dahi Nyks’ten çekinirdi.

Gecenin birçok çocukları vardı. Bunlara kısaca değinmek gerekirse Thanatos, ölüm tanrısıdır ve önüne geçilemeyen huzurlu bir ölümü simgeler. Kanatlı bir cin veya uyuyan bir çocuk ya da bir delikanlı olarak tasvir edilir. Kerler, ölüm tanrıçalarıdır. Klotho, Lakesis ve Atropos kader tanrıçalarıdır. Ate, gaflet tanrıçasıdır. Ayrıca belleği uyuşturan Lethe, belalıların en kötüsü olarak kabul edilen Tanrı Horkos ve Hypnos, uyku tanrısıdır.

Nyks’in diğer çocukları ise Morpheus ve Oneiros; düş tanrılarıdır, Momos; alay ve hiciv tanrıçasıdır, Oizys; yıkım ve bela tanrıçasıdır ve Geras; ihtiyarlık tanrısıdır. Ayrıca ihtiyarlık ve kavga tanrıçası olan Eris, kader tanrıçaları olan Hesperidler ve Moiralar, tanrısal öcü simgeleyen Nemesis de Nyks’in çocuklarındandır. Muhtelif rivayetlere göre Nyks’in Erebos’tan olan çocukları; Epiphron (sağduyu), Aither (ışıklı gökyüzü), Hemera (gündüz) ve Hypnos’tur (uyku). Ayrıca Uranos’tan Lyssa’yı (delilik) ve son olarak da kimseyle birleşmeden Apeit (hile), Thanatos (ölüm), Nemesis (intikam), Eris (kavga, nefret), Geras (yaşlılık) ve Oizys’i (düşler) doğurmuştur.[68]

Nyks’in diğerlerine göre daha çok bilinen çocuklarından biri olan Nemesis, ölçüsüz ve kendine aşırı güvenen insanları cezalandırır. Vicdan azabını simgeler ve her türlü aşırılığı yok etmekle görevlidir. Ayrıca intikam, adalet ve ahlak tanrıçasıdır. Nemesis genellikle ciddi ve düşünceli bir genç kız olarak tasvir edilmiştir. Eskiden İzmir’de basılan paraların üzerinde karaborsacıları korkutmak için, Nemesis’in resmi bulunurdu.[69]

2.4.    Eris

Eris, Nyks’in kızıdır ayrıca kavga, fesat ve nifak tanrıçasıdır. Uyumsuzluğu ve anlaşmazlığı simgeler. Azgın ve kötü bir tanrıçadır ve genellikle kanatlı olarak tasvir edilmiştir.

Eris’in çocuklarından olan Ponos; cefa tanrısıdır, Algos; kötülük tanrısıdır, Apathe; hile tanrısıdır, Lethe; unutkanlık tanrısıdır ve ayrıca bir nehir olarak da tasvir edilir, Limos; açlık tanrısıdır, Algos; gözyaşı tanrısıdır ve son olarak Ate; bozgunculuk ve suç tanrısıdır. Bunlar bir bakıma evrendeki bazı kötü duyguların ve kötülüklerin sembolik bir ifadesidirler.

Hesiodos, Ares’in kardeşi olan ikinci bir Eris’ten daha bahsetmektedir. O, Zeus’un meydana getirdiği ve amacı sadece rekabet olan bir tanrıçadır. İnsanlara çalışma zevkini ilham eder. Truva Savaşı’nı “en güzeline” diyerek ortaya attığı bir elma ile başlatan da odur. Bu ikinci Eris de diğeri gibi kanatlı olarak tasvir edilir.[70]

2.5.    Tartaros

Tartarus ya da Tartaros, hem bir tanrının hem de yeraltında bir yerin adıdır. Ünlü şair Hesiodos’a göre ağır bir demirin cennetten dünyaya düşmesi dokuz gün sürmektedir. Şaire göre, bir dokuz gün daha sonra ölüler diyarının en altında, Hades’in bile en uzağında bulunan Tartaros’a ulaşır.

İlyada’da Tartaros ile Hades'in arasındaki uzaklığın dünyayla cennet arasındaki uzaklıkla aynı olduğu belirtilmiştir. Üç kat geceyle kaplı bir bronz duvarın içinde durmakta olan Tartaros, evrende oluşan ilk varlıklardandır. Yerleşiklerinden, Kyklopların gözcüsü olan ve buranın üstünde ikamet ve bekçilik eden intikamcı yarı yılan Kampe’nin Zeus tarafından yok edildiği rivayet edilse de, cesetlerin etini iliklerine kadar yiyip bitiren korkunç demon Eurinomus’un muhtemelen halen orada olduğuna inanılmaktadır.

Aslında Tartaros, cehennemin karşılığıdır. Katiller, günahkârlar, tanrılara karşı çıkmış olanlar ve tüm kötüler yeraltının en alt katmanı olan Tartaros’ta mahkûm edilirlerdi. Tartaros’a hükmeden kişi ise Hades’ti. Bu diyar ölülerin mekânı olmasına rağmen buraya yeryüzünden de girilebilirdi. Tartaros’u korkunç ve üç başlı bir köpek olan Kerberos korurdu. Ayrıca Tartaros’un Gaia ile birleşmesinden korkunç canavarlar olan Typhon ve Echidna doğmuştu.

Tartoros ile ilgili bir Orpheus hikâyesine göre; Orpheus, gelmiş geçmiş en büyük lir sanatkârıdır ve karısı Eurydike’yi her şeyden çok sever. Ancak gün gelir ve Eurydike ölür. Orpheus bu acıya daha fazla dayanamaz ve karısını Tartaros’tan kurtarmaya karar verir. Ancak bu iş onun için çok zor olacaktır, zira karşısında hem ölüler diyarının efendisi Hades hem onun eşi Persephone ve hem de Tartaros’un bekçisi olan Kerberos vardır. Ancak Orpheus, karısı Eurydike’yi çok sevdiğinden, onu kurtarmak için her şeyi göze almıştır. Sonunda yeraltı dünyasına girmenin bir yolunu bulur. Böylece Hades’in ve Persephone’nin karşısına çıkar. Konuşarak onları ikna edemeyeceğini bildiğinden onlara lir çalmaya başlar. Hades ve eşi bu melodiden o kadar etkilenirler ki, ona Tartaros’a girmesi için izin verirler. Hatta öyle bir melodidir ki bu, bekçi Kerberos’u bile sakinleştirmiştir.

Böylece Hades, Orpheus ile bir anlaşma yapar. Karısının gitmesine izin verecektir ancak bir şartla, Orpheus ölüler ülkesinden çıkmadan asla karısına bakmayacaktır aksi takdirde Eurydike'nin ruhu sonsuza kadar kaybolacaktır. Orpheus bu antlaşmayı kabul eder ve eşiyle birlikte yola çıkar. Ona bakmaması gerektiğinden Orpheus lir çalarak önden gider. Çıkışa çok yaklaştığında kimine göre yanındakinin karısı olup olmadığından emin olmak için, kimine göre karısının çığlığını duyduğu için, kimine göre de sadece bir ses duyduğu için dönüp geriye bakar ve o anda eşiyle göz göze gelir. Böylece Eurydike’nin ruhu sonsuzluğa karışırken eşini bir daha kaybeden Orpheus iyice kahrolur. Yaşayanların dünyasına döndüğünde de bu acıya daha fazla dayanamaz ve o da hayatını kaybeder. Ölüler diyarında eşi ile buluşup buluşmadığına gelince, bazıları onların kavuşup sonsuza dek mutlu olduklarını, bazıları da Orpheus’un lir çalarak eşini her yerde aramaya devam ettiğini rivayet etmişlerdir.[71]

2.6.    Eros

Eros aşk ve şehvet tanrısıdır. Bazen doğurganlık ve bereket tanrısı olarak da kabul edilen Eros, erotik ve benzeri kelimelerin de kökünü oluşturmuştur. En eski Yunan tanrılarından biri olmasına rağmen tanrılar panteonuna oldukça geç girmiştir. Hesiodos’un genel olarak kabul gören “Theogonia” adlı eserine göre Eros, Khaos’tan, Gaia’dan ve Tartaros’tan sonra evrene dördüncü olarak gelen tanrısal bir varlıktır. Eros, genelde Aphrodite ile beraber anılır ve Dionysos gibi bazen “eleutherios” yani kurtarıcı olarak kabul edilir.

Aphrodite kadınların erkeklere olan aşkını temsil ederken, Eros ise erkeklerin kadınlara olan aşkının temsilcisidir. Eros sadece aşkın tanrısı değil, aynı zamanda sonsuza dek sürecek olan yaratıcı üreme işleminin de bir sembolüdür. Eros aslında bir tanrıdan ziyade daha çok bir ilke niteliğindedir. Bazı yazarlar da Eros’u bir tanrı olarak değil de bir cin olarak tanımlamışlardır. Khaos’tan bir düzenin oluşması onun sayesinde olmuştur. O, evreni meydana getiren sevgidir ve türlerin devamlılığını sağlar ve o, insanların ve tanrıların akıllarını başlarından alan karşı konulmaz bir güçtür.[72] Okunu fırlattığı kimse aşk ateşi ile yanar. O, her yerde ve her şeyde vardır, çünkü sevgi her yerdedir ve asla sınır tanımaz.[73]

Bazı görüşlere göre Eros, gecenin ilk yumurtasından doğmuş (Aristophanes’e [M.Ö. 456-386] göre Nyks’ten ve Erebos’tan doğmuştur), bu yumurtanın iki yarısından da Gaia ve Uranos doğmuştur. Bazılarına göre de Eros, İris’in ve Zephyrus’un oğludur. Diğer bazı görüşlere göre ise Eros, yoksulluk ve çarenin oğludur. Bu yüzden de sürekli olarak bir arayış içindedir ve eninde sonunda mutlaka amacına ulaşır. Yine de bu sürekli doyumsuzluk ve kaygı halinden dolayı hiçbir zaman tam anlamıyla bir şeye sahip olamamıştır. En yaygın kanaate göre ise Eros, Artemis’in ve Hermes’in oğludur veya Aphrodite’nin ve Ares’in oğludur. Ayrıca Eros’u Aphrodite’nin çok yakın bir arkadaşı olarak kabul eden görüşler de vardır.[74]

Eros genellikle son derece güzel, kanatsız veya kanatlı, yüreklere endişe ve heyecan vermekten hoşlanan bir çocuk olarak tasvir edilir. Görünürdeki bu masum çocuğun arkasında keyfine göre davranıp, insanlarda aşk yaraları açan bir tanrı vardır. Aşkın gözü kör olduğu için Eros’un gözlerinin de kör olduğuna inanılmıştır. Eros’un iki çeşit oku vardır; altın oku isabet ettiği kişide aşk duygusunu yaratır, kuş tüyünden olan oku ise kayıtsızlık duygusunu yaratırdı.[75]

Bir rivayete göre, attığı oklarla insanları birbirine âşık eder ancak bu oklarının kendisine hiçbir yararı olmazdı. Ancak bu rivayetin tam tersi bir başka rivayete göre de, bir gün Eros kendi oklarının hedefi olur. Güzelliği Aphrodite ile neredeyse eş değerde tutulan ve adının anlamı “ruh” olan Psykhe adında çok güzel bir kıza âşık olur. Aphrodite bu kızın güzelliğini çok kıskanır ve Eros’un onu okuyla vurarak, bir ejderhaya âşık etmesini ister.

Ancak Eros, Psykhe’nin yanına gittiğinde kendisi ona âşık olur ve onun yanından bir daha ayrılamaz. Eros, kendisinin bir tanrı olduğunu anlamaması için Psykhe’ye geceleri asla ışık yakmamasını söyler. Fakat kız, bu sözü bir gece dinlemez çünkü kız kardeşleri ona Eros’un bir ejderha olabileceğini ve ona karşı dikkatli olması gerektiğini söylerler. Bu durum karşısında Pyskhe merakına yenik düşer ve Eros uyurken bir mum yakıp onu izlemeye başlar. Yüzüne düşen bir mum damlası Eros’u uyandırır ve kız yanan mum ışığında Eros’un bir tanrı olduğunu anlar. Eros ne yapacağını bilmez bir halde oradan uzaklaşıp kaçar, böylece Psykhe korkunç bir aşk acısı yaşamaya ve bu acıyla her yerde Eros’u aramaya başlar. Daha sonra birbirlerine kavuşan Eros ve Psykhe, Zeus tarafından evlendirilirler.

Eros’un yanından hiç ayrılmayan yardımcıları vardır. Bu yardımcılardan Anteros; aşk öcünü alır ve aşka karşı koyar, aynı zamanda onun Eros’un kardeşi olduğu da söylenir. Ayrıca Himeros ve Pethos; özlemi, Peitho; ikna etme kabiliyetini ve Hymenaios ise; düğün coşkusunu simgeler.[76]

2.7.    Pontos

Pontos, Gaia’nın tek başına meydana getirdiği oğludur ve bir deniz tanrısıdır. Bazı efsanelerde de Gaia’nın ve Aither’in oğlu olduğu belirtilir.[77] Ayrıca Pontos, Karadeniz’e adını veren tanrı olarak kabul edilir ve isminin anlamı “derin” ya da “deniz” demektir. Ayrıca “konuk seven deniz” sıfatına sahiptir.[78]

Pontos birçok dişi ve erkek akarsuların babasıdır. Gaia, Pontos ile birleşmiş ve bu birleşmeden bir deniz tanrısı olan Nereus ayrıca Thaumas, Porkis, Keto, Pemphredo, Enyo, Graialar ve Gorgolar doğmuştur. Başka rivayetlere göre de doğdukları günden beri yaşlı ve çirkin kadınlar olan Graialar ve baktıkları her şeyi taşa çevirebilen, kendilerinden, insanların ve hatta tanrıların bile çekindiği korkunç Gorgolar; Phorkys ve onun kardeşi olan Keto’nun evliliğinden olmuşlardır.[79]

Gorgolar; Sthenno, Euryale ve Medusa olmak üzere üç kız kardeştirler. Medusa’nın kelime anlamı “kraliçe” demektir. Bu kardeşlerin içlerinde bir tek Medusa ölümlüdür ve Perseus tarafından başı kesilerek öldürülmüştür. Medusa’nın kanından da Khrysaor ve Pegasos doğmuştur. Pegasos, Zeus’un şimşeklerini ve yıldırımlarını taşıyan kanatlı bir attır. Ayrıca bu at, şiirsel ilham ile özdeşleştirilir. Zeus daha sonra Pegasos’u bir yıldıza dönüştürmüştür.

Khrysaor’dan ve Okeanos kızı Kallirhoe’den de üç başlı bir dev olan Geryoneus ve vücudunun yarısı kadın yarısı yılan olan Ekhidna doğmuştur. Ekhidna’dan ve Typhon’dan da kendileri gibi birçok korkunç canavarlar ve köpekler türemiştir. Hades’in cehennem bekçisi olan, üç başlı korkunç köpek Kerberos da bu canavarlardan birisidir. Typhon da Gaia’nın ve Tartoros’un çocuğudur.[80]

2.8.    Nereus

Nereus denizin ve toprağın ilk çocuğudur. Daima dürüst, yumuşak huylu ve iyi bir tanrı olmuştur. Su tanrılarının en büyüğü olarak kabul edilir. Diğer su tanrıları gibi görünüm değiştirme ve gelecekten haber verme yeteneklerine sahiptir. Nereus ismi, “akıcı” anlamına gelir ve kendisine “deniz ihtiyarı” da denir.

Nereus denizin derinliklerinde gümüş bir sarayda yaşardı. Okeanos kızı Doris ile evlenmiş ve bu evlilikten elli adet Nereus kızı (Nereidler) doğmuştu. Bu kızlar denizin çeşitli renklerini ve dalgalarını simgelerlerdi.[81]

2.9.    Thaumas

Thaumas, Nereus’un oğludur ancak bazı rivayetlere göre de Gaia’nın ve Pontos’un oğlu olarak kabul edilir. Yağmur damlalarının tanrısı olarak bilinir. Okeanos kızı Elektra ile evlenmiş ve bu evlilikten İris ve Harpyalar doğmuştur.

İris, tanrılarla insanlar arasında aracılık yapmak ve tanrıların mesajlarını insanlara iletmekle görevlidir. Daima Zeus’un ve Hera’nın hizmetindedir. Gökkuşağını simgeler ve gökkuşağı nasıl yer ile gök arasında bir köprü gibiyse İris de tanrılar ve insanlar arasında adeta bir köprüdür. Hem denizde hem havada bütün hızıyla yol alabilir. Ayrıca İris, ışığı simgeleyen tanrıçalardan biridir. Altın kanatlı, rüzgâr gibi hızlı, genç ve güzel bir kız olarak tasvir edilir.[82] Bazı kaynaklarda Eros’un annesi olarak kabul edilmiştir.[83]

Harpyalar ise, Elektra’nın ve Thaumas’ın kızları olup, borayı ve kasırgayı temsil ederler. İsimleri, Aello (Kasırga) ve Okypete (Bora) şeklindedir. Ölülerin ruhlarını Hades’e götürmekle görevlidirler. Bunlar kadın başlı, yırtıcı kuşlardır. Çocukları ve ruhları kapıp kaçtıkları için onlara, “kapıp kaçanlar” anlamına gelen “Harpya” ismi verilmiştir. Önceleri güzel ve hızlı uçan kuşlar olarak tasvir edilirlerken daha geç dönemlerdeki tasvirlerinde korkunç görünümlere bürünmüşlerdir.[84]

2.10.    Aither

Aither (Esir), Yunan mitolojisindeki ilk tanrılardandır. Hakkında çok fazla bilgi olmamakla birlikte genellikle gökyüzünün, uzayın ve cennetin tanrısı olarak kabul edilmiştir. Hesiodos’a göre Aither, Erebos’un ve Nyks’in çocuğudur. Bazı rivayetlerde ise Khaos’un çocuğu olarak kabul edilmiştir.[85]

2.11.    Ourea

Yunan mitolojisindeki ilk tanrılardan olan Ourea, dağları simgelerdi ve dağlardan sorumluydu. Gaia’nın çocuğu olarak bilinen Ourea’nın mitolojide çok fazla ismi geçmez ancak yine de Hesiodos ondan az da olsa bahsetmiştir.[86]

OLYMPOSLU TANRILARIN ve TANRIÇALARIN SIFATLARI

Tez çalışmasının bu bölümünde baş Tanrı Zeus’tan başlayarak on iki Olymposlu tanrı ve tanrıça, kronolojik sıraya bağlı kalınarak incelenecektir. Tanrılarla ilgili başlıca eserler, Homeros’un îlyada ve Odysseia destanları ve o dönemde yazılmış Hesiodos’un İşler ve Günler adlı eseri ile Tanrıların Doğuşu (Theogonia) adlı şiirleridir. îşler ve Günler’in orijinal ismi, “Erga Kai HemeraT ve Latincesi, “Opera et Dies”tir. Hesiodos bu eserini kardeşine öğüt vermek amacıyla yazmış ve eserde daha ziyade günlük yaşamdan ve çiftçilik hayatından bahsetmiştir. Bu eser iki bölümden oluşur. Birinci bölümde, tanrılar arasındaki savaşlardan ve bazı önemli olaylardan bahsedilir. İkinci bölümde ise bir köylünün nasıl yaşaması gerektiği anlatılır. Hesiodos, “Tanrıların Doğuşu” adlı eserinde ise evrenin yaratılışı, tanrıların kökeni ve tanrılar arasındaki yetki paylaşımından bahsetmiştir. Bu edebiyat eserleri Eski Yunan Dini hakkında bilgi verirler ve aynı zamanda onun karmaşıklığını da gösterirler.[87]

Asıl Yunan tanrıları İsa’dan iki bin yıl kadar önce Akalar ve Dorlar tarafından kuzeyden getirilmişlerdi. Bu tanrıların başında ışıklı gökyüzünün tanrısı vardı ve bu Tanrı klasik Yunan panteonunda tanrıların başı Zeus’a dönüşecekti. Daha sonra yüzyıllar boyunca bu tanrılar ve tanrıçalar doğudan gelen tanrılarla ve tanrıçalarla karıştı ve onların tanrısal özellikleri daha önceki tanrılara da verildi. Mesela, Aphrodite özelliklerinin çoğunu İştar veya Astarte adlı Doğu Tanrıçaları’ndan almıştır. Hera ise Akhaların eski bir tanrıçasının özelliklerini ve Giritlilerin ana tanrıçası ile Küçük Asya Kavimleri’nin ana tanrıçasının izlerini taşırdı.

On iki Olymposlular ya da sadece Olymposlular (Olympiyan), Yunan mitolojisinde dünyanın yöneticileri olan tanrılar grubudur. Onlar; kendilerinden önceki tanrı kuşağı olan titanları, Titanlar Savaşı’nda yenerek yönetimi ele geçirmişlerdir. Titanlar Savaşı; titanlar ve tanrılar arasında on bir yıl boyunca devam etmiş olan bir savaştır. Titanların merkezi Othyrs Dağı, tanrıların merkezi ise Olympos Dağı’dır. "Tanrıların Kralı" sıfatıyla Zeus, Olymposlu tanrıların lideridir. Kraliçe sıfatı ise Zeus’un eşi Hera’ya aittir. Tanrıların Olymposlu sıfatı Yunanistan'ın en yüksek dağı olan Olympos Dağı’ndan gelir. Tanrıların bu dağın zirvesinde ve bulutların arasında sarayları olduğuna inanılır. On iki sayısı ise birçok mite konu olmuş bir rakamdır. Bu duruma örnek olarak, Yahudilikteki on iki İsrail kabilesi, Hıristiyanlıktaki Hz. İsa’nın on iki havarisi ve Alevilikteki on iki imam gösterilebilir. Sayıya yüklenen bu bakış açısından olsa gerek Yunan tanrılarının sayısı da on iki tanedir ve on üç sayısının uğursuzluğuna inanılır. Örneğin İskandinav mitolojisinde tanrıların yemek masasına oturan on üçüncü Tanrı Loki bu sayının uğursuzluğundan dolayı iyilik tanrısı Balder’in ölümüne neden olmuştu.

Yunan mitolojisinde önceden on iki Olymposlu arasında gösterilen Hestia ve Dionysos Olympos’a geldiklerinde tanrıların sayısı on üç olmasın diye Olympos’taki tahtlarını bırakıp insanların arasına karışmışlardı. Başka bir görüşe göre de Hestia Olympos’taki yerini Dionysos’a bırakarak insanlar arasında yaşamaya başlamıştı. Yeraltı ve ahiretin tanrısı olan Hades ise çoğu zaman Olymposlu sayılmasına karşın genelde yeraltında yaşadığı için sürekli olarak Olympos’ta bulunmazdı. Demeter’in kızı olan Persephone de altı ay yeraltı dünyasında kocası Hades ile yaşardı, altı ay ise Olympos’ta diğer tanrılar ve annesi Demeter ile birlikte yaşardı. Dolayısıyla Hades’in yeraltında, Poseidon’un da denizin altında olmak üzere Olympos dışında da sarayları vardı. Ayrıca Demeter ve Hestia örneklerinde olduğu gibi tanrılar isterlerse Olympos’tan tamamıyla ayrılabilirlerdi ya da Herkül gibi yeni tanrılar veya Ganymedes gibi ölümlüler de Olympos’a kabul edilebilirlerdi.

Olympos tanrıları başlıca iki gruba ayrılırlardı. Birinci kuşak denilen ilk doğan tanrılar, titanlar soyundan gelirlerdi. İkinci kuşak olarak tabir edilen sonradan doğan tanrılar ise tamamıyla baş Tanrı Zeus’un çocuklarıydılar. Bu durumun yalnız iki istisnası vardı. İlki, kimi kaynaklara göre Aphrodite’nin, Titan Kronos’un babası olan Uranos’un denize düşen cinsel organından doğduğu, dolayısıyla titanlar soyundan geldiği kabul edilir. İkinci istisna ise Hephaistos’tur ve bazılarına göre Tanrıça Hera, Hephaistos’u eşsiz olarak, tek başına doğurmuştur.132

2.12.Zeus

Eski Yunancada “u” harfi olmadığı için asıl adı Zevs’tir. Zeus, insanların ve diğer tanrıların tanrısıdır. Aynı zamanda güneş, gökyüzü ve verimlilik tanrısıdır. Zeus, evrenin mutlak önderidir. Yeryüzündeki ahengi ve düzeni sağlar. Dilediğine şan şöhret ve güç verir. Dürüst insanları tüm kötülüklerden korur ve kötüleri de cezalandırır. Zeus, her şeyi görür ve bilir. Çapkın bir tanrı olmasıyla da meşhurdur. Ölümlülerle ve ölümsüzlerle birçok evlilikleri olmuştur ve bu evliliklerden de birçok çocuk meydana gelmiştir.

Zeus’un eşlerine ve çocuklarına kısaca değinmek gerekirse, ilk eşi Okeanos kızı Metis’tir ve bilgeliği simgeler. Ayrıca Metis, Athena’nın annesidir. İkinci eşi adaleti simgeleyen Themis’tir ve Themis’ten Horalar ve Moiralar doğmuştur. Üçüncü eşi Okeanos kızı Eurynome’dir ve Kharitler’in annesidir. Dördüncü eşi Gaia’nın ve Uranos’un kızı olan ayrıca adı “hafıza” anlamına gelen Mnemosyne’dir ve dokuz esin perisi olan Musaları doğurmuştur. Beşinci olarak kardeşi Demeter’den, daha sonra Hades’in karısı olacak olan Persephone doğmuştur. Altıncı olarak Leto’dan Apollon ve Artemis, yedinci olarak yine kardeşi Hera’dan Ares, Hephaistos, Hebe ve Eileithyia doğmuştur. Sekizinci olarak Atlas’ın kızı Maia’dan Hermes ve son olarak da bir ölümlü olan Semele’den Dionysos doğmuştur.

Zeus, birçok ölümlüyle aşk yaşamıştı ve sonunda bu ölümlü kadınlar daima hüsrana uğramışlardı. Bu durumda Zeus, ölümlü kadınları kendi çıkarları doğrultusunda kullanan, bencil bir karaktere de sahip olmuştu. Zeus, güzel olan her şeye gönlünü kaptırırdı ancak bu çapkınlığı hiçbir zaman onun yüceliğine gölge düşürmezdi. Hatta İstanbul Boğazı’nın yabancı dillerdeki karşılığı olan "Bosphorus" yani "înek Geçidi" isminin de yine Zeus’un bir çapkınlığından dolayı eşi Hera’dan gizleyebilmek için bir ineğe dönüştürdüğü sevgilisi İo’dan kaynaklandığı söylenir.

Kronos, tahtını elinden almaları korkusundan dolayı doğan bütün çocuklarını yutardı. Rhea Zeus’u doğurunca Gaia, Rhea’ya bir taşı kundaklayıp Kronos’a vermesini söyledi ve Kronos bu kundaklanmış taşı oğlu Zeus zannederek yuttu. Böylece Gaia, İda Dağı’nın eteklerinde torunu Zeus’u saklamayı başardı. Bu dağda kutsal bir keçi olan Ameltheia Zeus’u sütüyle büyüttü ve Kentaurlar onun ağlama sesini, babası Kronos duymasın diye kalkanları ile gürültüler çıkararak gizlediler.

Daha sonra Zeus, Kronos’un karşısına bir rakip olarak çıktı ve ona yuttuğu tüm çocuklarını kusturttu. Kronos’u da yerin karanlıklarına gönderdi. Böylece Zeus, kardeşlerini ve hatta yeraltına Kronos tarafından hapsedilmiş, amcaları olan titanları özgürlüklerine kavuşturdu. Amcaları da ona bu iyiliğinin karşılığı olarak gök gürültüsünü, yıldırımı ve şimşeği verdiler. Fakat Zeus bu iyiliğine rağmen daha sonra onun hükümdarlığını kabul etmeyen titanlarla savaşmak zorunda kaldı. Bu mücadeleyi de kazandı ve titanları tekrar yerin altına hapsetti. Böylece Zeus bütün ölümlüleri ve ölümsüzleri buyruğuna alıp saltanatını ilan etti. Kardeşleriyle beraber dünyayı bir düzen içinde idare etmek için Olympos’a yerleşti ve kardeşlerinin her birine çeşitli görevler verdi.

Zeus’un birçok sıfatları vardır, o bulutları devşiren, göklerde gürleyen, şimşek savuran, uzaktan duyulan gök gürültüsü, keçi derisinden kalkan taşıyan, yağmuru yağdıran, rüzgârları estiren ve göğe gökkuşağını asandır. Bu sıfatları Yunanca isimleriyle belirtecek olursak Zeus, Nephelegereta (bulutları devşiren), Hypsibremetes (göklerde gürleyen), Asteropetes (şimşekleri savuran), Terpikeraunos (yıldırımları savuran), Erigdoupos (uzaklardan duyulan yankılı gök gürültüsü) ve Aigiokhos (kalkan taşıyan) sıfatlarının sahibidir. Zeus’un başka sıfatları da vardır, baba (Pater), kurtarıcı (Soter), aile ocağının ve varlıkların koruyucusu (Ktesios), konukları gözeten (Ksenios), ulusal bağımsızlığın koruyucusu (Eleutherios) ve yeminin kutsallığını koruyandır (Horkios). Ayrıca Zeus, Kronos oğlu ve Olymposlu sıfatlarına da sahiptir. Zeus kelimesi ise tanrısal, baba ve gök baba anlamlarına gelmektedir.[88]

Zeus’tan üstün olan sadece "kader" vardı. Dolayısıyla kimse onu yönlendiremezdi. O bütün tanrıların güçlerinin toplamından daha güçlüydü ancak buna rağmen yine de her şeyi bilemez ve aynı anda birçok yerde bulunamazdı. Dolayısıyla Zeus’un zaman zaman aciz kaldığı anlar olurdu.[89]

Zeus, hiddetli ve cezalandırıcı olduğu kadar adaletli ve daima doğruluktan yana olan bir tanrıydı. Güçlerini yerinde ve zamanında kullanırdı. Haksız yere hiçbir şeyi ve hiç kimseyi incitmek istemezdi.[90] Ayrıca Zeus kaprissiz, yardımsever ve sorumluluklarını bilen bir tanrıydı. İyiliği dağıttığı gibi kötülüğü de dağıtırdı.[91]

Zeus’un insanlara haberlerini kartallarla gönderdiğine inanılırdı. İnsanlar, kartalların uçuş biçimine göre Zeus’un öfkeli ya da sakin olduğunu anlarlardı. Zeus, gökyüzünün parlaklığını ve ışıltılı aydınlığını simgelerdi. Kendisini, ayrıca diğer tanrıları ve insanları istediği kılığa sokabilirdi.[92] Zeus, oğlu Hephaistos’un yaptığı krallık asasını taşırdı. Güçlü ve olgun bir adam olarak tasvir edilirdi.[93]

Zeus kültü ilk olarak Girit Adası’nda ortaya çıktıysa da en önemli kült merkezi Olympia’dadır. Olympia’daki Zeus Tapınağı’nda bulunan Zeus heykeli dünyanın yedi harikasından biridir. Ayrıca ilk olimpiyatlar yine bu şehirde ve bu tanrı adına düzenlenmiştir. Çiftçilik ile geçimlerini sağlayabilmeleri için yağmura muhtaç olan Anadolu coğrafyasında gökyüzü ve yağmur tanrısı olarak kabul gören Zeus, bu bölgede yaşayan insanlar için de daima önemli bir tanrı olmuştur. Hititlerin baş tanrısı olan Teşup, tıpkı elinde şimşekle betimlenen ve boğa ile simgelenen Zeus gibi bir gök tanrısıdır. İkisi de aynı şekilde evin ve yuvanın kutsallığını temsil eden tanrıçalarla evlidirler. Bu açıdan Zeus’un kökeni sadece Yunan Uygarlığı’nda aranmamalıdır. Zaten yerel inanışlarda var olduğu için Anadolu’da da saygı görmüş ve adına birçok tapınaklar


yapılmıştır. Ayrıca Zeus, İskandinav mitolojisindeki fırtına tanrısı Odin’in oğlu Thor ile de özdeşleştirilmiştir.139

2.12.1.Zeus ve Truva Savaşı

Bu noktada Yunan mitolojisinde oldukça önemli bir yeri olan Truva Savaşı’na ve bu savaşta Zeus’un konumuna ve önemine değinmekte fayda görülmektedir. Truva’nın yalnızca mitolojik bir kent olduğu düşünülürken, 1870 yılında Alman arkeolog Heinrich Schliemann (1822-1890) tarafından başlatılan ve İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Amerikan arkeolog Carl Blegen (1887-1971) tarafından devam ettirilen kazıların sonucunda önemli veriler elde edildi.

Çanakkale Boğazı’nın güney sahillerinde, Küçük Asya'nın kuzey batısındaki Troas Bölgesi’nde bir sırtın üstünde, bugünkü Çanakkale’nin birkaç kilometre güney batısında bulunan Hisarlık Tepesi’nde dokuz kere yıkılıp yeniden kurulmuş çok eski bir şehir bulundu. Truva, denizin olumsuz etkilerinden korunacak kadar içeride olmasına karşın, Helespontos (Çanakkale) ile Karadeniz’i bağlayan ticaret yoluna hâkim olacak kadar da denize yakın bulunuyordu. Her yıkılışında yeniden yapılmış bu önemli ticaret şehrinde dokuz tabaka vardı. Bunlardan M.Ö. 15-12. yüzyıla ait olan altıncı tabaka, Homeros’un bahsettiği Truva’dır. Homeros’un Truva Savaşı’nda bahsettiği kentin Yunanlar tarafından tahrip ediliş tarihi olarak M.Ö. 1184 yılı kabul edilir.

M.Ö. 2000 yılının ortalarında Hisarlık Tepesi’nin doğusunda kalan topraklar Büyük Hitit İmparatorluğu’na aitti. M.Ö. 1250-1220 yılları arasında krallığını sürdürmüş olan Hitit Kralı IV. Tuthaliya’ya ait bir kaya anıtında "Wilusa" ve “Troas” adında iki yerden bahsediliyordu. Hititoloji bulgularına göre Truva (İlion), Hititlerin sözünü ettiği Wilusa Kenti’dir. Böylece günümüzden 5000 yıl önce Truva’da Hititlerin yaşamış olduğu ortaya çıkmıştır. Zaten şehrin çağımızda bulunan bronz mührü Eski Yunanca Dili’nde değildi. Bu mühür, Anadolu’da binlerce sene önce konuşulan Luvi Dili’nde yapılmıştı. Ayrıca toprağın metrelerce altından çıkarılan evler de eski Yunan mimarisinin özelliklerini taşımıyorlardı ve Anadolu’ya has bir mimari yapıya sahiptiler.

Yunan edebiyatında çok önemli bir yere sahip olan destanlar yüzyıllarca ağızdan ağza dolaşmış ve M.Ö. 700 yıllarında yazıya aktarılmıştır. Homeros "1 harta" adlı eserini de


bu dönemde yazmıştır. Destanların yazıya aktarılmadan önce saraylarda aidoslar (şarkıcılar) tarafından dönemin çalgı aletleri olan forminks ve kitara eşliğinde şiirsel bir dil ile anlatıldığı bilinmektedir. Homeros halk efsanelerini ve öykülerini anlattığı eserleri ile sadece Yunan edebiyatında değil, batı dünyasında da ilk ve en büyük anıtsal eser yazarı olarak yerini almıştır.

Akalar, Antik Yunanistan’da bir ırktır. M.Ö. 2000 yılı başlarında kuzeyden ve doğudan göçen kavimlerin Yunanistan’daki Kar’lar ile birleşip kaynaşmasından doğmuş yeni bir ırk olduğu ve yarımadaya hem kuzeyden hem de güneyden geldikleri tahmin edilmektedir. Avrupa’dan gelen İndrogermenler ile adalar yoluyla Yunanistan’a geçen Anadolu insanının kültür ve dil özelliklerini taşırlardı. M.Ö. 1600 yılından sonra yüksek ve özgün bir kültür yaratmışlardı. Bu kavim, Grekçe öğeleri az olan arkaik bir Yunanca konuşurlardı. Ayrıca Akalar, yazıyı bilirlerdi ve dinsel yaşamlarında tanrı kültlerinden ziyade ölüler ile ilgili kültler daha çok yer tutardı. Ölülerin başka bir dünya da yaşadıklarına inanırlardı. Dolayısıyla bu anlamda bir ahiret inancına sahiptiler.

Akalar, Yunanistan’da birçok krallıklar kurmuşlardı. Bu krallıklar arasında çok yakın ilişkiler vardı. Elbette zaman zaman türlü nedenlerle krallıklar arasında savaşlar çıkmıştı, güçlü krallar krallıklara egemen olmuştu ve bazen deniz aşırı savaşlara da katılmışlardı. Fakat hiçbir zaman kent devletleri merkezi bir devlet çatısında birleştirilememişti. En büyük krallıklar bile feodal nitelikten kurtulamamışlardı.

Akaların siyasal bakımdan en güçlü oldukları dönem M.Ö. 1400-1200 yılları arasıydı. Bu dönemde bütün Peloponnes’i içine alan büyük krallıklar kurmuşlardı ve bu krallıklar arasında güçlü kültürel ve ticari ilişkiler geliştirmişlerdi. İşte Truva Savaşı, Akaların komşu ülkelere yayılmasının bir sonucu olmuştur.

Truva Savaşı, Yunan mitolojisinde Truvalı Paris’in Sparta Kralı Menelaus’un (Menelaos) karısı Helen’i kaçırması sonucunda Yunanlar’ın (Akaların) Anadolu’daki Truva Kenti’ne saldırmasını içeren bir savaştır. Bu savaş, Yunan mitolojisi ve edebiyatında çok önemli bir yere sahiptir ve savaşın detayları Anadolulu ozan Homeros’un İlyada ve Odysseia adlı destanlarında anlatılmaktadır. İlyada’da on yıl süren savaşın son bir aylık dönemi en ince ayrıntılarına kadar anlatılırken, Odysseia’da ise Yunanlı komutanlardan Odysseus’un Truva'nın düşüşünden sonra vatanı olan İthaka’ya yaptığı yolculuktan bahsedilir.

Bu savaşta önemli bir isim olan Odysseus, Penelope ile evlidir ve ondan Telemachus adlı bir oğlan çocuğu olmuştur. Odysseus, ailesinden ayrılmamak ve savaşa katılmamak için deli taklidi yaparak tarlasına tuz eker. Ancak Palamades ondan daha kurnaz çıkarak küçük oğlanı sabana koşar. Odysseus, oğlunu bu durumdan kurtarabilmek için aslında deli olmadığını itiraf etmek zorunda kalır ve böylece savaşa katılır.

Bu savaştaki diğer bir önemli isim de Akhilleus’tur (Aşil) ve Yunan mitolojisinde sıklıkla bahsedilmiş kişilerden biridir. Homeros’un İlyada Destanı aslında Truva Savaşı ile birlikte, Akhilleus’un da destanıdır. Akhilleus, Peleus’un ve Thetis’in oğludur. Thetis, Nerus’un kızıdır yani bir deniz tanrıçasıdır. Akhilleus, bir at adamın yanında (Kherion) büyütülür ve bu at adam tarafından eğitilir. Akhilleus ölümüne sebep olsa bile bir kahraman olarak yaşamayı seçmiş ve bunun için Truva Savaşı’na katılmaya karar vermiştir. Akhilleus’un annesi bir tanrıça olduğu için, doğumunda kutsal sularla kutsayarak, oğluna ölümsüzlük bahşetmiş ancak onu suya batırırken topuğundan tuttuğu için Akhilleus’un topuğu suyun dışında kalmış ve yalnızca buradan yaralanırsa öldürülebilmesi mümkün olmuştur. Akhilleus, zırh ve miğfer ile korunurken, açıkta kalmış olan topuğundan bir okla vurulana kadar ölümsüzlük ya da silah işlemezlik özelliğine sahip olmuştur. Günümüzde de bu efsaneden dolayı tıpta, ayak bileğinin arkasındaki tendona “aşil tendonu” adı verilmektedir.

Zeus, düzenlediği bir toplantıya tanrıçalardan Eris’i davet etmez. Bunun üzerine Eris, toplantıya altın bir elma gönderir ve bu elmanın "en güzel tanrıçaya" verilmesini ister. Athena, Hera ve Aphrodite altın elmanın kime verilmesi gerektiği konusunda anlaşmazlığa düşünce Zeus, bu tanrıçaları Truva Prensi Paris’e gönderir ve en güzel tanrıçayı Paris’in seçmesini ister. Sonuçta Paris altın elmayı Aphrodite’ye verir. Karşılığında Aphrodite, "tüm kadınların en güzeli" olan Helen'i[95] Paris’e âşık eder. Paris de Sparta’yı ziyaretinde orada yaşayan Helen’e âşık olur ve böylece iki âşık birlikte Truva’ya dönerler. Bu durumdan dolayı kendilerine hakaret edildiğine inanan Yunanlar, Menelaus ve kardeşi Miken Kralı Agamemnon önderliğinde Aka ordusunu toplarlar ve Truva’ya bir sefer düzenlerler. Sonuçta Akalar, Helen’in iade edilmesi ve


ayrıca kendilerine tazminat ödenmesi tekliflerine olumlu yanıt vermeyen Truvalılar ile uzun ve zorlu bir savaşa girerler.141

Homeros ise bu savaşın, toprağı bereketli Truva’da geçtiğini anlatır. Truva Savaşı’nın hikâyesi ise kısaca şöyle ortaya çıkmıştır. Homeros’un İlyada adlı destanı Truva Destanı adını taşısa da, orada Truva Savaşı efsanesinin ancak bir kısmı anlatılmıştır. Efsaneye göre Truva şehri krallar soyunun atalarından biri olan Tros tarafından kurulmuştur. Tros, Zeus’un oğlu Dardonos’un torunudur. Tros’un torunu Laomedon, Truva surlarını Tanrı Apollon ile Tanrı Poseidon’a yaptırmştır. Asıl Truva Savaşı efsanesinde Tros’un kendisi hiçbir rol oynamaz ve efsanedeki kahramanların babası, Tros’un torunu ve Laomedon’un oğlu olan Priamos’tur. Truva efsanesinin başkahramanı ise elbette Prens Paris’tir. Paris, Priamos’un karısı Hekabe’den doğan en küçük oğludur. Kraliçe Hekabe, onu doğurmadan bir gün önce bir rüya görür. Rüyasında karnından çıkan bir alev Truva surlarını sarıp bütün şehri kaplar. Falcılar bu rüyayı kötüye yorarak doğacak çocuğun bütün şehrin yıkımına sebep olacağını söylerler. Bebek doğunca Priamos kurtlar kuşlar yesin diye onu bir uşağı ile İda Dağı’na bıraktırır. Fakat bir dişi ayı Paris’i emzirir, sonra bir çoban onu bulur ve kendi çocukları ile birlikte onu da büyütür. Paris, İda Dağı’nda güzelliği ve çalışkanlığı ile ünlü bir çoban olur ve sürülere çok iyi baktığı için ona “koruyucu” anlamına gelen Alexsandros ismi verilir.

O sıralarda Peleus’un ve Thetis’in Oliympos’ta yapılan düğün töreninde kötü bir olay çıkmasın diye kavga tanrıçası olan Eris, bu düğüne davet edilmez. Bunu duyan ve çok öfkelenen Eris bir altın elmanın üzerine “en güzeline” diye yazarak bu elmayı düğün meydanına atar. Bu durum karşısında Hera, Athena ve Aphrodite’den her biri en güzel tanrıçanın kendisi olduğunu iddia eder. Sonuçta Zeus, bu tanrıçaların en güzelini seçmek için her nedense Paris’i hakem olarak tayin eder ve tanrıçaları, rehber tanrı Hermes ile ida Dağı’na Paris’in yanına gönderir. Tanrıçaların her biri Paris’e altın elma karşılığında bir bağışta bulunmak için söz verirler. Paris’e Hera; Asya Krallığı’nı, Athena; sonsuz bir zekâ ve başarıyı, Aphrodite ise, Spartalı Helen’in aşkını vaad eder. Sonuçta Paris, elmayı Aphrodite’ye verir ve o günden sonra da Helen’in aşkı ile yanıp tutuşmaya başlar.


Bu sıralarda Truva’da bazı yarışlar düzenlenmektedir. Bu yarışların ödülü ise çok iyi yetiştirilmiş bir boğadır. Paris de şehre gider, bu yarışlara katılır ve birinciliği alır. Bunun üzerine kardeşleri onu kıskanırlar ve Paris’i öldürmeye karar verirler. Paris’in kız kardeşi, bir kâhin olan Kassandra da Truva’nın felaketine sebep olacağını önceden bildiği için onu hemen öldürmek istemiştir. Paris çaresizlik içinde Zeus tapınağına sığınır. O esnada orada bulunan babası Priamos ile annesi Hekabe bu delikanlının, öldüğünü zannettikleri oğulları Paris olduğunu anlayınca çok sevinirler. Paris, Truva sarayında bir süre ailesiyle birlikte yaşadıktan sonra Sparta’ya gitmek üzere gemiler hazırlatır ve yola çıkar. Orada Sparta Kralı Menelaos ile karısı Helen’in konuğu olur.

Bu bağlamda Helen’den kısaca bahsetmek gerekirse Helen, Sparta Kralı Tyndros’un karısı ayrıca Leda’nın, Tanrı Zeus ile birlikteliğinden olan kızıdır. Helen büyür ve güzeller güzeli bir genç kız olur. Evlilik çağına geldiğinde, kocası olması için Menelaos’u seçer. Evlilik gerçekleştikten bir süre sonra Menelaos, büyük babasının ölümü üzerine Girit’e gittiğinde, Paris onun hazinelerini de alarak, karısı Helen’i kaçırır. Menelaos karısının kaçırıldığını öğrenince, kardeşi Miken Kralı Agememnon’u yardıma çağırır. Agememnon savaştan yana olmadığı için, öncelikle Menelaus ile birlikte Truva’ya elçi olarak gider. Fakat bu elçilik görevi başarısızlıkla sonuçlanır. Bunun üzerine Odysseus, Truva Savaşı’nda Akaların en büyük kahramanı Akhilleus’u savaşa katılması için ikna eder. Çünkü Akaların kâhini Kalkhas, eğer Akhilleus savaşa katılmazsa Truva’nın alınamayacağını bildirmiştir. Ancak bu kahraman, birçok Aka savaşları gibi, çok zor ve uzun süreceği anlaşılan Truva Savaşı’na katılmak istememiştir. Bu yüzden saklanmış fakat Odysseus onu saklandığı yerde bulmuş ve Aka ordularının toplandığı Aulis’e getirmiştir. Aka donanması buradan hareketle ilk seferde yanlışlıkla Mysia Bölgesi’ne çıkarma yapmıştı. Akalar Tros’a (Truva) vardıklarını sanarak buralarda yağmalar yapmaya başlamışlardı ancak daha sonra yanlış yerde olduklarını anlamışlar ve gemilerine binerek denize açılmışlardı. Ordu daha sonra yine Aulis'te toplanmış ve sonunda Truva’ya ulaşmıştı.

Böylece tarihte batı dünyası ile Asya arasındaki bilinen ilk büyük çarpışma başlamış oldu. Fakat Akalar hemen Truvalılar ile savaşa girmediler, ilk önce şehri kuşattılar. Akalar dokuz yıl süren kuşatma sırasında Truva çevresindeki zengin bölgelerin ve şehirlerin değerli silahlarını yağmalamak ile kalmadılar, ayrıca genç kızları ve kadınları kaçırarak aralarında paylaştılar. Bu uzun süreçten sonra iki ordu karşı karşıya geldi.

Paris, Menelaos ile teke tek savaşmayı ve bu düelloyu kazananın Helen’i almasını teklif etti ve bu teklif kabul edildi. Düello sırasında Menelaos, Paris’i yenmek üzereyken Tanrıça Aphrodite araya girdi ve Paris’i koruyarak, onun kazanmasını sağladı. Bu sırada başka bir savaşcı olan Pandoros’un Menelaos’a bir ok atmasıyla iki ordu birbirine girdi. Akalı savaşçılar birçok Truvalıyı öldürdüler. Ayrıca bu korkunç savaşa tanrılardan Athena, Aphrodite ve Ares de katıldı.

Bu kanlı savaşın ünlü kahramanlarından biri olan Hektor, savaşamayacak kadar yaşlı olan Truva Kralı Priamos’un büyük oğludur. Hektor hem savaşmakla ve hem de askerleri muhafaza etmekle görevliydi. Hektor, Akaların Akhilleus’tan sonra en büyük kahramanı olan Aias ile savaştı. Bu arada Akalar ordugâhın çevresini bir sur ve hendek ile çevirdiler. Bu durum savaşın Truvalılar lehine sonuçlanmasını sağladı. Akalı Patroklos ile Hektor’un mücadelesi sonucunda Hektor şehrin batı kapılarına doğru sürüldü. Bu sırada Patroklos’un Truvalılar tarafından öldürülmesi Akhilleus’u çıldırttı ve böylece Hektor’un üzerine yürüdü. Sonuçta Akhilleus Hektor’u öldürdü. Akhilleus Hektor’un ölüsünü toz toprak içerisinde sürükleyerek Truva surlarının çevresinde yedi kere dolaştırdı. Ona karşı öfkesi ve nefreti o kadar büyüktü ki bunu dokuz gün boyunca tekrarladı. Hektor’un ölümünden sonra Amazon savaşçıları ve Etiyopya Kralı Memnun Truvalıların yardımına geldi.

Aslında Hektor’un Patroklos ile olan mücadelesinde birçok kaynakta yukarıdakinden daha farklı bir durum anlatılır. Esas düello Akhilleus ile Hektor arasında olacaktır, ancak bu savaşta gerçekten savaşmaya değer bir sebep bulamayan ve esasında Truva Savaşı’na gönülsüz katıldığı ve savaş bir türlü nihayetlenmediği için keyifsiz olan Akhilleus bu düelloya girmek istemez. Akhilleus’un sadık bir arkadaşı olan Patroklos savaşması için ısrar eder ama Akhilleus'u bir türlü savaşmaya ikna edemez. Bunun üzerine Patroklos, askerlerin moralinin düşmemesi için Akhilleus’un zırhını gizlice giyip Akhilleus’un yerine geçer ve bu düelloya katılır. Ancak düello sırasında Hektor zırhın içindekinin Akhilleus olmadığını anlar, zira hem zırh Patroklos’a oturmamıştır çünkü yapı olarak Akhilleus’tan daha zayıftır ve hem de Patroklos, savaşta Akhilleus kadar yetenekli değildir.

Sonuçta düelloda Hektor, Patroklos’u öldürür. Menelaus ölenin Akhilleus olduğunu sanarak keder içinde cesedin başına gidince aslında ölenin Patroklos olduğunu anlar. Bu durumu Akhilleus’u çadırından çıkarmak için fırsat bilerek Patroklos’un cesedini Akhilleus’un çadırına götürür. Akhilleus en iyi dostu olan Patroklos’un öldürülmesi ile çılgına döner. Truva kapılarına dayanarak Hektor’dan tekrar bir düello talebinde bulunur. Hektor istemese de bu teklifi kabul etmek zorunda kalır. İkisi Truva kapılarının önünde düelloya başlarlar ve sonuçta Akhilleus, Hektor’u öldürür. Öfkesi bir türlü geçmeyen Akhilleus Hektor’un cesedini, Hektor’un Ajax (Aias)[105] ile olan düellosundan hediye aldığı kemerle (Ajax’ı sağ bırakmıştı) atlı arabasının arkasına bağlar ve güvenli bir mesafeden dokuz gün boyunca truva surları etrafında Hektor’un cesedini sürükleyerek onu paramparça eder.[106]

Bu dönüm noktası savaşın seyrini değiştirmeye başlar. Zira başkomutan olan Hektor’un düşüşü Truva cephesinde derin bir moral bozukluğuna sebep olur. Hektor’un teyzesi olan Penthesileia Kafkaslar’da bulunan Amazon Krallığı’nın kraliçesidir. Penthesileia Hektor’un düşüşünün ardından Truva’ya destek vermek için gelir ve böylece savaşa katılır. Ancak savaşta Akhilleus tarafından öldürülür. Ölümünün ardından kimi kaynaklara göre Akhilleus’un tecavüzüne uğrar, kimi kaynaklara göre ise Akhilleus onu öldürdükten sonra ona âşık olur. Truva Savaşı, ta ki Paris bir ok ile Akhilleus’un ölümüne sebep olana kadar genel olarak karşılıklı kayıplarla ve Truvalıların aleyhine sonuçlarla devam eder.

Savaş böylece on yılını doldurduğu halde hala uzayıp gitmektedir. Akhilleus’un oğlu Neoptolemos katılırsa savaşın sona ereceği şeklinde yayılan bir söylenti üzerine o da savaşa katılır fakat savaş yine de devam eder. Bunun üzerine kurnaz Odysseus Truva atı fikrini öne sürer. Bu tahta at bir kahraman olan Epeios tarafından yapılır ve Truva kapıları önüne bırakılır. En güçlü Aka kahramanlarından biri olan Neoptolemos askerleriyle birlikte bu tahta atın karnında saklanır. Akhilleus’un ölümünün ardından, beklenmedik bir anda Truva atının içinden çıkan askerlerle Truva kenti yerle bir edilir.

Truva Savaşı’nın sonucunda Aka ordusu, casus Sinon’un planı neticesinde Truva şehrine girer ve şehri ateşe verir. Akalar, Priamos’u ve sağ kalan öteki oğullarını öldürürler. Neoptolemos, Hektor’un oğlu Astyanaks’ı surlardan aşağıya atarak öldürür. Ayrıca bütün Truvalı kadınları ve çocukları esir alır. Bu savaşta Zeus, zaman zaman Yunanların zaman zaman da Truvalıların tarafında yer alarak aslında bir denge siyaseti izlemeye çalışmıştır. Savaşta Zeus’un oğullarından birinin de öldürüldüğü ve Zeus’un üzüntüsünden dolayı gökten kandamlaları yağdırdığı söylenir.144

2.13.Hades

Hades, Zeus’un erkek kardeşidir. Yeraltı dünyasının ve ölüler diyarının tanrısıdır. Hades, aynı zamanda ölüler diyarının da ismidir. Ayrıca hem yeraltı madenlerinin hem de işlenmiş toprağın sahibi olduğundan zenginliğin de tanrısıdır. Yunan mitolojisinde ölüler dünyası yalnızca günahkârların yeridir.145

Hades, başında bir görünmezlik tacı taşırdı. Zaten Hades kelimesinin anlamı da “görünmez” demektir. Hades, öfkesini uyandırmamak için Aidoneus veya Pluton adıyla da anılırdı. Çünkü onun adını anmak bile yüreklere ürperti verirdi.146

Hades’in oldukça ürkütücü bir görüntüsü vardı. Acımasız ve güçlü bir tanrıydı. Buna rağmen kötü değildi, doğruluğu ve adaleti severdi. İnsanların kalplerinden geçenleri bilirdi. Hiçbir şeyi unutmazdı ve gözünden hiçbir şey kaçmazdı. “Vahşi, titiz, söz anlamaz, katı yürekli ve iğrenç” gibi sıfatları vardı. Hades, bir tek Poseidon’dan çekinirdi.147 Onun ülkesinin kapıları herkese sonuna dek açıktı ancak oraya girenler bir daha asla oradan çıkamazlardı.148 Kendisi de yalnızca Persephone’yi kaçırmak için bir kez yeryüzüne çıkmıştı. Hades, bir tek Persephone ile evlenmiş ve daima ona sadık kalmıştı.149

Tanrılar ve insanlar onu pek sevmedikleri için ona bir tapınak yapmamışlardı ancak yine de kendisine kurbanlar sunulurdu. Bu kurbanların sunulmasının amacı ise Hades’in öfkesinden korunmaktı. Hades ülkesi Asphodel, Tartaros ve Elysium olmak üzere üçe ayrılırdı. Ölen insanlar, fani yaşamlarında iyilerse Elysium’da, ne kötü ne de iyilerse Asphodel’de (Araf) yaşamlarını sürdürürlerdi. Zeus’un ve diğer tanrıların düşmanları, katiller ve tüm kötü insanlar ise cezalarını çekmeleri için Tartaros’a atılırlardı. Enteresandır ki, Hades’in yeraltı ülkesine yaşayanlar da ölmeden geçebilmekteydiler. Ancak ölüler diyarının girişini üç başlı şeytani bir köpek olan Kerberos (Cerberus) korurdu. Dolayısıyla herkes o köpeğin dehşetinden korkardı ve kimse o kapıya yaklaşmaya cesaret edemezdi. Sadece Herkül ve Orpheus gibi kahramanlar bu köpekle karşı karşıya gelme cesaretini göstermişlerdi.

 

Hades ülkesinde Akheron (acı nehri), Pryphlegeton (ateş nehri), Kokytos (gözyaşı nehri), Lethe (unutma nehri) ve Styks (kin nehri) bulunurdu. Ölüler, Styks Nehri’nden geçerek Hades’e ulaşırlardı. Ayrıca Hades’te Radamanthis, Aiakos ve Minos adında ki üç yargıç ölüleri sorgulamakla görevliydiler. Minos; bu yargıçların başkanıydı ve Zeus ile Europe’nin oğluydu ayrıca Radamanthis’in de kardeşiydi. Aiakos da Zeus’un ve bir su perisi olan Aigina’nın oğluydu. Bu yargıçların aldıkları kararları ise öç tanrıçaları olan Eriniysler uygulardı.[107]

2.14. Poseidon

Poseidon, Kronos ile Rhea’nın oğludur. Denizlerin, depremlerin, adaların ve atların tanrısıdır. Aynı zamanda denizcilerin ve balıkçıların da tanrısıdır. “Yeri sarsan, toprağın ve denizin efendisi” gibi sıfatları vardır. Hem deniz olan bölgelerde yaşayanlar hem de bir deprem tanrısı olduğu için yanardağ civarlarında yaşayanlar Poseidon’a büyük saygı duyarlardı. Özellikle Yunanlar balıkçılıkla geçindikleri için bu deniz tanrısına çok saygı duyarlardı ve ona çok önem verirlerdi.[108]

Yunan mitolojisine göre Poseidon, atın yaratıcısıdır ve atı ilk evcilleştirendir.[109] At, Poseidon tarafından okyanus dalgalarından yaratılmıştır. Hippokamp, yılan kuyruklu bir attır ve at cinsinin denizden doğan ilk biçimidir. Poseidon, eşini aldatacağı zamanlarda at kılığına girerdi ve bu kaçamak ilişkilerinden at biçimli çocukları olurdu.[110]

Poseidon, Nereus’un ve Doris’in kızlarından olan Amphitrite ile evlenmişti ve bu evlilikten belden yukarısı insan, belden aşağısı balık olan, ayrıca at bacaklarına sahip olan ve Poseidon’un haberciliğini yapan Triton ve Helios’un eşi olan Rhodos doğmuştu. Bir rivayete göre ise Amphitrite’nin hiç çocuğu olmamıştı. Poseidon’un Demeter ile de bir ilişkisi olmuş ve bu ilişkiden de adının söylenmesinin dahi yasak olduğu gizemli bir kız ile bir de at doğmuştu. Poseidon’un Gaia ile olan ilişkisinden ise Antoios adında bir dev doğmuştu.154

Pegasus, Poseidon ile onun zorla sahip olduğu Medusa’nın çocuğudur. Poseidon’un oğullarından biri de Anadolu’nun Bithynia Bölgesi’nde yaşayan Bebryklerin kralı olan dev Amykos’tur. Bu dev, ülkesinin kıyılarına gelen yabancıları yumruk dövüşlerine zorlardı ve sonuçta karşısındakini mutlaka öldürürdü. Argonautlar, Bebrykler Kenti’ne geldiklerinde Amykos, Zeus’un oğlu Plydeukes’e yenildi ve böylece tehlikesiz bir hale geldi. Poseidon’un bir diğer oğlu da Kyknos’tur. Kyknos; Çanakkale civarında eski bir şehir olan Kolones’in kralıdır. Akhilleus tarafından Truva’da öldürülmüştü ve babası Poseidon tarafından bir kuğuya dönüştürülmüştü. Zaten Kyknos ismi, “kuğu kuşu” anlamına gelir.

Ayrıca Poseidon’un Theseus adında bir oğlu daha vardır. Theseus, Atina’nın efsanevi kralıdır. Annesinin Ethra, babasının da Egeus veya Poseidon olduğu söylenir. Theseus, İyonya’nın da başkahramanıdır. Atinalılar onu büyük bir reformcu olarak kabul ediyorlardı. Efsaneye göre Atina’nın kadim krallarından Egeus, birçok kadınla evlenmesine rağmen bir türlü çocuk sahibi olamamıştı. Sonunda Troezen kralının kızı Ethra ile evlendi. Ethra, Egeus’tan başka bir söylentiye göre ise yüzerken birlikte olduğu Poseidon’dan hamile kaldı.

Egeus çocuğun doğmasını beklemeden Atina’ya döndü ancak gitmeden önce sandaletlerini ve kılıcını dev bir kayanın altına bıraktı ve Aethra’ya (Ethra) çocuğun büyüdüğünde kayayı kaldırıp emanetlerini alabileceğini ve böylece hanedana mensup olduğunu ispatlayabileceğini söyledi. Theseus büyüdüğünde gerçekten kayayı kaldırdı ve babasının emanetlerini oradan aldı. Böylece annesi genç Theseus’a gerçek kimliğini açıkladı. Bunun üzerine babası ile görüşebilmek için Atina’ya doğru yola çıkan Theseus yolda pek çok haydutu öldürdü. Çeşitli maceralardan sonra Atina’ya ulaşan Theseus, babası Egeus’u buldu ancak ona gerçek kimliğini açıklamadı. Buna rağmen Egeus’un eşi Medea, Theseus’un veliaht olduğunu anladı ve kendi oğlu Medus yerine tahta geçmesinden endişe etmeye başladı. Medea, Theseus’un ölmesi için, ondan bir maraton boğasını öldürmesini istedi. Ancak Theseus boğayı yakalayıp Atina’ya kadar getirmeyi başardı ve onu kurban etti. Bunun üzerine Medea, Theseus’u zehirlemeye karar verdi. Son anda Egeus, Theseus’un üzerindeki kendi kılıcını ve sandaletlerini görerek onun oğlu olduğunu anladı ve karısının genç Theseus’u zehirlemesini engelledi.

Girit kralı Minos’a yenilen Atinalılar barış anlaşması gereğince dokuz yılda bir Minotor adlı öküz başlı canavara yedi genç kızı ve yedi genç erkeği kurban etmek zorundaydılar. Theseus, bu canavarla savaşmaya gönüllü oldu. Giderken babasına eğer muzaffer olursa dönüşte beyaz bir yelken açacağını söyledi. Oraya ulaştığında Kral Minos’un kızı Ariadne, Theseus’a âşık oldu ve Minotor’u öldürmek için gittiği mağaradan çıkabilmesi için ona bir ip yumağı verdi. Theseus, Minotor’u çıplak elleriyle öldürdü, Atinalı gençleri kurtardı ve ip yumağını kullanarak mağaradan çıkmayı başardı. Ariadne’yi de yanına alıp Atina’ya yelken açtı ancak Nakşa Adası’nda mola verdiklerinde genç kızı adada unuttu. Daha sonra Theseus, Atina’ya yaklaştığında babasına işaret vermek için beyaz yelkeni açmayı da unuttu. Kıyıdan koyu renk yelkeni gören Egeus oğlunun öldüğünü zannederek, acısından denize atladı ve intihar etti. Ege Denizi’nin adının da bu olaydan (Egeus) geldiği söylenir.

Babasının trajik ölümünden sonra Theseus, Atina kralı oldu ve Amazonların kraliçesi olan Antiope ile evlendi. Bu evlilikten oğlu Hippolitus doğdu. Ancak eşi bir savaşta Theseus ile birlikte savaşırken öldü. Bunun üzerine Theseus, Ariadne’nin kız kardeşi olan Faidra ile evlendi. Faidra, Hippolitus’a daima zalimce davrandı. Efsaneye göre Theseus, Atina’dan ayrılarak hayatının son yıllarını İskiri Adası’nda huzur içinde geçirdi.155

Poseidon’un özel silahı; üç dişli bir yabadır. Elindeki bu yabayla fırtınaları ve depremleri kontrol eder ve kayalardan sular çıkarır. Bir keresinde Poseidon, Hades’i utandırmak için üç başlı mızrağını yere saplar ve yeryüzü boydan boya yarılarak Hades’in çirkin yeraltı ülkesi ortaya çıkar. Ayrıca Poseidon, ölüler dünyasına geçişleri düzenler. Acımasız, huysuz, vahşi, mutsuz ve intikamcıdır. Ancak bunun yanı sıra Poseidon, yakınlarının ve sevdiği kimselerin dileklerini mutlaka gerçekleştirir.[111] Poseidon, genellikle kuvvetli bir adam görünümünde ve yüzünde hüzünlü bir ifadeyle betimlenirdi. Görünüş olarak kardeşleri içinde en çok Zeus’a benzerdi. Ayrıca zaman zaman Zeus’a karşı gelmekten de çekinmezdi.[112]

Yunanistan’da Poseidon şerefine yarışlar düzenlenirdi. Bu yarışlar içinde Korinthos kentinde yapılan yarışlar en meşhurlarıydı. Atina’daki Erekhteion’da halen Poseidon ile Athena arasında yapılan yarışın izleri görülürmüş. Poseidon ile Athena’nın arası hiçbir zaman iyi olmamıştı ve genellikle rekabet halindeydiler. Atina kentinin alacağı isme karar verilirken Poseidon bu kente atı (başka efsanelere göre de suyu ya da bir savaş arabasını), Athena ise zeytin ağacını bağışlamıştı. Zeytin ağacını kentleri için daha faydalı bulan halk Tanrıça Athena’ya ithafen bu kente “Athena” (Atina) ismini vermişlerdi. Ayrıca Poseidon’un Atina kenti yakınlarında Sounion Tepe’sinde bir tapınağı bulunmaktadır.[113]

2.15. Hera

Hera, Zeus’un kız kardeşi ve tek resmi eşidir. Hesiodos’a göre ise Hera, Zeus’un Metis’ten ve Themis’ten sonraki üçüncü eşidir. Ancak Zeus’un ve Hera’nın aşkları çok eskiye dayanır.[114]

Zeus’un ve Hera’nın evliliğine “kutsal evlilik” anlamına gelen “hieros gamos” denir. Hera kelimesi ise “kadın” anlamına gelir. Bir rivayete göre Hera, Okeanos ve onun eşi ölümsüz bir deniz tanrıçası olan, Nereus’un ve Doris’in kızı Thetis tarafından büyütülmüştür.[115]

Hera, mitolojinin en güçlü ve en cesur tanrıçası olarak nitelendirilir. İlahi otoriteyi Zeus ile paylaşır ancak yeri geldiğinde Zeus’tan daha fazla iktidar sahibidir. Dolayısıyla Olympos’ta en az Zeus kadar Hera da saygı görür.[116]

Hera, Zeus’u o kadar çok kıskanır ki ona olan öfkesinden dolayı Zeus’un Athena’yı tek başına dünyaya getirmesine nispet ederek, kimseyle birleşmeden Hephaistos’u doğurur. Zeus’tan da Hebe, Ares ve Eileithyia’yı doğurmuştur. Çocukları içinde en fazla Ares her yönüyle annesi Hera’ya benzerdi. Ayrıca Zeus’un ve Hera’nın çok önemli bilgilere sahip olan Heusha ve Enyo adında iki çocukları olduğundan da bahsedilir.[117]

Hera, aşırı derecede kıskanç ve intikamcıdır. Bu yüzden etrafına sürekli bela ve tasa dağıtmıştır. Daima Zeus’un âşık olduğu kadınları cezalandırmakla meşguldür. Hera bu kıskançlığından dolayı Zeus’un başka kadınlardan olan çocuklarıyla da uğraşmıştır. Özellikle Herakles ile oldukça mücadele etmiştir. Bir keresinde Herakles’in gemisine karşı fırtına vermişti ve buna çok öfkelenen Zeus, Hera’yı ayaklarından göğe asmıştı. Annesini korumak için Zeus’a karşı gelen Hephaistos’u da bu olay sırasında Zeus’un Olympos’tan aşağı fırlattığı söylenir. Daha sonra Hera ve Herakles resmi bir törenle barışmışlardı. Dolayısıyla Zeus bütün ilişkilerinde daima Hera’yı hesaba katmak ve diğer kadınlardan olan çocuklarını ondan saklamak zorunda kalmıştı.[118]

Zeus’un onu sürekli aldatmasına rağmen Hera her zaman Zeus’un yanında olmuştu. Ona gönül veren çok olmuştu ancak o daima Zeus’a bağlı kalmıştı. Zeus da Hera’yı çok severdi, buna rağmen evlilikleri sürekli çalkantılı bir şekilde devam ederdi. Zeus’un ona olan öfkesi çabuk geçerdi ancak Hera kinciydi ve sinsi bir şekilde Zeus’un arkasından iş çeviren bir yapısı vardı.[119]

Hera kıskanç, hırçın, inatçı ve kavgacı olduğu kadar, azametli, vakur, düşünceli, ciddi, olgun ve namuslu bir tanrıçaydı. Homeros destanlarında “inek gözlü”, “ak kollu” ve “altın tahtlı” olarak nitelendirilmişti. Güzelliğine çok önem verirdi ve her yıl “Kanathus” adında bir ırmakta yıkanarak bakireliğini yeniden kazandığına inanılırdı.[120]

Bir Truvalı’nın ondan daha güzel kadınlar olduğunu söylemesi üzerine öfkesinden Truva’yı yakıp yıktığı söylenir. Hera, hiddetlendiği zaman rüzgârların zincirlerini çözerdi. Mevsimlere ve yıldızlara hükmedebilirdi. Hera; göğün saf ışığının sembolü, kadınlığın mukaddes bir örneği, vefakâr ve sadık bir eşin timsaliydi. Aynı zamanda meşru evlenmelerin, aile ocağının ve gebeliğin koruyucusu ve temsilcisiydi. Hera,kadınlarla ve onların hayatlarıyla ilgili her şeyin düzenleyicisi ve koruyucusu olarak kabul edilirdi. Bütün yönleriyle kadını ve özellikle de varlıklı, bencil burjuva kadınını temsil ederdi.[121]

Hera bir ana tanrıça figürüdür ve Argos kenti bu tanrıçanın erken dönem kültünün merkezidir. Tanrıçanın Sisam Adası’ndaki tapınağı ise bir diğer önemli merkezdir. Hera’nın bu tapınaklarına "Heraion" adı verilmiştir. Ayrıca Hera kültünün günümüzde de görülebilecek bazı etkileri vardır. Örneğin, olimpiyatların simgesi olan olimpiyat ateşi her yıl Olympia’daki Hera tapınağında güneş ışığı yardımı ile yakılırmış.[122]

2.16.Hestia

Hestia, Zeus’un kız kardeşidir. Adı; ocak, ev, konut ve şehrin ya da ülkenin kalbi anlamlarına gelir. Hestia evi, aileyi ve ocağı temsil eden bir tanrıçadır. O evin, yuvanın, soyun, devletin ve misafirlerin koruyucusudur. Olympos tanrıçaları arasında ilk doğan tanrıça olduğu için kendisine çok saygı duyulmuştur. Hestia, Olympos’tan hiç ayrılmamış dolayısıyla hiçbir kötü olaya adı karışmamıştır. Daima sakin, iyi niyetli, iyi huylu ve alçakgönüllü bir tanrıça olmuştur. Yüzünde ciddi bir ifadeyle ve kimi zaman da başı örtülü olarak tasvir edilmiştir.[123]

Hestia, Yunanistan’daki dinsel birliği temsil ederdi ve aynı zamanda tanrılar evinin de dinsel odağıydı. Yeni doğan çocukları onun kutsadığına inanılırdı. Ev yapma sanatını insanlara öğretmişti. Yemeklerden önce ve sonra ona dua edilirdi ve ona çeşitli sunular gönderilirdi. Tanrılara kurban sunulurken ilk kurban ona adanırdı ve şehrin devlet konağında onun anısına hiç sönmeyen bir ateş yanardı.[124]

Poseidon ve Apollon onunla evlenmeyi istemişler ancak o sonsuza dek bakire kalmayı tercih etmişti. Hestia’nın bir kutsal mekânı olmamıştı ancak yanan her ateş onun kutsal mekânı olarak kabul edilmişti. Bu tanrıçaya olan saygınlık Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde de yoğun bir şekilde devam etmişti.[125] Hestia aslında daha çok soyut bir prensip olarak kabul edilmişti.[126]

3.6.    Hephaistos

Homeros’a göre Hephaistos, Zeus’un ve Hera’nın oğludur. Hesiodos’a göre ise Zeus, kızı Athena’yı silahlarla donatılmış bir şekilde kendi kafasından çıkarınca bu durumu kıskanan Hera, tek başına Hephaistos’u yaratmıştır.[127]

Hephaistos ateşin, demirin ve sanayinin tanrısıdır. O tarımı, uygarlığı ve sanatı koruyan iyi kalpli bir tanrıdır. Ayrıca mesleklerin koruyucusu ve piri olarak kabul edilmiştir. Ayrıca Hephaistos’un yanardağlardan çıkan alevleri ve depremleri yönettiğine inanılmıştır.

Her tanrının ve ünlü kahramanların kendilerine has önemli ve özel bir eşyası vardır ve onlara bu eşyalarını yapmış olan Hephaistos’tur. Hatta Hephaistos’un kendisine de iki adet altından cariye yaptığı söylenir ve kendisi topal olduğu için hareket eden, konuşan, onun hizmetkârlığını yapan bu kızlara dayanarak yürür. Kykloplar da ona bu eşyaları yaparken yardım ederler.[128]

Hephaistos topal ve son derece çirkin bir tanrıdır. Ancak tüm çirkinliğine rağmen diğer tanrılar ve insanlar tarafından en sevilen tanrılardan biri olmuştur. Çirkinliğinden ve topallığından dolayı diğer tanrılar onunla sürekli alay etseler de ona her zaman işleri düşmüştür. Çünkü O, çirkinliğinin tam aksine son derece ince zevkli bir tanrıdır ve ayrıca hünerli bir kuyumcudur.[129]

Ayrıca Hephaistos tüm çirkinliğine rağmen üç güzel tanrıçayla evlilik yapmıştır. Kharitler’den ikisiyle ve ayrıca Aphrodite ile evlenmiştir.[130] Ayrıca Athena’ya da gönül vermiştir ancak bu tanrıça onun aşkına karşılık vermemiştir.[131] Bir gün Hephaistos’un annesi Hera, oğlunun topal olmasından utanıp onu Olympos’tan aşağı fırlatır ve Hephaistos tam bir gün sonra yere düşer. Bazı rivayetlere göre de bu düşmeden sonra topal kalır. Düştüğü yer ise Gökçeada’nın güneybatısında bulunan Lemnos (Limni) Adası’dır.

Hephaistos, orada maden işleme sanatını öğrenip çok güzel eserler yapar. Annesine de aslında ondan intikam almak amacıyla görünmez zincirleri olan çok güzel bir altın taht yapıp hediye eder. Hera oğlunun hediyesi olan bu tahta gururla oturur ve birden görünmez zincirler onu sarar. Kimse onu bu zincirlerden kurtaramaz. Ares, Hephaistos’u getirmek için gider ancak onu bir türlü ikna edip getiremez. Sonunda Dionysos, Hephaistos’u biraz sarhoş ettikten sonra gelip zincirleri çözmesi için onu ikna etmeyi başarır. Ancak Hephaistos Olympos’a kabul edilmesi ve Aphrodite ile evlendirilmesi şartıyla annesini bu zincirlerden kurtaracağını söyler. Hera, Hephaistos’un bu şartlarını kabul eder ve böylece o da Hera’yı zincirlerden kurtarır.

Başka bir rivayete göre Hephaistos, Truva Savaşı’nda annesi Hera’dan yana olunca Zeus bu duruma çok öfkelenmiş ve Hephaistos’u Olympos’tan aşağı atmıştı, bu olay sonucunda da Hephaistos topal kalmıştı. Daha sonra Hephaistos, Okeanos’a düşmüştü ve Okeanos kızı Eurynome ile Nereus kızı Thetis tarafından büyütülmüştü.

Hephaistos, Zeus’un emri ile toprak ve suyu karıştırıp sonra da bu karışıma insan sesi ekleyerek yüzü ölümsüz tanrıçalara ve bedeni de genç kızlara benzeyen ilk kadın olan Pandora’yı yaratmıştı. Tanrılar bu kadını süslediler ve onu güzelleştirdiler aynı zamanda içine fesatlığı ve yalancılığı da eklediler. Daha sonra Pandora’yı Prometheus’un kardeşi Epimetheus’a götürdüler. Epimetheus, Prometheus’un aksine saf ve kıt düşünceli biriydi. Zaten adının anlamı da “aklı başına sonradan gelen” demekti. Epimetheus kardeşinin bütün uyarılarına rağmen Pandora’nın güzelliğine tutulmuştu. Pandora yanında bir de kutu getirmişti, Prometheus’un bu kutuyu açmaması yönündeki bütün ısrarlarına rağmen Epimetheus kutuyu açtı ve böylece bütün kötülükler bu kutudan dünyaya yayıldı. Kutunun içinden dışarıya çıkamayansa sadece umuttu.177


3.7.    Hebe

Hebe, Zeus’un ve Hera’nın kızıdır. İsmi "gençlik" anlamına gelir. Eli her işe yatkın bir ev kızını simgeler. Tanrılara hizmet eder ve içki sunar. Çoğunlukla elinde bir kâse ile nektar sunan genç bir kadın olarak tasvir edilir. Daha sonra Oliympos’ta ataerkil bir yapı hâkim olmaya başlayınca içki sunma ve tanrıların hizmetçiliğini yapma görevlerinin Ganymedes’e verilerek ve Hebe’nin de Herakles ile evlendirilerek güzellikle Oliympos’tan uzaklaştırıldığı görülür. Hebe, Herakles ile evlenip onu ölümsüzlüğe kavuşturur ve Herakles’in gücünün yanında solmayan bir gençliği ve güzelliği temsil eder.[118]

Hebe, aslında Yunan mitolojisinden önce de var olan bir tanrıçadır. Hitit Yazıtları’nda Hepa, Hepat ya da Hepatu diye adlandırılan büyük güneş tanrıçası Arianna’nın Yunancalaştırılmış adı olması muhtemeldir. Hitit metinlerinde bu tanrıçaya sedir ağaçlarının ülkesinde yani Lübnan’da ve Filistin’de tapınıldığından bahsedilir. Hepa veya Hebe adının Kybele’nin çeşitli adlarından biri olduğu da rivayetler arasındadır. Onu Hz. Havva ile özdeşleştirenler de olmuştur.[119]

3.8.    Eileithyia

Eileithyia, Zeus’un ve Hera’nın kızıdır. Doğumlardan sorumlu olan ebe tanrıçadır. Gebe kadınlara hem doğum sancısını veren ve hem de onları bu sancıdan kurtaran odur. Eileithyia, Hera’nın sözünden asla çıkmazdı ve zaman zaman Hera’nın isteği üzerine Zeus’un başka kadınlardan olan çocuklarının doğmasını engellemeye çalışmıştı. Genellikle baştan aşağı tüllerle örtülü olarak tasvir edilmiştir.[120]

3.9.    Demeter

Demeter, Zeus’un kız kardeşi ve eşidir. Doğanın, tarımın ve bereketin tanrıçasıdır. Aynı zamanda evliliği ve anne sevgisini temsil eder. Zeus ile birleşerek Persephone’yi doğurmuştur. Bir rivayete göre Poseidon, Demeter’e zorla sahip olmuş ve bu birleşmeden de bir kız çocuğu doğmuştur. Bu zorla sahip olma olayından sonra Demeter dünyaya küsmüş ve böylece büyük bir kıtlık başlamıştır. Pan, Demeter’in yerini bulup Zeus’a söylemiş, Zeus ve Moiralar da onu ikna edip yeniden toprağa bereket vermesini sağlamışlardır.[121]

Demeter ayrıca bir ölümlü olan komutan İason’dan da “Cömert Plutosu” doğurmuştur. Plutos ismi, “zenginlik” anlamına gelir ve Demeter’in yani bereket tanrıçasının oğlu olması bu açıdan önemlidir.[122]

Demeter genellikle başı örtülü, hüzünlü, anlayışlı ve heybetli bir kadın olarak tasvir edilir.[123] Homeros ondan, “güzel saçlı kraliçe” veya “güzel örgülü Demeter” olarak bahseder. Adının “Gemeter” yani “Toprak Ana” kelimesinden geldiğini söyleyenler de olmuştur. Bu tanrıça için domuz kurban edilirdi. Domuz, ekinlere zarar verdiği için bu şekilde cezalandırılmış olmalıdır.[124]

Demeter’in ve Dionysos’un Yunan Tarihi’nde ayrı bir önemi vardır. Her ikisi de bereketi simgeler. Demeter, Dionysos’tan daha yaşlıdır ve bunun nedeni insanların üzümden önce buğday yetiştiriyor olmalarıdır. Ayrıca Demeter’in bir kadın olarak tasvir edilmesi de o dönemde tarlalarda kadınların çalışıyor olmasından kaynaklanır.[125] Ayrıca insanlara toprağı ekip biçmesini, hayvanları tarımda kullanmayı, değirmeni icat edip kullanmayı ve ekmek yapmayı öğreten Demeter’dir.[126]

3.10.    Persephone

Persephone, baharın ve taze ekinlerin tanrıçasıdır. Demeter’in ve Zeus’un ya da Demeter’in ve Poseidon’un kızı olarak bilinir. Bazı efsanelerde Zeus’un ve Styks’in kızı olarak da gösterilir. Kendisine “Piroserpina” da denir. Persephone’nin diğer bir ismi de “genç kız” anlamına gelen Kore’dir. Persephone ve annesi Demeter’e ise “iki tanrıça” denirdi.[127]

Bir gün Hades, Persephone’ye âşık olur ve onu yeraltına kaçırır.[128] Demeter bu duruma çok üzülür ve Zeus’a kızına kavuşabilmek için yalvarır. Demeter, üzüntüsünden topraktan bütün bereketini çeker. Hatta kıtlık o kadar vahim bir hal alır ki Zeus, Demeter’i bereket vermesi için ikna etsin diye Rhea’dan yardım ister. Zeus, Persephone’yi serbest bırakması konusunda Hades’i ikna etmesi için de Hermes’i görevlendirir. Böylece aralarında bir uzlaşma sağlanarak Persephone’nin yılın dört ayını yeraltında ve yılın geri kalan zamanını ise Olympos’ta annesinin yanında geçirmesine karar verilir. Persephone sürekli olarak annesinin yanında kalamayacaktır çünkü Hades, Persephone’ye bir nar tanesi yedirmiştir ve ölüler ülkesinin bir yiyeceğini yiyen artık oradan asla ayrılamaz.

Persephone’nin yeryüzüne çıktığı zamanlar bahar mevsimini simgelerdi. Bu yüzden Persephone, ölüler ülkesiyle olduğu kadar hasatla da ilişkilendirilirdi. Kızı yeryüzüne döndüğünde Demeter çok mutlu olurdu ve toprak bereketlenirdi. Kızının yeraltında kaldığı zamanlar ise kış mevsimini temsil ederdi. Kış mevsiminde ise Demeter mutsuz ve toprak da bereketsiz olurdu.[129]

3.11.    Metis

Metis ismi, “akıl ve basiret” anlamlarına gelir. İsminin Sanskritçe “düşünmek” veya “danışmak”” anlamlarındaki "mati" veya "ma" kökünden geldiği de bu konudaki görüşlerden biridir. Hikmetin sembolü olan "su" Metis’in de başlıca sembolüdür. Metis, zekânın ve düşünce yeteneğinin sentezlenmesini simgeler. Aynı zamanda “iktidarın sevmediği bilgeliğin” temsilcisidir. Yani aslında O, vicdanın sesidir.

Metis, Okeanos ile Tethys’in kızıdır. Dolayısıyla aynı zamanda bir okyanus perisidir. Zeus’un ilk eşidir ve bu durumun Zeus ile ilk olarak aklın birleşmesi şeklinde simgesel bir anlamı vardır. Aynı şekilde Athena’ya hamileyken Zeus’un, Metis’i yutması ve Zeus’un Athena’yı kafasından çıkarması da yine akılla ilgili sembolik anlamlar içerir. Yani Zeus, aklı yutar ve Zeus’un kafasından yine aklı temsil eden başka bir tanrıça doğar.[130]

Gaia, Zeus’a Metis’in onun tahtını ele geçirecek bir çocuk doğuracağını haber vermişti. Bu yüzden kendisini güvende hissetmek isteyen Zeus, Metis’i yutmuştu. Başka bir anlatıma göre de Metis son derece dürüst olduğu için bu haberi Zeus’a kendisi açıkça söylemişti ve bu dürüstlüğünün karşılığında cezası, Zeus tarafından yutulmak olmuştu. Ayrıca Zeus’a, babası Kronos’un yuttuğu kardeşlerini kusmasını sağlayan ilacı da Metis vermişti.[131]

3.12.    Athena

Athena, koruyucu bir tanrıçaydı. Zeus’un en sevdiği ve en güvendiği kızıydı. Bu yüzden Zeus, kalkanını ve şimşeğini yalnızca Athena’ya verirdi. Athena’nın zaman zaman babası Zeus’a bile sert çıkışları olurdu ancak Zeus kızına olan aşırı sevgisinden dolayı ona daima hoşgörülü davranırdı.[132]

Zeus, karısı Metis’in Athena’ya hamile kaldığını öğrenince Athena’nın tahtını ele geçirmesinden korktuğu için Metis’i yutmuştu ve böylece Athena, Zeus’un kafasından doğmuştu. Athena’nın doğması için Hephaistos, Zeus’un kafasını balyozla yarmıştı ve zırhlar içinde Athena, Zeus’un kafasından çıkmıştı. O, adeta Zeus’un ve Metis’in bilgeliklerinin birleşimiydi. Athena’nın zırhını Zeus’un karnındayken, annesi Metis’in yaptığı ve zırha vurulan bu darbelerden dolayı Zeus’un çok sancı çektiği anlatılır.[133]

Athena zekâ, savaş, eğitim ve sanat tanrıçasıydı. Orduları yöneten ve savaştan hoşlanan yüce bir bakire tanrıçaydı. Athena’nın ülkeyi saldırılardan koruduğuna inanılırdı. O, aynı zamanda uygarlığın ve tarımın da koruyucusuydu. İnsan zekâsının ortaya koyduğu her şeyin mucidi kabul edilirdi. Zeytin ağacının da yaratıcısı olarak kabul edilmişti ve bu yüzden zeytin onun simgelerinden biri olmuştu. Tanrıça Athena, savaşlarda Herkül, Perseus, Odysseus gibi birçok kahramana yardımcı olmuştu. Truva Savaşı’nda tahta atın yapımında insanlara da yardım etmişti ve ilk at ehlileştiren de oydu. Yaratılan ilk kadın olan Pandora’yı da yine Athena eğitmişti.

Athena, savaşta en ön safta yer alırdı. O bir savaş tanrıçasıydı ve zaman zaman taraf tutardı. Bazen hırslarına ve tutkularına yenik düşerdi. Bir savaşta Athena hangi tarafta olursa, mutlaka o taraf savaşı kazanırdı.[134] [135] Athena, Ares gibi kaba kuvvetin değil, akılcı

, 195

savaşın tanrıçasıydı.

Athena, akıllılık bakımından babası Zeus ile kıyaslanabilen tek tanrıçaydı. Annesi Metis gibi de bilgeliği simgelerdi. Aynı zamanda önsezi sahibiydi ve son derece temkinliydi. Babası Zeus’tan cesareti ve yiğitliği, annesi Metis’ten de fazileti ve kurnazlığı almıştı. Güzelliğine de oldukça düşkündü. Gösterişi, yalanı, kabalığı ve zulümü sevmezdi. Şiirle, müzikle ve daha çok da felsefeyle ilgiliydi. Genellikle uzun boylu ve ihtişamlı bir kadın olarak tasvir edilirdi.[136]

Athena özel bir kalkan taşırdı ve bu kalkan “Aegis” olarak isimlendirilmişti. Kalkanın üzerinde değişik süslemelerle birlikte, kendisine bakanları anında taşa dönüştüren Medusa’nın başının resmi ya da bazı rivayetlere göre Medusa’nın başı bulunurdu. Dolayısıyla bu kalkanın önünde en güçlü ordular bile bozguna uğrarlardı. Athena, “şehirlerin koruyucusu, zafer ve kalkan taşıyan, esenlik dağıtan, parlak gözlü, gök gözlü ve babası güçlü olan” gibi sıfatlara sahipti.[137]

Ayrıca Athena, “Pallas” sıfatına da sahipti ve bu sıfatın anlamının “parlak, parlayan” olması ihtimali oldukça yüksektir. Bir rivayete göre de titanlarla yapılan savaşta Athena, bir kahraman olan Pallas’ın derisini yüzmüştü ve o günden sonra da Athena bu lakapla anılmaya başlamıştı.

Athena hiç evlenmemişti ve bu yüzden “Athena Parthenos” yani "Bakire Athena" olarak da anılırdı. Atina’daki ünlü Parthenon Tapınağı da ismini buradan almıştı. Temel özellikleri kentle ilgili olan Athena birçok bakımdan bir kır tanrıçası olan Artemis’in karşıtıdır. Atina’da bu tanrıça adına bayramlar kutlanırdı ve onun için öküz kurban edilirdi.[138]

3.13.    Leto

Leto, gök titanlarından olan Koios’un ve Phoebe’nin kızıdır ve bir ışık tanrıçasıdır. Zeus ile birlikte olmuştur ve kıskanç Hera’dan kurtulup huzur içinde doğum yapabilmek için dünyayı dolaşmıştır. Daha sonra Poseidon’un himayesi sayesinde Delos Adası’nda Artemis’i ve Apollon’u dünyaya getirmiştir.

Çocukları Leto’yu bir dev olan Tityos’a karşı korumuşlar ve annelerine hakaret eden, yedi kızı ve yedi oğlu olduğu için tanrılara karşı böbürlenen Frigya kralı Tantalus’un veya Thebes kralı Amphion’un eşi olan Niobe’nin çocuklarını da öldürmüşlerdir. Evlat acısı içinde olan Niobe, Spil Dağı’nda bir kayaya dönüşmüştür ve o kaya günümüzde “Ağlayan Kaya” veya “Taş Suret” olarak bilinir. Niobe’nin Kayası halen Manisa’nın önemli ziyaret yerlerinden birisidir.[139]

3.14.    Artemis

Artemis, Apollon’un ikiz kız kardeşidir. Bazı efsanelere göre Artemis, Demeter’in veya Aphrodite’nin kızıdır.[140] Apollon’un ve Artemis’in annesi olan Leto çok iyi yürekli bir tanrıçaydı. Hera kıskançlığından dolayı Leto’ya çok acı çektirmişti ancak çocukları her zaman Leto’yu korumuşlardı. Hera, doğum sancısı çeken Leto’ya ebe tanrıça Eileithya’yı göndermemişti ve Leto bu yüzden dokuz gün dokuz gece doğum sancısı çekmişti. Sonunda İris gidip ebe tanrıçayı getirmişti. Ayrıca Hera, onun doğuracak bir yer bulmasını da engellemişti ve sonunda Leto’nun haline acıyan Poseidon, onun doğum yapabilmesi için Delos Adası’nı oluşturmuştu. Zeus da Leto’yu bu adaya uçabilsin diye bir bıldırcına dönüştürmüştü ve Leto bu adada tanrısal ikizler Artemis’i ve Apollon’u dünyaya getirmişti.[141]

Artemis, “altın oklu” sıfatına sahiptir. Avcılığın, ölümün, cehennem güçlerinin ve büyücülüğün tanrıçasıdır. Vahşi doğada olmayı sever ayrıca iffetin ve bakireliğin sembolüdür.[142] Artemis gençlerin, yolcuların ve ruhların koruyucusudur. Öfkeli ve kincidir ve birçok azgın devle savaşıp onları öldürmüştür. Toprağı ve bereketi simgeler ayrıca bitkilere şifa verir. Meyvelerin olgunlaşmasını ve ekinlerin yetişmesini sağlar. Artemis, oldukça güzel ve tanrısal bir bakiredir. Ona “en güzeli” anlamına gelen “Kalliste” de denir.[143]

İnanışa göre Artemis, kardeşi Apollon’dan bir gün önce doğmuştu ve kardeşinin doğumunda annesine yardımcı olmuştu. Bu nedenle Artemis, doğumun tanrıçası olarak da kabul edilmişti. Annesinin doğumda çektiği acıları gören Artemis ara sıra âşık olsa bile evlenmemeye ve bakire kalmaya yemin etmişti. Bu sebeple kendisine yaklaşan erkekleri ya bir geyiğe ya da bir tavşana dönüştürürdü. Hatta gebe kalan kadınlara da öfkelenip onları okuyla öldürürdü ve lohusalıkta ölen kadınların onun tarafından öldürüldüğüne inanılırdı.

Artemis, “ana tanrıça” olarak da tanımlanır. Onu Anadolu kökenli kabul edenler Kibele ile özdeşleştirirler. Zaten adı da tıpkı kardeşi Apollon’un adı gibi Yunanca bir ad değildir. Av ve büyü tanrıçası olan Hekate ve ay tanrıçası Selene ile ya da yay taşımayan Frig Kibelesi ile de özdeşleştirilir. Hatta Meryem Ana ile bir tutulduğu da olmuştur. Artemis, Yunan ve Latin mitolojisinde bakireliğin sembolü olmasına rağmen Anadolu’da ve Efes’te doğurganlığın ve bereketin sembolü olan bir tanrıçadır. Dünyanın yedi harikasından biri olan Efes Artemis Tapınağı, bu tanrıça için yapılmıştır.[144]

Artemis’in kimseye âşık olmamaya yemin etmesine rağmen Orion ile büyük bir aşk yaşadığı anlatılır. Efsaneye göre Artemis günün birinde uzun boylu, iri yapılı ve çok yakışıklı bir avcı olan Orion’u görür ve ona âşık olur. Öyleki bir zamanlar kendi kendine aldığı evlenmeme kararını bile unutup bu yakışıklı avcı ile evlenmek ister. Fakat Apollon kız kardeşinin bu dev cüsseli mahlûkla evlenmesini uygun bulmaz ve kız kardeşini vazgeçirmek için çok uğraşır ancak Artemis onu dinlemez. Apollon, kardeşinin Orion’a duyduğu sevginin ne kadar büyük olduğunu görüncede bu durumu kıskanmaya başlar. Sonunda ne söylerse söylesin kardeşi Artemis’i aşkından vazgeçiremeyeceğini anlayınca hileye başvurarak Orion’u yoketmeye karar verir. Bir gün Orion yüzerken kıyıdan o kadar uzaklaşır ki karadan bakıldığında başı, denizde kara ve küçük bir nokta gibi görünür. Apollon kız kardeşini yanına çağırır ve uzaktan görünen kara noktayı ona göstererek "oraya kadar okunu gönderebilir misin?" der.

Okçu Artemis heyecanla yayını hazırlarken o kara noktanın sevdiği erkeğin kafası olduğunu bilmez, yayını çeker ve ok fırlar. Çok iyi bir nişancı olan Artemis’in oku tam hedefi bulmuştur ve Artemis bilmeden sevdiği erkeği başından vurmuştur. Bu ölüm Artemis’i çok üzer ve günlerce bulutların ardına gizlenir. Ay tanrıçası Artemis artık gökyüzünde dolaşmaz ve geceleri yeryüzünü aydınlatmaz olur. Sonunda bir gün babasının yanına giderek ondan Orion’u bir yıldıza dönüştürerek gökyüzüne çıkarmasını ister. Zeus, kızının bu arzusunu yerine getirerek, Orion’u bir yıldıza dönüştürür.

İbrahim ve İsmail peygamberler arasında geçen kurban olayının benzeri, bir Artemis efsanesinde de görülmektedir. Bu efsane Aşememnon kralı, onun kızı ve Artemis arasında geçer. Kral, Artemis’in kutsal geyiklerinden birini avlar. Artemis buna çok öfkelenir ve kızını, kendisi için kurban etmedikçe onu asla affetmeyeceğini söyler. Kral buna razı olur ve tam kızını Artemis için kurban edeceği sırada Artemis ona kurban etmesi için bir geyik gönderir.[145]

3.15.    Apollon

İkiz kardeşler Apollon ve Artemis, Uranos’un en güzel torunlarıdır. Onlar, Zeus’un ve bir ışık tanrıçası olan Leto’nun çocuklarıdır. Leto, Hera’nın hışmından kaçabilmek için bazen dişi bir kurt kılığına girerdi ve bu yüzden Apollon’a “lykogenes” yani “kurttan doğan” da denirdi. Bu açıdan Apollon’un Likyalı ve Lykogenes isimleri arasında bir bağlantı olabileceği düşünülmektedir.[146]

Likyalı sıfatının kökeni Luvi Dili’nde “ışık” veya “kurt” anlamına gelen “lyk” sözcüğüdür ki, bu sözcük Latincede “lux” biçimine dönüşmüştür. Apollon adının aslı başka bir görüşe göre de, Etrüsk Dili’nde bir ilahı belirtmek üzere kullanılan Aplu, Apulu, ya da Aplum adından gelmektedir. Ayrıca Apollon kelimesi; “cezalandırmak, defetmek, kötülüğü önlemek ve korumak” anlamlarına da gelmektedir. Bir ışık tanrısı olduğu için ona “ışıldayan” anlamına gelen “Phoibos” da denir. Bu adın, tanrının büyük annesi olan Titan Phoibe ile de ilişkisi vardır. Apollon, adı değişmeden Roma mitolojisine geçen tek tanrı olarak bilinir.[147]

Apollon, çok yakışıklı bir genç olarak tasvir edilirdi. “Parlak, altın saçlı, ok taşıyan, gümüş yaylı” gibi sıfatları vardı. O da babası Zeus gibi çapkın bir tanrıydı. Apollon, koruyuculuğunu yaptığı Troya (Truva) kentinin prenseslerinden olan Kassandra’ya âşık olmuştu ve aşkına karşılık göremeyince de Kassandra’yı, kendisine hiç kimsenin inanmayacağı bir kâhine dönüştürerek cezalandırmıştı. Ayrıca Apollon, bir nehir perisi olan Daphne’ye de âşık olmuştu. Fakat Daphne ondan kaçmış ve tanrılardan kendisini bir defne ağacına dönüştürmelerini dilemişti, bu dileği de gerçekleşmişti. Bu yüzden Apollon’un kutsal ağacı defnedir. Ayrıca Apollon, birçok ölümlüyle dostluk kurardı ve dostluklarında da oldukça vefalıydı.[148]

Apollon bilicilik, musiki, rahmet ve doğruluk tanrısıydı. Zaman zaman insanlarla tanrılar arasında aracılık yapardı.[149] Apollon’un insanların geçmişlerini, geleceklerini ve şu andaki hallerini bildiğine ve insanların duygularına yön verdiğine ayrıca her şeye hayat verdiğine inanılırdı. Gözünden hiçbir şey kaçmazdı ve kâhinler en gizli sırları onun yardımıyla bilirlerdi.[150]

Apollon aydın, durgun ve ölçülü bir gücü simgelerdi. Doğayı görme, varlığı akılla algılama ve varlığı akıl yetkisine dayanan yöntemlerle biçimlendirme gücünü ve yeteneğini temsil ederdi. Aynı zamanda ön görmenin, anlamanın ve kavramanın da temsilcisiydi. Apollon ışığın doğayı aydınlatıp, karanlık kalan sırları ortaya çıkarmasının simgesiydi. İnsanlara güzel söz söyleme yeteneğini Apollon vermişti. Zaten Apollon, ilham perileri olan Musalar’ın da yöneticisiydi. Musalar ile birlikte altın lirini çalarak tanrıları eğlendirirdi.

Tıp bilimini insanlara öğreten de Apollon’du. O dilerse tüm hastalıkları iyileştirebilirdi. Çok uzaklara ok atabilirdi ve aynı güneş ışınları gibi Apollon’un okları da onun isteğine göre hem hasta ederdi hem de şifa verirdi. Erkeklerin ani ölümünün Apollon’un elinden, kadınların ani ölümünün de Artemis’in elinden olduğuna inanılırdı. Ayrıca Apollon’un bir takım kehanetleri de vardı. Kimin ağzına tükürürse onun geleceği görme yeteneğini kazanacağına inanılırdı. Ancak Apollon, bazı yeteneklerinde de oldukça kıskançtı. Hatta bu kıskançlığından dolayı bir müzik yarışmasında Midas, Apollon’u değil de rakibini taraf tuttuğu için Midas’ın kulaklarını, eşekkulağına çevirmişti.[151]

Hesiodos eserinde Apollon’dan çok az bahseder. Bunun nedeni muhtemelen Apollon’un Anadolu kökenli bir tanrı olması ve Yunanistan’da pek bilinmiyor olmasıdır. Hesiodos, aynı nedenlerden dolayı Artemis’den de pek fazla bahsetmemiştir.[152] Homeros’a göre de Apollon, Anadolu kökenlidir ve hatta muhtemelen Truvalıdır. Homeros, Apollon’un Yunan tanrıları içinde “En Yunan Tanrı” olduğunu da belirtmiştir.[153]

3.16.    Asklepios

Asklepios, bir sağlık tanrısıdır ve Apollon’un oğludur. Asklepios’un Hygeia yani “sağlık” adında bir kızı vardır. Asklepios ayrıca Meditrina, îaso, Aceso, Agla'a ve Panacea’nın da babasıdır.[154] Görkemli, sakallı, düşünceli ve babacan bir ihtiyar olarak tasvir edilir. Günümüzde de hala tıp biliminin simgesi olan, etrafı bir yılan tarafından sarılmış olan bir asa taşır.[155]

Annesi Teselya kralı Phlegyas’ın kızı olan Koronis, Asklepios’a hamileyken Apollon’u aldatır ve Apollon’da bu kadını diri diri yakarak öldürür ancak Asklepios’u annesinin karnından alır ve büyütmesi için at adam Kheiron’a verir. Bu at adam son derece bilgilidir ve hekimlikte de ustadır. Hekimliğin bütün inceliklerini Asklepios’a öğretir. Asklepios, hekimlikte o kadar ilerler ki ölüleri diriltmeye başlar.

Tanrıça Athena, Gorgo canavarı öldüğü zaman bedeninden akan kanı toplar ve Asklepios’a verir. Gorgo’nun sağ tarafındaki damarlarda zehirli, sol tarafındaki damarlarda şifalı kan olduğu ve Asklepios’un bu şifalı kanla ölüleri diriltebildiği anlatılır.

Ancak bu sadece Zeus’un yapabileceği bir iş olduğu için Zeus bu duruma çok öfkelenir ve Asklepios’u yıldırımlarıyla çarparak öldürür. Buna çok öfkelenen Apollon da Zeus’a yıldırımları veren Kyklopları öldürür. Bir rivayete göre Zeus’un onu öldürdüğü an Asklepios’un elinde bulunan, ölümsüzlüğün formülü yazılı olan bir kâğıt toprağa düşer ve yağan yağmurla bu kâğıdın üzerindeki yazılar silinerek toprağa karışır. Yazıların suyla birlikte toprağa karıştığı yerden de her derde deva olan sarımsak bitkisi ortaya çıkar.

Asklepios adına çeşitli tapınaklar yapılmıştır ve onun için yapılan bu tapınaklara, “Asklepion” adı verilmiştir. Bunlar aynı zamanda ilkçağ hastaneleridir. En büyüğü ve en ünlüsü ise M.Ö. 4. yüzyılda yapılmış olan ve 1927 yılında Alman arkeolog Teodor Wiegand (1864-1936) başkanlığındaki bir ekip tarafından rastlantısal bir şekilde ortaya çıkarılmış olan Bergama Asklepionu’dur.[156]

3.17.    Leda

Leda, Zeus’un eşlerinden biridir ve bir Sparta kraliçesidir. İsminin anlamı da “kraliçe” demektir. Zeus, bir kuğu kılığına girerek onunla birlikte olur ve bu birliktelikten yaşadığı dönemde dünyanın en güzel kızı olarak nitelendirilen Helen ile ikiz kardeşler olan Kastor ve Polluks doğar.

Bir başka efsaneye göre ise, Zeus’un kuğu kılığına girerek birlikte olduğu tanrıça Leda değil, Nemesis’tir. Dolayısıyla Helen, Kastor ve Polluks’un anneleri de Nemesis’tir. Ancak Leda, Nemesis’in kutsal yumurtasını çalmış ve o yumurtadan çıkan çocukları kendi çocukları gibi büyütmüştür.[157]

3.18.    Helen

Helen (Helene, Helena) veya Truvalı Helen, Menelaos’un karısıdır. Yunan mitolojisine göre Truva Savaşı’na neden olan, kendi devrindeki dünyanın en güzel kadınıdır. Çeşitli efsanelere göre Zeus’un fani bir kadından olan tek kızıdır. Sparta kraliçesi Leda ile Tanrı Zeus’un kaçamağından doğan bir kızdır. Truva’dan kaçabilmeyi Zeus’a ve Aphrodite’ye borçlu olduğu anlatılır. Helen, îlyada’nın başlıca kahramanlarından biridir.

Helen daha çocukken Yunan kralı Theseus tarafından kaçırılır ancak daha evlenecek yaşta olmadığı için kral, onu annesi Aethra’nın yanına Aphidnae’ya yollar. Fakat Helen, kardeşleri Dioskurlar (Kastor ve Polluks) tarafından kurtarılır. Dioskurlar aynı zamanda Aethra’yı da esir alırlar. Helen evlenecek yaşa geldiğinde Yunanistan’daki bütün güçlü ve nüfuslu erkekler onun peşine düşerler. Kızı tarafından reddedilen bu kalbi kırık damat adaylarının çıkaracağı sorunları düşünen Kral Tyndareos, Odysseus’u dinler ve kızını istemeye gelen herkese Helen kimi seçerse seçsin, onun evliliğini ve mutluluğunu korumaya yemin ettirir. Daha sonra kral, damat adaylarının içinde Menelaus’ta karar kılar ve Helen onunla evlenerek ona Hermione isminde bir kız çocuğu verir. Ancak on sene kadar süren mutlu bir evlilikten sonra Helen, Truva prensi Paris ile kaçar. Bunun üzerine kocası Menelaus diğer damat adaylarını yeminlerini bozdurarak bir araya toplar ve tarihteki en büyük Yunan ordusu, Agamemnon komutasında efsanelere konu olacak savaş için Truva’ya gider.

Başka bir rivayete göre de Helen, Tyndareos’un karısı Leda’nın doğurduğu bir yumurtadan (altın bir kuğu yumurtasından) çıkar ve olağanüstü güzelliği sayesinde kısa zamanda herkes tarafından tanınır. Theseus’un Atina’ya kaçırdığı Helen’i erkek kardeşleri Kastor ve Polydeukes (Polluks) Sparta’ya getirince, Akhilleus’ta dâhil Yunanistan’ın bütün kahramanları onunla evlenmek isterler. Rededilen damat adaylarının hışımından korkan Tyndareos, Helen ile evlenemeyenlerden bazılarının Helen’in müstakbel eşi ile dövüşmeleri ihtimaline karşı bütün adayların barış içinde kalmak için birlik yemini etmesini şart koşar. Sonuçta genç kız, Menelaos ile evlenir ama Truva kralı Priamos’un oğlu Paris, Menelaos’un Sparta’da konuk olması şerefine verilen ziyafette herkesin sarhoş olmasından yararlanarak Helen’i kaçırır.

Bunun üzerine Menelaos eski rakiplerinden yeminlerini bozmalarını ister ve böylece Truva Savaşı başlar. Bu savaşın bir nedeni de Yunanlar’ın Asya kıyısındaki bu önemli kenti işgal etmek istemesidir. Paris’in ölümünden sonra Helen onun kardeşi olan Deiphobos ile evlendirilir ve Truva yağmalanırken Helen, onu kızgın Yunanlar’a teslim eder. Daha sonra Menelaos, Helen’i tekrar alır ve Sparta’ya getirir.

Helen dul kalınca Menelaos’un evlilik dışı olan çocukları Megapenthes ve Nikostratos tarafından kocasının evinden kovulur ve Rodos'a sığınmak zorunda kalır. Orada Kral Tlepolemos’un karısı Argoslu Polykso, Helen’i öldürtür. Ağzından çıkan son kelimelerin “Paris” ve “Baba” (Baba olarak Zeus’u kastettiği söylenir) olduğu rivayet edilir. Başka bir inanışa göre Zeus yani Helen’in gerçek babası, ölen Helen’i tanrıların katına çıkarır ve onu bir yıldıza dönüştürür. Bazı efsanelere göre ise Mutlular Adası’nda Menelaos ile Helen sonsuza kadar birlikte yaşamaya devam ederler. Helen’e birçok ülkede tapılırdı. Yunanlar için olağanüstü bir güzellik örneğiydi. Altın sarısı saçlara ve zümrüt yeşili gözlere sahip olduğu anlatılırdı.[158]

3.19.    Kastor ve Polluks

Zamanlarının yarısını yeraltında yarısını da gökyüzünde birer yıldız olarak geçiren iki kardeştirler. Leda’nın ve Zeus’un oğullarıdırlar ve onlara, “Zeus’un çocukları” anlamına gelen “Dioskurlar” denilir. Poseidon’un emrinde çalışırlar ve bu kardeşlerin görevleri denizcileri korumak ayrıca zor durumda olan gemicilere yardım etmektir.

Polluks’un bir tanrı, Kastor’un ise yarı ölümlü bir insan olduğu anlatılır. Bir gün Kastor ölür ve buna çok üzülen Polluks kendisinin de ölmesi için tanrılara yalvarır. Böylece Zeus, Polluks’un ömründen birazını Kastor’a verir ve böylece ölümsüzlüğü bu iki kardeşin arasında paylaştırmış olur.[159]

3.20.    Ares

Ares, Zeus’un ve Hera’nın oğludur. Bazı kaynaklarda Hera’nın onu tek başına meydana getirdiğinden söz edilir. Çok eski zamanlarda Ares, bir fırtına tanrısı olarak kabul edilirdi.[160] Ama Yunan mitolojisinde O, bir savaş ve kahramanlık tanrısıdır. Savaşın tanrısı olmasına rağmen oldukça korkaktır. “Yokedici, deli, gözyaşı döktüren, uğursuz, elleri kanlı ve kaleler yıkan” gibi sıfatlara sahiptir. Ayrıca Homeros, onu “dev cüsseli” olarak tanımlar.[161]

Ares, genellikle zırhlı ve çok uzun boylu olarak tasvir edilir. Akılcı savaşın değil, hoyratça kavga etmenin tanrısı olarak nitelendirilir. Kıyımdan ve kan dökmekten hoşlanan savaşçı zihniyeti temsil eder. Desteklediği davanın doğruluğu onu ilgilendirmez. Önemli olan sadece savaşmaktır ve genellikle atsız olarak savaşır. Düzene karşı gelir ve yasaları çiğner.[162] Ares acımasız, kavgacı, kaba ve asık suratlıdır. Gözü pekliğin, korkusuzca ileri atılmanın ve liderliğin simgesidir. Gücünü kendi zevkleri ve çıkarları doğrultusunda kullanmaktan hoşlanır.[163]

Ares ile ilgili anlatılan mitlerin birinde Aphrodite, Hephaistos’u aldatır ve gözünden hiçbir şey kaçmayan Helios bu durumu Hephaistos’a anlatır. Hephaistos da görünmez bir ağ yapar ve bu ağı Aphrodite’nin yatağına serer. Bu ağ sayesinde Aphrodite’yi ve Ares’i birlikte yakalar. Daha sonra Aphrodite, Ares ile evlenir ve bu evlilikten Phoibos, Daimos ve Harmonia doğar. Phoibos ve Daimos “dehşet” ve “korku” anlamında olup, özellikle savaş meydanlarında Ares’in yanından hiç ayrılmazlar. Harmonia ise uyumu simgeleyen bir tanrıçadır. Ayrıca Edith Hamilton, Ares’in savaş meydanlarında kız kardeşi veya kızı olan Eris’i de yanından ayırmadığını söyler.[164]

Athena hak ve adalet için savaştığından, bozgunculuğu temsil eden Ares’i hiç sevmezdi. Sürekli çekişirlerdi ve sonuçta her zaman Athena ona galip gelirdi.[165] Aslında Ares, Yunan tanrılarının içinde en sevilmeyenidir. Hatta Ares anne ve babası olan Zeus ve Hera tarafından bile sevilmemiştir. Geçtiği her yere ölüm ve dehşet saçan bu tanrı, Yunan dünyasında hiç saygı görmediği için onun adına bir tapınak da yapılmamıştır. Buna rağmen Romalılar Ares’i oldukça severlerdi. Roma’nın kurucusu ve Romulus’un efsanevi babası olan Mars (Ares), Romalılar tarafından ataları olarak benimsenmişti. Sparta Kenti ve Trakya Bölgesi bu tanrının başlıca kült merkezleri olarak kabul edilmiştir.[166]

3.21.    Enyo

Ares’in kız kardeşi ya da annesi olarak kabul edilir. Bazı kaynaklarda da Ares’in arkadaşı veya oğlu olduğundan bahsedilir. Enyo, kaba kuvvetin ve savaşın tanrıçasıdır. İsminin anlamı, bozgun ve felakettir. Ayrıca O, “iller yıkan” sıfatına sahiptir. Hesiodos’a göre ise Enyo, Graialar’dan biridir. Savaşta karşısında olduğu tarafın ani bir şekilde kaçmasını ve bozguna uğramasını sağlar.[167]

3.22.    Harmonia

Harmonia, Yunan mitolojisindeki çift soylu karakterlerden birisidir. İlk efsanede Aphrodite’nin ve Ares’in, ikincisinde ise Zeus’un ve Elektra’nın kızı olarak gösterilir. Yani ilk efsanede Thebai Krallığı’ndan, ikincisinde ise Dardanos Soyu’ndan gelmektedir. Ama her iki durumda da değişmeyen tek şey, onun Kadmos’un eşi olmasıdır. Harmonia hem bir savaş tanrıçası ve hem de güzellik tanrıçası olduğu için aynı zamanda zıtların birliğini ve uyumunu simgeleyen bir uyum tanrıçasıdır.

Thebai efsanesinde bu güzeller güzeli kıza verilen değerli hediyelerden bahsedilir. Bu hediyelerden birisi Kharitler’in dokuduğu bir elbise, ötekisi ise zarif bir kolyedir. Yasak bir aşkın meyvesi olan Harmonia ile (kendisi, ebeveynlerinin yasak ilişkisinden dolayı [Aphrodite ve Ares] Athena’nın ve Hephaistos’un kinlerine hedef olacaktır) kimsenin paylaşamadığı bu armağanlarının Thebai kentine felaketler getirdiği söylenir. Ayrıca Kadmos’tan doğan beş çocuğunun kaderleri de oldukça kötüdür.

Diğer bir efsanede ise Dardanos’un ve İasion’un kız kardeşi olarak gösterilen Harmonia, Zeus’un kaçırdığı kız kardeşini arayan Kadmos ile Semendirek’te tanışır ve evlenir. Bu arada Kadmos’un eşi olan Harmonia’dan başka bir de Kharitler’in arasında bulunan, uyum ve dengeyi temsil eden bir Harmonia vardır ki bu ikisi sıkça karıştırılır.[168]

3.23.    Hermes

Hermes, Zeus’un ve Atlas’ın kızı olan yağmur perilerinden Maia’nın ilişkisinden doğmuştur. Hermes, tanrısal iradenin aracısı ve sözcüsüdür.[169] O tanrıların habercisidir ve Zeus’un güvenilir bir elçisidir. Zeus’un gönül işlerinde ona yardımcı olur. Ayrıca Zeus onu Hades’in ve Persephone’nin hizmetine vermiştir.

Hermes, bir bereket tanrısıdır ve aynı zamanda hırsızların, çobanların, yolcuların, ticaretin, müziğin, hatipliğin, sporun ve sporcuların tanrısıdır. Çok zeki ve iyi niyetlidir. Ancak buna rağmen Pandora’ya yalan söylemeyi onun öğrettiği söylenir. Konuşmayı ve yazıyı icat eden de odur. İnsanlara toplum kurallarını ve aile içindeki görevlerini öğretmiştir. Hermes, karanlıkta bile şimşek hızıyla dolaşabilir ve istediği zaman görünmez olabilir. Hatta Hermes’in kanatlarının olduğundan ve zaman zaman uçtuğundan da bahsedilir.[170] Ölüleri ölüler diyarına götürür ve gemilere yol gösterir. Ayrıca istediği zaman insanları uyutma ve uyandırma gücüne sahiptir.[171]

Doğar doğmaz beşiğinden kalkıp yürüdüğü ve doğduğu gün Apollon’un elli adet ineğini çaldığı söylenir. Hırsızlığı belli olmasın diye ineklerin nallarını söküp ters çakar ve kendisi de ağaç dallarından ördüğü sandallarını giyerek ters yöne doğru yürür. İneklerden ikisini kesip on iki parçaya ayırır ve tanrılara sunar. Nefsine hâkim olur ve kendisi bu etten hiç yemez. Eve döndüğünde odaya bir sis gibi anahtar deliğinden sızar ve beşiğine yatar. Apollon bu hırsızlığı fark eder ve Hermes’i Zeus’un önüne çıkarır. Zeus, Hermes’e Apollon’un ineklerini geri vermesini söyler ancak içten içe Hermes’in bu kurnazlıkları Zeus’un hoşuna gider.[172]

Hatta yine doğduğu gün bir kaplumbağanın içini boşaltıp ondan lir yaptığı anlatılır ve sürüsünü çaldıktan sonra Apollon’un gönlünü bu lir ile almayı başardığı söylenir. Apollon da bu lirin karşılığında ona bolluk ve habercilik simgesi olan bir altın değnek verir ve bu değneği elinden hiç düşürmediği için Hermes’e “altın değnekli” sıfatı verilir. Ayrıca Apollon’un ona bazı kehanetleri öğrettiği söylenir. Mesela, böylece küçük taşlardan yararlanarak geleceği bilme yetisine sahip olmuştur.

Hermes’in İslam Dini’ndeki Cebrail’e benzer görevleri vardır bu yüzden kendisine “koç taşıyan” da denir. Ayrıca ruhları öteki dünyaya taşımakla görevli olduğu için Azrail konumunda da yer alır ve kendisine “ruhlar kılavuzu” da denir. Cıvaya, “Merkür” denmesinin nedeni de bu tanrının Latince adının Merkür olması ve cıva gibi hareketli ve ele avuca sığmaz olmasından kaynaklanır. Bazı düşünürler de Hermes’i İdris Peygamber ile özdeşleştirirler. Hermes veya İdris geleneği Babil, Mısır ve Yunan düşüncelerinin temeli olmakla birlikte İslam düşüncesinin de temelini oluşturan kaynaklardandır.[173]

3.24.    Dionysos

Dionysos (Dionysus), Roma ve Yunan mitolojisinde Bacchus ismiyle de bilinir. Bazı mitolojik eserlerde ve özellikle tragedyalarda Bromios, Euhios, Dithyrambos, İakkhos ve İobakkhos olarak da adlandırılır. Asya kökenli olup, bir Lidya-Frig tanrısıdır.[174] Dolayısıyla bir Anadolu tanrısı olduğu için Hesiodos eserlerinde ondan pek bahsetmemiştir.[175]

Dionysos, bir ölümlü olan Semele’nin ve Zeus’un oğludur. Hera kıskançlığından dolayı Semele’ye zarar vermek ister ve ona Zeus’tan rica etmesini ve kendisine tanrı olarak görünmesini istemesini söyler. Semele de zaten Zeus’u tanrı olarak görmek istediği için bu isteğini Zeus’a söyler. Zeus onu kıramaz ve bir anlığına ona bütün tanrılık ihtişamıyla görünür. Ancak Semele bir ölümlü olduğu için bu manzara karşısında çok korkar ve o anda karnındaki Dionysos’u düşürür, ayrıca kendisi de ölür. Bunun üzerine Zeus, Dionysos’u alır ve onu baldırına yerleştirir. Zamanı geldiğinde Dionysos, Zeus’un baldırından doğar. Bu yüzden Dionysos isminin anlamı “iki kere doğan” demektir. Doğduktan sonra onu yeryüzüne Hermes taşır ve büyütmeleri için onu peri kızlarına verir.[176]

Bir rivayete göre Semele bu olayda ölmemiştir. Dionysos annesine olan özleminden dolayı ona ölümsüzlük vermek istemiş ve diğer tanrılarda onun bu isteğini kabul etmişlerdir. Böylece Semele Olympos’a, ölümsüz tanrılar arasına katılmıştır. Aslında Semele’nin Zeus’un ışığından yanması yani şarap tanrısının bir bakıma ateşten doğması ve yağmur perileri tarafından büyütülmesi üzümü olgunlaştıran sıcaklığı ve suyu simgeler.

Başka bir rivayete göre de Dionysos, Zeus’un ve Persephone’nin oğludur. Hera, kıskançlığından dolayı Dionysos’un üzerine titanları göndermiştir. Titanlar da onu paramparça etmişler ve ortada sadece Dionysos’un yüreği kalmıştır. Daha sonra Zeus, bu yürekten onu tekrar yaratmıştır ya da Semele’ye bu yüreği yutturarak veya yüreği rahmine yerleştirerek onun Dionysos’a hamile kalmasını sağlamıştır. Bazı kaynaklarda onu tekrar yaratanın Athena olduğundan bahsedilir. Ayrıca Zeus, öfkesinden titanları
yakıp kül etmiş ve bu küllerden insanları yaratmıştır. Bu yüzden de insanoğlunun daima tanrısal bir yönü olduğu söylenir. Başka bir efsaneye göre de Dionysos’u Demeter veya Persephone doğurmuştur ve onun asıl adı, Zagreus’tur.[177]

Kışın asmalar öldüğü için Dionysos da tıpkı Demeter gibi kışın acı çeker. Dionysos, aslında bir doğa tanrısıdır. Ormanları ve avlanmayı severdi. Ayrıca dünyanın birçok yerini gezerek insanlara şarap yapımını öğretmişti. Klasik dönemin şarap ile özdeşleştirilen, mistik vecd tanrısı olarak kabul edilirdi.[178]

Dionysos şarabın, sarhoşluğun ve sarhoşlukla gelen çılgınlığın ayrıca nimetlerin, coşkunun ve yaşama sevincinin tanrısıydı. Bu yüzden de "coşkun" sıfatına sahipti. O aynı zamanda üremeyi de simgelerdi.[179] Dionysos’a bağlananlar büyük bir sevinç içinde yaşadıkları için, ona "gamdan kurtaran" derlerdi. Ayrıca antik dönem tiyatro oyunları, Dionysos adına yapılan şenliklerden esinlenerek üretilmişlerdi.[180]

Dionysos bazen çok iyi ve bazen de çok kötü olabilirdi. Kendisine tapanlara huzur ve sevinç verebileceği gibi onlara büyük yıkımlar da getirebilirdi. Kendisi ölümsüz bir tanrıydı ancak ölüp tekrar dirilmeyi zaman zaman yaşamıştı. Aslında bu durum, asmaların kışın ölmesi ve yazın canlanması deviniminin sürekliliğini simgelerdi.[181]

Dionysos’un efsaneleri tepki ve direnç üstüne kuruludur. İnsan ve doğa arasındaki ilişkiyi simgeler. Doğanın sırlarına erip, tanrılaşmak insanoğlunun en büyük arzularından birisidir. Dionysos, insanlara şarap ve sarhoşluk vasıtasıyla bunun yolunu göstermeye çalışmıştır. Hıristiyanlığın, Hz. İsa ve şarap arasında kurduğu bağlantıya dikkat edersek bu tanrıdan fazlaca etkilenmiş olduğunu söyleyebiliriz. Dionysos, en gizemli ve en kıdemsiz tanrı olarak kabul edilmiştir. O, Olympos’a giren tanrıların sonuncusudur ancak buna rağmen Yunan dünyasında derin izler bırakmıştır.[182]

3.25.    Pan

Pan, Hermes’in ve Penelope’nin ya da bir nymphe olan Dryope’nin oğludur. Bazı efsanelerde Uranos’un ve Gaia’nın, bazılarında da Kronos’un ve Rhea’nın oğlu olarak da gösterilir. Ayrıca Dionysos’un çok yakın arkadaşıdır.[183]

Boynuzlu, toynaklı ve son derece kötü kokan keçi kılıklı bir tanrıdır. Pan’ın boynuzlarının güneş ışığını, karnının gökyüzünü ve kıllı bacaklarının da toprağı simgelediği söylenir. Ormanlar ve kırlar onun mekânıdır. Dans etmeyi sever ve çok güzel kaval çalar. İstediği zaman görünmez olabilir ya da bir efsaneye göre insanlar Pan’ın varlığını unuttukça Pan yavaş yavaş yok olmaya başlar. Pan, çobanların ve sürülerin koruyucu tanrısıdır ayrıca bir av tanrısı olarak da bilinir. Sürekli peri kızlarına âşık olur ancak çok çirkin olduğu için bu peri kızları ona asla yüz vermezler.[184]

Hermes onu Olympos’a götürdüğünde çirkinliğinden dolayı tanrıların hepsi onunla alay ederler ve tanrılar ona “hepsi” anlamına gelen Pan ismini verirler. Aniden ortaya çıkarak yolcuları korkutup, onlara korku (panik) yaşattığı için “panik” anlamında Pan denmiş olabileceği yönünde bazı görüşler vardır.[185] Ayrıca isminin “bütün” anlamında olduğu ve bu anlamın Pan’ın son derece güçlü olduğunu ifade ettiği de söylenir.[186]

3.26.    Silenos

Silenos, önceki devirlerde Frigyalı bir su tanrısı olarak kabul görmüştü. Fakat daha sonra Orpheus Tarikatı mensupları onun geleceği bilme yetisine sahip bilge bir ihtiyar olduğundan ve hatta Dionysos’un eğiticiliğini yaptığından bahsetmişlerdi.[187] Ya da tam tersi Dionysos’un onun hocası olduğundan ve Pan’ın ya da Hermes’in bir periden olma oğlu ya da kardeşi olduğundan da bahsedilmişti. Uranos’un kesilen organının kanından doğduğu da çeşitli görüşler arasında yer alır. Silenos ismi ayrıca yaşlı Satyrlere verilen genel bir ad olarak da kabul edilirdi.[188]

Silenos, koca karınlı ve kel bir ihtiyardır. Hayvan kulakları ve bir de kuyruğu vardır. Daima sarhoştur ve bu yüzden daima Satyrlerin yardımıyla yürür. Bindiği eşeğinden sürekli düşer. Son derece bilge ve yaşamın sırlarına vakıf bir kişidir ancak bu bilgeliğini sadece zor zamanlarda kullanır. Bazı ilkel müzik aletlerini keşfettiğine inanılır. Kral Midas, Silenos’u çok iyi ağırladığı için, Dionysos tarafından tuttuğu her şeyin altın olmasıyla ödüllendirilmişti.[189]

3.27.    Satirler

Satirler, ormanlarda ve dağlarda yaşayan doğa cinleridir. Üst kısımları insan bedeninde, alt kısımları da at veya teke biçiminde tasvir edilir. Kaba ve korkaktırlar ayrıca insanlara hiç iyi davranmazlar. Satirler, çoğunlukla ellerindeki flütler ve ardından koştukları Nemfler (Nympheler, peri kızları) ve Mainadlar (sürekli Dionysos’un yanında gezen çılgın kadınlar) ile birlikte tasvir edilirler. Şarap tanrısı Dionysos ile birlikte şarap içerler ve kırlarda dans ederler. Satirler, terminolojide nadiren Faunes (Fauness) olarak da tabir edilirler. Dişi Satirlere ise “Satires” (Satyresses) denilmektedir.

Satirler, insan başı ve gövdesine sahip olarak ve genellikle çıplak göğüslü bir halde, belden aşağıları ise keçi şeklinde tasvir edilirler. Yunan heykel ustası Praksiteles ise (M.Ö. 4. yüzyıl), Satirler’in bedenlerindeki hayvan özelliklerini en aza indirerek yakışıklı ve genç bir erkek görünümünde olan yeni bir Satir tipi oluşturmuştur.[190]

3.28.    Kentaurlar (At Adamlar)

Kentaurlar bir rivayete göre, Nephele (Bulut) (bir rivayete göre de; bulut kılığına bürünmüş Hera) ile Teselya’nın en eski kabilesi olan Lapithler’in kralı İksion’un çocuklarıdırlar. Dişilerine ise “Kentaures” (Centauress) denilmektedir. Başları ve gövdeleri insan, vücutlarının geri kalan kısımları da at olarak tasvir edilir.

Kentaurlar, şaraba ve kadınlara çok düşkündürler. Ancak içlerinde Kentaur Kheiron gibi çok iyi, çok bilge ve geleceği görme yetisine sahip olanları da vardır. Hatta Herakles ve Akhilleus gibi mitolojideki birçok ünlü kahramanın bu bilge ve yetenekli Kentaurlar tarafından yetiştirildiği söylenir.[191]

3.29.    Hekate

Hekate isminin anlamı, “hedefi vuran” demektir ve bu isim aynı zamanda Apollon’un ve Artemis’in de sıfatlarındandır.[192] Hekate, titanlardan biri olan Perses’in ve Asteria’nın kızıdır. Özellikle Karyalılar[193] tarafından sevilen bu tanrıça Anadolu ya da Trakya kökenli olarak kabul edilir. Tanrıça, Artemis ve Apollon ile anne tarafından kuzendir. Ayrıca Efesli Artemis ile de benzer özellikler taşır.

Baş Tanrı Zeus dünyayı, kendisi gökyüzünü, kardeşi Poseidon denizleri, Hades ise yeraltını alacak şekilde paylaştırır ve Tanrıça Hekate’ye bu üç alanda da yetki verir. Bu yüzden bu tanrıçanın üç başlı tasvirleri yapılmış ve bu tasvirler zamanla ay tanrıçaları olan Hekate, Artemis ve Selene’yi ifade ederek böylece bir üçleme (teslis) inancını beraberinde getirmiştir.

Hekate, Zeus’un ve diğer tanrıların yanında çok değerliydi ve hiçbir olaya adı karışmamış gizemli bir tanrıçaydı. Zeus, ilk “tanrıça” unvanını ona vermişti. Theogonia’da kendisinden yerde, gökte ve denizlerde önemli yaptırımları olan çok güçlü bir tanrıça olarak bahsedilmişti. Ona son derece büyük bir saygı duyulur ve onun adına kurbanlar kesilirdi. Hekate’nin dilediği kimselere bütün mutlulukları vermeye gücü yeterdi. Savaşlarda ve yarışlarda onun istediği taraf kazanırdı.

Ayrıca Hekate, denizcilerin koruyucusu olarak kabul edilirdi ve yolculukların iyi geçmesini sağlardı. Dilediği zaman bereket verir ve dileğinde kıtlık verirdi. Gençliğin besleyicisi ve koruyucusu olarak kabul edilirdi. Daha sonraları Hekate, bir büyü tanrıçası olarak da kabul edilmişti. Aynı şekilde Roma’da da kutsal bir bakire olan ay ve sihir tanrıçası olarak kabul edilirdi. Günümüzde, Türkiye’de Muğla-Yatağan’da bulunan Lagina Antik Kenti ve Trakya açıklarındaki Semadirek Adası, bu tanrıçanın başlıca kült merkezleridir.[194]

3.30.    Ganymedes

Ganymedes, yaşadığı dönemde ölümlü insanların en güzeli olarak kabul edilen genç bir delikanlıdır. Zeus ona âşık olur ve onu bir kartal kılığına girerek ya da bir kartal göndererek kaçırır. Ganymedes’e ölümsüzlük verir ve onu tanrıların hizmetçisi yapar.[195] Zeus onu kaçırmadan önce Ganymedes’in Truva kralı Tros’un oğlu olduğu söylenir.[196] Oğlunu elinden aldığı için Zeus, Ganymedes’in babasına çok değerli iki atı hediye olarak gönderir.[197]

Yunanistan’da bu Ganymedes efsanesinden dolayı erkeklerin bir delikanlıya cinsel eğilimi dinsel nitelikte bir sevap sayılırdı. Bu durum Yunan Uygarlığı’nda uzun bir süre varlığını korudu. Hatta Yunanistan’da bu eğilimin giderek yaygınlık kazanması üzerine kadınlar “ginese” ya da “gynekaion” denilen bir çeşit harem dairesine kapatılmaya başlandı.

Sokrates’e atfedilen "Sokratvari sevgi" teriminde de bu eğilimin izleri görülür. Aynı şekilde Platon’a atfedilen "Platonik aşk" sözü de bizim bugün kullandığımız anlamından oldukça farklıdır. Platon özellikle Phaidros adlı eserinde bir erkek öğrencisine duyduğu ilgiyi mazur göstermek için Ganymedes efsanesini sürekli olarak hatırlatır.[198]

3.31.    Horalar

Horalar, iklimin ve zamanın üç tanrıçasıdır. Yasa, yargı ve barış tanrıçaları olarak kabul edilirler. Zeus’un ve Themis’in kızlarıdırlar ve Moiralar’ın da kardeşleridirler. Hora kelimesinin anlamı “saat” olarak bilinir. Homeros, Horaları "göğün kapıcıları" olarak nitelendirir.

Horalar’ın isimleri ve görevleri, Eunomia; en iyi yasaların tanrıçasıdır, Dike; en haklı yargıları veren tanrıçadır ve Eirene; tarımı koruyan bereket ve barış tanrıçası olarak kabul edilir.

Horalar, doğanın ve toplumun düzenini sağlarlar. Ayrıca zaman ölçülerini düzenlerler ve bitkilerin hayat sürecini yönetirler. Tanrıların kapısını gözetirler ve Hera’nın hizmetini görürler. Horalar; genellikle ellerinde çiçekler olan genç kızlar olarak tasvir edilirler.[199]

3.32.    Moiralar

Moira ismi, pay ve paylaştıran anlamlarına gelir. Bunlar kader tanrıçalarıdırlar ve onlara Parkalar ya da Norneler de denir. İsimleri; Atropos, Klotho ve Lakhesis’tir. Atropos’un anlamı, “geri dönülmez” demektir ve ölümü simgeler. Klotho’nun adı, “bükmek, dokumak” anlamındadır. Lakhesis ismi ise, “kader” ve “alın yazısı” anlamına gelmektedir.[200]

Moiralar bir rivayete göre, Zeus’un ve Themis’in kızlarıdırlar. Themis, bir yasa tanrıçasıdır ve bu yasa tanrıçasından, kader tanrıçalarının doğmuş olması oldukça anlamlıdır. Bazılarına göre ise Moiralar, Nyks’in kızlarıdırlar. Bazen de doğum tanrıçası Eilithyia ve talihi simgeleyen Tykhe ile birlikte anılırlar.[201]

Moiralar, üç kız kardeştirler. Bu kızlardan biri ömür ipliğini dokur, diğeri ipliği yumak haline getirir, sonuncusu da ömür bittiğinde o ipliği keser. Onların kararlarını değiştirmeye Zeus’un bile gücü yetmez. İnsanların doğumlarını ve ölümlerini, aynı zamanda dünyanın düzenini kontrol ederler. Moiralar, insanların bu dünyadaki nasiplerini temsil ederler. Platon, “Devlet” adlı eserinin son bölümünde yeniden yeryüzüne çıkacak olan ruhların Moiralar’a başvurduğundan ve onlardan izin almaları gerektiğinden bahseder.[202]

3.33.    Kharitler

Kharitler güzelliğin, sanatın ve müzik etkinliklerinin tanrıçalarıdır. Doğanın ve insanın yaşamını güzelleştirirler ayrıca bitkilerin yetişme gücünü simgelerler.[203] Zeus’un ve Okeanus kızlarından biri olan Eurynome’nin kızlarıdırlar. Bazı rivayetlerde annelerinin Hera olduğundan bahsedilir. Kharitler, “üç güzeller” olarak da bilinirler.

İsimleri, Aglie (parlaklık, ışıltı), Euphrosyne (sevinç, neşe) ve Thalia’dır (bitkisel gelişmeyi simgeler). Göze hoş görünen her şeyi simgeleyen bu tanrıçaların adları da parlaklık, ışıltı ve güzellik anlamlarına gelen "Kharis" sözcüğü ile bağlantılıdır. Kharitler, müzisyen tanrı Apollon’un maiyetindedirler. Kadın işlerinin ve entelektüel faaliyetlerin tanrıçası olan Athena’ya da daima eşlik ederler. Aphrodite’nin yanından ayrılmayan Himeros ile birlikte dolaştıkları da söylenir. Ayrıca Eros ve Dionysos’a eşlik ettiklerinden de bahsedilir. Kharitler, Pandora’nın süslenmesine yardım ederler. Her yere ve herkese neşe saçarlar. Ayrıca zihinsel çalışmalarda ve sanat eserlerinde insanlara verdikleri ilham ile bu çalışmalar ve insanlar üzerinde önemli bir etkiye sahiptirler.[204]

3.34.    Musalar

Müzler veya Musalar ismi, Yunanca “Mousai” sözcüğünden gelmektedir. Bu sözcük ise etimolojik olarak akıl, düşünce, yaratıcılık yeteneği gibi anlamlara gelen "men" kökündendir. Musalar, Zeus’un bellek tanrıçası olan Mnemosyne ile dokuz gece birleşmesinden doğan dokuz kızdır. Bazı efsanelere göre Harmonia’nın ya da Uranos’un ve Gaia’nın kızları olarak gösterilirler.

Musalar’ın isimleri ve görevleri, Klio; tarih perisidir, Euterpe; müzik perisidir, Thalia; komedya perisidir, Melpomene; tragedya perisidir, Terpsikhore; oyun ve dans perisidir, Erato; sevgi ve coşku perisidir, Polymnia; güzel konuşma ve ezgi perisidir, Urania; astronomi perisidir ve son olarak Kalliope; kahramanlık destanlarının perisidir.

Mitolojik inanışa göre, yeryüzünün bütün şairlerini ve müzisyenlerini Musalar ve Apollon esinlerler. Musalar müziği, belleği ve sanatı temsil ederler. Son derece alçak gönüllü ve yumuşak huylu peri kızlarıdırlar. İnsanlara kötü şeyleri unuttururlar. Genellikle Apollon önderliğindeki bir koroda, tanrıların bütün şenliklerinde şarkı söyleyerek ve dans ederek tanrıları eğlendirirler. Musalar, Thetis’in ve Peleus’un ayrıca Harmonia’nın ve Kadmos’un düğünlerinde bulunmuşlar ve bu düğünlerde düzenledikleri şenlikler ile tanrıları ve insanları eğlendirmişlerdir.[205]

3.35.    Nymphalar

Nympha ismi, “başı örtülü” ve “gelin” gibi anlamlara gelir. Kırlarda, sularda ve ormanlarda yaşayan peri kızlarıdırlar. Aslında ölümsüz değillerdir ama insanlar onların ölümsüz olduklarına inanırlar. Bu peri kızları yaşadıkları yerleri korurlar, ayrıca kimi zaman insanları kaçırırlar ve onlarla evlenirler. Bazılarının hastalıkları iyileştirme gücü vardır, bazıları da insanlara çeşitli konularda ilham ve geleceği bilme yetisi verirler.

Nymphalar’a benzer başka periler de vardır. Bunlar Oreaslar; dağ perileri, Auloniadlar; vadi perileri, Dryaslar ya da Dryadlar ve Hamadryaslar; ağaç perileridirler. Bu ağaç perileri korudukları ağaçtan ayrılmazlar, o ağaçta doğarlar ve ölürler.[206]

3.36.    Erinisler

Erinisler, öç alma tanrıçalarıdır. Alekto (dinmek bilmez öfke), Tesiphone (kan gütme) ve Megaire (aşırı kıskançlık) isimli üç kız kardeştirler. Yaşadıkları mekânları ise Erebos’tur.

Kronos, Gaia’nın emriyle Uranos’un cinsel organını kesince Uranos’un kesilen cinsel organından yere akan kanlardan hamile kalan Gaia, Erinisleri doğurur. Gaia’nın bunu yapmasının nedeni doğan çocuklarını yuttuğu için Uranos’a kızgın olması ve ondan intikam almak istemesidir.

Erinisler sert mizaçlı ve acımasızdırlar. Genellikle kanatlı olarak tasvir edilirler ayrıca gözleri kanlıdır, saçlarında yılanlar, ellerinde meşaleler ve kamçılar vardır. Bazen de insanları kovalayan köpekler olarak tasvir edilirler. Erinisler, daha sonraları ahiret inancı yerleştikçe cehennemin cezalandırıcı tanrıçaları olarak kabul edilmişlerdir. Kötüleri ve günahkârları cezalandırırlar. Adlarını anıp dikkatlerini ve öfkelerini çekmemek için onlara, “iyi saatte olsunlar” denir. Buradan yola çıkarak Erinisleri İslamiyet’teki cinlerle bağdaştırabiliriz.

Erinisler kendilerinden daha genç olan tanrıların otoritesini kabul etmezler ve kendi yasalarından başka hiçbir yasayı tanımazlar. Kendilerini kızdıran kurbanlarını delirtip, onlara işkence ederler. Özellikle de aile kurumuna karşı işlenen suçları çok ağır bir şekilde cezalandırırlar. Ayrıca tanrılara benzememeleri için, kâhinlerin bazı şeyleri bilmelerini engellerler. Aslında Erinisler daima iyilikten yanadırlar ve insanlığın vicdanını simgelerler. Kötüleri ve kötülükleri cezalandırmak onların asli görevidir. Bu yüzden onlara, hayırlılar anlamına gelen “Eumenideler” de denir.[207]

3.37.    Sirenler

Yunan mitolojisinde Sirenler ya da Seireneler (Acheloides), Sirenum Scopuli denen bir adada yaşadıklarına inanılan deniz yaratıklarıdırlar. Bazı farklı öykülerde ise Cape Pelorum’da ya da Anthemusa Adası’nda yaşamış olduklarından ve günümüzde de halen Paestum kenti yakınlarındaki Sirenus Adaları’nda ya da Capreae Adası’nda[208] yaşadıklarından bahsedilir. Bu yerlerin tamamı uçurumlarla ve kayalıklarla çevrili adalar olarak bilinirler.

"Siren şarkısı'' terimi ise Sirenlerin çok güzel sesleriyle söyleyip denizcileri büyüledikleri, böylece büyülenen denizcileri yemek amacıyla kendilerine çekmek için kullandıkları şarkılardır. Onların civarında dolaşan denizciler, Sirenlerin söyledikleri şarkılardan büyülenip gemilerini kayalıklara doğru sürerlerdi ve böylece Sirenlere yem olurlardı. İçlerinde Odysseus’un da bulunduğu çok az sayıda kahramanın Sirenlere yem olmaktan kurtulabildikleri anlatılır. Ayrıca bazı kaynaklarda Sirenlerin, genç Persephone’nin oyun arkadaşları olduklarından bahsedilir.

Sirenler, Yunanistan’daki en büyük nehirlerden biri olan Achelous Nehri’nin tanrısı Achelous’un kızları olarak kabul görmüşlerdir. Homeros, Sirenlerin sayılarıyla ve isimleriyle ilgili bilgi vermese de, daha sonraki dönem yazarları onların hem isimlerine hem de sayılarına değinmişlerdir. Bazen Aglaopheme, Ceysi ve Thelxiepeia adlı üç tanesinden bahsedilmiştir ve bazen de Peisinoe, Aglaope ve Thelxiepeia adlı diğer bir üçlünün bahsi geçmiştir. Sayıları genellikle iki ile beş arasında, isimleri de genellikle çeşitli kaynaklarda; Thelxiepia-Thelxiope-Thelxinoe, Molpe, Aglaophonos-Aglaope, Pisinoe-Peisinoe, Ceysi, Parthenope, Ligeia, Leucosia, Raidne ve Teles olarak değişiklik gösterir.

Sirenler daha eski betimlemelerinde kuş vücutlu ve kadın başlı, kanatlı ölüm tanrıçaları olarak tasvir edilmişlerdir, ancak Homeros onları denizle ilişkili olarak anlatır. Ona göre Sirenler, çok güzel ezgiler söyleyen denizkızlarıdır ve onların ezgilerine kapılıp seslerini takip edenler ölüme giderler. Çoğunlukla günümüzde tasvirleri halen yapılan denizkızları şeklinde betimlenmişlerdir.[209] Bir de Silenler vardır ki bunlar, yarı insan yarı at formunda olan ve iki ayağı üzerinde yürüyen yaratıklar olarak tasvir edilmişlerdir.[210]

OLYMPOSLU TANRILARIN ve TANRIÇALARIN SIFATLARI

Buraya kadar yapılan incelemelere göre Olymposlu tanrıların ve tanrıçaların sıfatları özetle aşağıdaki gibi ifade edilebilir:

1.     Gaia: Toprak anadır. Yaratıcılık, doğurganlık ve kehanet sıfatlarına sahiptir.

2.     Uranos: Gökyüzünün sahibidir ve daima hükümdarlığını kaybetmekten korkmuştur. Bu yüzden çocuklarının hepsini yerin derinliklerine hapsetmiştir.

3.     Kykloplar ve Hekatonkheirler: Yaptıkları her işte başarılı olan, korkusuz, zalim ve vahşi devlerdir. Demircilikte ustadırlar. Zeus’a yıldırımları ve gökgürültüsünü vermişlerdir.

4.     Kronos: Zamanı, gökyüzünü, iyiliği ve bereketi temsil eder. Aynı zamanda hırs ve acımasızlık sıfatlarına sahiptir. O da tıpkı babası Uranos gibi, egemenliğini kaybetmek korkusuyla çocuklarının hepsini yutmuştur.

5.     Rhea: Tanrılar anası ve büyük ana sıfatlarına sahiptir. Doğurganlığı simgeler ve tüm varlıkların anasıdır. Kendisine hiçbir şekilde karşı konulamaz.

6.     Okeanos: Her şeyin ilk ilkesi ve bütün suların babasıdır. Dünyanın sınırlarını belirleyen, oldukça heybetli bir tanrıdır.

7.     Tethys: Denizi, nehirleri ve bereketli okyanusu simgeler. Her şeyi koruyup, gözetendir. Ayrıca arabulucu bir tanrıçadır.

8.      Styks: Verilen yeminleri tutmayı simgeler. Aynı zamanda gücü ve kudreti temsil eder.

9.     Aphrodite: Güzelliği, aşkı, sevgiyi, ışığı ve aynı zamanda öfkeyi simgeler. Dilediğini yapabilen ve tabiatı yönlendirebilen bir tanrıçadır.

10.     Hyperion: Görme gücünün temsilcisidir.

11.     Theia: Genişlik ve aydınlık veren sıfatlarına sahiptir.

12.     Phoebe: Parlaklığın ve zekânın temsilcisidir ve ayrıca kâhinlik sıfatına sahiptir.

13.     Koios: Aklı ve ışığı simgeler.

14.     Mnemosyne: Belleğin, hafızanın ve hatıraların temsilcisidir.

15.      Themis: Adalet ve düzenin temsilcisidir. Görkemli ve ağırbaşlı bir tanrıçadır. Doğanın, mevsimlerin ve yılların dengesini sağlar. Ahlak düzenini sağlar ve ezilenleri korur. Aynı zamanda kâhinlik özelliğine sahiptir. Tanrıların toplantılarına başkanlık eder. Zeus’un danışmanlığını ve yardımcılığını yapar.

16.     Kriyus: Gücü ve savaşı simgeler.

17.     İapetos: Dikkati simgeler.

18.     Atlas: Dünyayı omuzlarında taşıyan tanrıdır.

19.      Prometheus: .Öngörülü bir kâhindir. Bilinci ve özgürlüğü simgeleyen ve daima insanlardan yana olan bir titandır. Aynı zamanda ilk insanı yaratmış ve insanlar için tanrılar katından ateşi çalmıştır.

20.     Epimetheus: Bir şeyi sonradan düşünen sıfatına sahiptir. Merakına yenilmesi sonucunda, Pandora’nın kutusunu açmakla yaptığı hata ile bilinir.

21.      Helios: Güneş tanrısıdır. Yorulmaz sıfatına sahiptir. Her şeyi gören ve bilen adil bir yargıçtır. Adeta evrenin gözüdür. Ayrıca körlerin gözlerine şifa verdiğine inanılır.

22.     Selene: Ay tanrıçasıdır ve umudu korumakla görevlidir.

23.      Eos ve Astraios: Eos; şafak tanrıçasıdır. Rüzgârların ve yıldızların anasıdır. Günün ilk ışıklarını insanlara ulaştırandır. Astraios ise; yıldızlı gökyüzünü simgeler. Yıldızların ve rüzgârların babası olarak bilinir.

24.      Khaos: Boşluk ve kargaşa halini simgeler. Kendisinden ilk Yunan tanrılarının oluştuğu, cinsiyetsiz ve ilkel bir tanrısal varlıktır. Her şeyin ilk başlangıç ilkesi olarak kabul edilir.

25.     Erebos: Ruhların ölümden sonra ilk gittikleri yer olarak kabul edilir. Hades’in bir bölümüdür.

26.     Nyks: Geceyi temsil eden tanrısal bir varlıktır.

27.     Eris: Kavga, fesat ve nifak tanrıçasıdır. Azgın ve kötüdür. Aynı zamanda uyumsuzluğu ve anlaşmazlığı simgeler. Diğer bir Eris ise; olumlu rekabeti simgeler ve insanlara çalışma zevkini aşılar.

28.     Tartaros: Cehennemi simgeleyen tanrısal bir varlıktır.

29.     Eros: Aşk ve şehvet tanrısıdır. Doğurganlığı ve bereketi simgeler. Evreni sevgi ile meydana getirmiş ve böylece türlerin devamlılığını sağlamıştır. Evrende düzeni oluşturan Eros’tur. Tıpkı sevgi gibi her yerde ve her şeyde vardır. Eros; eninde sonunda amacına ulaşması özelliği ile bilinir.

30.     Pontos: Deniz tanrısıdır ve tüm akarsuların babasıdır. Aynı zamanda denizlerin derinliğini simgeler.

31.      Nereus: Su tanrılarının en büyüğüdür. Dürüst, yumuşak huylu ve iyi bir tanrıdır. Görünüm değiştirebilme ve bilinmeyenden haber verebilme özelliklerine sahiptir.

32.     Thaumas: Yağmur damlalarının tanrısı olarak bilinir.

33.     Aither: Gökyüzünün, uzayın ve cennetin tanrısıdır.

34.     Ourea: Dağların tanrısı olarak kabul edilmiştir.

35.     Zeus: Güneş ve gökyüzü tanrısıdır. Ayrıca verimlilik tanrısı ve evrenin mutlak önderidir. Yeryüzündeki ahengi ve düzeni sağlar. Dilediğine şan, şöhret ve güç verir. Dürüst insanları tüm kötülüklerden korur ve kötüleri cezalandırır. Kimse onu yönlendiremez. O; bütün tanrıların güçlerinin toplamından daha güçlüdür ancak buna rağmen yine de zaman zaman her şeyi bilemez ve aynı anda birçok yerde bulunamaz. Zeus; tanrısal gök babadır. Göğün parlaklığını ve ışıltılı aydınlığını simgeler. Kendisini, ayrıca diğer tanrıları ve insanları istediği kılığa sokabilir. Hiddetli ve cezalandırıcı olduğu kadar adaletli ve doğruluktan yana olan bir tanrıdır. Güçlerini yerinde ve zamanında kullanır, haksız yere hiçbir şeyi ve hiç kimseyi incitmek istemez. Kaprissiz, yardımsever ve sorumluluklarını bilen bir tanrıdır. İyiliği dağıttığı gibi kötülüğü de dağıtır. Ayrıca çok çapkın bir tanrı olmasıyla meşhurdur. Güzel olan her şeye gönlünü kaptırır ancak çapkınlığı hiçbir zaman yüceliğine gölge düşürmez. Birçok ölümlüyle aşk yaşamış ve sonunda bu ölümlü kadınlar daima hüsrana uğramışlardır. Bu durumda Zeus, bencil bir karaktere de sahip olmuştur. Zeus’un insanlara haberlerini kartallarla gönderdiğine inanılır. İnsanlar, kartalların uçuş biçimine göre Zeus’un öfkeli ya da sakin olduğunu yorumlarlar. Oğlu Hephaistos’un yaptığı krallık asasını taşıyan güçlü ve olgun bir adam olarak tasvir edilir. Zeus’un birçok sıfatları vardır, O bulutları devşiren, göklerde gürleyen, şimşekleri savuran, uzaktan duyulan gök gürültüsü, keçi derisinden kalkan taşıyan, yağmuru yağdıran, rüzgârları estiren ve göğe gökkuşağını asandır. Ayrıca Zeus, Nephelegereta; bulutları devşiren, Hypsibremetes; göklerde gürleyen, Asteropetes; şimşekleri savuran, Terpikeraunos; yıldırımları savuran, Erigdoupos; uzaklardan duyulan yankılı gök gürültüsü, Aigiokhos; kalkan taşıyandır. Zeus’un başka sıfatları da vardır, O baba (Pater), kurtarıcı (Soter), aile ocağının ve varlıkların koruyucusu (Ktesios), konukları gözeten (Ksenios), ulusal bağımsızlığın koruyucusu (Eleutherios) ve yeminin kutsallığını koruyandır (Horkios). Ayrıca Zeus, Kronos’un oğlu ve Olymposlu sıfatlarına da sahiptir.

36.       Hades: Yeraltının, yeraltı zenginliklerinin ve ölüler diyarının tanrısıdır. Görünmezdir ve adını ananlara bile ürperti verir. Güçlü ve acımasızdır. Ancak buna rağmen doğruluğu ve adaleti sever. Hades’in gözünden hiçbir şey kaçmaz. Bahtsız bir tanrı olarak kabul edilmiştir.

37.    Poseidon: Denizlerin, depremlerin, adaların ve atların tanrısıdır. Ayrıca denizcilerin ve balıkçıların tanrısı olarak da kabul edilir. Atı yaratan ve evcilleştirendir. Ölüler diyarına geçişleri düzenler. Acımasız, huysuz, vahşi, mutsuz ve intikamcı gibi sıfatlara

sahiptir. Buna rağmen yakınlarının ve sevdiklerinin dileklerini yerine getirmekten hiçbir zaman kaçınmaz.

38.    Hera: Güçlü ve cesur bir ana tanrıça figürüdür. Kıskanç, intikamcı, hırçın, inatçı ve kavgacı gibi sıfatlara sahip olmakla beraber aynı zamanda azametli, vakur, düşünceli, ciddi, olgun ve namuslu bir tanrıçadır. Güzelliğine çok önem verir. Varlıklı ve bencil burjuva kadınını temsil eder. Mevsimlere ve yıldızlara hükmedebilir. Göğün saf ışığını ve kadınlığın kutsallığını temsil eder. Hera, vefakâr ve sadık bir eştir. Meşru evliliğin, aile ocağının ve gebeliğin koruyucusudur. Kadınlarla ve onların hayatlarıyla ilgili her şeyin düzenleyicisi ve koruyucusu olarak kabul edilir.

39.    Hestia: Sakin, iyi niyetli, iyi huylu, alçakgönüllü, ciddi ve kendisine çok saygı duyulan bir tanrıçadır. Ailenin, evin, misafirlerin, devletin, şehirlerin ve ülkelerin koruyucusudur. Hestia, dinsel birliği temsil eder. Yeni doğan çocukları kutsadığına inanılır. Ayrıca insanlara ev yapımını öğretmiştir.

40.    Hephaistos: Ateşin, demirin ve sanayinin tanrısıdır. Aynı zamanda yanardağların ve depremlerin de tanrısıdır. Tarımın, uygarlığın, sanatın ve mesleklerin koruyucusudur. Usta bir sanatçı ve kuyumcudur. Topal ve çirkin olmasına rağmen son derece ince zevkli ve hünerlidir. Tanrıların özel eşyalarını yapmıştır. İlk kadın Pandora’nın da yaratıcısı olarak kabul edilir.

41.    Hebe: Solmayan gençliği temsil eder. Eli her işe yatkın bir ev kızını simgeler ve tanrılara hizmet eder.

42.    Eileithyia: Ebe tanrıçadır. Kadınlara gebeliklerinde ve doğum yapmalarında yardımcı olur.

43.    Demeter: Doğanın, tarımın ve bereketin tanrıçasıdır. Evliliği ve anneliği simgeler. İnsanlara toprağı ekip biçmeyi, hayvanları tarımda kullanmayı, değirmeni icat edip kullanmayı ve ekmek yapımını öğretmiştir.

44.    Persephone: Baharın ve taze ekinlerin tanrıçasıdır. Hasat zamanı ve baharla olduğu kadar, Hades’in eşi olmasından dolayı ölüler diyarı ile de bağlantılıdır.

45.    Metis: Hikmet, zekâ, akıl, basiret, dürüstlük, düşünme ve danışmanın sembolüdür.

46.    Athena: Koruyucu bir tanrıçadır. Zekânın, savaşın, eğitimin ve sanatın tanrıçasıdır. Akılcı savaşın sembolüdür ve orduları yönetir. Hırslı, tutkulu ve cesurdur. Dilediğine esenlik ve zafer verir. Temkinlidir, bilgelik ve önsezi sahibidir. Gösterişi, yalanı, kabalığı ve zulümü sevmez. İnsan zekâsının ürünü olan her şeyin mucidi olarak kabul edilir. Uygarlığın ve tarımın koruyucusudur. Pandora’yı eğitmiştir, atı evcilleştirmiş ve zeytini yaratmıştır.

47.    Leto: Işık tanrıçasıdır. Apollon’un ve Artemis’in annesidir.

48.    Artemis: Bir ana tanrıça figürüdür. Altın oklu tanrıçadır. Avcılığın, ölümün, cehennem güçlerinin ve büyücülüğün tanrıçasıdır. Oldukça güzel bir bakiredir. Dolayısıyla iffet ve bakireliğin de sembolüdür. Ayrıca gençlerin, yolcuların ve ruhların koruyucusudur. Yerine göre öfkeli ve kincidir. Doğum tanrıçası olarak da kabul edilir. Aynı zamanda toprağı ve bereketi simgeler. Bitkilere şifa verir, meyvelerin olgunlaşmasını ve ekinlerin yetişmesini sağlar.

49.    Apollon: Bir ışık tanrısıdır. Parlak, altın saçlı, ok taşıyan, gümüş yaylı gibi sıfatlara sahiptir. Çapkın bir tanrıdır ancak sevdiği insanlara karşı da oldukça vefalıdır. Ayrıca oldukça kıskançtır. Bilicilik, musiki, rahmet ve doğruluk tanrısıdır. Apollon’un gözünden hiçbir şey kaçmaz. En gizli sırları dahi bilebilir. İnsanlarla tanrılar arasında aracılık yapar. İnsanların duygularına yön verir ve ayrıca dilediği her şeye hayat verebilir. Duru ve ölçülü bir gücü simgeler. Aklın, öngörmenin, anlamanın ve kavramanın temsilcisidir. İnsanlara hitabet sanatını ve tıp bilimini öğretmiştir. Dilediğine hastalık ve dilediğine şifa verebilir.

50.    Asklepios: Sağlık tanrısıdır ve tıp biliminin kurucusu olarak kabul edilir. Apollon’un oğludur.

51.    Leda: Helen, Kastor ve Polluks’un annesidir.

52.    Helen: Kendi döneminde dünyanın en güzel kadını olarak kabul edilmiştir. Zeus’un fani bir kadından (Leda) olan tek kızı olduğu söylenir. Truva Savaşı’na Helen’in güzelliğinin sebep olduğu anlatılır.

53.    Kastor ve Polluks: Bu tanrısal ikizlerin en önemli özelliği; denizcileri korumaları ve onlara yardım etmeleridir. Deniz tanrısı Pontos’un emrinde ve hizmetinde çalışırlardı.

54.    Ares: Fırtına, savaş ve kahramanlık tanrısıdır. Yokedici, deli, gözyaşı döktüren, uğursuz, elleri kanlı ve kaleler yıkan gibi sıfatlara sahiptir. Acımasız, kavgacı, kaba ve asık suratlıdır. Ancak aynı zamanda fazlasıyla korkaktır. Gözü pekliğin ve liderliğin simgesidir. Akılcı savaşı değil, hoyratça kavgayı temsil eder. Düzene karşı gelir, yasaları çiğner ve kan dökmekten hoşlanır. Yunanlar tarafından pek saygı görmeyen bir tanrıdır.

55.    Enyo: Kaba kuvvetin ve savaşın tanrıçasıdır. İller yıkan sıfatına sahiptir. Savaşta karşısında olduğu ordunun ani bir şekilde kaçmasını ve bozguna uğramasını sağlar.

56.    Harmonia: Hem savaş hem de güzellik tanrıçasıdır. Aynı zamanda bir uyum ve denge tanrıçasıdır. Zıtların birliğini ve uyumunu simgeler.

57.    Hermes: Tanrısal iradenin aracısı ve sözcüsüdür. Tanrıların habercisi ve Zeus’un güvenilir bir elçisidir. Bereketi simgeler ve aynı zamanda hırsızların, çobanların, yolcuların, ticaretin, müziğin, hatipliğin, sporun ve sporcuların tanrısıdır. Çok zeki ve iyi niyetlidir. Ancak buna rağmen Pandora’ya yalan söylemeyi onun öğrettiği söylenir. Konuşmayı ve yazıyı icat etmiştir. İnsanlara toplum kurallarını ve aile içindeki görevlerini öğretmiştir. Çok hızlıdır ve istediği zaman görünmez olabilir. Hatta Hermes’in kanatları olduğundan ve dilediği zaman uçabildiğinden bahsedilir. Ölüleri ölüler diyarına götürür, bu yüzden ruhlar kılavuzu sıfatıyla anılır. Kehanet yeteneğine sahiptir ve gemilere yol gösterir. Ayrıca dilediği zaman insanları uyutma ve uyandırma gücüne sahiptir.

58.    Dionysos: Üzümü olgunlaştıran sıcaklığı ve suyu simgeler. Doğa ve vecd tanrısıdır. İnsanlara şarap yapımını öğretmiştir. Sarhoşluğun, coşkunun ve yaşama sevincinin temsilcisidir. Aynı zamanda ormanları, avlanmayı ve üremeyi de temsil eder. Son derece gizemlidir ve dilediği zaman iyi, dilediği zaman kötü olabilir. Dionysos, insan ve doğa arasındaki ilişkiyi ve dengeyi sağlar.

59.    Pan: Çobanların ve sürülerin koruyucu tanrısıdır. Ayrıca oldukça çapkın bir av tanrısıdır. İstediği zaman görünmez olabilir, kırlarda dolaşarak dans etmeyi ve kaval çalmayı sever.

60.    Silenos: Geleceği bilme yetisine sahip olan, son derece bilge ve yaşamın sırlarına vakıf bir ihtiyardır. Dionysos’u eğitmiş ve bazı ilkel müzik aletlerini keşfetmiştir.

61.    Satirler: Ormanlarda ve dağlarda yaşayan doğa cinleridirler. Kaba ve korkaktırlar, ayrıca insanlara hiç iyi davranmazlar. Bol bol şarap içip, kırlarda dans ederler.

62.    Kentaurlar (At Adamlar): Şaraba ve kadınlara oldukça düşkün olmalarıyla birlikte, içlerinde çok iyi, çok bilge ve geleceği görme özelliğine sahip olanları da vardır.

63.    Hekate: Gökyüzünden, dünya dan ve yeraltından sorumlu olan bir tanrıçadır. Aynı zamanda bir ay ve sihir tanrıçasıdır. İstediğine bereket, mutluluk ve zafer verebilir. Denizcilerin ve yolcuların koruyucusudur ve gençliği temsil eder. Hiçbir olaya adı karışmamış, gizemli ve güçlü bir tanrıçadır.

64.    Ganymedes: Kendi döneminde ölümlü insanların en güzeli olarak kabul edilen genç bir delikanlıdır. Zeus, ona âşık olmuş ve onu kaçırarak tanrıların hizmetçisi yapmıştır.

65.    Horalar: Mevsimlerin ve zamanın üç tanrıçasıdır. Yasayı, yargıyı ve barışı temsil ederler. Göğün kapıcıları olarak nitelendirilirler. Doğanın ve toplumun düzenini sağlarlar. Zamanı ve bitkilerin hayat sürecini yönetirler. Aynı zamanda tanrıların hizmetçiliğini yaparlar.

66.    Moiralar: Kader tanrıçalarıdır. Ölümü ve kaderi temsil ederler. Onların kararlarını değiştirmeye Zeus’un bile gücü yetmez. İnsanların doğumlarını ve ölümlerini, aynı zamanda dünyanın düzenini kontrol ederler. İnsanların bu dünya daki nasiblerini paylaştırırlar.

67.    Kharitler: Güzelliğin, sanatın ve müziğin tanrıçalarıdır. Doğanın ve insanların yaşamını güzelleştirirler. Bitkilerin büyümesini sağlarlar. Parlaklığın ve sevincin temsilcisidirler ve etraflarına daima neşe saçarlar.

68.    Musalar: Dokuz esin perisidir. Yeryüzünün bütün şair ve müzisyenlerine ilham esinlerler. Son derece alçakgönüllü ve kanatlı peri kızları olarak tasvir edilirler. İnsanlara kötü olan her şeyi unuttururlar. Dans ederek ve şarkı söyleyerek tanrıları eğlendirirler.

69.    Nymphalar: Kırlarda, sularda, dağlarda, ağaçlarda ve ormanlarda yaşayan peri kızlarıdırlar. Yaşadıkları yerleri koruduklarına inanılır. Kimi zaman insanları kaçırır ve onlarla evlenirler. Bazılarının hastalıkları iyileştirme gücü vardır. Bazıları da insanlara ilham ve geleceği bilme yetisi verirler.

70.    Erinisler: Öç alma tanrıçalarıdır. Sert mizaçlı ve acımasızdırlar. Kötülerin ve günahkârların peşini hiç bırakmayan ve onları cezalandıran tanrıçalar olarak kabul edilirler. Kendilerinden başka hiçbir otorite tanımazlar. Kendilerini kızdıranları delirterek, onları cezalandırırlar. Özellikle aile kurumuna yapılan saygısızlıkları asla affetmezler. Kendilerine benzememeleri için kâhinlerin birçok şeyi bilmelerini engellerler. Aslında iyilikten yanadırlar ve vicdanı temsil ederler.

Sirenler: Güzel sesleriyle şarkılar söyleyip, denizcileri büyüleyen ve sonra da onları kaçıran denizkızları olarak bilinirler. Bazı kaynaklarda kuş vücutlu ve kadın başlı ölüm tanrıçaları olarak da kabul edilmişlerdir.



[5]    Erhat, 1-5.

[6]    Hamilton, 11.

[7]    Can, 20.

[8]   Erhat, 33.

[9]    Can, 5.

[10]  Can, 21.

[11]  Can, 496.

[12]  Grimal, 206.

[13]   Azra Erhat ve Sabahattin Eyüboğlu, Hesiodos Eseri ve Kaynakları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1977, 186.

[14]  Grimal, 208.

[15]  Grimal, 585-586.

[16]  Mircea Eliade, Dinler Tarihi-înançlar ve İbadetlerin Morfolojisi (Çev. Mustafa Ünal), Serhat Kitabevi, Konya 2005, 108-109.

[17]   Can, 417, 438; Erhat, Mitoloji Sözlüğü, 126, 187-188; Bedrettin Cömert, Mitoloji ve İkonografi, Ayraç Yayınevi, Ankara 1999, 10, 49.

[18]  Erhat ve Eyüboğlu, 199.

[19]  Can, 7-8.

[20]  Grimal, 408.

[21]  Bayladı, 22-27.

[22]   Vefa Taşdelen, “Hayat Suy(l)a Yazılan Yazıdır”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi, Sayı: 132, 2011, 21-24.

Cömert, 35.

[24]  Erhat, 24-27, 281; http://en.wikipedia.org/wiki/Peneus, 18.12.12.

[25]  Ömer Naci Soykan, Türkiye’den Felsefe Manzaraları, Yapı Kredi Yayınları, 1993, 38.

[26]  Can, 86, 92-93.

[27]  Bayladı, 76.

[28]  Erhat ve Eyüboğlu, 176.

[29]  Grimal, 77.

[30]  Cömert, 37.

[31]  Hamilton, 19.

[32]  Erhat, 43.

[33]  Can, 96-98.

[34]  Erhat, 42.

[35]  Erhat, 148.

[36]  Füsun Tayanç, Dünya’da ve Türkiye’de Tarih Boyunca Kadın, Tan Düşünce Yayınları, 1981, 25.

[37]  Hamilton, 18; Erhat, 45.

[38]  Erhat, 179-180.

[39]  Erhat, 207; Can, 449.

[40]  Cömert, 29.

[41]  Cömert, 44.

[42]  Erhat ve Eyüboğlu, 222.

[43]  Grimal, 784.

[44]  Erhat, 282.

[45]  Erhat, 182; Can, 6-7; http://tr.wikipedia.org/wiki/Kriyus, 6.1.13.

[46]  Erhat, 151.

[47]   Bu nymphe, Zeus ve Tethy’in kızı, aynı zamanda Atlas’ın eşidir ve yedi kız kardeş olup daha sonra Ülker Takım Yıldızı’na dönüşen Pleaidesler’in annesidir. Bu yedi kız kardeş; Zeus’tan Hermes’i doğuran Maia, Zeus’tan Dardanus’u ve İasion’u doğuran Elektra, Zeus’tan Lacedaemon’u doğuran Taygete, Poseidon’dan Hyrieus’u doğuran Alcyone, Poseidon’dan Lycus’u ve Eurypylus’u doğuran Celaeno, Ares’ten Oenomaus’u doğuran Sterope ve Sisyphus’tan birçok çocuğu olan Merope’dir (bkz. Erhat, Mitoloji Sözlüğü, 248).

[48]  Atlas’ın bir okyanus nymphesi olan Aethra ile ilişkisinden doğmuştur (bkz. Erhat, 147).

[49]   Hesperos; akşam yıldızıdır. Elinde meşale taşıyan iyi yürekli bir oğlan çocuğu olarak tasvir edilmiştir. Bir gün yıldızları seyretmek için Atlas Dağı’na çıkar ve bu dağdan yükselerek gökyüzünde bir yıldıza dönüşür. Daha erken dönemlerde şafak tanrıçası Eos’un ve yıldızların babası olan Astraios’un oğlu olarak kabul edilirken, daha sonra Atlas’ın oğlu ya da kardeşi olarak kabul edilmiştir (bkz. Erhat, 144).

[50]  Erhat, 68, 144, 147, 248.

[51]  Erhat ve Eyüboğlu, 180.

[52]  Bayladı, 20.

[53]  Erhat ve Eyüboğlu, 215-218.

[54]  Cevdet Kudret, Metinli Batı Edebiyatı, İnkılâp Kitabevi, 1952, 21.

[55]    Teselya Kralı Deukalion’un karısıdır, tüm insanlık yok olduktan sonra bu çift sayesinde insanlık yeniden oluşmuşur. Pandora’dan sonra insanlığın iyice kötüye gitmesine çözüm olarak Zeus bir tufanla her şeyi, tüm insanlığı yok eder. Bu tufandan Prometheus’un uyarısıyla sadece Pyrhha ve kocası kurtulabilir. Daha sonra adalet tanrıçası Themis bu çifte, Gaia’nın taşlarını omuzlarının üzerinden atmalarını öğütler ve Pyrrha’nın attığı taşlar kadınları, Deukalion’un attığı taşlar da erkekleri oluşturur.

[56]Erhat,s.87,103;http://en.wikipedia.org/wiki/Epimetheus_(mythology),26.12.12;http://www.mitoloji.in/ mitler/tufan-deukalion-ve-pyrrha.html, 7.1.13.

[57]    Bayladı, 101.

[58]    Erhat, 134.

[59]    Bayladı, 106.

[60]    Grimal, 727.

[61]    Cömert, 10, 48.

[62]    Bayladı, 107.

[63]    Cömert, 10.

[65]    Can, 5-9.

[66]    Cömert, 17.

[67]    Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, (y.y.), 1999, 25.

[68]    Cömert, 10, 18.

[69]    Can, 452; Erhat, 215.

[70]    Grimal, 76-78, 182.

[71]    Hamilton, 24; Erhat, 278.

[72]    Bayladı, 111.

[73]    Erhat, 106.

[74]    Hamilton, 22.

[75]    Grimal, 182-184.

[76]    Bayladı, 113, 117.

[77]    Grimal, 681; Hamilton, 23.

[78]    Can, 474.

[79]    Erhat, 251.

[80]    Erhat, 99, 116, 118, 172, 175, 239.

[81]    Cömert, 36.

[82]    Bayladı, 107.

[83]    Grimal, 343.

[84]    Erhat, 122.

[85]    Erhat, 22.

[87]    Erhat ve Eyüboğlu, 1-5.

Bayladı, 30.

Erhat ve Eyüboğlu, 224, 227.

Can, 27-28.

Grimal, 822.

Cömert, 10.

Cömert, 26.

[95] Bazı rivayetlere göre Zeus’un kızıdır. Helen’in annesi olan Leda’yı, Zeus kuğu şekline girip kaçırmıştır. Başka bir rivayete göre ise; Sparta Kralı Tydareus’un kızlarından biri olan Helen, yaşadığı dönemde dünyanın en güzel kadınlarından biri olarak kabul edilmiştir (bkz. Erhat, 130-132, 193-194).

[105]   Aias (Ajax) Yunan mitolojisindeki önemli kahramanlardan biridir. Telamon’un ve Periboea’nın oğlu ve Salamis’in kralıdır. Salamis; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Gazimağusa şehrinin 6 km kadar kuzeyinde yer alan bir antik kenttir. Onu Oileus’un oğlu Aias’tan ayırmak için ona “Büyük Aias” denmiştir. Aias, oldukça iri yapılı bir savaşçıydı. Truva Savaşı’nda Akalar için savaşştı. Akhilleus’tan ve Odysseus’tan sonra Aka ordusunun en güçlü askeri olarak bilinirdi ve dolayısıyla Aka ordusunun önde gelen komutanlarından biri olarak kabul edilmişti. Aias’ın Homeros’un İlyada’sında önemli bir rolü vardır. Ayrıca Aias, İliada destanında haksızlığa itiraz edebilen tek karakterdir. Aias, çeşitli tragedyalara da konu olmuştur.

[106]  Erhat, 17-18.

[107]  Erhat, 120-122.

[108]   Hamilton, 15.

[109]   Cömert, 23.

[110]   Kudret Emiroğlu ve Ahmet Yüksel, Yoldaşımız At, Yapı Kredi Yayınları, 2003, 79-80.

[111]  Erhat ve Eyüboğlu, 214-215.

[112]   Cömert, 39.

[113]  Erhat, 251-252; Can, 130-132.

[114]   Grimal, 249.

[115]   Hamilton, 14.

[116]   Can, 42.

[117]  Erhat, 135-136.

[118]   Grimal, 250.

[119]   Bayladı, 32.

[120]   Cömert, 27.

Can, 41, 44.

Cömert, 34, 46.

Hamilton, 21.

Bayladı, 40-42.

Grimal, 291.

Erhat ve Eyüboğlu, 191.

Can, 126.

Bayladı, 87.

Cömert, 33.

Can, 127.

[118]  Erhat ve Eyüboğlu, 189-190.

[119]  Erhat, 123.

[121]   Bayladı, 35.

[122]  Erhat ve Eyüboğlu, 181.

[123]   Cömert, 40.

[124]   Bayladı, 39.

[125]   Hamilton, 29.

[126]   Bayladı, 34.

[127]  Erhat ve Eyüboğlu, 213.

[128]    Bir rivayete göre Aphrodite, Persephone’nin güzelliğini kıskandığı için Hades’i ona âşık etmiş ve Hades’in onu yeraltına kaçırmasına neden olmuştur. Bunun karşılığında da Persephone’nin, Aphrodite’nin âşık olduğu ve o dönemin en yakışıklı erkeği olan Adonis’i, Ares’e öldürterek böylece Aphrodite’den intikam almıştır (bkz. Erhat, 11-12, 120-121).

[129]   Grimal, 633.

[130]  Erhat ve Eyüboğlu, 204-205.

[131]  Erhat, 205.

[132]   Hamilton, 16.

[133]  Erhat, 66.

[134]   Can, 47-48.

[135]   Bayladı, 58.

[136]   Grimal, 108-109.

[137]   Bayladı, 55.

[138]   Bayladı, 61-62.

[140]   Grimal, 98.

[141]   Bayladı, 62.

[142]   Erhat, 59.

[143]   Can, 67, 71.

[144]   Erhat, 56-57, 61.

[145]   Bayladı, 72.

[146]   Grimal, 443.

[147]   Erhat, 44-45.

[148]   Bayladı, 62, 64, 68.

[149]   Hamilton, 16-17.

[150]   Can, 56, 64.

[151]   Cömert, 15, 30.

[152]   Erhat ve Eyüboğlu, 177.

[153]   Hamilton, 16; Erhat, 45.

[154]   Bayladı, 111.

[155]   Cömert, 58.

[156]   Bayladı, 110.

[157]   Erhat, 193-194.

[159]   Hamilton, 26.

[160]   Can, 86.

[161]   Bayladı, 89.

[162]   Grimal, 84.

[163]   Cömert, 31.

[164]   Hamilton, 20.

[165]   Can, 87.

[166]   Bayladı, 90.

[167]   Grimal, 171.

[168]     Ayşen Sina, “İlkçağ Tarih Yazımının Batı Anadolulu Öncüleri: Lesboslu Hellanikos”, Ankara Üniversitesi Dergisi, 2009, Cilt: 28, Sayı: 45, 107-157.

[169]   Grimal, 286.

[170]   Bayladı, 84, 86.

[171]   Can, 79, 85.

[172]   Cömert, 17-18, 32.

[173]   Bayladı, 85.

[174]   Erhat, 94.

[175]   Erhat ve Eyüboğlu, 182-183.

[176]   Hamilton, 35.

Can, 161.

Grimal, 156.

Can, 152.

Bayladı, 91, 94, 97.

Hamilton, 36-37, 41.

Erhat, 95-96.

[183]   Grimal, 600.

[184]   Bayladı, 118.

[185]   Cömert, 39.

[186]   Bayladı, 117.

[187]   Cömert, 39.

[188]   Hamilton, 25.

[189]   Grimal, 734.

[190]   Erhat, 268; Can, 482.

[191]   Cömert, 39-40.

[192]   Erhat ve Eyüboğlu, 190.

[193]    M.Ö. 2. binyılın sonlarından itibaren güneybatı Anadolu’da varlıkları bilinen ve Karya uygarlığını kurmuş olan bir kavimdir.

[195]   Cömert, 31.

[196]   Hamilton, 22.

[197]   Cömert, 46.

[198]   Erhat, 116.

[199]   Erhat, 157.

[200]   Erhat ve Eyüboğlu, 205.

[201]   Grimal, 513.

[202]   Erhat, 207.

[203]   Cömert, 10, 29.

[204]   Grimal, 380.

[205]   Cömert, 30.

[206]   Cömert, 35-36, 38.

[207]   Grimal, 180-181, 519.

[208]   Sorrentine Yarımadası açıklarında ve Napoli Körfezi’nin güneyinde bulunan bir İtalya adasıdır.

[209]   Cömert, 37.

[210]   Hamilton, 26.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar