Print Friendly and PDF

BÜYÜK İSLAM ALİMİ ve MUTASAVVIF ŞEYH SADRÜDDÎN MUHAMMED el-KONEVÎ (kuddise sırruhu)

 

Yazan: Dr. Ahmet Şeref CER AN


 

ÖNSÖZ

Hamd, alemlerin rabbi olan yüce Allah'a (celle celalühü) salat ve sel­am, O'nun sevgili Rasülü Hz. Peygamberimiz Muhammed Mus­tafa (salla'llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz'e, O'nun A'l ve Ashabına olsun.

Tasavvuf, ölmeden Önce nefsinin luzumsuz arzularını öldürerek, Allah (celle celalühü) ve Rasülü Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efen­dimizin tertemiz ve örnek ahlâkıyla ahlâklanarak, dünya ve ahiret saadetine erişen mübarek insanların nurlu yoludur. Bu yola baş koyan mürşitlere "mutasavvıf" denir. Bu yüce zatlar, Hz. Pey­gamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) in ve onun ilim meclislerinden feyiz alan ’Ashab-ı Suffe'nin" temsilcileridir.

Hz. Ebu Bekir ( radiya'llâhü anh) dan itbaren Anadolu, İslâm mücahid, gazi ve dervişlerine mübârek bir mekân olmuştur.

XIII. Asır Anadolu Selçuklu Türkiyesinde bu inanç uğruna bu yolu devam ettiren ulu şahsiyetler arasında Şeyh Mecdüd- Din İshak, Şeyh SadrüdDin Muhammed Konevi, hoca­ları Şeyh MuhyidDin İbn’ül Arabi, Şeyh Evhadüd-Din Kirmani, dostları Mevlânâ Celâleddin Rumî, Ahi Ev- ran, Hacı Bektaş-ı Velî ve Pir Ebi Sultan ın büyük hiz­metlerini görüyoruz. Onlar, Anadolumuzun direkleri, manevi sa­hipleri ve gönül sultanlarıdır.

Şeyh SadrüdDin Muhammed Konevi Hazretleri ilmi, imam, ahlâkı, örnek yaşayışı, şahsiyeti ve dirayetiyle asrının en büyük mutasavvıfı, alim ve şeyh'ül islâmı idi

Dr.Ahmet Şeref CERAN

KONYA 30 OCAK 1995

Giriş:

Konya, Anadolu Selçuklularına iki asırdan fazla başkentlik yapmış olan bir ilim, kültür ve medeniyet şehridir. Bu merkeze maddi ve manevi yönden damgasını vuran, şahsiyet kazandıran büyük insanlar vardır. Onlar; Anadolumuzun temel taşları, îslâm aleminin yüz akıdır. Bu yüce kişiler arasında X1U. asır Anadolu- sunda üç büyük abide şahsiyetin manevi ve kültürel yönden büyük bir ağırlığını hissediyoruz. Bunlar; Şeyh-i Kebir Muhyid­Din îbn'ül Arabi, Şeyh EvhadüdDin Kirmanî ve talebeleri Şeyh SadrüdDin Muhammed el-Konevi'dir. Bu büyük şahsiyetler arasında kendi ifadeleri ile Şeyh-i Kebir MuhyidDin îbn'ül Arabi ve Şeyh EvhadüdDin Kirmanî gibi iki büyük İslâm ilimlerinin anası ve mütefekkirinden süt emen, feyiz alan Şeyh SadrüdDin Muhammed el-Konevi, Malatya'da(H. 605/1208) yılında doğdu. Malatya, Şam, Mısır ve arabistan gibi îslâm ülkelerinin manevi potansiyelinde büyük mürşidlerin elinde kendisini mükemmelce yetiştirdi. 11. îzzedDin Keykâvus (1246-1262)'un saltanat yıllarında Konya’ya geldi. Burada gönül ve zihnindeki îslâm ilimleri, irfam ve kültürünü devrinin sultanları, devlet adamları, ayânı, ilim ve fikir adamlarına saçtı. İnandığı gibi yaşadı. İnandığından da taviz vermedi. Bu uğurda da mücadele etti. Gönlünü Hakk'a bağladı.

Fevkâlede ilmi ve fikri eserler yazdı. İslâm alemi ve Anado­lumuzun kendisinden faydalanacağı büyük alim ve mütefekkirler yetiştirdi. İlmi, ahlâkı, imam, kültürü ve örnek şahsiyeti ile sul­tanlardan halk tabakasına kadar her çevrede büyük tesirler bıraktı.Yüce îslâm dinini yaşadı ve yaşattı. Bu hususta hiç bir fedakarlıktan kaçınmadı. Hz. Peygamber (S. A. V.) Efendimizin nur'lu yolunun hayırlı bir varisi oldu. Tasavvuf, felsefe, hadis ve tefsir ilminde temâyüz etti.Devrinin en büyük alimi olarak şeyhül İslâmlık makamım işgal etti.

Yirmi sekiz sene civarında ömrünü geçirerek ilim ve feyiz saçtığı Konyamızda (16 Muharrem 674 / 22 Temmuz 1274) yılında çok sevdiği sevgilisi Cenab-ı Hakk'a vuslat etti.

Sekiz asırdan beri adı, hizmeti ve şahsiyeti hayırla anılan ölmezlik sırrına erişen faniler zümresine katildi.

I.    BÖLÜM

a.) Şeyh Sadrüd-Din Muhammed Konevinin Babası Şeyh MecdüdDin İshakın Tasavvuf Sistemi:

Şeyh SadrüdDin Muhammed Konevî 'ye babası Şeyh MecdüdDin îshakdan intikal eden bugün Konya Yusuf Ağa kitaplığında bulunan kitaplarında Şeyh MecdüdDin :"Malatyah Ali oğlu Yusuf oğlu MecdüDin İshak " olarak geçmektedir. (1)

Kendisi, en-Nasır Lidinillah'm Bağdat’da kurduğu fütüvvet teşkilatına bağlı olan, bu hizmetlerinden dolayı şeyhlik mertebesine ulaşan bir alimdi. en-Nasır, İslâm alemine yeniden bir dinamizm vermek maksadı ile çevresinde pek çok mutasavvıfı himayesine alarak, onlardan faydalanmıştır.Bu kimseler içinde ünlü şafii bilgin ve mutasavvıflarından ŞihabüdDin Ebu Hafs Ömer es Sühreverdi, EvhadüdDin Hamid el-Kirmani, Ebu Cafer Muhammed el-Berzai gibi bir çok şeyh, kendisinin hizmetinde diplomat olarak çalışmışlardır.Bunlardan ŞihabüdDin Sühreverdi, şeyhüş şüyuh(şeyhlerin lideri) idi.(2)

(1)     Abdül-Halık Muhammed el-Endülüsi, Ahkamül Kübra Yusuf Ağa

Ktp. 5059 yp, la

(2)     Mikâil Bayram, Ahi Evren ve Ahi Teşkilatının Kuruluşu, Konya 1991 s, 23

 

Halife, kendisine bağladığı bu fütüvvet teşkilatını bütün İslâm alemine kol budak salan sivil halk teşkilatı haline getirmişti.İslâm alemine yayılan bu fütüvvet erbabı şeyhler, halife ve müridleri, onun adına hizmette ve faaliyette bulunarak, İslâm dünyasını siyasi yönden kontrolleri altında tutmaya çalışıyorlardı.

Anadoludaki Türkmen şeyhler ve dervişlerde en-Nasınn hizmetine girerek coşkun bir imanla ona bağlanmışlardı. Bu bağlılık, H.654/258 Hülâgu Han'ın Bağdat'ı zaptedip Ab­basi halifeliğini kaldırana kadar devam etmiştir.Fütüvvet teşkilatının prensipleri ve yönetmeliğini, halife en-Nasir Lidinillah'ın en yakın müşaviri olan Şeyh ŞihabüdDin Sühreverdi hazırlamıştır.

en-Nasirden sonra onun yerine geçen üç Abbasi halifesi ez-Zahir bi Emrillâh, el-Mustansır Billah ve el-Mutasım Billah da onun siyasetini devam ettirmiş ve kendilerini fütüvvet teşkilatının başı olarak görmüşlerdir.Fakat en- Nasır kadar başarılı olamamışlardır. 1258 yılında Hülagu Han, Abbasi halifeliğine son verdikten sonra Mısır Memlükler devletine sığman Abbasi şehzadeleri el-Hakim bi Emrillâh, daha önce fütüvvet libası giymiş olan Memlûk sultanı Baybars(M.S.1260-1277)'a fütüvvet elbisesi giydir­miş ve Abbasi halifesi olarak tanınmıştır.(3)

b)SadrüdDin Muhammed Konevinin Babası Şeyh MecdüdDin İshakm Hayatı ve Çevresi :

Anadolu Selçuklu tahtını (1155 - 1192) yılları arsında otuz sene işgal eden ll.Kılınç Arslan'ın vefatı üzerine 1192 yılında veliaht olan küçük oğlu 1. GıyasedDİn Keyhüsrev, Konya'da Selçuklu sultanı oldu.Sultan, bülûğ çağma kadar hocasının yanında kaldı. Şeyh MecdüDin îshak, onun ho­cası olarak maddi ve manevi terbiyesi ile meşgul oldu. Hat-

(3)     a.g.e.s. 24-25

(4)     îbni bibi, el-Evamirul Alaiyye Nşradiya’llâhü anh Sadık Erzi, Ank. 1956 s. 13
ta Sultan 1. GıyasedDin Keyhüsrev, hocasına bir şiirde yazdı. (4)

11. Kılınç Arslan devletini onbir oğluna taksim etmişti.Kendisi, haçlılar ve diğer komşu devletlerle mücadeleden sonra yorulmuştu. Oğulları arasında baş gösteren veliahdlık ve saltanat mücadeleleri karşısında oğullan arasında;

1.     ) KutbedDin Melikşah'a Sivas ve Aksarayı,

2.      ) RüknedDin Süleyman Şah'a Tokat ve havalisini,

3.      ) NuredDin Süleyman Şah'a Kayseri bölgesini,

4.      ) MuğisüdDin Tuğrul Şah'a Elbistan'ı,

5.      ) MuizzüdDin Kayser Şah’a Malatyayı,

6.     ) MuhyidDin Mesud'a Ankara merkez olmak üzere Çankın , Kastamonu ve Eskişehiri,

7.     ) 1. GıyasedDin Keyhüsrev'e Uluborlu ve Kütahya çevresini,

8.      ) NusredDin Berkyaruk Şah'a Niksar ve Koyul hisan,

9.     ) NizamedDin Argun Şah'a Ereğli ve güney uçları melikliğini verdi.(5)

Kılınç Arslan, bu taksimi yaptıktan sonra , kendisi ve veziri îhtiyâredDin Haşan ve diğer devlet erkânıyla birlikte Konya'da sultan olarak hüküm sürmekte ve oğulları da kendisine tabi birer melik (hükümdar) sıfatıyla kendilerine aynlan ülkeleri idare ediyorlardı.Fakat babalanna tabi ol­makla birlikte her melik kendi eyaletinde yan müstakil bir sultandı.Bu eyaletlerin İdarî, malî, askeri bütün işleri kendi merkezlerinde kurulan hükümetlere aitti.

Böylece Selçuklu Türkiyesi, Kılınç Arslan'a ve Konya

(5)      Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Ist.s.217
merkezine tabi bir devlete ayrılmıştı. Yüksek tahsil ile yetiştirilen bu şehzadelerin başkentleri de birer kültür mer­kezi haline gelmişti. Nitekim Niksar ve Koyulhisar meliki NasrüdDin Berkyaruk Şah adına ŞihabüdDin Sühreverdi "Pertevnâme" adlı eserini yazmıştı.RüknedDin Süleyman Şah, kardeşleri MelikŞah ve 1. Gıyased-Din Keyhüsrev, kendilerinin yetişmelerinde büyük emeği geçen Şeyh MecdüdDin İshak'a farsça şiirler yazmışlardı. (6)

1. Gıyased-Din Keyhüsrev, ağabeyisi Süleyman Şah'a karşı giriştiği mücadeleyi 1196'da kaybetti. Oğulları 1. îzzetDin Keykavus ve 1. Alâeddin Keykubad ile birlikte Bi- zansa geçerek 1205 yılına kadar dokuz yıl sürecek bir uzun gurbet hayatı geçirdiler.(7)

Sultan, İstanbul'da çok mütevazi bir hayat sürdü.Bizans imparatoru Alexis ile iyi münasebetler kurdu. Mavro zomes'in kızı ile evlendi. Bizans sarayında nüfuz sahibi oldu. Bu arada bir Frenk beyinden küstah bîr hareket görünce :"Ben Kılmç Arslan'm oğluyum. Doğu ve batı ülkelerini feth eden ve şöhretleri cihanı tutan Melikşâh ve Alparslan'ın soyundanım. Senin ecdâdın her yıl onların hâzinelerine alttın ve gümüş yükleriyle haraç gönderirdi.

Sende benim hâzineme vergi verirdin, Kader beni bu­raya düşürdü. Fakat benim her biri bir iklime sultan olan kardeşlerim var.Eğer onlar, bir Frenk beyinin bana burada küstahlık ettğini duyarlarsa senin şehir ve kalelerini harap ederler." diyerek azametini göstermişti. (8)

l.GıyasedDin Keyhüsrev, kardeşi Süleyman Şah'ın ölümünü, Yağıbasan oğulları ve diğer uç beylerinin kendi­sini tahta geçirmek istediklerini, diğer devlet büyükleri ve askeri erkânın kendilerinden öğrendi. Oğullan, kayınpederi

(6)     a.g.e.s. 218

(7)     a.g.e.s. 268

(8)     İbni bibi a.g.e.s.

Mavrozomes maiyeti ile yola çiktı.Teodoros Lazkaris ile bir geçiş anlaşması yaptı. Uç Türkmenlerine ve eski meliklik yaptığı Uluborlu (Burgulu)ya ulaştı. Burada hazırladığı or­dusuyla ll.Kânun 601/1205 te Konyaya yürüdü.Büyük bir şenlik içinde, çavuşların nidaları müzik sesleri arasında Konyaya girdi. (9)

Sultan, tahta çıkar çıkmaz kendisi gurbette iken Şam'a giden hocası MecdüdDin îshak'ı Konya'ya davet etmek oldu. Kendisinin sultanla birlikte aynı akibeti paylaşması, gurbete düşüşü, aralarındaki samimiyet ve bağlılığın derece­sini göstermektedir.Hocasına yazdıkları farsça mektupta kendisine gösterdiği büyük tazim ve hayranlığı ifade ediyor­du. "Kılıç Arslan oğlu Keyhüsrev" imzasını taşıyan bu şiirinde MecdüdDin İshakı: "Akranı arasında yegane, İslâm'ın sadrı, aziz ve melek ruhlu bir dost olarak göster­miş; kıyamete kadar hürmet ve rütbesinin artmasını dile- miştir.Şeyhine yazdığı satırlarda :"Ey veli siyretinde ve pey­gamber sünnetinde" ifadesi ile hitap ederek kendisinin gurbet hayatını anlatmıştır.Burada zamanın zulmüne uğra-yarak padişahlıktan ayrıldıktan sonra nasıl perişan olduğu-nu, ha­zan Ermeni, bazan Şam diyarlarında, bazan sahrada, bazan denizde ve bazan da İstanbul'da kederli günler geçir-diğini dostlarınında dünyada kendisi gibi perişan olduğu-nu, fakat sonunda Allah (celle celalühü) lutfu görülmeye başlayınca güzel rüyalar gördüğünü, rakibinin ölümü ve ülkede fetret (karışıklık) haberini aldığını, büyüklerin kendisini mektuplarla davet edip beklediklerini, her an hatiften bir il­hamın: "Çabuk hareket et." sesine uyarak murada ermek için Burgulu (Uluborlu)ya geldiğini, memleketi fitne içinde ve halkı dertli, yüzü gülmez bulduğunu, sonunda talihinin ken­disine ve hocasına ram olduğunu, dostların ve iyi insanların yanında toplandığını" bildirerek şeyhinin gelmesini rica etti.

Şeyh MecdüdDin îshak, bu hayırlı haberi ve daveti se- (9ÜÂ.g.e.s.84 - 88 “”          ~~                                            '              ~

6

vinçle karşılayarak Konya'ya hareket etti.Sultan, hocasını merasimle karşılayarak duasını aldı. Bir müddet sonrada Malatya'ya melik olarak tayin ettiği büyük oğlu 1. îzzedDin Keykavus'un yanında onun tahsil ve kültürünün artması için kendisini muallim ve rehber tayin etmişti. (10)

Anadolu Selçuklu sultanları, müstakil bir İslâm devleti olmalarına rağmen manen Abbasi halifelerine bağlı idiler. Bu münasebetle cülûs merasimleri ile birlikte Bağdat'a elçiler ve hediyeler göndererek bağlılıklarını, aralarındaki güç birliğini bildirirlerdi. LGıyaseddin Keyhüsrev, hocası Şeyh MecdüdDin îshak'ı Abbasi halifesi ve İslâm aleminde baş gösteren batınîlik gibi yıkıcı cereyanlara karşı müslüman gençleri Bağdat da organize ederek ", İslâm Fütüvvet Teşkilatı" adlı birliği kuran NasırüdDin Lidinillah (1180 -1225)a hediyelerle elçi olarak gönderdi.Kendisi ha­life tarafından büyük izzet ve ikramla karşılanarak Bağdat da misafir olarak ağırlandılar.Diplomatlık görevini yerine getiren Şeyh MecdüdDini îshak hac mevsiminde hacca gitti. Hac dönüşü Bağdata uğradı. Bu arada Mekkede tanıştığı büyük İslâm alimlerinden olan MuhyidDinî Arabî, Şeyh Ev­hadüdDin Kirmanî, Şeyh NasrudDinî Mahmud bin Ahmed el - Hoyi (Ahi Evren), Ebu Cafer Muhammed el-Berzaî, Ebul Hasen Ali el- İskenderanî gibi zatları Anadoluya ge­lirken yanında Konyaya getirdlBu bilginleri sultana takdim ederek, kendilerine destek sağlayarak Konya'nın manevi ilim ve kültürünün genişlemesine önemli derecede yardımcı; oldular.(ll)

Büyük İslâm filozoflarından MuhyidDin ibn'ül Arabî (ö.l240)MecdüdDin ishak’m şahsiyeti hakkında Muhaza- rat'ül Ebrar adlı eserinde şunları söyler: .

"Bilad-ı Rum (Anadolu) dan İshak bin Muhammed adlı

(10)     a.g.e.s. 88-92

(11)     Molla Cami, Nefehat'iil Üns. Ter. Lamii. lst.1289s.409; A. Ateş

"MuhyidDin Arabî, s. 552

bir arkadaşının mektup yazdığını zikrederek kendisinin de ona Ey İshak, kardeşinden sağlam bir nasihat işit, Sultanlara yakınlığın sana gurur vermesin." diye başlayan manzum bir cevap vermektedir. Böylece MecdüdDin îshak'm Anadolu Selçuklu sultanlarına yakın bir devlet adamı, Sultan muallimi ve diplomat olduğuna işaret etmektedir. (12)

1. GıyasedDin Keyhüsrev, İznik Rum devleti ile hesap­laşmaya mecbur kalınca Bizans tahtını işgal eden Laskaris- 'a bir elçiyle mektup göndererek, kayın pederi Mavro- zomes'e Bizans tahtım terketmesini aksi takdirde silah gücüyle bu işi başaracağını bildirdi. O da bu teklifi reddet­ti.^)

Anadolu Selçuklu ordusu, Denizli yakınlarında Antio- chia muhasara ettikleri sırada Bizans ordusuyla karşılaşarak Rumları büyük zayiata uğrattı. Sultan, bizzat atını İmparatorun üzerine sürerek onu bir darbe ile yere düşürdü. Muhafızlar hucuma geçerken sultan, hasmma dokunmama­larını emretti. Fakat atından düştüğü halde yaralanan Laskaris, derhal ayağa kalkarak sultanın atının ayaklarını kesti. Böylece atından düşen 1. GıyasedDin Keyhüsrev şehit oldu. Bu sahneyi gören kumandan Ay Baba, ağladı. Sultanın naaşım Alaşehirde bulunan müslüman mezarlığına geçici olarak defn ettirdi. Şehit eden hristiyan askerini de öldürttü. (14)

1. Gıyased-Din Keyhüsrev, bütün Anadolu Selçuklu sul­tanları gibi haftada iki gün perşembe ve pazartesi günleri oruçlu olarak divan-ı mezalim( adalet divanı)'e gelir, kadı ve imamlar huzurunda şikayetlere bakar, adaleti icra ederdi. Şeri davaları kadıya havale eder, örfi işleri de divan

(12)     M. Arabî, Mulıazaratül Ebrar, Konya Yusuf Ağa Ktp. nr. 546 yp.l45a-145b

(13)     Anadolu Selçuklu Devleti Tarihi, s.157

(14)     tbni bibi, a.g.e.s 107-111

vasıtasıyla hükme bağlardı. Yılda bir defa şer’i mahkemeye gidip kendisinden davacı olan varsa kadının hükmünü bek­ler, ona hürmette kusur etmezdi. Alimleri ve kadıları hi­maye eder, onlara hilat ve hediyeler ğönderirdi.(15)

l.GıyasedDin Keyhüsrevi’in şehadetinden sonra devlet erkânı toplanarak 1. ÎzzetDin Keykavusu 6 Safer 608/ 21 Temmuz 1211 de Anadolu Selçuklu tahtına geçirdiler. (16)

Sultan 1. ÎzzetDin Keykâvus, tahta çıkışını bildirmek maksadı ile halifeye elçi göndermesi önemli bir hadisedir. Anadolu Selçukluları îslâm dünyasına hakim olmuşlardır. Sultanlar, siyasi hakimiyeti, Abbasi halifeleri de dini ve ma­nevi otoriteyi temsil ediyordu. Bu sıfatla Anadolu Selçuklu sultanlarına hakimiyet tevcih ederken onlara tabi olan emir ve melik gibi küçük hükümdarlara hakimiyet tevcihlerinide ortak yapıyorlardı. Abbasi halifesi Nasır Lidinillah, hilafe­tin maddi ve manevi otoritesini yükseltmek için büyük ham­leler yaptı. Fütüvvet teşkilatını kurarak bütün İslâm hükümdarlarını kendisine bağlamaya çalıştı. Onlara menşurlar ve fütüvvet elbiseleri gönderdi. Onlarda bu ma­nevi destekle mevki ve kudretlerini artırmaya giriştiler. (17)

Sultan 1. ÎzzetDin Keykâvusta kendi sultanlığını bildir­mek için kendisinin ve babasının hocası olan Şeyh MecdüDin îshak'ı Bağdata elçi olarak gönderdi. Kendisi ile birlikte halifeye çok ağır hediyeler gönderip ondan fütüvvet şalvarı istedi. Bu teşkilata girmek istiyordu. Sultan, bu maksatla halifeye mücevherler, altın işlemeli kumaş ve at­laslar, Rus ketanlan, ıskarlatlar, Kıbrıs mefruşatı, arap at­ları, develer ve gümüşler göndermişti.

Şeyh MecdüdDin İshak, Bağdat'da halife tarafından

(15)     a. g. e. s. 92 vd.

(16)      a. g. e. s. 203

(17)      Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk -îslâm Medeniyeti Ank.

1965 s.185 vd.

hürmetle karşılandı. Halife kendisini kendi adamları ile bir­likte Konya'ya doğru yolcu etti. Anadolu Selçuklu sul­tanına da bir saltanat menşuru(beratı) ile birlikte bir imame, zırhlı elbise, kamçı ve nalları altın bir katır, hakimiyet menşuru ve fütüvvet şalvarı gönderdi. Bu şalvar, halifenin sultanı fütüvvet teşkilatına kabülü demekti. (18)

1. ÎzzetDin Keykâvus ile kardeşi 1. Alâaddin Keykubâd arasında baş gösteren Ankara muhasarasında sultanın hü­cumlarına dayanamayan 1. Alâeddin Keykubâd ağabeyine rica ederek, kendisinin ve şehir halkının canlarına dokunul- maması kaydı ile teslim oldu. 1. Alâeddin Keykubâd saray­dan çıkarılarak bir iğdişin evinde hapsedildi. (19) Oradan da Malatya yakınlarında bulunan Minşar kalesine hapsedildi. Ağabeyisi kendisini öldürtmek istiyordu. Fakat hocası Şeyh MecdüdDin İshak'm müdahalesi ile bu düşüncesinden vaz­geçti.

1085 yılında ilk Anadolu Selçuklu akınlannda Karatekin tarafından fethedilen fakat haçlı seferleri ile işgal edilen Sin­op şehri 1214 yılında 1. îzztDin Keykâvus devrinde fethe­dildi. Şehrin İktisadi yönden yükselmesi için şehre zengin tacirler getirildi. Kiliseler camiye çevrildi. Camiler, medre­seler yaptırıldı. Kadı, hatip, imam, müezzin ve müderris­ler tayin edildi. Dini, sosyo-kültürel, iktisadi yönden şehir bir îslâm şehri haline sokuldu. Sultan bu kutlu fethi Abbasi halifesine bildirmek maksadıyla hocası Şeyh MecdüdDin îshak’ı gönderdi.

Sultan 1. îzzedDin Keykâvus, babası ve diğer Anadaolu Selçuklu sultanları gibi yüksek bir kültüre sahipti. Farsça şiirler yazan bir şairdi. Alim ve şairleri çok sever, onları hi­maye ederdi. Başta kendisinin yetişmesine büyük emeği geçen Şeyh SadrüdDin Konevî'nih babası Şeyh Mecdüd-

(18)     İbni bibi a.g.e.s. 115

(19)     0. Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkiiressi Tarihi,İst 1971 s. 162 vd.

Din îshak'a çok büyük değer veriyordu. Kardeşi 1. Alâeddin Keykubad’la arasındaki husumette hocasını din­leyerek onu öldürmekten vazgeçmiştir. Abbasi halifeleri ve diğer önemli diplomasi faaliyetlerinde daima Şeyh Mecdüd- Din îshak'ı seçmişti.

Şeyh MecdüdDin İshak, 618/1221 de Malatya’da ebedi aleme intikal etti. (20)

(20) İbni Bibi a.g.e.s.160

II.     BÖLÜM:

A.) HAYATI

a.     ) İbn’ül Arabi'nin Doğumu ve Aile Muhiti :

Ebu Abdullah Muhammet bin Ali bin Muhammed İbnül Arabî el-Hatemi, et-tai, SadrüdDin Muhammed Konevinin el yazısıyla yazdığı notuna göre: "Endülüs’te Mürsiye şehrinde 27 Ramazan 560/ 7 Ağustos 1165’te, doğdu." (1) Kendisi, meşhur Arap Tai kabilesinden cömertlik timsâli Şair Adi bin Hatim'in kardeşi Abdullah bin Hatim'in neslinden geliyordu.Yakın akrabaları arasında gerçek tasavvuf bilgisine sahip olanlar vardı. Amcası, Ebu Abdullah bin Muhammed el-Arabî kutupluk derecesine erişmiş, kevni ilimlere vakıf bir mürşiddi. Kendisi, tasavvuf ilmine girmeden önce bunun tecellisini görmüştü. . Dayılarından Ebu Müslim el-Havlani, kutupların bü­yüklerinden idi. Diğer dayısı Yahya bin Yağan, Tilemsan şehrinin meliki idi. Ebu Abdullah et-Tunusi adlı bir şeyhin tesiriyle melikliği bırakmıştı. Bu şeyhi için pazarlarda sırtında odun taşıyıp, satardı. O'nu bu haliyle gören halk, kendisine ağlardı. Sonunda duası Allah(celle celalühü) tarafından kabul edilip şeyhlik mertebesine erişti. Babası Ali bin

(1) Ahmet Ateş, Anadolu Kütüphanelerinde Mühim Yazma Eserler, Ta rih Vesikaları, İst. 1955, Yeni seri, 1/72

Babası, îbn'ül Arabî, henüz sekiz yaşlarında iken Seville şehrine ailece göçtüler. Burada ilk tahsilde önemli olan kur'an, kıraat, tefsir, hadis, fıkıh okudu. Gençliğinin ilk dönemlerinde bazı valilere kâtiplik yaptı.(2) Hayatının her safhasında karşılaştığı büyük alimlerden gerek kendilerinin, gerekse rivayet ettikleri eserleri okudu. Onlardan icazet aldı. Kendisi de eserlerini okutarak talebelerine icazet verdi.

Devrin alışılan şartlan içinde hayatı hastalığı ile değişti. Bir gün hastalanmış, hastalıktan bayılmıştı. Kendisini öldü zannettiler. Bu esnada bazı çirkin suratlı kimselerin kendisine eziyet ettiklerini, buna karşılık güzel yüzlü, güzel kokulu bir şahsın kendisini kurtarmaya çalışıp , ötekileri dağıtmaya çalıştığını gördü. Bu şahsın kim olduğunu sorunca " yasin sûresi" cevabını aldı. Uyanınca babasının başında ağlayarak yasin sûresi okuduğunu gördü.

Bundan bir az sonra îbn'ül Arabî, bir müddet halvete çekildi. Her sahada ve bilhassa yüksek tasavvufi marifetler sahasında şahıs haline gelen isimlerin telkini ile halvetten kemâle ererek çıktı. Bu arada filozof îbn'ür Rüşd ile tanıştı. (3)

b.      ) îbn'ül Arabi'nin Hocaları:

Allah (celle celalühü) yolunda hizmetinde bulunduğu, kendisinden istifade ettiği ilk şeyhi ümmi fakat keramet sahibi olan Ebu Cafer El-Urayni'dir. Bundan sonra meşhur Şeyh Ebu Medyen (Ö/.598/1193) in sohbetinde bulunmuş olan Ebu Yakup El-Kaysî'den istifade etmiştir. Kendisinin "Şeyhimiz ve imamımız" diye bahsettiği bu zat, îşbiliye civarında bir dağın tepesindeki bir mescidde kendisine Kuşeyri'nin risalesini okutmuş, Ebu Medyen'in fikirlerini öğretmiştir.

(2)     Ahmet Ateş," Muhyid-Din îbn'ül Arabî, s. 534

(3)     a.g. m.s. 534

Şeyhleri arasında keramet sahibi olan Salih el-Adavi, elinin emeği ile geçinen Ebul Haccac Yusuf, Mısırda tekrar buluştukları îşbiliyeli Muhammed ve Ahmed kardeşler, Ebu Muhammed Baği, abdal’dan olup daima dağlarda, sahillerde gezen, şehirlere gelmeyen Ebu Abdullah Muhammed'i zikredebiliriz. Bunlardan başka Fatma Bintül Müsennâ ile Şems-ül Ümmil Fukara adlı iki kadın şeyhi bulunmaktadır.

tbnül-Arabi, dışarıdan basit fakat kendisine göre fevkalede ruhi ve manevi güçlere sahip olan bu büyük şeyhler arasında ön sene yaşadı. Endülüs ve Kuzey Afrika'nın bir çok şehrinde dolaşmakla birlikte (590/1194) yılma kadar daha çok İşbiliye'de kalmıştır. Bu sırada sofilik hayatının ilk günlerinde tasavvuf! tecrübelerin en yüksek noktasına ulaştı.(4)

c.       ) îbn'ül Arabi'nin Seyahatleri :

(590/1194) Yılında otuz yaşında Tunusta Abdül aziz Mahdavî'nin yanına geldi. Bu arada sonradan şerhedeceği AbdülKasım Ahmed bin Kasay'm " Hal'al - Na'leteyn" adlı eserinin bizzat yazarının oğlundan naklederek okuttu. Daha sonra Fas'a geçti.(595/l 199) da Kurtubaya döndü. (27 Haziran 1199) da Mürsiye ye geldi. Mübarek ramazan ayının verdiği huzur ve şevkle arap edebiyatının eşsiz eserlerinin birisi olan " Mevakıun Nücum " adlı şaheserini yazdı. Bu hallerle meşgul iken görevi, sultan ve meliklere kâtiplikti. (597/1197) yılında Mağrib şehrinde bulunurken Hızı^ (A.S.) ile Hz. Musa (A.S.)'m tasavvufi bir makamına ulaştı. Bu yüzden büyük ferahlık duymasına rağmen, bu makamdaki yalnızlıktan büyük ürküntü duydu. Ertesi yıl dostu Abdülaziz Mahdavînin yanına Tunus'a geldi. Oradan Mısıra geçti.(5) Tunustan Mısır'a geçerek

(4)     a.g.m.s., 535

(5)     a.g.m.s, 536
Kahire'nin sofileri ile münasebet kurdu. TakıyyüDin bin Abdirrahman'ın elinden Hızır (A.S.)'m hırkasını giydi.Buradan Kudüs'e gitti.Beyt-ul Mukaddeste Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in miracının asıl göğe yükselme kısmı ruhunda önemli bir yer işgal ediyordu. Kâbeden önce burayı ziyaret etmek istedi. Buradan yürüyerek Mekke'ye gitti, 1202 yılı Ağustos ayında hac farizasını ifa etti. İki sene bu şehirde kaldı. Kâbe çevresinde geçen bu devirde, en zengin tasavvufi tecrübelere ulaştı.

Kâbe, ona gayb(gizli) alem ile şuhud(görünen) alemin düğüm noktası veya birinden diğerine geçilecek kapı gibi gelmiştir. Kâbe etrafında sık sık tavafta bulunurken akşamlan gölgelerin kaybolduğu saatlerde veya gündüz acı kalabalık zamanlarında birden tasavvufi hallerin en yükseğine geçiyordu. Bu manevi hayatına ait duyguları (600/1204) senesinde Mekke'de kaleme aldığı "Tac'ür rasail" adlı eserinde toplamıştır. (6)

d.      ) İbn'ül Arabi'nin Anadoludaki Hizmetleri:

(600/1204) Yılı İbni Arabi'nin kendisini ilk önce kısa, daha sonra uzun bir zaman için Anadolu'ya çeken dostlar ile tanışma yılı olmuştur.l. GıyasedDin Keyhüsrevin cülûsunu Abbasi halifesine bildirmekle görevlendirdiği SadrüDin Konevi'nin babası Şeyh MecdüdDin îshak, Bağdatdaki diplomatlık görevini yerine getirdikten sonra hacca gitti. Orada Şeyh MecdüdDin îshak, Konyalı ve MalatyalI hacılar, îbnül Arabî ile tanıştılar. Seyahati sevdiği için Bağdat yoluyla onlarla birlikte Anadolu'ya geldi. (7)Kendisinin Anadoluda ilk kaldığı yer, Malatya'dır. Bu sırada 1. GıyasedDin Keyhüsrev, Anadolu Selçuklu tahtına çıkmış, kendisine mesnevi şeklinde manzum ve hürmet dolu bir mektup ile eski büyük dostu MecdüdDin îshak'ı

(6)     a.g.m.s, 537

(7)     İbni Bibi, a. g. e. s.25 vd.

yanma çağırdı.Bunun üzerine MecdüdDin îshak, Malatya’da fazla kalmadan yanında MuhyidDin îbnül Arabî ile Konya'ya geldi. Sultanın fevkâlede lütuf ve ikramına mazhar oldu. Bu arada sultan, MuhyidDin Arabî’ye yüz bin dirhem değerinde bir ev bağışladı. O da kendisinden Allah (celle celalühü) rızası için bir sadaka isteyen bir dilenciye bu evi bağışladı.

Bir müddet Konyada kalan MecdüdDin îshak, az sonra sultanın oğlu 11. ÎzzedDin Keykâvusa (şehzadeliğinde) muallim tayin olunarak Malatya'ya gönderildi. (9)

Bu arada, o Konya'da kalmış, bir ara Kudüs ve Mısır’a gitmiş(606/1209-1210) yıllarında Konya'ya geri dönerek, burada "Fazilet ül-Envar" adlı eserini yazmıştır.(10)

(607/1211) yılında l.GıyasedDin Keyhüsrev'in şehid düşmesi üzerine oğlu 1. ÎzzedDin Keykâvus gelerek Konya da hükümdar oldu. Hocası Şeyh MecdücdDin îshak'ı cülûsunu bildirmek üzere Bağdat'a Abbasi halifesine elçi olarak gönderdi. (11) Bu arada Şeyh MecdüdDin îshak'ın Bağdat'a îbn'ül Arabî ile gidip döndüğü muhtemeldir.

îbn'ül Arabî, sultanla görüşememiş, ondan bir mektup almıştı. Kendisine nasihat yollu bir mektup yazdı.Bu mek- tupta:"Gayri müslimlere müsamahakâr davranma masını, Hz. Ömer(radiya’llâhü anh)’in yaptığı gibi müslümanları aziz, onları zelil kılmak için kilise, manastır ve kule yaptırmamalarını, müslüman gibi giyinmelerine müsaade etmemesi» ni, haç göstermemelerini, çanları hafif çalma- lan" nın sağlanması gibi îslâmı yüceltici tavsiyelerde bu­lunmuştur. (12)

(8)     a.g.e.s,91 vd.

(9)     a.g.e.s, 93 vd.

(10)     A. Ateş, Muhyid-Din ibn'ül Arabî s, 535

(11)     ibni Bibi, a.g.e. s, 154 vd.

(12)     Aksaray!, a. g. e. s. 180 vd.

İbn'ül Arabi "Tercüman'ül-Eşvak" adlı eserine Halep'te başlamış (612/1215) yılında Konya Aksaraymda bitir- miştir.( 13) Daha sonra Sivas'a geçti. Orada ramazan ayında bir rüya gördü. Bu rüyadan Antalya'yı muhasara eden 1. îzzedDin Keykâvus'un şehri fethedeceğini anladı. Bunu bir mektupla sultan'a bildirdi. Feth kendisine müyesser olan sultan, bir çok hediye ile kendisine bir cevap gönderdi.(14)

Bu tarihten sonra üstad, bir takım seyahetlere çıksa bile Malatya'dadır. 618/1221 yılında Malatya'da MecdüdDin İshak ölmüş, İbn’ül Arabi onun dul kalan hanımı, SadrüdDin Konevi'nin annesi ile evlenmiştir. Ondan doğan oğlu SadüdDin Muhammed (619/1222)'de Malatya'da doğmuş, (656/1258) yılında Şam'da ölmüştür.Diğer oğlu İmadüdDin Ebu Abdullah Muhammed (667/1269) yılında Şam'da ölmüştür.

g) İbn’ül Arabinin Şam'a Yerleşmesi:

İbn’ül Arabi’nin Anadolu'dan ne zaman ayrıldığı bilinmiyor. Ancak (1227/1230) yılında Şam’a yerleşmiştir. Anadoluda büyük bir itibar gören refah ve huzurlu günler yaşayan üstadın Malatya'yı terkedip Şam'a yerleşmesinde en büyük faktör, büyük dostu, yüce alim Şeyh MecdüdDin İshak'm ölümüyle seviyesinde alim görememesi ve Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)in Şam'ı öğen hadisleridir.Kendisi de Fütuhatında Şam’da oturmayı tavsiye etmektedir.(15) Fakat kendisi, Şam daki hayatında rahat ömür geçirmemiştir. Tasavvufi düşüncelerinden dolayı fıkıh ve hadis alimleri tarafından küfürle itham derecesine varan tenkitlere hedef olmuştur. Ancak bunlara karşı Şam’ın eski ve büyük bir kadı ailesi olan " el-Zeki oğullan" gibi diğer koruyucular da bulmuştur. Onların bu himayesi , aleyhine doğacak

(13)      Ateş, Muhyiddin s. 539

(14)      Aksarayi, a.g.e.s. 180 vd.

(15)      Ateş, a.g.m.s. 540 vd.

hareketleri önlemiş," öldürülmesine fırsat bırakmamıştır. Bundan başka türlü vesilelerle Eyyubî hanedanına mensup olan sultanlar ve melikler de kendisini korumuş, aleyhindeki fitneleri önlemişlerdi. Bunlar arasında fakihlerin keyfi hükümlerinden şikayet eden el-Melik'ül Muzaffer bin el-Melik'ül Adil, Hama Meliki Murabıt Şirkûh başta gelir.

îbn'ül Arabi'nin bu yılları, hayatının en sakin dönemidir. Fusul-ul Hikem ve muhtasarlarını bu yıllarda yazmıştır. Talebesi, SadrüdDin Muhammed Konevi, bu dönemde kendisinden duyduğu bazı sözleri nakletmiştir. Şeyhine büyük bir hürmeti ve hayranlığı vardır. (16)

f«) İbn'ül Arabi’nin Vefatı:

Ölümünden bir gün önce SadrüDin Konevi "Kitab'ül Asfar " adlı eserini kendisine okudu. Yetmiş sekiz yaşlarında iken MuhyidDin îbn'ül Arabî, Şam'da Kadı MuhyidDin ibn'üz Zekinin evinde (28 Rabiul-Evvel 638 / 16 Kasım 1240) yılında Hakk'a yürüdü. Oldukça muhteşem bir merasimden sonra bu ailenin Kasyon Dağı eteklereindeki türbesine tevdi edildi. Daha sonra da yanına iki oğlu gömüldü.(17) Yavuz Sultan Selim Han 1517 yılında Mısır fethinden dönerken Şam'a geldi. Burada uzun müddet kaldı. O zamanlar " Zeki Oğullan türbesi " diye anılan yerde, şimdiki MuhyidDin îbn’ül Arabî türbesi ci­varında bir cami yapılmasını, caminin kuzeyine bir tekke inşa edilmesini emretti. İnşaat, kısa bir zamanda tamam­landı. Bu arada sultanın yanında bulunan şeyh’ül îslâm, Kemal Paşazade’nin MuhyidDin Arabiyi öğen bir fetvası asıldı.(18) 11. Abdülhamit(1876-1908) devrinde tamir edil­di. Türbesinin girişi üzerinde kendisinin " Her asır, yetiştirdiği büyük şahsiyetle anılır, Ben de bundan sonraki

(Î6)Tg^ın.s^ 54ö

(17)      a.g.m.s, 541

(18)      a.g.m.s, 541

asırların tek şahsiyeti olacağım." şiiri yazılıdır. (19)

g) Muhyiddin îbn’ül Arabi’nin Eserleri:

Üstad, sofi yazarlar içinde en çok eser telif eden bir zattır. 239 civarında eseri vardır. Kendisinin hayatı Ana- doluda da geçtiğinden; Anadolu kütüphaneleri titizlikle ta­ranmadan bu sayı ciddiyetle tesbit edilemez.

En önemlileri:

1-     Fûtuhat-ı Mekkiye, ( 633/1235 - 636/1238) tarihli nüshası kendi el yazısıyla îst.Türk-Islâm Ktp. 1845-1881 numaralarda 37 cilt halinde kayıtlıdır.

Prof. Dr. Nihat Keklik, Kültür Bakanlığı Yayımı Ank. 1990

2-      Fusul'ül Hikem, SadrüdDin Konevinin kendi el yazısıdır. Konevi tarafından îbn'ül Arabi'ye okunmuş ve düzeltilmişkir.îst. îslâm Eserleri Müzesi nr. 1993 de kayıt­lıdır. (627/1230)'da Şam'da yazılmıştır. M. N. Gençosman Ank. 1964

3-   Kitab'ül îsra ila Mekan'il Esra, Hz. Peygamberin miracı hakkında (594/1198) de Faşta yazmıştır.

4           - Muhadarat'ül Ebrar, Müsameratül Ahyar

5           - Kelam'ül Abadile

6           - Tac'ür Rasail ve Minhac'ül Vesail

7           - Mevakıun Nücum ve Metali Ehlillah esrar vel ulum

8           - Ruh'ül Kuds fi münasebetin Nefs

9           - el-Tenezzülât-il Muvsiliyye fi Esrarit Taharat Vessâ-

lati vel eyyamil evliya

10            - Kitab'ül Esfar

11            - el - Esfar an Netaicil Esfar

12            - Divan: Tasavvufi şiirlerini muhtevidir. Konya Yu­suf Ağa Ktp. nr. 5501,5502 de kayıtlıdır.

(19)       Muhyiddin İbni Arabi; Füsüs'ul - Hikem, Ter, M. Nuri Gencos- man Ank. 1964 S. XIII: Saffet Kemâlettin Yetkin, Muhyiddin Arabi ve Tasavvuf, Ank. Ü. İlahiyat Fak.. Nşr. Ank. 1952,1/23

13            - et -Tercüman'ül Eşvak

14            - Feth'üz Zevair vel-Alak, an Vechi-i Tercüman’il

Ahval

15            - Şerhu Halel Naleteyn

16            - Kütübü Hilyet-il Abdal

17            - Kitab-üt Teracim fi işaret- ilm ve Letaifil fehm

18            - Kitab'üş Şevahid

19            - Kitabili îşarat-il Kur'an fı Alâmil İnsan

20             - Nisabl -Hirak

21             - Fazlu Şehadet-üt Tevhit ve Vaf-u Tevhidil Mukinin

22             - Cevabu Suali İsmail bin Savdekin

23             - Kitabül Bâ

24             - Kitabü Semaniye ve Selasîn ve Hüve Kitabül-Azal (20)

h.) Muhyiddin İbnül Arabi'nin Malatyada iken Yazdığı Eserleri:

1.      ) Fasail-i Şehadet'iit Tevhid ve Vasfi Tevhidil Mukinin Malatya'da 9 Rebiulevvel 602/1205 de istinsah edildi. Bu eserle aşağıdaki eserler Malatya'da 602/1205 de telif edildi. Yusuf Ağa Ktp.nr. 4868/1- SadrüdDin Konevi Vakfı.

2.      ) Kitab’ül Bâ

Yusuf Ağa Ktp. nr.4868/2 SadrüdDin Konevi Vakfı

3.      ) Kitabu Hutbe fi tertibil âlem ve şeklihi.

Yusuf Ağa Ktp. nr. 4868/3 SadrüdDin Konevi Vakfı

4.      ) Hilyet'ül Ebdâl

Yusuf Ağa Ktp. nr. 4868/4 SadrüdDin Konevi Vakfı

5.      ) Tac'üt Teracim fi işaretil ilm Yusuf Ağa Ktp. nr. 4868/5 SadrüdDin Konevi Vakfı

6.      ) eş-Şevahid

Yusuf Ağa Ktp. nr. 4868/6 SadrüdDin Konevi Vakfı

7.      ) Cevabü Süali İsmail bin Savdelin__________________

(20)        Ateş, MuhyidDin Îbn'ül Arabi, s. 542-546

Yusuf Ağa Ktp. nr. 4868/7 SadrüdDin Konevi Vakfı

Ayrıca et-Tenezzülat'ül Musiliye adlı Yusuf Ağa Ktp. nr. 4861 SadrüdDin Konevi Vakfı olan bu eserin yp. 1 a daki Sema kaydında "SadrüdDin Muhammed Konevi ta­rafından bu kitabın müellifi ve Efendimiz Ebu Abdullah îbn'ül Arabi'nin önünde okuyarak duydu. Bu (2 Rabiulev- vel 628/7 Şubat 1231) gününde Şam şehrinde şeyhin ( Al­lah razı olsun) konağında ve perşembe günü idi. "yazılıdır.

B.) MuhyidDin İbn'ül Arabi'nin Felsefesi ve Tesirleri :

îbn’ül Arabî eski Yunan filozoflarından (Aristo, Eflâtun) Yahudi filozoflarından (İbn-i Cebiral ve îbn-i Meymun) üzerinde tetkiklerde bulundu. Cüneyd-i Bağdadî, Beyazıd-ı Bistamî, Hallâc-ı Mansur, Kuşeyri ve îmamı Gazali gibi îslâm mutasavvıflarının hayatı ve sistemlerine nufuz ederek kendisine göre kur'an-ı kerim'in tasavvufi yorumunu yaptı. (1)

Sistemini tamamlamak için zamanının bütün ilimlerine müracaat etti. Hepsini aynı maksat etrafında toplamaya çalıştı. Onun sistemi, her şeyden önce farklı felsefi sistemlerin ve dini cerayanların dört yol ağzı olmak iddiasındadır. Çok farklı görüşleri uzlaştırmak çabasındadır. Çünki: "Ona göre hakikat, varlığın birliğindedir. O'nun (Allah'ın) sonsuz ve cihanşümül varlığı dışında hiç bir varlık yoktur." (2)

îbn'ül Arabî'ye göre kâinatın manâsı ve hikmeti şudur: "Bütün varlık, hazırdır ve bu hazır oluş sonsuzlukta hiç bir boşluk bırakmaz. Gizli ile görüneni birbirine bağlayan beş mertebe vardır, Bunlardan birincisi Mutlak gizliliktir. İkincisi, ilk belirlenmedir. Üçüncüsü, ikinci belirlenmedir.


(2)      

Burada vahdet (birlik) ve Hz. Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellem'in hakikati, insanlığın hakikati olmuştur. Dördüncüsü, zuhur merhaleleri, ruhlar âlemi, fikirler âlemi, isimler âlemidir. Beşinci ve sonuncu merhale görünmemişlik, görünüş derecelerinin bütünü, gizli ve açık olan her şeyin sonsuz birliğini temsil eden, toplayıcı hazırlama derecesidir.(3)

İbn'ül Arabîye göre gizli ile aşikâr olanı birbirine bağlayan beşinci mertebe, İnsanî âlem ve kâmil insan arasında atılan köprüdür. Öz bakımından varlık birdir. Aslında gizli olan (batın) varlık görünen (zahir) şekiller olur. Gizli âlemde (ilahi isimler) olan şey görünüşte " âlemler" olur. Bu iki kutup arasında " kâmil insan " veya berzah bulunur. O sırrın göründüğü bir aynadır. Allah (celle celalühü) kendi özü için bir aynadır. Kâmil insan da Allah (celle celalühü)'m aynasıdır. Her devirde varlığın gizli ve görünen iki manzarasını birbirine bağlayan Kâmil insanlar yetişmiştir. Bunlar, O devirlerin ” Gavs " veya " Kutup" larıdır. Kendisi, Kur'anın delilerini kâmil insan nazariyesine göre yorumlamıştır. (4)

O’nun felsefesi, bütün problemleri Allah (celle celalühü) problemi etrafında toplayan bir monizmdir. O derecedeki ondan metafizik ayrılmaz bir halde ahlâk ve siyaset felsefesi ile bir bütün teşkil eder. Bütün hayatı hareketten ve mücadeleden yoksun olduğu halde fikirleri ile Anadolu ve Suriye'de bir çok devirlerde dini hareketler ve siyasi cereyanlar üzerine tesir etmiştir.

O’nun " Gavs" görüşü her devirde " Sahib'üz-zuhur" un çıkacağı, herkesin bilmediği hakikatlere sahip olduğu için insanlara rehber olacağı kanaatini aldı. Böyle oluncada "Sahib'üz-zuhurlar" hükümdarlar ve devletlerden üstündür. Onların aklî bilgilerinden daha çok karizmatik şahsiyetleri

(3)     a.g.e.s, 245

(4)     a.g.e.s, 247

Sadrüddîn ei-Konevî Forma 3
ile halk üzerinde büyük tesirler icra ettiklerinden dolayı zaman zaman devlete karşı tehlikeli olmuşlardır. Bu yüzden devlet adamları, onlara büyük değer vermiştir. (5)

MuhyidDin îbn'ül Arabî, daha çok. mistik (tasavvufi) bir felsefe sistiminin sahibidir. Aşk kavramı üzerinde durur. O, tefekkürün, muhakemenin, engin bir tahlil gücü olan bir akim sahibidir. Aşkın felsefesini yapar. Aşkı üçe ayırır:

1   - Tabii Aşk

2    - Ruhani Aşk

3    - İlahi Aşk. (6)

O'na göre ilahi aşk, diğer aşk çeşitlerinin kaynağıdır. Allah'ın kainatı yaratmasını bu ezeli aşkın bir kaynağı olarak görür. Bunu şöyle açıklar : " Her şekillendirmeden önce ferdiyet ve basitliği için kendisini nefsi için, sevgi ve bilinmek için tezahür etmekten hoşlandı." Bu görüşü ile yaratılış sırrının sebebini açıklamaktadır. Böylece kendisini severek, zâtında gizli olan şeylerin bütün ayanımda sevmektedir. (7)

îbn’ül Arabi'ye göre ruhani aşk, tasavvufi aşktır. Bunun son hedefi ise aşıkla maşukun asli birliğinin idrâkidir. O, sofiyi AHa’a yaklaştıran, ona Allah (celle celalühü) ile birliğini hissettiren beşeri aşk değil; kendini yeniden bulunca bir "suret” olarak "bütünlük" küllî aşkı ile yakınlığını gerçekleştiren ilahi aşktır. O bir bütün ve bir cüz olarak bütünün aşkıdır. Sofilerin "cezbe" dedikleri halde budur. (8) îbn'ül Arabi'nin vahdeti vucudçuluğu, aşkın son gayesinin hakikatini bilmek, aşkın hakikatinin ise Allah (celle celalühü) m zatı olduğunu idrâk etmektir. (9)

(5)     a.g.e.s, 249

(6)     A.E. Afifi, MuhyidDin Arabi'nin Tasavvuf Felsefesi, Çev. Meh­met Dağ, Ank. 1975 S, 150

(7)     Ibnül Arabi, Fütühat-ı Mekkiye, Mısır 1293,11/437

(8)     a.g.e 1V441

(9)     a.g.e 11/427

îbn’ül Arabî, her şeyi, monist (tevhidçi) bir sistem içerisinde izah ettiği için kendisine göre aşkın hedefi ve hakikati Allah (celle celalühü) ın zatı ile ilgilidir. İlahi aşk, Allah (celle celalühü) m zatına ilave değil; zatının aynıdır. Aşk, yaratılışın sebebi, aynı ve bütün tezahürlerin tek olan Allah (celle celalühü)'a dönmesidir. (10)

b.) MuhyıdDin îbn'ül Arabi'nin ölümünden sonra Şeyh SadrüdDin Muhammed Konevi ve Ekberiye Hareketi:

Muhyiddin Arabi (H.638/1240) yılında öldüğü zaman bir tarikat kurmamıştı fikirlerin benimsemiş olanlar İsmail el-Tunusî, Ebu Kasım el-Bunî, İsmail bin Savdakin, hayatının büyük bir kısmını onun hizmetinde geçiren Ebu Abdullah Bedr’ül Habeşî gibi talebeleride tarikat veya teşkilat kurmadılar.

En kıymetli talebesi SadrüdDin Muhammed Konevi Öl.- (673/1274) nin Konya'daki hanikâhı,îbn'ül Arabî'nin fi­kirlerinin bütün îslâm âleminde yayılmasına hizmet eden büyük bir kaynak görevini ifa etmiştir. Moğol istilası (673/ 1221) ndan kaçarak veya başka sebeplerden dolayı Anadolu ve Konya'ya gelenler arasında bulunan büyük sofiler içinde arapçayı iyi bilen ve aynı zamanda bu büyük, geniş düşünceyi kavrayabilenler SadrüdDin Muhammed Konevi hanikâhında toplandılar. Bunlar arasında SadrüdDin Mu­hammed Konevi'den Fusus’ul Hikem Şerhini dinledikten sonra onun bir nevi farsça özeti ve şairane ifadesi olan "Lemaat" adlı eseri yazan büyük şair FahrüdDin Irakî (öl. 686/1289) en başta gelir. Bu eserle îbn’ül Arabî'nin fikirleri îran ve çevresine girmiş; öte yandan Anadolu'da edebi yönden büyük izler bırakmıştır. SadrüdDin Muhammed Konevi'nin en önemli talebelerinden biriside Fusus’ul Hi- kem'e bir şerh yazmış olan MüeeyyidüdDin Mahmud eî-

(10)     Mehmet Aydın, H. Mevlânâ’da ve MuhyidDin Arabi'de Aşk Kav­ramı, S.Ü. 111. Milli Mevlânâ Kongresi, Konya 12-14 Aralık 1988 , Konya 1989 S. 160-161

Cendî (öl. 690/1291) dir. Ayrıca îbn’ül Farız'm Kaside-i Tâiyyesini şerh edenlerden îbn'ül Arabi'nin bütün düşüncelerinin en mükemmel özetini veren SadüdDin Fer- gani (öl. 699/1299) zikredilmelidir. (11)

Üstadın fikirlerinin Anadolu'da yayılması çok geniş ve derin izler bırakmıştır. SadrüdDin Muhammed Konevi'nin talebeleri Anadolu'nun her yeri ve türlü şehirlerinde o'nun düşüncesini yaydılar. Bilhassa yeni kurulmakta olan Os- manılı medreselerinde ders olarak okuttular. Bu konuda ilk büyük faaliyeti Davûdî Kayseri (Ö1.751/1350) yapmış- tır.Ayrıca KutbudDin Îznikî (Ö1.885/1480) ile Yazıcızade Mehmet Efendi (Ö1.855/1481) önemli hizmetlerde bulun­muşlardır.

Ayrıca îbn'ül Arabi hakkında fetvalar veren Kemal Paşazade ile Yavuz Sultan Selim için Edirne'de "el-Canib'il Garbi fi Halli Müşkülat’ı İbn'ül Arabî " adlı eseri yazan Şeyh'ül Mekkî ile İbrahim'ül Halebî'nin ( Nimet'ül Cari fi Nusretiş Şeria ) adlı eseri Osmanlı döneminin en önemli kaynaklarındandır.

XVII . Asırda bu cereyanın temsilcilerinden olan hac görevini ifa ettikten sonra MuhyidDin-i Arabî Türbesinde inzivaya çekilen, Konya'da ölerek SadrüdDin Konevi Türbesi yanına gömülen "Fusus'ul Hikem şarihi (açıklayıcısı) " Bosnalı Abdullah Efendi (öl. 1644) bu ko­nuda önemlidir. (12)

Mevlânâ CelaledDin Rûmi’nin mesnevisinin iki büyük şarihi (açıklayıcısı) olan iki büyük şair İsmail Ankaravi (öl. 104/1632) ile San Abdullah Efendi (öl. 1071/1661) mesne­viyi ilk harfinden başlayarak son harfine kadar MuhyidDin İbn'ül Arabi'nin Vahdet-i Vucud nazariyesine göre şerh etmişlerdir. Böylece Türkiye'ye hakim olan tek tasavvuf

G~î) Ahmet Âte^TTuh^^^

(12) a.g.e.s, 553-554

felsefesi anlayışı, daha XIV. Asırdan başlayarak divan ede- biyatındada MuhyidDin Arabi'nin tasavvufi, felsefi görüşü olmuştur. Böylece bütün şairlerde vahdet, şuhud, gayb, însan-ı Kâmil vs. gibi terimlere rastlanmıştır. (3)

(3) Ahmet Ateş, Mesnevi'nin Onsekiz Beytinin Manâsı, F.Köprülü Armağanı, İst. 1953 s.37 vd.

III,      BÖLÜM:

ŞEYH EVHADÜDDİN KİRMANÎ ve

ANADOLUDAKİ FÜTÜVVET HAREKETİ :

EvhadüdDin Hamid bin Ebül Hayr Kirmani, Kirman Selçuklu Sultanı 11. Turan Şahın oğludur. (1) Me- nakıbnâmede bildirildiğine göre,Oğuzların Kirmanı, (H. 575/1179) yılında istilâ ettiklerinde kendisi onaltı yaşında bulunuyordu. Buna göre doğumu (h.559/1164) yılına rast­lamaktadır.

Henüz Delikanlı denilecek bir yaşta Bağdat'a geldi. Bu­rada rastgele bir medreseye girerek, talebelik yaptı. Kısa zamanda bir çok kitap okudu. Zekâ ve çalışkanlığı ile te­mayüz ederek, ünü Bağdat'a yayıldı. Muid (asistan) dere­cesine yükseldi. Bir süre sonra Hakkakiye medresesi /müderrisi oldu. Bu medresede müderris iken gönlüne tasav­vuf aşkı düştü. Bir arayış içine girerek, sıkıntılar çekti, riy­azetler uyguladı.

Bu sırada Bağdatta RüknedDin Ebül Ganâim Mu­hammed es-Sücasi adlı manevi tasarruf sahibi bir mürşide bağlandı. Zamanla onun kızı ile evlendi. Onun manevi ter­biyesi ve himayesi altında yetişti. (2)

/' Devrinin bir çok mutasavvıfı gibi Abbasi halifesi en- Nasır lidinillâh'm kurduğu fütüvvet teşkilâtına girmiş ve bu teşkilat içinde çeşitli yüksek makamlara, ömrünün sonun­da da bu organizasyonun "şeyh'üş - şuyuhluğu: şeyhlerin şeyhliği" luğuna kadar yükselmiştir. Bu görevle halife ta­rafından çeşitli ülkelere diplomat olarak gönderilmiştir. (3) j

(1)    Mikâil Bayram, Şeyh EvhadüdDin Hamid ei-Kirmani ve Evhadiye Tarikatı Konya 1993 s. 17

(2)     a.g.e.s. 19-24

(3)     a.g.e.s. 26

Anadolu Selçuklu sultanı 1. GıyasedDin Keyhüsrev, ikinci defa (601/1204) yılında tahta geçince hocası Mala­tyalI Şeyh SadrüdDin Konevi'nin babası, Şeyh MecdüdDin îshak'ı cülûsunu Abbasi halifesine bildirmek üzere Bağdat'a göndermişti. (4) MecdüdDin îshak, bu görevini yerine getirdikten sonra hacca gitti. Hac dönüşü Bağdat'a uğradı. Burada tanıştığı ünlü sofi MuhyidDin Arabî, Şeyh EvhadüdDin Kirmani, Şeyh NasrudDin Mahmud (Ahi Ev­ren), Ebu Cafer Muhammed Berzaî gibi alim ve muta­savvıfları (h.602/1205)de Konya'ya getirdi.

Anadolu'ya fütüvvet teşkilâmm lideri olarak gönderildi. Bu arada Anadolu'yu bu yönde organize etti. Çoğunlukla Kayseri'de oturdu. Burada evlendi. Kızı Fatma Bacı doğ­du. Bu arada Malatya'da uzun süre ikâmet etti. Burada iken Şeyh MecdüdDin ishak ile dostlukları devam etti. Bu arada SadrüdDin Muhammed Konevi'nin eğitimi ile de yakından ilgilendi.

Malatya'da kendisine muhalif guruplar harekete geçtiler. Ahmet Tebrizî adlı birisi kendisine süikâstte bulundu, bu arada Malatya'nın zengin yöneticisi olan FahredDin Haşan ile bozuşarak. Malatya'yı bir daha dönmemek üzere terk etti. (5)

Kirmani, seyyah bir sofi olarak Anadolu, Azerbeycan, îran, Irak, Suriye, Mısır ve Hicaz'ın bir çok şehir ve kasa­basını dolaşmıştı. 1. GıyasedDin Keyhüsrev ilk oğullan ve 1. îzzetDin Keykâvus gibi sultanlar ve devlet adamlanndan büyük şevgi ve itibar görmüştür.

Gittiği her yerde coşkun vaaz ve şiirleriyle nüfuzunu artırmış; türkçe sohbet ettiği için Anadolu'da Türkmenler arasında büyük bir itibar kazanmıştır. (6)

(4)     İbni Bibi, a.g.e.s. 90 vd.

(5)     M. Bayram, Şeyh EvhadüdDin s. 30-31

(6)     M. Bayram, Bacıyan-ı Rum, İst. 1987, s. 38
Anadolu'da Kayseri'de bulunduğu dönemlerde de sık sık Erciyes eteklerinde itikâfa çekilmiş ve bir Türkmen şeyhi olan Hacı Bektaş-ı Velî de kendisinden feyz almıştır. (7)

Şeyh EvhadüdDin, Anadolu Selçukluların kadınlar or­ganizasyonu olan Bacılar teşkilatının kurucusu olan kızı ve Ahi Evren'in hanımı Fatma Bacı ve kardeşi Amine Ha tun'un tahsilleri ve tasavvufi yönden irşadlarıyla yakından ilgilenmiştir. Amine Hatun, çok alim, fazıl ve za­hide bir kadındır. Ahlat vezirinin oğlu olan kocasından ayrıldıktan sonra, 1. Alâeddîn Keykubad'ın komutan­larından Emir MübarizüdDin Çavlı'nm babası Şeyh Ev­hadüdDin için Şam'da yaptırdığı zaviyesinde irşad faaliye­tini sürdürmüştür. Burada on sekiz hanikâhm şeyhliğini üzerine alarak, tarikat dersleri verilmiştir. (8)

Anadoluda ki fütüvvet liderliği görevini Konya'da bulu­nan talebesi, SadrüdDin Muhammed Konevi'nin sınıf ar­kadaşı, yakın dostu, oğlu Saadettin Çelebi'nin hocası olan Şeyh ZeynüdDin Sadaka'ya bıraktıktan sonra Bağdat'a git­ti. Burada (635/1238) yılında Hakk'a yürüdü. (9)

(7)     Menakıb-ı Şeyh EvhadüdDin, İst. Nafiz Paşa Ktp.nr. 1119 yp. 2656

(8)     M. Bayram, Bacıyan-ı Rum s, 54

(9)     Hidâyet Kuli Han, Riyaz'ül Arifin, Tahran 1344, s,47-48; Kazvini

Zekeriyya Muhammed, Âsar'ul Bilâd, Beyrut 1956, s, 248

IV.      BÖLÜM

ŞEYH SADRÜDDİN MUHAMMED

KONEVİNİN DİĞER HOCALARI:

a.       ) CEMALÜDDİN el-VASITI :

Şeyh EvhadüdDin Kirmanî manakıbmda Malatya ve Konya'da uzun seneler kadılık yapmış olan Kadı SıracüdDin el-Urmevi'nin Şeyh EvhadüdDin Kirmani'nin bağlılarından olduğu bildirilmektedir.

Kadı SıracüdDin Malatya'da kadı iken tıp, felsefe, hey'et (astronomi), matematik ve geometri gibi ilim dal­larında üstün bir şöhrete sahip olan CemalüdDin Vasıtî, önceleri Şeyh EvhadüdDin'e şiddetli muhalif idi. Kadı SıracüdDin, CemalüdDin Vasıtî'yi Şeyh EvhadüdDin ile görüştürdükten sonra onun hakkmdaki kanaati değişerek kendisine bağlanmıştı. (1)

^Şeyh EvhadüdDin Kirmanî (630/1232) yılında hac emiri olarak hac mevsiminde hacca gittiği zaman yanında Ce­malüdDin Vasıtî ve Şeyh SadrüdDin Muhammed Konevi'de bulunuyordu. Konevi, bu hac yolculuğu esnasında Ce­malüdDin el- Vasitî’den bazı hadise dair eserler okuduğunu defterlerinden birine yazmıştır. (2)')

(1)     Mikâil Bayram, Şeyh EvhadüdDin, s. 113-114

(2)     SadrüdDin Konevi, Mükâtebat Konya Yusuf Ağa Ktp. nr, 7580,yp, 345a; Mikâil Bayram, Selçuklular Zamanında Tokat ve Malatya Yöre­sinin Fikir ve Kültürel Yapısı ve Siyasi Boyutları, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı; 72 s. 91

b.      ) MUHYİDDİN DİMAŞKÎ :

SadrüdDin Muhammed Konevi’nin Nefehat-ı nahiye­sinde kayıtlı bulunan hocalarından biriside kadılar kadısı, Şam kadısı, Şamlı MuhyidDin Dımaşkî’dir.Konevi, bu üstadından arap edebiyatına ait ilimler okumuştur.Nefahat-i İlâhiyyesinde kendisinden şöyle bahsetmektedir;" Efendi­miz, imam, alim, ilmiyle amil, faziletli büyük bir bilgin, te­vazu sahibi, faziletli, dostların reisi, müminlere faydalı ilimler hazırlayan, müslümanlann kadıların kadısı, sohbe­tiyle din ve milleti ihyâ eden." (3)

MuhyidDin Dimaşki, Şeyh-i Kebir MuhyidDin îbn'ül Arabi'yi her zaman destekleyen, onu bir çok sıkıntıdan kurtaran gönül dostlarındandır. İbn'ül Arabi gibi kendisi- ninde Şeyh SadrüdDin Muhammed Konevi’nin yetişmesinde emeği ve hizmetleri geçmiştir. (4)

(3)  SadrüdDin Muhammed Konevi, Nefehat-ı îlâhiyye Konya Mevlâna Müzesi İhtisas Ktp. nr, 1633 yp. 98 a

(4)   A. Ateş, Ibnül Arabî s. 540

V.     BÖLÜM

ŞEYH SADRÜDDİN MUHAMMED KONEVİ’NİN HAYATİ:

a.) SadrüdDin Muhammed Konevi’nin Doğumu:

Şeyh SadrüdDin Muhammed Konevi hazretleri, Malat­ya'da (h. 605/1208) yılında doğdu. (1) Babası, Şeyh MecdüdDin îshak, Anadolu Selçuklularının ve şehzadelerinin hocası, kendisine büyük değer verdikleri âlim ve fazıl, fütüvvet şeyhi, sultan ve şehzadelerin danışmanı ve diplomatıdır. Konya Yusuf Ağa kütüphanesinde bulunan babasından kendisine intikal eden el yazması kitaplarda kendisinin künyesi, hocaları, hadis okuttuğu talebeleri ve çevresi hakkında önemli bilgiler bu­lunmaktadır.* Bu eserler arasında bulunan Abd-ül Halik Muhammed el- Endülüsî'ye ait olan "Ahkâm'ül Kübra " adlı kitabın sema kayıtlarında SadrüdDin Muhammed Konevi’nin künyesi " SadrüdDin Ebül-Mealî Mu­hammed bin el- İmam eş - Şeyhül İslâm İshak bin Muhammed bin Yusuf bin Ali" olarak geçmektedir. (2)

Türk Fütüvvet (Yiğitlik) teşkilatı diyebileceğimiz Ahilik, dini ve siyasi bakımdan Abbasi Halifesi en-Nasır lidinillah (1180-1225) m kurduğu fütüvvet teşkilatına bağlı olarak kurulmuştur. Türk kültür ve zevkinin, ortaçağ îslâm Fütüvveti, töre ve gelenekleriyle beslenmesi ile Anadolu Selçukluları devrinde Anadolu'da ki sosyo-kültürel, sinai ve ticari şartların etkisiyle kurulmuş ve gelişmiştir. Otuz dördüncü Abbasi halifesi en-Nasır lidinillah, İslâm dünyasındaki dağınık dini ve siyasi birlikler halinde bulu-

(1)     KerümüdDin Mahmud Aksarayi, a. g. e. s. 109

(2)     Endülüs! a.g.e. yp. 1 a

nan fütüvvet hareketini, yeniden organize ederek, İslâm dünyasına şamil bir teşkilat kurdu. Kendi zamanındaki müslüman devlet adamlarına da mektuplar ve elçiler göndererek kurduğu fütüvvet teşkilatına katılmalarını iste­di. (601/1204)yılmda ikinci defa Anadolu Selçuklu tahtına geçen 1. GıyasedDin Keyhüsrev, hocası MalatyalI Şeyh MecdüdDin îshak’ı, bu halifeye göndererek onunla kültürel ilişkilere girişmiştir.

b.    ) SadrüdDin Muhammed Konevi’nin Malat­ya’da ki Eğitimi ve Hocaları:

Daha önce babası MecdüdDin îshak ile birlikte Anadolu ve Konya'ya gelen, daha sonrada Malatya'da bulunan MuhyidDin ibn'ül Arabî, Şeyh EvhadüdDin Kir­mani, CemalüdDin Vasıti, Ebul Hasen Ke- malüdDin Ali el-İskenderani, gibi hocalarından hafızlığını tamamladı. Hadis ve fıkıh okudu. (3)

c.     ) SadrüdDn Muhammed Konevi'nin Malat­ya'da ki Eğitimi Döneminde Sınıf Arkadaşları:

SadrüdDin Muhammed, Malatya'da iken babası ve ho­cası olan Şeyh MecdüdDin îshak aynı zamanda şehzade olan 1. ÎzzedDin Keykavus'un eğitim ve öğretimi ile ilgile­nirken bu halkada kendi oğlu SadrüdDin Muhammed, ZeynüdDin Sadaka ve îmadüdDin Malati ile de yakından il­gilenmişti. Yani bu adı geçen kimseler, Malatya'da eğitim ve öğretim gören sınıf arkadaşları idiler.

SadrüdDin Muhammed Konevi'nin babası MecdüdDin îshak (H.618/1221) de Malatya'da ölünce dul kalan anası, hocası MuhyidDin îbn'ül Arabî ile evlendi. (4)

(3)     Endülüsî, Ahkâm'ül Kübra Yusuf Ağa Ktp. nr.5059 yp. 1 b

(4)     Cami, Nefehat'ül Üns s,632

d.      ) SadrüdDin Muhammed Konevi'nin Şam'a Göçüşü :

MecdüdDin îşhak'ın ölümüyle çok sevdiği arkadaşı ve dostunu kaybeden MuhyidDin İbn'ül Arabî (627/1227) yılında aradığı fikri muhiti bulamadığı için ailesi ve talebesi , üvey oğlu SadrüdDin Muhammedi alarak Şam'a göçtü. Burada Konevi hem İbn'ül Arabî hem de Şeyh EvhadüdDin'in hizmetinde bulundu. (5)

d.) SadrüdDin Muhammed Konevi’nin Şam'da  Eğitimi ve Hocaları:

SadrüdDin Muhammed Konevi, Şam'da Camii Ümeyye yakınında bir medrese ve hanikâhda üstadı MuhyidDin Arabî, Şeyh EvhadüdDin Kirmani, İbni Farıdın talebelerin­den İbni Seb'in, Şam Kadısı İbni Seb'in, MuhyidDin Dimaşkî, Şeyh ÎzzedDin, Muhammed bin İbrahim es-Silefi el-İsfehani gibi hocalardan arap edebiyatı, tasavvuf felsefesi ve tefsir dersleri okudu. (6)

f.       ) SadrüdDin Muhammed Konevi'nin Seyahat leri:

Konevi, îbn'ül Arabî ve Şeyh EvhadüdDin Kirmani'yi kastederek " Ben iki anadan süt emdim " dediği diğer ho­cası Şeyh EvhadüdDin kirmani ile birlikte (627/1230) yılında aynr devenin sırtında aylarca sohbet ederek Hac4ca gitti. Hocasına onaltı sene hizmet etti. Onunla birlikte Ana­dolu, Suriye ve Mısır'da bulundu.Kirmanî'den hocası îbn'ül Arabî İle aralarındaki kırgınlığı gidermesini rica etti. O'da hocasıyla İkisini uzlaştırdı. Bundan sonra MuhyidDin îbn'ül Arabî , Şeyh EvhadüdDin Kirmanî’ye SadrüdDin Konevi'yi emanet ederek eğitim ve öğretimiyle ilgilenmesini

(5)     Mikail Bayram Şeyh EvhadüdDin Hamid el-Kirmanî ve Evhadiye

Tarikatı, s, 41-42

(6)     İbn'ül Arabî, Risaleler, Konya Yusuf Ağa Ktp. nr. 7847 yp.345a; 7852 yp.345 a

rica etti. (7) SadrüdDin Muhammed (630/1233) yılında MuhyidDin Arabi'nin izniyle Şeyh EvhadüdDiin ile birlikte Mısır'a giderek, onunla birlikte bulundu.

Mısır dönüşü Şam'a döndükleri zaman SadrüdDin Mu­hammed Konevi Şam'da kaldı. Kirmanî Bağdat'a geçti. Burada 635/1238 de Hak'ka yürüdü. (8)

Konevi Şam'da bulunduğu yıllarda Ümeyye Camii yakınlarında bir ders halkası teşkil ederek talebesine ders vermiş, buraya babasından kalan bütün malını ve mücevherlerini yanında getirerek fakirlere dağıtmıştır. (9)

g.      ) SadrüdDin Muhammed Konevi’nin Haleb'e Dönüşü ile Konya'ya Yerleşmesi:

Ahkâm'ül Kübra adlı eserin sema kayıtlarında (640/ 1242) yıllarında Halepte kendilerine hadis okuttukları taleb­eleri arasında Lü'lü bin Abdillah, Gülbek bin Abdillah, Özbek bin Abdillah adlı kimseler bulunmaktadır. Bu tale­beler, o devirde muhtedilere verilen "İbni Abdillah: Allahın kulu'nun oğlu" tabirinden anlaşıldığına göre hristiyanlıktan dönenlerdendir. Kullandıkları türkçe adlardan da Bi­zanslIların zorla hristiyanlaştırdıkları Karamanlı Türk­lerinden oldukları anlaşılmaktadır. (10)

Bu tarihten sonra Konya'ya gelip yerleşmiştir. SadrüdDin Muhammed Konevi’nin eserlerindeki kayıtlara göre, (9 Şaban 640/ 1 Şubat 1243) yılında Haleptedir. Ara­larında Yusuf el-Urmevi gibi dostlarının bulunduğu her mecliste hadis okutmaktadır.(ll) Bu yıllarda Anado Selçuklu devleti'nin Kösedağ savaşında yenilmesiyle bir-

(7)    Menkıb-ı Şeyh-i EvhadüdDin Kirmanî İst Nafiz Paşa Ktp.l 189 yp.84b, 85b, 86a, 8 87 b;Mikail Bayram, Şeyh EvhadüdDin Hamid Kirmani ve Evhadiye Tarikatı s, 106-107

(8)    M. Bayram Şeyh EvhadüdDin s, 42-47

(9)    Nihat Keldik, MuhyidDin Arabî, Hayatı ve Çevresi İst 1966 s,164

(10)   Endülüs! yp. 1726 a

(11)   Nihat Keklik, SadrüdDin Konevi’nin Felsefesinde Allah, Kâinat ve İnsan İst 1967 sAV
likte Halep Türkmenleri, Moğollara karşı direnme hareke­tine geçerek, isyanları başlattıkları bir dönemdir. (12)

h.      ) SadrüdDin Muhammed Konevi Konya'da:

1. Alâaddîn Keykubâd (1220-1237) döneminde Ahiler teşkilatı ve lideri olan Ahi Evren Konya'da bulunarak çok müreffeh ve itibarlı bir hayat sürmüştür. Ahilerin ve Türkmenlerin en büyük hamisi olan 1. AlâedDin Keyku- bad'ın oğlu 11. GıyasedDin Keyhüsrev tarafından zehirleti­lerek öldürüldü. Bu yolla iktidara gelen 11. GıyasedDin, Ahiler ve Türkmenler'den tasvip görmedi. Bu yüzden Ahi Evren, Sadeddin Köpek olayı bahane edilerek beş yıl tutuk­landı. Bu olaylarda Türkmen Şeyhi Baba İlyas Horasanî de hapsedildi.(13) (643/1246) yılında 11. GıyasedDin'in ölümünden sonra yerine büyük oğlu 11. îzzetdin Keykâvus geçti, o'nun devrinde tutuklanan Ahi ve Babailer serbest bırakıldı.(14) Bu arada hapisten çıkan Ahi Evren, Deniz­li'ye giderek orada bahçıvanlığa başladı. Bu arada Sultan 11. İzzedDin Keykâvus, Ahi Evreni Konya'ya getirmek üzere SadrüdDin Muhammed Konevi'yi Denizli'ye gönder­di. O da Ahi Evreni Konya’ya getirdi.(15) Brf tarihten İtri baren SadrüdDin Muhammed Konevi, Konya’da bulun­maktadır ve Konya'nın âlim, fazıl, edip ve itibarlı zenginle­rinden olan Hace-i Cihan'm oğlu Ali Han'ın tabiplerin şifa sunamadığı hastalığına, yazdığı muska ile hayata kavuşturduğu için Çeşme Kapı yakınlarındaki konağında müderrisliğe başladı.(16) Bu hanikâhda alim, fazıl ve seçkin insanlara Camiul-Usul ve Ahkâmul Kübra adlı hadis kitapları ile tefsir ve tasavvuf felsefesine ait eserler okuttu.

(12)   SadrüdDin Muhammed Konevi Nefahat-ı îlahiyye, Yusuf Ağa Ktp. nr.5468 yp. 68 b, 36b, 84a

(13)   M .Bayram, Ahi Evren ve Ahi Teşkilatının Kuruluşu Konya 1991 s.83

(14)   M. Bayram Bacıyan-ı Rum s,21

(15)   Uzun Fudevsi, Menakıbı Hacı Bektaş-ı Velî, H. A. Gölpınarlı İst 1958 s, 51-52

(16)   M. Emin Dede, Menakıbı ŞeyhSadıüdDin, İst Ü. Türkçe yazmalar Bİ. nr. 411, yp.7 a- 8b

Hace-i Cihan hanikâh'ın medrese olarak kullandı. Sağlığında oturduğu konak, ölümünden sonra camii, ha- nikâh, imaret, mektep ve türbenin meydana getirdiği SadrüdDin Konevi mamuresini salih dostları ve talebeleri meydana getirdi.

SadrüdDin Muhammed Konevi, XIII. asır Konya'sında temayüz eden büyük bir tasavvuf erbabıdır. Kendi asrında yaşıyan, dünyada ve İslâm aleminde iz bırakan iki büyük üstadın terbiyesinde yetişmişti. Devrinde müslim ve gayri müslim zümrelerden büyük’itibar görmüş, sevilmiş, çok önemli bir konuma sahip olmuştur. Zamanında Konya'nın en büyük şeyhi ve bilgini SadrüdDin Muhammed Konevi idi. MuhyidDin îbn'ül Arabi'ye izafe edilen Ekberiye tari­katını Konya'da ve Anadolu'da temsil ettiği için "Şeyh-i Kebir: büyük şeyh" diye anılırdı. Konağında hadis okut­tukları devlet adamları arasında 1262-1277 arasında bir devre damgasını vuran Pervane MuinudDîn Süleyman, MuinidDîn'in damadı ErzincanlI alim, Atabek MecdüdDin, Müstevfi (maliye nazın) CelaledDin Mahmud Hatıroğlu ŞerefüdDin Mahmud'un oğlu Emir NizamüdDin Evhad, Germiyanoğullan devletini kuran Yakup Bey'in babası Yakup oğlu SeyfüdDin Ali Şir Bey, bilginlerden ŞerefüdDin Muhammed gibi bir çok bilgin, vezirler, beyler SadrüdDin Muhammed Konevi'nin derslerine devam eder­di. (17)

Konya'da bulunduğu dönemler, Anadolu'ya vahşet ve zulümle hucum eden moğol istilası dönemidir. Anadolu Selçuklu sultanlannın moğol hanlarının kuklası haline gel­diği, devlet erkânının onlardan emirler alarak halkı ağır vergiler altında dünyadan bezdiren bir ümitsizlik yıllarıdır. Dünyada refah ve huzur bulamayan, aradığı huzuru ve mut­luluğu ahirette bulma aşkı ve şevkiyle sultanların, devlet

(17)     F. Nafiz Uzluk, Mektubat-ı Mevlânâ Ank. 1937 Önsöz XII - XIX

SadrüdDin Konevi, Nefehat- îlahiyye Konya Yusuf Ağa Ktp. nr.

5468 yp. 68 b, 36 b, 84 a
adamlarının, zenginlerin, halk tabakasının hânikâh ve tekke­lerde büyük tasavvuf şeyhlerinden yardım beklediği zaman­lardı.

SadrüdDin Muhammed Konevi, H.656/1258 yıllarında Bağdat'ın moğollar tarafından işgalinden sonra hadis ilmiyle daha fazla ilgilenmiş ve Şerhu Hadisi Erbain adlı eserini yaz­maya başlamıştır. Bağdat’ın moğollar tarafından işgali karşısında duyduğu büyük üzüntüyü, Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)in ümmetine yani İslâm alemine yapılan zulüm,.ha­reket ve işkenceleri şöyle dile getirmektedir:

"Bağdat'ın (moğollar tarafından) alındığını gecenin sa­bahında Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)in kefene sarıldığını ve bir çok insanın (taşımak üzere) O'nun naşına (doğru) koştuklarını gördüm. Hz.Peygamberimizin başı açıkta idi, neredeyse yere değiyordu. Halka:

-Ne yapıyorsunuz? dedim. Onlar da:

-Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ölmüştür. Biz, onu taşımak ve defnetmek istiyoruz., dediler. Kalbime doğdu ki, Hz. Pey­gamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ölmemiştir. Onlara:

Hz.Peygamberimizin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yüzünü bir ölünün yüzü gibi görmüyorum. (Onun ölmemiş olduğunu sanıyorum), Sabredin de mesele anlaşılsın., deyip, Onun ağzına ve bur­nuna (yüzüne) yaklaştım. Kendisinin zayıf, zayıf nefes aldığını gördüm. Halka yüksek sesle bağırdım. Kendilerini karar verdikleri şeyden alıkoydum. Sonra heyecanla uy­andım. Ve farkettim ki bu, Islâm aleminde meydana gelen büyük bir hadisenin sembolüdür. Moğolların Bağdat'a kas­tettikleri haberi gelince Bağdat'ın (onlar tarafından) alındığından şüphelendim. Ve (bu rüyanın) tarihin kaydet­tim. sonra da vak'a da bulunan bir çok kimseden (aynı tarih­te) Şağdat'ın düştüğünü öğrendim. "(18)

(18)      SadrüdDin Muhammed Konevi, Şerhü Hadisi Erbain, İst. Şehit Ali Paşa Ktp. nr. 1369 yp. 51a dan Nihat Keldik, SadrüdDin Kone­vi'nin Felsefesinde Allah, Kâinat ve İnsan ş, 157-158

H.651/1253 yılnda Konya'da yazdığı "Risale fi Hakkil Mehdi" adlı eserinde Mehdinin Şam köylerinden eskiden Habil, bu yıllarda "Ebus - Sûk" adını taşıyan köyden zu­hur edeceğini, elinde sancak tutacağını, İslâm'da ki çeşitli mezhepleri ortadan kaldırıp, İslâm birliğini kuracağını, fıkıhçılar arasındaki ihtilafa son vereceğim, tıpkı Hz. Pey­gamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) gibi fetvalar vereceğini, bu zatın, Hz. Fat­ma evlâdından ve Hz. Hüseyinin neslinden beyaz yüzlü bir kimse olduğunu söylemektedir.

Ayrıca Müslümanların Frenklere galip geleceklerini, "Altın KiliserAyasofya'yı" ele geçireceklerini ve böylece İstanbul'un fethini müjdelemektedir. (19)

SadrüdDin Konevi, 11. ÎzzedDin Keykavusla münase­betleri çok ileri ve samimi bir derecededir.. Kendisi Malat­ya'da SadrüdDin Muhammed Konevi'nin babası Şeyh MecdüdDin İshakhn ders halkasında Konevi ile aynı sınıfta okumuşlardır. 618/1221 den önceki yıllara dayanan yakın bir dostluk ve arkadaşlık, onun tahta çıkışıyla bir­likte (1246/1261) yılları arasında da devam etmiştir. Sul­tan, kendisine çok güvenip onu diplomat ve elçilik görevleriyle taltif etmiştir. Bu dönemi, vezir ve saltanat nai­bi CelâleDin Karatay, kendisine büyük değer vermiş ve hu­zur ortamını sağlamıştır. 1254 yıllarında 11. ÎzzedDin İle kardeşi IV. RüknedDin KılınçArslan, saltanat mücadelesi içinde savaş hazırlıkları içine girmişlerdi. 11. ÎzzedDin Keykâvus, bu savaşı önlemek, ülkede sulh ve sukûnun ha­kim olması için kardeşi IV. RüknedDin Kılmç Arslan'a ho­cası Şeyh MecdüdDin îşhak'ın oğlu SadrüdDin Mu­hammed Konevi ile Şeyh HüsamedDin'in kardeşini elçi olarak gönderdi. Sivas, Malatya, Harput ve Amid (Diyar­bakır ) vilayetlerinin kendisinde kalarak mücadeleye son verilmesini teklif etti. Fakat Kayseri Kadısı Celâleddin Ha­bibî karşı elçi olarak ortaya koyarak, Kayseri ile Kırşehirinde Kılmç Arsla'nm idaresine bırakılmasını iste­diler. Böylece karşılıklı elçilerin gidip gelmesi de fayda vermedi. Sonunda iki kardeş, Ahmed Hisar'da çarpışmaya başladılar. (21)

11. ÎzzedDin Keykâvus'un veziri Kadı ÎzzedDin Mu­hammed ile yakın bir dostluk ve sevgileri vardı. Sadrüddin Muhammed'in Malatya'daki çocukluk yıllarında Kadı ÎzzedDin, 1. AlâedDin Keykubad döneminde Malatya kadısı ve babası Şeyh MecdüdDin îshak'm arkadaşı idi. 14 Ekim 1256 da Sultanı Kervansarayı savaşında Moğollara karşı giriştiği cihadda, kendisi gibi faziletli on dört büyük devlet adamıyla şehit oldu.

11. ÎzzedDin Keykâvus (652/1254) de tek başına iktidarı ele geçirince moğollara ve moğollar tarafından destek gören kardeşleriyle mücadeleye başladı. Bu iki kardeş müca­delesinde Ahiler, 11. ÎzzedDin Keykâvus'u, moğollarda IV. RüknedDin Kılmç Aslanı destekliyordu. 11. ÎzzedDin Keykâvus'un veziri olan Kadı ÎzzedDin Muhammed, Moğolları Anadolu'dan söküp atmaya kararlıydı. Bu mak­satla onlara karşı bir cihad hazırlığı içindeydi. Bu savaş hazırlığı için (653/1255) de Kırşehir'e gitmişti. Bu seya- hatmda yapacağı savaşta Ahilerin gücünden faydalanmak istediği anlaşılmaktadır. Ahi Evran Şeyh NasuridDin Mah- mud, 25 Şevval 653/ 27 Kasım 1255 te dostu SadrudDin Konevi'ye yazdığı bir mektupta Kırşehir'i, SadrudDin Ko­nevi'nin talebesi olan Müderris NecmüdDin, Kırşehirli MecdüdDin, Mahmud Bey, Atabek FahrüdDin Arslan doğmuş, Hazret-i Vezir Kadı ÎzzedDin ve Emir BedredDin Yalmanî ile bir toplantı yaptıklırım yazmaktadır. Bu durum Ahi Evren ile dostu Şeyh SadrüdDin Muhammed Kone­vi'nin vezir Kadı ÎzzedDin Muhammed'in moğollara karşı

(20)     Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye s, 475

(21)     a,g. e. s, 478 vd.

başlattığı cihadı desteklediğini göstermektedir. Aynı yıl SadrüdDin'in Kırşehir'e gittiği görülmektedir. (22)

1256 Sultanhanı savaşından sonra Ahiler, Moğollardan darbe yediler, 1260 yılında Moğolların desteği İle IV. RüknedDin Kıhnç Arslan Anadolu tahtına geçti. Bundan böyle de Ahiler ve Ahi Evren'e rahat vermedi.(23) Ahiler Kırşehir'de Moğol Emiri Caca oğlu NuredDin'e karşı ayak­landılar. Bu isyanda (27 Rabiulevvel 659/1 Nisan 1261) de Ahi Evren ve taraftarları öldürüldü. (24)

Ahi Evren'in öldürülmesinden sonra Konya'da bulunan Ahi Evren'in talebelerinin tasarrufundaki hanikâh ve medre­seler alındı. Bu arada Şeyh EvhadüdDin'in Anadolu'daki vekili ZeynüdDin Sadaka'nm Sadırlar mahallesindeki ha- nikâhı fütüvvet teşkilatının baş merkezi idi. (660/1262) yılında Moğollar, ahi ve fütüvvet teşkilatına karşı saldırdılır. Bir çok ahi yanlısı devlet adamı ile birlikte Şeyh ZeynüdDin Sadaka ve ona bağlı talebelerini öldürdüler. Bu arada kendisinin yakın talebeleri arasında SadrüdDin Muhammed Konevi'nin biricik oğlu Saaded- Din'in de bulunması kuvvetle muhtemeldir (25)

SadrüdDin Muhammed Konevi, memleketin moğol zülmü altında inlemesinden çok üzgündür. Bu yüzden ülkenin refahtan uzak, yabancı bir din mensubu putperest moğollar idaresindeki haline karşı, hanikâhında ömrünün son yıllarında bütün teksifini hadis ilmine hasretmiştir. O'nun hanikâhma başta Pervane MüinidDîn Süleyman ol­mak üzere, nazırlar, vezirler ve beyler, kendisinde aradıkları saadet ışığını bulmak üzere koşmuştur. Buna rağmen o; bu sosyal kriz dönemini vasiyetinde şöyle dile

(22)      Mikâil Bayram, SadrüdDin Konevi ile Nasıruddin Tusî'nin

Mektuplaştıkları İddiası üzerine, İst. Ü. Tarih Dergisi İst. 1979, XXX1V18-2O

(23)      M. Bayram, Ahi Evren ve Ahi Teşkilatının Kuruluşu S. 88 vd.

(24)      a. g. e. s. 107

(25)      M. Bayram, Bacıyân-ı Rum S, 43

getirmiştir:

"Bekâr olanlarınız Şam'a hicret etmeye çalışsın . Çünki; yakında buralarda da bir takım fiteneler zuhur edecek, çoğunuzun rahatı kaçacak ve. size söylediğimi hatırlayacaksınız. Ben, sizi Allah (celle celalühü) a havale ediyor, ona bırakıyorum."

Bu sözleriyle üstad 1243 yılından itibaren Anadolu'yu yüzsekiz yıl kasıp kavuran, Anadolu Selçuklu devletini önce kukla haline getiren., sonrada tarih sahnesinden silin­mesini sağlayan bu hareketin beylikler döneminde de devam edeceğini sonunda bir filiz halinde beylikten üç kıtaya yayılan bir cihan devleti olan Osmanlı Devletinin kuruluş vb yükselmesinin müjdesini vermektedir. IV. Rükneddin Kılınç Arslan 664/1265 yıllarında ölüdürülüp yerine oğlu 111. GıyasedDin tahta geçtiği dönemlerde SadrüdDin Mu­hammed el-Konevi, memleketin kâmil ve alim bir zatı ola­rak şeyhül İslâmlık makamında bulunuyordu. Bütün ilim­lerde ve bilhassa hadis ilminde doğu ve batıda parmakla gösterilirdi. Babası Şeyh MecdüdDin tshak meşhur Endülüslü Tai oymağından keşif ve keramet sahibi Şeyh MuhyidDin-i Muhammed Arabî'nin dostlarından olduğu için çocukluk çağlarında bu değerli alimin terbiyesi altında yetişmiştir. Bu sebeple ondan hakiykat bilgisinin bütün in­celiklerini kavramıştı. Ondan başka ilmin bu yüksek mer­tebesine erişmiş bir kimse daha gelmemiştir.

Yine o devirde büyük tarikat şeyhlerinden Fergana'lı Sa- dadDin, Iraklı FahrüdDin, Hamid ve başka kâmil ve feyizli erenlerin bulunduğu muhitte bu uluların hepsi Şeyh-ül îslâm SadrüdDin'in etrafında toplanmışlardı. (26)

(27) Aksarayi a. g. e. s, 109 vd.

i.) SadrüdDin Muhammed Konevi’nin Vefatı:

Şeyh SadrüdDinMuhammed Konevi, Anadolu Selçuklu ülkesinin şeyh-ül İslâmî,- bütün zaman şeyhlerinin, bilginlerinin en eskisi, devrinin ikin­ci İmam-ı Azami sayılırdı. Hadis ilminde, mane­vi bilgilerde eşsizdi. Kendisine Sultanlar di- van'mda " Arap ve Acem diyarının halifesi" diye hitap ederlerdi. Kendisi 605/1207 yılında Mala­tya'da doğmuş 16 Muharrem 673/22 Temmuz 1274 yılında Konya’da Hak'ka yürümüştür. (27) Şeyh ve alimlerin varlığından ışık alan gözleri ölümünden sonra büsbütün kararmış, günün neş esi bozulan çehresi sararmıştır.Daima ders meclisini dolduran faziletli insan­ların, şeyhlerin, alimlerin feyizli dernekleri kendisinden sonra darmadağın olmuştur.

Kendisine büyük şairlerden birisi yazdığı mersiyede şöyle ağlıyordu:

"-Dünya halifesi, dünya ehlinin ziyneti SadrüdDin ile o'nun manalar denizi ve İncelikler hâzinesi olan varlığı geçti. Bu islâmlar şeyhinin göçmesinden sonra artık müslümanlar arasında kemâl ve nur'da kalmadı, Bundan böyle çetin meselelerin düğümünü çözecek, bundan geri hakikatları aydınlatacak kim var? artık zamanın yol göstericileri, önlerindeki kuyuları ancak şakîkalar üstünde parlayan ateşinin ışığı ile görebileceklerdir.

Ey asrımızın şeyhi, en karanlık ve dar günlerimizde doğru yolu gösteren büyük mürşit; Allah (celle celalühü) m selamı senin üzerine olsun. Allah (celle celalühü) seni mezarında mağfiret ve rahmetinin kevseri ile sulasın." (28)

(27)     SadrüdDin Konevi, Vasiyet, îst.Selim ağa kp, Nur’ Banu Bİ.

nr.146 yp. 1 b

(28)     Aksarayi a,g. e. S, 110 vd.

b.) , SadrüdDin Muhammed Konevi Hazretleri­nin Vasiyeti :

Rahman ve rahim olan Allah (celle celalühü) m adıyla. Allahü Tealâ'nm rahmet, hoşnutluk özel af, lutuf ve mağfiretine muhtaç olan ve bu vasiyeti yazan kulu Ali oğlu Yusuf oğlu Muhammed oğlu İshak oğlu Muhammed, yanında bulun­sun bulunması, bu vasiyete vakıf olan müminleri kendisine şahit tutarak tasdik ve itiraf ederki; şüphesiz Allah(celle celalühü) tealâ birdir. Zatında, sıfat ve fiillerinde tektir. Herkes O'na muhtaçtır.. O, kimseye muhtaç değildir. Doğurmamış ve doğmamıştır. Hiç kimse O'na denk değildir.

Yine Allah (celle celalühü) tealâ'nın kendi lutuf ve iyiliğinden seçip temizlediği, saflığa erdirdiği, bazıların peygamberi­miz Hz.Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) de olduğu gibi "Allah, O'na, ailesine, kendisine tabi olanlara salât ve selâm olsun." Umumî olarak bütün yaratıklarına, diğer peygamberlerinde olduğu gibi bazılarında hususî olarak bazı kabile ve toplu­luklara göderdiği doğru ve gerçektir.

Ben, yine yakînen inanıyorum ki cennet ve cehennem hak'tır. Amellerin derlenip toparlanacağı ve Allah katına kabul edilecekleri ve ilahi terazi ile tartılacakları, yani" mi­zan" Haktır.

Bütün peygamberler, vazifeleri gereği Allah tealâ'dan ne getirmiş ve ümmetlerine haber vermişlerse , bunların hepsi doğrudur. Ve onlar, bunların hepsini doğru olarak naklet- mişlerdir. Kendi şeriatları yani tebliğ ettikleri dinleri nesh edilmeden sonra gelen bir din ile hükümleri kaldırılmadan önce o dinin hükümleri ile hükmedip amel etmişlerdir. Hükmettikleri herşey de de doğru hükmetmiş-lerdir. Yakînen haber verdikleri kıyamette haktır, Anlayış ve idrak yönünden inanç esaslarının şeklinde değişiklik olsa da inanç esaslarının aslı birdir ve haktır. Gerek hissî ve mane­
vi olsun cennet ve cehennem haktır ve gerçektir, sırat haktır, Dünya ve ahireti birbime bağlayan berzah yani ka­bir hayatıda haktır.

Peygamberimizden bizi intikal eden, O’nun ahiret, cen­net ve cehennem ile ilgili haller, Allah (celle celalühü)'ın fiil ve sıfatlarına dair verdiği bütün tafsilat hak'tır. Ben, bu düşünce ve inançla yaşadım ve bu inançla ölüyorum.

Dostlarım ve bana mensup olan müridlerim, talebelerim, beni müslümanların umumî kabristanına defnetsinler. Ölümümün ilk gecesinde Allah’ın beni, her türlü azabından ve cezalandırmasından uzak tutarak beni bağışlaması ve Al­lah (celle celalühü)'ın kabul etmesi niyetiyle yetmiş bin kelime-i tevhid (Lâilâheillallah) diyerek tevhid hatmi yapsınlar. Yine ölümümde hazır bulunanlardan herbiri kendi kendine aynı niyetle ağır başlılık ve kalb huzuru içinde yetmişbin" Laila- heillallah" diyerek zikirde bulunsunlar.

Ayrıca beni fıkıh kitaplarında ki gibi değilde hadis kitap­larında belirtildiği şekilde yıkamalarını istiyorum. Kefen olarak beyaz bir izar sarsınlar ve Şeyh-i Ekber (MuhyidDin Arabî)'nin elbiseleri ile kefenlesinler, kabrime Şeyh Ev­hadüdDin Kirmaninin seccadesini yaysınlar. Cenazemi hiç bir cenaze okuyucusunun takip etmemesini, kabrimin üstüne ne bir bina, türbe, ne de bir tavan yapılmasını va­siyet ediyorum. Sadece kabrimi sağlam taşlar ile örüp yapsınlar. Fakat başka bir şey yapmasınlar. Böylece, hem kabrimin örtülmesi kolay olur, hem de yıkılıp yeri kaybol­maz.

(^Defnedildiğim gün, kadın, erkek, fakir ve kimsesiz düşkünlere özellikle de kör ve kötürüm olanlara bin dirhem dağıtılmasını bundan yüz dirhemin ŞehabüdDin Ebrari'ye ve yüz dirhemininde Şeyh Muhammed En-Nahcuvanî'nin meclisine devam eden Kemâl'e verilmesini ve bunların uy­gun gördükleri şekilde kendi dostlarına dağıtılmasını va­
siyet ediyorum. Ayrıca ZiyaüdDin Mahmud ve BedrüdDin Ömer'e selâmımın ulaştırılmasını ve hatıra olarak kendile­rine namaz kıldığım seccadelerimden birer tanesi ile, birer elbisemin verilmesini vasiyet ediyorum?}

Felsefe ile ilgili kitaplarım satılıp parası sadaka olarak dağıtılsın. Tıp, Fıkıh, Tefsir gibi diğer ilimlerle ilgili kitap­larımı da Şam'a vakfediyorum. Onların hepsi orada bulu­nan ve Allah (celle celalühü) için ilim tahsil edenlere verilsin. Kendi yazdığım kitaplarımı da benden bir hatıra olarak Afifüd- Din'e ulaştırılsın. Ve ehli olan kimselere onları okutması söylensin.

Kızım Sekine'ye de Allah (celle celalühü) onu muvaffak kılsın. Namaza ve diğer farzlarla birlikte istiğfar etmeye, Allah (celle celalühü) 'tan mağfiret dilemeye devam etmesini, Allah (celle celalühü) a itaatta bulunmasını vasiyet ediyorum.

Dostlanma da ancak yaşanılmak sureti ile bilinebilen zevki marifetlere, anlaşılması güç ve kapalı olan bilgilere dalmamalarını ister benim, ister şeyhim'in Allah (celle celalühü) ( Al­lah ondan razı olsun) sözleri olsun, onların sadece sarih ve açık olanları ile yetinmelerini bunların dışında kalan açık ve sarih olanların tevilini düşünmemelerini vasiyet ede­rim. Benden sonra bu yol kapatılmıştır. Onlar hiç kimsenin kendi sözleri olarak söyleyip naklettikleri sözlere itibar et­mesin. Sadece onlardan kim İmam Muhammed Mehdiye yetişirse O'na benim selamımı ulaştırsın. Ve başkasının değil, yalnızca O’nun haber verdiği şeyleri, bilgileri alsın.

Şimdilik sadece ve sadece benim ve şeyhimin yazdığı eserlerle onların içindeki sarih ve açık olan bilgilerle yetin­sin. Kitap, sünnet ve müslümanların icmaı ile sabit olan şeylere sarılsın, zikre de devam etsin. Kenilerine yol gösterici olarak yazdığım "Er-Risalet-üI Hâdiye velmür- şide" adlı risalemde olduğu gibi Cenab-ı Hakk'ın huzurun­da başka şeyleri kalbinden çıkarmakla meşgul olsun. Ve Al­
lah(celle celalühü) hakkında hüsnüzanda bulunsun. Gerek nazari ve gerek lüzumsuz başka ilimlerle meşgul olmasın.aksine zi­kirle ve kur'an okumakla meşgul olsun ve görevlen-dirildiği vird'lere devam etsin. Yukarıda işaret edildiği üzere, açık ve sarih beyanları mütalaa etsin.

"Bekâr olanlarınız Şam'a hicret etmeye çalışsın . Çünki; yakında buralarda da bir takım fiteneler zuhur edecek, çoğunuzun rahatı kaçacak ve size söylediğimi hatırlaya­caksınız. Ben, sizi Allah (celle celalühü)'a havale ediyor, ona bırakı­yorum." Doğrusu Allah (celle celalühü) kullarının ne yaptığını görür. Allah (celle celalühü) sakınan ve onun doğru olarak gösterdiği yola giren kimselere yeter. Dostlarım, dualarında beni hatırlasın ve her türlü haklarım bana helâl etsinler. Benim bıraktığım bilgilerde onlara helâl olsun.

Daha önce benim üzerimde meşru bir hakkı olduğunu iddia eden kimse, kızım Sekine'ye müracat etsin. O'da onun razı olacağı şekilde hakkı'nı ödesin.

Allah (celle celalühü)dan kendim ve sizin için mağfiret diliyorum. Allah'ım seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih eder, sana hamd ederim, senden başka ilah yoktur, sana tevbe eder; senden mağfiret dilerim. Beni bağışla ve bana merhamet et. Şüphesiz sen çok bağışlayıcı ve merhamet edensin. (1)

(1)     SadrüdDin Muhammed el- Konevi Vasiyetname, İst. Şehit Ali Paşâ Ktp. nr. 2810 ; ist. Selim Ağa Ktp. NurBanu Bl.nr.105yp.149 a-b; Os­man Ergin, SadrüDin Konevi veEserleri, Şarkiyat Mecmuası, ist.1958, 11/ 82- 83; Mustafa Uzunpostalcı, Şeyh SadrüdDin Konevi'nin Vasiye­ti,S.Ü.l. SadrüdDin Konevi Özel sayısı, s,39 vd.

VI . BÖLÜM

SadrüdDin Muhammed Konevi, inanç meselelerinde Ebu Hanife ve İmamı Matüridî'nin tesirleri altındadır. Tasavvufta daha çok İmam-ı Gazzalİ ve îbn'ül Arabî'nin tesirinde kalmıştır. Felsefi yönden de Ahi Evren'in bazı görüşlerinin tesiri altındadır. Tasavvufi görüşlerinde Islâm'a bağlı kalmak istemiştir. Daima delillerini kur'an-ı kerim, hadis-i şerifler ve eski sofilerin sözlerinden vermiştir. Böylece tasavvufi bir görüşle İslâm'ın savunucusu olmuştur.

a.      ) Metodu:

Konevi'nin felsefesi, tasavvufi bir karakter taşır. Tasavvufa sofilerin zühd hayatı ile başlamış ise de sonradan sistemci zihinlerde bir felsefi sistem haline getirmiştir. îlk defa tasavvufu bir ahlâk, bir ahlâk yolu ve felsefesi anlayışıyla uzlaştırabilecek bir dünya görüşü formel yönüyle içten yaşanmış halını ortaya koymaya çalışmıştır. O'na göre sofilik: (tasavvuf mertebesi) "Allah'a yakın olmaktır." Mizan-ül Amelde ahlâkı tasavvufa bir hazırlık olarak kabul eder. Minhac, Maksad ve Kitab'ül Erbainde ise " Din'in en yüce kısmının Allah (celle celalühü)'la bir olmak " olduğunu belirtir. " Allah'a ancak arzulardan vazgeçilerek ulaşılır." görüşündedir. Dini işlerle dünya işleri birbirinden ayrılmalıdır. Tasavvufi sezgiler, (mükâşefat) bizi kurtuluşa götüren manevi vasıtaları verirler. (1)

Konevi'nin takip ettiği metod da mükâşefe yoludur. Yani, gönül paklığı ile gerçekleri de İlâhi sırları da öğrenme yoludur. _ (1) H. Ziya Ülken, îslâm Felsefesi, Tesirleri
Tasavvufta ittihatçıları, hulülcüleri, tasvip etmez. Ehli Sünnet görüşleri doğrultusunda kalmıştır. Akıl ve düşünce yoluyla Allah (celle celalühü)'ı ispata gerek görmemiştir. Akıl ancak dini meseleleri anlamaya yardımcı olur. O'nun felsefesi, bir teosophire=Allah felsefesidir. O'da üstadı gibi vahdet-i vu- cud'u öngörmekle birlikte ondan farklı olarak rasyonel vah- det-i vucud anlayışını savunmayı uygun görmüştür. Allah (celle celalühü) m varlığına en büyük delil olarak da kâmil olgun in­sanı göstermiştir. O’na göre akıl yüce gerçekleri kavraya- maz. İlâhi gerçekler, ancak keşf yani derunî (içten) temiz bir yaşayış sonunda kazanılan sezgi gücüyle kazanılır.

b.           ) Teoloji (Allah Kavramı) Görüşü:

Konevi’nin felsefesi'nin en önemli noktalarını Allah meselesi teşkil eder. O'na göre, " Allah tasavvuru, önce sübjektif olarak yani insanların ruhî ve sosyal kabiliyetle­rine göre doğar, Sonra onun dayanağı objektif temel, yani ontolojik Allah fikri araştırılır.

Allah'ın hakikati ancak, kendisi tarafından bilinetîilir, akıl tarafından kavranamaz. Bundan dolayı da özü ve ma­hiyeti insan aklınca bilinemez olarak kalır. Çünki, özü ve varlığı sonsuzluk olan Allah'ı, sonu olan insan aklı bilem­ez, sadece düşünebilir. însan'ın Allah bilgisi bakımından bu acizliğini anlatan, O'nunla kendisi arasında vasıta olan Allah (celle celalühü) ın sıfatlarıdır.

Sırf varlık ve birlik olan Allah, çokluk vasıtasıyla anlaşılamaz. Allah'ın varlığı daima özü ile (zat) birlikte düşünülebilir. Fakat, bu mutlak özü ve mutlak varlığı insan aklı kavrayamaz Allah'ın özü, varlığı mahiyeti ve hakikati bilinemez. O, hiç bir şekilde kavranamaz. Allah hakkında delil ve ispatlama da mümkün değildir.Ancak asıl gizli olan mahiyet ile insan aklı arasında vasıta olan ve Allah'ın

anlaşılmasını sağlayan bir varlık derecesi olarak Allah'ın isimleri ve sıfatlan bilinebilir. (2) Konevi'ye göre Allah'ın hakikati, henüz gerçekleştirilmemiş olan şeylerin fikirlerini teşkil eden köktür. Bütün şeylerin asıllan, tümel hakikat- lardır. Onlar, Allah'ın isimleri ve sıfatlanyla gerekli bir hale gelen Allah'ın özü ve mahiyetinden gelir. Aynı isimleri ile kendi hakikatleri aynı değildir. Ancak, asıl gizli olan ma­hiyet ve insan aklı arasında vasıta olan ve Allah'ın anlaşılmasını sağlayan bir varlık derecesi olarak Allah'ın isimleri ile kendi hakikatleri aynı değildir. Allah'ın hakikati bilinmez, onu kendi ilminden başka hiç kimsenin bilgisi kuşatamaz. Bu bilinmeyin ilahi hakikat ancak, dolayısıyla anlaşılabilir.

Konevi'ye göre öz ve mahiyet varlıktan önce gelir. Başka bir ifadeyle her şey varlığa gelmeden önce onun özü ve mahiyeti tasavvur halindedir. Allah'da öz ile varlık aynıdır. Mahiyet varlığın temelini teşkil etmesine rağmen Konevi, Allah'ın mahiyeti ile şeylerin mahiyetini ayırmaktadır. Çünki, Allah'ta mahiyet - varlık - öz ve haki­kat var olduğunu ortaya koyarken diğer yandan mahiyet etrafında merkezden bilinemezlik de kendiliğinden ortaya çıkar. Zira Allah'tan ayn bir mahiyet düşünülemez. Ama, belirlenemez ve bilinemez olan Allah, isimleri ve sıfatlanyla bilinebilir ve düşünülebilir olur.

Konevi, varlığın sonsuz bir gizlilik (Gayb-ı Mutlak) olduğunu, alemin bu sonsuz gizliden meydana çıktığını söyler. Konevi'de îbn'ül Arabî gibi alemlerin açılışında beş mertebe (Hazerat-ı Hamse) kabul eder, Ancak bu mertebel­er, değişik eserlerde farklı isimlerle zikredilir. (3)

(2)     a. g. e. s. 255 - 256

(3)     Nihat Keklik, SadrüdDin Konevi’nin Felsefesinde s. 88 vd,

c.     ) Beş Mertebe ( Hazarat-ı Hamse ):

Bu mertebeler:

1.) Gayb Mertebesi: İlahi isimler ve sıfatlar, mücerred manâlar (mahiyetler), Allah'ın bilgileri ve yaratıkların ideal modelleri bu mertebenin şümulüne girer.

Gayb, hakiki gayb ve izafi gayb diye ikiye ayrılııüfe- kikî gayb, Allah'ın zat ve hüviyetidir. İlâhi zat ve hüviyet meçhul olduğu için hakiki gayb'da meçhuldür. Hiç bir akıl onu kavrayamaz.

İzafi gayb ise, Allah'ın dışında, Allah'tan sadır olan kâinatın en ulvî tabakaları kast edilmektedir.

2-  Allah'ın isim ve sıfatlarının ortaya çıktığı sabit aynlar (ışıklar) mertebesi gelir.

3-    Üçüncü mertebeden itibaren de izâfî gayb başlamaktadır. Konevi'ye göre iki ayrı gayb sahası mev­cuttur:

a. Ceberut alemi: mücerred manalar alemi.

b. Melekût alemi: mukayyed misal alemi (İdealara ale­mi).

İşte Konevi'nin emir alemi dediği varlık mertebesi de bundan ibarettir. Emir alemi öyle bir alemdir ki, orada duy­ulara yer yoktur. Buna "Gayb alemi, Melekût alemi, Ruhlar alemi ve Ulvi âlem "de denir. Bunların hepsi eş manadadır.

Ceberût denilen bu orta mertebede mücerred manalar, nefisler ve yüce ruh bulunmaktadır.

İkinci katagorideki melekût alemi ise mukayyed misal (idealar) alemidir. Bu alemde ise İlâhi vahy, kutsal kitaplar ayrıca gökyüzü bulunur. (4) Melekût aleminde bulunan varlıklar, göklerin ve yerlerin yönetimine etki ederler.
Gökler alemini yönetenler (yüksek melekût ehli) cisimler al­emini yönetenlere de (aşağı melekût ehli) denir. Bunlardan maksat cinler ve şeytanlardır.

Konevi'ye göre Allah'ın fiilleri iki kısımdır:

l.Emr, 2. Halk.

Bunlara "Mülk" ve "MelekûCda denir.

Emr alemi (Melekût alemi), ruhlar alemidir. Melekût aleminin bilgisi, mülk ehlinin bilgisinden üstündür. Ayrıca melekût, Allah (celle celalühü)'m bâtın (gizli) ismidir. Mülk ise, O’nun zâhir ismidir. Ayrıca, Allah (celle celalühü) cisimleri aleme- nin, ruhlar alemi vasıtasıyla yaratmıştır. Ruhlar alemi var oluş bakımından, cisimler aleminden önce gelir. Allah (celle celalühü) cisimler alemini sıfatlar ve hükümler yönünden ruh­lar alemine tabi kılmıştır.

Kısacası, cisimlenr alemi ruhlar aleminin bir gölgesinden ibarettir. Halbuki ceberût alemi, ulvi alemdeki varlıklara iltifat etmiyen ve ilahi nûrun feyiz vasıtaları olan mevcutların sahasıdır. Buna dahil olanların başı da yüce ruh'tur. Buna "Yüce Kalem"de denir. Allah (celle celalühü)'ın ilk yarattığı şey akıldır, yani kalemdir.

Konevi, bir de misaller alemi kabul eder ki, bu alem ruh­lar alemi ile cisimler alemi arasında bulunur. Bu alemde ve­lilerin ve peygamberlerin ruhları bulunur. Ruhların cisim kazanması da bu alemde olur. Basit olan ruhlar alemi ile ruhlar mürekkep olan cisimler alemi arasındaki irtibatı mis­aller alemi sağlar.

4.    Dördüncü mertebe: "Şahadet ve his" mertebesi olup, mülk veya halk alemindeki varlık sahasını teşkil eder. Bu mertebede duyular faaliyet halindedir. Bu na ayrıca şahadet alemi (gözle görünen alem), halk alemi (yaratıklar alemi) süfli alem de denilir. (5)

5.   Bu mertebe: insanın bulunduğu sahadır. Burası, Konevi'nin felsefesinin ağırlık merkezini teşkil eder. İnsan mertebesi, bütün varlığı toplayan bir mertebedir. Konevi'ye göre kainattaki varlıkların çok olmakla birlikte aslını iki mertebe teşkil eder. O da; gayb ve şahadet alemidir. (6)

d.     ) İnsan ve Değeri:

Konevi, insanı bütün varlıkların hükmü ve genel görünüşü olarak tanıtır.

Konevi'nin felsefesinde ilahi rahmetin eseri olan evren; "Büyük Alem", bunun küçük bir misali olan insan ise "küçük bir alemdir", insan, Allah (celle celalühü), tarafından rahmet sevgiyle yaratılmıştır, İnsan, kâinatın yaratılmasında gerçek bir gayedir.

insan, cemal ve kudret sıfatıyla tecelli eden Allah’ı müşahede etme kabiliyetine sahip olan tek varlıktır.

Konevi’ye göre insan, bu alemde sanki uyku halindedir. O, gerçek var oluşunu ölümden sonra görecek ve kavraya­caktır. Bu sebepten uyku, küçük ölümdür. Cismani ölüm ise, büyük ölümdür. îman, Allah (celle celalühü)'ı gerçek manâda ancak ahirette görebilir.

Konevi'ye göre insan, zikr ve riyazetle ilahi feyze ulaşabilir. İnsan, gayb alemi ile şahadet alemi arasında bir berzahlıktır, geçittir. Allah ile yaratıklar arasında ilahi emir­lerin taşınması vasıtasıdır. İnsan, Allah (celle celalühü)'a naib (ve­kil) özelliğine de sahiptir. Onlardan olgunluk derecesine ulaşanlara: "insan-ı kâmil" denir. (7)

(6)     a. g. e. s. 99 vd

(7)     a. g. e. s. 128 vd,

e.       ) İnsan-ı Kâmil Anlayışı: .

Konevi'ye göre, insan-ı kâmil her şeydir. İlahi feyze erişen kimse, olgun insandır. Varlık dairesinin sırlarına nu- fuz eden insan, kâinatın yaratılmasının gayesidir. İnsan, daima tecelli eden Allah (celle celalühü)’ı müşahede etme gücüne sa­hip, şerefli bir varlıktır. İnsan-ı kâmil, her şeyi kendisinde toplayan bir nüshadır. Ancak insan gerçeğe böyle ulaşılır. Allah (celle celalühü) 'ın öz'le de zahir oluşuna sabit olurlar."

Konevi’ye göre en son ve en yüksek varlık mertebesi ol­gun insandır. însan'm bu dünyada ki vazifesi, Allah (celle celalühü)'a iyi güzel ve güzel davranışlarla ulaşmaktadır. Olgun insan, bunu gerçekleştiren insandır. İnsan, Allah (celle celalühü)'ın sıfatlarını kendisine örnek aldığı derecede olgunlaşır. Allah (celle celalühü) ’m isimlerine davranışlarla benzeyerek, ahlâkî olgun­luğa erişmenin ifade ettiği manâda budur. (8) İsmail Hakkı Bursevi'ye göre : "Nübüvvetin (peygamberliğin) ilk zuhu­ru, bütün insanlığın babası olan Hz. Adem (A.S.) iledir. Son zuhuruda Hatem’ül Enbiya (peygamberlerin sonu) olan Hazreti Muhammed Mustafa (salla’llâhü aleyhi ve sellem) iledir. Veliliğin ilk zuhuru, Hz. Ali Kerrem Allahü vechehü son zuhuru Ha- temül Evliya (Velilerin sonu) olan MuhyidDin îbn’ül Arabî (kuddise sırruhu) iledir. (9)

Kendisinin hiç bir tarikatı yoktur. Bütün yollar Hak'kındır, hepsinin toplandığı yolu seçmiştir. Zevki ek­sik, yolculukta sebatsız olanlar dışında onun yolundan git­meyen, ilminden faydalanmayan Allah yolcusu yoktur. Bu fakir (Bursevi) de besleyici feyzinden istifade etmiştir.

İkinci şeyh, büyükler büyüğü, din millet ve ilimler sul­tanı Yusuf oğlu îshak oğlu Muhammed Konevi’dir. Şeyh SadrüdDin Muhammed Konevi, bütün zahir ve batın ilimle­rini kendisinde toplamıştır. Gönlü açık olanlar, Şeyh

(8)     a. g. e. s. 135 vd,

(9)     İsmail Hakkı Bursevî, Kitab'ül Hitab, Sadeleştiren Bedia Dikel, İst.

1976 s,200

SadrüdDin'in babalığı MuhyidDin Arabi'den ne derece üstün hikmet ve ibret dolu ilimler aldığını anlarlar. Kendi­sinden sonra hiç kimse tasavvuf yolunda bu derece ileri sözler söyleyememiş, ifade edip yazamamıştır. Alem'in canlılığına sebep olan Şeyh-i Ekber'in marifet kadehinden içmiş, alemin bütün zahiri varlıklarından geçip, hakikat yo­luna girmiş, gayb durağına varmıştır.

Hazreti Mevlânâ ve Şeyh SadrüdDinKonya'nm iki ma­nevi kutbudur.Bu bakımdan Hz. Mevlânâ lafzı, Şeyh SadrüdDin'in nefesidir. Hakikat mertebesinde Şeyh SadrüdDin ile araları yer ve gökyüzü gibidir. (10)

f.       ) SadrüdDin Muhammed Konevi’nin Tefsirci Yönü:

SadrüdDin Muhammed Konevi, "İcaz'ül Beyan" adlı bir fatiha tefsiri yazmıştır.Bu eserinde kur'an-ı kerimin fatiha suresini icaz unsurları ile açıklamaya çalışmıştır. Bu eseri M. 666/1268 yıllarından sonra telif etmişkir. Eserin tam adı "Kitabü İcaz'il Beyan el Müştemili alâ Şerhi Külliyatı Esrarı Ümmil Kur'ân" dır.

Konevi, bu eser hakkında şunları söylemektedir: " İnşaalah, ben (burada) ne müfessirlerin ne mütefekkir olan veya olmayanların sözlerini naklederek bağdaştırmak niye­tinde değilim. Bu kitabı, fatiha suresinin bazı sırlarını açıklamak için yazdım."

Metod yönünden müellif, dört sayfa kadar tutan uzun bir açıklaması ile kendi görüş açısını açıklamaktadır. Bu eserde diyalektik, kelâm ve felsefe sistemlerinden hareket etmeyeceğini etraflı bir şekilde ortaya koymaktadır. Bütün bunlardan daha fazla ilgi çeken nokta ise" SadrüdDin Mu­hammed Konevi’nin bu eseme orjinal olmak iddasında bu­lunmasıdır. Bu konuda .kendisi şunları söylemektedir: "Ben bu eserde ne şeyhim İbn'ül Arabi'nin ne de başka bi­risinin sözlerini nakletnmyi istemedim."

Bu hacimli eser başlıca iki kısma ayrılmıştır. Birinci kısımda genel konular, ikinci kısımda fatiha suresinin tefsi­ri işlenmektedir. Fakat bu kitap, üstadın diğer eserlerine benzemez. Çünki Konevi, bu eseriyle başlı başına bir meta­fizik kitabı meydana getirmiştir.(ll)

g.      ) SadrüdDin Muhammed Konevi’nin Hadisci Yönü:

Anadou Selçukluları dönemi resmi tarihçilerinden Ke- rimüdDin Mahmud Aksarayî'ye göre : " O devirde şeyhül İslâm Şeyh SadrüdDin Muhammed idi. Kâmil ve mükem­mel bir alim idi. Bütün ilimlere aşina idi. Bilhassa hadis il­minde doğuda ve batıda herkesin parmakla gösterdiği bir kişi idi. (12)

Konevi 1246 dan itibaren Konya'ya yerleşmiştir. Hace-i Cihan tarafından kendisine tahsis edilen hanikâhmda çeşitli îslâm ülkelerinden gelen seçkin ilim adamlarından ve Ana­dolu Selçuklu devleti'nin idaresinde söz sahibi olan devlet adamı ve bürokratlara Îbn'ül-Esir'in Cami'ul Usul adlı ha­dis kitabını okutmaktadır. Bu kitabın sema kayıtlarında:

1-    Mevlânâ Sadr'ül Mille vedDin Ebül-Meali Muhammed îbni îshak îbni Muhammed ibni Yusuf ibni Ali (kendisi)

2-     el-Mevlâ Pervane MuinüdDîn Abdülmecid bin Ali el- Ceyli

3-     el-Mevlâ el,İmam ZeynüdDin Ebi Abdillah Mu­hammed bin Ebi Bekr bin Abdilkadir er-Razî

4-      el-Mevlâ TakiyyüdDin Ahmed bin Esad es-Sincari

5-     el-Mevlâ NecmüdDin bin Yakup bin Yusuf el- Kırkağacî

6-      el-Mevlâ RaziyyüdDin Yusuf bin İsmail

7-      el-Mevlâ Ebu Bekr bin Muhammed ibnil Hamedani

(11)      N. Keklik, Sadrüddin Konevi’nin Felsefesinde s. XX-XX1

(12)      Aksarayî, a. g. e. s, 90, 119

, 8- el-Mevlâ ŞerefüdDin îshak bin Ali el-Konevi

9-  el-Mevlâ KemalüdDin İsmail bin Abdil Melik et Tebri zi ve babası

10-      el-Mevlâ EminüdDin Abdillah es-Sofi

11-   el-Mevlâ ŞemsüdDin Muhammed bin Ömer el- Konevi

12-   el-Mevlâ vel fakir KemalüdDin Ali bin Abdül Aziz, (İbni Gaziye) diye tanınan

13-      el-Mevlâ ŞerefüdDin Ömer ibnil Gazzâl.

14-   el-Mevlâ el- İmam'il Fazıl Zeynüddin Muhammed bin Mes'ud.

15-      el-Mevlâ el-İmam Alâüddin Ali bin Ömer.

16-      el-Mevlâ CemâlüdDin Ahmed en-Nakib.

17-      el-Mevlâ el-Fakih Zeynüddin Kalemşah.

Bu adı geçen kimselere 667/1269 yılında ders okut­muştur. (13)

Ömrünün sonlarında hadis ilmini bütün ilimlere tercih etmiştir. Vasiyetinde: (Beni, fıkıh kitaplarında zikredildiği gibi değil de hadis kitaplarında belirtildiği şekilde yıkama­larını istiyorum." diyecek kadar Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)in sözlerine candan bağlıdır.                         !

Kendisinin kırk hadis hazırlayıp, açıklamak üzere ka­leme alıp ta tamamlayamadığı, yirmisekiz hadisi şerheden "Şerh-i Hadis-i Erbain" adlı bir eseri de bulunmaktadır. Bu eseri, Moğollar (656/1258) yılında.Bağdad’ı işgallerinden sonra yazmıştır. (14)

SadrudDin Muhammed Konevi'yi hadis bilgini olarak

(13)    MecdüdDin el-Mübarek İbn'ül Esir, Camini Usul fi Ehadis-ir Ra sul, Yusuf Ağa Ktp. nr. 5058 yp. 304a

(14)       Nihat Keklik, SadrüdDin Konevi'nin Felsefesinde s. XXI
değerlindirmemizi gerekli kılacak bazı sebepler ve zorlayıcı amiller şunlardır:

1-    Konevi’nin yirmidokuz hadisi ihtiva eden bu eseri, onun hadis şerhindeki derecesini gösteren bir çalışmadır. Bu eserde orjinal teviller ve tevcihler mevcuttur.

2-    Konevi'nin bugün küçük bir parçası elde bulunan bir hadis kitaplığı olmuştur. Kendisine çok yakın yaşamış büyük hadis bilgilerinin bu kitaplıkta bulunması, onun asıl meşgalesinin hadis olduğunu fikrini vermektedir.

3-    Bu kitapların sayfalarında günlük okunan hadis sayısını belirten kayıtlar, düzeltme kayıtları, temellük, mu­kabele ve sema kayıtları vardır. Bunlar ancak, hadisçilerin bulunduğu çevrede görülen belgelerdir.

4-    Şerh metodu, tevilleri her zaman münakaşa edilebilir, fakat orjinaldir. Hadisçiliğine delil teşkil eder güçtedir.

5-    Hadis şerhlerinde hadisçilerin terminolojisinden farklı olarak, hadislerde bir "sır" ve bir de "manâ" ifade eder.

6-    Konevi'nin hadisçiliği fakihliğinden baskındır. Hatta fıkıhçılara küçük bir tarizi de vardır.

7-    Konevi, hadis şevki konusunda belirli tabirlere bağlı kalmaz. (15)

Kitaplarındaki sema kayıtlarında Ebu Tahir es-Silefî, CemâlüdDin Vasıtî, Ebûl Hasen KenıâledDin Ali el- Îskenderî gibi üstadlarm tedris rahlesine diz çökerek fayda­landığı hocaları olan hadis şeyhlerine rastlanan kütüphanesinde mükerrer nüshalar halinde bulunan el- Ahkâm'ül-Kübra ve Camiül Usul gibi hadis eserleri ve daha pek çok delil, şeyhin hadis ilmine ve onun sahibi Hz. Pey­gamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)e bağlılığını gösteren vesikalardır.

(15)     Ali Osman Koçkuzu, SadrudDin Konevi'ninHadisçiliği, S. Ü. l.Sadrüddin Konevi Özel sayısı Konya 1989, s. 75-76

Büyük bir mütefekkir olarak Allah, kâinat ve toplum ilişkileri ile kafa ve gönüllerini meşgul eden SadrüdDin Mu­hammed Konevi ve emsali dehalar, fert ve toplum planında ahlak güzelliği örnekleri ortaya koyan, mes'ud bir toplum halinde yaşamanın çilesini çeken, cemiyetin direkleri ve ma­nevi mimarlarıdır. (16)

SadrüdDin Muhammed Konevi, XIII. asrın iki önemli fi­kir adamı olan MuhyidDin İbnül Arabî ve Şeyh Ev­hadüdDin Kirmani'nin fikri potansiyeli üzerine yetişmiştir.

Kendisi, üstadı Muhyiddin Arabi’nin felsefesinin Ana­dolu'da yayılmasında iki surette hizmet etmiştir. Onlardan bir kısmı, çok velûd ve muğlak olan fikirlerini basi­tleştirerek eserler halinde sunmuştur. Diğer yönden İbnül Arabî'nin daha hayatında iken bir çok hücümlara uğrayan ve İslâm'la uzlaşmaz gibi görünen müfrit fikirlerini itidalli bir görüşle şerh ve tefsir etmiştir. Esas hatlarında sadık kal­masına rağmen, bazı noktalarda ondan ayrılmıştır. Ondan daha çok mantıklı ve rasyonalisttir. Batın ve zahir arasında daha çok uyuşma çabasındadır. Vahdet-i vücut sistemini İslâm filozoflarının klasik doktirinlerine uydurmuştur. (17)

Yaşadığı asırda büyük felsefe ekolü olan "Meşşâilik" kapanmış, onun yerini tasavvuf, kelâm ve eş’ari sistemleri almıştır. Bu arada felsefe ile tasavvuf arasında aracı rolü üstlenen, irrasyonel yeni bir felsefe ekolü olan Sühreverdi'nin " İşraki ekolü" doğmuştur. Bu ekolün ta- savvufçularda İbnül Arabi ve Şeyh EvhadüdDin Kirmani üzerinde büyük tesiri görülmüştür. (18)

(16)      a.,g. m. s. 82

(17)      Hilmi Ziya Ülken, İslâm Düşüncesi, İst. 1950 s, 168-170

(18)    Hilmi Ziya Ülken, "Anadolu Selçukluları Devrinde Konya'da İlim ve Felsefe, Konya Mec. Konya 1936,1/492-493

VII.         BÖLÜM

SADRÜDDİN MUHAMMED KONEVİ'NİN YAZDIĞI ESERLERİ VE ŞERHLERİ

SadrüdDin Muhammed Konevi'nin mamuresinde bir de kütüphanesi vardı. Bu kütüphaneye üstadın kendi telif ettiği eserlerle, vakfettiği çeşitli eserler konulmuştu. Üstadı Muh- yidDin Arabi'nin eserleri de burada yer alıyordu.

Konya 1317/1889 vilayet sâlnâmesi (yıllığı)ne göre bu­rada 256 adet kitap bulnuyordu. (1) Bu kütüphanenin kita­pları çeşitli olaylar sonucu dağılmıştır. Kurtanlabilenler de Konya Mevlânâ Dergahı kütüphanesi ile Yusuf Ağa kü­tüphanesine götürülmüştür.

SadrüdDin Muhammed Konevi'nin Konya Mevlânâ müzesi, Yusuf Ağa,Ankara'da Milli kütüphane, Kayse- ri'de Raşit Efendi, İsparta'da Halil Hamit Paşa, Kütahya genel, Bursa genel, Bursa Ulu camii, Nevşehir'de Damat İbrahim Paşa, Manisa genel,İstanbul'da Ayasofya, Aşir Efendi, Atıf Efendi, Fatih, Düğümlü Baba, Feyzullah,Halet Efendi, Köprülü, Pertev Paşa, Hacı Mahmud, Esat Efendi, Rıza Paşa, Emanet Hâzinesi, VeliyyüdDin Efendi, Ali Emi- ri, Şehit Ali Paşa, Lala İsmail Paşa, Üniversite, Nuruosma- niye, Osman Ergin, Halis Efendi, Belediye, Carullah, Mah­mut Hüdai, Selimiye, Belediye muallim Cevdet kütüphane­lerinde bulunan eserlerin sayısı yirmi beş civarındadır.

SadrüdDin Muhammed Konevi'nin Eserleri ve Bunlara Yapılan Şerhler:

l.       İcazül-Beyan, felsefi ve tasavvufi bir eserdir,

(1) 1317/1899 Konya Vilâyet Sâlnâmesi, s. 70

İst. Ayasofya ktp. nr,402, Asir efendi Ktp nr, 16,55,464 Atıf Ef.Ktp, nr,192, Ayasofya Ktp,nr, 402,4806/1, Damad İbrahim Paşa Ktp, nr, 126,Fatih Ktp, nr, 294295,293 Düğümlü Baba Ktp, nr,18, Feyzullah Ktp, nr 72,Halet Efendi Ktp, nr,38,43,48. Ayrıca Haydarabad'da 1310 ve 1313 yıllarında basılmıştır.

2.      Miftah-ul-Gayb, ilahiyat.hikmetve felsefeye aittir.

İst. Köprülü Ktp, nr, 788.

3.      Tercüme-i Miftah-ül Gayb,

İst. Ayasofya Ktp, nr,2089, Pertev Paşa Ktp, nr,278, Hacı Mahmud Efendi Ktp, nr,2610, Konya Yusuf Ağa Ktp, nr,4866

Şerhleri.

1.     Muhammed ŞemsedDin bin el-Fenâri şerhi, çeşitli kütüphanelerde yirmi nüshası vardır.

2.     KutbüdDin zade Muhammed MuhyıdDin bin KutbidDin İznik! şerhi, çeşitli kütüphanelerde onsekiz nüshası vardır.

3.Osman Fazlı ilahi Atbazari şerhi,

İst. Ktp, nr, 694.

4.     Ahmed bin Abbdillah el-Kırımî şerhi, üç nüshası vardır.

5.      Malkoçzade Musafa Efendi şerhi

İst.Ü Ktp, nr, 1729,2685.

ö.Abdullah Molla İlahi şerhi, Fatih Sultan Mehmed Hanın emriyle şerhedilmiştir. İst. Üniversite RızaPaşa Ktp, nr, 304

7.       Abdurrahman Rahmi Bursevi şerhi,

Halet Ef. Ktp. nr, 286

8.      ŞihadüdDin Ahmed bin hüseyin. Hamevi şerhi,

Emanet Hâzinesi Ktp, nr, 1773.

9.       Şarihi bellideğil, İst. VeliyyüdDin Ef. Ktp, nr,

1726 ...

10.       En-nüfus fi Tahkikit-Tavr'il Mahsus:

İbnül-Arabinin Fûsus’ul-Hikem’ine karşı nazire gibidir. Otuz altı çeşit nüshası tesbit edilmiştir.

Taşbasması: Menzil'us Sailinl310, İran.

Şerhleri:

1.     İbrahim bin İshak bin Süleyman el-Musannif eş-Şirazi, altı çeşit şerhnüshası vardır.

2.      İbrahim el-Halveti

İst. Rağıb Paşa Ktp, nr, 69.

3.      Pir Muhammed Kutbüd-Din el-Hoyî

İst. Ali Emiri Ktp, nr, 90, ondört ayrı nüshası vardır.

4.      Vecihüd-Din bin Nured-Din(Nured-Din zade)

Şerhün Nusus, İst,Şehit Ali Paşa Ktp, nr, 1278.

5.     en-Nefehat-ül İlahiye, SadrüdDin Muhammed Konevi’nin mektuplarıdır.

İst. Lala Paşa Ktp, nr, 709, Konya Mevlânâ müzesi ihti­sas Ktp, nr,1633 Konya yusuf Ağa Ktp, nr, 5468.Yirmi çeşit nüshası vardır.

6.      el-Fükuk Fi Müstenâdet-il Hikem'il Fusus

İbn'ül-Arbi'nin Füsus'ul-Hikeminin eniyi şerh ve izahıdır.

İst. Ktp, nr, A2534.

7.      et-Teveccüh-üI-Etemm-el-Alâ ve Nahvil Hakk'i Celle ve Alâ Esmaü-Hüsnâ şerhidir.

İst. Şehit Ali Paşa Ktp, nr, 1369 Onüç ayn nüshası vardır.

S.Tabsiratül Mübtedi ve Tezkiratül Müntehi

îst. Nuruosmaniye ktp. nr, 2286 Onsekiz ayn nüshası vardır.

Tercümesi: Ahmed Remzi-el- Mevlevi, O.Ergin ktp, özel kütüphanesindedir.

9.       Şerhu Hadis’il Erbaiyn, Kırk hadis seçmekle başlayıp ancak yirmi sekiz hadis toplayıp şerhettiği risale­dir.

İst. Şehit Ali Paşa Ktp.nr, 1369

Aynca otuzdokuz adet nüshası vardır.

10.      Şerh-i Şeceret-il Osmaniye fid Devlet'il Os­maniye

îst. Köprülü Ktp, nr, 176, Konya Mevlânâ Ktp, nr, 1949 İstanbul kütüphanelerinde onsekiz nüshası vardır.

11.      Mir'at-ül Arifiyn, İstanbulda onbir ayn nüshası vardır.

12.      Suretu Muhabat-iş Şeyh SadrudDin Mu­hammed Konevi eş Şeyh NasırüdDin Tûsi

13.      Suratu Muhabatı eş Şeyh Yasin et - Tilem- sanî, mektuplarım havidir. îst. Şehit Ali Paşa Ktp. nr. 1344

14.        Mektubat, Konevi'nin mektuplarıdır. Konya Mevlânâ Ktp. nr. 1637; İst. Raşit Ef. Ktp. nr. 490

15.         Vasâyâ, îst. Ayasofya Ktp. nr, 2910/8-9

Tercümesi:(Tercûme-i Vasiyetnâme)îst. HalisEf. Ktp. nr, A 5582; Şehit Ali PaşaKtp. nr, 2610. İst. Selimağa ktp Nur Banu Bl. nr, 146.

16.       Vasiyetü eş,Şeyh SadrudDin ındel vefat,

îst. Yahya E. Ktp. nr, 140; Osman Ergin Ktp. nr, 1940;Esat Ef. Ktp. nr, 3814; Şehit Ali Paşa Ktp. nr, 2810.

17.      Hırkat-üt tasavvuf, îst. Belediye O.Ergin Ktp. nr,1441

18.      er-Risaletü Fi Hakkil Mehdi, îst Ayasofya Ktp. nr, 4849; O. Ergin Ktp. nr, 1883 Konya Yusuf Ağa ktp nr, 317.

19.      Şerhü Esmail Hüsnâ,

îst. Köprülü Ktp. nr,1554; diğer kütüphanelerde dört nüshası daha vardır.

20.       RisaIetül Hadiye, îst.Ü.Ktp. nr,4122,diğer kütüphanelerde altı nüshası daha vardır.

21.      Risaletül Müfsiha, îst.Şehit Ali Paşa Ktp. nr, 1362, Altı ayn kütüphanede daha nüshası vardır.

22.       Şuab'iil İman, îst. Feyzullah Ktp. nr, 2163, Ve- liyüdDin, Carüllah Ktp. nr, 2054.

23.      Zabıta-i Hikemiye, îst.Mahmut Hüdai Ktp. nr, 1848.

24.       Risaletüs Seyr ves Sûlûk, îst. Şehit Ali Paşa

ktp. nr, 13989.                            r

25.       Mesih, Müellifi meçhul, yp, la'da Sadrüddin Mu­hammed Konevi'nin vakıf kayıtlan vardır.(2)

(2) O. Nuri Ergin,SadrüdDin Konevi’nin Eserleri, Şarkiyat Mec. 11, İst. 1956 s.67; Mustafa Can, Sadrüddin Konevi'nin Eserleri ve Kütüphanesi, Selçuk Ü. 1. Sadrüddin Konevi Özel Sayısı Konya Ocak 1989 s, 121-124

t>4

b.) ŞEYH SADRÜDDİN MUHAMMED
KONEVİ'NİN KÜTÜPHANESİ VE BIRAKTIĞI
KİTAPLARI

Şeyh SadrüdDin Muhammed Konevi mamuresi içinde bir de üstadın yazdığı eserleri, hocası MuhyidDin îbn'ül Arabî'nin yazdığı eserleri ve kendi devrindeki medreselerde okutulan kitaplardan meydana gelen bir kütüphanesi bulu­nuyordu. Bu kütüphanenin bir muhafaza görevlisi vardı. Bu zat, vakıf gelirlerinden günde iki akçe ücret alırdı. Bu konu Konya şeriyye sicillerinde şöyle kayıtlıdır:" Konya'da Şeyh SadrüdDin Konevi. Hazretlerinin kitabhanesinde günlük iki akçe ve günlük bir hisse buğday ile kitapları koruyan Şeyh Hüseyin ölünce yeri boşaldığı için bu göreve kardeşi Ab- durrahman Halife, adı geçen vakıfların mütevellisi Seyyid Mustafa'nın teklifi ile yine günlük iki akçe ve senelik bir hisse buğday ile safer ayının ortasında H. 1087/1708 tarihli beratla bu göreve tayin edilmiştir. (1)

H.881/1476 yılında Fatih'in Konya'ya gönderdiği yazıcı heyeti SadrüdDin Muhammed Konevi'nin kütüphanesinde bulunan bütün kitapları adlarıyla tespit etmiştir. 11. Beyazıt ve 111. Murat'ın Konya defterlerinde de bu kitaplar, adlarıyla, bazıları müellif ve hattat adlarıyla gösterilmiş, kayıp olanlar işaretlenmiştir.

XIII. Asır Anadolu Selçuklu medreselerinde okutulan bu eserler, o devrin eğitim sistemine ışık tutmaktadır.

Kitapların Adları:

1.    Tezhipli Mushaf

2.     Kûfi Mushaf

3.      Tezhipli Kur'anı Mecid cüzleri

4.      Kur’an Cüzleri

5.      Kur’an Cüzleri

6.      Tefsir-i Kebir

7.       Keşşaf

8.       Tefsir

10.      Furkan Suresi Tefsiri

11.      Hud Suresi Tefsiri

12.      Al-i îmran Suresi Tefsiri

13.       Tefsir

14.       Tefsir

15.       Al-i îmran Suresi’nin evvelinin farşça tefsiri

16.       Tefsir

17.       Fatiha Suresi Tefsiri

18.       Keşşaf Tefsirinden Hucurat Suresi’nin evveli

19.       Al-i îmran Suresi’nin evveli

20.       Hicr Suresinin Evveli

21.       Muhtasar Keşşâf

22.       îbni îmadüdDin Tefsiri

23.       Nisa Suresi Tefsiri

24.       Hadis-i Tutî

25.       Hadis-i Marifet-i envai ilmil hadis

26.       Garibül Hadis

27.       Kanuni fi garibil hadis

28.       Fükuk mea şerhil hadis

29.       Sıracül Arifin

30.       Mevzûat

31.       Camiul Usul

32.       Kitab'ül Ahkâm

33.       Risale-i Envâr

34.       Müslim

35.       Te'lifül Ahkâm

36.       Ahkâm

37.       İşarat'il Kur'an

38.       Mesabih

39.       Şerh-i Münir

40.       Kuvvet'ül Kulub

41.       Ruh'ul Kudüs

42.       Kitab'ül Haraç •

43.       Kitab'ül Cağrani

44.    Et- Tefsirussâlis min Ebil Feth âlâ Divan'il Mütenebbi

45.       Kitab'ül Müctehid

46.       Kitab'ül Beyân

47.       Kitabüs Salât

48.        Füsus

49.        Kitab'ül Mantık

50.        Tahrirul Mesail

51.        Kitab'ül Mahzum minel Fıkıh

52.        Müntehab min'ed Dâvât

53.        Muhtarat

54.        Muhtasar fil Usul

55.        Kitabü Sumum

56.        Muhtasarul Ahkam-iş Şeriye

57.        Kitabü Mahzum fı Fıkh-iş Şafii

58.        Rasail

59.        Kitab'üş Şifa min'et Tıb

60.        Kitab'üş Siyre

61.        Şerhül Mesail

62.        Kitabül Kara

63.        Kitabüs Sefer'üs Sani ’nin Muhadarat'il Ebrar

64.        Şerhi Usuli Fıkıh

65.        Şerhu Muarrif

66.       Babül Elf

67.       Usuli Fıkıh

68.       Külliyat

69.       Kitab'ül Fadılıyye

70.       Sicillât Risale İbni Katip

71.       Yenbu fil Fıkıh

72.       Usulü Fıkıh

73.       Şiiri Mahrum

74.       Risale-i Muhammed Şebüsteri

75.       Kitabü fin Nahv

76.       Kanunu Edeb

77.       Divan-ı Yek

78.       Miftah'ul Ulum

79.       Divanı Ebil Hasen

80.       Mecmuu Fıkhil Lübab

81.       Etıyru min Raddi Mahrum'it Tarika

82.       Muhtar'ul Hukm

83.       Kitabüt Tekmile fil Hisab

84.       Kitabüt Tabir

85.       Kitabüs Sarf

86.       Kitabüt Tedbir

87.       Tercüman'ül Eşvak

88.       Telifü İmam SıracudDîn

89.       Üssüs Siyam

90.       Kitab'ül Metin

91.       Ihyau Ulum

92.       Risale-i Müfessah

93.       Kitab'ül Basair

94.       Hal'un Naleteyn

95.       Fazlu Şehadet-it Tevhid

96.       Riyazül Üns

97.       Mevakıun Nücum

98.       Miftahul Gayb

99.       Kitabün Neş'eteyn fı tahsilisSaadeteyn

100.        Risatül Hadiye

101.        Kitabün Nefehat

102.        Anka-ı Mağrib

103.        Musıla-i Tenezzülât

104.        Şerhti Fusul

105.        Fütuhat-ı Mekkiye

106.        Vasaya-yı Futuhat

107.        Muhaceb'ül Beyzâ

108.        Şerhu Muhtelif

109.        Veciz mea şerhil veciz

110.        Divanul Edep

111.        Kitab'ül Meşayih

112.        ihtilaftı Menzileyn

113.        Ihtilaful Ulema

114.        Şerhu Kâfiye

115.        Kitab'ül İrşad ilâ Cevahiril Evrâd

116.        Tevazzuhul Hadî

117.        Hayrun Neşr

118.        Metaliul İman

119.        Kitabül Mahsul fi usulil Fıkıh

120.        Kitab'ül Muhtasar fi cild

121.        Cüz'ül Mahrumil evvel

122.        Şerhu Saniye îbnil Faris

123.        Şerhu Kâfiye

124.        Edeb'ül Kadı

125.        Risale-i Kuşeyri

126.        Keşfur Rumuz

127.        Keşful Munkız

128.        Menasikül Hac

129.        Ziyadatül Fıkıh

130.        Nesh-i Sicil

131.        Kitabüş Şehâb

132.        Kitab fi Mantık

133.        Kitabü Zemahşeri

134.        Kitabüt Tahrir

135.        Şerhu Esma

136.        Kitabül Fasih

137.        Kitab'ül Milel ven Nihal

138.        Kitab'ül Garibeyn fil luga

139.        Sıhahu Cevheri

140.        Kitabü Maksudül Eşyâ

141.        Risale-i Kuşeyrî

142.        Kitab'ül Ef al libnil Katta

143.        Kanun'ul Mes'udî libnir Reyhan

144.        Kitab'ül Mantık

145.        Kitabül Mevakıfıt Tennurî

146.        Mecmua-i Şeyh

147.        Edeb'ül Katip

148.        Kitab'üt Temsil vel Muhadara

149.        Münâcat'ül Hallaç

150.        Şerh'ut Tenbih libni Yunus

151.        Maarif

152.        Rasail

153.        Kitab fi ibtidail Alem

154.        Gayet-ül itisamil îmam'il Haremeyn

155.        Nihayetül Ukul

156.        Tarih'ul Mulûk

157.        Kitab fil irab

158.        Kanunçe-i Farisi

159.        Tuhfetül Mûlûk (farsça)

160.        Kimyayı Saadet (farsça)

161.        Güzidetül Arifiyn

162.        Mecmua-i Farisi (2)

Metin Kutusu: (2)	a. g. e. s. 502-503
Metin Kutusu: Sadrüddîn el-Konevî


VIII.        BÖLÜM

SADRÜDDİN MUHAMMED KONEVİ'NİN
MUHİTİ

SadrüdDin Muhammed Konevi, dostları ile mektu­plaşmışım Kendilerine tacirlerle bilhassa Taced-Din Kâşi ile mektup gönderdiği gönül dostları, aynı kimse ile kendi­sine cevap göndermişlerdir. Üstad da bu mektupları,son telif ettiği Nefehat-ı İlahiyye adlı eserinin sonuna koy­muştur. çünkü Nefehat-ı Ilahiyye'nin kendi tashihinden geçen Konya Yusuf Ağa Ktp. nr, 5468 da kayıtlı bulunan bu nüshasında bu mektupları görmekteyiz.

Bu mektuplar, üstadın gezip, gördüğü, kaldığı ve yerleştiği ülke ve şehirler hakkkmda bize vesikalar sunmak­tadır.

Nefehat-ı İlahiyyedeki bir kayıtta (19Şaban 640/1 IŞubat 1243)te SadrüdDin Muhammed Konevi'ninHalep'te olduğunu, Mevlânâ Müzesi Ktp. nr,1633 yp.62 a aynı ese­rin bu nüshasında yazılıdır. Aynı eserin 62a sayfasında ise (19 Cumad'el Ulâ 652/7Mayıs 1254 de Konya'da olduğu kayıtlıdır. Fakat(649/1251) yılından önce Konya'ya gelip yerleştiğini gösteren bir kayda da rasdanmıştır.(l)

A) SADRÜDDİN MUHAMMED KONEVİNİN MEKTUPLARI:

SadrüdDin Muhammed Konevi'nin mektuplaştıkları alim vegönül dostlan arasında başta Şeyh NasrûdDin Mah- mud el-Hayî (Ahi Evren 1169-1262) gelmektedir. Kendisi (602/1205) yılında SadrüdDin Muhammed Konevi'nin Şeyh MecdüdDin îşhak'ın delâleti ile Bağdat'tan Anadoluya gelmiştir. İlk dostluk babası ile başlamış, SadrüdDin Mu­hammed Konevi ile devam- etmiştir. 1247 yılında ŞemsedDin Tebrizi'nin ölümünden sonra Kırşehir'e gidip yerleşmiştir.

Konevi, îslam dünyasında sezgiciliğin öncülerinden

(1)     Nihat Keklik, Sadrüddin Konevi'nin Felsefesinde Allah, Kâinat ve İnsan s. 16
sayılan MuhyidDin Muhammed ibn'ül,Arabinin yanında yetişmiştir. Buna karşılık Ahi Evren'de akılcılığın öncüsü olan FahrüdDin Razi'den ders almıştır. Bu düşünce ayrılı­ğı Ahi Evren ve Konevi arasında gönderilen mektuplarda da kendisini göstermektedir.(2) Bunun neticesinde Ahi Ev­ren, Konevi'ye tesir ederek hocası MuhyidDin Arabi'nin "vahdet-i vücut" felsefesini aklileştirmeye yönelmiştir. SadrüdDin Muhammed Konevi'de Ahi Evren Şeyh NasırüdDin Mahmud'a tesir ederek onun tasavvufa meylet­mesini sağlamıştır.

SadriidDin Muhammed Koneviye yazılan mektuplardan birisi de SadriidDin Konevi'nin çevresini aydınlatır.

(25Şevval 653/27 Kasım 1255) tarihinde yazılan bir mektupda:

* SadrüdDin Konevi'ye kendisiyle'görüşmek arzusu çinde olduğunu " Seni görmediğim bir gün, bana bin ay ve seni göremediğim bir ay bana bin yıl kadar uzun geliyor." diyerek ifade ettikten sonra NecmüdDin'in sohbetinde bu­lunduğunu, sohbet sırasında Atabek ile Mahmut Bey'in gerçek zahidin vasıflan hakkında bir iki söz söylediklerini ve bu sözlerin kısa özetini, Konevi'ye hikaye ettikten sonra o sohbette bulunan sadece "Hazret'i Vezir" diye bir vezird­en sitayişle bahsetmektedir. Bundan sonra o günün (25Şevval 653/27 Kasım 1255) Cumartesi günü hamama gittiklerini orada "Melik'ül-havass ve'l-ümera" diye tanıttığı BedriiDin Abdüs-Samedi görüp kucaklaştıklannı, bugün gece ve yann gece bir toplantı yapacaklannı bildir- mektedir.(3)

Ahi Evren Şeyh NasırüdDin Mahjnud, SadriidDin Mu- hammedKonevi'nin bir mektubuna cevap olarak yazdığı ce­vapta: "Mektubunuz aşık ve sadık müride ulaşınca öpüp baş ve gözünün üstüne koydu. Senin mektubunla gönlüm

(2)     Sadrüddin Muhammed Konevi, Nefehat-ı llahiyye Konya Mevlânâ

Ktp. nr. 1633, yp. llla-114a

(3)     Mikâil Bayram, SadriidDin Konevi ile Ahi Evren, Şeyh NsırüdDin' 'in Mektuplaşması, Selçuk Ü. Fen-Edb. Fak. Der. Yıl: 1983 sayı:2 s.57-59

dünya mülkünü buldu. Senin lutfunla gönlüm hayata kavuştu. Gönlüm ölürken mektubun okununca her harfin­den bin can buldu gönlüm." diye kendisine olan sevgi, bağlılık ve memnuniyeti bildirdikten sonra SadrüdDin Mu­hammed Konevi’nin kendisine gönderdiği "Raşh'ül-Bal" ile "Hasılu Netâicil Efkâr " adlarındaki eserlar hakkında görüşlerini yazıp gönderdiğini ve gözü yolda beklemekte olduğunu belirtiyor.

Diğer bir mektubunda Ahi Evren:

" Ahinâ (ahimiz ve kardeşimiz) dediği MuvaffaküDin ile Fakih Ahmedi rüyada gördüğünü, Fakih Ahmed kendisi ile farsça konuştuğunu, hırkasını çıkarıp kendisine verdiğini, o da bu hırkayı alıp elbisesinin içine giydiğini bildirmekte­dir. (4)

Ç Diğer bir mektubunda Ahi Evren: "Birader-i aziz, Muhar- rirül Fezail, Seyyid'ül Akran, TacüdDin Kâşi" diye andığı çok sevdiği bu zatın SadrüdDin Muhammed Konevi’den kendisine bir mektup getirdiğini SadrüdDin Muhammed Konevi’nin Ahi Evren'e felsefeye ait olan eseri "Tuhfetûş- Şükûr" adlı eseri hakkında bazı sorular sorarak bu eserinin mahiyeti hakkında bazı sorular sormuştu. Ahi Evren de bu mektubuyla SadrüdDin Muhammed Konevi'ye cevap ver­mektedir.^

Ahi Evren, Konya'da bulunduğu sıralarda SadrüdDin Muhammed Konevi ile görüşmüş, kendisinin hizmetinde bulunmuştur. Ayrıca Konevi ile Hacı Bektaş-ı Veli arasında geçen çeşitli menkıbeler vardır. Bu rivayetler, Ko- nevinin birkaç defa Kırşehir ve çevresine giderek Ahi Ev­renle görüştüğünü işaret etmektedir. Ayrıca Ahi Evren, SadrüdDin Muhammed Konevi’nin Konya Yusuf Ağa Ktp. nr,4866 da kayıtlı bulunan"et-Teveccüh’ül ettemm" adlı es­erini farsçaya çevirmiştir.(5)

(4)     a. g. m. s. 61-63

(5)     a. g. m. s. 64

B ) ŞEYH SADRÜDDİN MUHAMMED
KONEVİ’NİN DOSTLARI :

a)      Mevlânâ CelâledDin Rumî:

Büyük İslâm tasavvuf alimi Mevlânâ CelâledDin, Eflâki'ye göre: "6 Rabiulevvel 604 - 30 Eylül 1207" de dünyaya gelmiştir. (1)

Babası Muhammed Hatibi'nin oğlu Muhammed Bahaed- Din'in ataları ve kendisi alim ve müftü idiler. Belh'te yerleşerek, maişetlerini halka verdikleri fetva karşılığında devletten aldıkları bir miktar maaşla sağlıyorlardı. Esas görevleri vaizlik ve müderrislikti. Vaazlarına Sultan Alâed- Din Harzemşah ile hocası Fahrüdin Razi'de geliyordu. (2)

Sultan AlâedDin Harzemşah hocası Fahrüdin Razi ile Muhammed BahaüdDin arasında beliren bir ihtilaf sebebiyle Mevlânâ CelâledDin beş yaşında iken Belh'i terkettil- er.Hac maksadıyla Nişapur yoluyla Mekke'ye doğru yol- alırlarken Nişapur'da FeridüdDin Attar ile görüştüler. Bu buluşmada FeridüdDin Attar, "Esrarname adlı eserini Mevlânâ'ya hediye ederek, babasına: 'Bu senin oğlun çok geçmeden alemde yanık gönüllere ateşler salacaktır." diye iltifatta bulundu. Nişapur'dan Bağdat'a vardıklarında fütüvvet ehlinin büyük şeyhi ŞühabüdDin Sühreverdi ta­rafından karşılandı. Mevaliye medresesinde ağırlandı.(3)

Mevlânâ CelâledDinin babası Sultan'ül-ulema BahaüdDin Veled, burada bir ay fatiha suresini tefsir ederek halkı irşad etti. Bağdat'tan hacca gittiler. Hac dönüşü Şam yoluyla Erzincana geçtiler. Hükümdar FahrüdDin'in ha- nikâhına indiler. Burdan Akşehire geçerek bir yıl kaldılar.

(1)     Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri 1/433

(2)     Feridun bin Ahmed, Risale, Ter. T. Yazıcı, îst. 1977 s. 20-21

(3)     B. Firuzanfer, Mevlânâ CelâledDin, s. 12

Burada, Melike Tac Melek Hatun, kendilerine bir hanikâh yaptırarak, bütün ihtiyaçlarını karşıladı. (4)

Erzincan'dan Larendeye (Karaman) ye gelerek, yedi yıl ikamet ettiler. Burada iken Mevlânâ CelâledDin ile Lala Şe­refüdDin Semerkandi’nin kızı Gevher Hatun, (622/1225)- de evlendiler.(5) Bu evlilkten bir yıl sonra oğlu Sultan Veled (623/1226)da doğdu (6) Mevlânâ CelâledDin ile ba­bası, Musa Bey medresesinde müderrislik yapmışlardı. Kendisinin evlenmesinden sonra annesi Mümine Hatun ile ağabeyisi Muhammed AlâedDİn, Karaman'da vefat ettiler.(7)

Bu yıllarda sultan I. AlâedDİn Keykubad (1219- 1237),Sultan'ül ulemanın Karaman'a yerleştiğini haber almıştı. Daha önce şöhretini duyduğu bu gönül sultanını (625/1228) yılı baharında Konya'ya davet etti. Konya'da sultan tarafından karşılandılar.

Sultan kendilerini taşthane (Saray salonunda) ağırlamak istedi. BahaûdDin Veled'de:" imamların ineceği yer med­rese, Şeyhlerin hanikâh, beylerin saray, tüccarın han, rind- lerin zaviye" olduğunu söyleyerek, o devirde Konya'nın en büyük medresesi olan Sipahsalâr (genel kurmayı) Şems- üdDin Alton Aba'nm (iplikçi) medresesinde kalmayı tercih ettiler. (8)

Sultanül-ulema'ya BedredDin Gevhertaş, (Çifte merdiv­en mahallesinde) bir medrese yaptırdı.(9) Karaarslan köyünün gelirini'de ilim hizmetinin devamı için vak­fetti. (10) Mevlânâ CelâledDin, öevhertaş medresesinde oturmuş, fetva vermiştir.(ll)

(4)     Feridun bin Ahmed a. g. e. s. 22

(5)     Cami, Nefehat, s.514

(6)     Fuad Köprülü, ilk Mutasavvıflar s. 217

(7)     Feridun bin Ahmed a. g. e. s. 26

(8)     Eflâkî, a. g. e. s. 1/26

(9)     a. g. e. 1/43

(10)     Sultan Veled, Divan, Nşr. F. Nafiz Uzluk, Ank. 1945, Beyit:

4615       ..

(11)    Mehmet önder, Mevlânâ'nm Konyadaki Evi ve Medresesi, Mevlânâ Bildirileri Konya 1983, s. 46-47

Babası, Sultanül Ulema BahaüdDin Veled, (18 Rabiül Evvel 628/24 Şubat 1231) de Konya'da bir kuşluk vakti Hakka yürüdü, (12)

Mevlânâ CelâledDin'e, babasının ölümünden sonra Seyyid BurhanedDin lalalık yaparak, manevi mertebesini yükseltmiştir. Kendisiyle meşgul olduğu dokuz yılda ba- basının"Maarif" adlı eserini okutmuştur. Kendisine tesir eden, coşturan "Maarif" Seyyid BurhanedDin'dir.(13)

O'nun hayatında Şam'ın önemli bir yeri vardır. Bir ara- Seyyid BurhanedDin'in tavsiyesiyle gittiğinde dört yıl kaldı. O devirde bu şehir, Moğol istilasından kaçanların sığmağıdır. Burada Şeyh MuhyidDin ibnül Arabi,Şeyh SadüdDin Hamuî, Şeyh Osman Rumî, Şeyh EvhadüdDin Kirmani, Şeyh SadrüdDin Muhammed Konevi ile görüşüp, manevi sohbetlerde bulunmuşlardı. (14)

Seyyid BurhanedDin’in (639/1241) yılında ölümünden sonra beş yıl müderislik yaptı. Zikir meclislerinde halkı Hakka davet etti. (15)

O günlerde Mevlânâ CelâledDin de büyük bir değişiklik meydana getirecek olan garib bir derviş, zenbil dokuyan Şeyh Ebu Bekir'in müridi, Melik Dâd oğlu Tebrizli ŞemsedDin Muhammed Konya'ya gelmişti. Çok kimse onun sırrına erişememişti. Gittiği yerlerde kervansaraylarda kalır, tacir elbisesi ile gezer, geçimini şalvar uşkuru örerek sağlardı. (16) Konya'ya gelmeden önce Erzurum'da mek- tepdarlık (ilkokul hocalığı) yapmıştı. Bir çocuğa üç ayda kur'anı kerimi öğretmiş, kızınca çocukları falakaya yatırmıştı.(17)

(12)     Eflâkî, a. g. e. 1/30

(13)     Feridun bin Ahmed a. g. e. s. 118

(14)     a. g. e. s. 35

(15)     Firuzanfer, Mevlânâ CelâledDin s, f3 ’-d,

(16)     Eflâkî, a. g. e. 1/82, Feridun bin Ahwl a. g. e. s. 121

(17)     Şems-i Tebrizî, Makalât, Ter, M. Nurimçosman Ist.l9§2, s.123

Mevlânâ CelâledDin, Şems ile tanıştıktan sonra herşe- yini onun yoluna feda etmişti Ailesi, dostlan, Konya bil­ginleri onu laubali görerek, yalın ayak, başı kabak bir türedinin müslümanlann önderini kendisine bağlayıp, ken­dilerinden uzaklaştırmasını hazmedemediler.(18)

Şems, bu baskıdan kurtulmak için Şam'a gitti. Mevlânâ oğlu Sultan Veledi Şam’a götürüp, tekrar getirdi. Konya'da bulunduğu bir gün, (Ahiler tarafından) Mevlânâ ilk oturdukları meclisten dışarıya çağrılarak öldürüldü.(5 Şaban 645/5 Aralıkl247) (19)

Şems’in ölümünden sonra Mevlânâ Şems’in hassasiyeti­ni Kuyumcu Şeyh SalâhadDin de buldu.O zevk ve şevk günleri (IMuharrem 655/29 Aralık (257) de ölümüyle sona erdi.(2Q)

Şeyh SalâhadDin'in ölümünden sonra Mevlânâ Celâ­ledDin, HûsamedDin Çelebiye, hemdem ve kendisine ha­life seçti. Sağlığında dokuz yıl ölümden sonra bu hizme­tine müridlerinîn şeyhi olarak devam etti. (21) Aslen Ûrmiyeli'dir. Babası zaviye sahibi olan bir ahi şeyhi olduğu için "Ahi Türk" diye anılıyordu. Babasının ölü­münden sonra Hz. Mevlânâya bağlanarak,varını yoğunu bu yolda harcamıştı. (22)

Ömrü boyunca sade ve mütevazi bir hayat yaşadı. Ömrünün sonuna doğru hastalandı. Elli dirhem borcu vardı. Alacaklılarıyla helallaştı. (23) Başucunda daima oğlu Sultan Veled vardı. Halife olarak Hüsameddin Çelebiyi seçti. Uykusuzluktan bitkin hale gelen Sultan Veled'e yatmasını söyledi.

En son:

(18)     Feridun bin Ahmed Risale s. 129

(19)     Eflâkî, a. g. e. 11/104

(20)     a. g. e. 11/145-146

(21)     Feridun bin Ahmed a. g. e. s. 154

(22)     Eflâkî, a. g. e. 11/174

(23)     Eflâkî, a. g. e. 11/12

" Bu ölümden başka çaresi olmayan bir derttir;

O halde ben: "Bu derde nasıl deva bul" derim," diye inşâd ettikleri beyit olmuştu.(24)

" 5 Cemaziyel ahir 672/17 Aralık 1273 Pazar" günü Hakk'a yürüdü.(25)

Tabutu, mezara ulaştığında muarrifler, Konevi'ye "Şeyhlerin sultanı, buyur." dedi. O da baygınlık geçirdi. Cenaze namazını Kadı SıracüdDin kıldırdı. (25)

Mevlânâ CelâledDin, Oıta Asya tasavvufuna hakim olan en büyük abide şahsiyet NecmüdDin Kübrâ'nın halifelerin­den olan babası BahaüdDin Veled'in tasavvufi eğitiminde yetişmiştir. (26) Tasavvufi sisteminde Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)in meşrebinin feyzinden faydalanmıştır. Tevhide dayanan özünü şöyle ifade eder: "Tevhidde arayan ile(Talip) aranan(matlup) un sıfatlarını ayrı gören, ne arayan, ne ara­nandır. Ululuğu görenin temiz nazarında iki alem (dünya ve ahiret) horozun önündeki tane gibidir.(27)

O; en güzel şiirlerinin çoğunu, sekr halinde söyle- mişti.Bu hal Hakk erenlerinin vuslat makamına ulaştıkça Allah'ın vuslat şarabının zevkiyle mest olmalarıdır. Şems ile tanıştıktan sonra sema etmeye başlamıştı. Sema ederek el kol açmak, vuslata erişmeye, nefs-i emmare'yi yenerek, büyük cihada başlamayı temsil etmekte idi,(28)

Önceleri Hz. Mevlânâ'ya ve semaya muhalif olan Şeyh SadrüdDin Muhammed, daha sonraları dostlukları ilerle­miş, çeşitli davet ve toplantıda birlikte bulunmuşlardır.

Şeyh SadriidDin Muhammed, cuma namazlarından son­ra bir meclis tertip eder, alimler, dervişler, meraklılar din­lemeye gelirdi. Fikri tartışmalar olur, Şeyh SadriidDin en sonunda ortaya atttığı meseleyi bağlardı. (29)

(24)      Feridun bin Ahmed a. g. e. s. 113

(25)      A. Gölpmarlı, Mevlânâ CelâledDin, îst. 1953 s. 129

(26)      H. Ziya Ülken, İslâm Düşüncesi, îst. 1950 s. 178

(27)      Feridun bin Ahmed a. g. e. s. 35 vd,

(28)      a. g. e. s. 26

(29)      Eflâki a. g. e. 1/309

Bir gün Hz. Mevlânâ, şeyhler şeyhi, muhadislerin sul­tanı, Şeyh SadrüdDin'i görmeye gitmişti, Şeyh sadrüdDin, Hz. Mevlânâyı büyük bir ağırlama ile karşıladı. Kendi sec­cadesine oturttu. Kendisi de Onun karşısında iki dizi üzerine edeple oturup murakabeye durdular.Nurla dolu hu­zur deryasına daldılar. (30)

b)      Ahi Evren (Şeyh NasırûdDin Mahmud el-

Hoyî) (1171-1261)

Ahi Evren, yakınlarından ve O' nu çok iyi tanıyan Kon­yalI Ali Bin Süleyman bin Yusufa göre: "Şeyh Nasırüd- Din Ebül Hakayik Mahmud bin Ahmed el-Hoyi" dir. Bu kayıttan kendisinin aslen Azerbeycen Hoy kasabası Türkmenlerinden olduğunu anlıyoruz.

Kendisinin "Kerameti Ahi Evren" adlı eserde ve bazı Ahi şecerenamelerinde doksan üç yıl yaşadığı belirtil- mek-tedir. Bu habere göre (659/1261) öldürüldüğüne göre (1566/1171) de doğduğu anlaşılıyor. SadrüdDin Konevi'ye yazdığı mektuplarından birinde (596/1199) yılında Herat'ta FahrüdDin Razî'nin hizmetine girdiği ve ondan ders oku­duğu yazılıdır. Çocukluğu ve ilk tahsil devresi, memleketi olan Azerbeycan'da geçse bile gençliğinde Horasan ve Maveraünnehre giderek o yöredeki büyük üstadlardan ders aldığı muhakkaktır. En çok da Eş'aıî kelâmcısı FahrüdDin Razî (Ö1.606/1209) dan faydalanmıştır.

(601/1204) yılında veya bir iki yıl önce Bağdat'a gelerek Razî'nin talebelerinden Şeyh Evhadüddin Kirmani ile tanışmıştır. O'na bağlılığı hocası ve kayınpederi olan bu büyük şeyhin-ölüm tarihi olan (636/1238) yılma kadar de­vam etmiştir. Bu üstadın delaletiyle otuz dördüncü Abbasî halifesi olan en-Nasır Lidinillah'm kurduğu fütüvvet teşkilatına girmiştir.

(30)     a. g. e. s. 1/269-270
Bağdat'da iken fütüvvet teşkilâtının ileri gelen şeyhleri ile tanıştığı gibi; başta Kirmanî olmak üzere birçok üstaddan faydalanmıştır. O yıllarda Bağdat'ın îslâm dünyasının en büyük ilim, sanat ve kültür merkezi oluşu, Ahi Evren’in çok yönlü bir ilim ve fikir adamı olmasına tesir etmiştir. Kendisinin devrinde geçerli olan bütün ilimleri tahsil etttiği eserlerinden anlaşılmaktadır, Özellikle tefsir, hadis, kelâm, fıkıh, tasavvuf gibi ilimlerin felsefe ve tıp sahasında da siv­rilmiş, ve bu konularda eserler vermiştir.îbn-i Sinâ, Sühreverdi el-Maktûl ve FahrüdDin Razî'nin eserlerini çok iyi okumuş ve bu bilgilerin eserlerini farsçaya tercüme etmiştir. Îhvan'üs-Safa risalelerinden de geniş ölçüde fay­dalandığı anlaşılmaktadır.

(601/1204) yılında Anadolu Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev, ikinci defa tahta geçince cülûsunu Abbasi halifesi en -Nasır Lidinillah'a bildirmek için hocası Malatya'lı bilgin ve SadrüdDîn Konevî'nin babası Şeyh MecdüdDin îshak'ı Bağdat'a gönderdi, MecdüDin îshak, diplamat olarak o yıl içinde hacca da gitti. Dönüşünde Bağdat üzerinden yanında MuhyidDin ibn'ül Arabî Ebû Cafer Muhammed el-Berzaî, Evhadüddin Kirmanî ve Ahî Evren Şeyh NasırüdDin Mahmud'u Anadolu'ya getirdi. Bu da halife en-Nasır ile sultanın îslâm dünyasındaki fütüvvet hareketini ortaklaşa organize ettiklerini göstermektedir.

Ahi Evren, (602/1205) yılında Anadolu'ya geldikten sonra Kayseri’ye yerleşerek bir debbağ atelyesi kurdu. Za­manla burada atelyenin büyümesi, işçi ve ustaların çoğalmasıyla debbağlar mahallesi kuruldu. Burada bir za­viye ve mescid bulunuyordu. Mescidin bitişiğindeki bir evde de Şeyh EvhadüdDin Kirmanî oturuyordu. Hocası ile birlikte Kayseri’ye yerleşen Ahi Evren, ilk iş olarak burada Ahi teşkilatını kurdu. Bu konuda devletin desteği ve hima­yesi ile sanatkârların lideri olarak bu sitede hizmet ver­miştir. Bu yüzden tarih boyunca debbağlann piri ve otuz iki çeşit sanatkâr zümresinin lideri olarak tanınmıştır. Bu sa-

nayi sitesinde debbağlar çarşısının ortasındaki camii ve ha- nikâhında kurduğu teşkilâtın dinî ve fikrî yönden eğitim ve öğretimleriyle uğraşmıştır.

I. îzzedDin Keykâvus zamanında (1210/1219) Kayse- ri'deki yöneticilerle Türkmen ve Ahiler arasında mahiyeti bilinmeyen bir sürtüşme meydana geldi. I. Sultan AlâedDİn Keykubat, 1219 yılında tahta geçtikten sonra Ahi teşkilâtını himaye etti, bu sayede Ahilik bütün Anadolu'ya yayılırken Ahi Evren'in ünü ve hizmetiyle birlikte yüceldi. Bu arada Ahi Evren'in hanımı ve Şeyh EvhadüdDin Kirrnani'ninkızı Fatma Bacı da Kayseri'de Ahilerin yan teşkilâtı olarak genç kızlardan meydana gelen Bacıyan-ı Rum (Anadolu Bacıları) teşkilâtını kurdu. (625/1227) yılndan sonra muhtemelen I. AlâedDİn Keykubat'ın isteği üzerine Konya'ya yerleşen Ahi Evren burada da sanatını icra etti. Bir yandan da Ha- nikâh'ı Ziyâ ve Lala adlı medreselerde müderrislik yaptı. Bu medreselerin yeri tam olarak bilinmezken OsmanlIların son döneminde Debbağhane Medresesesi ve onun yerine yapı-lan Dar'ül-Hilâfet'il-Âliyye Medresesi 1926 yılında yıktı-rılarak yerine Konya İsmet Paşa ilkokulu yapılmıştır. Sultan'dan azami destek ve himâye görmüş ve onun adına Mürşid-ül Kifaye ve Yezdan-ı Şinaht adlı eserlerini kaleme almıştır.

Anadolu'ya gelen göçebeleri yerleşik hayata geçirmek, asalak geçinen ''Kalenderi" yaşayış tarzı ile mücadele et­mek, Türk illerinden gelen esnaf tabakasını korumak mak­sadıyla "Ahi Teşkilatı" denilen sanatkorporasyonlarını ku­ran, "Fütüvvet Teşkilatı" diye anılan Müslüman Türk gençlerini organize eden, Moğollara karşı ölüm kalım savaşı veren büyük fikir adamı, siyasetçi Şeyh Nasırüd- Din'in, liderliğini yaptığı ahi ve fütüvvet teşkilatını sanatla

(1)   Mikâil Bayram, Ahi Evren ve Ahi Teşkilatının Kuruluşu, Konya 1991, s. 80-85; Selçuklulardan Günümüze Din Eğitimi, Ank. U. İlahiyat Fak.(l. Din Eğitimi Semineri) Ank. 1981, s. 40
eğitirken; bir yandan da İslâmlaştırma faaliyetine devam etmiştir.(l) Kırşehir Emiri SeyfüdDin Tuğrul'a sun­duğu: "Menahic-i Seyyifiyye" adlı eserinde "Seyyid'ül Meşayıh" (Şeyhlerin efendisi) şeklinde anılması, devrinin sosyokültürel yapısındaki fonksiyonu açıkça ifade etmektedir. (2)

Anadolu Selçuklu sultanları, halkın dinî eğitim ve öğretimiyle yakından ilgilenmiştir. Ahi Evren,GıyasedDin Keyhüsrev'e sunduğu"Letaif-i Hikmet" adlı siyasetna- mesinde: "Allah, insanı yemek, içmek, giyinmek ve mesken tutmak için yaratmıştır. Hiç kimse , Bu ihtiyaçlarının toplu­mun desteğinden uzak tek başına karşılayamaz. Halkı de­mircilik, marangozluk gibi çeşitli sanat kollarına yönelterek, her çeşit san'atın toplumda icra edilmesini "tavsiye etmiştir. Böylece devleti, halkın san'at ve eğitimine yön vermeye ve bu eğitimi desteklemeye çağırmıştır. (3)

Bu fikirlerini uygulama safhasına geçen Ahi Evren kendi mesleği olan debbağlık (dericilik) sanatını devam ettirirken; bir yandan da Kayseri’de ilk sanayi sitesini kurmuştur. Bu­rada erkek sanatkârların iş yerlerinin yanında hanım el sa­natlarını işleyen kadınların çalıştığı bölümlerde bulunmak­ta idi. (4)

Kirmanî'nin İslâmlaştırma faaliyetlerini Ahi Evren ve onun ölümüyle ahi zümreleri devam ettirmiştir. Şeyh NasırüdDin, gayri müslimlerle münasebetlerde bulunurken, bir yandan da bu faaliyetinin devlet desteği görmesini, böylece bu gösterilecek ilgi ile onların İslâmlaştırtmasını şu sözleriyle istemektedir:" Anadolu'da bazı zümreler vardır ki; bunlar ne hristiyandır, ne de müslüman. Bunlara gerekli ilgi gösterildiği takdirde müslümanlaşmalan mümkündür." (5)

(2)     Ahi Evren, Menahic-i Seyfiyye, Halet Efendi Ktp. nr. 92 yp. la

(3)     Ahi Evren, Letaif-i Hikmet, Biblioteqhue Natıonale nr. 99 yp. 90a

(4)     M. Bayram, Bacıyan-ı Rum, s. 37

(5)     Ahi Evren, Letaif-i Hikmet,, yp. 91a

1261 de Ahi Evren'in moğollarca öldürülmesinden sonra sosyal düzenin bozulması ve kendilerine karşı girişilen kat­liam ve saldırılardan kurtulmak maksadıyla ahi birlikleri, gruplar halinde batıya göç etmişlerdir. BizanslIların elinde­ki uç bölgelerde ki hristiyanlann oturduğu kesimlerde bulu­nan köy ve kasabaları fethetmiş, buralara hakim olmuş­lardır. Ahi birliklerinin bu bölgeye gelişi, nüfus, ekonomi ve sosyo-kültürel yönden değişmelere sebep olmuştur. Ahi ve fütüvvet organizasyonunun sınai, ticari, ahlâki ve dini formasyonu sayesinde bütün batı şehirlerindeki üstünlük Rumlar'dan Türkler'e geçmiştir. (7)

Uç bölgelerdeki ahi zaviyelerinin mesleki, dini ve ahlâki bir formasyon kazandıran eğitim yuvalan olarak çevredeki gayri müslimlerle sınai, iktisadi, dini ve sosyo-kültürel yönden münasebetleri neticesinde islâmi tebliğe dayalı ola­rak İslâmlaşmanın görüleceği tabiidir. (8)

Batı ve uçlardaki koloniler halinde bölgeye yerleşen bu organizasyonlar, bir yandan sınai ve iktisadi yönden faaliy­et gösterirlerken; öte yandan gayri müslimlerle devamlı ola­rak gaza ve cihad'da bulunmuş ve Anadolu'nun İslâmlaş­masına büyük ölçüde hizmet etmişlerdir. (9)

c.      ) HACI BEKTAŞ-I VELİ :

Ahmed Yesevi ocağından, Horasan erenlerinden olan büyük mutasavvıf, Aşık Paşazâdeye göre : " Horasan'dan kardeşi Menteş ile*birlikte Baba îlyas'a uğramış, ordan da Kırşehir ile Kayseri'ye geçmiştir. Kardeşi Menteş, Sivas'ta şehit edilmiştir.

(6)     Mustafa Akdağ, Türkiye'nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, İst. 1979, C. 1, s. 483-485

(7)     Sabahattin Güllülü, Ahi Birlikleri, İst. 1977, s. 92-93

(8)     F. Teaschner, İslâm Ortaçağında Fütüvvet, İst. Ü. İkt. Fak. Mec. C. XV, İst. 1953-1954, s. 19

(9)     Köprülü, Kuruluş, s. 88

Hünkâr, Kayseri'den Kara Höyük'e gelmiş, Hatun Ana (Fatma Bacı) yı evlât edinmiş, burada ölmüştür. (1)

Eflâki'ye göre Hacı Bektaş-ı Veli, Baba tlyas (öl. 1240 ) ın has halifesidir. (2) Velâyetnamesinde kendisi Lokman Perende yoluyla Ahmed Yesevi'ye bağlanmaktadır. (3)

Yunus Emre'nin şeyhi olan Taptuk Emre, kendisine gele­rek büyüklüğünü ikrar etmiş, duasını almıştır. Yunus Emre'de bir kıtlık zamanı kendisine alıç getirerek, buğday istemiştir. Buğdayı alıp köyden çıkarken pişmanlık duy­muş, nasip ve el almak maksadıyla dergâha döndüğünde Hünkâr, "Kendisinin manevi terbiyesinin Taptuk Emre'ye havale edildiğini, ona başvurmasını" istemiştir. (4)

Hacı Bektaş-ı Veli, devrinde bir tarikat kurmamıştır. Bektaşîliğin kurucusu talebesi v e müridi Abdal Musa 'dır. Kendisinin " Şia-İ tsna aşareci" olarak tanıtılması, hakikat­ten uzaktır. Eserleri, dört halife'ye övgülerle doludur. Bu arada Makalâtma Hatiboğlu tarafından şii görüşler eklen­miştir. Sonraki devirlerde bu görüşler Hacı Bektaş-ı Veli'ye mal edilmiştir. O, Aşık Paşa, Yunus Emre ve Hz. Mevlânâ gibi XIII. Asır'm sünni, şeriata bağlı, riyasız, ilhadsız, iba- hilikten uzaktır. Horasan ve Nişapur'un tasavvufi ekolünün izindedir. Eserlerinde bu fikirleri yaşatan kâmil bir muta- savvıfımızdır. (5)

d.       ) SULTAN İL ÎZZEDDİN KEYKÂVUS :

Sultan 11. GıyasedDin Keyhüsrev'in oğludur. 1246 - 1256 yıllarında Anadolu Selçuklu tahtında bulunmuştur. 1254 yılında Vezir CelâledDin Karatay'm ölümünden sonra,

(1)     Aşık Paşazâde Derviş Ahmed Aşıkî, Tevarih-i Âli Osman, Nşr. Ali, îst. 1332, s. 204-206

(2)     Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri, 1/413

(3)   Uzun Firdevsî, Velâyetnâme-i Hacı Bektaş-ı Velî, Haz. A. Gölpmar- h, îst 1958, s. 18

(4)     a. g. e. s. 21

(5)     Esad Coşan, Makalât, îst. Trh. s. XXXV

saltanat makamında bulunan şehzâdeler arasında mücadele hızlandı.' 1254 yılında vezirlik makamına gelen Kadı İzzedDin, moğollarla mücadeleye hazırlandı.

11. İzzedDin Keykâvus, tahsilini Malatya'da Şeyh Sad- rüdDin Muhammed Konevi’nin babasında birlikte tahsil yaptıkları sınıf arkadaşı idiler. 1. AlâedDin Keykubâd dev­rinde Malatya kadısı daha sonra sultan'm vezirliğe getirdiği Kadı İzzedDin Muhammed idi.

Kadı İzzedDin Muhammed, moğollara karşı Anadolu Selçuklu ordusunu, 1. AlâedDin Keykubad'm Aksaray Sul­tan hanı yakınlarında savaşa götürdü. Yapılan savaşta (23 Ramazan 654/13 Teşrin 1256) da başta Vezir Kadı İzzedDin olmak üzere oh dört emir şehit oldu. (1)

Sultan, bu bozgundan sonra ailesiyle birlikte Antalya yoluyla İstanbul'a sığındı. Burada IV. Mihael Palelogos ta­rafından sıkışık durumda iken, daha önce kendisine yardım ettiği için çok iyi karşılandı. Biraz sonra bu dostluk münasebeti, imparatorun Hulâgû Han'dan korkması netice­sinde 1262 de bozuldu. Sultan ve maiyeti, Enez'de hapse­dildi. Beyleri Emir-i ahur Uğurlu, Ali Bahadır ve diğerleri Ayasofya'ya götürüldü. Patrik ve devlet adamları huzurun­da hristiyanlığı kabule zorlandı. Hristiyanlığı kabul edenler kurtuldu. Kabul etmiyenlerin gözlerine mil çekildi. Sul- tan'ın oğullarından birisi " Melik Konstantin " adıyla vaftiz edildi.

Bu arada Altm-Orda hükümdarı Bereke Han, Balkanlar­da istilaya girişti. Ondan korkan hükümdar, 11. ÎzzedDİn Keykavus'u ve oğullarını serbest bıraktı. Kendilerine Suğdak ve Sulhak şehirlerini ikta olarak verdi. (2) Sultan II. ÎzzedDİn, iki yıl İstanbul'da, onbeş yıl Kınm'da gurbet ve çile hayatı çekti.(3)

(1)     îbni Bibi, el-Evamirul Alâiyye s. 620-921

(2)     O. Turan, Selçuklullar Zamanında Türkiye s. 497 vd,

(3)     a. g. e. s. 503-504

677/1279 yılında Kırım'da ölürken oğlu GıyasedDin Mes'uda şu vasiyette bulundu:

"Ey oğul! Babam Keykubâd oğlu II. GıyasedDin Keyhüsrev, ilahi davete uyup, edebi aleme göçettiğinde devletin emirleri, beni Selçuklu tahtına oturttular. Onlann güzel terbiyeleri ile büyüdüm. Onların öğütlerini tuttuğum zaman, ülke mamur, reayâ (halk) sevinçli idi. Uygunsuz adamlarla oturup, nefsimin arzularına uyarak onları kırdım. O zaman kötülük ve belalara müstehak oldum. Eğer sultan olunca benim düştüğüm çukura düşmek istemiyorsan alçaklardan uzuk dur, maskarlarla düşüp kalkma.

Ruhumu teslim ettikten sonra benim kemiklerimi burada bırakma. Konya'ya götürüp atalarımın yanma göm. Eğer bu sözlerimi tutarsan Allah (G.C.) yardımcın olsun."(4)

Ne yazık sultanın mezarı belli değildir. Bu vasiyet ye­rine getirilememiştir.

e) HACE-İ CİHAN :

(Xin. Asır Konya'sında iki önemli tacir ve zengin göze çarpar. Bunlardan birisi Hac-i Cihan; diğeri Taced-Din Kâşi. Hace-i Cihan zengiliğinin yanında geniş bir kültüre sahip, edebi zevke haiz bir insandır. İlim ve fikir adam­larını maddi ve manevi yönden destekleyen gönül ehli, dev­letli bir insandı?)

Regaibi Menakıp adlı eserde: "Hace-i Cihan, çok zengin bir zattır. Sultan AlâedDin zamanında yaşamıştır. Bir tek oğlu vardır; Ali Can, karısının adı da Esmâhan, Ali Can, sar'a hastalığına tutulur, doktorlar aciz kalırlar. Hace-i Ci­han, son çare olarak Şeyh SadrüdDin Konevi’ye başvurur. SadrüdDin Konevi, çocuğu okur, birde muska yazar, ara­kıyesine diker. Çocuk iyileşir. Buna karşılık Hace-i Cihan, büyük bir arazi içindeki evini boşaltıp SadrüdDin'ebağışlar. Şimdiki türbe, camii ve eski zaviyenin, mezarlığın bulnduğu yer, Hace-i Cihan'm evi ve arazisidir.(l)

Hz. Mevlânâ, konuştuğu gibi söyleyen, söylediği gibi yazan'bir edip idi. Kendisinin dostlarına yazdığı mektupları arasında Hace-i Çihan'a bu arif ve zengin zata yazdığı mek­tubu seci ile yazmıştı. Bu mektubunda Hz. Mevlânâ, Hace- i Cihan hazretlerine şunları yazmaktadır:

" Hace-i Cihan'm mübarek ruhu, şu dünyadan kaçtıkça kaçıyor; öbür dünyayı arzuluyor. Yansız, yönsüz direkten dayaktan apayrı aleme, her nefeste baktıkça bakıyor, Al­lah’a gizlice yalvarıyor; Sen bize yol göster de çıkalım şu çölden; sen bizi selamet yurduna çıkar, şu tufanın dalga­larından kurtar diye yakarıyor. Hak, ona cevap veriyorda, dünyadakilerin kurtuluşu diyor, her zaman kulların has­larından birisinin elindedir. Halkın ona göz dikmesi onu gözlemesi için bu böyle sürüp gidiyor. Göğe bakmasınlar şaşkın şaşkın. Bu bakışlarla gök. kapısı açılmaz diye sesle­niyor. Allah, ereninin razılığı arada zûhal yıldızından vaz­geç diye ses geliyor. Gerçekler padişahı gerçek peygamber, Rahmânm rahmetleri olsun ona. Ey inananlar buyuruyor, ahir zamanda bunaldınız mı has kullarımdan umun dileğinizi; hem apaçık umun, karanlıklarda kalanların şüpheli umuşu gibi değil diyor. Nitekim selâmet ona.Hz. Nuh tarafından da Hz. Nuh'a yüz tutmaktan başka bir yol yoktur. Ne mutlu Hz. Nuh'a uyanların canlarına ki, selam­et ona. Yine Hz. Peygamber buyuruyor;"Ümmetim için.her zaman bir tufan var. Her zaman bir Hz. Nuh, her zamanın kutbu, o zamanın halifesi oluyor. Hz. Nuh'un gemisi kesi­liyor da onun eteğine yapışan, tufandan kurtuluyor. Bu sözler elbet Hace-i Cihan'a bir şeyler söylüyor, gerçeği an­latıyor. "O bağış sahibi, birçok bağışlarda bulundu, hala da

(1)     Emin Dede, Regaib-i Menâkıb İst. Ü. Ktp. Türkçe Yazmalar bl.

nr. 4111 yp. 7a-8b; Musa Sadri, Regaib-i Menâkıb, Konya Mevlânha Müzesi ihtisas Ktp. nr. 1499 yp. 22a-b,24a
bulunuyor.” "Mutlak kerim, ihsan sahibi olanların, bağışta bulunanların ihsanlarını, bağışlarını yetirmiyor: "ihsanın karşılığı ancak ihsandır." (1) buyuruyor.

İyi işlerde bulunanlar, senninle övünüyorlar; dinle garez- siz şahidlikte bulunuyorlar. Oku, bir şey beklemiyenlerin mektubunu neler yazıyorlar? Değilmi ki akıtıyorsun suyu, gürül gürül akıyor; akıtma çorak yere, akıtma taşlıklara. O hizmeti, gönülleri diri olanlara yap. Onların şanında; "Tertemiz şehir ki "(2) buyuruluyor. Cenab-ı Hak, onları, hiç bir şeyden haberi olmayanlara bak da tanı buyuruyor. Hiç bir şeyden haberi olmayanların hırkaları var, taylesan- ları var; canlarındaysa bir ışık bile parıldamıyor; dillerin­den bir hikmet kaynağı kaynamıyor. Ne hırka var, nice taylesan onların gözü bir baksan, cehennem ateşinin içinde cayır cayır yanıyor da yanıyor; hemde: "Gerçekten de: "Allah, sizin şekillerinize bakmaz." (3) buyrarak kavrulu­yor. Kâfirler de her devirde peygamberlere karşı adamlık etmediler, kötülükte bulundular; yabancılaraysa adamlık et­tiler; iyilikte bulundular. Taşı, sankcağızlannm uçlarına bağlıyorlardı da, inciyi taşla kırıyorlardı; uzak olsun bu hâl, dostlarınızdan sizin. " Mal harcayışlarının kabülüne engel olan da ancak, onların Allah'ı (celle celalühü) ve Peygamberle­rini inkar edip kafir oluşları. "(3) Ama gözü aydmlananlar, kurda, köpeğe kemik atarlarsa, bilirler ki, kurd'a köpeğe kemik veriyorlar. Hak ereni olanlar, Yusuf-u Sıddık'a nevâle verirlerse; bilirler ki Yusuf a veriyorlar. îki verişte, iki bölükte işte güçte bir iştir. Dönüyor, ama onlar, ikisini de birbirinden ayırt ediyorlar.

Bu hayır işte, eski başvuruşlanm, ısrarlarım yüzünden, size zahmet vermek istemiyordum; fakat yüce Hak, bu büyük hayrın, bu yerinde işin :" Temiz Şeyler,^emizlerin-

TriKuMa^ıKeriırUV/öO '■                                    

(2)     Kur4an-ı Kerim, Vll/58

(3)     Kur4an-ı Kerim, lX/54

dendir. " buyurduğu gibi, sizin kilitler açan lutfunuzun, mübârek nefesinizin, sizin gönlünüzle dilinizin çabasıyla, sizin yardımınızla olmasını diledi; bundan dolayı da gene size zahmet verirdi. Eskiden beri, bu işlerde sizin zahmet çekmeniz bir töre olmuştur; gene Hak, ehline döndü, geldi. Hamd olsun Allah (celle celalühü)'ın lutfuna. Böylesine bir hayırlı işin tamamlanması gene sizin işiniz. Şimdi bu duacı, ne diyebilir ki, mübârek, sevinçli gönlünüz, içten içe, bu dua­cıdan söylemekte; işitmekte. Ama değilmi ki, iyi bir şey yapmayı kurdun; bozma bu kurduğun şeyi. Böylesine bir fakire, değilmi ki bir somun verdin; alma geriye onu, ikiye bölme. O fakir, çok ekmek bulur; ama sen, öylesine bir fa­kir bulamazsın. Bu bağışta, sultanımızın, sultanların öğündükleri sultanımızın âhir zaman Mehdi'sinin, Allah (celle celalühü)'ın yardımı taliine, erlerin nazarına sahip sul­tanımızın; Allah (celle celalühü) devletini kat kat artırsın; devletine sebep olur inşaallahu tealâ. (4)

Hazreti Mevlânâ CelâledDin Rumî’nin bu mektubunda kendisinden mübârek bir insan, devletli, hamiyetli, Allah (celle celalühü) yolunda islâmi ve dini hizmetlere el uzatan, onlan de­stekleyen, bu yüklere fedâkârca katlanan ve göğüs geren, Allah (celle celalühü) yolunda islâmi hizmetlere önder olan bu büyük arif, bu uğurda İslâm âlim, kâmil ve tasavvuf erbabına da her an yardımcı olmuş; bu kimseleri maddi ve manevi yönden desteklemiş; İslâm ilim ve kültürünün XIII. asırda Selçuklu Konya'sında kendisinin desteklediği arif ve âlimler arasında SadrüdDin Muhammed Konevi ve Hz. Mevlânâ CelâledDin Rumî başta gelmektedir.

Bu gün Konya'da eskiden bir köy ve kasaba bu günde Selçuklu ilçesinin mahallesi olup kendi adıyla anılan " Hoca Cihan " da bir türbe bulunmaktadır. Bu türbe, halk arasında " Mursaman türbesi" diye anılır. Eski kültür sahibi Kon-

(4)     Âbdülbakî Gölpınarlı, Mevlânâ CelâledDin-Mektuplar, İst. 1963 s.

113-114

yalılara göre bu türbeye " Mir'i Zaman " veya " Mir ’i Ze­ban " denilirdi. Bu türbede, SadriidDin Muhammed Konevi ve Hz. Mevlânâ CelâledDin Rumî’ye maddi ve manevi de­steklerde bulunan Hace-i Cihan hazretleri yatmaktadır. Hace-i Cihan, Konya’nın söz sahibi ve güçlü zenginlerin­den olduğu için "Mir’i Zaman (zamanın sahib)i ", nüktedan, hazır cevap, âlim arif ve fazıl olduğu için " Mir’i Zeban (dil erbabı)" denilmiştir. (5)

H?. Mevlânâ’nında sultan, devlet adamı ve hatırlı kişilere yazdıkları içerisinde Hace-i Cihan hazretlerine yazdıkları mektup, cümleleri kısa olmakla birlikte seci sa­natı ile süslü en değerli mektuptur. Bu da Hace-i Cihan haz­retlerinin çok kültürlü, edip, seci sanatına düşkün bir has­sas insan, hayırsever, devletli, ulu bir kişi olduğunu göstermektedir. (6)

Kendisinin Eflâki’de Filobat sahrası diye geçen ( Hoca Cihan, kum bağları çevresinde) vakıfları da vardır. Hace-i Cihan hazretleri, Hz. Mevlânâ (öl. 1273) SadriidDin Mu­hammed Konevi (öl. 1274) den önce ölmüştür. Türbesinin kitabesi yoktur. Eser, Selçuklu türbe mimarisi tipindedir. Mimarı belli değildir. Bir devre adını veren İslâm âlim, veli ve tasavvufçularını destekleyen, kültürümüzün bu güne gelmesinde büyük emeği ve hizmeti geçen bu ulu zatın türbesi, Selçuklu belediyesinin himmetlerini beklemektedir.

f.) VEZİR CELÂLEDDİN KARATAY :

Anadolu Selçuklularının en parlak dönemini idrak eden, 1. AlâedDin Keykubad’m leğen emiri ve sadık müsahibidir. Sultan’m ölümünden sonrada ve bilhassa 1243 Kösedağ bozgunundan sonra devletin iç ve dış sarsıntılar karşısında uğradığı felâketleri önleyerek temâyüz büyük bir devlet adamıdır- M.S. (652/1254) yılında vefat etmiştir. (1)

(5)     1. Haıkkı Konyalı, Konya Tarihi, s. 697

(6)     Gölpınarlı, a. g. e, s. XVI

Sultan 1. AlaâdDin Keykusad'ın oğlu 11. GıyasedDin Keyhüsrev (1237 - 1246), ölünce geriye 11. îzzeddin Keykâvus, IV. RüknedDin Kılınç Arslan ve 11. AlâedDin Keykubâd adlı üç oğlu kaldı. Bunlar Anadolu Selçuklu tahtına mirasçı görünüyorlardı. Babaları sağlığında küçük oğlu 11. AlâedDin Keykubad'ı tahta hazırlıyordu.

Vezir CelâledDin Karatay bilgili, dindar, dürüst, faziletli ve hayırseverdi. Döneminde beylerbeyi ŞemsedDin Yavtaş idi. Her ikisi de söz birliği ederek, 11. AlâedDin Keyku- bad'ın tahta geçmesini uygun görmediler. Üç kardeşi de tahta geçirip, beşer nevbet vurulmasını, üçününde hutbe­lerde adının birlikte okunmasını kararlaştırdılar. Saltanat naibliğine de Karatay seçildi. (2)       !

Vezir CelâledDin doğruluğu ve adaleti ile ülkede huzuru sağlamıştır. Çeşitli yerlerde yaptırdığı medrese, kervansa­ray ve dar'us sulehâ ile ilim ve kültürümüze büyük hizmet­lerde bulunmuştur. Konya'da yaptırdığı Karatay medrese­sinin kubbesine de " Hz. Muhammed, Hz. İsâ, Hz. Musa " gibi üç büyük dinin peygamberinin adlarını yazdırmıştır. Burada Anadolu Selçuklularımın dini politikalarında hris- tiyan ve yahudilere kendi dinlerini sevdirme ve ehl-i kitap statüsünü uyguladıklarını göstermektedir.

Vezir CelâledDin devrinde SadrüdDin Muhammed, Kon­ya'ya gelmiş, kendisinden büyük itibar görmüş, dostlukları devam etmiştir. Kendisi de bu dönemde huzur içinde hiz­metlerine devam etmiştir.

g.) VEZİR KADI İZZEDDİN :

Aslen Rey şehrinde doğan, büyük şafii alimidir. 1. AlâedDin devrinde Malatya'da ve daha sonra Konya'da baş

kadılık yapmıştır. Malatya'da bulunduğu yıllarda Şeyh MecdüdDin İshak ve oğlu Şeyh SadrüdDin Muhammed Konevi’nin dostudur.

İzzedDin Muhammed bin Mahmud, devlet hizmetinde Atabektik ve (645/1247) yılından (656/1256) Sultan hanı savaşına kadar on yıl baş vezirlik yapmıştır. (1)

Bu arada Konya'da kendi adıyla anılan bir camii, bugün Konya İmam Hatip Lisesi arsasında bulunan bir medrese ve şifahane yaptırmıştır. Bu mamurenin yaşaması için (1 Şaban 652 / 1 Eylül 1252) yılnda düzenlediği bir vakıfnâmede, Konya Saideli (Kadınhanı) ne bağlı Kestel Koçmar köylerini vakfetmiştir. (2)

Mevlânâ CelâledDin ile yakın dostlukları vardır. Mevlânâ bir mektubunda kendisini şöyle öğmektedir;" Ey yüce mevkiye gönül genişliği ile hak kazanmış olan, üstünlere değeriyle üstün olan, geçmişlerin kalanı, gelecek­lerin üstadı, iki bölgenin müftüsü, iki mezhebin imamı, mükemmel bilgin, aydın, dolunay, adaletli, iyi işleri yapan, kadılar kadısı, müslümanlann ve müslümanlığın yüceliği, doğru yolu gösteren, tam inancı bildiren bayrak, Hak ve di­nin izzi, Allah,(celle celalühü) yüceliğini daim etşin."(3)

Vezir Kadı İzzedDin, Sultan II. İzzedDin Keykâvus üzerinde büyük tesiri vardı. Ona Sultan büyük hürmet gösterir, kendisinden çekinirdi. Sultanı kötülüklerden her zaman korumaya çalışmıştır. Moğol hanlarından gelen elçilerle sultanı görüştürmemek ve onların kendisini aldat­malarına mani olmak için herşeyi yaptı.

II. İzzedDin Keykâvus ile IV. RüknedDin Kılmçarslan mücadelesinde büyük bir servet harcadı. Moğolların elçiler göndererek maddeten Anadoluyu ezmesi karşısında

(1)     îbni Bibi, a. g. e. s. 600

(2)     Kadı İzzedDin Vakfiyesi, Konya Mevlânâ Müzesi Hazine-i Evrak

Arşivi, nr. 214

(3)     Mevlânâ CelâledDin, Mektuplar, s.103

CeâledDin Karatay ile yaptığı istişarede onlarla mücadeleye karar verdi. Bir yandanda ülkenin yarasını sarmaya başladı. (4)

Fakat Baycu Noyan’m taleplerini araştırması üzerine Moğollarla Aksaray I. AlâedDin Keykubad'm kervansarayı yakınında iki ordu savaşa girişti. Sonunda Anadolu Selçuklu ordusu yenildi. Vezir Kadı îzzeddin ile birlikte on dört büyük devlet adamıda şehit oldu. (23 Ramazan 654/1. Teşrin 1256) (5)

g.) ŞEYH ZEYNÜDDİN SADAKA

Şeyh ZeynüdDin Sadaka, Malatya’da Şeyh SadriidDin Muhammed Konevi'nin sınıf arkadaşıdır. Bu sınıf arka­daşları arasında I.îzzeddin Keykâvus ta bulunmaktadır. Burada hocaları, sultanların hocası ve diplomatı Şeyh MecdüdDin îshak'tır. Bu zatta SadriidDin Muhammed Ko­nevi'nin babasıdır. Şeyh Sadaka ve SadriidDin Konevi Şeyh EvhadüdDin Kirmani'den ilmi, fikri ve tasavvufi yönden faydalandılar. Ayrıca îbni Arabî, Ebul Haşan Îskenderanî de kendilerinin hocalarmdandır.

Zamanla ZeynüdDin Sadaka Kirmani'ye intisap etti. Malatya da, Bağdat ta, Kayseri'de ve Konya da onun yakın hizmetinde bulundu. Şeyh EvhadüdDin H. 636/1238 den önce Konya dan Bağdat'a giderken kendisi üzerinde bulu­nan fütüvvet teşklatının Anadolu şeyhler şeyhliği görevini Şeyh ZeynüdDin Sadaka'ya verdi. Şeyh ZeynüdDin Sada- ka'nm Konya Sadırlar mahallesinde bir hanikâhı vardı. Bu hanikâh, önceleri Hakîm Tirmizî'ye aitti. (1)

I. GıyasedDin Keyhüsrev, birinci gurbet hayatını İstanbul'da BizanslIların içinde geçirmişti. 1205 yılında

(4)     İbni Bibi, a. g. e. s. 608 vd,

(5)     a. g. e. s. 621

(1)     Mikâil Bayram, Şeyh EvhadüdDin Kirmanı s. 98-99

Konya'ya gelerek şehri muhasara etti. Bu sırada şeyhülislam ve hakîm (filozof) olan Konya kadısı Tirmizî: "Sulta'nm Bizans'da geçen döneminde hrıstiyanlarla bir­likte şeriata aykırı hareketlerde bulunduğunu, bu yüzden sultan olamıyacağı" konusunda bir fetva verdi. Sultan ilk muhasarayı kazanamadı. İkinci muhasaradan sonra şehre girdi. Ve kadıyı idam etttirdi. (2)

Hakim Tirmizî'nin bu dergahı, ölümünden epey müddet sonra Şeyh ZeynüdDin Sadaka'nm eline geçti. H. 644/ 1246 yılında Şeyh SadriidDin Muhammed Konevi, Kon­ya'ya yerleşmişti. Oğlu SadüdDin Çelebi'de gençlik çağında idi. Şeyh ZeynüdDin Sadaka, Konevi'nin çok eski sınıf arkadaşı ve gönül dostu idi. Bu yüzden oğlunun eğitimini kendisine havale etti. Büyük bir ihtimalle H.660/ 1262 yıllarında moğollar Ahi Evrenin ölümünden sonra fütüvvet teşkilatı mensubu olan Türkmen şeyhleri ve müridlerini Konya ve çevresinde öldürdüler. Şeyh ZeynüdDin Sadaka ve SadüdDin Çelebinin bu yıllarda onlar tarafından öldürülmesi muhtemeldir.

Şeyh ZeynüdDin Sadaka’nm zaviyesinin Konya'da bazı vakıfları vardı. Fatih devrinde Konya vakıflarını yazan heyet, bu zaviyeyi ve vakıflarını tesbit etmiştir. H.881/ 1476 yılında Derviş Veli, bu zaviyenin şeyhi idi. Zaviyenin vakıfları da şunlardı:

1)     Gülistan Havlusunda bir bağ,

2)      Zaviye yakınında bir tarla,

3)    Meram vadisi (Derede) Üzmüş değirmeni. Bu değir­menin kiracıları, ikiyüzakçe vererek değirmeni yıkmışlar, kendi adlarına bir değirmen yaptırmışlardı. Vakıflar müfet­tişleri, bu haraketi yolsuz bularak yeni yapılan bu değirmeni tekrar zaviyeye bağlatmışlardı.(3)

(2)     0. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye s. 291

(3)     I. Hakkı Konyalı, Konya Tarihi, s. 755-756

g.) PİR EBİ SULTAN:

Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli'nin ulu halifelerinden biri idi. Hünkar'ın çerağcısıydı. Erenlerin safa. nazarını almıştı. Kuvvetli bir erdi. Bir gün SadrüdDin Konevi,Hünkar'a bir er göndererek: " Pek mecburuz, sohbetinize iştiyâkımız var. Fakat bulunduğumuz yerde de işimiz var. Bu hizmette onların hizmeti. Sülük görmüş halifelerinden birini göndersede burada ona bir mekan göstersek, bizimle bera­ber bulunsa, kendilerinin manâsını onda bulsak, kendileri­nin kokusunu onlardan alsak." dedi.

Derviş vardı. SadrüdDin'in bu sözlerini Hünkar'a söyledi. Hünkâr, Pir Ebi Sultana döndü: Çerağcı, bizden istedikleri kimse sensin. Yürü, Konya'ya var, Şeyh Sadrüd-Din nereyi gösterirse orayı mekân et. Konya'yı sana yurt verdi. Sinin (mezarın) ziyaret olsun, toprağın kef- faret." buyurdu.

Pirebi Sulta’nın üç oğlancığı vardı. Hünkârın emri üzerine kalktı karısına gitti, halini anlattı. Oynayan oğlancıklarım aldı, Konya'ya geldi. Doğruca Sadrüddin'e vardı, hali bildirdi. Sadrüddin, Pir Ebi'yi ağırladı. Sonra beraberce bir yere vardılar: "Burası, hem bize yakındır, hem de karşı." dedi. Pir Ebi oraya bir tekke kurdu. Bir çok mürid ve muhip yetiştirdi.

İki oğlu, bulaşıcı hastalıktan öldü. Üçüncüsü ölürken keramet gösterdi. Bu olaydan sonra Konya halkı Pir Ebi Sultana çok fazla bağlandılar. Daha sonra Konya'da öldü. Mezarı, Lârende kapısının dışmdadır.(l)

k ) TACÜDDİN-İ KÂŞî:

Tacüd-Din-i Kaşi, XIII. asır Selçuklu Konyasmda, Anadolu ile ülkeler arasında ticaret yapan hatırlı, gönül ehli, alim ve fazıl bir insan, Hace-i Cihan ile birlikte bu dönem Konyasmda en zengin iki kişiden birisidir.

(1)   Uzun Firdevsi, Vilâyetnâme-i, Hacı Bektaş-ı Veli, Haz. A. Gölpı- pmarlı İst. 1958 s. 89

Bu zat, Hz. Mevlânâ'nın da bir mektubunu Kırşehir Emiri SeyfedDin Tuğrul’a götürmüştür. Hz. Mevlânâ bu mektubunda TacüdDin-i Kaşi'den şöyle bahsetmektedir:" Şunu bildirelim ki mektubu size getiren aziz tacir, ihsan ve kerem sahibi, tacirlerinh iftiharı, tahta yapıp satan Tacüd- Din-i, Allah (celle celalühü) yüceliğini daim etsin ve onu zamanın kötülüklerinden korusun. Otarafa tunçtan yapılmış aletler götürüyor. Allah (celle celalühü) yüceliklerini daimi kılsın, onları kuvvetlendirsin, onlara yardımcı olsun, eğer o yandaki padi-şahlar beğenirler de alırlarsa umarız ve isteriz ki değerini tez versinler, geçiktirmesinler. Siz, güzel bir tarzda çalışın; kerem buyurun, lütfedin de parası, geçiktirmeden pek tez eli-ne geçsin. Böylece de dileğini elde ederek geri dönsün; o devlete de dua etsin." (1)

Bu yandan bütün çocuklar selam edenler hatırınızı so­rarlar; sizin aziz oğullarınıza da selamlan var;görüşmeyi ar- zulamışlardır. Allah (celle celalühü) kavuştursun aramızdan ayrılığı kaldırsın, biziTahtlarda, karşı karşıya oturan kardeşler" (2) etsin. Allah (celle celalühü) bizide sizide, cennette ebedilik sofra­larının başında nimetlendirsin, ebedi olarak bu lutfa eriştirsin. "(3)

Hz. Mevlânâ'nın bu mektubu yazdığı Emir SeyfedDin Tuğrul, Ahi Evren (öl. 126 lin "Menahic-i Seyfi " adlı eseri­ni yazıp kendisine takdim ettiği Kırşehir emiridir.(4) I. AlâedDin Keykubat (1219-1237)'ın haslarından idi. Har- put(Elazığ) kalesinin fethi sırasında burçlara sancağı diken komutandır.(5) Bu da kendisinin alim ve mutasavvıfları koruyan ulu bir emir olduğunu göstermektedir.

(1)     A. Gölpmarlı, Mevlânâ Celâleddin - Mektuplar s. 185

(2)     Kur'an-ı Kerim, XV/47

(3)     Gölpmarlı a. g. e. s. 185

(4)   Ahi Evren, Menahic-i Seyfi, Bursa Eski Eserler Ktp. H. Çelebi Bİ. nr. 1184, yp. 80 b

(5)     îbni Bibi, a. g. e. s. 440

Eflâki'ye göre: " el-Hac Kaşî adında birkaç defa hacca gitmiş, seyahatlan sırasında pek çok şeyhin sohbetinde bu­lunmuş, SadrüdDin Konevi'nin bağlılarından birisi vardı ki, bir defasında Mevlânâ ve Konevi'nin buluştukları bir mecliste de bulunmuş Mevlânâ'ya saygısızlık edip gücen- dirmişti. Bunun cezası olarak bu olaydan üç gün sonra iki rind, bir gece evini basıp, kendisini öldürmüş, nesi varsa alıp götürmüşlerdi. (6)

Tacüd-Din Kaşi'nin Konya çevresinde bu gün " Kaşınhanı" diye bilinen kasabada bir hanı vardı. Daha önce" Kaşî'nin Hanı" olarak anılan bu yer zamanla "Kaşınhanı" olarak telaffuz edilmiştir.Eflâkide geçen bu olayla kendisinin IV. RüknedDin Kılınçarslan'm tek başına saltanat sürdüğü (658/1260) yıllarında anarşi, terör ve kardeş kavgasının zirveye ulaştığı bir dönemde öldüğü anlaşılıyor. Bu zat, SadrüdDin Konevi'nin mektuplarını Hacı Bektaş ve NasırüdDin Tûsi gibi çeşitli kimselere götürmüştür.

İ )KADI SIRACÜDDİN:

Urmiyeli, Ebu Bekir oğlu Kadı SıracüdDin Ebüssenâ Mahmud, ( H.594/1.198) Urmiyede doğdu. Konya'da (H.682/1283) de öldü. XIII. Asırda Konya da yaşayan büyük mantık bilginlerindendir, Kemaleddin Yusuf un tale­besidir. Mantık, usul-i fıkıh ve ilahiyat konusunda da bir­kaç eseri vardır. Bunlardan en meşhuru,Metaliul-Envar, KutbidDin Razî tarafından genişçe şerhedilmiştir. Bu şerh, uzun yıllar medreselerde alim ve talebenin başlıca müracaat kaynakları arasına girmiştir. (1) Malatya ve Konya da uzun müddet kadılık yapmıştır. Şeyh EvhadüdDin Kirmani müridlerindendir. (2)

(6)     Ahmed Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri, 1/278-279

(1)     B. Firuzanfer, Mevlânâ CelâledDin, s. 170-171

(2)     Mikâil Bayram, Şeyh EvhadüdDin s. 113

C ) HADİS OKUTTUĞU TALEBELERİNDEN
DEVLET ADAMLARI:

a ) MUİNÜDDİN PERVANE VE DEVRİ:

Anadolu Selçuklu devlet adamları arasında (1262-1277) yılları arasında geçen onbeş yıllık bir devre damgasını vu­ran MuinüdDin Pervane, önemli bir şahsiyettir. Moğollann devamlı müdahaleleri, saltanat mücadeleleri, devlet adam­larının tahrikli kavgalarıyla siyasi bühran derinleşirken, zekâsı, dirayeti ve siyasetiyle nüfuzunu artırmıştı.

Bu buhranlı dönemde önce Baycu Noyan, sonra Hülâgû Han ve Abaka Han’ın itimadlarını, vakur olmayan bir siyasetle kazandı. Onlara yaptıkları hizmetle dost oldu. Sal­tanatı II. İzzedDin Keykâvustan alarak IV. RüknedDÎn Kılmçarslan'a devrederek kendi hakimiyetini kurdu.(1162- 1277) yıllan arasında geçen on beş yılda müsbet ve menfi tavırlarıyla Anadolu'da tek söz sahibi olarak "Pervane Dev­ri" ne mührünü vurdu.

Kendisi, Vezir MühezzibüdDin Ali'nin oğludur. Dey- lemlidir. Babası, genç yaşta iken Konya'ya gelerek med­reselerde okudu. Devrin Maliye nâzın Müstevfi SaadüdDin Ebu Bekir, kendisini himaye ederek kızıyla evlendirdi. Daha sonra I. AlâedDİn Keykubad'm emrine girerek za­manla vezirliğe kadar yükseldi. 1240 yılındaki bozgunda cesaret göstererek Moğol komutanı Baycu Noyan ile Ana­dolu Selçukluları adına bir banş antlaşması imzaladı. Za­manla Hülagû Han'ın itimad ve dotluğunu kazandı. Hülagû Han, onun için: "Bundan böyle Anadolu da bir mesele için bana ondan başka kimse gelmesin ." diyecek kadar büyük desteğini kazandı.

Moğol istilası, Anadolu’da ağır vergi ve zulümlerle halkı eziyordu. MuinüdDin Pervane, Anadoluda büyük bir disip­lin sağlamıştı bu yüzden halk: "Pervane devrinde asayiş ok-

adar ileri idi ki kurt ile kuzu birarada dolaşıyordu." hükmüne varmıştı.(l) Bu dönemde kendisi moğol askerle­rinin istediği her şeyi temin etmek için Anadolunun her ta­rafına ferman ve menşurlar gönderiyor; böylece halkın u- yanmasına fırsat vermiyordu.

Devrinde vezir Sahip Ata FahrüdDin Ali, pervane sıfatıyla Emir MuinüdDin Pervane, saltanat naibi Eminüd- Din Mikâil, maliye nazırı Müstevfi MecdüdDin Muham­med, müşrif CelâlüdDin Mâhmud, beylerbeyi Hatıroğlu Şe­refüdDin idi.

Şeyhül İslam SadriidDin Muhammed Konevi, bütün ilimlerde bilhassa hadiste emsali yoktu. Konya kadısı Ur- miyeli SıracüdDin idi Aksaray da Tebrizli EminüdDin, Si- vasta İzzüdDin, Karahisar da Hoylu TacüdDin kadı askerlik makamını işgal ediyordu. Tarikat şeyhleri içinde Şeyh Sad- rüdDin, Mevlânâ CelâlüdDin, SadüdDin Fergani, FahrüdDin Irakî, MüeyyidüdDin Cendi'nin büyük bir nüfuzu vardı.(3)

Kendisi bir sultan gibi davranırdı.Alimleri ve şeyhleri korur, onların meclislerinde bulunurdu. Medrese ve zaviye­lerde huzuru için dua edilirdi. Kendisinin ikta merkezi olan Tokatta lemeat sahibi FahrüdDin Irakiye bir zaviye açtı. Bu­raya "Hanikâh-ı Pervane" adı verildi Kayseri’de de meşhur matematikçi KutbüdDin Şiraziye bir medrese açtı. (4)

Çok zaman şeyh SadriidDin Muhammed Konevinin za­viyesine gelir; o’nun vaaz ve nasihatlerini dinlerdi. Çoğu zamanda Konevi’den "Camini Usul" adlı hadis kitabını o- kuyan alimlerin ve devlet adamlarının yanında yer alırdı. O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye s. 522-524

(1)     Aksarayî; Müsamerat'ül Ahbar, s. 138-141

(2)     a. g. e. s. 172-175                                                   .

(3)     Eflâkî, a. g. e. 11/222-223

(4)     a. g., e. 1/157

Fakat Şeyh SadriidDin, ile Moğolların Anadoluyu işgalleri konusunda fikirleri farklı idi. Konevi Anadolunun bu durumuna üzülüyordu. Bu yüzden ömrünün bütün me­saisini hadis ilmine vakfetmişti.

Buna rağmen MuinüdDin Pervane, MuhyidDin îbn'ül Arabi'nin fikirlerini Anadoluda yayan Şeyh SadrüdDin'in seçkin talebelerinden olan FahrüdDin Irakî ve Füsus'ul Hi- kemi şerh eden MüeyyidüdDin Cendi'yi desteklemişti. (6)

Dostları arasında Mevlânâ Celaleddin başta geliyordu Onunla münasebetleri çok sıktı. Sarayında kendisine ve müridlerine büyük ikramlarda bulunurdu. Hz.Mevlânâ ken­disine " Hemşehrim" diye hitab ederdi. Anadolu da bir çok medrese, zaviye, hastane ve kervansaray yaptırmıştı.(7)

MuinüdDin Pervane bir yandan devleti idare ederken; öte yandanda ilim ve tasavvuf erbabıyla yakın münasebetlerde bulunuyordu. Böylece putperest moğallann istilasıyla in­leyen Anadolu halkının ızdıraplarını raks ve musiki ile kırarak, düşmana karşı cihad ruhunu, mücadele azmini kırıyordu. (8)

MuinüdDin Pervane'nin moğollara dayanan siyaseti so­nunda kendisini korkuttu. Onların karşısına Mısır Köle­men sultanı Baybarsı .çıkarmaya çalıştı. Bu teşebbüsleri başarısızlığa uğradı. Bu durum karşısında onbeş sene hiz­met ettiği moğollann itimadını kaybetti. Böylece kendi ihti­raslarının kurbanı oldu.(Safer 676Agustos 1277), yılında Van Aladağ'da Abaka Han'ın adamları tarafından işkence ile idam edildi. Cesedi dağlarda parçalandı ölümü, Anado­luda büyük buhranlara sebeb oldu (9)

(5)     F . Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 57

(6)     Mevlânâ, Mektuplar, Ter. F. Nafiz Uzluk, s. 32, 35, 64, 68, 72,

(7)     Nejat Kaymaz, Pervane MuinüdDin Süleyman Ank. 1970, s. 130

(8)     O. Turan, a. g. e. s. 554 vd,

b ) GERMİYANLI ALİ ŞİR BEY VE OĞLU SEYFÜDDİN ALİ ŞİR BEY:- •

Germiyan, Türk aşiretlerinden olan, sonradan bir beylik kuran bir ailenin adıdır. Bu aşireti, ilk defa XIII. Asrın ilk yansında Anadolu Selçuklu devletinin hizmetinde görüyo­ruz. Bunlar Malatya çevresine CelâledDin Harzemşah ile 1229 da Anadoluya gelerek 1230 da I. AlâedDİn Keykubad ile Yassı çimen muharebesine girişip mağlup olduktan son­ra yerleşen Harzem boylanndandır.

Germiyan aşiretinin reisi olarak Malatya'da Ali Şir oğlu MuzafferüdDin, II. GıyasedDin (1237-1246) zamanında hükümet tarafından Baba îshak hareketini bastırmaya me­mur edilmişse de muvffak olamamıştır. Bu aşiret, 1241 de Baba îshak hareketinin bastırılmasından sonra Kütahya ve çevresine yerleşmiştir. Malatya, Kütahya ve Alaşehir köyle­ri içinde Harzem'den bozma olarak kullanılan"Horzum" köyleri halen mevcuttur.

Bu aileden olup Germiyanoğlu beyliğini kuran Yakup B ey'in babası, Yakup oğlu Emir KerimüdDin Ali Şir, IV. Kılınçarslan'm emirlerindendi. 1264 yılında vezir Muinüd­Din Pervane'nin kendilerini gammazlamasıyla diğer bazı Anadolu Selçuklu emirleri ile birlikte Moğollar tarafından öldürülmüştür.(l)

Germiyanlı Ali Şir Bey ve oğlu SeyfüdDin Ali Şir Bey çok zaman Küathya'dan Konya'ya gelerek Şeyh SadrüdDin Muhammed Konevinin hadis derslerine devam etmişlerdir.

c ) ATABEK MECDÜDDİN ALÎ:

MecdiidDin Ali, Erzincan'lı Hüseyin'in oğludur. Mui­nüdDin Pervanenin damadıdır. IV. RüknedDin Kılınç- arslan zamanında müstevfi (maliye bakanı )lik görevinde

(1)     1. Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, Ank. 1988, s. 39-40
bulunmuştur. Sahip FahrüdDin Ali, vezirlikten uzuk- laştınldıktan sonra vezir olmuştur. FahrüdDin Ali'nin moğollarla anlaşmasından sonra eski görevi küçük görüle­rek atabektik makamına getirilmiştir. Atabek olarak kabine­de görev yapmakla birlikte sultanların yakını ve mutemedi olduğu için şehzadelerin eğitimiyle yakından ilgilenmiştir.

675/1277 de Hatıroğulları isyanını bastıramadığı için öldürülmek üzereyken bir çok mal vererek, dostlarının şe­faatiyle canını kurtardı. MuinüdDin Pervane'nin(675/1277) yılında Van Aladağda öldürülmesinden sonra Abaka Han'ın yanından dönerken Sivas'ta hastalandı. (676/1278) de orada öldü. Alim ve kültürlü bir zattı. Güzel yazı yazar, iyi hesap bilirdi. Edebiyata vakıftı, şiirde söylerdi.(l)

d ) MÜSTEVFİ CELÂLÜDDİN MAHMUD;

II.İzzedDin Keykâvus (1246-1261) devrinde beylerbey­liği, 1262'de IV. RüknedDin Kılmçarslan'm saltanatında devlete hakim olan Muinüddin Pervane devrinde teftiş nâzırlığında bulundu. (1) IV. RüknedDin Kılmçarslan, Aksaray da TacüdDin Mutez tarafından verilen bir ziyafette zehirlendi. Sultan önce sancıya tutulup çadırında yalnız bırakıldı. Daha sonra moğol muhafızları tarafından yayın kirişiyle boğularak (664/1266) yılında şehit edildi. Anadolu Selçuklu tahtına on yaşında bulunan oğlu IILGıyasedDin Keyhüsrev çıktı. Bu dönemde Celâlüddin Mahmud, istifa (maliye) nazırlığına getirildi. (2)

Anadolu Selçukluları ile Karamanoğulları mücadele­sindeki Cimri hadisesinin (1277) yılında bastırılmasından sonra vezir Fahrüddin Ali, Kadı CelâlüdDin Mahmud'u Abaka Han'a gönderip zaferlerini bildirdi. İlhan, bu hizmet ve başarılarından dolayı FahrüdDin Ali'ye bir teşrif gönde­

ri) Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri,a. g. e. s. LXXV11

(1)     O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye İst. 1971 0 524

(2)     a. g. e. s. 534

rip kendisine "Kıvamül-mülk (memleketin dayanağı)" lak­abını verdi. CelâledDin Mahmud'a da ihsanlarda bulunarak müstevlilikle birlikte saltanat naibliği görevini verdi. Böyle- ce devletin idaresi bu iki insanın eline bırakılmıştı. (3)

CelâlüdDin Mahmud, Sadrüddin Muhammed Konevinin meclislerine ve derslerine geldiği gibi'Mevlânâ CelâlüdDin gibi zatlara da ziyafetler veren bir emir ve bilgin idi. (4)

e ) HATIROĞLU ŞEREFÜDDİN MESUD:

Anadolu Selçuklu seraskeridir. 1243 yılında meydana gelen Kösedağ savaşıyla moğollar, Anadoluya hakim oldu­lar. Moğol istilası karşısında Anadolu Selçuklu şeh­zadeleri, beyleri iki guruba ayrıldılar. Bunlardan bir kısmı, moğolları yenmenin mümkün olamıyacağma inanarak on­ların idaresi ve baskısı altında yaşamayı kabül ettiler. Bir kısımda moğollarla savaşarak Anadoludan atmayı istiyor­du. Bunlardan serasker Hatıroğlu ŞerefüdDin, Mısır Mem­lûk sultanı Baybars ile ittifak edilerek milli mücadelenin ka­zanılacağına inanıyordu. Çocuk yaştaki sultan HL Gıya- sedDin Keyhüsrev'i yanma alarak Konya Kayseri yoluyla Niğde'ye geldi. Kardeşi ZiyaüdDin'i Mısır'a sultan Bay- bars'a gönderip ondan yardım istedi. Baybars'dan yardım geleceğine inandığından Niğde, Kayseri’ Madenşehri çev­resinde dağınık halde bulunan rhoğol kuvvetlerini mağlup etti. Urfa'yı zapdetti. Moğollara karşı olan beylere zafema- meler yazarak, kendisiyle birleşmeye davet etti. Hatıroğ- lunun isyanını Tebriz'de duyan Abaka Han, yanında bulu­nan MuinüdDin Pervane, Sahip Ata FahrüdDin Ali ve Tacüddin Mutezi şehzade Konkurtay komutasındaki moğol ordusuyla birlikte Anadoluya gönderdi.

Moğol baskısından korkan emirler, Hatıroğlu Şerefüd-

(3)     a. g. e. s. 572

(4)     Eflâkî, a. g. e. 1/547
Din'i birer ikşer terkettiler. Başta MuinüdDin Pervanenin oğlu MühezzibidDin ondan aynldı. Sultan Baybars hazır­lıksız olduğu için bir kısım asker bırakarak Mısır'a gitti. Yavaş Karahisar'da çadır kuran Hatıroğlu, otuz bin kişilik moğol ordusunca kuşatıldı. Dört bin kişi ile düşmanı yarıp dışarı çıktı. Fakat genç sultanla birlikte bir kısım askeri esir edildi. Kendisi, eski dostu olan Luluva kalesi komu­tanına sığındı. Fakat oda başından korktuğu için moğollara teslim etti. Delüce (gedik) kasabasında sözde muhakeme edildi. Kendisini korkusuzca ve kahramanca müdafa etti vü­cuduna bin deynek vurularak dövüldü. Sonra da idam edil­di. Anadoluya dehşet salmak isteyen moğollar, bu milli kahramanın vücudunu parçalayarak şehit ettiler. Başını Konya'ya, kollarını Ankara'ya, bacaklarını Kayseriye gönderdiler.(l)

D ) Ulemâ Smfmdan Talebeleri:

a ) Şeyh SadüdDin Fergani:

Şeyh ŞadrüdDin Muhammed Konevinin tesirinde kalan talebelerinden ve tasavvuf erbabındandır. Îbnü-Farız'm "Kasidei Taiye" sini şerh ederek üstadı Konevi'ye sunmuş, Oda bu şerhi çok beğenmiştir. Kendisinin "Menahic'ül- İbad" adh dört mezhebin ibadet esaslarını açıklayan eseri tasavvufa giriş yönünden önemlidir.(l)

Fergani, üstadı Şeyh ŞadrüdDin Muhammed el-Konevi hazretlerini şöyle tavsif ediyoralar: "Her kimsenin bir şeyhten tasavvuf hırkasını giymesi lazımdır. îki şeyhe nis- beti iyi değildir. Ama sohbetinin nisbetinin çok olması övgüye layıktır. Fakat o şeyhin icazeti (müsaadesi) gere­kir. Bu fakirde Şeyh Sühreverdinin sohbetinden ve hizme­tinden ayrıldıktan sonra sahibimiz, efendimiz ve şeyhimiz,

(1)     Türk Ansiklopedisi, "Hatıroğlu" mad. Ank. 1971, XlX/66

(1) Cami, Nefehat, s. 635-636

dinin önderi, peygamberlerin efendisinin ilimlerinin varisi, muhakkiklerin sultanı, Konyalı îshak oğlu Muhammed (kuddise sırruhu)in şerefli sohbet, irşad, fazilet, hidayet, batini ve za­hiri ilimlerin adabı, şeriat, tarikat ve hakikat deryasından büyük istifadeler etmiştir." (2)

Şeyh SadüdDin Fergani, îbnül Arabinin bütün düşüncelerinin en mükemmel bir özetini vererek(H.699/ 1299) yılında Hakk'a yürümüştür.(3)

b )ŞEYH MÜEYYİDÜDDİN MAHMUD el-CENDî :

Şeyh Sadreddin Muhammed Konevinin seçkin talebele­rinden ve müridlerindendir. Batıni ve zahiri bütün ilimlere vakıftır. Şeyh MuhidDin îbn'ül Arabi'nin "Fusu'ul- Hikem" ve "Mevakıün-Nücûm" adlı eserlerini hocası Şeyh SadriidDin MuhammmedKonev'inin isteği üzerine şerh etmiştir. Hazırladığı"Fusu'ul-Hikem şerhi ", kendisinden sonrakiyapılan bu eserin şerhlerine kaynak teşkil etmiştir. Ayrıca MüeyyidüdDin Mahmud el-Cendi arap adebiyatınm fesehat ve belagatına vakıftı. Bu yüzden îbni Farızın "Kasid-i Taiyyesini" nazmen tercüme etmiştir. (1) Kendisi, (690/129 l)yılmda Hakk'a yürümüştür. (2)

c )ŞEYH FAHRÜDDİN IRAKî:

Şehriyaroğlu FahrüdDin İbrahim (600/1204) yılında Hemedan da doğdu. Daha sonra "Irakî" mahlasını aldı. Tahsilini tamamladıktan sonra Bağdat'ta Şeyh ŞehabüdDin Sühreverdi’ye intisab etti. Bir aşk şimşeği ruhunda çakarak o'nun yoluna baş koydu. Moltan'da Moltanh Şeyh Bahaüd- Din Zekeriyya'nın huzuruna vardı. Tam yirmi beşyıl (641/ 243) yılından (666/1268) yılında şeyhinin ölümüne kadar

(2)     a. g. e. s. 637         ~

(3)     A. Ateş, MuhyidDin ibn'ül Arabî, s. 552

(1)     Cami, a. g. e. s. 634-635

(2)     A. Ateş, MuhyidDin İbn'ül Arabî, s. 552

orada yaşadı. Şeyh ŞehabüdDin'in müridleriyle halifelik ko­nusunda ihtilafa düşerek hacca gitti. Mekke ve medine şehirlerinde bir kaç kaside yazdı.

Daha sonra Anadolu'ya gelerek Konya'da Şeyh SadrudDin Muhammed Konevi'nin sohbetlerinde bulundu. Bu tesirle "Lemeat" adlı eserini yazdı Şeyh SadrüdDİn'e okuyarak onun takdirini kazandı. Üstadının da kendisi üze­rinde tesiri büyüktür. Konya'da kaldığı müddetçe bu yüzden şöhret kazandı. (1)

MuinüdDin Pervane, kendisine büyük teveccüh gösterdi. Tokat'ta kendisine "Hanikah-ı Pervane " adlı bir zaviye yaptırdı. Buraya sık sık gelerek Fahrüddin Irakiye mürid oldu. Şeyhine daima ihsanlarda bulundu. Pervanenin 1277 yılında öldürülmesinden sonra Tokat'tan ayrıldı. (2) To­kat'tan Mısır’a ve Arabistana geçti.Sonunda Şam'a yerleşti. Burada (688/1289) yılında Hakk’a yürüdü. Şam'da Muh­yidDin Arabi'nin yanına gömüldü. (3)

Fahrüddin Irakî'nin "Lemeat" adlı eseri, Saffet Yetkin tarafından türkçeye çevrilmiş, Milli Eğitim Bakanlığı yayınları arasında Ankara 1991'de basılmıştır.

d ) ŞEYH KUTBÜDDİN MAHMUD ŞİRAZİ:

Şeyh SadriidDin Muhammed Konevi'nin sitemini devam ettiren talebelerindendir. Kazerunlu, Şirazlı Muslih oğlu Mesudoğlu KutbüdDin Mahmud, (634/1237-710/1310) yılları arasında yaşamıştır.îlim sahibi bir hanedana mensup idi. Babası ve amcası tıpta kuvvetli bilgilere sahip idiler. Kendisi de babasının yerine hastahanede göz hekimliği yaptı. Daha sonra tıp tahsili ve İbni Sina'nın "Kanun" adlı eserini inecelemek üzere Horasan'a gitti .Danişoğlu Ebul- Hasen Ali NecmüdDin (öl. 675/1277)'in ders meclisine gir-

(1)     Cami, a. g. e. s. 681 vd.

(2)     O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 524

(3)     Cami, a. g. e. s. 672
di. O mecliste, büyük üstad, NasırûdDin Tusi ile tanıştı. Onun asistanlığını yaptı. Merağadaki rasathanesinde çalıştı.

Şeyh KutbûdDin, işlâmi ilimlerin bir çoğunda bilhassa hikmet (felsefe), ilâhiyat, biyoloji matematik ve tıp da ma­haretli bir üstad idi.

Anadolu'ya gelince bir müddet Sivas’ta kadılık yaptı. Daha sonra Konya'da SadrüdDin Muhammed Konevi ile tanıştı. Onun seçkin talebesi oldu. Bu vesile ile bu devirde Anadoluya hakim olan MuinüdDin Pervane'nin sevgi ve takdirlerini kazandı.(l)

Eflâkiye göre: "Muinüddin Pervane, Kayseri'de bir med­rese yapmıştı. Son gelen bilginlerin en faziletlisi olan Kut- büdDin Şirazi (RADİYA’LLÂHÜ ANH)'yi buraya müderris yapmak istedi. Dünyanın her tarafına haberciler gönderdiler. Rum (Anado­lu) ülkesinin bütün ulularını çağırdılar. AlemüdDin Kayseri de Sultan Velede ve naiplerine davetçi gönderdi. Kutbûd- Din’in posta oturma gününde bütün bilginler, faziletli kişiler, şeyhler , hakîm (filozof)'ler toplandılar. Bu münasebetle yapılan toplantıda Sultan Veled de. vaazda bu- lundular.(2)

Eserleri:

1-      Hikmet'ül İşrak Şerhi

2-      İbni Sina Kanun Külliyah Şerhi

3-     Nihayetûl İdrak

4-      Tuhfe-i Şâhî

5-      Dûmetüt Tâc

6-      İbni Hacib Mukaddimesi

7-      Miftah~ı Sekkâki. (3)

(1)      Bediüzzaman Firuzanfer, Mevlânâ CelâledDin, s. 161-163

(2)      Ahmed Eflâkî, a. g. e. 11 / 222-223

(3)      Firuzanfer, a. g. e. s. 163-164

e) ŞEYH ŞİHABÜDDİN HERAKLİ (EREĞLİ):

Mevdud-i Herakili adlı bir zatin oğlu, Şeyh EvhadüdDin Kir- manînin halifesidir. Anadolu'da kadın ve genç kızların hizmet vermesi için kurulmuş olan Bacıyan-ı Rum'un lideri olan, Şeyh EvhadüdDin Kirmani'nin kızı ve ahi teşkilatı annın lideri Şeyh NasırüdDin Mahmud Ahmed el-Hoyi (Ahi Eevren) in karısı olan Fatma Bacı, Ahi Evren'in 4 Nisan 1261'den sonra Kırşe­hir'deki karışıklık dönelerinde Ereğli'ye Şeyh ŞihabüdDin’in yanma götürülerek onun müridlerinden olan Yakup adlı bir der­vişle evlendirilmiştir.

Şeyh ŞihabüdDin ve kardeşi Şeyh BedredDin, Anadolu Selçuklu dönemi Ereğli'sinde büyük manevi bir nüfuza ve mad­di zenginliğe sahip iki kardeştir. Ve kendilerinin Kirmanî me- nakıbmda sis kürkü ve börk giyerek Şeyh EvhadüdDin Kir- manî'ye intisap ettikleri, babalarından kendilerine çok servet kaldığım, babaları ölünce servetlerini Allah yolunda ve ikilik uğrunda harcadıkları ifade edilmektedir.

Muhtemelen kardeşi Şeyh BedredDin daha önce ölmüşü Şeyh BedredDin ölünce yerine Şeyh ŞihabüdDin geçmiştir. Kendilerine "Bedri" denilen müridleri Şeyh ŞihabüdDin Makbul'a tabi oldukları, için adı, Osmanlı il yazıcı defterle­rinde Şeyh ŞihabüdDin Makbul olarak geçmiştir. Kendisi­nin kurduğu vakıf M. 1247 yıllarına dayanmaktadır. Soy­undan gelen mütevelliler bu vakfı yaşatmışlardır.(l)

(1) M. Bayram, Şeyh EvhadüdDin s. 108-111

IX.       BÖLÜM

Büyük İslam mutasavvıfı, alimi, fikir adamı ŞadrüdDin Muhammed Konevi’nin mamuresi, Konya'da istasyon ci­varında ve kendi adıyla anılan mahallededir..

Yaşadığı asrın şehir planına göre Konya I.AlâedDin Keykubâd zamanında fevkalade gelişmişti. Kılınçarslan za­manında yapılmaya başlayan surlar, onun zamanında ta­mamlanmıştı. O dönem Konya'sında biri saray ve çevresini yani AlâedDin tepesinin civarında bulunan iç surlar, birde oniki kapının çevrelediği dış surlar bulunuyordu. Bu oniki kapu:

1.    Ertaş Kapusu: Surun kuzeyinde devlet hastahanesi civarında idi.

2.    Halka Beguş (Kulağı küpeli) Kapusu:Musalla mezarlığı karşısında Halka Beguş mescidi civarında idi.

3.    Aksaray Kapusu: Eski Akif Paşa Mektebi (Hora oteli) ile Terkenli hanı civarında, Babı Aksaray mahalle­sinde idi.

4.    Telli Kapu: Kapu Camii civarında idi. Camii, bu yüzden bu isimle anılıyor.

5.     Darı Kapusu: Surun güneyinde baruthane ile ağaç

pazarı civarında idi.                                                     -

6.    At pazarı Kapusu: Surun doğu kapılarmdandır. Telli kapu ile darı kapusu arasında Vakıflar çarşısı civa­rında idi.

7.    Demir Kapu: Surun güneyinde darı kapusu ile La- rende Kapusu arasında idi.

8.    Lârende Kapusu: Surların en meşhur kapusudur. Sahip Ata camii'nin tam karşısında idi.

9.    Meram Kapusu: Meram yolunda ülüklü çeşmenin karşı tarafında idi.

10.  Sille Kapusu: Zindankale ile Tacül vezir türbesi arasından kuzey batıya Sille'ye açılırdı.

11.  Eski Kapu: Anber Reis camii karşısında, Gazi li­sesinin bulunduğu yerde idi.

12.   Çeşme Kapusu: Bu kapu, surun batıya açılan büyük kapılarından birisi, I. AlâedDin Keykubat adına ha­zine tarafından yaptırılan kapıların dördüncüsüdür. Şeyh ŞadrüdDin Muhammed Konevi mamuresinin ve Kapu Çeş­mesinin tam karşısında idi. Sahip Ata Fahreddin Ali'nin e- vide onun karşısında idi. Bu vezir, buraya bir çeşme yaptırdığı için bu kapu, Çeşme Kapusu (Kapu çeşmesi) diye anılmıştır. (1) Bu günkü form I. Ap. yerinde idi.

ŞadrüdDin Muhammed Konevi döneminde Anadolu Sel­çuklu Konya'sında, iç surlarda devlet erkânı, iç surların dışında âyan, tüccar, esnaf ve sanatkarlar oturuyordu. Bu zümre arasında Müslüman, Hristiyan, Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler bulunuyordu. Müslüman Türkler yanında, îranlı tâcirler, alimler çeşitli İslam ülkelerinden moğol isti­lası sebebiyle Konya'ya sığman elit bir tabaka bulunuyor­du.

Dış surların dışında da Uluırmak, Uzun harmanlar, Meram ve çevresinde de Türkmenler oturuyordu. Bilhassa ahilerin teşkilatı burada idi. Konya'nın hatırlı, kültürlü zen­gin ve eşrafından olan Hace-i Cihan'm mamuresi Çeşme Kapu surlarının karşısında idi.

Hace-i Cihan'a ait olan bu mülkü, oğlu Ali Han'ı amansız dertten kurtaran büyük İslam alimi ŞadrüdDin Mu­hammed Konevi'ye tahsis etmişti.(16 Muharrem Pazar 674/ 22 Temmuzl274) yılın da bir kuşluk vakti ebedi aleme yürümeden yirmisekiz sene civarındaki son seneleri burada geçmişti. (3)

(1)     İbrahim Hakkı Konyalı, Konya Tarihi, s. 141-150

(2)     Musa Sadrî, Regaib’ül Menakıb, Mevlânâ Müzesi İhtisas Ktp. nr.

1499, yp. 10a - 11b

(3)     İst. Selim Aga Ktp. Nur Banu bl. nr. 146. vd. la

a) Şeyh SadriidDin Muhammed Konevi

Camii:

Konevi camii'nin dış kapısının üstünde iki kitabe var­dır. Girift Selçuklu sülüsüyle yazılan üç satırlık birinci ki­tabe:

" Bu mübarek mamure içindeki muhakkik ve rabbani alim Muhammed oğlu îshak oğlu Sadrüddin Muhammed'in Allah (celle celalühü) kendisinden razı olsun" türbesi, vakfiyesinde şartları belli edildiği ve yazıldığı şekilde kendisinin vakfey- lediği kütüphanesiyle beraber ashabından; kalbleriyle ve kalıblarıyla Allah(celle celalühü)'a yönelen salih fakirler adına (673/ 1274) yıl aylarında yapıldı. "

Bu kitabenin üstünde de 1317/1899 yılında yapılan Mehmet Ferit Paşa'nın tamir kitabesi bulunmaktadır. Daha üstünde de 1958 yılma ait tamir kitabesi vardır.(4)

Konya 1317/1899 vilayet salnamesinde Şeyh SadriidDin Muhammed Konevi caminin tamiri hakkında şunlar yazılıdır:" Şeyh SadrüdDin Muhammed Konevi hazretleri­nin camii ve türbesi zamanla harab olarak içerisinde namaz kılmaya mani olacak tehlikeler belirdiğinden dolayı türbesi ile birlikte Konya Valisi devletli Mehmet Ferit Paşa tarafın­dan bu durum tesbit edildi. Derhal tamiri ve inşası için ge­rekli keşfini yaptırarak sultan II. Abdülhamid Han'a sundu. Onun emirleri ile derhal tamir ve inşaata başlandı.

Vaktiyle duvarları topraktan yapılıp üzeri toprakla örtülü olan cami'in duvarları, yontma taştan örüldü. İçindeki dik­meler kaldırılıp, üzeri kiremitle örtüldü. Camii yeniden genişletilip imar edildi. 19 Ağustos 1315/1897 günü sultan IL Abdülhamid Han'ın cülûs şenliklerinde camii ibadete açıldı.(5)

(4)     Konyalı, a. g. e. s. 487 - 488

(5)     1317/1899 Konya Vilâyet Sâlnâmesi (Yıllığı), s. 63

Mabedin Mimari Yönü:

Kapının sağındaki minarenin küpüne kadar olan kısmı taş, üzeri tuğla ile yapılmıştır. Minare, Osmanlı eseridir. Mabedin kıble duvarı gibi duvarları da adi taştandır, mabe­din kıble tarafına beş soluna yedi, sağma iki pencere açılır. Üstü üç boğdam halinde ağaç örtülü dam iken Mehmet Ferit Paşa zamanmda kiremitli çatı haline getirilmiştir.

Havlu kapısından mermer bir şadırvana girilir. Bu kapının üstündeki oda yakın zamana kadar kütüphane ola­rak kullanılmıştır. Buraya solundaki ahşap bir merdivenle çıkılır. Asıl camii, bu sahanın sağındadır. Sahanın orta­sından mabede, sonundan da türbe ve mezarlık tarafına bi­rer kapı vardır.

Mabedin mihrabı, en fazla gönül alan Selçuklu çinileri ile süslüdür.Bu çinilerde mavi renk hakimdir. Mavi ve siyah renklerin kaynaşmasından yüksek bir ahenk ve şiir doğmuştur. Çinilerin arasındaki siyah lüleler şaheserdir. Eskiden mabed kubbeli idi. Duvarları da kıymetli çinilerle süslü idi. Türk oymacılık ve tahta işçilik sanatının şah­eserlerinden olan pencere kapakları, îst. Eski Eserler müzesindedir. Bir pencere kapağının sağ kanadında: "Laşerefü eazzü minettakva (takvadan daha aziz bir şeref yoktur.)" sol kanadında da: "La keremü etemmü min terkil heva (Arzuları terketmekten daha mükemmel bir kerem yoktur." yazılıdır.

Mabed, Mehmet Ferit Paşa zamanında adeta yeniden yapılmış ve genişletilmiştir. İçeriden girince müezzin mah­filine çıkan merdivenin altındaki üç toprak sandukalı me­zar, bu tamir ve genişletme zamanında içeriye alınmıştır. Bunlardan:

Birincisi SadriidDin Muhammed Konevi'nin torun­larından (900/1494) yılında ölen Mehmet oğlu es-Seyyid Derviş Mehmed'e,

İkincisi: (1015/166) yılında ölen es-Seyyid Mehmet Efendi kızı Aşure Hanım'a,

Üçüncüsü (1037/1657) yılında ölen, ismi kazınan ŞadrüdDin Muhammed Konevi’nin torunlarından bir zata aittir. (6)

Mescidin minberi değişik tamirlere uğramıştır ve orjinal değildir. Bina taş temel üzerine inşa edilmiştir. Duvarla­rında taş ve tuğlanın yanısıra kerpiçte kullanılmıştır. Üzeri kiremitle döşenmiş, ahşap çatıyla örtülmüştür.(7)

b.    ) Şeyh Sadrüddin Muhammed Konevi İmareti:

Mamure,mescid, zaviye, kütüphane, matbah, imaret ve bitişiğinde bir mektep ile Şeyh ŞadrüdDin Muhammed Ko- nevi’ye ait açık bir mezar ile mezarlıktan ibaretti. Yakın za­manlara kadar Şeyh ŞadrüdDin Muhammed Konevi vakıf­ları adına burada kazanlar kaynar, fakirler doyurulurdu.

c.    ) Şeyh Sadrüddin Muhammed Konevi Zaviyesi:

Şeyh ŞadrüdDin Muhammed Konevi zaviyesi vakıf ka­yıtlarında geçmektedir. İslam âleminde zaviyeler, H.IIL- M.IX. asrın başlarından itibaren tasavvuf hareketiyle bir­likte gelişmiştir. Bu müeseseler, içinde belli bir tasavvuf görüşünü paylaşan ve "Şeyh" adı verilen dini bir otoritenin başkanlığında fikir ve inançların yaşandığı ve yaşatıldığı bir merkezdir. İlk sofi H.IL- M. VIII. asırda ölen Ebu Haşim Osman bin Şeriktir. Şam yakınlarında Remle’de ilk zaviyeyi kurmuştur.

Miladi IX. asırdan itibaren tasavvuf hareketinin gelişmesine parelel olarak zaviyelerin kurulmasıda hızlan­mıştır. Bayezid-i Bistami (Ö1.874), Sehl'i Tusterî (Öl.- 896), Cüneyd-Î Bağdad-Î (Ö1.910), gibi büyük mutasavvıf­larla mektepleşmeye başlayan İslam tasavvufu, İmam-ı Ga­zali (Öl. 111), den sonra tam bir tefekkür (dini düşünce) sis­temi haline gelmiştir. Öte yandan da Mısır üzerinden Fas,

(6)     a. g. e. s. 489 - 492

(7)     H. Ozönder, ŞadrüdDin Konevi Mimarisinin Mimari Teşekkülü,

S.Ü. 1. ŞadrüdDin Konevi Özel Sayısı Konya 1989, s. 130 cd,
Tunus, Cezaire doğru ilerleyip İran üzerinden Harzem ve Maveraünnehre geçmiştir. (1)

Anadolu topraklarında kurulan zaviyeler bölgenin İskanı ve İslâmlaşmasında çok önemli hizmetler vermişlerdir. XIII. Asırda bilhassa moğol istilası (18/1221) ile Anado­lu’ya göç eden çeşitli tasavvuf akımlarına mensup olan Şeyh, derviş, ve alimler, bölgeyi manevi yönden irşad, maddi yönden de imâr ve İhya etmiştir.

Ayrıca Konya, Kayseri ve Sivas gibi büyük şehirlerde zaviyeler açılmıştır. I. İzzedDin Keykâvus (1211-1219) ve

I.      Alâeddin Keykubâd (1219-1237) gibi hükümdarlar, ve­zir, devlet adamları ile zengihlerin yaptırdıkları zengin va­kıftı zaviyeler, şehirleri doldurmuştur. (2)

Bu asırda Konya'da Şeyh ŞadrüdDin Muhammed Kone­vi mamuresinin içinde bir zaviyesi vardı. Eflakiye göre:’’ Mevlânâ Celâleddin, bir gün dostlarıyla birlikte Şeyh SadrüdDin’in zaviyesine uğramış; kendisini bulamayınca da o civarda bulunan bir medreseye uğramıştı. (3)

Şeyh SadrüdDin'in müridlerinden ve o devrin ileri gelen­lerinden olan Bedr-i Kemal-i Horsafa göre:" Kendisi onun vaazlarını çok dinlemiş ve hizmetinde bulunmuştu. Şeyh ŞadrüdDin Muhammed Konevi zaviyesinde bütün bilginler, mutasavvıflar toplanırdı. Şeyh, ortaya bir mesele veya nük­te atardı. Orada bulunanlar, onu çözmek için birbirleriyle münakaşaya girişirlerdi. Şeyh, hiçbir şey söylemezdi. Bu çok heyecanlı olurdu. Sonun da kendisi bu meseleyi çözerdi.(4)

Şeyh Sadrüddin Muhammed Konevi, Konya'nın ulu şeyhi, bilgini zamanın biricik hadis alimi ve şeyhül islamı idi. Bütün dini ilimlerle yâkîn ilmini bilen, eşi benzeri bu- lunmayan bir üstaddı.(5) Kendisine göre baş köşe"Sofilerin

(1)     Ahmet Yaşar Ocak, Zaviyeler, Vakıflar Der. XII, Ank. 1978, s. 247

(2)     a. g. m. s. 254

(3)     Eflakî, a. g. e. 1/211

(4)     a. g. e. 1/309

(5)     a. g. e. 1/92-93

mezhehebinde hanikâh (zâviye)'larda ayakkabı çıkarılan yerdi." (6)   .

Şeyh Sadrüddin Muhammed Konevi'nin zaviyesine Mevlânâ Celâleddin, Muinüddin Pervane, MecdüdDin Ata­bek, Şeyh MüeyyidüdDin Cendi, Şeyh Fahrüddin Irakî, Şeyh SadüdDin Fergani, ŞemsüdDin îyki, ŞerefüdDin Mu- suli, NasırüdDin Konevi.(7) Germiyanlı Ali Şir ve Oğlu SeyfüdDin Ali Şir, Müstevfi CelâlüdDin Mahmud, Hatır- oğlu, Şerefüddin Mesud, Şeyh KutbüdDin MahmudŞirazi ve Şeyh ŞehabüdDin Herakli gibi alim ve devlet adamları gelerek dini ve tasavvufi sohbetlerde bulunurlardı.

d.) Şeyh Sadrüddin Muhammed Konevi'nin Mezarı:

Şeyh Sadrüddin Muhammed Konevi'nin gömülü bulun­duğu mezar, mabedin solundadır.Mabedden buraya iki pencere açılır. Türbenin üstü mahruti bir şekilde açık ağaç kafesle örtülmüştür. Bu kafesi zarif başlıklı ve köşeli oniki mermer sütun tutmaktadır. Türbenin alt kısmını 159x118 ebadında onbir parça mermer çevirir. Sanatkâr, mermere zarif geometrik desenler işlemiştir. Kıble tarafındaki desen­ler ihmal yüzünden kınlmıştır.Kıble tarafının duvara biti­şik mermer desenleri tamamen kırılmıştı. Mehmet Ferid Paşa tamirden sonra bunları İstanbul'da yaptırarak Kon­ya'ya göndermiştir. Bundan başka bu mermer, oymaların hepsi Anadolu Selçuklu devri sanatına aittir. Türbenin ku­zeye açılan kapısının söveleri, beyaz mermerdendir. Ka­pısının üstündeki boşluğa çiçeklerle süslü kabartmalı ze­mine yüksek ve nefis bir sülüs yazı ile şu sözler bir mer­mere yerleştirilmiştir:

(6)     a. g. e. 1/15

(7)     a. g. e. 1/144, 350

"Sabahın izzet ve devletine yakın;

Kapın hacet sahiplerine daima yakın olsun." (8)

Üstadın mezarının üzeri vasiyetine uygun olarak açık ve sade bir şekilde yaptırılmıştır. Kendisinin neslini devam et­tiren kızı Sekine Hanım ve sağlığında iken ölen oğlu Sa- düdDin Çelebinin mezarlarına dair burada ve diğer yerlerde bir iz yoktur. Büyük bir ihtimalle Şeyh SadrüdDin Mu­hammed Konevi camii haziresinde gömülü olmaları muhte­meldir.

e.     ) Şeyh Sadrüddin Muhammed Konevi Mezarlığı

Şeyh SadriidDİn Muhammed Konevi mamuresinin çev­resinde eski bir mezarlık bulunuyordu. Bu mezarlık Şeyh SadriidDİn sokağından başlayıp Turgutoğlu sokağı ile bugünkü askeri hastahane, eski askeri ortaokulunu içine alan dört tarafı kaplıyordu. 1927 yılında bu mezarlık Fah- reddin Altay döneminde kaldırıldı. 1932 yılında da bina yapılmasına izin verildi.

Şeyh SadriidDİn Muhammed Konevi'nin mezarının ku­zey cephesinde altı adet mezar taşı bulunmaktadır.Bu mezar taşlarında şu kitabeler bulunmaktadır;

l.SadrüdDin Konevi ahfadından, Konevi camii imamı, Vızırtızade Ali Rıza Efendi (Biçenay) nin hanımı Fatma hanım; 1341/1925

l.Konevi camii müezzini Vızırtızade MuhyidDin Efen­dinin kardeşi Arif Efendi (Küçük Vızıltı); 1342/1926.

3.Anber Reis camii imamı Vızıltızade MuhyidDin Efen- di(Küçük vızıltı); 1342/1926

4.SadrüdDin Konevi camii imamı ve hatibi İbrahim Demirtaşin Annesi Hatice Hanım; 1343/1927.

5.SadriidDİn Konevi camii imamı ve hatibi İbrahim Demirtaş'ın hanımı Nakiye Hanım; 1316-1340/1924.

6. SadrüdDiri Konevi camii imamı ve hatibi İbrahim Demirtaş'ın hanımı Ayşe Hanım; 1316-1931.

(8)     a g. e. s 493 - 494

X.     BÖLÜM

A)Fatih Devri Karaman İli Vakıf Defterlerine Göre SadriidDin Muhammed Konevi Vakıfları:

Fatih adına H.881/ 1476 yılında Gedik Ahmet Paşa'nın sadrazamlığı döneminde Karamn ili vakıflarını ve malikâ­nelerini yazan heyet, Konya’dan Hz. Mevlân’a vakıfların­dan sonra SadriidDin Muhammed Konevi mamuresi ve va­kıflarını tesbit etmiştir.

Karaman ili vakıf defterinin beşinci sayfasında:

"Hz. Peygamberin yolunun mürşidinin mütevelliliği hükmü şerifle Salih Fakih ve Şeyh Kara Fakih'in tasarru­funda bulunan Şeyh SadriidDin Konevi (Allah'ın engeniş rahmeti O’nun üzerine olsun) nin vakfı."

Bunun üstüne de kenar yazısı halinde:

"Vakfiyenin hükm-i hümayunla yazılan ve İbrahim Bey'den mukarrernâme görüldü." yazılmıştır.

Bu kayıda göre Fatih’in yazıcı heyeti, o vakit mamure­nin mütevellilerinden olan Salih Fakih'in elinde bulunan vakfiyeyi, hem de Karamanoğlu İbrahim Bey’in mukar- remâmesini görmüşlerdi. Kara Fakih’de burada şeyh idi.

Bu yazılıştan yirmibeş sene sonra H.906/1500 yılında bir başka heyet II. Sultan Beyazıd adına Konya vakıflarını yazarken bu mamurenin mütevellisi Mevlânâ Abdülkerim, tahsildarı, Pir Ahmed, şeyhi de Şair Hoca idi.

Fatihin yazıcı heyetinin H. 881/1476 yılında yazdıkları SadrüdDin Muhemmed Konevi mamuresine ait olan vakıflar:

l.Saideli Vilayetine (Kadınhanı kazasına) bağlı Lâdik.

Bu köyün reayâ ve piyadelerinin üşürünün ve örfiyesinin dörtte üçü ve haracının tamamı SadriidDin Mu­hammed Konevi vakıflarına aittir. (1)

2.      Saideline (Kadınhanma) bağlı Çandır köyü,

3.      Saideline (Kadınhanma) bağlı (Sarayönü)Kirli kuyu köyü

4.      Saideline (Kadınhanma) bağlı Kâfir değirmeni,

5.      Konya Sahra nahiyesine bağlı Mahmutlar köyü. İst. başbakanlık arşivinde 399 nr, da kayıtlı bulunan, Kanuni devrine ait tapu defterinde Mahmutlar köyünün diğer adının "Müneccim Köyü(Karaman Kâzım Karabekir ilçesi)" olduğu, öşrünün yarısının Şeyh SadriidDin zaviyesinin vakfı yazılıdır. (Karaman Kâzım Karabekir ilçesi) zemini­nin yarısı Şeyh SadrüdDin zaviyesi vakfıdır.

6.      Konya Sahra nahiyesi Abdürreşit köyü (Konya, Me -ram Yaylapınar mahallesi)

7.      Su dirhemi (Sille)'ne bağlı Giryat köyü (Tepeköy)

8.      Zengiceğe bağlı Akçaşar köyü (Altmekin Akçaşar köyü)

9.      Ilgına bağlı Bübük köyü,

10.      Ilgına bağlı Çardak köyü,

11.      Ilgına bağlı Ayaş köyü,

12.      Konya'da Candar değirmeni.

Bu köylerden Abdürreşit ile Çardak köyünün tamamı vakıftır. Diğerlerinin de öşürü vakıftır. Değirmen gelirinin yarısı türbenin, yarısı da caminindir. II. Beyazıd defterinde Meram vadisinde (Dere'de) Dimille (Midilli) değir-menin yarı geliri, SadriidDin Konevi türbesinin vakfı olarak gösterilmiştir.

(1)      İbrahim Hakkı Konyalı, Konya Tarihi, s. 496 - 497

b) Fatih devri heyetinin H.881/1476da tesbit ettikleri ŞadrüdDin Muhammed Konevi mamuresi için vakfedilen bağlar:

Metin Kutusu: 2-	Gürcü Hatun bağı,
4-	Bulusenk bağı,
6- Kalburcu bağı,
8-	Fıstıkiye bağı,
10-	Sofu bağı,
12- Sultan bağı,
14- Süleyman bağı,
16- Cemal Ali bağı,
18- Hoca bağı,
20- Kelûk bağı,
22- Voli bağı,
24- Efisud bağı,
26- Korucu bağı,
28- Mihri Ağa bağı, (2)
Metin Kutusu: 1-	Akkuş bağı,
3-	Hacı Bakkal bağı,
5- Ulubay bağı,
7-	Hacı Aytemur bağı,
9-	Haraççı bağı,
11-Tayi boğa bağı,
13- Abbas bağı,
15- Çelebi Hüseyin bağı,
17- Torum tay bağı,
19- Veledi Hacı Bekir bağı,
21- Ammi dost bağı,
23- Gurgurumi bağı,
25- Yeni bağ,
27- Andon avreti bağı,


 

 

Konya'da ötedenberi: "bağ" tabiriyle; ağaçlığı, evi, tar­lası, sebzeliği bulunan yerler kastedilirdi.SadrüdDin Mu­hammed Konevi’nin vakfettiği bağlar yaşadığın asrın sos- yo ekonomik yapısını göstermektedir. Bunlar arasında:

1- Gürcü Hatun bağı, Gürcü hatun, CelâledDin Har- zemşah’m ezdiği Gürcistan kraliçesi idi. Kızı'nı I. AlâedDin Keykubat'm oğlu II. GıyasedDin'e veren Rousu- dan'ın kızıdır. Gürcü Hatun, Konya Selçuklu sarayına am­cası olan papazı, kıymetli eşyaları ve hizmetçileri ile geldi. Konya sarayındaki kilisede ibadet etti. Anadolu Selçuklularının insana değer veren dini toleranslarıyla İslâ­mî sevdi. Müslüman olarak Hz. Mevlâna'ya çok bağlı bir müride oldu.(3) Gürcü Hatun ILAlâedDin Keykubad'ın an­nesidir. Sultan IV. GıyasedDin Keyhüsrev'in II. İzzedDin

(2)     a. g. e. 498 - 499

(3)     İbni bibi, a. g. e. 483 - 485
Keykâvus, IV RüknedDin Kılmçarslan dan sonra en küçük oğlu idi. Babası, onu çocukken veliaht tayin etmişti. 1254 de üç kardeşin saltanat mücadelesinde moğoların yanına Butu Han'a destek aramaya giderken 1254 yılında Erzu­rum'a varmıştı. Burada kardeşleri tarafından para, mal ve mülkle satın alman kendi lalası Muhlis Hadim tarafından Erzurum’da öldürüldü. Erzurum da anası Gürcü Hatun’un yanma, gömüldü. (4)

2-   Sultan bağı, Mefam'da yeni değirmenin bulun­duğu yerde idi. Önceleri Anadolu Selçuklu sultanlarından birisiniride olduğu tahmin ediliyor.SadrüdDin Muhammed Konevi’nin torunlarından (1308 Konya doğumlu Sadrüd- Din Konevi camii, imam ve hatibi, daha sonra Konya Şehit Sadık ve Akif Paşa ilkokulu öğretmeni ve müdürü, 1968'de Konya'da ölen (Vızırtızade) İbrahim Demirtaş'm, değerli tarihçimiz î. Hakkı Konyalı'ya takdim ettikleri 1227 tarihli ve Konya kadısı Hüseyin Hıfzı -imzalı ve mühürlü bir bağ hakkında aynen şöyle denilmektedir:

"Padişah'm defterhanesinde Sultan bağı diye tanınan bağ,

3-    Cemal Ali Bağı: Meram Turud'da türbesi ve mes­cidi bulunan Anadolu Selçuklu devlet adamlarındandır. Kendisinin bu çevredeki bağı, ŞadrüdDin Konevi'ye geçmişti.

4-    Torumtay Bağı: Bu bağ, Anadolu Selçuklu emiri SeyfedDin Torumtay'dan geçmiştir. (5) SeyfedDin Torum­tay, Sultan I. AlâedDin Keykubâd döneminde (1219-1236) sivrilerek hükümet işlerinde görev alan bir devlet adamıdır. L AlâedDin Keykubad'm ahur emirliği yaptıktan sonra II. GıyasedDin Keyhüsrev (1266-1284) devrinde emirlik, 1276 dan sonra ölüm tarihi olan Ekim 1280 yılına kadar Amasya valiliği yapmıştır.Bu yılda Amasya'da yaptırdığı türbeye gömülmüştür.

1266 yılında’ Amasya'da " Gök Medrese " diye anılan eğitim kuruntunu yaptırmıştı. Buradaki talebelerin yiyecek

(4)     0. Turan, Selçuklular Zamanında TürkîyeT s? 475 ^47İ5

(5)     .Konyalı, a. g.e. s. 499

giyecek masrafları, vakfın tamiri, aydınlanma masraf­larının sağlanması için Amasya çevresinde köyler vakfet­miştir. Vakfiyesinde müderrislere 40 kile, yardımcısı için 10 kile alacaktır. (6)

5-    Anadolu Selçuklularının büyük mimarı, Vezir Sahip- Ata FahredDin Ali'nin koruduğu mimarı, mühtedi, Hz. Mevlânâ müridlerinden Kelûk bin Abdillah'm Konya'da bir bağı vardı. Bu bağ sonra SadriidDİn Muhammed Kone­vi'ye geçmişti.

c)      Fatih devri heyetinin H. 881/1476 da tesbit ettikleri SadriidDİn Muhammed Konevi'nin vakıf, tarla, arsa ve dükkanları:

Metin Kutusu: 11-	Hekim zemini,
12-	Sultan Şah zemini,
13-	İskender zemini,
14-	Ferruh zemini
15-	Şahne hamamı yanında tarla,
16-	Filobad’da (Kumbağları çevresinde) Hacı Aytemur tarlaları.
17-	Abdürreşitte(yaylapınarda) bir çok tarla,
Metin Kutusu: 1-	Şeyh dolabı zemini,
2-	Candarlar zemini,
3-	Köşk kavak zemini,
4-	Koca Rüstem zemini
5-	Nakışlı zemini,
6-	Yardacı zemini
7-	Efendi zemini (Meram'- da Efendi bendi vardır.)
8 - VeliyyüdDin zemini,
9-	Torumtay zemini,
10 - Mehmed anası zemini,


11. Sultan Beyazid'ın (1512 - 1520 ) Konya defterinde SadriidDİn Muhammed Konevi'nin bu vakıflarından başka Akköprü, Mimar Kelûk, Şahne tarlalarıyla çeşme kapısında dükkânlar ile Meram’da değirmen yerleri geçmektedir. Me ram'da ki Mehmed Efendi ve Altun Aba değirmenlerinden başka bütün değirmenlerinde SadriidDİn Muhammed Kone­vi'nin zemin mukataa hisseleri vardı. (7)

(6)  İsmet Kayaoğlu, Torumtay Vakfiyesi, Vakıflar Dergisi, C. XII, Ank. 1978, s. 91 vd,

(7)     Konyalı, a. g. e. s. 500

B.) KONYA ŞERİYYE SİCİLLERİNE GÖRE SADRÜDDİN MUHAMMED

KONEVİ VAKIFLARI

a.) Vakıf Yerler ve Gelirleri :

Şeyh SadriidDİn Vakıfları hakkında bilgi veren ilk kayda göre H. 978 / 1570 yılında Şeyh SadriidDİn imareti vakıflarından ve Saideli (Kadınhanı) geliri eskiden beri ye- diyüz kile iken ismi okunmayan bir şahıs, bu geliri iki buğday bir arpa hesabıyla yediyiiz yetmiş kile olarak kabul etmiştir. Aynı şahıs Lâdik ve Çaldirek köylerinin gelirlerini de, ikiyüz seksen akçe olarak üstlenmiştir. Bu kayıttan Ilgın, Saideli (Kadınhanı) ve Çaldirek'in Şeyh SadriidDİn vakıflarına bağlı yerler olduğu anlaşılmaktadır.

Bu tarihte SadrüdDin Konevi zaviyesinin vakıflarının yıllık gelirinin ikibin dörtyüz kile olduğu, mütevellisi bulu­nan Kasım Oğlu Mehmet Çelebi'nin Hacı Mustafa'ya muka- taaya vermiştir. Bu vakıf köylerinin mahsulü dört ambardır. Hacı Mustafa, bu vakıf arazisini Şeyh SadriidDİn vakfından iki bin kile (iki buğday, bir arpa) hububatı, on dört bin beş yüz akçe ile satın almıştır.

H. 995 / 1587 yılında Şeyh SadriidDİn vakfına ait bulu­nan Lâdik köyü, Kirpiler ve Ilgın kazasındaki vakıf yerleri, iki buğday bir arpa olmak üzere HacedDin Abdil adında biri­sine ikibin yüz kile karşılığında kiraya verilmiştir. Bu muka- taanın içindeki şehirdeki Abdürreşid (Yaylapmar) ve Mah- mutlar (Kâzım Karabekir ilçesi) hariç tutulmuştu. Bu iki vakfa ait mezralar, Halil adında birisinin üzerinde iken, aynı yıl, Sefer ve Hüseyin adlı şahıslara iki buğday ve bir arpa hesabıyla dokuz yüz elli kileye kiraya verilmiştir. (8)

(8)  Zeki Atçeken, Konya'da ki Selçuklu Yapılarının Osmanlı Devrinde Bakımı ve kullanılması, (Basılmamış Doktora Tezi), Selçuk Ü. Tarih Bl. Konya 1988, s. 204 - W

H. 1011 / 1602 yılnda vakıf yerlerinden olan Saideli (Kadınhanı) ve Ilgın kazasında bulunan mezralarla Akçaşar (Altınekin Akçaşar) ve Kirpilerin öşür geliri, iki buğday bir arpa hesabıyla bin iki yüz kileye Hekimzâde Mehmet Çelebi'ye verilmiştir. Aynı yerler H. 1013 / 1602 de bin dört yüz kileye Vakıf nazın Ulvizâde Seyyid Mustafa'ya kiraya verilmiştir. (9)

b.     ) Şeyh SadriidDin Muhammed Konevi Mamüresİne Halk tarafından Yepılan Vakıflar :

Şaban 1056 / Eylül 1646 tarihli bir kadı sicili kaydında Abdullah kızı Ayşe adlı bir hanım, kendi mülkünden ayırdığı bir kısım gayri menkulünü zaviyedeki imamlara vakfetmiştir.

Rıdvan Çavuş oğlu Abdülbakî Ağa, (1 Cemaziyel evvel 1071 / 1 Ocak 1661) yılinda Konya At pazarı kapısı dışında bulunan iki dükkânını Şeyh SadrüdDin Konevi ca­mimin mütevellisine, şeyhine, imamına, müezzinine, ser- mahfeline ve devir hanına bu dükkânların geliri olan sekiz akçenin verilmesini, onlannda her cuma günü camiinin mahfelinde kur'an okuyarak sevabını kardeşi Mehmet Efendi’nin ruhuna bağışlamak üzere vakf etmiştir.

c.      ) Şeyh SadriidDin Muhammed Konevi imareti

Vakfından olan Meram Vadisi (derede) bulunan dükkân ve değirmenler:     .

H. 1086/1675 tarihinde Şeyh SadriidDin imareti vakıfla­rının Derede, onsekiz su değirmeni ve bir kasap dükkâ­nından senelik bin altıyüz akçe geliri vardı. Şeyh Sadriid- Din vakıflarının mütevellisi olan el-Hac Ebu Bekir’in vekili olan EsSeyyid Yusuf oğlu Mustafa Çelebi, şer'i meclise gelerek vakıflarını ondokuz adet su değirmeni bulunduğu­nu, fakat bunların bozularak vakfa zarar verdiklerini, mec­listen üzerine gidilerek, etrafındaki araziye bakılarak kira­lan az olanların, kiracılanna kadı meclisince tenbih edilme­sini istedi.

Bunun üzerine durumu araştırmaya gönderilen Molla Abdülkadir ve diğerlerinden teşekkül eden heyetin kira tes­pitleri şöyle idi:

1-    Meram vadisinde (Derede) bulunan Esyaballah Değirmeni, senede kırksekiz akçe ile Müderris İbadullah Efendinin üzerindedir. Üç gözlü bir değirmendir. Kirası, yıllık atmış akçe olarak tesbit edilmiştir.

2-    Aynı yerde Kaya Değirmeni, senede kırk sekiz akçe ile Abdi oğlu Mustafa ve Ahmed'in tasarrufundandır. Uç gözlü değirmendir. Kirası, yıllık atmış akçe olarak tespit edilmiştir.

3-    Aynı yerde Sinan Dede Değirmeni, senede kırksekiz akçe ile Mustafa oğlu Mehmet ve El-Hac Süleyman oğlu Ahmed'in tasarrufundandır. Üç gözlü değirmendir. Kirası ' yıllık altmış akçe olarak tespit edilmiştir.

4-    Aynı yerde Evlaş Değirmeni, senede kırksekiz akçe ile Haşan oğlu Hüseyin ve Ahmed oğlu Mahmud'un tasar- rufundadır. Üç gözlüdür. Kirası yıllık atmış akçe olarak tesbit edilmiştir. (10)

5-    Aynı yerde Çaşnigir Değirmeni, senede kırksekiz akçe ile mütevellisi, Hüseyin Çelebİ'nin tasarruf undadır. Üç gözlü bir değirmendir. Kirası yıllık atmış akçe olarak tesbit edilmiştir.

6-    Aynı yerde Kemer Değirmeni, senede kırksekiz akçe ile el-Hac Ebu Bekir'in tasarrufundadır. Üç gözlüdür. Ki­rası, yıllık altmış akçe olarak tesbit edilmiştir.

7-    Aynı yerde Yenice değirmeni, senede yirmisekiz akçe ile Muharrem oğlu İbrahim ve Beşe oğlu Ali'nin tasamıfun- dadır. Üç gözlü bir değirmendir. Kirası, yıllık otuzaltı akçe olarak tesbit edilmiştir.

8-     Aynı yerde Kavak değirmeni, senede elli akçe ile el- Hac Emrullah Ahmed ile Ali oğlu el-Hac Seyyid'in tasaıîu- fundadır. Üç gözlü bir değirmendir. Kirası, yıllık ikiyüz akçe olarak tesbit edilmiştir.

9-   Aynı mevkide el-Hac Ali Değirmeni, senede kırk se­kiz akçe ile el-Hac Ali oğlu Ahmed ile Yusuf oğlu el-Hac Ahmed'in tasarrufundadır Üç gözlü bir değirmendir. Kirası yıllık yüz akçe olarak tesbit edilmiştir.

10-    Aynı mevkide Hoca Ali Kebir Değirmeni, senede kırk akçe ile Abdullah oğlu Muharrem ve Seyyid Hüseyin Çelebi'nin tasarrufundadır. İki gözlü bir değirmendir. Ki­rası, yıllık atmış akçe olarak tesbit edilmiştir.

11-    Aynı mevkide Hoca Ali Sağir Değirmeni, senede yirmidört akçe ile Ali oğlu Ahmed ve Müstecab oğlu Meh- med’in tasarrufundadır. İki gözlü bir değirmendir. Yıllık kirası otuz akçe olarak tesbit edilmiştir.

12-    Aynı yerde Çay değirmeni, senede yirmidört akçe ile el-Hac Ali oğlu Ahmed ve el-Hac Seyyid oğlu Mehmed'in tasarruf undadır. Üç gözlü bir değirmendir. Yıllık kirası o- tuzaltı akçe akçe olarak tesbit edilmiştir.

13-    Aynı yerde Kinnas Değirmeni, senede kırksekiz akçe ile Ali oğlu Ahmed ve Mehmed oğlu Muharrem'in ta- sarrufundadır. İki gözlü bir değirmendir. Yıllık kirası, atmış akçe olarak tesbit edilmiştir.(l 1)

14-    Aynı yerde Midilli Değirmeni, senede yüzelli akçe ile Cafer oğlu Osman ve Mustafa oğlu Mehmed'in tasarrufun- dadır. Yıllık kirası, yüzelli akçe olarak tesbit edilmiştir.

15-    Aynı yerde Meram değirmeni, senede kuksekiz akçe ile mütevellisi es-Seyyid Süleyman Çelebi'nin tasarrufun- dadır. Yıllık kirası altmış akçe olarak tesbit edilmiştir.

16-   Aynı yerde Karagöz Değirmeni, senede kırksekiz akçe ile Salih Çelebi'nin tasarrufundadır. Yıllık kirası, atmış akçedir.

17-    Aynı yerde Murad Değirmeni, senede yirmidört akçe ile Mehemet oğlu Abdullah ve el-Hac Veli oğlu Sefer'in ta- sarrufundadır.İki gözlü bir değirmendir. Yıllık kirası, alt­mış akçe olarak tesbit edilmiştir.

(11)       a. g. e. s. 207 '

18-     Aynı yerde Şahne Değirmeni, senede yirmidört akçe ile Mehmet oğlu Mehmet ve Ali'nin tasarrufundadır.

19-     Aynı yerde bir kasap dükkânı, eskiden üçyüz altı akçe ile mütevellisi el-Hac Ali'nin tasarrufundadır. Üç se­nede ellişer akçe verdiği, bu yüzden yıllık kira olarak üçyüz ellişer akçe olarak tesbit edilmiştir.

Kiracılar da bu yeni kira bedellerini şahidler huzurunda kabul ettiler. (12)

(27 Cemaziyel evvel 1092/ 14 Haziran 1661) tarihli şeriye sicili kaydına göre Şeyh SadrüdDin vakıfları içinde Ilgın köylerinden Dibekli (Argıthanı) ve Kempos köyleri bulunuyordu. Ayrıca (1 Recep 1190/ Ağustosl776) tarihli bir şeriye sicili kaydına göre Torumtaydaki bağlar ve arazi bu vakfa dahildir. (13)

c) Şeyh SadrüdDin Muhammed Konevi1 Vakıflarına Yapılan Tayinler:

Konya şeriye sicillerinde Şeyh SadrüdDin vakıflarına yapılan çeşitli tayinler tarih sırasına göre şöyledir:

H. 978/1570 de:

Mütevelli: Kasım oğlu Mehmet Çelebi,

Nâzır: Haşan Halife'dir.

H. 979/1571 de:

Mütevelli: Ahmed oğlu Mehmed idi. Günde beş akçe ve senede ikiyüz kile buğday alıyordu.

Amil (Tahsildar): Hacı Mustafa,

Cabir (öşür toplayıcısı): Salih oğlu Hacı Emrullah idi,

(12)       a. g. e. s. 208

(13)       a. g. e. s. 208

H. 995/1587 de:

Mütevelli: Kaytas Bey,

Nâzır: Şeyh Musa Efendi,

İmam.: Mevlânâ Mehmet Efendi idi,

H. 1051/1586 da:

Mütevelli: Ebu Bekir idi.

H. 1056/1676 da:

İmam: Maharetli oğlu Çelebi,

Mütevelli:Memi Çelebi oğlu İbrahim idi,

H. 1070/1660 da:

İmaret şeyhi: Şeyh Mustafa Efendi,

Mütevelli: Ebu Bekir Çelebi,

Sermahfel ve imam: Ali Efendi,

Nâzır: İbrahim Efendi idi, Günde iki akçe ve senede elli kile buğday geliri vardt.(l)

H. 1083/1704 da:

Mütevelli: es-Seyyyid Mustafa idi. Bu yıl, mütevellinin arzı ile bu mamurenin karşısında bulunan Kadı Hürremşah zaviyesi, Şeyh SadriidDin vakıflarına katılmıştır.

Cüzhan: es-Seyyid Ali’dir. Daha önce Kadı Hürremşah zaviyesinde görevli iken; bu katılmadan sonra o da SadriidDin Konevi vakfında görev almıştır.Yevmiyesi, iki akçedir.

Kapıcı: es-Seyyid Ali'dir. Yevmiyesi, iki akçedir.

H. 1092/1713 de:

Mütevelli: Derviş Efendi oğlu Hidayetullah Çelebi,

Şeyh: Ali Efendi.

H. 1093/1714 de:

Mütevelli: Derviş Efendi oğlu Hidayetullah Çelebi, görevi Darussaade Ağası Yusuf Ağa’nın arzıyla uzatılmıştır. Ücreti de günde beş akçe senede ikiyüz akçe olarak belirtilmiştir.

H. 1097/1718 de

Mütevelli: Süleyman Efendi,

Müezzin: Mehmet Halifedir.senede atmış kile alacaktır.

Çerağdar: Seyyid mustafa Çelebi.

H.1098/1719

Sala müezzini: Mehmet Halife, günde iki akçe senede ikyüzakçe almaktadır.

H. 1099/1720 de

Mütevelli:Halil Halifedir. Günde beş akçe ve senede ikiyüz kile almaktadır. Bazı kusurları ortaya çıktığı için nazırın arzıyla Süleyman Efendi tayin edilmiştir.

Müezzin: Ömer Halifedir. Senelik, geliri, atmış kiledir.

Hatip: es-Seyyid Ali'nin ölümüyle yerine tayin edilenAli Efendi.

İmam: Seyyid Ali ile Abdurrahman Efendidir. Seyyid Ali ölünce yerine Abdurrahman Efendi tayin edilmiştir. Günde bir akçe ile senede yüz kile buğday almaktadır.

Kiler katibi: Molla, Yusuf bu göreve Seyyid Ali'min ölümü üzerine günde iki akçe ile tayin edilmiştir.(2)

H.1101/690 da

Türbe çerağdarı:Halil Efendinin bu tarihte kendi isteğiyle ayrılması üzerine bu göreve Mehmet oğlu el-Hac Halil ta­yin edilmiştir.

Mütevelli: Ahmed Çelebi, günde beş akçe senede ikiyüz kile buğday almaktadır.

H.1115/1703 de:

Hafız: Şeyh Ali, günde iki akçe alırken bu tarihte ölümüyle yerine oğlu Şeyh Abdurrahman tayin edilmiştir.

H. 1125/1713 de:

Mütevelli: el-Hac Halil, günde beş akçe, senede ikiyüz kile buğday almaktadır.

H. 1128/1716 da:

Mütevelli: Ahmed Halife oğlu Ebubekir Efendi idi.

H.1151/1738 de:

Mütevelli: Seyyid AbdülHay, bu göreve Darüssaade Ağası Beşir Ağa'nın arzıyla günde beş akçe senede ikiyüz kile buğday karşılığında getirilmiştir.

H. 1153/1740 da:

İmam: Hüseyin oğlu Seyyid Mehmet. Günde bir akçe, senede ikiyüz kile geliri vardı. Halkın şikâyeti ve ehliyetsiz­liğinden dolayı Konya Naibi Mevlânâ İbrahimin arzıyla ye­rine Şeyh İsmail tayin edildi. Sonra haklı olduğu, mağdur edildiği için görevine iade edildi.

H. 1180/1766 da:

Sermahfil: Süleyman oğlu es-Seyyid Musa, bu tarihte öldüğü için yerine oğlu Haşan Halife tayin edildi.

H. 1189/1775 de

Mütevelli: Seyyid Eyyüp bazı tamirleri yapmayan el-Hac İbrahim'in yerine tayin edilmiştir.(3)

Eski Konya milletvekili ve senatörü Şeyh ŞadrüdDin Muhammed Konevi vakıflarının mütevelli ailesinden diş hekimi Muzaffer Demirtaş Beyden aldığımız (1283/1866) yılında sultan Abdülaziz devrinde Konya'ya gönderilen bir beratta:

" Haremeyn-i Muhteremeyn hâzinesinden mazbut vakıflardan Konya'da bulunan ŞadrüdDin Konevi’nin (kuddise sırruhu) -Allah (celle celalühü) aziz olan sırrını yüce kılsın- şerefli vakıflarından olmak üzere senede altı bir çeyrek kile buğdayla sekizde bir süpürgeci hissesi olarak türbe tarafını süpüren Hafız Mehmet, Seyyid Hafız Abdullah,Seyyid Hafız Osman Seyyid İbrahim ve Seyyid Hafız Ali oğulları Seyyid Abdullah'ın uhdelerinde olduğu halde adı geçen­lerden merhum Seyyid Hafız Mahmud'un ölümü ile bo­şalan hissenin alınmasına dair mahallinde yapılan yazış­maklarla sağlanan ilam, mazbata ve tayin gereğince küçük

(3)     a. g. e. s. 212 - 213                                                                  
oğlu şanı yüce sultanın beratının sahibi Ahmed, ergenlik çağına gelip hizmete ehil oluncaya kadar onun namına am­cası adı geçen Seyyid Hafız İbrahim (Allah (celle celalühü) huzurunu artırsın.) bu düzene göre vekaleten hizmette kusur edip, bu hizmeti aksatıp terkederse kendilerinden alınarak başkasma verilsin. Kendisine beratımın verilmesi için vakıflar nazırlığı (bakanlığı)'n dan ilan edilen 1282/1865 senesi 28 Zilkadesinde iş bu beratımı kendisine verdim ve buyurdum ki:" adı geçen küçük Ahmed, ölen babasına ayrılan hisse­den isabet eden miktarda buğday hakkına sahip ola.Böylece benim zatıma itimad edilsin." Rabiül evvel ayının pazartesi günü 1283/1866 senesinde yazıldı." yazılıdır.

H.1287/1280 de

Ders-iam (Ord. Prof): Musa oğlu El-Hac Hafız Mustafa Efendi. Günde iki akçe, senede ikiyüzkile buğday almak­tadır. Zaviye şeyhliği ve camideki dersleri için üç parça göreve başlamıştı. Fakat bu tarihte ölümüyle yerine üç oğlundan en uygun olanı Ahmed Efendinin tayini yüksek makama arzedildi.

H. 1290/1873 de:

Mütevelli: es-Seyyid Abdülkerim oğlu Karazade es-Sey­yid Eyyüp Efendi.

H. 1297/1879 da:

Devirhan: Konya Ahmed Fakih mahallesinde oturan tsrailoğlu Seyyid İbrahim ve Seyyid Ali ile Abdullah oğlu Osman Efendi idi.îlk iki kardeş ölünce yerlerine Seyyid Ali'nin oğlu Osman efendinin tayini, ilgili makama arzedil­di.

H,1315/1897 de:

Zaviye kapıcısı: Hafız Ahmed oğlu es-Seyyid Hafız Mehmed idi. Bu göreve beş parça beratla gelmişti. Ölünce yerine oğlunun yaşı küçük olup bu göreve gelemediği için ona naib olarak Mükremin ve Süleyman tayin edildi. Fakat ölen Hafız Mehmet'in oğlu Hafız Ahmed, yirmi yaşına

bastığı için bu görevin asıl hak sahibine hizmetinin verilme­si hususu yüksek makama arz edildi.

İmam: Bu tarihten on beş sene önce (1300/1882) de ca­miin imamlarından olan Seyyid Hafız Abdurrahman ölünce camiin diğer imamı olan kardeşi Mehmed SadrüdDin'in beyanıyla boşalan imamlığa Ali Rıza Efendi tayin edildi. Bu zat, H. 1315/1897 yılında öldü. Yerine oğlu Mehmet Recep'in tayini yaşı küçük olduğu için amcasının naib- liğiyle uygun görüldü. (4)

H. 1316/1898 de:

Türbedar: H. (1312/1294) yılında türbedar Hacı Abdül- kadir oğlu Osman idi. Günde bir akçe senede atmış kile buğday almaktadır.Osman Efendi, (1314/1896) yılında ölünce yerine oğlu Mehmet Nâzır Efendi tayin edildi. (5)

H. 1318/1900 de:

Kapıcı: Seyyid Hafız Mehmet oğlu Sağir Ahmed idi. Senelik geliri otuz kile buğdaydı. Fakat kendi isteğiyle bu görevi Mehmet oğlu Hacı Ahmed Efendiye bırakmıştı.

H. 1319/1901 de:

Mütevelli: Mehmet SadrüdDin Efendi, senelik otuz kile buğday alıyordu.

H. 1222/1904 de:

Ders-iÂm (Ord. Prof.): Hacı Ahmed Efendi idi. Senede bin yüz elli kuruş ücret alıyordu. Fakat ehliyetsizliğinden dolayı işine son verildi. Yerine yapılan imtahanda Hadimli Mehmet (Çelik) Efendinin tayini yüce makama arzedildi.

Şeriye sicili kayıtlarından anlaşıldığına göre (1322/ 1904) yılına kadar Şeyh SadrüdDin vakıftan ve imareti ek­siksiz çalıştırılmış, aksayan taraflar düzeltilmiştir. Os­manlIlar devrinde de ilave vakıflarla desteklenmeiştir; za­viyede müderrisler talebelere ders okutmuşlardır.(6)

(4)     a. g. e. s. 214 - 215

(5)      a. g. e. s. 215

(6)      a. g. e. s. 215 - 216

D.      ) Konya Şer'iye Sicillerinde Şeyh SadriidDİn

Muhammed Konevi Mamuresine Yapılan Tamirler:

H. 1051 / 1672 yılında Konya kadısı Mevlânâ İbrahim bir arzıyla camiin bazı yerlerinin tamire muhtaç olduğunu ifade ederek; Şeyh SadriidDİn Muhammed Konevi zaviyesi­nin mütevellisi bulunan Kara Mehmed'in vakıf malını çarçur ederek, gerekli tamiratı yapmadığını söyleyerek, başka bir Mehmed'in bu göreve lâyık olarak tayinini anlat­maktadır. (1)

Şeyh SadriidDİn mamuresinin imareti’nin başka bir tami­ri için keşfi H. 1188 / 1809 yılnda yapılmıştır. Buna göre Şeyh SadriidDİn vakıflarının mütevellisi olan Derviş Hafız el-Hac İbrahim Efendi, meclise giderek; camii ile sofası içinde bulunan şadırvanın etrafı ve türbe zemininde örtülü taşların, mutbah ve kilerin ve Kadı Hürrem Şah türbesinin zamanla harap bir hale geldiğini bildirerek, bu hususta keşif yapılmasını, tamirine izin verilmesini istedi?

Böylece belirtilen yere gidenler şöyle tesbit ettiler. Şu masrafları bildirdiler:

180 Kuruş : camiin, sofanın, mutbah ve kilerin çatılarının açılıp, kamış döşemenin üzerine otuz araba kamış, her arabası altı kuruş hesabıyla,

35 Kuruş : mutbaha bitişik yeniden yapılması gereken mektebin çatışma, birer kuruş hesabıyla otuz beş öz ağaç

40 Kuruş : kapı ve penceresine hatıl, tahta ve sıvasına,

52.5     Kuruş : bin kerpiç ve dört araba kamış, batı ta­rafına yeni bina olunacak duvarına iki bin kerpiç ve diğer masraflar için, (2)

50 Kuruş : mektebin avlu duvarları, kapı ve kenifi tamiri

(1)     Zeki Atçeken, a. g. e. s, 216

(2)     a. g. e. s. 217

için, 254 kuruş: türbenin tabanındaki mermer kafes pence­relerin yenilenmesi ve tamiri için,

100 Kuruş: kemer avlu duvarlarının tamiri için,

69.5       Kuruş: camiin dört duvarının tentelilerine Hora­san!, kireç ve sofasının beyaz sıvasına,

5.5           Kuruş : taşlarının kırmızı sıvalarına saman için,

30 Kuruş : türbeye dahil Kadı Hürremşah türbesi’nin çatısına onsekiz öz, birer kuruştan on sekiz kuruş, iki ara­ba kamış,

4.5      Kuruş : batı tatafmdaki Kadı Hürremşah türbesi’nin duvarlarının ve avlu duvarının tamiri için,

90 Kuruş : türbe çatısına karamanî tahta, döşemesine, beyaz sıvasına ve avlu duvarının çevrilmesi için,

29 Kuruş : kileri duvan ve damlarına, camiye hasır için,

1250 Kuruş : yapılacak masrafların tamamıdır.

Bu keşif bedeli Molla Salih, Dereli Ahmet ve diğerleri tarafından mecliste açıklandı. Bunun üzerine vakıf gelirle­rinden mamurenin tamirinin yapılmasına izin verildi.

Bu bilgiler bize mamurenin teşekkülü, imaretinin bilin­meyen yönleri, mutbahı, kileri, mektebi, çeşmesi ve türbenin etrafını çeviren mermer kafesler hakkında orjinal veriler ortaya koymaktadır. (3)

Ayrıca Şeyh SadrüdDin imareti 1209/1794 yılında bir daha tamir görmüştür. Bu tamir için Ali oğlu Ömer Halife dört seneliğine mütevelli seçilmiştir. (4)

(3)       a. g. e. s. 218

(4)       a. g. e. s. 219

Eserin son Tamirleri ve Bugünkü durumu :

1209/1794 yılındaki tamirinden sonra camii ve türbenin zamanla bazı yerleri tamire ihtiyaç göstermiştir. 11. AbdülHamid Han'ın isteği ile o devrin Konya valisi Meh­met Ferit Paşa bir keşif yaptırdı. Sonunda camii ve türbe mükemmel bir şekilde tamir edilerek 1317/1899 tarihli bir kitabe ile ebedileştirildi. (5)

Mamurede camiin giriş kapısındaki ikinci kitabe bu ta­mire aittir. Metninde şunlar yazılmıştır:

1    - Tac-ı dar-ı devran ve Halife-i refiuş-şan es - Sultanül Gazi Abdülhamid Han'ı Sanî,

2     - Efendimiz Hazretlerinin Müberrât-ı Seniyye-i mülûkünelerinden olmak üzere iş bu camii şerif ile türbe-i münife, Valiyi vilayet,

3     - Devletlü Mehmet Ferit Paşa Hazretleri'nin zaman-ı memuriyetlerinde imâr ve ihyâ duyurulmuştur.

Sene: 1317/1899

(5) Konya Vilâyet Sâlnâmesi, s. 63

XI . BÖLÜM

■ 'ŞEYH SADRÜDDİN MUHAMMED KONEVİ'den MENKIBELER

Ariflerin kutbu, aşıkların serdarı, müslümanların şeyhi­nin şeyhi; Şeyh ŞadrüdDin Muhammed Konevi Hazretleri, şeyhler içinde : " Şeyh-i Kebir : Büyük Şeyh" diye tanınmıştır. Doğum yeri Malatya'dır. Nurlu mezarları Konya'da Çeşme Kapısının yanındadır. Bir Sultanın oğludur. Şeyh MuhyidDin Arabî hazretleri mübarek me- nakıplannda şöyle buyuruyorlar:

” O vakit Tunustan Rum (Anadolu)'a hicret ile emrolun- dum. Cenab-ı Hak'ka teveccüh edip dedim ki; Gemiye bin­meden hicret istiyorum. Varisim olup benden İstimdâd etse gerektir. Cenab-ı rabbül alemiyn'den "Varisin Şeyh ŞadrüdDin, hicretten muradda ona verilen ledünni ilim " ni­dası geldi. Anadolu'ya gelince cisimler alemine nazar kıldım. Onu vucud aleminde bulamadım. Bir gün ruhlar aleminde yetmiş bin meleğin kendisini teşbih, hamd ve mu­kaddeslik ve şereflilik ile ruhi cesetler alemine indirilip, bana gönderdiler. " Bu kimin ruhudur ? " diye sordum. Rabbül alemiyn'den bir hitap geldi:" Yakın bir veli kulum olan Şeyh ŞadrüdDin Muhammed Konevi'nindir." Bundan sonra Anadolu diyarına gelip, SadrüdDin'e ledünni ilmi öğretmek için Malatya'da karar kıldım. ŞadrüdDin Kone- vi'yi irşad için çok tefekkür ettim. (1) Şeyh ŞadrüdDin Mu­hammed Konevi (kuddise sırruhu)," Veliler, kubbelerimin altındadır. Onları benden başka kimse bilemez," hükmüyle amel edip, Malatya'dan hicret ederek Konya şehrine geldiler. Çeşme Kapısı yanında bulunan bir mescidde imamlık hizmetine

(1)     Musa Sadri, Regaib'ül Menâkıb, Konya Mevlânâ Müzesi İhtisas

Ktp. nr. 1499, yp. 15a - b
devam ettiler. Fakat kendileri şöhrete itibar etmiyorlardı. Kendilerinin manevi hallerini bildirmiyorlardı.

Sultan 11. AlâedDin Keykubâd (Allah ona rahmet etsin, ondan razı olsun) zamanında idi. Kendisine sultanlardan bi­rinden çok kıymetli mücevherler, hediye olarak geldi. Kuyumcubaşma bu kıymetli mücevherleri elden geçirme­sini emretti. Bu sırada sultan'ın veziri Sahip Ata ve Pervane MuinüdDin idi. Kuyumcubaşı, bu kıymetli mücevherleri el­den geçirirken elinden düşürdü. Bu kıymetli mücevherler yere düşmüş ve parçalanmıştı. Bu durumu, Vezir Sahip Ata ve Pervane MuinüdDin'de görmüştü. Kuyumcubaşı bu müthiş felaket karşısında kendisini helâk etti. Üzüntüsünden mahvoldu, kendisini kaybedip bayıldı. Ken­disine gelince büyük bir sıkıntı içinde feryad ve figan içinde Şeyh ŞadrüdDin Konevi’nin camii şerifinin yanından geçiyordu. Şeyh ŞadrüdDin Muhammed Konevi, kuyum- cubaşıyı huzuruna çağırdı. Şeyhin yanına gelen kuyumcu- başı, halini ona anlattı. Bunun üzerine Şeyh ŞadrüdDin Hazretleri : "Ey cihan üstadı, eğer sırrın saklayıp açıkla­mazsan mücevherin görünmeyecek." buyurdu. Mücevherin büyüklüğünü kendisine sordu. O da "Beyaz bir kuş büyüklüğünde idi."dedi. Şeyh ŞadrüdDin Hazretleri, mübarek ağızlarının yan nemiyle toprağı çamur haline ge­tirdi. Bunu da güneşe kuruttular. Baktılar ki mücevher, es­kisinden bin kat daha mükemmel bir hale geldi. Eliyle bu muhteşem mücevheri kuyumcubaşma verdi. Bu keramet karşısında kuyumcubaşı, kendisine bütün kalbî samimiye­tiyle bağlandı. Daha sonra, bu mücevheri alıp sultan 11. AlâedDin’e götürdü. Sultan, bu eşi emsali bulunmayan mücevheri görünce hayretler içinde kaldı. Veziri Sahip Ata’yı çağırdı. Kuyumcubaşının kendisinden bu mücevheri alıp almadığını sordu. O da bu mücevherleri aldığını söyledi. Bunun üzerine kuyumcubaşının getirdiği mücevheri gözleriyle görerek şaşırdı. Bu arada kuyumcu-

başı Şeyh SadriidDin Muhammed Konevi'nin kerametini kendisine anlattı. O da bunu hayretler içinde dinledi. Bu büyüklük karşısında sultan, Şeyh SadriidDin Hazretlerine giderek ona biat etti. O'nuh büyüklüğüne inandı. Hikmet kapısından kendisine de yüce bir kapı açıldı. (2) Şeyh SadriidDin Muhammed Konevi Hazretlerinin hadsiz he­sapsız dünya malı vardı. Altın ve gümüşü çoktu. Hiz­metçileri, sevenleri, bağlıları pek çoktu. Kendisine çok bağlı bulunan Sultan 11. AlâedDin Keykubad, onun hiç bir zaman sözünden çıkmaz, şeyhinin üzerine titrer dururdu. Her zaman hâl ve hatırını sorar, isteklerini emir telakki ederdi. Bir gün Şeyh SadriidDin Muhammed Konevi Haz­retlerinin hatırına sultan 11. AlâedDin Keykubad geldi. Ona manevi bir hediye göndermek istiyordu. Eline bir hokka aldı. Bir reyhan çiçeğinin üzerine bir parça pamuk koydu. Onun üzerinede bir kor ateşi yerleştirerek hokkayı kapattı. Bunu kendi dervişlerinden birisinin eline vererek, sultan 11. AlâedDin Keykubad'a götürüp teslim etmesini söyledi. O'da bu emaneti, şeyhinin tenbih ettiği şekilde doğruca sul­tana götürüp edeble teslim etti. Sultan saygıyla şeyhinden gelen bu hokkayı açtı. İçinde ki pamuğun ateşin tesiri ile yanmadığını hayretle gördü. Derhal yerinden fırladı. Atma da binmeden yayan yapıldak Şeyh SadriidDin Muhammed Konevi'yi ziyarete gitti. Eve vardığı zaman kendisine kapı açıldı. (3)

Sultan AlâedDin Keykubadlar devrinde Konya'da malının, mülkünün ve servetinin hesabını bilmeyen, mürüvvetli "Hace-i Cihan" adlı bir kimse, kendisininde bi­ricik oğlu vardı. O'da sar'a hastalığına yakalanmıştı. Ne kadar tabibe gittiyse oğlunun derdine bir türlü derman bula­madı. Bu uğurda büyük bir servet harcadı. Kullandığı bütün ilaçlar da fayda vermedi. Şir gün Hace-i Cihan, Şeyh SadriidDin Muhammed Konevi Hazretlerine yüz sürdü. Kendisine şu ricada bulundu :

(2)     a. g. e. yp. 18a - b, 19a - b

(3)     a. g. e. yp. 21a - b, 22a

"Dünya'da bir oğlum vardı. Bir derde tutuldu. Şimdi sultanımdan rica ve niyaz ederim ki Allah Tealâ'nın avni inayeti ile ben biçareye bir deva bulun."

Bunun üzerine Şeyh Sadrüddin Muhammed Konevi Hazretleri (kuddise sırruhu), Hace-i Cihan'm feryad ve figanına da­yanamadı. (4) Kendisinden oğlunun adını sordu. Hace-i Cihan : "Ali Han" dedi. Anasının adm sordu. Hace-i Cihan "Esma Han" cevabını verdi. Hizmetçisinden bir kağıt, div­it ve mürekkep getirmesini istedi. O'da kendisine istedikle­rini getirdi. Bunun üzerine Şeyh SadrüdDin Muhammed Konevi Hazretleri (kuddise sırruhu), mübarek elleri ile kağıda ayeti kerimeler yazdıktan sonra çocuğun sarığını getirmelerini is­tedi. Hace-i Cihan, oğlunun sarığını getirip Şeyh Sadrüd- Din Muhammed Konevi'ye verdi. Hazret yazdığı duayı sarığa yerleştirip Hace-i Cihan'ın eline teslim etti. Bir muşamba içine sararak oğlunun başına giydirmesini tavsiye etti. Cenab-ı Hakk'tan çocuğu bu hastalıktan kurtarıp şifa bulmasını diledi. Bunun üzerine Hace-İ Cihan, Şeyh SadriidDin Hazretlerinin el ve ayaklarını öptü. Bu duayı bal mumu ile yeşil bir beze sardı. Sarığın üzerine döküp oğlunun başına giydirdi. Allah'ın izni ile çocuk hastalıktan kurtuldu. Hace-i Cihan, bu gelişme karşısında çok mem­nun kaldı. Dünyalar onun oldu. Şeyh SadrüdDin Mu­hammed Konevi Hazretlerine bir şükrane olarak kendi otur­duğu konağı ve çevresindeki araziyi bağışladı. Mülk olarak verdi. (5)

Nakledilir ki Şeyh MuhyidDin Arabî Hazretleri, Şeyh SadrudDin Muhammed Konevi Hazretlerinin annesi ile ev­lendikten sonra aralarında bir kırgınlık meydana geldi. Çok defa Mısır'ın ileri gelenleri, kendilerini barıştırmak istedi­ler. Fakat Şeyh MuhyidDin Arabî Hazretleri bunu kabul et­mediler. Bir gün Şeyh SadriidDin Muhammed Konevi Haz-

(4)     a. g. e. yp. 22a - b

(5)     a. g. e. yp 24a

retleri, Şeyh Evhadüddin Kirmanî Hazretlerinin Mısır'a geldiklerini duydular. Hemen şeyhin yanma gittiler. Ken­dilerinden hocası Şeyh MuhyidDin Arabî Hazretleri ile ara­larındaki kırgınlığı gidermelerini rica ettiler. O'da ikisini barıştırdı.)*'

Bundan sonra bir gün Şeyh MuhyidDin Arabî Hazretleri, yanma Şeyh SadriidDİn Muhammed Konevi Hazretlerini alıp, Şeyh EvhadüdDin Kirmanî'nin huzuruna getirdi. Şöyle dedi:

"Bu benim şefkat edip, gönül bağladığım Şeyh SadrüdDin'i yanınıza getirdim. Kendi oğlumdan daha kıymetlidir. Kendisi bir müridin şeyhine yapamadığı hiz­metlerin çok fazlasını bana yapmıştır. Hiç bir şekilde üzerimde hakkı kalmasın. Zahir ve batınını fazilet ve ledünnî ilimlerle doldurdum. Hakikatlerle bezedim. Hak yol üzerine hidayete eriştirdim." diyerek kendisine teslim etti. Şeyh EvhadüdDin Kirmanî Hazretleri de Şeyh MuhyidDin Arabî Hazretlerinin hatırını sayarak Şeyh SadrüdDin'i gözetimine aldı. (6)

Şeyh SadriidDİn Muhammed Konevi Hazretleri, hocası Şeyh EvhadüdDin Kirmanî Hazretlerinden büyük feyiz aldı. Kendileri ile birlikte bir deve sırtında aylarca yolcu­luktan sonra Hicaz’a, bir kafile ile hacca gittiler. Şeyh Ev- hadüdDin, Şeyh SadriidDİn Muhammed Konevi'ye çok büyük bir değer verdi. Şeyh SadrüdDin, hocası Şeyh Ev- hadüdDin Kirmanî'ye on altı sene hizmet etti. (7)

Rivayet olunur ki, Şeyh SadriidDİn Muhammed Konevi Hazretlerinin oğlu SaadüdDin'in mezarları Şeyh Sadaka ile birlikte idi. Bir gün merhum SaadüdDin Çelebi Hazretleri, hocası Şeyh Sadaka'nın evlerine vardı. Yol üstünde, Kon­ya içinde, hisar önünde "Zevle Sultan Mescidi" diye bilinen

(6)     a. g. e. yp. 45a

(7)     a. g. e. yp. 46a
mescidi yaptırmaya başladı. Bina inşaatı iki arşın yüksel­mişti. SaadüdDin Çelebi, inşaata bakarak çevresindeki adamlara doğru gülümsedi. Kendilerine :

"Bu ne acaip bir binadır. Kıblesi, tam yerine oturtul­mamış." dedi. Bu sözleri duyan mimar başı SaadüdDin Çe­lebi'nin yanma geldi. Elini öperek: "Ey Sultanım, mihrabın kıbleye oturtulmadığını söylüyorsunuz. Ama kıble name bunun tersini gösteriyor." dedi. SaadüdDin Çelebi'de ona "Beytullah'a bakınız, mihrabın saptığını gölünüz." deyince Allah'ın izni ile caminin kıblesi o yana döndü. (8)

Bir gün SadriidDİn Muhammed Konevi'nin sevgili oğlu SaadüdDin Çelebi, evlerine gelip muhterem babalarının el­lerini öptüler. Bu arada babalarının dergâhına kendisini seven, dost ve ahbabı ziyarete gelmişti. Bu arada Saadüd­Din Çelebi, bu gelen ziyaretçilerin bir kısmının ayak­kabısını çevirdi. Bir kısmını da çevirmedi. Bu hareketin farkına varan Şeyh SadriidDİn Muhammed Konevi Hazret­leri, oğluna bu davranışının sebebini sordu. O'da: "Bu mi­safirlerin içerisinde ki cennet ehli olanların ayakkabılarını çevirdiğini, cehennem ehli olanların ayakkabılarını çevirmediğini" söyledi. Bunun üzerine Şeyh SadriidDİn Muhammed Konevi, oğlunun hocası Şeyh Sadaka'ya oğlunun keşif ve keramet sahibi olduğuna dair bir mektup yazarak kendisine gönderdi. Mektubu okuyan Şeyh Sadaka, talebesi SaadüdDin Çelebi'ye çok samimi ve candan mu­amelede bulundu. Mübarek yüzlerine şefkatle bir baktı. O anda bir ses yükseldi. SaadüdDin Çelebi, başını hocasının mübarek dizine koydu. Kendisi ile vedalaşarak Cenab-ı Hakk'a ruhunu teslim etti. Şeyh Sadaka, SaadüdDin Çelebi'yi kendi evine gömdü. Kendisinin de ölünce yanına gömülmesini vasiyet etti. Allah (celle celalühü), onlardan razı olsun.

(9)

(8)     a. g. e. yp. 47a

(9)     a. g. e. yp. 48a - b, 49a

NETİCE :

Milletleri yaşatanlar, yetiştirdikleri abide şahsiyetler ve onların mensuplarına verdikleri manevi güç ve dinamizm­dir. Büyük şahsiyetleri yetiştiren milletler, asırlarca ilim, iman, ahlâk, kültür ve sanat yönü ile cihana önderlik yapmışlardır.Türk milleti de İslâm imanı, ahlâkı ve kültü­ründen aldığı feyiz ve güçle tarihe altın sayfalar yazmıştır.

Anadolu Selçukluları da batının cehalet karanlığında . bocaladığı; ilim, kültür ve medeniyetten uzak bir halde yaşadığı dönemlerde Anadoluda gösterdiği islâmi, insani, medeni ve sosyo-kültürel hamlelerle onlara ve cihana aydın ufuklar açmıştır.

Bu nurlu yolun XIII. asır Anadolusunda temsilciliğini yapan büyük şahsiyetler arasında Şeyh MecdüdDin İshak, Şeyh MuhyidDin İbn'ül Arabî, Şeyh EvhadüdDin Kirmanî, Şeyh Nasırüddin Mahmud bin Ahmed el-Hoyî (Ahi Ev­ren), Şeyh ŞadrüdDin Muhammed Konevi, Mevlânâ CelâlüdDin Rumî, Hacı Bektaş-ı Veli, Pir Ebi Sultan, Şeyh ZeynüdDin Sadaka, Şeyh FahrüdDin Irakî, Şeyh MüeyyidüdDin Cendî, Şeyh SadüdDin Ferganî gibi İslâm imanı ve kültüründen beslenen büyük mutasavvıf ve gönül sultanlarını görüyoruz. Bu büyük şahsiyetler, bizim öz benliğimizi ve kültürümüzü yaşatan temel taşlarımızdır. Anadolumuzun ve İslâm âleminin manevi sahipleridir.

Bir devre ilmi, imanı, ahlâkı ve felsefesi ile damgasını vuran Şeyh ŞadrüdDin Muhammed Konevî de bu ulu önderlerimizden birisidir. Dönemindeki örnek yaşayışı şahsiyeti, yetiştirdikleri çok kıymetli talebeleri, sultanlar, devlet adamları, ilim ve tasavvuf erbabı, halk arasında bıraktıkları büyük tesir, yazdıkları çok değerli eserleri ve adını devam ettirecek vakıfları ile ölmezlik sırrına eren mübarek fanilerimiz arasına girmiştir.Cihanda hoş bir sadâ bırakan aziz üstadımızı rahmet, minnet ve fatiha ile ananz.

BİBLİYOGRAFYA

Afifi, A. E, MuhyidDin Arabi'nin Tasavvuf Felsefesi, Çev. Mehmet Dağ, Ank. 1975

Ahi Evren, Şeyh Nasırüddin Mahmud bin Ahmed el Hoyî. Menâhic-i Seyfi, Bursa Eski Eserler Ktp. H. Çelebi Bİ. nr. 1184; Halet Ef. ilavesi Ktp. nr. 92

Aksarayî, KerimüdDin Mahmud, Müsâmeratül Ahbâr ve Müsayeratül Ahyâr, Nşr. O. Turan Türk Tarih Kurumu Yayını, Ank. 1944

Ateş Ahmet, Anadolu Kütüphanelerinde Bulunan Mühim Yazma Eserler, Tarih Vesikaları, îst 1955, Yeni seri: 1

Ateş Ahmet, Mesnevi'nin Onsekiz Beytinin Manâsı, F. Köprülü Armağanı, İst. 1953

Ateş Ahmet, MuhyidDin îbn'ül Arabî , İslâm Ans. İst. 1960 C. Vlll

Aşık Paşazâde Derviş Ahmet Aşıkî, Tevarih-i Âl-i Os­man, Nşr, Ali, İst. 1332

Ahi Evren, Letaif-i Hikmet, Bibliotheque Nationale nr. 99

Akdağ Mustafa, Türkiye'nin İktisadi ve İçtimai Tarihi îst. 1979,1-11

Aydın Mehmet, Hz..Mevlânâ'da ve Muhyiddin Arabi'de Aşk Kavramı, Selçuk Üniversitesi 111. Milli Mevlânâ Kon­gresi, Konya 12 - 14 Aralık 1988, Konya 1989

Bayram Mikâil, Ahi Evren ve Ahi Teşkilatının Kuru­luşu, Konya 1991

Bayram Mikâil, Bacıyân-ı Rum, İst. 1987

Bayram Mikâil, ŞadrüdDin Konevi ile Ahi Evren Şeyh NasırüdDin Mektuplaşması, Selçuk Ü. Fen-Edb. Fak. Mec. Yıl: 1983 Konya, Sayı: 11

Bayram Mikâil, SadriidDin Konevi ile Nasırüddin Tusî'nin Mektplaşması üzerine, îst. Ü. Edb. Fak. Tarih Der. İst. 1879, C,XXXII

Bayram Mikâil, Şeyh EvhadüdDin Ebu Hamid Kirmanî ve Evhadiye Tarikatı, Konya 1993

Bayram Mikâil, Selçuklular Zamanında Tokat ve Malat­ya Yöresinin Fikri ve Kültürel Yapısı, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi sayı: 72 îst. 1992

Bayram Mikâil, Selçuklulardan günümüze Din eğitimi Ank. U. ilahiyat Fak. (1. Din Eğitimi Semineri) Ank 1981

Bursevi, İsmail Hakkı Kitab'ül-Hitab, sadeleştiren: Be- dia Dikel îst. 1976

Cami Molla, Nefehat'ül Üns, Ter. Lamii, îst. 1289

Can, Mustafa, SadriidDin Konevi'nin Eserleri ve Kütüphanesi, Selçuk Ü. 1. SadriidDin Konevi Özel sayısı Konya 1989

Coşan Esad, Makalât, îst. Trh.

Eflâkî Ahmed, Ariflerin Menkıbeleri, Ter. T. Yazıcı, Ank. 1959, Arık. 1964,1-11

Endülüsî, Abdül,Halik, Muhammed, Ahkâm'ül-Kübra, Konya Yusuf Ağa Ktp. nr. 5059

Ergin, O, Nuri, SadriidDin Konevi'nin Eserleri, Şarkiyat Mec, 11, îst. 1956

Feridun bin Ahmed Sipahsalâr, Risale, Ter. T. Yazıcı, Meylânâ ve etrafındakiler, îst 1977

4 -

Firuzanfer Bediüzzaman, Mevlânâ CelâledDin, Ter. F. Nafiz Uzluk Ank. 1963

Gölpınarlı Abdülbakî, Mevlânâ CelâledDin, ist. 1953

Gölpınarlı Abdülbakî, Mevlânâ CelâledDin, Mektuplar, İst. 1963

Güllülü Sabahattin, Ahi birlikleri îst, 1977

îbn'ül Arabî MuhyidDin, Muhazarat-ül Ebrâr, Konya

Yusuf Ağa Ktp. nr. 546

îbn'ül Arabî MuhyidDin, Fusus'ul Hikem, Ter M. Nuri Geçosman Ank. 1964

îbn'ül Arabî MuhyidDin, Fütühat-ı Mekkiye Mısır 1293

îbni Bibi, el-Evamiral Alâiyye, Nşr. A. Sadık Erzi Ank. 1956

İbn'ül Esir, Camiul Usul, Konya Yusufu Ağa Ktp. nr. 5059

Kur'ân-ı Kerim,

Kadı îzzeddin Muhammed, Vakfiye, Konya Mevlânâ Müzesi Ktp. Hazine-i Evrak arşivi, nr. 214

Kayaoğlu îsmet, Torumtay Vakfiyesi, Vakıflar Der. XII, Ank 1978

Kaymaz Nejat, Pervane MuinüdDin Süleyman, Ank, 1970

Kazvini, Zekeriya Muhammed, Âsar'ul Bilâd,Beyrut 1956

Keklik Nihat, Fütuhat-ı Mekkiyye, Ank. 1990

Keklik Nihat, MuhyidDin Arabî, Hayatı ve Çevresi, îst. 1966

Keklik Nihat, SadriidDin Konevi'nin Felefesinde Allah,' Kâinat ve însan îst. 1967

Koçkuzu, A. Osman, SadriidDin Konevi'nin Hadis çiliği, Selçuk Ü. 1. SadriidDin Konevi Özel sayısı Konya 1989

Konevi SadriidDin, Mektubat, Konya Yusuf Ağa Ktp. nr. 7850

Konevi SadriidDin, Nefahat-ı İlahiye, Yusuf Ağa Ktp. nr. 5486;. Mevlânâ Ktp. nr. 1633

Konevi SadriidDin, Risale Fi Hakk’ıl Mehdi, îst Aya- sofya Ktp. nr. 4845

Konevi SadriidDin, Şerh-u Hadis-i Erbain, İst. Şehit Ali

144

Paşa Ktp. nr. 1369

Konevi SadriidDİn, Vasiyetnâme, İst, Selim Ağa Ktp nr. Nur Bamı Bl. nr. 146

Konyalı, İbrahim Hakkı, Konya Tarihi, Konya 1964

Konya Vilâyet Sâlnâmesi, Konya 1317/1899

Kuli Han Hidayet, Riyazül Arifin, Tahran 1344

Köprülü, M. Fuat, Türk Edebiyatında ilk mutasavvıflar Ank. trh.

Köprülü, M. Fuat, Osmanlı imparatorluğunun Kuruluşu Ank. 1986

Mehmet Emin Dede, Menâkıb-ı Şeyh Sadrüddin, Regai- biül Menâkıb, İst. Ü. Türkçe Yazmalar Bl. nr. 4111

Mevlânâ CelâledDin, Mektubat-ı Mevlânâ, Nşr. F. Nafiz Uzluk Ank. 1937

MuhyidDin îbn'ül Arabî, Muhazarat-ül Ebrar, Konya Yusuf Ağa Ktp. nr. 546

MuhyidDin îbn'ül Arabî, Fusus'ül Hikem, Ter. M. Nuri Gençosman Ank. 1964

Musa Sadrî, Regaib'ül Menâkıb, Konya Mevlânâ Müzesi İhtisas Ktp. nr. 1499

Ocak Ahmet Yaşar, Zaviyeler, Vakıflar Der. XII, Ank. 1978

Özönder Haşan, Sadrüddin Konevi Mamuresinin Mimari Teşekkülü, Selçuk Ü. 1. SadrüdDin Konevi özel sayısı Konya 1989

Önder Mehmet, Mevlânâ'nın Konya'da ki Evi ve Medre­sesi, S. Ü. Mevlânâ Bildirileri, Konya 1983

Sultan Veled, Divan, Nşr, F. Nafiz Uzluk, Ank. 1945

Teaschner F., îslâm Ortaçağında Fütüvvet, İst. Ü. İkt. Fak. Mec. C.XV, İst 1953-1954

Tebrizî ŞemsüdDin, Makalât, Ter. M.Nuri Gençosman îst. 1982

Turan Osman, Selçuklular Zamanımda Türkiye îst. 1971

Turan Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Mede­niyeti Ank. 1965

Turan Osman, Türk Cihan Hakimiyeti Mefküresi Tarihi, îst. 1971,1-11.

Uzun Firdevsi, Menâkıb-ı Hacı Bektaş-ı Velî, Haz. A. Gölpınarlı îst. 1958

Uzunpostalcı Mstafa, Şeyh SadriidDİn Konevi'nin Va­siyeti, S. Ü. 1. Sadrüddin Konevi Özel Sayısı, Konya 1989

Ülken, Hilmi Ziya, Anadolu Selçukluları Devrinde Kon­ya'da îlim ve Felsefe, Konya Mec. Konya 1936, sayı: 1

Ülken, Hilmi Ziya, îslâm Düşüncesi ,îst. 1950

Ülken, Hilmi Ziya, îslâm Felsefesi Kaynaklan, Tesirleri Ank. Trh.

Yetkin, Saffet Kemaleddin, Muhyiddin Arabî ve Tasav­vuf, Ank. Ü. İlahiyat Fak. Der. Ank. 1952, C. 1

Yazarı Belli Olmayan Eserler :

Anadolu Selçuklu Devleti tarihi, Nşr. F. Nafiz Uzluk, Ank. 1952

Konya Şeriye Sicilleri Defteri nr. 13

Konya Vilâyet Sâlnâmesi H. 1317

Menâkıb-ı Şeyh EvhadüdDin, îst.Nafiz Paşa Ktp.nr. 1119

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar