BÜYÜK İSLAM ALİMİ ve MUTASAVVIF ŞEYH SADRÜDDÎN MUHAMMED el-KONEVÎ (kuddise sırruhu)
Yazan:
Dr. Ahmet Şeref CER AN
Hamd,
alemlerin rabbi olan yüce Allah'a (celle celalühü) salat ve selam, O'nun
sevgili Rasülü Hz. Peygamberimiz Muhammed Mustafa (salla'llâhü aleyhi ve
sellem) Efendimiz'e, O'nun A'l ve Ashabına olsun.
Tasavvuf,
ölmeden Önce nefsinin luzumsuz arzularını öldürerek, Allah (celle celalühü) ve
Rasülü Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimizin tertemiz ve
örnek ahlâkıyla ahlâklanarak, dünya ve ahiret saadetine erişen mübarek
insanların nurlu yoludur. Bu yola baş koyan mürşitlere "mutasavvıf"
denir. Bu yüce zatlar, Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) in ve onun
ilim meclislerinden feyiz alan ’Ashab-ı Suffe'nin" temsilcileridir.
Hz.
Ebu Bekir ( radiya'llâhü anh) dan itbaren Anadolu, İslâm mücahid, gazi ve
dervişlerine mübârek bir mekân olmuştur.
XIII.
Asır Anadolu Selçuklu Türkiyesinde bu inanç uğruna bu yolu devam ettiren ulu
şahsiyetler arasında Şeyh Mecdüd- Din İshak, Şeyh SadrüdDin Muhammed Konevi,
hocaları Şeyh MuhyidDin İbn’ül Arabi, Şeyh Evhadüd-Din Kirmani, dostları Mevlânâ Celâleddin Rumî, Ahi Ev- ran, Hacı Bektaş-ı Velî ve Pir Ebi Sultan ın
büyük hizmetlerini görüyoruz. Onlar, Anadolumuzun direkleri, manevi sahipleri
ve gönül sultanlarıdır.
Şeyh
SadrüdDin Muhammed Konevi Hazretleri ilmi, imam, ahlâkı, örnek yaşayışı,
şahsiyeti ve dirayetiyle asrının en büyük mutasavvıfı, alim ve şeyh'ül islâmı
idi
Dr.Ahmet Şeref CERAN
KONYA 30 OCAK 1995
Giriş:
Konya, Anadolu Selçuklularına iki asırdan
fazla başkentlik yapmış olan bir ilim, kültür ve medeniyet şehridir. Bu merkeze
maddi ve manevi yönden damgasını vuran, şahsiyet kazandıran büyük insanlar
vardır. Onlar; Anadolumuzun temel taşları, îslâm aleminin yüz akıdır. Bu yüce
kişiler arasında X1U. asır Anadolu- sunda üç büyük abide şahsiyetin manevi ve
kültürel yönden büyük bir ağırlığını hissediyoruz. Bunlar; Şeyh-i Kebir MuhyidDin
îbn'ül Arabi, Şeyh EvhadüdDin Kirmanî ve talebeleri Şeyh SadrüdDin Muhammed
el-Konevi'dir. Bu büyük şahsiyetler arasında kendi ifadeleri ile Şeyh-i Kebir
MuhyidDin îbn'ül Arabi ve Şeyh EvhadüdDin Kirmanî gibi iki büyük İslâm
ilimlerinin anası ve mütefekkirinden süt emen, feyiz alan Şeyh SadrüdDin
Muhammed el-Konevi, Malatya'da(H. 605/1208) yılında doğdu. Malatya,
Şam, Mısır ve arabistan gibi îslâm ülkelerinin manevi potansiyelinde büyük
mürşidlerin elinde kendisini mükemmelce yetiştirdi. 11. îzzedDin Keykâvus
(1246-1262)'un saltanat yıllarında Konya’ya geldi. Burada gönül ve zihnindeki
îslâm ilimleri, irfam ve kültürünü devrinin sultanları, devlet adamları, ayânı,
ilim ve fikir adamlarına saçtı. İnandığı gibi yaşadı. İnandığından da taviz
vermedi. Bu uğurda da mücadele etti. Gönlünü Hakk'a bağladı.
Fevkâlede
ilmi ve fikri eserler yazdı. İslâm alemi ve Anadolumuzun kendisinden
faydalanacağı büyük alim ve mütefekkirler yetiştirdi. İlmi, ahlâkı, imam,
kültürü ve örnek şahsiyeti ile sultanlardan halk tabakasına kadar her çevrede
büyük tesirler bıraktı.Yüce îslâm dinini yaşadı ve yaşattı. Bu hususta hiç bir
fedakarlıktan kaçınmadı. Hz. Peygamber (S. A. V.) Efendimizin nur'lu yolunun
hayırlı bir varisi oldu. Tasavvuf, felsefe, hadis ve tefsir ilminde temâyüz
etti.Devrinin en büyük alimi olarak şeyhül İslâmlık makamım işgal etti.
Yirmi
sekiz sene civarında ömrünü geçirerek ilim ve feyiz saçtığı Konyamızda (16
Muharrem 674 / 22 Temmuz 1274)
yılında çok sevdiği sevgilisi Cenab-ı Hakk'a vuslat etti.
Sekiz
asırdan beri adı, hizmeti ve şahsiyeti hayırla anılan ölmezlik sırrına erişen
faniler zümresine katildi.
a.) Şeyh
Sadrüd-Din Muhammed Konevinin Babası Şeyh MecdüdDin İshakın Tasavvuf Sistemi:
Şeyh
SadrüdDin Muhammed Konevî 'ye babası Şeyh MecdüdDin îshakdan intikal eden bugün
Konya Yusuf Ağa kitaplığında bulunan kitaplarında Şeyh MecdüdDin
:"Malatyah Ali oğlu Yusuf oğlu MecdüDin İshak " olarak geçmektedir.
(1)
Kendisi,
en-Nasır Lidinillah'm Bağdat’da kurduğu fütüvvet teşkilatına bağlı olan, bu
hizmetlerinden dolayı şeyhlik mertebesine ulaşan bir alimdi. en-Nasır, İslâm
alemine yeniden bir dinamizm vermek maksadı ile çevresinde pek çok mutasavvıfı
himayesine alarak, onlardan faydalanmıştır.Bu kimseler içinde ünlü şafii bilgin
ve mutasavvıflarından ŞihabüdDin Ebu Hafs Ömer es Sühreverdi, EvhadüdDin Hamid
el-Kirmani, Ebu Cafer Muhammed el-Berzai gibi bir çok şeyh, kendisinin
hizmetinde diplomat olarak çalışmışlardır.Bunlardan ŞihabüdDin Sühreverdi,
şeyhüş şüyuh(şeyhlerin lideri) idi.(2)
(1)
Abdül-Halık Muhammed el-Endülüsi, Ahkamül
Kübra Yusuf Ağa
Ktp. 5059
yp, la
(2)
Mikâil Bayram, Ahi Evren ve Ahi
Teşkilatının Kuruluşu, Konya 1991 s, 23
Halife, kendisine
bağladığı bu fütüvvet teşkilatını bütün İslâm alemine kol budak salan sivil
halk teşkilatı haline getirmişti.İslâm alemine yayılan bu fütüvvet erbabı
şeyhler, halife ve müridleri, onun adına hizmette ve faaliyette bulunarak,
İslâm dünyasını siyasi yönden kontrolleri altında tutmaya çalışıyorlardı.
Anadoludaki Türkmen
şeyhler ve dervişlerde en-Nasınn hizmetine girerek coşkun bir imanla ona
bağlanmışlardı. Bu bağlılık, H.654/258 Hülâgu Han'ın Bağdat'ı zaptedip Abbasi
halifeliğini kaldırana kadar devam etmiştir.Fütüvvet teşkilatının prensipleri
ve yönetmeliğini, halife en-Nasir Lidinillah'ın en yakın müşaviri olan Şeyh
ŞihabüdDin Sühreverdi hazırlamıştır.
en-Nasirden sonra onun
yerine geçen üç Abbasi halifesi ez-Zahir bi Emrillâh, el-Mustansır Billah ve
el-Mutasım Billah da onun siyasetini devam ettirmiş ve kendilerini fütüvvet
teşkilatının başı olarak görmüşlerdir.Fakat en- Nasır kadar başarılı
olamamışlardır. 1258 yılında Hülagu Han, Abbasi halifeliğine son verdikten
sonra Mısır Memlükler devletine sığman Abbasi şehzadeleri el-Hakim bi Emrillâh,
daha önce fütüvvet libası giymiş olan Memlûk sultanı Baybars(M.S.1260-1277)'a
fütüvvet elbisesi giydirmiş ve Abbasi halifesi olarak tanınmıştır.(3)
b)SadrüdDin Muhammed
Konevinin Babası Şeyh MecdüdDin İshakm Hayatı ve Çevresi :
Anadolu Selçuklu tahtını
(1155 - 1192) yılları arsında otuz sene işgal eden ll.Kılınç Arslan'ın vefatı
üzerine 1192 yılında veliaht olan küçük oğlu 1. GıyasedDİn Keyhüsrev, Konya'da
Selçuklu sultanı oldu.Sultan, bülûğ çağma kadar hocasının yanında kaldı. Şeyh
MecdüDin îshak, onun hocası olarak maddi ve manevi terbiyesi ile meşgul oldu.
Hat-
(4)
îbni bibi, el-Evamirul Alaiyye
Nşradiya’llâhü anh Sadık Erzi, Ank. 1956 s. 13
ta Sultan 1. GıyasedDin Keyhüsrev,
hocasına bir şiirde yazdı. (4)
11. Kılınç Arslan
devletini onbir oğluna taksim etmişti.Kendisi, haçlılar ve diğer komşu
devletlerle mücadeleden sonra yorulmuştu. Oğulları arasında baş gösteren
veliahdlık ve saltanat mücadeleleri karşısında oğullan arasında;
1.
) KutbedDin Melikşah'a Sivas ve Aksarayı,
2.
) RüknedDin Süleyman Şah'a Tokat ve
havalisini,
3.
) NuredDin Süleyman Şah'a Kayseri
bölgesini,
4.
) MuğisüdDin Tuğrul Şah'a Elbistan'ı,
5.
) MuizzüdDin Kayser Şah’a Malatyayı,
6.
) MuhyidDin Mesud'a Ankara merkez olmak
üzere Çankın , Kastamonu ve Eskişehiri,
7.
) 1. GıyasedDin Keyhüsrev'e Uluborlu ve
Kütahya çevresini,
8.
) NusredDin Berkyaruk Şah'a Niksar ve Koyul
hisan,
9.
) NizamedDin Argun Şah'a Ereğli ve güney
uçları melikliğini verdi.(5)
Kılınç Arslan, bu
taksimi yaptıktan sonra , kendisi ve veziri îhtiyâredDin Haşan ve diğer devlet
erkânıyla birlikte Konya'da sultan olarak hüküm sürmekte ve oğulları da
kendisine tabi birer melik (hükümdar) sıfatıyla kendilerine aynlan ülkeleri
idare ediyorlardı.Fakat babalanna tabi olmakla birlikte her melik kendi
eyaletinde yan müstakil bir sultandı.Bu eyaletlerin İdarî, malî, askeri bütün
işleri kendi merkezlerinde kurulan hükümetlere aitti.
Böylece Selçuklu
Türkiyesi, Kılınç Arslan'a ve Konya
(5)
Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye
Ist.s.217
merkezine tabi bir devlete ayrılmıştı.
Yüksek tahsil ile yetiştirilen bu şehzadelerin başkentleri de birer kültür merkezi
haline gelmişti. Nitekim Niksar ve Koyulhisar meliki NasrüdDin Berkyaruk Şah
adına ŞihabüdDin Sühreverdi "Pertevnâme" adlı eserini
yazmıştı.RüknedDin Süleyman Şah, kardeşleri MelikŞah ve 1. Gıyased-Din
Keyhüsrev, kendilerinin yetişmelerinde büyük emeği geçen Şeyh MecdüdDin İshak'a
farsça şiirler yazmışlardı. (6)
1.
Gıyased-Din Keyhüsrev, ağabeyisi Süleyman Şah'a karşı giriştiği mücadeleyi
1196'da kaybetti. Oğulları 1. îzzetDin Keykavus ve 1. Alâeddin Keykubad ile
birlikte Bi- zansa geçerek 1205 yılına kadar dokuz yıl sürecek bir uzun gurbet
hayatı geçirdiler.(7)
Sultan,
İstanbul'da çok mütevazi bir hayat sürdü.Bizans imparatoru Alexis ile iyi
münasebetler kurdu. Mavro zomes'in kızı ile evlendi. Bizans sarayında nüfuz
sahibi oldu. Bu arada bir Frenk beyinden küstah bîr hareket görünce :"Ben
Kılmç Arslan'm oğluyum. Doğu ve batı ülkelerini feth eden ve şöhretleri cihanı
tutan Melikşâh ve Alparslan'ın soyundanım. Senin ecdâdın her yıl onların
hâzinelerine alttın ve gümüş yükleriyle haraç gönderirdi.
Sende benim
hâzineme vergi verirdin, Kader beni buraya düşürdü. Fakat benim her biri bir
iklime sultan olan kardeşlerim var.Eğer onlar, bir Frenk beyinin bana burada
küstahlık ettğini duyarlarsa senin şehir ve kalelerini harap ederler."
diyerek azametini göstermişti. (8)
l.GıyasedDin
Keyhüsrev, kardeşi Süleyman Şah'ın ölümünü, Yağıbasan oğulları ve diğer uç
beylerinin kendisini tahta geçirmek istediklerini, diğer devlet büyükleri ve
askeri erkânın kendilerinden öğrendi. Oğullan, kayınpederi
Mavrozomes
maiyeti ile yola çiktı.Teodoros Lazkaris ile bir geçiş anlaşması yaptı. Uç
Türkmenlerine ve eski meliklik yaptığı Uluborlu (Burgulu)ya ulaştı. Burada
hazırladığı ordusuyla ll.Kânun 601/1205 te Konyaya yürüdü.Büyük bir şenlik
içinde, çavuşların nidaları müzik sesleri arasında Konyaya girdi. (9)
Sultan,
tahta çıkar çıkmaz kendisi gurbette iken Şam'a giden hocası MecdüdDin îshak'ı
Konya'ya davet etmek oldu. Kendisinin sultanla birlikte aynı akibeti
paylaşması, gurbete düşüşü, aralarındaki samimiyet ve bağlılığın derecesini
göstermektedir.Hocasına yazdıkları farsça mektupta kendisine gösterdiği büyük
tazim ve hayranlığı ifade ediyordu. "Kılıç Arslan oğlu Keyhüsrev"
imzasını taşıyan bu şiirinde MecdüdDin İshakı: "Akranı arasında yegane,
İslâm'ın sadrı, aziz ve melek ruhlu bir dost olarak göstermiş; kıyamete kadar
hürmet ve rütbesinin artmasını dile- miştir.Şeyhine yazdığı satırlarda
:"Ey veli siyretinde ve peygamber sünnetinde" ifadesi ile hitap
ederek kendisinin gurbet hayatını anlatmıştır.Burada zamanın zulmüne uğra-yarak
padişahlıktan ayrıldıktan sonra nasıl perişan olduğu-nu, hazan Ermeni, bazan
Şam diyarlarında, bazan sahrada, bazan denizde ve bazan da İstanbul'da kederli
günler geçir-diğini dostlarınında dünyada kendisi gibi perişan olduğu-nu, fakat
sonunda Allah (celle celalühü) lutfu görülmeye başlayınca güzel rüyalar
gördüğünü, rakibinin ölümü ve ülkede fetret (karışıklık) haberini aldığını,
büyüklerin kendisini mektuplarla davet edip beklediklerini, her an hatiften bir
ilhamın: "Çabuk hareket et." sesine uyarak murada ermek için Burgulu
(Uluborlu)ya geldiğini, memleketi fitne içinde ve halkı dertli, yüzü gülmez
bulduğunu, sonunda talihinin kendisine ve hocasına ram olduğunu, dostların ve
iyi insanların yanında toplandığını" bildirerek şeyhinin gelmesini rica
etti.
Şeyh MecdüdDin îshak, bu
hayırlı haberi ve daveti se- (9ÜÂ.g.e.s.84 - 88 “” ~~ ' ~
6
vinçle
karşılayarak Konya'ya hareket etti.Sultan, hocasını merasimle karşılayarak
duasını aldı. Bir müddet sonrada Malatya'ya melik olarak tayin ettiği büyük
oğlu 1. îzzedDin Keykavus'un yanında onun tahsil ve kültürünün artması için
kendisini muallim ve rehber tayin etmişti. (10)
Anadolu
Selçuklu sultanları, müstakil bir İslâm devleti olmalarına rağmen manen Abbasi
halifelerine bağlı idiler. Bu münasebetle cülûs merasimleri ile birlikte
Bağdat'a elçiler ve hediyeler göndererek bağlılıklarını, aralarındaki güç
birliğini bildirirlerdi. LGıyaseddin Keyhüsrev, hocası Şeyh MecdüdDin îshak'ı
Abbasi halifesi ve İslâm aleminde baş gösteren batınîlik gibi yıkıcı
cereyanlara karşı müslüman gençleri Bağdat da organize ederek ", İslâm
Fütüvvet Teşkilatı" adlı birliği kuran NasırüdDin Lidinillah (1180 -1225)a
hediyelerle elçi olarak gönderdi.Kendisi halife tarafından büyük izzet ve
ikramla karşılanarak Bağdat da misafir olarak ağırlandılar.Diplomatlık görevini
yerine getiren Şeyh MecdüdDini îshak hac mevsiminde hacca gitti. Hac dönüşü
Bağdata uğradı. Bu arada Mekkede tanıştığı büyük İslâm alimlerinden olan
MuhyidDinî Arabî, Şeyh EvhadüdDin Kirmanî, Şeyh NasrudDinî Mahmud bin Ahmed el
- Hoyi (Ahi Evren), Ebu Cafer Muhammed el-Berzaî, Ebul Hasen Ali el-
İskenderanî gibi zatları Anadoluya gelirken yanında Konyaya getirdlBu
bilginleri sultana takdim ederek, kendilerine destek sağlayarak Konya'nın
manevi ilim ve kültürünün genişlemesine önemli derecede yardımcı; oldular.(ll)
Büyük İslâm
filozoflarından MuhyidDin ibn'ül Arabî (ö.l240)MecdüdDin ishak’m şahsiyeti
hakkında Muhaza- rat'ül Ebrar adlı eserinde şunları söyler: .
"Bilad-ı
Rum (Anadolu) dan İshak bin Muhammed adlı
(11)
Molla Cami, Nefehat'iil Üns. Ter. Lamii.
lst.1289s.409; A. Ateş
"MuhyidDin
Arabî, s. 552
bir
arkadaşının mektup yazdığını zikrederek kendisinin de ona Ey İshak, kardeşinden
sağlam bir nasihat işit, Sultanlara yakınlığın sana gurur vermesin." diye
başlayan manzum bir cevap vermektedir. Böylece MecdüdDin îshak'm Anadolu
Selçuklu sultanlarına yakın bir devlet adamı, Sultan muallimi ve diplomat
olduğuna işaret etmektedir. (12)
1. GıyasedDin Keyhüsrev,
İznik Rum devleti ile hesaplaşmaya mecbur kalınca Bizans tahtını işgal eden
Laskaris- 'a bir elçiyle mektup göndererek, kayın pederi Mavro- zomes'e Bizans
tahtım terketmesini aksi takdirde silah gücüyle bu işi başaracağını bildirdi. O
da bu teklifi reddetti.^)
Anadolu Selçuklu ordusu,
Denizli yakınlarında Antio- chia muhasara ettikleri sırada Bizans ordusuyla
karşılaşarak Rumları büyük zayiata uğrattı. Sultan, bizzat atını İmparatorun
üzerine sürerek onu bir darbe ile yere düşürdü. Muhafızlar hucuma geçerken
sultan, hasmma dokunmamalarını emretti. Fakat atından düştüğü halde yaralanan
Laskaris, derhal ayağa kalkarak sultanın atının ayaklarını kesti. Böylece
atından düşen 1. GıyasedDin Keyhüsrev şehit oldu. Bu sahneyi gören kumandan Ay
Baba, ağladı. Sultanın naaşım Alaşehirde bulunan müslüman mezarlığına geçici
olarak defn ettirdi. Şehit eden hristiyan askerini de öldürttü. (14)
1. Gıyased-Din
Keyhüsrev, bütün Anadolu Selçuklu sultanları gibi haftada iki gün perşembe ve
pazartesi günleri oruçlu olarak divan-ı mezalim( adalet divanı)'e gelir, kadı ve
imamlar huzurunda şikayetlere bakar, adaleti icra ederdi. Şeri davaları kadıya
havale eder, örfi işleri de divan
(12)
M. Arabî, Mulıazaratül Ebrar, Konya Yusuf
Ağa Ktp. nr. 546 yp.l45a-145b
(13)
Anadolu Selçuklu Devleti Tarihi, s.157
(14)
tbni bibi, a.g.e.s 107-111
vasıtasıyla
hükme bağlardı. Yılda bir defa şer’i mahkemeye gidip kendisinden davacı olan
varsa kadının hükmünü bekler, ona hürmette kusur etmezdi. Alimleri ve kadıları
himaye eder, onlara hilat ve hediyeler ğönderirdi.(15)
l.GıyasedDin
Keyhüsrevi’in şehadetinden sonra devlet erkânı toplanarak 1. ÎzzetDin Keykavusu
6 Safer 608/ 21 Temmuz 1211 de Anadolu Selçuklu tahtına geçirdiler. (16)
Sultan 1.
ÎzzetDin Keykâvus, tahta çıkışını bildirmek maksadı ile halifeye elçi
göndermesi önemli bir hadisedir. Anadolu Selçukluları îslâm dünyasına hakim
olmuşlardır. Sultanlar, siyasi hakimiyeti, Abbasi halifeleri de dini ve manevi
otoriteyi temsil ediyordu. Bu sıfatla Anadolu Selçuklu sultanlarına hakimiyet
tevcih ederken onlara tabi olan emir ve melik gibi küçük hükümdarlara hakimiyet
tevcihlerinide ortak yapıyorlardı. Abbasi halifesi Nasır Lidinillah, hilafetin
maddi ve manevi otoritesini yükseltmek için büyük hamleler yaptı. Fütüvvet
teşkilatını kurarak bütün İslâm hükümdarlarını kendisine bağlamaya çalıştı.
Onlara menşurlar ve fütüvvet elbiseleri gönderdi. Onlarda bu manevi destekle
mevki ve kudretlerini artırmaya giriştiler. (17)
Sultan 1.
ÎzzetDin Keykâvusta kendi sultanlığını bildirmek için kendisinin ve babasının
hocası olan Şeyh MecdüDin îshak'ı Bağdata elçi olarak gönderdi. Kendisi ile
birlikte halifeye çok ağır hediyeler gönderip ondan fütüvvet şalvarı istedi. Bu
teşkilata girmek istiyordu. Sultan, bu maksatla halifeye mücevherler, altın
işlemeli kumaş ve atlaslar, Rus ketanlan, ıskarlatlar, Kıbrıs mefruşatı, arap
atları, develer ve gümüşler göndermişti.
Şeyh
MecdüdDin İshak, Bağdat'da halife tarafından
(17)
Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk
-îslâm Medeniyeti Ank.
1965 s.185
vd.
hürmetle
karşılandı. Halife kendisini kendi adamları ile birlikte Konya'ya doğru yolcu
etti. Anadolu Selçuklu sultanına da bir saltanat menşuru(beratı) ile birlikte
bir imame, zırhlı elbise, kamçı ve nalları altın bir katır, hakimiyet menşuru
ve fütüvvet şalvarı gönderdi. Bu şalvar, halifenin sultanı fütüvvet teşkilatına
kabülü demekti. (18)
1. ÎzzetDin
Keykâvus ile kardeşi 1. Alâaddin Keykubâd arasında baş gösteren Ankara
muhasarasında sultanın hücumlarına dayanamayan 1. Alâeddin Keykubâd ağabeyine
rica ederek, kendisinin ve şehir halkının canlarına dokunul- maması kaydı ile
teslim oldu. 1. Alâeddin Keykubâd saraydan çıkarılarak bir iğdişin evinde
hapsedildi. (19) Oradan da Malatya yakınlarında bulunan Minşar kalesine
hapsedildi. Ağabeyisi kendisini öldürtmek istiyordu. Fakat hocası Şeyh MecdüdDin
İshak'm müdahalesi ile bu düşüncesinden vazgeçti.
1085 yılında
ilk Anadolu Selçuklu akınlannda Karatekin tarafından fethedilen fakat haçlı
seferleri ile işgal edilen Sinop şehri 1214 yılında 1. îzztDin Keykâvus
devrinde fethedildi. Şehrin İktisadi yönden yükselmesi için şehre zengin
tacirler getirildi. Kiliseler camiye çevrildi. Camiler, medreseler yaptırıldı.
Kadı, hatip, imam, müezzin ve müderrisler tayin edildi. Dini, sosyo-kültürel,
iktisadi yönden şehir bir îslâm şehri haline sokuldu. Sultan bu kutlu fethi
Abbasi halifesine bildirmek maksadıyla hocası Şeyh MecdüdDin îshak’ı gönderdi.
Sultan
1. îzzedDin Keykâvus, babası ve diğer Anadaolu Selçuklu sultanları gibi yüksek
bir kültüre sahipti. Farsça şiirler yazan bir şairdi. Alim ve şairleri çok sever,
onları himaye ederdi. Başta kendisinin yetişmesine büyük emeği geçen Şeyh
SadrüdDin Konevî'nih babası Şeyh Mecdüd-
(19)
0. Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkiiressi
Tarihi,İst 1971 s. 162 vd.
Din îshak'a
çok büyük değer veriyordu. Kardeşi 1. Alâeddin Keykubad’la arasındaki husumette
hocasını dinleyerek onu öldürmekten vazgeçmiştir. Abbasi halifeleri ve diğer
önemli diplomasi faaliyetlerinde daima Şeyh Mecdüd- Din îshak'ı seçmişti.
Şeyh
MecdüdDin İshak, 618/1221 de Malatya’da ebedi aleme intikal etti. (20)
(20) İbni Bibi
a.g.e.s.160
A.) HAYATI
a.
) İbn’ül Arabi'nin Doğumu ve Aile Muhiti :
Ebu Abdullah
Muhammet bin Ali bin Muhammed İbnül Arabî el-Hatemi, et-tai, SadrüdDin Muhammed
Konevinin el yazısıyla yazdığı notuna göre: "Endülüs’te Mürsiye şehrinde
27 Ramazan 560/ 7 Ağustos 1165’te, doğdu." (1) Kendisi, meşhur Arap Tai
kabilesinden cömertlik timsâli Şair Adi bin Hatim'in kardeşi Abdullah bin Hatim'in
neslinden geliyordu.Yakın akrabaları arasında gerçek tasavvuf bilgisine sahip
olanlar vardı. Amcası, Ebu Abdullah bin Muhammed el-Arabî kutupluk derecesine
erişmiş, kevni ilimlere vakıf bir mürşiddi. Kendisi, tasavvuf ilmine girmeden
önce bunun tecellisini görmüştü. . Dayılarından Ebu Müslim el-Havlani,
kutupların büyüklerinden idi. Diğer dayısı Yahya bin Yağan, Tilemsan şehrinin
meliki idi. Ebu Abdullah et-Tunusi adlı bir şeyhin tesiriyle melikliği
bırakmıştı. Bu şeyhi için pazarlarda sırtında odun taşıyıp, satardı. O'nu bu
haliyle gören halk, kendisine ağlardı. Sonunda duası Allah(celle celalühü)
tarafından kabul edilip şeyhlik mertebesine erişti. Babası Ali bin
(1) Ahmet
Ateş, Anadolu Kütüphanelerinde Mühim Yazma Eserler, Ta rih Vesikaları, İst.
1955, Yeni seri, 1/72
Babası,
îbn'ül Arabî, henüz sekiz yaşlarında iken Seville şehrine ailece göçtüler.
Burada ilk tahsilde önemli olan kur'an, kıraat, tefsir, hadis, fıkıh okudu.
Gençliğinin ilk dönemlerinde bazı valilere kâtiplik yaptı.(2) Hayatının her
safhasında karşılaştığı büyük alimlerden gerek kendilerinin, gerekse rivayet
ettikleri eserleri okudu. Onlardan icazet aldı. Kendisi de eserlerini okutarak
talebelerine icazet verdi.
Devrin
alışılan şartlan içinde hayatı hastalığı ile değişti. Bir gün hastalanmış,
hastalıktan bayılmıştı. Kendisini öldü zannettiler. Bu esnada bazı çirkin
suratlı kimselerin kendisine eziyet ettiklerini, buna karşılık güzel yüzlü,
güzel kokulu bir şahsın kendisini kurtarmaya çalışıp , ötekileri dağıtmaya
çalıştığını gördü. Bu şahsın kim olduğunu sorunca " yasin sûresi"
cevabını aldı. Uyanınca babasının başında ağlayarak yasin sûresi okuduğunu
gördü.
Bundan bir
az sonra îbn'ül Arabî, bir müddet halvete çekildi. Her sahada ve bilhassa
yüksek tasavvufi marifetler sahasında şahıs haline gelen isimlerin telkini ile
halvetten kemâle ererek çıktı. Bu arada filozof îbn'ür Rüşd ile tanıştı. (3)
b.
) îbn'ül Arabi'nin Hocaları:
Allah
(celle celalühü) yolunda hizmetinde bulunduğu, kendisinden istifade ettiği ilk
şeyhi ümmi fakat keramet sahibi olan Ebu Cafer El-Urayni'dir. Bundan sonra
meşhur Şeyh Ebu Medyen (Ö/.598/1193) in sohbetinde bulunmuş olan Ebu Yakup
El-Kaysî'den istifade etmiştir. Kendisinin "Şeyhimiz ve imamımız"
diye bahsettiği bu zat, îşbiliye civarında bir dağın tepesindeki bir mescidde
kendisine Kuşeyri'nin risalesini okutmuş, Ebu Medyen'in fikirlerini
öğretmiştir.
(2)
Ahmet Ateş," Muhyid-Din îbn'ül Arabî,
s. 534
Şeyhleri
arasında keramet sahibi olan Salih el-Adavi, elinin emeği ile geçinen Ebul
Haccac Yusuf, Mısırda tekrar buluştukları îşbiliyeli Muhammed ve Ahmed
kardeşler, Ebu Muhammed Baği, abdal’dan olup daima dağlarda, sahillerde gezen,
şehirlere gelmeyen Ebu Abdullah Muhammed'i zikredebiliriz. Bunlardan başka
Fatma Bintül Müsennâ ile Şems-ül Ümmil Fukara adlı iki kadın şeyhi bulunmaktadır.
tbnül-Arabi, dışarıdan
basit fakat kendisine göre fevkalede ruhi ve manevi güçlere sahip olan bu büyük
şeyhler arasında ön sene yaşadı. Endülüs ve Kuzey Afrika'nın bir çok şehrinde
dolaşmakla birlikte (590/1194) yılma kadar daha çok İşbiliye'de kalmıştır. Bu
sırada sofilik hayatının ilk günlerinde tasavvuf! tecrübelerin en yüksek
noktasına ulaştı.(4)
c.
) îbn'ül Arabi'nin Seyahatleri :
(590/1194) Yılında otuz
yaşında Tunusta Abdül aziz Mahdavî'nin yanına geldi. Bu arada sonradan
şerhedeceği AbdülKasım Ahmed bin Kasay'm " Hal'al - Na'leteyn" adlı
eserinin bizzat yazarının oğlundan naklederek okuttu. Daha sonra Fas'a
geçti.(595/l 199) da Kurtubaya döndü. (27 Haziran 1199) da Mürsiye ye geldi.
Mübarek ramazan ayının verdiği huzur ve şevkle arap edebiyatının eşsiz
eserlerinin birisi olan " Mevakıun Nücum " adlı şaheserini yazdı. Bu
hallerle meşgul iken görevi, sultan ve meliklere kâtiplikti. (597/1197) yılında
Mağrib şehrinde bulunurken Hızı^ (A.S.) ile Hz. Musa (A.S.)'m tasavvufi bir
makamına ulaştı. Bu yüzden büyük ferahlık duymasına rağmen, bu makamdaki
yalnızlıktan büyük ürküntü duydu. Ertesi yıl dostu Abdülaziz Mahdavînin yanına
Tunus'a geldi. Oradan Mısıra geçti.(5) Tunustan Mısır'a geçerek
Kâbe, ona gayb(gizli)
alem ile şuhud(görünen) alemin düğüm noktası veya birinden diğerine geçilecek
kapı gibi gelmiştir. Kâbe etrafında sık sık tavafta bulunurken akşamlan
gölgelerin kaybolduğu saatlerde veya gündüz acı kalabalık zamanlarında birden
tasavvufi hallerin en yükseğine geçiyordu. Bu manevi hayatına ait duyguları
(600/1204) senesinde Mekke'de kaleme aldığı "Tac'ür rasail" adlı
eserinde toplamıştır. (6)
d.
) İbn'ül Arabi'nin Anadoludaki Hizmetleri:
(600/1204) Yılı İbni
Arabi'nin kendisini ilk önce kısa, daha sonra uzun bir zaman için Anadolu'ya çeken
dostlar ile tanışma yılı olmuştur.l. GıyasedDin Keyhüsrevin cülûsunu Abbasi
halifesine bildirmekle görevlendirdiği SadrüDin Konevi'nin babası Şeyh
MecdüdDin îshak, Bağdatdaki diplomatlık görevini yerine getirdikten sonra hacca
gitti. Orada Şeyh MecdüdDin îshak, Konyalı ve MalatyalI hacılar, îbnül Arabî
ile tanıştılar. Seyahati sevdiği için Bağdat yoluyla onlarla birlikte
Anadolu'ya geldi. (7)Kendisinin Anadoluda ilk kaldığı yer, Malatya'dır. Bu
sırada 1. GıyasedDin Keyhüsrev, Anadolu Selçuklu tahtına çıkmış, kendisine
mesnevi şeklinde manzum ve hürmet dolu bir mektup ile eski büyük dostu
MecdüdDin îshak'ı
(7)
İbni Bibi, a. g. e. s.25 vd.
yanma
çağırdı.Bunun üzerine MecdüdDin îshak, Malatya’da fazla kalmadan yanında
MuhyidDin îbnül Arabî ile Konya'ya geldi. Sultanın fevkâlede lütuf ve ikramına
mazhar oldu. Bu arada sultan, MuhyidDin Arabî’ye yüz bin dirhem değerinde bir
ev bağışladı. O da kendisinden Allah (celle celalühü) rızası için bir sadaka
isteyen bir dilenciye bu evi bağışladı.
Bir müddet Konyada kalan
MecdüdDin îshak, az sonra sultanın oğlu 11. ÎzzedDin Keykâvusa (şehzadeliğinde)
muallim tayin olunarak Malatya'ya gönderildi. (9)
Bu arada, o Konya'da
kalmış, bir ara Kudüs ve Mısır’a gitmiş(606/1209-1210) yıllarında Konya'ya geri
dönerek, burada "Fazilet ül-Envar" adlı eserini yazmıştır.(10)
(607/1211) yılında
l.GıyasedDin Keyhüsrev'in şehid düşmesi üzerine oğlu 1. ÎzzedDin Keykâvus
gelerek Konya da hükümdar oldu. Hocası Şeyh MecdücdDin îshak'ı cülûsunu
bildirmek üzere Bağdat'a Abbasi halifesine elçi olarak gönderdi. (11) Bu arada
Şeyh MecdüdDin îshak'ın Bağdat'a îbn'ül Arabî ile gidip döndüğü muhtemeldir.
îbn'ül Arabî, sultanla
görüşememiş, ondan bir mektup almıştı. Kendisine nasihat yollu bir mektup
yazdı.Bu mek- tupta:"Gayri müslimlere müsamahakâr davranma masını, Hz.
Ömer(radiya’llâhü anh)’in yaptığı gibi müslümanları aziz, onları zelil kılmak
için kilise, manastır ve kule yaptırmamalarını, müslüman gibi giyinmelerine
müsaade etmemesi» ni, haç göstermemelerini, çanları hafif çalma- lan" nın
sağlanması gibi îslâmı yüceltici tavsiyelerde bulunmuştur. (12)
(10)
A. Ateş, Muhyid-Din ibn'ül Arabî s, 535
(11)
ibni Bibi, a.g.e. s, 154 vd.
(12)
Aksaray!, a. g. e. s. 180 vd.
İbn'ül Arabi
"Tercüman'ül-Eşvak" adlı eserine Halep'te başlamış (612/1215) yılında
Konya Aksaraymda bitir- miştir.( 13) Daha sonra Sivas'a geçti. Orada ramazan
ayında bir rüya gördü. Bu rüyadan Antalya'yı muhasara eden 1. îzzedDin
Keykâvus'un şehri fethedeceğini anladı. Bunu bir mektupla sultan'a bildirdi.
Feth kendisine müyesser olan sultan, bir çok hediye ile kendisine bir cevap
gönderdi.(14)
Bu tarihten sonra üstad,
bir takım seyahetlere çıksa bile Malatya'dadır. 618/1221 yılında Malatya'da
MecdüdDin İshak ölmüş, İbn’ül Arabi onun dul kalan hanımı, SadrüdDin Konevi'nin
annesi ile evlenmiştir. Ondan doğan oğlu SadüdDin Muhammed (619/1222)'de
Malatya'da doğmuş, (656/1258) yılında Şam'da ölmüştür.Diğer oğlu İmadüdDin Ebu
Abdullah Muhammed (667/1269) yılında Şam'da ölmüştür.
g)
İbn’ül Arabinin Şam'a Yerleşmesi:
İbn’ül Arabi’nin
Anadolu'dan ne zaman ayrıldığı bilinmiyor. Ancak (1227/1230) yılında Şam’a
yerleşmiştir. Anadoluda büyük bir itibar gören refah ve huzurlu günler yaşayan
üstadın Malatya'yı terkedip Şam'a yerleşmesinde en büyük faktör, büyük dostu,
yüce alim Şeyh MecdüdDin İshak'm ölümüyle seviyesinde alim görememesi ve Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)in Şam'ı öğen hadisleridir.Kendisi de
Fütuhatında Şam’da oturmayı tavsiye etmektedir.(15) Fakat kendisi, Şam daki
hayatında rahat ömür geçirmemiştir. Tasavvufi düşüncelerinden dolayı fıkıh ve
hadis alimleri tarafından küfürle itham derecesine varan tenkitlere hedef
olmuştur. Ancak bunlara karşı Şam’ın eski ve büyük bir kadı ailesi olan "
el-Zeki oğullan" gibi diğer koruyucular da bulmuştur. Onların bu himayesi
, aleyhine doğacak
(14)
Aksarayi, a.g.e.s. 180 vd.
hareketleri
önlemiş," öldürülmesine fırsat bırakmamıştır. Bundan başka türlü
vesilelerle Eyyubî hanedanına mensup olan sultanlar ve melikler de kendisini korumuş,
aleyhindeki fitneleri önlemişlerdi. Bunlar arasında fakihlerin keyfi
hükümlerinden şikayet eden el-Melik'ül Muzaffer bin el-Melik'ül Adil, Hama
Meliki Murabıt Şirkûh başta gelir.
îbn'ül
Arabi'nin bu yılları, hayatının en sakin dönemidir. Fusul-ul Hikem ve
muhtasarlarını bu yıllarda yazmıştır. Talebesi, SadrüdDin Muhammed Konevi, bu
dönemde kendisinden duyduğu bazı sözleri nakletmiştir. Şeyhine büyük bir
hürmeti ve hayranlığı vardır. (16)
f«)
İbn'ül Arabi’nin Vefatı:
Ölümünden
bir gün önce SadrüDin Konevi "Kitab'ül Asfar " adlı eserini kendisine
okudu. Yetmiş sekiz yaşlarında iken MuhyidDin îbn'ül Arabî, Şam'da Kadı
MuhyidDin ibn'üz Zekinin evinde (28 Rabiul-Evvel 638 / 16 Kasım 1240) yılında
Hakk'a yürüdü. Oldukça muhteşem bir merasimden sonra bu ailenin Kasyon Dağı
eteklereindeki türbesine tevdi edildi. Daha sonra da yanına iki oğlu
gömüldü.(17) Yavuz Sultan Selim Han 1517 yılında Mısır fethinden dönerken Şam'a
geldi. Burada uzun müddet kaldı. O zamanlar " Zeki Oğullan türbesi "
diye anılan yerde, şimdiki MuhyidDin îbn’ül Arabî türbesi civarında bir cami
yapılmasını, caminin kuzeyine bir tekke inşa edilmesini emretti. İnşaat, kısa
bir zamanda tamamlandı. Bu arada sultanın yanında bulunan şeyh’ül îslâm, Kemal
Paşazade’nin MuhyidDin Arabiyi öğen bir fetvası asıldı.(18) 11.
Abdülhamit(1876-1908) devrinde tamir edildi. Türbesinin girişi üzerinde
kendisinin " Her asır, yetiştirdiği büyük şahsiyetle anılır, Ben de bundan
sonraki
(Î6)Tg^ın.s^
54ö
asırların
tek şahsiyeti olacağım." şiiri yazılıdır. (19)
g) Muhyiddin
îbn’ül Arabi’nin Eserleri:
Üstad, sofi yazarlar
içinde en çok eser telif eden bir zattır. 239 civarında eseri vardır.
Kendisinin hayatı Ana- doluda da geçtiğinden; Anadolu kütüphaneleri titizlikle
taranmadan bu sayı ciddiyetle tesbit edilemez.
En önemlileri:
1-
Fûtuhat-ı Mekkiye, ( 633/1235 - 636/1238)
tarihli nüshası kendi el yazısıyla îst.Türk-Islâm Ktp. 1845-1881 numaralarda 37
cilt halinde kayıtlıdır.
Prof. Dr. Nihat Keklik,
Kültür Bakanlığı Yayımı Ank. 1990
2-
Fusul'ül Hikem, SadrüdDin Konevinin kendi
el yazısıdır. Konevi tarafından îbn'ül Arabi'ye okunmuş ve düzeltilmişkir.îst.
îslâm Eserleri Müzesi nr. 1993 de kayıtlıdır. (627/1230)'da Şam'da
yazılmıştır. M. N. Gençosman Ank. 1964
3-
Kitab'ül îsra ila Mekan'il Esra, Hz.
Peygamberin miracı hakkında (594/1198) de Faşta yazmıştır.
4
- Muhadarat'ül Ebrar, Müsameratül Ahyar
6
- Tac'ür Rasail ve Minhac'ül Vesail
7
- Mevakıun Nücum ve Metali Ehlillah esrar
vel ulum
8
- Ruh'ül Kuds fi münasebetin Nefs
9
- el-Tenezzülât-il Muvsiliyye fi Esrarit
Taharat Vessâ-
lati vel
eyyamil evliya
11
- el - Esfar an Netaicil Esfar
(19)
Muhyiddin İbni Arabi; Füsüs'ul - Hikem, Ter,
M. Nuri Gencos- man Ank. 1964 S. XIII: Saffet Kemâlettin Yetkin, Muhyiddin
Arabi ve Tasavvuf, Ank. Ü. İlahiyat Fak.. Nşr. Ank. 1952,1/23
14
- Feth'üz Zevair vel-Alak, an Vechi-i
Tercüman’il
Ahval
17
- Kitab-üt Teracim fi işaret- ilm ve
Letaifil fehm
19
- Kitabili îşarat-il Kur'an fı Alâmil İnsan
21
- Fazlu Şehadet-üt Tevhit ve Vaf-u Tevhidil
Mukinin
22
- Cevabu Suali İsmail bin Savdekin
24
- Kitabü Semaniye ve
Selasîn ve Hüve Kitabül-Azal (20)
h.)
Muhyiddin İbnül Arabi'nin Malatyada iken Yazdığı Eserleri:
1.
) Fasail-i Şehadet'iit Tevhid ve Vasfi
Tevhidil Mukinin Malatya'da 9 Rebiulevvel 602/1205 de istinsah edildi. Bu
eserle aşağıdaki eserler Malatya'da 602/1205 de telif edildi. Yusuf Ağa Ktp.nr.
4868/1- SadrüdDin Konevi Vakfı.
Yusuf Ağa
Ktp. nr.4868/2 SadrüdDin Konevi Vakfı
3.
) Kitabu Hutbe fi tertibil âlem ve şeklihi.
Yusuf Ağa
Ktp. nr. 4868/3 SadrüdDin Konevi Vakfı
Yusuf Ağa
Ktp. nr. 4868/4 SadrüdDin Konevi Vakfı
5.
) Tac'üt Teracim fi işaretil ilm Yusuf Ağa
Ktp. nr. 4868/5 SadrüdDin Konevi Vakfı
Yusuf Ağa
Ktp. nr. 4868/6 SadrüdDin Konevi Vakfı
7.
) Cevabü Süali İsmail bin Savdelin__________________
(20)
Ateş, MuhyidDin Îbn'ül Arabi, s. 542-546
Yusuf Ağa
Ktp. nr. 4868/7 SadrüdDin Konevi Vakfı
Ayrıca
et-Tenezzülat'ül Musiliye adlı Yusuf Ağa Ktp. nr. 4861 SadrüdDin Konevi Vakfı
olan bu eserin yp. 1 a daki Sema kaydında "SadrüdDin Muhammed Konevi tarafından
bu kitabın müellifi ve Efendimiz Ebu Abdullah îbn'ül Arabi'nin önünde okuyarak
duydu. Bu (2 Rabiulev- vel 628/7 Şubat 1231) gününde Şam şehrinde şeyhin ( Allah
razı olsun) konağında ve perşembe günü idi. "yazılıdır.
B.)
MuhyidDin İbn'ül Arabi'nin Felsefesi ve Tesirleri :
îbn’ül Arabî
eski Yunan filozoflarından (Aristo, Eflâtun) Yahudi filozoflarından (İbn-i
Cebiral ve îbn-i Meymun) üzerinde tetkiklerde bulundu. Cüneyd-i Bağdadî,
Beyazıd-ı Bistamî, Hallâc-ı Mansur, Kuşeyri ve îmamı Gazali gibi îslâm
mutasavvıflarının hayatı ve sistemlerine nufuz ederek kendisine göre kur'an-ı
kerim'in tasavvufi yorumunu yaptı. (1)
Sistemini
tamamlamak için zamanının bütün ilimlerine müracaat etti. Hepsini aynı maksat
etrafında toplamaya çalıştı. Onun sistemi, her şeyden önce farklı felsefi
sistemlerin ve dini cerayanların dört yol ağzı olmak iddiasındadır. Çok farklı
görüşleri uzlaştırmak çabasındadır. Çünki: "Ona göre hakikat, varlığın
birliğindedir. O'nun (Allah'ın) sonsuz ve cihanşümül varlığı dışında hiç bir
varlık yoktur." (2)
îbn'ül
Arabî'ye göre kâinatın manâsı ve hikmeti şudur: "Bütün varlık, hazırdır ve
bu hazır oluş sonsuzlukta hiç bir boşluk bırakmaz. Gizli ile görüneni birbirine
bağlayan beş mertebe vardır, Bunlardan birincisi Mutlak gizliliktir. İkincisi,
ilk belirlenmedir. Üçüncüsü, ikinci belirlenmedir.
(2)
Burada
vahdet (birlik) ve Hz. Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellem'in hakikati,
insanlığın hakikati olmuştur. Dördüncüsü, zuhur merhaleleri, ruhlar âlemi,
fikirler âlemi, isimler âlemidir. Beşinci ve sonuncu merhale görünmemişlik,
görünüş derecelerinin bütünü, gizli ve açık olan her şeyin sonsuz birliğini
temsil eden, toplayıcı hazırlama derecesidir.(3)
İbn'ül
Arabîye göre gizli ile aşikâr olanı birbirine bağlayan beşinci mertebe, İnsanî
âlem ve kâmil insan arasında atılan köprüdür. Öz bakımından varlık birdir.
Aslında gizli olan (batın) varlık görünen (zahir) şekiller olur. Gizli âlemde
(ilahi isimler) olan şey görünüşte " âlemler" olur. Bu iki kutup
arasında " kâmil insan " veya berzah bulunur. O sırrın göründüğü bir
aynadır. Allah (celle celalühü) kendi özü için bir aynadır. Kâmil insan da
Allah (celle celalühü)'m aynasıdır. Her devirde varlığın gizli ve görünen iki
manzarasını birbirine bağlayan Kâmil insanlar yetişmiştir. Bunlar, O devirlerin
” Gavs " veya " Kutup" larıdır. Kendisi, Kur'anın delilerini
kâmil insan nazariyesine göre yorumlamıştır. (4)
O’nun
felsefesi, bütün problemleri Allah (celle celalühü) problemi etrafında toplayan
bir monizmdir. O derecedeki ondan metafizik ayrılmaz bir halde ahlâk ve siyaset
felsefesi ile bir bütün teşkil eder. Bütün hayatı hareketten ve mücadeleden
yoksun olduğu halde fikirleri ile Anadolu ve Suriye'de bir çok devirlerde dini
hareketler ve siyasi cereyanlar üzerine tesir etmiştir.
O’nun
" Gavs" görüşü her devirde " Sahib'üz-zuhur" un çıkacağı,
herkesin bilmediği hakikatlere sahip olduğu için insanlara rehber olacağı
kanaatini aldı. Böyle oluncada "Sahib'üz-zuhurlar" hükümdarlar ve
devletlerden üstündür. Onların aklî bilgilerinden daha çok karizmatik
şahsiyetleri
MuhyidDin îbn'ül Arabî,
daha çok. mistik (tasavvufi) bir felsefe sistiminin sahibidir. Aşk kavramı
üzerinde durur. O, tefekkürün, muhakemenin, engin bir tahlil gücü olan bir akim
sahibidir. Aşkın felsefesini yapar. Aşkı üçe ayırır:
O'na göre ilahi aşk,
diğer aşk çeşitlerinin kaynağıdır. Allah'ın kainatı yaratmasını bu ezeli aşkın
bir kaynağı olarak görür. Bunu şöyle açıklar : " Her şekillendirmeden önce
ferdiyet ve basitliği için kendisini nefsi için, sevgi ve bilinmek için tezahür
etmekten hoşlandı." Bu görüşü ile yaratılış sırrının sebebini
açıklamaktadır. Böylece kendisini severek, zâtında gizli olan şeylerin bütün
ayanımda sevmektedir. (7)
îbn’ül Arabi'ye göre
ruhani aşk, tasavvufi aşktır. Bunun son hedefi ise aşıkla maşukun asli
birliğinin idrâkidir. O, sofiyi AHa’a yaklaştıran, ona Allah (celle celalühü)
ile birliğini hissettiren beşeri aşk değil; kendini yeniden bulunca bir
"suret” olarak "bütünlük" küllî aşkı ile yakınlığını
gerçekleştiren ilahi aşktır. O bir bütün ve bir cüz olarak bütünün aşkıdır.
Sofilerin "cezbe" dedikleri halde budur. (8) îbn'ül Arabi'nin vahdeti
vucudçuluğu, aşkın son gayesinin hakikatini bilmek, aşkın hakikatinin ise Allah
(celle celalühü) m zatı olduğunu idrâk etmektir. (9)
(6)
A.E. Afifi, MuhyidDin Arabi'nin Tasavvuf
Felsefesi, Çev. Mehmet Dağ, Ank. 1975 S, 150
(7)
Ibnül Arabi, Fütühat-ı Mekkiye, Mısır
1293,11/437
îbn’ül
Arabî, her şeyi, monist (tevhidçi) bir sistem içerisinde izah ettiği için
kendisine göre aşkın hedefi ve hakikati Allah (celle celalühü) ın zatı ile
ilgilidir. İlahi aşk, Allah (celle celalühü) m zatına ilave değil; zatının
aynıdır. Aşk, yaratılışın sebebi, aynı ve bütün tezahürlerin tek olan Allah
(celle celalühü)'a dönmesidir. (10)
b.)
MuhyıdDin îbn'ül Arabi'nin ölümünden sonra Şeyh SadrüdDin Muhammed Konevi ve
Ekberiye Hareketi:
Muhyiddin
Arabi (H.638/1240) yılında öldüğü zaman bir tarikat kurmamıştı fikirlerin
benimsemiş olanlar İsmail el-Tunusî, Ebu Kasım el-Bunî, İsmail bin Savdakin,
hayatının büyük bir kısmını onun hizmetinde geçiren Ebu Abdullah Bedr’ül Habeşî
gibi talebeleride tarikat veya teşkilat kurmadılar.
En kıymetli
talebesi SadrüdDin Muhammed Konevi Öl.- (673/1274) nin Konya'daki
hanikâhı,îbn'ül Arabî'nin fikirlerinin bütün îslâm âleminde yayılmasına hizmet
eden büyük bir kaynak görevini ifa etmiştir. Moğol istilası (673/ 1221) ndan
kaçarak veya başka sebeplerden dolayı Anadolu ve Konya'ya gelenler arasında
bulunan büyük sofiler içinde arapçayı iyi bilen ve aynı zamanda bu büyük, geniş
düşünceyi kavrayabilenler SadrüdDin Muhammed Konevi hanikâhında toplandılar.
Bunlar arasında SadrüdDin Muhammed Konevi'den Fusus’ul Hikem Şerhini
dinledikten sonra onun bir nevi farsça özeti ve şairane ifadesi olan
"Lemaat" adlı eseri yazan büyük şair FahrüdDin Irakî (öl. 686/1289)
en başta gelir. Bu eserle îbn’ül Arabî'nin fikirleri îran ve çevresine girmiş;
öte yandan Anadolu'da edebi yönden büyük izler bırakmıştır. SadrüdDin Muhammed
Konevi'nin en önemli talebelerinden biriside Fusus’ul Hi- kem'e bir şerh yazmış
olan MüeeyyidüdDin Mahmud eî-
(10)
Mehmet Aydın, H. Mevlânâ’da ve MuhyidDin
Arabi'de Aşk Kavramı, S.Ü. 111. Milli Mevlânâ Kongresi, Konya 12-14 Aralık
1988 , Konya 1989 S. 160-161
Cendî (öl.
690/1291) dir. Ayrıca îbn’ül Farız'm Kaside-i Tâiyyesini şerh edenlerden îbn'ül
Arabi'nin bütün düşüncelerinin en mükemmel özetini veren SadüdDin Fer- gani
(öl. 699/1299) zikredilmelidir. (11)
Üstadın fikirlerinin
Anadolu'da yayılması çok geniş ve derin izler bırakmıştır. SadrüdDin Muhammed
Konevi'nin talebeleri Anadolu'nun her yeri ve türlü şehirlerinde o'nun
düşüncesini yaydılar. Bilhassa yeni kurulmakta olan Os- manılı medreselerinde
ders olarak okuttular. Bu konuda ilk büyük faaliyeti Davûdî Kayseri
(Ö1.751/1350) yapmış- tır.Ayrıca KutbudDin Îznikî (Ö1.885/1480) ile Yazıcızade
Mehmet Efendi (Ö1.855/1481) önemli hizmetlerde bulunmuşlardır.
Ayrıca îbn'ül Arabi
hakkında fetvalar veren Kemal Paşazade ile Yavuz Sultan Selim için Edirne'de
"el-Canib'il Garbi fi Halli Müşkülat’ı İbn'ül Arabî " adlı eseri
yazan Şeyh'ül Mekkî ile İbrahim'ül Halebî'nin ( Nimet'ül Cari fi Nusretiş Şeria
) adlı eseri Osmanlı döneminin en önemli kaynaklarındandır.
XVII . Asırda bu
cereyanın temsilcilerinden olan hac görevini ifa ettikten sonra MuhyidDin-i
Arabî Türbesinde inzivaya çekilen, Konya'da ölerek SadrüdDin Konevi Türbesi
yanına gömülen "Fusus'ul Hikem şarihi (açıklayıcısı) " Bosnalı
Abdullah Efendi (öl. 1644) bu konuda önemlidir. (12)
Mevlânâ CelaledDin
Rûmi’nin mesnevisinin iki büyük şarihi (açıklayıcısı) olan iki büyük şair
İsmail Ankaravi (öl. 104/1632) ile San Abdullah Efendi (öl. 1071/1661) mesneviyi
ilk harfinden başlayarak son harfine kadar MuhyidDin İbn'ül Arabi'nin Vahdet-i
Vucud nazariyesine göre şerh etmişlerdir. Böylece Türkiye'ye hakim olan tek
tasavvuf
G~î)
Ahmet Âte^TTuh^^^
(12)
a.g.e.s, 553-554
felsefesi
anlayışı, daha XIV. Asırdan başlayarak divan ede- biyatındada MuhyidDin
Arabi'nin tasavvufi, felsefi görüşü olmuştur. Böylece bütün şairlerde vahdet,
şuhud, gayb, însan-ı Kâmil vs. gibi terimlere rastlanmıştır. (3)
(3) Ahmet
Ateş, Mesnevi'nin Onsekiz Beytinin Manâsı, F.Köprülü Armağanı, İst. 1953 s.37
vd.
ANADOLUDAKİ FÜTÜVVET HAREKETİ :
EvhadüdDin
Hamid bin Ebül Hayr Kirmani, Kirman Selçuklu Sultanı 11. Turan Şahın oğludur.
(1) Me- nakıbnâmede bildirildiğine göre,Oğuzların Kirmanı, (H. 575/1179)
yılında istilâ ettiklerinde kendisi onaltı yaşında bulunuyordu. Buna göre
doğumu (h.559/1164) yılına rastlamaktadır.
Henüz
Delikanlı denilecek bir yaşta Bağdat'a geldi. Burada rastgele bir medreseye
girerek, talebelik yaptı. Kısa zamanda bir çok kitap okudu. Zekâ ve
çalışkanlığı ile temayüz ederek, ünü Bağdat'a yayıldı. Muid (asistan) derecesine
yükseldi. Bir süre sonra Hakkakiye medresesi /müderrisi oldu. Bu medresede
müderris iken gönlüne tasavvuf aşkı düştü. Bir arayış içine girerek,
sıkıntılar çekti, riyazetler uyguladı.
Bu sırada
Bağdatta RüknedDin Ebül Ganâim Muhammed es-Sücasi adlı manevi tasarruf sahibi
bir mürşide bağlandı. Zamanla onun kızı ile evlendi. Onun manevi terbiyesi ve
himayesi altında yetişti. (2)
/'
Devrinin bir çok mutasavvıfı gibi Abbasi halifesi en- Nasır lidinillâh'm
kurduğu fütüvvet teşkilâtına girmiş ve bu teşkilat içinde çeşitli yüksek
makamlara, ömrünün sonunda da bu organizasyonun "şeyh'üş - şuyuhluğu:
şeyhlerin şeyhliği" luğuna kadar yükselmiştir. Bu görevle halife tarafından
çeşitli ülkelere diplomat olarak gönderilmiştir. (3) j
(1)
Mikâil Bayram, Şeyh EvhadüdDin Hamid
ei-Kirmani ve Evhadiye Tarikatı Konya 1993 s. 17
Anadolu Selçuklu sultanı
1. GıyasedDin Keyhüsrev, ikinci defa (601/1204) yılında tahta geçince hocası
MalatyalI Şeyh SadrüdDin Konevi'nin babası, Şeyh MecdüdDin îshak'ı cülûsunu
Abbasi halifesine bildirmek üzere Bağdat'a göndermişti. (4) MecdüdDin îshak, bu
görevini yerine getirdikten sonra hacca gitti. Hac dönüşü Bağdat'a uğradı.
Burada tanıştığı ünlü sofi MuhyidDin Arabî, Şeyh EvhadüdDin Kirmani, Şeyh
NasrudDin Mahmud (Ahi Evren), Ebu Cafer Muhammed Berzaî gibi alim ve mutasavvıfları
(h.602/1205)de Konya'ya getirdi.
Anadolu'ya fütüvvet
teşkilâmm lideri olarak gönderildi. Bu arada Anadolu'yu bu yönde organize etti.
Çoğunlukla Kayseri'de oturdu. Burada evlendi. Kızı Fatma Bacı doğdu. Bu arada
Malatya'da uzun süre ikâmet etti. Burada iken Şeyh MecdüdDin ishak ile
dostlukları devam etti. Bu arada SadrüdDin Muhammed Konevi'nin eğitimi ile de
yakından ilgilendi.
Malatya'da kendisine
muhalif guruplar harekete geçtiler. Ahmet Tebrizî adlı birisi kendisine
süikâstte bulundu, bu arada Malatya'nın zengin yöneticisi olan FahredDin Haşan
ile bozuşarak. Malatya'yı bir daha dönmemek üzere terk etti. (5)
Kirmani, seyyah bir sofi
olarak Anadolu, Azerbeycan, îran, Irak, Suriye, Mısır ve Hicaz'ın bir çok şehir
ve kasabasını dolaşmıştı. 1. GıyasedDin Keyhüsrev ilk oğullan ve 1. îzzetDin
Keykâvus gibi sultanlar ve devlet adamlanndan büyük şevgi ve itibar görmüştür.
Gittiği her yerde coşkun
vaaz ve şiirleriyle nüfuzunu artırmış; türkçe sohbet ettiği için Anadolu'da
Türkmenler arasında büyük bir itibar kazanmıştır. (6)
(5)
M. Bayram, Şeyh EvhadüdDin s. 30-31
Şeyh EvhadüdDin,
Anadolu Selçukluların kadınlar organizasyonu olan Bacılar teşkilatının
kurucusu olan kızı ve Ahi Evren'in hanımı Fatma Bacı ve kardeşi Amine Ha tun'un
tahsilleri ve tasavvufi yönden irşadlarıyla yakından ilgilenmiştir. Amine
Hatun, çok alim, fazıl ve zahide bir kadındır. Ahlat vezirinin oğlu olan
kocasından ayrıldıktan sonra, 1. Alâeddîn Keykubad'ın komutanlarından Emir
MübarizüdDin Çavlı'nm babası Şeyh EvhadüdDin için Şam'da yaptırdığı
zaviyesinde irşad faaliyetini sürdürmüştür. Burada on sekiz hanikâhm
şeyhliğini üzerine alarak, tarikat dersleri verilmiştir. (8)
Anadoluda ki
fütüvvet liderliği görevini Konya'da bulunan talebesi, SadrüdDin Muhammed
Konevi'nin sınıf arkadaşı, yakın dostu, oğlu Saadettin Çelebi'nin hocası olan
Şeyh ZeynüdDin Sadaka'ya bıraktıktan sonra Bağdat'a gitti. Burada (635/1238)
yılında Hakk'a yürüdü. (9)
(8)
M. Bayram, Bacıyan-ı Rum s, 54
(9)
Hidâyet Kuli Han, Riyaz'ül Arifin, Tahran
1344, s,47-48; Kazvini
Zekeriyya
Muhammed, Âsar'ul Bilâd, Beyrut 1956, s, 248
Şeyh
EvhadüdDin Kirmanî manakıbmda Malatya ve Konya'da uzun seneler kadılık yapmış
olan Kadı SıracüdDin el-Urmevi'nin Şeyh EvhadüdDin Kirmani'nin bağlılarından
olduğu bildirilmektedir.
Kadı
SıracüdDin Malatya'da kadı iken tıp, felsefe, hey'et (astronomi), matematik ve
geometri gibi ilim dallarında üstün bir şöhrete sahip olan CemalüdDin Vasıtî,
önceleri Şeyh EvhadüdDin'e şiddetli muhalif idi. Kadı SıracüdDin, CemalüdDin
Vasıtî'yi Şeyh EvhadüdDin ile görüştürdükten sonra onun hakkmdaki kanaati
değişerek kendisine bağlanmıştı. (1)
^Şeyh
EvhadüdDin Kirmanî (630/1232) yılında hac emiri olarak hac mevsiminde hacca
gittiği zaman yanında CemalüdDin Vasıtî ve Şeyh SadrüdDin Muhammed Konevi'de
bulunuyordu. Konevi, bu hac yolculuğu esnasında CemalüdDin el- Vasitî’den bazı
hadise dair eserler okuduğunu defterlerinden birine yazmıştır. (2)')
(2) SadrüdDin
Konevi, Mükâtebat Konya Yusuf Ağa Ktp. nr, 7580,yp, 345a; Mikâil Bayram,
Selçuklular Zamanında Tokat ve Malatya Yöresinin Fikir ve Kültürel Yapısı ve
Siyasi Boyutları, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı; 72 s. 91
SadrüdDin
Muhammed Konevi’nin Nefehat-ı nahiyesinde kayıtlı bulunan hocalarından
biriside kadılar kadısı, Şam kadısı, Şamlı MuhyidDin Dımaşkî’dir.Konevi, bu
üstadından arap edebiyatına ait ilimler okumuştur.Nefahat-i İlâhiyyesinde
kendisinden şöyle bahsetmektedir;" Efendimiz, imam, alim, ilmiyle amil,
faziletli büyük bir bilgin, tevazu sahibi, faziletli, dostların reisi,
müminlere faydalı ilimler hazırlayan, müslümanlann kadıların kadısı, sohbetiyle
din ve milleti ihyâ eden." (3)
MuhyidDin
Dimaşki, Şeyh-i Kebir MuhyidDin îbn'ül Arabi'yi her zaman destekleyen, onu bir
çok sıkıntıdan kurtaran gönül dostlarındandır. İbn'ül Arabi gibi kendisi- ninde
Şeyh SadrüdDin Muhammed Konevi’nin yetişmesinde emeği ve hizmetleri geçmiştir.
(4)
(3) SadrüdDin
Muhammed Konevi, Nefehat-ı îlâhiyye Konya Mevlâna Müzesi İhtisas Ktp. nr, 1633
yp. 98 a
(4) A.
Ateş, Ibnül Arabî s. 540
ŞEYH
SADRÜDDİN MUHAMMED KONEVİ’NİN HAYATİ:
a.)
SadrüdDin Muhammed Konevi’nin Doğumu:
Şeyh
SadrüdDin Muhammed Konevi hazretleri, Malatya'da (h. 605/1208) yılında doğdu.
(1) Babası, Şeyh MecdüdDin îshak, Anadolu Selçuklularının ve şehzadelerinin
hocası, kendisine büyük değer verdikleri âlim ve fazıl, fütüvvet şeyhi, sultan
ve şehzadelerin danışmanı ve diplomatıdır. Konya Yusuf Ağa kütüphanesinde
bulunan babasından kendisine intikal eden el yazması kitaplarda kendisinin
künyesi, hocaları, hadis okuttuğu talebeleri ve çevresi hakkında önemli
bilgiler bulunmaktadır.* Bu eserler arasında bulunan Abd-ül Halik Muhammed el-
Endülüsî'ye ait olan "Ahkâm'ül Kübra " adlı kitabın sema kayıtlarında
SadrüdDin Muhammed Konevi’nin künyesi " SadrüdDin Ebül-Mealî Muhammed bin
el- İmam eş - Şeyhül İslâm İshak bin Muhammed bin Yusuf bin Ali" olarak
geçmektedir. (2)
Türk
Fütüvvet (Yiğitlik) teşkilatı diyebileceğimiz Ahilik, dini ve siyasi bakımdan
Abbasi Halifesi en-Nasır lidinillah (1180-1225) m kurduğu fütüvvet teşkilatına
bağlı olarak kurulmuştur. Türk kültür ve zevkinin, ortaçağ îslâm Fütüvveti,
töre ve gelenekleriyle beslenmesi ile Anadolu Selçukluları devrinde Anadolu'da
ki sosyo-kültürel, sinai ve ticari şartların etkisiyle kurulmuş ve gelişmiştir.
Otuz dördüncü Abbasi halifesi en-Nasır lidinillah, İslâm dünyasındaki dağınık
dini ve siyasi birlikler halinde bulu-
(1)
KerümüdDin Mahmud Aksarayi, a. g. e. s. 109
nan fütüvvet
hareketini, yeniden organize ederek, İslâm dünyasına şamil bir teşkilat kurdu.
Kendi zamanındaki müslüman devlet adamlarına da mektuplar ve elçiler göndererek
kurduğu fütüvvet teşkilatına katılmalarını istedi. (601/1204)yılmda ikinci defa
Anadolu Selçuklu tahtına geçen 1. GıyasedDin Keyhüsrev, hocası MalatyalI Şeyh
MecdüdDin îshak’ı, bu halifeye göndererek onunla kültürel ilişkilere
girişmiştir.
b.
) SadrüdDin Muhammed Konevi’nin Malatya’da
ki Eğitimi ve Hocaları:
Daha önce babası
MecdüdDin îshak ile birlikte Anadolu ve Konya'ya gelen, daha sonrada Malatya'da
bulunan MuhyidDin ibn'ül Arabî, Şeyh EvhadüdDin Kirmani, CemalüdDin Vasıti,
Ebul Hasen Ke- malüdDin Ali el-İskenderani, gibi hocalarından hafızlığını
tamamladı. Hadis ve fıkıh okudu. (3)
c.
) SadrüdDn Muhammed Konevi'nin Malatya'da
ki Eğitimi Döneminde Sınıf Arkadaşları:
SadrüdDin Muhammed,
Malatya'da iken babası ve hocası olan Şeyh MecdüdDin îshak aynı zamanda
şehzade olan 1. ÎzzedDin Keykavus'un eğitim ve öğretimi ile ilgilenirken bu halkada
kendi oğlu SadrüdDin Muhammed, ZeynüdDin Sadaka ve îmadüdDin Malati ile de
yakından ilgilenmişti. Yani bu adı geçen kimseler, Malatya'da eğitim ve
öğretim gören sınıf arkadaşları idiler.
SadrüdDin Muhammed
Konevi'nin babası MecdüdDin îshak (H.618/1221) de Malatya'da ölünce dul kalan
anası, hocası MuhyidDin îbn'ül Arabî ile evlendi. (4)
(4)
Cami, Nefehat'ül Üns s,632
d.
) SadrüdDin Muhammed Konevi'nin Şam'a
Göçüşü :
MecdüdDin
îşhak'ın ölümüyle çok sevdiği arkadaşı ve dostunu kaybeden MuhyidDin İbn'ül
Arabî (627/1227) yılında aradığı fikri muhiti bulamadığı için ailesi ve
talebesi , üvey oğlu SadrüdDin Muhammedi alarak Şam'a göçtü. Burada Konevi hem
İbn'ül Arabî hem de Şeyh EvhadüdDin'in hizmetinde bulundu. (5)
d.)
SadrüdDin Muhammed Konevi’nin Şam'da Eğitimi ve Hocaları:
SadrüdDin
Muhammed Konevi, Şam'da Camii Ümeyye yakınında bir medrese ve hanikâhda üstadı
MuhyidDin Arabî, Şeyh EvhadüdDin Kirmani, İbni Farıdın talebelerinden İbni
Seb'in, Şam Kadısı İbni Seb'in, MuhyidDin Dimaşkî, Şeyh ÎzzedDin, Muhammed bin
İbrahim es-Silefi el-İsfehani gibi hocalardan arap edebiyatı, tasavvuf
felsefesi ve tefsir dersleri okudu. (6)
f.
) SadrüdDin Muhammed Konevi'nin Seyahat
leri:
Konevi,
îbn'ül Arabî ve Şeyh EvhadüdDin Kirmani'yi kastederek " Ben iki anadan süt
emdim " dediği diğer hocası Şeyh EvhadüdDin kirmani ile birlikte
(627/1230) yılında aynr devenin sırtında aylarca sohbet ederek Hac4ca gitti.
Hocasına onaltı sene hizmet etti. Onunla birlikte Anadolu, Suriye ve Mısır'da
bulundu.Kirmanî'den hocası îbn'ül Arabî İle aralarındaki kırgınlığı gidermesini
rica etti. O'da hocasıyla İkisini uzlaştırdı. Bundan sonra MuhyidDin îbn'ül
Arabî , Şeyh EvhadüdDin Kirmanî’ye SadrüdDin Konevi'yi emanet ederek eğitim ve
öğretimiyle ilgilenmesini
(5)
Mikail Bayram Şeyh EvhadüdDin Hamid
el-Kirmanî ve Evhadiye
Tarikatı, s,
41-42
(6)
İbn'ül Arabî, Risaleler, Konya Yusuf Ağa
Ktp. nr. 7847 yp.345a; 7852 yp.345 a
rica etti.
(7) SadrüdDin Muhammed (630/1233) yılında MuhyidDin Arabi'nin izniyle Şeyh
EvhadüdDiin ile birlikte Mısır'a giderek, onunla birlikte bulundu.
Mısır dönüşü Şam'a
döndükleri zaman SadrüdDin Muhammed Konevi Şam'da kaldı. Kirmanî Bağdat'a
geçti. Burada 635/1238 de Hak'ka yürüdü. (8)
Konevi
Şam'da bulunduğu yıllarda Ümeyye Camii yakınlarında bir ders halkası teşkil
ederek talebesine ders vermiş, buraya babasından kalan bütün malını ve
mücevherlerini yanında getirerek fakirlere dağıtmıştır. (9)
g.
) SadrüdDin Muhammed Konevi’nin Haleb'e
Dönüşü ile Konya'ya Yerleşmesi:
Ahkâm'ül Kübra adlı
eserin sema kayıtlarında (640/ 1242) yıllarında Halepte kendilerine hadis
okuttukları talebeleri arasında Lü'lü bin Abdillah, Gülbek bin Abdillah, Özbek
bin Abdillah adlı kimseler bulunmaktadır. Bu talebeler, o devirde muhtedilere
verilen "İbni Abdillah: Allahın kulu'nun oğlu" tabirinden
anlaşıldığına göre hristiyanlıktan dönenlerdendir. Kullandıkları türkçe
adlardan da BizanslIların zorla hristiyanlaştırdıkları Karamanlı Türklerinden
oldukları anlaşılmaktadır. (10)
Bu
tarihten sonra Konya'ya gelip yerleşmiştir. SadrüdDin Muhammed Konevi’nin
eserlerindeki kayıtlara göre, (9 Şaban 640/ 1 Şubat 1243) yılında Haleptedir.
Aralarında Yusuf el-Urmevi gibi dostlarının bulunduğu her mecliste hadis
okutmaktadır.(ll) Bu yıllarda Anado Selçuklu devleti'nin Kösedağ
savaşında yenilmesiyle bir-
(7)
Menkıb-ı Şeyh-i EvhadüdDin Kirmanî İst
Nafiz Paşa Ktp.l 189 yp.84b, 85b, 86a, 8 87 b;Mikail Bayram, Şeyh EvhadüdDin
Hamid Kirmani ve Evhadiye Tarikatı s, 106-107
(8)
M. Bayram Şeyh EvhadüdDin s, 42-47
(9)
Nihat Keldik, MuhyidDin Arabî, Hayatı ve
Çevresi İst 1966 s,164
(11)
Nihat Keklik, SadrüdDin Konevi’nin
Felsefesinde Allah, Kâinat ve İnsan İst 1967 sAV
likte Halep Türkmenleri, Moğollara karşı
direnme hareketine geçerek, isyanları başlattıkları bir dönemdir. (12)
h.
) SadrüdDin Muhammed Konevi Konya'da:
1. Alâaddîn Keykubâd
(1220-1237) döneminde Ahiler teşkilatı ve lideri olan Ahi Evren Konya'da
bulunarak çok müreffeh ve itibarlı bir hayat sürmüştür. Ahilerin ve
Türkmenlerin en büyük hamisi olan 1. AlâedDin Keyku- bad'ın oğlu 11. GıyasedDin
Keyhüsrev tarafından zehirletilerek öldürüldü. Bu yolla iktidara gelen 11.
GıyasedDin, Ahiler ve Türkmenler'den tasvip görmedi. Bu yüzden Ahi Evren,
Sadeddin Köpek olayı bahane edilerek beş yıl tutuklandı. Bu olaylarda Türkmen
Şeyhi Baba İlyas Horasanî de hapsedildi.(13) (643/1246) yılında 11.
GıyasedDin'in ölümünden sonra yerine büyük oğlu 11. îzzetdin Keykâvus geçti,
o'nun devrinde tutuklanan Ahi ve Babailer serbest bırakıldı.(14) Bu arada
hapisten çıkan Ahi Evren, Denizli'ye giderek orada bahçıvanlığa başladı. Bu
arada Sultan 11. İzzedDin Keykâvus, Ahi Evreni Konya'ya getirmek üzere
SadrüdDin Muhammed Konevi'yi Denizli'ye gönderdi. O da Ahi Evreni Konya’ya
getirdi.(15) Brf tarihten İtri baren SadrüdDin Muhammed Konevi, Konya’da bulunmaktadır
ve Konya'nın âlim, fazıl, edip ve itibarlı zenginlerinden olan Hace-i Cihan'm
oğlu Ali Han'ın tabiplerin şifa sunamadığı hastalığına, yazdığı muska ile
hayata kavuşturduğu için Çeşme Kapı yakınlarındaki konağında müderrisliğe
başladı.(16) Bu hanikâhda alim, fazıl ve seçkin insanlara Camiul-Usul ve
Ahkâmul Kübra adlı hadis kitapları ile tefsir ve tasavvuf felsefesine ait
eserler okuttu.
(12)
SadrüdDin Muhammed Konevi Nefahat-ı
îlahiyye, Yusuf Ağa Ktp. nr.5468 yp. 68 b, 36b, 84a
(13)
M .Bayram, Ahi Evren ve Ahi Teşkilatının
Kuruluşu Konya 1991 s.83
(14)
M. Bayram Bacıyan-ı Rum s,21
(15)
Uzun Fudevsi, Menakıbı Hacı Bektaş-ı Velî,
H. A. Gölpınarlı İst 1958 s, 51-52
(16)
M. Emin Dede, Menakıbı ŞeyhSadıüdDin, İst
Ü. Türkçe yazmalar Bİ. nr. 411, yp.7 a- 8b
Hace-i Cihan
hanikâh'ın medrese olarak kullandı. Sağlığında oturduğu konak, ölümünden sonra
camii, ha- nikâh, imaret, mektep ve türbenin meydana getirdiği SadrüdDin Konevi
mamuresini salih dostları ve talebeleri meydana getirdi.
SadrüdDin
Muhammed Konevi, XIII. asır Konya'sında temayüz eden büyük bir tasavvuf
erbabıdır. Kendi asrında yaşıyan, dünyada ve İslâm aleminde iz bırakan iki
büyük üstadın terbiyesinde yetişmişti. Devrinde müslim ve gayri müslim
zümrelerden büyük’itibar görmüş, sevilmiş, çok önemli bir konuma sahip olmuştur.
Zamanında Konya'nın en büyük şeyhi ve bilgini SadrüdDin Muhammed Konevi idi.
MuhyidDin îbn'ül Arabi'ye izafe edilen Ekberiye tarikatını Konya'da ve
Anadolu'da temsil ettiği için "Şeyh-i Kebir: büyük şeyh" diye
anılırdı. Konağında hadis okuttukları devlet adamları arasında 1262-1277
arasında bir devre damgasını vuran Pervane MuinudDîn Süleyman, MuinidDîn'in
damadı ErzincanlI alim, Atabek MecdüdDin, Müstevfi (maliye nazın) CelaledDin
Mahmud Hatıroğlu ŞerefüdDin Mahmud'un oğlu Emir NizamüdDin Evhad,
Germiyanoğullan devletini kuran Yakup Bey'in babası Yakup oğlu SeyfüdDin Ali
Şir Bey, bilginlerden ŞerefüdDin Muhammed gibi bir çok bilgin, vezirler, beyler
SadrüdDin Muhammed Konevi'nin derslerine devam ederdi. (17)
Konya'da bulunduğu dönemler, Anadolu'ya vahşet ve zulümle
hucum eden moğol istilası dönemidir. Anadolu Selçuklu sultanlannın moğol
hanlarının kuklası haline geldiği, devlet erkânının onlardan emirler alarak
halkı ağır vergiler altında dünyadan bezdiren bir ümitsizlik yıllarıdır.
Dünyada refah ve huzur bulamayan, aradığı huzuru ve mutluluğu ahirette
bulma aşkı ve şevkiyle sultanların, devlet
(17)
F. Nafiz Uzluk, Mektubat-ı Mevlânâ Ank.
1937 Önsöz XII - XIX
SadrüdDin
Konevi, Nefehat- îlahiyye Konya Yusuf Ağa Ktp. nr.
5468 yp. 68
b, 36 b, 84 a
adamlarının, zenginlerin, halk
tabakasının hânikâh ve tekkelerde büyük tasavvuf şeyhlerinden yardım beklediği
zamanlardı.
SadrüdDin Muhammed
Konevi, H.656/1258 yıllarında Bağdat'ın moğollar tarafından işgalinden sonra
hadis ilmiyle daha fazla ilgilenmiş ve Şerhu Hadisi Erbain adlı eserini yazmaya
başlamıştır. Bağdat’ın moğollar tarafından işgali karşısında duyduğu büyük
üzüntüyü, Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)in ümmetine yani İslâm
alemine yapılan zulüm,.hareket ve işkenceleri şöyle dile getirmektedir:
"Bağdat'ın
(moğollar tarafından) alındığını gecenin sabahında Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)in kefene sarıldığını ve bir çok insanın (taşımak üzere) O'nun
naşına (doğru) koştuklarını gördüm. Hz.Peygamberimizin başı açıkta idi, neredeyse
yere değiyordu. Halka:
-Ne yapıyorsunuz? dedim.
Onlar da:
-Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) ölmüştür. Biz, onu taşımak ve defnetmek istiyoruz., dediler.
Kalbime doğdu ki, Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ölmemiştir.
Onlara:
Hz.Peygamberimizin
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) yüzünü bir ölünün yüzü gibi görmüyorum. (Onun
ölmemiş olduğunu sanıyorum), Sabredin de mesele anlaşılsın., deyip, Onun ağzına
ve burnuna (yüzüne) yaklaştım. Kendisinin zayıf, zayıf nefes aldığını gördüm.
Halka yüksek sesle bağırdım. Kendilerini karar verdikleri şeyden alıkoydum.
Sonra heyecanla uyandım. Ve farkettim ki bu, Islâm aleminde meydana gelen
büyük bir hadisenin sembolüdür. Moğolların Bağdat'a kastettikleri haberi
gelince Bağdat'ın (onlar tarafından) alındığından şüphelendim. Ve (bu rüyanın)
tarihin kaydettim. sonra da vak'a da bulunan bir çok kimseden (aynı tarihte)
Şağdat'ın düştüğünü öğrendim. "(18)
(18)
SadrüdDin Muhammed Konevi, Şerhü Hadisi
Erbain, İst. Şehit Ali Paşa Ktp. nr. 1369 yp. 51a dan Nihat Keldik, SadrüdDin
Konevi'nin Felsefesinde Allah, Kâinat ve İnsan ş, 157-158
H.651/1253
yılnda Konya'da yazdığı "Risale fi Hakkil Mehdi" adlı eserinde
Mehdinin Şam köylerinden eskiden Habil, bu yıllarda "Ebus - Sûk"
adını taşıyan köyden zuhur edeceğini, elinde sancak tutacağını, İslâm'da ki
çeşitli mezhepleri ortadan kaldırıp, İslâm birliğini kuracağını, fıkıhçılar
arasındaki ihtilafa son vereceğim, tıpkı Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) gibi fetvalar vereceğini, bu zatın, Hz. Fatma evlâdından ve Hz.
Hüseyinin neslinden beyaz yüzlü bir kimse olduğunu söylemektedir.
Ayrıca
Müslümanların Frenklere galip geleceklerini, "Altın
KiliserAyasofya'yı" ele geçireceklerini ve böylece İstanbul'un fethini
müjdelemektedir. (19)
SadrüdDin
Konevi, 11. ÎzzedDin Keykavusla münasebetleri çok ileri ve samimi bir
derecededir.. Kendisi Malatya'da SadrüdDin Muhammed Konevi'nin babası Şeyh
MecdüdDin İshakhn ders halkasında Konevi ile aynı sınıfta okumuşlardır.
618/1221 den önceki yıllara dayanan yakın bir dostluk ve arkadaşlık, onun tahta
çıkışıyla birlikte (1246/1261) yılları arasında da devam etmiştir. Sultan,
kendisine çok güvenip onu diplomat ve elçilik görevleriyle taltif etmiştir. Bu
dönemi, vezir ve saltanat naibi CelâleDin Karatay, kendisine büyük değer
vermiş ve huzur ortamını sağlamıştır. 1254 yıllarında 11. ÎzzedDin İle kardeşi
IV. RüknedDin KılınçArslan, saltanat mücadelesi içinde savaş hazırlıkları içine
girmişlerdi. 11. ÎzzedDin Keykâvus, bu savaşı önlemek, ülkede sulh ve sukûnun
hakim olması için kardeşi IV. RüknedDin Kılmç Arslan'a hocası Şeyh MecdüdDin
îşhak'ın oğlu SadrüdDin Muhammed Konevi ile Şeyh HüsamedDin'in kardeşini elçi
olarak gönderdi. Sivas, Malatya, Harput ve Amid (Diyarbakır ) vilayetlerinin
kendisinde kalarak mücadeleye son verilmesini teklif etti. Fakat Kayseri Kadısı
Celâleddin Habibî karşı elçi olarak ortaya koyarak, Kayseri ile Kırşehirinde
Kılmç Arsla'nm idaresine bırakılmasını istediler. Böylece karşılıklı elçilerin
gidip gelmesi de fayda vermedi. Sonunda iki kardeş, Ahmed Hisar'da çarpışmaya
başladılar. (21)
11. ÎzzedDin
Keykâvus'un veziri Kadı ÎzzedDin Muhammed ile yakın bir dostluk ve sevgileri
vardı. Sadrüddin Muhammed'in Malatya'daki çocukluk yıllarında Kadı ÎzzedDin, 1.
AlâedDin Keykubad döneminde Malatya kadısı ve babası Şeyh MecdüdDin îshak'm
arkadaşı idi. 14 Ekim 1256 da Sultanı Kervansarayı savaşında Moğollara karşı
giriştiği cihadda, kendisi gibi faziletli on dört büyük devlet adamıyla şehit
oldu.
11. ÎzzedDin
Keykâvus (652/1254) de tek başına iktidarı ele geçirince moğollara ve moğollar
tarafından destek gören kardeşleriyle mücadeleye başladı. Bu iki kardeş mücadelesinde
Ahiler, 11. ÎzzedDin Keykâvus'u, moğollarda IV. RüknedDin Kılmç Aslanı
destekliyordu. 11. ÎzzedDin Keykâvus'un veziri olan Kadı ÎzzedDin Muhammed,
Moğolları Anadolu'dan söküp atmaya kararlıydı. Bu maksatla onlara karşı bir
cihad hazırlığı içindeydi. Bu savaş hazırlığı için (653/1255) de Kırşehir'e
gitmişti. Bu seya- hatmda yapacağı savaşta Ahilerin gücünden faydalanmak
istediği anlaşılmaktadır. Ahi Evran Şeyh NasuridDin Mah- mud, 25 Şevval 653/ 27
Kasım 1255 te dostu SadrudDin Konevi'ye yazdığı bir mektupta Kırşehir'i,
SadrudDin Konevi'nin talebesi olan Müderris NecmüdDin, Kırşehirli MecdüdDin,
Mahmud Bey, Atabek FahrüdDin Arslan doğmuş, Hazret-i Vezir Kadı ÎzzedDin ve
Emir BedredDin Yalmanî ile bir toplantı yaptıklırım yazmaktadır. Bu durum Ahi
Evren ile dostu Şeyh SadrüdDin Muhammed Konevi'nin vezir Kadı
ÎzzedDin Muhammed'in moğollara karşı
(20)
Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye
s, 475
başlattığı
cihadı desteklediğini göstermektedir. Aynı yıl SadrüdDin'in Kırşehir'e gittiği
görülmektedir. (22)
1256
Sultanhanı savaşından sonra Ahiler, Moğollardan darbe yediler, 1260 yılında
Moğolların desteği İle IV. RüknedDin Kıhnç Arslan Anadolu tahtına geçti. Bundan
böyle de Ahiler ve Ahi Evren'e rahat vermedi.(23) Ahiler Kırşehir'de Moğol
Emiri Caca oğlu NuredDin'e karşı ayaklandılar. Bu isyanda (27 Rabiulevvel
659/1 Nisan 1261) de Ahi Evren ve taraftarları öldürüldü. (24)
Ahi Evren'in
öldürülmesinden sonra Konya'da bulunan Ahi Evren'in talebelerinin
tasarrufundaki hanikâh ve medreseler alındı. Bu arada Şeyh EvhadüdDin'in
Anadolu'daki vekili ZeynüdDin Sadaka'nm Sadırlar mahallesindeki ha- nikâhı
fütüvvet teşkilatının baş merkezi idi. (660/1262) yılında Moğollar, ahi ve
fütüvvet teşkilatına karşı saldırdılır. Bir çok ahi yanlısı devlet adamı ile birlikte
Şeyh ZeynüdDin Sadaka ve ona bağlı talebelerini öldürdüler. Bu arada kendisinin
yakın talebeleri arasında SadrüdDin Muhammed Konevi'nin biricik oğlu Saaded-
Din'in de bulunması kuvvetle muhtemeldir (25)
SadrüdDin
Muhammed Konevi, memleketin moğol zülmü altında inlemesinden çok üzgündür. Bu
yüzden ülkenin refahtan uzak, yabancı bir din mensubu putperest moğollar
idaresindeki haline karşı, hanikâhında ömrünün son yıllarında bütün teksifini
hadis ilmine hasretmiştir. O'nun hanikâhma başta Pervane MüinidDîn Süleyman olmak
üzere, nazırlar, vezirler ve beyler, kendisinde aradıkları saadet ışığını
bulmak üzere koşmuştur. Buna rağmen o; bu sosyal kriz dönemini vasiyetinde
şöyle dile
(22)
Mikâil Bayram, SadrüdDin Konevi ile
Nasıruddin Tusî'nin
Mektuplaştıkları
İddiası üzerine, İst. Ü. Tarih Dergisi İst. 1979, XXX1V18-2O
(23)
M. Bayram, Ahi Evren ve Ahi Teşkilatının
Kuruluşu S. 88 vd.
(25)
M. Bayram, Bacıyân-ı Rum S, 43
getirmiştir:
"Bekâr
olanlarınız Şam'a hicret etmeye çalışsın . Çünki; yakında buralarda da bir
takım fiteneler zuhur edecek, çoğunuzun rahatı kaçacak ve. size söylediğimi
hatırlayacaksınız. Ben, sizi Allah (celle celalühü) a havale ediyor, ona
bırakıyorum."
Bu
sözleriyle üstad 1243 yılından itibaren Anadolu'yu yüzsekiz yıl kasıp kavuran,
Anadolu Selçuklu devletini önce kukla haline getiren., sonrada tarih
sahnesinden silinmesini sağlayan bu hareketin beylikler döneminde de devam
edeceğini sonunda bir filiz halinde beylikten üç kıtaya yayılan bir cihan
devleti olan Osmanlı Devletinin kuruluş vb yükselmesinin müjdesini vermektedir.
IV. Rükneddin Kılınç Arslan 664/1265 yıllarında ölüdürülüp yerine oğlu 111.
GıyasedDin tahta geçtiği dönemlerde SadrüdDin Muhammed el-Konevi, memleketin
kâmil ve alim bir zatı olarak şeyhül İslâmlık makamında bulunuyordu. Bütün
ilimlerde ve bilhassa hadis ilminde doğu ve batıda parmakla gösterilirdi.
Babası Şeyh MecdüdDin tshak meşhur Endülüslü Tai oymağından keşif ve keramet
sahibi Şeyh MuhyidDin-i Muhammed Arabî'nin dostlarından olduğu için çocukluk
çağlarında bu değerli alimin terbiyesi altında yetişmiştir. Bu sebeple ondan
hakiykat bilgisinin bütün inceliklerini kavramıştı. Ondan başka ilmin bu
yüksek mertebesine erişmiş bir kimse daha gelmemiştir.
Yine o
devirde büyük tarikat şeyhlerinden Fergana'lı Sa- dadDin, Iraklı FahrüdDin,
Hamid ve başka kâmil ve feyizli erenlerin bulunduğu muhitte bu uluların hepsi
Şeyh-ül îslâm SadrüdDin'in etrafında toplanmışlardı. (26)
(27) Aksarayi a. g. e.
s, 109 vd.
i.)
SadrüdDin Muhammed Konevi’nin Vefatı:
Şeyh
SadrüdDinMuhammed Konevi, Anadolu Selçuklu ülkesinin şeyh-ül İslâmî,- bütün
zaman şeyhlerinin, bilginlerinin en eskisi, devrinin ikinci İmam-ı Azami
sayılırdı. Hadis ilminde, manevi bilgilerde eşsizdi. Kendisine Sultanlar di-
van'mda " Arap ve Acem diyarının halifesi" diye hitap ederlerdi.
Kendisi 605/1207 yılında Malatya'da doğmuş 16 Muharrem 673/22 Temmuz 1274
yılında Konya’da Hak'ka yürümüştür. (27) Şeyh ve alimlerin varlığından ışık
alan gözleri ölümünden sonra büsbütün kararmış, günün neş esi bozulan çehresi
sararmıştır.Daima ders meclisini dolduran faziletli insanların, şeyhlerin,
alimlerin feyizli dernekleri kendisinden sonra darmadağın olmuştur.
Kendisine
büyük şairlerden birisi yazdığı mersiyede şöyle ağlıyordu:
"-Dünya
halifesi, dünya ehlinin ziyneti SadrüdDin ile o'nun manalar denizi ve
İncelikler hâzinesi olan varlığı geçti. Bu islâmlar şeyhinin göçmesinden sonra
artık müslümanlar arasında kemâl ve nur'da kalmadı, Bundan böyle çetin
meselelerin düğümünü çözecek, bundan geri hakikatları aydınlatacak kim var? artık
zamanın yol göstericileri, önlerindeki kuyuları ancak şakîkalar üstünde
parlayan ateşinin ışığı ile görebileceklerdir.
Ey asrımızın
şeyhi, en karanlık ve dar günlerimizde doğru yolu gösteren büyük mürşit; Allah
(celle celalühü) m selamı senin üzerine olsun. Allah (celle celalühü) seni
mezarında mağfiret ve rahmetinin kevseri ile sulasın." (28)
nr.146 yp. 1
b
(28)
Aksarayi a,g. e. S, 110 vd.
b.) ,
SadrüdDin Muhammed Konevi Hazretlerinin Vasiyeti :
Rahman ve
rahim olan Allah (celle celalühü) m adıyla. Allahü Tealâ'nm rahmet, hoşnutluk
özel af, lutuf ve mağfiretine muhtaç olan ve bu vasiyeti yazan kulu Ali oğlu
Yusuf oğlu Muhammed oğlu İshak oğlu Muhammed, yanında bulunsun bulunması, bu
vasiyete vakıf olan müminleri kendisine şahit tutarak tasdik ve itiraf ederki;
şüphesiz Allah(celle celalühü) tealâ birdir. Zatında, sıfat ve fiillerinde
tektir. Herkes O'na muhtaçtır.. O, kimseye muhtaç değildir. Doğurmamış ve
doğmamıştır. Hiç kimse O'na denk değildir.
Yine Allah
(celle celalühü) tealâ'nın kendi lutuf ve iyiliğinden seçip temizlediği,
saflığa erdirdiği, bazıların peygamberimiz Hz.Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) de olduğu gibi "Allah, O'na, ailesine, kendisine tabi olanlara
salât ve selâm olsun." Umumî olarak bütün yaratıklarına, diğer
peygamberlerinde olduğu gibi bazılarında hususî olarak bazı kabile ve topluluklara
göderdiği doğru ve gerçektir.
Ben, yine
yakînen inanıyorum ki cennet ve cehennem hak'tır. Amellerin derlenip
toparlanacağı ve Allah katına kabul edilecekleri ve ilahi terazi ile
tartılacakları, yani" mizan" Haktır.
Bütün
peygamberler, vazifeleri gereği Allah tealâ'dan ne getirmiş ve ümmetlerine
haber vermişlerse , bunların hepsi doğrudur. Ve onlar, bunların hepsini doğru
olarak naklet- mişlerdir. Kendi şeriatları yani tebliğ ettikleri dinleri nesh
edilmeden sonra gelen bir din ile hükümleri kaldırılmadan önce o dinin
hükümleri ile hükmedip amel etmişlerdir. Hükmettikleri herşey de de doğru
hükmetmiş-lerdir. Yakînen haber verdikleri kıyamette haktır, Anlayış ve idrak
yönünden inanç esaslarının şeklinde değişiklik olsa da inanç esaslarının aslı
birdir ve haktır. Gerek hissî ve mane
vi olsun cennet ve cehennem haktır ve gerçektir, sırat haktır, Dünya ve ahireti
birbime bağlayan berzah yani kabir hayatıda haktır.
Peygamberimizden
bizi intikal eden, O’nun ahiret, cennet ve cehennem ile ilgili haller, Allah
(celle celalühü)'ın fiil ve sıfatlarına dair verdiği bütün tafsilat hak'tır.
Ben, bu düşünce ve inançla yaşadım ve bu inançla ölüyorum.
Dostlarım ve
bana mensup olan müridlerim, talebelerim, beni müslümanların umumî kabristanına
defnetsinler. Ölümümün ilk gecesinde Allah’ın beni, her türlü azabından ve
cezalandırmasından uzak tutarak beni bağışlaması ve Allah (celle celalühü)'ın
kabul etmesi niyetiyle yetmiş bin kelime-i tevhid (Lâilâheillallah) diyerek
tevhid hatmi yapsınlar. Yine ölümümde hazır bulunanlardan herbiri kendi kendine
aynı niyetle ağır başlılık ve kalb huzuru içinde yetmişbin" Laila-
heillallah" diyerek zikirde bulunsunlar.
Ayrıca beni
fıkıh kitaplarında ki gibi değilde hadis kitaplarında belirtildiği şekilde
yıkamalarını istiyorum. Kefen olarak beyaz bir izar sarsınlar ve Şeyh-i Ekber
(MuhyidDin Arabî)'nin elbiseleri ile kefenlesinler, kabrime Şeyh EvhadüdDin
Kirmaninin seccadesini yaysınlar. Cenazemi hiç bir cenaze okuyucusunun takip
etmemesini, kabrimin üstüne ne bir bina, türbe, ne de bir tavan yapılmasını vasiyet
ediyorum. Sadece kabrimi sağlam taşlar ile örüp yapsınlar. Fakat başka bir şey
yapmasınlar. Böylece, hem kabrimin örtülmesi kolay olur, hem de yıkılıp yeri
kaybolmaz.
(^Defnedildiğim
gün, kadın, erkek, fakir ve kimsesiz düşkünlere özellikle de kör ve kötürüm
olanlara bin dirhem dağıtılmasını bundan yüz dirhemin ŞehabüdDin Ebrari'ye ve
yüz dirhemininde Şeyh Muhammed En-Nahcuvanî'nin meclisine devam eden Kemâl'e
verilmesini ve bunların uygun gördükleri şekilde kendi dostlarına
dağıtılmasını va
siyet ediyorum. Ayrıca ZiyaüdDin Mahmud ve BedrüdDin Ömer'e selâmımın
ulaştırılmasını ve hatıra olarak kendilerine namaz kıldığım seccadelerimden
birer tanesi ile, birer elbisemin verilmesini vasiyet ediyorum?}
Felsefe ile ilgili
kitaplarım satılıp parası sadaka olarak dağıtılsın. Tıp, Fıkıh, Tefsir gibi
diğer ilimlerle ilgili kitaplarımı da Şam'a vakfediyorum. Onların hepsi orada
bulunan ve Allah (celle celalühü) için ilim tahsil edenlere verilsin. Kendi
yazdığım kitaplarımı da benden bir hatıra olarak Afifüd- Din'e ulaştırılsın. Ve
ehli olan kimselere onları okutması söylensin.
Kızım Sekine'ye de Allah
(celle celalühü) onu muvaffak kılsın. Namaza ve diğer farzlarla birlikte
istiğfar etmeye, Allah (celle celalühü) 'tan mağfiret dilemeye devam etmesini,
Allah (celle celalühü) a itaatta bulunmasını vasiyet ediyorum.
Dostlanma da ancak
yaşanılmak sureti ile bilinebilen zevki marifetlere, anlaşılması güç ve kapalı
olan bilgilere dalmamalarını ister benim, ister şeyhim'in Allah (celle
celalühü) ( Allah ondan razı olsun) sözleri olsun, onların sadece sarih ve
açık olanları ile yetinmelerini bunların dışında kalan açık ve sarih olanların
tevilini düşünmemelerini vasiyet ederim. Benden sonra bu yol kapatılmıştır.
Onlar hiç kimsenin kendi sözleri olarak söyleyip naklettikleri sözlere itibar
etmesin. Sadece onlardan kim İmam Muhammed Mehdiye yetişirse O'na benim
selamımı ulaştırsın. Ve başkasının değil, yalnızca O’nun haber verdiği şeyleri,
bilgileri alsın.
Şimdilik sadece ve
sadece benim ve şeyhimin yazdığı eserlerle onların içindeki sarih ve açık olan
bilgilerle yetinsin. Kitap, sünnet ve müslümanların icmaı ile sabit olan şeylere
sarılsın, zikre de devam etsin. Kenilerine yol gösterici olarak yazdığım
"Er-Risalet-üI Hâdiye velmür- şide" adlı risalemde olduğu gibi
Cenab-ı Hakk'ın huzurunda başka şeyleri kalbinden çıkarmakla meşgul olsun. Ve
Al
lah(celle celalühü) hakkında hüsnüzanda bulunsun. Gerek nazari ve gerek
lüzumsuz başka ilimlerle meşgul olmasın.aksine zikirle ve kur'an okumakla
meşgul olsun ve görevlen-dirildiği vird'lere devam etsin. Yukarıda işaret
edildiği üzere, açık ve sarih beyanları mütalaa etsin.
"Bekâr
olanlarınız Şam'a hicret etmeye çalışsın . Çünki; yakında buralarda da bir
takım fiteneler zuhur edecek, çoğunuzun rahatı kaçacak ve size söylediğimi
hatırlayacaksınız. Ben, sizi Allah (celle celalühü)'a havale ediyor, ona
bırakıyorum." Doğrusu Allah (celle celalühü) kullarının ne yaptığını
görür. Allah (celle celalühü) sakınan ve onun doğru olarak gösterdiği yola
giren kimselere yeter. Dostlarım, dualarında beni hatırlasın ve her türlü
haklarım bana helâl etsinler. Benim bıraktığım bilgilerde onlara helâl olsun.
Daha önce
benim üzerimde meşru bir hakkı olduğunu iddia eden kimse, kızım Sekine'ye
müracat etsin. O'da onun razı olacağı şekilde hakkı'nı ödesin.
Allah (celle
celalühü)dan kendim ve sizin için mağfiret diliyorum. Allah'ım seni her türlü
noksan sıfatlardan tenzih eder, sana hamd ederim, senden başka ilah yoktur,
sana tevbe eder; senden mağfiret dilerim. Beni bağışla ve bana merhamet et.
Şüphesiz sen çok bağışlayıcı ve merhamet edensin. (1)
(1)
SadrüdDin Muhammed el- Konevi Vasiyetname,
İst. Şehit Ali Paşâ Ktp. nr. 2810 ; ist. Selim Ağa Ktp. NurBanu Bl.nr.105yp.149
a-b; Osman Ergin, SadrüDin Konevi veEserleri, Şarkiyat Mecmuası, ist.1958, 11/
82- 83; Mustafa Uzunpostalcı, Şeyh SadrüdDin Konevi'nin Vasiyeti,S.Ü.l.
SadrüdDin Konevi Özel sayısı, s,39 vd.
SadrüdDin Muhammed
Konevi, inanç meselelerinde Ebu Hanife ve İmamı Matüridî'nin tesirleri
altındadır. Tasavvufta daha çok İmam-ı Gazzalİ ve îbn'ül Arabî'nin tesirinde
kalmıştır. Felsefi yönden de Ahi Evren'in bazı görüşlerinin tesiri altındadır.
Tasavvufi görüşlerinde Islâm'a bağlı kalmak istemiştir. Daima delillerini
kur'an-ı kerim, hadis-i şerifler ve eski sofilerin sözlerinden vermiştir.
Böylece tasavvufi bir görüşle İslâm'ın savunucusu olmuştur.
Konevi'nin felsefesi,
tasavvufi bir karakter taşır. Tasavvufa sofilerin zühd hayatı ile başlamış ise
de sonradan sistemci zihinlerde bir felsefi sistem haline getirmiştir. îlk defa
tasavvufu bir ahlâk, bir ahlâk yolu ve felsefesi anlayışıyla uzlaştırabilecek
bir dünya görüşü formel yönüyle içten yaşanmış halını ortaya koymaya
çalışmıştır. O'na göre sofilik: (tasavvuf mertebesi) "Allah'a yakın
olmaktır." Mizan-ül Amelde ahlâkı tasavvufa bir hazırlık olarak kabul
eder. Minhac, Maksad ve Kitab'ül Erbainde ise " Din'in en yüce kısmının
Allah (celle celalühü)'la bir olmak " olduğunu belirtir. " Allah'a
ancak arzulardan vazgeçilerek ulaşılır." görüşündedir. Dini işlerle dünya
işleri birbirinden ayrılmalıdır. Tasavvufi sezgiler, (mükâşefat) bizi kurtuluşa
götüren manevi vasıtaları verirler. (1)
Konevi'nin takip ettiği
metod da mükâşefe yoludur. Yani, gönül paklığı ile gerçekleri de
İlâhi sırları da öğrenme yoludur. _ (1) H. Ziya
Ülken, îslâm Felsefesi, Tesirleri
Tasavvufta
ittihatçıları, hulülcüleri, tasvip etmez. Ehli Sünnet görüşleri doğrultusunda
kalmıştır. Akıl ve düşünce yoluyla Allah (celle celalühü)'ı ispata gerek
görmemiştir. Akıl ancak dini meseleleri anlamaya yardımcı olur. O'nun
felsefesi, bir teosophire=Allah felsefesidir. O'da üstadı gibi vahdet-i vu-
cud'u öngörmekle birlikte ondan farklı olarak rasyonel vah- det-i vucud
anlayışını savunmayı uygun görmüştür. Allah (celle celalühü) m varlığına en
büyük delil olarak da kâmil olgun insanı göstermiştir. O’na göre akıl yüce
gerçekleri kavraya- maz. İlâhi gerçekler, ancak keşf yani derunî (içten) temiz
bir yaşayış sonunda kazanılan sezgi gücüyle kazanılır.
b.
) Teoloji (Allah Kavramı) Görüşü:
Konevi’nin
felsefesi'nin en önemli noktalarını Allah meselesi teşkil eder. O'na göre,
" Allah tasavvuru, önce sübjektif olarak yani insanların ruhî ve sosyal
kabiliyetlerine göre doğar, Sonra onun dayanağı objektif temel, yani ontolojik
Allah fikri araştırılır.
Allah'ın
hakikati ancak, kendisi tarafından bilinetîilir, akıl tarafından kavranamaz.
Bundan dolayı da özü ve mahiyeti insan aklınca bilinemez olarak kalır. Çünki,
özü ve varlığı sonsuzluk olan Allah'ı, sonu olan insan aklı bilemez, sadece
düşünebilir. însan'ın Allah bilgisi bakımından bu acizliğini anlatan, O'nunla
kendisi arasında vasıta olan Allah (celle celalühü) ın sıfatlarıdır.
Sırf
varlık ve birlik olan Allah, çokluk vasıtasıyla anlaşılamaz. Allah'ın varlığı
daima özü ile (zat) birlikte düşünülebilir. Fakat, bu mutlak özü ve mutlak
varlığı insan aklı kavrayamaz Allah'ın özü, varlığı mahiyeti ve hakikati
bilinemez. O, hiç bir şekilde kavranamaz. Allah hakkında delil ve ispatlama da
mümkün değildir.Ancak asıl gizli olan mahiyet ile insan aklı arasında vasıta
olan ve Allah'ın
anlaşılmasını
sağlayan bir varlık derecesi olarak Allah'ın isimleri ve sıfatlan bilinebilir.
(2) Konevi'ye göre Allah'ın hakikati, henüz gerçekleştirilmemiş olan şeylerin
fikirlerini teşkil eden köktür. Bütün şeylerin asıllan, tümel hakikat- lardır.
Onlar, Allah'ın isimleri ve sıfatlanyla gerekli bir hale gelen Allah'ın özü ve mahiyetinden
gelir. Aynı isimleri ile kendi hakikatleri aynı değildir. Ancak, asıl gizli
olan mahiyet ve insan aklı arasında vasıta olan ve Allah'ın anlaşılmasını
sağlayan bir varlık derecesi olarak Allah'ın isimleri ile kendi hakikatleri
aynı değildir. Allah'ın hakikati bilinmez, onu kendi ilminden başka hiç
kimsenin bilgisi kuşatamaz. Bu bilinmeyin ilahi hakikat ancak, dolayısıyla
anlaşılabilir.
Konevi'ye
göre öz ve mahiyet varlıktan önce gelir. Başka bir ifadeyle her şey varlığa
gelmeden önce onun özü ve mahiyeti tasavvur halindedir. Allah'da öz ile varlık
aynıdır. Mahiyet varlığın temelini teşkil etmesine rağmen Konevi, Allah'ın
mahiyeti ile şeylerin mahiyetini ayırmaktadır. Çünki, Allah'ta mahiyet - varlık
- öz ve hakikat var olduğunu ortaya koyarken diğer yandan mahiyet etrafında
merkezden bilinemezlik de kendiliğinden ortaya çıkar. Zira Allah'tan ayn bir
mahiyet düşünülemez. Ama, belirlenemez ve bilinemez olan Allah, isimleri ve
sıfatlanyla bilinebilir ve düşünülebilir olur.
Konevi,
varlığın sonsuz bir gizlilik (Gayb-ı Mutlak) olduğunu, alemin bu sonsuz
gizliden meydana çıktığını söyler. Konevi'de îbn'ül Arabî gibi alemlerin
açılışında beş mertebe (Hazerat-ı Hamse) kabul eder, Ancak bu mertebeler,
değişik eserlerde farklı isimlerle zikredilir. (3)
(3)
Nihat Keklik, SadrüdDin Konevi’nin
Felsefesinde s. 88 vd,
c.
) Beş Mertebe ( Hazarat-ı Hamse ):
Bu
mertebeler:
1.) Gayb
Mertebesi: İlahi isimler ve sıfatlar, mücerred manâlar (mahiyetler), Allah'ın
bilgileri ve yaratıkların ideal modelleri bu mertebenin şümulüne girer.
Gayb, hakiki
gayb ve izafi gayb diye ikiye ayrılııüfe- kikî gayb, Allah'ın zat ve
hüviyetidir. İlâhi zat ve hüviyet meçhul olduğu için hakiki gayb'da meçhuldür.
Hiç bir akıl onu kavrayamaz.
İzafi gayb
ise, Allah'ın dışında, Allah'tan sadır olan kâinatın en ulvî tabakaları kast
edilmektedir.
2- Allah'ın
isim ve sıfatlarının ortaya çıktığı sabit aynlar (ışıklar) mertebesi gelir.
3-
Üçüncü mertebeden itibaren de izâfî gayb
başlamaktadır. Konevi'ye göre iki ayrı gayb sahası mevcuttur:
a. Ceberut
alemi: mücerred manalar alemi.
b.
Melekût alemi: mukayyed misal alemi (İdealara alemi).
İşte
Konevi'nin emir alemi dediği varlık mertebesi de bundan ibarettir. Emir alemi
öyle bir alemdir ki, orada duyulara yer yoktur. Buna "Gayb alemi, Melekût
alemi, Ruhlar alemi ve Ulvi âlem "de denir. Bunların hepsi eş manadadır.
Ceberût
denilen bu orta mertebede mücerred manalar, nefisler ve yüce ruh bulunmaktadır.
İkinci
katagorideki melekût alemi ise mukayyed misal (idealar) alemidir. Bu alemde ise
İlâhi vahy, kutsal kitaplar ayrıca gökyüzü bulunur. (4) Melekût aleminde
bulunan varlıklar, göklerin ve yerlerin yönetimine etki ederler.
Gökler alemini yönetenler (yüksek melekût ehli) cisimler alemini yönetenlere
de (aşağı melekût ehli) denir. Bunlardan maksat cinler ve şeytanlardır.
Konevi'ye göre Allah'ın
fiilleri iki kısımdır:
l.Emr, 2. Halk.
Bunlara "Mülk"
ve "MelekûCda denir.
Emr alemi (Melekût
alemi), ruhlar alemidir. Melekût aleminin bilgisi, mülk ehlinin bilgisinden
üstündür. Ayrıca melekût, Allah (celle celalühü)'m bâtın (gizli) ismidir. Mülk
ise, O’nun zâhir ismidir. Ayrıca, Allah (celle celalühü) cisimleri aleme- nin,
ruhlar alemi vasıtasıyla yaratmıştır. Ruhlar alemi var oluş bakımından,
cisimler aleminden önce gelir. Allah (celle celalühü) cisimler alemini sıfatlar
ve hükümler yönünden ruhlar alemine tabi kılmıştır.
Kısacası, cisimlenr
alemi ruhlar aleminin bir gölgesinden ibarettir. Halbuki ceberût alemi, ulvi
alemdeki varlıklara iltifat etmiyen ve ilahi nûrun feyiz vasıtaları olan
mevcutların sahasıdır. Buna dahil olanların başı da yüce ruh'tur. Buna
"Yüce Kalem"de denir. Allah (celle celalühü)'ın ilk yarattığı şey
akıldır, yani kalemdir.
Konevi,
bir de misaller alemi kabul eder ki, bu alem ruhlar alemi ile cisimler alemi
arasında bulunur. Bu alemde velilerin ve peygamberlerin ruhları bulunur.
Ruhların cisim kazanması da bu alemde olur. Basit olan ruhlar alemi ile ruhlar
mürekkep olan cisimler alemi arasındaki irtibatı misaller alemi sağlar.
4.
Dördüncü mertebe: "Şahadet ve
his" mertebesi olup, mülk veya halk alemindeki varlık sahasını teşkil
eder. Bu mertebede duyular faaliyet halindedir. Bu na ayrıca şahadet alemi
(gözle görünen alem), halk alemi (yaratıklar alemi) süfli alem de denilir. (5)
5.
Bu
mertebe: insanın
bulunduğu sahadır. Burası, Konevi'nin felsefesinin ağırlık merkezini teşkil
eder. İnsan mertebesi, bütün varlığı toplayan bir mertebedir. Konevi'ye göre
kainattaki varlıkların çok olmakla birlikte aslını iki mertebe teşkil eder. O
da; gayb ve şahadet alemidir. (6)
Konevi,
insanı bütün varlıkların hükmü ve genel görünüşü olarak tanıtır.
Konevi'nin
felsefesinde ilahi rahmetin eseri olan evren; "Büyük Alem", bunun
küçük bir misali olan insan ise "küçük bir alemdir", insan, Allah
(celle celalühü), tarafından rahmet sevgiyle yaratılmıştır, İnsan, kâinatın
yaratılmasında gerçek bir gayedir.
insan, cemal
ve kudret sıfatıyla tecelli eden Allah’ı müşahede etme kabiliyetine sahip olan
tek varlıktır.
Konevi’ye
göre insan, bu alemde sanki uyku halindedir. O, gerçek var oluşunu ölümden
sonra görecek ve kavrayacaktır. Bu sebepten uyku, küçük ölümdür. Cismani ölüm
ise, büyük ölümdür. îman, Allah (celle celalühü)'ı gerçek manâda ancak ahirette
görebilir.
Konevi'ye
göre insan, zikr ve riyazetle ilahi feyze ulaşabilir. İnsan, gayb alemi ile
şahadet alemi arasında bir berzahlıktır, geçittir. Allah ile yaratıklar
arasında ilahi emirlerin taşınması vasıtasıdır. İnsan, Allah (celle
celalühü)'a naib (vekil) özelliğine de sahiptir. Onlardan olgunluk derecesine
ulaşanlara: "insan-ı kâmil" denir. (7)
e. ) İnsan-ı Kâmil Anlayışı: .
Konevi'ye
göre, insan-ı kâmil her şeydir. İlahi feyze erişen kimse, olgun insandır.
Varlık dairesinin sırlarına nu- fuz eden insan, kâinatın yaratılmasının
gayesidir. İnsan, daima tecelli eden Allah (celle celalühü)’ı müşahede etme
gücüne sahip, şerefli bir varlıktır. İnsan-ı kâmil, her şeyi kendisinde
toplayan bir nüshadır. Ancak insan gerçeğe böyle ulaşılır. Allah (celle
celalühü) 'ın öz'le de zahir oluşuna sabit olurlar."
Konevi’ye
göre en son ve en yüksek varlık mertebesi olgun insandır. însan'm bu dünyada
ki vazifesi, Allah (celle celalühü)'a iyi güzel ve güzel davranışlarla
ulaşmaktadır. Olgun insan, bunu gerçekleştiren insandır. İnsan, Allah (celle
celalühü)'ın sıfatlarını kendisine örnek aldığı derecede olgunlaşır. Allah
(celle celalühü) ’m isimlerine davranışlarla benzeyerek, ahlâkî olgunluğa
erişmenin ifade ettiği manâda budur. (8) İsmail Hakkı Bursevi'ye göre :
"Nübüvvetin (peygamberliğin) ilk zuhuru, bütün insanlığın babası olan Hz.
Adem (A.S.) iledir. Son zuhuruda Hatem’ül Enbiya (peygamberlerin sonu) olan
Hazreti Muhammed Mustafa (salla’llâhü aleyhi ve sellem) iledir. Veliliğin ilk
zuhuru, Hz. Ali Kerrem Allahü vechehü son zuhuru Ha- temül Evliya (Velilerin
sonu) olan MuhyidDin îbn’ül Arabî (kuddise sırruhu) iledir. (9)
Kendisinin
hiç bir tarikatı yoktur. Bütün yollar Hak'kındır, hepsinin toplandığı yolu
seçmiştir. Zevki eksik, yolculukta sebatsız olanlar dışında onun yolundan gitmeyen,
ilminden faydalanmayan Allah yolcusu yoktur. Bu fakir (Bursevi) de besleyici
feyzinden istifade etmiştir.
İkinci
şeyh, büyükler büyüğü, din millet ve ilimler sultanı Yusuf oğlu îshak oğlu
Muhammed Konevi’dir. Şeyh SadrüdDin Muhammed Konevi, bütün zahir ve batın
ilimlerini kendisinde toplamıştır. Gönlü açık olanlar,
Şeyh
(9)
İsmail Hakkı Bursevî, Kitab'ül Hitab,
Sadeleştiren Bedia Dikel, İst.
1976 s,200
SadrüdDin'in
babalığı MuhyidDin Arabi'den ne derece üstün hikmet ve ibret dolu ilimler
aldığını anlarlar. Kendisinden sonra hiç kimse tasavvuf yolunda bu derece
ileri sözler söyleyememiş, ifade edip yazamamıştır. Alem'in canlılığına sebep
olan Şeyh-i Ekber'in marifet kadehinden içmiş, alemin bütün zahiri
varlıklarından geçip, hakikat yoluna girmiş, gayb durağına varmıştır.
Hazreti
Mevlânâ ve Şeyh SadrüdDinKonya'nm iki manevi kutbudur.Bu bakımdan Hz. Mevlânâ
lafzı, Şeyh SadrüdDin'in nefesidir. Hakikat mertebesinde Şeyh SadrüdDin ile
araları yer ve gökyüzü gibidir. (10)
f.
)
SadrüdDin Muhammed Konevi’nin Tefsirci Yönü:
SadrüdDin
Muhammed Konevi, "İcaz'ül Beyan" adlı bir fatiha tefsiri yazmıştır.Bu
eserinde kur'an-ı kerimin fatiha suresini icaz unsurları ile açıklamaya
çalışmıştır. Bu eseri M. 666/1268 yıllarından sonra telif etmişkir. Eserin tam
adı "Kitabü İcaz'il Beyan el Müştemili alâ Şerhi Külliyatı Esrarı Ümmil
Kur'ân" dır.
Konevi, bu
eser hakkında şunları söylemektedir: " İnşaalah, ben (burada) ne
müfessirlerin ne mütefekkir olan veya olmayanların sözlerini naklederek
bağdaştırmak niyetinde değilim. Bu kitabı, fatiha suresinin bazı sırlarını
açıklamak için yazdım."
Metod
yönünden müellif, dört sayfa kadar tutan uzun bir açıklaması ile kendi görüş
açısını açıklamaktadır. Bu eserde diyalektik, kelâm ve felsefe sistemlerinden
hareket etmeyeceğini etraflı bir şekilde ortaya koymaktadır. Bütün bunlardan
daha fazla ilgi çeken nokta ise" SadrüdDin Muhammed Konevi’nin bu eseme
orjinal olmak iddasında bulunmasıdır. Bu konuda .kendisi şunları
söylemektedir: "Ben bu eserde ne şeyhim İbn'ül Arabi'nin ne de başka birisinin
sözlerini nakletnmyi istemedim."
Bu hacimli eser başlıca
iki kısma ayrılmıştır. Birinci kısımda genel konular, ikinci kısımda fatiha
suresinin tefsiri işlenmektedir. Fakat bu kitap, üstadın diğer eserlerine
benzemez. Çünki Konevi, bu eseriyle başlı başına bir metafizik kitabı meydana
getirmiştir.(ll)
g.
)
SadrüdDin Muhammed Konevi’nin Hadisci Yönü:
Anadou Selçukluları
dönemi resmi tarihçilerinden Ke- rimüdDin Mahmud Aksarayî'ye göre : " O
devirde şeyhül İslâm Şeyh SadrüdDin Muhammed idi. Kâmil ve mükemmel bir alim
idi. Bütün ilimlere aşina idi. Bilhassa hadis ilminde doğuda ve batıda
herkesin parmakla gösterdiği bir kişi idi. (12)
Konevi 1246 dan itibaren
Konya'ya yerleşmiştir. Hace-i Cihan tarafından kendisine tahsis edilen
hanikâhmda çeşitli îslâm ülkelerinden gelen seçkin ilim adamlarından ve Anadolu
Selçuklu devleti'nin idaresinde söz sahibi olan devlet adamı ve bürokratlara
Îbn'ül-Esir'in Cami'ul Usul adlı hadis kitabını okutmaktadır. Bu kitabın sema
kayıtlarında:
1-
Mevlânâ Sadr'ül Mille vedDin Ebül-Meali
Muhammed îbni îshak îbni Muhammed ibni Yusuf ibni Ali (kendisi)
2-
el-Mevlâ Pervane MuinüdDîn Abdülmecid bin
Ali el- Ceyli
3-
el-Mevlâ el,İmam ZeynüdDin Ebi Abdillah Muhammed
bin Ebi Bekr bin Abdilkadir er-Razî
4-
el-Mevlâ TakiyyüdDin Ahmed bin Esad
es-Sincari
5-
el-Mevlâ NecmüdDin bin Yakup bin Yusuf el-
Kırkağacî
6-
el-Mevlâ RaziyyüdDin Yusuf bin İsmail
(11)
N. Keklik, Sadrüddin Konevi’nin
Felsefesinde s. XX-XX1
(12)
Aksarayî, a. g. e. s, 90, 119
, 8-
el-Mevlâ ŞerefüdDin îshak bin Ali el-Konevi
9- el-Mevlâ
KemalüdDin İsmail bin Abdil Melik et Tebri zi ve babası
10-
el-Mevlâ EminüdDin Abdillah es-Sofi
11-
el-Mevlâ ŞemsüdDin Muhammed bin Ömer el-
Konevi
12-
el-Mevlâ vel fakir KemalüdDin Ali bin Abdül
Aziz, (İbni Gaziye) diye tanınan
13-
el-Mevlâ ŞerefüdDin Ömer ibnil Gazzâl.
14-
el-Mevlâ el- İmam'il Fazıl Zeynüddin
Muhammed bin Mes'ud.
15-
el-Mevlâ el-İmam Alâüddin Ali bin Ömer.
16-
el-Mevlâ CemâlüdDin Ahmed en-Nakib.
17-
el-Mevlâ el-Fakih Zeynüddin Kalemşah.
Bu adı geçen
kimselere 667/1269 yılında ders okutmuştur. (13)
Ömrünün
sonlarında hadis ilmini bütün ilimlere tercih etmiştir. Vasiyetinde: (Beni,
fıkıh kitaplarında zikredildiği gibi değil de hadis kitaplarında belirtildiği
şekilde yıkamalarını istiyorum." diyecek kadar Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)in sözlerine candan bağlıdır. !
Kendisinin
kırk hadis hazırlayıp, açıklamak üzere kaleme alıp ta tamamlayamadığı,
yirmisekiz hadisi şerheden "Şerh-i Hadis-i Erbain" adlı bir eseri de
bulunmaktadır. Bu eseri, Moğollar (656/1258) yılında.Bağdad’ı işgallerinden
sonra yazmıştır. (14)
SadrudDin
Muhammed Konevi'yi hadis bilgini olarak
(13)
MecdüdDin el-Mübarek İbn'ül Esir, Camini
Usul fi Ehadis-ir Ra sul, Yusuf Ağa Ktp. nr. 5058 yp. 304a
(14)
Nihat Keklik, SadrüdDin Konevi'nin
Felsefesinde s. XXI
değerlindirmemizi gerekli kılacak bazı
sebepler ve zorlayıcı amiller şunlardır:
1-
Konevi’nin yirmidokuz hadisi ihtiva eden bu
eseri, onun hadis şerhindeki derecesini gösteren bir çalışmadır. Bu eserde
orjinal teviller ve tevcihler mevcuttur.
2-
Konevi'nin bugün küçük bir parçası elde
bulunan bir hadis kitaplığı olmuştur. Kendisine çok yakın yaşamış büyük hadis
bilgilerinin bu kitaplıkta bulunması, onun asıl meşgalesinin hadis olduğunu
fikrini vermektedir.
3-
Bu kitapların sayfalarında günlük okunan
hadis sayısını belirten kayıtlar, düzeltme kayıtları, temellük, mukabele ve
sema kayıtları vardır. Bunlar ancak, hadisçilerin bulunduğu çevrede görülen
belgelerdir.
4-
Şerh metodu, tevilleri her zaman münakaşa
edilebilir, fakat orjinaldir. Hadisçiliğine delil teşkil eder güçtedir.
5-
Hadis şerhlerinde hadisçilerin terminolojisinden
farklı olarak, hadislerde bir "sır" ve bir de "manâ" ifade
eder.
6-
Konevi'nin hadisçiliği fakihliğinden
baskındır. Hatta fıkıhçılara küçük bir tarizi de vardır.
7-
Konevi, hadis şevki konusunda belirli
tabirlere bağlı kalmaz. (15)
Kitaplarındaki sema
kayıtlarında Ebu Tahir es-Silefî, CemâlüdDin Vasıtî, Ebûl Hasen KenıâledDin Ali
el- Îskenderî gibi üstadlarm tedris rahlesine diz çökerek faydalandığı
hocaları olan hadis şeyhlerine rastlanan kütüphanesinde mükerrer nüshalar
halinde bulunan el- Ahkâm'ül-Kübra ve Camiül Usul gibi hadis eserleri ve daha
pek çok delil, şeyhin hadis ilmine ve onun sahibi Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)e bağlılığını gösteren vesikalardır.
(15)
Ali Osman Koçkuzu, SadrudDin
Konevi'ninHadisçiliği, S. Ü. l.Sadrüddin Konevi Özel sayısı Konya 1989, s.
75-76
Büyük bir mütefekkir
olarak Allah, kâinat ve toplum ilişkileri ile kafa ve gönüllerini meşgul eden
SadrüdDin Muhammed Konevi ve emsali dehalar, fert ve toplum planında ahlak
güzelliği örnekleri ortaya koyan, mes'ud bir toplum halinde yaşamanın çilesini
çeken, cemiyetin direkleri ve manevi mimarlarıdır. (16)
SadrüdDin Muhammed
Konevi, XIII. asrın iki önemli fikir adamı olan MuhyidDin İbnül Arabî ve Şeyh
EvhadüdDin Kirmani'nin fikri potansiyeli üzerine yetişmiştir.
Kendisi, üstadı
Muhyiddin Arabi’nin felsefesinin Anadolu'da yayılmasında iki surette hizmet
etmiştir. Onlardan bir kısmı, çok velûd ve muğlak olan fikirlerini basitleştirerek
eserler halinde sunmuştur. Diğer yönden İbnül Arabî'nin daha hayatında iken bir
çok hücümlara uğrayan ve İslâm'la uzlaşmaz gibi görünen müfrit fikirlerini
itidalli bir görüşle şerh ve tefsir etmiştir. Esas hatlarında sadık kalmasına
rağmen, bazı noktalarda ondan ayrılmıştır. Ondan daha çok mantıklı ve
rasyonalisttir. Batın ve zahir arasında daha çok uyuşma çabasındadır. Vahdet-i
vücut sistemini İslâm filozoflarının klasik doktirinlerine uydurmuştur. (17)
Yaşadığı asırda büyük
felsefe ekolü olan "Meşşâilik" kapanmış, onun yerini tasavvuf, kelâm
ve eş’ari sistemleri almıştır. Bu arada felsefe ile tasavvuf arasında aracı
rolü üstlenen, irrasyonel yeni bir felsefe ekolü olan Sühreverdi'nin "
İşraki ekolü" doğmuştur. Bu ekolün ta- savvufçularda İbnül Arabi ve Şeyh
EvhadüdDin Kirmani üzerinde büyük tesiri görülmüştür. (18)
(17)
Hilmi Ziya Ülken, İslâm Düşüncesi, İst.
1950 s, 168-170
(18)
Hilmi Ziya Ülken, "Anadolu
Selçukluları Devrinde Konya'da İlim ve Felsefe, Konya Mec. Konya 1936,1/492-493
SADRÜDDİN
MUHAMMED KONEVİ'NİN YAZDIĞI ESERLERİ VE ŞERHLERİ
SadrüdDin Muhammed
Konevi'nin mamuresinde bir de kütüphanesi vardı. Bu kütüphaneye üstadın kendi
telif ettiği eserlerle, vakfettiği çeşitli eserler konulmuştu. Üstadı Muh-
yidDin Arabi'nin eserleri de burada yer alıyordu.
Konya 1317/1889 vilayet
sâlnâmesi (yıllığı)ne göre burada 256 adet kitap bulnuyordu. (1) Bu
kütüphanenin kitapları çeşitli olaylar sonucu dağılmıştır. Kurtanlabilenler de
Konya Mevlânâ Dergahı kütüphanesi ile Yusuf Ağa kütüphanesine götürülmüştür.
SadrüdDin Muhammed
Konevi'nin Konya Mevlânâ müzesi, Yusuf Ağa,Ankara'da Milli kütüphane, Kayse-
ri'de Raşit Efendi, İsparta'da Halil Hamit Paşa, Kütahya genel, Bursa genel,
Bursa Ulu camii, Nevşehir'de Damat İbrahim Paşa, Manisa genel,İstanbul'da
Ayasofya, Aşir Efendi, Atıf Efendi, Fatih, Düğümlü Baba, Feyzullah,Halet Efendi,
Köprülü, Pertev Paşa, Hacı Mahmud, Esat Efendi, Rıza Paşa, Emanet Hâzinesi,
VeliyyüdDin Efendi, Ali Emi- ri, Şehit Ali Paşa, Lala İsmail Paşa, Üniversite,
Nuruosma- niye, Osman Ergin, Halis Efendi, Belediye, Carullah, Mahmut Hüdai,
Selimiye, Belediye muallim Cevdet kütüphanelerinde bulunan eserlerin sayısı
yirmi beş civarındadır.
SadrüdDin
Muhammed Konevi'nin Eserleri ve Bunlara Yapılan Şerhler:
(1) 1317/1899 Konya
Vilâyet Sâlnâmesi, s. 70
İst.
Ayasofya ktp. nr,402, Asir efendi Ktp nr, 16,55,464 Atıf Ef.Ktp, nr,192,
Ayasofya Ktp,nr, 402,4806/1, Damad İbrahim Paşa Ktp, nr, 126,Fatih Ktp, nr,
294295,293 Düğümlü Baba Ktp, nr,18, Feyzullah Ktp, nr 72,Halet Efendi Ktp,
nr,38,43,48. Ayrıca Haydarabad'da 1310 ve 1313 yıllarında basılmıştır.
2. Miftah-ul-Gayb, ilahiyat.hikmetve
felsefeye aittir.
İst. Köprülü
Ktp, nr, 788.
İst.
Ayasofya Ktp, nr,2089, Pertev Paşa Ktp, nr,278, Hacı Mahmud Efendi Ktp,
nr,2610, Konya Yusuf Ağa Ktp, nr,4866
Şerhleri.
1. Muhammed ŞemsedDin bin el-Fenâri şerhi, çeşitli kütüphanelerde
yirmi nüshası vardır.
2. KutbüdDin zade Muhammed MuhyıdDin bin
KutbidDin İznik! şerhi, çeşitli
kütüphanelerde onsekiz nüshası vardır.
3.Osman
Fazlı ilahi Atbazari şerhi,
İst. Ktp,
nr, 694.
4. Ahmed bin Abbdillah el-Kırımî şerhi, üç nüshası vardır.
5. Malkoçzade Musafa Efendi şerhi
İst.Ü Ktp,
nr, 1729,2685.
ö.Abdullah
Molla İlahi şerhi, Fatih
Sultan Mehmed Hanın emriyle şerhedilmiştir. İst. Üniversite RızaPaşa Ktp, nr,
304
7.
Abdurrahman
Rahmi Bursevi şerhi,
Halet Ef.
Ktp. nr, 286
8.
ŞihadüdDin
Ahmed bin hüseyin. Hamevi şerhi,
Emanet Hâzinesi Ktp, nr,
1773.
9. Şarihi
bellideğil, İst. VeliyyüdDin Ef. Ktp, nr,
1726
...
10.
En-nüfus
fi Tahkikit-Tavr'il Mahsus:
İbnül-Arabinin
Fûsus’ul-Hikem’ine karşı nazire gibidir. Otuz altı çeşit nüshası tesbit
edilmiştir.
Taşbasması: Menzil'us
Sailinl310, İran.
Şerhleri:
1. İbrahim bin İshak bin Süleyman el-Musannif
eş-Şirazi, altı
çeşit şerhnüshası vardır.
İst. Rağıb Paşa Ktp, nr,
69.
3.
Pir
Muhammed Kutbüd-Din el-Hoyî
İst. Ali Emiri Ktp, nr,
90, ondört ayrı nüshası vardır.
4.
Vecihüd-Din
bin Nured-Din(Nured-Din zade)
Şerhün
Nusus, İst,Şehit
Ali Paşa Ktp, nr, 1278.
5. en-Nefehat-ül İlahiye, SadrüdDin Muhammed
Konevi’nin mektuplarıdır.
İst. Lala Paşa Ktp, nr,
709, Konya Mevlânâ müzesi ihtisas Ktp, nr,1633 Konya yusuf Ağa Ktp, nr,
5468.Yirmi çeşit nüshası vardır.
6.
el-Fükuk
Fi Müstenâdet-il Hikem'il Fusus
İbn'ül-Arbi'nin
Füsus'ul-Hikeminin eniyi şerh ve izahıdır.
İst. Ktp, nr, A2534.
7.
et-Teveccüh-üI-Etemm-el-Alâ
ve Nahvil Hakk'i Celle ve Alâ Esmaü-Hüsnâ şerhidir.
İst. Şehit Ali Paşa Ktp, nr,
1369 Onüç ayn nüshası vardır.
S.Tabsiratül
Mübtedi ve Tezkiratül Müntehi
îst. Nuruosmaniye ktp.
nr, 2286 Onsekiz ayn nüshası vardır.
Tercümesi: Ahmed
Remzi-el- Mevlevi, O.Ergin ktp, özel kütüphanesindedir.
9.
Şerhu
Hadis’il Erbaiyn, Kırk
hadis seçmekle başlayıp ancak yirmi sekiz hadis toplayıp şerhettiği risaledir.
İst. Şehit Ali Paşa
Ktp.nr, 1369
Aynca otuzdokuz adet
nüshası vardır.
10.
Şerh-i
Şeceret-il Osmaniye fid Devlet'il Osmaniye
îst. Köprülü Ktp, nr,
176, Konya Mevlânâ Ktp, nr, 1949 İstanbul kütüphanelerinde onsekiz nüshası
vardır.
11.
Mir'at-ül
Arifiyn, İstanbulda
onbir ayn nüshası vardır.
12.
Suretu
Muhabat-iş Şeyh SadrudDin Muhammed Konevi eş Şeyh NasırüdDin Tûsi
13.
Suratu
Muhabatı eş Şeyh Yasin et - Tilem- sanî, mektuplarım havidir. îst. Şehit Ali Paşa Ktp.
nr. 1344
14.
Mektubat,
Konevi'nin
mektuplarıdır. Konya Mevlânâ Ktp. nr. 1637; İst. Raşit Ef. Ktp. nr. 490
15.
Vasâyâ, îst. Ayasofya Ktp. nr, 2910/8-9
Tercümesi:(Tercûme-i
Vasiyetnâme)îst. HalisEf. Ktp. nr, A 5582; Şehit Ali PaşaKtp. nr, 2610. İst.
Selimağa ktp Nur Banu Bl. nr, 146.
16.
Vasiyetü
eş,Şeyh SadrudDin ındel vefat,
îst. Yahya
E. Ktp. nr, 140; Osman Ergin Ktp. nr, 1940;Esat Ef. Ktp. nr, 3814; Şehit Ali
Paşa Ktp. nr, 2810.
17. Hırkat-üt tasavvuf, îst. Belediye O.Ergin
Ktp. nr,1441
18. er-Risaletü Fi Hakkil Mehdi, îst Ayasofya Ktp. nr,
4849; O. Ergin Ktp. nr, 1883 Konya Yusuf Ağa ktp nr, 317.
îst. Köprülü
Ktp. nr,1554; diğer kütüphanelerde dört nüshası daha vardır.
20. RisaIetül Hadiye, îst.Ü.Ktp. nr,4122,diğer
kütüphanelerde altı nüshası daha vardır.
21. Risaletül Müfsiha, îst.Şehit Ali Paşa Ktp.
nr, 1362, Altı ayn kütüphanede daha nüshası vardır.
22. Şuab'iil İman, îst. Feyzullah Ktp. nr,
2163, Ve- liyüdDin, Carüllah Ktp. nr, 2054.
23. Zabıta-i Hikemiye, îst.Mahmut Hüdai Ktp.
nr, 1848.
24. Risaletüs Seyr ves Sûlûk, îst. Şehit Ali Paşa
ktp. nr, 13989. r
25.
Mesih, Müellifi meçhul, yp, la'da Sadrüddin
Muhammed Konevi'nin vakıf kayıtlan vardır.(2)
(2) O. Nuri
Ergin,SadrüdDin Konevi’nin Eserleri, Şarkiyat Mec. 11, İst. 1956 s.67; Mustafa
Can, Sadrüddin Konevi'nin Eserleri ve Kütüphanesi, Selçuk Ü. 1. Sadrüddin
Konevi Özel Sayısı Konya Ocak 1989 s, 121-124
t>4
Şeyh
SadrüdDin Muhammed Konevi mamuresi içinde bir de üstadın yazdığı eserleri,
hocası MuhyidDin îbn'ül Arabî'nin yazdığı eserleri ve kendi devrindeki
medreselerde okutulan kitaplardan meydana gelen bir kütüphanesi bulunuyordu.
Bu kütüphanenin bir muhafaza görevlisi vardı. Bu zat, vakıf gelirlerinden günde
iki akçe ücret alırdı. Bu konu Konya şeriyye sicillerinde şöyle
kayıtlıdır:" Konya'da Şeyh SadrüdDin Konevi. Hazretlerinin kitabhanesinde
günlük iki akçe ve günlük bir hisse buğday ile kitapları koruyan Şeyh Hüseyin
ölünce yeri boşaldığı için bu göreve kardeşi Ab- durrahman Halife, adı geçen
vakıfların mütevellisi Seyyid Mustafa'nın teklifi ile yine günlük iki akçe ve
senelik bir hisse buğday ile safer ayının ortasında H. 1087/1708 tarihli
beratla bu göreve tayin edilmiştir. (1)
H.881/1476
yılında Fatih'in Konya'ya gönderdiği yazıcı heyeti SadrüdDin Muhammed
Konevi'nin kütüphanesinde bulunan bütün kitapları adlarıyla tespit etmiştir.
11. Beyazıt ve 111. Murat'ın Konya defterlerinde de bu kitaplar, adlarıyla,
bazıları müellif ve hattat adlarıyla gösterilmiş, kayıp olanlar
işaretlenmiştir.
XIII. Asır
Anadolu Selçuklu medreselerinde okutulan bu eserler, o devrin eğitim sistemine
ışık tutmaktadır.
Kitapların
Adları:
3.
Tezhipli Kur'anı Mecid cüzleri
15.
Al-i îmran Suresi’nin evvelinin farşça
tefsiri
18.
Keşşaf Tefsirinden Hucurat Suresi’nin
evveli
19.
Al-i îmran Suresi’nin evveli
25.
Hadis-i Marifet-i envai ilmil hadis
44.
Et- Tefsirussâlis min Ebil Feth âlâ
Divan'il Mütenebbi
51.
Kitab'ül Mahzum minel Fıkıh
56.
Muhtasarul Ahkam-iş Şeriye
57.
Kitabü Mahzum fı Fıkh-iş Şafii
63.
Kitabüs Sefer'üs Sani ’nin Muhadarat'il
Ebrar
70.
Sicillât Risale İbni Katip
74.
Risale-i Muhammed Şebüsteri
81.
Etıyru min Raddi Mahrum'it Tarika
99.
Kitabün Neş'eteyn fı tahsilisSaadeteyn
115.
Kitab'ül İrşad ilâ Cevahiril Evrâd
119.
Kitabül Mahsul fi usulil Fıkıh
120.
Kitab'ül Muhtasar fi cild
138.
Kitab'ül Garibeyn fil luga
142.
Kitab'ül Ef al libnil Katta
143.
Kanun'ul Mes'udî libnir Reyhan
145.
Kitabül Mevakıfıt Tennurî
148.
Kitab'üt Temsil vel Muhadara
150.
Şerh'ut Tenbih libni Yunus
154.
Gayet-ül itisamil îmam'il Haremeyn
SadrüdDin
Muhammed Konevi, dostları ile mektuplaşmışım Kendilerine tacirlerle bilhassa
Taced-Din Kâşi ile mektup gönderdiği gönül dostları, aynı kimse ile kendisine
cevap göndermişlerdir. Üstad da bu mektupları,son telif ettiği Nefehat-ı
İlahiyye adlı eserinin sonuna koymuştur. çünkü Nefehat-ı Ilahiyye'nin kendi
tashihinden geçen Konya Yusuf Ağa Ktp. nr, 5468 da kayıtlı bulunan bu
nüshasında bu mektupları görmekteyiz.
Bu mektuplar, üstadın
gezip, gördüğü, kaldığı ve yerleştiği ülke ve şehirler hakkkmda bize vesikalar
sunmaktadır.
Nefehat-ı İlahiyyedeki
bir kayıtta (19Şaban 640/1 IŞubat 1243)te SadrüdDin Muhammed Konevi'ninHalep'te
olduğunu, Mevlânâ Müzesi Ktp. nr,1633 yp.62 a aynı eserin bu nüshasında
yazılıdır. Aynı eserin 62a sayfasında ise (19 Cumad'el Ulâ 652/7Mayıs 1254 de
Konya'da olduğu kayıtlıdır. Fakat(649/1251) yılından önce Konya'ya gelip
yerleştiğini gösteren bir kayda da rasdanmıştır.(l)
A)
SADRÜDDİN MUHAMMED KONEVİNİN MEKTUPLARI:
SadrüdDin Muhammed
Konevi'nin mektuplaştıkları alim vegönül dostlan arasında başta Şeyh NasrûdDin
Mah- mud el-Hayî (Ahi Evren 1169-1262) gelmektedir. Kendisi (602/1205) yılında
SadrüdDin Muhammed Konevi'nin Şeyh MecdüdDin îşhak'ın delâleti ile Bağdat'tan
Anadoluya gelmiştir. İlk dostluk babası ile başlamış, SadrüdDin Muhammed
Konevi ile devam- etmiştir. 1247 yılında ŞemsedDin Tebrizi'nin ölümünden sonra
Kırşehir'e gidip yerleşmiştir.
Konevi, îslam dünyasında
sezgiciliğin öncülerinden
SadriidDin
Muhammed Koneviye yazılan mektuplardan birisi de SadriidDin Konevi'nin
çevresini aydınlatır.
(25Şevval
653/27 Kasım 1255) tarihinde yazılan bir mektupda:
* SadrüdDin
Konevi'ye kendisiyle'görüşmek arzusu çinde olduğunu " Seni görmediğim bir
gün, bana bin ay ve seni göremediğim bir ay bana bin yıl kadar uzun
geliyor." diyerek ifade ettikten sonra NecmüdDin'in sohbetinde bulunduğunu,
sohbet sırasında Atabek ile Mahmut Bey'in gerçek zahidin vasıflan hakkında bir
iki söz söylediklerini ve bu sözlerin kısa özetini, Konevi'ye hikaye ettikten
sonra o sohbette bulunan sadece "Hazret'i Vezir" diye bir vezirden
sitayişle bahsetmektedir. Bundan sonra o günün (25Şevval 653/27 Kasım 1255)
Cumartesi günü hamama gittiklerini orada "Melik'ül-havass ve'l-ümera"
diye tanıttığı BedriiDin Abdüs-Samedi görüp kucaklaştıklannı, bugün gece ve
yann gece bir toplantı yapacaklannı bildir- mektedir.(3)
Ahi Evren
Şeyh NasırüdDin Mahjnud, SadriidDin Mu- hammedKonevi'nin bir mektubuna cevap
olarak yazdığı cevapta: "Mektubunuz aşık ve sadık müride ulaşınca öpüp
baş ve gözünün üstüne koydu. Senin mektubunla gönlüm
(2)
Sadrüddin Muhammed Konevi, Nefehat-ı
llahiyye Konya Mevlânâ
Ktp. nr.
1633, yp. llla-114a
(3)
Mikâil Bayram, SadriidDin Konevi ile Ahi
Evren, Şeyh NsırüdDin' 'in Mektuplaşması, Selçuk Ü. Fen-Edb. Fak. Der. Yıl:
1983 sayı:2 s.57-59
dünya
mülkünü buldu. Senin lutfunla gönlüm hayata kavuştu. Gönlüm ölürken mektubun
okununca her harfinden bin can buldu gönlüm." diye kendisine olan sevgi,
bağlılık ve memnuniyeti bildirdikten sonra SadrüdDin Muhammed Konevi’nin
kendisine gönderdiği "Raşh'ül-Bal" ile "Hasılu Netâicil Efkâr
" adlarındaki eserlar hakkında görüşlerini yazıp gönderdiğini ve gözü
yolda beklemekte olduğunu belirtiyor.
Diğer
bir mektubunda Ahi Evren:
" Ahinâ
(ahimiz ve kardeşimiz) dediği MuvaffaküDin ile Fakih Ahmedi rüyada gördüğünü,
Fakih Ahmed kendisi ile farsça konuştuğunu, hırkasını çıkarıp kendisine
verdiğini, o da bu hırkayı alıp elbisesinin içine giydiğini bildirmektedir.
(4)
Ç Diğer bir
mektubunda Ahi Evren: "Birader-i aziz, Muhar- rirül Fezail, Seyyid'ül
Akran, TacüdDin Kâşi" diye andığı çok sevdiği bu zatın SadrüdDin Muhammed
Konevi’den kendisine bir mektup getirdiğini SadrüdDin Muhammed Konevi’nin Ahi
Evren'e felsefeye ait olan eseri "Tuhfetûş- Şükûr" adlı eseri
hakkında bazı sorular sorarak bu eserinin mahiyeti hakkında bazı sorular
sormuştu. Ahi Evren de bu mektubuyla SadrüdDin Muhammed Konevi'ye cevap vermektedir.^
Ahi Evren,
Konya'da bulunduğu sıralarda SadrüdDin Muhammed Konevi ile görüşmüş, kendisinin
hizmetinde bulunmuştur. Ayrıca Konevi ile Hacı Bektaş-ı Veli arasında geçen
çeşitli menkıbeler vardır. Bu rivayetler, Ko- nevinin birkaç defa Kırşehir ve
çevresine giderek Ahi Evrenle görüştüğünü işaret etmektedir. Ayrıca Ahi Evren,
SadrüdDin Muhammed Konevi’nin Konya Yusuf Ağa Ktp. nr,4866 da kayıtlı
bulunan"et-Teveccüh’ül ettemm" adlı eserini farsçaya çevirmiştir.(5)
Büyük İslâm
tasavvuf alimi Mevlânâ CelâledDin, Eflâki'ye göre: "6 Rabiulevvel 604 - 30
Eylül 1207" de dünyaya gelmiştir. (1)
Babası
Muhammed Hatibi'nin oğlu Muhammed Bahaed- Din'in ataları ve kendisi alim ve
müftü idiler. Belh'te yerleşerek, maişetlerini halka verdikleri fetva
karşılığında devletten aldıkları bir miktar maaşla sağlıyorlardı. Esas
görevleri vaizlik ve müderrislikti. Vaazlarına Sultan Alâed- Din Harzemşah ile
hocası Fahrüdin Razi'de geliyordu. (2)
Sultan
AlâedDin Harzemşah hocası Fahrüdin Razi ile Muhammed BahaüdDin arasında beliren
bir ihtilaf sebebiyle Mevlânâ CelâledDin beş yaşında iken Belh'i terkettil-
er.Hac maksadıyla Nişapur yoluyla Mekke'ye doğru yol- alırlarken Nişapur'da
FeridüdDin Attar ile görüştüler. Bu buluşmada FeridüdDin Attar, "Esrarname
adlı eserini Mevlânâ'ya hediye ederek, babasına: 'Bu senin oğlun çok
geçmeden alemde yanık gönüllere ateşler salacaktır." diye iltifatta
bulundu. Nişapur'dan Bağdat'a vardıklarında fütüvvet ehlinin büyük şeyhi
ŞühabüdDin Sühreverdi tarafından karşılandı. Mevaliye medresesinde
ağırlandı.(3)
Mevlânâ
CelâledDinin babası Sultan'ül-ulema BahaüdDin Veled, burada bir ay fatiha
suresini tefsir ederek halkı irşad etti. Bağdat'tan hacca gittiler. Hac dönüşü
Şam yoluyla Erzincana geçtiler. Hükümdar FahrüdDin'in ha- nikâhına indiler.
Burdan Akşehire geçerek bir yıl kaldılar.
(2)
Feridun bin Ahmed, Risale, Ter. T. Yazıcı,
îst. 1977 s. 20-21
(3)
B. Firuzanfer, Mevlânâ CelâledDin, s. 12
Burada,
Melike Tac Melek Hatun, kendilerine bir hanikâh yaptırarak, bütün ihtiyaçlarını
karşıladı. (4)
Erzincan'dan
Larendeye (Karaman) ye gelerek, yedi yıl ikamet ettiler. Burada iken Mevlânâ
CelâledDin ile Lala ŞerefüdDin Semerkandi’nin kızı Gevher Hatun, (622/1225)-
de evlendiler.(5) Bu evlilkten bir yıl sonra oğlu Sultan Veled (623/1226)da
doğdu (6) Mevlânâ CelâledDin ile babası, Musa Bey medresesinde müderrislik
yapmışlardı. Kendisinin evlenmesinden sonra annesi Mümine Hatun ile ağabeyisi
Muhammed AlâedDİn, Karaman'da vefat ettiler.(7)
Bu yıllarda
sultan I. AlâedDİn Keykubad (1219- 1237),Sultan'ül ulemanın Karaman'a
yerleştiğini haber almıştı. Daha önce şöhretini duyduğu bu gönül sultanını
(625/1228) yılı baharında Konya'ya davet etti. Konya'da sultan tarafından
karşılandılar.
Sultan
kendilerini taşthane (Saray salonunda) ağırlamak istedi. BahaûdDin
Veled'de:" imamların ineceği yer medrese, Şeyhlerin hanikâh, beylerin
saray, tüccarın han, rind- lerin zaviye" olduğunu söyleyerek, o devirde
Konya'nın en büyük medresesi olan Sipahsalâr (genel kurmayı) Şems- üdDin Alton
Aba'nm (iplikçi) medresesinde kalmayı tercih ettiler. (8)
Sultanül-ulema'ya
BedredDin Gevhertaş, (Çifte merdiven mahallesinde) bir medrese yaptırdı.(9)
Karaarslan köyünün gelirini'de ilim hizmetinin devamı için vakfetti. (10)
Mevlânâ CelâledDin, öevhertaş medresesinde oturmuş, fetva vermiştir.(ll)
(4)
Feridun bin Ahmed a. g. e. s. 22
(6)
Fuad Köprülü, ilk Mutasavvıflar s. 217
(7)
Feridun bin Ahmed a. g. e. s. 26
(10)
Sultan Veled, Divan, Nşr. F. Nafiz Uzluk,
Ank. 1945, Beyit:
4615 ..
(11)
Mehmet önder, Mevlânâ'nm Konyadaki Evi ve
Medresesi, Mevlânâ Bildirileri Konya 1983, s. 46-47
Babası, Sultanül Ulema
BahaüdDin Veled, (18 Rabiül Evvel 628/24 Şubat 1231) de Konya'da bir kuşluk
vakti Hakka yürüdü, (12)
Mevlânâ CelâledDin'e,
babasının ölümünden sonra Seyyid BurhanedDin lalalık yaparak, manevi
mertebesini yükseltmiştir. Kendisiyle meşgul olduğu dokuz yılda ba-
basının"Maarif" adlı eserini okutmuştur. Kendisine tesir eden,
coşturan "Maarif" Seyyid BurhanedDin'dir.(13)
O'nun hayatında Şam'ın
önemli bir yeri vardır. Bir ara- Seyyid BurhanedDin'in tavsiyesiyle gittiğinde
dört yıl kaldı. O devirde bu şehir, Moğol istilasından kaçanların sığmağıdır.
Burada Şeyh MuhyidDin ibnül Arabi,Şeyh SadüdDin Hamuî, Şeyh Osman Rumî, Şeyh
EvhadüdDin Kirmani, Şeyh SadrüdDin Muhammed Konevi ile görüşüp, manevi
sohbetlerde bulunmuşlardı. (14)
Seyyid BurhanedDin’in
(639/1241) yılında ölümünden sonra beş yıl müderislik yaptı. Zikir
meclislerinde halkı Hakka davet etti. (15)
O günlerde Mevlânâ
CelâledDin de büyük bir değişiklik meydana getirecek olan garib bir derviş,
zenbil dokuyan Şeyh Ebu Bekir'in müridi, Melik Dâd oğlu Tebrizli ŞemsedDin
Muhammed Konya'ya gelmişti. Çok kimse onun sırrına erişememişti. Gittiği
yerlerde kervansaraylarda kalır, tacir elbisesi ile gezer, geçimini şalvar
uşkuru örerek sağlardı. (16) Konya'ya gelmeden önce Erzurum'da mek- tepdarlık (ilkokul
hocalığı) yapmıştı. Bir çocuğa üç ayda kur'anı kerimi öğretmiş, kızınca
çocukları falakaya yatırmıştı.(17)
(13)
Feridun bin Ahmed a. g. e. s. 118
(15)
Firuzanfer, Mevlânâ CelâledDin s, f3 ’-d,
(16)
Eflâkî, a. g. e. 1/82, Feridun bin Ahwl a.
g. e. s. 121
(17)
Şems-i Tebrizî, Makalât, Ter, M.
Nurimçosman Ist.l9§2, s.123
Mevlânâ CelâledDin, Şems
ile tanıştıktan sonra herşe- yini onun yoluna feda etmişti Ailesi, dostlan,
Konya bilginleri onu laubali görerek, yalın ayak, başı kabak bir türedinin
müslümanlann önderini kendisine bağlayıp, kendilerinden uzaklaştırmasını
hazmedemediler.(18)
Şems, bu baskıdan
kurtulmak için Şam'a gitti. Mevlânâ oğlu Sultan Veledi Şam’a götürüp, tekrar
getirdi. Konya'da bulunduğu bir gün, (Ahiler tarafından) Mevlânâ ilk
oturdukları meclisten dışarıya çağrılarak öldürüldü.(5 Şaban 645/5 Aralıkl247)
(19)
Şems’in ölümünden sonra
Mevlânâ Şems’in hassasiyetini Kuyumcu Şeyh SalâhadDin de buldu.O zevk ve şevk
günleri (IMuharrem 655/29 Aralık (257) de ölümüyle sona erdi.(2Q)
Şeyh SalâhadDin'in
ölümünden sonra Mevlânâ CelâledDin, HûsamedDin Çelebiye, hemdem ve kendisine
halife seçti. Sağlığında dokuz yıl ölümden sonra bu hizmetine müridlerinîn
şeyhi olarak devam etti. (21) Aslen Ûrmiyeli'dir. Babası zaviye sahibi olan bir
ahi şeyhi olduğu için "Ahi Türk" diye anılıyordu. Babasının ölümünden
sonra Hz. Mevlânâya bağlanarak,varını yoğunu bu yolda harcamıştı. (22)
Ömrü boyunca sade ve
mütevazi bir hayat yaşadı. Ömrünün sonuna doğru hastalandı. Elli dirhem borcu
vardı. Alacaklılarıyla helallaştı. (23) Başucunda daima oğlu Sultan Veled
vardı. Halife olarak Hüsameddin Çelebiyi seçti. Uykusuzluktan bitkin hale gelen
Sultan Veled'e yatmasını söyledi.
En son:
(18)
Feridun bin Ahmed Risale s. 129
(21)
Feridun bin Ahmed a. g. e. s. 154
" Bu
ölümden başka çaresi olmayan bir derttir;
O halde ben:
"Bu derde nasıl deva bul" derim," diye inşâd ettikleri beyit
olmuştu.(24)
" 5 Cemaziyel ahir
672/17 Aralık 1273 Pazar" günü Hakk'a yürüdü.(25)
Tabutu, mezara
ulaştığında muarrifler, Konevi'ye "Şeyhlerin sultanı, buyur." dedi. O
da baygınlık geçirdi. Cenaze namazını Kadı SıracüdDin kıldırdı. (25)
Mevlânâ CelâledDin, Oıta
Asya tasavvufuna hakim olan en büyük abide şahsiyet NecmüdDin Kübrâ'nın
halifelerinden olan babası BahaüdDin Veled'in tasavvufi eğitiminde
yetişmiştir. (26) Tasavvufi sisteminde Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem)in meşrebinin feyzinden faydalanmıştır. Tevhide dayanan özünü şöyle ifade
eder: "Tevhidde arayan ile(Talip) aranan(matlup) un sıfatlarını ayrı
gören, ne arayan, ne aranandır. Ululuğu görenin temiz nazarında iki alem
(dünya ve ahiret) horozun önündeki tane gibidir.(27)
O; en güzel şiirlerinin
çoğunu, sekr halinde söyle- mişti.Bu hal Hakk erenlerinin vuslat makamına
ulaştıkça Allah'ın vuslat şarabının zevkiyle mest olmalarıdır. Şems ile
tanıştıktan sonra sema etmeye başlamıştı. Sema ederek el kol açmak, vuslata
erişmeye, nefs-i emmare'yi yenerek, büyük cihada başlamayı temsil etmekte
idi,(28)
Önceleri Hz. Mevlânâ'ya
ve semaya muhalif olan Şeyh SadrüdDin Muhammed, daha sonraları dostlukları
ilerlemiş, çeşitli davet ve toplantıda birlikte bulunmuşlardır.
Şeyh SadriidDin
Muhammed, cuma namazlarından sonra bir meclis tertip eder, alimler, dervişler,
meraklılar dinlemeye gelirdi. Fikri tartışmalar olur, Şeyh SadriidDin en
sonunda ortaya atttığı meseleyi bağlardı. (29)
(24)
Feridun bin Ahmed a. g. e. s. 113
(25)
A. Gölpmarlı, Mevlânâ CelâledDin, îst. 1953
s. 129
(26)
H. Ziya Ülken, İslâm Düşüncesi, îst. 1950
s. 178
(27)
Feridun bin Ahmed a. g. e. s. 35 vd,
Bir gün Hz.
Mevlânâ, şeyhler şeyhi, muhadislerin sultanı, Şeyh SadrüdDin'i görmeye
gitmişti, Şeyh sadrüdDin, Hz. Mevlânâyı büyük bir ağırlama ile karşıladı. Kendi
seccadesine oturttu. Kendisi de Onun karşısında iki dizi üzerine edeple oturup
murakabeye durdular.Nurla dolu huzur deryasına daldılar. (30)
b) Ahi Evren (Şeyh NasırûdDin Mahmud el-
Hoyî)
(1171-1261)
Ahi Evren,
yakınlarından ve O' nu çok iyi tanıyan KonyalI Ali Bin Süleyman bin Yusufa
göre: "Şeyh Nasırüd- Din Ebül Hakayik Mahmud bin Ahmed el-Hoyi" dir.
Bu kayıttan kendisinin aslen Azerbeycen Hoy kasabası Türkmenlerinden olduğunu
anlıyoruz.
Kendisinin
"Kerameti Ahi Evren" adlı eserde ve bazı Ahi şecerenamelerinde doksan
üç yıl yaşadığı belirtil- mek-tedir. Bu habere göre (659/1261) öldürüldüğüne
göre (1566/1171) de doğduğu anlaşılıyor. SadrüdDin Konevi'ye yazdığı
mektuplarından birinde (596/1199) yılında Herat'ta FahrüdDin Razî'nin hizmetine
girdiği ve ondan ders okuduğu yazılıdır. Çocukluğu ve ilk tahsil devresi,
memleketi olan Azerbeycan'da geçse bile gençliğinde Horasan ve Maveraünnehre
giderek o yöredeki büyük üstadlardan ders aldığı muhakkaktır. En çok da Eş'aıî
kelâmcısı FahrüdDin Razî (Ö1.606/1209) dan faydalanmıştır.
(601/1204)
yılında veya bir iki yıl önce Bağdat'a gelerek Razî'nin talebelerinden Şeyh
Evhadüddin Kirmani ile tanışmıştır. O'na bağlılığı hocası ve kayınpederi olan
bu büyük şeyhin-ölüm tarihi olan (636/1238) yılma kadar devam etmiştir. Bu
üstadın delaletiyle otuz dördüncü Abbasî halifesi olan en-Nasır Lidinillah'm
kurduğu fütüvvet teşkilatına girmiştir.
(30)
a. g. e. s. 1/269-270
Bağdat'da iken fütüvvet teşkilâtının
ileri gelen şeyhleri ile tanıştığı gibi; başta Kirmanî olmak üzere birçok üstaddan
faydalanmıştır. O yıllarda Bağdat'ın îslâm dünyasının en büyük ilim, sanat ve
kültür merkezi oluşu, Ahi Evren’in çok yönlü bir ilim ve fikir adamı olmasına
tesir etmiştir. Kendisinin devrinde geçerli olan bütün ilimleri tahsil etttiği
eserlerinden anlaşılmaktadır, Özellikle tefsir, hadis, kelâm, fıkıh, tasavvuf
gibi ilimlerin felsefe ve tıp sahasında da sivrilmiş, ve bu konularda eserler
vermiştir.îbn-i Sinâ, Sühreverdi el-Maktûl ve FahrüdDin Razî'nin eserlerini çok
iyi okumuş ve bu bilgilerin eserlerini farsçaya tercüme etmiştir. Îhvan'üs-Safa
risalelerinden de geniş ölçüde faydalandığı anlaşılmaktadır.
(601/1204)
yılında Anadolu Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev, ikinci defa tahta
geçince cülûsunu Abbasi halifesi en -Nasır Lidinillah'a bildirmek için hocası
Malatya'lı bilgin ve SadrüdDîn Konevî'nin babası Şeyh MecdüdDin îshak'ı
Bağdat'a gönderdi, MecdüDin îshak, diplamat olarak o yıl içinde hacca da gitti.
Dönüşünde Bağdat üzerinden yanında MuhyidDin ibn'ül Arabî Ebû Cafer Muhammed
el-Berzaî, Evhadüddin Kirmanî ve Ahî Evren Şeyh NasırüdDin Mahmud'u Anadolu'ya
getirdi. Bu da halife en-Nasır ile sultanın îslâm dünyasındaki fütüvvet
hareketini ortaklaşa organize ettiklerini göstermektedir.
Ahi Evren,
(602/1205) yılında Anadolu'ya geldikten sonra Kayseri’ye yerleşerek bir debbağ
atelyesi kurdu. Zamanla burada atelyenin büyümesi, işçi ve ustaların
çoğalmasıyla debbağlar mahallesi kuruldu. Burada bir zaviye ve mescid
bulunuyordu. Mescidin bitişiğindeki bir evde de Şeyh EvhadüdDin Kirmanî
oturuyordu. Hocası ile birlikte Kayseri’ye yerleşen Ahi Evren, ilk iş olarak
burada Ahi teşkilatını kurdu. Bu konuda devletin desteği ve himayesi ile
sanatkârların lideri olarak bu sitede hizmet vermiştir. Bu yüzden tarih
boyunca debbağlann piri ve otuz iki çeşit sanatkâr zümresinin lideri olarak
tanınmıştır. Bu sa-
nayi
sitesinde debbağlar çarşısının ortasındaki camii ve ha- nikâhında kurduğu
teşkilâtın dinî ve fikrî yönden eğitim ve öğretimleriyle uğraşmıştır.
I. îzzedDin
Keykâvus zamanında (1210/1219) Kayse- ri'deki yöneticilerle Türkmen ve Ahiler
arasında mahiyeti bilinmeyen bir sürtüşme meydana geldi. I. Sultan AlâedDİn
Keykubat, 1219 yılında tahta geçtikten sonra Ahi teşkilâtını himaye etti, bu
sayede Ahilik bütün Anadolu'ya yayılırken Ahi Evren'in ünü ve hizmetiyle
birlikte yüceldi. Bu arada Ahi Evren'in hanımı ve Şeyh EvhadüdDin
Kirrnani'ninkızı Fatma Bacı da Kayseri'de Ahilerin yan teşkilâtı olarak genç
kızlardan meydana gelen Bacıyan-ı Rum (Anadolu Bacıları) teşkilâtını kurdu.
(625/1227) yılndan sonra muhtemelen I. AlâedDİn Keykubat'ın isteği üzerine
Konya'ya yerleşen Ahi Evren burada da sanatını icra etti. Bir yandan da Ha-
nikâh'ı Ziyâ ve Lala adlı medreselerde müderrislik yaptı. Bu medreselerin yeri
tam olarak bilinmezken OsmanlIların son döneminde Debbağhane Medresesesi ve
onun yerine yapı-lan Dar'ül-Hilâfet'il-Âliyye Medresesi 1926 yılında
yıktı-rılarak yerine Konya İsmet Paşa ilkokulu yapılmıştır. Sultan'dan azami
destek ve himâye görmüş ve onun adına Mürşid-ül Kifaye ve Yezdan-ı Şinaht adlı
eserlerini kaleme almıştır.
Anadolu'ya
gelen göçebeleri yerleşik hayata geçirmek, asalak geçinen ''Kalenderi"
yaşayış tarzı ile mücadele etmek, Türk illerinden gelen esnaf tabakasını
korumak maksadıyla "Ahi Teşkilatı" denilen sanatkorporasyonlarını kuran,
"Fütüvvet Teşkilatı" diye anılan Müslüman Türk gençlerini organize
eden, Moğollara karşı ölüm kalım savaşı veren büyük fikir adamı, siyasetçi Şeyh
Nasırüd- Din'in, liderliğini yaptığı ahi ve fütüvvet teşkilatını sanatla
Anadolu
Selçuklu sultanları, halkın dinî eğitim ve öğretimiyle yakından ilgilenmiştir.
Ahi Evren,GıyasedDin Keyhüsrev'e sunduğu"Letaif-i Hikmet" adlı
siyasetna- mesinde: "Allah, insanı yemek,
içmek, giyinmek ve mesken tutmak için yaratmıştır. Hiç kimse , Bu
ihtiyaçlarının toplumun desteğinden uzak tek başına karşılayamaz. Halkı demircilik,
marangozluk gibi çeşitli sanat kollarına yönelterek, her çeşit san'atın
toplumda icra edilmesini "tavsiye
etmiştir. Böylece devleti, halkın san'at ve eğitimine yön vermeye ve bu eğitimi
desteklemeye çağırmıştır. (3)
Bu
fikirlerini uygulama safhasına geçen Ahi Evren kendi mesleği olan debbağlık
(dericilik) sanatını devam ettirirken; bir yandan da Kayseri’de ilk sanayi
sitesini kurmuştur. Burada erkek sanatkârların iş yerlerinin yanında hanım el
sanatlarını işleyen kadınların çalıştığı bölümlerde bulunmakta idi. (4)
Kirmanî'nin
İslâmlaştırma faaliyetlerini Ahi Evren ve onun ölümüyle ahi zümreleri devam
ettirmiştir. Şeyh NasırüdDin, gayri müslimlerle münasebetlerde bulunurken, bir
yandan da bu faaliyetinin devlet desteği görmesini, böylece bu gösterilecek
ilgi ile onların İslâmlaştırtmasını şu sözleriyle istemektedir:"
Anadolu'da bazı zümreler vardır ki; bunlar ne hristiyandır, ne de müslüman.
Bunlara gerekli ilgi gösterildiği takdirde müslümanlaşmalan mümkündür."
(5)
(3)
Ahi Evren, Letaif-i Hikmet, Biblioteqhue
Natıonale nr. 99 yp. 90a
(4)
M. Bayram, Bacıyan-ı Rum, s. 37
(5)
Ahi Evren, Letaif-i Hikmet,, yp. 91a
1261 de Ahi Evren'in
moğollarca öldürülmesinden sonra sosyal düzenin bozulması ve kendilerine karşı
girişilen katliam ve saldırılardan kurtulmak maksadıyla ahi birlikleri,
gruplar halinde batıya göç etmişlerdir. BizanslIların elindeki uç bölgelerde
ki hristiyanlann oturduğu kesimlerde bulunan köy ve kasabaları fethetmiş,
buralara hakim olmuşlardır. Ahi birliklerinin bu bölgeye gelişi, nüfus,
ekonomi ve sosyo-kültürel yönden değişmelere sebep olmuştur. Ahi ve fütüvvet
organizasyonunun sınai, ticari, ahlâki ve dini formasyonu sayesinde bütün batı
şehirlerindeki üstünlük Rumlar'dan Türkler'e geçmiştir. (7)
Uç bölgelerdeki ahi
zaviyelerinin mesleki, dini ve ahlâki bir formasyon kazandıran eğitim yuvalan
olarak çevredeki gayri müslimlerle sınai, iktisadi, dini ve sosyo-kültürel
yönden münasebetleri neticesinde islâmi tebliğe dayalı olarak İslâmlaşmanın
görüleceği tabiidir. (8)
Batı ve uçlardaki
koloniler halinde bölgeye yerleşen bu organizasyonlar, bir yandan sınai ve
iktisadi yönden faaliyet gösterirlerken; öte yandan gayri müslimlerle devamlı
olarak gaza ve cihad'da bulunmuş ve Anadolu'nun İslâmlaşmasına büyük ölçüde
hizmet etmişlerdir. (9)
Ahmed Yesevi ocağından,
Horasan erenlerinden olan büyük mutasavvıf, Aşık Paşazâdeye göre : "
Horasan'dan kardeşi Menteş ile*birlikte Baba îlyas'a uğramış, ordan da Kırşehir
ile Kayseri'ye geçmiştir. Kardeşi Menteş, Sivas'ta şehit edilmiştir.
(6)
Mustafa Akdağ, Türkiye'nin İktisadî ve
İçtimaî Tarihi, İst. 1979, C. 1, s. 483-485
(7)
Sabahattin Güllülü, Ahi Birlikleri, İst.
1977, s. 92-93
(8)
F. Teaschner, İslâm Ortaçağında Fütüvvet,
İst. Ü. İkt. Fak. Mec. C. XV, İst. 1953-1954, s. 19
Hünkâr,
Kayseri'den Kara Höyük'e gelmiş, Hatun Ana (Fatma Bacı) yı evlât edinmiş,
burada ölmüştür. (1)
Eflâki'ye
göre Hacı Bektaş-ı Veli, Baba tlyas (öl. 1240 ) ın has halifesidir. (2)
Velâyetnamesinde kendisi Lokman Perende yoluyla Ahmed Yesevi'ye bağlanmaktadır.
(3)
Yunus
Emre'nin şeyhi olan Taptuk Emre, kendisine gelerek büyüklüğünü ikrar etmiş,
duasını almıştır. Yunus Emre'de bir kıtlık zamanı kendisine alıç getirerek,
buğday istemiştir. Buğdayı alıp köyden çıkarken pişmanlık duymuş, nasip ve el
almak maksadıyla dergâha döndüğünde Hünkâr, "Kendisinin manevi
terbiyesinin Taptuk Emre'ye havale edildiğini, ona başvurmasını"
istemiştir. (4)
Hacı
Bektaş-ı Veli, devrinde bir tarikat kurmamıştır. Bektaşîliğin kurucusu talebesi
v e müridi Abdal Musa 'dır. Kendisinin " Şia-İ tsna aşareci" olarak
tanıtılması, hakikatten uzaktır. Eserleri, dört halife'ye övgülerle doludur.
Bu arada Makalâtma Hatiboğlu tarafından şii görüşler eklenmiştir. Sonraki
devirlerde bu görüşler Hacı Bektaş-ı Veli'ye mal edilmiştir. O, Aşık Paşa,
Yunus Emre ve Hz. Mevlânâ gibi XIII. Asır'm sünni, şeriata bağlı, riyasız,
ilhadsız, iba- hilikten uzaktır. Horasan ve Nişapur'un tasavvufi ekolünün
izindedir. Eserlerinde bu fikirleri yaşatan kâmil bir muta- savvıfımızdır. (5)
d.
)
SULTAN İL ÎZZEDDİN KEYKÂVUS :
Sultan 11.
GıyasedDin Keyhüsrev'in oğludur. 1246 - 1256 yıllarında Anadolu Selçuklu
tahtında bulunmuştur. 1254 yılında Vezir CelâledDin Karatay'm ölümünden sonra,
(1)
Aşık Paşazâde Derviş Ahmed Aşıkî, Tevarih-i
Âli Osman, Nşr. Ali, îst. 1332, s. 204-206
(2)
Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri, 1/413
(3)
Uzun Firdevsî, Velâyetnâme-i Hacı Bektaş-ı
Velî, Haz. A. Gölpmar- h, îst 1958, s. 18
(5)
Esad Coşan, Makalât, îst. Trh. s. XXXV
saltanat
makamında bulunan şehzâdeler arasında mücadele hızlandı.' 1254 yılında vezirlik
makamına gelen Kadı İzzedDin, moğollarla mücadeleye hazırlandı.
11.
İzzedDin Keykâvus, tahsilini Malatya'da
Şeyh Sad- rüdDin Muhammed Konevi’nin babasında birlikte tahsil yaptıkları sınıf
arkadaşı idiler. 1. AlâedDin Keykubâd devrinde Malatya kadısı daha sonra
sultan'm vezirliğe getirdiği Kadı İzzedDin Muhammed idi.
Kadı İzzedDin Muhammed,
moğollara karşı Anadolu Selçuklu ordusunu, 1. AlâedDin Keykubad'm Aksaray Sultan
hanı yakınlarında savaşa götürdü. Yapılan savaşta (23 Ramazan 654/13 Teşrin
1256) da başta Vezir Kadı İzzedDin olmak üzere oh dört emir şehit oldu. (1)
Sultan, bu bozgundan
sonra ailesiyle birlikte Antalya yoluyla İstanbul'a sığındı. Burada IV. Mihael
Palelogos tarafından sıkışık durumda iken, daha önce kendisine yardım ettiği
için çok iyi karşılandı. Biraz sonra bu dostluk münasebeti, imparatorun Hulâgû
Han'dan korkması neticesinde 1262 de bozuldu. Sultan ve maiyeti, Enez'de hapsedildi.
Beyleri Emir-i ahur Uğurlu, Ali Bahadır ve diğerleri Ayasofya'ya götürüldü.
Patrik ve devlet adamları huzurunda hristiyanlığı kabule zorlandı.
Hristiyanlığı kabul edenler kurtuldu. Kabul etmiyenlerin gözlerine mil çekildi.
Sul- tan'ın oğullarından birisi " Melik Konstantin " adıyla vaftiz
edildi.
Bu arada Altm-Orda
hükümdarı Bereke Han, Balkanlarda istilaya girişti. Ondan korkan hükümdar, 11.
ÎzzedDİn Keykavus'u ve oğullarını serbest bıraktı. Kendilerine Suğdak ve Sulhak
şehirlerini ikta olarak verdi. (2) Sultan II. ÎzzedDİn, iki yıl İstanbul'da,
onbeş yıl Kınm'da gurbet ve çile hayatı çekti.(3)
(1)
îbni Bibi, el-Evamirul Alâiyye s. 620-921
(2)
O. Turan, Selçuklullar Zamanında Türkiye s.
497 vd,
677/1279
yılında Kırım'da ölürken oğlu GıyasedDin Mes'uda şu vasiyette bulundu:
"Ey
oğul! Babam Keykubâd oğlu II. GıyasedDin Keyhüsrev, ilahi davete uyup, edebi
aleme göçettiğinde devletin emirleri, beni Selçuklu tahtına oturttular. Onlann
güzel terbiyeleri ile büyüdüm. Onların öğütlerini tuttuğum zaman, ülke mamur,
reayâ (halk) sevinçli idi. Uygunsuz adamlarla oturup, nefsimin arzularına
uyarak onları kırdım. O zaman kötülük ve belalara müstehak oldum. Eğer sultan
olunca benim düştüğüm çukura düşmek istemiyorsan alçaklardan uzuk dur,
maskarlarla düşüp kalkma.
Ruhumu
teslim ettikten sonra benim kemiklerimi burada bırakma. Konya'ya götürüp
atalarımın yanma göm. Eğer bu sözlerimi tutarsan Allah (G.C.) yardımcın
olsun."(4)
Ne yazık
sultanın mezarı belli değildir. Bu vasiyet yerine getirilememiştir.
e)
HACE-İ CİHAN :
(Xin. Asır
Konya'sında iki önemli tacir ve zengin göze çarpar. Bunlardan birisi Hac-i
Cihan; diğeri Taced-Din Kâşi. Hace-i Cihan zengiliğinin yanında geniş bir
kültüre sahip, edebi zevke haiz bir insandır. İlim ve fikir adamlarını maddi
ve manevi yönden destekleyen gönül ehli, devletli bir insandı?)
Regaibi
Menakıp adlı eserde: "Hace-i Cihan, çok zengin bir zattır. Sultan AlâedDin
zamanında yaşamıştır. Bir tek oğlu vardır; Ali Can, karısının adı da Esmâhan,
Ali Can, sar'a hastalığına tutulur, doktorlar aciz kalırlar. Hace-i Cihan, son
çare olarak Şeyh SadrüdDin Konevi’ye başvurur. SadrüdDin Konevi, çocuğu okur,
birde muska yazar, arakıyesine diker. Çocuk iyileşir. Buna karşılık Hace-i
Cihan, büyük bir arazi içindeki evini boşaltıp SadrüdDin'ebağışlar. Şimdiki türbe,
camii ve eski zaviyenin, mezarlığın bulnduğu yer, Hace-i Cihan'm evi ve
arazisidir.(l)
Hz. Mevlânâ,
konuştuğu gibi söyleyen, söylediği gibi yazan'bir edip idi. Kendisinin
dostlarına yazdığı mektupları arasında Hace-i Çihan'a bu arif ve zengin zata
yazdığı mektubu seci ile yazmıştı. Bu mektubunda Hz. Mevlânâ, Hace- i Cihan
hazretlerine şunları yazmaktadır:
"
Hace-i Cihan'm mübarek ruhu, şu dünyadan kaçtıkça kaçıyor; öbür dünyayı
arzuluyor. Yansız, yönsüz direkten dayaktan apayrı aleme, her nefeste baktıkça
bakıyor, Allah’a gizlice yalvarıyor; Sen bize yol göster de çıkalım şu çölden;
sen bizi selamet yurduna çıkar, şu tufanın dalgalarından kurtar diye
yakarıyor. Hak, ona cevap veriyorda, dünyadakilerin kurtuluşu diyor, her zaman
kulların haslarından birisinin elindedir. Halkın ona göz dikmesi onu gözlemesi
için bu böyle sürüp gidiyor. Göğe bakmasınlar şaşkın şaşkın. Bu bakışlarla gök.
kapısı açılmaz diye sesleniyor. Allah, ereninin razılığı arada zûhal
yıldızından vazgeç diye ses geliyor. Gerçekler padişahı gerçek peygamber,
Rahmânm rahmetleri olsun ona. Ey inananlar buyuruyor, ahir zamanda bunaldınız
mı has kullarımdan umun dileğinizi; hem apaçık umun, karanlıklarda kalanların
şüpheli umuşu gibi değil diyor. Nitekim selâmet ona.Hz. Nuh tarafından da Hz.
Nuh'a yüz tutmaktan başka bir yol yoktur. Ne mutlu Hz. Nuh'a uyanların
canlarına ki, selamet ona. Yine Hz. Peygamber buyuruyor;"Ümmetim için.her
zaman bir tufan var. Her zaman bir Hz. Nuh, her zamanın kutbu, o zamanın
halifesi oluyor. Hz. Nuh'un gemisi kesiliyor da onun eteğine yapışan, tufandan
kurtuluyor. Bu sözler elbet Hace-i Cihan'a bir şeyler söylüyor, gerçeği anlatıyor.
"O bağış sahibi, birçok bağışlarda bulundu, hala da
İyi işlerde
bulunanlar, senninle övünüyorlar; dinle garez- siz şahidlikte bulunuyorlar.
Oku, bir şey beklemiyenlerin mektubunu neler yazıyorlar? Değilmi ki akıtıyorsun
suyu, gürül gürül akıyor; akıtma çorak yere, akıtma taşlıklara. O hizmeti,
gönülleri diri olanlara yap. Onların şanında; "Tertemiz şehir ki "(2)
buyuruluyor. Cenab-ı Hak, onları, hiç bir şeyden haberi olmayanlara bak da tanı
buyuruyor. Hiç bir şeyden haberi olmayanların hırkaları var, taylesan- ları
var; canlarındaysa bir ışık bile parıldamıyor; dillerinden bir hikmet kaynağı
kaynamıyor. Ne hırka var, nice taylesan onların gözü bir baksan, cehennem
ateşinin içinde cayır cayır yanıyor da yanıyor; hemde: "Gerçekten de:
"Allah, sizin şekillerinize bakmaz." (3) buyrarak kavruluyor.
Kâfirler de her devirde peygamberlere karşı adamlık etmediler, kötülükte
bulundular; yabancılaraysa adamlık ettiler; iyilikte bulundular. Taşı,
sankcağızlannm uçlarına bağlıyorlardı da, inciyi taşla kırıyorlardı; uzak olsun
bu hâl, dostlarınızdan sizin. " Mal harcayışlarının kabülüne engel olan da
ancak, onların Allah'ı (celle celalühü) ve Peygamberlerini inkar edip kafir
oluşları. "(3) Ama gözü aydmlananlar, kurda, köpeğe kemik atarlarsa,
bilirler ki, kurd'a köpeğe kemik veriyorlar. Hak ereni olanlar, Yusuf-u Sıddık'a
nevâle verirlerse; bilirler ki Yusuf a veriyorlar. îki verişte, iki bölükte
işte güçte bir iştir. Dönüyor, ama onlar, ikisini de birbirinden ayırt
ediyorlar.
Bu hayır
işte, eski başvuruşlanm, ısrarlarım yüzünden, size zahmet vermek istemiyordum;
fakat yüce Hak, bu büyük hayrın, bu yerinde işin :" Temiz
Şeyler,^emizlerin-
TriKuMa^ıKeriırUV/öO
'■ ■
dendir.
" buyurduğu gibi, sizin kilitler açan lutfunuzun, mübârek nefesinizin,
sizin gönlünüzle dilinizin çabasıyla, sizin yardımınızla olmasını diledi;
bundan dolayı da gene size zahmet verirdi. Eskiden beri, bu işlerde sizin
zahmet çekmeniz bir töre olmuştur; gene Hak, ehline döndü, geldi. Hamd olsun
Allah (celle celalühü)'ın lutfuna. Böylesine bir hayırlı işin tamamlanması gene
sizin işiniz. Şimdi bu duacı, ne diyebilir ki, mübârek, sevinçli gönlünüz,
içten içe, bu duacıdan söylemekte; işitmekte. Ama değilmi ki, iyi bir şey
yapmayı kurdun; bozma bu kurduğun şeyi. Böylesine bir fakire, değilmi ki bir
somun verdin; alma geriye onu, ikiye bölme. O fakir, çok ekmek bulur; ama sen,
öylesine bir fakir bulamazsın. Bu bağışta, sultanımızın, sultanların
öğündükleri sultanımızın âhir zaman Mehdi'sinin, Allah (celle celalühü)'ın
yardımı taliine, erlerin nazarına sahip sultanımızın; Allah (celle celalühü)
devletini kat kat artırsın; devletine sebep olur inşaallahu tealâ. (4)
Hazreti
Mevlânâ CelâledDin Rumî’nin bu mektubunda kendisinden mübârek bir insan,
devletli, hamiyetli, Allah (celle celalühü) yolunda islâmi ve dini hizmetlere
el uzatan, onlan destekleyen, bu yüklere fedâkârca katlanan ve göğüs geren,
Allah (celle celalühü) yolunda islâmi hizmetlere önder olan bu büyük arif, bu
uğurda İslâm âlim, kâmil ve tasavvuf erbabına da her an yardımcı olmuş; bu
kimseleri maddi ve manevi yönden desteklemiş; İslâm ilim ve kültürünün XIII.
asırda Selçuklu Konya'sında kendisinin desteklediği arif ve âlimler arasında
SadrüdDin Muhammed Konevi ve Hz. Mevlânâ CelâledDin Rumî başta gelmektedir.
Bu gün Konya'da eskiden bir köy ve kasaba bu günde Selçuklu ilçesinin
mahallesi olup kendi adıyla anılan " Hoca Cihan " da bir türbe
bulunmaktadır. Bu türbe, halk arasında " Mursaman türbesi" diye
anılır. Eski kültür sahibi Kon-
(4)
Âbdülbakî Gölpınarlı, Mevlânâ
CelâledDin-Mektuplar, İst. 1963 s.
113-114
yalılara
göre bu türbeye " Mir'i Zaman " veya " Mir ’i Zeban "
denilirdi. Bu türbede, SadriidDin Muhammed Konevi ve Hz. Mevlânâ CelâledDin
Rumî’ye maddi ve manevi desteklerde bulunan Hace-i Cihan hazretleri
yatmaktadır. Hace-i Cihan, Konya’nın söz sahibi ve güçlü zenginlerinden olduğu
için "Mir’i Zaman (zamanın sahib)i ", nüktedan, hazır cevap, âlim
arif ve fazıl olduğu için " Mir’i Zeban (dil erbabı)" denilmiştir.
(5)
H?.
Mevlânâ’nında sultan, devlet adamı ve hatırlı kişilere yazdıkları içerisinde
Hace-i Cihan hazretlerine yazdıkları mektup, cümleleri kısa olmakla birlikte
seci sanatı ile süslü en değerli mektuptur. Bu da Hace-i Cihan hazretlerinin
çok kültürlü, edip, seci sanatına düşkün bir hassas insan, hayırsever,
devletli, ulu bir kişi olduğunu göstermektedir. (6)
Kendisinin
Eflâki’de Filobat sahrası diye geçen ( Hoca Cihan, kum bağları çevresinde)
vakıfları da vardır. Hace-i Cihan hazretleri, Hz. Mevlânâ (öl. 1273) SadriidDin
Muhammed Konevi (öl. 1274) den önce ölmüştür. Türbesinin kitabesi yoktur.
Eser, Selçuklu türbe mimarisi tipindedir. Mimarı belli değildir. Bir devre
adını veren İslâm âlim, veli ve tasavvufçularını destekleyen, kültürümüzün bu
güne gelmesinde büyük emeği ve hizmeti geçen bu ulu zatın türbesi, Selçuklu
belediyesinin himmetlerini beklemektedir.
f.) VEZİR CELÂLEDDİN KARATAY :
Anadolu
Selçuklularının en parlak dönemini idrak eden, 1. AlâedDin Keykubad’m leğen
emiri ve sadık müsahibidir. Sultan’m ölümünden sonrada ve bilhassa 1243 Kösedağ
bozgunundan sonra devletin iç ve dış sarsıntılar karşısında uğradığı
felâketleri önleyerek temâyüz büyük bir devlet adamıdır- M.S. (652/1254)
yılında vefat etmiştir. (1)
(6)
Gölpınarlı, a. g. e, s. XVI
Sultan 1.
AlaâdDin Keykusad'ın oğlu 11. GıyasedDin Keyhüsrev (1237 - 1246), ölünce geriye
11. îzzeddin Keykâvus, IV. RüknedDin Kılınç Arslan ve 11. AlâedDin Keykubâd
adlı üç oğlu kaldı. Bunlar Anadolu Selçuklu tahtına mirasçı görünüyorlardı.
Babaları sağlığında küçük oğlu 11. AlâedDin Keykubad'ı tahta hazırlıyordu.
Vezir
CelâledDin Karatay bilgili, dindar, dürüst, faziletli ve hayırseverdi.
Döneminde beylerbeyi ŞemsedDin Yavtaş idi. Her ikisi de söz birliği ederek, 11.
AlâedDin Keyku- bad'ın tahta geçmesini uygun görmediler. Üç kardeşi de tahta
geçirip, beşer nevbet vurulmasını, üçününde hutbelerde adının birlikte
okunmasını kararlaştırdılar. Saltanat naibliğine de Karatay seçildi. (2) !
Vezir
CelâledDin doğruluğu ve adaleti ile ülkede huzuru sağlamıştır. Çeşitli yerlerde
yaptırdığı medrese, kervansaray ve dar'us sulehâ ile ilim ve kültürümüze büyük
hizmetlerde bulunmuştur. Konya'da yaptırdığı Karatay medresesinin kubbesine
de " Hz. Muhammed, Hz. İsâ, Hz. Musa " gibi üç büyük dinin
peygamberinin adlarını yazdırmıştır. Burada Anadolu Selçuklularımın dini
politikalarında hris- tiyan ve yahudilere kendi dinlerini sevdirme ve ehl-i
kitap statüsünü uyguladıklarını göstermektedir.
Vezir
CelâledDin devrinde SadrüdDin Muhammed, Konya'ya gelmiş, kendisinden büyük
itibar görmüş, dostlukları devam etmiştir. Kendisi de bu dönemde huzur içinde
hizmetlerine devam etmiştir.
g.)
VEZİR KADI İZZEDDİN :
Aslen Rey
şehrinde doğan, büyük şafii alimidir. 1. AlâedDin devrinde Malatya'da ve daha
sonra Konya'da baş
kadılık
yapmıştır. Malatya'da bulunduğu yıllarda Şeyh MecdüdDin İshak ve oğlu Şeyh
SadrüdDin Muhammed Konevi’nin dostudur.
İzzedDin
Muhammed bin Mahmud, devlet hizmetinde Atabektik ve (645/1247) yılından
(656/1256) Sultan hanı savaşına kadar on yıl baş vezirlik yapmıştır. (1)
Bu arada
Konya'da kendi adıyla anılan bir camii, bugün Konya İmam Hatip Lisesi arsasında
bulunan bir medrese ve şifahane yaptırmıştır. Bu mamurenin yaşaması için (1
Şaban 652 / 1 Eylül 1252) yılnda düzenlediği bir vakıfnâmede, Konya Saideli
(Kadınhanı) ne bağlı Kestel Koçmar köylerini vakfetmiştir. (2)
Mevlânâ
CelâledDin ile yakın dostlukları vardır. Mevlânâ bir mektubunda kendisini şöyle
öğmektedir;" Ey yüce mevkiye gönül genişliği ile hak kazanmış olan,
üstünlere değeriyle üstün olan, geçmişlerin kalanı, geleceklerin üstadı, iki
bölgenin müftüsü, iki mezhebin imamı, mükemmel bilgin, aydın, dolunay,
adaletli, iyi işleri yapan, kadılar kadısı, müslümanlann ve müslümanlığın
yüceliği, doğru yolu gösteren, tam inancı bildiren bayrak, Hak ve dinin izzi,
Allah,(celle celalühü) yüceliğini daim etşin."(3)
Vezir Kadı İzzedDin,
Sultan II. İzzedDin Keykâvus üzerinde büyük tesiri vardı. Ona Sultan büyük
hürmet gösterir, kendisinden çekinirdi. Sultanı kötülüklerden her zaman
korumaya çalışmıştır. Moğol hanlarından gelen elçilerle sultanı görüştürmemek
ve onların kendisini aldatmalarına mani olmak için herşeyi yaptı.
II.
İzzedDin Keykâvus ile IV. RüknedDin Kılmçarslan mücadelesinde büyük bir servet
harcadı. Moğolların elçiler göndererek maddeten Anadoluyu ezmesi karşısında
(1)
îbni Bibi, a. g. e. s. 600
(2)
Kadı İzzedDin Vakfiyesi, Konya Mevlânâ
Müzesi Hazine-i Evrak
Arşivi, nr.
214
(3)
Mevlânâ CelâledDin, Mektuplar, s.103
CeâledDin
Karatay ile yaptığı istişarede onlarla mücadeleye karar verdi. Bir yandanda
ülkenin yarasını sarmaya başladı. (4)
Fakat Baycu Noyan’m
taleplerini araştırması üzerine Moğollarla Aksaray I. AlâedDin Keykubad'm
kervansarayı yakınında iki ordu savaşa girişti. Sonunda Anadolu Selçuklu ordusu
yenildi. Vezir Kadı îzzeddin ile birlikte on dört büyük devlet adamıda şehit
oldu. (23 Ramazan 654/1. Teşrin 1256)
(5)
g.)
ŞEYH ZEYNÜDDİN SADAKA
Şeyh ZeynüdDin Sadaka,
Malatya’da Şeyh SadriidDin Muhammed Konevi'nin sınıf arkadaşıdır. Bu sınıf arkadaşları
arasında I.îzzeddin Keykâvus ta bulunmaktadır. Burada hocaları, sultanların
hocası ve diplomatı Şeyh MecdüdDin îshak'tır. Bu zatta SadriidDin Muhammed Konevi'nin
babasıdır. Şeyh Sadaka ve SadriidDin Konevi Şeyh EvhadüdDin Kirmani'den ilmi,
fikri ve tasavvufi yönden faydalandılar. Ayrıca îbni Arabî, Ebul Haşan
Îskenderanî de kendilerinin hocalarmdandır.
Zamanla ZeynüdDin Sadaka
Kirmani'ye intisap etti. Malatya da, Bağdat ta, Kayseri'de ve Konya da onun
yakın hizmetinde bulundu. Şeyh EvhadüdDin H. 636/1238 den önce Konya dan
Bağdat'a giderken kendisi üzerinde bulunan fütüvvet teşklatının Anadolu
şeyhler şeyhliği görevini Şeyh ZeynüdDin Sadaka'ya verdi. Şeyh ZeynüdDin Sada-
ka'nm Konya Sadırlar mahallesinde bir hanikâhı vardı. Bu hanikâh, önceleri
Hakîm Tirmizî'ye aitti. (1)
I. GıyasedDin Keyhüsrev,
birinci gurbet hayatını İstanbul'da BizanslIların içinde geçirmişti. 1205
yılında
(4)
İbni Bibi, a. g. e. s. 608 vd,
(1)
Mikâil Bayram, Şeyh EvhadüdDin Kirmanı s.
98-99
Konya'ya
gelerek şehri muhasara etti. Bu sırada şeyhülislam ve hakîm (filozof) olan
Konya kadısı Tirmizî: "Sulta'nm Bizans'da geçen döneminde hrıstiyanlarla
birlikte şeriata aykırı hareketlerde bulunduğunu, bu yüzden sultan
olamıyacağı" konusunda bir fetva verdi. Sultan ilk muhasarayı kazanamadı.
İkinci muhasaradan sonra şehre girdi. Ve kadıyı idam etttirdi. (2)
Hakim
Tirmizî'nin bu dergahı, ölümünden epey müddet sonra Şeyh ZeynüdDin Sadaka'nm
eline geçti. H. 644/ 1246 yılında Şeyh SadriidDin Muhammed Konevi, Konya'ya
yerleşmişti. Oğlu SadüdDin Çelebi'de gençlik çağında idi. Şeyh ZeynüdDin
Sadaka, Konevi'nin çok eski sınıf arkadaşı ve gönül dostu idi. Bu yüzden oğlunun
eğitimini kendisine havale etti. Büyük bir ihtimalle H.660/ 1262 yıllarında
moğollar Ahi Evrenin ölümünden sonra fütüvvet teşkilatı mensubu olan Türkmen
şeyhleri ve müridlerini Konya ve çevresinde öldürdüler. Şeyh ZeynüdDin Sadaka
ve SadüdDin Çelebinin bu yıllarda onlar tarafından öldürülmesi muhtemeldir.
Şeyh
ZeynüdDin Sadaka’nm zaviyesinin Konya'da bazı vakıfları vardı. Fatih devrinde
Konya vakıflarını yazan heyet, bu zaviyeyi ve vakıflarını tesbit etmiştir.
H.881/ 1476 yılında Derviş Veli, bu zaviyenin şeyhi idi. Zaviyenin vakıfları da
şunlardı:
1)
Gülistan Havlusunda bir bağ,
2)
Zaviye yakınında bir tarla,
3)
Meram vadisi (Derede) Üzmüş değirmeni. Bu
değirmenin kiracıları, ikiyüzakçe vererek değirmeni yıkmışlar, kendi adlarına
bir değirmen yaptırmışlardı. Vakıflar müfettişleri, bu haraketi yolsuz bularak
yeni yapılan bu değirmeni tekrar zaviyeye bağlatmışlardı.(3)
(2)
0. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye s.
291
(3)
I. Hakkı Konyalı, Konya Tarihi, s. 755-756
g.)
PİR EBİ SULTAN:
Hünkâr Hacı Bektaş-ı
Veli'nin ulu halifelerinden biri idi. Hünkar'ın çerağcısıydı. Erenlerin safa.
nazarını almıştı. Kuvvetli bir erdi. Bir gün SadrüdDin Konevi,Hünkar'a bir er
göndererek: " Pek mecburuz, sohbetinize iştiyâkımız var. Fakat
bulunduğumuz yerde de işimiz var. Bu hizmette onların hizmeti. Sülük görmüş
halifelerinden birini göndersede burada ona bir mekan göstersek, bizimle beraber
bulunsa, kendilerinin manâsını onda bulsak, kendilerinin kokusunu onlardan
alsak." dedi.
Derviş vardı.
SadrüdDin'in bu sözlerini Hünkar'a söyledi. Hünkâr, Pir Ebi Sultana döndü:
Çerağcı, bizden istedikleri kimse sensin. Yürü, Konya'ya var, Şeyh Sadrüd-Din
nereyi gösterirse orayı mekân et. Konya'yı sana yurt verdi. Sinin (mezarın)
ziyaret olsun, toprağın kef- faret." buyurdu.
Pirebi Sulta’nın üç oğlancığı
vardı. Hünkârın emri üzerine kalktı karısına gitti, halini anlattı. Oynayan
oğlancıklarım aldı, Konya'ya geldi. Doğruca Sadrüddin'e vardı, hali bildirdi.
Sadrüddin, Pir Ebi'yi ağırladı. Sonra beraberce bir yere vardılar:
"Burası, hem bize yakındır, hem de karşı." dedi. Pir Ebi oraya bir
tekke kurdu. Bir çok mürid ve muhip yetiştirdi.
İki oğlu, bulaşıcı
hastalıktan öldü. Üçüncüsü ölürken keramet gösterdi. Bu olaydan sonra Konya
halkı Pir Ebi Sultana çok fazla bağlandılar. Daha sonra Konya'da öldü. Mezarı,
Lârende kapısının dışmdadır.(l)
k
) TACÜDDİN-İ KÂŞî:
Tacüd-Din-i Kaşi, XIII.
asır Selçuklu Konyasmda, Anadolu ile ülkeler arasında ticaret yapan hatırlı,
gönül ehli, alim ve fazıl bir insan, Hace-i Cihan ile birlikte bu dönem
Konyasmda en zengin iki kişiden birisidir.
(1)
Uzun Firdevsi, Vilâyetnâme-i, Hacı Bektaş-ı
Veli, Haz. A. Gölpı- pmarlı İst. 1958 s. 89
Bu zat, Hz. Mevlânâ'nın
da bir mektubunu Kırşehir Emiri SeyfedDin Tuğrul’a götürmüştür. Hz. Mevlânâ bu
mektubunda TacüdDin-i Kaşi'den şöyle bahsetmektedir:" Şunu bildirelim ki
mektubu size getiren aziz tacir, ihsan ve kerem sahibi, tacirlerinh iftiharı,
tahta yapıp satan Tacüd- Din-i, Allah (celle celalühü) yüceliğini daim etsin ve
onu zamanın kötülüklerinden korusun. Otarafa tunçtan yapılmış aletler götürüyor.
Allah (celle celalühü) yüceliklerini daimi kılsın, onları kuvvetlendirsin,
onlara yardımcı olsun, eğer o yandaki padi-şahlar beğenirler de alırlarsa
umarız ve isteriz ki değerini tez versinler, geçiktirmesinler. Siz, güzel bir
tarzda çalışın; kerem buyurun, lütfedin de parası, geçiktirmeden pek tez eli-ne
geçsin. Böylece de dileğini elde ederek geri dönsün; o devlete de dua
etsin." (1)
Bu yandan bütün çocuklar
selam edenler hatırınızı sorarlar; sizin aziz oğullarınıza da selamlan
var;görüşmeyi ar- zulamışlardır. Allah (celle celalühü) kavuştursun aramızdan
ayrılığı kaldırsın, biziTahtlarda, karşı karşıya oturan kardeşler" (2)
etsin. Allah (celle celalühü) bizide sizide, cennette ebedilik sofralarının
başında nimetlendirsin, ebedi olarak bu lutfa eriştirsin. "(3)
Hz. Mevlânâ'nın bu
mektubu yazdığı Emir SeyfedDin Tuğrul, Ahi Evren (öl. 126 lin "Menahic-i
Seyfi " adlı eserini yazıp kendisine takdim ettiği Kırşehir emiridir.(4)
I. AlâedDin Keykubat (1219-1237)'ın haslarından idi. Har- put(Elazığ) kalesinin
fethi sırasında burçlara sancağı diken komutandır.(5) Bu da kendisinin alim ve
mutasavvıfları koruyan ulu bir emir olduğunu göstermektedir.
(4)
Ahi Evren, Menahic-i Seyfi, Bursa Eski
Eserler Ktp. H. Çelebi Bİ. nr. 1184, yp. 80 b
(5)
îbni Bibi, a. g. e. s. 440
Eflâki'ye göre: "
el-Hac Kaşî adında birkaç defa hacca gitmiş, seyahatlan sırasında pek çok
şeyhin sohbetinde bulunmuş, SadrüdDin Konevi'nin bağlılarından birisi vardı
ki, bir defasında Mevlânâ ve Konevi'nin buluştukları bir mecliste de bulunmuş
Mevlânâ'ya saygısızlık edip gücen- dirmişti. Bunun cezası olarak bu olaydan üç
gün sonra iki rind, bir gece evini basıp, kendisini öldürmüş, nesi varsa alıp
götürmüşlerdi. (6)
Tacüd-Din Kaşi'nin Konya
çevresinde bu gün " Kaşınhanı" diye bilinen kasabada bir hanı vardı.
Daha önce" Kaşî'nin Hanı" olarak anılan bu yer zamanla
"Kaşınhanı" olarak telaffuz edilmiştir.Eflâkide geçen bu olayla
kendisinin IV. RüknedDin Kılınçarslan'm tek başına saltanat sürdüğü (658/1260)
yıllarında anarşi, terör ve kardeş kavgasının zirveye ulaştığı bir dönemde
öldüğü anlaşılıyor. Bu zat, SadrüdDin Konevi'nin mektuplarını Hacı Bektaş ve
NasırüdDin Tûsi gibi çeşitli kimselere götürmüştür.
İ
)KADI SIRACÜDDİN:
Urmiyeli, Ebu Bekir oğlu
Kadı SıracüdDin Ebüssenâ Mahmud, ( H.594/1.198) Urmiyede doğdu. Konya'da
(H.682/1283) de öldü. XIII. Asırda Konya da yaşayan büyük mantık
bilginlerindendir, Kemaleddin Yusuf un talebesidir. Mantık, usul-i fıkıh ve
ilahiyat konusunda da birkaç eseri vardır. Bunlardan en
meşhuru,Metaliul-Envar, KutbidDin Razî tarafından genişçe şerhedilmiştir. Bu
şerh, uzun yıllar medreselerde alim ve talebenin başlıca müracaat kaynakları
arasına girmiştir. (1) Malatya ve Konya da uzun müddet kadılık yapmıştır. Şeyh
EvhadüdDin Kirmani müridlerindendir. (2)
(6)
Ahmed Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri,
1/278-279
(1)
B. Firuzanfer, Mevlânâ CelâledDin, s.
170-171
(2)
Mikâil Bayram, Şeyh EvhadüdDin s. 113
a
) MUİNÜDDİN PERVANE VE DEVRİ:
Anadolu
Selçuklu devlet adamları arasında (1262-1277) yılları arasında geçen onbeş
yıllık bir devre damgasını vuran MuinüdDin Pervane, önemli bir şahsiyettir.
Moğollann devamlı müdahaleleri, saltanat mücadeleleri, devlet adamlarının
tahrikli kavgalarıyla siyasi bühran derinleşirken, zekâsı, dirayeti ve
siyasetiyle nüfuzunu artırmıştı.
Bu buhranlı
dönemde önce Baycu Noyan, sonra Hülâgû Han ve Abaka Han’ın itimadlarını, vakur
olmayan bir siyasetle kazandı. Onlara yaptıkları hizmetle dost oldu. Saltanatı
II. İzzedDin Keykâvustan alarak IV. RüknedDÎn Kılmçarslan'a devrederek kendi
hakimiyetini kurdu.(1162- 1277) yıllan arasında geçen on beş yılda müsbet ve
menfi tavırlarıyla Anadolu'da tek söz sahibi olarak "Pervane Devri"
ne mührünü vurdu.
Kendisi,
Vezir MühezzibüdDin Ali'nin oğludur. Dey- lemlidir. Babası, genç yaşta iken
Konya'ya gelerek medreselerde okudu. Devrin Maliye nâzın Müstevfi SaadüdDin
Ebu Bekir, kendisini himaye ederek kızıyla evlendirdi. Daha sonra I. AlâedDİn
Keykubad'm emrine girerek zamanla vezirliğe kadar yükseldi. 1240 yılındaki
bozgunda cesaret göstererek Moğol komutanı Baycu Noyan ile Anadolu
Selçukluları adına bir banş antlaşması imzaladı. Zamanla Hülagû Han'ın itimad
ve dotluğunu kazandı. Hülagû Han, onun için: "Bundan böyle Anadolu da bir
mesele için bana ondan başka kimse gelmesin ." diyecek kadar büyük
desteğini kazandı.
Moğol
istilası, Anadolu’da ağır vergi ve zulümlerle halkı eziyordu. MuinüdDin
Pervane, Anadoluda büyük bir disiplin sağlamıştı bu yüzden halk: "Pervane
devrinde asayiş ok-
adar ileri
idi ki kurt ile kuzu birarada dolaşıyordu." hükmüne varmıştı.(l) Bu
dönemde kendisi moğol askerlerinin istediği her şeyi temin etmek için
Anadolunun her tarafına ferman ve menşurlar gönderiyor; böylece halkın u-
yanmasına fırsat vermiyordu.
Devrinde vezir Sahip Ata
FahrüdDin Ali, pervane sıfatıyla Emir MuinüdDin Pervane, saltanat naibi Eminüd-
Din Mikâil, maliye nazırı Müstevfi MecdüdDin Muhammed, müşrif CelâlüdDin
Mâhmud, beylerbeyi Hatıroğlu ŞerefüdDin idi.
Şeyhül İslam SadriidDin
Muhammed Konevi, bütün ilimlerde bilhassa hadiste emsali yoktu. Konya kadısı
Ur- miyeli SıracüdDin idi Aksaray da Tebrizli EminüdDin, Si- vasta İzzüdDin,
Karahisar da Hoylu TacüdDin kadı askerlik makamını işgal ediyordu. Tarikat
şeyhleri içinde Şeyh Sad- rüdDin, Mevlânâ CelâlüdDin, SadüdDin Fergani,
FahrüdDin Irakî, MüeyyidüdDin Cendi'nin büyük bir nüfuzu vardı.(3)
Kendisi bir sultan gibi
davranırdı.Alimleri ve şeyhleri korur, onların meclislerinde bulunurdu. Medrese
ve zaviyelerde huzuru için dua edilirdi. Kendisinin ikta merkezi olan Tokatta
lemeat sahibi FahrüdDin Irakiye bir zaviye açtı. Buraya "Hanikâh-ı
Pervane" adı verildi Kayseri’de de meşhur matematikçi KutbüdDin Şiraziye
bir medrese açtı. (4)
Çok zaman şeyh SadriidDin
Muhammed Konevinin zaviyesine gelir; o’nun vaaz ve nasihatlerini dinlerdi.
Çoğu zamanda Konevi’den "Camini Usul" adlı hadis kitabını o- kuyan
alimlerin ve devlet adamlarının yanında yer alırdı. O.
Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye s. 522-524
(1)
Aksarayî; Müsamerat'ül Ahbar, s. 138-141
(3)
Eflâkî, a. g. e. 11/222-223
Fakat Şeyh
SadriidDin, ile Moğolların Anadoluyu işgalleri konusunda fikirleri farklı idi.
Konevi Anadolunun bu durumuna üzülüyordu. Bu yüzden ömrünün bütün mesaisini
hadis ilmine vakfetmişti.
Buna rağmen
MuinüdDin Pervane, MuhyidDin îbn'ül Arabi'nin fikirlerini Anadoluda yayan Şeyh
SadrüdDin'in seçkin talebelerinden olan FahrüdDin Irakî ve Füsus'ul Hi- kemi
şerh eden MüeyyidüdDin Cendi'yi desteklemişti. (6)
Dostları
arasında Mevlânâ Celaleddin başta geliyordu Onunla münasebetleri çok sıktı.
Sarayında kendisine ve müridlerine büyük ikramlarda bulunurdu. Hz.Mevlânâ kendisine
" Hemşehrim" diye hitab ederdi. Anadolu da bir çok medrese, zaviye,
hastane ve kervansaray yaptırmıştı.(7)
MuinüdDin
Pervane bir yandan devleti idare ederken; öte yandanda ilim ve tasavvuf
erbabıyla yakın münasebetlerde bulunuyordu. Böylece putperest moğallann
istilasıyla inleyen Anadolu halkının ızdıraplarını raks ve musiki ile kırarak,
düşmana karşı cihad ruhunu, mücadele azmini kırıyordu. (8)
MuinüdDin
Pervane'nin moğollara dayanan siyaseti sonunda kendisini korkuttu. Onların
karşısına Mısır Kölemen sultanı Baybarsı .çıkarmaya çalıştı. Bu teşebbüsleri
başarısızlığa uğradı. Bu durum karşısında onbeş sene hizmet ettiği moğollann
itimadını kaybetti. Böylece kendi ihtiraslarının kurbanı oldu.(Safer
676Agustos 1277), yılında Van Aladağ'da Abaka Han'ın adamları tarafından
işkence ile idam edildi. Cesedi dağlarda parçalandı ölümü, Anadoluda büyük
buhranlara sebeb oldu (9)
(5)
F . Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 57
(6)
Mevlânâ, Mektuplar, Ter. F. Nafiz Uzluk, s.
32, 35, 64, 68, 72,
(7)
Nejat Kaymaz, Pervane MuinüdDin Süleyman
Ank. 1970, s. 130
(8)
O. Turan, a. g. e. s. 554 vd,
b
) GERMİYANLI ALİ ŞİR BEY VE OĞLU SEYFÜDDİN ALİ ŞİR BEY:- •
Germiyan, Türk
aşiretlerinden olan, sonradan bir beylik kuran bir ailenin adıdır. Bu aşireti,
ilk defa XIII. Asrın ilk yansında Anadolu Selçuklu devletinin hizmetinde görüyoruz.
Bunlar Malatya çevresine CelâledDin Harzemşah ile 1229 da Anadoluya gelerek
1230 da I. AlâedDİn Keykubad ile Yassı çimen muharebesine girişip mağlup
olduktan sonra yerleşen Harzem boylanndandır.
Germiyan aşiretinin
reisi olarak Malatya'da Ali Şir oğlu MuzafferüdDin, II. GıyasedDin (1237-1246)
zamanında hükümet tarafından Baba îshak hareketini bastırmaya memur edilmişse
de muvffak olamamıştır. Bu aşiret, 1241 de Baba îshak hareketinin
bastırılmasından sonra Kütahya ve çevresine yerleşmiştir. Malatya, Kütahya ve
Alaşehir köyleri içinde Harzem'den bozma olarak kullanılan"Horzum"
köyleri halen mevcuttur.
Bu aileden olup
Germiyanoğlu beyliğini kuran Yakup B ey'in babası, Yakup oğlu Emir KerimüdDin
Ali Şir, IV. Kılınçarslan'm emirlerindendi. 1264 yılında vezir MuinüdDin
Pervane'nin kendilerini gammazlamasıyla diğer bazı Anadolu Selçuklu emirleri
ile birlikte Moğollar tarafından öldürülmüştür.(l)
Germiyanlı Ali Şir Bey
ve oğlu SeyfüdDin Ali Şir Bey çok zaman Küathya'dan Konya'ya gelerek Şeyh
SadrüdDin Muhammed Konevinin hadis derslerine devam etmişlerdir.
c
) ATABEK MECDÜDDİN ALÎ:
MecdiidDin Ali,
Erzincan'lı Hüseyin'in oğludur. MuinüdDin Pervanenin damadıdır. IV. RüknedDin
Kılınç- arslan zamanında müstevfi (maliye bakanı )lik görevinde
(1)
1. Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri,
Ank. 1988, s. 39-40
bulunmuştur. Sahip FahrüdDin Ali,
vezirlikten uzuk- laştınldıktan sonra vezir olmuştur. FahrüdDin Ali'nin
moğollarla anlaşmasından sonra eski görevi küçük görülerek atabektik makamına
getirilmiştir. Atabek olarak kabinede görev yapmakla birlikte sultanların
yakını ve mutemedi olduğu için şehzadelerin eğitimiyle yakından ilgilenmiştir.
675/1277 de
Hatıroğulları isyanını bastıramadığı için öldürülmek üzereyken bir çok mal
vererek, dostlarının şefaatiyle canını kurtardı. MuinüdDin Pervane'nin(675/1277)
yılında Van Aladağda öldürülmesinden sonra Abaka Han'ın yanından dönerken
Sivas'ta hastalandı. (676/1278) de orada öldü. Alim ve kültürlü bir zattı.
Güzel yazı yazar, iyi hesap bilirdi. Edebiyata vakıftı, şiirde söylerdi.(l)
d ) MÜSTEVFİ
CELÂLÜDDİN MAHMUD;
II.İzzedDin Keykâvus
(1246-1261) devrinde beylerbeyliği, 1262'de IV. RüknedDin Kılmçarslan'm
saltanatında devlete hakim olan Muinüddin Pervane devrinde teftiş nâzırlığında
bulundu. (1) IV. RüknedDin Kılmçarslan, Aksaray da TacüdDin Mutez tarafından
verilen bir ziyafette zehirlendi. Sultan önce sancıya tutulup çadırında yalnız
bırakıldı. Daha sonra moğol muhafızları tarafından yayın kirişiyle boğularak
(664/1266) yılında şehit edildi. Anadolu Selçuklu tahtına on yaşında bulunan
oğlu IILGıyasedDin Keyhüsrev çıktı. Bu dönemde Celâlüddin Mahmud, istifa
(maliye) nazırlığına getirildi. (2)
Anadolu Selçukluları ile
Karamanoğulları mücadelesindeki Cimri hadisesinin (1277) yılında
bastırılmasından sonra vezir Fahrüddin Ali, Kadı CelâlüdDin Mahmud'u Abaka
Han'a gönderip zaferlerini bildirdi. İlhan, bu hizmet ve başarılarından dolayı
FahrüdDin Ali'ye bir teşrif gönde
ri)
Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri,a. g. e. s. LXXV11
(1)
O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye
İst. 1971 0 524
rip kendisine
"Kıvamül-mülk (memleketin dayanağı)" lakabını verdi. CelâledDin
Mahmud'a da ihsanlarda bulunarak müstevlilikle birlikte saltanat naibliği
görevini verdi. Böyle- ce devletin idaresi bu iki insanın eline bırakılmıştı.
(3)
CelâlüdDin
Mahmud, Sadrüddin Muhammed Konevinin meclislerine ve derslerine geldiği
gibi'Mevlânâ CelâlüdDin gibi zatlara da ziyafetler veren bir emir ve bilgin
idi. (4)
e
) HATIROĞLU ŞEREFÜDDİN MESUD:
Anadolu
Selçuklu seraskeridir. 1243 yılında meydana gelen Kösedağ savaşıyla moğollar,
Anadoluya hakim oldular. Moğol istilası karşısında Anadolu Selçuklu şehzadeleri,
beyleri iki guruba ayrıldılar. Bunlardan bir kısmı, moğolları yenmenin mümkün
olamıyacağma inanarak onların idaresi ve baskısı altında yaşamayı kabül
ettiler. Bir kısımda moğollarla savaşarak Anadoludan atmayı istiyordu.
Bunlardan serasker Hatıroğlu ŞerefüdDin, Mısır Memlûk sultanı Baybars ile
ittifak edilerek milli mücadelenin kazanılacağına inanıyordu. Çocuk yaştaki
sultan HL Gıya- sedDin Keyhüsrev'i yanma alarak Konya Kayseri yoluyla Niğde'ye
geldi. Kardeşi ZiyaüdDin'i Mısır'a sultan Bay- bars'a gönderip ondan yardım
istedi. Baybars'dan yardım geleceğine inandığından Niğde, Kayseri’ Madenşehri
çevresinde dağınık halde bulunan rhoğol kuvvetlerini mağlup etti. Urfa'yı
zapdetti. Moğollara karşı olan beylere zafema- meler yazarak, kendisiyle
birleşmeye davet etti. Hatıroğ- lunun isyanını Tebriz'de duyan Abaka Han,
yanında bulunan MuinüdDin Pervane, Sahip Ata FahrüdDin Ali ve Tacüddin Mutezi
şehzade Konkurtay komutasındaki moğol ordusuyla birlikte Anadoluya gönderdi.
Moğol
baskısından korkan emirler, Hatıroğlu Şerefüd-
(4)
Eflâkî, a. g. e. 1/547
Din'i birer ikşer terkettiler. Başta
MuinüdDin Pervanenin oğlu MühezzibidDin ondan aynldı. Sultan Baybars hazırlıksız
olduğu için bir kısım asker bırakarak Mısır'a gitti. Yavaş Karahisar'da çadır
kuran Hatıroğlu, otuz bin kişilik moğol ordusunca kuşatıldı. Dört bin kişi ile
düşmanı yarıp dışarı çıktı. Fakat genç sultanla birlikte bir kısım askeri esir
edildi. Kendisi, eski dostu olan Luluva kalesi komutanına sığındı. Fakat oda
başından korktuğu için moğollara teslim etti. Delüce (gedik) kasabasında sözde
muhakeme edildi. Kendisini korkusuzca ve kahramanca müdafa etti vücuduna bin
deynek vurularak dövüldü. Sonra da idam edildi. Anadoluya dehşet salmak
isteyen moğollar, bu milli kahramanın vücudunu parçalayarak şehit ettiler.
Başını Konya'ya, kollarını Ankara'ya, bacaklarını Kayseriye gönderdiler.(l)
a
) Şeyh SadüdDin Fergani:
Şeyh
ŞadrüdDin Muhammed Konevinin tesirinde kalan talebelerinden ve tasavvuf
erbabındandır. Îbnü-Farız'm "Kasidei Taiye" sini şerh ederek üstadı
Konevi'ye sunmuş, Oda bu şerhi çok beğenmiştir. Kendisinin "Menahic'ül-
İbad" adh dört mezhebin ibadet esaslarını açıklayan eseri tasavvufa giriş
yönünden önemlidir.(l)
Fergani,
üstadı Şeyh ŞadrüdDin Muhammed el-Konevi hazretlerini şöyle tavsif ediyoralar:
"Her kimsenin bir şeyhten tasavvuf hırkasını giymesi lazımdır. îki şeyhe
nis- beti iyi değildir. Ama sohbetinin nisbetinin çok olması övgüye layıktır.
Fakat o şeyhin icazeti (müsaadesi) gerekir. Bu fakirde Şeyh Sühreverdinin
sohbetinden ve hizmetinden ayrıldıktan sonra sahibimiz, efendimiz ve şeyhimiz,
(1)
Cami, Nefehat, s. 635-636
dinin
önderi, peygamberlerin efendisinin ilimlerinin varisi, muhakkiklerin sultanı,
Konyalı îshak oğlu Muhammed (kuddise sırruhu)in şerefli sohbet, irşad, fazilet,
hidayet, batini ve zahiri ilimlerin adabı, şeriat, tarikat ve hakikat
deryasından büyük istifadeler etmiştir." (2)
Şeyh SadüdDin Fergani,
îbnül Arabinin bütün düşüncelerinin en mükemmel bir özetini vererek(H.699/
1299) yılında Hakk'a yürümüştür.(3)
b
)ŞEYH MÜEYYİDÜDDİN MAHMUD el-CENDî :
Şeyh Sadreddin Muhammed
Konevinin seçkin talebelerinden ve müridlerindendir. Batıni ve zahiri bütün
ilimlere vakıftır. Şeyh MuhidDin îbn'ül Arabi'nin "Fusu'ul- Hikem" ve
"Mevakıün-Nücûm" adlı eserlerini hocası Şeyh SadriidDin
MuhammmedKonev'inin isteği üzerine şerh etmiştir. Hazırladığı"Fusu'ul-Hikem
şerhi ", kendisinden sonrakiyapılan bu eserin şerhlerine kaynak teşkil
etmiştir. Ayrıca MüeyyidüdDin Mahmud el-Cendi arap adebiyatınm fesehat ve
belagatına vakıftı. Bu yüzden îbni Farızın "Kasid-i Taiyyesini"
nazmen tercüme etmiştir. (1) Kendisi, (690/129 l)yılmda Hakk'a yürümüştür. (2)
c )ŞEYH
FAHRÜDDİN IRAKî:
Şehriyaroğlu FahrüdDin
İbrahim (600/1204) yılında Hemedan da doğdu. Daha sonra "Irakî"
mahlasını aldı. Tahsilini tamamladıktan sonra Bağdat'ta Şeyh ŞehabüdDin
Sühreverdi’ye intisab etti. Bir aşk şimşeği ruhunda çakarak o'nun yoluna baş
koydu. Moltan'da Moltanh Şeyh Bahaüd- Din Zekeriyya'nın huzuruna vardı. Tam
yirmi beşyıl (641/ 243) yılından (666/1268) yılında şeyhinin ölümüne kadar
(3)
A. Ateş, MuhyidDin ibn'ül Arabî, s. 552
(2)
A. Ateş, MuhyidDin İbn'ül Arabî, s. 552
orada
yaşadı. Şeyh ŞehabüdDin'in müridleriyle halifelik konusunda ihtilafa düşerek
hacca gitti. Mekke ve medine şehirlerinde bir kaç kaside yazdı.
Daha sonra Anadolu'ya
gelerek Konya'da Şeyh SadrudDin Muhammed Konevi'nin sohbetlerinde bulundu. Bu
tesirle "Lemeat" adlı eserini yazdı Şeyh SadrüdDİn'e okuyarak onun
takdirini kazandı. Üstadının da kendisi üzerinde tesiri büyüktür. Konya'da
kaldığı müddetçe bu yüzden şöhret kazandı. (1)
MuinüdDin Pervane,
kendisine büyük teveccüh gösterdi. Tokat'ta kendisine "Hanikah-ı Pervane
" adlı bir zaviye yaptırdı. Buraya sık sık gelerek Fahrüddin Irakiye mürid
oldu. Şeyhine daima ihsanlarda bulundu. Pervanenin 1277 yılında öldürülmesinden
sonra Tokat'tan ayrıldı. (2) Tokat'tan Mısır’a ve Arabistana geçti.Sonunda
Şam'a yerleşti. Burada (688/1289) yılında Hakk’a yürüdü. Şam'da MuhyidDin
Arabi'nin yanına gömüldü. (3)
Fahrüddin Irakî'nin
"Lemeat" adlı eseri, Saffet Yetkin tarafından türkçeye çevrilmiş,
Milli Eğitim Bakanlığı yayınları arasında Ankara 1991'de basılmıştır.
d
) ŞEYH KUTBÜDDİN MAHMUD ŞİRAZİ:
Şeyh SadriidDin Muhammed
Konevi'nin sitemini devam ettiren talebelerindendir. Kazerunlu, Şirazlı Muslih
oğlu Mesudoğlu KutbüdDin Mahmud, (634/1237-710/1310) yılları arasında
yaşamıştır.îlim sahibi bir hanedana mensup idi. Babası ve amcası tıpta kuvvetli
bilgilere sahip idiler. Kendisi de babasının yerine hastahanede göz hekimliği
yaptı. Daha sonra tıp tahsili ve İbni Sina'nın "Kanun" adlı eserini
inecelemek üzere Horasan'a gitti .Danişoğlu Ebul- Hasen Ali NecmüdDin (öl.
675/1277)'in ders meclisine gir-
(2)
O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s.
524
(3)
Cami, a. g. e. s. 672
di. O mecliste, büyük üstad, NasırûdDin
Tusi ile tanıştı. Onun asistanlığını yaptı. Merağadaki rasathanesinde çalıştı.
Şeyh
KutbûdDin, işlâmi ilimlerin bir çoğunda bilhassa hikmet (felsefe), ilâhiyat,
biyoloji matematik ve tıp da maharetli bir üstad idi.
Anadolu'ya
gelince bir müddet Sivas’ta kadılık yaptı. Daha sonra Konya'da SadrüdDin
Muhammed Konevi ile tanıştı. Onun seçkin talebesi oldu. Bu vesile ile bu
devirde Anadoluya hakim olan MuinüdDin Pervane'nin sevgi ve takdirlerini
kazandı.(l)
Eflâkiye
göre: "Muinüddin Pervane, Kayseri'de bir medrese yapmıştı. Son gelen
bilginlerin en faziletlisi olan Kut- büdDin Şirazi (RADİYA’LLÂHÜ ANH)'yi buraya
müderris yapmak istedi. Dünyanın her tarafına haberciler gönderdiler. Rum
(Anadolu) ülkesinin bütün ulularını çağırdılar. AlemüdDin Kayseri de Sultan
Velede ve naiplerine davetçi gönderdi. Kutbûd- Din’in posta oturma gününde
bütün bilginler, faziletli kişiler, şeyhler , hakîm (filozof)'ler toplandılar.
Bu münasebetle yapılan toplantıda Sultan Veled de. vaazda bu- lundular.(2)
Eserleri:
2-
İbni Sina Kanun Külliyah Şerhi
(2)
Ahmed Eflâkî, a. g. e. 11 / 222-223
(3)
Firuzanfer, a. g. e. s. 163-164
e)
ŞEYH ŞİHABÜDDİN HERAKLİ (EREĞLİ):
Mevdud-i
Herakili adlı bir zatin oğlu, Şeyh EvhadüdDin Kir- manînin halifesidir.
Anadolu'da kadın ve genç kızların hizmet vermesi için kurulmuş olan Bacıyan-ı
Rum'un lideri olan, Şeyh EvhadüdDin Kirmani'nin kızı ve ahi teşkilatı annın
lideri Şeyh NasırüdDin Mahmud Ahmed el-Hoyi (Ahi Eevren) in karısı olan Fatma
Bacı, Ahi Evren'in 4 Nisan 1261'den sonra Kırşehir'deki karışıklık dönelerinde
Ereğli'ye Şeyh ŞihabüdDin’in yanma götürülerek onun müridlerinden olan Yakup
adlı bir dervişle evlendirilmiştir.
Şeyh
ŞihabüdDin ve kardeşi Şeyh BedredDin, Anadolu Selçuklu dönemi Ereğli'sinde
büyük manevi bir nüfuza ve maddi zenginliğe sahip iki kardeştir. Ve
kendilerinin Kirmanî me- nakıbmda sis kürkü ve börk giyerek Şeyh EvhadüdDin
Kir- manî'ye intisap ettikleri, babalarından kendilerine çok servet kaldığım,
babaları ölünce servetlerini Allah yolunda ve ikilik uğrunda harcadıkları ifade
edilmektedir.
Muhtemelen
kardeşi Şeyh BedredDin daha önce ölmüşü Şeyh BedredDin ölünce yerine Şeyh
ŞihabüdDin geçmiştir. Kendilerine "Bedri" denilen müridleri Şeyh
ŞihabüdDin Makbul'a tabi oldukları, için adı, Osmanlı il yazıcı defterlerinde
Şeyh ŞihabüdDin Makbul olarak geçmiştir. Kendisinin kurduğu vakıf M. 1247
yıllarına dayanmaktadır. Soyundan gelen mütevelliler bu vakfı
yaşatmışlardır.(l)
(1) M. Bayram, Şeyh
EvhadüdDin s. 108-111
Büyük İslam
mutasavvıfı, alimi, fikir adamı ŞadrüdDin Muhammed Konevi’nin mamuresi,
Konya'da istasyon civarında ve kendi adıyla anılan mahallededir..
Yaşadığı
asrın şehir planına göre Konya I.AlâedDin Keykubâd zamanında fevkalade
gelişmişti. Kılınçarslan zamanında yapılmaya başlayan surlar, onun zamanında
tamamlanmıştı. O dönem Konya'sında biri saray ve çevresini yani AlâedDin
tepesinin civarında bulunan iç surlar, birde oniki kapının çevrelediği dış
surlar bulunuyordu. Bu oniki kapu:
1. Ertaş Kapusu: Surun kuzeyinde devlet
hastahanesi civarında idi.
2. Halka Beguş (Kulağı küpeli) Kapusu:Musalla mezarlığı karşısında
Halka Beguş mescidi civarında idi.
3. Aksaray Kapusu: Eski Akif Paşa Mektebi
(Hora oteli) ile Terkenli hanı civarında, Babı Aksaray mahallesinde idi.
4. Telli
Kapu:
Kapu
Camii civarında idi. Camii, bu yüzden bu isimle anılıyor.
5. Darı Kapusu: Surun güneyinde
baruthane ile ağaç
pazarı civarında idi. -
6. At pazarı
Kapusu: Surun
doğu kapılarmdandır. Telli kapu ile darı kapusu arasında Vakıflar çarşısı civarında
idi.
7. Demir Kapu: Surun güneyinde darı
kapusu ile La- rende Kapusu arasında idi.
8. Lârende
Kapusu:
Surların
en meşhur kapusudur. Sahip Ata camii'nin tam karşısında idi.
9. Meram Kapusu: Meram yolunda ülüklü
çeşmenin karşı tarafında idi.
10. Sille Kapusu: Zindankale ile Tacül
vezir türbesi arasından kuzey batıya Sille'ye açılırdı.
11. Eski Kapu: Anber Reis camii
karşısında, Gazi lisesinin bulunduğu yerde idi.
12. Çeşme Kapusu: Bu kapu, surun batıya açılan büyük
kapılarından birisi, I. AlâedDin Keykubat adına hazine tarafından yaptırılan
kapıların dördüncüsüdür. Şeyh ŞadrüdDin Muhammed Konevi mamuresinin ve Kapu Çeşmesinin
tam karşısında idi. Sahip Ata Fahreddin Ali'nin e- vide onun karşısında idi. Bu
vezir, buraya bir çeşme yaptırdığı için bu kapu, Çeşme Kapusu (Kapu çeşmesi)
diye anılmıştır. (1) Bu günkü form I. Ap. yerinde idi.
ŞadrüdDin
Muhammed Konevi döneminde Anadolu Selçuklu Konya'sında, iç surlarda devlet
erkânı, iç surların dışında âyan, tüccar, esnaf ve sanatkarlar oturuyordu. Bu
zümre arasında Müslüman, Hristiyan, Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler bulunuyordu.
Müslüman Türkler yanında, îranlı tâcirler, alimler çeşitli İslam ülkelerinden
moğol istilası sebebiyle Konya'ya sığman elit bir tabaka bulunuyordu.
Dış surların
dışında da Uluırmak, Uzun harmanlar, Meram ve çevresinde de Türkmenler
oturuyordu. Bilhassa ahilerin teşkilatı burada idi. Konya'nın hatırlı, kültürlü
zengin ve eşrafından olan Hace-i Cihan'm mamuresi Çeşme Kapu surlarının karşısında
idi.
Hace-i
Cihan'a ait olan bu mülkü, oğlu Ali Han'ı amansız dertten kurtaran büyük İslam
alimi ŞadrüdDin Muhammed Konevi'ye tahsis etmişti.(16 Muharrem Pazar 674/ 22
Temmuzl274) yılın da bir kuşluk vakti ebedi aleme yürümeden yirmisekiz sene civarındaki
son seneleri burada geçmişti. (3)
(1)
İbrahim Hakkı Konyalı, Konya Tarihi, s.
141-150
(2)
Musa Sadrî, Regaib’ül Menakıb, Mevlânâ
Müzesi İhtisas Ktp. nr.
1499, yp.
10a - 11b
(3)
İst. Selim Aga Ktp. Nur Banu bl. nr. 146. vd.
la
a) Şeyh SadriidDin Muhammed Konevi
Konevi
camii'nin dış kapısının üstünde iki kitabe vardır. Girift Selçuklu sülüsüyle
yazılan üç satırlık birinci kitabe:
" Bu
mübarek mamure içindeki muhakkik ve rabbani alim Muhammed oğlu îshak oğlu
Sadrüddin Muhammed'in Allah (celle celalühü) kendisinden razı olsun"
türbesi, vakfiyesinde şartları belli edildiği ve yazıldığı şekilde kendisinin
vakfey- lediği kütüphanesiyle beraber ashabından; kalbleriyle ve kalıblarıyla
Allah(celle celalühü)'a yönelen salih fakirler adına (673/ 1274) yıl aylarında
yapıldı. "
Bu kitabenin
üstünde de 1317/1899 yılında yapılan Mehmet Ferit Paşa'nın tamir kitabesi
bulunmaktadır. Daha üstünde de 1958 yılma ait tamir kitabesi vardır.(4)
Konya
1317/1899 vilayet salnamesinde Şeyh SadriidDin Muhammed Konevi caminin tamiri
hakkında şunlar yazılıdır:" Şeyh SadrüdDin Muhammed Konevi hazretlerinin
camii ve türbesi zamanla harab olarak içerisinde namaz kılmaya mani olacak
tehlikeler belirdiğinden dolayı türbesi ile birlikte Konya Valisi devletli
Mehmet Ferit Paşa tarafından bu durum tesbit edildi. Derhal tamiri ve inşası
için gerekli keşfini yaptırarak sultan II. Abdülhamid Han'a sundu. Onun
emirleri ile derhal tamir ve inşaata başlandı.
Vaktiyle
duvarları topraktan yapılıp üzeri toprakla örtülü olan cami'in duvarları, yontma
taştan örüldü. İçindeki dikmeler kaldırılıp, üzeri kiremitle örtüldü. Camii
yeniden genişletilip imar edildi. 19 Ağustos 1315/1897 günü sultan IL
Abdülhamid Han'ın cülûs şenliklerinde camii ibadete açıldı.(5)
(5)
1317/1899 Konya Vilâyet Sâlnâmesi
(Yıllığı), s. 63
Mabedin
Mimari Yönü:
Kapının sağındaki
minarenin küpüne kadar olan kısmı taş, üzeri tuğla ile yapılmıştır. Minare,
Osmanlı eseridir. Mabedin kıble duvarı gibi duvarları da adi taştandır, mabedin
kıble tarafına beş soluna yedi, sağma iki pencere açılır. Üstü üç boğdam
halinde ağaç örtülü dam iken Mehmet Ferit Paşa zamanmda kiremitli çatı haline
getirilmiştir.
Havlu kapısından mermer
bir şadırvana girilir. Bu kapının üstündeki oda yakın zamana kadar kütüphane
olarak kullanılmıştır. Buraya solundaki ahşap bir merdivenle çıkılır. Asıl
camii, bu sahanın sağındadır. Sahanın ortasından mabede, sonundan da türbe ve
mezarlık tarafına birer kapı vardır.
Mabedin mihrabı, en
fazla gönül alan Selçuklu çinileri ile süslüdür.Bu çinilerde mavi renk
hakimdir. Mavi ve siyah renklerin kaynaşmasından yüksek bir ahenk ve şiir
doğmuştur. Çinilerin arasındaki siyah lüleler şaheserdir. Eskiden mabed kubbeli
idi. Duvarları da kıymetli çinilerle süslü idi. Türk oymacılık ve tahta işçilik
sanatının şaheserlerinden olan pencere kapakları, îst. Eski Eserler
müzesindedir. Bir pencere kapağının sağ kanadında: "Laşerefü eazzü
minettakva (takvadan daha aziz bir şeref yoktur.)" sol kanadında da:
"La keremü etemmü min terkil heva (Arzuları terketmekten daha mükemmel bir
kerem yoktur." yazılıdır.
Mabed, Mehmet Ferit Paşa
zamanında adeta yeniden yapılmış ve genişletilmiştir. İçeriden girince müezzin
mahfiline çıkan merdivenin altındaki üç toprak sandukalı mezar, bu tamir ve
genişletme zamanında içeriye alınmıştır. Bunlardan:
Birincisi SadriidDin
Muhammed Konevi'nin torunlarından (900/1494) yılında ölen Mehmet oğlu
es-Seyyid Derviş Mehmed'e,
İkincisi: (1015/166)
yılında ölen es-Seyyid Mehmet Efendi kızı Aşure Hanım'a,
Üçüncüsü
(1037/1657) yılında ölen, ismi kazınan ŞadrüdDin Muhammed Konevi’nin
torunlarından bir zata aittir. (6)
Mescidin
minberi değişik tamirlere uğramıştır ve orjinal değildir. Bina taş temel
üzerine inşa edilmiştir. Duvarlarında taş ve tuğlanın yanısıra kerpiçte
kullanılmıştır. Üzeri kiremitle döşenmiş, ahşap çatıyla örtülmüştür.(7)
b. ) Şeyh Sadrüddin Muhammed Konevi İmareti:
Mamure,mescid,
zaviye, kütüphane, matbah, imaret ve bitişiğinde bir mektep ile Şeyh ŞadrüdDin
Muhammed Ko- nevi’ye ait açık bir mezar ile mezarlıktan ibaretti. Yakın zamanlara
kadar Şeyh ŞadrüdDin Muhammed Konevi vakıfları adına burada kazanlar kaynar,
fakirler doyurulurdu.
c. ) Şeyh Sadrüddin Muhammed Konevi Zaviyesi:
Şeyh
ŞadrüdDin Muhammed Konevi zaviyesi vakıf kayıtlarında geçmektedir. İslam
âleminde zaviyeler, H.IIL- M.IX. asrın başlarından itibaren tasavvuf
hareketiyle birlikte gelişmiştir. Bu müeseseler, içinde belli bir tasavvuf
görüşünü paylaşan ve "Şeyh" adı verilen dini bir otoritenin
başkanlığında fikir ve inançların yaşandığı ve yaşatıldığı bir merkezdir. İlk
sofi H.IL- M. VIII. asırda ölen Ebu Haşim Osman bin Şeriktir. Şam yakınlarında
Remle’de ilk zaviyeyi kurmuştur.
Miladi
IX. asırdan itibaren tasavvuf hareketinin gelişmesine parelel olarak
zaviyelerin kurulmasıda hızlanmıştır. Bayezid-i Bistami (Ö1.874), Sehl'i
Tusterî (Öl.- 896), Cüneyd-Î Bağdad-Î (Ö1.910), gibi büyük mutasavvıflarla
mektepleşmeye başlayan İslam tasavvufu, İmam-ı Gazali (Öl. 111), den sonra tam
bir tefekkür (dini düşünce) sistemi haline gelmiştir. Öte yandan da Mısır
üzerinden Fas,
(7)
H. Ozönder, ŞadrüdDin Konevi Mimarisinin
Mimari Teşekkülü,
S.Ü. 1.
ŞadrüdDin Konevi Özel Sayısı Konya 1989, s. 130 cd,
Tunus, Cezaire doğru ilerleyip İran
üzerinden Harzem ve Maveraünnehre geçmiştir. (1)
Anadolu
topraklarında kurulan zaviyeler bölgenin İskanı ve İslâmlaşmasında çok önemli
hizmetler vermişlerdir. XIII. Asırda bilhassa moğol istilası (18/1221) ile
Anadolu’ya göç eden çeşitli tasavvuf akımlarına mensup olan Şeyh, derviş, ve
alimler, bölgeyi manevi yönden irşad, maddi yönden de imâr ve İhya etmiştir.
Ayrıca Konya, Kayseri ve Sivas gibi büyük şehirlerde zaviyeler
açılmıştır. I. İzzedDin Keykâvus (1211-1219) ve
I.
Alâeddin Keykubâd (1219-1237) gibi
hükümdarlar, vezir, devlet adamları ile zengihlerin yaptırdıkları zengin vakıftı
zaviyeler, şehirleri doldurmuştur. (2)
Bu asırda
Konya'da Şeyh ŞadrüdDin Muhammed Konevi mamuresinin içinde bir zaviyesi vardı.
Eflakiye göre:’’ Mevlânâ Celâleddin, bir gün dostlarıyla birlikte Şeyh
SadrüdDin’in zaviyesine uğramış; kendisini bulamayınca da o civarda bulunan bir
medreseye uğramıştı. (3)
Şeyh
SadrüdDin'in müridlerinden ve o devrin ileri gelenlerinden olan Bedr-i Kemal-i
Horsafa göre:" Kendisi onun vaazlarını çok dinlemiş ve hizmetinde
bulunmuştu. Şeyh ŞadrüdDin Muhammed Konevi zaviyesinde bütün bilginler,
mutasavvıflar toplanırdı. Şeyh, ortaya bir mesele veya nükte atardı. Orada
bulunanlar, onu çözmek için birbirleriyle münakaşaya girişirlerdi. Şeyh, hiçbir
şey söylemezdi. Bu çok heyecanlı olurdu. Sonun da kendisi bu meseleyi çözerdi.(4)
Şeyh
Sadrüddin Muhammed Konevi, Konya'nın ulu şeyhi, bilgini zamanın biricik hadis
alimi ve şeyhül islamı idi. Bütün dini ilimlerle yâkîn ilmini bilen, eşi
benzeri bu- lunmayan bir üstaddı.(5) Kendisine göre baş köşe"Sofilerin
(1)
Ahmet Yaşar Ocak, Zaviyeler, Vakıflar Der.
XII, Ank. 1978, s. 247
mezhehebinde
hanikâh (zâviye)'larda ayakkabı çıkarılan yerdi." (6) .
Şeyh Sadrüddin Muhammed
Konevi'nin zaviyesine Mevlânâ Celâleddin, Muinüddin Pervane, MecdüdDin Atabek,
Şeyh MüeyyidüdDin Cendi, Şeyh Fahrüddin Irakî, Şeyh SadüdDin Fergani, ŞemsüdDin
îyki, ŞerefüdDin Mu- suli, NasırüdDin Konevi.(7) Germiyanlı Ali Şir ve Oğlu
SeyfüdDin Ali Şir, Müstevfi CelâlüdDin Mahmud, Hatır- oğlu, Şerefüddin Mesud,
Şeyh KutbüdDin MahmudŞirazi ve Şeyh ŞehabüdDin Herakli gibi alim ve devlet
adamları gelerek dini ve tasavvufi sohbetlerde bulunurlardı.
d.) Şeyh Sadrüddin Muhammed Konevi'nin Mezarı:
Şeyh Sadrüddin Muhammed
Konevi'nin gömülü bulunduğu mezar, mabedin solundadır.Mabedden buraya iki
pencere açılır. Türbenin üstü mahruti bir şekilde açık ağaç kafesle
örtülmüştür. Bu kafesi zarif başlıklı ve köşeli oniki mermer sütun tutmaktadır.
Türbenin alt kısmını 159x118 ebadında onbir parça mermer çevirir. Sanatkâr,
mermere zarif geometrik desenler işlemiştir. Kıble tarafındaki desenler ihmal
yüzünden kınlmıştır.Kıble tarafının duvara bitişik mermer desenleri tamamen
kırılmıştı. Mehmet Ferid Paşa tamirden sonra bunları İstanbul'da yaptırarak Konya'ya
göndermiştir. Bundan başka bu mermer, oymaların hepsi Anadolu Selçuklu devri
sanatına aittir. Türbenin kuzeye açılan kapısının söveleri, beyaz
mermerdendir. Kapısının üstündeki boşluğa çiçeklerle süslü kabartmalı zemine
yüksek ve nefis bir sülüs yazı ile şu sözler bir mermere yerleştirilmiştir:
"Sabahın
izzet ve devletine yakın;
Kapın hacet
sahiplerine daima yakın olsun." (8)
Üstadın
mezarının üzeri vasiyetine uygun olarak açık ve sade bir şekilde
yaptırılmıştır. Kendisinin neslini devam ettiren kızı Sekine Hanım ve
sağlığında iken ölen oğlu Sa- düdDin Çelebinin mezarlarına dair burada ve diğer
yerlerde bir iz yoktur. Büyük bir ihtimalle Şeyh SadrüdDin Muhammed Konevi
camii haziresinde gömülü olmaları muhtemeldir.
e. ) Şeyh Sadrüddin Muhammed Konevi Mezarlığı
Şeyh
SadriidDİn Muhammed Konevi mamuresinin çevresinde eski bir mezarlık
bulunuyordu. Bu mezarlık Şeyh SadriidDİn sokağından başlayıp Turgutoğlu sokağı
ile bugünkü askeri hastahane, eski askeri ortaokulunu içine alan dört tarafı
kaplıyordu. 1927 yılında bu mezarlık Fah- reddin Altay döneminde kaldırıldı.
1932 yılında da bina yapılmasına izin verildi.
Şeyh
SadriidDİn Muhammed Konevi'nin mezarının kuzey cephesinde altı adet mezar taşı
bulunmaktadır.Bu mezar taşlarında şu kitabeler bulunmaktadır;
l.SadrüdDin
Konevi ahfadından, Konevi camii imamı, Vızırtızade Ali Rıza Efendi (Biçenay)
nin hanımı Fatma hanım; 1341/1925
l.Konevi
camii müezzini Vızırtızade MuhyidDin Efendinin kardeşi Arif Efendi (Küçük
Vızıltı); 1342/1926.
3.Anber Reis
camii imamı Vızıltızade MuhyidDin Efen- di(Küçük vızıltı); 1342/1926
4.SadrüdDin
Konevi camii imamı ve hatibi İbrahim Demirtaşin Annesi Hatice Hanım; 1343/1927.
5.SadriidDİn
Konevi camii imamı ve hatibi İbrahim Demirtaş'ın hanımı Nakiye Hanım; 1316-1340/1924.
6. SadrüdDiri Konevi camii
imamı ve hatibi İbrahim Demirtaş'ın hanımı Ayşe Hanım; 1316-1931.
A)Fatih
Devri Karaman İli Vakıf Defterlerine Göre SadriidDin Muhammed Konevi Vakıfları:
Fatih adına
H.881/ 1476 yılında Gedik Ahmet Paşa'nın sadrazamlığı döneminde Karamn ili
vakıflarını ve malikânelerini yazan heyet, Konya’dan Hz. Mevlân’a vakıflarından
sonra SadriidDin Muhammed Konevi mamuresi ve vakıflarını tesbit etmiştir.
Karaman ili
vakıf defterinin beşinci sayfasında:
"Hz.
Peygamberin yolunun mürşidinin mütevelliliği hükmü şerifle Salih Fakih ve Şeyh
Kara Fakih'in tasarrufunda bulunan Şeyh SadriidDin Konevi (Allah'ın engeniş
rahmeti O’nun üzerine olsun) nin vakfı."
Bunun üstüne
de kenar yazısı halinde:
"Vakfiyenin
hükm-i hümayunla yazılan ve İbrahim Bey'den mukarrernâme görüldü."
yazılmıştır.
Bu kayıda
göre Fatih’in yazıcı heyeti, o vakit mamurenin mütevellilerinden olan Salih
Fakih'in elinde bulunan vakfiyeyi, hem de Karamanoğlu İbrahim Bey’in mukar-
remâmesini görmüşlerdi. Kara Fakih’de burada şeyh idi.
Bu
yazılıştan yirmibeş sene sonra H.906/1500 yılında bir başka heyet II. Sultan
Beyazıd adına Konya vakıflarını yazarken bu mamurenin mütevellisi Mevlânâ
Abdülkerim, tahsildarı, Pir Ahmed, şeyhi de Şair Hoca idi.
Fatihin
yazıcı heyetinin H. 881/1476 yılında yazdıkları SadrüdDin Muhemmed Konevi
mamuresine ait olan vakıflar:
l.Saideli
Vilayetine (Kadınhanı kazasına) bağlı Lâdik.
Bu köyün
reayâ ve piyadelerinin üşürünün ve örfiyesinin dörtte üçü ve haracının tamamı
SadriidDin Muhammed Konevi vakıflarına aittir. (1)
2. Saideline
(Kadınhanma) bağlı Çandır köyü,
3. Saideline
(Kadınhanma) bağlı (Sarayönü)Kirli kuyu köyü
4. Saideline
(Kadınhanma) bağlı Kâfir değirmeni,
5. Konya
Sahra nahiyesine bağlı Mahmutlar köyü. İst. başbakanlık arşivinde 399 nr, da
kayıtlı bulunan, Kanuni devrine ait tapu defterinde Mahmutlar köyünün diğer
adının "Müneccim Köyü(Karaman Kâzım Karabekir ilçesi)" olduğu,
öşrünün yarısının Şeyh SadriidDin zaviyesinin vakfı yazılıdır. (Karaman Kâzım
Karabekir ilçesi) zemininin yarısı Şeyh SadrüdDin zaviyesi vakfıdır.
6. Konya
Sahra nahiyesi Abdürreşit köyü (Konya, Me -ram Yaylapınar mahallesi)
7.
Su dirhemi (Sille)'ne bağlı Giryat köyü
(Tepeköy)
8. Zengiceğe
bağlı Akçaşar köyü (Altmekin Akçaşar köyü)
12. Konya'da
Candar değirmeni.
Bu
köylerden Abdürreşit ile Çardak köyünün tamamı vakıftır. Diğerlerinin de öşürü
vakıftır. Değirmen gelirinin yarısı türbenin, yarısı da caminindir. II. Beyazıd
defterinde Meram vadisinde (Dere'de) Dimille (Midilli) değir-menin yarı geliri,
SadriidDin Konevi türbesinin vakfı olarak gösterilmiştir.
(1)
İbrahim Hakkı Konyalı, Konya Tarihi, s. 496
- 497
b) Fatih
devri heyetinin H.881/1476da tesbit ettikleri ŞadrüdDin Muhammed Konevi
mamuresi için vakfedilen bağlar:
Konya'da
ötedenberi: "bağ" tabiriyle; ağaçlığı, evi, tarlası, sebzeliği
bulunan yerler kastedilirdi.SadrüdDin Muhammed Konevi’nin vakfettiği bağlar
yaşadığın asrın sos- yo ekonomik yapısını göstermektedir. Bunlar arasında:
1-
Gürcü
Hatun bağı, Gürcü
hatun, CelâledDin Har- zemşah’m ezdiği Gürcistan kraliçesi idi. Kızı'nı I.
AlâedDin Keykubat'm oğlu II. GıyasedDin'e veren Rousu- dan'ın kızıdır. Gürcü
Hatun, Konya Selçuklu sarayına amcası olan papazı, kıymetli eşyaları ve
hizmetçileri ile geldi. Konya sarayındaki kilisede ibadet etti. Anadolu
Selçuklularının insana değer veren dini toleranslarıyla İslâmî sevdi. Müslüman
olarak Hz. Mevlâna'ya çok bağlı bir müride oldu.(3) Gürcü Hatun ILAlâedDin
Keykubad'ın annesidir. Sultan IV. GıyasedDin Keyhüsrev'in II. İzzedDin
(3)
İbni bibi, a. g. e. 483 - 485
Keykâvus, IV RüknedDin Kılmçarslan dan
sonra en küçük oğlu idi. Babası, onu çocukken veliaht tayin etmişti. 1254 de üç
kardeşin saltanat mücadelesinde moğoların yanına Butu Han'a destek aramaya
giderken 1254 yılında Erzurum'a varmıştı. Burada kardeşleri tarafından para,
mal ve mülkle satın alman kendi lalası Muhlis Hadim tarafından Erzurum’da
öldürüldü. Erzurum da anası Gürcü Hatun’un yanma, gömüldü. (4)
2-
Sultan
bağı, Mefam'da
yeni değirmenin bulunduğu yerde idi. Önceleri Anadolu Selçuklu sultanlarından
birisiniride olduğu tahmin ediliyor.SadrüdDin Muhammed Konevi’nin torunlarından
(1308 Konya doğumlu Sadrüd- Din Konevi camii, imam ve hatibi, daha sonra Konya
Şehit Sadık ve Akif Paşa ilkokulu öğretmeni ve müdürü, 1968'de Konya'da ölen
(Vızırtızade) İbrahim Demirtaş'm, değerli tarihçimiz î. Hakkı Konyalı'ya takdim
ettikleri 1227 tarihli ve Konya kadısı Hüseyin Hıfzı -imzalı ve mühürlü bir bağ
hakkında aynen şöyle denilmektedir:
"Padişah'm
defterhanesinde Sultan bağı diye tanınan bağ,
3-
Cemal
Ali Bağı: Meram
Turud'da türbesi ve mescidi bulunan Anadolu Selçuklu devlet adamlarındandır.
Kendisinin bu çevredeki bağı, ŞadrüdDin Konevi'ye geçmişti.
4-
Torumtay
Bağı: Bu
bağ, Anadolu Selçuklu emiri SeyfedDin Torumtay'dan geçmiştir. (5) SeyfedDin
Torumtay, Sultan I. AlâedDin Keykubâd döneminde (1219-1236) sivrilerek hükümet
işlerinde görev alan bir devlet adamıdır. L AlâedDin Keykubad'm ahur emirliği
yaptıktan sonra II. GıyasedDin Keyhüsrev (1266-1284) devrinde emirlik, 1276 dan
sonra ölüm tarihi olan Ekim 1280 yılına kadar Amasya valiliği yapmıştır.Bu
yılda Amasya'da yaptırdığı türbeye gömülmüştür.
1266
yılında’ Amasya'da " Gök Medrese " diye anılan eğitim kuruntunu
yaptırmıştı. Buradaki talebelerin yiyecek
giyecek
masrafları, vakfın tamiri, aydınlanma masraflarının sağlanması için Amasya çevresinde
köyler vakfetmiştir. Vakfiyesinde müderrislere 40 kile, yardımcısı için 10
kile alacaktır. (6)
5-
Anadolu Selçuklularının büyük mimarı, Vezir
Sahip- Ata FahredDin Ali'nin koruduğu mimarı, mühtedi, Hz. Mevlânâ
müridlerinden Kelûk bin Abdillah'm Konya'da bir bağı vardı. Bu bağ sonra
SadriidDİn Muhammed Konevi'ye geçmişti.
c)
Fatih devri heyetinin H. 881/1476 da tesbit
ettikleri SadriidDİn Muhammed Konevi'nin vakıf, tarla, arsa ve dükkanları:
11. Sultan
Beyazid'ın (1512 - 1520 ) Konya defterinde SadriidDİn Muhammed Konevi'nin bu
vakıflarından başka Akköprü, Mimar Kelûk, Şahne tarlalarıyla çeşme kapısında
dükkânlar ile Meram’da değirmen yerleri geçmektedir. Me ram'da ki Mehmed Efendi
ve Altun Aba değirmenlerinden başka bütün değirmenlerinde SadriidDİn Muhammed
Konevi'nin zemin mukataa hisseleri vardı. (7)
(6) İsmet
Kayaoğlu, Torumtay Vakfiyesi, Vakıflar Dergisi, C. XII, Ank. 1978, s. 91 vd,
B.) KONYA ŞERİYYE SİCİLLERİNE
GÖRE SADRÜDDİN MUHAMMED
KONEVİ
VAKIFLARI
a.) Vakıf
Yerler ve Gelirleri :
Şeyh
SadriidDİn Vakıfları hakkında bilgi veren ilk kayda göre H. 978 / 1570 yılında
Şeyh SadriidDİn imareti vakıflarından ve Saideli (Kadınhanı) geliri eskiden
beri ye- diyüz kile iken ismi okunmayan bir şahıs, bu geliri iki buğday bir
arpa hesabıyla yediyiiz yetmiş kile olarak kabul etmiştir. Aynı şahıs Lâdik ve
Çaldirek köylerinin gelirlerini de, ikiyüz seksen akçe olarak üstlenmiştir. Bu
kayıttan Ilgın, Saideli (Kadınhanı) ve Çaldirek'in Şeyh SadriidDİn vakıflarına
bağlı yerler olduğu anlaşılmaktadır.
Bu tarihte
SadrüdDin Konevi zaviyesinin vakıflarının yıllık gelirinin ikibin dörtyüz kile
olduğu, mütevellisi bulunan Kasım Oğlu Mehmet Çelebi'nin Hacı Mustafa'ya muka-
taaya vermiştir. Bu vakıf köylerinin mahsulü dört ambardır. Hacı Mustafa, bu vakıf
arazisini Şeyh SadriidDİn vakfından iki bin kile (iki buğday, bir arpa)
hububatı, on dört bin beş yüz akçe ile satın almıştır.
H.
995 / 1587 yılında Şeyh SadriidDİn vakfına ait bulunan Lâdik köyü, Kirpiler ve
Ilgın kazasındaki vakıf yerleri, iki buğday bir arpa olmak üzere HacedDin Abdil
adında birisine ikibin yüz kile karşılığında kiraya verilmiştir. Bu muka-
taanın içindeki şehirdeki Abdürreşid (Yaylapmar) ve Mah- mutlar (Kâzım
Karabekir ilçesi) hariç tutulmuştu. Bu iki vakfa ait mezralar, Halil adında
birisinin üzerinde iken, aynı yıl, Sefer ve Hüseyin adlı şahıslara iki buğday
ve bir arpa hesabıyla dokuz yüz elli kileye kiraya verilmiştir. (8)
(8)
Zeki Atçeken, Konya'da ki Selçuklu
Yapılarının Osmanlı Devrinde Bakımı ve kullanılması, (Basılmamış Doktora Tezi),
Selçuk Ü. Tarih Bl. Konya 1988, s. 204 - W
H. 1011 / 1602 yılnda
vakıf yerlerinden olan Saideli (Kadınhanı) ve Ilgın kazasında bulunan
mezralarla Akçaşar (Altınekin Akçaşar) ve Kirpilerin öşür geliri, iki buğday
bir arpa hesabıyla bin iki yüz kileye Hekimzâde Mehmet Çelebi'ye verilmiştir.
Aynı yerler H. 1013 / 1602 de bin dört yüz kileye Vakıf nazın Ulvizâde Seyyid
Mustafa'ya kiraya verilmiştir. (9)
b.
) Şeyh SadriidDin Muhammed
Konevi Mamüresİne Halk tarafından Yepılan Vakıflar :
Şaban 1056 / Eylül 1646
tarihli bir kadı sicili kaydında Abdullah kızı Ayşe adlı bir hanım, kendi
mülkünden ayırdığı bir kısım gayri menkulünü zaviyedeki imamlara vakfetmiştir.
Rıdvan Çavuş oğlu
Abdülbakî Ağa, (1 Cemaziyel evvel 1071 / 1 Ocak 1661) yılinda Konya At pazarı
kapısı dışında bulunan iki dükkânını Şeyh SadrüdDin Konevi camimin
mütevellisine, şeyhine, imamına, müezzinine, ser- mahfeline ve devir hanına bu
dükkânların geliri olan sekiz akçenin verilmesini, onlannda her cuma günü
camiinin mahfelinde kur'an okuyarak sevabını kardeşi Mehmet Efendi’nin ruhuna
bağışlamak üzere vakf etmiştir.
c.
) Şeyh SadriidDin Muhammed Konevi imareti
Vakfından
olan Meram Vadisi (derede) bulunan dükkân ve değirmenler: .
H. 1086/1675 tarihinde
Şeyh SadriidDin imareti vakıflarının Derede, onsekiz su değirmeni ve bir kasap
dükkânından senelik bin altıyüz akçe geliri vardı. Şeyh Sadriid- Din
vakıflarının mütevellisi olan el-Hac Ebu Bekir’in vekili olan EsSeyyid Yusuf
oğlu Mustafa Çelebi, şer'i meclise gelerek vakıflarını ondokuz adet su değirmeni
bulunduğunu, fakat bunların bozularak vakfa zarar verdiklerini, meclisten
üzerine gidilerek, etrafındaki araziye bakılarak kiralan az olanların,
kiracılanna kadı meclisince tenbih edilmesini istedi.
Bunun üzerine durumu
araştırmaya gönderilen Molla Abdülkadir ve diğerlerinden teşekkül eden heyetin
kira tespitleri şöyle idi:
1-
Meram vadisinde (Derede) bulunan Esyaballah
Değirmeni, senede kırksekiz akçe ile Müderris İbadullah Efendinin üzerindedir.
Üç gözlü bir değirmendir. Kirası, yıllık atmış akçe olarak tesbit edilmiştir.
2-
Aynı yerde Kaya Değirmeni, senede kırk
sekiz akçe ile Abdi oğlu Mustafa ve Ahmed'in tasarrufundandır. Uç gözlü
değirmendir. Kirası, yıllık atmış akçe olarak tespit edilmiştir.
3-
Aynı yerde Sinan Dede Değirmeni, senede
kırksekiz akçe ile Mustafa oğlu Mehmet ve El-Hac Süleyman oğlu Ahmed'in
tasarrufundandır. Üç gözlü değirmendir. Kirası ' yıllık altmış akçe olarak
tespit edilmiştir.
4-
Aynı yerde Evlaş Değirmeni, senede
kırksekiz akçe ile Haşan oğlu Hüseyin ve Ahmed oğlu Mahmud'un tasar- rufundadır.
Üç gözlüdür. Kirası yıllık atmış akçe olarak tesbit edilmiştir. (10)
5-
Aynı yerde Çaşnigir Değirmeni, senede
kırksekiz akçe ile mütevellisi, Hüseyin Çelebİ'nin tasarruf undadır. Üç gözlü
bir değirmendir. Kirası yıllık atmış akçe olarak tesbit edilmiştir.
6-
Aynı yerde Kemer Değirmeni, senede
kırksekiz akçe ile el-Hac Ebu Bekir'in tasarrufundadır. Üç gözlüdür. Kirası,
yıllık altmış akçe olarak tesbit edilmiştir.
7-
Aynı yerde Yenice değirmeni, senede
yirmisekiz akçe ile Muharrem oğlu İbrahim ve Beşe oğlu Ali'nin tasamıfun-
dadır. Üç gözlü bir değirmendir. Kirası, yıllık otuzaltı akçe olarak tesbit
edilmiştir.
8-
Aynı yerde Kavak değirmeni, senede elli
akçe ile el- Hac Emrullah Ahmed ile Ali oğlu el-Hac Seyyid'in tasaıîu-
fundadır. Üç gözlü bir değirmendir. Kirası, yıllık ikiyüz akçe olarak tesbit
edilmiştir.
9-
Aynı mevkide el-Hac Ali Değirmeni, senede
kırk sekiz akçe ile el-Hac Ali oğlu Ahmed ile Yusuf oğlu el-Hac Ahmed'in
tasarrufundadır Üç gözlü bir değirmendir. Kirası yıllık yüz akçe olarak tesbit
edilmiştir.
10-
Aynı mevkide Hoca Ali Kebir Değirmeni,
senede kırk akçe ile Abdullah oğlu Muharrem ve Seyyid Hüseyin Çelebi'nin
tasarrufundadır. İki gözlü bir değirmendir. Kirası, yıllık atmış akçe olarak
tesbit edilmiştir.
11-
Aynı mevkide Hoca Ali Sağir Değirmeni,
senede yirmidört akçe ile Ali oğlu Ahmed ve Müstecab oğlu Meh- med’in
tasarrufundadır. İki gözlü bir değirmendir. Yıllık kirası otuz akçe olarak
tesbit edilmiştir.
12-
Aynı yerde Çay değirmeni, senede yirmidört
akçe ile el-Hac Ali oğlu Ahmed ve el-Hac Seyyid oğlu Mehmed'in tasarruf
undadır. Üç gözlü bir değirmendir. Yıllık kirası o- tuzaltı akçe akçe olarak
tesbit edilmiştir.
13-
Aynı yerde Kinnas Değirmeni, senede
kırksekiz akçe ile Ali oğlu Ahmed ve Mehmed oğlu Muharrem'in ta- sarrufundadır.
İki gözlü bir değirmendir. Yıllık kirası, atmış akçe olarak tesbit
edilmiştir.(l 1)
14-
Aynı yerde Midilli Değirmeni, senede
yüzelli akçe ile Cafer oğlu Osman ve Mustafa oğlu Mehmed'in tasarrufun- dadır.
Yıllık kirası, yüzelli akçe olarak tesbit edilmiştir.
15-
Aynı yerde Meram değirmeni, senede kuksekiz
akçe ile mütevellisi es-Seyyid Süleyman Çelebi'nin tasarrufun- dadır. Yıllık
kirası altmış akçe olarak tesbit edilmiştir.
16-
Aynı yerde Karagöz Değirmeni, senede
kırksekiz akçe ile Salih Çelebi'nin tasarrufundadır. Yıllık kirası, atmış
akçedir.
17-
Aynı yerde Murad Değirmeni, senede
yirmidört akçe ile Mehemet oğlu Abdullah ve el-Hac Veli oğlu Sefer'in ta-
sarrufundadır.İki gözlü bir değirmendir. Yıllık kirası, altmış akçe olarak
tesbit edilmiştir.
18-
Aynı yerde Şahne Değirmeni, senede
yirmidört akçe ile Mehmet oğlu Mehmet ve Ali'nin tasarrufundadır.
19-
Aynı yerde bir kasap dükkânı, eskiden üçyüz
altı akçe ile mütevellisi el-Hac Ali'nin tasarrufundadır. Üç senede ellişer
akçe verdiği, bu yüzden yıllık kira olarak üçyüz ellişer akçe olarak tesbit
edilmiştir.
Kiracılar da
bu yeni kira bedellerini şahidler huzurunda kabul ettiler. (12)
(27
Cemaziyel evvel 1092/ 14 Haziran 1661) tarihli şeriye sicili kaydına göre Şeyh
SadrüdDin vakıfları içinde Ilgın köylerinden Dibekli (Argıthanı) ve Kempos
köyleri bulunuyordu. Ayrıca (1 Recep 1190/ Ağustosl776) tarihli bir şeriye
sicili kaydına göre Torumtaydaki bağlar ve arazi bu vakfa dahildir. (13)
c) Şeyh SadrüdDin Muhammed
Konevi1 Vakıflarına Yapılan Tayinler:
Konya şeriye
sicillerinde Şeyh SadrüdDin vakıflarına yapılan çeşitli tayinler tarih sırasına
göre şöyledir:
H.
978/1570 de:
Mütevelli:
Kasım oğlu Mehmet Çelebi,
Nâzır: Haşan
Halife'dir.
H.
979/1571 de:
Mütevelli:
Ahmed oğlu Mehmed idi. Günde beş akçe ve senede ikiyüz kile buğday alıyordu.
Amil
(Tahsildar): Hacı Mustafa,
Cabir (öşür
toplayıcısı): Salih oğlu Hacı Emrullah idi,
H.
995/1587 de:
Mütevelli:
Kaytas Bey,
Nâzır: Şeyh
Musa Efendi,
İmam.:
Mevlânâ Mehmet Efendi idi,
H.
1051/1586 da:
Mütevelli:
Ebu Bekir idi.
H.
1056/1676 da:
İmam:
Maharetli oğlu Çelebi,
Mütevelli:Memi
Çelebi oğlu İbrahim idi,
H.
1070/1660 da:
İmaret
şeyhi: Şeyh Mustafa Efendi,
Mütevelli:
Ebu Bekir Çelebi,
Sermahfel ve
imam: Ali Efendi,
Nâzır:
İbrahim Efendi idi, Günde iki akçe ve senede elli kile buğday geliri vardt.(l)
H.
1083/1704 da:
Mütevelli:
es-Seyyyid Mustafa idi. Bu yıl, mütevellinin arzı ile bu mamurenin karşısında
bulunan Kadı Hürremşah zaviyesi, Şeyh SadriidDin vakıflarına katılmıştır.
Cüzhan:
es-Seyyid Ali’dir. Daha önce Kadı Hürremşah zaviyesinde görevli iken; bu
katılmadan sonra o da SadriidDin Konevi vakfında görev almıştır.Yevmiyesi, iki
akçedir.
Kapıcı:
es-Seyyid Ali'dir. Yevmiyesi, iki akçedir.
H.
1092/1713 de:
Mütevelli:
Derviş Efendi oğlu Hidayetullah Çelebi,
Şeyh: Ali
Efendi.
H.
1093/1714 de:
Mütevelli:
Derviş Efendi oğlu Hidayetullah Çelebi, görevi Darussaade Ağası Yusuf Ağa’nın
arzıyla uzatılmıştır. Ücreti de günde beş akçe senede ikiyüz akçe olarak
belirtilmiştir.
H.
1097/1718 de
Mütevelli: Süleyman
Efendi,
Müezzin: Mehmet
Halifedir.senede atmış kile alacaktır.
Çerağdar: Seyyid mustafa
Çelebi.
H.1098/1719
Sala müezzini: Mehmet
Halife, günde iki akçe senede ikyüzakçe almaktadır.
H.
1099/1720 de
Mütevelli:Halil
Halifedir. Günde beş akçe ve senede ikiyüz kile almaktadır. Bazı kusurları
ortaya çıktığı için nazırın arzıyla Süleyman Efendi tayin edilmiştir.
Müezzin:
Ömer Halifedir. Senelik, geliri, atmış kiledir.
Hatip: es-Seyyid Ali'nin
ölümüyle yerine tayin edilenAli Efendi.
İmam: Seyyid Ali ile
Abdurrahman Efendidir. Seyyid Ali ölünce yerine Abdurrahman Efendi tayin
edilmiştir. Günde bir akçe ile senede yüz kile buğday almaktadır.
Kiler katibi: Molla,
Yusuf bu göreve Seyyid Ali'min ölümü üzerine günde iki akçe ile tayin
edilmiştir.(2)
H.1101/690
da
Türbe çerağdarı:Halil
Efendinin bu tarihte kendi isteğiyle ayrılması üzerine bu göreve Mehmet oğlu
el-Hac Halil tayin edilmiştir.
Mütevelli: Ahmed Çelebi,
günde beş akçe senede ikiyüz kile buğday almaktadır.
H.1115/1703
de:
Hafız: Şeyh Ali, günde
iki akçe alırken bu tarihte ölümüyle yerine oğlu Şeyh Abdurrahman tayin
edilmiştir.
H.
1125/1713 de:
Mütevelli: el-Hac Halil,
günde beş akçe, senede ikiyüz kile buğday almaktadır.
H.
1128/1716 da:
Mütevelli: Ahmed Halife
oğlu Ebubekir Efendi idi.
H.1151/1738
de:
Mütevelli: Seyyid AbdülHay,
bu göreve Darüssaade Ağası Beşir Ağa'nın arzıyla günde beş akçe senede ikiyüz
kile buğday karşılığında getirilmiştir.
H.
1153/1740 da:
İmam: Hüseyin oğlu
Seyyid Mehmet. Günde bir akçe, senede ikiyüz kile geliri vardı. Halkın şikâyeti
ve ehliyetsizliğinden dolayı Konya Naibi Mevlânâ İbrahimin arzıyla yerine
Şeyh İsmail tayin edildi. Sonra haklı olduğu, mağdur edildiği için görevine
iade edildi.
H.
1180/1766 da:
Sermahfil: Süleyman oğlu
es-Seyyid Musa, bu tarihte öldüğü için yerine oğlu Haşan Halife tayin edildi.
H.
1189/1775 de
Mütevelli: Seyyid Eyyüp
bazı tamirleri yapmayan el-Hac İbrahim'in yerine tayin edilmiştir.(3)
Eski Konya milletvekili
ve senatörü Şeyh ŞadrüdDin Muhammed Konevi vakıflarının mütevelli ailesinden
diş hekimi Muzaffer Demirtaş Beyden aldığımız (1283/1866) yılında sultan
Abdülaziz devrinde Konya'ya gönderilen bir beratta:
" Haremeyn-i Muhteremeyn hâzinesinden mazbut vakıflardan
Konya'da bulunan ŞadrüdDin Konevi’nin (kuddise sırruhu) -Allah (celle celalühü)
aziz olan sırrını yüce kılsın- şerefli vakıflarından olmak üzere senede altı
bir çeyrek kile buğdayla sekizde bir süpürgeci hissesi olarak türbe tarafını
süpüren Hafız Mehmet, Seyyid Hafız Abdullah,Seyyid Hafız Osman Seyyid İbrahim
ve Seyyid Hafız Ali oğulları Seyyid Abdullah'ın uhdelerinde olduğu halde adı
geçenlerden merhum Seyyid Hafız Mahmud'un ölümü ile boşalan hissenin
alınmasına dair mahallinde yapılan yazışmaklarla sağlanan ilam, mazbata ve
tayin gereğince küçük
(3)
a. g. e. s. 212 - 213
oğlu şanı yüce sultanın beratının sahibi
Ahmed, ergenlik çağına gelip hizmete ehil oluncaya kadar onun namına amcası
adı geçen Seyyid Hafız İbrahim (Allah (celle celalühü) huzurunu artırsın.) bu
düzene göre vekaleten hizmette kusur edip, bu hizmeti aksatıp terkederse
kendilerinden alınarak başkasma verilsin. Kendisine beratımın verilmesi için
vakıflar nazırlığı (bakanlığı)'n dan ilan edilen 1282/1865 senesi 28
Zilkadesinde iş bu beratımı kendisine verdim ve buyurdum ki:" adı geçen
küçük Ahmed, ölen babasına ayrılan hisseden isabet eden miktarda buğday
hakkına sahip ola.Böylece benim zatıma itimad edilsin." Rabiül evvel
ayının pazartesi günü 1283/1866 senesinde yazıldı." yazılıdır.
H.1287/1280
de
Ders-iam
(Ord. Prof): Musa oğlu El-Hac Hafız Mustafa Efendi. Günde iki akçe, senede
ikiyüzkile buğday almaktadır. Zaviye şeyhliği ve camideki dersleri için üç
parça göreve başlamıştı. Fakat bu tarihte ölümüyle yerine üç oğlundan en uygun
olanı Ahmed Efendinin tayini yüksek makama arzedildi.
H.
1290/1873 de:
Mütevelli:
es-Seyyid Abdülkerim oğlu Karazade es-Seyyid Eyyüp Efendi.
H.
1297/1879 da:
Devirhan:
Konya Ahmed Fakih mahallesinde oturan tsrailoğlu Seyyid İbrahim ve Seyyid Ali
ile Abdullah oğlu Osman Efendi idi.îlk iki kardeş ölünce yerlerine Seyyid
Ali'nin oğlu Osman efendinin tayini, ilgili makama arzedildi.
H,1315/1897
de:
Zaviye
kapıcısı: Hafız Ahmed oğlu es-Seyyid Hafız Mehmed idi. Bu göreve beş parça
beratla gelmişti. Ölünce yerine oğlunun yaşı küçük olup bu göreve gelemediği
için ona naib olarak Mükremin ve Süleyman tayin edildi. Fakat ölen Hafız Mehmet'in
oğlu Hafız Ahmed, yirmi yaşına
bastığı için
bu görevin asıl hak sahibine hizmetinin verilmesi hususu yüksek makama arz
edildi.
İmam: Bu tarihten on beş
sene önce (1300/1882) de camiin imamlarından olan Seyyid Hafız Abdurrahman
ölünce camiin diğer imamı olan kardeşi Mehmed SadrüdDin'in beyanıyla boşalan
imamlığa Ali Rıza Efendi tayin edildi. Bu zat, H. 1315/1897 yılında öldü.
Yerine oğlu Mehmet Recep'in tayini yaşı küçük olduğu için amcasının naib-
liğiyle uygun görüldü. (4)
H.
1316/1898 de:
Türbedar: H. (1312/1294)
yılında türbedar Hacı Abdül- kadir oğlu Osman idi. Günde bir akçe senede atmış
kile buğday almaktadır.Osman Efendi, (1314/1896) yılında ölünce yerine oğlu
Mehmet Nâzır Efendi tayin edildi. (5)
H.
1318/1900 de:
Kapıcı: Seyyid Hafız
Mehmet oğlu Sağir Ahmed idi. Senelik geliri otuz kile buğdaydı. Fakat kendi
isteğiyle bu görevi Mehmet oğlu Hacı Ahmed Efendiye bırakmıştı.
H.
1319/1901 de:
Mütevelli: Mehmet
SadrüdDin Efendi, senelik otuz kile buğday alıyordu.
H.
1222/1904 de:
Ders-iÂm (Ord. Prof.):
Hacı Ahmed Efendi idi. Senede bin yüz elli kuruş ücret alıyordu. Fakat
ehliyetsizliğinden dolayı işine son verildi. Yerine yapılan imtahanda Hadimli
Mehmet (Çelik) Efendinin tayini yüce makama arzedildi.
Şeriye sicili
kayıtlarından anlaşıldığına göre (1322/ 1904) yılına kadar Şeyh SadrüdDin
vakıftan ve imareti eksiksiz çalıştırılmış, aksayan taraflar düzeltilmiştir.
OsmanlIlar devrinde de ilave vakıflarla desteklenmeiştir; zaviyede
müderrisler talebelere ders okutmuşlardır.(6)
D.
)
Konya Şer'iye Sicillerinde Şeyh SadriidDİn
Muhammed
Konevi Mamuresine Yapılan Tamirler:
H. 1051 / 1672 yılında
Konya kadısı Mevlânâ İbrahim bir arzıyla camiin bazı yerlerinin tamire muhtaç
olduğunu ifade ederek; Şeyh SadriidDİn Muhammed Konevi zaviyesinin mütevellisi
bulunan Kara Mehmed'in vakıf malını çarçur ederek, gerekli tamiratı yapmadığını
söyleyerek, başka bir Mehmed'in bu göreve lâyık olarak tayinini anlatmaktadır.
(1)
Şeyh SadriidDİn
mamuresinin imareti’nin başka bir tamiri için keşfi H. 1188 / 1809 yılnda
yapılmıştır. Buna göre Şeyh SadriidDİn vakıflarının mütevellisi olan Derviş
Hafız el-Hac İbrahim Efendi, meclise giderek; camii ile sofası içinde bulunan
şadırvanın etrafı ve türbe zemininde örtülü taşların, mutbah ve kilerin ve Kadı
Hürrem Şah türbesinin zamanla harap bir hale geldiğini bildirerek, bu hususta
keşif yapılmasını, tamirine izin verilmesini istedi?
Böylece belirtilen yere
gidenler şöyle tesbit ettiler. Şu masrafları bildirdiler:
180 Kuruş : camiin,
sofanın, mutbah ve kilerin çatılarının açılıp, kamış döşemenin üzerine otuz
araba kamış, her arabası altı kuruş hesabıyla,
35 Kuruş : mutbaha
bitişik yeniden yapılması gereken mektebin çatışma, birer kuruş hesabıyla otuz
beş öz ağaç
40 Kuruş : kapı ve
penceresine hatıl, tahta ve sıvasına,
52.5
Kuruş : bin kerpiç ve dört araba kamış,
batı tarafına yeni bina olunacak duvarına iki bin kerpiç ve diğer masraflar
için, (2)
50 Kuruş : mektebin avlu
duvarları, kapı ve kenifi tamiri
(1)
Zeki Atçeken, a. g. e. s, 216
için, 254
kuruş: türbenin tabanındaki mermer kafes pencerelerin yenilenmesi ve tamiri
için,
100 Kuruş: kemer avlu
duvarlarının tamiri için,
69.5
Kuruş: camiin dört duvarının tentelilerine
Horasan!, kireç ve sofasının beyaz sıvasına,
5.5
Kuruş : taşlarının kırmızı sıvalarına saman
için,
30 Kuruş : türbeye dahil
Kadı Hürremşah türbesi’nin çatısına onsekiz öz, birer kuruştan on sekiz kuruş,
iki araba kamış,
4.5
Kuruş : batı tatafmdaki Kadı Hürremşah
türbesi’nin duvarlarının ve avlu duvarının tamiri için,
90 Kuruş : türbe
çatısına karamanî tahta, döşemesine, beyaz sıvasına ve avlu duvarının
çevrilmesi için,
29 Kuruş : kileri duvan
ve damlarına, camiye hasır için,
1250 Kuruş : yapılacak
masrafların tamamıdır.
Bu keşif bedeli Molla
Salih, Dereli Ahmet ve diğerleri tarafından mecliste açıklandı. Bunun üzerine
vakıf gelirlerinden mamurenin tamirinin yapılmasına izin verildi.
Bu bilgiler bize
mamurenin teşekkülü, imaretinin bilinmeyen yönleri, mutbahı, kileri, mektebi,
çeşmesi ve türbenin etrafını çeviren mermer kafesler hakkında orjinal veriler
ortaya koymaktadır. (3)
Ayrıca Şeyh SadrüdDin
imareti 1209/1794 yılında bir daha tamir görmüştür. Bu tamir için Ali oğlu Ömer
Halife dört seneliğine mütevelli seçilmiştir. (4)
Eserin
son Tamirleri ve Bugünkü durumu :
1209/1794
yılındaki tamirinden sonra camii ve türbenin zamanla bazı yerleri tamire
ihtiyaç göstermiştir. 11. AbdülHamid Han'ın isteği ile o devrin Konya valisi
Mehmet Ferit Paşa bir keşif yaptırdı. Sonunda camii ve türbe mükemmel bir
şekilde tamir edilerek 1317/1899 tarihli bir kitabe ile ebedileştirildi. (5)
Mamurede
camiin giriş kapısındaki ikinci kitabe bu tamire aittir. Metninde şunlar
yazılmıştır:
1
- Tac-ı dar-ı devran ve Halife-i refiuş-şan
es - Sultanül Gazi Abdülhamid Han'ı Sanî,
2
- Efendimiz Hazretlerinin Müberrât-ı
Seniyye-i mülûkünelerinden olmak üzere iş bu camii şerif ile türbe-i münife,
Valiyi vilayet,
3
- Devletlü Mehmet Ferit Paşa Hazretleri'nin
zaman-ı memuriyetlerinde imâr ve ihyâ duyurulmuştur.
Sene:
1317/1899
(5) Konya Vilâyet
Sâlnâmesi, s. 63
■ 'ŞEYH SADRÜDDİN MUHAMMED
KONEVİ'den MENKIBELER
Ariflerin kutbu,
aşıkların serdarı, müslümanların şeyhinin şeyhi; Şeyh ŞadrüdDin Muhammed
Konevi Hazretleri, şeyhler içinde : " Şeyh-i Kebir : Büyük Şeyh" diye
tanınmıştır. Doğum yeri Malatya'dır. Nurlu mezarları Konya'da Çeşme Kapısının
yanındadır. Bir Sultanın oğludur. Şeyh MuhyidDin Arabî hazretleri mübarek me-
nakıplannda şöyle buyuruyorlar:
” O
vakit Tunustan Rum (Anadolu)'a hicret ile emrolun- dum. Cenab-ı Hak'ka teveccüh
edip dedim ki; Gemiye binmeden hicret istiyorum. Varisim olup benden İstimdâd
etse gerektir. Cenab-ı rabbül alemiyn'den "Varisin Şeyh ŞadrüdDin,
hicretten muradda ona verilen ledünni ilim " nidası geldi. Anadolu'ya
gelince cisimler alemine nazar kıldım. Onu vucud aleminde bulamadım. Bir gün
ruhlar aleminde yetmiş bin meleğin kendisini teşbih, hamd ve mukaddeslik ve
şereflilik ile ruhi cesetler alemine indirilip, bana gönderdiler. " Bu
kimin ruhudur ? " diye sordum. Rabbül alemiyn'den bir hitap geldi:"
Yakın bir veli kulum olan Şeyh ŞadrüdDin Muhammed Konevi'nindir." Bundan
sonra Anadolu diyarına gelip, SadrüdDin'e ledünni ilmi öğretmek için Malatya'da
karar kıldım. ŞadrüdDin Kone- vi'yi irşad için çok tefekkür ettim. (1) Şeyh ŞadrüdDin
Muhammed Konevi (kuddise sırruhu)," Veliler, kubbelerimin altındadır.
Onları benden başka kimse bilemez," hükmüyle amel edip, Malatya'dan hicret
ederek Konya şehrine geldiler. Çeşme Kapısı yanında bulunan bir mescidde
imamlık hizmetine
Sultan 11.
AlâedDin Keykubâd (Allah ona rahmet etsin, ondan razı olsun) zamanında idi.
Kendisine sultanlardan birinden çok kıymetli mücevherler, hediye olarak geldi.
Kuyumcubaşma bu kıymetli mücevherleri elden geçirmesini emretti. Bu sırada
sultan'ın veziri Sahip Ata ve Pervane MuinüdDin idi. Kuyumcubaşı, bu kıymetli
mücevherleri elden geçirirken elinden düşürdü. Bu kıymetli mücevherler yere
düşmüş ve parçalanmıştı. Bu durumu, Vezir Sahip Ata ve Pervane MuinüdDin'de
görmüştü. Kuyumcubaşı bu müthiş felaket karşısında kendisini helâk etti.
Üzüntüsünden mahvoldu, kendisini kaybedip bayıldı. Kendisine gelince büyük bir
sıkıntı içinde feryad ve figan içinde Şeyh ŞadrüdDin Konevi’nin camii şerifinin
yanından geçiyordu. Şeyh ŞadrüdDin Muhammed Konevi, kuyum- cubaşıyı huzuruna
çağırdı. Şeyhin yanına gelen kuyumcu- başı, halini ona anlattı. Bunun üzerine Şeyh
ŞadrüdDin Hazretleri : "Ey cihan üstadı, eğer sırrın saklayıp açıklamazsan
mücevherin görünmeyecek." buyurdu. Mücevherin büyüklüğünü kendisine sordu.
O da "Beyaz bir kuş büyüklüğünde idi."dedi. Şeyh ŞadrüdDin
Hazretleri, mübarek ağızlarının yan nemiyle toprağı çamur haline getirdi. Bunu
da güneşe kuruttular. Baktılar ki mücevher, eskisinden bin kat daha mükemmel
bir hale geldi. Eliyle bu muhteşem mücevheri kuyumcubaşma verdi. Bu keramet
karşısında kuyumcubaşı, kendisine bütün kalbî samimiyetiyle bağlandı. Daha
sonra, bu mücevheri alıp sultan 11. AlâedDin’e götürdü. Sultan, bu eşi emsali
bulunmayan mücevheri görünce hayretler içinde kaldı. Veziri Sahip Ata’yı
çağırdı. Kuyumcubaşının kendisinden bu mücevheri alıp almadığını sordu. O da bu
mücevherleri aldığını söyledi. Bunun üzerine kuyumcubaşının getirdiği mücevheri
gözleriyle görerek şaşırdı. Bu arada kuyumcu-
başı Şeyh
SadriidDin Muhammed Konevi'nin kerametini kendisine anlattı. O da bunu
hayretler içinde dinledi. Bu büyüklük karşısında sultan, Şeyh SadriidDin
Hazretlerine giderek ona biat etti. O'nuh büyüklüğüne inandı. Hikmet kapısından
kendisine de yüce bir kapı açıldı. (2) Şeyh SadriidDin Muhammed Konevi
Hazretlerinin hadsiz hesapsız dünya malı vardı. Altın ve gümüşü çoktu. Hizmetçileri,
sevenleri, bağlıları pek çoktu. Kendisine çok bağlı bulunan Sultan 11. AlâedDin
Keykubad, onun hiç bir zaman sözünden çıkmaz, şeyhinin üzerine titrer dururdu.
Her zaman hâl ve hatırını sorar, isteklerini emir telakki ederdi. Bir gün Şeyh
SadriidDin Muhammed Konevi Hazretlerinin hatırına sultan 11. AlâedDin Keykubad
geldi. Ona manevi bir hediye göndermek istiyordu. Eline bir hokka aldı. Bir
reyhan çiçeğinin üzerine bir parça pamuk koydu. Onun üzerinede bir kor ateşi
yerleştirerek hokkayı kapattı. Bunu kendi dervişlerinden birisinin eline
vererek, sultan 11. AlâedDin Keykubad'a götürüp teslim etmesini söyledi. O'da
bu emaneti, şeyhinin tenbih ettiği şekilde doğruca sultana götürüp edeble
teslim etti. Sultan saygıyla şeyhinden gelen bu hokkayı açtı. İçinde ki pamuğun
ateşin tesiri ile yanmadığını hayretle gördü. Derhal yerinden fırladı. Atma da
binmeden yayan yapıldak Şeyh SadriidDin Muhammed Konevi'yi ziyarete gitti. Eve
vardığı zaman kendisine kapı açıldı. (3)
Sultan
AlâedDin Keykubadlar devrinde Konya'da malının, mülkünün ve servetinin hesabını
bilmeyen, mürüvvetli "Hace-i Cihan" adlı bir kimse, kendisininde biricik
oğlu vardı. O'da sar'a hastalığına yakalanmıştı. Ne kadar tabibe gittiyse
oğlunun derdine bir türlü derman bulamadı. Bu uğurda büyük bir servet harcadı.
Kullandığı bütün ilaçlar da fayda vermedi. Şir gün Hace-i Cihan, Şeyh
SadriidDin Muhammed Konevi Hazretlerine yüz sürdü. Kendisine şu ricada bulundu
:
(2)
a. g. e. yp. 18a - b, 19a - b
"Dünya'da bir oğlum
vardı. Bir derde tutuldu. Şimdi sultanımdan rica ve niyaz ederim ki Allah
Tealâ'nın avni inayeti ile ben biçareye bir deva bulun."
Bunun üzerine Şeyh
Sadrüddin Muhammed Konevi Hazretleri (kuddise sırruhu), Hace-i Cihan'm feryad
ve figanına dayanamadı. (4) Kendisinden oğlunun adını sordu. Hace-i Cihan :
"Ali Han" dedi. Anasının adm sordu. Hace-i Cihan "Esma Han"
cevabını verdi. Hizmetçisinden bir kağıt, divit ve mürekkep getirmesini
istedi. O'da kendisine istediklerini getirdi. Bunun üzerine Şeyh SadrüdDin
Muhammed Konevi Hazretleri (kuddise sırruhu), mübarek elleri ile kağıda ayeti
kerimeler yazdıktan sonra çocuğun sarığını getirmelerini istedi. Hace-i Cihan,
oğlunun sarığını getirip Şeyh Sadrüd- Din Muhammed Konevi'ye verdi. Hazret
yazdığı duayı sarığa yerleştirip Hace-i Cihan'ın eline teslim etti. Bir muşamba
içine sararak oğlunun başına giydirmesini tavsiye etti. Cenab-ı Hakk'tan çocuğu
bu hastalıktan kurtarıp şifa bulmasını diledi. Bunun üzerine Hace-İ Cihan, Şeyh
SadriidDin Hazretlerinin el ve ayaklarını öptü. Bu duayı bal mumu ile yeşil bir
beze sardı. Sarığın üzerine döküp oğlunun başına giydirdi. Allah'ın izni ile
çocuk hastalıktan kurtuldu. Hace-i Cihan, bu gelişme karşısında çok memnun
kaldı. Dünyalar onun oldu. Şeyh SadrüdDin Muhammed Konevi Hazretlerine bir
şükrane olarak kendi oturduğu konağı ve çevresindeki araziyi bağışladı. Mülk
olarak verdi. (5)
Nakledilir
ki Şeyh MuhyidDin Arabî Hazretleri, Şeyh SadrudDin Muhammed Konevi
Hazretlerinin annesi ile evlendikten sonra aralarında bir kırgınlık meydana
geldi. Çok defa Mısır'ın ileri gelenleri, kendilerini barıştırmak istediler.
Fakat Şeyh MuhyidDin Arabî Hazretleri bunu kabul etmediler. Bir gün Şeyh
SadriidDin Muhammed Konevi Haz-
retleri,
Şeyh Evhadüddin Kirmanî Hazretlerinin Mısır'a geldiklerini duydular. Hemen
şeyhin yanma gittiler. Kendilerinden hocası Şeyh MuhyidDin Arabî Hazretleri
ile aralarındaki kırgınlığı gidermelerini rica ettiler. O'da ikisini
barıştırdı.)*'
Bundan sonra bir gün
Şeyh MuhyidDin Arabî Hazretleri, yanma Şeyh SadriidDİn Muhammed Konevi
Hazretlerini alıp, Şeyh EvhadüdDin Kirmanî'nin huzuruna getirdi. Şöyle dedi:
"Bu benim şefkat
edip, gönül bağladığım Şeyh SadrüdDin'i yanınıza getirdim. Kendi oğlumdan daha
kıymetlidir. Kendisi bir müridin şeyhine yapamadığı hizmetlerin çok fazlasını
bana yapmıştır. Hiç bir şekilde üzerimde hakkı kalmasın. Zahir ve batınını
fazilet ve ledünnî ilimlerle doldurdum. Hakikatlerle bezedim. Hak yol üzerine
hidayete eriştirdim." diyerek kendisine teslim etti. Şeyh EvhadüdDin
Kirmanî Hazretleri de Şeyh MuhyidDin Arabî Hazretlerinin hatırını sayarak Şeyh
SadrüdDin'i gözetimine aldı. (6)
Şeyh SadriidDİn Muhammed
Konevi Hazretleri, hocası Şeyh EvhadüdDin Kirmanî Hazretlerinden büyük feyiz
aldı. Kendileri ile birlikte bir deve sırtında aylarca yolculuktan sonra
Hicaz’a, bir kafile ile hacca gittiler. Şeyh Ev- hadüdDin, Şeyh SadriidDİn
Muhammed Konevi'ye çok büyük bir değer verdi. Şeyh SadrüdDin, hocası Şeyh Ev-
hadüdDin Kirmanî'ye on altı sene hizmet etti. (7)
Rivayet olunur ki, Şeyh
SadriidDİn Muhammed Konevi Hazretlerinin oğlu SaadüdDin'in mezarları Şeyh
Sadaka ile birlikte idi. Bir gün merhum SaadüdDin Çelebi Hazretleri, hocası
Şeyh Sadaka'nın evlerine vardı. Yol üstünde, Konya içinde, hisar önünde
"Zevle Sultan Mescidi" diye bilinen
"Bu ne
acaip bir binadır. Kıblesi, tam yerine oturtulmamış." dedi. Bu sözleri
duyan mimar başı SaadüdDin Çelebi'nin yanma geldi. Elini öperek: "Ey
Sultanım, mihrabın kıbleye oturtulmadığını söylüyorsunuz. Ama kıble name bunun
tersini gösteriyor." dedi. SaadüdDin Çelebi'de ona "Beytullah'a
bakınız, mihrabın saptığını gölünüz." deyince Allah'ın izni ile caminin
kıblesi o yana döndü. (8)
Bir gün
SadriidDİn Muhammed Konevi'nin sevgili oğlu SaadüdDin Çelebi, evlerine gelip
muhterem babalarının ellerini öptüler. Bu arada babalarının dergâhına
kendisini seven, dost ve ahbabı ziyarete gelmişti. Bu arada SaadüdDin Çelebi,
bu gelen ziyaretçilerin bir kısmının ayakkabısını çevirdi. Bir kısmını da
çevirmedi. Bu hareketin farkına varan Şeyh SadriidDİn Muhammed Konevi Hazretleri,
oğluna bu davranışının sebebini sordu. O'da: "Bu misafirlerin içerisinde
ki cennet ehli olanların ayakkabılarını çevirdiğini, cehennem ehli olanların
ayakkabılarını çevirmediğini" söyledi. Bunun üzerine Şeyh SadriidDİn
Muhammed Konevi, oğlunun hocası Şeyh Sadaka'ya oğlunun keşif ve keramet sahibi
olduğuna dair bir mektup yazarak kendisine gönderdi. Mektubu okuyan Şeyh
Sadaka, talebesi SaadüdDin Çelebi'ye çok samimi ve candan muamelede bulundu.
Mübarek yüzlerine şefkatle bir baktı. O anda bir ses yükseldi. SaadüdDin
Çelebi, başını hocasının mübarek dizine koydu. Kendisi ile vedalaşarak Cenab-ı
Hakk'a ruhunu teslim etti. Şeyh Sadaka, SaadüdDin Çelebi'yi kendi evine gömdü.
Kendisinin de ölünce yanına gömülmesini vasiyet etti. Allah (celle celalühü),
onlardan razı olsun.
(9)
Milletleri
yaşatanlar, yetiştirdikleri abide şahsiyetler ve onların mensuplarına
verdikleri manevi güç ve dinamizmdir. Büyük şahsiyetleri yetiştiren milletler,
asırlarca ilim, iman, ahlâk, kültür ve sanat yönü ile cihana önderlik
yapmışlardır.Türk milleti de İslâm imanı, ahlâkı ve kültüründen aldığı feyiz
ve güçle tarihe altın sayfalar yazmıştır.
Anadolu
Selçukluları da batının cehalet karanlığında . bocaladığı; ilim, kültür ve
medeniyetten uzak bir halde yaşadığı dönemlerde Anadoluda gösterdiği islâmi,
insani, medeni ve sosyo-kültürel hamlelerle onlara ve cihana aydın ufuklar
açmıştır.
Bu nurlu
yolun XIII. asır Anadolusunda temsilciliğini yapan büyük şahsiyetler arasında
Şeyh MecdüdDin İshak, Şeyh MuhyidDin İbn'ül Arabî, Şeyh EvhadüdDin Kirmanî,
Şeyh Nasırüddin Mahmud bin Ahmed el-Hoyî (Ahi Evren), Şeyh ŞadrüdDin Muhammed
Konevi, Mevlânâ CelâlüdDin Rumî, Hacı Bektaş-ı Veli, Pir Ebi Sultan, Şeyh
ZeynüdDin Sadaka, Şeyh FahrüdDin Irakî, Şeyh MüeyyidüdDin Cendî, Şeyh SadüdDin
Ferganî gibi İslâm imanı ve kültüründen beslenen büyük mutasavvıf ve gönül
sultanlarını görüyoruz. Bu büyük şahsiyetler, bizim öz benliğimizi ve
kültürümüzü yaşatan temel taşlarımızdır. Anadolumuzun ve İslâm âleminin manevi
sahipleridir.
Bir devre
ilmi, imanı, ahlâkı ve felsefesi ile damgasını vuran Şeyh ŞadrüdDin Muhammed
Konevî de bu ulu önderlerimizden birisidir. Dönemindeki örnek yaşayışı
şahsiyeti, yetiştirdikleri çok kıymetli talebeleri, sultanlar, devlet adamları,
ilim ve tasavvuf erbabı, halk arasında bıraktıkları büyük tesir, yazdıkları çok
değerli eserleri ve adını devam ettirecek vakıfları ile ölmezlik sırrına eren
mübarek fanilerimiz arasına girmiştir.Cihanda hoş bir sadâ bırakan aziz
üstadımızı rahmet, minnet ve fatiha ile ananz.
BİBLİYOGRAFYA
Afifi, A. E, MuhyidDin
Arabi'nin Tasavvuf Felsefesi, Çev. Mehmet Dağ, Ank. 1975
Ahi Evren, Şeyh
Nasırüddin Mahmud bin Ahmed el Hoyî. Menâhic-i Seyfi, Bursa Eski Eserler Ktp.
H. Çelebi Bİ. nr. 1184; Halet Ef. ilavesi Ktp. nr. 92
Aksarayî, KerimüdDin
Mahmud, Müsâmeratül Ahbâr ve Müsayeratül Ahyâr, Nşr. O. Turan Türk Tarih Kurumu
Yayını, Ank. 1944
Ateş Ahmet, Anadolu
Kütüphanelerinde Bulunan Mühim Yazma Eserler, Tarih Vesikaları, îst 1955, Yeni
seri: 1
Ateş Ahmet, Mesnevi'nin
Onsekiz Beytinin Manâsı, F. Köprülü Armağanı, İst. 1953
Ateş Ahmet, MuhyidDin
îbn'ül Arabî , İslâm Ans. İst. 1960 C. Vlll
Aşık Paşazâde Derviş
Ahmet Aşıkî, Tevarih-i Âl-i Osman, Nşr, Ali, İst. 1332
Ahi Evren, Letaif-i
Hikmet, Bibliotheque Nationale nr. 99
Akdağ Mustafa,
Türkiye'nin İktisadi ve İçtimai Tarihi îst. 1979,1-11
Aydın Mehmet,
Hz..Mevlânâ'da ve Muhyiddin Arabi'de Aşk Kavramı, Selçuk Üniversitesi 111.
Milli Mevlânâ Kongresi, Konya 12 - 14 Aralık 1988, Konya 1989
Bayram Mikâil, Ahi Evren
ve Ahi Teşkilatının Kuruluşu, Konya 1991
Bayram Mikâil, Bacıyân-ı
Rum, İst. 1987
Bayram Mikâil, ŞadrüdDin
Konevi ile Ahi Evren Şeyh NasırüdDin Mektuplaşması, Selçuk Ü. Fen-Edb. Fak.
Mec. Yıl: 1983 Konya, Sayı: 11
Bayram Mikâil,
SadriidDin Konevi ile Nasırüddin Tusî'nin Mektplaşması üzerine, îst. Ü. Edb.
Fak. Tarih Der. İst. 1879, C,XXXII
Bayram Mikâil, Şeyh
EvhadüdDin Ebu Hamid Kirmanî ve Evhadiye Tarikatı, Konya 1993
Bayram Mikâil,
Selçuklular Zamanında Tokat ve Malatya Yöresinin Fikri ve Kültürel Yapısı,
Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi sayı: 72 îst. 1992
Bayram Mikâil,
Selçuklulardan günümüze Din eğitimi Ank. U. ilahiyat Fak. (1. Din Eğitimi
Semineri) Ank 1981
Bursevi, İsmail Hakkı
Kitab'ül-Hitab, sadeleştiren: Be- dia Dikel îst. 1976
Cami Molla, Nefehat'ül
Üns, Ter. Lamii, îst. 1289
Can, Mustafa, SadriidDin
Konevi'nin Eserleri ve Kütüphanesi, Selçuk Ü. 1. SadriidDin Konevi Özel sayısı
Konya 1989
Coşan Esad, Makalât,
îst. Trh.
Eflâkî Ahmed, Ariflerin
Menkıbeleri, Ter. T. Yazıcı, Ank. 1959, Arık. 1964,1-11
Endülüsî, Abdül,Halik,
Muhammed, Ahkâm'ül-Kübra, Konya Yusuf Ağa Ktp. nr. 5059
Ergin, O, Nuri,
SadriidDin Konevi'nin Eserleri, Şarkiyat Mec, 11, îst. 1956
Feridun bin Ahmed
Sipahsalâr, Risale, Ter. T. Yazıcı, Meylânâ ve etrafındakiler, îst 1977
4 -
Firuzanfer Bediüzzaman,
Mevlânâ CelâledDin, Ter. F. Nafiz Uzluk Ank. 1963
Gölpınarlı Abdülbakî,
Mevlânâ CelâledDin, ist. 1953
Gölpınarlı Abdülbakî,
Mevlânâ CelâledDin, Mektuplar, İst. 1963
Güllülü Sabahattin, Ahi
birlikleri îst, 1977
îbn'ül Arabî MuhyidDin,
Muhazarat-ül Ebrâr, Konya
Yusuf Ağa
Ktp. nr. 546
îbn'ül Arabî
MuhyidDin, Fusus'ul Hikem, Ter M. Nuri Geçosman Ank. 1964
îbn'ül Arabî
MuhyidDin, Fütühat-ı Mekkiye Mısır 1293
îbni Bibi,
el-Evamiral Alâiyye, Nşr. A. Sadık Erzi Ank. 1956
İbn'ül Esir,
Camiul Usul, Konya Yusufu Ağa Ktp. nr. 5059
Kur'ân-ı
Kerim,
Kadı
îzzeddin Muhammed, Vakfiye, Konya Mevlânâ Müzesi Ktp. Hazine-i Evrak arşivi,
nr. 214
Kayaoğlu
îsmet, Torumtay Vakfiyesi, Vakıflar Der. XII, Ank 1978
Kaymaz
Nejat, Pervane MuinüdDin Süleyman, Ank, 1970
Kazvini,
Zekeriya Muhammed, Âsar'ul Bilâd,Beyrut 1956
Keklik
Nihat, Fütuhat-ı Mekkiyye, Ank. 1990
Keklik
Nihat, MuhyidDin Arabî, Hayatı ve Çevresi, îst. 1966
Keklik
Nihat, SadriidDin Konevi'nin Felefesinde Allah,' Kâinat ve însan îst. 1967
Koçkuzu, A.
Osman, SadriidDin Konevi'nin Hadis çiliği, Selçuk Ü. 1. SadriidDin Konevi Özel
sayısı Konya 1989
Konevi
SadriidDin, Mektubat, Konya Yusuf Ağa Ktp. nr. 7850
Konevi
SadriidDin, Nefahat-ı İlahiye, Yusuf Ağa Ktp. nr. 5486;. Mevlânâ Ktp. nr. 1633
Konevi
SadriidDin, Risale Fi Hakk’ıl Mehdi, îst Aya- sofya Ktp. nr. 4845
Konevi
SadriidDin, Şerh-u Hadis-i Erbain, İst. Şehit Ali
144
Paşa Ktp.
nr. 1369
Konevi
SadriidDİn, Vasiyetnâme, İst, Selim Ağa Ktp nr. Nur Bamı Bl. nr. 146
Konyalı,
İbrahim Hakkı, Konya Tarihi, Konya 1964
Konya
Vilâyet Sâlnâmesi, Konya 1317/1899
Kuli Han
Hidayet, Riyazül Arifin, Tahran 1344
Köprülü, M.
Fuat, Türk Edebiyatında ilk mutasavvıflar Ank. trh.
Köprülü, M.
Fuat, Osmanlı imparatorluğunun Kuruluşu Ank. 1986
Mehmet Emin
Dede, Menâkıb-ı Şeyh Sadrüddin, Regai- biül Menâkıb, İst. Ü. Türkçe Yazmalar
Bl. nr. 4111
Mevlânâ
CelâledDin, Mektubat-ı Mevlânâ, Nşr. F. Nafiz Uzluk Ank. 1937
MuhyidDin
îbn'ül Arabî, Muhazarat-ül Ebrar, Konya Yusuf Ağa Ktp. nr. 546
MuhyidDin
îbn'ül Arabî, Fusus'ül Hikem, Ter. M. Nuri Gençosman Ank. 1964
Musa Sadrî,
Regaib'ül Menâkıb, Konya Mevlânâ Müzesi İhtisas Ktp. nr. 1499
Ocak Ahmet
Yaşar, Zaviyeler, Vakıflar Der. XII, Ank. 1978
Özönder
Haşan, Sadrüddin Konevi Mamuresinin Mimari Teşekkülü, Selçuk Ü. 1. SadrüdDin
Konevi özel sayısı Konya 1989
Önder
Mehmet, Mevlânâ'nın Konya'da ki Evi ve Medresesi, S. Ü. Mevlânâ Bildirileri,
Konya 1983
Sultan
Veled, Divan, Nşr, F. Nafiz Uzluk, Ank. 1945
Teaschner
F., îslâm Ortaçağında Fütüvvet, İst. Ü. İkt. Fak. Mec. C.XV, İst 1953-1954
Tebrizî ŞemsüdDin,
Makalât, Ter. M.Nuri Gençosman îst. 1982
Turan Osman, Selçuklular
Zamanımda Türkiye îst. 1971
Turan Osman, Selçuklular
Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti Ank. 1965
Turan Osman, Türk Cihan
Hakimiyeti Mefküresi Tarihi, îst. 1971,1-11.
Uzun Firdevsi, Menâkıb-ı
Hacı Bektaş-ı Velî, Haz. A. Gölpınarlı îst. 1958
Uzunpostalcı Mstafa, Şeyh
SadriidDİn Konevi'nin Vasiyeti, S. Ü. 1. Sadrüddin Konevi Özel Sayısı, Konya
1989
Ülken, Hilmi Ziya,
Anadolu Selçukluları Devrinde Konya'da îlim ve Felsefe, Konya Mec. Konya 1936,
sayı: 1
Ülken, Hilmi Ziya, îslâm
Düşüncesi ,îst. 1950
Ülken, Hilmi Ziya, îslâm
Felsefesi Kaynaklan, Tesirleri Ank. Trh.
Yetkin, Saffet
Kemaleddin, Muhyiddin Arabî ve Tasavvuf, Ank. Ü. İlahiyat Fak. Der. Ank. 1952,
C. 1
Yazarı
Belli Olmayan Eserler :
Anadolu Selçuklu Devleti
tarihi, Nşr. F. Nafiz Uzluk, Ank. 1952
Konya Şeriye Sicilleri
Defteri nr. 13
Konya Vilâyet Sâlnâmesi
H. 1317
Menâkıb-ı Şeyh
EvhadüdDin, îst.Nafiz Paşa Ktp.nr. 1119
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar