Print Friendly and PDF

İSLAM’A GÖRE NİKAH ve MÜT’A

 


Haydar HATİPOĞLU

ÖNSÖZ

Allah Teâlâ; Canlı, cansız bir çok varlığı çift yarattığı gibi yaratıkların çoğundan üstün kılıp sayısız nimetlerle taltif ettiği insanı da çift yaratmış ve neslini, üstün şerefine yakışır nezih bir yolla devam ettirmesini tensip buyurmuştur. Nikâh denilen bu temiz yolu, beşer aleminin ilk babası Hz. Adem (aleyhisselâm) ve ilk anası Hz. Havva’nın evlenmesi ile meşru kılan yüce Rabbimiz, neslin nikâh dışı birleşme yolu ile devam ettirilmesini bütün semavi dinlerde yasaklamıştır. Çünkü neslin nikâh yolu ile devam ettirilmesinde büyük hikmet ve yararlar vardır. Nikâh dışı birleşme yolu ile neslin devam ettirilmesi halinde o hikmet ve yararların sağlanması mümkün olmadığı gibi, çok yönden zararları da olur. Islâmiyfetin ilk zamanlarında; bir takım zorlayıcı sebeplerle, yolculuk haline münhasır olmak kaydı ile o günkü müslümanlara mahsus mut’aya, yani bu günkü tabirle geçici nikâha ruhsat verilmiş ve şartlar normale dönünce, bu ruhsat Hz. Peygamber tarafından kesin ifadelerle müebbeden iptal edilmiştir.

Şia mezheplerinden imamiyye koluna mensup olanların bir kısmının mut’a ve geçici nikâhın meşruluğunu siyasi ve duygusal bir yaklaşımla iddia ederek maalesef müslümanlığa, hatta insanlığa yakışmayan çirkin bir uygulamaya yeşil ışık yakagel-diği bilinmektedir.               

Dindar olmakla beraber yeterli din bilgisine sahip olmayan bazı gençlerin, anılan görüşe kanıp aile büyüklerinden habersiz olarak mut’a ve geçici nikâhla birleşmekte dinen bir sakınca görmedikleri ve bu yola tevessül edip birleştikleri duyulmaktadır.

Yukarıda işaret olunan sebeple Islâm dininde nikâhın meşruluğundaki hikmetler, nikâhın mahiyeti, geçerliliği için aranan rükün ve şartlar, mut’a ve geçici nikahın mahiyeti ve hükmü hakkında özlü bilgi veren bir kitapçığın tarafımdan hazırlanması istendi. Bunun üzerine elinizdeki bu küçük kitabı kaleme aldım.

Muhterem Okuyucularıma yararlı olacağını umar, ihlaslı olmasını dilerim.

Haydar HATÎPOĞLÜ

Not: Merhum Hocamız, vefat ettiği son hac yolculuğuna çıkmadan bir hafta önce elinizdeki eserini tamamlamış ve basılması için çocuklarına emanet etmiştir. (Yayınevi)

A. ÎSLAMDA EVLİLİK

EVLENMENİN MEŞRUİYETİNDEKİ HİKMETLER

·        1. İnsanoğlunun neslini şerefi ile mütenasip bir biçimde devam ettirmesidir.

Şöyle ki:                                                         1

Beşer türünün varlığını devam ettirmesi erkeklerle kadınların evlilik sistemi olmaksızın birleşmesi yolu ile de mümkündür. Nitekim hayvanlar alemi bu tür üreme ile varlıklarını sürdürürler. Ancak böyle bir yolla üreme işi insan haysiyeti ve izzeti ile bağdaşmaz. Bundan dolayı Allah Teâlâ bir çok yaratıktan sütün kıldığı, sayısız nimetlerle taltif buyurduğu insanlık aleminin varlığını onuru ile mütenasip yöntemle devam ettirmesi için nezih olan evlenme nizamını koymuştur. Bu nizam, Hz.Adem ve Hz. Havvanın evlenmesi ile başlayıp bütün semavî dinlerde devam edegelmiştir. Usulüne uygun biçimde gerçekleştirilen evlenme akdi sonucunda birleşen erkek ile kadın meşru çerçeved ebirbirlerinden yararlanma hakkını kazınmış olur ve temiz bir biçimde çocuk sahibi olurlar. Bu hak ve menfaat onlara özgüdür. Kadın yalnız eşine helaldir, iffetli bir anne olmaya namzeddir.lffet ve namusu her türlü tecavüzden masundur. Başkasının onun kadınlığından yararlanması ve ondan çocuk edinmesi söz konusu değildir. Erkek de başka kadınların iffet ve namusunu kendi hanımının iffet ve namusu kadar muhterem ve dokunulmaz görür.

Kur’an-ı Kerim’de bu soyla hikmete işaret edilerek:

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefis (Adem)den yaratan, ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden korkun. Adını anarak birbirinizden dileklerde bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının.” (1)

“Allah size kendi nefislerinizden eşler yarattı, eşlerinizden de sizin için oğullar ve torunlar yarattı ve sizi temiz gıdalarla rızıklandırdı.” (2) buyuruluyor.

Bir hadis-i şerifte de:

“Çok doğurucu ve (kocasını) çok seven kadınla evlenin. Çünkü ben (kıyamet günü) diğer ümrpetlere karşı sizin çokluğunuzla övünürüm” buyurulmak suretiyle bu hikmetin önemini belirtiyor.

·        2. Soy ve neseplerin korunması:

Evladın babalarına intisap etmek suretiyle temiz soyluluğu ile iftihar etmelerinin tek yolu Allah Teâlânın meşru kıldığı nikâh müessesesi ve baba jle annelerin ortaklaşa kurdukları aile ocağıdır, insanoğlunun yaşadığı toplum içinde şahsiyetli, itibarlı, şerefli, haysiyetli ve onurlu bir hayat sürdürmesi ve kendisini mutlu sayması için gerekli temel şartlardan biri, hatta birincisi meşru bir evlad olması, kendisini öyle bilmesi ve toplumca da öyle tanınmasıdır. Aksi takdirde, gayr-ı meşru veya soysuzluk gibi çirkin bir damgaya maruz kalmanın ezikliğinden korunması veya kurtulması herhalde kolay değildir.

Şayet evlilik müessesesi olmazsa, erkeklerle kadınların gayr-ı meşru biçimde birleşmeleri sonucunda üreyen insanlardan olaşan bir toplulukta ne soy sop, ne de asalet ve necabet olur.

·        1)  4 Nisâ: 1

·        2)  16Nahl:72

·        3. Toplumun ahlâkî çöküntüden muhafazası:

Toplumun ahlâkî çöküntüden, fertlerin de sosyal bozukluklardan uzak tutulması için, evlenme çağına varan erkeklerin ve kadınların evlenmeleri gerekir. Çünkü erkek olsun kadın olsun insan fıtratında mevcut karşı cinse temayül duygusu, meşru evlilik ve helal birleşme yolu ile tatmin olur ve haram ilişki kurma arzusunun önüne bir set çekilmiş olur. Aksi takdirde insanda mevcut şehvet duygusunun, özellikle gençlik çağında galeyana gelmesi ve bir takım yan etkilerle tahrik edilmesi sonucunda bir çok kimse gayri meşru ilişkilere tevessül eder; sarkıntılık, taciz, fuhuş, zina, iğfal ve ırza geçme gibi çirkin fiiller işler. Nihayet bu kötü yollara düşenler, bazen işi cinayetlere kadar götürür ve böylece toplumda sosyal yaraların açılmasına, huzur ve güven ortamının bozulmasına sebebiyet verirler.

Hz. Peygamber (salla'llâhü aleyhi ve sellem):

“Ey gençler topluluğu! Sizden kimin güce evlenme masrafına yeterse evlensin. Çünkü evlenme, gözü (harama bakmaktan) iyice menedici, iffeti de çok koruyucudur. Gücü (evlenme masrafına) yetmeyen de (nafile) oruç tutsun. Çünkü oruç, gerçekten şehveti iyice kırıcıdır” (3) buyurmakla evlenmenin ahlâkî olan bu hikmetini vurgular. Diğer bir hadiste de:

“Huyundan ve dindarlığından razı olduğunuz bir adam (yakınınız olan biriyle evlenmek için) size geldiği zaman onu evlendirin. Eğer (bunu) yapmazsanız yeryüzünde büyük bir fitne ve yaygın bozukluk olur” (4) buyurmakla anılan hikmete işaret buyuruluyor.

Şöyle ki, evlenme çağma varmış kız ve kadın dindarlığı ve huyu beğenilen adama verilmeyip sırf zenginliğe veya sırf güzellik ve

·        3)  Buhari Nikah 2, Müslim ve ibn-i Maceh Nikah 1- Hadis no: 1845

·        4)  ibn-i Maceh Nikah 46- Hadis no: 1967

makama rağbet edilirse yeryüzünde fitne ve fesat kaçınılmaz olur. Çünkü böyle bir tutum yaygınlaşırsa; kadınların çoğu kocasız ve erkeklerin çoğu eşsiz kalacak, dolayısıyla kötülük, fuhuş ve ahlaksızlık çoğalacak, kadınların ailelerine bir takım lekeler gelebilecek, iffet ve namusun korunması zorlaşacak, neslin devamlılığı aksayacak, ahlâkî çöküntüye maruz kalınacaktır.

·        4. Mutlu aile düzenini kurmak için eşlerin dayanışma ve yardımlaşması:

Toplumun küçük birimini teşkil eden aile ocağını kurmak, gerek erkeğin ve gerekse kadının mutlu ve medeni biçimde yaşaması için çok önemli, hatta gereklidir. Çünkü erkek ve kadın arasında bulunan ruhsal ve bedensel değerlerin, başka bir ifade ile maddi ve manevi özelliklerin farklılığı eşleri bütünleştirip kaynaştırır. Toplumda görülen değişik değerlerle özellikler, aile yapısının adeta mozayıkı durumundadır. Eşlerin herbiri kendisine düşen ödev ve işi görmekle diğerinin görev ve işlerini tamamlar, mükemmel hale getirir. Kadın, fıtratına, tabiatına ve kadınlığına uygun işler görür, eşinin haklarını öder, ev işlerini yapar, çocukların bakım ve yetişmelerini sağlamaya çalışır, annelik yapar. Erkek de erkekliğin gereği olan hizmet ve işlerde çalışır, aile reisliği sorumluluğunu üstlenir, çoluk çocuğunun geçimini sağlama gayretine girer, gerektiğinde meşakath ve ağır işlerde çalışmayı göğüsler ve babalık eder. Hulasa dinin koyduğu, aile hak görev ve yetki nizamının ışığında eşler arasında yardımlaşma, dayanışma ve bütünleşme duygu ve arzusunun canlılığı sağlanır ve dolayısıyla mutlu ve medeni bir hayat ortaklığı sürdürülür. Çok yönden birbirine muhtaç ve yek diğerinin tamamlayıcısı durumunda olan iki cins insanın evlenip hayatlarını birleştirmeden işaret olunan yardımlaşma ve dayanışmanın sağlanıp devam ettirilebileceğini söylemek pek kolay değildir.

·        5. Ruh ve gönül huzurunun sağlanması:

Eşler arasında sevgi, saygı, şefkat ve merhamet bağlan, ancak evlenmeleri ve hayatlarını birleştirmeleri ile güçlenip gelişir. Aralarındaki akrabalık, komşuluk ve hemşehrilik gibi tanışmaya ve iyi münasebetler kurmaya vesile olabilen hiçbir irtibat bulunmayan hatta ana dilleri ve kökenleri değişik olup birbirine tamamen yabancı sayılan erkek ile kadın birbirleri ile evlenince kısa bir süre zarfında aralarında samimi bağlılık, muhabbet, şefkat, kaynaşma ve bütünleşme duygusu doğup gelişir, güçlenir. Herbiri gönül huzurunu, ruhsal mutluluğu diğerinin gölgesinde bulur. Yaşamın zevk ve safasını ancak eşi ile birlike olmakta görür. Eşler arasında kökleşip gelişen bağlılık ve merhamet duygusu, herbirinin kendi babasına ve anasına karşı beslediği bağlılık ve merhamet hissinden eksik değil, çoğu zaman fazladır.

Çalışan erkek veya kadın akşam evine dönüp eşi ve çocukları ile biraraya gelince gündüz çektiği sıkıntıyı, yorgunluğu ve karşılaştığı üzüntüyü unutur, dinlenip rahatlar. Ertesi gün neş’e ve yeni bir güçle işine gider. Eşler arasında meydana gelip gelişen bu güzel duygular evlenme nizamının bir sırrı, Allah’ın evlenenlere birlutfü ve O’nun azametine delalet eden apaçık bir delildir. Kur’an-ı Kerim’in bir ayetinde bu gerçeğe dikkat çekilerek mealen şöyle buyuruluyor:

“Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet meydana getirmesi de O’nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda düşünen bir kavim için ibretler vardır.” (5)

Evlenmenin toplumun sağlığının korunması ve çocukların beslenmesi, bakımı, yetiştirilmesi, eğitim ve öğretimi ile dinî ve

·        5) 30 Rum 21

dünyevi geleceğinin emin ellerde temini hususundaki yararlan da bilinmektedir. Konunun uzamaması için bu kısa bilgi ile yetinmeyi uygun görüyorum.

DÎNÎMİZ EVLENMEYİ TEŞVİK EDER

Yukarıda kısmen belirtilen hikmet ve faydalara binâen Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerde mü’minler evlenmeye teşvik ediliyor:

İki âyette meâlen şöyle buyuruluyor:

“Sizden bekâr olanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden elverişli olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfü ile onları zenginleştirir. Allah (lütfü) geniş olan ve (herşeyi) bilendir.” (6)

“(Ve o iyi kullar): Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl! derler.” (7)

Konu hakkında gelen birkaç hadisin meâlini de sunayım:

“Dört şey, Peygamberlerin sünnetindendir: Haya etmek, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek.” (8)

“Şüphesiz dünya, geçici bir yararlanma (yeri)dir. Dini vecibelerini yerine getiren kadından daha üstün hiçbir dünya metal (yararlı şey) yoktur.” (9)

"En değerli varlık, ilahi zikirle meşgul olan bir dil, şükreden bir gönül ve eşinin dindanlığma yardımcı olan imanlı bir kadındır." (W)

·        6)  24 Nur: 32

·        7)  25 Furkan: 74                      ;

·        8)  Tirmizi Nikân 1, Ahmet, Müsned, 5, 421

·        9)  İbn-i Maceh Nikâh: 5 Hadis no: 1855

·        10) Tirmizi, Tefsir, Tevbe Suresi (9), 1,

"Kadınlar dört hasletleri için nikâhlanır: Malı için, soyu için, güzelliği için ve dindarlığı için. Sen dindar olanını elde etmeye bak. (Eğer dediğim gibi yapmazsan) yoksulluğa düşersin." (11)

Yukarıda yazılı âyet ve hadis meallerinden de anlaşılacağı üzere evlenmeyi meşru kılan, hatta emir ve tavsiye eden İslâmiyet, evlenmeye ihtiyaç duyup gerekli masrafını da karşılayabilen varlıklı bir kimsenin kendisini tamamen ibadete verebilmesi ve böylece daha çok ilahi rızayı kazanması maksadıyle evlenmemesini uygun görmemiştir. Bilakis böyle bir tutumu Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)in yolundan sapma saymıştır. Buna dair bir hadisin meali şöyledir:

"Enes bin Mâlik (radiya’llâhü anh) den rivayet edildiğine göre sahabilerden üç zat Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)ın ibadetini öğrenmek üzere Onun muhterem zevcelerinin evlerine gidip istedikleri bilgiyi aldıktan sonra, daha çok ibadet etmelerinin gerektiği kanaatına vardılar. Onlardan birisi: Gecelerin tamamını namazla geçireceğini, diğeri: Yıl boyunca oruç tutacağını, üçüncüsü de: Kadınlardan uzak durup hiç evlenmeyeceğini söyledi. Onlar böyle konuşurken yanlarına Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) gelerek:

"Siz şöyle şöyle söyleyen kimselersiniz? Bilmiş olunuz ki vallahi ben Allah'tan en çok korkanınız ve en fazla korunanmızım. Lâkin ben (bazen) oruç tutarım (bazen) de tutmam. (Gecenin bir kısmında) namaz kılarım ve (bir bölümünde) uyurum. Kadınlarla da evlenirim, (işte benim yolum, budur). Artık kim benim yolumdan yüz çevirirse benden değildir" buyurdu. (12)

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hadisin son cümlesi ile müslümanlıkta ruhbanlık olmadığını açık bir şekilde ifade buyurmuştur.

·        11) İbn-i Maceh Nikah: 6 H. no: 1858

·        12) Müslim, Nikah, 1

Görüldüğü üzere yüce dinimiz; yılın bütün günlerini oruçla veya gecelerin tamamını namaz ve benzeri ibadetle geçirmeyi uygun görmemektedir. Dinimize göre bir mazeret; yok iken evlenme ihtiyacını duyduğu halde bekâr kalmayı tercih eden bir kimse, evlenmenin meşruiyetindeki hikmet ve faydalardan mahrum kalır. Ayrıca insanın, sürekli bekârlık hayatından kaynaklanan sıhhî, ahlakî, sosyal, ekonomik ve dini yönlerden bir takım zararlara ve tehlikelere maruz olduğu da gözardı edilmemelidir.

EVLENME HÜKÜMLERİ

Yüce dinimiz yukarıda anlatılan hikmet ve faydalara binaen evlenmeyi meşru kılıp genel olarak tavsiye etmekle beraber, insanların farklı durumları sebebi ile evlenme işini değişik hükümlere bağlamıştır. Şöyle ki:

·        1. Evlenmemesi halinde zina-fuhuş suçunu işleyeceğine ve oruç tutmak gibi bir tedbir ile bu günahtan kendisini koruyamayacağına dair kesin kanaata varan ve nikâhlanacağı kadının mehir ve nafakasını ödemeye muktedir olup ona haksızlık etme endişesini de duymayan kimseye evlenmek farzdır.

·        2. Birinci maddedeki durumlarda olup ancak evlenmediği takdirde zina-fuhuş suçunu işleyeceği korkusunu taşıyan kimsenin evlenmesi vaciptir.

·        3. Evlendiği takdirde şu veya bu sebeple eşine zulüm edip zarar vereceğine veya haram yoldan kazanç sağlamakla başka kimselere zulüm ve haksızlık edeceği hakkında kesin kanaata sahip olan kimsenin evlenmesi haramdır.

·        4. Evlendiği takdirde, eşine veya başkasına şu veya bu şekilde haksızlık edeceği endişesini duyan kimsenin evlenmesi mekruhtur.

·        5. Evlenmeyi arzu edip eşine zulüm etmek endişesini duymayan -ve cinsel ilişkiye iktidar bakımından mizacı mutedil olup evlenmediği takdirde de zina- fuhuş suçunu işlemek endişesi olmayanın evlenmesi de sünnettir.

NİKÂHIN TANIMI, RÜKÜN VE ŞARTLARI

NİKÂH: Evlenmelerine dinen engel bulunmayan erkek ile kadının birbirlerinin erkeklik ve kadınlığından yararlanmalarını helal kılmak için yapılan bir akittir.

NİKÂHIN RÜKÜNLERİ: Nikâh akdini oluşturan icap ve kabuldür. Taraflardan ilk konuşmacının sözüne icap, karşı tarafın cevabî sözüne de kabul denilir. İlk konuşmacı evlenecek kadın veya velisi, yahut vekili, ikinci konuşmacı da evlenecek erkek veya vekili olabilir. Bunun aksi de caizdir. Akidde; karı olarak kabul ettim, koca olarak kabul ettim, falanla evlendim, seninle evlendirdim gibi açık, net ve kesin ifade kullanılmalıdır, yanlış yorumlanabilecek ifadelerden kaçınılmalıdır. Cumhura göre icap ve kabul rükünlerine ilaveten (zevç, zevce ve veli de) nikâhın rükünlerinden sayılır.

Nikâhın rükünleri yanında bir takım şartlan vardır. O şartlar da rükünler gibi nikâhın dinen sıhhatli ve geçerli sayılması için gereklidir. Bir tanesinin eksikliği halinde kıyılan nikâh akdi dinen muteber ve geçerli sayılamaz. Burada belirtilmesini lüzumlu gördüğüm bazı şartları özetlemekle yetinmek isterim.

NİKÂHIN BAZI ŞARTLARI

·        1- Erkek ile kadının birbirleri ile evlenmelerini müebbed veya geçici haram kılan bir durumun bulunmamasıdır. Buna bir kaç misal verelim: Örneğin; Erkek, kan akrabalığından dolayı mahremi olan halası, teyzesi, kız kardeşi, kardeşinin kızı ile evlenemez.

Keza, sıhrî yakınlık dolayısıyla mahremi sayılan, üvey annesi, üvey kızı kayın annesi ve gelini ile evlenmesi haramdır.

Yine, süt akrabalığı cihetiyle mahremi sayılan süt ablası, süt kardeşinin kızı, süt annesi ile evlenemez. Çünkü soy birliği nedeni ile mahrem (nikâhlanması haram olan) kadınların süt emme nedeni ile de haramhğı sahih hadislerle sabittir. (13)

Bu misallerdeki haramlık hükmü müebbeddir, bunlar birbirleri ile hiçbir zaman evlenemezler.

Bir de geçici bir nedenle nikâhlanması haram olan kadınlar var: Buna örnek: Kocasının vefatı veya boşanması sebebi ile dul kalan kadın, iddet denilen bekleme süresi bitmedikçe başka bir erkekle evlenemez. Keza hanımı hayatta ve nikahı altında iken adam kendi baldızı ile evlenemez. Fakat hanımının vefatı veya tamamen boşanması halinde adam, baldızı ile evlenebilir.

·        2- Nikâhın en az iki şahid huzurunda kıyılmasıdır. Şahitlerin müslüman, akıllı, erginlik çağma varmış, hür ve erkek olmaları gerekir. Hanefi fıkıhçılara göre nikâh, anılan nitelikleri taşıyan iki kadın ile bir erkek şahidin huzurunda da kıyılabilir. Nikâh şahitlerinin dini vecibelerini yerine getiren ve büyük günahlardan kaçınan kimselerden olması daha uygundur. Akdin şahitlerin huzurunda kıyılmasının hikmeti, tarafların birleşmesinin meşru yolla yapıldığının tevsik edilmesi suretiyle şaibe ve ithamlardan uzak tutulmaları ve aralarında akidle ilgili bir ihtilafın meydana gelmesi halinde haklarının korunmasıdır.

·        13) Konu hakkında geniş bilgi için Nisa Sûresinin 23. ayetinin tefsirine ve Sünen-i İbn-i Maceh nikâh kitabının 31 ve 43 bablarıhda geçen hadislerin Terceme ve şerhine (cilt 5 sh: 378-405 sh.) bakılabilir.

Nikâh akdinde şahitlerin bulunmasının gerektiğine dair hadislerden iki tanesinin meali şöyledir:

·        a) "Nikâh akdi, ancak veli ve adil iki şahitle olur." (14)

·        b) "Fahişeler, şahitsiz olarak kendilerini evlendiren kadınlardır." (15)

·        3- Akdin, tarafların hür iradeleri ve rızaları ile yapılmasıdır. Baskı, zorlama ve tehditle yapılan nikâh akdi geçersizdir. Günümüzde zaman zaman bu şarta riayet edilmeyerek, baskı ve zorlama ile bazı evlendirmeler olduğu ve maalesef bu yüzden bir takım huzursuzluk, rahatsızlık ve şiddetli geçimsizliklerin, hatta boşanmaların meydana geldiği görülmektedir. Mutlu bir aile yuvasının kurulması için eşlerin ve özellikle kadının rızası ve arzusu gözönünde tutulmalıdır. Aksine hareket yanlıştır, eşlerin geleceğini karartabilir.

Fıkıhcıların cumhurunun bu şartın gerekliği için delil saydıkları mütaaddit hadislerden bir tanesinin mealini sunalım:

"Sahabilerden Büreyde (radiya’llâhü anh) şöyle demiştir:

Genç bir kadın Peygamber sallallahü aleyhi vesellem'in yanma gelerek: Babam yeğeninin aşağılık durumunu benimle giderip yükseltmek için beni onunla evlendirdi, diyerek şikayette bulundu. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) da kıyılan nikâhın kabul veya reddetme işini kadına verdi. Bunun üzerine kadın: Ben babamın yaptığı işi kabul ettim. Lâkin babaların böyle yapmaya hakları olmadığını kadınların bilmesini istedim, dedi." (16)

·        14) Darekutni ve İbn-i Hıbban, Aişe (radiya’llâhü anha)den merfu olarak rivayet etmişler El-Fıkhül İslâmî ve Edilletuhu C.7, Sh: 71

·        15) Tirmizi, Nikah 14.bab, Şevkâni Neylül-Evtar 6/125 İbn-i Abbas (radiya’llâhü anh)'den merfu olarak rivayet etmişler.

·        16) Sünen-i İbn-i Maceh Nikâh 12. bab.

Babalarla anaların evladını ve özellikle kızlarını istemedikleri kimselerle evlenmeleri için baskı ve zorlama altında tutmaları, yanlış ve haksızlık olduğu kadar gençlerin de aile büyüklerinin, özellikle engin hayat tecrübeleri bulunan ve evladının mutluluğunu canu gönülden isteyen baba ve analarının uygun görmedikleri kimselerle evlenmeleri de doğru değildir. Ömür boyu hayat arkadaşlığı ve Kader birliği yapılacak aday eşin ve ailesinin durumunun çok yönlü incelenmesinden sonra; toplanacak bilgilerin ışığında duygusallıktan uzak biçimde, ailece istişare yapılmalı ve evlenecek genç ile büyüklerinin uygun görmeleri halinde evlenme teşebbüsünde bulunulmalıdır. Hayat tecrübesi olmayan genç bir kadın, çeşitli yönlerden dengi olmayan veya haklarına riayet edemeyecek, yahut dinî ve ahlâki yönden zayıf olan bir adamla evlenmeye girişebilir ve bilahare yanlış yaptığının farkına varabilir. Ama iş işten geçmiş olur, işte bunun için müeaddit hadislerde evlenecek kadının velisinin izin ve muvafakati isteniyor: Bir hadiste meâlen: "Veli(den izin)siz hiçbir nikâh olmaz." (17) Fıkıhçılar bu ve benzeri hadislere dayanarak, nikâhın veliler aracılığı ile kıyılmasını ittifakla ön görmüşlerdir. Ancak bunun müstehap veya şart olduğu hususunda farklı görüş beyan etmişlerdir. Şayet kadın velisinden habersiz küf'ü yani dengi sayılmayan bir erkekle evlenirse, velisinin buna itiraz etme hakkına sahip olduğu hususunda da ittifak, vardır.

·        4- Müslüman kadınla evlenecek erkeğin de müslüman olması

Müslüman olmayan bir erkek ister Ehl-i Kitab yani Hıristiyan veya yahudi olsun, ister başka bir dine mensup olsun veya

·        17) Sünen-i Ibn-i Maceh Nikah 15. bahta Ebu Musa (radiya’llâhü anh)den merfu olarak H. no: 1881

olmasın, müslüman bir kadınla evlenmesi müslümanların icmâ ve ittifakı ile haramdır, geçersizdir. Bu konuya ilişkin iki âyetin meali şöyledir:

"...İman etmedikçe müşrik erkekleri de (mü'min kadınlarla) evlendirmeyin. Beğenseniz bile müşrik bir erkekten, imanlı bir köle daha iyidir. İşte müşrikler ateşe çağırırlar. Allah da izni ile cennete ve mağfirete çağırır. Allah öğütlensinler diye insanlara âyetlerini açıklar." (18)

"Ey iman edenler, mü'min kadınlar hicret ederek size geldikleri zaman, onları imtihan edin. Allah onların imanını daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını bilirseniz onları kâfirlere geri göndermeyin. Ne bunlar onlara helâldir, ne de onlar bunlara helaldir..." (19)

Bu âyetlerden açıkça anlaşılıyor ki mü'min bir kadının kâfir bir erkekle evlenmesi haramdır. Son Peygamber Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem.)in getirdiği dinden haberdar olduğu halde, O'na iman etmeyen ve O'nun dinine girmeyen kâfir sayılır.

Mü'min bir kadının gayri müslim bir erkekle evlenmesinin yasaklanmasının şu hikmetine ilk âyette işaret vardır: İmansızların insanları ateşe ve cehenneme çağırmaları, yani cehenneme girmeye sebep olacak dalalet, küfür, sapıklık, kötü amel gibi günahlara sokmaları tehlikesidir. Şöyle ki:

Gayri müslim bir erkek Islâm dinini inkar eder, Hz. Muhammed (ALEYHİSSELÂM)ın Peygamberliğini kabul etmez. Kur'an-ı Kerim' in emir ve

·        18) Bakara 221. Bu ayette geçen "müşrik" kelimesinin asıl manası: Allah'a ortak koşan, demektir. Fakat burada kâfir manası ile tefsir etmişlerdir. Asıl manası ile yorumlandığı takdirde de hıristiyanları ve yahudileri kapsar. Çünkü hıristiyanlar İsa (ALEYHİSSELÂM), Allah'ın oğludur, Yahudiler de Uzeyir Allah'ın oğludur, demekle Allah'a ortak koşmuş olurlar.

·        19) 60 Mümtehine 10

yasaklarına uygun yaşantının gerekliliğini reddeder. Böyle bir inkarcı ile ortak hayat kuracak mü'min her kandının kendi inancına uygun bir din hürriyetini yaşayabileceğini, dini vecibelerini düzenli biçimde yerine getirebileceğini, dininin yasakladığı durum, davranış ve hareketlerden uzak kalabileceğini söylemek herhalde zordur. Hatta inkarcı eşinin onu dininden caydırıp kendisinin dinine geçirmesi veya kendisi gibi dinsiz yapması için baskı ve zorlamada bulunması da muhtemeldir. Böyle bir durumda ciddi huzursuzluğa ve geçimsizliğe düşen bir kadın ya dinine sarılıp boşanma yolunu seçecek veya aile huzurunun sağlanması için eşinin rızasını tercih ederek dinini kısmen veya tamamen bırakacaktır. Bu iki tercihin de mahzurları ortadadır.

Diğer taraftan kadın uysal, duygusal ve çevrenin eğilimlerine karşı zayıf iradeli bir karaktere sahip ise baskıya mahal kalmadan kendi arzusu ile gayri müslim eşine uyarak ve hislerine kapılarak din değiştirebilir. Özellikle İslâm dini hakkında yeterli bilgisi olmayıp dinin gereklerine pek riayet etmeyen bir kadın için bu değişim kolayca oluşur.

Ayrıca çocuklar genellikle babalarının dinine uyarlar. Gayri müslim bir baba, yetişme çağındaki evladına kendi dinini telkin ve tavsiye ederken müslüman annenin onlara İslâm dinini tavsiye ve telkin etmesinin zorluğu ve bir takım sıkıntılara yol açması inkâr edilemez. Bu durum da müslüman anneye elem ve ızdırap verir.

Şu noktayı da gözardı etmemek gerekir.

Evlenmenin meşruiyetindeki hikmetlerden birisi de eşlerin birbirleri ile kaynaşmaları, yardımlaşmaları, dayanışmaları, karşılıklı sevgi ve merhamet duygusunu canlı tutup huzur içinde ortak hayatı devam ettirmeleridir. Bu güzel gaye, ve hedef, genellikle aynı dine mensup eşler arasında gerçekleşir.. Çünkü o takdirde inanç ve itikadları, onlardan istenen dini vecibeler ve onlara helal veya haram olan şeyler aynı olur. Dinleri, inançları, dini vecibeleri, helal ve haram hükümleri tamamen ayrı olan eşler arasında bu hikmet ve amacın gerçekleşmesi cidden zordur.

·        5- Nikâh akdinin daimi evlilik için olması

Nikâh akdinin dinen geçerli ve muteber sayılması için aranan önemli şartlardan biri, de akdin devamlı ve sürekli bir evlilik hayatı maksadı ile kıyılmasıdır. Şu halde 10 gün yahut bir ay veya bir yıl gibi geçici bir süre kaydı ile kıyılan nikâh, şahitlerin huzurunda da olsa batıldır, böyle bir nikâhla birleşmek haramdır.

Bu konu hakkında geniş bilgi ilerde verilecektir.

EŞLERİN KARŞILIKLI BİRBİRLERİNE HAKLARI

Nikâh akdi erkek ile kadın arasında sağlam bir bağdır. Din bu manevi bağ ile eşler arasında karşılıklı sevgi ve şefkatin oluşmasını istediğini gibi evlilik hayatının devamn edip kalıcı olmasını da ister. Gerek sevgi ve şefkatin gelişip kökleşmesi ve gerekse ortak hayatın devamlılığı için dinin koyduğu esaslar çerçevesinde eşlerin birbirlerine ait hakları bilip ifa etmeleri gerekir. İslâmiyet, eşler arasındaki alâka ve münasebetleri gayet güzel bir biçimde tanzim ederek tarafların hak ve ödevlerini ortaya koymuştur. Eğer eşler o kurallara sadakat ve samimiyetle bağlı kalırlarsa tatlı ve mutlu bir hayat sürürler.

(Evlilikten kaynaklanan haklar:)

A- Kadının eşi üzerindeki hakları (Bunlar erkeğin görevleridir) B- Erkeğin eşi üzerindeki hakları (Bunlar kadının görevleridir) C- Eşlerin ortak haklan (Bunlar ortak görevlerdir)

A- KADININ EŞÎ ÜZERİNDE HAKLARI

·        1. Mehirini tam olarak ödemek. Çünkü bir âyette:

"Kadınlara mehirlerini gönül rızasıyla (cömertçe) verin. Eğer gönül hoşluğu ile o mehirin bir kısmını size bağışlarlarsa onu da afiyetle yeyin." (20)

Erkek, nikâh akdi ile eşinin kadınlığından yararlanma hakkına sahip olması karşılığında ona mehir denilen bir miktar mal ödemekle yükümlüdür. Mehir miktarı genellikle nikâh akdi kıyılacağı zaman taraflar arasında tesbit edilir.

Mehir, tamamen kadının hakkıdır. Ne babası, anası ve kardeşi gibi bir yakını ne de beyi mehirden bir şey alamaz.

Diğer bir âyette de meâlen:

"Eğer bir eşi bırakıp da yerine başka bir eş almak isterseniz, onlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız bile ondan birşey geri almayın. Siz iftira ederek ve apaçık günah işleyerek onu geri alırmısınız?" (21)

·        2. Nafakasını vermek

Nafaka kadının yiyecek, içecek, mesken ve gerekli ev eşyasıdır. Bu ihtiyaçlar, erkeğin ekonomik durumu göz önünde tutularak örf ve adete göre ayarlanır.

·        20) 4 Nisa: 4

·        21) 4Nisa:20

Kadının nafakasının erkek üzerinde bir hak olduğu Kitab ve Sünnetle sabittir:

"...Anaların örfe uygun olarak yiyecek giyeceği baba üzerinde (bir hak)tır. Bir insan ancak gücü yettiğinden sorumlu tutulur." (22)

Hz. Peygamber de meşhur veda hutbesinde kadın haklarına yer vererek kısaca: "Kadınlar hakkında Allah'tan korkunuz. Çünkü şüphesiz, siz onları Allah'ın emaneti (yani iyi davranma ahdi) ile aldınız. Onların ırzlarını Allah kelimesi (olan emri veya nikâh akdi) ile kendinize helal kıldınız. Maruf bir şekilde (yani ekonomik halinize göre veya normal biçimde) yiyeceğini ve giyeceğini vermek onların sizin üzerindeki hakkıdır." (23)

·        3- Onunla güzel geçinmek

Buna dair bir âyette:

"...Onlarla güzel geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız olabilir ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız da Allah onda çok hayır takdir etmiş bulunur." (24)

Güzel geçinmenin çok yönleri vardır. Bazılarına işaret edelim:

·        a) Onların nafakasını bol vermek. Nitekim Allah Teala meâlen: "Maddi imkanı geniş olan adam, nafakayı imkanına göre bol versin. Rızkı dar olan da Allah'ın kendisine verdiği miktardan nafaka ödesin. Allah hiç kimseyi verdiği imkandan fazlasıyla yükümlü kılmaz." (25)

·        22) 2 Bakara: 233

·        23) Müslim Hac 19. bab H.No: 1218 ve Sünen-i İbn-i Mace Menasik 84. bab H.No: 3074

·        24) 4 Nisa: 19

·        25) 65 Talak: 7

Bir hadiste de: "Müslüman adam sevap kazanmak niyetiyle kendi ailesine nafaka ödediği zaman o nafaka onun için sadaka (gibi sevap) olur" buyuruluyor. (26)

·        b) Evin düzeni ve özellikle kız çocuklarının evlendirilmesi hususunda onlarla istişare etmek. Bir hadiste: "Kızlarının evlendirilmesi hususunda kadınlarla istişare edin" buyurulmuştur. (27)

·        c) Onlarla şakalaşmak, onlara nazik davranmak, neşe, surur ve sevinçlerine fırsat vererek, hoşlanıp zevk aldıkları meşru eğlenmelerine engel olmamak.

"Hz. Aişe ( radiya'llâhü anha)den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Resûlüllah Sallallahü aleyhi vesellem (bir bayram günü) odama girdi. Yanımda Buâs (savaşı) ezgilerini (def çalarak nağme ve yüksek sesle) okuyan iki kız vardı. O, yatağına uzanıp (mübarek) yüzünü çevirdi (ve üstüne örtüsünü çekti. Kızlar okumaya devam ediyor iken) Ebu Bekri radiyallahü anh girdi. (Bu ne hal?) Resûlüllah sallallahü aleyhi vesellem'in yanında şeytan mizmarı (sesli şarkı) mı? diyerek beni azarladı. (Bunun üzerine) Resûlüllah sallallahü aleyhi vesellem ona dönüp: Onlara ilişme (her kavmin bir bayramı vardır. Bu da bizim bayramımızdır) buyurdu. (Babamın zihni başka bir şeyle) meşgul olunca kızlara işaret ettim (onlar da) çıktılar." (28)

ç) Onların bazı kusur, hata ve eksikliklerine göz yummak:

Her erkekte olduğu gibi her kadında da bazı kusur, hata ve eksiklikler olabilir. Bunun yanında bir takım meziyetler, güzel haslet ve huylar da olur. Bu itibarla erkek, hayat arkadaşı olan

·        26) Buhari Nafaka Kitabının başı.

·        27) Ebi Dâvûd Nikah: 24 H.No: 2081

·        28) Buhari Kitabü'l-ld 1. bab, İbn-i Mace Nikah 21 bab H.No: 1898 hanımının bazı huylarını beğenmezse hoş görülü olmalı ve beğendiği yönlerini unutmamalıdır. Bir hadiste mealen:

"Hiçbir mü'min erkek, inanan bir kadından nefret etmesin. Eğer onun bir huyundan hoşlanmazsa diğer bir huyundan razı olur." (29)

·        d) Arzulayıp hoşlarına gidecek şekilde onlar için süslenip kılık kıyafete ve görünüme özen göstermek.

Çünkü nasıl erkek, hanımının ona karşı süslenip iy ibir görünümde olmasından hoşlanıyorsa genellikle kadın da beyinin öyle olmasını ister. İbn-i Abbas (radiya’llâhü anh)ın "Eşim benim için süslendiği gibi, ben de onun için süslenirdim" dediği rivayet olunur. (30)

·        e) Onlara evin iç işlerinde yardımcı olmak

Özellikle hastalandıkları veya işlerinin çok ve yoğun olduğu zamanlarda onlara yardım etmek bir ibadettir. Çünkü Hz. Peygamber muhterem eşlerine ev işlerinde yardımcı oluyordu. Nitekim: Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)m kendi evinde ne gibi işlerle meşgul olduğu hususu Hz. Aişe (radiya’llâhü anha)a sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:

"O, Aleyhi's-salatü ve's-selam, eşlerin ev işlerinde çalışıyordu, evini süpürür, elbisesini yamalar, ayakkabısını tamir eder, süt sağardı. Namaz vakti olunca da namaza kalkardı." (31)

·        f) Onların sırlarını ifşa etmemek, konuştukları şeyleri insanlar arasında yaymamak, özellikle sevişme ve cinsel ilişki münasebetiyle sarfettikleri sözleri, tavır ve hareketlerini başkasına anlatmamak. Bir hadiste meâlen:

·        29) Müslim 17 Rıdâ 18 bab H.No: 1469

·        30) Adabü'l Hıtbatı ve'z-Zifaf: 120

·        31) Buhari 15 Ebvâbu Salâti'I-Camâa 16.bab, Ahmed, İbn-i Hibban, Bezzar ve Tirmizi Şemail'de değişik lafızlarla rivayet etmişler.

"Kıyamet günü Allah katında en kötü ortamda olan insanlardan biri de o adamdır ki, hanımı ile ilişkide bulunur. Sonra hanımının sırrını ifşa eder." buyuruluyor. (32)7 Konuya ilişkin diğer bir rivayette de adamın anılan sırrı ifşa etmesinin kıyamet günü Allah katında, emanete en büyük hıyanetlerden sayılacağı belirtiliyor. (33)

·        4- Onu cehennem ateşinden korumak

Tabii, koruma işi, onu din kültürü bakımından takviye edip yetiştirmek, bilinçlendirmek, öğütlemek, böylece dini vecibelerini yerine getirmesini ve dinen yasak olan günahlardan kaçınmasını sağlamakla olur. Bir âyette meâlen:

"Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında acımasız, güçlü, Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emrolunduklarını yapan melekler bulunur" buyuruluyor. (34)

Ayetin tefsirinde nakledildiğine göre Hz. Ali: "Yani çoluk çocuğunuzu İslâmî terbiye ile eğitin ve bilgilendirin, demiştir."

Bu âyet indiği zaman Hz. Ömer ( radiya'llâhü anh): "Ya Resûlüllah! Ateşten kendimizi koruruz. Ama, çoluk çocuğumuzu nasıl ederiz? diye sorunca Aleyhi's-Salatü ve's-Selâm Efendimiz: Onları Allah'ın sîzlere yasakladığı şeylerden menedersiniz ve onlara Allah'ın size emrettiği şeyleri emredersiniz. Böyle yapmanızla onlarla ateş arasında bir koruma oluşur" buyurmuştur.

Bu âyet, aile reisinin dini vecibeleri öğrenip gereğince amel etmek, ayrıca bunları sorumluluğu altında bulunan çoluk

·        32) Müslim Nikâh 21, H.No: 1437

·        33) Ebu Davud Edeb 37 H.No: 4849

·        34) 66 Tahrim: 6

çocuğuna öğretip ilahi emir ve yasaklara uymalarını sağlamaya çalışmakla yükümlü olduğuna delil sayılır.

·        5- İffetini korumasına yardımcı olmak:

Erkek, eşinin iffet ve namusunu korumasına yardımcı olmak, onu kıskandırmak, kötü niyetli insanların uygunsuz laf, hareket ve tavırlar gibi şerlerinden korumak, böyle çirkin durumlara maruz kalmaması için gerekli tedbirleri almak ve onu bozuk ortamların tehlikelerinden uzak tutmakla yükümlüdür. Bu konuda ölçülü olmak kaydı ile kıskançlık duygusu meşru, hatta dinen övgüye layık bir meziyettir.

İslâm dini bu hakkı sağlam esaslarla düzenlemiştir. Şöyle ki:

·        a) Erkek, hanımına dışarı çıktığı zaman ten rengini ve vücut hatlarını göstermeyecek kalınlıkta ve bol, manto gibi bir dış örtüyü giymesini emredecektir. Çünkü bir âyette mealen:

"Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan öyle yapmalarıdır. Allah bağışlayandır, esirgeyendir" (35) buyuruluyor.

·        b) Gereksiz yere yabancı erkeklere bakmasının günah olduğunu, çünkü Allah Teala'nm Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)a hitaben: "ve mü'min kadınlara söyle gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar..." (36) talimatını verdiğini anlatacak.

·        c) Vücudunun ziynet yerlerini na-mahrem olanlara göstermesinin yasak olduğunu, bu yasağın Kur'an'da yer aldığını söyleyecek.

·        35) 33 Ahzab: 59

·        36) 24 Nur: 31

ç) Mahremi olmayan erkeklerle arkadaşlık etmemesini, onlarla laubali olmamasını ve ciddiyetini muhafaza etmesini tavsiye edecektir. Çünkü yanında eşi veya mahremi sayılan bir erkek bulunmayan genç bir kadın yabancı erkeklerin arasına girip onlarla oturup kalktığı takdirde kötü niyetli kimselerin şu veya bu şekilde zarar vermesi tehlikesinden emin olduğu pek söylenemez.

·        d) Onu uzun süre tek başına evde bırakıp ihmal etmek suretiyle fitneye maruz bir hale sokmayacak.

·        e) Zararlı olan basılı, sesli ve görüntülü yayınlar evde bulundurulmayacak ve bu tür yayınları çoluk çocuk tarafından izlenmesine göz yumulmayacak.

Çünkü yukarda geçen âyette mü'minler, hem kendi nefislerini hem de çoluk çocuklarını cehennem ateşinden korumakla yükümlü tutuluyor.

Şunu da belirtmekte yarar var:

Erkek, eşinin iffet ve namusunu korumakla mükellef olup bu yükümlülüğü yukarda işaret ettiğim esaslar çerçevesinde yerine getirmelidir. Müslüman kadın da imanının gereği olarak kendi iffet ve namusunu korumak bilincinde olmalıdır ve genellikle böyledir. Bu bakımdan, erkeğin durup dururken hanımı hakkında kötü zanna kapılması ve herhangi bir bilgi, belirti ve işaret yok iken onun hakkında kötü kanaat beslemesi ve uygunsuz hallerle itham etmesi, yersiz bir kıskançlık ve dinin koyduğu çizginin dışına taşan bir evham ve büyük bir vebal sayılır. Herkes hakkında iyi zan ve kanaat taşımak esastır. Zanların çoğundan uzak durmak, Kur'an'm emridir. İyi zan ve kanaat, ancak aksine delil sayılabilecek belirtilerin bulunması halinde değişebilir.

Bir hadiste meâlen şöyle buyuruluyor:

"Allah'ın sevdiği kıskançlık da var, çirkin gördüğü kıskançlık da var. Allah'ın sevdiği kıskançlık, kötülüğün işlendiği belirtisi bulunduğunda gösterilen tepkidir. Allah'ın çirkin gördüğü kıskançlığa gelince, kötülüğün işlendiği belirtisi olmadığı yerde gösterilen tepkidir." (37)

B- ERKEĞİN EŞİ ÖZERİNDE HAKLARI

Kadının hakları yanında eşine karşı bir takım görevleri de vardır. Bu görevler eşinin onun üzerine haklan sayılır. Kadın bunlara riayet etmekle yükümlüdür, ihmal etmesi halinde Allah katında da sorumludur. Bunların en önemlilerini özetleyelim.

1. Eşine tatlılıkla itaat etmesi.

Bir hadiste: "Kadın (beş vakit) namazını kıldığı, (Ramazan) orucunu tuttuğu, namusunu koruduğu ve eşine itaat ettiği takdirde cennete (ilk girenlerle beraber) girer" buyurulmuştur. (38)

Bir kadın Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)m yanma giderek:

Ben, kadınların elçisi olarak size geldim. Şu cihâd işini Allah erkeklere farz kıldı. Mücahid erkekler yaralanırlarsa sevap kazanır, şehid edilirlerse Rabları katında hayatlarını sürdürüp nzıklanırlar. Biz kadınlar da onların (işlerinin ) başında duruyoruz. Peki o cihad sevabından bizim payımız nedir? diye sordu. Efendimiz (ALEYHİSSELÂM):

"Karşılaştığın kadınlara şunu ilet: Eşine itaat ve hakkını kabullenmek (sevap bakımından) cihada denk olur. Ama sizden

·        37) Bezzâr, Ahmed bin Hanbel ve Taberi rivayet etmişler. Feyzu'l-Kadir C.l, Sh: 392 Beyrut.

·        38) İbn-i Maceh Nikâh 56 H.No: 1996, Ebu Davud Cihad: 114 H.No: 2642 bunu yapanlar da azdır." (39)

Kadının Islâmi çerçeve içinde eşine itaat etmesi, ortak hayatın tabii bir gereğidir. Çünkü kadın o takdirde yuvanın huzurunu korur, sevgisi eşinin gönlünde kökleşip gelişir, aile ferdleri arasında birlik, dirlik ve kaynaşma güçlenir. Sürtüşme ve geçimsizliğe yol açabilen münakaşa ve tartışmayı önler.

Tabii, kadın, dinen meşru sayılan ve gücünün yettiği hususlarda itaat eder. Günah olan veya gücünün dışında kalan hususlarda ne eşine ne de başkasına itaat etmez ve edemez. Çünkü Kur'an'da bildirildiği üzere "Allah her kişiyi ancak gücünün yettiği ile mükellef kılar." (40)

Diğer taraftan bir hadiste meâlen:

"Yaratıcıya isyan ve günah sayılan şeylerde hiçbir yaratığa itaat etmek yoktur." (41) buyuruluyor.

·        2- Kocasının namusunu ve malını koruması

Kadının namusu, aynı zamanda eşinin de namusudur. Kadının namusuna bir leke gelirse, eşine de bulaşır. Bu itibarla kadın, namusunu koruduğu zaman, eşinin de namusunu korumuş olur. Aksine hareket halinde ise, eşinin namusunu korumamış olur. Kadın elinin altında bulunan eşinin malını da korumakla yükümlüdür. Ondan habersiz ve izinsiz mal ve parasını alması veya başka kimselere vermesi emanete hıyanettir, haramdır.

Kur'an, beylerine itaat edip bunlar gıyabında namusunu ve malını koruyan kadınlan övgü ile anarak mealen: "...İyi kadınlar,

·        39) EI-Bezzâr ve Tabaranî Adabü'l-Hıtbatı ve'z-Zifâf Sh: 127 Dârü's-Selâm-Cidde 1985

·        40) 2 Bakara: 286

·        41) Hâkim ve Ahmed - Feyzu'l Kadir C.6, Sh: 432

(eşlerine) itaatkârdır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gaybı (kocalarının malını ve namusunu gıyabında da) koruyucudurlar..." (42) der.

Bir hadiste de: "Dikkat et, adamın edinip sakladığı kazançların en iyisini sana haber vereyim: Sâliha (içi dışı güzel) kadın: Adam ona baktığı zaman o, adamı ferahlatıp sevindirir, ona (me(şru) birşey emrettiği zaman itaat eder ve gıyabında (hem onun malı hem de kendi ırzı hususunda) onu korur." (43)

·        3- Eşine iyi değer verip, duygu ve düşüncelerine saygılı olması.

Bu takdirde eşi de onun hal ve hareketlerini sevecek, konuşmalarından hoşnut olacak ve yuvanın huzur ve mutluluğunun devamlılığına katkı sağlanmış olacaktır. Gayet tabii eşi de ona karşı uygun tavır takınmalıdır.

Doğrusu, adam kendi evinde hoş sohbet, nazik, güler yüzlü, tatlı dilli, samimi, güzel huylu, saygılı ve şefkatli hanım bulamazsa aranan böyle bir ortamı nerede bulabilecek?

En mutsuz insan, eşi ve çocukları arasında kendi evinde huzursuz edilen kimsedir ve en mesud insan da kendi yuvasında aile efradı içinde huzur bulan kimsedir.

·        4- Ev işlerine, evladının iyi yetişmesine ve bakımına özen gösterecek.

Bu hizmet, kadın fıtratının tabii gereği, hatta mesud bir ailenin oluşturulması ve asil bir neslin yetiştirilmesi uğrunda onun üstün gayret ve fedakarlıkla üstleneceği en önemli görevdir.

·        42) 4 Nisa: 34

·        43) Ebu Davud Zekât 32 bab H.No: 1648

"Hz. Enes bin Malik (radiya’llâhü anh): Resûlüllah sallallahü aleyhi vesellem'in ashabı, bir kadını gelin ettikleri zaman eşine hizmet etmesini, hakkına riayetkar olmasını ve çocuklarını iyi yetiştirmesini emir ve tavsiye ederlerdi" demiştir. (44)

Asr-ı Saâdet kadınlarının ev hizmetlerinde gösterdikleri üstün fedakarlık ve gayretin bir örneğini verelim.

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)ın baldızı ve Hz. Ebu Bekir (radiya’llâhü anh)ın kızı Esma (radiya’llâhü anh) şöyle der:

"Zübeyir bir el-Avvam (radiya’llâhü anh) benimle evlendi. O zaman Zübeyir'in yer yüzünde, mal, mülk, köle, cariye namına hiçbirşeyi yoktu. Ancak su çekilen bir deve ile bir atı vardı. Atının yemini, otunu ben bulup verirdim, ben sulardım. Su kırbasını (söküldüğünde) ben dikerdim. Ben hamur yoğurur-dum. Fakat ekmek pişirmesini beceremezdim. Onu da Ensar'dan kadın komşularım yaparlardı.

Deveye yedirmek için 2/3 fersah (2 mil) mesafedeki hurmalıktan hurma çekirdeğini başımda taşıyıp eve getirirdim ve kırıp ufaltıp deveye yedirirdim. Bu aile yükünü (babam) Ebu Bekir (radiya’llâhü anh) at seyisliği edecek bir hizmetçi gönderinceye kadar çektim. Babam (hizmetçi göndermekle) sanki beni cariyelikten azadladı." (45)

Tabii, Hz. Esma (radiya’llâhü anh), deve ve ata bakıp seyislik etmekle mükellef değildi, bu hizmetleri gönül rızası ile ve gördüğü zaruri ihtiyaçtan dolayı yaptığı bir vakıadır. Bu gün Anadolu hanımları ve özellikle kırsal kesimlerde yaşayan hatunların evde, bağ, bahçe ve tarlada beylerine, babalarına ve kardeşlerine birer Esma gibi hizmete koşuştuklarını görüyoruz. İslâm terbiyesi ile

·        44) Adabü'l-Hıtbatı ve'z-Zifaf Sh: 130

·        45) Buhari Nikâh 108. babü'l-Oayreti, Müslim Selam 14. bab H.No: 2182 yetişen hanımların gerektiğinde bu gibi fedakarlıklardan kaçınmadıkları, bilakis bu hizmetleri birer ibadet bilinci ile zevkle ifa etmeye hazır olduklarını söylemek gerekir.

Çocukların bakımı, yetiştirilmesi ve haklarına rivayet edilmesi hususunda kadının sorumluluğuna gelince, bir âyette:

"Emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için anneler, çöcuk-larını iki tam yıl emzirirler..." buyurulur. (46)

Bir hadiste de:

"...kadın da eşinin evinde çocuğu için güvenilir korucudur ve onlardan sorumludur" buyurulur. (47)

·        5- Eşinin Akrabasına karşı iyi davranacak.

Kadının kayın babası, kayın anası ve eltileri gibi eşinin akrabasına karşı iyi davranması, ikram ve saygıda bulunması çok önemli bir İnsanî ödevdir. Çünkü kadının böyle müsbet tavrı, eşini sevindirir, eşler arasındaki bağı kuvvetlendirir, onları kaynaştırır sevgi ve şefkat duygularını artırır. Nasıl bir evlad, baba dostuna ve dostun yakınlarına ikram ve iyilik etmek, onları sevip saymakla mükellef ise, kadın da evlilik bağının takviyesi için eşinin yakınlarına ikram ve iyilikte bulunup onlara karşı güzel davranmakla yükümlüdür. Bir evlad, ana ve babasının haklarına riayet edip, ikramda bulunmak, onlara karşı ödevlerini aksatmamak ve iyi tavır içinde bulunmakla yükümlüdür. Evladın aynı zamanda, ebeveyninin dostlarına ve özellikle babasının ilgilenip, iyilik ettiği kimselere, babasının ölümünden sonra da benzer iyiliği sürdürmesi gerekir. Bu görev, baba hakları cümlesinden sayılır. Nitekim bir hadiste meâlen:

·        46) 2 Bakara: 233

·        47) Müslim 33 İman 5 H. No: 1829

"Baba haklarına riayet etme meziyetinin en hayırlısı; evladın, baba dostunun yakınlarına ikram ve iyilikte bulunmasıdır" buyurulur. (48)

Peki bir evladın, baba dostunun yakınlarına iyi davranması böyle sevap iken bir kadının eşinin akrabasına iyi davranması sevap olmaz mı?

Yukarda özetlenen haklar, erkeğin eşi üzerindeki hakları olup bunlara riayet etmek kadının görevleri sayılır. Bu görevler, kadın fıtratına uygun olduğu kadar insanlığın onur ve şerefi ile kucaklaşan ve övgüye layık faziletli hizmetlerdir.

C- EŞLERİN ORTAK HAKLARI

Eşlerin her birisinin diğeri üzerinde bir takım hakları bulunduğu gibi aralarında müşterek haklar da bulunur. Bu haklar aynı zamanda eşlerin ortak görevleridir. Her iki taraf bu görevleri birlikte yapmakla hem kendi yükümlülüğünü yerine getirmiş olur hem de hayat arkadaşının hakkına riayet etmiş olur. Bunların en önemli olanlarını belirtelim:

·        1. İmkânlar el verdiği nisbette aile ocağına neş'e ile sevinç getirmek ve kötülüğü, üzüntüyü defetmek için yardımlaşmaları. Ashab-ı Kiram'dan Ebu Derdâ (R.A)ın eşine: "Beni kızgın gördüğün zaman sen beni razı et vaziyeti idare et. Seni kızgın gördüğümde de ben seni razı edeyim. Böyle davranmazsak, dostça beraberliğimizi devam ettiremeyiz" (49) anlamındaki sözleri, bize de ışık tutan ne güzel bir nasihattir.

·        48) Müsim 45 Kitabü'l-Birr 4 bab. H.No: 2552, Ebu Davud 35 Edeb 129. bab H.No: 5143

·        49) -Adabü'l-Hıtbatı ve'z-Zifaf Sh: 133

·        2. Allah'ı anmak ve O'na itaat etmek için yardımlaşmaları.

İslâm, mü'minlerin iyi şeyleri işlemek ve kötülüklerden kaçınmak hususunda yardımlaşmalarını emir ve tavsiye eder. Bu emir ve tavsiye işi aynı çatı altında yaşıyan aile fertleri ve özellikle aile ocağının kurucusu durumundaki eşler için daha önem kazandığı bir vakıadır. Nitekim Hz.Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Allah'a itaat ve ibadet etmek hususunda birbirine yardımcı olan şeylere dua ederek mealen :

"Allah geceleyin (uykudan) kalkıp (nafile) namaz kılan, eşini de uyandırıp (nafile) namaz kılmasına vesile olan adama rahmet eder (veya rahmet eylesin). Eğer eşi (tenbellik-uykunun ağır basmasından) kalkamamazlık ederse yüzüne su serper. Allah, gece (uykudan) kalkıp namaz kılan ve eşini uyandırıp namaz kılmasına vesile olan kadına (da) rahmet eder (veya rahmet eylesin). Eğer eşi kalkmamazlık ederse yüzüne su serper." (50) buyurur.

Diğer bir hadiste de gece namazı için uykudan kalkan ve eşini de uyandırıp ikişer rek'at (nafile) namaz kılan eşlerin Allah'ı çok anan erkeklerden ve kadınlardan sayılıp onlar arasında yazılacakları müjdesi verilmektedir (51). Bu hadiste Ahzab suresinin 35. âyetine işaret ve atıf yapılıyor. O âyette övgüye layık mü'minlerin vasıfları ve mükafatları anlatılıyor.

îslâmiyetin ilk devirlerinde dindar hanım, sabahleyin beyini işine uğurlarken: “Allah'ın azabından korun, haram yoldan para kazanmaya çalışma. Çünkü biz açlığa sabrederiz. Fakat cehennem ateşine dayanamayız,” derlerdi ve böylece gösterdikleri kanaatkar tavırları ile beylerini meşru kazanç yollarına teşvik ederlerdi.

·        50) İbn-i Maceh Kitâbu-ikameti's-Sala 175. bab H.No: 1336 ve Ebu Davud Kitabü's-Salâ 397. bab H.No: 1308

·        51) Aynı kaynaklar aynı bab, H.No: l.M. 1335 ve E.D. 1309

Allah'ü Teala, serkeşlik etmesinden endişe edilen kadınlara eşleri tarafından nasihat edilmesini emrederek mealen:

"Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin..."(52) buyurur. Nasihat etmenin anlamı, dini sorumluluğu ve Allah korkusunu münasip bir dille anlatıp iyi telkinde bulunmaktır.

·        3- Çocukların iyi yetiştirilmesi ve aile düzeni konusunda eşlerin ortak sorumluluğu yüklenmeleri

Bu hak ve görev, tarafların- ortak sorumluluğundadır. Çünkü Resûl-i Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem)mealen:

"...Adam kendi ev halkının güvenilir korucusudur ve onlardan sorumludur. Kadın da eşinin evi ve çocuğu başında güvenilir korucudur, anlardan sorumludur..." (53) buyurur. Diğer bir hadiste de:

"Allah Teâlâ, her koruyucuya, himayesine aldıklarından muhakkak sorguya çekerek koruyup korumadığını sorar." (54)

Gayet tabii, bir baba ve anne çocuğunun bakımını, iyi yetişmesini ve eğitimini ihmal ederlerse çocuk güzel terbiyeden ve arzulanan himayeden yoksun kalır. Hatta babasını ve annesini kaybetmiş olan bir yetimden daha olumsuz bir ortama itilmiş olur.

·        4- Eşlerin birbirlerinin sırlarını ve kusurlarını saklamaları

Bu hak da çok önemlidir. Aslında yüce dinimiz, yalnız eşin değil, herhangi bir müslümanm gizli halini ve kusurunu ifşa etmeyi doğru görmemiş, bilakis mü'minin, din kardeşinin ayıp

·        52) 4 Nisa 34

·        53) Müslim 33 İmare 5 H.No: 1829

·        54) Nesâî ve tbn-i Hıbban Camiu's-Sağır ve kusurunu gizlemesini emretmiştir. Bunun aksine hareket etmek, günahtır, vebaldir, dinin emrettiği birlik, beraberlik, sevgi ve saygı bağlarının zedelenmesine hatta kopmasına sebep olabilir. Özellikle kişinin hayat arkadaşının kusurunu, eksikliğini, hatalarını, bilhassa sırlarını şuna buna anlatması, üzüntüye, kırılmaya, soğukluğa, hatta huzursuzluğa ve nefrete yolaçabilir. İfşa edilmesi çok sakıncalı sırlardan biri de eşlerin yatak hayatı ile ilgili olanlarıdır. Bir hadiste bu tip sırlar emanet sayılıp onu ifşa etmenin de emanete hıyanet olduğu bildirilerek: ""Kıyamet günü Allah katında emanete hıyanetin en büyüklerinden biri de o adamın hiyanetidir ki, eşi ile cinsel ilişkide bulunur ve o esnada aralarında geçen sırları sonra gidip yayar." (55)

Yukarda özetlenen haklara ve ödevlere riayet eden eşler arasında samimiyet, sevgi, saygı, şefkat, kadirşinaslık, vefakârlık gibi meziyetler gerçekleşir ve: ’iKendileri ile huzura kavuşasınız diye sizin için kendi (cinsi) nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhameti varetmesi O'nun varlığının delil-lerindendir. Düşünen bir kavim için bunlarda muhakkak ibretler vardır." (56) âyetindeki hakikatlar müşahede edilir.

CAHÎLİYET DEVRİ NİKÂH ÇEŞİTLERİ

Islâmdan önce cahiliyet devrinde çeşitli nikâh ve birleşmelerin uygulandığı, elde mevcut hadis kitaplarında ve şerhlerinde rivayet edilmektedir. Hz. Aişe (radiya’llâhü anha) dan edilen bir rivayette cahiliyet devrinin dört çeşit nikâh şekilleri anlatılmaktadır.

·        55) Ahmed bin Hanbel Ebu Saîd-i Hudri (radiya’llâhü anh)den Camiu's-Sağır Şerhi Feyzu'l-Kadir C.2 Sh: 533 Inne min A'zammi'l-Emaneti...

·        56) 30 Rum 21

·        1. İslâm dininde de kabul edilip uygulanagelen nikâh şeklidir: Kadın, velisinden istenir, tarafların muvafakati sonunda mehir belirlenir ve müebbed nikâh kıyılır.

·        2. Asil ve üstün zekalı bir erkek çocuğa sahip olmak gayesiyle, erkek, hanımı hayız halinden temizlediği zaman hamile kalması için başka adama gönderirdi. Kadın hamile kalıncaya kadar kocası onunla yatmazdı.

·        3. On kişiden az bir grup, kadınla temasta bulunurdu. Kadın, hamile kalıp doğum yaptıktan birkaç gün sonra bunları çağırır, içlerinden en sevdiği adamı baba ilan ederek bu çocuk şendendir, derdi. Kimse buna itiraz edemezdi.

·        4. Fuhuşu meslek edinip bunu kapısına astığı bayrakla duyuran kadınların nikâhı. Hamile kalıp doğum yapınca kendisi ile yatan erkekleri toplatır, çocuğun babasını belirleyecek Kaif denilen uzmanlar da çağırılır ve Kaiflerin hükmü ile onlardan biri baba tayin edilirdi. Tayin edilen baba da kabullenirdi.

Hz. Aişe (radiya’llâhü anha) bunları anlattıktan sonra sözüne devamla: "Allah Teâlâ Muhammed Sallallahü aleyhi ve sellem'i elçi olarak gönderdikten sonra, müslümanların bu gün uyguladıkları nikâh şekli dışında kalan nikâh çeşitlerinin hepsini iptal etti." (57)

Hadis şârihleri, Hz. Aişe (radiya’llâhü anha)nın anlattığı dört çeşite ilaveten cahiliyet devrinin üç çeşitini daha naklederler. Bu rivayetlere göre:

·        5. Hıdn nikâhıdır. Bu, kadın ile erkeğin gizli dost olmaları şeklinde oluşan nikâhtır. (58) Cahiliyet devri insanlarının bir kesimi aleni zinayı ayıplar, fakat gizli olanda beis görmezlerdi.

·        57) Buhari Nikâh 37. bab, Ebu Davud Nikâh 33. bab, Darekutni Nikâh Sh: 379

·        58) Nisa 25 ve Maide 5. ayetlerde bundan söz edilir.

·        6. Bedel nikâhıdır. Bu, iki erkeğin hanımlarını karşılıklı olarak değiştirmeleridir.

·        7. Mut'a nikâhıdır. Bu ise belli bir mehir karşılığında geçici bir süre için kıyılan bir nikâh şeklidir. (59)

TEŞRİDE TEDRİÇ METODÜNCIN CIYGÜLANMASININ HİKMETİ

Hz. Aişe (radiya’llâhü anha)nm yukarıdaki rivayette belirttiği gibi, hal-i hazır uygulanan İslâmî nikâh şekli dışında kalan cahiliyet devri nikâh çeşitlerinin hepsi haram kılınıp yasaklanmıştır. Ancak bir çok konuda olduğu gibi bu konuya ilişkin konulan yasak ve müeyyide hakkında da teşrîîn tedriç metodunun uygulandığı görülüyor. Şöyleki:

İslâm dininin ilk muhatabları olan Araplarda bir takım inançlar, ibadetler, örfler, adetler, alışkanlıklar, muameleler vs. alanlarda cahiliyet devri yaşamı mevcuttu. Büyük bir reform niteliğini taşıyan İslâm dini, cahiliyet devrine ait birçok şeyi düzeltmek, değiştirmek, kaldırmak veya kısıtlamak suretiyle o toplumu baba ve dedelerinden benimseyip bağlandıkları kültür ve değerlerden koparıp bambaşka bir kültür ve değerler sistemine eriştirmeyi hedefliyordu. Ayrıca onlara yepyeni bir takım görevler, yükümlülükler ve sorumluluklar yüklüyordu.

Eğer Islâmın bunca emirleri, yasakları helal ve harama ait hükümleri peyderpey değil de tamamı bir defada gelseydi, tebliğe muhatap toplumda büyük reaksiyon ve tepki meydana getirirdi. Kur'an-ı Kerim; Kitab halinde değil de sure sure, âyet âyet 23 yılda tedricen indi. Böyle inmesinin hikmetlerinden birisi de teşride tedriç metodunun uygulanması değil midir?

·        59) Buharı Şerhi Fethu'l-Bârî C.9, Sh: 158 ve Ebu Dâvud Şerhi Fethu'l-Meliki'l-

Ma'bud tekmiletü'l-Menhel C.4, Sh: 276. bab 33.

Cahiliyet devrinde putperestlik ve benzeri batıl inanışlar yaygın olduğu için öncelikle bu inanışın giderilmesi için Kur'an'ın ilk inen âyet ve surelerinde, Tevhid akidesi ve imanın esasları üzerinde durulup toplumun inanç sapıklığından kurtarılmasının hedeflendiği, buna ilişkin delillerin getirildiği görülür. Böylece toplumun evvela batıl inanışlardan arındırılıp gerçek imana kavuşması sağlandıktan sonra ibadet, ahlak, muamelât vs. konulara ait âyetler peyderpey inerdi.

Hz. Aişe (radiya’llâhü anha)nın şu hadisi teşriin tedriç metodunun hikmetini açıklıyor:

"...Kur'an'ın ilk inen suresi "el-Mufassal" bölümünden bir sure (el-Alak veya el-Müddessir)dir. Onda Cennet ve Cehennem anılıyor. Nihayet insanlar Islâma yönelip çoğalınca helal ve haramı bildiren âyetler indi. Eğer (iman esaslarından) önce: "Şarap içmeyin" yasağı inseydi, "Biz ilelebed şarabı bırakmayacağız" diyeceklerdi ve eğer önce "zina etmeyin" yasağı inseydi, "Biz zinayı asla bırakmayız" diyeceklerdi... (60)

Beş vakit namaz, ramazan orucu, zekat ve hac ibadetlerinin farz kılındığını bildiren âyetlerin bile bir arada inmeyip aralıklı geldiği malumdur. Mekke devrinde beş vakit namaz farz kılınıyor, oruç, zekat ise Medine'de hicretin 2. yılı emrediliyor, hac da bundan birkaç yıl sonra farz kılmıyor.

Ticarî, ahlakî, ve cezaî hükümlerin de tedricen indiği bilinmektedir. Hatta bazen belirli bir ticarî, ahlakî veya cezaî konuya ilişkin yasaklayıcı hükmün bile aşamalı ve tedricen konulduğu görülür. Birer örnek olarak, faiz, içki ve zina konulan gösterilebilir. Bunlara ait yasaklayıcı hükmün konulmasında da bu yol izlenmiştir. Şöyle ki:

·        60) Buhari 69 Fedâilü'l-Kur'an, 6.bab H.No: 4707 Faizin haram kılınması ile ilgili biri Mekke'de diğerleri Medine'de olmak üzere altı âyet inmiş ve dört aşamalı tedriç metodu ile yasaklanması tamamlanmıştır. (61)

Şarabın haram kılınmasına ilişkin biri Mekke'de, diğerleri Medine'de olmak üzere beş âyetin indiğini ve faiz gibi dört aşamalı olmak üzere yasaklanması işinin tamamlandığını görüyoruz. (62)

Verdiğim faiz ve şarap örneklerinde izlenen tedriç durumu hakkında gerekli bilgi için aşağıda yazılı (61) ve (62) sayılı dip notlarında gösterilen âyetlerin tefsirine bakılabilir.

ZİNA-FÜHÜŞ CEZA HtlKUKÜNDA TEDRİÇ METODÜ

Zina ve fuhuşun yasaklanıp caydırıcı müeyyidelerle önlenmesi konusunda da bir nevi tedriç metodunun uygulandığını görüyoruz. Şöyle ki cahiliyet devrinin ahlak açısından en kötü ve çirkin durumlarından biri de kadınlara gayri insani muamelelerin reva görülmesi ve bu meyanda bir şehvet emtiası olarak kullanılmasıdır. Bu yüzden zina ve fuhuşun serbest ve yaygın olduğu, ayıp sayılmadığı ve kıskançlık duygusunun bile bazı çevrelerde dumura uğradığı görülüyordu. O devrin nikâh çeşitlerinin anlatıldığı yukarıdaki rivayetler bu acıklı ve çirkin tabloyu gözler önüne seriyor. Çünkü sayıları yediye ulaşan o dönemin nikâh çeşitlerinin beşi tamamen zina ve fuhuş mahiyetinde idi. Bunların bir kısmı evli kadınlara mahsus olup, kocalarının bilgisi içinde icra ediliyordu. Şu noktayı da belirteyim: Bu çirkin durum hakkında kullanılan nikâh sözcüğü evlenme terimi anlamında değil, iki tarafın rızası dahilinde cinsel ilişki manasını ifade eder.

·        61) Rum 39, Nisa: 160, 161, AI-i İmran: 130 ve Bakara: 275, 279

·        62) 16 Nahl: 67, 2 Bakara 219, 4 Nisa: 43, 5 Maide: 90, 91

Toplumu ahlakî çöküntüye sokan, nesli soysuzlaştıran, kadınları seks metaı durumuna düşüren ve salgın hastalık halini alan zina ve fuhuşun zecri tedbirler ve ağır müeyyidelerle birlikte bir anda, yasaklanmış olsaydı kökleşmiş yaygın alışkanlıktan bir anda kurtulamayan nice insanın Islâmiyetin geçiş ve intibak döneminde ağır ceza ile cezalandırılması gerekecekti. Ayrıca ilk zamanlarda müslümanların yaptırım gücü de yoktu. Diğer taraftan Hz. Aişe (radiya’llâhü anha) nın işaret ettiği gibi müslümanlığı yeni kabul etmiş olan insanların tepkisine yol açabilirdi. Hatta onarılması güç olumsuz tavırlar ile karşılaşılabilirdi.

Yukarıda işaret olunan hikmete binaen zina fiili, Mekke'de inen "ve zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, bir hayasızlıktır ve çok kötü bir yoldur" (63) mealindeki âyetle yasaklandı. Fakat bu suçu işleyen kimse hakkında herhangi bir müeyyide getirilmedi. Aradan bir süre geçtikten sonra Medine devrinde inen aşağıda meali yazılı âyetlerde bu suçu işleyenler hakkında müeyyideler getirilerek uygulanması emredildi:

"Kadınlarınızdan fuhuş yapanlar hakkında sizden olan dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünce-ye yahut Allah, onlar hakkında bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin."

"Sîzlerden onu işleyen iki tarafa eziyet (tekdir, takbih, tazir, vs. bir yolla te'dip) edin. Eğer tevbe eder, uslanırlarsa onlardan vaz geçin. Çünkü Allah tevbeleri kabul eden ve çok merhamet edendir." (64)

Müfessirlerin çoğuna göre ilk âyet evlenmiş olanların zinası, İkincisi de bekarların zinası hakkındadır. Diğer bir grup müfessirlere göre ilk âyet kadınların zinası, ikinci âyet ise erkeklerin zinası

·        63) 17 isra: 32

·        64) 4 Nisa: 15, 16 hakkındadır. Bunlar ister bekar olsun ister evlenmiş olsun anılan hükümlere tabidirler.

Görüldüğü gibi Medine devrinde inen bu âyetler, zina suçunu işleyenler hakkında hapis veya kınama ve tekdir gibi tazir cezasını getiriyor.

Bundan bir müddet sonra inen: "Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dininde (hükümlerini uygulamada) onlara acımak sizi tutmasın. Mü'minlerden bir grup da onlara ceza uygulanmasında hazır bulunsun." (65) mealindeki âyetle zina suçuna getirilen ceza ağırlaştırılıyor, etkinliği ve caydırıcılığı artırılıyor.

Bu âyetle gelen ve Islâm hukukunda had diye ifade edilen ceza, bekar iken zina suçunu işleyenler içindir. Evli veya dul iken bu suçu işlediği usulüne göre tesbit edilen kadın ve erkeğe recm cezası verilir. Bu ceza ise kavlî ve fi'Iî sünnetle sabittir (66).

Cahiliyet devri nikâh çeşitlerinden açık veya gizli zina mahiyetindeki şekillerin tedriç metodu izlenerek önce Mekke devrinde inen Isra suresinin 32. âyeti ile haram kılındığı, caydırıcı müeyyidelerinin de Medine devrinde aralıklı inen âyetlerle tedricen konulup ağırlaştırıldığı yukarda kısaca anlatıldı.

·        65) 24 Nur: 2

·        66) Müslim 29 Hudûd 3 H.No: 1690, Ebu Davud 32 Hudud 23 H.No: 4415, Tirmizi Hudud H.No: 1434, İbn-i Maceh Hudud 2550- Ubâde bin es-Samıt'tan- Buhari 90 Muharibin 15. H.No: 6440, Müslim 29 Hudud 5 H.No: 1697, Tirmizi Hudud H.No: 1433, Ebu Davud 32 Hudud 26 H.No: 4444, Nisâî Kudât H.No: 5412, İbn-i Maceh hudud H.No: 2549, Ebu Hüreyre ve Zeyd bin Hâlid'den-Buharî 90, Muharibin 15 H.No: 6441, müslim 29 Hudud 4 H.No: 1691, Ebu Davud 32 Hudud 23, Ibn-i Maceh Hudud H.No: 2553 Ömer bin el-Hattab'tan.

B. MUT’A HİKÂHI

MÜT'A NİKÂHININ MAHİYETİ VE TEDRİCEN YASAKLANMASI

O devrin nikâh çeşitlerinden biri olan mut'a nikâhı da aşağıda belirteceğim gibi tedriç metodu ile yasaklandı. Önce bu nikâhın mahiyetini açıklayalım:

Arapça olan Mut'a kelimesi temettü sözcüğü gibi, lugatta yararlanmak manasınadır. Fıkıh ıstılahında mut'a nikâhı ise bir erkeğin mehir denilen belirli bir mal karşılığında, dinen engel hali bulunmayan bir kadınla geçici bir süre için evlenmesidir. Bu süre 3 gün, bir hafta, bir ay gibi malum veya şu iş bitinceye, falan kişi gelinceye kadar gibi meçhul bir süre olabilir. Böyle bir nikâh akdi, yani mut'a, nikâh veya zevaç maddelerinden alınma bir lafızla, yahut bunlardan birisinin anlamını ifade eden başka lafızlarla oluşabilir. Fıkıhçıların cumhuruna göre anılan lafızların herhangi birisi ile kıyılan geçici nikâha, mut'a nikâhı denir. Şahi-dlerin huzurunda ve velinin iştiraki ile de olsa muvakkat olduğu için ona mut'a nikâhı denir. Bazı Fıkıhçılara göre ise, akit, mut'a masdarından alınma bir ifade ile olursa ona mut'a nikâhı denir. Şayet nikâh veya zevaç maddesinden gelen bir lafızla olursa muvakkat nikâh denir. Bunlara göre şahitler ve sürenin belirlenmesi mut'ada şart değil, fakat muvakkat nikâhta şarttır. Bununla beraber mut'a nikâhı geçici bir süre için kıyıldığından muvakkat nikâh, nikâh veya zevaç maddeleri ile ve şahitlerin huzurunda da kıyılsa yine mut'a nikâh kapsamına dahildir. (67)

Mut'a nikâhında maksat; aile ocağını kurmak, soyun devamını sağlamak, birlikte sürekli yaşamak ve iyi bir nesil yetiştirmek gibi evlenmenin ulvi hedeflerine ulaşmak değildir. Bütün amaç, zina tehlikesinden korunmak ve şehvet duygusunu meşru yolla

·        67) Fethu'I-Kadır C.3, Sh: 246, 247

teskin etmektir. Koşulan süre bitiminde nikâh kendiliğinden bozulup sona ermiş olur. Bunda müebbed nikâhta geçerli olan; boşanma, zihar, liân, miras, nafaka, iddet gibi durumlar yoktur.

ÎSLAMİYETİN İLK ZAMANLARINDA ZARURET HALİNDE MUT1 A'YA SINIRLI RUHSAT VERİLMESİ

Yukarda anlatıldığı gibi cahiliyet devrinde çeşit çeşit zina ve fuhuş yaygındı. İslâm dini geldikten sonra zinanın her çeşiti Mekke devrinde haram kılındı. Daha sonra Medine devrinde bu suçu işleyenlere hapis, tazir, had ve recm cezalarının uygulanmasına dair emirler geldi.

İslâm dinini kabul edenler, özellikle de gençlik kesimi bir taraftan cahiliyet devrinin kökleşmiş bu çirkin alışkanlıklarından tamamen uzak durmak, diğer taraftan çevrelerini saran ve İslâmiyet! yok etmeyi hedefleyen saldırgan bir sürü düşmanla sürekli savaşmak zorunda idi. Müslümanların çoğunun malî durumları da çok kötü idi. Böyle sıkıntılı bir ortamda yaşayan genç saha-bilerin evlenme riskinin altına girmeye ve çoluk çocuklu aile sorumluluğunu yüklenmeye güçleri yetmezdi, bu durumdaki gençler, evlerinde mukim iken, Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) m tavsiye buyurduğu nafile oruç tutmak sureti ile kendilerini zina tehlikesinden koruyabilirlerdi. Ama uzun bir yolculuğa, özellikle bazen aylarca süren savaşseferlerine çıktıkları sürece ne yapacaklardı? İnsan fıtratının gereği olan cinsel arzularını dindirmek için oruç tutma çaresine başvuramazlardı. Çünkü o takdirde savaşma güçleri zayıflardı. Peki zinadan korunabilmek için başka çare bulabilirler miydi...

Özellikle savaş yolculuğunda boşalmak ihtiyacını şiddetle duyan genç sahabilerin, iğdiş olmayı bile göze alarak fetva için Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'â başvurmaları, durumun ciddiyetini ve çekilen sıkıntı derecesini göstermeye kafidir. İşte bu başvuru sonucunda görülen lüzüm ve zarurete binaen Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)ın savaş yolculuklarında Mut'a denilen muvakkat nikâha ruhsat verdiği hadis külliyatında mevcut rivayetlerden anlaşılmaktadır. Fakat müs-lümanlara, kendi memleketlerinde ikamet etmekte iken mut'a nikâhı için izin verildiğine dair sıhhatli hiçbir hadis rivayeti yoktur.

Mut'a nikâhına izin verildiğini bildiren hadisler:

·        1. Abdullah bin Mes'ud (radiya’llâhü anh) şöyle diyor: "Biz Resûlulah sallal-lahu aleyhi ve sellem'in beraberinde savaşa giderdik. Karılarımız yoktu. "Biz iğdiş olma çaresine başvurmayalım mı?" dedik. Resûl-i Ekrem, Bizi o yola tevessül etmekten menetti. Sonra bir elbise karşılığında geçici bir süre için kadın nikâh etmemize ruhsat verdi." Diğer bir rivayetinde İbn-i Mes'ud (radiya’llâhü anh)'un "ve biz gençtik" kaydı vardır. (68)

·        2. "Cabir bin Abdullah ve Seleme bin el-Ekva (radiya’llâhü anh) şöyle diyorlar: Biz (savaşa giden) orduda idik. Resûlullah sallalahü aleyhi ve sellem'in elçisi yanımıza gelerek: Resûlullah, kadınlarla mut'a yapmanıza izin verdi. Mut'a yapınız" dedi. (69)

·        3. Ebu Cemre şöyle der: "Benim yanımda, ibn-i Abbas (radiya’llâhü anh)a mut'a nikâhının hükmü soruldu. O da ruhsat var, diye cevap verince, bir hizmetçisi ona: Bu ruhsat, ancak şiddetli halde ve kadınların az olduğu durumda idi, der. Bunun üzerine İbn-i Abbas (radiya’llâhü anh): Evet, dedi." (70)

Askalânî bu rivayetin açıklaması bölümünde: El-lsmâîlî'nin rivayetinde: "şiddetli halde" ifadesi yerine "cihad halinde" kaydı

·        68) Buhar! Nikâh 8. bab, Müslim 16 Nikâh 3.bab 1 l.h., Beyhakî es-Sünenü'I-Kübra C.7 Sh.200

·        69) Buhârî Nikah 31 Nikâhu'I-Muharrem, Müslim 16 Nikâh 3.bab 13.h.

·        70) Buhari Nikâh, 31 Nikâhu'I-Muharrem

vardır, dedikten sonra İslâmiyetin ilk zamanlarında mut'a nikâhına verilen iznin murdar hayvan eti, kan ve domut etinin çaresiz kalana helal olması gibi zorunlu durumda kalan kimseye mahsus olduğuna dair Ibn-i Abbas (radiya’llâhü anh) dan yapılan başka rivayetleri nakleder. Daha sonra birbirini takviye eden bu rivayetler, mut'a nikâhına verilen ruhsatın sefer halinde bekarlık sebebine dayandığını gösteriyor ve Abdullah bin Mes'ud'un (yukarda birinci maddede geçen) hadisine uygun bir durum arzediyor, demektedir. (71)

Savaş ve seferin zaruret haline mahsus mut'a nikâhı sahabiler için o döneme mahsus geçici bir ruhsat idi. Nitekim:

Ebu Zerr-i Gifârî (radiya’llâhü anh): "İki mut'a, yani kadınlar mut'ası ve hac mut'ası yalnız biz (sahabiler)e mahsustur" der. (72)

Askalanî, Beyhakî'nin buna benzer rivayetini de nakleder. (73)

Sefer halinde, savaşlarda görülen lüzum ve zarurete binaen sahabilere ruhsat verilen mut'a akdi; şahitsiz ve velisiz olarak sadece erkek ile kadın arasında bir sözleşme veya şahitlerin huzurunda ve gerektiğinde kadının velisinin bilgisi dahilinde bir akit mahiyetinde olduğu hususunda hadislerde açık bir ifadeye rastlamadım. Ancak, mut'a ruhsatının Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)m çağırıcısı aracılığı ile askerlere duyurulması, askerlerin bu ruhsattan yararlandıklarını, üç gün kadınlarla birlikte olduklarını anlatmaları (74) mut'ayı gizli değil, aleni yaptıklarını gösteriyor. Müslim’in rivayetine göre Mekke Fethi sırasında mut'a ruhsatından yararlananlardan Sebre (radiya’llâhü anh) kendisinin bir adamla beraber, Amir oğulları kabilesinden bir kadının yanına

·        71) Fethu'l-Bâri C.9, Sh: 148

·        72) Müslim 15 Hac 23.bab 162.hadis

·        73) Fethu'l-Bari C.9 Sh: 150

·        74) 68 ve 78 dip notun ait olduğu hadis meâllerine bak. gittiklerini, ikisinin de mut'a için istekli olduklarını söylediklerini, kadının kendisini beğendiğini ve kadına hırkasını vererek onunla mut'a nikâhını yapıp üç gün birlikte kaldıklarını, sonra Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)ın mut'ayı yasakladığını anlatır. (75) Kadınla sözleşmesinin arkadaşının huzurunda yapıldığı anlaşılıyor. Muhtemelen başka şahitler de bulunmuştur.

Mut'a nikâhının şahitsiz ve velinin bilgisi dışında yapılmış olduğunu iddia edenlerin, iddialarını güvenilir delil ile isbatla-maları gerekir.

Kurtubi, Nisâ suresinin 24. âyetinin tefsiri bölümünde özetle şöyle der:

İbn-i Atiyye: Mut'a nikâhı, erkeğin iki erkek şahidin huzurunda ve velinin izni ile bir kadınla, belirlenen bir süreye kadar ve birbirlerine mirasçı olmamak kaydı ile evlenmeleri idi. Erkek kadına kararlaştırdıkları bir miktar mal verirdi. Koşulan süre bittiği zaman evlilik işi kendiliğinden sona ererdi ve kadın hamile kalıp kalmadığını anlamak için bir süre beklerdi. Hamile kalmadığı anlaşıldıktan sonra başka erkekle evlenebilirdi, demiştir.

Kurtubi, İmam Nahhas'ın mut'a nikâhının şahitsiz olduğunu söylediğini naklettikten sonra: Bu, zinanın ta kendisidir ve İslâm dininde hiçbir zaman mübah kılınmamıştır, der. Daha sonra mut'a nikâhının, Islâmm kabul ettiği biçimde olduğunu, fakat geçici olmak ve eşler arasında mirasçılık hakkının olmaması açısından ondan farklılık arzettiğini anlatır.

Kurtubi daha sonra, mut'a nikâhının velisiz ve şahitsiz olduğuna dair el-Mehdevî'nin İbn-i Abbas (R.A)den yaptığı naklin zayıf olduğunu söyler.

·        75) Müslim 16 Nikâh 3.bab 19.hadis

Kurtubî'nin, İbn-i Atıyye’den naklettiği yukardaki sözlerinin benzerini Taberî de aynı âyetin tefsiri bölümünde Süddî'den nakletmektedir.

Mut'a için, İslâmiyetin ilk zamanlarına mahsus geçici bir ruhsat olup bilahara yasaklandığı için o zamanki uygulamanın ne şekilde olduğu noktası üzerinde fazla durmaya gerek yoktur. Çünkü yürürlükten kalkmış geçici bir süreye münhasır idi. İslâm alimleri mut'a nikâhı şahitlerin huzurunda ve velinin izni ile de kıyılsa muvakkat olduğu ve evlenmenin hikmetlerini hedeflemediği için batıl olduğu hususunda müttefiktirler. Yalnız Şîîlerin imamiye kolu mut'a nikâhı ruhsatının iptal edilmeyip halen yürürlükte olduğunu ve rükünlerinin sığa, zevce, mehir ve süreden ibaret olduğunu söylerler. Şahitler ile veliden söz etmezler. (76) Bunların görüşleri hakkında ilerde gerekli bilgi verilecektir.

MUT'A NİKÂHININ YASAKLANMASI

Dinimizin kabul ettiği müebbed nikâh dışında kalan cahiliyet devrinin tüm nikâh ve birleşme çeşitlerinin İslâmiyetin ilk zamanlarında tamamen yasaklanmasına mukabil, muvakat nikâh şekline savaşlarda zarurete binaen izin verildiği, bir kısmının meali yukarıya alınan hadislerden anlaşılmaktadır, bu sınırlı ve şartı ruhsatın hicretin 8. yılında meydana gelen Hayber savaşında kaldırıldığı Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh)ın: Resûlullah sallallahü aleyhi vesellem, kadınların mut'a usulü ile nikâhlanmasmı ve evcil merkeplerin etini yemeyi Hayber savaşı günü yasakladı."(77) hadisinden anlaşılmaktadır. Görüldüğü gibi bu hadiste yasağın geçici veya sürekli olduğuna dair bir kayıt yoktur. Hayber

·        76) El-Muhtasarü'n-Nâfi Sh: 181 Dârü'l-kitabi'l-Arabî-Mısır ve eş-Şerîa C.2 Sh: 23

·        77) Buhari Nikâh, 31 Nikâhu'I-Muharrem, Müslim 16 Nikâh 3.bab 29, 30, 31, 32, hadis Jbn-i Maceh Nikâh 44.bab H.No: 1961 -Tirmizi ve Nesâî de rivayet etmişler. savaşında konulan yasak bir yıl devam etti. Ve hicretin 9. yılı vuku bulan Mekke Fethi esnasında Mücahidlere tekrar mut'a için izin verildi. Ancak bu izin çok kısa sürdü. Çünkü mücahidler daha Mekke'de iken ruhsat kaldırıldı. Bu kere konulan yasağın kıyamete dek sürekli ve müebbed olduğu da bildirildi. Böylece mut'a nikâhına da cahiliyet devrinin diğer nikâh çeşitleri gibi tamamen son verildi ve haram kılındı.

Mekke Fethi esnasında önce mut'aya izin verildiğini sonra müebbeden yasaklandığını bildiren hadislerden birkaç tanesinin meali şöyledir:

·        1. Sebre el-Cühenî (radiya’llâhü anh)den:

Şöyle demiştir: "Fetih yılı Mekke'ye girdiğimiz zaman Resûlüllah sallallahü aleyhi vesellem mut'a (nikâhı) için bize izin verdi. Sonra biz henüz Mekke'den çıkmamış iken bizi mut'a nikâhından menetti." (78)

Müslim'in bir rivayetinde bu sahabî Mekke Fethi esnasında, Resûl-i Ekrem (ALEYHİSSELÂM)ın mut'a nikâhı için sahabilere izin verdiğini, bu ruhsattan yararlanan sahabiler içinde kendisinin de bulunduğunu ve nikâhlanan kadınlarla üç gün birlikte olduklarını sonra Resûlüllah (ALEYHİSSELÂM) ın o kadınlardan ayrılmalarını emrettiğini anlatır. (79)

·        2. Sebre el-Cüheni (radiya’llâhü anh)den rivayete göre şöyle demiştir:

Ben (Mekke Fethi yılı) Resûlüllah sallallahü aleyhi vesellem'i Kâ'be kapısı ile rüknü arasında ayakta şöyle buyuruyor iken gördüm.

"Ey insanlar! Ben mut'a (nikâhı) ile kadınlardan yararlanmak hususunda size izin verdi idim. Şüphesiz Allah Teâlâ bu şekil

·        78) Müslim 16 Nikâh 3.bab 22.h.

·        79) Müslim, Nikah, b.3, h.23

nikâhı kıyamet gününe kadar haram kıldı. Artık kimin yanında o kadınlardan varsa derhal ona yolversin (salıversin) ve onlara verdiğiniz (mehir)den hiçbirşey (geri) almayın." (80)

·        3. Sebre el-Cühenî (radiya’llâhü anh)den: Şöyle demiştir:

"Resûlüllah sallalahü aleyhi vesellem, mut'ayı menetti ve: "Bilmiş olunuz ki, mut'a bu gününüzden itibaren kıyâmet gününe kadar haramdır. Kim (mut'a için mehir olarak) birşey verdi ise (geri) almasın" buyurdu. (81)

·        4. seleme bin el-Ekva (radiya’llâhü anh)den rivayete göre şöyle demiştir:

"Resûlüllah sallalahü aleyhi vesellem Evtas (82) yılı üç günlük bir süre için mut'aya izin verdi, sonra mut'ayı yasakladı." (83)

Bu hadislerden anlaşıldığı üzere savaş seferlerinde duyulan zaruret sabebi ile mücahid sahabilere mut'a nikâhı için verilen ruhsat, hicretin 7. yılında vuku bulan Hayber savaşında yasaklanmış daha sonra Mekke'nin fethi esnasında tekrar mut'aya izin verilmiş ve üç gün sonra müebbed olarak yasaklanmıştır.

Şu noktayı da belirtelim: Mekke Fethinin hemen arkasından oraya yakın bir yer olan Evtas savaşı olduğu için Sebre'nin rivayetinde geçen "Fetih Yılı" ile Seleme'nin rivayetinde bulunan "Evtas Yılı" aynı yıldır. Bu itibarla iki rivayet arasında bir ihtilaf yoktur. Eğer Seleme'nin rivayetinde "Evtas savaşı esnasında kaydı bulunsaydı o zaman bu rivayet, Sebre'nin rivayetine muhalif olacaktı. Şu halde Mekke Fethi esnasında verilen ruhsat, Evtas yılı verildi, denilebilir ve nitekim öyle ifade edilmiştir.

·        80) Müslim, Nikah, hd. 21

·        81) Müslim, Nikah, hd. 28

·        82) Taif'te bir deredir. Evtâs Savaşı Mekke Fethinin hemen arkasında olduğu için Fetih yılı ile Evtas yılı aynı zamanı ifade eder.

·        83) Müslim, Nikah, hd. 18

Ebu Davud, Ahmed bin Hanbel ve Beyhaki'nin bir rivayetlerine göre Sebre (radiya’llâhü anh): Resûl-i Ekrem (ALEYHİSSELÂM)m Veda haccında mut'ayı menettiğini söylemiştir.(84) Bu rivayetin de mut'aya verilen ruhsatın Mekke Fethinde müebbeden kaldırıldığına dair rivayetlere muhalif olması söz konusu değildir. Çünkü bu hadiste, Vedâ haccı yolculuğunda mut'aya izin verildiğine dair bir ifade bulunmuyor. Sadece mut'anm menedildiği bildiriliyor. Askalânî gibi hadis alimleri: Bu talimat, Fetih esnasında konulmuş olan yasağı işitmemiş olanlara duyurmak ve her tarafa yaymak için tekrar edilmiş olabilir derler. (85)

Buhari, mut'a.nikâhı hakkında rivayet ettiğini hadisler için açtığı bölümün girişine "Peygamber Sallallahü aleyhi ve sellem'in mut'a nikâhını bilahare menetmesi babı" başlığını koymuş ve orada birkaç hadis yanında: Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh)ın mut'anm Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem tarafından neshedildiğini açıkladığını talikan nakletmiştir. Bu başlıktan da mut'anm önce mübah olduğu ve yasaklanması işinin son zamanlarda olduğu anlaşılıyor.

Müslim ise mut'a nikâhı ile ilgili rivayet ettiği hadisler için açtığı bölümün girişine "Mut'a nikâhı ve onun mübah kılındığı, sonra neshedildiği, sonra (tekrar) mübah kılındığı, sonra (tekrar) neshedildiği ve kıyamet gününe kadar haramlığının kararlaştığının beyanı babı" başlığını koymuş ve orada 20 küsür hadis rivayet etmiştir.

Ibn-i Maceh de nikâh Kitabının 44.babına "Mut'a nikâhının yasaklığı" başlığını koymuştur.

Nevevî: Doğru olanı şudur: Mut'a hakkında yasaklama ve izin

·        84) Ebu Davud Nikâh 14.bab, Müsned-i Ahmed 3.C. 404 Sh. ve Beyhakinin Sünen-

i Kübrâ 7.C. 204. sh.

·        85)  Fethu’l-Bari 9.C., 147. sh.

verme işi iki defa tekerrür etmiştir: Hayber savaşından önce, helal idi. Hayber savaşı günü yasaklandı. Sonra Mekke Fethi günü mübah kılındı. Mekke Fethi ile Evtas savaşı aralıksız olduğu için Fetih günü, aynı zamanda Evtas günüdür. Fetih günü ruhsat verildikten üç gün sonra kıyamet gününe kadar müebbed bir yasaklama ile yasaklandı. Mut'aya izin verme işinin ayrı ayrı zamanlarda mükerrer olmasının hiçbir mahzuru yoktur, der. (86)

Askalanî, Nevevi'nin yukarıdaki sözlerini, Şafii'nin de mut'a ruhsatının iki defa neshedildiğini söylediğini nakleder ve mut'aya asr-ı saadette diğer bazı sefer ve savaşlarda da izin verildiğine dair rivayetleri bir bir ele alarak malul olduklarını gerekçeleri ile beraber anlatır. Bu meyanda: Bundan dolayı mut'a ile ilgili rivayetlerden Hayber savaşı ile Fetih savaşı rivayetleri sahihtir^ Bunların dışında kalan rivayetlerin hepsi maluldür, der. (87)

Yukarda mealleri geçen Ali, Aişe, Sebre, Seleme ve Ebu Zerr radıyallahu anhum'un sahih hadislerinden çıkan sonuç şudur: Islâmiyetin sıkıntılı geçen ilk zamanların da görülen zarurattan dolayı sefer halinde sahabilere mahsus olarak mut'a için verilen ruhsata Mekke Fethi esnasında son verilerek, ebedr olarak haram kılınmış ve Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ın vefatına yakın ifa edilen Vedâ haccı esnasında müebbed yasaklama hükmü tekrar ilan edilmiştir. (88)

·        86) Müslim'in Şerhi Nikâhu'l-Mut'a bölümü.

·        87) Fethü'l-Bârî C.9 Sh: 146-147

·        88) Ebu Davud'un Şerhi Fethu'l-Meliki'l-Ma'bud C.3 Sh: 225

MUTANIN HARAMLIĞI KİTAB, SÜNNET VE ÎCMA İLE SABİTTİR

Yukarda mialleri verilen hadisleri, mut'anm haram olduğuna delalet eder. Bunlara ilaveten aşağıda münasebet geldikçe mealleri verilecek olan başka hadisler de mut'anm haram kılındığını ifade eden delillerdir.

Mut'anm haramlığı sünnetle sabit olduğu gibi Kur'an-ı Kerim'in bazı âyetlerinden de anlaşılmaktadır. Şöyle ki:

Allah Teâlâ Meâlen:

"Ve O mü'minler ki ırzlarını korurlar. Ancak zevceleri (nikâhlı eşleri) ve cariyeleri hariç. Çünkü (bunlarla cinsel ilişkilerinden dolayı) kınanmış olmazlar. Kim de bunun ötesine gitmek isterse işte onlar haddi aşan kimselerdir." buyuruyor. (89)

Yüce Allah, bu âyetlerde nikâh ve cariye edinme yolu ile cinsel ilişkiyi helâl, bunun dışında kalanı haram kılmıştır.

Mut'a suretiyle yararlanılan kadının cariye olmadığı malumdur. Mut'a akdi, nikâhta değildir. Çünkü nikâha ait hükümler ve hukuk mut'ada yoktur. Şöyle ki: Koşulan sürenin bitmesi ile mut'a kendiliğinden sona erer, boşanma diye birşey gerekmez. Mut'a ile birleşenler birbirlerine mirasçı olamazlar. Erkek, kadının nafakasını ödemekle yükümlü değildir. İlâ, zıhar, liân ve iddet hükümleri de mut'ada bulunmaz. Bu durum, mut'anm dinen nikâh sayılmadığını ve dolayısıyle kadının da erkeğin zevcesi olmadığını gösterir. Eğer kadın zevce sayılsaydı; erkekten ancak Kur'an'ın belirlediği boşanma yolu ile ayrılabilirdi. Halbuki koşulan sürenin bitmesi ile ayrılmış oluyor. Nafakası erkeğe yüklenecekti ve birbirlerine mirasçı olacaklardı...

·        89) 23 Mü'minun 5, 6, 7.

Bu âyetler, zevce ve ceriyeden başka kadınlarla cinsel ilişkinin haramlığını ifade eder. Mut'a ile edinilen kadın zevce veya cariye olmadığı için, âyet onun haramlığına delalet eder.

nikâh ve ondan kaynaklanan haklar ve hükümlere dair şer'i delillerin, mut'ayı neshedip yasakladığına dair rivayet olunan hadislerin mealleri de şöyledir:                               ■

Resûlüllah sallallahü aleyhi vesellem şöyle buyurdu.

·        a) "Nikâh, talak (boşanma), iddet (boşanan kadının bekleme süresi) ve miras (hükümleri) mut'ayı iptal etti-haram kıldı." (90)

·        b) "Talak, iddet ve miras (hükümleri) mut'ayı neshetti." (91)

·        c) "Allah Teâlâ, nikâh, talak ve kadın ile kocası arasında miras hükümlerini indirince mut'a neshedildi. (92)

·        d) "Kadınlarla mut'a yapmak mensuhtur. Talak, mehir, iddet, miras ve nikâhın gereği olan haklara dair âyetler, mut'ayı neshetmiştir." (93)

İmam Şafiî, mut'a nikâhı hakkında bir muhalifi tarafından sorulan bir soruya cevaben yukarda mealini sunduğum âyetleri okuyup şöyle der:

“Allah celle senâuh bu âyetlerde nikâh ve cariye edinme yolu hariç, kadınlarla cinsel ilişkide bulunmayı haram kılmıştır. Nikâhlanmış olan kadınlar hakkında da "...Mü'min kadınları nikâhlayıp da henüz zifafa girmeden onları boşarsanız..." (94)

·        90) Ebu Hüreyre (radiya’llâhü anh)den İbn-i Hıbban 6/178 Beyrut 1987

·        91) Ali bin Ebî Talib'ten Abrurrazzak el-Musannafı Ali bin ebi Talip’ten, 7/505 ;Beyhakî ses-Sünen 7/207

·        92) Darekutni (Hz. Ali'den) 3/359

·        93) Abdullah bin Mes'ud (radiya’llâhü anh)den-Bedâiu's-Sanayî C.2, Sh: 271 ve Kurtubi tefrişi 4 Nisa 24. ayet.

·        94) 33 Ahzâb 49

buyurarak kadınları nikâhlamak sureti ile helal kılmış ve nikâh-lanan kadınları ancak boşama ile haram kılmıştır. Boşama hakkında ise "Boşama iki defadır. Bundan sonrası ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermektir." (95) Keza "Eğer bir zevceyi bırakıp da yerine başka bir eş almak isterseniz..." (96) buyurmakla nikâhlanmış kadınlardan ayrılma işini kocalara vermiştir. Durum böyle olunca -Allahu â'lam- mut'a nikâhının Kur'an ve sünnetle mensuh olduğu besbelli olur. (97) Çünkü mut'a nikâhı adamın geçici bir süre için bir kadınla evlenmesidir. Süre bitince boşama işi olmaksızın nikâh bozulur. Allah'ın kocalara verdiği evliliği devam ettirme veya boşama hakkı mut'a nikâhında kaldırılıyor, eşlerin birbirlerine mirasçı olmaları hakkı ve Allah'ın nikâhla ilgili koyduğu zihar, ilâ ve liân hükümleri bulunmuyor. (98)

SAHABİLERİN İCMAI

Mut'anın kıyamete kadar haram kılındığı Resûl-i Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem)tarafından kesin bir ifade ile bildirildiğine dair rivayetlerin bir bölümü yukarıda geçti. Hz. Peygamber gerek Mekke Fethi esnasında ve gerekse Vedâ haccında mut'anın haramlığını tebliğ ettiği halde, O'nun vefatından sonra bazı kimselerin mut'a yaptığı ve sahabilerden Ibn-i Abbas (radiya’llâhü anh) ile Cabir bin Abdillah (radiya’llâhü anh)ın muta ruhsatının devam ettiği kanaatini taşıdıkları rivayetlerde anlatılmaktadır. Şöyle ki:

Hz. Ömer (radiya’llâhü anh) halife olduktan sonra bazı kişilerin mut'a yaptığı

·        95) 2 Bakara 229

·        96) 4 Nisa 20

·        97) Şafii bu sözlerinden önce mut'anın Mekke Fethi esnasında yasaklandığına dair hadis rivayetlerini delil gösterdiği gibi burada ayrıca mut’anın sünnetle de mer-suh olduğunu ifade ediyor.

·        98) Şafiî'nin el-Ümm C.8, Sh: 645-646

haberleri kendisine intikal edince konuyu cemaate hitaben yaptığı bir konuşmada ele alarak, mut'anın Resûl-i Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem)tarafından haram kılındığını ve dolayısıyla bu suçu işleyen olursa cezalandıracağını sahabilerin huzurunda bildirdi. O'nun bu konuşmasını izleyen sahabilerden itirazda bulunan olmadığı gibi o güne kadar mut'anın mübah olduğunu söyleyen Câbir bin Abdillah (radiya’llâhü anh) isimli sahabi de bundan vazgeçtiğini ifade etti.

Halife Hz. Ömer (R.A)ın mut'a hakkında yaptığı konuşma hakkındaki rivayetler:

·        1. "Abdullah bin Ömer (radiya’llâhü anh) şöyle dedi.

(Babam) Ömer bin el-Hattâb (R.A) halife olunca topluma hitaben yaptığı bir konuşmada şöyle dedi:

Resûlüllah sallalahü aleyhi ve sellem, mut'a nikâhı için bize üç gün (veya üç defa) izin verdi. Sonra haram kıldı. Vallahi evli olduğu halde mut'a yaptığını tesbit edeceğim kişiyi taşla recmedeceğim. Ya da Resûlüllah'ın mut'ayı haram kıldıktan sonra helal kıldığına şehadet edecek dört şahid getirecek." (99)

·        2. "Abdullah bin Ömer (radiya’llâhü anh)den rivayetle göre Hz. Ömer (radiya’llâhü anh) bir gün minbere çıkıp Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şunları şöyledi:

Bazı adamlara ne oluyar ki Resûlüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) menettiği halde şu mut'a nikâhını yapıyorlar. Bilmiş olunuz ki mut'a nikâhı yapan bir kimse bana getirildiğinde onu mutlaka recmedeceğim." (100)

·        3. "İbn-i Abbas (radiya’llâhü anh) şöyle dedi:

Ömer radiyallahu anh kadınlara ait mut'ayı menederek şöyle

·        99) İbn-i Maceh Nikah 44. H.No: 1963 ve İbn-i Şeybe el-Musannaf 4/293 Saîd bin el-müseyyeb'ten.

·        100) Beyhaki 7/206 ve lbn-ü'1-Münzir Fethü'l-Barî 5/149 dedi: Allah Resûlüllah sallalahü aleyhi ve sellem zamanında insanlara şu mut'ayı helal kıldı. O günlerde kadınlar az idi. O günlerden sonra insanlara mut'a işi haram kılındı, bunlardan dolayı artık mut'a işini yapan bir kimseyi yakalarsam cezalandıracağım." (101)

·        4. Tahavi de: Ömer (radiya’llâhü anhV) cemaata hitaben yaptığı bir konuşmada mut'ayı menetti ve bu yasağın Resûlüllah sallalahü aleyhi ve sellem tarafından konulduğunu anlattı der (102).

Gerek Hz. Ömer (radiya’llâhü anh)ın cemaata hitaben yaptığı konuşmaya dair yukarda meali verilen ilk dört hadisten ve gerekse daha önce geçen mut'anın Mekke Fethi esnasında yasaklandığını Vedâ haccında yasağın tekrarlandığını ifade eden hadislerden mut'anın Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tarafından yasaklandığı anlaşılır. Şu halde Cabir'in "Ömer menetti" ifadesi ile anlatılan yasaklama işi Ömer (radiya’llâhü anh)in içtihadına dayanmıyor, onun yanında sabit olan sünnete dayanıyor. Cabir'in "Biz de bir daha mut'aya dönmedik" sözü de bunu teyid ediyor. Çünkü Ömer (radiya’llâhü anh)ın yasaklaması sünnete değilde içtihadına dayalı olmuş olsaydı o güne kadar sünnete mübah kılındığı görüşünü taşıyan Cabir (radiya’llâhü anh)ın yasaklamayı kabullenmesi şöyle dursun, şiddetle karşı çıkması ve: Peygamber'in helal kıldığı bir şeyi sen nasıl haram kılarsın, suçsuz insanı nasıl recmedersin demesi gerekirdi. Keza mut'a yapan diğer zatların da aynı tepkiyi göstermeleri gerekirdi. Halbuki hiç kimseden itiraz olmadı. Bilakis herkes kabullendi.

Beyhakî, Hz. Ömer (radiya’llâhü anh)ın mut'ayı menetmesi rivayeti ile ilgili olarak özetle şöyle der:

Biz Resûlüllah sallalahü aleyhi ve sellem devrinde mut'aya ruhsat verildiğini biliyoruz. Lâkin O'nun mut'aya izin verdikten

·        101) Darekutni 3/258

·        102) Fethu'l-Bari 9/151

sonra Fetih yılı mut'a nikâhını yasakladığını görüyoruz. Ve bundan sonra vefat edinceye kadar mut'aya ruhsat verdiğine rastlamıyoruz. Durum böyle olunca Ömer bin el-Hattab'ın mut'a nikâhını menetmesi Resûl-i Ekrem'in sünnetine uygun ve her müslümanı bağlayıcı olur. Biz de ancak bununla amel ederiz. (107)

Bu rivayetler Hz. Ömer (radiya’llâhü anh) devrinde mut'anın haramlığı hususunda Sahabilerin ittifak ve icmaın oluştuğunu, bu icmaın sünnete dayandığını gösterir. Çünkü Ömer (radiya’llâhü anh) minber üzerinde mut'anın yasak olduğunu, bunu yapanları cezalandıracağını, zira Resûl-i Ekrem (radiya’llâhü anh)m mut'ayı haram kıldığını anlatıyor. Bu konuşmayı güzide muhacirin-i Kiram ve Ensar-ı Izâm'ın huzurunda yapıyor. Hakkı söylemeye, yanlışı düzeltmeye ve gerekli açıklamayı yapmaya düşkünlüğü şiar edindikleri bilenen sahabilerden hiç kimse, Hz. Ömer (radiya’llâhü anh)m bu açıklama ve tebliğine itiraz etmiyor, karşı çıkmıyor. Eğer herhangi bir sahabinin elinde mut'anın geçici bir süre için değil de sürekli mübahlığına dair Kitab veya Sünnetten delil bulunsaydı, mutlaka Hz. Ömer (radiya’llâhü anh)a karşı çıkıp itirazda bulunacaktı. Nitekim Hz. Ömer (radiya’llâhü anh) kadınların mehirlerine bir sınır getirmek istediğinde bir kadın ona: Allah ve Resûlünün sınırlamadıkları birşeye sen sınır koyabilir misin? diyerek karşı çıktı ve Nisa sûresinin "Eşlerinden birine yüklerle mehir vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın" (108) mealindeki âyeti okudu. Bunun üzerine Ömer (radiya’llâhü anh) isteğinden vazgeçti. Kezâ übeyy bin Kâ'b (radiya’llâhü anh) onun hac mut'ası hakkındaki görüşüne karşı çıktı. Muâz bin Cebel (radiya’llâhü anh), zinadan hamile kadını recm etmesine karşı çıkarak: Kadını cezalandırabilirsin. Fakat karnındaki cenini cezalandıramazsın, dedi.

·        107) Beyhakî Sünen-i 7/206

·        108) 4 Nisa 20

Hulasa, Hz. Ömer (radiya’llâhü anh)ın verdiği bilgi ve talimatını izleyen sahabilerden kimsenin itirazda bulunmaması ve dikkatle dinlemeleri, o güne kadar mut'anın mübahlığı görüşünü tayışan Câbir gibi zatların mut'adan imtina ettiklerini söylemeleri saha-bilerin konu hakkında icmâ ve ittifak ettiklerini gösterir.

Askalani'nin Kurtubi'den naklen verdiği bilgiye göre imamlardan bir cemaat şöyle demiştir: “Mut'anın mubahlığını söylemekte İbn-i Abbas (radiya’llâhü anh) tek başına kalmıştır, yani onun dışında hiçbir sahabî, mut'a ruhsatının müebbed olduğunu söylememiştir.” (109)

MÜT'A NİKÂHI HAKKINDA İBN-İ ABBAS (radiya’llâhü anh)DEN GELEN RİVAYETLER

İbn-i Abbas (radiya’llâhü anh)den gelen üç rivayet var:

a- Mut'a nikâhının mübahlığı,

b- Mut'a nikâhının yalnız zaruret halinde mübahlığı,

c- Mübahlık ruhsatının mensuhluğu.

a- Mutlak Mübahlık Rivayeti:

·        1. "Abdullah bin Zübeyr Mekke'de ayağa kalktı ve bir adama (İbn-i Abbas'a) tarizde bulunarak:

- Bazı insanlar vardır ki Allah, gözlerini kör ettiği gibi kalplerini de kör etmiştir. Mut'anın caizliğine fetva veriyorlar. Orada bulunan (İbn-i Abbas), ona seslenip:

Sen kaba, ilim ve edepten anlamaz bir şahıssın. Ömrüme yemin

·        109) İbn-i Hacer, Fethü'l-Bârî 9/150 ederim ki mut'a, muttakiler imamı (Resûlüllah) devrinde yapılırdı, dedi. Bunun üzerine İbn-ü'z-Zubeyr;

O halde sen kendin dene, Allah'a yemin ederim ki eğer mut'a yaparsan seni, kendi taşlannla muhakkak recmederim, dedi." (110)

·        2. "Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh), İbn-i Abbas (radiya’llâhü anh)ın kadınlar mut'ası hakkında yumuşak davrandığını (cevaz verdiğini) işitince ona; “yavaş ol Ya Ibn-i Abbas! Çünkü Resûlüllah sallalahü aleyhi ve sellem mut'ayı Hayber günü menetti, dedi" (111)

Buhârî'deki bir rivayete göre Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)'a ibn-i Abbas'ın kadınlar mut'asmda bir mahzur görmediği söylendi. Bunun üzerine Hz. Ali mut'anın Hayber günü yasaklandığını bildirdi. (112) Buharinin diğer bir rivayetinde Hz. Ali mut'anın yasaklandığını İbn-i Abbas'a anlattığını ifade ediliyor. (113)

·        3. "Ammar Mevlâ eş-Şerid şöyle demiştir. Ben İbn-i Abbas'a

·        - Mut'a, zina mı, nikâh mı diye sordum. İbn-i Abbas:

·        - Ne zinadır, ne nikâhtır, dedi. Ben:

Peki o halde nedir? dedim. O:

·        - Allah Tealanın buyurduğu (114) gibi mut'adır, dedi. Ben:

·        - Mut'a sureti ile birleşen erkek ile kadın birbirine mirasçı olurlar mı ve kadın ayrılınca iddet denilen bekleme süresi var mı diye sordum. Kendisi:

·        110) Müslim 16 Nikâh 3.bab 24.h.

·        111) Müslim 16 Nikâh 3.bab 32.h.

·        112) Buhari Kitabü'l-Hıyel 4.bab-Fethu'l-Bârî 12/296

·        113) Buhari Nikâh 32. mut'a nikahı babı-Fethü'l-Bârî 9/144

·        114) İbn-i Abbas bununla Nisa Suresinin, 24. ayetine işaret ediyor. Çünkü kendisi o ayette geçen "İSTİMTA" ifadesini bir rivayete göre mut'a yolu ile yararlanma manasına yorumlamıştır. Başka bir rivayete göre kendisi bu ifadeyi Cumhur gibi nikah yolu ile yararlanmak, ilişkide bulunmak manasına yorumlamıştır. Bu iki rivayet için Zadü'l-Mesir C.2 Sh: 53 (Nisa S.24 ayet)e bakınız.

- Birbirine mirasçı olmazlar, kadının iddeti de bir defa adet görmesidir, dedi. (115)

Bu rivayetlerde Ibn-i Abbas'ın caizlik fetvasının zaruret halinde mahsus olduğuna dair bir kayıt bulunmadığından, cevaz mutlak görülüyor.

b- Mut'a nikâhının Yalnız Zaruret Halinde Mübahlığı

·        1. "Ebu Cemre'nin rivayetine göre îbn-i Abbas (radiya’llâhü anh)a mut'a nikâhı hükmü soruldu. İbn-i Abbas da mut'aya ruhsat verdi. Bunun üzerine hizmetçisi ona: O izin, ancak şiddetli hallerde ve kadınların az olduğu durumlardadır, deyince, İbn-i Abbas, evet, dedi." (116)

Müslim'deki bir rivayete göre bir gün Ibn-i Abbas (radiya’llâhü anh) mut'a için fetva isteyen bir adama izin verince yanında hazır bulunan İbn-i Ebî Amr, mut'aya izin vermekte acele etmemesini isteyerek şöyle dedi.

Çaresiz kalana murdar hayvan eti, kan ve domuz eti yemek nasıl mübah ise zaruret için de kalana da mut'a yapmak Islâmın ilk zamanlarında bir ruhsat idi. Allah, daha sonra bu dini muhkemleştirdi ve mut'ayı menetti." (117)

·        2. "Said bin Cübeyr: Ben Ibn-i Abbas'a: Sen ne yaptığını ve neye fetva verdiğini biliyor musun? Kervanlar senin fetvanla seyir ediyor, şairlerde fetvanı şiirlerine konu ediyorlar, dedim. Said, onun isteği üzerine o şiirleri de okuyunca, Ibn-i Abbas:

Vallahi ben öyle her durumda mut'aya izin vermedim, böyle

·        115)  Kurtubi Tefsiri Nisa S.24 ayetin tefsiri.

·        116) Buhârî, Nikâh, Nikâhu'l-Muharrem

·        117) Müslim 16 Nikah bab 3 h.27

birşey kastetmedim. Ancak zaruret içinde kalana murdar hayvan eti, kan ve domuz eti yemek nasıl helal ise ancak çaresiz kalana mut'anın da öyle helal olduğunu söyledim, dedi." (118)

·        3. Beyhakî'nin Said bin Cübeyr'den rivayetine göre Ibn-i Abbas (radiya’llâhü anh) mut'a nikâhı hakkında şöyle söyledi demiştir.

"Bilmiş olunuz ki mut'a nikâhı ancak ölü eti, kan ve domuz eti gibidir." Beyhakî'nin diğer bir rivayetinde de Ibn-i Abbas:

Mut'a murdar hayvan eti, kan ve domuz eti gibi ancak çaresi olana Islâmın ilk zamanlarında bir ruhsat idi." (119)

İbn-i Abbas (radiya’llâhü anh)ın Abdullah bin Zübeyr (radiya’llâhü anh) devrinde mut'aya fetva vermesi, Mekke'de aralarında tartışma geçmesi, Ibn-i Zübeyr'in onu mut'a yaptıı takdirde ölüm cezasına mahkum etmekle tehdit etmesi, İbn-i Abbas'ın Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh) devrinden sonra da mut'anın caizliği görüşünü taşıdığını gösterir. Ancak yukardaki rivayetler, onun verdiği fetvanın çaresiz kalanlara ve zaruri hallere mahsus olduğunu ve görüşünün istismar edildiğini duyunca fetva vermekten vazgeçtiğini gösterir. Şu halde fetvasının zaruri durumlara mahsus olduğunu gösteren rivayetler, mutlak rivayetlerdeki maksadını açıklar ve mutlak rivayetleri kayıtlar.

Ibn-ü'l Kayyım el-Cevzi, Ibn-i Abbas, mut'aya yalnız zaruret halinde mübah görüp, mutlak olarak caiz görmezdi. Mut'a haramlığını da muhtaç olmayanlar hakkında yorumlardı. Sonra insanların mut'ayı yaygınlaştırdığını duyunca, fetvasından dönüş yaptı, der. (120)

·        118) Maâlimü's-sünen C.3 Sh: 190 ve Tabaranî-Mecmaü'-z-Zevâid C.4 Sh: 265

·        119) Fethu'l-Bârî C.9 Sh: 148

·        120) Zâdü'l-Maad 5/112 ve Avnü'l-Mabûd C.6 Sh: 83 Mut'a Nikahı

Hattabî de yukarda geçen Said bin Cübeyr'in eserini naklederken: İbn-i Abbas (radiya’llâhü anh), mut'ayı çaresiz olanlar için zaruret gerekçesi ile mubah görünürdü. Bilahare böyle fetva vermekten vazgeçti. İbn-i Abbas, bu durumdaki kimseleri açıklığından dolayı, murdar hayvan etini yemeye mecbur kalan çaresizlere benzeterek kıyas yoluna gitmiştir. Halbuki böyle bir kıyas sahih değildir. Çünkü mut1 a yapma zarureti, hayatı tehlike arzeden açlık gibi değildir. Burada şehvete karşı direnip oruç tutmak, ilaç kullanmak gibi yollara başvurmak mümkündür, der. (121)

c- Mubahlık Ruhsatının Mehsuhluğu:

·        1. "...İbn-i Abbas (radiya’llâhü anh) şöyle dedi:

Mut'a ancak İslâm'ın ilk zamanlarında idi. Adam şehre gider, orayı bilmezdi. Orada kalacağını düşündüğü süre içinde bir kadınla evlenirdi. Kadın hem onun eşyasını korur, hem de işlerini yapardı. Nihayet "ancak zevceleri nikâhlı eşleri ve malik oldukları cariyeleri hariç. (Bunlarla ilişkilerinden dolayı kınanmazlar)" (122) âyeti indi. İbn-i Abbas (radiya’llâhü anh) dediki: Artık bu iki kadından başkası haramdır.” Tirmizi bunu rivayet ettiği babta İbn-i Abbas'tan mut'aya ruhsat verdiği rivayet edilmiş, fakat ona Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'ın mut'ayı haram kıldığı haberi verildikten sonra, mut'aya ruhsat verme sözünden dönüş yapmıştır, der. (123)

·        2. İbn-i Abbas Şöyle dedi:

"Onlardan hangisinden yararlanırsanız" (124) mealindeki âyeti

·        121) Meâlimü's-Sünen C.3 Sh: 190

·        122) 23 Mü'minun 6. ayet

·        123) Tirmizi Nikah 29. bab, Ayrıca beyhaki ve Tabaranî de rivayet etmişler.

·        124) 4 Nisa 24. ayet

"Ey Peygamber! Kadınlan boşayacağınız zaman iddetlerini gözeterek boşayın" (125) mealindeki âyet neshetti." (126)

İbn-i Abbas, mensuh olduğunu söylediği âyetteki "ISTlMTA" ifadesini yukarıda belirttiğim gibi mut'a yapma yolu ile yararlanma manasına yorumlamıştır. Bu yoruma yukarda meâli geçen Ammar'ın rivayetinde işaret etmektedir.

Daha önce belirttiği gibi mut’a nikâhında boşanma yoktur. Taraflar, belirlenen sürenin bitmesi ile birbirinden ayrılmış sayılırlar. Bu rivayette meâli verilen ikinci âyet ise kadınları boşama hükmünü getiriyor ve eşlerin ayrılmasını boşamaya bağlıyor, işte bundan dolayı İbn-i Abbas, boşama sistemini getiren Talak âyetinin mut'ayı neshettiğini söylemiştir.

Talak, nikâh, miras, iddet, ilâ, liân ve zıhâr hukuku hakkında gelen âyetlerin mut'ayı iptal eden delillerden sayıldığına dair rivayetler daha önce nakledildi. Oraya bakılabilir. Sevrî, Kadı lyâz ve Zemahşerî gibi alimler de ibn-i Abbas (radiya’llâhü anh)ın mut’aya ruhsat verdiği ve bilahare bundan rücu ettiğinin rivayet edildiğine anlatırlar. Hatta Zemahşerî, Ibn-i Abbas (radiya’llâhü anh)ın vefatı yaklaştığında mut'aya izin vermekten dönüş yaptığı ve: Allahım Ben mut'aya izin vermeye ait söylediğim sözden tevbe (rücû) ediyorum, diyerek bağışlanması için dua ettiğinin rivayet edildiğini söyler. (127)

Yukarda nakledilen rivayetlerden çıkan sonuç şudur: Ibn-i Abbas, yalnız zaruret içinde çaresiz kalanlara mut'a nikâhı iznini vermeye Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) devrinden sonra da devam etmiş, Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh) onu uyarmış, dahasonra Abdullah bin ez-Zübeyr

·        125) 65 Talak 1. ayet

·        126) Bedâiüs-Sanâyi C.2, Sh: 171 ve Kurtubi tefsiri Nisa 24. ayetin tefsiri bölümü

·        127) Ebu Dâvud şerhi Avnü'l-Ma'büd C.6. Sh: 83-84 Buharı Şerhi Fethu'l-Bâri C.9

Sh: 150 ve Keşşaf Tefsiri Nisa 24. ayet

(radiya’llâhü anh) de onu sert bir dille eleştirip uyarmış ve mut'anın mensuh olduğu bu iki zat tarafından kendisine anlatılmıştır. İbn-i Abbas (radiya’llâhü anh) daha sonra fetvasından dönüş yaparak kimseye mut'a iznini vermemiş, bilakis mut'anın mensuh olduğunu söylediği ve Allah'a tevbe ettiği de rivayet olunmuştur.

Bu durum muvacehesinde mut'a nikâhı izninin müebbed olduğunu iddia eden şiânın imamiyye mezhebi için İbn-i Abbas (radiya’llâhü anh)ın fetvasının ne derece delil sayılabileceği kanaatimce vuzuha kavuşmuştur.

Mut'aya izin veren başka sahabi var mı?

Askalâni: İmamlardan bir cemaat, mut'aya izin verme konusunda İbn-i Abbas (radiya’llâhü anh)ın tek başına kaldığını, yani görüşüne hiç bir sahabinin katılmadığını kesin bir ifade ile belirtmişlerdir. (128)der.

MÜT’A NİKÂHI BÜTÜN MEZHEPLERDE HARAM VE BATILDIR

Haramlığı Kitab, Sünnet ve Icmâ ile sabit olan mut’a nikahı Şianın İmamiye mezhebi hariç, bütün mezheplerde haram, batıl ve geçersizdir. Mezhep imamları ve müctehitler, fıkıh, tefsir ve hadis âlimleri bu konuda müttefiktirler. Bunların selefleri Ashab-ı Kiram’dır. Mezheplere ait fıkıh kitaplarından konuya ilişkin bilgilerden az da olsa birer parçasının özetini aktarmada yarar görürüm.

1- Hanefi mezhebine ait el-Hidâye ile şerhi Fethü’l Kadîr’de şöyle deniliyor.

Mut’a nikahı batıldır, Mut’a nikahı: Adamın dinen evlenebileceği

·        128) İbn-i Hacer, Fethu'l-Bârî C.9. Sh: 150 bir kadına bu kadar mal karşılığında şu kadar müddetle veya bir kaç gün seninle mut’a yapıyorum demesidir.

Muvakkat nikah da batıldır. Bu ise adamın iki şahidin huzurunda 10 gün gibi geçici bir süre için evlenmesidir.

Şeyhu’l İslâm: Mut’a nikahı ile muvakkat nikah esnasında şu fark var: Muvakkat nikah, tezviç ve nikah lafzı ile kıyılır. Mut’a nikahı ise temettü veya Istimtâ lafzı kullanılır demiştir. Bunun yanında şu farkta görülebilir. Geçici nikahta şahitlerin bulunması ve sürenin belirlenmesi şart iken mut’ada zorunlu değildir.

Fethu’l Kadîr’de mut’a nikahı ile geçici nikah arasındaki fark noktası tartışılıp ikisinde de evlenmenin meşruyetindeki hikmet ve maksadının hedeflenmediği belirtildikten sonra: Hulasa, mut’a geçici bir akittir, sürenin bitmesi ile akit sona ermiş olur. Bu itibarla mut’a maddesi veya geçici nikah lafzı ile kıyılan akit, mut’a nikahı kapsamına dahildir. Geçici nikah akdi şahitlerin huzurunda ve tezviç lafzı ile kıyılsa, mut’a nikahının efradmdandır, diye bilgi veriliyor.

El-Hidayede: Mut’anın mensuhluğunun sübutu dolayısıyla haramlığı hakkında sahabilerin icmaı vardır. İbn-i Abbas (radiya’llâhü anh)ın da onların kavline dönüş yaptığı sahih rivayetle sabit olduğu için hiç bir muhalif olmaksızın sahabilerin icmai oluşmuştur, diye bilgi veriliyor ve ibn-i Abbas (radiya’llâhü anh)ın mut’a ruhsatının Mü’minûn sûresinin 6. ve 7. âyetleri ile mensuh olduğuna dair Tirmizî’deki rivayetini onun dönüş yaptığına delil gösteriliyor. Bu hadisin meâli yukarıda geçti. (129)

2- Şâfii mezhebine ait imam Nevevi’nin el-Minhâc adlı eseri şerhi Nihâyetü’l-Mutaç’ta nikahın sahih ve geçerli olması için nikah akdinin kadının velisinin veya velinin vekalet vereceği bir

·        129) Fethu'I-Kadîr C.3 Sh: 246-247 Beyrut (134) erkeğin iştiraki, iki erkek şahidin hazır bulunması, akdin tezviç, inkâh veya tercemesi olan lafızlarla yapılması gibi gerekli rükün ve şartlar yanında konumuz olan mut’a ve geçici nikahla ilgili olarak özetle şöyle diniliyor:

Nikahın malum veya meçhul bir süreye bağlanması da sahih değildir. Geçici süreli nikah batıldır. Çünkü mut’a nikahının yasakladığı sahih hadislerle sabittir. Zaruret içinde kalan çaresiz adamlara mahsus bir ruhsat olarak mut’aya Islâmın ilk zamanlarında izin verildi. Sonra Hayber Savaşı yılı haram kılındı. Daha sonra Fetih yılında ve veda haccından önce tekrar cevaz verildi. Daha sonra apaçık nass ile müebbeden haram kılındı. O nass İbn- Abbas (radiya’llâhü anh)a ulaşmış olsaydı, tüm âlimlere muhalif kalmaz ve mübahlığının devam ettiğini söylemezdi. (130)

3- Hanbeli mezhebine ait el-Muğnî ve’ş-Şerhül-Kebir’de özetle şöyle deniliyor.

Mut’a nikahı câiz değildir. Mut’a nikahı, bir süre için bir kadınla evlenmektir. Meselâ; Adam kızımı bir ay veya bu mevsimin sonuna yahut hacıların dönüşüne kadar seninle evlendirdim, der. Koşulan bu sürenin belirli veya belirsiz olması hüküm bakımından fark etmez. Böyle muvakkat olan mut’a nikahı batıldır. Ahmed bunun batıl olduğunu net biçimde belirterek haram olduğunu söyledi. Bu, tüm sahabilerin ve fıkıhcıların sözüdür. Ashab-i kiram’dan Ömer, Ali, İbn-i Ömer, Ibn-i Mes’ud ve Ibn-i Zübeyir radıyâllahü anhum, mut’a nikahının haram kılındığını rivayet eden sahabilerden bir kaçıdır. Ibn-i Abdilberr: Medine’de imam Mâlik, Kufe’de Ebu Hanife, Şam (Suriye)de Evzâî, Mısırda el-leys bin Sa’d ile Şafii ve bununla beraber hadis-çiler, yani anılan bölgelerde ikamet eden alimler mut’anın haram kılındığı noktasında ittifak halindedir. Yalnız Züfer’e göre, geçici

·        130) Nihayetü'l-Muhtâc C.5 Sh: 165 Nikâh 2. Fasıl.

süre koşulu ile usulunca kıyılan nikah müebbed nikah yerine \ geçer ve koşulan şart batıldır, diye bilgi verir. (131)

·        4- Mâliki mezhebinin fıkhına ait el-Müdewene’de özetle şöyle deniliyor

“Geçici nikah

Ben Malike: Bir adam belirli bir mehir karşılığında bir ay veya bir yıl yahut iki yıl süre ilebir kadınla velisinin izni ile evlendiği zaman böyle bir nikah sahih midir, ne buyuruyorsunuz dedim. Malik:

Bu nikah batıldır. Nikah, herhangi bir süre koşulu ile kıyıldığı zaman batıldır dedi. Beni Malik’e bir adam bir kadına: Ben seninle bir ay süre ile evleniyorum şeklinde akit yaparsa nikah mı batıl olur, yoksa nikah sahihtir de koşulan şart mı batıldır, diye sordum. Mâlik dedi ki: Nikah batıldır, geçersizdir. İşte bu mut’adır. Rasulüllah Sallallahü aleyhi ve sellemin mut’ayı haram kıldığı kesinlikle sabittir, dedi. (132)

·        5- Zâhiriyye mezhebi imamı, Ibn-i Hazm, el-Muhallâ’da şöyle der:

Mut’a nikahı caiz değildir. Bu geçici nikahtır. Resul-i Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem)devrinde helal edildi. Sonra o helallik hükmünü Allah Teâlâ Resûlünün dili ile kıyamete kadar müebbed olarak iptal etti (mut’ayı haram kıldı).

İbn-i Hazm, bu arada sahabilerdenCabir bin Abdullah, İbn-i Mes’ud, İbn-i Abbas, Ebu Saîd-ı Hudrî, Muâviye radıyallahü anhüm’un mut’anın helal olduğuna dair görüşlerine Peygamberin vefatından sonra da devam ettiklerini söyler (133).

·        131) El-Muğni ve eş-Şerhu'l-Kebir C.8, Sh.571 Mısır İlk baskı el-Menar Matb. H. 1348

·        132) El-müdevvenetü'l Kübrâ 2. Cilt Mısır Hayrıyye Matbaası 1324

·        133) El-Muhallâ C.9 Sh. 519 Mes'ele 1854

Alimler, İbn-i Hazm’ın dediği sahabilerin muhalefetinin ilk zamanlara ait olduğu ve Hz. Ömer devrinde, mut’anın Peygamber tarafından yasaklandığının anlaşılması üzerine haramlığı konusunda bu zatlar dahil, bütün sahabilerin ittifak ve icmaının oluştuğunu, ifade ederler. Ayrıca Askâlânî, Fethu’l-Bari’de İbn-i Hazm’ın isimlerini andığı sahabilerin muhalefetine dair söyleneni cevaplıyor. Ibn-i Abbas ile Cabir’den gelen rivayetlerin durumunu yukarıda anlattığım için tekrarlamaya gerek yoktur. Askalanı, İbn-i Mes’ud’un mut’anın haram kılındığını söylediğini, Muaviyenin mut’a yapmasının ilk zamana ait olduğun, Ebu Said’e isnad edilen rivayletin zayıf olduğunu deliller ile belirtir. (134)

6- Şîanın Zeydiye mezhebi fıkhına ait Mecmuu’I-Fıkhi’l-Kebir ile şerhi er-Ravdu’n-Nadîr’de Resûlullah (A.S)ın Mut’a nikahını Hayber savaşı yılı haram kıldığına dair Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh)nın hadisinin Zeyd bin Ali’den rivayet edildiği, bu hadise ait senedin Al-i Beyt nezdinde bulunduğu ve bunu İmam Zeyd’den başka zatların da rivayet ettiği anlatıldıktan sonra; Buhârî, Müslim, et-Tecrid şerhinde el-müeyyed Billah ve başkalarının Muhammed bin Ali oğulları Abdullah ve el-Hasan aracılığı ile babalarından, onun da Ali bin Ebu Tâlib (R.A)den rivayet ettikleri;

“Resulüllah Sallallahü Aleyhi ve Sellem, mut’a nikahını Hayber günü yasakladı ve evcil merkep etlerini menetti” meâlindeki hadis aktarılıyor.

Daha sonra Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh)ın: “Mut’a yaptığını tesbit edeceğim bir kimseyi celd (yani sopa vurmak) ile cezalandırırım” eserini senedi ile naklediliyor. Ayrıca Hz. Ali’nin İbn-i Abbas’a mut-a nikahına cevaz vermesi haberi üzerine “Sen cidden şaşkın bir

·        134) Ebu Davud'un Şerhi Tekmiletü'l-Menhel C.3 Sh: 225 ve Fethu'l-Bârî C.9 Sh: 149-151

adamsın...” mealindeki rivayete yer veriliyor ve konu hakkında on sayfalık tartışmaya geçilerek mut’anın haramlığı vurgulanıyor. (135)

İşte gerek dört mezhebin ve gerekse zâhiriye ve zeydiyye mezheplerinin mut’a nikahının haramlığı hakkındaki ittifaklarını gösteren ifadelerden birer örnek.

İslâm âlemi içinde mut’anın helal olduğunu iddia edenler yalnız imamiye mezhebi mensuplarıdır. Onların iddia ve görüşleri hakkında da bilgi vermekte yarar var.

ÎMAMİYYE MEZHEBİNDE MUT’A

Bu mezhep mensupları mut’anın meşruluk hükmünün müebbed olduğu Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tarafından neshedilmediği ve Ömer (radiya’llâhü anh)in mut’ayı kendi içtihadı ile yasakladığı görüşündedirler. Bu görüşlerini daha çok şu delillere dayandırırlar:

·        1. İbn-i Abbas (radiya’llâhü anh)ın Resûl-i Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem)devrinden sonra da mut’anın caizliğine fetva verdiğine ait rivayetler.

·        2. Cabir bin Abdullah (radiya’llâhü anh)m, Ömer (radiya’llâhü anh), mut’ayı menedinceye kadar geçen dönemlerde mut’a yapmaya devam ettiklerini söylediği hakkında gelen rivayet,

·        3. Taberî’nin, Tefsir kitabında rivayet ettiği Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh)Tn “Ömer’in mut’ayı yasaklaması olmasaydı şaki (bedbaht) olan kimseden başkası zina etmezdi” haberi. (136)

ibn-i Abbas ile Cabir bin Abdullah’a ait anılan rivayetler hakkında daha önce yeterli bilgi verildi. Bu rivayetler o bilginin ışığında incelendiğinde iddialarına delil olmadığı anlaşılır. Çünkü

·        135) Er-Ravdu'n-Nadîr Şerhu Mecmui'l-Fikhi'l-Kebîr C.4. Sh.213

·        136) Taberi Tefsiri Nisa sûresinin 24. ayetinin açıklaması bölümü. mut’anın Resul-i Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem)tarafından neshedildiği, sahih hadislerle sabittir. Buna dair rivayetler kaynakları ile yukarda geçti. Câbir bin Abdullah (radiya’llâhü anh), Ömer (radiya’llâhü anh)ın cemaata hitaben konu hakkında yaptığı konuşmadan sonra mut’a işini bıraktıklarını ifade ediyor. Bu ifadeye ait sahih rivayet de yukarda geçti.

İbn-i Abbas (r.a.)dan ise üç çeşit rivayetin bulunduğu, verdiği iznin her durumda olmayıp zaruri hallere ve çaresiz olan kimselere mahsus olduğu, bilahere izin vermekten vazgeçtiği, hatta dönüş yapıp Allah’tan afv dilediği, mut’a ruhsatının mensuh olduğunu söylediği rivayet edilmiştir. Bu rivayetler de yukarda mevcuttur. Diğer taraftan mut’anın Resul-i Ekrem (aleyhisselâm) tarafından haram kılındığı Ömer, Ali, İbn-i Mes’ûd, İbn-i Ömer, İbn-i Zübeyir, Sebre, Seleme bin el-Ekva gibi bir çok sahabi tarafından sahih senedlerle rivayet edilen bunca hadislerle sabittir. Durum bu olunca İbn-i Abbas (radiya’llâhü anh) mensuh olduğu sabit olan bir hükme göre fetva vermiş ise bu fetva geçerli sayılıp delil olur mu, onunla arpel edilebilir mi?

Denebilecek tek şey: İbn-i Abbas, hükmün mensuh olduğunu kesin bilmeden önce fetva veriyor idi, durumu iyice tesbit ettikten sonra dönüş yaptı. Yoksa İbn-i Abbas’m Hz. Peygamber tarafından neshedildiğini bildirdiği bir hüküm ile fetva vermesi mümkün değildir, onu tenzih ederiz.

Taberî tefsirinde rivayet edilen Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh)’m haberine gelince, bilindiği gibi tefsir kitabı; hadisler ve haberler için kaynak sayılmaz. Sayılsa bile kaynak hadis kitapları kadar güven vermez. Özellikle kaynak hadis kitaplarında bulunan sahih rivayetlere ters düştüğü zaman asla delil olamaz. Bu haber, Buharî, Müslim ve diğer hadis kaynak kitaplarında sahih senedlerle rivayet edilen müteaddit hadislere muhaliftir, delil olma niteliğini taşımaz. Çünkü o hadislerde mut’anın Resul-i Ekrem (a.s) tarafından yasaklandığını bizzat Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh) vurguluyor, İbn-i Abbas’ı uyarıyor, onu şaşkınlıkla nitelendiriyor. Bu hadislerden bir kaçının mealleri yukarda verildi. Durum böyle iken- Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh)’ın mut’ayı yakalama işini Ömer (radiya’llâhü anh)’e isnad etmesi düşünülemez. Evet, bazı rivayetlerde Ömer, yasakladı, tabiri var. Ama o yasaklamanın Peygamber’in yasaklamasına uygunluğu ve ona dayalı olduğu açıktır. Bu rivayetlerdeki ifadeden Ömer (radiya’llâhü anh)’ın maksadı şu idi. “Mut’a Resul-i Ekrem (a.s) zamanında helal idi. Fakat ben, Resul-i Ekrem (aleyhisselâm)’ın bunu neshettiğini bildiğim için menediyorum. (137) Nitekim Ömer, diğer bazı rivayetlerde mut’anın Peygamber (aleyhisselâm) tarafından yasaklandığını bildirir.

Hattâbî: Şiîler, ihtilaflı konularda Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh) ile soyundan gelen zatların rivayetlerini esas almayı şaşmaz kural sayarlar. Bu durumda Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh)’m mut’anın Peygamber tarafından neshedil-diğini söylediği sahih rivayetlerle sabit olmasına rağmen Şiîlerin mut’ayı caiz görmeleri onların bu kuralına da aykırıdır, der.

Mut’anın mübahhğını isbatlamak sadedinde şiîlerin gösterdikleri deliller arasında İmrân bir Husayn (radiya’llâhü anh)’ın: “Mut’a âyeti Allah’ın kitabında indi ve onu nesheden bir ayet inmedi. Resulullah sal-lalahü aleyhi vesellem mut’a yapmamızı emretti, biz de yaptık ve Resulullah vefat edinceye kadar bizi ondan menetmedi. Sonra bir adam kendi görüşüne dayanarak dilediğini söylüyor” meâlin-deki hadisinde yer aldığı bazı kitaplarda anlatılıyor.

Halbuki Imran bin Husayn (radiya’llâhü anh)’ın bu hadisinde anlatılan olayın mut’a nikâhı ile alakası yoktur. Olay, hacc-ı temettuun yapılıp yapılmaması mes’elesidir. Bu hadis Buhari ve Müslim’de Hac bölümünde mutaaddid senedler ve’ benzer ifadelerle rivayet

·        137) Fahreddin-i Razi Tefsiri Nisa S.24 ayetin açıklaması bölümüne bak. ediliyor. Buhari bunu Bakara sûresinin 196. ayetinin tefsiri bölümünde de rivayet ediyor. Müslim’deki bir rivayette bunun hac mut’ası olduğu açıkça belirtiliyor. Meâli şöyledir:

“...İmran bin Husayn (radiya’llâhü anh) şöyle dedi:

Mut’a ayeti Allah’ın kitabında indi ve Resulullah sallalahü aleyhi vesellem, mut’a yapmamızı emretti. Sonra hac mut’ası âyetini nesheden bir ayet inmedi. Resulüllah ta vefat edinceye kadar onu menetmedi. Onun vefatından sonra bir adam kendi görüşüne dayanarak dilediğini söyledi.” (138)

Bu hadiste sözü edilen mut’a ayeti Hacc-ı Temettû’den sözedilen Bakara sûresinin 196. ayetidir. Temettü haccına karşı çıkıp menettiğine işaret edilen zatın Hz. Ömer (radiya’llâhü anh) olduğu şarihler tarafından ifade ediliyor. Hz. Osman’ın da temettü haccına karşı olduğu Buhari’deki rivayetlerden anlaşılıyor. Fakat ilk nehiy eden Ömer (radiya’llâhü anh) olduğu için şarihler öyle demişler.

Hulasa îmamiye mezhebi âlimlerinin mut’anın mübahlığınısavunurken Sünn.et’ten gösterdikleri rivayetlerin görüşlerine delil olmadığının bu kısa bilgiden de anlaşıldığı kanaatindeyim.

Imamiyye mezhebi alimleri Hisâ sûresinin “...bu (nikahlanmamız haram olan) kadınlardan başkasını iffetli olmak ve zina etmemek üzere mallarınız (olan mehir) ile istemeniz size helal kılındı. O halde hangilerindenyararlandınız ise mehirlerini kendilerine veriniz...” meâlindeki 24. ayetini de mut’a nikahının cai-zliğine delil sayarlar. Şöyle ki:

Onlar: Ayetteki “Mallarınızla istemeniz” ifadesi, ya geçici olan istemey mahsustur veya hem geçici hem de müebbed olan iste-

138) Buhârî 32 Hac 35. bab, H.No: 1496 ve 68 Tefsir 35 bab H.No: 4246 ve müs-lim 15 Hac 23 bab H.No: 170, 172 benzer lafızlarla. meyi ihtiva eder. Yani ya sadece mut’a nikahı yolu ile istemek veya hem bu yolla hem de müebbed nikah yolu ile istemek anlamınadır. Ayetteki “hangilerinden yararlandınız” anlamını ifade eden “Istimtâ” maddesi de mut’a nikahı akdi demektir. Bu itibarla ayet, mut’a nikahının meşruluğuna delildir, derler.

Müfessirlerin cumhuruna göre ise “Mallarınızla istemeniz” ifadesi mehir karşılığında normal nikah ve evlenme yolu ile kadınları istemek anlamınadır ve “İSTÎMTA” maddesi de nikahlanan kadınla ilişkide bulunmak suretiyle oluşan yararlanmadır, mut’a nikahı akdi demek değildir.

Ayetlerin sibak ve siyakı bu manayı teyid eder. Çünkü, bundan önceki 23. ayette kan, süt veya sihri akrabalık sebebi veya baldız gibi geçici bir sebeple nikahlanması haram olan kadınlar, anılıyor, bu ayetin baş kısmında da başkasının nikahı altında bulunmak sebebi ile haram olan kadınlar anılıyor, bu durumda olan kadınları nikahlamanın haram olduğu bildiriliyor. Bundan sonra konumuz olan cümlelere geçilerek iffetli davranıp ve zina etmeyerek mehir vermek suretiyle anılanların dışında kalan kadınların helal olduğu, mehir vermeye karşılık bunlara talip olunabileceği bildiriliyor. Bu da malum olan normal nikah yolu ile olur. Zira önce nikahlanması haram olan kadınlar sıralanıyor. Sonra diğerleri helaldir” buyuruluyor. Yani nikahlanması helaldir, demektir. Böylece nikahlanması haram olan kadınlar ile nikahlanması helal olan kadınlar anılmış olur. Zaten “iffetli olmak zina etmeyerek mal karşılığında kadına talip olmak ancak nikah yolu ile oluşur. Aksi takdirde zina da icabında mal karşılığı bir isteme şekli ile olur ki böyle sakat bir mana çıkarılamaz.

“Mallarınızla istemeniz” ifadesi nikah yolu ile istemek manasına yorumlanınca buna bağlı ve hemen arkasında gelen “O halde hangilerinden yararlandınız ise” ifadesi de nikahlanmış olan hangi kadınlarla ilişki kurdunuz ise onların mehirlerini tam olarak verin demek olur. Bu takdirde “İSTİMTA” kelimesi kadınlarla mut’a nikah akdi yapmak değil, onlardan yararlanmak, yani ilişkide bulunmak, demektir.

Diğer taraftan şöyle de cevap verilebilir:

Bu ayet Şianın dediği gibi mut’a nikahı manasına da yorumlansa onların görüşüne delil olmaz. Çünkü bu takdirde mut’anın caiz-liğine delalet eder. Herkes mut’anın caiz olduğunu kabul ediyor. Ancak caizlik hükmünün neshedildiği, Kitab, Sünnet ve İcmâ ile sabittir.

Mü’minun süresinin 6. ve 7. ayetleri zevce ve cariyeden başka kadınla ilişkinin haram olduğu bildirir. Gerek bu ayetler ve gerekse talak, miras, iddet vs. evlilik müessesesi ile ilgili hukuku düzenleyen ayetler mut’a nikahının mensuh olduğuna birer delildir. Bu hususla ilgili yeterli bilgi daha önce verildi. Aşağıda da tekrar bu husulara değinilecektir.

Kitâb’tan olan deliller yanında sünnet’ten olan çok sayıda delil vardır. Bir kaç tanesi yukarıda geçti. Kitâb ve sünnet’in yanında bu konuda oluşan İcma hakkında da bilgi verildi.

Sonuç olarak yukarıda sunulan kısa bilgiden anlaşıldığı gibi mut’a nikahının müebbed nikah gibi meşruluğunun devam ettiği iddiasının isbatı için Şiiler tarafından ileri sürülen deliller onların görüşlerini doğrulamıyor.

MÜT’A NİKÂHININ BAZI HÜKÜMLERİ

Bu mezhebe göre nikah, daimi ve geçici olmak üzere iki, çeşittir. Daimi olanı üzerinde durmayalım.

Fıkıh kitaplarında “MÜNKAT1 NİKÂH” terimi ile ifade ettikleri mut’a nikahı; Bir erkeğin mehir denilen belirli bir mal karşılığında dinen engel hali bulunmayan bir kadınla geçici bir süre için evlenmesidir. Rükünleri de:

·        1. Sığadır, yani nikah akdi için gerekli olan icap ve kabuldür. Bu da mut’a, zevaç veya nikah masdarından türeme bir ifade veya tercemesi ile olur. Temlik, hibe ve icare gibi başka maddelerle olmaz.

·        2. Nikahlanacak kadındır.

·        3. Mehirdir. Mut’a nikahında mehir denilen belirli malın tayin ve tesbiti zorunludur. Aksi halde kıyılan mut’a nikahı batıldır.

·        4. Belirli süredir. Sürenin uzunluğu veya kısalığı eşlerin takdirine bağlıdır. Bir ay veya bir yıl gibi uzun olabildiği gibi bir gün, hatta bir gündüz veya bir gece gibi kısa bir zaman dilimi de olabilir. Önemli olan, sürenin başlangıç ve bitiş vaktinin kesin biçimde tesbit edilmesidir. Hatta yalnız bir defa ilişkide bulunmak için bile mut’a yapmak bir rivayete göre caizdir.

Meşhur kavle göre erginlik çağına varmış olan bir kadın bâkire olsun veya olmasın istediği bir erkekle mut’a yapabilir. Velisinin itiraz hakkı yoktur. Diğer bir kavle göre velisi babası ise izin vermesi gereklidir.

Babası vefat etmiş olan bâkire kızla mut’a nikahı yapmak mekruhtur. Bununla beraber adam mut’a yaptığı takdirde bekâretini gidermemelidir. Mamafih gidermesi haram değildir.

Akitte koşulan sürenin bitmesi ile nikah bozulmuş sayılır. Talak (boşama), eşlerin birbirine mirasçı olmaları, nikahla bağlantılı olan nafaka, îlâ, liân yoktur. Kadının iddet denilen bekleme süresi iki defa adet görmesidir. Bir kavle göre bir defa adet görmesidir. Kadın hamile kaldığı takdirde onunla mut’a yapmış olan erkek, bebeğin kendisinden olmadığını söylemek hakkına sahiptir. Erkeğin mut’a yapacağı kadınlarınSayısı için bir tahdit yoktur.

Anlattığım bu bilgi ve hükümler bu mezhebin fıkhına ait olan ve dip notta gösterilen kaynaklardan özetlenerek nakledilmiştir. (139)

Görüldüğü gibi mut’a nikahının rükünleri anlatılırken şahitlerden ve veliden söz edilmiyor. Bu durumda mut’a nikahı şahitsiz ve velisiz olarak erkekle kadının belirli bir mal karşılığında belirli bir süre birlikte olup cinsel ilişkide bulunmak için kendi aralarında anlaşmalarından ibaret olur. Böyle bir nikahın zinadan farkı yoktur. Çünkü zina, ırza tecavüz şeklinden ibaret değildir, tarafların anlaşması ve karşılıklı rıza ile bir mal karşılığı da olabilir, taraflar bekâr, dul veya evli olabilirler. Dinen evlenmelerine bir engel ij          bulunur veya bulunmaz. Zina sayılması bakımından bu durum

lar arasında hiçbir fark yoktur. Böyle bir mut’a ile belirli bir mal karşılığında karşılıklı rıza ile olan zina arasında görülen tek fark birisine mut’a diğerine zina demekten ibarettir. Adların değişik olması yapılan işin mahiyetini değiştirmez.

Zinayı bütün çeşitleri ile Mekke devrinde haram kılan İslâm dininde böyle bir mut’aya herhangi bir dönemde izin verilmiştir, denemez. Bazı İslâm alimlerinin dediği gibi mut’a nikahının müebbed nikahtan tek farkı, mut’anın geçici bir süre için yapılmasıdır. Rükün ve şartlar açısından aralarında başka bir fark yoktur. (140) Faraza Şianm dediği gibi velisiz ve şahitsiz

·        139) Şerâiü'l-lslâm Fi Mesâili'l-Helali Ve'l-Haram C.2, Sh: 528-532 Kum, Emir Matbaası 1409 ve eş-Şerîa, C.2, Sh: 23 Münkati Nikah bölümü ve el-Muhtasaru'n-Nâfı Sh: 181 Mısır-Darü'l-Kitabi'l-Arabî

·        140) Kurtubi Tefsiri Nisa S.24 ayetin açıklaması bölümü.

olsun mut’a nikahı müebbed nikahtaki hikmetleritaşımadığı için \ nesh edilip haram kılındı ve zinanın bir çeşidi sayıldı. Bunun için de Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Abdullah bin Zübeyir gibi yönetici durumundaki sahabiler mut’a yapan olursa cezalandırılacağını duyurdular. Buna dair rivayetler yukardı geçti. Abdullah bin Ömer (radiya’llâhü anh)’da mut’a nikahının hükmünü sorana: Ben onun zinadan başka birşey olmadığını bilirim, diye cevap verdi. (141) Cafer bin Muhammed de benzeri bir soruyu bu şekilde cevaplamıştır. (142)

Şu olay da ilginçtir: Abbâsî halifelerinden Me’mun ile Kadı Yahya bin Ekrem arasında mut’a nikahı konusunda bir tartışma cereyan ediyor. Şöyle ki: Me’mun, mut’a nikahının mübah olduğunu çevresine duyuruyor. Bunu duyan Kadı Yahya, üzüntülü bir halde Me’mun’un makamına girip oturuyor. Me’mun, ona:

-Hayır ola, seni üzgün görüyorum, diyerek sebebini sorunca Yahya:

-İslâm dininde icad edilen bir hükümden dolayı üzgünüm, diye cevap veriyor. Halife:

-İcad edilen şey nedir? diye sorunca, Kadı:

-Zinayı helal kılma duyurusu diyor. Halife:

-Mut’a zina mıdır? diye sorunca, Kadı:

-Evet, diyor. Halife:

-Neye dayanarak böyle söylüyorsun, deyince Halife:

-Allah’ın Kitabı ve Resûlünün Sünneti. Kitab’tan delil, Allah Teâlâ’nın:

·        141) Abdurrazzak'ın, el-Musannaf-ı 7/502 ve 7/505 ve Beyhakî Süneni 7/207

·        142) Buhari Şerhi Fethu'l-Bârî C.9. Sh: 150 Beyhaki'den

“Ve (Gerçekten kurtuluşa eren) O müminler ki ırzlarını korurlar. Ancak zevceleri (nikahlı eşleri) ve malik oldukları (cariyeler) hariç (bunlarla ilişkilerinden dolayı) kınanmış olmazlar. Şu halde kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar haddi aşanlardır.” (143) buyruğudur.

Ey Mü’minlerin Emîri! Mut’a yapılan kadın mâlik olunan cariye midir? deyince, Halife:

-Hayır, cariye değildir, diyor. Kadı:

-Peki o, Allah katında zevce sayılan, eşinden mirasçı olup eşi kendisinden mirasçı olunan kadın mıdır? Doğurduğu bebek eşinin nesebinden sayılır mı? deyince, Halife:

-Hayır, diye cevap veriyor. Kadı:

-O halde zevce ve cariyeden başkası ile ilişkide bulunan adam, haddi aşanlardandır, dedikten sonra sözlerine devamla; Sünnetten delile gelince: Zühri kendi senedi ile Ebu Talib’in oğlu Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh)den şunu rivayet etti:

-”Resulüllah sallallahü aleyhi ve sellem, mut’a nikahına izin verdikten sonra, mut’ayı yasakladığını, haram kıldığını ilan etmeyi bana emretti.” dedikten sonra Halife orada hazır bulunanlara dönüp:

-Siz, bunu Zühri’nin hadisi olarak bilip hatırlıyor musunuz? diyor. Cemaat:

-Evet, Ey müminlerin Emiri, deyince, Halife, görüşünden dönüş yapıp istiğfar ediyor, Allah’tan afv diliyor ve emrindekilere:

-Mut’anın haram olduğunu ilan edin, talimatını veriyor. (144)

·        143) 23 el-Mü'minûn 5, 6 ve 7. ayet

·        144) El-lknâ haşiyesi el-Büceyremi C.3, Sh: 338 de Sîretü'l-Halebî'den naklen ve eş-Şeyh Muhammed Hâmid'in Mecmuatu'r-Resâil'i Sh: 50

ŞİANIN MÜT’AYI MEŞRU SAYMA GAYRETÎNÎN SEBEBÎ

Şiilerin bir nevi zina şeklini arzeden ve sağduyu sahibi kimsenin tasvip edemeyeceği utanç verici mut’ayı hararetle savunmaları sırf bir mezhep taassubu olarak görülür. Çünkü onlar mut’anın Hz. Ömer (radiya’llâhü anh) tarafından yasaklandığını, yasaklama işinin kendisinin içtihadına dayandığını iddia ediyorlar. Diğer taraftan Hz. Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh)’a dayandırılan “Ömer’i mut’ayı yasaklaması olmasaydı, şaki olan kimseden başkası zina etmezdi” sözü de Hz. Ali’nin mut’aya taraftar olduğuna delil gösterirler. (145) Böylece mut’a meselesini sanki Hz. Ömer ile Hz. Ali arasında ihtilaflı bir konu imiş gibi mensuplarına sunup, gündemde tutmak gayreti içine girerler ve daha da ileri giderek sünni mezheplere karşı bir taassuba kapılırlar. Kitaplarında yer alan bazı rivayetler bu durumu gösterir. Örnek olarak bir iki rivayete yer verelim:

·        1. Kureyş kabilesinden zengin bir kız amcasının oğluna kendisi ile mut’a yapması için teklifte bulunur ve gerekçe olarak:

“Edindiğim bilgiye göre mut’ayı Allah ve Resûlü helal kılmış. Fakat Züfer -yani Ömer (radiya’llâhü anh)- haram etmiştir. Ben de Allah’a ve Resûlüne itaat etmek, Züfer’e de isyan etmek istiyorum, işte bundan dolayı benimle mut’a yapmanı arzuluyorum” der. Adam, Ebû Ca’fer’e gidip onunla istişare edeceğini söyler ve yaptığı istişarede Ebû Ca’fer’den şu cevabı alır:

“Yap, Allah, ikinize de rahmet eylesin.” (146)

·        2. Salih Ibn-i ükme ile Ebu Ca’fer arasında cereyan ettiği rivayet

olunan şu konuşma da ilginç olup mezhep taassubunu mut’ayı ibadet sayacak dereceye çıkardıklarının bir göstergesidir:______

·        145)  Bu sözle ilgili ve cevabı Şiilerin gösterdikleri deliller bölümünde geçti. Oraya bakılabilir.

·        146) Kuleynî, Furû1 Mine'l-Ahkâm 5/465

Salih bin ükme, Ebu Ca’fer’e:

-Mut’a yapmanın bir sevabı var mı? Ebu Ca’fer:

-Eğer adam mut’a yapmakla Allah’ın rızasını ve mut’ayı inkar edenlere muhalefet etmesi kastederse, mut’a için konuştuğu her kelime ile bir sevap kazanır, kadınla cinsel ilişkide bulunduğu zaman günahı bağışlanır ve bundan dolayı boy abdesti aldığı zaman saçından su miktarınca mağfirete kavuşur. Salih:

-Saçı adedince mi? Ebu Ca’fer:

-Evet, saçı sayısınca. (147) der.

Şiilerin şu sözleri de acaiptir: “Mü’min, mut’a yapmadıkça kemale ermez.” (148)

MÜT’A AKLEN DE MAHZÜRLCIDCIR

Bilindiği gibi nikahın meşruiyetindeki hikmet, sırf cinsel ihtiyacını gidermek değil, eserin başında anlatılan önemli gaye ve maksatlardır. Mutlu bir aile ocağı kurmak, insan neslini temiz bir yöntemle devam ettirmek, necip ve soylu evlad sahibi olmak, çocukları iyi bir şekilde yetiştirip, istikbale hazırlamak ve topluma yararlı bir gençlik kazandırmak, bu gayelerin başında gelir. Nikah bu maksatlara erişmek için buyurulan uygun bir vesile ve nezih bir yoldur. Mut’adan maksat ise geçici bir süre için sırf şehvet duygusunu tatmin edip boşalmaktır. Onda nikahın meşruiyetindeki hikmetlerin hiç birisi hedeflenmez. Mut’a nikahı denilen böyle geçici bir birleşme ve cinsel ilişkide bulunma, İmam Ca’fer-i Sadık (radiya’llâhü anh)’m da dediği gibi zinanın ta kendisidir. (149) Eğer böyle bir cinsel ilişki zina değil ise zina

·        147) Kuleynî, Furû' Mine'l-Ahkâm 5/465

·        148) Kum'i, Men la Yahdaruhu'l-Fakih, 3/2977

·        149) Buharî Şerhi Fethu'l-Bârî C.9, Sh: 150'de Beyhaki'den. nasıl olur? Zina, iki tarafın geçici bir süre için cinsel ilişkide bulunmaya rıza göstermesi suretiyle oluşmaz mı? Mut’a akdi bundan başka birşey için midir? Mut’a nikahından doğan zararların, zinadan dolayı meydana gelen zararlardan bir farkı var mıdır?

Geçici bir süre için cinsel ilişki arzusunu gerçekleştirmek için mut’a yapmak caiz ise zinanın haram olmasının bir anlamı kalmaz, onun da caiz olması icap eder. Bu itibarla mut’a nikahının caizliğini akıl da reddeder.

Mut’a nikahına cevaz vermek, fuhuş kapılarını açmak, İslam dininin tasvip ve teşvik ettiği müebbed evlilik hayatını yıkmak, kadınlara büyük bir ihanet ve mut’a yolu ile doğan çocuklara affedilmez bir zulümdür. Mut’a denilen utanç verici hastalık bir toplumda yaygınlaştığı takdirde, onun bünyesinde açacağı sosyal yaranın tedavisi ve onarılması çok zor olur.

Mut’anm caiz olduğunu iddia edenler, acaba anneleri, kız kardeşleri ve kızları gibi akrabası olan bir kadının değişik erkeklerle sırayla yatması demek olan mut’a yapmasına rıza gösterirler mi? Şayet rıza göstermezlerse din kardeşleri olan diğer insanlar hakkında böyle birşeye rıza göstermeleri vicdansızlık olmaz mı? Müslüman bir kadın seks metaı gibi bir süre kullanılıp bırakılacak, sonra başka erkekle yine geçici bir süre yatacak ve aynı kadın elden ele devredilecek. Böyle bir rezaleti yüce dinimiz şöyle dursun hiçbir dinin tecviz etmesi düşünülmez.

Tusî’nin anlattığı şu olaya yer vermekte yarar var:

Abdullah Ibn-i ümeyr, mut’anm caiz olduğunu söyleyen Ebu Ca’fer’e:

Kendi kadınların, kızların, kızkardeşlerin ve amcanın kızları mut’a yapsalar buna rıza gösterir misin, diye sorar. Ebu Ca’fer, kadınlarından ve amcasının kızlarından söz edilince yönünü çevirir. (150)

Şunu da belirteyim: Bazı Şiîler, bunun çirkinliğini geç de olsa idrak etmeye başlamışlardır. Şöyle ki, kitaplarında anlattığına göre Lübnan, Suriye ve Irak şiîleri, mut’anın caizliğine inanmalarına rağmen bu işi yapmazlar. Lübnan’daki Ca’feriyye mezhebine göre işlem yapan şer’i mahkemeler, kuruldukları günden bu güne kadar mut’a nikahına izin vermemiştir. (151)

ÖZÜCÜ BİR İSTİHBARAT

Son zamanlarda yayımlanan bazı eserlerde anlatıldığına göre, dindar olan kesimden yeterli din bilgisine sahip olmayan bir takım gençler, mut’a nikahının caiz olduğunu duydukları için beraber çalıştıkları kız arkadaşları ile mut’a nikahı yaparlar. Başlangıçta maksatları, beraber gidip gelmek, birlikte yemek yemek, çalışmada birbirlerine yardımcı ve destek olmak için aralarında namahremlik engelini kaldırmak oluyormuş! Tabii gençler bu işi baba ve annelerinden gizli yaparlar. Arkadaşlıkları bir süre devam ettikten sonra iş yavaş yavaş sevişmeye yol açar. Çünkü inanışlarına göre bunda dinen bir engel yoktur. İnsan fıtratında mevcut olan karşı cinse temayülün gençlikteki şiddeti dolayısıyla bu sevişme zamanla cinsel ilişkilere de yol açar ve artık dönüşü zor bir noktaya varılmış olur.

Başlangıçta sözde iyi niyetle sırf namahremlik engeli kalksın diye girişilen mut’a nikahı, gencecik kızla cinsel ilişki kurulması ve hamile bırakılması gibi feci durumlara sebebiyet verir ve bunu başka rezaletler izler:

·        150) Tusî, tehzîbü'l-Ahkâm 7/250-251

·        151) Şerâiü'l-lslâm fi Mesâili'l-Helali ve'l-Haram C.2, Sh: 367 Kum Emir matbaası 1409

İstikbali mahvolan kız okuyorsa okulunu terk eder. İş bununla da bitmez. Şöyle ki: Ya konuyu ailesinden ve çevresinden gizli tutmaya devam eder ve kürtaj olur. Tabii bunun günahını ve sağlık açısından riskini göze alır. Bilindiği gibi aileden gizli yapılan bu gibi tehlikeli kürtajın bazen ölümle sonuçlandığı bir gerçektir. Örnekleri zaman zaman basma da intikal eder.

İkinci bir ihtimal: Kız, acıklı durumu ailesine duyurur. Ailesi de ya başlarına gelen rezaleti sineye çeker, kızı perişan eden adamın akrabalığa liyakat durumuna bakılmaksızın acil evlendirme ile işi kapatır. Yahut kızı reddeder. Ailesinden kopmuş duruma düşen gencecik hamile kızı, adam kabul ederse, üzüntülü ve acıklı bir evlilik yaparlar. Böyle bir evliliğin ne derece, mutluluğa vesile olacağı da bilinmez. Şayet kızı perişan hale düşüren arkadaşı onunla evlenmeyi kabul etmeyip kayıplara karışırsa kız ortalıkta kalır, hatta kötü yollara da düşebilir. Diğer taraftan doğacak suçsuz bebek ne olacak, kime teslim edilecek, bakımını, yetişmesini, geleceğe hazırlanmasını kim üstlenecek? Kıza mı ağlanacak, bebeğe mi ağlanacak, kızın ailesine mi?..

Yukarıda işaret edilen acıklı durumun yaygın olduğu bir toplumu düşünmek bile insanı dehşete düşürür. Bu itibarla sağduyu sahibi hiçbir dindar gencin mut’a ve geçici nikahın caiz olduğu dedikodusuna kapılmaması ve bu tür söylentiler ile teklifleri elinin tersi ile reddetmesi dinen ve aklen de gereklidir. Çünkü mut’a nikâhı, Kur’an-ı Kerim, Peygamberin hadisleri ve sahabi-lerin icma ve ittifakı ile yasaklanıp haram kılınmıştır. Hanefi, Şâfii, Maliki ve Hanbeli mezheplerinin başta imamları olmak üzere tüm fıkıh, tefsir ve hadis alimleri, mut’a nikahı’nın şahitlerin huzurunda, iki tarafın ailelerinin bilgisi ve velinin muvafakati ile alenen de kıyılsa geçici bir süre koşulu bulunduğundan dolayı batıl ve geçersiz olduğu noktasında ittifak halindedirler. Diğer taraftan sağduyu sahibi her insan böyle bir birleşmenin çok yönden sakıncalı ve utanç verici olduğunu idrak eder.

Allah bütün gençlerimizi bütün felaketlerden ve özellikle konumuz olan mut’a fitnesinden korusun. Âmin.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar