Print Friendly and PDF

Orhan Okay






 

Sevgi

Dünyada her şeyin ölçüsü vardır.: Sevgininki de fedakârlıktır. Fedakârlık yapmayanların sevgisine inanılmaz. “ABDÜLAZIZ BEKKİNE”

Yaşamak, hizmet etmek ve af dilemek için bir mühlettir. “RAHMİ ERAY”

Dostlar! İnanmak, ummak ve sevmek gibi saadet yoktur. “NURETTİN TOPÇU”


"Orhan Okay"  Hakkında

“Erzurum’a gidiyorsun, orada bizim Orhan’ı bul. Çok iyi yetişmiştir. İyi anlaşırsınız, sana da faydalı olur” diyen Hocam Nurettin Topçu 1961’de Orhan Okay’la tanışmama sebep oldu. Erzurum’da bir Ayhan Yücel bir Sıtkı Evren buldum. Türkiye’yi kurtarmak üstümüze vazife imiş gibi 27 Mayıs havasında tanıştık. Uzun zamandan beri tanışıyormuş gibiydik.

Orhan Ağabey Vefa’dan, bense İstanbul Erkek Lisesi’nden Nurettin Topçu Bey’in talebesiydik. Milliyetçiler Derneği kurucusu olan Orhan Okay Ağabeyle Derneğin Erzurum Şubesini kurduk. Rahmi Ağabey “dergâh”ı Erzurum’daydı. 1963’de telaşlı bir Paris yolculuğu arefesinde yine memleket dertleri ile ortaklaştık. Paris dönüşü, çektiği slaytlarla bize Paris müzelerini, sanat eserlerini hatta sokak ve meydanlarını anlattı. 1966 yılı Hareket dergisi için yazı yazmaya ikna etmekle geçti. İlk yazı Nesillerin Ruhu’nu tanıtmak için. Daha sonra ilk birkaç yazıda S. F. Kâhyaoğlu imzasını kullandı. Yazı yazmaktan çekinir gibiydi. Uzun bir süre yazıya ara verdiler, fakat bu arada Mustafa Kutlu’yu bize tanıttılar. Beşir Fuad’ın yayını, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi'ne az da olsa madde yazımı, Dergâh dergisinde sonu gelmeyen Tanpınar ve Necip Fazıl Kısakürek tahlilleri, edebiyat ve sanat yazıları kitabının yayını, yeni kitap projeleri...

Para, şöhret, devlet, muvaffakiyet, ünvan, insanların önünde ve onları kuşatan sedlerdir. Orhan Okay için bu sedler yoktur. Mecbur olmasa akademik Unvanları almayacaktır. Kitabın son bölümünde, 1956’da dernekte verdiği seminer metnini okuduğunuzda olgun ve yetişmiş bir üniversite hocasını -ta o zamanlarda- bulacaksınız. Etrafından bir şey isterken çekingendir. Devletli arkadaşlarına oğlunun tayinini bile söyleyemeyecek mizaçtadır. 37 yıl sonra Istanbul’a dönmek isteyince, bu kadarcık bir istek, arkadaşlarınca çok görülüyor. Erzurum’dan ayrılmadan önce teklif edilen dekanlığı kabul etmrz.

Hocası Nurettin Bey gibi o da bir muallimdir. Rahmetli Hoca-*mız muallirm tarif ederken^ Orhan Okay’ı tanıyabilirsiniz: “Muallim, ruhları işleyen sanatkârdır. Muallim öğreten, irşad eden, yol gösteren,“terbiye eden kısaca emin, mürebbi ve veli vasıflarına sahip insandır. Muallim nakledici, gençlere bilmediklerini öğreten değildir. “Muallim tüccar değildir. Muallim sadece memur da değildir. Devletleri ve medeniyetleri kuran, yapan da, yıkan da muallimlerdir. Muallimin alçaltıldığı, mesleğinin hor görüldüğü milletler düşmüştür, alçalmıştır, parçalanmıştır. Muallim, geçeceği yol bütün engellerle örtülü olduğu halde, buna tahammül etmesini seven idealisttir. Muallimlik sevgi işidir, ruh sevgisidir. Muallim toplumun muhtaç olduğu doktordur. O hakikat aleminden haber, ruhlarımızı doyuran bilgiler verir. Muallim bizim ruh yapımızın sanatkârıdır. Muallim toplumda en fazla hür olan insandır.” Hocamızın yaptığı bu muallim tarifine Orhan Okay Ağabeyimizin uyduğunu onun öğrencilerinin şahadet edeceği kanaatindeyim. Kendisi “mektep insanlar” nehrinden geliyor. Toplumun gizli/görünmez kahramanlarından Rahmi Ağabey (Eray) başka bir muallimdi. “Eşyayı dahi incitmemek”, israf haram olduğu için “son fayda teorisi” ondan öğrenilmiş. Dayanılmaz maddi ve bedeni sıkıntılarına rağmen ağzından bir “of çıkmayan bu mütebessim ve mütevazi insanın yanında uzun yıllar kalmış. Bir İslâm âlimi olan Celâl Hoca (Ökten)’nın derslerinde bulunmuş. Ve tabi Abdülaziz Bekkine Hazretleri. “Para ateştir, ateşe rufailer karışır. Bizim parayla işimiz, alışverişimiz yoktur” diyen, etrafına “feragat”, sadakat, kanaat” aşılayan büyük zat. Orhan Okay bu mekteplerden geliyor.

Telaşsız ve tevazu içinde bir dindarlık. Toplumla, muhiti ile, üniversite ile didişmeyen, rahatsızlık duydukça içine kapanan bir mizaç. Ay sonlarında maaşı tüketenler için başvurulan “gizli yardım sandığı”. Bilgisini sunmaktan çekinen, sanki utanan bir halet-i ruhiye. Orhan Okay’ın Erzurum’daki odası bir ilim, öğrenme, öğretme mekânı olduğu gibi ihtiyaç sahiplerinin uğrak ve sığınma yeridir.

Muhakkak ki Orhan Ağabey de eşyayı, parayı sever. Ama başkası bunları verirse alır. Muammer Çelik kardeşimin “Orhan Ağabey’e ne bir tavuk ne bir kitap satamadım, benden almadı” burukluğu müstesna.

28 Haziran 1997. Aynı jüri önünde ve aynı dönemde doçent olan Orhan Okay ve înci Enginün, bu iki meslektaş, aynı gün ve toplulukta “armağan kitap”larmı alıyorlar. Bu bizi mutlu ediyor.

Eğer elinizdeki kitap daha mükemmel değil ve hatalar varsa benim yetersizliğimdendir. Bu kitabın güzel ve doğruları yazarlarına aittir. Yazı gönderen ve göndermeyenlere teşekkür ederiz.

EZEL ERVERDİ

HAYAT HİKÂYESİ VE ESERLERİ

DOPDOLU BİR ÖMÜR

Yazan: DR. HÜSEYİN YORULMAZ

Sakarya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

Orhan Okay, üç kuşaktan beri İstanbul’da yaşayan Arapgirli bir ailenin çocuğu olarak 1931 yılında bu şehirde, Balat’ta doğdu. Şimdi İstanbul’un orta yerinde bulunan Balat, o zamanlar kenar semtlerden biriydi. İstanbul’a yerleşmiş üçüncü neslin çocuğu. Büyük dedenin Arapgir’de kumaş boyacılığı yaptığı ve yaklaşık olarak 1860’larda İstanbul’a gelerek boyacılar kâhyası olduğu biliniyor. Aradan iki nesil geçtiği için ata diyârına karşı herhangi bir duygu hissetmez, ancak lise öğrenciliği yıllarında Fethi Gemuhluoğlu’nu tanıdığı zaman, hemşehrisi olan bu kişinin yüzü suyu hürmetine Arapgir’i yeniden tarif eder, memleketine karşı için için bir sempati duymaya başlar. Ancak asıl memleketi, yani ata diyârı daha yukarılarıdır. Anne tarafından Kafkasya Kütayis’ten geldikleri hakkında müphem bilgiler var zihninde.

Babası Salih Bey mütecessis bir insandır. Oğlunun doğumu üzerine, o güne ait takvim yaprağına kendi el yazısıyla bir not düşer. Bu takvim Osmanlı mozayiğinin bir kalıntısı olarak o yıllardaki usûle göre, bir tarafında 25 ikinci Kanun 1331, bir tarafında 6 Ramazan 1350, bir ,tarafında 25 Janvier, bir tarafında da Rumca olarak yine aynı günü gösteren ifade olmak üzere, dört dilde verilmiş, dört kültürde belirtilmiştir. Doğum günü 26 Ocak olup, saat üç sularıdır. Hatta Salih Bey oğlunun doğumunu dakika olarak da kaydederek bu sevincini tescil etme gereği bile duymuştur: 3.45.

Irklar mozayiği bir semt: Balat

Fatih’ten Edimekapı’ya doğru giden ve Suriçi’nin en uzun caddelerinden biri olan Fevzi Paşa Caddesi, İstanbul’un yedi tepesinden birine tırmanır. Sağ tarafta eski bir Bizans sarnıcı olan Vefa Stadyumu vardır. Bu stadyumun bittiği yerden bir yokuş Haliç istikametine iner. Bu yolun adı Salmatomruk Caddesi-’dir. Bir süre gittikten sonra adı Sultan Çeşmesi Caddesi olarak devam eder. Salih Bey ile Naciye Hanım’ın oğlu işte bu cadde üzerinde 58 numaralı, zamanına ve biraz da semtine göre epey göz alan üç katlı bir hânede doğdu. Bu ev, bundan on-on beş yıl öncelerine kadar duruyordu. Şimdi İstanbul’da her evin başına gelen dert onu da alıp götürdü, yerine şekilsiz kocaman bir apartman dikildi. Bizans’ın artıklarıyla, OsmanlI’nın ilâveleri arasında bir mekân olma özelliğini son zamanlara kadar taşıyabilen bu cadde, sonra Kürkçü Çeşmesi adını alarak Balat’a ve Vodina Caddesi adıyla da Fener’e, dolayısıyla Haliç’e uzanır.

Semtteki evler genellikle bugün olduğu gibi yapışık nizamdı. Bununla beraber bahçeli evler de çoktu. Orhan Okay’a göre, asıl eski Bizans, yani OsmanlI’nın da şehir olarak iskân ettiği suriçi İstanbul da dışarısı kadar tabiat içinde yaşamakta idi. En kalabalık ve sıkışık bölgeler Beyoğlu, Eminönü, Bayezid, Haliç kıyılarında bile hemen her evin, evden daha büyük bahçesi olduğu gibi, evler arasında ekili bahçeler, bostanlar çoktu. Orhan Okay, evlerinin hemen karşısında, gündüzleri çocukların oynadığı, kuzu otlattığı kırlık tepeleri, mayıs gecelerinde rüyalı pırıltılarla aydınlatan ateş böceklerini tatlı bir anı olarak hatırlıyor. Salih Bey’in evinin tam karısına düşen hâzineye ait boş bir arazinin yanında Molla Aşkî Camii vardır. Bu camie doğru yükselen ve Bizans istinad duvarlarıyla destekli, cünbüşlü, girdili çıktıh, oyuklu, mağaralı tepeler vardı. Bugün insana hayâl gibi gelen, Suriçi’nde yürüyebileceğiniz, koşup oynayabileceğiniz mağaralar. .. Renk renk kelebekler, çekirgeler, duvar diplerinde dolaşarak eksik olmayan kertenkeleler... Rivayete göre aynı zincirin uzantısı olarak Sur’un hemen dışında Eğrikapı civarında da varmış benzer mağaralar.

Vefa stadyumunun bittiği noktadan başlayıp aşağıya doğru kıvrıla kıvrıla uzanan ve birbirinin devamı olan caddeler adetâ iki tepe arasında bir dere yolu gibi Haliç’e inerdi. Sözkonusu evin arka yüzü de, değişik mahallelerin yer aldığı kısa bir düzlükten sonra Draman’a ve Fatih’e' doğru yükselen diğer bir tepeye bakardı.

Balat semtinin öteden beri sakinleri bakniıından son derece zengin ırk ve din karışımı bir özelliği vardı. Yahudi, Rum ve Ermeni cemaati ile içiçe yaşanılırdı. Osmanlı imparatorluğunun mütemmim cüzü olan azınlıklarla ilgili olarak, ilkokula başlamış olan Orhan’ın zihnindeki çocukluk fotoğrafları şunlar: istediği gibi yaşayan bu insanlar belli günlerde güzel kıyafetlerini giyerek mabedleri-ne koşarlardı... Onlar müslümanların bayramlarını kutlamaya gelir, müslüman-lar da onların Noellerini tebrike giderlerdi... Kendilerine mahsus yiyecekleri, şekerleri olurdu... Öyle ki, onların inançlarından dolayı toplum içerisinde değil küçük düşürülmesi, gayri müslim oldukları müslümanlar arasında hiçbir zaman hissedilmezdi bile.

Rum cemaatinin ve bütün Ortodoks dünyasının merkezi olan patrikhane buradaydı ve Fener’de bulunuyordu. Fener ve Balat’ta Yahudilerin de yoğunluklu olarak yaşadığını düşünürsek, bu bölgenin OsmanlI’nın bakiyesi olarak yüzyıllardır müslüman toplumun sırrını teşkil ettiğini söyleyebiliriz. Büyük bir imparatorluğun şon temsilcileri grup grup olarak yıllar yılı içiçe yaşamış. Yahudiler ayrıca bu .bölg'eden başka Beyoğlu, Büyükada ve Kuzguncuk’ta da yaşardı. Ancak Balat ye Kuzguncuk’ta yaşayan yahudiler diğerlerine nazaran bu cemaatin en fakiri olanlardı.* 1930’lu 4O’Iı yıllarda Balat’ta üç sinagog vardı. Burada ve tiftnİstanbul’da yaşayan Yahudiler, 1948 yılında İsrail devleti kurulduktan sonra, yıllardan beri sanki uzun bir hazırlık içindeymişler gibi gruplar halinde akın akın İsrail’e göçtüler

Sözkonusu cemaatlerin dışında, son yüzyılın savaş artıkları olan Giritli, Arnavut ve Romanya Türkleri de semtin diğer sakinleriydi. Hatta Acem denen, Azeri Türk’ü olan kahveciler, büfeciler,"aktarlar bile vardı bunlar arasında. Kırım ve Romanya Tatarları ise bu zengin mozayiğin bir başka yönünü oluşturuyordu.

Orhan Okay çocukluğu Balat ve Surdışı’nda Otakçılar’da (Eğrikapı) oynamakla geçti. Rami’de alabildiğine geniş bir arazide yetişen üzüm bağlarını hatırlıyor. Çocukluğunda tadı damağında kalan üzüm cinsleri: Parmak, çavuş, pembe çavuş, rezaki, misket... ilk aklına gelenlerden. Şimdi bize Fatih dönemi kadar uzak olan bu üzümler lezzetleriyle beraber kokularıyla da tanınan İstanbul’un yerli üzümlerindendir. Edimekapı’dan Topkapı’ya giderken, halen belediye otobüslerinin garajı olan yer marul ve bakla tarlası imiş. Sözkonusu sebzeler, gözleri bağlı merkeplerin bir daire etrafında gıcırtılı bir sesle döndürdükleri dönme dolaplarla çıkarılan suyla besledikleri bu topraklardan yetişirdi. Sadece burası değil, Ayvansaray, Eğrikapı, Mevlânâkapı ve Yedikule gibi sur kapılarından çıkar çıkmaz alabildiğine ekili bir arazi uzanırdı. Mecidiyeköy’deki uçsuz bucaksız dut ağaçlarını, alabildiğine geniş çilek tarlalarının uzandığı bomboş arazileri unutamıyor. Osmanlı çileği denilen ve bambaşka bir lezzeti olan pembe, kokulu çilekleri bugünkülerle karşılaştırmıyor bile. Orhan Okay’a göre, bundan yarım asır önce nüfusu 850 bin olan İstanbul’da, atlı arabaları ve bir miktar otomobili, çoğu OsmanlI’dan kalmış taş ve ahşap evleriyle belki şimdikinden daha fakir, fakat daha bahtiyar insanlar, bugünün insanının tasavvur edemeyeceği kadar baş başa, iç içe yaşıyordu.

Orhan Okay, Otakçılar’da oynadığı bir gün, yanından geçen sepetli motosikletlerden bir alarm sesi duyar. Arkasından hemen bir camiye sığınır. Devir, ikinci Dünya Savaşı yılları. Türk hükümetinin savaş için aldığı tedbirlerden biri de, herkesin kendi bahçesinde iki metre derinliğinde ve genişliğinde çukurlar kazmasını mecburi tutması idi. Bunun için polis ve muhtarlar geziyor, ortalığı sık sık kontrol ediyordu. Edimekapı, Süleymaniye gibi camilere asker girmiş ve bu mabedler kışla olarak kullanılıyordu. Sultan Ahmed ve Yeni Camii’in kapılarında ise “şu kadar kişilik sığınaktır” gibi levhalar asılıydı. Ayrıca halka karne ile ekmek dağıtılıyordu. Almanlar ortalığa inanılmaz bir şekilde korku salıyordu. Rusya korkusu ise harbin sonunda başladı. Kişi başına yarım ekmek dağıtılırdı. Ancak Salih Bey polis olduğu için ağır işçi sayılıyordu ve bir kilo ekmek alma hakkı vardı. Birinci Dünya Savaşı’nı da yaşamış olan baba Salih Bey, tecrübesine dayanarak daha karne sistemi başlamadan dışardan aldığı ekmekleri dilim dilim keser, tavan arasında kuruturdu. Kıtlık yıllarıydı ve tavanda çuvallar dolusu kuru ekmek asılı dururdu. Kurtlanmasın diye de arada bir güneşlendirilirdi. Karnelerini satan insanlar olurdu. Ekmeğe ihtiyacı olduğu halde Millî Şef döneminde başka ihtiyaçları için zaruri olan hakkını satan insanlar...

Taş mektebin yollarında

Polis bir babanın oğlu olan kahramanımız, babasının memuriyeti dolayısıyla dört-beş yaşlarını sürdürdüğü 1930’lu yılların ortalarında Ankara’da bulunur. Çocukluğunun en verimli yıllarını İstanbul’da geçiren Orhan Okay için, Ankara, o yıllarda yavaş yavaş gelişmeye başlayan bir kasabadır. Okul öncesi bir çocuğun zihnine akseden film şeritlerinden arda kalan enstantaneler: Tâ Taşhan’dan (Ulus) Çankaya’ya kadar kalın taş duvarlı evlerin yerini yeni yeni dolduran apartmanlar, sıra sıra yükselen biçimsiz binalar işgal etmeye başlamıştı. Ve insanlar! Ünlü Ankara kalesinin altında bulunan Samanpazarı’nda sabahları birer ikişer dükkânlarını açan esnaf... Namaz vakti dükkânlarını bırakıp giden bu insanların bir kaç kuşak önceki dedeleri de onaltıncı, onyedinci asırlarda mutlaka yine bunlar gibidir. Geçmişi fazla derinlere gitmeyen silik bir kasaba hüviyetindeki Ankara’ya, dışarıdan getirilen şehir planlamacılarının, yabancı mimarların bugünkü şekli verdiği kabul edilir.

Çevresinde gördüğünü tanımak isteyen ve mütecessis bir yapıya sahip olan Orhan Okay, ilkokula İstanbul’da doğduğu semtte bulunan ve Taş mektep diye de anılan okulda başladı(1938). O zamanlar okulların numaraları vardı ve bu okul 17. İlkokul idi. Daha sonraları ise Muallim Naci İlkokulu adını almıştır. Ahşap binalara mukabil, Abdülhamid devrinin son zamanları veya Meşrutiyet binalarından biri olan bu yapı, şimdi Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir takım büro hizmetleri için kullanılıyor. Bölgede yaşayan Ermeni ve Rumların kendi okulları bulunduğu için, Orhan Okay, bu azınlıklara mensup okul arkadaşlarının olduğunu hatırlamıyor. Ancak buna rağmen birkaç Yahudi arkadaşının varlığını ve onlarla iyi geçindiğini belirtiyor.

Orhan Okay’ın annesinin hem annesi, hem de babası Erzurumludur. On-on iki yaşma kadar anneannesinin bulunduğu evde yetişen torun Orhan’ın zihninde onunla unutulmaz anılar var. Anneannesiyle elele tutuşur, pazara gider, o Kara-gümrük pazarının hemen içinde bulunan bir mescitte ikindi namazını edâ ederken, kendisi dişarda oyalanır, birlikte tekrar eve dönerlerdi. Çocukluk arkadaşı olarak, tarif ettiği anneannesine özenerek namaz kılmağa başladığını söylüyor. Tabii hareketlerini kadınların namaz kılışlarına bepzeterek ellerini göğüs hizasında birleştirmesini, iki ayağını da sağa doğru yaymasını tebessümle hatırlıyor. Çok sevdjği mütedeyyin, sabırlı bir kadın olan çocukluk arkadaşını 80 yaşlarında 196.1 yıhnda yitirir.

1943 yılında ilkokulu bitirdikten sonra ise ortaokula zahiren bir ev görünümünde olan ve-müdürlüğünü ortaokul Türkçe kitaplarının yazan Baha Dürder’ijı •yaptığı Edimekapı Ortaokulu’nda devam etti Orhan Okay. Bu okul, bitirdiği ilkokulun hemen karşısındaki sokakta, herbiri İngilizce ve Fransızca olmak üzere ikişer sınıflı, yani toplam altı dershaneli bir mektepti. Bir Rum vakfına ait olan bu binanın karşısında bir de kilise vardır. Bugün bu bina yipe aynı Rum vakfına aittir.

Orhan Okay’ın bütün bir hayatına yansıyan kişiliğinin ilk tomurcuklarını, Taş mektebin ve Edimekapı Ortaokulu’nun yollarım yürüdüğü yıllarda görüyoruz. Devrin şartlarının aksine, belki de muhalefet olarak içinden gelen tarifi güç bir iştiyakla, amcasının Çarşamba karakolunun hemen yan tarafında bulunan helvacı dükkânının arka kuytu bir köşesinde Kur’ân okumayı öğrendi. Böyle bir eylemin polis takibini gerektirdiği bir zamanda, yeğen Orhan Okay, amcasının cesaretini muhtemelen karakoldaki polislerle kurduğu diyaloga bağlıyor.

Sahhafların Keşfi

İnsanın içine bir kere kitap kurdu düşmeyegörsün, -yetmiş yılına merdiven dayamış hocamızı yakından tanıyanların bizzat şahit olduğu üzere-: sırnaşık bir tiryakilik gibi ömür boyu yakasını bırakmaz. O artık kendi çoğu yaş grubu arkadaşlarının aksine eski yazılı kitapları yavaş yavaş okuyabiliyordu. Bir insan eski yazı okur ve İstanbul Suriçi’nde oturur da Sahhaflar çarşısını tanımaz olur mu? insanın önüne bir define adası gibi açılan Sahhaflar’ı bu definenin yerlerini gösteren kitapları ve bunu tiryakilerine nikotin gibi alıştıran kitapçıları tanımak da aynen öyle bir alışkanlıktır..

Anne ve ablasının Kapahçarşı’daki olağan işleri dolayısıyla kendisinin de onlara refakati neticesinde tanıdı Sahhaflar’ı. O devirde Balat’ta oturan bir ailenin Eminönü’ne, Kapahçarşı’ya gitmek gibi ayda bir yapılması zorunlu olan rutin işleri vardı. Bayezid’e kadar tramvayla, oradan Sahhaflar’m içinden geçerek Kapahçarşı’ya gidilirdi. Ancak dükkân dükkân gezmek onun için sıkıcı idi ve fazla da umurunda değildi. Anne ve ablasına refakat bedeli o günün rayicinde bir buçuk kuruşa alınan bir simitten ibaretti. Bir de, aybaşı gibi özel günlerde Çukur Muhallebici’de yemlen döner kebap. Fakat gözü kaldırım kenarlarına ve vitrinlere dizilen kitaplarda olduğu için, ayda biır-iki kez yapılan Kapalıçarşı seyahatlerinin asıl kazancı kitapları tanımak olmuştur. Çok kere ilgisiz, bazan merakla, sonra da tecessüsle oraların ne olduğunu boyuna kendi kendine ve yakınlarına sormuştur. Bu kazancı edinene kadar kim bilir kaç defa geçilmiştir asma yaprakların loşlaştırdığı yerlerden?! Ve kim bilir su sam kokulu gevrek kaç sıcak simit yenilmiştir?!

Ortaokul sıralarında artık ailesinin yardımına gerek duymadan da Sahhaflar’a gitmeye başlamıştır. Orada genç, yaşlı insanların peykelere, tezgâhlara eğilerek, yerlere konmuş kitapları ellerine alıp karıştırmaları lezzetli, tadına doyum olmayan bir şey gibi gelirdi ona. O insanların kitabın sayfalarını ağır ağır çevirmeleri, bazan dükkânın kapısında bir sahhafla uzun süreceği belli olan bir sohbete dalmaları, sanki ona birden bire farklı ve bambaşka bir alış-veriş dünyasının kapılarını aralamıştı. Ne berikiler herhangi bir müşteri, ne de ötekiler sıradan bir esnaftı.

Ortaokul yıllarından bir mahalle arkadaşı vardır: Karadenizli Dursun. Tuhaf bir merakla Dursun, yaşı ve dönemine rağmen Osmanhca okumasını da öğrenmiştir. Tarihe meraklı ve başta Ahmet Refik’e ait ollmak üzere eski harfli pek çok kitabı vardır. 13-14 yaşlarındaki bu çocuk, arkadaşı Orhan’a göre sanki büyümüş de küçülmüş! Dursun, yaşadığı yüzyılın ikinci yarısında bir kaç edebiyat otoritesinden biri olacak bu arkadaşına elifba tedarik ederek onun Osmanlıcasmı ilerletir. Haydar’m bulduğu bu elifba, Cumhuriyet devrinde, eski harflerimizin son yıllarında Hattat Hamid Aytaç’m düzenlediği son elifbalardan biridir. Orhan Okay, biraz da rik’a ile yazmak suretiyle okumayı hayli geliştirir. Sahhaflar çarşısının ikinci safhası onun için bundan sonra başlamıştır. Resimli kıraat kitapları, kolay okunur cinsten tarih kitapları, polis, macera ve seyahat romanları türünden akla hayâle gelmeyen bir sürü kitap... Edebiyatımızdaki Orhan Okay isminin yönelişlerini biraz da bu yıllarda aramak gerekir. O, hikmetinden sual olunmayan kaderin insanı hangi yolda yürüteceğini bilmediği gizli bir güçle edebiyata yönelir.

Sahhaflar artık onun için haftada bir kaç kere mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir uğrak yeridir. Sahhaflarla dostluk ve samimiyet ilerletilmiş, vitrinlerdeki kitapların sayfaları bir selamla hemencecik zorlanmadan açılır olmuştur. Bu Sahhaflar şimdikinden daha dar, ahşap, küçük dükkânlardı. Sonra bir yangında, geçmişin soluğunu serinletici bir meltem gibi yanıbaşımızda hissettiren Sahhaflar, bu efsunlu çarşı birdenbire kayboldu. Tabii içindeki bütün o yazmalar hâzinesi ile beraber. Galiba şimdiki Sahhaflar’ın giderek yeni kitapçılar çarşısı haline gelişi bu uğursuz yangının sonucudur.

Osman Nuri Ergin’in Şehir Rehberi’nde Sahhaflar, Kapalıçarşı içinde bir sokağın adıdır. Bugünkü Sahhaflar çarşısı da Hakkâklar sokağı olarak görülmektedir. Kim bilir ne zamandan beri Sahhaflar adını aldı?!

Orhan Okay’a göre yangından önceki Sahhaflar çarşısı da bugünkünün ye-rindeydf ve birbirine paralel iki sokaktan teşekkül ediyordu. Sol tarafa ve biraz geriye doğru dian sokakta kitapla ilgili bir dükkân yoktu. Umumi tuvaletler ve bir kaç bakırcı dükkânı vardı. Asıl Sahhaflar dar ve uzun bir koridor halinde so-kağıntalt ucuna kadar uzanıyordu. Belki üç metreden daha dar bir sokaktı. Yaşlı bif asma' gökyüzünü göstermeyecek şekilde sokağın üzerini kaplıyor, yolun iki tarafındaki dükkânları samimi bir dostluk bağı gibi birbirine rabtediyordu. Istan-bul-. Belediye Mecmuasında, Ertan Ünal, Sahhaflar Çarşısı’nı tanıtırken, bugün Beyazıt Camii arkasında küçük bir alan üzerinde kurulmuş olan bu çarşının eskiden Kapalıçarşı’nın içinde bugünkü Yorgancıların bulunduğu yerde olduğunu söyler. Osman Nuri Ergin’in görüşü de aynı doğrultudadır. Kıymetine paha biçilemeyen el yazması kitaplar burada alınır, satılırdı. Özellikle salı ve cuma günleri yapılan kitap mezatları, kitapsever her İstanbullu için kaçırılmaz bir fırsattı. Mezada çıkarılacak kitaplar önce Sahhaflar kâhyasinın dükkânına getirilirdi. Kâhya kitapların değerini anlamak için kitap mütehassısı diyebileceğimiz birkaç kişinin fikrine başvurur, sonra kitap biçilen fiyat üzerinden satışa çıkarılırdı. Kapalıçarşı içindeki sahhaflarm son kâhyası “Sağır” namı ile tanınan ve bir oturuşta bir kuzu yediği söylenen şişman ve bütün Istanbullularca tanınan bir zat idi. Yine aynı devirde yaşayan en büyük kitap mütehassısı da Kütahyalı İsmail Efen-di’ydi. Özellikle tarihî kitaplar üzerinde büyük ihtisası vardı. Sahhaflarm en enteresan tiplerinden biri de bohçacılardı. Bunlar çarşıda ele geçirdikleri nadir yazmaları, minyatürlü eserleri, ya bir bohçaya sararak, ya da koyunlarında saklayarak devrin zengin kitap meraklılarının konaklarını teker teker gezerdi. Özellikle zenginler bu eserleri, kıymetine bohçacıyı memnun bırakacak bir meblağ ekleyerek alır, ancak onun devamlı olarak kendisine çalışması, bulduğu nadide eserleri kendisine getirmesi için paranın hepsini birden ödemez, taksite bağlardı. Çarşı içindeki dükkânlar bir süre sonra birer ikişer Hakkâklar çarşısına (bugünkü yerine) taşınmağa başladı.

O yıllarda Orhan Okay’ın tanıdığı birkaç kitapçı arasında en profesyoneli Nizamettin Bey’di. Yabancılara meramını anlatacak kadar bir kaç dili, bir kitapçıya yetecek seviyede konuşurdu. Geçen asrın meşhur şairlerinden Yenişehirli Avni Bey’in yeğeni olurdu. Nizamettin Bey’de pek yazma kitap yoktu, buna mukabil Türkiye ile ilgili yabancı tarih ve seyahatname kitaplarının zengin olduğu muhakkaktı. Müşterilerinin olmadığı zamanlarda kapı komşularıyla tavla oynamak onun en büyük zevki idi. Onun yanı başında İsmail Hakkı Bey diye diğer bir sahhaf daha vardı. Muzaffer Özak Hoca ise cüsseli yapısı ve gür sesiyle hoşsohbet tiplerden biriydi. Bayağı gençti, Karagümrük’teki Cerrahî tekkesinin şeyhi Fahreddin Efendi’ye müntesipti. Vezneciler’de, şimdi yıkılmış olan küçük bir mescidde de imamlık yapıyordu. Profesör Faruk Sümer kendisine veya kardeşine ait bir küçük kitapçı dükkânında bulunuyordu. Eski alay müftüsü Şakir Çö-rüş Hoca daha çok dinî kitaplar satardı. Kendisinin de halk için yazdığı bazı küçük dinî kitapları vardı. Bir kaç yıl önce vefat eden Necati Bey’in kayın pederi Raşid Efendi de eski sahhaflardandı. Necâti Bey, dükkânının üzerinden onun adını eksik etmemiştir. Tokgözlü, herkesin ihtiyacını karşılayacak kitaplar bulunduran Necâti Bey, orta halli kitap müşterisini en kolay memnun eden bir kitapçıydı. Necâti Bey, Orhan Okay’ın dükkânını istediği gibi taradığı bir sahhaftı. Bir başka sahhaf olan Hulûsi Efendi ise tabela yazar, mürekkeb, kamış, kalem, lika gibi hat malzemesi satardı. Onun oğlu Ekrem Karadeniz de sıhren sahhaf oldu. Ekrem Bey’in meslekdaşlarma göre farklı meziyeti, Türk musikîsine ait değerli bilgilere sahip olmasıydı. îş Bankası Yayınları arasından çıkan o büyük hacimli musiki nazariyatı kitabı, bu mütevazi sahhafm eseridir.

Şeyhü’l-Sahhâfîn Raif Yelkenci’yi de mutlaka anılması gereken bir kişi olarak görüyor Orhan Okay. Ancak onun asıl Sahhaflar çarşısı içinde olmadığını söylüyor. Onun dükkânı, Sahhaflar’m alt ucundan çıktıktan sonra hemen Kapa-lıçarşı’mn duvarına bitişik, muhtemelen kapının birkaç dükkân solunda bulunuyordu. Raif Bey bir sahhaf değil, aynı zamanda engin bilgisi olan bir Osmanlı aydını idi. Pek çok araştırmada onun bilgisinden istifade edildiğini ilgililer bilir. Pek çok önsözde de, bilgisini ve elindeki yazmaları esirgemeden veren bu alicenap insanın adı geçer. O kitap satmaz, edebiyat, tarih vs. araştırıcılarına adata kitap bulurdu. Kitapçı dükkânı değil, kütüphanesi olan bir insandı demek daha doğru olur. Çoğu kitap meraklısının, tarihçinin, edebiyatçının onun rahle-i tedrisinden geçtiğini söylemek mübalağa zannedilmesin. Orhan Okay’ı, bir gün eline “Hâmil-i kart.ibareli küçük bir pusula sıkıştırarak Hattat Halim Hoca’ya meşk için gönderen de Sahhaflar’m bu bilge kişisi yine Raif Yelkenci’dir.

Bugün okul araç-gereçleri ile, üniversiteye hazırlık ve ders kitaplarının satıldığı kırtasiye dükkânları haline gelen Sahhaflar’m eskiden şüphesiz daha ek-zotik bir havası vardı. Yağmur yağsa yere damla düşmeyecek gibi sıklıktaki asma yaprakları, sarmaşıklar o sevimli mekânın alışık olunan dekoruydu.

Bâbıâlî, Sahhaflar’a göre daha yüksek bir kitapçılar sınıfı idi. Orada da eski kitaplar bulunsa bile daha çok yeni kitapçılar vardı. Büyük kitapçılar ekalliyetlerdendi, Tahsin Demiray’ın Türkiye Yayınevi vardı. Bir ara Köylü Partisi’ne girdi. Daha sonra DP’ye geçti. 1928’den sonra alfabe basma imtiyazını almış ve zengin olmuş bir kişidir. Garbis Fikri’nin hâlâ devam eden İnkılap Kitabevi, 11-yas Bayar’ın Kanaat Kitabevi, Semih Lütfi’nin Tefeyyüz Kitabevi’ni de bu arada sayabiliriz. Semih Lütfi Kayserili bir Ermenidir. Karısı da Rumdur. Necip Far zıl’ni kitaplarını o basmıştır. Bunların dışında Zaman Kitabevi, Gayret Kitabevi de vardır. Gayret, yıllarca Samiha Ayverdi’nin romanlarını basmıştır.

Buna mukabil Ermeni ve Rumların dışında da memleket kültürüne iyi hizmet etmiş.ve başarılı yayıncılık yapmış Remzi, İbrahim Hilmi, Arif Bolat, Tahsin Demiray gibi kitapçı ve yayıncıları da tanımıştır Orhan Okay. Remzi’nin sahibi Remzi Bengi’dir. Sahhaflar’daki Elif Kitabevi’nin sahibi Aslan Kaynardağ onun yanında yetişmiştir. İbrahim Hilmi’nin kitabevinin ismi Hilmi Kitabevi’dir. İbrahim Hilmi Bey, yıllar yılı Ahmed Rasim’in, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın romanlarını basmıştır. Sirkeci’ye giderken sol tarafta Ahmed Halid Kitabevi bulunurdu. Vilayetin orada, sağ tarafta ise Hilmi ile beraber Türkiye Yayınevi yer alırdı. Beyoğlu’nda ise müslümanların açtığı Beyoğlu Kitap Sarayı göze çarpardı. Ağa Camii’in sırasından başlar ve şimdiki iki-üç dükkânı içine alırdı. Sahipleri Vecihî Görk, Ebuzziya ve Osman Nebioğlu’dur. Haşet şimdikinden daha büyük bir yayınevidir. Yine Beyoğlu tarafında Tünel’de Kohen hemşirelerin sahibi olduğu Kitab-ı Mukaddes’in de iki katlı bir yeri vardı.

Sahhaflar’ın ve Bâbıâlî’nin kitaplar konusundaki eski zenginliğini uçup gitmiş bir Anka kuşu gibi hatırlayan Orhan Okay, bu kültür, önce şehrin sokaklarında, vitrinlerinde ve kitapçı dükkanlarmdadır, diyor. Belki çoğumuzun adını duymadığı, kütüphanelerde bakmayı akıl bile edemediği pek çok kitabı ve dergiyi, o, böyle kitapçı raflarında, peykelerde karıştırarak okuma fırsatını bulmuştur. Tabii çoğunu almıştır da.

Vefa yollarında

1947 yılında Edimekapı Ortaokulu’ndan iyi bir derece ile mezun olan Orhan Okay, Vefa Lisesi’ne kaydını yaptırır. Kuruluşu 1876 yılma dayanan bu okul, ortaokulu Suriçi’nde bitiren çoğu talebenin rağbet ettiği iki-üç liseden biridir. İstanbul’da her okulun yöneldiği bir istikamet vardır. Edimekapı Ortaoku-lu-nu bitirenlerin yöneldiği lise de Vefa idi. O zamanlar Suriçi’nde beş lise vardı ve henüz “bir müdür, bir mühür” modası yaygınlaşmamıştı. Bunlar Vefa, Per-tevniyal, İstanbul Erkek, İstanbul Kız ve Cumhuriyet Kız Lisesi’dir. Bu okullarda kız ve erkek öğrenciler yüzde seksen ayrı okurlardı.

Maarif’e bağlı bu devlet okullarının yanında bir de özel okullar vardı. Orhan Okay’m belirttiğine göre Horhor’da bulunan bir lisenin ismi Hayriye Lisesi’dir. Hatırlayabildiği kadarıyla Kenan Rifai bu lisenin ya müdürü, ya da hocasıydı. Hayriye Lisesi’nin Çarşamba’da da bir şubesi vardı ve paralı olması yüzünden halk “Şirket-i Hayriye” ismini koymuştu. Ayrıca bugünkü belediyenin yanında bir de istiklâl Lisesi bulunuyordu. Bu lisenin müdürlüğünü ise, eski Türk edebiyatı üzerine çok değerli çalışmaları olan Âgah Sırrı Levend yapıyordu. Hiçbir mektepte dikiş tutturamayan, bir yerde okuyamayan bu liseye gelir ve oradan kolaylıkla mezun olurdu. Bir gün birisi Âgah Sırrı’ya, “Siz ne yapıyorsunuz, başka yerde okuyamayan gelip sizde liseyi bitiriyor, böyle giderse siz eşeklere de diploma vereceksiniz” demiş. Âgah Sırrı da yarı şaka yarı ciddi bir şekilde, “Biz zaten eşeklere diploma veriyoruz” demiş ve bir hikâye anlatmış: Bir karı-koca İsviçre’ye seyahate gitmiş. Giderken bir istasyonda tren birkaç saat mola vermiş. Dinlenme esnasında yolculardan birisi, orada para ile diploma veren bir üniversitenin bulunduğunu söylemiş. Adam bu sözün arkasını takip ederek, Türkiye’de bir türlü alamadığı üniversite diplomasını orada para ile almaya karar vermiş ve hemen elde etmiş diplomayı. Karısı, buraya kadar gelmişken bari ben de alayım, demiş ve o da almış bir diploma. Sonra adam, iki çocuğumuz var, ne olur ne olmaz, onlara da devlet kapısında iş bulabiliriz belki diyerek iki diploma daha tedarik etmiş aileye. Diploma almak problem değil, parayı yatırana hemen veriyotlarmış matbu bir kağıt parçasını. Kadın bu sefer, dünyada olmaz demiş, bizim evdeki eşeğe de diploma alacağız, almadan katiy-yen gitmem, diye tutturmuş. Adam çaresiz okul müdürüne gitmiş, böyle böyle demiş, ta Türkiye’den buraya kadar geldik, hanım ille de tutturdu evdeki eşeğe de diploma alacağız diye. Adamcağız nasıl bir cevapla karşılaşacağını kestire-mediğinden bu düşüncesini müdüre ıkına sıkına anlatmış. Müdür işi bozuntuya vermeden yerinden şöyle bir doğrularak, yok demiş, sıkılmanıza hiç gerek yok, biz zaten eşeklere diploma veriyoruz.

Vefa Lisesi son sınıfta Mehmet Kaplan’ın eşi Behice Kaplan, Orhan Okay’ın edebiyat dersine girmiş, eski harfleri öğrenmiş bir kimse olarak onun dikkatini çekmiştir. Sınıfın göze batmayan arka sıralarında otururdu. Behice Hanım, derste Divan edebiyatından bir şiir okuduktan sonra talebelerine okuduğu şiirin veznini sorardı. Sınıfın çoğunluğu okunan şiirin veznini bulamaz, ya kem küm ederdi, ya da uzun bir hesaplamadan sonra zor bulurdu. Orhan Okay’a gelince, şiirin veznini okunur okunmaz anında cevaplandırırdı. Bir böyle, iki böyle, üç böyle... Behice Hanım, edebiyata karşı bir lise talebesindeki bu şevki görünce uzun vadede onu test etmeye kalkışır. Yine bir gün Divan edebiyatından okuduğu bir şiirin veznini sordu hocası. Orhan Okay tereddütsüz hemen cevap verince, “Kitabında mı yazıyor?” dedi asabi bir şekilde. Tabii onun aruza hakimiyetini sonradan öğrenince, aralarında öğretmen-öğrenci ilişkisi yerini yıllar boyu süren kalıcı bir dostluğa terketmeye başlamıştı. Sınıfta Behice Hanım’ın Orhan Okay’a sorduğu beyitlerin vezni “mef’ûlü” ile başlamış olacak ki, sınıfın muzip kızları, kıskançlıkla karışık bir sevgi belirtisi olarak arkadaşları Orhan’a “Mef’ûlü’ ismini takmışlardı.

Orhan Okay edebiyatı ortaokuldan beri seviyordu ve arkadaşları arasında dersinde çok başarılıydı. Öyle ki Reşat Nuri Güntekin’in bile takdirini kazanmıştı. Edebiyat dersinde sınıfın çalışkan öğrencisi olan Orhan Okay’ın bir Yahya Kemal defteri vardır. Bilindiği gibi büyük şairin ölümüne kadar şiir kitabı ba-sılmamıştif. Yahya Kemal’in dergi ve gazete sayfalarında kalan şiirlerini sevenler, ancak bu'yolla okuyup zevk alabiliyorlardı. Okay, hâlâ sakladığı bu defterinde,'Yahya' Kemal’in yayınlanmış olup da gördüğü bütün şiirlerini kaydetmişti. Tabii yadlar eski harflerle rik’a yazı ile kaleme alınmıştır. Reşat Nuri Güntekin bir gün sınıfa müfettiş olarak girer. Edebiyat ho'cası Behice Kaplan, “abes-muktebes” farklılığını öğrencilerine göstermek için s ınıfm çalışkan öğrencisi Orhan’ı tahtaya kaldırır ve bu iki kelimeyi eski harflerle yazdırır. Orhan Okay tahtaya yazıyı yazdıktan sonra, Behice Hanım, öğretmen masasında oturan Reşat Nuri’nin yanına kadar giderek, “Orhan eski yazıyı da biliyor, hatta Osmanlıca ile tutulmuş Yahya Kemal defteri bile var” der. Çalıkuşu yazarı masadan kalkarak arka kuytu bir köşede Orhan Okay’ın oturduğu sıraya kadar gelir ve ünlü şairin şiirlerini yazdığı defteri ister. Reşat Nuri, okuna okuna cildi oldukça yıpranmış defteri şöyle bir karıştırdıktan sonra, Behice Hanım’a dönerek, “Yazısı da benimkinden güzelmiş” diye Orhan Okay’a hayatı boyunca unutamadığı bir iltifatta bulunur.

Yine lisede derslerine giren hocalar arasında Nurettin Topçu da vardır. Top-çu’nun derslerini büyük bir dikkat ve hayranlıkla dinlerdi. Bu dikkat ve hayranlık Nurettin Topçu’nun ölümüne kadar sürdü ve ona b ağlanarak yakınlarında yer aldı. Orhan Okay’a göre hocası Nurettin Topçu, milliyetçi, dindar ve muhafazakâr bir dünya görüşünün insanı idi. Bununla beraber bu görüşün mensuplarını da tenkit etmiş, hatta zıt görüşlere mensup olanlara da gerektiğinde haklarını vermiştir. Bu davranış tarzı onun İlmî zihniyetinin ve hasbî vatanseverliğinin tabii bir tezahürüdür. Orhan Okay, Nureddin Topçu’yu 1946 yılında tanıdı. 1949 yılında da talebesi oldu. Gerek kendi gözlemi, gerekse bütün öğrencilerinin intibaları, başlangıçta onun öğrenci üzerinde sert, haşin ve müs'.amahasız bir öğretmen olarak görünmesidir. Fakat zamanla, öğrencilerine karşı derin ve gerçek bir sevgiyle dolu olduğunu farketmemek mümkün değildi. Bir mâbede girer gibi sınıfa girer, bir mihrâb önünde hissedilecek vecdi, kürsüde yaşardı. Cemiyetin başıboşluğundan doğan ıstırablarını, kürsüde, bir anda unutuverdiğini defalarca söylemiştir.

Nurettin Topçu’nun Vefa Lisesi’nde verdiği bir konferansı hatırlar Orhan Okay. Konu “Büyük Adam”dı ve konferansta ideal şahsiyetler, ruh adamları ele alınmıştı. Reşat Ekrem Koçu da liseden tarih hocasıdır. Kısacık boylu olan Koçu olağanüstü derecede güzel konuşur, öğrencilerini ders boyunca adeta kendisine hayran bırakırdı. Fecr-i Âtî üzerine bir kitabı ve ayrıca rubaileri de bulunan-Rifat Necdet Evcimen de derslerine girmiştir. Hocaları arasında Vefa Kulü-bü’nün bir numaralı üyesi Saim Turgut Aktansel de vardır. Turan Oflazoğlu kendisinden bir sınıf alttadır.

Orhan Okay, Vefa Lisesi’nde iken iki kanattan ibaret bu okulun Süleymaniye tarafında, bugünkü İlim Yayma Yurdu’nun yerinde Zeyrek Ortaokulu vardı. İmam-Hatip okullarının kurucusu Celâl Hoca adıyla maruf Celâleddin Ökten’in uzun çalışmaları neticesinde orası ilk İstanbul Imam-Hatip Okulu oldu ve eğitim ve öğretim bir süre bu binada devam etti. Bu binayı Topbaşlar’m de içinde bulunduğu birkaç zenginin yaptırdığını hatırlıyor. Bu arada Orhan Okay kendisinden yaşça çok çok büyük hocası Celâl Hoca ile üstad-çömez yakınlıkları içinde arkadaş olmuş, Îmam-Hatip okulu için bina temininde onunla İstanbul’u karış karış gezmiş, Eyüp’ten Edimekıpı’ya kadar metruk binalar, yıkık medreseler tek .tek dolaşılmıştır. ÜşenilmedenBeyoğlu’nda Galata Mevlevihanesi’ne bile gidil-mişdir. Celâl Hoca bunu yakınlarına “Bir yanımda bizim Orhan, bir yanımda da şu emektâr baston Imam-Hatib’e yer bulmak için yazın sıcağında çök dolaştık” der dururmuş.

Bilindiği gibi İlim Yayma Yurdu’nun Fatih tarafına düşen yönünde tarihî Vefa Bozacısı vardır. Suriçi’nde oturan ailelerin akşamları buraya kadar aheste aheste yürüyerek boza içmeye gelmeleri özel zevkleri arasında idi. Yine aynı şekilde serin ve temiz havada yürüye yürüye evlere dönülürdü. Vefa’dan başka yerde de boza satılmazdı. Boza sıcak leblebi ile içilir ve leblebici de hemen karşısında bulunurdu. Boza şarapsa leblebi onun mezesi sayılırdı. Vefa Bozacısı’nın içi sütunlu aynalı bir yerci. Bugün olduğu gibi muşamba koltuklar vardı. Atatürk’ün bizzat oraya kada' gelerek içtiği boza bardağı hâlâ yerinde durur. Orhan Okay’m hatırladığına göre, şimdi aynı yerinde durmayan bir de Celâl Bayar’ın içtiği boza bardağı vardı Adnan Menderes’in asılmasından sonra bir gün bardağın kaybolduğunu görür Mütecessis lise öğrencisi oradaki görevlilere, “Burada Celâl Bayar’ın boza içtiği bir bardak vardı, şimdi göremiyorum” diye sorunca, görevli de, 27 Mayıs’tın sonra bir subayın gelip o bardağı oradan kaldırdığını söyler.

Vefa’da bozacının hemen yanı başında şirin mi şirin ufacık bir mescid de vardır. Mescidin kendisiyle mütenasip küçük bir de minaresi mevcuttur. 1930’larda camilerin tasfiye edildiği sıralarda bu mescid at nallayan bir demirciye vakıflar tarafından bir kaç yıllığına kiraya verilmiş ve nalbantlar burada yıllarca hayvan nallamış. Aradan zaman geçmiş, 1950’li yıllarda burası yeniden eski fonksiyonuna dönnüş ve ibadete açılmış. Bu mübarek mekânın nalbant dükkânı olarak kullanıldğı yıllarda duvarlara yer yer demir halkalar da asılmış. Orhan Okay seneler soıra bir gün bu camiye girdiğinde duvarda bir zamanlar atların bağlı olduğu halfalardan birinin hâlâ durmakta olduğunu görür. Çok dikkatini çeker ve heyecanlanır; buna bir türlü anlam veremez. Sonra ne olduğunu ve o halkanın ne zamar oraya asıldığını öğrenir ve hayreti büsbütün artar. O halka, işte o meş’um zamanın bir nişânesi olarak cami ibadete açıldıktan sonra orada unutulmuş kalmış. Bütün bir tarihin sayfaları gözlerinin önünden hızlı hızlı çevrilmişti. Böyle bir manzara karşısında, sadece bakmakla yetinmeyip baktığı bir şeyi aynı zamanda “gören” nüfûz-ı nazar sahibi Orhan Okay’m aklından kim bilir-neler geçmiştir: Yıllar boyu bu mübârek mekân bir nalbant dükkânı idi ve hayvan pishklerinin^sindiği şu duvarlarda çekiç, kerpeten ve çivi sesleri çınlamıştı.

Yol ayrımı ! Felsefe mi, edebiyat mı?

Orhan Okay liseyi bitirdikten sonra 1950 sonbaharında Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne kaydını yaptırdı. Burada bir sömestr felsefe okudu. Yüksek Öğretmen Okulu da Vefa Lisesi’nin şimdiki merkez binasının yerinde bulunuyordu. Orhan Okay’m orada tanıdıkları da vardı. Meselâ Ahmet Kabaklı bunlardan biri idi. Tahsin Banguoğlu’nun Maarif Vekilliği zamanında bir takım siyasî kliklerin yuvası olduğu gerekçesiyle Yüksek Öğretmen Okulu lağvedilmişti'. Son öğrecilerine burs verilerek sadece fakültelerine devam imkânı gösterildi. 1951 şubatında Yüksek Öğretmen Okulu yeniden Çapa’da açıldı. İşte Orhan Okay, diğer altı arkadaşı ile beraber yeni açılan bu okulun ilk öğrencisi oldu. Numarası da: 2.

Eski adı DârüT-Muallimîn-i Âliye olan Erkek Yüksek Öğretmen Okulu’nun Çapa’daki binasının mimarı ünlü mimar Kemalettin Bey’dir. Sirkeci’deki PTT binası ile Lâleli’deki Tayyare bloklarının (şimdiki Merit Oteli) da mimarı olan Kemalettin Bey’in bu eseri, yeni devirde geliştirdiği neo-klasik yapılardan biridir. 1891’de idadilere, yani liselere öğretmen yetiştirmek üzere açılmış bir okuldur.

Çapa’ya ilk yıl iki öğrenci Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne, iki öğrenci Tarih Bölümü’ne, üç de Biyoloji olmak üzere yedi, ikinci sene benzer şekilde sekiz öğrenci alındı. Orhan Okay oradan iyi derece ile mezun olurken öğrenci sayısı 50’yi bile bulmamıştı.

Ancak Orhan Okay, Felsefe Bölümü’nde okumuştu ve Yüksek Öğretmen Okulu her nedense bu bölüme öğrenci almıyordu. O da ister istemez bölümünü değiştirerek, 1951 şubatında yine çok sevdiği Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne kaydını yaptırdı. Buraya girmek için ön şart lise mezunu olmak gerekti. Yani meselâ lise seviyesinde olan öğretmen okulu mezunu alınmıyordu. Onlar için iki yıllık eğitim enstitüleri vardı. Okula alınacağı bölümle ilgili bir fakülte öğrencisi olmak gerekiyordu. Bu şartları haiz olanlar için hem yazılı, hem de sözlü olarak bir yabancı dil, bir de kendi alanı ile ilgili birer imtihana tâbi tutuluyordu. Orhan Okay, Fransızca’da Cevdet Perin’in, edebiyatta Nihat Sami Banarlı ve Mehmet Kaplan’m kendi imtihanında bulunduğunu söylüyor.

Yüksek Öğretmen Okulu öğrencisi, aynı zamanda fakültenin de tam öğren-çişiydi. Yalnız diğer fakülte öğrencileri gibi öğretim lisansı yapmazlardı. Yani fakültelerin verdiği pedagoji derslerini takip etmezler, buna mukabil bu gibi dersleri Yüksek Öğretmen Okulu’nda okurlardı. Tabii bu öğretimin kendi içerisinde bir takım zorlukları da bulunuyordu. Değişik fakülte ve bölüm öğrencilerinin boş saatlerini hesap edip hepsinin takip edebileceği ders saatleri bulmak kolay değildi. Bunun için bu derslerin çoğu akşam saat yediden sonra geceye kadar uzardı. Bunlar o yıllarda fakültelerde de okutulan eğitim tarihi, genel ve özel öğretim metotları gibi derslerdi. Bugün artık öğrenciler için de, öğretmenler için de, hatta eğitim kurumlan için de katlanılması güç bir yük olan uygulama, yani son sınıf öğrencisinin öğretmenlik tatbikatı o yıllarda çok güzel ve zevkle beklenen bir hadise idi. Ama burada Çapa’nm ayrı bir özelliği de vardır. Bu bina içinde Yüksek Öğretmen Okulu, Eğitim Enstitüsü ve îlköğretmen Okulu bulunuyordu. Ayrıca okul müdürlüğü ile bir organik bağı bulunan şimdi arka taraflarda Devlet Kitapları binasının yerindeki ortaokul da aynı bünyenin içinde idi. Bir de okulun dışında, fakat hemen yanında Çapa İlkokulu vardı. Bu okul îlköğretmen Okulu’nun tatbikat okulu idi. İçerideki ortaokul, Eğitim Enstitüsü’nün; îlköğretmen Okulu da (lise seviyesinde olduğu için) Yüksek Öğretmen Okulu’nun tatbikat alanları idi. Böylece yalnız son yılın birkaç haftasında değil, idare uygun gördükçe, bir öğretmen adayı her zaman uygulama dersi verebilecek imkâna sahipti. Orhan Okay’a göre sınıf öğretmeninin ve arkadaşlarının değerlendirmeleri ile bu dersler gerçekten başka bir önem kazanırdı.

Yüksek Öğretmen Okulu’nun bir takım cazip tarafları vardı. Önce o yıllarda lise sayısı çok azdı. Ortaokullara eğitim enstitüsü mezunları hoca oluyordu. Fakülte mezunlarının hocalık şansı yok denecek kadar zayıftı. Orhan Okay felsefe tahsiline devam ettiği zaman, yakınları hocalık yapamayacağını düşünerek ona acıyorlardı. İşte Yüksek Öğretmen Okulu’nu bunun için tercih etti ve mecburî hizmetle öğretmenliği garanti altına almış oldu. İstemediği halde, sırf geleceğini garanti altına almak için, ailesinin İstanbul’da oturmasına rağmen yatılı öğrenci oldu. Tabii bu şartlar bir İstanbulludan çok Anadolu’dan gelen bir öğrenci için aranıp da bulunamayacak bir fırsattı.

Neden felsefe değil de, edebiyat? Bu sorunun altım deşelediğimizde, Orhan Okay’ın küllenmiş hatıralarından şunu çıkarıyoruz: Ortaokuldan itibaren Türk-çesi hep iyidir. Ancak lise son sınıfta edebiyata olan ilgisinin yanında felsefe de yerini alır ve tercihini felsefeden yana yapar. Bu tercihinde şüphesiz hocası Nurettin Topçu’nun etkisinin büyük olduğunu söylüyor. Ancak hocasının etkisi hiçbir zaman telkin şeklinde olmamıştır. Liseden sonra felsefe tahsili yapması da Topçu’yla doğrudan doğruya alâkalıdır. Bir sömestr boyunca devam ettiği felsefeyi bırakıp edebiyata geçmesinin sebebine gelince... Vefalı (kelimeyi tevriyeli olarak da düşünebiliriz) Orhan Okay, liseyi bitirdikten sonra da zaman zaman hocası Behice Kaplan’ı ziyaret ediyordu. Onunla beraber bir gün Karaköy Köp-rüsü’ne kadar uzun bir yürüyüş yaptı. Mehmet Kaplan da Fransa’dan yeni dönmüştü. Yanlarında Oktay Aslanapa da olduğu halde köprünün altında bulunan bir kahvede epey süre'oturdular. Bu arada bir vesile ile söz, Behice Hanım’m 19 yaşındaki* yanlarında bulunan öğrencisine geldi. Behice Hanım, Orhan Okay’m edebiyatı çok sevdiğini, lisede en parlak talebelerinden olduğunu, ayrıca idealist bir kişiliğe sahip bulunduğunu ifâde ettikten sonra felsefe bölümünde okuduğunu belirtti. Kaplan, Orhan Okay’m felsefe tahsili gördüğünü öğrenince yüzünü biraz ekşiterek, idealist falan ama istikbali karanlık, bitirince ne yapacak, öğretmen olamayacak... gibi sözler söyler. Öğretmen olamayacağı için ona acıyanlar listesine Mehmet Kaplan da katılır böylece. Bu arada Kaplan, Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’nun şubatta öğrenci alacağını söyler ve isterse müracaat edebileceğini dile getirir. Çapa’daki okul bir süre önce kapatılmıştı ve şimdi yeniden açılıyordu, işin garibi açılan bölümler arasında felsefe yok, tarih, coğrafya, fen bilimleri ve bir de edebiyat vardı. O da, şahsına acıyanlar listesini daha da kabartmamak için mecburen kendine en yakın bulduğu edebiyata girdi.

Orta halli bir ailenin çocuğu olan Orhan Okay gelecekte hayatını garanti altına almak için edebiyatı seçti ama, ilk gözağrısı felsefeden de ömrü boyunca hiç kopmadı ya da kopamadı. Talebeyken fırsat buldukça estetik derslerine de girerdi. Oktay Aslanapa’nın, M. Şevket İpşiroğlu’nun derslerine edebiyatın yanında bu yönünün gelişmesi için devam etti. Hatırlayabildiği kadarıyla bu derslerden birinin adı Avrupa ve Türk Sanatları idi. Böylece felsefeden estetike, estetikten poetikaya atlaması hiç de zor olmadı. Necip Fazıl ve Orhan Veli’nin poetikası gibi, edebiyatın daha çok teorik tarafıyla ilgilenmesini muhtemelen onun aynı yıllardaki bu tür aktivitesine bağlayabiliriz.

Orhan Okay’m liseden sonraki öğrenciliği yıllarında, Yüksek Öğretmen Okulu’nda bugünün okur-yâzarlarmın da bir kısmının isimlerini duyduğu, eserlerinden tanıdığı bir takım ünlü simalar vardır: Nihat Sami Banarlı, Orhan Şaik Gökyay, Enver Naci Gökşen, Hüviyet Bekir Örs, izzet Hâmit, Süleyman Nazif’in oğlu Sait Nazif, iyi bir eğitimci olan Vedide Baha Pars, resim öğretmeni Haşan Kavruk, îlhami Demirci, müzik öğretmeni Ekrem Zeki Ün (İstiklâl Marşı bestekârı Osman Zeki Bey’in oğlu) vesaire. Okul müdürü Almanya’da tahsil görmüş ve Alman pedagoji okuluna bağlı, son derece otoriter bir eğitimci olan Kemal Kaya idi. O yıllarda fakülte-eğitim enstitüsü çekişmesi olduğundan üniversitedeki hocaların Çapa’da ders vermeleri düşünülmemiş. Fakat Orhan Okay’ın mezun olduğu yıllardan sonra Mehmet Kaplan, İbrahim Kafesoğlu gibi fakültedeki hocalar da Yüksek Öğretmen Okulu’nda ders vermeye başlamışlardı.

Yüksek Öğretmen Okulu müdürü Kemal Kaya’nm ismi zikredilince Orhan Okay unutamadığı bir anısını hatırlıyor: Çapa’ya zaman zaman konferans vermeye gelen ünlü hocalar, yazarlar, şairler olurdu. Bir defa Behçet Kemal Çağ-lar’ı çağırmışlardı. Çağlar, şairliğinden çok heyecanları ve hatta biraz da şarlatan tarafı olan bir insandı. Konuşmasında konuyu dönüp dolaştırıp Mehmed Akif’e ve onun Çanakkale için yazdığı parçaya getirdi. Kendine özgü bir takım abuk-sabuk delillerle güya bu şiiri gözden düşürmeye çalıştı. O sırada Çanakkale’de bir âbide yapma teşebbüsü ve Akif’in şiirinin orada taşa hâkkedilmesi söz-konusu oluyordu. Behçet Kemal de, belki kendisinin yazacağı bir şiir için her zamanki gibi spekülasyon yapıyordu. Anlatılanlardan fena halde sıkıldım ve dışarı çıktım. İşte o anda şiddetle bir zelzele olmuştu. Sınıfların demir vasistas pencerelerinin açılıp açılıp kapandıklarını dehşetle gördüm. Bu, o zaman epey zayiata sebep olan meşhur Adapazarı depremi idi. Bir de baktım, konferans salonu-nunun kapısı açılmış, o kürsülerin yiğit hatibi.Behçet Kemal konuşmasını kesmiş, elindeki çantasını bırakmayarak bir kaçışı vardı ki, görmeye değerdi. Mehmed Akif’in dünyasına pek de yakın olmadığını zannettiğim okul müdürü Kemal Kaya bile dehşet içinde şöyle diyordu: “Akif’in ruhu gazaba geldi.”

Taşrada bir İstanbullu

Renkli ve dolu dolu geçen bir eğitim ve öğretimden sonra Orhan Okay, Yüksek Öğretmen Okulu’ntı 1955 şubatında bitirdi. O sırada İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü kıdemli hocalarından Ahmet Hamdi Tanpınar yurtdışında bulunmaktadır. Yüksek Öğretmen Okulu’ndan parlak bir dereceyle mezun olan Orhan Okay’m Türkoloji çevresi ile iyi bir diyalogu vardır. Mehmet Kaplan’la da öteden beri yakınlığı bilinmektedir. Kaplan bir gün, dönemin düşünce kutbundan Nurettin Topçu’ya yakınlığını bildiği Orhan Okay’a fakültede asistan olarak kalmak isteyip istemediğini sorar. O da, son derece saygı duyduğu hocasına, “Biz hocalarımıza tâbiiz!” cevabını verir. Lise son sınıfta hanımının talebesi olduğu yıllardan beri Orhan Okay hakkındaki müsbet kanaati değişmeyen Mehmet Kaplan, daha sonra Tanpınar’m yurtdışında bulunduğunu, böyle bir şey için onun dönmesini beklemek gerektiğini söyler.

1950’li yılların ortalarında İstanbul diye bir dergi çıkıyordu. Mehmet Kaplan, Âsaf Halet Çelebi, Mümtaz Turhan, Peyami Safa hep burada yazıyorlardı. Türkoloji öğrencisi Orhan Okay’a orada bir iş düştü. “Dergiler, yayınlar, olaylar” diye bütün bir ayın kritiğinin yapıldığı bir köşeydi bu. İyi bir kitap okuyucusu olan Orhan Okay için bu köşe, yayın dünyasını tanımak bakımından iyi bir fırsat oldu. Bir buçuk sene bu dergide yazarak kalem tecrübesini oldukça geliştirdi. Dergiyi bıraktıktan sonra uzun bir süre yazmadı. Hele üniversiteye geçtikten sonra tamamen yoğunluklu olarak akademik çalışmalara kendisini verdiğinden aktüel yazarlığı, dergiciliği geri planda kaldı.

Orhan Okay yine öğrenciliğinin son yıllarında Zeki Velidî Togan’r. başkanlığını ve Fuad Sezgin’in de yardımcılığını yaptığı İslâm Tedkikleri Enstitüsü’ne girmiş, Arapça ve Farsça’sı iyi olduğu için Sezgin’in geniş çaplı bir çalışmasına yardım ediyordu. Fuad Sezgin, Buhârî’nin kaynakları üzerine doktora çalışması yapmış, onu da Müslim’in kaynakları üzerine çalıştırmak istiyordu. Orhan Okay’.daki yeteneğrkeşfeden Sezgin, “Gel seni buraya asistan olarak alalım!” de-di’bir gün ona. O da bu teklifi memnuniyetle kabul etti. Gazeteye ilân verildi, müracaat ettj, imtiljana'girdi ve kazandı. Ancak kaderin cilvesine bakın ki, bitirince işim hazır, boşta kalmam endişesi ile girdiği Yüksek Öğretmen Okulu’nun diploması buna engel oldu. Bir sömestr devam ettiği felsefe tahsilini bırakıp, mecburî hizmet şartı ile girmişti Yüksek Öğretmen Okulu’na. işin bürokratik işlemlerini çözmek için Ankara’ya, Milli Eğitim’de sözü geçen Demokratik Parti milletvekili Kasım Küfrevî’nin ayağına iki defa gitti. Sonra fazla üzerine düşmedi ve işi oluruna bıraktı. Bazı arkadaşları bu engeli aşarak, yani muvâfakat belgesi alarak üniversitede kalmanın yollarını bulmuşlardı ama kendisi bu işi bir türlü çözemedi.

Neye karar vereceğini bilemediği bir hengâmede Orhan Okay’m ibresi Anadolu’yu gösterir. Ne de olsa Mükrimin Halil Yınanç, Hilmi Ziya Ülken, Hüseyin Avni Ulaş, Remzi Oğuz Arık’la başlayan ve Ahmet Hamdi Tanpmar, Nurettin Topçu, Mehmet Kaplan’la devam eden serde Anadoluculuk vardır. Ve, ver elini Artvin! Beklemekte olduğu öğretmenlik tayini buraya çıkmıştı. Asistanlık işinin olmaması onu biraz üzmüştü ve hatırlayınca içinde cızz eden bir ukde olarak kalmıştı. Doğma büyüme İstanbulluydu ve insan doğup büyüdüğü, okuduğu memleketini kolay kolay bırakmak istemezdi. Ankara seferlerinin sonuncusunda, muvâfakat için bakanlığa gittiğinde, o zamanki Ortaöğretim müdürü Mehmet Dobada isimli bir zat ondan adeta özür dilercesine, “Uzak ama, ne yapacaksınız, gittiğinizde mutlaka memnun kalacaksınız!” kabilinden tesellî edici bir şeyler söylemişti. Müdürün tesellilerine aldırış bile etmedi. Çünkü İstanbul’da asistanlık işi olmadıktan sonra onun için Artvin’le Aydm’m, Edime ile Diyarbakır’ın hiç farkı yoktu. Anadolu’nun bu doğu köşesinde'yüksünmeden bir sene lise öğretmenliği yaptı. Hayatının en güzel bir yılı olarak bakar Artvin’deki öğretmenlik yıllarına. Artvin, her tarafından sular akan, bir yamaç üzerine serpilmiş küçük ağaçlar arasındaki beyaz evleri ile şirin mi şirin bir şehirdi o zamanlar. Marmara Üniversitesi eski rektörü merhum Hakkı Dursun Yıldız Artvin’den ilk gö-zağnsı öğrencilerindendir.

İstanbul’dan vapurla üç günde Hopa’ya, sonra bir gece kalıp ertesi gün ye-di-sekiz saatlik bir otobüs yolculuğu ile Artvin’e gitmek... Bugünün insanının sabır ve tahammül sınırlarını zorlayan ne sıkıntılara gönül rızasıyla katlanmak ve bundan da memnun olmak... Haftada bir-iki gün deniz yoluyla gelen üç-dört gün önceki gazeteleri okumak... Televizyonun değil, radyonun bile zor dinlendiği bir yerde dünya ile ilişkinizi kesmek... Radyo dinlenemiyordu, çünkü zayıf bir hidro-elektrik santrali o zamanki üç bin nüfuslu şehre bile yetmiyordu. Pilli radyolar henüz yoktu. Onun yerine bir çeşit pilli demek olan ve hantal anot-ka-tod bataryalarıyla işleyen radyolar ise herkeste bulunmuyordu. Ama bir tabiat var ki, diyor Orhan Okay, bugünkü Artvinlilerin onu bir daha göremeyeceklerini düşünürek kahroluyorum. Bir kaç yıl önce gittiği Artvin’in, diğer vilayetlerimizde olduğu gibi apartman denilen medeniyet belâsı tarafından kuşatıldığını görünce, ne desem ben orada Senfoni Pastorali mi, yoksa Pan’ı mı yaşamıştım, demekten kendini alamaz.

Bu ilk öğretmenliğinin ardından bir yılın sonunda askerlik için Artvin’den ayrılır. Uzun bir kamyon yolculuğu ile Erzurum’a, oradan da Ankara’ya döner. O da selefleri gibi Anadolu’yu böylece tanır ve sever.

Askerliğinin okul dönemini Polatlı Topçu Okulu’nda geçirdi. 1956 aralığında Merzifon Assubay Okulu’na teğmen rütbesi ile Türkçe dersleri hocası olarak atandı. Tabii ki Anadolu’nun en mutena köşelerinden biri olan Merzifon’u da sevdi. Vaktiyle burada bayağı muhteşem binalarıyla bir Amerikan koleji varmış. Düşününüz, bir Osmanlı kaza merkezinde kolej! Tanzimat sonrası Batılılaşmanın geçirdiği seyri gözönünde bulundurmak gerekirse, üzerinde uzun uzun düşünülmesi ve ibret alınması lâzım gelen bir konu. îşte Amerikalılar ve Avrupalılar görevlerini başarıyla yerine getirdikten sonra sözkonusu kolej çekilince, o görkemli binalar Assubay Okulu’nun olmuş. Kolejin vaktiyle kilisesi ve çan kulesi de varmış. Ancak, mütedeyyin bir aile ortamında yetişen Orhan Okay’m önemle belirttiğine göre adı geçen askerî okulun maalesef mescidi yokmuş.

Orhan Okay askerliğini bitirdikten sonra öğretmenlik tayini Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi’ne çıktı. Anadolu’nun bu güneydoğu köşesinde bir buçuk yıl kaldı (1958-59). O zamanlar Diyarbakır, çok hoş evleri olan bir suriçi şehri idi ve avlu içinde kapalı bir avlu özelliği taşıyordu. Yani eski tarihî özelliğini koruyordu. Surun dışında da yavaş yavaş yeni şehir kurulmaya başlamıştı. Ancak burası Artvin’i arattı ve Diyarbakır’dan memnun kalmadı. Okul idaresinin zayıflığı yüzünden lisenin hayli problemi vardı. Bu arada İstanbul’dan ayrıldığı günden beri hocası Kaplan’m, kulağına kar suyu olarak kaçırdığı asistanlık meselesi zihninin bir köşesinde duruyor, aklından hiç çıkmıyordu.

1958 yılında açılan Erzurum Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’ne Mehmet Kaplan kurucu dekan olarak atanmıştı. Bir gün hocasından hayatının yönünü değiştirecek bir mektup aldı. Erzurum mahreçli mektupta Kaplan, fakülte bünyesinde bir Türkoloji bölümünün açılacağını yazıyor ve oraya asistan olarak başvurmasını istiyordu. Kaplan’m güven verici cümlelerinden biri de “Seni burada görmek istiyorum”du. Onun felsefeden edebiyata geçmesine sebep olan Mehmet Kaplan, bu sefer de edebiyata asistan olarak girmesine vesile oluyordu.

Gerekeni yaptı ve 1959 şubatında Erzurum’a gidip imtihanlara girdi. Bir süre sonra da kazandığı haberini aldı. 1959 Ağustosunda yine İstanbullu bir ailenin kızı olan‘Mübeçcel Hanım’la bir aylık evli olarak Erzurum’a gitti. 31 Ağustos 1959 tarihinde işe başladı. Üniversitenin kurucu hocaları arasında İbrahim Ka-fesöğlu, Adnan Erzi, Mustafa Akdağ, Berna Moran, İsmail Tunalı ve Gündüz Akıncıda vardı. Orhan Okay’la aynı dönemde imtihana girip de kazananlar arasında ilk âkla gelenlerden Mehmet Akalın, Halûk İpekten, Orhan Türkdoğan, Şi-nasi Tekin.de bulanmaktadır.

Fransa yılları

Orhan Okay, hocalarından kendisine veraseten intikal eden Anadoluculuk sevgisinin heyecanı ile Artvin-Merzifon-Diyarbakır üçgenini tamamladıktan sonra üniversiteye geçti ve Erzurum’a yerleşti. Doktorasını bitirdikten sonra da 1963 yılında “Bilgi, görgü ve ihtisas araştırma” adı altında Fransa’nın başşehri Paris’e gitti. Bir çocuklu Okay ailesine Fransızlar kiralık ev vermedi bir süre. Daha sonra öğrenildi ki Fransız milleti çocuklu ailelere ev vermezmiş ve bu yüzden çoğu Fransızlar otelde kalırmış.

Yazımızın baş taraflarında bir Osmanlı mozayiğinden bahsetmiştik. Bu mo-zayiğin önemli unsurlarından biri olan Ermeniler üzerinde de durmuştuk. Orhan Okay’m çocukluk ve ilk gençlik yıllarının geçtiği Balat’ta, diğer azınlıklarla birlikte Ermeni çocuklarla da yıllar yılı aynı mekânı paylaştıklarını, aynı mahallede oynadıklarını ve gayet iyi anlaştıkları konusunu da vurgulamıştık. Sözkonusu mozayik çatladıktan ve parçalandıktan sonra Fransa’ya yerleşen Ermenileri birden yanında buldu Orhan Okay. Onların hiç unutamayacağı yardımlarını gördü. Anlaşılan parçalanmış mozayiğin sırrı henüz bozulmamıştı. “Fransızlar çocukluya ev vermez, köpekliye verir” diyen bir Ermeni kadın evini Okay ailesine kiraya verir. Adı Madam Saadetyan olan bu Ermeni Hendekli olup Türkiye’de yaşamış, sonra da Fransa’ya göçmüş dul bir kadındır.

Fransa’ya tehcirle gitmiş Kayserili Tabibyan Efendi adlı bir başka Ermeni-yi daha tanıdı. Güzel ud çalardı. Hele, “Gesi bağlarında bir top gülüm var” türküsünü söylerken Okaylara gurbette olduklarını unuttururdu. Gayrimüslim olmasına rağmen “rahmetli karım” derdi ve bu sözü bir Ermeniden ilk defa duyan Orhan Okay hayret ederdi. Oysa bu sıfat müslümanlar için kullanılırdı. Bu da, müslüman toplumlarla yıllarca iç içe yaşayan azınlıkların ne kadar Osmanlılaş-tığmı gösteriyor. Ayrıca Tabibyan’ın eski yazı bir şiir defteri de vardı. Güzel pastırma yapardı. Paris’te aynı binada kaldıkları Erzurum’un Soğukçermik köyünden taa Fransalara kadar gitmiş bir Ermeni daha tanıdı: Hapet. Hapet, Birinci Dünya Savaşı yıllarında 13-14 yaşlarında tehcir edilmiş, Suriye, Marsilya yoluyla Fransa’ya gitmiş, eski ekalliyetlerimizden biridir.

Orhan Okay, Fransa’da sadece Ermenileri tanımadı tabii. Şimdi protesör olan mimar Mehmet Çubuk, Okay ailesinin oturduğu odanın bitişiğinde kalıyordu. Yine o yıllarda Tayyib Gökbilgin’in yeğeni İstanbul Tarih Bölümü’nden mezun Özalp Gökbilgin de oradaydı. Sonra ilk ilahiyatçılar geldi: Bugünün Darende İlahiyat Fakültesi dekanı Zahid Aksu, Ankara’da dinler tarihi hocası Fahri Gökcan. Mehmet Maksudoğlu, Tunus’tan dönerken Paris’te bir süre kaldı. Teknik Üniversitede matematik öğretim görevlisi Cengiz Aydın ve Erdinç Tok-göz’ü de bu arada zikretmek gerekir.

Orhan Okay, Fransızca öğrenmek için gittiği Fransa’da, Tanzimat yıllarına yakın dönemde Fransız hayatına yansıyan Türk yenileşme hareketlerinin akisleri üzerinde çalıştı. Bir süre yabancılara Fransızca öğreten bir okul olan Alyans Fransez’e (Fransız birliği) devam etti. Sorbon’da yabancı dil derslerine girdi. Bunun yanında Lamartine’in Türkleri savunmasını bir gazeteden günlerce dikte etti. Kıbrıs’ta olayların devam ettiği bir dönemde Türkler hakkındaki tartışmalar Fransa’da ayyuka çıkmıştı. Fransa parlamentosunda mebus plan Lamartine OsmanlIyı, dolayısıyla Türkleri tek başına savunuyordu. Türk devleti de ona bunun karşılığı olarak Manisa taraflarında büyük bir çiftlik vermişti.

Paris, Orhan Okay’ın dünyada sevdiği en önemli şehirlerden biridir. Her tarafı kültür, her tarafı zevk dolu klasik bir şehir. Bizim için İstanbul neyse, Fran-sızlar için Paris odun Aradan yıllar geçtikten sonra 1978 yılında Paris’e birkaç aylığına yine gitmişti ama şehir büyüsünden bir şey kaybetmemişti. Ya bizim îs-tanbulumuz öyle mi? Paris sabaha kadar ayakta duran, uyanık bir şehir. Şehrin bütün caddeleri canlı. Paris caddelerindeki vitrin zevki Avrupa’nın hiçbir yerinde yok, estetik zevkleri emsalsiz. Paris’te eski Roma’dan, ortaçağ Fransa’sından kalma kütüphaneler, müzeler mevcut. Birçok Fransız yazara has müzeler var. Orhan Okay bütün bu gördüklerini tam 900 adet dia pozitif resimlerle ölümsüzleştirdi.

Kitaplara karşı özel bir ilgisi olan Orhan Okay, elbette Paris sahaflarını da gezmiş ve tanımıştır. Paris’te çok büyük kitapçıların olduğunu söylüyor. Sen nehri kıyısında eski kitap satan bukinistler sıkça uğradığı yerlerdi. Nurettin Topçu bir gün öğrencisi Orhan Okay’a mektup yazarak yayıncısına uğramasını ve basılmış olan eserinin hesap-kitabmı istemişti. Ve mümkünse 20 tane de kitabından göndermesini söylemişti. Bilindiği gibi Sorbon’da doktora yapan Topçu’nun tezi Paris’te Fransızca olarak basılmıştı.

Bir müntehirin romanı

Beşir Fuad şiir, tiyatro, roman ve hikâye yazmadığı için adı sanı fazla duyulmamış, çağdaşı çoğu yazarlara oranla şöhret kazanmamış olmakla beraber, fikir ve tenkit tarihi bakımından Tanzimat döneminin en dikkate değer simalarından biridir. Mehmet Kaplan’ın deyişiyle, bu son derece dürüst, ateşli bir mizaca ve matematikçidir kafaya sahip olan Beşir Fuad, fikirleriyle son çağ Türk edebiyatında bir devri kapatarak yeni bir devir açmıştır. Orhan Okay’a göre, otuz beş seneyi geçmeyen bir ömür içinde yorulmak bilmeyen bir çalışma ile kendisini muhitinin, ve neslinin Batı kültürünü en iyi hazmetmiş bir ferdi olarak yetiştiren Beşir Fuad,'üç-dört seneyi ancak bulan bir yazı hayatında yirmiye yakın kitap ve yüzlerce makale yazmak suretiyle insan eneıjisinin kısa zamana teksif edilmiş bir örneğini vermiştir. Fakat fecî ve manâlı bir şekilde intiharından bir müddet sonra unutulan muharririmizi bugünkü nesil ne eseri, ne de ismiyle tanımaktadır. “Hakikatten başka hiç bir şey güzel değildir, yalnız hakikat sevimlidir” diyen yazar, Diderot, Victor Hügo, Emile Zola, Alphonse Daudet, Gustave Flaubert, Auguste Comte, Ludwig Büchner, Charles Dickens gibi Batılı bilim, felsefe ve edebiyat adamlarını bize tanıtan, eserlerini Türkçe’ye tercüme eden ilk yazardır.

Fransızca, İngilizce ve Almanca olmak üzere üç Batı dilini iyi derecede bilen Beşir Fuad’ın bugün tanınmayışını, bir takım kutuplaşmalara bağlar Orhan Okay. Bu kutuplaşmaya göre Beşir Fuad ya inancını kaybetmiş, dinsiz, materyalist binaenaleyh merdud bir adamdır. Veya yine materyalizmin ve müsbet ilim zihniyetinin mübeşşiridir, dinî taasubun yıkıcısıdır, binaenaleyh takdire layık bir insandır. Onu bu zıt hükümler arasında bulmak güçtür, diyen Okay, o halde Beşir Fuad kimdir? diye soruyor: Materyalist veya pozitivist midir? Natüralist midir, yoksa mutlak bir edebiyat düşmanı mıdır? Bir âlim yahut mütefennin midir, yoksa polemist bir şarlatan mıdır? Dinsiz ve milliyetsiz midir, yoksa laik ve vatanperver midir?

Orhan Okay, Beşir Fuad çalışmasına bütün bu soruların cevabını bulamadığı ya da bir çırpıda ulaşabildiği kaynaklarda yeterli materyale rastlayamadığı için girişmiştir. Kitabı okuyup bitirdiğimizde ister istemez kafamıza takılan tüm bu soruların cevapsız kalmadığını görüyoruz.

Orhan Hoca’ya zaman zaman sorulan sorulardan biri de, Beşir Fuad gibi inancını yitirmiş materyalist ve pozitivist bir insanı çalışma alanı olarak niçin seçtiğidir. Bir gün Mehmet Kaplan edebiyat dersinde Sadullah Paşa’nın Ondokuzuncu Asır kasidesini işlerken, metnin şairinin hava gazı ile intihar ederek öldüğünü söyler. Sadullah Paşa’nın ölümü ile ondan yarım asır sonra aynı şekilde fecî bir intiharla hayatına son veren Beşir Fuad’ın ismini de mukayese ederek ilk defa zikreder. Beşir Fuad’ın da Sadullah Paşa gibi intihar ettiği konusu üzerinde hocası bilhassa durur. Kaplan’ın bu görüşü herhangi bir yerde daha yayınlanmamış, sözkonusu görüşünün yer aldığı Şiir Tahlilleri henüz çıkmamıştır.

Bu intihar olayı, Türkoloji alanında daha sonraki yıllarda önemli tezlere imza atan mütecessis, müdekkik Orhan Okay’ı epey düşündürür. Bir aydının intiharı onu araştırmaya sevkeder, olayın arka-planı üzerinde sık sık düşünmeye başlar.

Ona göre intihar olan yerde bir problem de var demektir. İntihar, biraz daha derinde bir takım rahatsızlıkların bulunduğunun işaretidir. Bu olay, bir dönem felsefe tahsili gören Orhan Okay’ın zihninin bir köşesine rezerv olarak akseder. Ve orada zamanla yavaş yavaş cevabını bulmaya çalışır. Mehmet Kaplan’la konuyu enine boyuna konuşur. Ancak, bu ikinci sınıf Tanzimat aydınının intihan hakkın-daki mevcut bilgileri de sınırlı bulur, anlatılanlar kendisini tatmin etmez. Beşir Fuad ona çalışmasından önce çok marjinal, hatta paradoksal bir insan olarak göründü. Tezini bitirdiği zaman ise bu düşüncesinde herhangi bir değişiklik olmadı.

Hocasıyla kararlaştırdıktan sonra Beşir Fuad’ı inceleme alanı olarak seçince konusunu sevdi ve üzerinde zevkle çalışmaya başladı. Bulduğu her yeni bilgi, her ipucu onu heyecanlandırdı; adeta unutulmuş, tarihin dehlizlerinde bırakılmış bir insanı derin bir kuyunun dibinden yeryüzüne çıkarırcasına sevindirdi.

Ona göre İlmî araştırmalarda sempati-antipati olmaz. Bu bakımdan sevdiğimiz insanı yüceltmekle sevmediğimizi yerden yere vurmak arasında bir fark yoktur. Üzerinde çalıştığınız bir kişiyi sevmeniz, sevmemeniz önemli değildir. Önemli olan konuyu sevmenizdir. Çiçeği burnunda genç Türkoloji araştırmacısı Orhan Okay, Beşir Fuad konusunu sevdi ve meseleye idealist İlmî bir zihniyetle yaklaştı. Beşir Fuad kitabı üzerine eleştirel yazılar kaleme alan, dünya görüşü Beşir Fuad’a yakın olan eleştirmenlerin öyle yazıları oldu ki, o zaman “iyi ki bu konuyu ben ortaya koymuşum” diye düşünmekten kendini alamadı. Hatta Beşir Fuad hakkında hocanın en “tarafgirâne” görüşü diyebileceğimiz şu cümlesi solcu eleştirmenler tarafından eleştiri olarak her fırsatta dile getirilmiştir: “Son olarak onu bedbinliğe sürükleyen, buna mukabil hayatı sevme ve bağlanma duygusu veremiyen materyalizm ve onun tabiî bir neticesi olan dinsizliğin -bahasus dinin hayatta mühim bir fonksiyon icra ettiği o devirde- intihara kadar götüren bir iç buhranına sebebiyet vermiş olmasının çok mümkün olduğunu söylemeliyiz”. Bunun aksine, Yazko Felsefe Yazıları’nda çıkan bir yazıda Okay’ın çalışmasının “nesnel” olduğunu söyleyenler de vardır: “Felsefî düşünce açısından Okay’ın idealist bir görüşe sahip olduğu anlaşılıyor. Beşir Fuad gibi maddeci ve poziti-vist bir kişiyi inceleme konusu yapması çok ilginç. Oldukça nesnel bir yaklaşımla konusuna eğildiğini de belirtmek gerek. Farklı görüşlere sahip birine karşı bu kadar nesnel davranması, doğrusu, pek alışkın olmadığımız bir durum”. İşini ciddiye alan ve altından yüzakı ile kalkan Orhan Okay’m bu çalışması bugüne kadar Beşir Fuad üzerine yapılmış ilk ve son akademik çalışma olmuştur.

Orhan Okay üniversiteye adım attığı ilk yıllarda Beşir Fuad’la adeta yattı kalktı. Öyle ki rüyalarına bile giriyordu. Bu yıllardan birinde ilk oğlu dünyaya geldi. Oğlunun doğumundan sonra bir gün rüyasında kulağına bir isim fısıldandı: Fuad. Bu hangi Fuad’dı? Bir kaç yıl önce Fuad Sezgin’le birlikte çalışmıştı. Ali Fuad Başgil’i yakından takip ediyor ve bir takım çıkışlarından dolayı ona sevgi duyuyordu. Beşir Fuad, Fuad Sezgin, Ali Fuad Başgil... Olsun! O üçünü de sevmişti, 1,962 doğumlu olan Fuad bugün 35 yaşındadır ve Doğu Akdeniz Üniversitasi’nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır/

Taşranın İstanbul’u: Erzurum                 

Ahmet Harpdi Tanpınar, Beş Şehir’de, Erzurum’u anlatmaya şu cümle ile başlar: “Erzurum’a üç defa, üçünde de ayn yollardan gittim.” Orhan Okay, ho-casının bu “gittim” fiilini “geldim” şekline çevirir. Çünkü Tanpınar “gittim” derken İstanbul’daydı; Orhan Okay da “geldim” derken, otuz yıldan fazla yaşadığı Erzurum’da.

Orhan Okay’ın Erzurum’a ikinci girişi üç ayrı yoldan ve üç ayrı maksatla olmuştur. İlkinde, 1956 yılında ilk hocalığının birinci yılını, daha yeni bitirmiş, Artvin’den İstanbul’a dönerken Artvin-Tortum yolu üzerinden geldi. Külüstür bir kamyonun şoför mahallinde geçmiş yorucu bir yolculuktu bu. Bir gün bu şehre yerleşerek ömrünün otuz senesini burada yaşamayı aklının ucundan bile geçirmeden. Erzurum’a ikicni gelişi ise, Diyarbakır’da öğretmenlik yaptığı sırada, hocası Mehmet Kaplan’m yazdığı hayatını değiştiren mektup üzerine olmuştur. 1959 şubatında, posta treni ile Diyarbakır yolunda 3Ö saat süren bir yolculuktan sonra Erzurum’a asistanlık imtihanı için gelmişti, Nihayet bu kadîm şehre üçüncü gelişi, asistan olarak İstanbul treni ile ayak basışı olmuştur. 31 Ağustos 1959 günü bir akşam üzeri mütevazi ev eşyası ile Erzurum’daydı artık. Kendisinden önce Halûk İpekten ve Mehmet Akalın varmışlardı. Kaldıkları lojman şimdiki Örnek Otel’in bir odasıydı. İlk üniversite binası da, bugünkü Şair Nef’î Ortaokulu’dur. Rektörlüğü, dekanları, personel büroları, sınıfları ve hoca odaları ile bütün bir Ziraat ve Edebiyat fakülteleri binası burası idi. Sekiz-on asistan ve öğretim üyesi bir odada, çok defa da masasız bulunuyordu.

Orhan Okay, 1959-1994 yılları arasında tam 36 sene, Beşir Ayvazoğlu’nun Tarık Buğra’nın Küçük Ağa’sından mülhem deyişle “Erzurum’un ‘İstanbullu Hoca’sı” olarak bu şehirde çalıştı. Aşağı yukarı 25 yılı bir nesil kabul edersek, 36 yıl, bir buçuk nesil eder. Öğrencilerinin öğrencilerini okutmuşun Öğrencilerinin çocuklarını okutmak gibi bir mürüvvete sahip oldu mu bilmiyorum ama, son emekli olduğu üniversitedeki öğrencilerinin yaş ortalaması 18-19 du ve hoca bunu da görebilecek yaştaydı.

Orhan Okay’a göre, her şehir gibi Erzurum’un da şehre ve insanlara en bü- , yük özelliklerini kazandıran hiç şüphesiz coğrafyasıdır. Batı’dan tren ve karayolu ile aracın içinde oturan yolcunun bile nefesini tıkayan sürekli, uzun bir tırmanıştan sonra önünüze birden genişleyen Erzurum Ovası açılır. 2000 metre yükseklikteki bu yaylayı, 1200 metre daha yükselen Palandöken silsilesi, çetin ve haşin görünüşlü bir dekorla güneyden çevirir. Batı yolundan gelirken, dağın geniş yamacında, adeta dağa gömülmüş ve sinmiş gibi görünen şehir, ancak içine girince varlığını ve büyüklüğünü sezdirir. Ovadan bakınca şehri ezmek ister zannını uyandıran Palandökenler, ancak dağın yukarı yamaçlarına tırmandıkça Erzurum’u seyircisine gösterir. Dağlar, şehrin hemen her noktasından görülür. Yeni yapılanma bazı şehirlerde olduğu gibi, bu özelliği değiştirmemiştir. Bu bakımdan, hiçbir şehrimizde dağlar ve şehir buradaki kadar içiçe değildir. Buna uzun süren kışın sertliğini de eklemek mümkündür. Diğer taraftan rutubetsiz hava, uzun kış aylarında bile gündüzleri güneşli, geceleri bol yıldızlı bir gökyüzünü size bağışlamıştır. Bu coğrafya, Erzurum insanının karakterinin oluşmasında büyük rol oynamıştır. Çok defa zayıf ve dik duruşlu, sert profilli, suskun tavırlı, değişmelere dirençli görünen bu insanların güven duyduklarına açıldıkları zaman, içten hiçbir hesabı olmayan, duru ve berrak kalplerini adeta gözlerinizle görürsünüz.

Bir şehrin anatomisini böylesine sanatkârâne bir dille çizen Orhan Okay’ın, bu görüşlerini tamamlar nitelikte olan şu sözlerini de buraya almak hiç de fazlalık olmasa gerektir: Kendileri gülmeksizin yaptıkları şakalar, latifeler ve taklitlerde ben hep bu birbirine zıt gibi görünen karakteri birleştiren hemşehrileri düşünmüşümdür: Ciddi, sert, iğneleyici, alaycı şiirleri, hiçbir çelişki hissettirmeden veren Nefî’den, İbrahim Hakkı Efendi’ye ve Ketencizâde Rüşdî’ye kadar bir şairler zinciri. Buna, yakın tarihimizden, Birinci Büyük Millet Meclisi’nde aynı karakteri aksettiren Hüseyin Avni ve Calâleddin Ârif gibi birkaç ismi daha katalım. (...) Böylece, Erzurum’da gittikçe kaybolmakta olan esnaf ve zenaat sahiplerine geçebiliriz. Bugün, hemen tamamen derme-çatma ve şahsiyetsiz bir yapılaşmaya girmiş olan taş mağazalar da, 1960’lara kadar ilk şekillerini korumaktaydılar. Eski kalenin hemen dışında, güneyden kuzeye doğru hafif, bir meyille inen bu çarşı caddesinin iki yanında, muhtemelen Abdülaziz veya Abdülhamid devrinde, şehirdeki pek çok mimari ve yerli yapılar gibi siyah, dayanıklı Erzurum taşlarından, tek katlı olarak veya şuurlu bir mimari form gözetilerek yapılmış dükkânlar vardı. Yolun baş tarafında kuyumcu, kumaşçı gibi daha soylu ve temiz dükkânlar, aşağıya doğru yerlerini bakırcı, derici, koşumcu, marancı esnafına terketmişti. Tanpmar, ilk defa 1913’te gördüğü Erzurum’da, geleneğe göre otuz iki esnafın bulunduğunu yazar. Görüyorum ki bunların çoğu kaybolmuş, azalmış veya fonksiyonunu kaybetmiş. Çünkü sattıkları veya imal ettikleri nesneleri ya kullanan kalmamış veya sanayii merkezlerinden daha ucuzu, tabii plastik vs.’den yapılanı gelir olmuştur. 1960’lara kadar köylerden gelen ve sokaklarda gıcırtı ile dolaşan kağnılardan; ilk gördüğüm zaman Tolstoy’un romanlarından çıkmış zannettiğim, iki atın çektiği bir çeşit fayton-kızak olan zankalar; fenerli, çan-çanlı, aynalı açılıp kapanan körüklü faytonlar ve bütün bu geçim kaynağının altyapısı diyebileceğimiz öteki zenaatlar... Ahşap kısımlarını yapan ma-rancılar, takımlarını hazırlayan koşumcular, atlar için nalbantlar, hayvan yemi satan alaftaflar ne zaman ve nasıl kayboldular, anlayamadım. Yazın yaylaya çıkmak yerinç' deniz kıyısı alışkanlığı başlayınca çadırcılara yapacak ne iş kalır? Parlak ve £İaha ucuz skay, sun’i deri bavul ve çantalar daha ucuzken saraç ne yapacak? Belediye ekmeği, hele lüks francalar, tandır-lavaş fırıncılığıyla beraber nasıl yürür? Oltu taşının gözü kör edecek kadar dikkat sarfettiren işçiliği kolay ve ucuz bakalite karşı nasıl direnecek? Önce fabrika gümüşü, derken Alman gümüşü zuhur edince gümüş telkârî ustalığı ne işe yarayacak? Büyük şehirlerde bile birçok geleneği yok eden televizyon, şimdi resmî desteklerle son yıllarını yaşayan âşık kahvehanelerini de yok ediyor. Gerçekten yaratıcı muhayyilelere yol açan hikâye geleneği çoktan kayboldu. Erzurum değişiyor... Muhakkak gelişiyor da. Onun, bu değişme vetiresine 15-20 sene geç ulaşması, bana artık çok uzaklarda kalmış gibi görünen bir eski Osmanlı şehrini yakından tanımak fırsatını verdi. Bu değişme tabii idi ve olacaktı. Bana asıl ağır gelen, Erzurumlunun Erzurum’u terketmesi. Bu da bütün Türkiye’ye, özellikle doğuya mahsus bir hadise. Ama, otuz yılı aşkın bir süreden beri severek, şikâyet etmeksizin bu şehirde yaşamayı tercih edişim bana, “Quo Vadis?” sorusuna cevap veren Hazret-i İsa’nın gururunu içten içe yaşatıyor.

Orhan Okay, Erzurum’daki kültürel faaliyetlerin azlığından ve yetersizliğinden de her zaman üzülerek bahseder. Kendisiyle yapılmış konuşmalarda, çeyrek asırdan fazla geçmişi olan bir üniversitenin bulunduğu şehirde, hiç değişmeyen seviyeleriyle mahallî gazetelerin ve birkaç sayıda kaybolan dergilerin üzüntüsünü dile getirir hep. Bir kültür merkezi olması gereken Erzurum’da sağlam bir kütüphanenin olmadığını belirtir. Bütün bunları üniversitenin gelişmişliği ile çelişkili görür. Türkiye’nin en iyi üniversitesinin, bugün yeni açılan üniversitelere öğretim üyesi ve hoca ihraç eden bir kurumun yöre halkıyla iyi bir diyalog ku-ramayışına bir türlü akıl erdiremez? Kültürün sadece kitap ve gazetelerden ibaret olmadığını, tiyatro, konser, konferans, sergi gibi etkinliklerin bunu beslediğini de söyler. Kültürün biraz da sokakta olduğunu, yollardan, caddelerden adeta aktığını, buna mukabil taşranın da çalışmak isteyen insana zaman kazandırma, gürültüden uzak tutma imkânları verdiğini belirtir. Fakat bunun için bile o büyük şehrin verdiklerinin birikimine sahip olmak lâzımdır, diyerek bu konudaki görüşlerini şöyle sürdürür: Aslında, bugünkü komünikasyon vasıtalarının getirdiği imkânlarla bunun bir dereceye kadar telâfisi de mümkündür. Yani günlük gazete, radyo, bilhassa televizyon gibi harikulâde bir âletin, büyük metropoliten kültürü taşraya yayması, böylece taşrayı taşra olmaktan kurtarması beklenebilir. Fakat maalesef bizim bu araçlarımız da, kendi kültürümüzün değil, yabancı ve yoz bir kültürün, dejenere bir sanatın, hatta kültür ve sanatın değil de vakti boş geçirmenin yollarını keşfetmişe benzerler. Yabancı kültürle, aslında insan olmağa bile yabancı olan, alelade eğlencelik kültürü kastettim. Yoksa insanoğlunun yarattığı büyük beşerî değerler hiçbir insanın vazgeçmemesi gereken büyük sanat eserlerine de elbette yabancı kalmamak lâzımdır. Bütün bu şartlar yerine getirilmeyince, tabiatıyla sanat, bâhusus edebiyat alanında taşra, taşra olarak kalmaya mahkûm görünüyor

Bir devrin şahidi

Cumhuriyet Halk partisi’nin 27 yıllık tek parti döneminden sonra 1950 yılında Demokrat Parti ezici bir çoğunlukla iktidar olmuştur. Ancak bu tarihten önce 1946 yılında, dinî konularda daha müsâmahalı davranmaya söz veren muhafazakâr diyebileceğimiz 50-60 milletvekili Halk Partisi’nden meclise girmiş, halkın dinî talebleri hakkında bir takım kararlar almıştır. Onların amacı, iktidarı DP’ye kaptırmaktansa, halkın dinî hissiyatını okşayarak bu hususta biraz daha hoşgörülü davranarak muhalefetin elindeki kozları almaktı. Tahsin Banguoğlu ile birlikte meclisteki milliyetçi ve muhafazakâr milletvekillerinin başında Kasım Gülek, Şemseddin Günaltay, Şevket Raşid Hatiboğlu gibi isimleri saymak mümkündür Çeyrek yüzyıl sonra ilkokullara seçmeli din derslerinin konulması, ölüleri yıkayacak gassal kalmayacağı endişesi ile on aylık İmam-Hatip kurslarının açılması, Bakanlar Kurulu kararıyla Kur’an kurslarının faaliyetine müsâade edilmesi, yine halkın hac ibadetini yerine getirebilmesi için hacca gitmelerine izin verilmesi, başta Mustafa Reşit Paşa’nın olmak üzere bazı türbelerin ziyarete açılması, Ankara Üniversitesi’ne bağlı bir ilahiyat Fakültesi’nin kurulması... gibi maddeleri bu kararlar arasında saymak mümkündür. Bu arada bir takım dinî mecmuaların çıkmasına da izin verildi. Bunlar arasında Ömer Rıza Doğrul’un çıkardığı Selâmet mecmuası ile. Hakyolu, Sebilürreşad gibi dergileri saymak mümkündür. Okullarda seçmeli olarak okutulan din dersi kitabı Çengelköy’de bulunan Afganî Tekkesi şeyhi Nureddin Sevin ve Nureddin Artan tarafından yazılmıştır. Tahsin Banguoğhı, ilkokullara din dersi konulmasının altında zamanın Milli Eğitim Bakam olarak kendi imzasının bulunduğunu iftiharla söylerdi. Îmam-Hatip kurslarına ilk açıldığı zaman yaşını başını almış insanlar devam ederdi. Amaç ölü yıkamak ve cenaze namazı kıldırmak için adam yetiştirmekti. İstanbul Üniversitesi, girişinin hemen üstünde bulunan eski yazının açılışı da aynı karârların bir devamı olarak sayılabilir. Bu yazı yıllarca köşelerinde vidaları olan bir mermerle kapatılmıştı.

Büiün bu kararlar 1946 ilâ 50 yılları arasında alınıyor ve mevcut iktidar bunları ayaklarının altından daha büyük şeylerin kaymasını önlemek ve ömrünü uzatmak için, -deyim yerindeye- taviz olarak veriyor. Daha doğrusu artan taleb-lerin bir kısmını karşılamak için vermek zorunda kalıyor. Devrin nabzını tutanlar, bunlara tek parti iktidarı için bir taviz, halk içinse zorla koparılmış bir hak gözüylö bakmışlardır. Ancak insanlar bunun oy uğruna yapıldığını anladığı için, Tek Parti, düş'üncesini bugüne kadar yalnız başına  iktidara getirmemek üzere 1950 yılında muhalefeti ezici bir çoğunlukla iktidar yapar.

Demokrat Parti’yi iktidara getiren halk 400’ün üzerinde milletvekili ile Adnan Me'nderes’e olanca kredisini açtı. Ve Menderes’ten çok şey bekledi. Adnan Menderes seçimlerden sonra geçmişin özlemini çekenlere ilk defa “inkılâp softaları” deyimini kullandı. Bu ifade, eskiye sünger çekmek isteyen insanlar tarafından sahici bir hesaplaşmanın sinyali olarak yorumlandı. Bunun yanında Adnan Menderes, zamanında bazı parti sempatizanlarına hoş gelmeyecek icraatlara da girişir. Başını dindar ve muhafazakâr insanların çektiği Türk Milliyetçiler Derneği kapatılır, CHP ile birlikte “inkılâplara bağlıyız” mesajının verildiği meşhur 12 Temmuz Beyannâmesi imzalanır, Atatürk’ü Koruma Kanunu çıkarılır vesaire. Millet Partisi’nin başında bulunan Osman Bölükbaşı bütün bu olup bitenleri ele alırken her iki partiyi de “muvazaa partileri” olarak niteler.

Bütün bu gelişmeler, değişiklikler, olup bitenleri ilgiyle ve merakla takip eden Orhan Okay’ın ortaokul, lise ve üniversite yıllarında meydana gelmiştir. O, yukarıda sözkonusu ettiğimiz bütün bu gelişme ve değişmeleri görmüş ve yaşamıştır.

Orhan Okay, sessiz ve mütevazi kişiliğinin arkasında çocukluğundan beri yaşanan kimi olumsuzluklara karşı tepkisini her zaman diri tutmuştur. Bu muhalif yanını, bir atımlık barutu olan insanlar gibi sloganvarî ve tezcanlılıkla hemen sergileyerek değil, yerinde ve zamanında göstermiştir. Şüphesiz onun bu yönünü besleyen bir takım manevî dinamikleri vardır. Başka bir yazımızda sözkonusu ettiğimiz bu dinamikleri genç yaşında diyalog kurduğu Abdülaziz Bek-kine Hazretleri, Nurettin Topçu ve Celâl Hoca oluşturur.

Bir zincirin son halkası

Emin Işık, “Nurettin Topçu’ya Armağan”da Hocayı anlatırken şöyle der: “İstanbul Erkek Lisesi öğretmeniydi. İmam-Hatip Okulu’na da fazladan derse geliyordu. Fazladan geldiği dersler için ücret alması gerekiyordu. Maaş memuru ücret bordrolarını hazırlamış ve Nurettin Bey’e ücretlerinin hazır olduğunu hatırlatmıştı. Fakat Nurettin Bey oralı olmamıştı. Maaş memuru durumu okul müdürüne bildirmiş. O zaman İstanbul İmam-Hatip Okulu müdürü olan rahmetli Mahir İz Bey de hocaya niçin bordroları imzalamadığını sormuş. Hoca, “Burası din mektebi, ben buraya ibadet için geliyorum, ibadetten para alınır mı?” demiş. Müdür, “Ne yapıyorsun Nurettin Bey, sen devletten zengin misin? İhtiyacın yoksa sen alma okulda bu kadar fakir talebe var. Sen bordroyu imzala, ben o parayı alır fakir çocuklara dağıtırım” demiş. Hoca da, “Ben o imzayı attıktan sonra parayı kabul etmiş olurum. O zaman almışım veya dağıtmışım farketmez” deyince, Mahir Bey “Pes doğrusu!” demiş ve bu hareketinin sebebini sormuş. Nurettin Topçu da, “Din görevi hasbî olmalıdır. Buradan yetişenler din adamı olacaklar. Ben hasbî olmalıyım ki, onlar da hasbî olsunlar” cevabını vermiş.

“Hasbî” kelimesini Şemseddin Sâmî “karşılıksız, ivazsız, meccânen” anlamları ile ele alıyor ve “hasbî çalışıyor, hasbî muharebeye gidenler (gönüllü olarak)” şeklinde cümlede kullanıyor. Atalarımız asırlardır “Ilâ-yı kelimetullah” için savaş meydanlarında çarpışmışlardır ve tarihimiz bu anlamda hasbîliğin nice bin örnekleriyle doludur. Ancak o iklimden uzaklaşalı beri, herşeyin kendisini Allah’tan uzaklaştırmak için seferber olduğu günümüz insanı için bunu kavramak, geniş kalabalıklara inandırmak deveye hendek atlatmak kadar zordur. Hasbîliğin temelinde, yapılan bir iyiliğin boşa gittiği sanılıp denize de atılsa karşılığını görmek için acele etmeme, ecrini Allah’a havale etme vardır. Çünkü geri planında Allah rızasının yattığı o iyilik boşa gitmiyor. Denizin diplerinde kaybolan o iyiliği balık bilmeyebilir. Ancak her şeye kadir olan Hâlık mutlaka biliyor. insanın hasbîliği de zaten Hâlık’m o bilgisinden ileri gelmiyor mu?

Şüphesiz Nurettin Topçu kelimeyi tam anlamında kullanmıştır ve öyle yaşamıştır.

Orhan Okay’ın, gençliğinde son derce etkisinde kaldığı Rahmi Eray’ı anlattığı bir toplantıda “hasbîlik” anahtar kavramlardan biridir. Orada şöyle demişti hoca: “Eski vokabülerimizde hasbî diye bir kelime vardı. Karşılık beklemeden gösterilen sevgi için, hizmet için kullanılırdı. O kavram, kelimesi ve medlulüyle, yani delâlet ettiği, ifade ettiği manâ ile hayatımızdan çekilip gitti. Ben hayatımda hasbî olmanın ilk örneğini Rahmi Ağabey’de buldum. Galiba son örneği de o idi.”

Gerçekten de, “aramızdan ifade ettiği mâna ile çekilip giden” hasbîlik ne idi? Bugünkü kuşağın hemen hemen hiç tanımadığı Rahmi Eray’la beraber mi gitmişti hasbîlik? Bu soruyu cevaplamak için önce Rahmi Eray’ı tanımamız gerek: 

1918 Maraş doğumlu. İlk ve orta tahsilini Elbistan ve Maraş’ta tamamladı. 1937’de Adana Fen Lisesi’ni bitirdi. Bir yıl sonra İstanbul Tıp Fakültesi’ne kayıt yaptırdı. Fakültenin üçüncü sınıfında yakalandığı bir damar hastalığı onu yatağa bağladı ve ömrü boyunca bu illetin pençesinden kurtulamadı. 1958 yılında öldü. Arkadaşları arasında “Rahmi Ağabey” diye anılan Rahmi Eray, amansız hastalığın kendisini yatağa çivilediği yıllarda her alanda bol bol okuyarak kendisini yetiştirmiş seçkin bir kişidir. Keskin zekâsının, muhakeme gücünün ve olayları algılama yeteneğinin kendisine bahşettiği bu seçkinlik, arkadaşları arasında onu “ağabey” konumuna yükseltmiştir. Kişiliğinin en bariz tarafı tevazu, samimiyet, hasbîlik, fikre ve varlığa hürmet, olayları tahlil ederken kendine has anlatış biçimi ve üslûbu idi. Bu üstün hasletlerinden dolayı çevresindekilerin dikkatini üzerinde toplamış ve konuştuğu zaman kendisini dinleten mümeyyiz biri olmuşttmBunda, tanınmış ve varlıklı bir ailenin çocuğu olarak taşradan kalkıp İstanbul’a gelmesinin ve burada yeni yeni arkadaş çevresi edinmesinin payı büyüktür.^

Orhan Okay’a*göre, adeta bir ağlama duvarı, bir günah çıkarma zaviyesi haline gelen Rahmi Eray’ın evi bir tekke gibiydi. Kapısı sanatseverlere günün her saatinde-açıktıJBu'yönüyle kendi dönemindeki müslüman okur-yazarlar üzerindeki ağırlığı, 1960-70’li yıllarda Fethi Gemuhluoğlu’nun müslüman aydınlar üzerindeki .etkinliğine benzetilebilir. Günün ve gecenin belirsiz zamanlarında dertlerine ortak arayanların, sadece sohbet etmek için evine uğrayanların haddi hesabı yoktu. Arkadaşlarının sıkıntısına ortak olur, onların dertleriyle dertlenir-di. Onları kendi onulmaz derdinin önüne alırdı. Kendi ıstırabına kimseyi ortak etmeyen bilge bir kişiliği vardı. Bir işçinin geçim sıkıntısı, taşradan İstanbul’a kalkıp gelen bir talebenin yurt meselesi, bir tanıdığı esnafın dükkân açması, bir hastanın tedavisi mutlaka onun ilgi alanına girerdi. Hepsini incitmemeye özen göstererek bıkmadan güler yüzle karşılar, dinler ve gücü yettiğince bir çözüm yolu mutlaka bulurdu. Kader, irade, isyan, itaat gibi karmaşık meseleler onun uzlaştırıcı sözleriyle çözülürdü. Nurettin Topçu’ya göre de manevî bir lider, bir mürşid olarak etrafını çeviren gençlerden mürekkeb halkaya devamlı ve sistemli bir akl-ı selim, sabır ve karakter aşısı yapardı Rahmi Eray. Onlara ruha hürmeti, zalim ihtiraslara isyanı öğretti. İnsanlığımızın dost düşman saflarını, akl-ı selimle kör nefsin karşılaşması şeklinde düzenledi. Asıl zalim düşmanın içimizde nefis halinde saklı duran canavar olduğunu tanıttı. Şiddetlere itidal, kindarlara insaf tavsiye etti. Yalnızlığını kendine mürşid yapabilen Rahmi Eray, etrafındakilere sorumluluğun ilmihâlini öğretti.

Nurettin Topçu ve Rahmi Eray’ın Orhan Okay üzerinde kalıcı ve büyük bir etkisi görülür. Hatta denebilir ki, onun manevî dinamiklerinden üç isimden ikisi mutaka Topçu ve Eray’dır.

Orhan Okay hocanın talebesi olanlar, onu yakından tanıyanlar, mesai beraberliği bulunanlar, yukarıdan beri sözkonusu ettiğimiz tılsımlı kavramın az önce isimlerini zikrettiğimiz hocalarından kendisine tevârüs ettiğini mutlaka görmüşlerdir. Onun öğrencilerinden azami ilgiyi esirgememesi, yüzünden eksik etmediği tebessümü, bir karakter âbidesi olarak çevresine karşı yakın ilgisi bunun bir ipucu sayılabilir. Bununla beraber kendisinden ders almak zorunda olanlar bir yana, öğrencisi olmadığı halde çalışmalarına yön vermek isteyen niceleriyle saatlerce ilgilenip onlara kendi kütüphanesinden kitaplar, tuğla kalınlığında tezler getirip yardımcı olması hasbîliğin henüz kaybolmadığını bize gösteriyor. Emekli olduğu bölümde bir kütüphane kurmak için herkesten fazla çaba harcayıp, bunun için maddî ve manevî olarak herkesten daha çok önayak olmasını başka bir kelime ile izah etmek zordur. Onun bu hasletlerini şüphesiz, Necmeddin Türi-nay’dan Yılmaz Taşçıoğlu, İsmail Toluay ve Melih Çilingir’e; Nazan Bekiroğ-lu’ndan Nezahat Atabey, Firdevs Temizel ve Deniz Serbest’e kadar yetiştirdiği, dersine girdiği binlerce öğrencisi daha iyi takdir eder.

Rahmi Eray ben doğmadan 4 yıl önce dünyadan ayrılmış. Nurettin Topçu öldüğünde Maraş’ta henüz ortaokul öğrencisiydim. Yıllar yılı Osmanlı Arşi-vi’nde eski belgelerle haşir-neşir olduktan sonra, 1993’ten beri çalışmaya başladığım Sakarya Üniversitesi’ndekj ilk yıllarımda, hocalığının sonlarında Orhan Hoca’yı bir nebze olsun tanıdığımı söyleyebilirim. Nasıl bilirsin? diye soracak olursanız, ona da büyük Divan şairi Bâkî’nin bir beyti ile cevap verebilirim:

Seni Yûsufla güzellikte sorarlarsa bana

Yûsuf’u görmedim amma seni ra’nâ bilirim.

- ORHÂN OKAY’LA ÎLGİLÎ KISA BİLGİLER

Adres: Krizantem 26, 80620 Levend/îstanbul

Tlf: 0-212-280 91 75

Doğum Yeri ve Tarihi: İstanbul 26.01.1931

Akademik Ünvanlar

·                  A) Profesörlük: 1988

·                  B) Doçentlik: 1975

·                  C) Doktora: 1963

Öğrenim durumu

·                  A) Yüksek Öğrenim: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü 1955

İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü 1955 Sertifikalar: Türk Dili, Türk Edebiyatı, Arap Dili ve Edebiyatı, Fars Dili ve Edebiyatı

·                  B) Ortaöğrenim: İstanbul Vefa Lisesi 1950

İstanbul Edirnekapı Ortaokulu 1947

·                  C) ilk Öğrenim: İstanbul 17. ilkokul 1943

Akademik tezler:

·                  A) Profesörlük: Necip Fazıl Kısakürek

·                  B) Doçentlik: Batı Medeniyeti Karşısında Ahmed Midhat Efendi

·                  C) Doktora: İlk Türk Pozitivist ve Natüralisti Beşir Fuad

·                  D) Bitirme Tezi: Abdülhak Hamid’in Eserlerinde Muhayyilenin Tezahür şekilleri

Yurtdışı akademik çalışmalar

1963-1965 Paris; 1978 Paris

Yabancı dil: Fransızca

Çalıştığı yerler: 1955-1956 Artvin Lisesi Edebiyat Öğretmeni

1957 Merzifon Assubay Ortaokulu Türkçe Öğretmeni

·                  1958- 59 Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi Edebiyat Öğretmeni

·                  1959- 1967 Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yeni Türk Edebiyatı Asistanı

1967-1975 Yeni Türk Edebiyatı Öğretim Görevlisi

1975-1988 Yeni Türk Edebiyatı Doçenti

(1978-1979 Elağız Fırat Üniversitesi Misafir Öğretim Üyesi)

(Değişik yıllarda Erzurum Eğitim Enstitüsü, Erzurum Yüksek İslam Enstitüsü ve

Erzurum İlahiyat Fakültesi’nde ek görevler)

1988-1994 Yeni Türk Edebiyatı Profesörü

1994-1996 Sakarya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Profesörü

İlmi ve mesleki kuruluşlarda üyelik

·                  * Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü

·                  * Türk Dil Kurumu

·                  * Türkiye Yazarlar Birliği

·                  * İLESAM (İlim ve Sanat Eserleri Sahipleri Meslek Birliği)

·                  * Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

·                  * Merkez Redaksiyon Kurulu

Ödüller

Türkiye Milli Kültür Vakfı inceleme Ödülü 1976

Türkiye Yazarlar Birliği Araştırma Ödülü 1991

Türkiye Yazarlar Birliği Yılın Kültür Adamı 1996

M. ORHAN OKAY BİBLİYOGRAFYASI

DR. ERDOĞAN ERBAY

Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

·                  A. KİTAPLAR

·                  1. Sanat ve Hayat, Milliyetçiler Derneği 1956, 35 s.

·                  2. Beşir Fuad-tlk Türk Pozitivist ve Natü-ralisti, Hareket Yay., İst. 1969, 243 s.

·                  3. Abdülhak Hamid’in Romantizmi, Atatürk Üniv. Basımevi, Erz. 1971, 58 s.

·                  4. Batı Medeniyeti Karşısında Ahmed Mid-hat Efendi, 1. Baskı: Atatürk Üniv. Basımevi, 1975, XV+431 s.; 2. Baskı: Milli Eğitim Basımevi, İst. 1989, 12+424 s.

·                  5. Şeyh Galib, Hüsn ü Aşk (Hüseyin Ayan’la) 1. Baskı: Dergâh' Yay., İst. 1975,47+352 s.; 2. Baskı: Dergâh Yay., İst. 1992,47+352+104 s.

·                  6. Necip Fazıl Kısakürek, Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ank. 1987, VI-II+149 s.

·                  7. Mehmed Akif- Bir Karakter Heykelinin Anatomisi, Akçağ Yay., Ank. 1989,143 s.

·                  8. Sanat ve Edebiyat Yazıları, Dergâh Yay., İst. 1990, 234 s.

·                  9. Safahat (Mustafa İsenTe), Diyanet İşleri Baş. Yay., Ank. 1990, LXIV+504 s.

·                  10. Edebiyat ve Kültür Dünyamızdan- Ma-kaleler-Denemeler-Sohbetler, Akçağ Yay., Ank. 1991, 355 s.

·                  B. DERS VE KİTAP NOTLARI

·                  1. Lise Sınıflan İçin Edebiyat (Kredili Sisteme göre-Bir heyetle beraber)

·                  2. Şiir Sanatı Dersleri

·                  3. Cumhuriyet Devri Hikâye ve Romanı

·                  4. Meşrutiyet Sonrası Türk Edebiyatı

·                  5. Servet-i Fünun Şiiri

·                  6. Tanzimat Edebiyatı

·                  C. KISACA KİTAPLARI

·                  1. Sanat ve Hayat, Milliyetçiler Derneği, 1956, 35 s.

·                  2. Beşir Fuad-ilk Türk Pozitivist ve Natü-ralisti, Hareket Yay., ist. 1969, 243 s.

Beşir Fuad, edebi türlere, -hikâye, roman, şiir ve tiyatro gibi- ilgi göstermediği için, Türk edebiyatında fazla dikkate alınmamıştır. Ama o, romantizmin tesiri altındaki bir edebiyatın, realizme geçişine, yazıp söyledikleri ile yol gösteren bir şahsiyettir.

M. Orhan Okay, Beşir Fuad adlı eseri ile, hem Beşir Fuad, hem de Türk edebiyatının Tanzimat’tan sonraki serüvenine ışık tutmuştur. Eser, 34 sayfalık geniş bir giriş, üç esas bölümden müteşekkildir. Giriş bölümünde 19. asırda Türkiye’de İlmî ve edebî faaliyeti anlatan yazar, eserin birinci bölümünde Beşir Fuad’ın hayatım, ikinci bölümde Beşir Fuad’ın eserlerini, üçüncü bölümde de Beşir Fu-ad’m tesirleri’ni işlemiştir. Netice kısmında ise, Beşir Fuad hakkındaki umumî kanaatlerini dikkatlere sunmuştur.

·                  3. Abdülhak Hâmid’in Romantizmi, Atatürk Üniv. Basımevi, Erz. 1971, 58 s.

Eser, beş ana bölüm ve bir netice’den müteşekkildir. Abdülhak Hâmid’in romantizmini, doğu-batı kültürü çerçevesinde ele alan yazar, kitabın birinci bölümünde “Tabiatın İdrâk ve Tefsiri”, ikinci bölümde “Objesiz Tahayyül”, üçüncü bölümde “Muhayyilenin Patolojik Tezahürleri”, dördüncü bölümde “Rüyâlar”, beşinci bölümde “Muhayyilenin Zaman ve Mekân Mefhumlarını Aşması” meselesini işlemiştir. Netice kısmında ise, Abdülhak Hâmid’in muhayyilesini besleyen kültür ve kaynaklan ortaya konulmuştur.

·                  4. Batı Medeniyeti Karşısında Ahmed Midhat Efendi, Milli Eğitim Basımevi, İst. 1989, 12+424 s.

Eser, “Ahmed Midhat Efendi’nin Batıyı Tanıması”nı anlatan “Giriş” kısmı ile yedi bölümden meydana gelmiştir. Birinci bölümde Ahmed Midhat Efendi’nin “Doğu ve Batı Medeniyeti Hak-kındaki Umumi Görüşleri”, ikinci bölümde “İlim ve Teknik”, üçüncü bölümde “Yaşayış Tarzı”, dördüncü bölümde “Kadın ve Aile”, beşinci bölümde “Din, Felsefe ve Ahlâk”, altıncı bölümde “Kültür, Güzel San’atlar ve Edebiyat”, yedinci bölümde “Roman ve Tiyatrolarındaki Tipler” ele alınmıştır.

·                  5. Şeyh Galib, Hüsn ü Aşk (Hüseyin AyanTa), Dergâh Yay., İst. 1992, 47+352+104 s.

Kitabın baş tarafında, M. Kaya Bilge-gil’in “Hüsn ü Aşk’a Dâir” adlı uzunca bir değerlendirmesi vardır. Daha sonra, Hüsn ü Aşk’ın günümüz Türkçesi ile yazılmış aslı ile, beyitlerin anlamları dipnot tarzında sayfanın altına nesir halinde konulmuş, kitabın üçüncü ve son bölümü ise Hüsn ü Aşk’ın Arap alfabesiyle verilmiş asıl metne ayrılmıştır.

·                  6. Necip Fazıl Kısakürek, Kültür ve Turizm Bak.Yay., Ank. 1987, VIII+149 s. Orhan Okay, kitabın birinci bölümünde Necip Fazıl’ın “Resmî Biyografisi”, İkincisinde “Yayın ve Sanat Hayatı”, üçüncüsünde “Eserleri”, dördüncüsünde “Dergiciliği”, beşincisinde “Şiirleri ve Şiir Sanatı”, akıncısında “Tiyatrosu”, yedincisinde “Hikâye ve Romanla-rı”nı ele almıştır. Bibliyografyadan sonra Necip Fazıl’ın şiir, tiyatro, hikâye ve makalelerinden seçmeler verilmiştir.

·                  7. Mehmed Âkif-Bir Karakter Heykeli ’nin Anatomisi, Akçağ Yay., Ank. 1989, 143 s.

Orhan Okay, eserin ilk bölümünde “Mehmed Akif’in Resmî Biyografi-si”ni ele almıştır. İkinci bölümde Mehmed Akif’in “Karakteri” üçüncü bölümde “Tarihî ve Siyasî Şahsiyeti”, dördüncü bölümde “Edebî Hayatı ve Sanatı” işlenmiştir. Beşinci bölümde Safahat bütün bölümleriyle tahlile tabi tutulmuştur. Altıncı bölümde Akif’in “Cemiyet Meseleleri Karşısında”ki tavrı ele alınmış, yedinci bölümde Mehmed Akif’in “İslâm ideali” üzerinde durulmuş, sekizinci bölümde “Kader ve İrade Meseleleri Karşısında Mehmed Akif” ele alınmıştır. Dokuzuncu bölümde “Destan ve Hamaset Şairi Akif’ dikkatlere sunulurken, onuncu bölümde “Dinî Lirizim Yahut Duânın Şiiri” mevzuü üzçrinde durulmuştur.

·                  8. Sanat ve- Edebiyat Yazılan, Dergâh Yay., İst. 1990,234 s.

Orhan Okay’ın bu «eseri, iki bölümden müteşekkildir. Birinci bölüm “Estetik-Güzel Sanatlar ve Edebiyat”, ikinci bölüm “Eski ve Yeni Edebiyatımız Üzerine incelemeler” adını taşımaktadır. Birinci bölümdeki yazılar, hemen hemen her zaman münakaşası yapılan edebiyatımızın batılılaşması, millî edebiyat gibi konulara ayrılmıştır, ikinci bölümde ise Yunus Emre’den Peyami Safa’ya kadar, şahısların ve o şahıslara ait eserlerin ele alındığı yazılar ağırlıktadır.

·                  9. Safahat (Mustafa îsen’le), Diyanet işleri Baş. Yay., Ank. 1990, CIX+ 504 s.

Bu eserde daha çok dikkat çeken, eserin başına konulan Orhan Okay’ın incelemesidir. incelemede, Mehmed Akif’in resmî hal tercemesiyle birlikte Safahat, Safahat’ tâki şiirler ve Mehmed Akif’in bazı meselelere bakış açısı değerlendirilmektedir.

·                  10. Edebiyat ve Kültür Dünyamızdan -Ma-kaleler-Denemeler-Sohbetler, Akçağ Yay., Ank. 1991, 355 s.

Eser, yazıların karakterine göre muhtelif bölümler halinde tanzim edilmiştir.

·                  7. sayfadan 74. sayfaya kadar olan kısımda kültür, medeniyet, gençliğin çeşitli meseleleri, dil ve edebiyat gibi konulara üzerinde durulmuştur. 75 sayfada “Edebiyatçılar” başlığı ile tanzim edilen bölümde, Namık Kemâl eser ve fikirleri etrafında genişçe ele alınırken, Mehmed Akif, Necip Fazıl, Kemalettin Kamu, Ahmed Hamdi Tanpınar ve Mehmet Kaplan ele alınmıştır. Bu kısım 212. sayfaya kadar devam etmektedir. 212. sayfadan itibaren “Nekroloji” bölümü başlamaktadır. Bu bölümde Nurettin Topçu, Kaya Bilgegil, Necip Fazıl, Erol Güngör, Mehmet Çavuşoğlu gibi son devrin ilim ve fikir adamlarına dair Orhan Okay’ın intihalarını ihtiva edeh yazılar sıralanmıştır. 242. sayfadan itibaren “Soruşturma-Sohbet-Anket” kısmı başlamaktadır. Eserin bu bölümünde kültür ve edebiyatımızda millî kaynaklara yönelmeden, edebiyatımızın teorik meselelerini, yeni Türk Ede-biyatı’ndan Necip FazılTa ilgili birçok konuda sohbetler, soruşturmalar ve anketler söz konusudur.

·                  D. MAKALELER

·                  1. ifadenin Masuniyeti, Türk Sanatı mec., N.7, Nisan 1953 s.5.

·                  2. Dergiler-Yaymlar-Olaylar: Georges Du-hammel/Dergiler, İstanbul mec., N.7, Mayıs 1954, s. 48-50.

·                  3. Dergiler-Yayınlar-Olaylar: Remzi Oğuz /Şair Bolluğu/Gurbet/Batıya Doğru ve Düşünen Aydın/Gelenekler, İstanbul mec., N. 8, Haziran 1954, s. 48-50.

·                  4. Dergiler-Yayınlar-Olaylar: Sait Faik/ Türk Dili Nasıl Zenginleşir? /Yeşilır-mak/ Türk Sanatı/ Tür Folklor Araştırmaları/ izlerimiz, İstanbul mec., N. 9, Temmuz 1954, s .48-50.

·                  5. Dergiler-Yayınlar-Olaylar: Erzurum Bilmeceleri/Yazı Dilimiz/ Sanatta Realizm /Steinbeck/Sanat ve Cemiyet/ Dergiler, İstanbul mec., N. 10, Ağustos 1954, s. 49-50.

·                  6. Dergiler-Yayınlar-Olaylar: Tek Adam/ Türk Sanatı/ Tarihi Mevlid/ Yine Gelenekler/ Hikâye/Şiir/Yine Sanatın Ne için Olduğu ve Batılı Olmak Dâvaları/ Dil Kurultayı, İstanbul mec., N. 11, Eylül 1954, s. 48-50.

·                  7. Dergiler-Yayınlar-Olaylar: Collet-te/Modern Sanatların Kaderi / Dile Mü-dahele/ Divan Edebiyatı / Tek Taraflı Garpçılık / Tevfik Fikret / Neside Konuşur Gibilik, İstanbul mec., N.12, Ekim 1954, s. 48-50.

·                  8. Dergiler-Yayınlar-Olaylar: Tamamlanan Bir Lügat/ Konuşma Dili-Yazı Dili/ Şiir/ Anadoluda Sanat Dergileri/ Sanat Dergilerinde Başka Mevzular/ İstanbul, İstanbul mec., N. 13, Kasım 1954, s. 48-50.

·                  9. Dergiler-Yayınlar-Olaylar: Türk Yurdu/ Türk Hikâyeciliği ve Hikâyecileri/ Halledilen Bir Maarif Davası/ imla Kılavuzu/ Şiir/ Şafaklar Dolusu, İstanbul mec., N. 14, Aralık 1954, s. 47-49.

·                  10. Dergiler-Yayınlar-Olaylar: Romantik Milliyetçilik/ Milli Sanat/ Türkçe’de (Ayın) Yoktur, İstanbul mec., N. 1, Ocak 1955, s. 49-50.

·                  11. Dergiler-Yayınlar-Olaylar: Mevlânâ, İstanbul mec., N. 2, Şubat 1955, s. 48-50.

·                  12. Dergiler-Yayınlar-Olaylar: Manevi Terbiye Meselesi/ Sonsuzluk Kervanı/ Röportaj/ Yüz Kızartan/ Yeni Dergiler/ Saadet Şiirleri Antolojisi, İstanbul mec., N. 3, Mart 1955, s. 49-50.

·                  13. Dergiler-Yayınlar-Olaylar: Şiir Kitap-ları/Claudel, İstanbul mec., N. 4, Nisan 1955, s. 48-50.

·                  14.  Dergiler-Yayınlar-Olaylar: Remzi Oğuz/ istiklâl Marşı/ Sahne Işıkları/ Hisarın Altıncı Yılı/ Edebiyatçı Bollu-ğu/Yeni Erciyes, İstanbul mec., N. 5, Mayıs 1955, s. 48-50.

·                  15. ZiyaGökalp ve Türk Dili, Kümbet mec.(Erz.), N. 4, Temmuz 1965, s. 4-14.

·                  16. Niçin Komünist Oluyorlar?, Hürsöz Gazetesi (Erz.), N. 2986, 3-4 Kasım 1965, s. 1.

·                  17. Nesillerin Ruhu, Hareket mec., N. 3, Mart 1966, s. 7-8.

·                  18. Komünizmin Millisi Olur mu?, Aziziye Postası (Erz), 22 Mart, 15 Nisan 1966.

·                  19. Georges Duhammel, Kitaplar ve Yaşamamızın Reçeteleri (trc.), Hareket mec., N. 9, Eylül 1966, s .20-21.

·                  20. Mehmet Akif’e Dair..., Mehmet Akif, Erzurum 1967, s.8.

·                  21. Georges Duhammel, Zihin Çalışkanlığı Tembelliği (trc), Hareket mec., N-14, Şubat 1967, s. 12-13.

·                  22. Georges Duhammel, Düşünmek ve Seçmek (trc.), Hareket mec., N. 16, Nisan 1967, s. 9-10.

·                  23. Georges Duhammel, Sözle Müziğin Karışıklığı (trc), Hareket mec., N. 17, Mayıs 1967, s. 12-13.

·                  24. Dergilere Dair Sohbet, Kümbet mec. (Erz.), N. 1, Haziran 1967, s. 2,16.

·                  25. Georges Duhammel, Söz Sanatı ve Sinema (trc), Hareket mec., N. 21, Eylül

·                  1967, s. 9-10.

·                  26. Kitaplara Dair ve Nesillerin Ruhu, Yeni Kitaplar mec., N. 1, Aralık 1967.

·                  27. Köle Bacası’na Dair/ Dr. S. F. Kâhya-oğlu imzasıyla, Yeni Kitaplar meçi, N. 1, Aralık 1967, s. 6.

·                  28. Asım’ın Nesli, Kümbet mec. (Erz.), N. 3, Mart 1968, s. 2-3.

·                  29. 19. Asırda Türkiye’de İlmî ve Edebî Faaliyet, Hareket mec., N. 34, Ekim

·                  1968, s. 15-22.

·                  30. Türk Şiirinde içtimai Meseleler/ Dr. S.

F. Kâhyaoğlıi. imzasıyla, Hareket mec., N..41, Mayıs 1969, s. 16-23.

·                  31. îbrahim*Hakkı ve^Marifetnâmeye Da-df/Dr. S. F. Kâhyaoğlu imzasıyla, Hareket mec., N. 42, Haziran 1969, s. 16-23.

·                   32. İbrahim Hakla, Hareket mec., N..'42, Haziran 1969, s. 22-24.

·                  33. Edebiyat Fakültesi, Atatürk Üniversitesi Araştırma ve Haber Bülteni, N. 4, Temmuz 1975, s. 1-6.

·                  34. Nurettin Topçu, Bir idealistin Ölümü, Hareket mec., N. 112, Ocak 1976, s. 42-47.

·                  35. Abdullah Cevdet, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, C.l, s. 11-12, İst. 1977.

·                  36. Ahmet Haşim, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, C.l, s. 62-65, İst. 1977.

·                  37. Beşir Fuad, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, C.l, s. 408-409, İst. 1977.

·                  38. Ahmed Midhad Efendi, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, C. 1, s. 68-70, İst. 1977.

·                  39. Ahmed Haşim’in Şiirlerinin Sembolizm Açısından Yorumu, Türk Dili ve Edebiyatı mec., C. 22, İst. 1977, s. 191-203.

·                  40. Gençliğimizin Meseleleri, Yağmur mec. (Erz.), N. 1, Nisan 1977, s. 12-14.

·                  41. Türkiye Millî Kültür Vakfı Edebiyat Ödülünü Kazanan Doç. Dr. Orhan OkayTa Bir Konuşma: Batı Medeniyeti Karşısında Ahmed Midhat Efendi, Bayrak gaz., Haziran 1977, s. 8.

·                  42. Edebiyatımızın Dev Şairi: Yunus Emre, Yeni Aziziye mec., N. 1, 1979, s. 7-9.

·                  43. Türk Romanına Köy Mevzuunun Girişinde Unutulan Bir isim: Ahmed Midhat Efendi, Birinci Türkoloji Kongresi-Tebliğler, Kervan Yay., İst. 1980, 599 s. (Teb. s. 169-176).

·                  44. Necip Fazıl’m Şiiri-1, Burak mec. (Burdur), N.3-4, Ocak-Şubat 1980, s. 7-12.

·                  45. Necip Fazıl’m Şiiri- II, Burak mec. (Burdur), N.5, Mart 1980, s. 5-12.

·                  46. iktisatta Millî Düşünceye Doğru-Ilk Görüşlerin 100. Yılı, Türk Kültürü mec., N. 207-208, Ocak-Şubat 1980, s. 8-34.

·                  47. Kaybolan Nüanslar, Tercüman gaz., 19 Şubat 1980, s. 9.

·                  48. Sanat ve Edebiyata Dair- I: Estetik ve Güzel Sanatlar, Hareket mec., N. 11 -12, Ocak-Şubat 1980, s. 26-29.

·                  49. imlâmız, Tercüman gaz., 20 Mart 1980, s. 9,

·                  50. imlâmız: Yabancı Özel isimlerin Yazılışı, Tercüman gaz., 26 Mart 1980, s. 9.

·                  51. Sanat ve Edebiyata Dair- II: Edebiyatın Üstünlüğü, Hareket mec., N.13, Mart 1980, s. 28-31.

·                  52. imlâmız: Batı Dillerinden Gelen Özel isimler, Tercüman gaz., 3 Nisan 1980, s. 9.

·                  53. imlâmız: Fonetik imlâ mı?, Tercüman gaz., 4 Nisan 1980, s. 9.

·                  54. Sanat ve Edebiyata Dair- III: Edebiyatın Gücü, Hareket mec., N. 14, Nisan 1980, s. 31-35.

·                  55. Sanat ve Edebiyata Dair-IV: Edebiyatın Za’fı, Hareket mec., N. 15, Mayıs 1980, s.22-27,

·                  56. T.D.K.’nun Açmazı, Tercüman gaz., 28 Kasım 1980, s.2.

·                  57. T.D.K.’nun Hizmetleri, Tercüman gaz., 13 Ocak 1981, s.2.

·                  58. İhtilâl, İnkılâp ve Devrim’e Dair, Tercüman gaz., 14 Ocak 1981, s.2.

·                  59. Bazı Uydurma Kelimelerin Akıbeti, Tercüman gaz., 25 Ocak 1981, s.2.

·                  60. Yeni Bir Siyasî Argo, Tercüman gaz., 27 Ocak 1981, s.2.

·                  61. Yeni Uydurma Kelimelerde Mâna Sapmalarına Dair, Tercüman gaz., 28 Ocak 1981, s. 2.

·                  62. Necip Fazıl Kısakürek, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, C.V, s.329-333, İst. 1982.

·                  63. Milli Edebiyata Dair, Yönelişler mec., N. 11-12, Şubat 1982, s.25-28.

·                  64. Bitmeyen Kavga: Eski-Yeni, Dergâh mec., N. 1, Mart 1982, s. 12-13.

·                  65. Islâmi Edebiyat ve Sanat, Suffe Kültür ve Sanat Yıllığı, 1983, s. 324-327.

·                  66. Bâki’nin Kanunî Mersiyesine Dair, Şükrü Elçin Armağanı, Ahk. 1983, Hacettepe Edebiyat Fakültesi Yay., s.235-240.

·                  67. Mektup, Yönelişler nıec., N.21, Mart 1983,s.26-29.

·                  68. Fikret-Âkif Taraftarlığı Meselesine Bir Bakış, Kültür ve Sanat mec., (Kayseri), N. 27, Haziran 1983, s.2-4.

·                  69. Şairin Karnındaki Mâ’ na, Yönelişler mec., N. 23-24, Mayıs-Haziran 1983, s. 42-45.

·                  70. Mehmet Akif’in İçtimaî Bir Şiirinin incelenmesi, Kültür ve Sanat mec., (Kayseri), N. 27, Haziran 1983, s. 2-4.

·                  71. Necip Fazıl Kısakürek/Poetikası ve Şiiri- I: Poetikaya Kadar, Yönelişler mec., N. 25, Temmuz 1983, s. 18-19.

·                  72. Birkaç Hatıra...Birkaç Intibâ..., Türk Edebiyatı mec., N. 117, Temmuz 1983, s. 18-19.

·                  73. Necip Fazıl Kısakürek ve Dergileri-I: Ağaç, Kültür ve Sanat mec., N. 28-29, Temmuz-Ağustos 1983, s. 19-20.

·                  74.   Üniversitelerde Dil Eğitimi, Türk Edebiyatı mec., N. 118, Ağustos 1983, s. 52-53.

·                  75. Mehmed Âkîf’in Bazı Şiirlerinde Şe-kiI-Muhteva Münasebetleri, Mehmet Kaplan’a Armağan, İst. 1984, s.211-220.

·                  76. (Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in Şiiri), Suffe Kültür ve Sanat Yılığı, 1984, s. 162-186.

·                  77. Şahıs Zamirlerinin Yüklendiği Mânalar ve Yahya Kemâl’in Şiirleri, Doğumunun 100. Yılında Yahya Kemâl Be-yatlı, İst. 1984, s. 114-128.

·                  78. Ahmed Hamdi Tanpınar ve Rüyalar Hikâyesi, Milli Kültür mec., N. 44, Mart 1984, s. 53-58.

·                  79. VI. Millî Türkoloji Kongresi’nden Bir Tebliğin Özeti: Necip Fazıl’ın Şiirlerinin Poetika Açısından Tekevvünü, Türk Edebiyatı mec., N. 133, Kasım 1984, s. 29-30.

·                  80. Naci Elmalı, (Takriz), Erzurumlu Ke-tencizade Mehmet Rüştü Efendi, Ank.1985.

·                  81.   Tanıdığım Yönleriyle Erol Güngör, Konevi mec., N. 26, Nisan 1985, s. 9.

·                  82.   Şehitlikte Bir Şair: Mehmet Âkif, Türk Kültürü mec., N. 265, Mayıs 1985, s. 313-331.

·                  83. Nef’î’nin Şiirlerinde Ses Unsuru, Türk Edebiyatı mec., N. 140, Haziran 1985, s. 21-23.

·                  84. Necip Fazıl Kısakürek’in Şiirlerinin Poetika Açısından Tekevvünü, Milli Kültür mec., N. 49, Temmuzl985, s.'43-47.

·                  85. Elti Beş Y-ıl Sonra Filme Alınırken Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Milli Kültür mec., N.51, A&lık*1985, s. 3-9

·                  86. Tevfik Fikret ve Şiir Sanatı, Türk Dili' ■ mec., N. 4J0, Şubat 1986, s. 213-220.

·                  87. Büyük Hocanın Hatırasına, Türk Edebiyatı mec., N. 149, Mart 1986, s. 31-32.

·                  88.  (Taşralılık Üzerine Bir Soruşturma Başlıklı Ankete Cevap), Türkiye Kültür ve Sanat Yıllığı, (Ankara) 1986.

·                  89. (Dergilerle İlgili Ankete Cevap), Türkiye Kültür ve Sanat Yılığı, (Ankara)1986.

·                  90.   (Tanzimattan Sonra Çıkan Şiir, Tiyatro, Hikâye, Roman Filim Olarak Dereceleme Yapmak Üzere Açılan Ankete Cevap), Türkiye Kültür ve Sanat Yıllığı, (Ankara) 1986.

·                  91. Bir Muallim ve Maarifçi Olarak Nurettin Topçu, Türkiye Kültür ve Sanat Yıllığı, (Ankara) 1986.

·                  92. Önsöz, Nurullah Genç, Çiçekler Üşümesin, 1986 (Erzurum).

·                  93. Türklük Araştırmalarının Taç Adamı: Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı mec., N.152, Haziran 1986, s. 8-9.

·                  94. Edebiyatımızın Teorik Meseleleri ve Metod, Boğaziçi mec., N.47, Mayıs 1986, s. 22-28.

·                  95. Orta Öğretimin Bazı Temel Meseleleri ve Türk Dili ve Edebiyatı Öğretimi, Boğaziçi mec., N. 48, Haziran 1986, s. 14-16.

94.Edebiyatımızda Batılılaşma (Tanzimat Edebiyatı Üzerine Bazı Dikkatler), İlim ve Sanat mec., N. 10, Kasım-Aralık1986, s. 18-23.

P7.Tarih-i Kadim Münakaşaları Dışında Tevfik Fikret ve Mehmet Akif, Ölümünün 50. Yılında Mehmet Akif Ersoy, Marmara Üniv. Fen-Ed.Fak. Yay. No. 5, İst. 1986, Ed. Fak. Mat., s .67-88.

·                  98.   Saray Karşısında Mehmed Akif, Türk Kültürü mec., N.284, Aralık 1986, s. 749-756.

·                  99. Duâmn Şiiri, Türk Dili mec., N. 420, Aralık 1986, s. 505-511.

·                  100. Mehmet Akif’in Şiir Sanatı, Mehmet. Akif Araştırmaları der., N.l, s. 24-25.

·                  101. Ölümünün 25. Yılında Ahmed Hamdi Tanpınar, Zaman gaz-, 26-27 Ocak1987, s. 7.

·                  102. Kader ve İrade Problemi Karşısında Mehmed Akif, Türk Kültürü mec., N. 286, Şubat 1987, s. 65-73.

·                  103. Edebiyat Dünyasında Çoçuk, Çocuk Edebiyatı Yıllığı, 1987, s. 61-65.

·                  104. (Doç. Dr .Orhan Okay ile Necip Fazıl Üzerine Bir Mülâkat),(Konuşan: Mehmet Merçen), Dolunay mec., N. 17, Mayıs 1987, s. 24-25.

·                  105. Sözün Demini Bilen Kişi: Necip Fazıl ve Şiiir Sanatı, Zaman gaz., 25-29 Mayıs 1987, s. 2.

·                  106. Yunus Emre’nin Çağdaş Bir Yorumcusu: Mehmet Kaplan, Kaynaklar mec., N. 5, Kış 1987, s. 5-11.

·                  107. (Doç.Dr.Orhan Okay île Mülâkat: Millî Kaynaklara Yönelme), (Hazırlayan: Ramazan Korkmaz), Türk Edebiyatı, N.167, Eylül 1987, s. 57-58.

·                  108. Poetika Denemeleri: Kelimeler...Kelimeler..., Yedi îklim mec., N.8, Ekim 1987, s. 4.

·                  109. Poetika Denemeleri: Poetikalar, Yedi İklim mec., N.9, Kasım 1987, s. 6-7.

·                  110. Poetika Denemeleri: Kategoryalar, Yedi İklim mec., N.10, Aralık 1987, s. 11-12.

·                  111. Poetika Denemeleri: Pozitivist, Fakat Negatif Bir poetika: Garip Önsözü, Yedi İklim mec., N.ll-12, Ocak-Şubat 1988, s. 7-8.

·                  112. Şiir Sanatı Üzerine, Mehmet Kaplan İçin, TKAE, Ank. 1988, s. 177-183.

·                  113. Poetika Denemeleri: Garip Önsözü Etrafında, Yedi İklim mec., N.13, Mart 1988 s. 5-6.

·                  114. Poetika Denemeleri: Şiir Dilinin Yapısı, Yedi İklim mec., N. 14, Nisan 1988, s. 4-5.

·                  115. Poetika Denemeleri: Şiir Kime Hitap Edecek?, Yedi İklim mec., N. 15, Mayıs 1988, s. 9-10.

·                  116. Çavuşoğlu’nun Divanları Arasında, Yedi İklim mec., N.17-18, Temmuz-Ağustos 1988, s. 2-3.

·                  117. Edebiyatımızın Batılılaşması Yahut Yenileşmesi, Büyük Türk Klasikleri, C.3, İstanbul 1988, s. 310-316.

·                  118. Poetika Denemeleri: Haşim’in Poeti-kası Karşısında, Yedi İklim mec., N.20-21, Ekim-Kasım 1988, s. 2-4.

·                  119. intibah ve “Türk Romanının Doğuşu” Adlı inceleme Üzerine, Türk Edebiyatı mec.,TA. 182, Aralık 1988, s. 45-47.

·                  120. İslâmî Asrın İdrâkine Söyleten Şair: Mehmed Akif, Zaman gaz., 20-29 Aralık 1988a

·                  121. intibah Romanı Etrafında, Ölümünün Yüzüncü Yılında Namık Kemâl, 1988, s. 127-147.

·                  122. Kültür ve Medeniyet, Millî Eğitim mec., N.81, Ocak 1989, s. 17-20.

·                  123. Milli Kültür ve Halk Kültürü, Milli Eğitim mec., N.82, Şubat 1989, s. 3-5.

·                  124. Prof.Dr. KayaBilgegil için, Türk Dili mec., N. 431, Kasım 1989, s. 263-265.

·                  125. Okul Sıralarında ve Kürsülerde Büyük Yazarlarımız: Mehmet Akif, Millî Eğitim mec., N.83, Mart 1989, s. 5-11.

·                  126. Okul Sıralarında ve Kürsülerde Büyük Yazarlarımız: Mehmet Akif, Millî Eğitim mec., N.84, Nisan 1989, s. 15-20.

·                  127. Dergilerimiz, Mina mec. (Erz.), Mart 1989, s.1-2.

·                  128. Okul Sıralarında ve Kürsülerde Büyük Yazarlarımız: Ahmed Haşini, Millî Eğitim mec., N.85-, Mayıs 1989, s. 17-21.

·                  129. Okul Sıralarında ve Kürsülerde Büyük Yazarlarımız: Ahmed Haşim, Millî Eğitim mec., N.86, Haziran 1989, s. 1-2.

·                  130. (1987’de Kültür ve Sanat Olayları Soruşturmasına Cevap), Sufe Kültür ve Sanat Yıllığı, 1987-1989, s. 101-106.

·                  131. Okul Sıralarında ve Kürsülerde Büyük Yazarlarımız: A. Ş. Hisar, Millî Eğitim mec., N.87, Temmuz 1989, s. 15-16.

·                  132. Okul Sıralarında ve Kürsülerde Büyük Yazarlarımız: A. Ş. Hisar, Millî Eğitim mec., N.88, Ağustos 1989, s. 17-18.

·                  133. Âfâk, TDV İslâm Ansiklopedisi, C.I, s. 396.

·                  134. Ağaoğl, Samed, TDV Islâm Ansiklopedisi, C. I, s. 496-497.

·                  135. (Orhan Ökay’la Yeni Türk Edebiyatı (Üzerine* ,Mülakat (B.Oğuzbaşaran), Türk Edgbiyatı mec., N.189, Temmuz 1989, s. 22-25.

·                  136. Tanzimat ve Edebiyatı, Türkiye Günlüğümde., N.8f Kasım 1989, s. 18-26.

·                  137. Ahmed Haşim, TDV İslâm Ansiklopedisi, C.II, s*. 88-89.

·                  138. Ahmed Midhat Efendi, TDV İslâm Ansiklopedisi, C.II, s.100-102.

·                  139. Mehmed Akif ve Safahat, Türkiye gaz., 22-30 Aralık 1989.

·                  140. Tanzimat Devri, Büyük İslâm Tarihi, C.15, 1989, s. 565-582.

·                  141. (Mehmed Akif’in Düşünce ve Sanatı [mülâkat]), Millî Kültür mec., N.64, Nisan 1989, s. 63-69.

·                  142. Bir Mektup, (Dr. S .F. Kâhyaoğlu imzasıyla), Türk Edebiyatı mec., N.195, Ocak 1990, s. 14-15.

·                  143. Yirminci Asırda Türk Edebiyatı, Büyük Türk Klâsikleri, C.10, İst. 1990, s. 228-236.

·                  144. Musahipzâde Celâl (Biyografi, değerlendirme, seçmeler), Büyük Türk Klâsikleri, C.10, îst. 1990, s. 296-304.

·                  145. Abdullah Cevdet (Biyografi, değerlendirme, seçmeler), Büyük Türk Klâsikleri, C.10, İst. 1990, s.296-304.

·                  146. IbnüTemîn Mahmud Kemâl (Biyografi, değerlendirme, seçmeler), Büyük Türk Klâsikleri, C. 10, îst. 1990, s. 334-339.

·                  147. Mehmet Akif Ersoy (Biyografi, değerlendirme, seçmeler), Büyük Türk Klâsikleri, C. 10, İst. 1990, s. 340-391.

·                  148. Abdülaziz Efendi’den Birkaç Hatıra, Zaman gaz., 12 Nisan 1990, s. 2, 10.

·                  149. Dergi koleksiyonları Arasında: Bir Zamanlar Dergiler..., Mina mec., N.14, Nisan 1990, s. 3-4.

·                  150. Necip Fazıl’ın Şiir Nedir, Ne Değildir? (Mülâkat), Dergâh mec., N.3, Mayıs 1990, s. 12-14.

·                  151. Dergi Koleksiyonları Arasında: Necip Fazıl ve Ağaç Mecmuası, Mina mec., N.15, Mayıs 1990, s. 5-7.

·                  152. Senfonyadan Çileye-1: Batının izleri, Dergâh mec., N. 5, Temmuz 1990, s. 14-15.

·                  153. Senfonyadan Çileye- II: Şair ve Musikî, Dergâh mec., N.6, Ağustos 1990, s. 9-10.

·                  154. Senfonyadan Çileye- III: Bir Şiirin Müzik Anatomisi, Dergâh mec., N.7, Eylül 1990, s. 10-11,18.

·                  155. Orhan OkayTa Edebiyat Üzerine (Mülâkat: Rıdvan Canım), İslâmî Edebiyat mec., N. III/2, Ekim-Kasım-Aralık 1990, s. 25-27.

·                  156. Önsöz-Mehmed Akif ve Safahat-Is-tiklâl Marşımız ve Mehmed Akif, Safahat, Ank. 1990, Sevinç mat., 64-504 s., Diyanet Yayın., (5=64; 443-46).

·                  157. Orhan Okay ile Orhan Veli ve Garip Şiiri Üzerine, Ayane mec., N.35, Kasım 1990, s. 1-2.

·                  158. Dergi Kolleksiyonları Arasında: Ağaç Dergisinde Neler Vardı?, Mina mec. N. 17, Ocak 1991, s. 9-11.

·                  159. Prof. Dr. Orhan OkayTa Şiir Üzerine Sohbetler (Mülâkat: Turan Karataş), Mina mec., N.13, Mart 1991 s. 2-4.

·                  160. Divan Yoluna Doğru, Dergâh mec., N.13, Mart 1991, s. II.

·                  161. Dergi Koleksiyonları Arasında: Büyük Doğu, Mina mec., N. 19, Mart 1991, s. 5-7.

·                  162. Mehmed Akif’in Milliyetçiliği, Türk Yurdu mec., N.45, Mart 1991, s. 42-46

·                  163. Sûz-ı Dilârâ İçin (Takriz) İsmail Hakkı Aydın, Sûz-ı Dilârâ, Erz. 1991, s. 5-6.

·                  164. Tenkitçi, Sanatkâra yol gösterici bile olsa...(Soruşturma) Millî Kültür mec., N.85, Haziran 1991, s. 24-25.

·                  165. Aziz Ali Efendi, TDV Islâm Ansiklopedisi, C.IV, s. 333-334.

·                  166. Vefatının 211. Yılında İbrahim Hakkı Hazretlerini Anarken, Karçiçeği mec., (Erz.), N. 2, Temmuz 1991, s. 8-10.

·                  167. Değişen Erzurum, ll-ll Büyük Türkiye Ansiklopedisi, C.II, Erz. 1991, s. 386.

·                  168. Batılılaşma Edebiyat, TDV Islâm Ansiklopedisi, C.V, s. 167-171.

·                  169. XX. Yüzyılın Başından Cumhuriyete Yeni Türk Şjiri, Türk Dili mec., N.481-482, Ocak-Şubat 1992, s. 286-564.

·                  170. Ben ve Ötesi, TDVIslâm Ansiklopedisi, C. V, s. 428-429.

·                  171. Bir Monografi Denemesi: Ahmed Hamdi Tanpınar, Dergâh mec., N.25, Mart 1992, s.8-9.

·                  172. Beş Şehir, TDV Islâm Ansiklopedisi, C. V, s. 548-549.

·                  173. Beşâir-i Sıdk-ı Nübüvvet-i Muham-mediyye, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. V, s. 549.

·                  174. Bir Monografi Denemesi: Ahmed Hamdi Tanpınar- Bir Hülya Adamı, Dergâh mec., N. 26, Nisan 1992, s. 89.

·                  175. Şiirimizde Aile, Tanzimattan Günümüze Aile Ansiklopedisi, 1992, C. 2, s. 413-421.

·                  176. Dergi Koleksiyonları Arasında: Büyük Doğu Birinci Devre, Mina mec., N. 26, Nisan 1992, s. 6-7.

·                  177. Tanpmar’dan Acı Bir İroni: Acıba-dem’deki Köşk, Yedi İklim mec., N. 1, Nisan 1992, s. 8-10.

·                  178. BeşirFuad, TDVİslâm Ansiklopedisi, C.VI, s. 5-6. '

·                  179. Beyatlı Yahya Kemâl, TDVİslâm Ansiklopedisi, C.VI, s. 35-39.

·                  180. Bir Monografi Denemesi: Ahmed Hamdi Tanpınar- Kitaplar ve Hüzünlü Yıllar, Dergâh mec., N.27, Mayıs 1992, s.8-9.

·                  181. Bilgegil, Mehmed Kaya, TDV Islâm Ansiklopedisi, C. VI, s. 156-157.

·                  182. Bir Adam Yaratmak, TDV İslam Ansiklopedisi, C. VI, s. 185-186.

·                  183. Poetika Denemeleri- 9: Tentikçi Karşısında Ahmet Haşim, Yedi İklim mec., N. 2, Mayıs 1992, s. 8-9.

·                  184. Poetika Denemeleri- 10: Şiir: Şu Bilinmeyen, Yedi İklim mec., N. 3, Haziran 1992, s. 6-8.

·                  185. Geçmişten Günümüze Doğru Türk Şiirinin Macerası, Yedi iklim mec., N.3, Haziran 1992, s. 84-89.

·                  186. Bir Monografi Denemesi: A. H. Tan-pmar- Efsanevî Çağda Antalya, Dergâh mec., N. 28, Haziran 1992, s. 8-9.

·                  187. Bir Monografi Denemesi: A. H. Tanpı-nar- Melankolik, Zayıf Bir Çocuk, Dergâh mec., N. 29, Temmuz 1992, s. 8-9.

·                  188. Poetika Denemeleri- 11: Ruhun Sesi, Yedi İklim mec., N.5, Ağustos 1992, s. 6-7. .

·                   189. Poetika 'Denemeleri- 12: Şiirde ’Ma’na, Yedi İklim mec., N. 5, Ağustos

1992, s.*8-9.-

19(). Bir Monografi Denemesi: A. H .Tan- ‘ pınar- İkbâl Ydlarmda..., Dergâh mec., N. 30, Ağustos 1992, s. 8-9.

191; Büyük Doğu, TDVİslâm Ansiklopedisi, C. VI, s'513-514.

·                  192. Büyük Kapı, TDV İslâm Ansiklopedisi, C.VI, s. 515-516.

·                  193. Bir Monografi Denemesi: A. H. Tanpı-nar- Çocukluk ve Gençlik İstanbul’u, Dergâhmec., N. 31, Eylül 1992, s. 10-11.

·                  194. Poetika Denemeleri- 13: Okuyucu, Tenkitçi ve Ötesi..., Yedi İklim mec., N. 32, Ekim 1992, s. 3-4.

·                  195. Bir Monografi Denemesi: A. H. Tan-pınar- Bir Edebiyat Mualliminin Erzu-rumu, Dergâh mec., N.33, Kasım 1992, s. 9-11.

·                  196. Poetika Denemeleri- 14: Resûllerin Sözü Gibi..., Yedi İklim mec., N. 32, Kasım 1992, s. 6-7.

·                  197. Bir Dostun Ardından, Yedi İklim mec., N.32, Kasım 1992, s. 64-65.

·                  198. Celâl SâhirErozan, TDVİslâm Ansiklopedisi, C. VII, s. 245-246,

·                  199. Zarif Bir Mesnevihân, Yedi İklim mec., N. 33, Aralık 1992, s. 88-89.

·                  200. Neyzen Tevfik Kolaylı (Biyografi, değerlendirme, seçmeler), Büyük Türk Klâsikleri, C. 11, s. 40-48.

·                  201. Halil Nihad Boztepe (Biyografi, değerlendirme, seçmeler), Büyük Türk Klâsikleri, C. 11, s. 49-59.

·                  202. Fazıl Ahmed Aykaç (Biyografi, değerlendirme, seçmeler), Büyük Türk Klâsikleri, C. 11, s. 187-194.

·                   203. Şahabeddin Süleyman (Biyografi, değerlendirme, seçmeler), Büyük Türk Klâsikleri, C. 11, s. 302-303.

·                  204. Cemil Süleyman Alyanakoğlu (Biyografi, değerlendirme, seçmeler), Büyük Türk Klâsikleri, C. 11, s. 336-342.

·                  205. Abdülhak Şinasi Hisar (Biyografi, değerlendirme, seçmeler), Büyük Türk Klâsikleri, C. 11, s. 391-436.

·                  206. Ahmed Haşim (Biyografi, değerlendirme, seçmeler), Büyük Türk Klâsikleri, C. 11, s. 11-63.

·                  207. Tahsin Nâhîd (Biyografi, değerlendirme, seçmeler), Büyük Türk Klâsikleri, C. 12,'s. 64-73.

·                  208. Osman Cemâl Kaygılı (Biyografi, değerlendirme, seçmeler), Büyük Türk Klâsikleri, C. 12, s. 281-295.

·                  209. Enis Behiç Koryürek (Biyografi, değerlendirme, seçmeler), Büyük Türk Klâsikleri, C. 12, s. 381-408.

·                  210. Poetika Denemeleri- 15: Ütopya Düzeni içinde Bir Poetika, Yedi İklim mec., N. 35, Şubat 1993, s. 3-4.

·                  211. Poetika Denemeleri- 16: Poetika Öncesinde Şiir Üzerinde, Yedi İklim mec. N.36, Mart 1993, s. 3-5.

·                  212. Bir Mektup: İstanbul Yangınları, Yedi İklim mec., N. 36, Mart 1993, s. 80-81.

·                  213. Poetika Denemeleri- 17: Mahkemelerde ve Akademyada Şairler Sorgulanıyor, Yedi İklim mec., N. 37, Nisan 1993, s. 9-11.

·                  214. Okuma Alışkanlığına Dair, Karçiçeği mec. (Erz.), N. 10, Mayıs 1993, s." 3.

·                  215. (Necip Fazıl’da) Dinî Duygunun Gelişmesi, Türk Yurdu mec., N.69, Mayıs 1993, s. 22-25.

·                  216. Poetika Denemeleri- 18: Piramidin Zirvesine Doğru, Yedi İklim mec., N.38, Mayıs 1993, s. 3-4.

·                  217. Siyâsî ve Fikrî Yazıların Dışında Büyük Doğu, Yedi İklim mec., N.38, Mayıs 1993, s. 53-55.

·                  218. Çile, TDVİslâm Ansiklopedisi, C. VI-II, s. 316-317.

·                  219. Çöle inen Nur, TDVIslâm Ansiklopedisi, C. VIII, s. 379-380.

·                  220. Edebiyat, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. X, s. 395-397.

·                  221. Edebiyat-ı Cedîde, TDV Islâm Ansiklopedisi, C. X, s. 398-399.

·                  222. Edebiyat Tarihi, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. X, s. 403-405.

·                  223. Edhem Pertev Paşa, TDV Islâm Ansiklopedisi, C. X, s. 420-421.

·                  224. İsmail Hakkı Eldem, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. XI, s. 21-22.

·                  225. Eski Şiirin Rüzgârıyle, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. XI, s. 393-394.

·                  226. Eşber, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. XI, s. 459-460.

·                  227. Fatih-Harbiye, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. XII, s. 249.

·                  228. Fecr-i Âtî, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. XII, s. 287-290.

·                  229. Felâtun Bey ile Râkım Efendi, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. XII, s. 302-303.

·                  230. ZiyaGökalp, TDVİslâm Ansiklopedisi, C. XIV, s. 124-128.

·                  231. Güneş, TDV İslâm Ansiklopedisi, C.XIV, s. 296-297.

·                  232. Güneş, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. XIV, s. 297.

·                  233. iki Ölüm Yıldönümünde iki Mizaç, Zaman gaz., 28 Ocak 1996.

·                  234. Endüstri ve Güzel Sanatlar, Zaman gaz-, 25 Şubat 1996.

·                  235. Habitat’ın Gündemine, Zaman gaz., 24 Mart 1996.

·                  236. Kesriyeli Sıdkı Bey’in Küllüknatnesi, Zaman gaz., 21 Nisan 1996.

·                  237. Necip Fazıl ve Yahya Kemal, Zaman gaz-, 19 Mayıs 1996.

·                  238. Osman Nuri Ergin’i Tanıyor musunuz?, Zaman gaz., 16 Haziran 1996.

·                  239. Nurettin Topçu için, Zaman gaz., 14 Temmuz 1996.

·                  240. Kapitalist Karıncalar, Zaman gaz., 11 Ağustos 1996.

·                  241. Bir Halim Hoca Vardı, Zaman gaz. 8 Eylül 1996.

·                  242. Bir Şehzade Hocası, Zaman gaz., 6 Ekim 1996.

·                  243. Celal Hoca, Zaman gaz., 3 Kasım 1996.

·                  244. Osmanlı ve Cumhuriyet Arasında, Zaman gaz., 1 Aralık 1996.

·                  245. Mehmet Âkif ve Haşan Basri Hoca, Zaman gaz., 5 Ocak 1997.

·                  246. Bir Müze Adam: Süheyl Ünver, Zaman gaz-, 2 Şubat 1997.

·                  247. Yabancı Dille Eğitim ve Usul Hakkında, Zaman gaz., 2 Mart 1997.

·                  248. Seyfettin Özeğe: Bir Kitap Dostunun Hatırasına, Zaman gaz., 6 Nisan 1997.

·                  249. İstanbul’un Öyledir Baharı, Zaman gaz., 4 Mayıs 1997.

·                  250. Bir DeVr-ı, Kadim Efendisi, Zaman gag., 1 Haziran 1997.

·                  251. 28 Ekini 1996, Mesaj TV de program.

·                  252. 2 Kasım 1996, Akra FM’de Zirvedekiler programında Abdülaziz Bekkine üzerine konuşma.

t

·                  253. 25 Şubat 1997, Samanyolu 7V‘de, Ömür Dedikleri adlı program.

PROF.DR.ORHAN OKAY’IN ATATÜRK ÜNÎVERSİTESİ’NDE YÖNETTİĞİ LİSANS, YÜKSEK LİSANS, DOKTORA TEZLERİ VE DOKTORA ÖN ÇALIŞMALARI

ÖMER SELİM

Atatürk Üniversitesi Sosyal Bölümler Enstitüsü Araştırma Görevlisi

I. LİSANS TEZLERİ

1968

·                  1. BARAZ, M. Turhan, Edebiyatımızda Jön Türkler, Erzurum, 1968, II+54+2 s.

·                  2. CENGİZ, Halis, Nâbizâde Nâzım’da Realizm, Erzurum, 1968, 52 s.

·                  3. DERİCİ, Reşat, Ömer Seyfettin ’de Milliyetçilik, Erzurum, 1968, II+51+3 s.

·                  4. DEVİRMİŞ, Sıtkı, Nâbizâde Nâzım’m Romanlarında Realizm, Erzurum, 1968,11+82 s.

·                  5. DİKMEN, Zeki, Refik Halid Karay’da Peyzaj, Erzurum, 1968,11+67 s.

·                  6. DOĞAN, Selahaddin, Sait Faik Abası-yanık’ın Hikâye Tekniği, Erzurum, 1968, 73 s.

·                  7. EJDER, Saliha, Halide Edip Adıvar’ın Yeni Turan'ında Türk Dünyası, Erzurum, 1968,11+63 s.

·                  8. GENÇELLÎ, Gülhan, Peyami Safa’nm Romanlarında Erkek ve Kadın Tiplerinin Karakter Tahlili, Erzurum, 1968, III+81+2 s.

·                  9. GÖKTUĞ, Mübeccel, Recaizade Mahmut Ekrem 'in Şiirlerinde Tabiat Unsurları, Erzurum, 1968, IV+125 s.

·                  10. GÜNER, Atilla, Semiha Ayverdi, Hayatı,-Sanatı-Eserleri, Erzurum, 1968, V+127 s.

·                  11. GÜRERGENE, Turgut, Halit Fahri Ozansoy ve Tiyatroları, Erzurum, 1968, 11+62 s.

·                  12. KUTLU, Mustafa, Sait Faik’te Plâstik . Dünya, Erzurum, 1968, 46 s.

·                  13. NURHAT, Nergül, Reşat Nuri ’nin Romanlarında Erkek Tipleri, Erzurum, 1968, VI+134 s.

·                  14. ÖĞÜN, Elgiz, Halit Ziya Uşaklıgil’in Hikâyeleri, Erzurum, 1968, III+175, s.

·                  15. VANGÖLÜ, Adanan, Yahya Kemal’in Şiirlerinde Tarih Duygusu, Erzurum, 1968,11+66 s.

 

1969

·                  16. AKYÜZÜN, Neşe, Necati Cumalı ve Tiyatroları, Erzurum, 1969,11+66 s.

·                  17. ALTUN, Mehmet, Enis Behiç Koryü-rek’in Hayâtı-Sanatı-Eserleri-Şiirlerin-deki- Şekil ve ‘Temler, Erzurum, 1969, 52 s. '

·                  18. CEM1EOĞLU, İsmet, 1940’dan Sonra Türk R&man ve hikâyeciliğinde Köy ve Köylünün Durumu, Erzurum, 1969, 47+2 s.

·                  19. GÜRSEL, Mahinur, Halide Edip Adı-var’ın Eserlerinde Milli Mücadele Tipleri ve MHli Mücadele Yankıları, Erzurum, 1969,11+65 s.

·                  20. KARAKAMIŞ, Veli, Bekir Sıtkı Kunt’un Hikâyeciliği, Erzurum,1969, 11+57 s.

·                  21. MEZARARKALI, Hakkı, Peyami Safa’nın Düşünce Unsuru, Erzurum, 1969, IV+64+1 s.

·                  22. MİT, Duygu, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Romanlarında Halk İnanışları, Erzurum, 1969, III+95 s.

·                  23. NURCAN, Suat, Ahmet Haşim’de İstanbul, Erzurum, 1969,V+100+3 s.

·                  24. SÖNMEZ, Nebahat, Aka Gündüz’ün Sekiz Romanındaki Tipler ve Sosyal Meseleler, Erzurum, 1969,11+75 s.

·                  25. ŞAHİN, Fazlı, Halide Edib’in Romanlarında Doğu ve Batı Kültürü, (Edebiyat, Resim, Müzik, Mimari, Sosyal Hayat), Erzurum, 1969,11+46 s.

·                  26. ŞAKRAK, Lütfiye, Cevat Fehmi Baş-kut’un Tiyatrolarında Şahıs Repertuarı ve Problemler, Erzurum, 1969, X+119s.

1970

·                  27. ERKAN, Nermin, Servet-i Fünun Şiirinde Gökyüzü (Tevfik Fikret ve Cenab Şahabettin), Erzurum, 1970, 56 s.

·                  28. ERTEKİN, Fikri, Cengiz Dağcı, Hayatı-Sanatı-Eserleri, Erzurum, 1970 II+52.S.

·                  29. NAR, ^Mustafa, Necip Fazıl Kısakü-rek’in Eserlerinde Ölüm Duygusu, Erzurum, 1970, 41 s.

·                  30. ÖNEN, Nezihe, Tanzimat Şiirinde Aziz Efendi, Erzurum, 1970, XV+121 s.

1971

·                  31. DOĞAN, Mehmet, Türk Romanında İstiklâl Harbi, Erzurum 1971,11+43 s.

·                  32. EROL, Güner, Servet-i Fünun Muharriri Olarak Hüseyin Cahit Yalçın, Erzurum, 1971, 69s.

·                  33. KAYA, Cemal, Servet-i Fünun Şiirinde Kaçış ve Sığınma Duygusu, Erzu-rum,1971, H+68 s.

·                  34. KOÇ, Hatice, 1900-1920 Arasında Doğan Cumhuriyet Devri Şairlerinde Ölüm, Erzurum ,1971, III+75 s.

·                  35. TEMEL, Tahsin, Cemil Süleyman’ın Hayatı ve Eserleri, Erzurum, 1971, 33 s.

1972

·                  36. ABDÜSSELAMOĞLU, Ökkeş, Tahsin Nahid'in Şiirleri, Erzurum, 1972, 153 s.

·                  37. AYTAÇ, İzzettin, Süleyman Nazif, Hayatı ve Eserleri, Erzurum, 1972,11+134 s.

·                  38. BAŞ, Ali Fuat, Tanzimat Edebiyatında Alafrangalık, Erzurum,1972,11+122 s.

·                  39. ÇİLİNGİR, Naile, Mahmut Yesari’nin Romanları, Erzurum, 1972, 83 s.

·                  40. ERDEM, Halil Cahit, Tarih-i Kadim Münasebetiyle Mehmed Akif-Tevfik Fikret Mücadelesi, Erzurum, 1972, 192 s.

·                  41. KAHRAMAN, Hüseyin, Selahaddin Enis, Hayatı ve Eserleri, Erzurum, 1972, 83 s.

·                  42. KARLIKAYA, Özden, Servet-i Fünun Edebiyatında Kıyafet, Erzurum, 1972, XVIII+148+2 s.

·                  43. KAYMAZ, Rıfkı, Cumhuriyet Devri Şiirinde Sonsuzluk, Erzurum, 1972, 111 s.

·                  44. ÖZDEMİR, Ufuk, Halit Ziya ’nm Romanlarında Kahramanların Ruh Halleriyle İlgili Tezahürleri, Erzurum, 1972, III+120 s.

·                  45. SARAÇ, Adil, Hikâyeleriyle Necip Fazıl (Hikâyeler-Problemler-Kahraman-lar), Erzurum, 1972, IV+125+2 s.

·                  46. ŞAHİN, Mehmet Ünal, Orhan Ve-li’nin Şiirlerinin Üslubu, Erzurum, 1972, 52 s.

·                  47. UZEL, Mehmet, Peyami Safa ’nm Romanlarında Doğulu ve Batılı İsimler, Erzurum 1972, VI+177 s.

·                  48. YILMAZ, A. Hüveyda, Yahya Kemal’in Şiirlerinde Mazi Özlemi, Erzurum, 1972, III+69 s.

1974

·                  49. HAKAN, Rauf, Şair-i Mader-zâd İsmail Safa (Hayatı-Şahsiyeti-Şiirleri), Erzurum 1974, V+113 s.

·                  50. KAÇTIOĞLU, Hikmet, Ahmed Mid-hat’ın Yirmi Eserinde Batı Menşeli Kelimeler, Erzurum, 1974, III+61 s.

1975

·                  51. AYTEPE, Mehmet, Cumhuriyet Devri Türk Şiirinde Mistik Yönelişler, Erzurum, 19.75, 42 s.

·                  52. KALEMER, Neş’e, Cahit Sıtkı Taran-cı (Hayatı-Şiirlerinde Temler), Erzurum, 1975, 42 s.

·                  53. KIZIL, Mustafa, Bir Adam Yaratmak-Necip Fazıl Kısakürek (Inceleme-Tah-lil), Erzurum, 1975, IV+66 s.

·                  54. UYSAL, Hikmet, Memduh Şevket Esendal (Hayatı ve Edebi Kişiliği), Erzurum 1975, 76 s.

·                  55. ÜNGÖR, Nuri, Ali Ekrem Bolayır’ın (Ayın Nadir) Hayatı, Sanatı, Eserleri, Erzurum 1975, 108 s.

1976

·                  56. BAĞILTAŞ, Ahmet, Necip Fazıl’ın Değişiklik Yapılan Şiirlerinin Mukayesesi, Erzurum, 1976, 66 s.

·                  57. BAYRAK, Tunay, Garipçilik ve Ga-ripçiler, Erzurum, 1976, 56 s.

·                  58. ÇAKIR, Şerafettin, Mehmet Akif’in Fikirleri Üzerinde Bir İnceleme, Erzurum, 1976, IX+191 s.

·                  59. GÜRTUNALI, Sevgi, Kemalettin Kamu, Erzurum, 1976, 179 s.

·                  60. KAHRAMAN, Mehmet, Ahmet Ham-di Tanpınar’ın Tarih Görüşü, Erzurum, 1976, IV+114 191 s.

·                  61. KALAYCIOĞLU, İrfan, Servet-i Fünun Romanında Hayal Hakikat Çatışması, Erzurum, 1976, 114 s.

·                  62. ÖZGENÇ, Halil, Osman Celal Kaygılı, Hayatı Sanatı ve Eserleri, Erzurum, 1976, II+VI+332 s.

·                  63. SAYGIN, Veli, Tercüman Gazetesi (Gaspıralı İsmail) 1896 Yıllığı Üzerinde Bir Çalışma, Erzurum, 1976, IV+285 s.

1977

·                  64. AÇIKEL, Ömeı' Peyami Safa ’mn Romanlarına Göre Fikir Cereyanları Erzurum, 1977^11+96 s.«

·                  65. AEKIŞ, Mehmed, Anadoluculuk ve Nurettin Topçu, Erzurum,1977,11+101 s. .

·                  66. Ç.ÖKREN, Salih, Akif Paşa, Hayatı-Edebi Şahsiyeti-Eserleri, Erzurum, 1977, 102 s. * .

·                  67. DURAN, Hüseyin, Mehmed Akif ve Muarızları, Erzurum, 1977, VI+294 s.

·                  68. GENELÎOĞLU, Mehmet, Atillâ Ilhan ve Romanları, Erzurum, 1977, IV+ 115 s.

·                  69. IŞIK, Abdülkadir, Necip Fazıl Kısakü-rek’in Tiyatrolarında Tipler, Erzurum, 1977, 139 s.

·                  70. PÎR, Haşan, Sırat-ı Müstakim Dergisinin İzahlı Fihristi (1 ve 1. Ciltler), Erzurum 1977, 132 s.

1978

·                  71. KUMANDAŞ, Niyazi, Sırat-ı Müstakim, Erzurum, 1978, III+116 s.

·                  72. YILDIZ, Abdürrezak, Peyami Safa ’mn Romanı ve Fikri, Erzurum, 1978,11+66 s.

1979

·                  73. AYHAN, Mehmet Kemal, Tevfik Fikret, Mizacı, Sanatı ve Şiirlerinde Tabiat Unsurları, Erzurum, 1979, II+207+3 s.

·                  74. BAKIR, Osman, Abdülhak Hâmid’in Şiirlerinde Tabiat, Erzurum, 1979, VI-II+62+2 s.

·                  75. CİHANGİR, İsmail, Kemal Tahir’in Romanlarında Karakteristik Tipler, Erzurum, 1979/; 116 s.

·                  76. ÎNAN, Nuh, Peyami Safa’nın Romanlarında Mekan, Erzurum, 1979,11+235 s.

·                  77. İNCE, Mehmet, Tanpınar’da Kültür ve Sanat Meselesi, Erzurum, 1979, 11+235 s.

·                  78. KÜÇÜKER, Mustafa, Faruk Çamlı-bel’in Şiiri ve Bazı Temalar, Erzurum, 1979, III+86, s.

·                  79. SOYSAL, Bekir Sıddık, Türk Mizahı ve Cem Mecmuası, Erzurum, 1979, 212, s.

·                  80. ŞİMŞEK, Mehmet Selahattin, Türk Şiirinde Ölüm, (Enis Behiç Koryürek, Kemalettin Kamu, Ziya Osman Saba, Cahit Sıtkı Tarancı, Orhan Veli Kanık), Erzurum, 1979, IV+87 s.

·                  81. YILDIRIM, Ihsan, Ahmet Ihsan (Tok-göz)ın “Avrupa’da Neler Gördüm" Adlı Seyahat Eserinin incelenmesi, Erzurum, 1979, 87 s

·                  82. YILMAZ, Ali Rıza, Peyami Safa’nın Romanlarında İstanbul (Sözde Kızlar-Mahşer-Canan-Bir Akşamdı-Şimşek-Dokuzuncu Hariciye Koğuşu), Erzurum, 1979, 87 s.

1980

·                  83. AÇAR, Basri, Türk Yurdu Mecmu-ası’nın 1/21. Cildi Üzerinde Bir İnceleme, Erzurum, 190,11+125 s.

·                  84. ASLANTAŞ, Mehmet, Beyanü’l-Hak’da Yayınlanan Edebi Metinler, Erzurum, 1980, III+106 s.

·                  85. BALLI, Nadir, Hüseyin Cahit Yalçın in Hayatı, Eserleri ve Hikâyelerinin incelenmesi, Erzurum, 1980, 76 s.

·                  86. BEKTAŞ, Mevlüt, Dağarcık Dergisi ve Edebi Muhteviyatı (Ahmed Midhat), Erzurum, 1980, 103 s.

·                  87. ÇETİN, Ergün, Recaizâde Mahmut Ekrem ve Abdülhak Hâmid Tarhan ’ın Şiirlerinde Ölüm ve Ebediyet Düşüncesi, Erzurum, 1980, 109 s.

·                  88. ÇETlŞLİ, İsmail, Cumhuriyet Şiirinde Gurbet, Erzurum, 1980, IV+66+2 s.

·                  89. DtDlN, Muzaffer, Hamid ve Ekrem ’in Şiirlerinde Ölüm, Erzurum, 1980, V+62+9 s.

·                  90. DURMUŞ, Nuri, Ahmet Midhat Efendi Avrupa’da Bir Çevelan-lnceleme, Erzurum, 1980, 53 s.

·                  91. SEVİNÇ, Bekir, Şinasi-Namık Kemal ve Ziya Paşa ’da Ölüm ve Edebiyat Düşüncesi, Erzurum, 1980, III+97+2 s.

·                  92. KUTLU, Mustafa, Düşünce Tarihimizde "Hareket Dergisi” nin Yeri ve Aııa-doluculuk, Erzurum, 1980, VIII+357 s.

·                  93. TERZt, Mehmet, Asaf Halet Çelebi’nin Kişiliği, Sanatı ve Şiiri, Erzurum, 1980, 118 s.

1981

·                  94. ÇİFTLİKÇİ, Ramazan, Fahri Celal Göktulga, Hayatı-Edebi Şahsiyeti-Hi-kayeleri, Erzurum, 1981, V+78+2 s.

·                  95. ERTOP, Önder, Yavuz Bülent Bakiler, Şiirlerindeki Bazı Unsurların İncelenmesi, Erzurum, 1981, III+66 s.

1982

·                  96. BERTAN, İsmet, Halit Ziya’nm Romanlarında Kadına Verilen Değer, Erzurum 1982, III+85 s.

·                  97. ÇETlNKAYA, Zemçi, Sezai Kara-koç’un Medeniyet Anlayışı, Erzurum, 1982, VIII+126s.

·                  98. KILIÇ, Olcay, Cezmi Üzerinde Bir Tahlil Denemesi, Erzurum, 1982, VI-11+64 s.

·                  99. TURHAN, Ahmet, Aşk-ı Memnu’nun İncelenmesi ve Madarne Bovary İle Karşılaştırılması, Erzurum, 1982, V+130 s.

1983

·                  100. DEVECİ, Mustafa, 1908’den Sonra Türk Edebiyatında Bestelenmiş Şiirler, Erzurum, 1983,11+75 s.

·                  101. FARKILI, Hacer, Mehmet Vecihi, Ha-yatı-Eserler-Sanatı, Erzurum, 1983, 11+127 s.

·                  102. ŞAHİN, Halil, Rengarenk, Mirza Hüseyin Kerimi, Erzurum, 1983, X+110s.

1984

·                  103. PİRiMOĞLU, Ayla, Süs Mecmu-ası’nm İncelenmesi, Erzurum, 1984, 89s.

·                  104. TOKSOY, Tamamgül, Süs Mecmuası’ nııı İncelenmesi, Erzurum, 1984 IV+147 s.

1985

·                  105. AÇIK, Kazım, Mecmua-i Ebüz-ziyâ, Fihrist-Metin (8. Cilt), Erzurum, 1985, VII+80 s.

·                  106. ALACAOGLU, Tuğrul, AfakMecmıı-ası’nın İncelenmesi, Erzurum, 1985, 121 s.

·                  107. ÇELİK, Zeynep, Mecmua-i Ebüz-ziyâ, Fihrist-Metin (5. Cilt), Erzurum, 1985, 130 s.

·                  108. ERBİL, Mehmet, Mecmua-i Ebüz-zi-yâ, Fihrist-Metin (2. Cilt), Erzurum, J9S5, XXVIII+158 s.

·                  109. EVRAN, Emine^ Mecmua-i Ebüz-zi-„yâ, Fihrist-Metin (6. Cilt), Erzurum,

1985, II+92s.

·                  110. KARÂDAVÜT, Zekeriya, Halit Ziya Uşaklıgil’in Romanlarında Renk ve İşık, Erzurum, 1985, IV+100 s.

·                  111. KİREÇ, Necdet, Yeni Kitap Mecmu-ası’nın İncelenmesi, Erzurum, 1985, III+94 s.

·                  112. YILMAZ, Arife, Mecmua-i Ebüz-zi-yâ, Fihrist-Metin (7. Cilt), Erzurum,

·                  1985, XXVIII+107s.

1986

·                  113. AKBAŞ, Hurşit. Musavver Muhit Dergisi’nin İncelenmesi, Erzurum,

·                  1986, III+112 s.

·                  114. ALA, Osman, Şebâb Mecmuası’nın İncelenmesi, (Fihrist-Metin) Erzurum, 1986,11+14 s.

·                  115. BAYRAKTUTAN, Tilda, Güneş Mecmuası, Erzurum, 1986JV+233 s.

·                  116. DEĞER, Hüseyin, Milli Mecmua’nın İncelenmesi, Erzurum, 1986, V+227 s.

·                  117. ERŞAHÎN, îbrdahim, Mecmua-i Ebüz-ziyâ, Fihrist-Metin (5-6. Cilt), Erzurum, 1986, XV+128 s.

1987

·                  118. AKARSU, Sevim, Ahmed Midhat Efendi’nin Menfa Adlı Eseri’nin İncelenmesi, Erzurum , 1987,11+164 s.

·                  119. AKSAKAL, Neş’e, Falih Rıfkı Atay’ııı Monografisi, Erzurum, 1987, 111+60 s.

·                  120. BALABAN, Eyüp, Ahmet Midhat Efendi, Jpn Türk "Çeviri ve Tahlil” , Erzurum, 1987, 257 s.

·                  121. ÇELÎK, Arif, Ali Kemal Paris Musahabeleri (I), Erzurum, 1987,11+85 s.

·                  122. ESÎR, Haşan Ali, Terceme-i Telemak, Erzurum, 1987, 85 s.

·                  123. FERİTOĞLU, Özden, Orhan Şaik Gökyay, Hayatı, Bütün Şiirleri ve Şiirlerinin İncelenmesi, Erzurum, 1987, 85 s.

·                  124. KAHRAMAN, Mehmet, Utarid Mecmuası (2-19 sayılar), Fihrist-Metin, Erzurum, 1987, XIV+86 s.

·                  125. KARAPINAR, Cengiz, Musavver Muhit Mecmuası ’nın İncelenmesi, Fihrist-Metin, Erzurum, 1987, 128 s.

·                  126. LEYLAK, Hafize, “Gönüllü”, Recep Köso, Erzurum, 1987, V+189 s.

·                  127. KÖKTEKÎN, Kâzım, Paris Muhasebeleri (3. Cilt), Ali Kemal Bey, Erzurum, 1987, III+110 s.

·                  128. ÖZATA, Celalettin, Ahmet Midhat Asara Ta’mim-i Enzar, Erzurum, 1987, IX+61 s.

·                  129. ÖZDEMÎR, Süleyman, Halit Ziya Uşaklıgil-’’Hikaye" Adlı Risalenin Metni ve Fihristi, Erzurum, 1987, 88+6 s.

·                  130. SÖYLEMEZ, Ali, Anadolu Mecmuasının İncelenmesi, Erzurum, 1987, 11+85 s.

·                  131. TEKCAN, Münevver, Mâi ve Siyah Romanının Dilinin Değişmesi, Erzurum, 1987, 130 s.

·                  132. UMAÇ, Nafiye, Servet-i Fimin Der-gisi’nin 9-10. Ciltlerindeki Paris Muhbirinin Yazıları, Erzurum, 1987, 96 s.

·                  133. YAVAŞOĞLU, Muammer, Acâib-i Âlem, Erzurum, 1987,V+207 s.

1988

·                  134. ALTINOK, Mustafa, Mektubat, Erzurum, 1988,11+89 s.

·                  135. KIRCA, İhsan Tevfik, Yavuz Bülent Bakiler, Erzurum, 1988, 76+2 s.

·                  136. ÖZCAN, Salim, Erol Güngör’de Dil ve Edebiyat Meseleleri, Erzurum, 1988, VII+124s.

·                  137. ÖZDEMÎR, Ekrem, Avrupa’da Bir Cevelan Üzerinde İnceleme, (400-500 sayfalar arası), Erzurum, 1988, 118-11 s.

1989

·                  138. ARSLAN, Sadık, Rübâb-ı Şikeste'de Hüzün, Erzurum, 1989, 95 s.

·                  139. BOZOĞLU, Ömer, Avrupa’da Bir Cevelân (900-1027), Erzurum, 1989, 11+144 s.

·                  140. BÜYÜKDÜĞ, Osman, Engizisyon Tarihi, Ziya Paşa, Erzurum, 1989, IV+44 s.

·                  141. ÇEVİKER, Leyla, Avrupa’da Bir Cevelân, Erzurum, 1989, 68 s.

·                  142. GÖKÇAN, Ümit, Avrupa ’da Bir Cevelân, Erzurum, 1989,11+104 s.

·                  143. KADAK, Mikail, Avrupa’da Bir Cevelân, (103-104 sh.) Erzurum, 1989, 11+105 s.

·                  144. ÖZCAN, Haşim, Sadullah Paşa Ya-hud Mezardan Nida, Erzurum, 1989, 11+73 s.

·                  145. SAY, Hüseyin, Ahmet Midhat Efendi’nin Bahtiyarlık Romanı (Metin-Tah-lil), Erzurum, 1989, XV+62 s.

·                  146. TAŞ, Şahin, Cahit Külebi’nin Şiir Sanatı, Erzurum, 1989, 62 s.

·                  147. ULUDAĞ, Erdoğan, Abdülhak Ha-mid’in Garâm’ı (Metin ve Hakkında Yayınlar), Erzurum, 1989,11+675 s.

·                  148. YURDUŞEN, Nebahat, Siyah Gözler (Cemil Süleyman Alyanakoğlu), Erzurum, 1989,11+67 s.

1990

·                  149. MERMİ, Ayfer, Suut Kemal Yetkin, Hayatı-Sanatı-Eserleri, Erzurum, 1990, 68+32 s.

1991

·                  150. DEMİR, Eşref, Mustafa Kutlu’nun Hikâyeleri Üzerine Bir İnceleme, Erzurum, 1991, 76 s.

·                  151. KABAYEL, Şenay, Dünya’ya İkinci Geliş Yahut İstanbul’da Neler Olmuş, Erzurum, 1991, IV+96 s.

·                  152. KÜTAHYALI, Ali, Mehmet Celal'in İsyan Romanı, Erzurum, 1991, 60 s.

·                  153. KURT, Nagihan, Cahit Sıtkı Taran-cı’nın Şiir Teorisi, Erzurum, 1991, 59 s.

·                  154. YILMAZ, Melih, Şemsi Belli, Yaşamı-Yapıtları-Sanatı, Erzurum, 1991, 59 s.

1992

·                  155. BOSTANCI, Dursun, Arziler, Erzurum, 1992, 51 s.

·                  156. ESEN, Mine, Âlem Mecmuası’nın incelenmesi, Erzurum, 1992, 109 s.

·                  157. GÖKMEN, H. Canan, Mehmet Celâl- Bir Kadının Hayat Romanı (14. Bölümden itibaren Çevirisi), Erzurum, 1992, 59 s.

·                  158. GÜLTEN, Gülnaz, Hayat-ı Edebiyye, Raif Necdet, E/zurum, 1992, 138 s.

·                  159. KILIÇ, Nurdan, Afâk Mecmuası, (1-7. 'Aylar- (Fihrist-Metin), Erzurum, 1992,

76 ş. * . '     ,

·                  160. SOLA, Bilsen, Recaizade Mahmut

Ekrem.(Hay   ve'Eserleri), Erzurum,, 1992, 705 s.

·                  161. YILMAZ, Saime, Mehmet Celâl- Bir Kadının Hayatı (Roman) 14. Bölümüne Kadar Çevirisi, Erzurum, 1992, 99 s.1993

·                  162. MKÇPCi, Kerime, Bir Tövbekar, Ahmet Midhat, Erzurum, 1993, 32 s.

·                  163. AKYÜZ, Seyfullah, Rûh-ı Kemal, Ali Ekrem Bolayır, Erzurum, 1993, 49 s.

·                  164. ALKAN, Fatma, Ahmet Midhat Efendi, Ana-Kız, Erzurum, 1993, 38 s.

·                  165. ALTINSOY, Semra, Tırpan Üzerine Bir İnceleme, Erzurum, 1993, 38 s.

·                  166. ALYAR, Abdülkadir, Miras, Enis Be-hiç Koryürek, Erzurum, 1993, 63 s.

·                  167. BALLI, Meleksima, Lâne-i Melal (Hüseyin Suad), Erzurum, 1993, 44 s.

·                  168. BOZ, Mehmet, Göktepe, Hüseyin Ümran Erzurum, 1993, 54 s.

·                  169. BULUT, Ayşe, Usûl-i Tenkit ve Tertib, Erzurum, 1993, 57 s.

·                  170. BULUT, Nurettin, Vecihi, Sevda-yı Masume, Erzurum, 1993, 35 s.

·                  171. BULUT, Rukiye, Kara Kitap Üzerine Bir inceleme, Erzurum, 1993, 30+7 s.

·                  172. CANDEMlR, Neclâ, Falih Rıfkı Atay, Ateş ve Güneş, Erzurum, 1993, 97 s.

·                  173. ÇAĞLAYAN, Vildan, Gönül Sarmaşıkları, Selami İzzet, Erzurum, 1993, 61s.

·                  174. ÇETİN*, Himmet, Halid Fahri Ozan-soy, Cenk Duyguları ve Efsaneler, Erzurum, 1993, VII+25+28 s.

·                  175. ÇINARCI, Fadıl, Aşk ve İhanet, Erzurum, 1993, 54 s.

176. CONOĞLU, Salim, Aka Gündüz, Kurbağacık (1-195 Varakların Latin Harflerle Çevirisi), Erzurum, 1993, 88 s.

·                  177. DALDAL, Asuman, Vicdan Alevleri, Ali Ekrem Bolayır, Erzurum, 1993, 47 s.

·                  178. DANÎŞ, Resul, Kâzım Karabekir, Öğütlerim, Erzurum, 1993, 76 s.

·                  179. DURDU, Tahsin, Menfî, Fazıl Necib, Erzurum, 1993, 77 s.

·                  180. DURU, Fatma, Hüzün ve Tebessüm, İzzet Melih, Erzurum, 1993,68 s.

·                  181. EKİCİ, Cengiz, İsmail Safa Muhake-mât-ı Edebiyye, Erzurum, 1993, 72 s.

·                  182. EMEKLİ, Senem, Kayseri Gülleri Hüseyin Suad-Münir Nigar, Erzurum, 1993, 58 s.

·                  183. EMlNAĞAOĞLU, Nazmiye, Ağustos Böceği, Selami izzet, Erzurum, 1993, 58 s.

·                  184. ERCAN, Mehmet Emin, Ada’da Söylediklerim, Mehmet Celâl, Erzurum, 1993, 44 s.

·                  185. EROL, Rukiye, Selahaddin Enis, Bataklık Çiçeği, Erzurum, 1993, VI+78 s.

·                  186. ERTÜRK, Beyhan, Define, Mehmet Rauf, Erzurum, 1993, 96 s.

·                  187. GÖKER, Serkan, Genç ve Güzel, Orhan Midhat, Erzurum, 1993, 98 s.

·                  188. GÖZÜBÜYÜK, Süleyman, Perviz, Celâl Nuri, Erzurum, 1993, 36 s.

·                  189. KARABUĞA, Nilgün, Yusuf Ziya Ortaç, Akından Akına ve Cenk Ufukları, Erzurum, 1993, 25+14 s.

·                  190. KARAKÜÇÜK, Bülend, Selahattin Enis, Zâniyeler, Erzurum, 1993, 77 s.

·                  191. KAYA, Ayhan, Menfi, Fazlı Necip, Erzurum, 1993, 77 s.

·                  192. KILIÇ, Ihsan, Aşıkane Mektuplar, Alexandre Dumas Fils, Erzurum, 1993, 47 s.

·                  193. KOÇ, İlknur, Mehmet Celâl, Kuş Dilinde, Erzurum, 1993,63 s.

·                  194. KORKMAZ, Murat, Selahaddin Eni, Zâniyeler, Erzurum, 1993, 86 s.

·                  195. KUTLUOĞLU, Narin, Kirli Çamaşırlar, Hüseyin Suad, Erzurum, 1993, 55 s.

·                  196. KUZGUN, Mümin, Tefekkür, Reca-izade Mahmut Ekrem, Erzurum, 1993, 23 s.

·                  197. MELEKOĞLU, Güler, Sahir Efen-di'nin Gelini, Ercüment Ekrem Talîı, Erzurum, 1993, 79 s.

·                  198. ÖZER, Hüseyin, Peyami Safa, Gençliğimiz, Erzurum, 1993, 48 s.

·                  199. SELİM, Ömer, M. N. Sepetçioğlu’mın Romanlarında Folklorik Unsurlar (Kilit), Erzurum, 1993, 19 s.

·                  200. SEMİZ, İsa, Takdir-i Elhâıı, Recaizade Mahmut Ekrem, Erzurum, 1993, 40 s.

·                  201. ŞENER, Mustafa, Dilâra, Mehmet Asâf Erzurum, 1993, IV+25 s.

·                  202. TAŞOGLU, inayet, Fatma Aliye Hanım, Ahmet Cevdet Paşa ve Zamanı, Erzurum, 1993, 100 s.

·                  203. TOP, Fatma, Timsâl-i Aşk, Cemil Süleyman, Erzurum, 1993, 44 s.

·                  204. ÜÇÜNCÜ, Kemal, Saffeti Ziya, Silinmiş Çehreler, Erzurum, 1993, 50 s.

·                  205. YAMAN, Hülya, Gençliğimiz, Peyami Safa, Erzurum, 1993, 122 s.

·                  206. YAVUZ, Sunay, Ahmet Rasim, Ciddü Mizah, Erzurum, 1993, 122 s.

·                  207. YENER, Sakine, Ateşpâre, Muallim Naci, Erzurum, 1993, 111 s.

·                  208. YILDIZ, Emine, Buhran, Celâl Sahir Erozan, Erzurum, 1993, 55 s.

1994

·                  209. ARSLAN, Abdullah, Mavera Dergisi’nde Şiir, Şair ve Şairle İlgili Yazılar, Erzurum, 1993, 157.

·                  210. BAYRAK, Sefer, Falih Rıfkı Atay, Ateş ve Güneş, Erzurum, 1994, 104+3 s.

·                  211. BULUT, Nuran, Tefekkür-Şemsa, Recaizade Mahmut Ekrem, Erzurum, 1994, 53 s.

·                  212. BÜRKÜK, Sacide, Altun Kuvveti, Ahmet Reşat, Erzurum, 1994, 70 s.

·                  213. DEMİRAL, Şule, İzzet Melih’ten Ser-met, Erzurum, 1994, 42 s.

·                  214. DİŞÇİ, Nevzat, Sermet, İzzet Melih Devrim, Erzurum, 1994,54 s.

·                  215. ERKAYA, Ali, Ateş Kızı, Reşid Süreyya, Erzurum, 1994, 32 s.

·                  216. KAVZOĞLU, Hüseyin, İkinci Gençlik, Ali Süha Delilhaşı, Erzurum, 1994, 57 s.

·                  217. ÖCAL, H. Yelda, Mehmet Emin Yurdakul, "İsyan ve Dua” (Tercüme), Erzurum, 1994, 43 s.

·                  218. SET, Cahit, Karnaval, Ahmet Midhat Efendi', Erzurum, 1994,182 s.

·                  219. SOLMAZ, îzgi, Bi-Vefâ, Mehmet Celâl, Erzurum, 1994,

- 220.- SOYUCA-K, Nun, Tasvir-i Sebat, Yusuf Neyyir, Erzurum, 1994, 64 s.

·                  221. ŞAHİN, Leylâ, (Hatice Akgün ile Or-tak Çalışma), Mesude Vecihi, Erzurum, 1994, 94 s..,

·                  222. TOPAL, Perihan, Odun Kokusu, Aka Gündüz, Erzurum, 1994, 68 s.

·                  223. TÜYSÜZ, Battal, İsmet Özel, Hayatı-Sanatı-Eserleri, Erzurum, 1994,55+5 s.

·                  224. VERİM, Engin, Abdullah Zühtü’niin Hayatı-Sanatı-Eserleri ve Hikâyeciliği Üzerine Bir Deneme, Erzurum, 1994, 53+5 s.'

·                  225. YILMAZ, Nuri, İsmet Özel'in Şiir Anlayışı ve Şiiri Üzerine Bir Deneme, Erzurum, 1994, 60 s.

·                  226. ZELYURT, Nurgül, Bozgun, Aka Gündüz, Erzurum, 1994, 79 s.

·                  II. YÜKSEK LİSANS TEZLERİ

1986

o                1. KARPUZ, Hacı Ömer, Hazine-i Fünun Mecmuası Inceleme-Fihrist Metinler, Erzurum, 1986, 331 s.

1987

o                2. TÖRENEK, Mehmet, 1908-1918 Arası Türk Hikayeciliği, Erzurum, 1987, VII+212 s.

1988

o                3. PİRİMOĞLU,' Ayla, Ebubekir Hazım Tepeyran, “Hayatı-Eserleri", Erzurum, 1988,11+155+28 s.

1989

o                4. KARATAŞ, Turan, Hüseyin Siret, Hayatı ve Eserleri Üzerine Monografik


Bir Çalışma, Erzurum, 1989, 194 s.

1994

o                5. ERBAY, Erdoğan, Maarif Mecmuası-Tafsilli Fihrist ve Bütün Metinler, Erzurum, 1994, 12+590 s.

o                6. ÖZARSLAN, Ersin, Ara Nesil Edebiyatçısı ve Gazetecisi Mustafa Reşid Bey, Hayatı ve Eserleri, Erzurum, 1994, III+l 43+12 s.

o                7. TÜMER, Cem Şems, “Mektep" Mec-muası-Tahlilî Fihrist, İnceleme ve Seçilmiş Yazılar, Erzurum, 1994, V+560 s.

1996

o                8. SELÎM, Ömer, 1860-1928 Yıllan Arasında Düzenlenen Türk Edebiyatı Antolojileri, Erzurum, 1996, V+170 s.


·                  III. DOKTORA TEZLERİ

1984

o                1. POLAT, Nâzım, Hikmet, Fecr-i Ati Şairi Şahabettin Süleyman, Erzurum, 1984, XII+235 s.


1986

o                2. BÎLGEGİL, Zöhre, Aşk-ı Memnu Romanında Üslûp Çalışması, Erzurum, 1986, IV+VII+348 s.


o                3. KARAKAŞ, Şuayb, Süleyman Nazif, Hayatı ve Eserleri, Erzurum, 1986, XX+374 s.

o                4. TEKİN, Mehmet, Peyami Safa ’nın Romanlarının Yapı ve Anlatım Teknikleri Açısından İncelenmesi, Erzurum, 1986, IV+332 s.

o                5. TÜRİNAY, Necmettin, Abdülhak Şinasi Hisar, Erzurum, 1986, 320 s.

1987

o                6. BEKİROĞLU, Nazan, Halide EdibAdı-var’ın Romanlarının Roman Tekniği Bakımından İncelenmesi, Trabzon (Erzurum), 1987, XI+613+12 s.

1989

o                7. KAHRAMAN, Mehmet, Divan Edebiyatı Tartışmaları, (1930-1940), Erzurum, 1989, III+304+9 s.

1993

o                8. ÇALIK, Etem, Mustafa Necati Sepetçi-oğlu, Hayatı, Sanatı ve Eserleri, Erzurum, 1993, V+429 s.


1994

o                9. KABADAYI, Hayriye, 1908-1923 Yılları Türk Şiiri ve Teorisi, Erzurum, 1994, IX+545 s.

o                10. KARATAŞ, Turan, Sezai Karakoç, Ha-yat-Sanat-Tenkit, Erzurum, 1994, VI+435 s.

o                11. KIRIMLI, Bilal, Asaf Halet Çelebi, Hayatı, Eserleri, Sanatı, Erzurum, 1994, VI+435 s.

1995

o                12. KOLCU, Ali Ihsan, Tanzimat ve Ser-vet-i Fünun Devirlerinde Batı Edebiyatından Yapılan Şiir Tercümeleri Üzerinde Bir Araştırma (1859-1901), Erzurum, 1985, XI+645 s.

o                13. PARLAK, Mustafa, Sadri Ertem Üzerine Monografık Bir Çalışma, Erzurum, 1995, XXI+888+16 s.

1996

o                14. ERBAY, Erdoğan, Divan Edebiyatı Üzerine Tenkid Değerlendirme ve Tartışmalar (1866-1901), Erzurum, 1996 , VII+602 s.


·                  IV. DOKTORA ÖN ÇALIŞMALARI

·                  1. KAVAZ , İbrahim, Necip Fazıl 'm Şiirlerinde Değişmelerin İncelenmesi, Elazığ, 1985, XV+427 s.

·                  2. UÇ, Himmet, Malûmat Mecmuası I-V1I Ciltlerindeki Edebî Makaleler ve Tahlilî Fihrist, Erzurum, 1978, XVIII+564 s.

 






Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar