Print Friendly and PDF

SAPIKLARLA DİNSİZLERİN ÇEŞİTLİ MEZHEPLERİ

Bunlarada Bakarsınız

 


Ebu Muhammed Osman B. Abdullah B. El
Hasen El-lrakî El-Hanefî

SAPIKLARLA DİNSİZLERİN
ÇEŞİTLİ MEZHEPLERİ

(EL-FİRAKU’L-MUFTERİKA BEYNE EHLİ'Z -ZEYG

VE Z - ZANDAKA)

 Neşre Hazırlayan: İslâm Dini ve Mezhepleri Tarihi Asistanı

Dr. Yaşar KUTLUAY

 

 

BİRKAÇ SÖZ

Birkaç ay önce arapçası İlahiyat Fakültesince yayınlanmış bulunan bu ese­rin aslı Süleymaniye Kütüphanesi 791 numarada kayıtlı olan bir yazma nüshadır. Bu nüshayı istinsah ederek neşre hazır hale getirme ve türkçeye çevirme husu­sunda kıymetli yardım ve irşadlarmdan faydalandığım hocam Prof. Muhammed Tar;cî ile yaptığımız bütün arama ve araştırmalarımıza rağmen eserin yazarı hakkında hiçbir kaynakta bilgiye rastlayamadık. Arapça baskısının önsözünde de belirtilmiş olduğu üzere yazar, eserini arapça yazmış olmakla beraber bu dilin yabancısıdır. Yaptığı /'birçok gramer ve sarf yanlışları bunu açıkça ortaya koy­maktadır. Hocasının ve zikrettiği raviler içinde bazılarının taşıdığı «Osman et-Türkî», «Yenal» gibi adlar müellifimizin türk asıllı olduğu intibaını kuvvetlen­dirmektedir.

Eserin muhtevasından, hicri altıncı yüzyıldan sonraki devre ait olduğu anla- siliyorsa da, kesin olarak [bir tarih ve yüzyıl zikretmemize (yetecek malzemeye sahip bulunmamaktayız.

Eser genel olarak milel ve nihai kitaplarından birkaç noktada farklılık gös- terfmektedir :

1    — Ehli sünneti de bir «fırka» kabul ederek müstakillen ,ele almamaktadır.

2  — Fırkaların görüşlerini naklederken, delillerini de beraber zikretmekte ve bunların münakaşasını yapmaktadır.)

3  —ı Diğer dinleri ve onların fırkalarını uzun uzun ahlatmayıp birler satırla bahsedip geçmektedir.

Eser, fırkaların dayandıkları delilleri zikretmesi yönünden bu sahada orijinal bir yer işgal etmektedir. Fakat bu delilleri tenkid ederken tamamen tarafsaz dav­ranmamaktadır.

Eserde adı geçen fırkaların bir kısmı diğer kaynaklarda ya hiç bulunmamak­ta yahut farkh anlatılmaktadır. Bu farklar, geçen zaman içinde fırkaların görüş ve iddialarında meydana gelen değişmeleri tesbite imkân verecek mahiyettedir.

Dr. Yaşar KUTLUAY

RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAHIN ADİYLE

Âlemlerin Rabbına hamd ve yaratıklarının en hayırlısı, ünımî: arabî, haşimî Peygamber Muhammede, âline, ashabına, zevcelerine, zürriyetine ve bütün ehli beytine salat olsun.

Bu kitap, fırkaları ve kâfirlerin çeşitli sınıflarını - Allah bizi on­lardan muhafaza etsin - anlatmak için yazılmıştır.

İmam, âlim, allâme, muhakkik, müdekkik, anlayış sahibi Şeyh Ebu Muhammed Osman b. Abdullah b. el - Haşan el - Irakî el - Hanefî - Al­lah ona rahmet etsin ve bizi ilminden faydalandırsın - şöyle söylemiş­tir: Çeşitli fırkaları, helak edici, doğru yoldan sapıtıcı, heva ehlinin fi­kirlerini, kâfirlerin sınıflarını, fâcir sapık tâifeleri anlatan bir (eser) görmedim. Zamanımızda insanların çoğu saçma şeylere meyledip, ba­tılın her sahasında şaşkın şaşkın gidiyorlar. Bunlar kendilerinin ilim adamlarının ileri gelenleri, köy ve şehirlerde Allahın seçkin kimseleri olduklarına inanıyorlar. Bilgisizlik ve körlük bütün benliklerini kapla­mış, akıl ve fikirlerini alıp götürmüş; bunun sonucu olarak boş şeyle­re uyup, sünnete karşı gelerek kendilerini tehlikeye atmışlardır. Bun­lar, her meselede ayrılık ve tartışma çıkarmayı alışkanlık haline getir­diler. Her iyi şey onların gözünde kötü ve her kötü şey de iyi oldu. Ken­dilerine gerekli olmayan şeylerle uğraştılar; fayda yerine zarar getire­cek şeyleri - kötüye doğru gitme ve rezilliklerinin ve bu uğursuz yolda işlediklerinin ve yalancılığa devam etmelerinin gizli kalacağını sana­rak - elde etmeye çalıştılar.

Bir kısım insanlar zındıklık ve felsefeyle uğraşıp buna «hikmet», «cehaletten kurtulma» adını verdiler. Diğer bazıları safsata ve batıllar­la uğraşıp, sonu küfür ve Allahı inkâra varan süslü sözlerle meşgul olup, buna «hakikat» ve «marifet» dediler. Bazıları zâhirî hükümleri kabul etmeyerek İslâm yolundan yüz çevirdiler. Hz. Peygamberin, «müminin içine haram girmez» sözünü değiştirerek, yasak ve Jıaram yoluna saptılar. Hadîsi, delâlet ettiği anlamdan başka anlama alarak yanlış istikamete yönelttiler. Halbuki - hadîs şayet sahîh ise - anlamı şöyle olmak lâzım jelir: Müminin imanı onu, haram olan şeyleri yap­maktan alıkoyar, hiçbiri harama meylederek kirlenmez, buna karşılık ondan tamamen kaçınır, kolay kolay işlemez. Kendine mümin deyip de, imanına güvenerek, hayvan gibi, nereden geldiğini düşünmeyerek
her gördüğünü yiyenlerden olmaz. Zira, bu ibaheye haramı helâl saymaya ve mal mülkiyetini otadan kaldırmaya götürür. Böylece bun­lar şeriatı kaldırıp iptal etmeye çalıştılar. Halbuki Allah şöyle buyur­maktadır: «Birbirinizin mallarını haram sebeplerle yemeyin...» (1).

Bazıları da gayesiz, sadece midelerini düşünen, akıl ve zekâdan mah­rum, tembellik ve uyuşukluğa alışmış olanlardır. Sapıklık ve bilgisiz­likten Allahın Kitabını arkalarına atacak derekeye düşmüşlerdir. Bun­lar kazançlarını, saçlarını yolmak, kafalarını sağa sola sallamak ve eşek anırması gibi bağırarak temin etmişlerdir. Şeytanlarının (reisle­rinin), «mahabbet kemale erince ibadet (teklifi) kalkar» sözüne bağ­lanarak, namaz ve orucu bırakıp kendilerine fısk u fücuru meslek ola­rak seçmişlerdir. Bu hareketleri tam mânâsıyla küfür ve sapıklık, söz­leri de bâtıl ve muhal bir iddiadır. Çünkü mahabbet gerçekleşip yerle şirse, ibadet, edep ve saygının artmasına sebep olur. Halbuki mahabbet, kötüye doğru gitmek ve başarısızlığa uğramak korkusunun sonucu olarak heyecan ve sarsıntı doğurur. Gerçek onların iddia ettikleri gibi değildir. Mahabbet besleyen kimse bir tek saatini dahi ibadet ve taat siz geçirmekten çekinir. Nitekim Muaz b. Cebel - R. A önceleri kapı­ları ve sokakları dolaşarak «gelin bir saat ibadet edelim» diye çağırır­dı. Keza âriflerin önderi olan Şeyh Bayezîd Bistâmî - Allah ruhunu tak­dis etsin - de bir gün birkaç dostuyla bir tanıdığını ziyarete gitti; ya­nma girdiklerinde onun kıbleye doğru sümkürdüğünü gördüler. Şeyh: «Allah size doğru yolu göstersin. Dış görünüşü (zahiri) şeriatın kontro­lündü olmayan ve Peygamberin emirlerine uymayan kimsenin batını, hakikat sırlarından, İlahî lütuflardan mahrumdur» dedi.

Bu konuda çok düşündük, fakat şeref bakımından daha yüksek, rütbe bakımından daha üstün, Allaha mahabbeti daha fazla olarak Pey­gamberlerden - Allahın selâmı onlara olsun - başkasını bulamadık. On­lardan hiçbirinden teklifin kaldırıldığım veya farzlarında en küçük bir azaltma yapıldığını işitmedik. Bunun aksine olarak, teklifin artması gerçeğe daha yakın ve doğrudur. Görmüyor musunuz ki Hz. Peygam­berin, ümmeti değil, kendisine farz olan teheccüd namazlarını kılmak­tan ayakları şişerdi. Allah şöyle buyurmuştu: «Gecenin bir kısmında da uyanıp Sırf sana mahsus fazla (bir ibadet) olmak üzere, onunla (Kur’an ile) gece namazı kıl» (2). Hz. Peygamber şöyle demiştir: «Biz Peygamberlere bela kat kat verilir».

Peygamberlerin yüksek kıymetleri ve Allaha olan muhabbetlerinin kemali, Allah katındaki rütbelerine rağmen ibadeti terk ve şeriatın zâhirî emirlerini ihlâl etmelerine müsaade edilmemiştir. Durum böyle iken, bu rütbe ve dereceye yükselememiş birinin böyle âdi ve alçakça bir iddiada bulunması nasıl tecviz edilebilir?

Hulasa, bunu söyleyen ve ona meyleden sapıtıcı ve sapıktır. Tabi aten miskin olanları avlayıp dinelen çıkarmak için ağ kurmuştur.

İşte bu zaruretler ve kaçınılması gereken hareketlerin vukuu, bizi, onlarıh fikirlerinin saçmalıklarını ve gayelerini belirtmeye, gafil olan­ları uyarıp âkil olanlara da, Allahın, din düşmanlarını kalır ve ateşleri­ni söndürmek için nasıl silâhlanıp gayret sarfedilmesi hususundaki emirlerini hatırlatmaya şevketti.

Allah şöyle buyuruyor : «Siz de onlara düşmanlara karşı gücünü­zün yettiği kadar kuvvet ve (cihad için) bağlanıp beslenen atlar hazır­layın ki bununla Allahın düşmanım, kendi düşmanınızı ve bunlardan başka, sizin bilemeyip de Allahın bildiği diğerlerini korkutasınız...» (3). Buradaki hitap umumidir, (toplumu) idare edenleri ve idare edi­lenleri içine alır. Silâhlar da çeşitlidir. İnsanların herbiri de bu silâh­larına emrine muhataptır. Melik ve sultanların silâhı talimli askerler, çelik kılıçlar ve bakımlı atlar; zayıf ve fakirlerin silâhları hayır duada bulunmak; zenginlerin silâhı, fakirleri, düşkün insanları muhtaç ol­maktan korumak; ilim sahiplerinin silâhı, bid’atleri imha ve sünneti ihya ile İslâmî öğretilerin îlâsı, şeriat hükümlerini açık burhanlar ve sağlam delillerle takviye etmektir.

Böyle olunca, biz de bu hitaba muhatap olanlardanız. Bu sebeple bi# de kendimizi âlimlerden sayarak, duaya ve hakkın zaferi ve gaye­ye ulaşmak için çalışmaya başlarız. Tevfik Allahtan, O bize kâfi ve ne güzel vekildir.

(1)      Enfâl, 60

I.    BÖLÜM

Biliniz ki, ümmet arasına ilk devirde, yani Ebu Bekir, Ömer, Os­man ve Ali - Allahın rızası üzerlerine olsun nin zamanlarında, ayrılık girmedi. Ayrılık, Osman b. Affân’ın katli üzerine ortaya çıktı; ümmet altı fırkaya ayrıldı: Nasibiyye, Rafıza, Cebriyye, Kaderiyye, Müşebbihe ve Muattala. Sonra her fırka kendi içinde on iki fırkaya ayrıldı ve hep­si 72 oldu. Bunun böyle olacağını bize Şeyh, İmam, Âlim Şemseddin Muharnmed b. İbrahim b. Osman et - Türkî, vaktinin şeyhi allame Ebu Tahir Ahmed b. Muhammed b. Selefeti'l-I s f a h a n î ’ d e n, o, Hafız Ebu’l-Feth Ahmed b. Muhammed b. Ahmedi’l-Mukrîi’l-H a d d â d ’dan, o, İsmail b. Yenali’l-MahbûbîiT-Me r v e z î ’ den; Ebu’l-Abbas Ahmed b. Muhammedi’l-Mahbubî; İmam Ebû İsa Muhammed b. İsa et-Tir mizî; el-Hasen b. Hureys Ebû Ammar; Fudeyl b. Musa; Muhammed b. Muhammed; Ebû Seleme; Ebû H üre y re -R. A. den gelen bir ri­vayetle haber verdi: Hz. Peygamber şöyle buyurdu: «Yahudiler yetmiş iki fırkaya bölündüler, hırıstiyanlar da öyle oldular. Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır». Başka bir rivayette : «Yahudiler yetmiş bir, hı rıstiyanlar yetmiş iki fırkaya bölündüler. Ümmetim, yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Bunun yetmiş ikisi cehenneme bir tanesi de cennete gire çektir». Başka bir rivayette «Hepsi sapıklık içindedir yalnız Sevadu’l- Azam müstesna».

Abdull ah b. Ömer – radiya'llâhü anh- şöyle demiştir: «Resulullah – salla'llâhü aleyhi ve sellem - dedi ki: İsrail oğullarının başına gelenler aynen ümmetimin de başına gelecektir; öyle ki, onlardan biri alenî olarak annesiyle yatmışsa, üm­metimden de bunu yapan biri çıkacaktır. İsrail Oğulları yetmiş iki fır­kaya ayrılmışlardı, bir tanesi müstesna hepsi cehennemlik' nesi hangisi ya Resulallah diye sordular, (şu cevabı verdi) : Benim ve esbabımın yolu». Hulefayı râşidîne Naciye fırkasının (el - fırkatu’n - Naciyye) ne olduğu soruldu, şöyle cevap verdiler: «sahabenin yolu­dur». Bir rivayete göre, Emiru’l - Müminin Ali b. Ebî Talib demiş­tir ki: «Yahudiler 71 fırkaya ayrıldı, biri müstesna hepsi helak oldu. Hırıstiyanlar 72 fırkaya bölündü biri hariç hepsi helake uğradı. Bu bir tanesi on ikiye ayrıldı, biri hariç diğerleri doğru yoldan saptılar». Bazı ilim sahipleri, bu sapıklığın tevhid’de değil içtihadlarda olduğunu; ba- zılarıda bu sapıklıktan kastedilen mananın tevhidin füruâtmdan olan.
cahil halkın imanı, emrin ifasından veya alışılmasından önceki nesh, Allahın sıfatlarının ezeliliği gibi onbir meselede yanlış ve yanılma ol­duğunu söylemişlerdir ki bu İkincisi doğruya daha yakındır. Zira bi­rincisi bazı imamların tenkidini gerektirir ki bu Ehli Sünnet ve Cema­at indinde pek hoş bir hareket değildir. Bu sebeple hadîsleri çeşitli ri­vayetleri ve varyantlarıyla ele almamız, böylece hakkı sapıktan ayırdet- memiz, bizim doğru yolda, bizden başkalarının da sapıklıkta oldukları­nı anlatmamız gerekir. Nitekim sapmış olanlar da hepsi kendilerinin doğru yolda başkalarının sapıklık içinde olduğunu iddia ederler. Biz, Allahın tevfikiyle, şöyle söyleriz: Doğru yolu seçenler hak ehli (en- Nâci), ondan sırt çevirenler de sapıklardır. Bizim hak üzre olduğumu­zun delili Allahın şu sözüyle kullarını davet ettiği yolda yürümekte ol- duğumuzdur : «Şüphesiz ki (emrettiğim) bu (yol) benim dosdoğru vo­lümdür. O halde ona uyun. Başka yollara tâbi olup gitmeyin, sonra sizi O’nun yolundan ayırır» (4).

Rivayete göre Abdullah b. Mesu’d -R. A.- şöyle demiştir: «Bu âyet nazil olduğu zaman Hz. Peygamber bir çizgi çizdi ve ‘bu Allahın yoludur’ dedi; sonra -o ilk çizginin- sağma soluna çizgiler çizdi ve ‘bu yolların herbirine sapılması için şeytan davette bulunur’ dedi». Başka bir rivayette, «Bu âyet nazil olduğunda Hz. Resulullah ashabı­nın yanına gelerek aralarına oturdu, (kendine doğru) bir çizgi çizdi sonra bunun bir tarafına otuz altı çizgi çizdi, aynen öbür tarafına da çizdi, sonra şöyle söyledi: ‘Sevadu’l - A’zama sarılın’». Bilenlerin sözü ne göre Sevadu’l - A’zam ortadaki çizgidir; bu, Allahın kullarını dâvet ettiği yoldur. Bunun delili de Hz. Peygamberin onu kendisine doğru çizmiş olmasıdır. Bunda, kim bu yolu takibederse bana gelir fikrine işaret vardır. Hazret! Peygamber Allahın yolundadır, kim. ondan yüz çevirirse onun yolundan ayrılıp diğerlerine sapmış ve şeytanın yoluna gitmiş olur.

Hazret! Peygamber şu sözüyle de bunu tekid etmektedir: «Allahın dini ifrat ile tefritin ortasmdadır. Diğer yollardan gidenlerin bazısı ifrata bazısı tefrite kaçarlar. Allahın dininden olanlar böyle değildir­ler, onlar diğerlerine muhalif olan yoldadırlar».

Nitekim rivayete nazaran İmam A’zam Ebû H anif e’ den «Ehli Sünnet ve Cemaat nedir?» diye sorulduğunda «Ne cebirçi, ne teşbihe!, ne tefvizci, ne ta’tilci, ne nasbcı ve ne de dinsizdir» dedi.

Keza Şa’bîden gelen bir rivayette, «Al-i Muhammedi sev, rafızî olma; işleri Allaha döndür fakat mürcie’den olma; Allaha, taatte -bir-

(2)      En’am 153,
habeşli de olsa- imamına uy ama haricî olma; ve bil ki iyi olan şeyler Allahtan, kötülükler kendi nefsindendir, fakat kaderî olma». Bu say­dıklarımız ehlu’n-Nasb, rafz, cebr, kader, teşbih, ve ta’tîl’dirler ki Ehli Sünnet ve Cemaat’tan değildirler, kesin olarak ortaya çıkmıştır ki, Eh­li Sünnet ve Cemaat bunlara muhaliftir ve yolları onların yollarından ayrıdır. Biz Allahın lutfuyla Ehli Sünnetteniz, onlar ise muhaliftirler; bu sebeple biz Al-i Muhammedi severiz, Ebû Bekir ve Ömer’den nef­ret eden ve bu ikisine uydukları için sahabeyi tekfir eden rafızîlerden değiliz. Ehli Ridde harplerinden kaçınmalarından. dolayı Hazreti Ali ve Ehli Beyt’i sevmeyen haricîlerden de değiliz. Bu fırkalardan ken­dimizi ayırır ve onlardan başka mesleklere sülük edersek Ehli Sünnet ve Cemaattan oluruz.

Böylece Cebriyye ve Kaderiyye’ye de muhalefet ederiz. Çünkü Ceb- riyye, insanda fiil, kisb ve ihtiyar olmadığı iddiasındadır. Bunlar kötü işleri (kabaih) Allaha nisbet eder ve Allahın kullarının küfür ve isyan­ları dolayısiyle onları cezalandırmasını hikmete aykırı görürler. Bun­ların karşıtı Kaderiyye ise, her kulun kendi fiilinin yaratıcısı olup, bu­rada Allahın meşiyyet takdir ve iradesinin rolü olmadığını iddia ile Allaha acz isnat ederler.

Biz bu fırkaların hepsine muhalefet ederek deriz ki, kulların fiil­lerinin hepsi, ister hayr ister şer olsun, Allahın takdiri, meşiyyeti ve iradesi iledir. Kulun kisb ve ihtiyarı vardır ve bunlar dolayısiyle sevap ve ikaba müstehak olur. Kisb ve ihtiyar onda, Allahın meşiyyet ve İra desinden hariç olmamak üzere Allah tarafından halkedilmiştir. Allah­tan olan herşeyde adalet ve. hikmet vardır.

Aynı şekilde Müşebbihe ve Muattıle’ye de muhalefet ederiz. Zira Müşebbihe, Hâlik’ı mahluka benzeterek Onu rububiyyetine yakışma­yacak şekilde tavsif ederler. Bunların karşıtı da Muattıle’dir. Allahı ve sıfatlarını nefyederler ve şöyle derler : «Biz O şeydir veya O mevcut­tur demeyiz; zira O şeydir, onun gayrı da şeydir, yahut O mevcuttur,. O’nun gayrı da mevcuttur, dersek, O’nun başkasıyla iştiraki icabeder, bu sebeple O şeydir veya gayrı şeydir, yahut o mevcut veya gayrı mev­cuttur demeyiz». Biz, Allahın avn ve tevfikiyle bu iki fırkanın da gö­rüşünü kabul etmez, hepsine muhalefet eder ve şöyle deriz: «O şeyler gibi olmayan bir şeydir». Nitekim Allah da kendisini öyle vasfetmiş- tir: «O’nun benzeri hiçbirşey yoktur. O İşiten ve Görendir» (5) ve «De ki şahit olmak bakımından hangi şey daha büyük, de ki, benimle sizin aranızda Allah hakkıyla şahittir» (6). «O şeydir» sözümüz, Muat-

(3)      Şura, 11

(4)      En’am 19

tıle’yi, «O şeyler gibi olmayandır» sözümüz de Müşebbihe’yi reddeder Aynı şekilde, sair sıfatları için de, kendisi yaratıklarına benzemediği gibi, sıfatlan da yaratıkların sıfatlarına benzemez deriz. Zira O’nun zâtı ezelîdir ve sıfatları da ondan gayrısında yoktur.

Yukarıda söylediklerimizle bizim bütün heva ehline muhalif ol­duğumuz ortaya çıkmış oluyor. Sülük ettiğimiz yol Allahın kullarını davet ettiği ve Hz. Peygamberin Sevadu’l-A’zam deyip «Sevadu’l-Aza ma sanlın» sözüyle insanları teşvik ettiği yoldur.

Allahtan, bizi Ehli Sünnet ve Cemaat’ten ayırmamasını, bütün hayr ve taatta muvaffak kılmasını niyaz ederiz. O, kalpten yapılan duaya icabet eder. Mennânu’l-kadîrdir.

*

II.     BÖLÜM

EHLU’L-EHVA’NIN BÖLÜMLERİ, FİKİRLERİ VE
BUNLARA CEVAPLAR

Nasıbiyye : Bunlara Haruriyye, Acaride, Hariciyye ve Mârıkiyye de denilir. Haruriyye, Harura’ya mensup olmalarından dolayıdır. Bu rası B ah r e yn ’de bir yer ismidir. Haruralılar Ehli Sünnet ve Ce­maatı ayıplarlar ve onlara sual sorarak ta’n ederlerdi. Rivayete göre bir kadın Hazreti  i ş e ’ye gelerek «Hayızlı kadın namazı kaza et­mediği halde orucu niçin kaza eder?» diye sorduğunda, «Ey Haruralı, biz Hazreti Peygamber zamanında iken, hayızdan kurtulduğumuzda orucu kaza eder, namazı etmezdik» diye cevap verdi. Zannımızca «ey Haruralı» diye hitap etmesi, onun sualde ısrar ve şeriati ta’yip etme- sindendir.

Acaride denmesinin sebebi, bunların Haricîlerden Ab d ü 1 k e r i m b. Acred’e mensup olmalarındandır.

Hariciyye, İmam Ali b. E b î T a 1 i b -R.A.- zamanında ondan ay r ilanlar a denir.                                              -

Mârıkiyye denmesinin sebebi, okup yaydan çıktığı gibi dinden çık­mış olmalarındandır. Hazreti Peygamber, «Ahir zamanda .boş hayal peşinde koşacak türedi bir kavim gelecek, bunların okudukları Kur’an sadece ağızlarında kalır daha ileri gitmez, böyle olduğu halde ‘bizden hayırlı kim vardır’ diyerek okun yaydan fırlayıp çıkışı gibi dinden çı kacaklardır» diye bunları işaret etmiştir. Bu rivayeti İbn Mes’ud -R. A.- Hazreti Peygamberden nakletmiştir. Ebû İsa Muhammed b. İsa et - T i r m i z î’ nin Sunen’inde vardır ve diğer sahih hadîs kitaplarında da bu rivayet mevcuttur.

T i r m i z î Sunen’inde, yaydan çıkan ok gibi dinden çıkanlar sö­züyle vasfedilenler Haruriyye’dir, bunların dışındakiler Haricîlerdir. «Dinden çıkmak» demekle, imama itaat etmemeyi kastederler. Bazıları ise, dinî amelleri terketmektir derler. Doğrusunu Allahu Tealâ bilir.

İddiaları Ali’den teberri ve onu tekfire dayanır. Bazıları da müs- lümanlardan küçük günah işleyenleri ve namaz kılmayanları kâfir sa­yarlar.

III.      BÖLÜM

Bu asıl kol bölünmüş ve on iki fırka meydana gelmiştir : Ezra- kiyye, İbadiyye, Hamziyye, Halîfiyye, Kûziyye, Kenziyye, Şemrâhiyye, Ahnesiyye, Muhakkime, Meymuniyye, Hariciyye, Saltiyye. Sonradan Şeybaniyye ve Yezidiyye de eklenmiştir.*

1   — Ezrakiyye :

Bunlar Ebû Raşid Nafi’ b. il-Ezrak’a mensupturlar. Bu zat İ b n A b b a s ile münakaşalarda bulunmuş, mağlup olunca ondan ayrılarak el-Ehvaz’a gitmiş, bidatlerini orada ortaya atmış ve yine orada ölmüştür. İleri sürdükleri meseleler beş tanedir. Bunlar :

a) Kim ve ne kadar uzaklarda olursa olsun, kendilerine iltihak etmezse kâfirdir.

b> Muhsin erkeğe haddi kazî tatbik edilemez, fakat ayni vasfı taşıyan kadına edilir.

c)    Muhsin olanın recmi caiz değildir.

d)    Çaldığı az da çok da olsa hırsızın elinin kesilmesi şarttır.

e)    Sultana itaat, verdiği emir haklı da haksız da olsa, farzdır. Sultanın emrine karşı gelen kâfirdir, idamı gerektir.

Bu iddialara şöyle cevap veririz : Görüşleri son derece yanlış olup küfür ve ilhada yakındır. Zira ileri sürdükleri iddialar Kur’an-ı red ve Sünnetle İcmaa aykırı gelecek mahiyettedir. Sıfatı böyle olan bir kim­senin ise gerçek İslâmlıkta yeri yoktur. Meymun b. Mihran’a Ezra kiyye hakkında fikri sorulduğunda şöyle demiştir: «İtikadlarmca, sul­tanın emrine muhalefet eden kâfir ve idamı vaciptir» ve devamla «Haccac Ezrakiyye’nin görüşünde olduğu için bu te’vile dayanarak birçok müslümanı katletmişti; Emiru’l-Müminîn Ali b. Ebî Talib’e kız­gınlığından ismini zikretmez sadece Ebû Türab der, onun katilini överdi. Allah’ın ve Resulünün sevdiği birisine buğz eden kimseye bu şekavet ve hüsran kâfidir».

Allah Kitabı Kadîm’inde ondan razı olduğunu haber vermiş, Haz reti Peygamber onun cennete gideceğine şehadet etmiştir. Allah şöyle buyurmuştur: «And olsun ki Allah müminlerden -seninle ağacın altın­
da biat ederlerken- razı olmuştur» (7). Hiç şüphesiz Ali -R. A.- de on­ların arasındaydı. Esasen o cennet ile müjdelenen on kişiden biridir.

Hazreti Peygamber, «Haşan ve Hüseyn cennet ehlinin genç lerinin seyyididir, onların babası ise her ikisinden de hayırlıdır» bu yurmuştur. Binaenaleyh Ali’ye söven ve onu iyi şekilde anmayan kim se Allaha ve Resuluna karşı gelmiş sayılır. Azîzuntikam olan Allah on­dan intikam alacaktır.

Kendilerine iltihak (hicret) etmeyenin kâfir olduğu şeklindeki id diaları yanlıştır. Zira Hazreti Peygamber «(Mekkenin) fethinden son­ra hicret yoktur» ve «Hicret ikidir; birisi kötü amellerden hicret, di ğer Allaha ve Resulüne hicrettir. Birincisi masıyeti terk İkincisi taat- tir» buyurmuştur. Ezrakiyye’ye olan hicret bu iki hasletten de mah­rumdur. Bu hicrette birşey yoktur ve onların sözlerine itimad edilemez

Muhsin olan erkeğe haddi kazfin tatbik edilmeyeceği meselesine gelince; bunun şartları bellidir: Hür, âkil, baliğ, müslüman ve zina fiilinden uzak olmaktır. Bu şartlar kimde bulunursa o kimse -ister erkek ister kadın olsun- muhsindir ve iftira halinde hadd icabeder. Ümm,et bu konuda ittifak etmiş ve icma meydana gelmiştir.

Muhsin olan insanın recmeledilmesini uygun görmemeleri konu­sunda bizim fikrimiz şudur : Bu görüşleri de yanlıştır, zira Hazreti Peygamber Maiz’i recmetmiştir. Hazreti Ömer b. il-Hattab şöy­le söylemiştir : «Allahın Kitabına göre recm, erkek veya kadın muhsin de olsa, zina ettiğine dair beyyine veya itiraf veya gebelik varsa hak­tır» ve «Allahın Kitabına (erkek ve kadın için) hadd bulmuyoruz di­yerek recm âyetinin anlamında doğru yoldan sapmayasınız. Resulullah -S. A.- m recmi tatbik ettiği bir vakıadır, biz de recmederiz ve ben nefsim elinde olan (Allahla yemin ederim ki, eğer insanlar, Ömer Ki tabullaha ilâve yaptı demeseler, oraya, ihtiyar kadın ve erkek zina ederse ikisini de recmedin, diye yazardım.» Bu doğrudur ve biz bunu okumuş bulunuyoruz.

Hırsızın kayıtsız ve şartsız elinin kesilmesi hakkmdaki görüşlerine gelince; bu da Sünnet ve İcmaa aykırıdır. Zira Hazreti Peygamber, İ b n Ö m e r -R. A.- in bir rivayetine göre, kıymeti üç dirhem olan biı kalkanı çalanın elini kestirmiştir.

Başka bir rivayete göre Hazreti Peygamber şöyle söylemiştir; «Hırsızın çaldığı eşyanın kıymeti bir kalkan kıymetinde ise eli keşi lir». Burada «kalkan» kelimesi «harfi târif» ile zikredildiğine nazaran belirli bir kalkan kastedilmiştir. Bu sebeple bilinmesi gerekir.

Selef, Hazreti Peygamberin, çalındığı için çalanın elini kestirdiği

(5)      Peth, 18

kalkanın kıymeti konusunda ihtilâf etmişlerdir. İbn A b b a s «on dirhem», İbn Ömer, «üç dirhem». E n e s «beş dirhem» demişler, âyet mutlakdır dememişlerdir.

Allah’ın bu konuda kavli şöyledir : «Erkek hırsızla kadın hırsızın -o irtikâp ettiklerine bir karşılık ve ceza, Allahan ibret verici bir uku­bet olmak üzere- ellerini kesin» (8), görülüyor ki emir çoğa da aza da şâmildir. Bu sebeple görüşümüzü şöyle ifâde edebiliriz: Elleri kesme­nin vücubu konusunda âyet mücmeldir. Allah Hazreti Peygamberi, mübhem şeyleri beyan ve mücmelleri tafsille görevlendirmiştir. Nite­kim bu hususta bize beyan ve yukarıda zikrettiğimiz gibi âyetin anlat­mak istediği tafsil edilmiştir. Bunun başka türlü olmasına da imkân yoktur. Bu, Allah’ın şu emri gibidir : «Namaz kılınız, zekât veriniz». Nasıl yapılacağı anlatılmadan, mutlak olarak namaz kılmamız ve ze­kat vermemiz emredilmekte, sonra Hazreti Peygamber bunların kem miyet ve keyfiyetlerini beyan etmektedir.

Bahsettiğimiz konu da bunun gibidir. Elleri kesmeği icabettirecek nisab ve bu nisabın altında kalıp da kesmeyi gerektirmeyecek mikdaı hususunda icmaı ümmet vardır.

Sultana kayıtsız şartsız itaatin farz olduğu hakkındaki görüşleri de Sünnet ve İcmaa aykırıdır. Hazreti Peygamber şöyle buyurmuştur: «Halika isyan olan yerde mahluka itaat edilmez». Bu konuda İcmaı ümmet de vardır ki bu hadîs ile amel edilmiş ve terk edilmemiştir.

Şimdiye kadar anlattıklarımızla Ezrakiyye’nin bütün iddialarının saçma, bid’at, Kitap ve Sünnete aykırı oldukları meydana çıkmış oluyor.

2   — İbadiyye :

A b d u 1 a h b. i 1 - İ b a d ’a mensup olanlardır. İleri sürdükleri başlıca iddia ve görüşleri şudur: «Biz hiç kimse için o mümindir veya kâfirdir demeyiz, zira artık vahy gelmemektedir, Ebû Bekir ve Ömer bu dünyadan ayrılmışlardır, bugün bize hakikatları açıklaya­cak ve mümini kâfirden ayırdedecek bir kimse kalmamıştır. Kimseye mümindir veya kâfirdir demeyiz».

Ortaya attıkları meselelerden biri de şudur :. «Büyük günah işle­yen insana mümin de müşrik de demeyiz». Bunlar anne ve kızkar- * deşlerle nikâhı tecviz ederler.

Bu iddiaya şöyle cevap veririz :

Bu taifenin akidesi yanlış ve dâvetlerine icabet edenler de azdır.

(6)      Maide, 38

Onlar ve Mecusîler anneler ve kızkardeşlerle nikâhı tecviz konusunda birleşmişlerdir. Allah’ın emrini inkâr etmektedirler: «...analarınız ve kızkardeşleriniz size haram kılındı» (9). Bu konuda Katade şöyle diyor : «İbadiyye bu ümmetin Mecusileridir».

«Kimseye mümin de kâfir de demeyiz» görüşlerine gelince, bu, hakikatten uzak bir vehimdir, kalpleri körleşmiştir. Allah şöyle buyu­ruyor: «Ey iman edenler, mümin kadınlar muhacir olarak geldikleri zaman onları imtihan edin. Allah onların imanlarını çok iyi bilendir» (10), imtihan emrinin yanısıra onları «mümin kadınlar» diye adlandı­rıyor.

Ömer b. il-Hattab şöyle söylemiştir: «İnsanların içini Allah, dışını insanlar bilir» ve «Resulullah –salla'llâhü aleyhi ve sellem- dünyadan göçtü ve vahy kesildi, kim bizimle namaz kılarsa onun mümin olduğuna hükme­deriz».

Büyük günah işleyene mümin veya müşrik diyemeyiz,» görüşleri ne cevabımız şudur : Büyük günah, onu işleyenden imanı selbetmez, görmüyor musunuz Allahu Tealâ Ü s a m e b. Zeyd ve arkadaşları İs­lama sığmanı katlettikleri zaman ne buyurmuştu : «Ey iman edenler, Allah yolunda harbe çıktığınız zaman tam açıklanmasını bekleyin. Si­ze selâm verene dünya hayatının menfaatini arayarak sen mümin de­ğilsin, demeyin» (11). Onları bir müslümanı katlettiken sonra da «iman edenler»diye adlandırıyor ve müslümana müminden başka bir- şey nisbetini nehyediyor. Böylece, âyetler ve rivayetler bize, bâtının değil zahirin muteber olduğunu öğretiyor. Bâtını bilmek Allaha mah sustur, O’nun yaratıklarından hiçbirinin bâtını bilmesi için yol yok­tur. Bu husus Hazreti Peygamberin «İnsanlar Allahtan başka İlah yok­tur deyinceye kadar savaşmakla emrolundum, öyle derlerse kanları ve malları emniyettedir, sözlerinin doğru olup olmadığı ve sonuçları Allaha bağlıdır» sözüyle de tfekid edilmiştir.

Böylece İbadiyye’nin fikirlerinin boş saçma ve bid’atlerden ibaret olduğu ortaya çıkar.

3   Hamziyye:

Bunlar Allah’ın isimlerini bilmeyenin imanının sahih olmıyacağmı iddia ederler. Bunlara göre tevhîd, kimsenin ulaşamıyacağı bir bilgidir. Tevhîd’in ne olduğunu bilmeyen insanları mâzur görürler. H a m z a b. Evrek’e mensup olduklarından Hamziyye diye adlandırılırlar.

( 9) Nisa, 23

(10)    Mümtahine, 10

(11)    Nisa, 94

Bu bid’ati ilk ortaya atan Hamza b. Evrek’dir. Bunlar ganimeti helâl saymaz ve kâfirlerin köle edinilmesini tecviz etmezler.

İddialarına cevap olarak deriz ki: Allah’ın şu emirleriyle O’nu ve birliğini bilmek farzdır ve bu hususta ümmet ittifak etmiş, icma.vâki olmuştur : «...biliri ki şu Allah’tan başka hiçbir Tanrı yoktur» (12) ve «Ben cinleri de insanları da ancak Bana kulluk etmeleri için yarattım» (13) yani, Benim bir olduğumu kabul etmeleri için yarattım.

O’nun bilgisi ve birliğine nazar ve istidlalden başka yolla gidile­mez. İnsanlar da bununla mükelleftirler. Allah şöyle buyuruyor : «Gök­lerde ve yerde olana bakın de» (14) ve «Allah’ın rahmetinin belirtile­rine bir bak; yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor?» (15) ve «Göklerin ve yerin hükümranlığını, Allah’ın yarattığı her şeyi ve ecel­lerinin yaklaşmış olması ihimalini düşünmüyorlar mı? Bundan sonra hangi söze inanacaklar?» (16) ve «Kesin olarak inananlara, yeryüzün de ve kendi içinizde Allah’ın varlığına nice deliller vardır; görmez mi siniz?» (17) ve «Kendi kendilerine, Allah’ın gökleri yeri ve ikisinin arasında bulunanları, gerçek olarak ve belirli bir süre için yarattığını düşünmezler mi?» (18) ve «Bu insanlar devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yerin nasıl ya­yıldığına bir bakmazlar mı?» (19). Bu anlamda varit olmuş diğeı âyetler ve yukarıdakiler nazar ve istidlali emir şeklinde'muradederler; yani, bakınız, bunları düşününüz, benim vahdaniyet ve kudretimi bili niz anlamını ifâde ederler.

Yaratılmış olanlara bakan ve deliller üzerinde düşünen, bütün bu yapılmış şeylerin bir yapıcısı olduğunu anlar, buna inanır, birliğini ik­rar ve O’nun peygamberini tasdik ederse mümindir; imanı ve tevhidi sahihtir. Allah’ın, peygamberlerin ve ecdadının isimlerini bilmemenin bir mahzuru olmadığı hususunda Ehli Sünnet ve Cemaat müttefiktir.

Tevhidin, anlaşılması imkânsız olduğu iddialarına gelince, şöyle deriz : Eğer gerçek sizin zannettiğiniz gibi olsaydı, Allah kulla rina tevhidi emretmezdi. Öyle olsa Allah’ın, kullarının yapamıyacağı bir şeyi onlara yüklemiş, teklif etmiş olması gerekirdi. Halbuki bu ko-

(12)      Muhammed, 19

(13)      Zariyat, 56

(14)      Yunus, 101

(15)      Rum, 50

(16)      A’ıraf, 185

(17)      Zariyat, 20-21

(18)      Rum, S

(19)      Gaşiy®, 17-20                                                              ;
nuda Allah şöyle buyurmuştur: «Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler» (20).

Yukarıda zikri geçen âyetlerde görüldüğü gibi, Allah kullarına Kendisini ve bir olduğunu bilmelerini emretmiştir. Eğer birliği bilin mez olsaydı bunu emretmezdi; böylece, tevhid’in bilinemez olmadığı or­taya çıkmış oluyor.

Ganimetlerin taksimi konusunda da Kitap ve Sünnet onları ya­lanlamaktadır. Kitab’da Allah’ın sözü şöyledir : «...bilin ki, ele geçir­diğiniz ganimetin beşte biri Allah’ın, Peygamberin ve yakınlarının, ye­timlerin, düşkünlerin ve yolcularındır» (21).

Sünnet’te Resulullah -A. S.-: «Beşte birin verilmesini emrettim, bunu benden önce kimse dememişti» sözüyle ganimeti mübah say­maktadır.

Kâfirlerin köle edinilmesini tecviz etmeme görüşleri de hazreti Peygamberin: «Birini katledenin yok edilmesi lâzımdır, kim bir esiı alırsa o esir önündür» sözüyle ibtal edilmiştir. Buradaki «lâm» harf: «temlik» içindir.

Böylece Hamziyye’nin ileri sürdüğü iddiaların hepsinin boş, bid’aı ve sapıklık olduğu meydana çıkmış oluyor. Hidayet ancak Allah’tandır.

4   Halîfiyye:

Dinden dönenlerle yapılan harpten imtina ettikleri, Ebû Bekir’ in bu husustaki dâvetine hazreti Peygamberin vefatında ve İslâm’ın sarsıntıya uğradığı sıralarda özür beyan edip veya hastalandıklarını söyleyip icabet etmedikleri için bütün sahabeyi kâfir sayanlardır. Bun lar bu zamanda, kadın olsun erkek olsun, cihaddan kaçınanları da tek­fir ederler.

Cevap:

Dinden dönenlerle yapılan harpten imtina eden sahabenin kâfir sayılması konusunda deriz ki: Bu boş bir sözdür; çünkü sahabiler harpten kaçındıklarından kâfir olmuş olsalardı Ebû Bekir -R.A. dinden dönenlerden önce onlarla kıtale başlardı. Zira onların küfre sapmalarıyla açılacak belâ ve fesat daha genel ve büyük olurdu. Ni­tekim onlarla kıtale girişmemiş ve «Dinden dönenlerle tek başıma ve benimle gelenlerle savaşırım» demiştir. Bu da sahabenin kâfir olma­dıklarına delâlet eder.

(20)      Bakara, 286

(21)      Enfal, 41

Cihaddan kaçanların tekfiri konusuna gelince, bu da bâtıldır. Bir rivayette şöyle denilmektedir: «Bir adam Hazreti Peygambere geldi ve cihad etmek, gazveye gitmek için müsaade istedi. Hazreti Peygamber sordu :

— Annen baban var im?

Evet

— Öyleyse onlar için çalış.

ve ona cihada gitmeyerek anne babasının hizmetinde çalışmasını em­retti». Gazve farz olsaydı onu ebeveynine hizmet için bundan men eder miydi? Nitekim namaz, oruç v.s. den menetmemiştir.

5   — Kûziyye :

Hazreti Peygamberin, «yeryüzü bana temiz bir mescit kılınmıştır» hadîsine dayanarak, yeryüzüne küçük ve büyük abdest bozulmasını caiz görmeyerek, bu ihtiyaçları için nehirleri ve çömlekleri (kûz) kul­lananlardır. Bu sebeple Kûziyye diye adlandırılmışlardır. Bir insan bu. taifeden birinin elbisesine veya bedeninin bir tarafına dokunsa, ora smm yıkanması gerektiğine hükmederler.

Keza, tenasül âletlerinin elbiselerine temas etmesini önlemek için bir kese kullanırlar. Namazı elbiseyle kılmazlar.

Bunların itikadları son derece yanlıştır. Çünkü onların sözleriyle kıyas edilirse, cünüb ve hayızlı olanların da yere ayak basmamaları icabeder, zira böyle olanların mescide girmesi yasaktır. Çömlek kul­lanmak da böyledir. Aynı şekilde bir erkeğin yeryüzünün hiçbir yerinde eşiyle münasebette bulunmaması lâzımdır, zira insanlar bu fiili mescit­lerde yapmaktan menedilmişlerdir. Allah’ın Kitabındaki şu buyruğundan dolayı bunların görüşleri Kitaba aykırıdır: «Din (işlerin) de üzerinize hiçbir güçlük de yüklemedi...» (22). İnsanın küçük abdestini tutma­sı, hacet halinde bir nehir veya çömlek araması kadar büyük güçlük olabilir mi? Allah onun aklını ve akidesini alsın.

Tenasül organları için kese kullanmak hakkmdaki görüşlerine ge­lince; bu da müslümanlarm icmama aykırıdır. Zira müslümanlar el­bise ile namaz kılınması hususunda müttefiktirler. Hattâ elbise ile kılmak daha efdaldir ve tenasül organları için kese kullanmazlar.

Bu taifenin görüşleri bid’at, istedikleri şeyler güç ve faydadan ziyade zararlıdır.

(22) Hacc, 78

6   — Kenziyye :

Bu.zamanda zekât verilmesinin farz olmadığını söyleyenlerdir. İddialarına göre zekâtın şartı gerçek mümine sarf edilmesidir. Bu se heple, «biz bugün birisinin gerçek mümin olup olmadığını bilmeyiz, dolayısiyle zekâtın da kimseye verilmemesi gerekir; öyleyse- Allah, müstehak olana kısmet edinceye kadar zekâtı yer altına gömeriz» der ler ve onun için de Kenziyye adını alırlar.

Bunlar zekâtın farziyyetini inkâr ettikleri için küfre dalmışlardır. Allah «namaz kılınız zekât veriniz» sözüyle zekâtı emretmiş ve Kita­bında «fakirler ve miskinler» (23) sözüyle de zekâtın kime verileceğini beyan buyurmuştur. Asıl şiddetli tehdit, zekâtı vermeyip onu gömen lere (saklayanlara) ve yerli yerince sarf etmeyenleredir : «Altın ve gü­müşü yığıp ve biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanları pek acıklı bir azap ile muştula» (24). Böylece sabit oluyor ki bu fikir sa­hipleri sapıklık içindedir.

7   — Şemrahiyye :

Abdullah b. Ş e m r a h ’a mensup olanlardır, kendilerini Hubbiyye diye; de adlandırırlar. İddialarına göre, eğer mahabbet sahih olursa ibâdet, emr ve nehy kalkar. Mahabbet ehli namaz ve orucu terk ile is yanda bulunurlarsa mazurdurlar. Ecnebi kadınlarla nikâhsız ve onla rı cariye edinmeksizin cinsî münasebette bulunmakta mahzur yoktur zira Allah onları bunun için yaratmıştır.

Cevap olarak şöyle deriz :

Söyleyip hikâye ettikleri küfür ve ibahedir. Çünkü Allahın Kita­bını inkâr ile O’nun haram kıldıklarını helâl saymışlardır. Kur’an-ı in­kâr ve Allah’ın haram kıldıklarını helâl saymak ise icma ile küfürdür. Allah şöyle buyurmuştur: «Mümin erkeklere söyle, gözlerini haram­dan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar» (25) ve «Öyle müminler ki, onlar ırzlarını koruyanlardır. Şu var ki zevcelerine, yahut kendi cari yelerine karşı olan durumları müstesnadır» (26).

Allah Kitabı Kerîminde, evli olan insana tatbik edilecek zinâ ce zası olarak recmi beyan etmiştir.

(23) Tevbe, 60: «Sadakalar, Allahtan bir farz olarak, ancak fakirlere miskinle­re, (sadakaların) üzerine memur olanlara... mahsustur» âyetine işaret edi-* liyor.

,(24) Tevbe, 34

(25)      Nur, 30

(26)      Müminûn, 5-6,

Mahabbet ehlinden emr ve nehyin kalkacağına dair sözlerine ge linçe; bu icmaa aykırı ve bâtıldır. Peygamberlerin hiçbirinden fazla Allahı seven bir yaratık tasavvur edilemez ve Allah indinde onlardan şerefli mevkide kimse yoktur. Böyle olduğu halde onların, hiçbiri ken dişinden teklifin kaldırıldığını söylememiştir. Hazreti Peygamber şöy le söylemiştir : «Biz Peygamberler gurubuna belâ kat kat gelir».

Böylece, akıllarının kısalığı yüzünden görüşlerinin bâtıl olduğu meydana çıkmış oluyor. Tevfik ancak Allah’tandır.

8   — Ahnesiyye :

Bunlara Ma’bediyye de denir. A h n e s ve M a’ b e d, Abdülkerim b. Acred ve Sa’lebe b. Miskan’a mensup haricîlerdendir. Bunla rm iddialarına göre, taat ve sadakaların sevabı, ancak bizzat yaparsa insana ulaşır. Sevabın ulaşması da ancak hayatta iken olur, öldükten sonra ona ne kendisinin yaptığı taatin ne de başkalarının yaptığı hacc, umre, dua, istiğfar, sadaka v.s. nin faydası dokunmaz. Buna delil ola rak «iman»ı gösterirler ve derler ki: «Eğer hayatta bulunanların işle­dikleri amellerin ölülere faydalı olması caiz olsaydı, imanlarının da ölülere faydalılığının caiz olması gerekirdi; halbuki birisinin başkası namına imanı ittifakla caiz görülmez. Diğer taatler de böyledir. Nite­kim Allah şöyle buyurmaktadır.: ‘Hakikaten insan için kendi çalıştı­ğından başka birşey yoktur’ (27)».

Bunların söyledikleri, Kitap, Sünnet ve İcmaa aykırı olduğu için tamamen bâtıldır.

Kitap’ta Allah şöyle buyuruyor: «İman edip de zürriyetleri de iman ile kendilerine tâbi olanlar (yok mu?) biz onların nesillerini de kendilerine kattık» (28). Zürriyet kelimesi hem evlad hem âba, hepsi­ni içine almak üzere kullanılıyor. Ayet her ikisine de şâmildir. Nitekim Allah, mümin kulunu cennette sevindirmek için çocukları babalarıyla, anaları, babaları ve anaların evlatlarıyla cennette bir araya koyuyor, derece olarak hiçbirini uzak tutmuyor. Böylece cennette mümine ni metlerini tamamlıyor. Zira orası «Daru’l-Kerame» ve nimetlerin ta­mam olduğu yerdir.

Saîd b. Cubeyr, İbn Abbas -R. A.- dan rivayet ediyor: «Haz­reti Peygamber şöyle buyurmuştur: Allah müminin zürriyetini, amel­ce geri de olsa, sevindirmek için kendi derecesine yükseltir».

Dahhak’tan rivayet edildiğine nazaran o şöyle demiştir : «‘Biz on­ların nesillerini de kendilerine kattık’ sözünden murad, henüz iman

(27)      Necin, 39

(28)      Tur, 21
mertebesine ulaşmamış çocuklardır, onlar büyüklerinin imanı dolayı- siyle onlara ilhak edilir».

Bu konuda sünnet’in hükmüne gelince; Hazreti Peygamber şöyle buyuruyor: «Adem oğlu ölünce artık ameli kesilir, yalnız şu üçü kalır: devamlı sadaka (sadaka i cariye), faydalanılan bilgi ve kendisine dua eden hayırlı evlat».

Keza, Amr b. Şuayb’m babası ve ceddi yoluyla rivayet ettiğine na zaran: Âs b. Vail kendisi için yüz kölenin azad edilmesini vasiyet et­miş, oğlu Hişam elli tanesini azad etmiş, oğlu Ömer de diğer elliyi azad etmek istemiş ve bu hususu Hazreti Peygambere sormuş: Ya Re- sulallah, babam yüz köle vasiyet etti, Hişam ellisini azad etti, bana elli tane kaldı, onları azad edeyim mi? Şöyle cevap vermişler : Eğer o müs- lim ise onları azad et veya sadaka olarak dağıt veya onun namına hacc et, ona ulaşır».

Hayatta olanların dua ve sadakalarının ölülere faydalı olduğu ve onlara ulaştığı hususunda müslümanlar icma etmişlerdir. Bu konuda haberler ve âsar vâki ve varid olmuştur. Hazreti Peygamber, sahabe ve tabiîn ölüler için dua ve istiğfarda bulunmuşlar ve onlar adına sadaka vermişlerdir. Eğer bunların ölenlere faydası olmasaydı hiç yaparlar mıydı?

Delil olarak kullandıkları âyet şu zikredeceğimiz âyetle mensuh- tur. Bunu İbn Abbas -R.A.- rivayet etmiştir. Mamafi bunun mensuh olmadığına hükmetsek bile yine de onların anladıkları şekilde delil olamazdı. Zira biz şöyle diyoruz : İnsanın çalışmasına bağlı olarak se­vabın vusulunu kabul ederiz. Kim devamlı sadaka, başkalarının fay­dalandıkları ilim, ve hayırlı evladın (ölen kimsenin) çalışmasından (sa’yinden) olmadığını söyleyebilir? Çalışmasının eseri baki kaldıkça sevap insandan kesilmez. Görmüyor musunuz Allah ne buyuruyor: «O gün insana önden yolladığı ile geri bıraktığı ne varsa hepsi haber ve­rilecek» (29) ve «Her nefs önden ne yolladığını ve geriye ne bıraktığını bilmişti» (30) ve «Önden gönderdikleri şeyleri ve eserleri yazmakta bulunan biziz» (31). Bu üç âyetin kasteddiği iyi ve kötü hareketlerdir. İbn Abbas -R. A.- Hazreti Peygamberin şü sözüne işaret eder : «Kim iyi iş işlerse onun ecri vardır ve bu kıyamet gününe kadar devam eder; kim kötü iş işlerse, onun da karşılığı vardır ve bu kıyamet gününe ka­dar devam eder». Bu hususa Allahu Tealânm şu sözü de delâlet eder: «Çünkü onlar kıyamet gününde kendilerinin günah yüklerini kamilen

(29)      Kıyamet, 13

(30)      İnfitar, 5

(31)      Yâsin, 12                                                                 '
taşıdıktan başka, saptırdıkları bilgisiz kimselerin veballerinden bir kıs­mım da yükleneceklerdir. Dikkat et ki onların sırtlayacakları bu yük­ler ne kötüdür» (32).

Böylece Ahnesiyye’nin sözlerinin yanlış ve boş şeyler oldukları ortaya çıkmış oluyor.

9   — Muhakkime :

Bir hâdise hakkında hüküm veren kimsenin kâfir olduğunu iddia edenlerdir. Ebû Musa el-Eş'ari’yi kendisi ile halk arasında hakem ka­bul ettiği için Ali’yi -R.A.- tekfir ederler. Bu hususa da «Hüküm de Allah’tan başkasının değildir» (33) âyetini delil gösterirler. Keza Os­man, T a 1 h a, Zübeyr, Âişe, Muaviyeve askerlerini, müslüman olup da küçük günah ve measi işleyenleri tekfir ederler.

Cevap olarak şöyle deriz :

Bu taifenin iddiası yanlıştır, zira Allah’ın tahkimi tecviz hatta em­rettiği Kitabını, Kelam-ı Kadîmini inkâr ederler. Allah şöyle buyuru­yor: «(eğer karı ile kocanın) aralarının açılmasından endişeye düşer­seniz o vakit (kendilerine erkeğin) ailesinden bir hakem, (kadının) ailesinden bir hakem gönderin» (34) ve sahabe hakkında «And olsun ki Allah müminlerden seninle ağacın altında biat ederlerken razı ol­muştur» (35).

Hiç şüphesiz Osman, Ali Talha ve Zübeyr, cennetle müjdelenen on kişi arasındadır ve ağacın altında biatleşenlerdendir. Onlara cennet ve mağfiret vâdedildiğine Allahu Tealâmn şu sözüyle herkes şahittir ; «İslâmda birinci dereceyi kazanan muhacirler ve ensar ile onlara gü­zellikle tâbi olanlar (yok mu?). Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. (Allah) bunlar için kendileri içinde ebedi kalıcı olmak üzere altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu en büyük saadettir» (36).

Kendi lehlerine delil zannettikleri âyet, bilâkis, aleyhlerine delil­dir. Çünkü bizim görüşümüze göre hakem göndermek Allah’ın hüküm ve emri iktizasıdır. Nitekim «Hakem gönderin» (37) emri onlar için delil ve hüccet olamaz.

(32)      Nahl, 25

(33)      En’am, 57

(34)      Nisa, 35

(35)      Feth, 18

(36)      Tevbe, 100

(37)      Nisa 35

Küçük günah işleyenlerin tekfiri meselesini İbadiyye’de ele aldı­ğımız için tekrara lüzum görmüyoruz.

10   — Meymuniyye :

Kitab’ta nass ile haram kılınmamış olduğunu iddia ederek büyük­anneler ve çocukların kızlarıyla nikâhı caiz görenlerdir. Bunlara göre - dünya kat’iyen imamsız kalamaz; Ebû B e k i r ’in hilafete lâyık oldu­ğunu kabul edip Ali b. Ebî Talib’den uzaklaşan kimse, ister Ku- reyşten ister başka kabileden olsun, Hilâfet ve İmamete lâyıktır.

Yusuf sûresini inkâr ile onun Kur’andan olmadığını kabul ederler.

Allah’ın meşiyyeti hakkındaki görüşleri Kaderiyye’nin aynıdır.

Bu sapık fırkaya adını veren M e y m u n, Acaride’dendir.

Bizim görüşümüze göre bunların itikadları son derece yanlıştır Çünkü bir taraftan küfre, bir taraftan mecusiliğe, bir taraftan da din­sizliğe meyletmektedir.

Küfre meyletmeleri, Yusuf Sûresini inkârlarmdandır. Zira ümmet, Allah’ın Kitabından bir âyeti bile inkâr edenin küfründe müttefiktir, bir sure nasıl inkâr edilebilir?

Mecusiliğe meyletmeleri, büyük anneler ve çocuklarının kızları ile nikâhı, bunlarla evlenmenin haramlığınm nass ile sabit olmadığını de lil göstererek tecviz etmelerindendir.

Bu iddialarına şöyle cevap verebiliriz :

Adı geçenlerle evlenmek, Kitab’da nass ile haram kılınmıştır. Bu husus iki şekilde beyan edilebilir :

a)   Büyük anne, gerçekte anne demektir; zira «anne» nin mânası asildir, anne büyükanne olmasa olur muydu? Büyükanne, anne’nin as­lıdır. Bu bakımdan büyükanne de gerçek anne gibidir.

b)    Şayet büyükanne’nin gerçekten anne olmadığını kabul edersek, o mecazen de anne değildir denebilir mi? Çünkü lafz, bazan gerçek bazan da mecazî manâsına kullanılır. O zaman şöyle deriz: Büyükan­ne, mecazen de anne kabul edilebilir. Nitekim araplar amcaya baba, teyzeye de anne demişlerdir. Bu Allahın şu kavlinde de böyledir : «Ba­basını ve annesini tahtının üstüne çıkarıp oturttu» (38), o günlerdeki Y a k u b . -S.A.- un zevcesi Yusuf -S.A.- un teyzesi idi. Bununla be­raber anne menzilesinde zikredilmiştir. Teyzenin anne sayılması caiz olduğuna göre, büyük anne daha önceden sayılır. Çünkü anne, büyük annenin bir cüzüdür ve bir şey ne ise cüzü de odur.

(38)      Yusuf, 100.                                                             / /

Kitap ve mütevatir haber gibi kesin bir hüccet olan İcma da bizim sözlerimizi teyid eder. Çocukların kızlan ile nikahlanmak hususunda da durum aynıdır. Büyükanne meselesinde söylediğimiz gibi, cüzün asi ile aynı şey olması veya mecaz yoluyla ya da icma dolayısiyle on larla nikahlanmak da Kitab’da nass ile haram kılınmıştır.

Hilafete Kureyş’ten olmayanların da geçebileceği hususuna ge­lince :

Bu sünnete mugayirdir, çünkü Hazreti Peygamber : «İmamlaı Kureyştendir» buyurmuştur. Amr b. il - Âs’dan gelen başka bir riva­yette • «Hazreti Peygamberin şöyle söylediğini işittim : Kureyş hayırda da şerde de kıyamete kadar insanların önderleridir» denilmektedir.

Kureyş’ten gelen bir heyet içinde bulunan Muhammed b. Cubeyr b. M ut’a m, Muaviye’nin yanındayken -şahit olduğu bir olayı şöyle naklediyor-: Abdullah b. Amr b. il-Âs’m Kahtan’dan’ birisinin melik olacağı sözü Muaviye’ye ulaştığında, Mu a v i y e kızdı, ayağa kalktı, Allahı yaraşır şekilde övdükten sonra, ne Allah’ın Kitabında ne Peygamberin eserinde bulunan bazı sözleri içinizden bazılarınızın söy­lediklerini duydum. Bunlar ancak cahil olanlarımzdır. Sahiplerini doğ­ru yoldan saptıracak arzulardan sakının. Ben Hazreti Peygamberin şöyle söylediğini işittim : Dinî tuttukça bu iş (riyaset) Kureyşindir, bu na karşı geleni Allah zelil eder». Bu rivayet Buhari’de vardır.

Buhari’de İbn Ö m e r’den nakledilen bir rivayette : «Hazreti Pey gamber, Kureyş’ten iki kişi kalana kadar (riyaset) işi onlarındır dedi» denilmektedir.

Keza Hazreti Ebû Bekir’in Beni Sâide avlusuna Hazreti Öme i ile girdiğinde, Ensar’m ‘bir bizden bir sizden halife olsun’ sözü üzeri­ne, ‘siz Hazreti Peygamberin «İmamlar Kureyştendir» sözünü işitmediniz mi? demiş ve onların itiraf etmeleri üzerine şöyle söylemiştir : «Emir ler bizden vezirler sizden olsun» ve bu fikir üzerine ittifak etmişlerdir.

Böylece Meymuniyye’nin görüş ve iddialarının zayıf ve temelsiz bulundukları sabit olmuş oluyor.

11   — Hariciyye :

Ali b. Ebî T a 1 i b zamanında ona karşı huruç edenlerdir. İddia­larına göre -ağızlarını toprak kapatsın-, A1 i -R.A.- dinsizin biridir. Akidelerine göre, küçük bir günah işleyen imandan çıkmış olur; bu fikirleri dolayısiyle Hariciyye diye' isimlendirildiler.

Keza iddialarına göre amelde kusur ve teati ihlâl eden dinsizdir.

Bunlara cevap olarak ve iddialarını çürütmek için, aşağıdaki fa­sıllarda Hazreti Ali’nin faziletlerini zikredeceğiz.

Hazreti Ali’nin haklı olarak İmam ve Halife olduğunda ümmetin icmaı vardır. Ona buğz edenler dinden çıkmış, noksan akıllı, kötü ni­yetli ahlâksızlardır.

Abdullah b. Ahmed b. Hanbel babasından, o da Şafiî -R.A. den rivayet ediyor; O şöyle demiştir; Malik b. E n e s -R.A.- in şöyle söylediğini işittim : Biz bir insanı babası dolayısiyle değil ancak Ali b. Ebî Talibe olan kini ile biliriz.

Hazreti Peygamber şöyle buyurmuştur : «Ya Ali, Allah Tealâ bana Ebû Bekir’i veled, Ö m e r ’i müşir O s m a n ’ı senet ittihaz et­memi emretti; ve sen ey Ali, benim zahnmsın, Sizin dördünüzden Umm'l-Kitap da misak almıştır. Sîzleri sevenler mümin, kin besleyen ler facirdir. Sizler benim nübüvvetimin halifeleri, ümmetimin üzerine benim delilim ve benim vekillerimsiniz. Birbirinizden ayrılmayın, bo­zuşmayın, ^irlik olun.»

Küçük günah işleyenlerin imandan çıkacakları görüşleri Allahın Kitabına, Resulünün sünnetine ve ümmetin icmaına aykırıdır. Hiç kıy­meti yoktur.

Allah şöyle buyuruyor: «Ey iman edenler, Allah yolunda harbe çık­tığınız zaman (meselelerin) tam açıklanmasını bekleyin. Size (müslü- manca) >elâm verene dünya hayatının geçici menfaatini arayarak ‘sen mümin değilsin’ demeyin» (39) ve «Ey iman edenler, tam bir sıdk-u hulusa malik bir tevbe ile Allaha dönün. Olur ki Rabbınız kötülükleri­nizi örter ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar.. O gün Allah, Peygamberini ve iman edip onunla beraber olanları rüsvay et­meyecek, nurları önlerinde ve sağlarında koşacak, ‘ey Rabbimiz’ diye çekler, ‘bizim nurumuzu tamamla, bizi yarlığa. Şüphesiz ki sen herşe- ye hakkıyla kadirsin’» (40).

Hazreti Peygamber de şöyle buyurmuştur : «Günahına tevbe eden günah işlememiş gibidir».

«Amelde kusur ve taatı ihlâl eden kimse dinsizdir» görüşüne ge­lince, bunun cevabı zikrettiklerimizin içinde mevcuttur. Amelde ku sur, measi ve kebair irtikabından ehvendir; büyük günahlar imanı yok etmediğine nazaran kusur hiç etmez,

12   — Saltıyye:

Osman b. is-Salt ve es-Salt b. Ebî’s-Salt’a tâbi olanlardır.

Müminlerin çocukları öldüğü zaman namazlarının kılınmasını caiz görmezler. Keza çocukların büluğa ermeden nikâhlanmalarını tecviz etmezler.

(39)      Nisa, 94

(40)      Tahrim, 8

Bize göre sözleri yanlıştır, tutulacak tarafı yoktur. Çünkü, çocuk­ların bu dünyaya ait işlerde anne ve babalarının hükmünde oldukları hususunda icma vardır. Hazreti Peygamber çocuklar için namaz kılar­dı, sahabe ve tabiîn de ondan sonra buna devam etmiştir. Bu, müslü- manlar arasında öteden beri yapılan bir şeydir.

13   — Şehbaniyye ve Yezidiyye :

Bunlar kadınların Hilafet ve İmametini; zalim sultana hurucu caiz görürler. Şeyban b. Seleme ve Şebîb b. Yezîd b. Nuaym eş - Şeybanî’ye mensubiyetlerinden dolayı Şeybaniyye ve Yezidiyye di­ye isimlendirilirler.

Bunların görüşleri yanlıştır, zira Hazreti Peygamber, «Emin ka­dın olan kavim iflah olmaz» demiştir. Allahu Tealâ da kadınlara er­keklere karşı Örtünmelerini ve evlerinde oturmalarını emretmiştir : «(vekar ile) evlerinizde oturun» (41).

İnsanlara (imam) önder ye halife olacak kimsenin ortaya çıkma­sı, kendini göstermesi, tehlikelerle karşılaşması, kötülükleri ortadan kaldırıp sulhun muhafazası için mücadele etmesi ve harbe girmesi lâ­zımdır. Kadının bunları yapması yasaktır ve buna salâhiyeti yoktur, Öyle olunca da imamet ve hilâfeti caiz değildir.

Zalim sultana hurucu bunlar caiz görürler, halbuki Ehli Sünnete göre caiz değildir. Çünkü Allah şu sözüyle onlara mutlak olarak itaat edilmesini emretmektedir: «Ey iman edenler, Allaha itaat edin. Pey­gambere ve sizden emir sahiplerine de itaat edin» (42). İster taat ister masıyet olsun, emîrin verdiği emre uymak ümmetin vazifesidir; ancak sünnet ve icma bu itaatte masıyeti ayırmıştır. Masıyet dışında her şey­de uymak şarttır.

Sünnete gelince, Hazreti Peygamber şöyle buyuruyor: «Halika is yanda mahlukun itaati olamaz».

Eğer sultan iyi ve doğru şeylerin (ma’ruf) yapılmasını emrediyor­sa itaat farzdır; şayet kötü şeyler (münker) ve isyan emrediyorsa ita­at edilmez fakat huruç da edilmez. Bu konuda icma vardır. Bunu Haz reti Peygamberin şu sözü de teyid eder ki Buhari’de mevcuttur: «İster iyi, ister fena, isyan emretmeyen müslüman erkeği (lideri) dinlemeli ve ona itaat etmelidir. İsyan emrederse ne dinlenir, ne de itaat edilir».

(41)      Ahzab, 33.

(42)      Nisa, 59

Yine Hazreti Peygamber şöyle buyurmuştur: «Emirinde kötü bir hal gören kimse sabretsin. Cemaattan bir karış ayrılan kimse, öldüğü zaman, cahiliyye devrinde ölmüş gibi olur».

Bazı sahabiler de şöyle söylemişlerdir : «Tebaasına adaletle hare­ket eden imamlar için tebaa şükreder, bunun ecri imamlarındır; eğer imamlar zulmederlerse tebaaya sabretmek düşer, bunun vebali imam­larındır».

Allah’ın tevfikiyle Nasıbiyye ve Havaric’in görüşleri burada ta­mam oldu.

RAVAFIZ’IN SINIFLARI VE GÖRÜŞLERİ

Bunlara İmamiyye, Gulât ve Zeydiyye de denir. İmamiyye tesmi­ye edilmesinin sebebi, dünyanın hiçbir zaman açık veya gizli (batın) bir imamdan mahrum bulunmayacağı iddialarıdır. Hazreti A1 i ’den başkasının hak imam olmadığını söylerler Gulât denmesi, A 1 i konu­sunda gulv’e gitmelerindendir; ona bir taraftan uluhiyet bir taraftan nübüvvet ve bir taraftan da nübüvvette ortaklık nisbet etmektedirler. Zeydiyye denmesi Zeyd b. Ali b. il-Hüseyn b. Ali’ye mensup olmala­rındandır.

İddialarının esası Ebû Bekir ve Ömer’i tekfire dayanır. On lardan uzaklaşmayı dinî vecibe bilirler. Onlar için tevelli edilecek yal­nız ve yalnız Ali ’dir. Ali, Musa ’nın yahudilerden, İsa’nın nasa- radan berî olması gibi onlardan beridir. Rivayete nazaran Hazreti A1 i şöyle söylemiştir: «Bu ümmet yetmiş küsur kısma ayrılacaktır. Bun­ların en fenası, biz ehli beyti sevdiklerini söyleyip, işlerimize muhale­fet edenlerdir».

Keza, Mücahid, İbn A b b as’tan, O da A1 i’den şöyle rivayet ediyor: «Yahudiler yetmiş bir, hınstıyanlar yetmiş iki fırkaya ayrılmış­lardır. Siz yetmiş üç fırkaya ayrılacaksınız, bunların en sapık ve habîsi teşeyyü edenler veya Şia’dır».

Hazreti A1 i’nin şöyle söylediği rivayet edilir: «Hazreti Resulullah bana şöyle söyledi: Sen bir bakıma Hazreti İsa’ya benzersin, yahudi­ler ona buğz ve annesine iftira ettiler, hırıstiyanlar sevdiler fakat onu lâyık olmadığı bir menzileye indirdiler. - Sonra A1 i için şöyle söyledi: - Senden dolayı iki kısım insan helak olacaktır: müfrit muhabbet ve müfrit kin besleyenler». Bir rivayette şu ibare ilâve ediliyor: «Bir tai­fe ona muhabbet bağladı ve bu muhabbetinde itidal hudutlarını aşma dı, onlar necata erdi».

Birinci rivayet M a c i d ve Hazreti A 1 i ’den R e b i a ’nındır: «Ebû Bekir ve Öme r’den uzaklaşmak din ve İslâmdan uzaklaşmaktır» Amr b. Kays’dan rivayet edilmiştir: Cafer b. Muhammed’in şöyle söylediğim işittim: «Ebu Bekir ve Ömer’den uzaklaşanlardan Allah da uzaklaşır». Bunu el - Hafız Ebu Musa sapıklarla münakaşasında delil olarak zikretmiştir.

Zeyd b. A1 i’nin şöyle söylediği rivayet edilir: «Ebu Bekir ve Ömer’­den uzaklaşmak, Ali’den uzaklaşmaktır». İbn Abbas’ın rivayeti: «Haz­reti Peygamber şöyle buyurdu: Dininizde zorlukla karşılaşırsanız Ebu Bekir Sıddık’a gidin; ümmetimden Ebû Bekirden hayırlı kimseyi bı­rakmadım. O iyi niyetlidir. Ömer’e gelince, O îslâmm kalesidir. Bu iki­sinden uzaklaşana Allah cennetini haram kılar». Bunun alâmetleri ce­maata uyarak bid’atlere tabi olmaktır. Ali’ye muhabbeti sebebiyle ca­nını kurtarıyor. Bu Ali sevgisi yalandır, eğer Ali’yi sevmiş olsalardı onun iki dostuna kin besleyemezlerdi.

IV. BÖLÜM

Bu asıldan hareketle bölünmüşler ve on iki fırka meydana getir­mişlerdir. Bunlar: Kâmiliyye, Gurabiyye, Şerîkiyye, İshâkiyye, İma- miyye, Zeydiyye, Sehabiyye, Tenasuhiyye, Lâiniyye, Sebeiyye, Mansu- riyye, Hattabiyye’dir. Sonra iki fırka daha meydana geldi: Mufavviza ve Nesebiyye.

1   — Kâmiliyye :

Ebû B e k i r ’e biati kabulleri dolayısiyle bütün sahabiyi; Ebû Be­kir’in hilâfetine rıza gösterdiği, onunla ve onun beraberindeki sahabe ile muharebeyi terkettiği için tekfir edenlerdir. Kâmiliyye adını Rava- fız’dan Ebu Kâmil’e uyduklarından almışlardır. Bu Ebu Kâmil, ate­şin cevherinin çamur topraktan efdal olduğunu, binaenaleyh İblis’in Adem’e secdeden imtina etmekle haklı bulunduğunu söylüyor.

Cevap :

Sahabenin faziletlerini daha önce zikretmiştik. Tekrara hacet gör­müyoruz.

Ateşin cevherinin efdaliyeti görüşlerine gelince, bu konuda şöyle düşünürüz: Bu sözleriyle İblis’e uyuyorlar. İblis onların dostudur. İb­lis secde etmekten imtina edip mağrurlanmış, Allahın emrine karşı gel­miş ve inhinasına sebep olarak da bunu göstermişti: «Ben ondan (Ademden) hayırlıyım. Çünkü beni bir ateşten yarattın, onu bir çamur­dan yarattın» (43). Hangi akide İblis’e uymakan daha saçma ve kötü olabilir? Onu Rabbının emrine karşı gelmekte haklı görüyorlar.

Bizim görüşümüz şudur: Meleklerin Ademe secdeleri ibadet için değil (Allahın emrine) itaat içindir. Zira ibadet için secdeye Vahidu’l- Kahhar olan Allahtan başkası müstehak değildir. Bu secde, aralarında tanışıklık olan mütevazi kimselerin birbirlerine karşı eğilmeleri gibi yapılan bir inhinadır.

2   — Gurabiyye :

Gulattandır. Bunların iddialarına göre Allah Cebrail’i Hazreti Ali'-

(43)      A’raf, 12

ye göndermiş, fakat o yanlışlıkla Hazreti Muhammed’e gelmiştir. Çün­kü Muhammed, bir karganın bir kargaya, bir sineğin diğer bir sineğe benzediği kadar Ali’ye benziyordu. Bu iddiaları sebebiyle Gurabiyye di­ye isimlendirilmişlerdir. Bunlar ezanda «tanıklık ederim ki Ali Resu- lullahtır» derler.

Bunların dava ve iddiaları tamamen küfür ve dinsizliğe yönelmiş­tir. Çünkü bunlar Allah’ın Kitabına inanmayıp onu inkâr etmektedir­ler. Allah şöyle buyurmuştur: «Muhammed, adamlarınızdan hiçbirini­zin babası değildir. Fakat o Allah’ın Resulü ve Peygamberlerin sonun­cusudur» (44). Başka bir ayette: «Resulünü hidayetle, hak din ile - sırf o dini her dine galip kılmak için - gönderen O’dur» (45). Allah, Muham- med’in Resulullah olduğunu pekiştirerek beyan ederken, onlar Ali’nin peygamber olduğunu iddia ediyorlar. Hazreti Muhammedin risaletini inkâr eden kâfirdir. Bizzat Hazreti Ali kendi isteğiyle Hazreti Muham- med’in nübüvvet ve risaletine iman etmiştir. Bununla övünmekte ve cennetle müjdelerimektedir. Tevfik Allahtandır.

3           Şerîkiyye :

Bunlara göre Hazreti A1 i, peygamberlikte, tıpkı Harun ile M u- sa’da olduğu gibi, ortakdırlar. Çünkü Hazreti Peygamber, «Ya Ali, sen benim yanımda, H a r u n’un M u s a’nın yanında olduğu gibisin» de­miştir.

Bunların sarılıp delil diye gösterdikleri hadîs, aslında aleyhlerine- dir. Nitekim Hazreti Peygamber : «Sen benim yanımda, Harun’un M u s a’nın yanında olduğu gibisin, ancak benden sonra nebi yoktur», buyurmuş ve Allah da Muhammedin peygamberlerin sonuncusu oldu­ğunu haber vermiştir. Eğer ortağı olsaydı Hazreti Muhammed peygam­berlerin sonuncusu olmazdı, çünkü Hazreti Ali, Hazreti Peygamberden sonra daha otuz yıl yaşamıştır.

Bu taifeye «İmriyye» de denir. Çünkü bunlar Hazreti Muhammedle Ali arasındaki nübüvvette ortaklık iddialarına yersiz bir delil göstermiş­lerdir. İmr, yersiz (münker) söz demektir. Allah şöyle buyurmuştur : «Doğrusu şaşılacak bir iş yaptın» (46) yani yersiz (münker) bir iş yap­tın. Herşeyin doğrusunu Allah en iyi bilendir.

4           İshakiyye :

Peygamberliğin kıyamet gününe kadar kesintisiz devam edeceğini,

(44)      Ahzab, 40

(45)      Tevbe, 33

(46)      Kehf, 71

bugün dahi dünyanın peygambersiz olmadığını, Kur’anın tefsirini ve eh­li beyte has ilmi bilen kimsenin peygamber olduğunu iddia ederler. On­larca Allah verdiği hükümlerde yanılıp onlardan dönebilir (yani bida edebilir).

İshakiyye ismini almaları Ebû İshâk el-Muhtar b. Ebî Ubeydi’s-Sa- kaf’ye mensup olmalarındandır. Keysaniyye de denir. Çünkü bu Muh- tar’m mezhebini Hazreti Ali’nin kölesi Keysan’dan aldığı rivayet edilir. Muhtar önceleri Hüseyin b. Ali’nin intikamını almak gayesiyle ortaya çıktı taraftarı çoğalınca peygamberlik iddia etti.

Bu taifenin inancının saçma olduğunu kimse saklayamaz. Zira Al­lah Hazreti Resulullahm son peygamber olduğunu, ondan sonra peygam­ber gelmiyeceğini haber vermiştir. Aynı şekilde Hazreti Peygamber de «Benden sonra nebi yoktur» demiştir. Artık bunlardan sonra, ister ken­disi ister başkasına Hazreti Peygamberden sonra peygamberlik izafe eden kimse Kur’anu’l-Azim hükmünce kâfirdir. Bunlar ancak, Hazre­ti Peygamberin şu sözüyle haber verdiği deccallardır: «Otuza yakın ya­lancı devcal çıkıp kendilerinin Allahın resulü olduklarını iddia etme­dikçe kıyamet kopmayacaktır». Bu Buharide de mevcuttur.

Müslim, Hazreti Peygamberden naklen Ebu Hureyre’den şu riva­yeti zikretmektedir: «Hazreti İsa’nın semâdan nüzulü ve nebi oluşu bi­zim söylediklerimizi ortadan kaldırmaz», zira bizim görüşümüze göre Hazreti İsa peygamberimiz Hazreti Muhammed’in şeriatına tabi olur ve onun şeriatının hükümlerini kabul eder, bu ümmetten birisi olarak namaza uyar.

5   —- İmamiyye :

Gerçek imam’ın mutlak surette Ali olduğunu iddia edenlerdir. O öldüğüne nazaran imamet evlâdına kalmıştır; dünya ister gizli, ister açık, imamsız olamaz ve bu imam da ancak Hüseyin b. A1 i’nin çocuk­larından biri olabilir. Bu imamı kabul etmeden (bilmeden) ölen kim­se, tıpkı cahiliyye çağında ölmüş gibidir.

Fikirlerinin saçma, küfür ve dinsizliğe yöneldiği açıktır. Çünkü bütün hükümleri bu imama bağlamakta ve Kur’anın bütün hükümleri­ni inkâr ederek peygamberleri lüzumsuz kılmaya varmaktadırlar. Biz bunlardan bu inançları dolayısiyle uzak durur ve Allahın ismetine sığı­nırız. Bizim imamımız Allahın Kitabı olan Kitaptır «ki ne önünden, ne ardından ona hiçbir batıl (yanaşıp) gelemez. O yegâne hüküm ve hik­met sahibi (Allah) dan indirilmedir» (47). Allah şöyle buyurmaktadır:
«O gün insan sınıflarından herbirini biz önderleriyle çağıracağız» (48) yani «kitaplarıyla» çağıracağız. Ayetin bu şekilde tefsiri hakkındaki rivayet İbn A b b a s’dan gelmektedir.

Hazreti Peygamberin şöyle söylediği rivayet edilmektedir: «Bir mü’min bir yahudi veya hırıstiyanı gördüğünde, Allahı Rab, İslâmî din, Kur’anı imam, Muhammedi peygamber, Kâbeyi kıble kabul etmekten memnunum derse, Allah onun elli yıllık günahını affeder». Tevfik Al­lahtandır.

6    — Zeydiyye:

Gerçek imam olarak A1 i’yi kabul edip, bununla beraber Ebu Be­kir ve Ö m e r’den uzaklaşmayarak, onlara sadece hata isnat edenler­dir. Bunların görüşüne göre, Ali evlâdından gelen, hilâfet ve imamet isteyen kimse âlim ve basiret sahibi ise halife ve imam olabilir; insanla­rın ona muavenette bulunması gereklidir, yardım etmeyen kâfir ve za­lim olur. Ali evlâdı bulunmadığı takdirde Cuma ve bayram namazları­nı kılmak caiz değildir. Ali, ölümünden sonra Peygamberin vasisidir, Ebu Bekir ve Ömer’den efdaldir.

Bizim görüşümüze göre bu taifenin iddiası mezhepleri ve akidele­ri ile tezat halindedir. Çünkü bunlar Zeyd b. Ali b. Hüseyin b. Ali’ye intisap edip Zeyd’in gittiği yoldan gitmiyorlar. Nitekim Z e y d’e göre Ebu Bekir ve Ömer, her ikisi de âdil insanlardır. Halbuki bunlar ikisine hata isnat ediyorlar. İki görüş arasında zıtlık ve aykırılık var­dır.

er - Rebiî’el - B a r ı k k î ’nin şöyle söylediği rivayet edilir: «Zeyd’den Ebu Bekir ve Ömer hakkındaki fikri soruldu, şöyle cevap verdi : Ali b. el-Hüseyn’in ikisine de uyduğuna ve ikisinin de âdil imam ol­duğuna şehadet ederim.»

Hazreti Âişe’nin rivayetine göre Hazreti Peygamber şöyle buyur­muştur : «Ebu Bekir’in bulunduğu kavmde ondan başkası imamlığa lâ­yık değildir»; bu, Hazreti Peygamberin onun fazilet ve önceliğini açık­lamasıdır.

Ali, Ebu Bekir ve Ö m e r’den efdaldir görüşleri de İcma ve Sün­nete aykırıdır. Çünkü Hazreti Ebu B e ki r önce ümmet tarafından Ha­life kılınmıştır ve bu onun efdal olduğunun delilidir.

Sünnete gelince, Hazreti Peygamber şöyle buyurmuştur: «Güneşin doğup battığı yerde, peygamberlerden sonra Ebu Bekir’den efdali yok­tur». İbrahim b. Abdurrahman b. A v f babasından ve onun da dedesin­den rivayetine nazaran Hazreti Peygamber, «Ebu Bekir ve Ömer’i

(48)       isra, 71                                             -
ben değil Allah diğerlerinin önüne koydu ve o ikisini bana yardımcı olarak lütfetti; onlar, Allahın emirlerini yerine getirmede ve vahyinde bana yardım ederler. Benden sonra yerime onlar geçeceklerdir; onla­ra uyunuz doğru yola gidersiniz, emirlerine uyun hidayete erersiniz. Kim onlardan kötü şekilde bahsederse, kim olursa olsun, beni ve İs­lâmî istiyorsanız, onu katlediniz» demiştir.

Rivayet edildiğine nazaran Hazreti Ali bir konuşmasında şöyle de­di: «Biliniz ki Peygamberimizden sonra ümmetin hayırlısı Ebu Bekir ve Ömerdir. Allahın, meleklerin ve bütün insanların laneti onlara küf­redenlerin üzerine olsun».

Ebu Bekir ve Ö m e r’in menakıblerinde zikrettiklerimiz bu ko­nuda yeterlidir. Keza Hazreti A 1 i şöyle söylemiştir; «Beni Ebu Bekir ve Ömer’e tafdil eden kimse görürsem ona iftiracılara verilen cezayı veririm».

Ali evlâdından her kim imamet ve hilâfet iddiasına kalkarsa, bü­tün insanlar ona yardımla mükelleftir şeklindeki iddialarına gelince, bu, görüşlerinin en yanlış ve saçma olanıdır. Çünki ilim ve nesebde eşit ve onun evlâdından olan bir gurup, hilâfet iddiasına hep birden kalkar­sa, onlara yardım etmek imkânsızdır, zira bu fesada varır. Hazreti Peygamber:, «Eğer iki halifeye biat edilmişse İkincisini katledin» demiş­tir. hepsine yardım imkânsız olduğuna nazaran bazısına yardım da imkansızlaşır, zira o, geri kalanların evveli olamaz. Bu suretle görüşle­rinin yanlış olduğu meydana çıkar.

Vasilik hakkındaki iddiaları da yersizdir. Hazreti Âişe şöyle söy­lemiştir: «Hazreti Peygamber ölümünde ne bir dinar ve dirham bırak­mış ve ne de bir şey vasiyet etmiştir». Hazreti Peygamber de «eBiz pey­gamberler zümresinin terkettiklerinde mirasçı yoktur» buyurmuştur.

Yahut şöyle söyleriz: Vasiyette bulunduğu doğrudur. Henüz ha­yatta bulunduğu zaman, bir gazveye çıktığında (Ali’yi) vasi bırakmış, evinin ihtiyaçlarını görmesini söylemişti. Fakat bu vasiyet, hilâfet ona vasiyet etmek değil sadece vekâlet anlamındadır. Hazreti A1 i Hazreti Ebu Bekir’e şöyle söylemiştir: «Hazreti Peygamber bizim dinimiz için senden razı idi, biz dünyamız için olmayacak mıyız?». «Dinimiz» sözü Hazreti Peygamberin hastalıkları sırasında Ebu Beki r’i namaz­ları kıldırmaya memur etmelerine, «dünyamız» sözü de hilâfete işaret­tir. Allah en iyi bilendir.

7   — Sehabiyye :                                      ;

A1 i’nin bulutlarda olduğunu, gök gürültüsünün onun sesi olduğu­nu iddia edenlerdir. Onlara göre Ali hazır bulunmadan nikâh olmaz nikâhlar ancak onun şahitliği ile kıyılabilir. Bunların bir kısmının gö­
rüşüne göre de Nikâhta Allahın ve peygamberin şahitliği kâfidir, insan­ların şahitliğine lüzum yoktur.

Keza iddialarına göre A1 i ölmemiştir, yakında dönecek ve düş­manlarından öcünü alacaktır.

Bunların ileri sürdükleri iddiaların hepsi yanlıştır. Çünkü Haz­reti Ali’nin öldüğü muhakkaktır; Küf e’ye gömülmüş, pak türbesi Sa­lih ve velilerin ziyaret yeri olmuş, bıraktığı şeyler mirasçılar arasında taksim edilmiş, zevceleri onun ölümünden sonra evlenmişlerdir. Ab­dullah b. Ca’fer onun eşlerinden biri ile evlenmiştir. Abdullah b. Ab- b a s’a, insanlar A1 i kıyamet günü tekrar gelecek diyorlar, denildiğin­de, susun demiş ve devamla «mirası taksim edilmedi, eşleri başkalariy- le evlenmedi mi?» sonra şöyle söylemiştir: «Siz Allahın Kitabını oku­muyor musunuz?» «Kendilerinden önce nice nesilleri helak ettiğimizi, bunların bir daha onlara dönmemekte olduklarını görmediler mi?» (49).

Nikâh Allahın ve reşulünün şahitlikleriyle caizdir şeklindeki iddi­alarına gelince; bu Karamıta ve Zanadıka’nm sözüdür. Cahil halkı din­lerinde şüpheye düşürmek ve şer’î hükümlere olan güvenlerini sars­mak için ortaya, atılmış meselelerdendir. Bunlar aynı gaye için şunları da ileri sürmektedirler : Bir adamın sarığını zevcesinin başına koyma­sı haramdır. Eğer bir erkek, daha önce kainvalidesinin oturduğu yere, sıcaklığı geçmeden oturursa zevcesi kendisine haram olur.

Bu cins şeyleri ortaya atmaktan kasıtları insanları saptırmak ve on­ları gafletleri yüzünden dinden çıkarmaktım. Melahide’den bahseder­ken bunların ileri sürdükleri meselelerin bazılarını inşallah zikredece­ğiz.

İnsanların şahitliği olmadan nikâh kıyılmıyacağı hakkmdaki icmaı ümmet ve Hazreti Peygamberin şu sözü vardır: «İki âdil şahit ve reşid bir veli olmaksızın nikâh kıyılamaz».

8    — Tenasuhiyye :

Ruhların cesedden cesede, kalıptan kalıba geçtiğini; salih ve iyi ruhların salih ve iyilerin cesedlerine, şerli ve fasık ruhların da şerli ve fasıklarm cesedlerine intikal ettiğini salih bir ruh intikal ettiği cesed- de razı, iyi ve hoş bir şekilde, fasık ve şerir bir ruh da inikal ettiği ce- sedde mahzun ve kederli bir şekilde yaşamasına devam ettiğine, ebe­diyen belâlarla karşılaşacağını, her ruhun ukubete müstehak olduğu­nu, azabın da domuzların ve sineklerin cesedlerine intikal suretiyle ola­cağını iddia edenlerdir. Böyle bir ruhun böyle bir kalıpta bulunması ona cezadır.

(49)      Yasin, 31

Bu taife şarap içmeyi, kızdardeşlerle mübaşereti bazı kadınların diğer kadınlarla cinsî münasebette bulunmasını helal kılar. Kadınları bir yere toplarlar, sonra hep birden üzerlerine hücum ederler, her er­kek kadınlardan birini yakalar ve bu yapılana «avlanma» adını vere­rek «av helaldir» derler.

Bu taifenin ileri sürdüğü ve yaptığı her şey küfr ve ibahedir. Çün­kü şarap içmeyi helal kılmak müslümanların icmaı ile küfrdür. Kız- kardeşler ve kadınların cinsî münasebetlerine dair olan görüşleri de böyledir, Mecusilik ve İbahiye’nin görüşleridir.

Ruhların bir cesedden diğerine intikaline gelince, bu konuda şöy­le deriz: Bu söz saçmadır; çünkü’ Allah, Ademi yaratmadan dört bin yıl önce ruhları yaratmış ve onların rızklarını takdir etmiştir. Bunu İbn Abbas - R. A - Hazreti Peygamberden rivayet etmiştir.

9   — Lâiniyye :

Âişe, Talhave Muaviye’ye lanet okurlar ve bunu dinin esas­larında sayarlar.

Görüşümüze göre bu taifenin dini bozuktur, görecekleri de Alla­hın gazap ve azabıdır. Hazreti Ömer b. il-Hattab Hazreti Peygamberin şöyle söylediğini rivayet eder: «Allah insanları yarın bir meydanda top­layacak, sonra onlardan benim sahabeme iftira ve buğz edenleri ayıra­rak cehennemde haşredecektir».

Enes b. M a 1 i k ’ i n rivayetine göre, «Allah böylece senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar, sana olan nimetini tamamlar, seni doğ­ru yola eriştirir» (50) ayeti Hudaybiye dönüşü nazil olduğu zaman Hazreti Resulullah «yeryüzünde sevdiklerimden daha sevdiğim bir âyet geldi» dedi ve bu âyeti okudu. Bunun üzerine ashabı, mübarek ve hayırlı olsun, Allah sana ne yapacağını beyan ediyor, biz ne olaca­ğız? dediler. Bu defa «(bütün bu lütuflar) erkek müminlerle, kadın müminleri, altlarından ırmaklar akan cennetlere - içlerinde ebedî ve sermedî olarak - sokmak, onların günahlarını bağışlamak içindir. İşte bu Allah indinde en büyük kurtuluş ve saadettir» (51) âyeti nazil ol­du. Ashab, bu en büyük saadettir, Allah onların günahlarını bağışlaya­cağım, aralarında çıkacak ihtilâflardan dolayı vâki olacak günahları affedeceğini haber veriyor ve cenneti onlara vacip kılıyor dediler».

Buna rıza göstermeyen, onlara küfretmekten vazgeçmeyerek lanet okuyan kimse, cahillerin en cahilidir. Âlemlerin Rabbının gazabına uğ­rayacaktır.

(50)       Feth, 2

(51)       Fath, 2 — 5

Bir rivayete göre Hazreti Ali b. Ebi T a 1 i b, Sıffîta dönüşü, bir adamın Muaviye’yi tel’în ettiğini işittiğinde, «Sus ey adam, Muavi- ye’nin liderliğini kötü görme. Eğer Muaviye’yi kaybederseniz, Ebu Cehil karpuzu gibi birçok başın reislik iddiasına kalkıştığını görürsü­nüz» dedi ve gerçekten Emiru’l - müminîn’in dediği gibi oldu.

Bir rivayette; Ömer b. Abdülaziz, bir adamın Muaviye’ye küfretti­ğini işittiğinde, ona kırk kırbaç vurulmasını emretti denilmektedir.

10   — Sebeiyye :

Abdullah b. S e b e’ye mensup olanlar bu isimle anılırlar. İddiala­rına göre Ali sağdır, ölmemiştir, bulutlarda dolaşmaktadır, gök gürül­tüsü onun sesidir, yakında dünyaya dönecek ve düşmanlarından öç alacaktır.

İbn S e b e, Al i’nin âlemlerin ilâhı olduğunu iddia ediyordu.

A1 i sağdır ve bulutlarda dolaşmaktadır, şeklindeki fikre Sehabiy- ye’den bahsederken temas etmiştik. Ali b. H ü s e y i n’den rivayet edil­diğine nazaran şöyle demiştir: «Bana Basra’lı bir adam geldi ve ne hac­ca ne de umre için geldim dedi, öyleyse niçin geldin? dediğimde :

— Hazreti Ali’nin dönüşü meselesini sormaya geldim.

— Kıyamet gününde dönecektir, dedim».

Rivayete göre, Hazreti A l i katledildiği zaman İbn Sebe, «Ali sağ­dır o bulutlardadır, gök gürültüsü onun sesidir, dedi. Öyleyse rnel’un İbn Mülcem’in katlettiği kimdir diye sorulduğunda,

— Katledilen A1 i şekline girmiş şeytandı.

— Eğer İbn M ü 1 c e m şeytanı katletmiş olsaydı medhe lâyık gö­rülürdü. Öyleyse niçin lanet okuyup onu zemmediyorsunuz? Bunun üzerine İbn Sebe şaşırdı ve cevap veremedi. Tevfik Allahtandır.

11   — Mansuriye:

Allah’ın Kitabında yiyeceklerden hiçbirinin haram kılınmamış ol­duğunu söyleyenlerdir. Bunların iddialarına göre Kur’an-ı Mecidde zikredilen bütün haramlar, onların mahabbet besledikleri Ali, Fatıma. Haşan ve Hüseyin gibi kimselerden kinayedir. İsimlerini Ebû Mansu- ru’l-İclî’den almışlardır.

Bizim görüşümüze göre bu taifenin küfrü açıktır, gittikleri yol da Batniyye’nin rumuzu ve Melahide’nin kelâmıdır. Çünkü bunlar Kur'- an’m zahirine, kötü akidelerine uygun düşecek batini manâlar vermek­tedirler. Böylece dinî hükümlerin zahirini, peygamberlerin inkârını ve şer’î imameti bâtıl kılmak istiyorlar.

12   Hattabiyye:

Muhammed natık imam, Ali samit imamdır diyenlerdir. Bunlara göre, nebi olmayan kimse asla imam olamaz, peygamberler isyandan masun değil fakat imamlar masundurlar.

Ebû’l-Hattabi’l - E s e d î ’ye mensup olduklarından bu isimle anı lırlar. Bu adam önce peygamberlik, daha sonra da Allahlık iddiasına kalkıştı. Ona göre, Haşan ve Hüseyin, ikisi de, ilahtırlar, bunların ço­cukları da Allah’ın peygamberleri ve dostlarıdırlar.

Görüşümüze göre bu taife kâfirlerin en habislerindendir. Çünkü bunlar Allaha ortak koşmakta ve ona iftira etmektedirler. Bu taife, Hazreti Peygamberin: «kıyamet günü otuz yalancı çıkacaktır; bazıla­rı nübüvvet bazıları uluhiyet iddiasında bulunacaktır, bunların hepsi sahtekârdır ki ilki Müşeylimetü’l-Kezzâb ve sonuncusu da Deccal’dir» sözüyle işaret buyurduklarındandır.

Bu taife hâdiseyi bilmeksizin ve tarafları işitip görmeden hakla­rında şahitliği tecviz ederek, sırf iddia sahibinin sözüne dayanarak şe- hadette bulunurlar. Bunların cevabı Allah’ın Kitabında ve Resulünün Sünnetinde verilmiştir.

Bu konuda Kitabında Allah şöyle buyurmaktadır: «Onlar ki ya­lan şahitlik etmezler, boş ve kötü lakırdıya rastladıkları vakit, şerefle ondan yüz çevirip geçerler» (52). (Buradaki Yalan şahitlik etmezler) den kasıt, kizb olduğunu bildikleri şeye şahit olmazlar demektir. Bun­lar dinden istisna edilmiş kimselerdir, Allah şu sözüyle onları tehdid etmektedir: «Bunları yapan günaha girmiş olur; kıyamet günü azabı kat kat olur, orada alçaltılarak temelli kalır: Ancak tevbe eden, inanıp yararlı iş işleyen kimselerin, işte Allah onların kötülüklerini iyi­liklere çevirir» (53). Yalan şahitlikte bulunmayanlar bunlardan uzak kalır, bulunanın ise kıyamet gününde azabı katmerleşir ve o azab için­de hor ve hakir kalır.

Sünnete gelince; Hazreti Peygamber şöyle söylemiştir: Yalancı şahit, kıyamet gününde dili cehenneme sarkmış olarak ba’s edilecek­tir». Bir rivayete göre Hazreti Peygamber, şahitlik etmek üzere gelen bir adama şöyle demiştir: «Sabah aydınlığı gibi bildiğine kâni isen şehadette bulun, aksi halde vaz geç».

13   — Mufavvize:

Allah’ın Muhammedi, eşyanın yaratılışını tanzim ve rızkları

(52)      Furkan, 72

(53)            »    , 68 — 70

taksim ve peygamberler göndermek v.s. hususunu kendisine havale et­mek üzere yarattığım iddia edenlerdir.

Bu taifenin dâvası, yukarıda gördüğümüz ve ileride inşallah zikre­deceğimiz üzere Melahide’nin görüşlerine uymaktadır. Bu iddia yan­lıştır; çünkü Peygamberimiz «yaratılmış» (mahluk) tır, mahluk ise yaratıcı (halik) olamaz. Mufavviza Allah’ın şu sözlerini inkâr etmek­tedir : «Her şeyi yaratan O’dur» (54). «Allah yedi gök ve yerden de onların bir mislini yaratmış olandır» (55), «Allah sizi yaratan, sonra rızkınızı veren, sonra sizi öldürecek, daha sonra da sizi diriltecek olan­dır» (56). Bunlardan başka bu konuda varid olmuş birçok âyetler var­dır. Allah en iyi bilendir.

14   — Nesebiyye:

Hazreti Ali’yi neseb bakımından Hazreti Ebû Bekir’den üstün gö­renler, «Ali Peygambere en yakın olandır, bu sebeple de onun ilk ha­life olması lâzımdır» diyenlerdir.

Bunlara cevap olarak şöyle deriz : Nesebin Hilafette rolü yoktur. Görmüyor musunuz Hazreti Peygamber ne söylüyor? «Kur’an-ı en iyi okuyanınız ve en iyi bileniniz size imam olur». Eğer nesebe itibar edil­seydi hilafete Abbas’m geçmesi gerekirdi; çünkü o Ali’den daha yakın­dır: Abbas amca, Ali ise amca oğludur ve hiç şüphesiz amca, amca oğlundan daha yakındır. Aynı şekilde Patıma Hazreti Peygambere Ali’­den daha yakındı, bununla beraber Ali, bilittifak, Fatıma ve Abbas’dan efdaldi. Hazreti Ali şöyle demiştir: «Kim beni Ebû Bekir’e tafdil eder­se iftira etmiş olur».

Böylece Ravafız’m fikirlerini tamamlamış bulunuyoruz. Allah lüt­fü keremi ile bizi onlardan korusun ve uzaklaştırsın.

(54)      En’am, 102

(551 Talak, 12

(56)      Rum, 40

KADERİYYE, SINIFLARI VE GÖRÜŞLERİ

Bunların iddialarının aslı, her kulun kendi fiilinin yaratıcısı oldu­ğu görüşüne dayanır. Küfür ve isyanın, Allah’ın takdir, meşiyyet ve iradesiyle olduğunu kabul etmezler. Allahın bütün sıfatlarım, Ahırette Allahın görüneceğini, taat ve masıyet işlemekle sevap ve ikaba nail olunacağını inkâr ile, bunu muhal sayarlar. Katledilen bir kimsenin ecelinden önce öldüğünü söylerler. Zikredeceğimiz üzere bunların gö­rüşleri saçmadır. Bununla beraber kendilerini «Tevhid ve adi ehli» olarak isimlendirirler.

Cevabımız:

Kul işlediği fiilin yaratıcısıdır, sözleri Allahın Kitabına ve Sünne­te aykırıdır, bu sebeple bâtıldır.

Bu hususta Allah şöyle buyuruyor: «Şüphesiz ki biz herşeyi bir ölçüye göre yarattık» (57) ve «Her şeyi yaratan O’dur» (58) ve «Halbuki sizi de (elinizle) yapageldiğiniz şeyleri de Allah yaratmıştır» (59). İs­ter iyi, ister kötü insanın yaptığı bütün fiiller bu âyetlerin şümulün- dedir.

Sünnetin görüşü de şudur : Abdullah b. Ömer rivayet ediyor : «Hazreti Peygamberin şöyle söylediğini işittim: Allah gökler ve yeri yaratmazdan elli bin yıl önce kaderleri takdir etmiştir».

Allahın ahirette görüleceğini inkârları da Kitap ve Sünnete aykı­rıdır. Allah şöyle buyuruyor: «O gün birtakım yüzler Rablerine bakıp parlayacaktır» (60).

Hazreti Peygamber de bir bedr gecesi aya baktığı sırada: «Rabbı- nızı tıpkı ayı gördüğünüz gibi göreceksiniz» demiştir. Bu hadîsi Cubeyr b. Abdullah rivayet etmiştir.

Sevab ve ikaba vusulün muhal olduğu görüşleri de Kitab’a aykırı­dır. Zira Allah: «İman edip de güzel güzel amellerde bulunanlar için

(57)      Kamer, 49

(58)      En’am, 102

(59)      Saffat, 96

(60)      Kıyamet, 22 — 23
yapmış oldukları amellere mukabil konak olmak üzere Me’va cennet­leri vardır» (61) iyi amel işleyen karşılığını bulacaktır, buyuruyor.

Katledilen kimse ecelinden önce ölmüştür, sözleri de Allahın Ki tabına aykırıdır. Allah «Her ümmetin bir eceli vardır. Binaenaleyh o müddetleri gelince bir saat ne geri bırakılabilirler, ne öne alınabilirler» (62) buyuruyor. Ölümün çeşitli sebepleri vardır, kati de bunlardan bi­ridir. Boğulma, enkas altında kalma, hastalık v.s. de bunlardandır.

Söylediklerimizle, akidelerinin bozukluğu, mezheplerinin ve gidiş­lerinin yanlışlığı ortaya çıkmış oluyor. Hazreti Peygamber de «Kade- riyye bu ümmetin mecusileridir» sözüyle bunları Mecusîlere teşbih etmiştir. Bundan başka, «Kaderiyye yetmiş peygamberin diliyle lanet­lenmiştir» ve «Ümmetimden iki sınıfın İslâmda yeri yoktur, bunlar Mürcie ve Kaderiyye’dir» demiştir.

İbn Ö m e r ’in rivayetine göre, «Ona bir adam gelerek, sana filân kimsenin selâmı var, dedi, o da, o kimse (dinde yeri olmayan) şeyler ihdas etti, benden selâm söyleme, dedi ve ben Hazreti Peygamberin şöyle söylediğini işittim: Bu ümmet Kaderiyye yüzünden yıkılır, bo­zulur veya parçalanır». Başka bir rivayette, «Ümmetimin yıkılması, bo­zulması, kader konusundaki yalancılar yüzündendir».

(61)      Secde, 19

(62)      A’raf, 34

V. BÖLÜM

Kaderiyye bu asıldan hareketle on iki fırkaya ayrılmıştır : Aslahiy- ye, Vasıliyye - Amriyye, Huzeyliyye, Hişamiyye,* Kasıtıyye, İvazıyye, Se- neviyye, Behaşimiyye, Ravendiyye, Hayyatiyye, Nakısiyye, Nazzamiyyo.

1   — Aslahiyye:

Allahın kulları için en iyi (aslah) olanı vermek zorunda olduğunu iddia edenlerdir. Onlara göre, eğer böyle yapmazsa vacibi ihlâl ve zalim, cevredici olur; yaparsa da vacibi yerine getirmiş sayılır. (Ehli Sünnet) cemaatından ayrılmış olduklarından bunlara Mutezile de de­nilir.

Cevap:

Bizim görüşümüze göre bunların fikir ve iddiaları saçmadır. Çün­kü Allah kendi mülkünün Halikıdır, ona istediği şekilde tasarruf eder, Ona vacip olan birşey yoktur. Kuldan sâdır olan taat O’nun takdiri, meşiyyeti ve iradesi iledir. Bu hareketleri dolayısiyle onlara sevap ver­mesi O’nun fazlı ve rahmeti dolayısiyledir. Kuldan masıyet sâdır olur­sa, keza bu da O’nun takdiri, meşiyyeti ve iradesi iledir, fakat bunda rızası yoktur. Bu hareketi dolayısiyle kulu cezalandırması, O’nun ada­let ve hikmeti, affetmesi de fazl ve rahmeti yüzündendir. O fazl ve rahmet sahibidir, katiyyen hikmetten dışarda değildir. Görmüyor mu­sunuz Allah ne buyuruyor : «Rabbin dileseydi, yer yüzünde kim varsa hepsi, topyekûn elbette iman ederdi» (63) ve «Eğer biz dileseydik her­kesi elbette hidayete erdirirdik» (64) ve «İşte O, dileseydi topunuzu birden elbette hidayete kavuştururdu» (65). Allah iman ve hidayeti kendi meşiyyetine bağlıyor. Meşiyyetine bağlı olmaksızın, kullarına hi­dayet ve iman vermesi vacip olsaydı bu asi olurdu. Bunu meşiyyetine bağladığına, bir kavme verdiğine, diğerlerini menettiğine göre bu, O’na vacip olmadığına delâlet eder. O, sevep hususunda rahim ve şefkatli, ikab hususunda âdil ve hakimdir.    -

(63)      Yunus, 99

(64)      Secde, 13

(65)      En’am, 149

Ubey b. Ka’b ve İbn Mes’ûd’dan rivayet edildiğine nazaran bun lar şöyle söylemişlerdir : «Allah yerlerin ve göklerin içindekilere azab verirse zalim olmaz. Şayet mağfirette bulunursa bu da Allaha bağlıdır, O’na aittir».

Diğer bir delil:            "

Eğer en iyi olanı (aslah) yapmak Allaha vaciptir dersek, bunun sonu Allah kul için en iyi olanı vermekle onu nimetlendirmiş olmaz, dolayısiyle şükre lâyık ye görülüp, fazl sıfatıyla sıfatlandırılamaz gö rüşüne varır. Bu da Allahı tekzip etmek demektir.' Zira Allah şöyle bu­yuruyor : «İşte bu, Allahın fazlıdır onu kime dilerse ona verir. Allah büyük fazl sahibidir» (66).

2   — Vasılıyye ve Amriyye

Bunlar büyük günah (kebire) işleyenlere, iman kelimesinin ıtlaKi medh olacağı için, mümin denemiyeceğini, böyle kimsenin medhe lâ­yık olamıyacağını; keza kâfir de denemiyeceğini, zira kimin kâfir ola­cağını yalnız Allahın bildiğini, bu sebeple böyle kimselerin bu iki men­zile arasında başka bir menzilede olacaklarını söyleyenlerdir. Bunların bazılarına göre büyük günah işleyen kimse ebedî olarak cehennemde kalacaktır. Bazıları hayır ve taat Allahın meşiyyeti iledir, fakat şer ve maasi Allahın ne takdiri ile ne de gayrı takdiri iledir diyerek, Allahtan boşu boşuna iş yapmak ve aczi nefyederler.

Bu taifenin Vasıliyye ve Amriyye diye isimlendirilmesi, Vasıl h. Ata ve Amr b. Ubeyd’e uymalarındandır. Bunlar melaikeyi âdem oğullarına tafdil ederler. Bu taifeye Ehli Sünnet ve Cemaat yolundan ayrılmaları dolayısiyle Mutezile de denir.

Cevap:

Büyük günah işleyen ne mümindir ne de kâfirdir, görüşleri Allahın Kitabına muhaliftir. Nitekim Allah, Üsame b. Zeyd ve arka­daşları, İslâma girdiklerini söyleyenleri katlettikleri zaman şöyle bu yurmuştur : «Ey iman edenler, Allah yolunda harbe çıktığınız zaman , (meselelerin) tam aydınlanmasını bekleyin. Size (müslümanca) selâm î verene, dünya hayatının (geçici) menfaatini arayarak, 'sen mümin de­ğilsin’ demeyin» (67). Onları, kati hâdisesinin vukuundan sonra «iman i edenler» diye isimlendirmiştir. Hangi günah müminleri katletmekten •: daha, büyüktür? Dâvalarının bâtıl olduğu meydandadır. ,

 (66) Hadid, 21

; (67) Nisa, 94

İddialarının bâtıl olduğunu şöyle de açıklayabiliriz:

İnsanlar Hazreti Peygamberin zamanında üç guruptular, bunlar : zahiren de batman da mümin olanlar; Ebû Bekir, Ömer, Osman Ali ve sair sahabe gibi. Zahiren de batının de kâfir olanlar, Ebû Cehil ve arkadaşları gibi. Ve, zahiren mümin, batman kâfir olanlar; Abdullah b. Ubey b. S e 1 û 1 gibi.

Görülüyor ki bir insan ya mümin, ya kâfir ya da münafıktır. Bun­ların üçü de değildir olamaz. Böylece iddialarının batıllığı sabit olmuş olur.

Büyük günah işleyen ebediyyen cehennemde kalacaktır iddiaları da Kitap, Sünnet ve İcmaa aykırıdır.

Allah Kitabında şöyle buyuruyor: «Şüphesiz ki Allah, kendisine eş tanınmasını bağışlamaz. Ondan başkasını, dileyeceği kimse için ba­ğışlar» (68) ve «Onlar kendilerine zulmettikleri vakit, sana gelip de Allahtan mağfiret dileselerdi, onlara peygamber de mağfiret isteyiver- seydi, elbette Allah tevbeleri hakkıyla kabul edici, çok esirgeyici bula­caklardı» (69).

Sünnete gelince, Hazreti Peygamberin şu hadîsi vardır : «İslâm- dan nasibi olan kimse nasipsizler gibi değildir». Bunun anlamı, müs- lüman ebedi olarak cehennemde kalmaz demektir.

Ehli Sünnet ve Cemaat’ın icmaı da bu şekildedir.

Eğer, Vasıl b. Ata ve Amr b. Ubeyd, devrinin büyüklerinden ve keramet ehlindendi denilirse, buna cevabımız şu olacaktır : Bu id­diayı kabul etmiyor, ortaya saçma fikir ve bid’atler atan, Kitap ve Sünnete karşı gelen, cemaattan ayrılan kimselerde hayr ve keramet görmüyoruz.

3   — Huzeyliyye :

Ebu’l-Huzeyl Muhammed b. il-Huzeyli’l - A11 â f’a mensup olan­lardır. Allahın, arazlar olmaksızın cisimlerin yaratıcısı olduğunu iddia ederler. Arazların yaratıcısı cisimlerdir; her cisim, renkler, kokular, ıslaklık, kuruluk, sıcaklık, soğukluk gibi, arazını kendisi yaratır.

Cevap:

Görüşümüze göre bu dâva muhal ve saçma saparıdır. Çünkü, eğer insanda bir şeyi yaratma kudreti olsa, kendi nefsindeki noksanlar ve illetleri ortadan kaldırırdı. Kendindeki bu eksiklikleri bertaraf etme-

(68)    • Nisa, 116

(69)    Nisa, 64

ye gücü yetmeyene, eşyadan bir şeyi yaratma gücü nasıl izafe edile­bilir? ,

Allah şöyle buyuruyor: «Halbuki sizi de, yapageldiğiniz şeyleri de Allah yaratmıştır» (70). Yukarıda zikredilen arazlar, cisimler ve bun­ların dışındakiler de bu âyetin şümulüne girerler. Böylelikle görüşle­rinin batıllığı sabit olur.

4    — Hişamiyye:

Kulların işledikleri fiiller hakkında bir hüküm bulunmadığını iddia edenlerdir. Bunlar, taat ve isyan filleri karşılığı vaad ve va’îd olma­dığını söylerler ve Allahın şu sözünden şüpheye düşerler: «De ki. Ben Peygamberler içinde ilk defa gelmiş biri değilim. Bana ve size ne ya­pılacağını bilmem. Ben, bana vahy olunmakta olunandan başkasına uymuyorum, Ben ‘Allahın azabıyla apaçık korkutandan başkası da değilim» (71).

Cevap olarak şöyle deriz :

Kulların fiillerine dair bir hüküm bulunmadığı hakkındaki iddia­ları Kitap ve Sünnete aykırıdır.

Allah Kitabında şöyle buyuruyor : «Kim Allaha bir iyilikle, güzel­likle gelirse işte ona on katı var» (72) ve «Kim bir kötülük yaparsa onunla cezalanır» (73) ve «İyilik ederseniz o iyiliği kendinize etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz o kötülüğü yine kendinize etmiş olur­sunuz» (74).

Sünnete gelince, Hazreti Peygamber: «Dünya bir rüyadan ibaret tir. İçindekiler ettiklerinin karşılığını bulacak, ikaba uğrayacaklardır» demiştir.

Bahis konusu âyeti anlayış şekilleri de yanlıştır. Âyete olduğun­dan başka türlü mânâ vermişler, te’vilini tağyir etmişlerdir. «Bana ve size ne yapılacağını bilmem» sözünden kasıt, Cibril vahy ile gelmez­den önce, demektir. O vahyle geldikten sonra bilinmedik şey kalmaz, nitekim âyetin sonu da buna delâlet etmektedir : «Ben bana vahyolun- makta bulunandan başkasına uymuyorum».

Bu âyetin nüzul sebebi de şudur: Hazreti Peygamber ashabının huzursuzluğunun arttığı bir sırada bir rüya gördü. Rüyasında, hurma- lıklı, ağaçlıklı bir yere hicret ediyordu. Bunu ashabına anlattı ve onları

(70)      Saffât, 96

(71)      Ahkâf, 9

(72)      En’am, 160

(73)      Nisa, 123

(74)      îsra, 7
müjdeledi; bunu müşriklerin ezalarından kurtuluşun yakınlığı ile yo- ! rumladı. Sahabiler biraz durdular ve sordular: Ya Resulellah, gördü* ğün yere ne zaman hicret edeceksin? O sustu ve Allah dâ bu âyeti inzal buyurdu: «De ki. Ben Peygamberler içinde ilk defa gelmiş biri değilim.

Bana ve size ne yapılacağını bilmem» (75). Bu, şu demektir: «Bana gösterilen yere gidecek miyim,                        gitmeyecek miyim, bilmiyorum».  Son         

ra şöyle söyledi: «Bana rüyamda gösterilen şeye ancak bana vahye- dildiğinde ittiba ederim».                                                                                               ’!

-               s

Bu taifeye Hişamiyye denmesinin sebebi Hişam b. Ömer b. il- H i ş a m ’a uymalarmdandır. Bu Hişam, cennet ve cehennemin henüz yaratılmamış olduğu iddiasında idi. Kendisine Allahın «Bunun üzerine [j Şeytan onları oradan kaydırıp içinde bulunduklarından çıkarıvermiş- (  ti» (76) sözüyle işaret ettiği, Adem’i çıkardığı, cennet ne idi? diye so- j rulduğunda, şöyle cevap vermişti: «Adem, dünyadaki bostanlardan bi­rinde mahbustu». Bu sözünde fesat olduğu ortaya çıkmaktadır, nite- ; kim Allah «O ateş kâfirler için hazırlanmıştır» (77) ve «... takva sa­hipleri için hazırlanmış olan cennete -ki eni göklerle yer K-* 1 f.rdır- ko­şuşun (78) sözleriyle, cennet ve cehennemden mazi sigasiyle haber vermiştir.             T

Sahih bir hadiste şöyle denilmektedir: «Allah cenneti yarattığı zaman ona, «konuş» dedi. O da üç defa ‘müminler felah buldu’ dedi. Sonra dördüncü defa ‘konuş’ dedi, o zaman cennet ‘Ben bütün bahîlle- re, mürailere haramım’ dedi».

Böylece Hişamiyye’nin dâvasının bâtıl olduğu ortaya çıkıyor. Her şeyin doğrusunu en iyi Allah bilir,

5    —* Kasıtiyye :

Haram'ın rızk olmadığını, rızk’m helâl ve memluk olduğunu; ku-     lun mesaisinin onda dokuzunu dünya, onda birini de ibadete hasret- . mesi gerektiğini iddia edenlerdir. 'W

Cevap:

Haram rızk değil, memluk olan şeydir, diyorlar. Bu yanlıştır, çün kü bunu kabul etmek Allahın rızkın kazanılması konusundaki sözüne ' aykırı olur: «Yerde yürüyen hiçbir canlı hariç olmamak üzere hepsinin                                                 ' .

(75)      Ahkâf, 9

(76)      Bakara, 35                                                                       Bakara, 24        

(77)      Al-i îmran, 133                                                                               
rızkı Allahın üstünedir» (79); çünkü yeryüzünde yürüyen her canlının mülkü olduğu tasavvur edilemez.

Ehli Sünnet ve Cemaata göre rızk, canlıların, haram veya helâı olarak gıdalandıkları şeydir. Rızklar kullar içindir. Allah istediğine he­lâl, istediğine de haram olarak rızk verir. Bunların hepsi de O’nun adalet ve hikmeti icabıdır.

Biliniz ki, kula vacip olan, helali elde etmek için çalışmak ve ha­ramdan kaçınmaktır. Haram olanı seçmek hususunda ihtiyarını kötü­ye kullanırsa ikaba müstehak olur.

6           İvaziyye:

Allahın, daha Önce taatte bulunmamış veya meşakkat çekmemiş birini cennete sokması caiz değildir, diyenlerdir. Bunlara göre, doğum esnasında ölen çocuk, ölümünün şiddetli olmasına ve hakkı bilememe­sine taviz olmak üzere cennete girer. Cennet ve cehennem henüz ya ratılmamışlardır, ancak kıyamet günü yaratılacaktır.

Bunlar şefaat ve mîzan’ı inkâr ederler. İddialarına göre, şefaat bir tarafa meyletmektir, halbuki orada meyi tasavvur edilemez. Mîzan'a gelince, bunun için meçhul olanın beyanı ve bilgi mikdarına ihtiyaç vardır. Halbuki Allah indinde kulların amelleri malûmdur; Ondan hiçbir şey gizli değildir, binaenaleyh Allah mîzan’a muhtaç değildir.

Cevap:

Daha önce taatta bulunmamış olanı Allah cennete sokmaz, sözle­ri saçmadır. Çünkü Allah kullarım, kendi fazl ve rahmeti eseri cenne­te sokar. Nitekim Hazreti Peygamber şöyle buyurmuştur: «Hiçbiriniz ilminizle felaha eremezsiniz», sahabîler sordular : «sen de dahil mi ya Resulellah?» ve cevap verdi: «Ben bile. Biliniz ki, eğer Allah beni rahmetine garkederse (felaha erebilirim)». Şurası bilinmelidir ki Al­lah onun taatini rahmetinin sebebi ve masıyetini gazabının sebebi kılar.

Allah şöyle buyuruyor : «Şüphe yok ki iyi hareket edenlere Allahın rahmeti çok yakındır» (80) ve «Kim de Allaha ve peygamberine isyan eder, (Allahın) sınırlarını çiğneyip geçerse onu da -içinde daim kalıcı olarak- ateşe koyar. Onun için hor ve hakîr edici bir azab vardır» (81) ve «Kim bir kötülük yaparsa onunla cezalanır» (82).

Şefaat ve mîzan’ı inkârları da Kitap ve Sünnet’e aykırıdır. Çünkü

(78)      Hud, 6

(79)      A’raf, 56

(80)      Nisa, 14

(81)      Nisa, 123

Allah şöyle buyuruyor: «Ümid edebilirsin, rabbm seni bir makam-ı mahmud’a gönderecektir» (83). Müfessirler bunu «şefaat makamı» olarak açıklamışlardır. Allah cehennem ehlinden haber vererek: «Ar. tık bizim için ne şefaat (çılardan bir kimse) ne de candan bir dost yok»

(84)   ve «Onun izni olmadıkça nezdinde şefaat edebilecek kim imiş»

(85)    diyor. Bu da izinden sonra şefaat edenlerin bulunacağına delalet eder.

Sünnete gelince, Hazreti Peygamber şöyle söylemiştir : «Benim şe­faatim, ümmetimden kebîre işleyenler içindir».

Mîzan’m var ve hak olduğuna delil de Allahının şu sözüdür : «Biz kıyamet gününe mahsus adalet mizanları koyacağız. Artık hiçbir kim­se hiçbir şeyle haksızlığa uğramayacaktır» (86) ve «Artık kimin sevap tartıları ağır gelirse işte korktuklarından emin, umduklarına nail olan lardır. Kimin de tartıları hafif gelirse, işte kendilerine yazık edenler bunlardır» (87) ve «İşte o gün kimin tartıları ağır geldiyse, artık o, hoşnud olacağı bir yaşayıştadır, amma kimin de tartıları hafif geldiy­se artık onun anası Haviye (uçurum) dir» (88). Sabit oluyor ki Mizan haktır, bir mahalde olmaksızın vardır.

Cennet ve Cehennem henüz yaratılmamıştır, görüşlerine cevabı­mız, Hişamiyye’den bahsederken geçmişti.

Eğer, amel baki kalmayan bir arazdır, amellerin ağırlığı nasıl ta­savvur edilebilir denirse, şu cevabı veririz : İçine amellerin yazılmış olduğu kitapların tartılması veya arazların cevherlerin üzerine getiri­lip onların tartılması mümkündür. Zira arazların iadesi, bize göre, ca­izdir. Bu hususu bildiren hadîsler olduğu için biz buna inanırız. Eğer akla uymayan bir husus olursa ona sadece inanır, keyfiyeti ile meşgul olmayız «bunların keyfiyeti' bize ayan olduğunda, gördüğümüzde ya- kîne erişiriz» deriz. Allah en iyi bilendir.

Bunlara İvaziyye denmesi cenneti taatm, cehennemi de masıyetin ivazı saymalarmdandır. Bu, yukarıda bahsettiğimiz hadîse göre bâtıl­dır. Nitekim bir rivayete göre Hazreti Peygamber şöyle demiştir : «Dü­şürülmüş olan çocuk cennetin kapısında kalır ve ebeveynim, ebevey­nim der». Keza bir rivayette de : «Cennet ehli istikrar bulduğunda boş bazı yerler kalır, orada oturan kimse yoktur. Allah bazı yaratıklar ya-

(82)      isra, 79

(83)      Şuara, 100 — 101

(84)      Bakara, 255

(85)      Enbiya, 47

(86)      Müminim, 102 — 103

(87)      Karla, 6—9

ratır ve oraları onlara verir. Bunlar müminler için cennetin nimetle- rindendir» denilmektedir.

Söylediklerimizle İvaziyye’nin görüşlerinin yanlışlığı ortaya çıkar.

Selefiyye, bu «yaratıklar» konusunda ihtilâfa düşmüştü. Bazıları, Allah cennette komşu yaratarak fazl ve rahmeti ile onlara cennet ik­ram eder, derken bazıları da, bu yaratmanın Adem oğlundan çıkan fakat rahimlerde kalarak kemale gelemeyen veya düşen nutf'e olabile ceği ihtimalini ileri sürerler, ki bu muhal olmadığı gibi Ehli Sünnet ve Cemaat indinde de caizdir. Tevfik Allaha mahsustur.

7   — Seneviyye veya Şerîkiyye :

Tıpkı Mecusîlerin Hayr’ı Yazdan ve Şerr’i Ehrimen’e izafeleri gi . bi, Allah şerri ne yaratmıştır, ne de şerr Allahın takdirindendir, Hayr’m yaratıcısı Lahut, Şerr’in yaratıcısı Lâhî’dir, diyenlerdir. İddialarına göre hayr Allahtan, şerr ise kendimizdendir. Nitekim şu. âyette Allah da böyle söylemektedir: «Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Sana ge­len her fenalık da kendindendir» (89).

Cevap :

Allah şerr’in yaratıcısı değildir sözleri Allahın Kitabmâ aykırıdır. Çünkü Allah : «Allah sizi ve yaptıklarınızı yaratmıştır» (90) ve «Sizi gökten ve yerden Allahtan başka bir yâratan mı rızıklandırır? (91) buyurmaktadır. Bunlar, Allahın hem hayrın ve hem de şerrin yaratı­cısı olduğuna delâlet eder ve görüşlerinin yanlışlığı ortaya çıkar. Delil olarak sarıldıkları âyete gelince, o da onlara hak vermez. Çünkü âyet­te zikredilen «iyilik» ten murad Bedr savaşındaki zafer ve ganimet; sey- yieden muraddabirinçi gün katledilenlerle, hezimete uğrayanlardır. Tefsir sahipleri bunu böylece nakletmişlerdir. Bu iki kelime Seneviy- ye’nin tevehhüm ettiği gibi taat ve masıyet anlamına gelmemektedir. Bunun delili de şudur : Araplar bu lafzı, onların zikrettikleri gibi kul­lanmazlar. «Taat işledim» manâsına «bana iyilik geldi» demezler, «ben iyilik işledim» derler.

Böylece nakl ve istimal bakımından âyeti anlayış şekilleri bâtıl­dır.

Bir rivayete göre Gaylanu’l-Kaderi, İmam A’zam Ebû Hani- î e ’ye sordu :

(88)      Nisa, 79

(89)      Saffat, 96                                               '

(90)      Fâtır, 3

İmam A’zam şu cevabı verdi:

   Evet, bu caizdir. Görmüyor musun, Allah, Âdeme bir ağacın mey­vesini yemeyi yasak etti, sonra ondan yemesini irade etti, o da yedi. Firavun, Ebû Cehil ve Ebû Leheb’e iman etmelerini emretti, fakat on­ların iman etmelerini irade etmedi, onlar da iman etmediler. Eğer Al­lah onların iman etmelerini irade etmiş olsaydı şüphesiz ederlerdi ve imandan imtinaları takdir edilmiş olmazdı. Nitekim Allah şöyle buyu­ruyor ; «Rabbm dileseydi yeryüzünde kim varsa hepsi, topyekûn, el­bette iman ederdi» (92).

   Allahın bir şeyi nehyedip sonra o şeyin olmasını irade etmesi ve­ya bir şeyi emredip sonra bu şeyin yapılmamasını irade etmesi caiz midir?

Cafer b. Muhammed’i - S a d ı k’tan kâfir’in küfrü, âsinin masıye- ti, Allahın iradesi ve meşiyyeti ile midir, değil midir? diye sordular. Şu cevabı verdi:

«Eğer zorla isyan ettirilmişse, yani, şayet masıyeti iradesi ile de­ğilse onun makhur olması gerekir. Bu ise Allahın sıfatlarına aykırıdır.»

Emirul’- Müminin Ali b. Ebî Talib’e soruldu ve şöyle denildi.; Allah kulûna masıyet takdir edip sonra ona ikab ediyor, bu nasıl olur?

  «Kader derin bir denizdir, ona dalmayın» dedi. Sonra ikinci defa soruldu :

   «Kader karanlık bir yoldur, o yolda yürümeyin» dedi. Üçüncü defa sorulduğunda :

   «Kader Allahın sırrıdır. Onunla uğraşmayın. Ona hesap sorul­maz, istediğini yapar, ancak insanlara yaptıklarının hesabı sorulur», dedi.

Bu.taifeye Seneviyye denmesinin sebebi Mecusîler gibi iki Sani’in varlığını ileri sürmeleridir. Bunlara, halk ve icadda İblis’e ortaklık tanımalarından dolayı Şerîkiyye de denilir. Tevfik Allahtandır.

8   — Behaşimiyye :

Mutezile reisi Ebû Haşim b. Ali el-C ü b b a î ’ye mensup olanlardır. Bunların iddialarına göre, bir insan kebîre işler, sonra buna tevbe eder, bu tevbenin üzerine bir küçük günah işlerse, kebîre için yaptığı tev­be sahih olmaz. Keza, kebîre İşleyemeyecek hale geldiğinde tevbe ederse, tıpkı ye’s halindeki kâfirin imanının sahih olmadığı gibi, tevbesi sahih olmaz. Küfrün imanı izale edişi gibi, masıyet de taatı izale eder. Allahın ilmi sıfatlarından değildir.

(92 ) Yunus, 99                                                                       . .

Bunlar, ahırette Allahın görüleceğini inkâr ederler. İddialarına göre müminin işlediği günahın mağfireti yoktur; çünkü o Allahın em­rinin mahabbet da’vasıyla halikıdır, tevbesi kabul olunmaz.

Kur’an-m mahluk olduğunu söylerler.

Cevap : Kebîreye tevbeden sonra günah işleyen kimsenin tevbesi sahih değildir görüşleri Kitabullaha ve Resulullahın Sünnetine aykı­rıdır.

Allah şöyle diyor : «Şüphesiz ki Allah, kendine eş tanınmasını bağış­lamaz. Ondan başkasını dilediği kimseler için bağışlar» (93) ve «Kul­larının tevbesini kabul etmekte, kötü hareketlerini (tevbede) bağışla­makta, ne işlerseniz bilmekte olan O’dur» (94).

Sünnete gelince, Hazreti Peygamber : «Allah yalan söylemeyen ku­lunun tevbesini kabul eder» buyuruyor.

Saîd b. il-Müseyyib, Allahın bu kavlinin anlama hakkında şöy­le söylemiştir : «Allah kendisine dehalet eden, günah işleyip tevbe etse, yine işlese yine etse, yine işlese yine etse, kimseye mağfiret eder». Bu. acze düşen insanın tevbesinin kabul edilmeyeceği iddialarına da ce­vaptır.

Küfrün imanı izalesi gibi, masıyet de taatı izale eder, diyorlar; bu böyle değildir. Allahın şu sözü, küfrün masıyete kıyas edilemiyeceğinin delilidir: «Öyle ya, biz müslümanları o günahkârlar gibi yaparmıyız hiç? Size ne oluyor? Nasıl böyle hükmedebiliyor sunuz? (95). Bu, «müslümanları o günahkârlar gibi yapmayız» demektir. Masıyet işle­yen kimse de müslümandır. Vasıliyye’den bahsederken dediğimiz gibi, İslâmdan çıkmış değildir. Zira küfr, şeriatın hududundan çıkmaktır, halbuki masıyet bu hududlar içindedir. Bu mesele, küfr ve şirk’in affı meselesine dayanır, af caiz midir, değil midir?

Bize göre, Allahın şu sözünün delâletiyle caiz değildir: «Şüphesiz ki Allah kendine eş tanınmasını bağışlamaz» (96). Bazılarına göre ise caizdir. Keza bunlar müminin cehennemde, kâfirin de cennette ebedi kalmasını caiz görürler, ki bu apaçık fesattır, zira hikmete aykırıdır. Hikmetin iyi kimse ile kötüsü arasında fark gözetmesi iktiza eder.. Eğer kâfirin cennette ebedî kalacağını kabul edersek fark ortadan kalkar ve bu da hikmete muhalif olur.

Allahın ilminin sıfatlarından olmadığı görüşlerine gelince, bu ki­tabın birinci kısmında Allahın İlminin O’nun ne aynı, ne gayrı ve ne de

(93)      Nisa, 48

(94)      Şura, 25

(95)      Kalem, 35 — 36

(96)      Nisa, 48

ba’zı olduğunu, ancak ilminin Zâtının verasmda bir mânâ olup Zat ile kaim bulunduğunu dolayısiyle de ezelî safıtlarından olduğunu söy­lemiştik.

Allahın ahırette görülmesini inkârları da,- Kaderiyye’yi anlatırken zikrettiğimiz gibi, Kitab ve Sünnete aykırıdır.

Müminin günahına mağfiret olunmaz, iddiaları da, «Şüphesiz ki Allah kendine eş tanınmasını bağışlamaz. O’ndan başkasını dilediği kimseler için bağışlar» (97) âyeti dolayısiyle bâtıldır.

Kur’an-ın mahlûk olduğu görüşlerine gelince, şöyle deriz: Kur'an Kelamullahtır ve Kelâm O’nun sıfatıdır. Allah de bütün sıfatlarıyla ezelî ve kadîmdir, başlangıç ve sonu yoktur. Bu Ehli Sünnet ve Cema­atın görüşüdür.

Böylece Behaşimiyye’nin fikirlerinin muhal ve saçma olduğu sa­bit oluyor. Hidayet veren, kebîr ve muteal olan Allahtır.

9   — Ravendiyye :

İşlenmesinden evvel nesh’in caiz olmadığını iddia edenlerdir. «İş­lenmesinden önce nesh, boşu boşuna yapılmış bir iş (bida) olur, bu, ise Allah için tecviz edilemez» derler.

Abdulcebbâr er-Razî ise neshin fiilden evvel olmasını caiz görür, fakat fiilin temekkününden önce olmasını tecviz etmez.

Cevap:

Bu görüşleri Ehli Sünnet ve Cemaat’m görüşüne göre yanlıştır. Çünkü fiilden önce nesh, Halilullah İbrahim Peygamber’de olduğu gi­bi caizdir. Nitekim Allah ona oğlunu kurban etmesini emretmiş, sonra da kurban etmesinden önce bu emrini geri almış, oğul kurban etmeyi rieshetmiştir.

Keza fiilin temekkününden önce de nesh caizdir. Nitekim Allah miraç gecesi elli vakit namaz emretmiş, sonra kırkbeşini neshetmiş, geriye beş vakit kalmıştır. Aynı şekilde yılda altı ay oruç emretmiş, sonra beş ayını neshetmiş, geriye bir ay oruç farz kalmıştır. Bunlar fiil ve temekkünden önce neshdir. Böylece Ravendiyye’nin görüşünün bâtıl olduğu ortaya çıkar.

Bu taifeye Ravendiyye denmesi Abbasu’r - Ravendi adlı bir adama mensubiyetlerindendir.

(97)      Nisa, 48

10   — Hayyatiyye :

Ma’dum’un cisim olmadığını iddia edenlerdir. Bazıları «cisim de cevher de değildir, ancak şeydir» derler. Bazılarına göre ma’dum, vü- cuddan sonra olan, yani şey’dir ve vücude gelmemiş olan şey olamaz.

Cevap :

Ehli Sünnet ve Cemaata göre ma’dum bilinir, şey, cisim ve cev her değildir. Çünkü şey ile şey olmayan arasındaki fark sabittir. Eğer, ma’dum şeydir dersek, ma’dum ile mevcud arasındaki fark ortadan kalkar, bu ise muhaldir.

Bu taifeye, Ebû’l - Haseni’l - H a y y a t’a uymalarından ötürü Hay yatiyye denir.

11   —- Nakısiyye :

Bu taifenin iddiasına göre, bir insanla ahid yapan kimse, bu ah dini yerine getirirse iyidir, fakat ahde vefa göstermezse bir şey gerek­mez, bundan ötürü ceza görmez ve bu günah da değildir. Bunu, büyük abdest yapan kimsenin, taş ile istincayı müteakip su bulmasına ben­zetirler : Su ile yıkaması iyidr, yıkanmazsa bir cezası yoktur.

Cevap :

Dâvaları Kitabullaha muhalif olduğundan bunlara uyulamaz. Zira Allah şu âyetiyle vefayı engreder : «Ey iman edenler, bağlandığınız ahidleri yerine getirin» (98) ve «Karşılıklı muahede yaptığınız vakit Allahın ahdini' yerine getirin. Sapasağlam ettiğiniz yeminleri bozma­yın» (99) ve «Bir ahdi de yerine getirin. Çünkü ahid (den cayanlar) sorumludur» (100).

Allah, insanın vefa ve ahidlerinden dolayı sorguya çekileceğini ha­ber veriyor. Mes’ul olunan bir şeye riayet ise vaciptir, vacibin terki günah ve ukubeti muciptir.

Böylece Nakısiyye’nin görüşünün bâtıllığı ortaya çıkar.

12   — Nazzamiyye :

Allaha şey’dir veya şey değildir demek caiz değildir iddiasında olanlardır. Keza Allahın sıfatlarını da ne ishat ve he de nefy ederler. Bunlar İbrahim b. Seyyar’a uyarlar.

(98)     Maide, 1

(99)     Nahl, 1

(100)    ' isra, 34                                                                           -

Cevap olarak şöyle deriz : Ehli Sünnet ve Cemaata göre bu şekil­de inanan kimse kâfirdir. Muattıla zümresindendir. Böyle söyleyen Al­lahın Kitabını inkâr etmiş olur ve Kur’an-ı inkâr ise icmaaen küfürdür.

Allah şöyle buyurmuştur : «De ki, şahit olmak bakımından hangi şey daha büyük? de ki, benimle sizin aranızda hak peygamber olduğu­ma Allah hakkıyla şahittir» (101). O’nun sözündeki «şey» lafzını inkâr eden Allaha iftira etmiş olur. Biz, O’na şey değildir demenin caiz olma­dığı hususunda ittifak etmiş bulunuyoruz. Bu caiz olmadığına göre Onun şey olduğu tahakkuk eder. O eşya gibi olmayan şeydir, deriz. Bu da Ehli Sünnetin mezhebidir. Tevfik Allaha mahsustur.

Böylece Kaderiyye’nin görüşleri tamamlanmış oluyor. Allah bizleri bidat ve hevadan korusun ve rahmetiyle sünnet ve cemaat ehli arasın­da kalmamızı nasip buyursun.

(101)    En’am, 19

CEBRİYYE, GÖRÜŞLERİ VE SINIFLARI "

Bunlara Mürcie ve Neccariyye de denilir. İddialarının aslı şudur : Kulun fiili yoktur. O’na fiil izafe etmek, cemadâta izafe, yani, duvar eğ­rildi, nehir akdi, rüzgâr esti demek gibidir.

Bunlar Allaha fevahiş izafe ederler. İddialarına göre, Allah bir kulu masıyeti sebebiyle ikaba uğratırsa, onu kendi fiilinden dolayı cezalan dırmış olur, çünkü kulun fiili yoktur. Sevap için de durum aynıdır.

, Cevap olarak deriz ki: Bu taifenin dâvası apaçık fesattır. Çünkü Allah mesubeti de ukubeti de kulların amellerinin karşılığı olarak verir, onlara taat işlemeye çalışıp, masıyet ve seyyiati işlemekten kaçınmayı emreder. Eğer kulun fiili ve ihtiyarı olmasaydı çalışmakla ve maasiden geri durmakla emrolunmazdı.

«Rabbın ne dilerse yaratır, ne dilerse ihtiyar eder. Onlar için işe Rablerine karşı böyle muhayyerlik yoktur» (102) âyetini alarak, bu, kulun fiili ve ihtiyarı olmadığına delâlet eder denilirse, şöyle cevap veri­riz: Burada kastedilen nübüvvet ve risalet ihtiyarıdır, taat ve masıyet ih­tiyarı değildir. Çünkü âyet kâfirleri red için nazil olmuştur. Nitekim onlar, «on iki bin devesi olan el - Velîd b. il -Mugîr e niçin bize risa- letle gönderilniedi» diyorlardı. Allâh>«bu Kur’an memleketin ileri gelen bir adamına nazil olsaydı» sözleri dolayısiyle onları reddetmektedir. Şöyle buyuruyor: «Rabbınm rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar?»

(103)           . Bu, onlara nübüvvet kısmeti ve risalet ihtiyarı yoktur demektir. Onların, resullerin gönderilmesinde seçme güçleri yoktur. Ancak Allah istediğini halkeder ve istediğini peygamber seçmekte serbesttir.

Ehli Sünnet ve Cemaat mezhebine göre, kulun hakikî fiili ve sahih ihtiyarı vardır. Bu sebeple ukubet ve mesubete müstehaktır. Fiil ve ih­tiyarı Allahın mahlukudur, O’nun meşiyyet ve iradesinden hariç de­ğildir.

Fiil iki fâil arasında nasıl oluyor? denilebilir. Buna cevaben deriz ki: Ehli Sünnet ve Cemaata göre fiil hasıl olur ve bu fiil, iki muhtelif vecih ile iki faile izafe edilir. Kulun fiili, kisb cihetinden kendine, îcad ve yaratma cihetinden de Allaha izafe edilir. Tevfik Allahtandır.

(102)    Kasas, 68

(103 ), Zuhruf, 32

Rivayete göre Hüseyin b. Ali, Hasanu’I-B a s r î ’ye şöyle yazmış­tır : Allahın kaza ve kaderine, hayr ve şerrin O’ndan olduğuna inanma­yan kâfirdir. Günahını Allaha yükleyen tacirdir. Kul Allaha zorla itaat ve isyan etmez, zira O mülkünün Meliki, insanların kadir oldukları şey­lerin en Kadiridir. Eğer insanlar taatte bulunurlarsa onlarla, yaptıkları arasına girilmez. Şayet masıyet işlerlerse yaptıklarını kendisi işlemiş­tir İşlemediği zaman Allah onları buna cebretmez, eğer Allah yaratık­larını taata zorlarsa onlardan sevap, ve masıyete zorlarsa azab sâkıt olmaz Eğer onları başıboş bırakmış olsaydı kudret sahibi olmamış olurdu ki buna dair bir delilleri yoktur.

VI. BÖLÜM

Bu asıldan hareketle on iki fırkaya bölündüler : Muztariyye, Acziy- ye, Mefrugiyye, Neccariyye, Mennaiyye, Sabıkıyye, Hubbiyye, Havfiyye, Fikriyye, Hasbiyye, Münkiriyye, Keseliyye.

1   — Muztariyye :

Kulun fiili ve kisbi yoktur, çünkü Allah şöyle buyurmaktadır iddi­asında bulunanlardır : «Kullarımın işinden hiçbir şey sana ait değildir»

(104)   , keza bir başka âyette : «Önünde de sonunda da emir Allahındır»

(105)   .

Cevaben, iddialarının yersiz olduğunu söyleriz. Çünkü Allah kula kisb ve bu kisbine bağlı olarak sevap ve ikap vermiştir. Şu sözlerinde olduğu gibi: «İnsanların kendi ellerinin kazandığı ihtiyarlarıyla yaptık lan şeyler yüzünden karada, denizde fesad belirdi ki Allah yaptıkları­nın bir kısmını onlara tattırsın» (106).

Keza, yaptığı işten dolayı hırsızın elinin kesilmesini emretmiştir : «Erkek hırsızla kadın hırsızın ellerini kesin» (107) ve şöyle buyurmuş­tur : «... kötülük edenleri, yaptıklarına mukabil cezalandırması, güzel hareket edenleri de daha güzeliyle mükâfatlandırması s içindir» (108) Bunlarla sabit oluyor ki, kulun kisb ve ihtiyarı vardır.

2   —-  Acziyye :

Ondan sâdır olması cihetiyle kulun kisbi bulunduğunu, fakat on dan imtina edemiyeceğini ve kulda bu fiili işlemekten imtinaya salâhi­yet olmadığını bunu istemeyerek, bilmecburiye, yularından çekilen deve gibi, işleyeceğini iddia edenlerdir. Kulun hali bu deve gibidir, yuların dan çekilince yürür; yürümemek elinde değildir.

Buna cevabımız, iddialarının apaçık fesat olduğudur. Zira hem Ki­taba ve hem de Sünnete aykırıdır.

(104 Ali İrnran, 128

(105)    Rum, 4

(106)    Rum, 41

(107)    Maide, 38

(108)    Necm, £1

Kitab’ında Allah : «Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka­sını yüklemez» (109) buyurmaktadır. Bu, kimseye takati dışında olanı yüklemez demektir.

Sünnete gelince : İbn Ö m e r ’den rivayet edildiğine nazaran, Haz reti Peygamber şöyle söylemiştir: «Kıyamet gününde Allah bazı kulla­rına şöyle hitap edecektir: Ey âdem oğlu. Sana yetecek olanları ver) dim ve seni cehennemle korkuttum, sana günah işleyebileceğin kadar mehil verdim, fakat cezalandırmakta acele etmedim. Sana takatinin üs­tünde teklifte bulunmadım, niçin emrine karşı geldin?».

Kitap ve Sünnet ile sabit oluyor ki, Allah kullarına, yapabilecekle­ri şeyleri emretmiş, rahmeti ve fazlı dolayısiyle takatlerini aşan şeyleri yüklememiştir.

Biz biliyoruz ki, altı vakit namaz emretmiş olsaydı, yine gücümüz dahilinde olur, kudretimiz dışında kalmazdı. Keza, zekâtı iki yüzden altı dirhem vermekle emrolunsaydık, bu da gücümüz dışında olmazdı. Bununla beraber böyle emretmemiştir.

Onun kula, takati olmayacağı şeyi yüklemeyeceğini isbat etmekle, kula emredilenlerin kulun takati çerçevesi içinde olduğunu isbat etmiş oluruz. Buna takati yettiğine göre de, onu işlememeye istitaası olmadı­ğı cihetle istemiyerek ve mecburen işler denilemez.

İstitaa, bize göre, fiile mukarindir. Mutezilenin söylediğinin aksine, fiilden önce değildir. Çünkü fiile tekaddüm eder dersek, vücud bulduğu zamana kadar baki kalması zaruridir dememiz lâzımdır. Çünkü böyle olmasa, fiiln vücudu istitaasız olmuş olurdu. Beka, arazlardan öncedir kudret arazdır ve bu arazın arazla kaim olmasına götürür, bu ise mu haldir.        '

3            Mefrugiyye :

Bunların iddiaları şudur :

Allah kalemi yarattığı zaman, ona kıyamet gününe kadar olacak­ları yazmasını emretti, o yazdı ve Allah da mahlukatı yarattı, mevcu datı var etti, daha sonra bir şey yâratmadı. Kalemin yazmasından son­ra daha önce yaratılmış olanlar hergün meydana gelir.

Buna cevaben, görüşleri yanlıştır deriz. Çünkü Allahın Kitabının şu kavline aykırıdır : «O hergün bir işdedir» (110). İşi, öldürmek, di­riltmek, var etmek, yok etmek, güldürmek, ağlatmaktır. Nitekim şöyle diyor: «Hakikat şu: Güldüren de ağlatan da O’dur. Gerçek Öldüren­de dirilten de Odur. Hakikaten meniden rahme döküldüğü zaman er-

(109)    Bakara, 286

(110)    Rahman, 29

kek ve dişi iki çifti yaratan O’dur» (111) ve «De ki : Ey mülkün sa hibi Allah, sen mülkü kime dilersen ona verirsin, mülkü kimden di­lersen O’ndan alırsın. Kimi dilersen O’nun kadrini yükseltir, kimi di­lersen onu alçaltırsın» (112), men ve îta, izaz ve izlal da O’nun işidir.

Mefrugiyye, iddiaları itibariyle yahudilere uymaktadır. Yahudile rin zannma göre Allah, bütün şeyleri altı günde yaratmış ve Cumar­tesi günü boş kalmıştır. Allah, zalimlerin söyledikleri şekildeki iştira- hatten beridir. Boş kalmak sâbık bir meşgalenin, istirahat da sabık bir yorgunluğun varlığını gerektirir. Rabbımız ise yorulmaktan mü nezzihtir. Bu hususta Allah şöyle buyurmaktadır : «And olsun ki biz gökleri ve yeri ve ikisi arasında bulunan herşeyi altı günde yaratmı- şızdır. Bize hiçbir yorgunluk da dokunmamıştır» (113).

Bütün olanların Levh-i Mahfuz’da bulunduğu yolundaki umumî söze gelince, bu, kabul edilmesi imkânsız bir görüştür. Bir hadîs’e göre, kı­yamet gününe kadar olacaklar orada zahirdir. Allah’m makduratı son­suz, Levk ise mahluk ve sonlu’dur. Sonsuzun sonlu’dan çıkması ise tasavvur olunamaz.

4   — Neccariyye :

îbn Muhammed en - N e e c a r ’a tâbi olanlardır. Cismin, bir ara­ya gelmiş (müctemia) arazlar olduğunu, Kur'an-m yazılırsa cisim, okunursa araz olduğunu, müminlerin çocuklarının cennete, müşrikle­rin çocuklarının cehenneme gideceklerini iddia ederler.

Cevap:                          .

Cisim, bir araya gelmiş arazlardır, sözleri boştur, deriz. Çünkü araz, zâtı ile kaim olamayan, kaim olacak bir mahalle muhtaç olan­dır. Bu mahallin de arazdan başka birşey olması şarttır, zira arazın araz ile kıyamı muhaldir.

Çocuklar hakkındaki hükümlerine gelince; bu da Kitabullah ve İcmaı Ümmete aykırıdır deriz. Binaenaleyh sahih değildir.

Allah Kitabında: «Biz bir resul gönderinceye kadar (hiçbir kim­seye ve kavme) azab ediciler değiliz» (114) buyuruyor. Hangi çocuk­lara resuller göndermiş, nehy ve emirlerde bulunmuştur? Yine şöyle buyuruyor: «İşte ben size alevlendikçe alevlenen bir ateş haber ver­dim. Ki ona en bedbaht olandan başkası girmez. Öyle bedbaht ki o,

(111)    Necm, 43 —- 46

(112)    Ali îmran, 26

(113)    Kaf, 38

(114)    îsra, 15

"hakkı yalan saymış imandan yüz çevirmiştir.» (115). Çocuğa hakkı yalan saymak, imandan yüz çevirmek nasıl nisbet edilebilir? O daha âkil değildir. İddiaları doğru değildir.

Muhammed b. il-Hasen ’den, müşriklerin çocukları hakkında, ne düşündüğünü sordular, şöyle dedi: İmam A’zam Ebû H a n i f e çocukların yanında duruyordu. Ben de durdum, dedi- ki: Ben şüphesiz biliyorum ki Allah günahsız kişiye asla azap vermez.

Ehli Sünnet ve Cemaat, işlerinde Allahın meşiyyetine mütevekkil olurlar. Allah en iyi bilendir.

5   — Mennaiyye:

Şu iddiada bulunanlardır :

Tabiat ve hevese uymadıkça Kur'an-ın emirleriyle amel etmek va­cip değildir. Kalplerimiz ve hevamızm bize emrettiği şekilde amel et.x memiz gereklidir. Görmüyor musunuz Hazreti Peygamber Vabısa b. Ma’bed’e ne demiştir: «Elini göğsüne koy ve kalbinden istifta et, bu konuda halk ne derse desin».

Yine iddialarına göre, mümin için nur vardır, eşyayı onunla görür ve ona kalbinin ve sırrının emrettiğini yapması vacipir. Bu taife şöyle der : «Bana nefsim kalbimden, sırrımdan, Rabbimden haber verdi.»

Cevap olarak şöyle deriz: Bu itikad son derece yanlış, küfr ve il hada meyillidir. Bu görüşleriyle Kitabullahı arkalarına atmışlar, Re sulullahm Sünnetinden ve müslümanların icmamdan uzaklaşmışlardır. Çünkü Kur’an-a uymak, neshedilmemek şartıyla vaciptir. Onunla amel vacip değildir, sözü peygamberi inkâra götürür. Melahide de bundan başka birşey iddia etmemektedirler.

Kalp ve hevamızm emrettiği şekilde hareket etmemiz vaciptir, gö­rüşlerinin de Kitabullaha aykırı olduğunu söylemeliyiz. Nitekim Allah cennet ehlini tavsif ederken şöyle diyor : «Amma ki Rabbımn maka­mından korktu, nefsini heva ve hevesinden alıkoyduysa, işte muhak­kak ki o cennet onun varacağı yerin tâ kendisidir» (116). Nehy ise emrin aksidir. Böylece görüşlerinin bâtıllığı sabit olur.

Ma’bed’in hadîsine sarılmaları da doğru değildir. Zira Hazreti Peygamber, İbn Ma’bed’e bir hâdise dolayısiyle «elini göğsüne koy» demiştir. Esasen bu konuda Kitap, Sünnet veya İcma’da bir hüküm yoktur. Eğer nass varid olaydı rey ve kıyasa lüzum kalmazdı. Nass ve icma bulunmazsa işler reyle yürütülür.

(115)    Leyi, 14

(116)    Naziat, 40 — 41

Herkes de içtihadda bulunamaz, bunu, yapmak için içtihada ehli­yet ve salâhiyet gereklidir. Birisi içtihad eder ve içtihadı da Kitab ve Sünnete uygun olmazsa, bu içtihada uyulmaz, o sadece şeytanın ves­vesesinden ibaret kalır. Görmüyor musunuz M u a z ’ı Yemen’e gönderirken Hazreti Peygamber ne demiştir :

— Ya Mu az, ne ile hükümde bulunacaksın?

— Allahın Kitabı ile

  Eğer Allahın Kitabında bulamazsan?

— O’nun Resulünün sünneti ile

— Bulamazsan?

  Reyimle içtihad ederim

'              Resulu resulu ile muvaffak kılıp onu razı eden Allaha hamd-

olsun.

6 — Sabıkıyye :

Şu iddiada bulunanlardır :

İnsanlar iki kısımdır; saadet ehli ve şekavet ehli. Saadet ehline maasi zarar, şekavet ehline de taat fayda vermez.

Bunlar Hazreti Peygamberin şu sözüne dayanırlar: «Saîd anası­nın karnında saîd, şakî de anasının karnında şakidir».

Cevap:

Görüş ve iddiaları apaçık fesattır, çünkü Kur’an-a karşı geliyor, amelleri faydasız sayıyor, âsî ile mutî arasında fark görmüyorlar,

Allah şöyle buyuruyor : «Yoksa kötülükleri kazananlar, kendileri­ni, iman edip de iyi amel ve hareketlerde bulunanlar gibi mi ya­pacağız, dirim ve ölümleri bir mi olacak sandılar? Ne fena hükme­diyorlar» (117) ve «Kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülüktür» (118) ve «Sonra kötülük edenlerin âkıbeti ateş oldu. Çünkü onlar Allah’ın âyetlerini tekzip etmişlerdi. Onları eğlenceye alıyorlardı» (119) ve «İş­te kim zerre ağırlığınca bir hayır yaptı ise onun karşılığını görecek» (120).        

Bü âyetlerle sabit oluyor ki Hazreti Peygamber (bu hadis müna­sebetiyle) «Öyleyse amelin sebebi ne?» diye soran Ömer’e ne de­mişti : «Amel ediniz, her şey halkı üzere müyesserdir». Ömer de şöy­le demiştir : «Öyleyse bizim için doğru olan, amelde bulunmaktır».

;   (117)   Casiye, 21

j   (118)   Şura, 40

i   (119)   Rum, 10

(120)     Zelzele, 7 — 8

1   — Hubbiyye:

Bu taifenin iddiası şudur :

Mahabbet istikrar kesbettiğinde ve kul nefsini kahredip ibadette gayeye ulaştığında ondan emir ve nehy kalkar. Çünkü sevgili, sevgili­sinin özrüne bakmaz. Görmüyor musunuz Allahtı Teala kullarına na­mazı, orucu ve cenneti teklif etmemiştir, zira sevgili ile sevgilisi ara­sında teklif yoktur.

Cevap olarak, bu taifenin sözlerinin Kitaba ve akla aykırı olduğu nu söyleriz.

Allah Kitabında şöyle buyuruyor : «De ki. Eğer Allahı seviyorsa nız hemen bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı örtsün» (121). Allah, mahabbetin delili olarak resulünün emrine uymayı gös­teriyor. Kim daha çok seviyorsa Allaha ve resulüne daha çok itaat eder, onun ibadetin müşakkatine tahammülü daha çok ve devamlı olur.

Bu konuda akla müracaat edilirse, şöyle düşünülebilir : Hazreti Peygamber diğer yaratıklar içinde Allah için en. kerim olandır ve onun Allaha olan mahabbeti diğerlerininki ile kıyas kabul etmez. Bununla beraber sair farzlara ilâveten, geceleri kalkarak namaz kılması emre-, bilmiştir. O da ayakları şişinceye kadar kılmıştır. Hazreti Peygambe­rin (Allah indindeki) rütbesinin yüksekliği ve Allah sevgisinin kema­line rağmen kendisine emr ve teklif edilenleri ihlâl etmemiş, ondan da emir ne kaldırılmış ve ne de tahfif edilmiştir. Bu hususta rivayet edi­len Allahu Tealanm Hazreti Davud’a olan şu vahyi de delil teşkil eder: «Ya Davud, gecenin kendisini uykuda bulduğu her kim benim sevgi­mi iddia ediyorsa o yalancıdır».

Keza bir rivayete göre de Hazreti Lokman, oğluna şöyle demiştir: «Oğlum, Allah sevgisinin alâmeti üçtür. Bunlar, çok namaz kılmak, çok oruç tutmak ve çok sadaka vermektir».

8   — Havfıyye :

Mümin kimseye korku yoktur, çünkü o habîbdir ve habîb habîbini korkutmaz diyenlerdir.

Bunların kavli fasittir, zira Hazreti Peygamber şöyle demiştir : «Ben Allahı sizden iyi bilir ve sizden çok korkarım». Hangi iman Haz­reti Peygamberin imanından kuvvetlidir? İddiaları bâtıldır. Sonra Allahın mekrinden emin olup, gufran ve rahmetinden ümitsizliğe düş­mek en kötü hasletlerdendir. Müslümanm yeri havf ile reca arasmda-

(121)      Ali îmran, 31

dır; Allahtan korkup ondan reca isteyecektir, bu ibâdetlerin başıdır. Allah iman, ehlinin sıfatından bahsederken şöyle buyurmaktadır: «Yanları yataklarından uzaklaşır, korku ve ümid ile Rablarma dua ederler» (122) ve «Hakikat bunlar hayr işlerinde yarışırlar, umarak ve korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bizim için derin saygı gösterenler­di» (123)

9   — Fikriyye :                                

Bunların iddiaları şudur:

İlim öğrenen ve mütefekkir görünen kimseden amel ve havf kal­kar. Bütün insanlara o kimsenin istediklerini yapmak vacip olur; o kimse, dünya ehlinin mallarının ortağıdır. Onu herhangi birşeyden mahrum etmek zulümdür. Bizim görüşümüze göre iddiaları apaçık fe­sattır. Zira ilmin fazileti amel ve korkunun artmasını gerektirir. Allah şöyle buyurmuştur : «Allahdan, kulları içinde, ancak âlimler korkar» (124). Hazreti Peygamber de, «Ben Allahı sizden iyi bilir ve O’ndan sizden çok korkarım» ve «Kim bilir ve amel etmezse Allah yaklaşmaz, uzaklaşır» demiştir.

Böylece sabit oluyor ki ilmin fazileti ameldir, amel, onun fayda­sının tam olmasını sağlar. Ameli terk Allahtan ve rahmetinden uzak­laşma sebebidir. Amel ve havf, ilim ve tefekkürle kalkmaz.

Âlim kimsenin insanların mallarına ortak olması görüşlerine ge­lince, bu da küfür ve ibaheye yakındır. Çünkü Allahın haram kıldığı bir şeyi helâl saymak küfürdür. Allah şöyle buyuruyor : «Aranızda bir­birinizin mallarını haram sebeplerle yemeyin» (125). Hazreti Peygam ber de: «Müslimin malı, tıpkı kanı gibi, haramdır» demiştir.

Bunların iddialarının boş ve bid’at olduğu böylece sabit oluyor.

10   — Hasbiyye :

Bu taifenin iddiası şudur :

Dünya mallarına bütün insanlar ortaktır. Zira Âdem aleyhisselâm bu dünyadan göçtüğünde dünyayı çocuklarına miras bırakmıştır. Bu sebeple bir kimsenin bu dünyaya ait bir şeyi diğerinden sakınması caiz değildir. Zira bu diğer insamn o şeye ortaklığı sabittir. Bir hakkı, o hakkın sahibine tanımamak caiz değildir.

(122)    Secde, 16

(123)    Enbiya, 90

(124)    yatır, 28

(125)    Bakara, 188

Cevap:

Bu itikad apaçık fesat olup, küfür ve ilhada denktir. Çünkü pey­gamberleri ve şeriat hükümlerini sarahaten inkâr etmektedir. Fikriy- yeden bahsederken zikrettiğimiz âyeti burada da gösterebiliriz: «Ara­nızda birbirinizin mallarını haram sebeplerle yemeyin» (126). Bunla­rın iddiaları şuna varır : Bir cariyeye sahip olan bir kimse, ona sahip olamıyacaktır. Çünkü cariye iki ortağın malıdır, bunların hiçbiri ona yakın olamıyacak ve temasta bulunamıyacaktır.

Dünya Âdemin çocuklarına miras kalmıştır sözleri de birkaç şe­kilde iptal edilebilir:

1 — Kur’an-a aykırıdır. Nitekim Allah şöyle buyurmaktadır : «Gök­lerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır» (127) ve «Şüphesiz ki yer Allah’ındır. O’na kullarından kimi dilerse onu mirasçı yapar» (128).

2 — Bir hadîste varid olduğuna göre: «Peygamberler ne bir dir­hem ne bir dinar miras bırakabilirler».

3 — Şayet dünya miras kalmış ise, bu, o zaman mevcut olan ço cuklarınadır, daha sonrakilere değil.

Bu maddelerle gösterildiği üzere iddiaları bâtıldır. Allah her şeyi en iyi bilendir.

11   —- Münkiriyye :

Bunlar Allahın isminin yanında mahlukatmdan hiçbirinin zikre dilemiyeceğini, kurban esnasında Allahtan başkasının isminin zikrinin caiz olmadığım delil göstererek iddia edenlerdir.

Cevap olarak şöyle deriz :

Görüşleri fasittir, zira Allah Peygamberini, onun ismini kendininki yanında zikretmekle mükafatlandırmıştır. Şöyle buyuruyor : «Senin namını da yükselttik» (129). Bu, kendi zikrimizle bir araya koyduk demektir. Keza tevhid kelimesinde de ismini ismine Peygamberi tazim için yaklaştırmıştır. «La ilahe İllallah» dan sonra «Muhammed Resul­ullah» gelir.

Keza Allah şöyle buyurur : «Şüphesiz ki Allah ve melekleri pey gambere çok salat (ve tekrim) ederler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin, tam bir teslimiyetle de selâm verin» (130).

(126)    Bakara, 188

(127)    Bakara, 284

(128)    A’raf, 128

(129 İnşirah, 4

(130)    Ahzab, 56

(Ebû) Muhammed -Allah ona rahmet etsin- şöyle demiştir: Eğer insanlar âyet ve delillerden gafil olmayıp şüpheli ve bâtıl şeylere sap- masalardı böyle bir bab’a lüzum görmezdik; lâkin boş fikirler onları kör ve sağır etmiştir. Allah onları irşad etsin ve hidayet versin. O bize yeter ve ne güzel vekildir.

12   -t Keseliyye:           .           .

Bunlar şu iddiayı ileri sürerler :

Kulun kisbi vardır fakat bu ona ne fayda ve ne de zarar verir : zira rahat, nimet, ukubet ve şiddet ibadette taksim edilmiştir. Cehd ve taat onu arttırmadığı gibi tembelliği de masıyeti azaltmaz. Taatm sevabı ve isyanın cezası yoktur. .

Şöyle derler : Allahu Tealâ bizim taatımıza muhtaç değildir. Bi zim masıyetimizden de zarar görmez. O halde taat ve masıyete sevap ve ikabın terettüp edeceğine nasıl kail olabiliriz?

Cevap olarak Allahın Kitabına ve Peygamberin sünnetine aykırı olduğundan iddiaları bâtıldır deriz. Kur’an-a aykırı olan her hüküm merduddur.     r

Allah şöyle buyuruyor : «Kim iyi amel (ve hareket) de bulunursa (bu) kendi lehine, kim de kötülük ederse, bu ’da kendi aleyhinedir. Rabbırı kullarına zulümkâr değildir» (131) ve «Kim savaşırsa ancak kendisi için savaşmıştır» (132) ve «kim inkâr ederse inkârı kendi aley hine olur. Yararlı iş işleyen kimseler kendileri için rahat bir yer hazır­lanmış olurlar» (133).

Sünnete ra'" re, Enes b„ Malik, Hazreti Peygamberin şöyle söyle­diğini rivayet ediyor : «Kıyamet günü geldiğinde Allah ümmetime şöy­le diyecek : Anımla sıratı geçiniz, rahmetimle cennete giriniz, derece­leri de benim feslim ve sizin amellerinizle taksim ediniz».

İbn Mes’ud şöyle diyor : «Kim hayır ekerse gıbta biçer ve kim şer ekerse nedamet biçer».

Böyle olduğuna göre, her amelin bir karşılığı vardır. Âkil o kim sedir ki bir saat dahi tegafül, taat ve ibadette tekasül göstermez. Tev- fik Allahtandır. '

Burada Gebriyye’nin görüşleri ve sınıfları tamamlanmış oluyor. Allah veliyyul - hidayedir.

(131)    Fussılet, 46

(132)    Ankebut, 6

(133)    Rum, 44

MÜŞEBBİHE VE SINIFLARI

Dâvalarının esası şudur:

Halik’ı mahluk’a benzetirler, Ona, büyüklük ve celaline yaraşma­yacak şeyler izafe ederler. El, ayak, saç, tırnak, kemik, et, ayakta dur­mak, oturmak, inmek, çıkmak vs. gibi Onun Zâtını mahalli havadis, arşı mekânı, kürsîyi ayaklarını koyduğu yer saymak gibi yakışıksız sözler söylerler.

Cevap olarak fikirlerinin fasit olduğunu söyleriz. Çünkü Allah Ki tabında: «O’nun benzeri yoktur. O İşitendir, Görendir» (134) buyurmak­la mislinin ve benzerinin bulunmadığını beyan etmiştir. Müfessirlerin kavline göre, âyetteki «kâf» «sile» dir ve mânâsı «O’nun misli yoktur» dur. Bu âyet bütün Müşebbihe ve Muattıle’nin aleyhine delildir. Çün­kü âyetin başı «benzetmeyi» nefyeder, sonu da sıfatlan ısbat eder ve o ta’tîlin nefyidir. Böylece her iki fırkanın iddiası da bâtıl olmuş olur.

Onun Zatı için cisim denilemez. Çünkü O cismin yaratıcısıdır. Bir şeyin yaratıcısı ise o şey olamaz.

Belki şöyle denebilir : «Siz Onun şey olduğunu teslim ediyorsunuz ve O, şey’in yaratıcısıdır. Niçin cism olması caiz değildir? O, cismin de yaratıcısıdır.» •

Şu cevabı veririz : Şey deyince mevcut kastedilir, cisimde ise te’lif ve terkip vardır. Anlamıyor musunuz, «La Şey» dese yokluk (adem) kastedilmiş olurdu. «La Cism» dese bundan yokluk mânâsı çıkmazdı. Çünkü cismin nefyi arazın ve cevherin nefyi demek değildir. Netice olarak, Ona şey ıtlakı caizdir, zira O cismin hilafına, mevcuttur. Cism ise mürekkeptir, Allahın sıfatları ise terkipten beridir, Allah bunların üzerinde, yüksek ve büyüktür.

(134)    Şura, 11

VIII. BÖLÜM

Bu esastan hareketle on iki fırkaya bölündüler: Müşebbihe, Mü- cessime, Hululiyye, Haddiyye, Tarikiyye, Kavliyye, Valihiyye, Amriyye, Saibiyye, Sarıkiyye, Behşemiyye, Haşeviyye, Kerramiyye.

1 Müsebbibe :

Bunlar yaratanı (halik) yaratılana (mahluk) benzetirler ve Ona organlar, yönler nisbet ederler. Onu mahalli havadis sayarlar.

Cevap : Zikrettiğimiz âyet karşısında bunların fikirlerinin yanlışlı­ğını kimse saklayamaz. Çünkü O Yapıcı (sanî’) dır, yaptığına (masnû’) benzemez. Görmüyor musunuz, bir kuyumcu yüzüğe, bir marangoz ka­pıya benzer mi? Öyleyse yaratanın da yaratılana benzetilmesi doğru değildir.   .

Şöyle diyebilirler: Allahu Teala, Allaha değil de putlara tapılma- sının doğru olmadığını beyan ederken, onlara yardım edecek el, ayak, göz, kulakları mı var, demektedir: «Onların yürüyecekleri ayakları mı, yoksa tutacakları elleri mi, yahud görecekleri gözleri mi, yoksa işite­cekleri kulakları mı var?» (135). Bu âyet, bütün bu şeylerin Allaha iza fesinin doğruluğuna delildir.

Şu cevabı veririz:

Kur’an-ı Kerimde bu neviden varid olanları teşbih etmeksizin ve organları tasvire girişmeksizin kabul ve öylece iman ederiz. Onların keyfiyetini araştırmayız. Kur’an-da zikredilmemiş olanları nefyeder ve RabbıTealayı bunlardan tenzih ederiz. O kutsaldır ve bunlarla ilgisi yoktur, sıfatları kâmil, Zatı celîldir.

Bunların delil gösterdikleri âyet putlara ibâdet edip onları ilah edinen kâfirleri reddetmek için nazil olmuştur. Allah şöyle buyuruyor: «Öyleyse Allahı bırakıp da size hiçbir şeyle ne faide ne zarar yapumı- yacak olan (bu put) lara hala tapacak mısınız?» (136). (Burada anla­tılmak istenen fikir şudur) Bazılarınızın bazılarına faydası vardır, bu­nunla beraber biribirinize tapmazsınız, fayda ve zararı dokunduğu halde birbirinize ibâdet etmeniz doğru olmadığı halde ne faydası ve ne de zararı dokunan şeylere ibadet doğru olabilir mi?

(135)    A’raf, 195

(136)    Enbiya, 66

2 — Mücessime :

Şu iddiada bulunan taifedir : O, şeylere benzemeyen bir şey’dir. nefslere benzemeyen bir nefstir, âlimlere benzemeyen bir âlimdir de­diğimiz gibi, Allah cisimlere benzemeyen bir cisimdir diyebiliriz derler.

Cevap olarak, bu taifenin görüşü fasit ve akidesi kötüdür deriz. Nitekim biraz yukarıda, şey ve cisim arasındaki farkı beyan etmiştik: Şey, var olandır, cisim ise telif ve terkip ifâde eder. Te’lif, iki şeyin ayrıldıktan sonra bir araya getirilmesidir ki hudusun emarelerindendir. Zatı Bâri’ye uymaz, O bundan beridir. Allah en iyi bilendir.

. 3 —- Hululiyye :

Her güzel surete Allahın hulul ettiğini iddia edenlerdir. Bunlar, gü­zel çocuk ve erkeklere meyleder, güzel yüzler ve erkekler arasında eğ­lenmek ve raksı hulul dolayısiyle tecviz ederler.

Cevap olarak bu taifenin inancının yanlış olduğunu söyleriz. Bun­larla putlara tapanlar aynı mesabededirler. Çünkü bunlar, Allahtan başka herşeyin sonradan yaratılmış (muhdes) olduğu hususunda bize uyuyorlar. Mekân ve yönlerden sıyrılmış olmak ezelden sabittir, eğer yön ve temekkünü Zatının hadis olduğunu, ezelden sabit olmadığını düşünerek izafe edersek, Onun mahalli havadis olması gerekir. Bu ise muhaldir. Böylece iddialarının saçmalığı ortaya çıkar.

4   — Haddiyye :

Allahın bir sınırı vardır fakat kendisi sınırlanmış değildir iddia smda olanlardır. Bunlar «arş» ı Allahın durduğu yer sayarlar ve «O çok acıyıcı olan (Allahın emrü hükmü) arş’ı istila etmiştir» (137) âye­tini kendi heveslerine göre tefsir ederler.

Cevap:

İddiaları apaçık fesattır. Çünkü, sınırı olanın mutlaka nihayeti ol­ması gerekir, nihayeti olan ise sınırlı olur ve ezelî olması caiz olamaz. Allah ise Zâtı ve sıfatlan cihetinden ezelîdir. Onu yönler ve diyarlar istiab etmez, çünkü Tebareke ve Teala arş’tan öncedir ve ondan mü­nezzehtir; yarattıktan sonra arş’a muhtaç olmaz. Çünkü Onun, arş’ı yarattıktan sonraki ile yaratmazdan önceki sıfatları birbirinin aynıdır. Bu yaratma fiilinden dolayı yeni bir sıfat eklenmemiştir. Allahın Zâtı, hâdiseleri (değişiklik) kabul etmez. O, bundan uzak yüksek ve bü­yüktür.

(137)    Taha, 5

— Vâlihiyye :

Şu iddiada bulunan taifedir :

Marifetullah hayretten ibarettir, kimse Allahı gereği gibi bilemez, lâkin o kimse Allahı bilmekten âciz olduğunu bilirse, asıl marifet budur.

Cevap :

Bunların görüşleri yanlıştır. Çünkü Allah kâfirler hakkında şöyle buyurmuştur : «Allahın kadrini ona lâyık olacak bir surette hakkıyla takdir etmediler» (143). Müfessirlere göre bunun mânâsı, Allahı hak­kıyla bilmediler ‘dir. Âyette, müminin O’nun hakkıyla bilebileceğine delâlet vardır. Böylece mümin ile kâfir arasındaki zıtlık ortaya çıkar ve bu delalet doğrudur. Çünkü kâfir O’nu hakkıyla bilemez, zira O’na ortak ve dostlar izafe etmekte, yani O’nun rububiyyetine yakışmayacak isnatlarda bulunmaktadır; hakkıyla bilmiş olsaydı bunları Ondan nef- yeder, O’na birşeyi ortak kılmaz, O’nu takdis eder, büyüklüğünü ka­bullenir, O’nu evsafu’l-hudûs ile tavsif etmez. Böylece mümin, O’nu hakkıyla bilen kimse olur, kâfir de bunun aksidir. Meleklerin kıyamet günü söyleyecekleri «Ya Rab, sana lâyık olduğun şekilde ibâdet ede­medik» sözü de bunların fikirlerine delil olamaz. Burada bahsedilen «lâyık olunan ibadet» O’nun rububiyyetine nazarandır, emrine naza­ran değildir. O’nun emrine göre hakku’l-ibadet yerine getirilebilir, bu tasavvur olunabilir, zira O tebarek ve teala şu sözü ile ibadet ve taat emretmiştir: «O halde Allaha, dinde O’na ihlas edici olarak, ibadet et» (144) ve «Halbuki onlar Allaha, O’nun dininde ihlas ve samimiyet erba­bı ve muvahhid olarak ibâdet etmelerinden, namazı dosdoğru kılma­larından, zekâtı vermelerinden, başkasıyla emr olunmamışlardı. En doğru din de bu idi» (145).

Bu âyetlere göre gerektiği gibi veya bunun aksi şekilde ibâdetle emredilmiş olmaktan başka ihtimal yoktur. Gerektiğinin aksi şekilde ibadetle emretti denmesi caiz değildir; bu O’ndan menhîdir, böyle bir şeyle memur etmez. Böylece bu kısım taayyün eder.

Diğer bir cevap :

Allah bize, kendisine lâyık olduğu şekilde ibâdette bulunmamızı emretmiştir. Eğer bu bizim takatimizin üzerinde olsaydı emretmezdi. Zira «Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez» (146). Mam afi şöyle söyleriz : Kul yaptığı taat ve hidmette kendini da-

(143)    En’am, 91 (141) Bakara, 8

(144)     Zümer, 2 (146) Beyyine, 5 (146) Bakara, 286 72

ima kusurlu görmelidir. Çünkü en küçük bir nimete dahi hakkıyla şük retmekten dahi acizdir ve Allaha karşı yapılacak bütün taatleri ifâ edemez. Allah en iyi bilendir.

8   — Amriyye :

ileri sürdükleri iddia şudur :

Müminin. işlediği measi ve irtikap ettiği günahlardan dolayı ceza görmesi vacip değildir. Çünkü müminin işlediği masıyet yanlışlıkla ve gaflet yüzünden, kazaen olmuş olabilir. Yoksa ondan, Allahın emrinin hilafı sadır olmaz, o zaman kâfir sayılırdı.

Cevap olarak, görüşlerinin yanlış olduğunu söyleriz. Çünkü Allah her suç için bir ikab vacib kılmış, zina, şarap içmek, kazf v.s. için had­ler beyan etmiştir. Eğer bunlar kasd ve ihtiyarı ile olmuyorsa hadd niçin icabetsin?

Nitekim Hazreti Peygamber şöyle diyor : «Ümmetim her ikisinden de tiksindiği için hata ve nisyan onlardan kalkmıştır».

9   — Sâibiyye :

«Allah yaratıkları yaratıp başıboş bıraktı, hiç kimseye Allaha, imandan başka birşey teklif etmedi, kim O’na inanırsa cennete, kim inkâr ederse cehenneme gider» diyenlerdir. Onlara göre namaz, oruç ve sair taat ve ibâdetlerin hepsi fazladır, farz olmadığı halde yapılan ibâdetlerdir. Bunları Allahın şu kavlinde olduğu gibi, isteyen yapar, is­teyen terkeder : «Siz dilediğinizi işleyin» (147).

Cevaben şöyle söyleriz :

Bunların itikadı şer’î hükümleri açıktan açığa kaldırıp, Kitap, Sün­net ve İcma ile sabit ameli ibtal eylemesi dolayısiyle tamamen küfür ve ilhaddır. Kitabullahm bir âyetini dahi inkâr edenin kâfir olacağı hususunda Ehli Sünnet ve Cemaat indinde ihtilâf edilmemiştir. (Bir âyet için böyleyken) tamamen nasıl inkâr edilebilir? Görmüyor musu­nuz, Ehli Ridde, zekatı vermekten imtina edince Hazreti Ebû Bekir Sıddîk onlarla mukateleye girişmiştir.

İddialarına delil getirdikleri âyet de onların fikirlerini destekle­mez, zira âyetin mânâsında ibahe değil, azarlama ve tevbih vardır. Allah şöyle buyurmaktadır: «Artık dileyen iman etsin,, dileyen gâvur olsun» (148).

(147 Fussılet, 40

(148)    Kehf, 29

10   — Sarıkiyye:

Bunların ileri sürdükleri iddia :

Çaldığı on şeyin birini sadaka olarak veren kimse için, bu çında bir, çalınmış olan on’un kefareti olur. Çünkü Allah’ın buyurduğu gibi, bir hasen sadakanın on katı verilir : «Kim Allaha bir iyilikle, güzel­likle gelirse işte ona on kat var. Kim de bir kötülükle gelirse bu, o mikdardan fazlasıyla cezalanmaz» (149).

Keza, bir kadınla zina eder, sonra guslederse, bu iğtisal o zinanın kefareti olur, ceza terettüp etmez, dünya ve ahırette muaheze görmez.

Bu taife, taate teşvik için Hazreti Peygambere nisbetle, ortaya uy­durma hadîsler atmayı tecviz ederler. Bu konuda birçok rivayet zikr­ederler. Bununla, insanları ibâdet ve taata rağbet ettireceklerini zan­nederler.

Cevap olarak deriz ki, bu taifenin görüşü yanlış ve akidesi akide­lerin en bozuğudur.

Allah şu kavli ile hırsızın elinin kesilmesine hükmetmiştir :. «Er­kek hırsızla kadın hırsızın ellerini kesin» (150) ve zina için de hadd ile hükmetmiştir : «Zina eden kadınla, zina eden erkekten her birine yüzer deynek vurun» (151). Eğer onda bir’i tasadd.uk etmek ve iğtisal bu iki hareketin, kefareti olsaydı, niçin «kesmek» ve «hadd» ile hük­medecekti? Görüşleri bâtıldır.

Diğer bir cevap :

Çalınmış malın sahibine iadesi vaciptir. Ondan verilecek sadaka sahih değildir. Hazreti Peygamber şöyle buyurmuştur : «Meşru olma yandan sadaka verilemez» ve «Haram parayı almayı reddetmek, Allah indinde kabul olunmuş yetmiş haccdan efdaldir».

Hazreti Peygambere yalan hadîs izafesinin cezası ise cehennemdir. Nitekim Hazreti Peygamber : «Kim, bilerek bana yalan izafe ederse, cehennemdeki yerine hazır olsun» buyurmuştur. Allah her şeyi en iyi bilendir.

11   — Behşemiyye :

Bunların iddiasına göre, imanın sıhhatinin şartı, helâl ve harama imanın marifetidir. Bunların hepsini bilen, haram ve helala ister inan­sın ister inanmasın, mümindir. Bunlardan birini bilmeyenin imanı sahih değildir.

(149)    En’arn, 160

(150)    Maide, 38

(151)    Nur, 2

Cevap :

İtikadları Ehli Sünnet ve Cemaat indinde fasittir; çünkü, ikrar ve itikad olmaksızın mücerred ilim iman olamaz. Görmüyorlar mı ki, İblis imanın hak olduğunu biliyor ve fakat mücerret ilim iman sayıl­madığından bu ilmi ona fayda vermiyordu.

Keza yahudiler de biliyorlardı ki «Muhammed Allah’ın Resulüdür», nitekim Allah da bunu belirtmiştir : «Kendilerine Kitap verdiklerimiz onu (o peygamberi) öz oğulları gibi tanırlar. Öyle iken içlerinden bir güruh, kendileri bilip durdukları halde yine de hakkı gizlerler» (152).

Mücerredu’l-ilm ve bunun aksi; müminler biliyorlar ki küfr »bâ­tıldır ve böylece ilim sahipleri kâfir olmuyorlar. Sabit oluyor ki mü­cerred ilmin küfre ve imana tesiri yoktur.

Şayet imanı bilmeyi onun sıhhati için şart saysaydık, Allahın âle­minde bir tane mümin bulunmazdı.

12   — Haşeviyye :

Bunlara göre şer’î hükümlerde kıyas’m kullanılması caiz değildir. Çünkü ilk kıyası yapan İblis’tir ve bundan bir hayr,ve iyilik bulma­mıştır. Kıyas yapan herkesin hali de İblisin hali gibi olur. Vacip olan hükümlerin vücubu Hazreti Peygamberin kavli- iledir. Kıyasın hüküm­lerde yeri yoktur. •

Ömer’in şöyle söylediğini rivayet ederler : Rey ashabı sünnetin düşmanlarıdır. Bu taife, mezkûr görüşlerinin İmam Ahmed b. Muham­med b. Hanbel ve başkalarının mezhebi olduğunu iddia ederler.

Cevap olarak bunların görüşlerinin yanlış olduğunu söyleriz. Zira, Ehli Sünnete mensup âlimlerin hepsi, hakkında nass, sünnet ve icma olmayan hâdiselerde Kıyas’m kullanılmasının cevazı hususunda ittifak etmişlerdir.

Sahabenin rivayetine göre Hazreti Peygamber Muaz’ı Yeme n’e gönderirken :

— Ne ile hükmedeksin ya M u a z ?

— Allahın Kitabı ile.

— Eğer onda bulamazsan?

— Resulullahm sünneti ile.

— Eğer onda da bulamazsan?

— Reyimle içtihad ederim.

Bunun üzerine Hazreti Peygamber : «Resulunun resulunu, resulunun rızasına uygun olarak muvaffak kılan Allaha hamd olsun, demiştir.

(152)    Bakara, 146

Görülüyor ki Hazreti Peygamber onun sözünden memnuniyet duy­muş, kıyas’ı kullanması cihetinden onu medh etmiştir. Eğer kıyas caiz olmasaydı onu niçin medhedecekti ve o medhe niçin lâyık olacaktı?

İblisin kıyası ise Allah’ın emrini reddetmiş olması hasebiyle kı­yas değildir. Esasen bu konumuzun dışında kalır, zira biz kıyasın ce­vazına Kitapta nass ve sünnet bulunmadıkça kail oluruz. İblis ise nassı bulduğu halde onu reddetmiş, onunla amel etmemiştir. Bu yüzden de hayra ulaşamamıştır. Her şeyi en iyi bilen Allah’tır ve tevfik ondandır.

13   — Kerramiyye :

ffıpkı Müşebbihe gibi, Allahı yaratıklarına benzeten, O’nun cisim­ler gibi olmayan bir cisim ve mahallu’l-havadis olduğunu iddia ve O’na inmek, çıkmak, oturmak ve kalkmak nisbet edenlerdir.

Cevap daha önceki fasıllarda geçmiş olduğundan tekrarına lüzum görmüyoruz. Haberlerde varid olan inmek (nüzûl) ve mümasilleri için iki yol vardır :

1    — Bunlara olduğu gibi inanıp keyfiyetini araştırmaktan vazgeç­mek. Nitekim Selefi Salihden böyle rivayet olunmuştur.

2    — Nüzûl O’nun emrine, hikmetine ve rahmetine hamledilebilir. Doğrusunu ancak Allah bilir.

Burada Müşebbihe’nin görüşleri ve sınıflarının anlatılması sona erdi. Allah’tan bizi Sünnet ve Cemaat üzere sabit kılmasını, fazlı ile bizi sapıtıcı şeylerden uzak tutmasını niyaz ederiz.

MUATTILA VE SINIFLARI

Bunlara Cehmiyye, Zenadıka Karamıta da denilir. Dâvalarının aslı şu iddiaya dayanır :

Allah mevcuddur veya şeydir demek caiz değildir. Zira, şayet O mevcuddur ve O’nun gayrı mevcuddur; veya O şeydir ve O’nun gayrı şeydir, dersek bununla teşbihe gidilir. Keza «Le Şey» ve «La Mevcud» demek de caiz değildir. Aynı şekilde diğer sıfatları üzerinde dururlar, Kıdem’i konusunu ele alırlar ve : «O mahluk veya gayrı mahluktur di' yemeyiz» derler. Sırat’ı, Mîzan’i, amellerin tartılmasını ve şefaati in­kâr ederler.

Cevaben dâvalarının yanlış olduğunu söyleriz. Allah kendi nefsini şey olarak isimlendirmiştir : «De ki, şâhid olmak bakımından hangi şey daha büyük? De ki, benimle sizin aranızda Allah hakkıyla şahittir» (153).

Keza, O mevcuddur da... Şayet mevcud olmasaydı ma’dum olur- ,du; ma’dum olsaydı âlem de ma’dum olurdu. Halbuki Bârı azze ve celle ezelden ebede Vacibu’l - Vücuddur.

Âlem ise caizu’l - vücuddur. O elan mevcuddur, benzeri ve naziri- nin bulunması imkânsızdır. Öyleyse deriz ki: O, şeylere benzemeyen bir şeydir. Bu sözümüzle hem teşbih've hem de ta’tîl’den uzak kalmış oluruz.

(153)    En’am, 19

ÎT

VIII. BÖLÜM

Bu asıldan on iki fırka teşekkül etti: Cehmiyye, Mahlukiyye, Laî- zıyye, Vâkıfıyye, Mureysiyye, Varidiyye, Kabriyye, Vezniyye, Meyliyye, Harkıyye, Fâniyye ve Zenadıka.

1 — Cehmiyye :

Cehm b. Safvan et- T i r m i z î ’nin peşinden gidenlerdir. C e h m’e göre, Allaha «O şeydir ve la şeydir, La Mevcud, Gayrı Mevcuddur de­mek caiz değildir». Diğer sıfatları için de aynı şey varittir.

Sultana karşı hurucu tecviz eder.

Kulların istitaaya sahip olduklarını reddeder.

İmanın mücerred bir bilgiden ibaret olduğunu söyler.

Cennet ve cehennemin faniliğine kaildir.

Allah gayrı ma’lumdur, yaratıkların ilmi O’nu istiab etmez görü­şündedir.

Cevap :

Allah Şeydir ve La Şey’dir meselesinin cevabı daha önceki fasılda verilmişti. .

İman mücerred bilgidir iddiasının cevabı da, Müşebbihe’den Beh- şemiyye anlatılırken zikredilmişti. Keza cennet ve cehennemin fani ol­dukları ve sultana hurucun hak olduğu iddiasına da cevap verilmişti.

Bunlar, «Beni katiyen göremezsin» (154) âyetine dayanarak Ahı- rette Allahın görüleceğini inkâr ederler. Buna şu cevabı veririz: «Beni göremezsin» den kasıt, bu dünyada göremezsin’dir. Ahırette şu âyetin delaletiyle müminlerin O’nu görecekleri haktır: «Şüphesiz ki onlar o gün Rablerini görmekten katiyen mahrumdurlar» (155). Kâfirler küfrleri sebebiyle O’nu görmekten mahrum olacaklarına göre müminler, iman­ları dolayısiyle bundan mahrum kalmayacaklardır. Çünkü mümin ile kâfir arasında tam bir tezat vardır.

Allahın şu kavli de buna delildir : «Yüzler (vardır) o gün ter-ü   tazedir. Rablerini görecektir» (156).

(154)    Araf, 143

. (155) Tatfîf, 15

(156)    Kıyamet, 22-23

«O’na gözler erişemez (idrak edemez)» (157) in anlamı nedir öy­leyse, derlerse, cevabımız şudur: İdrak, rüyetten ayrıdır. İdrak iha­tayı gerektirir, ihata ise Allah’tan menfîdir. Bu sebeple şöyle deriz : O görülür fakat idrak edilemez. Tevfik Allah’tandır.

2 — Mahlukiyye :

Bunlar, Kelamullah mahluktur, kim gayrı mahluk olduğunu söyle­se, şirke sapmış olur, zira Allahın onunla ezelî olduğunu söylemekte­dir. «Hakikat biz O’nu, anlıyasınız diye Arapça bir Kur’an yaptık» (158) âyeti de mahlukiyetinin delilidir. Allah onu «ca’l = kılmak» lafzı ile zik­retmiştir, bu ise «halk = yaratma» dan ibarettir. Keza, Allahın şu «Rab- lerinden kendilerine yeni bir (muhdes) ihtar gelmeye dursun, onlar bunu hep ille istihza ederek ve kalpleri oyuna dalarak dinlemişlerdir» (159) ve «Allah, kelamın en güzelini (ahsenu’l-hadîs) ahenkdar, kat­merli bir kitap halinde indirmiştir» (160) âyetlerinde varid olduğu gi­bi, «muhdes» ve «hadîs» asla «kadîm» olamazlar. Kur’an’m mahluk olduğu da böylece sabit olur, iddiasında bulunanlardır.

Cevap :

Daha önce beyan etmiştik ki Kur’an Allah’ın kelâmıdır ve Kelâm O’nun sıfatıdır; bütün sıfatları da ezelîdir. Ezelî ise, mahluk, muhdes ve hadis olamaz. Dayandıkları âyeti anlayış şekilleri doğru değildir. Nitekim, «Hakikat biz onu arapça bir Kur’an yaptık.» dan kasıt «biz onu mânaları anlaşılsın diye arapça beyan ettik» demektir.

«Rablerinden kendilerine yeni bir (muhdes) ihtar gelmeye dursun» âyetindeki muhdes’e gelince, bu, tenzil cihetiyle muhdestir. Allah on­lara hatırlatmak ve tavsiyelerde bulunmak için inzal etmiştir.

Böylece görüşleri ve zikrettikleri bâtıl olur.

Ebû Yusuf el - Magazî’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir : «Ebû Hanife ile Kur’an konusunda, altı ay münazara ettim, sonunda şu hususta görüşlerimiz birleşti: Kim Kur’an-a mahluktur derse sapıklık içindedir». Başka bir rivayette ise «Kim. Kur’an mahluktur derse kâ­firdir» denilmektedir ki bu Şafiî’nin sözüdür.

Kitabımızın baş taraflarında bu konuda imamların görüşleri geç­mişti. Bazıları, (Kur’an-a mahluk diyenler için) kâfir, bazıları zındık ve bazıları da kâfir zındık demektedirler.

(157)    En’am, 103

(158)    Zuhruf, 3

(159)    Enbiya, 2

(160)    Zümer, 23

3   — Lafziyye:

Lafz ve melfuz, kıraat ve makrû aynı şeydir, birdir iddiasında bu­lunanlardır. Bunlara göre kulun Kur’an okuması kıraati, Kur’an-m mahluk olmayışı gibi, mahluk değildir.

Cevap :

Görüşleri yanlıştır, zira kıraat, kâriin sıfatıdır, Kari ise mahluk­tur; mahlukun sıfatı da mahluk olur. Makrû ise, Kelâmu’l-Bâridir, O’nun Kelâmı ve sıfatları ezelîdir, ezelî olan da mahluk olamaz.

Fiil ve mef’ul birdir deyince ibâdet ve ma’bud da birdir demek icab- eder. Bu görüşün saçmalığını ise kimse gizleyemez. Tevfik Allahtandır.

4   — Vâkıfiyye :

Şu iddiada bulunan taifedir : «Kur’an-m mahlukiyeti ve kıdemi hak­kında konuşamayız, çünkü deliller mütearızdır, en iyisi kaçınmaktır. Kur’an Allah’ın Kelamıdır der dururuz».

Bu taifenin görüşü yanlıştır. Daha önce, Kur’an-m mahluk olduğu­nu söyleyenin ya kâfir, ya zındık ya da sapık olduğunu söylemiştik; Vâ- kıfıyye’den olan, Kur’an-m kıdemi meselesini kesin olarak söylemediği için onlardan (Kur’an-m mahluk olduğunu söyleyenlerden) olur. Zira / kıdem ile hudus arasında bunları, yerleştirecek üçüncü bir mertebe yoktur.

5   — Mureysiyye : .

Bişr b. Gıyas el-Mureysî’ye tâbi olanlardır. Bişr de Kur’an-m mah­luk olduğunu iddia ediyor ve dördü hariç -meşiyyet, ilim, kudret, tahlîk- AUahm sıfatlarını inkâr ediyordu.

Cevap:

Daha önceki fasıllarda gördüğümüz üzere, bu itikad Ehli Sünnet ve Cemaat indinde apaçık fesattır.

Kur’an muhakkak ki Allahın kelamıdır ve kelam O’nun sıfatıdır, Allahu süphanehu ve tealâ bütün sıfatlarıyla kadîm ve ezelîdir.

Mişr’in ileri sürdüğü bu görüş Halife M e m u n ’u da izlal ederek Kur’an-m mahlukiyyetine meylettirmiştir. Bu kavli kabul etmeyen bir cemaat idam edilmiştir.

Sonra Abdulaziz b. Ebî Ruvvad, Bişr ile bu konuda münazarada bu­lunmuş, onu mağlup etmiş, Bişr idam edilmiş, M e m u n da fikrinden rücu ile Allaha tevbe etmiştir.

6   — Vâridiyye:

Şu iddiada bulunan taifedir :

Mümin cehenneme girmez, Kur’andaki bütün vaîdler kâfirler için­dir. Mümin için vaîd yoktur. Mümin cehenneme girmekten emindir, zi­ra oraya giren için artık çıkış yoktur.

Cevap :

Görüşleri iki cihetten Allahın Kitabına aykırı olduğu için yanlıştır, deriz.

Allah şöyle buyuruyor : «Sizden hiçbiriniz müstesna olmamak üzere ille oraya (cehenneme) uğrayacaktır. Bu, Rabbimin uhdesine vacip kıl­dığı, kaza ettiği bir şeydir. Sonra takvaya erenleri kurtaracağız» (161).

Allah haber veriyor ki, cehenneme ille uğranılacaktır, sonra şirk ve isyandan ittika etmiş olanlar Allahın kurtarmasıyla kurtulacaklardır.

Bu taife ise önce adem-i duhulü iddia ediyor, sonra oradan hurucu inkâr ediyorlar. Âyet ise hem duhula hem de huruca delalet etmekte­dir. Allah en iyi bilendir. ‘

7   — Kabriyye : '

Bunlar kabir azabını, Münkir ve Nekir’in kabirdeki sualini inkâr ederek şöyle derler : İki tane meleğin, ''yanlarında iki yardımcısıyla dört arşmhk yere sığmaları nasıl tasavvur olunabilir? Nitekim yırtıcı hay­vanların yediği veya ateşin yaktığı veya suda boğulanların cezalandı­rılması muhaldir.

Cevap:

. Bu taifenin akidesi yanlıştır. Kabir azabı ve kabirdeki suale dair varid olmuş haberler vardır ve ümmet bunda müttefiktir.

Allahın «Biz onları iki kerre azaba uğratacağız. Sonra da daha bü­yük bir azaba döndürülecekler onlar» (162) âyetiyle tekid edilmekte dir. İki azabın biri bu dünyada kılıç altında can vermek, diğeri de ka­birdeki azabdır. «Daha büyük bir azab» ise cehennem azabıdır, Müfes- sirler de böylece zikretmişlerdir.

Keza şu âyet de: «(Azabdan biri de) ateştir ki onlar sabah akşam buna arz olunacaklar» (163) buyurulmaktadır. Yani kabirde, sabah akşam ateşe arz olunacaklardır. Böylece kabir azabının lâyık olanlar, için mevcut bulunduğu sabit oluyor. Tevfik Allah’tandır.

(161)    Meryem, 71 — 72

(162)    Tevbe, 101

(163)    Mümin 46

8    — Vezniyye:

Şu iddiada bulunan taifedir :

Amellerin mizan ile tartılması (vezn) muhaldir. Allah âlimu’l-gayb ve’ş-şehade’dir; mizan ise mikdarm bilinmesi ve meçhulün beyanı için konulur. Kulların amelleri ise Allah için gizli ve O mizana muhtaç de­ğildir.

Cevap :

Bu taifenin iddiası yanlıştır. Allahın Kitabını inkâr etmektedirler. Allah, «Biz kıyamet gününe mahsus adalet terazileri koyacağız. Artık hiçbir kimse hiçbir şeyle haksızlığa uğramayacaktır» (164) ve «Artık kimlerin terazileri ağır basarsa işte onlar murada erenlerin ta ken­dileridir. Kimin de tartıları hafif gelirse bunlar da âyetlerimize zul- ; meder oldukları için kendilerine yazık etmişlerdir» (165) buyurmakta- i dır. Bu babda bu şekilde varid olmuş âyetler vardır.

Şöyle bir sual sorulabilir: Amellerin vezni nasıl tasavvur olunabi- î lir? Amel arazdır, hâki kalmaz.

:             Şu cevabı veririz : Kur’an-da varid olanları ve haberleri ikrar va-

cibdir. O’nun keyfiyeti müşahede ve muayene ile tahakkuk eder. Bazı­ları, Allah o gün cevheri yaratacak ve arazları bunun üzerine koyacak­tır, sonra cevher Allah nasıl isterse öyle tartılacaktır, derler. Bazıları, amellerin kaydedildiği siciller tartılacaktır, derler. Doğrusunu ancak Allah bilir.

9    — Meyliyye:

Kıyamet gününde şefaatin olmadığım iddia edenlerdir. Şefaat bir nevi «meyl»dir, kıyamet günü ise meyi olmaz, derler. Allah şöyle diyor : «Ey insanlar, Rabbımzdan korkun. Babanın evladına, bizzat evladın da babasına hiçbir şeyle faide veremiyeceği günden korkun» (166) ve «kişinin kaçacağı gün, biraderinden, anasından, babasından, karısın­dan, oğullarından. O gün bunlardan herkesin kendine yeter bir işi var­dır» (167). Öyleyken şefaat olur mu?

Cevap:

İddialarının doğru olmadığı kanaatmdayız. Çünkü kıyamet günü Enbiya, evliya ve salihînin şefaati olduğu hususunda Kur’an-da âyet

(164)    Enbiya, 47

;     (165) A’raf, 8  — 9

(166)    Lokman, 33

(167)    Abese, 34 — 37

ler, sahih eser ve haberler vardır. Allah, «Ümid edebilirsin, Rabbın se­ni bir makam-ı mahmuda gönderecektir» (168) buyurmuş ve müfessir- ler bundan muradın şefaat olduğunu söylemişlerdir.

Diğer bir âyette şöyle diyor : «Bunlar O’nun rızasına ermiş olan dan başkasına şefaat edemezler» (169). Nefy’den istisna ise isbatı ge­rektirir.

Hazreti Peygamber, «Şefaatim ümmetimden kebair işleyenler için­dir» buyurmuştur.

Anlattıklarımızla şefaati inkâr edenlerin iddialarının yanlışlığı or­taya çıkmış oluyor.

10   — Harkıyye :

İddiaları şudur :

Kâfirler cehennemde ancak bir defa yanacaklardır. Bu yanıştan sonra cehennemde bulundukları halde ateşi duymayacak, elem hisset- miyeceklerdir. Zira onlarda bu yanıştan sonra hayat kalmayacaktır. Allah, «Kim Rabbine suçlu olarak gelirse hiç şüphesiz ona cehennem var. O orada ölmez de dirilmez de» (170) buyurmaktadır.

Diğer bir delil:

Onların ateşte yanmalarına sebep küfürleridir. Halbuki onlar sa­dece bir defa kâfir olmuşlar, sonra bu şekilde kalmaya devam etmiş­lerdir. Cezalarının da hareketlerine uygun olması icabedecek, yani bir defadan fazla yanmayacaklardır.

Cevap :

Allahın Kitabına muhalefetleri dolayısiyle görüşleri yanlıştır. Nite­kim Allah şöyle buyuruyor : «Onların derileri piştikçe azabı tatmaları için derilerini yenileyeceğiz» (171) ve «Onların azabı asla hafifletilmez»

(172)      ve «Artık azabı tadınız, biz sizin azabınıza ancak azab katarız»

(173)      .

Bu âyetler azab’m cehennem ehli için kesintisiz olduğuna delildir. «Oraya giren ne ölür ne de yaşar» âyetine sarılışlarına gelince, şöyle deriz: Bundan murad ukubet ve azabın devamlı ve baki oluşudur. Öl

(168)    isra, 79

(169)    Enbiya, 28

(170)    Taba, 74

(171)    Nisa, 55

(172)   Bakara, 86, 163 ve Ali İmran, 88

(173> Amme, 30

mezler ki istirahat etsinler ve güzel bir hayat yaşamazlar, ancak ebe- diyyen Allahın azab ve ukubetinde kalırlar. Nitekim Allah şöyle buyu­rur : «Onlar ateşten çıkmalarım isterler. Halbuki onlar bundan çıkıcı- lar değildir. Onlar için kendilerini tutup .durduracak (salıvermeyecek) bir azab vardır» (174). '

11   — Fâniyye :

İddiaları şudur :

Cennet ve cehennem fanidirler, zira bu ikisinin baki olduklarını söylersek, Allahın da bâki olduğunu söylediğimizden, isim ve anlamda ortaklığı (şirk) icabettirir. Bu ise caiz değildir, nitekim Allah şöyle buyurmuştur «O’nun hiçbir adaşı olduğunu bilir misin?» (175), bunun anlamı, O’nun hiçbir adaşı yoktur demektir.

Hazreti Peygamber de «cehennemin kapıları çarpar» buyurmuştur. Yani müddet uzar, zaman geçer de cehennem boş kalırsa kapılarını çar­par, Bu da zeval ve fenaya delildir.

Cevap :

Bu itikad Ehli Sünnete göre sahih değildir; zira cennet ve cehen­nem, fâni değil bakidirler. Allah : «İçinde ebedî kalıcılar» (176) buyur­muştur. Cennetin nimetlerinden «kesilmeyen, yasak da edilmeyen bir­çok meyveler arasında» (177) ve «Takvaya erenlere vadedilen cenne­tin sıfatı şudur : Altından ırmaklar akar onun. Yemişleri ve gölgeleri daimdir» (178) şeklinde bahseder.

Bir hadîste şöyle denilmektedir : «Cennet ehli cennete, cehennem ehli cehenneme yerleştiği zaman, ölüm güzel bir koç şeklinde cennet ile cehennem arasına getirilir ve şöyle denir: ‘ey cennet ehli ebedî kalın, orada ölüm yoktur ve ey cehennem ehli ebedî kaim, orada ölüm yoktur’, sonra bu koç kurban edilir».

Böylece sabit oluyor ki cennetle cehennem fâni değildir, bu taife­nin dâvası bâtıldır.

«Bu ortaklığı icabettirir» iddiaları da doğru değildir. Cennet ve ce­hennem, yoklarken sonradan yaratılmışlardır. Bârî ise, Zâtı itibariy­le kadîm, ezelî, ebedîdir. Sıfatları lem yezel ve layezal’dir. Allah, «O

(174)  Maide,37 ,                                                           '

(175)  Meryem., 65

(176)  Nisa 57

(177)   Vakıa, 32-33

(178)   Ba’d, 35 (

evvel ve ahirdir» (179) buyurmuştur. Binaenaleyh ortaklığın tahakku­kuna imkân yoktur.

Şöyle denebilir : Bir kâfir küfründe elli ya da yüz yıl devam ede­bilir; bunun azab ve ukubeti ise ebedî oluyor, bu nasıl olur?

Şöyle cevap veririz Bu kâfir ebediyyen yaşasaydı bile küfründe sabit kalacaktı. Şu âyet bu hususa .delâlet eder: «Geri dönseler bile yine, vaz geçirilmek istendikleri şeylere döneceklerdir» (180). Mümin de şayet ebedî olarak yaşasaydı ebedî olarak iman üzere kalırdı. Bu sebeple her birine itikadı üzere muamele tatbik edilir.

Şöyle denebilir : Şahidde kâdî’nin ilmi ile, keza gaipte hükmetmesi caiz değildir.

Şu cevabı veririz : Böyle' bir kıyas bâtıldır. Şahidde kâdînın ilmi, ta’n eden kimsenin ta’nmdan salim değildir veya zıddı ya da kendisi doğru olmak ihtimali vardır. O’nun hakkında şahidlere itibar ile bu ihtimal ortadan kalkar. Bu mânâ gaip diye anlaşılmamalıdır.

12   Zenadıka : ,

Allahın sıfatlarından hiçbirinin isbatını tecviz etmeyenlerdir. Şunu iddia ederler: Allahu teala idrak olunamaz. Nitekim Allah «O’na göz­ler erişemez» (181) buyurmuştur. İdrak edilemeyenin sıfat ve haber­lerinden bahsetmek ise muhaldir.

Cevap :

İddiaları Allahın Kitabına muhalif olduğu için onları küfre sürük­lemektedir. Çünkü Allah kendi nefsim Rububiyyet, Kudret, Hâlıkıyyet, Râzıkıyyet, İrade, İlim v.s. sıfatları ile tavsif etmiştir. Allah şöyle di­yor : «O en güzel yaradanı, sizin de evvelki atalarınızın da Rabbı olan Allahı» (182), ve «Âlemlerin rabbı Allaha hamdolsun» (183) ve «De ki, O sizin üstünüzden yahut ayaklarınızın altından bir azab göndermeye veya sizi birbirinize katıp, kiminizden kiminin hıncını tattırmaya ka­dirdir» (184) ve «O öyle Allahtır ki, vücude getireceği herşeyi hikmeti muktezasınca takdir edendir. Onları var edendir» (185) ve «Allah sizi yaratan, sonra rızkınızı veren, sonra sizi öldürecek, daha sonra da sizi

(179)   Hadid, 3

(180> En’am; Bı8

(181)   En’anı, 103

(182)   Saffat, 126            \

(183)   Fatiha, 2

(184)   En’am, 65

(185)   Haşr, 24

 

diriltecek olandır» (186). Bu mânaya gelen daha başka âyetler de vardır.

Zenadıka’dan bazıları Sani’i değil fakat onun resuller göndermesi hususunu inkâr ederler. Bu Berahime’nin kavlidir. Onlar ba’s ve ir­sali inkâr ile «M u h a m m e d -S.A.- hakim bir insandı; Kur’an-ı daha önce gelmiş olanların sözlerinden bir araya toplamıştır» derler. Aynı şeyi yahudiler de söylemiş «Muhamm e d -S. A- Abdullah b. S e- 1 a m ’dan işitiyor, onu fasihleştirip cemediyor» demişlerdir.

Bu iddia fesadın son mertebesidir. Allah şöyle buyuruyor: «De ki. ey insanlar, şüphesiz ben göklerin ve yerin mülküne malik olan, ken­dinden başka hiçbir tanrı olmayan, diriltmekte öldürmekte bulunan Allahın size, hepinize gönderdiği Peygamberim» (187).

Sahabîler şöyle söylerlerdi: «O seni hak nebî olarak gönderdi».

Böylece iddiaları tard ve aks yoluyla ibtal edilmiş oluyor. Bunla­rın halleri şöyle oluyor : Bu âyetleri ya tasdik ya tekzib ederler; tasdik ederlerse, Hazreti Peygamber «Allahın size gönderdiği peygamberim» diyor, bu dâvalarını ibtal eder. Tekzib ederlerse, yine ibtala uğrarlar, zira «Muhammed hakim bir insandır» deyip sonra onu tekzib ediyor­lar, halbuki yalancı insan hakim olamaz.

Allah başka bir âyette diyor ki: «İnsanlar tek bir ümmetti. (Kimi iman etmek, kimi küfre sapmak suretiyle ihtilâfa düştüler). Binaena­leyh Allah rahmetinin müjdecileri azabının habercileri olmak üzere onlara peygamberler gönderdi» (188). Tevfik ye ismet Allahtandır.

Heva ve bid’a ehlinin bahsi burada söna eriyor. Allahtan, kendi yolundan ayrılmış yollara uymaktan bizi esirgemesini diler, Allahtan başka ilah olmadığına, O’nun bir ve şeriksiz, bir ve samed olduğuna, doğurmamış ve doğurulmamış; hiçbir şeyin de O’nun dengi ve benzeri olmadığına şehadet ederiz.

Allahtan niyazımız, bizi Ehli Sünnet ve Cemaat itikadı üzere tes- bit buyurması, bid’at ve sapıklıktan fazlı ve rahmetiyle bizi uzak tut­macıdır. Allah bize yeterlidir. O ne güzel vekil, velî ve yardımcıdır.

Seyyidu’l-murselîn, hâtemu’n-nebiyyîn, Resulu Rabbi’l-âlemin Mu­hammed efendimize, âline, ashabına Rabbu’l-âlemîn devamlı ve bol şa- lat ve selam etsin.

(186> Rum, 40

(187)   En’am, 158

(188)   Bakara, J213

 

 

IX BÖLÜM

KÂFİRLER VE SINIFLARI

Bunlar yirmi sınıftırlar :

1     — Sofistâiyye :

Bunların dini mahsusatm inkârıdır.

2     — Nehdiyye:

Yerler, gökler ve bunların dışında ne varsa, âlemin kadîm oldu­ğunu söylerler.

3     — Ashabu’I-Heyûla:

Her şey için kadîm bir Heyûla yani asi bulunduğunu iddia ederler.

4. — Ashabu’t-Tabai:

Dört unsurun -ateş su, hava, toprak- kadîm olduğunu iddia ile, bunun yanında dört kadîm tabiat vardır : Hararet, burudet, rutubet ve yubuset, ve âlemde bulunan herşey bu dörtlerden mürekkeptir derler.

  5 — Felasife :

Tabaii inkâr ile âlemin kıdemini ileri sürenlerdir. Bazıları, Sanı’ mutasavverdir, lâkin kadîm illet, kadîm malulun vücudunu gerektirir derler.

6     — Küffaru’l-Müneccime :                             t

t

Feleklerin, yıldızların kadîm olduğunu söyleyenlerdir. Bunların id­dialarına göre olayların sebepleri yıldızların hareketleridir. Bir kısmı insan başına, bir kısmı meleklere tapar ve melekler Allahın ona çocuk yapacak kızlarıdır.  ,

7     Hululiyye:

Allah her güzel yüz ve güzel şekle hulul etmiştir diyenlerdir.

8     — Tenasuhiyye :

İddialarına göre ruhlar bir kalıptan diğerine intikal ederler. Sevap ve ikabı da ikinci kalıpta bulurlar.

9     — Berahime :

Sani’in varlığı ile âlemin sonradan yaratılmış olduğunu kabul, fa­kat Allahın peygamber göndermesi hususunu reddedenlerdir.

10    — Yunaniyye :

Bunlar da saniin varlığını ve misilsiz olduğunu ikrar ederler lâkin şunu iddia ederler: Sani’ felek’i halketmiştir, «felek», hayy, nâtık, semi’ ve basîr, âlemi idare edendir.

11    — Sabia :

Sani’ mevcuttur derler, fakat O hayy, kadir, semi’, haşirdir deme­yip, ölü, âciz, cahil, sağır değildir derler. Bunlar üç vakit namazı gü­neşin tuluunda, zevalinde ve gurubunda olmak üzere farz sayarlar.

12    — Seneviyye:

Bıınlarca âlemin iki kadîm aslı vardır; biri nur diğeri zulmettir. Nur’dan hayr, ve sürür, zulmetten fitne, gam ve şürûr gelir. Bu iki asıl ayrı ayrı iken imtizaç etmişler, bu birleşmeden âlem ortaya çık­mıştır.

13    — Veseniyye :

Putların, âlemin idaresinde Allahın ortakları olduğunu iddia eden­lerdir. Bunlardan bazıları «bu putlar bize Allah nezdinde şefaat ede­cektir» derler.

14    — Mailiyye :

Bunların dinlerine göre arzu ve hevesleri neye meylederse, yaban­cılar ve akrabalarla cinsî temas, şarap içmek, ölü eti yemek... herşey onlara helâldir. Namaz, oruç veya herhangi bir ibadet kendilerine var cip değildir.

15    — Mansuriyye:

Revafızdandır ve bu itikattadır.

16    — Yehud:

Birçok fırkaya ayrılmışlardır. Ekserisi Musa’dan sonra dokuz pey­gambere inanır ve Hazreti Muhammedin nübüvvetini inkâr ederler.

         ;                    : VWWOOB®ŞB^         :   /

17   — İseviyye:

Bunlar onun nübüvvet ve risaletini ikrar fakat beni İsrail olmak­sızın yalnız araplara tahsis ederler.

18   — Nasara:

Keza bunlar da çeşitli fırkalara ayrılmışlardır. Hepsi de Allaha or­tak koşarlar.

19   — Mecus :

Bunlara göre âlemin iki yapıcısı vardır. Yezdan ve Ehrimen. İddi­alarına göre, Yezdan hayr’m Ehrimen de şerr’in yaratıcısıdır. Bunlar haram kılınanlarla, şarap içmeyi, ölmüş hayvan eti yemeyi tecviz ederler.

20   — Melahide ve Batmiyye:

Bunların aslı Mecus’tur. Halife M e m u n zamanında hicretten ikiyüz küsûr yıl sonra toplanıp «Felasife» ve «Mailiyye» ile Peygambe­rimiz Hazreti Muhammed hakkında konuşmuşlar ve şöyle demişlerdir:

«Muhakkak ki Muhammed resul ve nebi değildir. Sahih bir din de ortaya atmamıştır. İlim, hikmet, felsefe, ilm-i nücum, devlet idaresi ve devirlerinden haberleri olmayan araplar arasında zuhur et­miş bir insandır. Onların bazısını lutf, bazısını müdara, bazısını da kahr ile dinine sokmuştur. Halen giriştiği iş kuvvet kazanmış, şanı yü- celmiş, bize, memleketimize ve mallarımıza galebe etmiş, taraftar ve yardımcısı artmış, galebe ve istilalarına mukavemet etmemiz imkân­sız hale gelmiştir. O halde, yolumuz şu olacaktır: Beyan ettiğimiz düş­manlığı zahiren reddedip onlara yaklaşacak M u h a m m e d ’in dinine girecek, iman edecek, sonra da dinlerini güzel hilelerle ifsad edeceğiz. Kahr ve galebe ile yapamıyacağımızı idrak ediyoruz.»

Bu şekilde ittifak ettikten sonra Seneviyye’den bir adamdan yar­dım istediler. Bu, Abdullah b. Meymun el-Kaddah el-E h v a z î, dinin­de hazık, elçabukluğunda mahir bir zat idi. Bunlara parası, malı, ka­fası ile yardımda bulundu. Sufiye’nin Mutenemmise tarikatının halle­riyle halleniyordu.

Bunun üzerine insanları dinine davete başladı. Bir taife de ona uydu. Sonra ortaya çıkınca insanlar onu katletmek istediler; o da Basra’ya kaçtı, Ukeyl köylüleri arasına indi ve Şiîliğini ilan etti. Bu onun en büyük hilelerinden biriydi Şia’ya girip, onları sahabeye küfr­etmeye teşvik etti. Sahabeye küfür etmeleri ise ilhada giden yolun en kötüsü ve en şerlisidir.

Nitekim Hazreti Peygamber de «Ümmetimin şerirleri ashabıma küfredenlerdir» ve «Ashabımın kötülüklerini zikretmeyiniz, yoksa kalplerinizde ihtilâflar vukua gelir, onların iyiliklerini anın ki kalple­riniz teellüf etsin» demiştir.

Sonra Basra’yı hali üzere bırakıp Bağdad/a, sonra Şam’a geçti, Selemiyye adı verilen bir karyeye indi, dâvetini orada bir çocuğu ola­na kadar neşretti. Çocuğu büluğa erince onu kendi yerine bıraktı ve Irak’a gitmek istedi. Karmat b. el-Eş’as isimli bir zattan bir hayvan kiraladı. Çöle geldikleri zaman Karmat’a «yaptığın hizmet ve sohbet dolayısiyle bana hakkın geçti; sana bir mükâfat vermem ve hakkını kaza etmem gerekir; en evla hukuk ise dünya ve ahiret necatı olan bir dine dâvettir» dedi, ona dinini anlattı ve davet etti, o da kabul etti.

Sonra karyesinin halkı da dinini kabul etti.i Melahide’den olan Karamıta bu Karmat b. el - E ş’ a s ’a mensuptur.

Yine bunlardan olan Batmiyye, şeriat ve dinimizin her zahirinin bir batını vardır, bu da başkalarına üstün olanlarca bilinir, derler. İleri sürdükleri her iddianın peşine şunu da ilâve ederler: «Bu öyle bir ilimdir ki ancak masum olan imam anlatabilir.» Böyle hareketle­rinin gayesi insanları imam tesmiye ettikleri Alamut Kalesindeki mel’- una itaat ettirmektir. Allah fazlı rahmeti ile bizi onların şer ve ezasın­dan korusun,

X. BÖLÜM

Şurası bilinmelidir ki, bunların hepsi bir tek asla irca edilebilecek çeşitli sınıflardır. Bu da, iki sani’ olduğunu söyleyen Mecusilerdir. Çünkü bunlar «sani’, ruhanî iki asidir, her ikisi âlemu’l-ulvî ve âle- mu’s-sufl’yi idare ederler. Bu iki asıldan birine Sabık, diğerine Tâli de­nir. Sabık, şekil ve cisim, hayy ve kadir olarak Tâli’yi halkeder. Tâli­nin halkından sonra birşey halketmez. Tâli de gökleri, yeri ve bu iki­sinde olanları yaratır» iddiasındadırlar.

Bazıları el-Aklu’l-Evvel ve el-Aklu’s-Sânî’yi, bazıları, Heyûla ve Su- ret’i- ki bunlar Felasife’dir- ve bazıları da İllet ve Malul’u ortaya atarlar.

j                                          XI. BÖLÜM

Zuhur eden ilk ilhad hareketi Karmat b. el-Eş’as’ın Kuhis- tan’da meydana getirdiğidir. Sonra her memlekete dâîler gönderdi. Irak dâîsi Abdan isimli bir adamdı, din ve itikadına dair kitap ve teli- 3 fatı vardı. İran dâîsi: Abdan’ın kardeşi Me’mun idi. Rey dâîsi Hallaç, Gürcan dâîsi Ebû Ali Muallim Eş’ar ed-Deylemî, Horasan dâîsi Şa’rânî idiler. Bunların hepsi Alamüt ve dağlardaki diğer kalelere sığınana ka-   dar davetlerini gizli gizli yapıyorlardı. Şimdi işlerini açığa vurdular. Şer ve fesadları arttı, fitneleri müslüman diyarlarda zuhur etti, müs- lümanlarla suyun suya karışması gibi karıştılar, birçok müslümanın dinini teşviş ettiler, cahil halkın arasına, fıkıh ve fukahayı, sultanları ve ulemayı zemmedip küçük düşürecek meseleler attılar. Kendilerinin 3 de onları zühd ve inzivayı terkettiklerinden dolayı zemmettiklerini açıkladılar. Onlar yalnız zahir ilimle iştigal ettikleri için bunlar fıkhı, hile, fukahayı muhtellîn diye isimlendirip halkın gözünden düşürmek, sultanların hakaretine uğratmak istediler.

Bu kaideyi ortaya attıktan sonra meselelerini getirdiler ve hedef­lerine eriştiler. İleri sürdükleri meselelerin bazıları şunlardır :

1   — Birisi zevcesini üç defa boşar; sonra bu boşanan kadın bir erkek çocuk doğurursa, ilk kocasına helâl olur, ondan başkasına ni- kâhlanmaya muhtaç olmaz; şayet kız çocuk doğurursa helâl olmaz.

2   — Üç defa boşanmış kadın irtidat eder, sonra yeniden İslama girerse ilk kocası için tereddütsüz helâl olur.

3   — Bir adam zevcesine «seni bir defa boşadım» derse hiçbir şey olmaz.

4   — Bir adam zevcesine veya zevce zevcine «sen kızkardeşimsin» | veya «sen biraderimsin» derlerse, birbirlerine yabancı ve dolayısiyle

naram olurlar.

5   — Kadın hayızlı olursa zevcinin onu arkadan kullanması helal olur.

     6 — Nefsler her on günde bir yıkanırlar ve on rekât namaz kı­

larlar.

7 — Allah yolunda katledilen kimsenin zevcesinin başkası ile ev­lenmesi caiz değildir, zira şehid diridir.

8 — İki bayram arasında kıyılan nikâh kıyılmamış sayılır.

Bunu ortaya atmaktaki kasıdlan doğrudan doğruya Hazreti Pey­gamber ve Hazreti Aişe’dir. Çünkü ikisinin nikâhı Şevval’de kıyılmıştı.

Bu mülevves adamların bu hayalî ve şeytanî fikirleri ortaya at­maktan maksadları İslâmî zayıflatmak, hükümlerin zahirlerini ibtal etmektir. Bu ise İslâmî ta’tîle ve nübüvveti inkâra götürür. Bundan dolayı müslümanlar için onlardan sakınmaya, esrarlarını keşfe, hilele­rine ıttılaya, mantıklarındaki remzleri açıklamaya ve onların davet yollarını beyana çalışmak vaciptir. Böylece, kimse onların süslü, sözle­rine ve korkunç hayallerine kanmaz; dininde,. imanında ve yakînen bildiklerinde şüpheye düşmez. Allahın tevfiki ye korumasıyla bu ko­lay olur.

Hükümlerin zahirlerine sarılmak, haram ve helali birbirinden ayır­makta İslâm Şeriatinin medarıdır. Onların genel olarak kasıtları, za­hiri ibtal ile yerine batın hükmü koymaktır, böylece resulleri ta’tîle varacaklardır. Çünkü resuller ancak zahir ile gelmişlerdir ve insanlar da ancak zahir ile mükelleflerdir. Batın olan işler Allaha bırakılmıştır. İnsanlardan kimsenin onu bilmeye gücü yetmez.

Hazreti'Peygamber şöyle diyor : «La İlahe illallah deyinceye kadar insanlarla mukatele ile emrolundum. Bunu dedikleri anda kanları ve malları emindir, yalnız şeriatın hakkı mahfuzdur. Onların hesabı Allah’ındır».

Zahirî amelleri tenkid ile hükmü batma göre veren, fitne ve fesat kapısını çalmış demektir. Böylece küfr ve dinsizlik de teyid edilmiş olur. Allahu tealadan, bunların fesat ve şerlerinden bizi korumasını, hile ve desiselerinden masun kılmasını; niyaz ederiz. Çünkü küfür ve fesat bakımından bu taifeden daha habisi yoktur. Onlardan başkaları İslâma girip, Allaha ve Peygamberine' inandıkları vakit, müslümanlık- ları tasdik ve kabul olunur, İslâma girdikleri hususunda itminan1 ha­sıl olur. Halbuki Melahide böyle değildir; çünkü onlar Sani’i inkâr ve tslamm zahiri ile gayelerini tahsile,, başkalarının dinini -ifsada^ daha önce zikrettiğimiz gibi kendi konularında şer ve fitne çıkarmağa -çalı- şırlar.

Felasife ve Mailiyye ile müşaverelerinde, evvelemirde bunların fi­kirlerine itimad edilmez, İslâm olduklarına ve izhar ettikleri zühdün gerçekliğine inanılmaz. Onların söyledikleri her kelimenin altında hi­le vardır. Ebediyyen bir din veya akideye sahip olamazlar.

XII. BÖLÜM

RUMUZ VE İŞARETLERİ

Bilinmelidir ki onlar, «Sani’in varlığına iman ederiz» dedikleri za­man, «Sabık, Tâli, Heyûla ve Suretni sınıflarını anlatırken zikrettiği­miz şekilde, kastederler.

«Resule iman ederiz» dediklerinde; Tâli cihetinden gelen «madde» ve «kuvvet»! irade ederler.

İmam Ma’sum ve marifetullah Resulun kavli ile husule gelir, fikir­lerinden maksad Resulun yerine İmam’ı geçirmektir. Çünkü şöyle söy­lerler : Marifetullah ancak Resulun kavli ile husule gelir. Resul ölün­ce onun yerine kaim olacak birisine muhtacızdır ki o da masum İmam’ dır. Böylece bu İmam’in sözü Resul’un sözü gibi olur. O’nun zahirde­ki emirleriyle amel vacip olduğu gibi batmî işlerdeki emrine de uy­mak icabeder.

Böylece âyetlerin ve haberlerin zahirleri ile amel hususunu ibtal, peygamberleri tatil ederler.

Keza şöyle derler:

•Kur’an-daki bütün «Nahnu» (Biz) ve «Ene» (Ben) 1er, Sabık ve Tâli’ye işarettir. «Rabbının o çok yüce adını esbih et» (189), Sadık’ı teşbih ve «O halde Rabbını o büyük adıyla teşbih et» (190) Tâli’yi teş­bihtir.

Mucize hüccetten ibarettir ve Allahın şu kavli: «Bunun üzerine (Musa) asasını bıraktı; bir de ne görsünler. O apaçık bir ejderhadır» (191), Musa'nın Firavun ve kavmine hüccetine işarettir ki apaçık bir ejderha gibi olmuştur. Böylece Firavun’un bütün hüccetlerini ibtal et­miştir.

İsa’nın ölüleri diriltmesi de, halkın zahirden batma dâvet edildiği ilme işarettir.

i (189) A’lâ. ı

(190)  Vakıa, 74

(191)   A’raf, 107

Hazredi Resul’ün parmakları arasından su kaynaması dünyaya azar azar ilmin dağılmasına işarettir.

Güneşin battığı taraftan doğması Mehdî’nin o taraftan hurucuna işarettir.

Ye’cuc ve Me’cuc zahir ehline işarettir.

Zahire, imama uyup zahir ehlinden kaçınmaya; taharetin yenilen­mesi tevbenin ve imama bağlılığın yenilenmesine; Su, imamdan aldığı­mız ilme; teyemmüm, imamdan gayrıdan ve imam tarafından mezun kılınmamış kişilerden aldığımız ilme; namaz, imamı övmeye; zekât, malın beşte birini imama vermeye; oruç, sırrı muhaliflerden saklama­ya; zina, sırrın muhaliflere açıklanmasına; kıyamet, zaman bittikten sonra feleğin yeniden devre başlamasına; cennet ilme; cehennem bil­gisizliğe; ba’s ve nüşûr, ruhun bir kalıptan diğerine intikaline; Cibril ve Mika,il, büyük imamlara; şeytan, onların muhaliflerine; İblis, mu­haliflerin bilginlerine; cenabet, ahdini yenileyecek ilmin kişiye ulaş­mamasına; bu cünüblükten gusül, ahdin tecdidine; hayvanlarla müca- maa, ilme ehil olmayandan ilim tahsiline işarettir. Keza ihtilam da böyledir. Böyle mücamaa ve ihtilam vukuunda gusl icabeder.

Gusül, bu gibi tahsillerden tevbeye; cünübü mescide girmekten menetmek, mezhebinin sırrını başkasına açan kimsenin tevbe etmek­sizin imama yaklaşamıyacağına; hacc’daki mîkat da’vetin esasına; telbiye, davete icabete; ihrama girmişken dikişli elbiseden soyunma, muhaliflerden beri olmaya; ihram, imamın izni olmadan dinlerinin sırrı hakkında konuşmanın tahrimine; Kabe’yi tavaf, imamın ve mez­hebinin etrafında dönmeye işarettir.

Hezeyanları, bu sayılan ve anlatılanlardan çoktur. Bütün bunlar­dan gayeleri resulleri ta’tîl ve zahir ile hükmü ibtaldir. Allah bizi on­lardan masun kılsın, fazlu ihsanı ile bizi şerlerinden korusun.

DÂVET ŞEKİLLERİ VE HİLELERİNİN ÇEŞİTLERİ

HAKKINDA

Bilinmelidir ki, bunların davette kullandıkları ilk yol şu idi: İşi, ancak her zahir hükmün bir batınını bulabilecek kabiliyette olanlara veriyorlardı. Dâîler davetlerini erkeklere yapıyorlardı. Kaba insanları, sahra sakinlerini ve etrafındakileri, devletleri yıkılmış olup da tekrar bu devletin kurulmasını isteyenleri tespit eden dâî, bunların yanma geliyor, onlara muhabbet izharı ile zafer ve düşmanlarını kahr, devlet ve hakimiyetlerini ele geçirmek için onlara yardım vadediyordu.

Dâî bundan başka, onların hiç ulaşmamış oldukları bir ilme ulaş­tırmayı vadederdi. Bu kelimecikte bütün sözleri hülâsa edilmiştir; ga­yelerinin tamamı da buna taalluk etmektedir; bu ilhadın tesisi demek­tir. Zira onlar bu ilm ile, ilmu’l-batm’ı ve zahiri ibtali kastederler. On­ların gayesi bundan başka birşey değildir. Çünkü zahiri ibtal edebi­lirlerse resulleri de ta’tîl etmiş olurlar. Tevfik ve ismet Allah’tandır.

Dâî’ye tavsiyelerinden bir şudur : Davet edilenin yapamıyacağı şeyleri teklif etmemek; önce kulağına bir şey sokarak hafif bir davet­te bulunmak; sonra biraz mühlet vermek; sonra yeniden bir mühlet vermek; tâki yavaş yavaş «hal’»e ulaşsın; sonra «hal’» den «selh»e gö­türmektir. Hal’ taattan men, selh ise imandan ihraç ile ilhada idhal etmek demektir. Allah bizi bundan korusun.

Bir tavsiyeleri de şudur : Eğer bir kimse, dininden, mezhebinden ve mail olduğu şeylerden nefret etmiyorsa, ona muvafakat etsin, ona tamamen uysun ve kendine itimad telkin edene kadar vakit bıraksın. O zaman yavaş yavaş telkine başlayarak onu «selh»e ulaştırsın.

Eğer bir kimse, zühd ve ibadete mailse; zühd ve ibadeti övüp, me­likleri, âlimleri dünyayı talebleri dolayısiyle zühd ve ibadetle meşgul olamayan dünya ehlini, mevki ve makam peşinde koşmayı zemme baş­lasın.

Eğer birisi fitne fesatlığa mailse, bırak yapsın. Dâî,'ibadeti kötü­lemeye başlasın, ibadet ahmaklık ve aptallıktır; akıllı olan kimse din ve taat sebebiyle nefsini lezzet ve şehvetten mahrum bırakmaz desin.

Bir tavsiyeleri de şudur :

Eğer birisi Şia’ya uymuşsa, sen de meylet ve kendini onlardan göster; dinde ve. itikadda ilhada. gittiğini açıkla, onlara Ehli Beyt’e ne yapıldığını, nasıl katledildiklerini, çocuklarının ve kadınlarının nasıl esir edildiklerini anlat; onlara göre sahabenin ayıplarını yaz.

Onlardan biri rafızîliğe meyyal, «din yoktur ancak Teyyim, Ady, Ümeyye, Abbas Oğullarına ve taraftarlarına ve onlara uyanlara kin vardır» diyorsa, o da Ehli Beyte tevelli etmeyip, hepsinden teberri etsin. Keza «bizim Mehdî’nin ve Kaimu’z-Zaman’m huruç edip bu mu­haliflerden intikam almalarına intizarımız gerekiyor» desin.

Nasıbiyye’ye meyleden birini görürse bu sözün aksini yapsın, Ebû Bekir ve Ömer’i kabulden başka din yoktur, bu ikisi sair saha­beden hayırlıdır, ikisi de âdil imamlardır, hak halifelerdir» desin.

Vasiyetlerinden biri de şudur:

Dâî, davet ettiği kimseyi kendisine iimad ettirmek için, ona, 'ya­pacağı ilk şeyin taharet, namaz, oruç, emanetin yerine getirilmesi, doğru sözlü olmak, iyi muamele etmek, haramdan kaçınmak, oturma
adabı, iyi huy ve tevazu sahibi olmak, cemaatın lüzumuna kail olmak.' emr bilma’ruf ve nehy ani’l-münkeri kabullenmek, haramlardan sa­kınmak, dedi kodu, yalan, fesat v. s. yi terketmesini öğrenmek ol­duğunu söyler. Bütün bunlardan maksadı, onu kendine tamamen uy­durup itimad telkin etmektir. Sonra, imamlarının Allahın şu kavli hak- kındaki tefsirini rivayet eder: «Biz ise istiyorduk ki, o yerde zaafa uğratılanlara lutf edelim, onları (hayrda) imamlar yapalım, onları fi­ravun mülkünün varisleri kılalım» (192). Onlara şöyle der: Bu iki âyetten murad bu davettir.

Sonra onunla gece gündüz arkadaşlık eder, ona Kur’an okuma7 sini söyler, ta’zim gösterir. Kur’an-ı hüzn ve rikkatle okur. Ahdine ve­fa göstermeyeni zikreder, onu, dünya (île meşgul olup .Hazreti Pey­gamber ve Sahabenin sîretinden gitmeyen âlimler ve melikleri zem­meder.

Dâî, bu mukaddimelerden sonra davet edilenden (med’û) ahd is­ter ve şöyle başlar :

«Muhakkak ki sen Allahın vahdaniyetini, Hak dinini, Muhammedin risalet ve nübüvvetini biliyorsun. Kim Muhammedin dini hilafına birşey söylerse, o, sana göre, sapıklık içindedir». Sonra asıl gayesine gelir ve buna ilâve eder: «Zahir ve batın, bu ikisi birdir, ancak ba­tında, herkesin bilmeyip ancak havassın bileceği sırlar vardır». Sonra dâvet edilene zahiren tezatlarla dolu görünen halli güç sualler sorar, meselâ şöyle der: «Hayızlı kadına niçin oruçun kazası iktiza eder de namazın etmez? Niçin meni çıkınca gusl gerekir de, ondan daha pis olan idrarın hurucunda sadece abdest gerekir? Niçin necasetin huru­cunda huruç yerinin yıkanması vacip değildir de, necaset çıkmayan yerin gasli vaciptir? Niçin cennetin kapıları sekizdir de cehennemin ye­didir? Ruhun ceseddeki yeri neresidir, aralarında fasıl var mıdır, yok mudur? Kabir azabı nasıl olur ve mânası nedir? Elif Lam Mîm, Elif Lam Mim Râ, Elif Lâm Mîm Sâd, Kâf He Ya Ayn Sâd, Hâ Mîm Ayn Sîn Kâf’ın mânası nedir?».

Bunlar gibi şeylerle onu, din, Kitap v.s. hükümlerinde şüphe içinde bırakır. Eğer ondan bir şeyin anlamını ve açıklanmasını sormuşsa ona cevap vermez ve kalbinin müşevveş ve muallak kalması için ol­duğu gibi bırakır. Sonra onu bir kere daha çağırır, şöyle der: «Acele etme, muhakkak ki Allahın dini tembellikle açıklanmıyacak veya ehil olmayan kimse tarafından bilinemeyecek kadar celîl ve a’zamdır. Allah’ın Dinini alay ve oyuna almamak lâzımdır. İlmi, ehil olmayana

(192)   Kasas, 5        ı

bezletmek caiz değildir. Halbuki ehil olan için bu caizdir». Bu ehliyet de Allahın nebilerden aldığı ahdü misak gibi ahd ile tahassül eder: «Hatırla o zamanı ki biz peygamberlerden misaklarmr almıştık. Sen­den de, Nuh’dan da, İbrahim’den de, Musa ile Meryem’in oğlu İsa’dan da, biz onlardan sapasağlam bir misak aldık» (193). Bundan sonra şu âyetleri okur: «Karşılıklı muahede yaptığınız zaman Allahın ahdini yerine getirin. Sapasağlam ettiğiniz yeminleri bozmayın» (194) ve «Müminler içinde Allaha verdikleri sözde sadakat gösteren nice erler vardır. İşte onlardan kimi adadığım ödedi, kimi de (bunu) bekliyor. Onlar hiç bir surette (ahidlerini) değiştirmediler» (195), sonra da şöyle söyler : «Ebedî saadet, aslî hayat cehennemden necat, yüksek fevz ve derecat istersen, ehliyet kâzanmaya bak. Ehliyet, kadınla er­keğin nikâh akdindeki ahd ve misak menzilesindedir. Eğer sen ehli­yeti kazanırsan biz sana kapalı olanları açar, seni hayr yoluna yede- riz. Sonra, söyleyeceklerimizi kabul etmekte seni zorlamayız, istersen kabul edersin, aksi takdirde duymamış sayarsın. Seni istediğimiz, da­vet ettiğimiz bu ahid öyle bir ahiddir ki, onu Allah peygamberlerden, nebiyullah dost ve yardımcılarından 'almıştır. Eğer sen bizimle ahid-, leşirsen, bu, bir erkekle kadın arasında akdedilen ahid gibi ola­caktır. O zaman, bir tek nefsmiş gibi bizimle olacaksın; nefsimiz se­nin nefsin, malımız senin malın, kanımız senin kanın olacaktır. Biz senin düşmanlarını katledeceğiz, sen de imamı bileceksin».

İmama ahd ve yeminlerini şu sözlerle yaparlar:

«Senin nefsini Allahın ahd ve misakı ve resulunun zimmeti ola­rak ilzam ettim. Allahın nebilerine ahd ve misak ile vacip kıldıklarını, bizden işittiklerini veya işiteceklerini, bizden bildiklerini veya bilecek­lerini, bizim ahvalimiz, dostlarımızın ahvali, Mehdinin ashabının ah­vali, evladlarmın, dostlarının, yardımcılarının, tabilerinin, arkadaşları­nın, ehli beytinin, sevdiklerinin, erkeklerden ve kadınlardan, büyük­lerden ve küçüklerden yakınlarının ahvali hakkında bildiklerini ve bileceklerini saklarsan, bundan az veya çok birşey açıklamazsan, buna delalet eden birşey yapmazsan, bunu yalnız bizden veya bu beldede mukim naibimizden alacağın izin ve icaze mikdarınca yaparsan ve haddi aşmazsan, ahd ve misaka icabet ve Allah önünde, bizi sana söy­leyeceklerimizi, isimlerini vereceklerimizi, kendi nefsin gibi muhafaza ve bize yardım edeceğini; zahiren ve batman emanet nasihatini mu-

(193)  Ahzab 7

(19$) NahI, 91

(195) lAhzab, 23

hafaza eyliyeceğini kabul ettin. İmama ve onun kardeşlerinden, dost­larından birine veya bizden veya, ondan bir kimseye din, mal, aile, ni­met dolayısiyle ihanette bulunmayacak, ona aykırı bir reye inanmaya­caksın. Bu şekilde birşey yaparsan bileceksin ki bu ahdimize karşı gelmektir. Şimdi, evet de» ve «evet» deyince ona şöyle der :

Sen, enbiya, önceki ve sonraki peygamberler, melaiketu’l-mukar- rebûn, nebilere inzal edilmiş Allahın Kitaplarından ve bütün dinlerden beri oldun. Allahın ve resulunun zimmetinden çıkıp şeytanın ve onun dostlarının tarafına girdin. Allah seni mahzul ve matrud etti. Eğer ye­min ettiğin hususa aykırı bir şey yapar, tevilli tevilsiz bir harekette bu­lunursan Allahın ceza, ukubet ve gazabı üzerine olsun; şayet böyle bir muhalefette bulunursan sana bunun nezri olarak, kırk defa baş açık, çıplak ayak yürüyerek Beytullahı haccetmektir. Eğer buna mu­halefet edersen sana ait olan mallar, sana hiç yakınlığı olmayan fakir ve miskinlere sadaka; sana ait köleler hür; ömrünün sonuna kadar, evlendiğin evleneceğin bütün kadınlar talak-ı selase ile boş olur. Mu­halefet sadece niyetinde ise de, bütün bu saydıklarımız hakkidir. Allah senin niyetinin doğruluğuna şahiddir ve seninle bizim aramızda Allahın şehadeti kâfidir. «Evet de». O da evet der. Ondan ahd ve misak aldık­tan sonra onun zihnini karıştırırlar, şöyle derler :

«Din işi öyle birşeydir ki ona kolaylık ve hoş görürlük girmez. Allahın sırrı herkese açıklanmaz. Bu sır ancak, nefsini riyaziyete vak­fetmiş olan kula açıklanır. Allah onun salih bir mümin olduğunu bilir. Bu kul da Allahın nâtık resulun ilmi için kapı (bab) kıldığı, masum İmamdan başkası değildir. Allah onu, her ahvalde rücu edilen asi kıl­mıştır. İnsanlar arasındaki ihtilaflar, imama itaat etmemelerinden do­layıdır. Bunun için de bereket kalkmıştır. Hilafların sebebi imamlara bağlılığın azlığı ve herkesin kendi aklına uyması, din işlerinden ken­dileri için gizli olan şeyleri ortaya çıkarmaya çalışmalarıdır. Halbuki bu işlerde ancak İmam bilgi sahibidir. Allah herkesin ilim almasına razı değildir. Eğer herkesin batını, ve herkesin batınının tevili ve her tevilin tevili olursa, bunu ancak, Allahın dini üzere emin kıldığı kim­se bilebilir. Allah onun derecesini yükseltir».

Şöyle derler : «Zahir âlimleri eşeklere benzerler; kitapları yükle­nirler, lâkin mânalarını, güzelliklerini, hükmünü bilmezler».

En büyük hilelerinden birisi şudur : Evvela şeriatın zahirine tazim gösterirler ve halkı ona dâvet ederler. Sonra batın' ilim zahir ilmi te- kid eder; ikisi arasında aykırılık yoktur, ancak batın sözün ve mâ nanm hakikatma ulaşmaktır, derler.

Hilelerinden biri de şudur : Filan davetimizi kabul etti; filan bi­zimledir diye rüesadan, ileri gelenlerden, ekâbirden bahsederler. Dâvetlerini kabul edenlerin yanlarında uzun uzun kalmazlar, ayrılırlar; kıyafetlerini, suretlerini, isimlerini -tanınmamak, kimsenin hallerini bilmemesi için- değiştirirler. Sonra asıl işlerine girişir, zahiren güzel, batınen küfre meyyal mukaddimelere başlarlar. Gayeleri insanları küfre sokmak ve onları bu ciheti düşünemez hale getirmektir. Zira müslümanlardan birine önce, hiç girişe, mukaddimeye kalkışmadan «Allahı inkâr et» derlerse, o buna itaat ve sözlerine iltifat ve Allahı inkâr etmez. Bu sebeple, karışık ve hileli bir yolla insanları küfre da­vete başlarlar. Gafil kimseler de onlara uyarlar. Hazreti Peygamber bu mânada şöyle buyurmuştur : «En çok korktuğum, ümmetimin bil­mediği şeyleri söylemesi, bilmeden sapıklığa düşmeleridir».

Batmiyye’nin iddiasına göre zahir kabuk, batın ise öz’dür. Hiç şüphe yok ki öz, kabuktan hayırlıdır.

Keza şöyle iddia ederler: Zahir remz, batın mânadır ve şüphe­siz maksud lafz ve remz değil mânadır.

Bu mukaddimelerden gayeleri işi «hal’»e getirmektir. Bu merte­beye getirip amelleri terkettirdikten sonra şöyle derler: «Zahir, batın olan mânaya işarettir; mâna ise lafzdan ayrı olan maksuddur sözü doğru ise zahir ile amel vacip değildir».

Bir erkek bu makama gelmişse îslamdan soyunup küfre girmiş olur. Bundan Allaha sığınır, bizi İslâm, Sünnet ve Cemaat üzere tespit etmesini, bütün fitnelerden korumasını, iyi amellerde muvaffak kıl­masını, her iki dünyada da münteha-i emele ulaştırmasını niyaz ede­riz.- O Cevad ve Kerîm kulları için Raûf ve Rahimdir. O bize yeter ve ne güzel vekildir.

Seyyidimiz O’nun yaratıklarının hayırlısı, nebilerinin seyyidi, re­sullerinin ekremi, efendimiz Muhammede salat ve kıyamete kadar bol bol selam, olsun.

Bu kitabın ta’liki 9 Şevval 904 tarihinde Allahın en fakir ve affı­na en muhtaç kullarından Ali b. Yasin b. Muhammed et-Trablusî el- Hanefînin eliyle tamamlandı. Allah onu, ebeveynini, şeyhlerini, kar­deşlerini, bu kitabı okuyanı, ona dua edeni ve bütün müslümanları mağfireti, rahmeti ile affetsin. Seyyidimiz Muhammede, âline ve As­habına salat ve selâm etsin. Allah bize yeter, O ne güzel Vekildir.


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar