ŞEYH SAFI BUYRUĞU RUMELİ BABAĞAN (BEKTAŞİ) ERKÂNLARI
Hazırlayan
Hakkı SAYGI
İstanbul 1996
ÖNSÖZ
Sayın
okuyucularım, elinizdeki kitabın birinci bölümünde sunmuş olduğum Şeyh Safî
Buyruğu", Rumeli Babağan Bektâşileri arasında uzun yıllar bir
"Alevi Bektaşi" klasiği olarak görev yapmıştır. II. Mahmut'un tekke
ve zaviyeleri, Alevilere yasaklayıp; pek çok önemli kaynağı da ortadan
kaldırdığı bilinmektedir.
Şeyh
Safî buyruğu, işte
bu yıllarda Arap Alfabesiyle; el yazması olarak elde kalan tek eser olmuştur.
Bu eserin İran kültürüne göre yazılmış olması ve o zamanın izlerini taşımış
olmasına rağmen, ‘Hak Muhâmmed Ali" yoluna gönül vermiş Babağan Alevileri arasında elden ele dolaşarak; önemli bir kaynak olarak görev
yapmıştır.
Ancak günümüze
kadar ulaşabilen bazı nüshalarından günümüz insanı faydalanamamaktadır. Bunun
başlıca nedeni ise bu eserin, Arap alfabesiyle ve elle yazılmış bir eser
olmasından ileri gelmektedir.
Yine kitabımın
ikinci bölümünde anlatmaya çalıştığım “Rumeli Babağan Bektaşi Erkân"
usullerinin, "Şeyh Safî Buyruğu" nun izlerini taşıdığı görülmektedir.
Ancak büyük
bir olasılıkla Şeyh Safî Buyruğuna göre yol ve erkân sürdükleri anlaşılan
Rumeli Babağan Bektaşilerinin elinde, bu gün için faydalanabilecekleri
Türkçeleştirilmiş bir nüsha mevcut değildir.
Şeyh
Safî Buyruğunun, günümüz
insanına bu konuda köklü bir çözüm getirmesi olanaksız olmasına rağmen; gene de
bir boşluğu dolduracağı ve bu yola gönül vermiş insanlara bir rehber eser
olacağı kanısındayım.
Şeyh
Safî Buyruğu, doğrultusunda
yol ve erkân yürüten Rumeli Babağan Bektâşile-rinin “Erkân Usulleri",
günümüzde çok az bilinmektedir. Bunu göz önünde bulundurarak uzun bir çalışma
sonunda, mümkün olduğu kadar aslına bağlı kalmaya çalışarak; elde kalmış eski
nüshalardan da faydalanarak böyle bir eser meydana getirmeye çalıştım. Muhakkak
ki, bunun çok mükemmel bir eser olduğu söylenemez. Ancak bu güne kadar hiç bir şekilde
ele alınmamış bir konuya kısmen de olsa bir katkıda bulunduğuma inanmaktayım.
Bu eserin
hazırlanışı sırasında, bazı konulara açıklık getiren Sultan Süceattin Dergâhı
Şeyhi ‘Nevzat Demirtaş" a, yine kaynak temininde yardımlarını
esirgemeyen "Halil Ölmeztük ve Salih Topal ğlu'na teşekkürü bir
borç bilirim. Bu eser, benim bu konudaki, ilk denememdir. Kusurlarım için
şimdiden affınıza sığınırım.
Bu konuda
çalışmalarım devam edecektir. Şu anda elimde bitirmek üzere olduğum "Otman
Baba Velayetnamesi ile tercüme safhasında bulunan "Demir Baba
Velayetnamesi" bulunmaktadır. Allahın izni olursa, en kısa zamanda siz
okuyucularıma ulaştırmaya çalışacağım. Siz Okuyucularıma Saygılarımla....
Hakkı SAYGI
İstanbul-Mart
1996
GİRİŞ
Dünya
kurulduğundan bu yana yer yüzünde yaşayan bütün insanlar,bulundukları
çevreye ve konuma göre kendilerini bir dinî inanca bağ-lamışlardır.Bu
insanoğlunun yapısında evrensel olarak bulunmaktadır.
İnsanoğlu pek
çok varlığı kendisine "mabut" olarak seçmiş ve ona tapınıştır.
Mabutlaştırılanların başında hükümdarlar, krallar, kahramanlar, dağlar, taşlar,
ağaçlar, güneş, ay, yıldızlar, yağmur, şimşek, toprak, hububat, ateş, öküz ve
pek çok hayvan çeşitleri bulunmaktadır.
İnsanlar,
farkında olmadan bir "Tanrı" fikrini kendi içlerinde duymuşlar
ve gene farkında olmadan bu İlâhi gücü yukarda saydığımız varlıklarda ve
bunların dışında pek çok varlıkta sembolleştirmişlerdir.
İnsanlar,
iyiliğin ve kötülüğün kendilerine "ilâh" olarak seçtikleri "mabut"
tan geldiğine inanırlardı.Uzun yüzyıllardan sonra
uygarlıklar ilerledikçe "Tanrı" mefhumunda birlik telâkisi
ortaya çıkmıştır.
İnsanoğlunda
esasta var olan Tanrı mefhumu geliştikçe Zerdüştlük,Yahudilik
ve Hristiyanlık dinleri ortaya çıkmıştır. Bunun neticesi olarak akla,
mantığa uymayan batıl itikatlar yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlamıştır.
Cahiliye devri
de denen bu dönemde pek çok sapık itikatlar görülmüş, kız çocukları diri diri
kuma gömülmüştür. Bu sapık inançların çoğaldığı dönemlerde muhakkak bir
kurtarıcı "Peygamber" gelmiştir.
Firavun'un
musibetlerine karşı "Musa Peygamber" gelmiştir. Daha sonra "İsa
Peygamber" gelmiş ve en son olarak da "Hazret-i Fahrî Âlem
Muhammed Mustafa (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelmiştir. Hz.Muhammed'in
dünyaya gelişi de Arap Yarımadasında, Arap kavimle-rinin akıl almaz
sapıklıklarının başladığı yıllara rastlamaktadır.
Hazret-i
Muhammed'in dünyaya gelişi ile birlikte İslâmiyetin temeli atılmışıtır.
İslâmiyetin doğuşuyla birlikte de vahdaniyet-i mutlaka ve ahlâk prensipleri
daha güçlü olarak ortaya çıkmıştır.
Hazret-i
Muhammed şöyle buyuruyor: "Ena
Ba'stü min mekâri-mül ahlâk"
Anlamı şudur:
"Ben mekârımı ahlâkı tamamlamak için peygamber gönderildim."
Görülüyor ki,
insanoğlu dünya kurulalı beri dinî inanca gereksinim duymuş ve bu gereksinimini
çeşitli yollarla gidermeye çalışmıştır. Gene bilinmektedir ki, dünya kurulalı
beri yüzyirmi dört bin peygamber gelmiş ve bütün peygamberler, insanları doğru
yola ve Tanrı nın birliğine çağırmak ve sapık inançlarından vazgeçirmek için
görevlendirilmişlerdir.
Ancak, Hak
Tealâ, ahîr zaman Peygamberi Muhammed Mustafa (salla'llâhü aleyhi ve sellem)'ya
buyuruyor: "l/e ma
erselnake illârahmeten IIIÂlemin."
Anlamı şudur:
“Biz, seni ancak dünya ve ahiretin rahmeti için gön-derdik."
Buradan da çok
açık olarak anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber ve onun kurmuş olduğu İslâm dinî,
insanlığın kurtuluşudur.
İSLÂM DİNİ'NİN YAYILMASI VE
GELİŞMESİ
Cenab-ı Hak,
bir kudsi hadisinde şöyle buyuruyor:
"Levlâke
levlâklemma halakte eflâk."Anlamı
şudur:
“Ya Muhammed! iki cihanda benim dileğim sensin. Seni, kendi varlığım için
yarattım ve on sekiz bin âlemi senin için yarattım. Eğer sen olmasaydın, evet
sen olmasaydın yerleri ve gökleri ve her ikisi arasındda bulunan tüm varlıkları
yaratmazdım." buyuruyor.
Buradan da
anlaşılıyor ki, Hazret-i Muhammed tesadüfen bu âleme gelmiş ve peygamber olmuş
değildir.
Hak Tealâ,
Hazret-i Muhammed'de "nübüvet" makamını, Hazret-i. Ali'ye ise "velayet"
makamını vermiştir. Gene Hak Tealâ Hazret-i Muhammed'de Cemâl sıfatını, Haz
Ali'ye Celâl sıfatını vermiştir. Hz. Muhammed (s.v.s), âhir zaman Peygamberi
olarak İslâm dinini kurmuş, Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]ise
Velayet makamında kalmıştır. Birisi "nübüvet" sahibi, diğeri
ise "velayet" sahibi olarak İslâmiyetin yayılmasına ve
genişlemesine hizmet etmişlerdir.
GADİR-HUM (HACCATÜL VEDA)
Hazret-i
Peygamber, (Bakara sûresi,196) gereğince hacc ve hum-re görevlerini yerine
getirmek üzere hicretin onuncu yılında, bütün sahabeleriyle birlikte Medine'den
Mekke'ye hareket etti. Mevsim ilkbahardı. Hz. Peygambere, Zil-Hıcce ayının
onuncu günününden sonra şu ayet-i kerime nâzil oldu. Mealen şöyle idi:
"Allah'ın
yardımı ve fetih gelip çattı mı ve insanların, bölük bölük Allah dinine
girdiğini gördün mü, artık Rabbine hamdederek tenzih et onu ve bağışlama dile ondan;
şüphe yok ki o, bütün tövbeleri kabûl eder."
0).
Bu sûreler
geldiğinde, Hz. Peygamber'in Amcası Abbas ağlamıştı. Sebebini soranlara,
Resûlallah'ın vazifeleri bitti ve ömrü sona erdi dedi.
Hz. Peygamber
ve yanında bulunan ashab-ı kiram, Zil-Hıcce ayının on sekizinci Perşembe günü,
Mekke ile Medine arasında "Gadir-Hum" denilen mahalle
geldiklerinde, mealen şu ayet-i kerime nâzil oldu:
"Ey
Peygamber! rabbin tarafından sana nazil olanı
tamamıyla tebliğ eyle, eğer sana emredileni işlemesen, tamam tebliğ etmesen,
onun elçiliğini yapmamış olursun ve Allah seni, insanlardan korur; şüphe yok ki
Allah, kâfir olan kavme, doğru yola gitmek hususunda başarı vermez." W
Bu ayet-i
kerîmenin nûzlünden sonra Hz. Peygamber (s.v.s) Gadir Hum'a indiler. Orada
ağaçlık bir yere gitti. Bütün sahâbelerin ağaçların altına gelmesini emretti.
Öğle namazı eda edildikten sonra, deve semerlerinden üç kademeli bir mimber
yapılmıştı.
Hz. Peygamber,
hazırlanan mimbere çıkınca "Bu hacc, benim son hacc görevimdir.Sanıyorum
hacc törenini benden çok iyi öğrendiniz." dedikten sonra: Arefe günü
sahâbenin önünde çok uzun bir "hutbe" okudu. Daha sonra sahâbeye
dönerek şöyle seslendi:
— Ey insanlar!
bu gün günlerden hangi gündür ?
Sahabeler,
"Hürmetli bir gündür" dediler.
Hazret-i
Peygamber tekrar buyurdu:
— Bu ay hangi
aydır?
Sahâbeler,
"hürmetli bir aydır" dediler.
Hazret-i
Peygamber gene sordu:
— Ey insanlar!
Bu şehir hangi şehirdir ?
Sahâbeler,
"hürmeti gereken bir şehirdir" dediler.
·
1)
(Kur'an Nasr sûresi, 1-2-3).
·
2)
(Kur'an Maide Sûresi, 67).
Hazret-i
Peygamber buyurdu ki:
— Üstün ve
gadri sonsuz Allah, bu gün, bu şehrin hürmeti için kıyâmete kadar kanlarınızı,
mallarınızı ve ırzınızı birbirinize haram kılmıştır.
Daha sonra
koltuklarının beyazlığı görünecek şekilde ellerini havaya kaldırıp, "Bu
gün burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin.
"Ey
insanlar! Acıyan, bağışlayan, ve her şeyi bilen Hak
Tealâ bildirdi bana, dâvet edildim katına; yakında dâvetine icebet edeceğim,
ebedi yurda gideceğim." dedi.
Sözlerine
şöyle devam etti:
"Bende
uhdemdeki vazifeden sorumluyum, siz de uhdenizde ki vazifeden sorumlusunuz. Bu
hususta ne dersiniz, düşünceniz nedir" diye sordu ?
Orada hazır
bulunanlar, hep birden, "Şehadet ederiz ki tebliğ ettin, öğüt verdin,
vazifeni gerektiği gibi ifâ ettin; Allah, sana ecirler versin, senden razı
olsun" dediler.
Hz. Muhammed
şöyle sordu:
— Allah'ın
birliğine, Muhammed'in onun kulu ve peygamberi olduğuna şehadet ediyormusunuz,
cennet ve kıyamet günü hakkında inancınız nedir ?
Bütün
sahâbeler, hep birden, "hepisine inanıyoruz" dediler. O zaman
Hazret-i Resûl:
— Allahım
şâhid ol buyurdular.
Hz. Peygamber
sözlerine şöyle devam etti:
"Ahiret
gününde havuz kıyısında bana ulaşacaksınız. Havuzun büyüklüğü San'a ile Busra arası
kadardır. Ben havuzun başına sizden önce varacağım. Siz gelince de size,
bıraktığım iki paha biçilmez emanete ne yaptınız diye soracağım. Size iki paha
biçilmez emanet bırakıyorum. Birincisi Allah’ın gökten yere uzatmış ipi,
Kur'an-r Hazimşah, diğeri ise, benim Ehlibeytimdir.
Bu iki
emanetim sizi havuzun başında bana ulaştıracaktır. Bu iki emanetim birbirinden
ayrılmaz. Bunu âlemlerin rabbi olan Allah'tan ben istedim. Bu
iki emanete sıkı sıkı sarılırsanız. Benden sonra delâlete düşmez, ebedî
olarak doğru yoldan sapmazsınız.
Orada hazır
bulunan sahabeler, hep birden evet yâ Resûlallah diyerek tasdik ettiler. Daha
sonra Hz. Peygamber, yanıbaşında duran Hazret-i. Ali (k.v.)1 nun
elini tutup, koltuğunun altındaki beyazlık görünün-ceye kadar kaldırdı. Herkesin
duyabileceği yüksek bir sesle buyurdu ki:
"Men
Kiintü Mevlâhü Fe Aliyyün Mevlâhü Allahümme vali men vallâhü ve âdi men adahü.
"Anlamı şudur:
"Ben
kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır"
Daha sonra Hz.
Resul, minbere oturup ellerini havaya kaldırdı ve şu duayı okudu:
"Allah'ım,Ali'yi seveni (velayetini kabul edeni) sen de sev;
ona düşman olana sen de düşman ol; ona yardım edene yardım et; onu hor göreni
sende hor gör; o nereye döner yönelirse, Hak'kı onunla beraber kıl."
Bunları duyan
Ömer ibni Hattab, Hz. Ali'ye gelerek şöyle dedi:
Heniy-en leke
Yebne Ebi Talib, Esbahte Mevlâye ve mevlâ külli Mü'minin ve Mümine.
"Anlamı şudur:
"Kutlu
olsun sana ey Ebu Talib in oğlu, Sen benim ve bütün mü'min ve mü'minelerin
mevlâsı oldun." dedi.
Daha sonra
bütün sahâbe, Hzazret-i Ali'yi kutladılar. Sahâbeler, ya Resûlallah biz senden
razı olduk, herhangi bir delâlete düşmememiz için neler yapmalıyız
?
Resûlallah
şöyle buyurdular: Kul lâ'
Es'eleküm Aleyhi Ecren ille! Meveddete fil Kurba."
Anlamı şudur:
"Size tebliğ ve beşâretim için ücret istemem, ancak karabetim için bana
meveddet ediniz; yani kurbamı samimiyetle seviniz ve muhabbet ediniz."
Bu ayet-i
kerime nin hangi sebeple nâzil olduğunu ve "karabetin" kimler
olduğunu sorduklarında, Hz .Peygamber (s.v.s),
buyurdular ki:
' Ali, Fatıma,
Hasan ve Hüseyin'dir."
Cenab-ı
Peygamber gene buyurdular ki:
"Ya
Eyyühen-Nas Elestü evlâ mü'minine nıin enfüseküm."
Anlamı şudur:
"Ben sizin nevsiniz, can ve malınıza tasarrufta evlâ değil miyim ?."
Orada hazır
bulunanlar:" Evet ya ResûlallahI dediler."
HAZRET- İ ALİ kerrem'allahü veche
radiyallâhü anh HAKKINDA BAZI HADİS- İ ŞERİFLER
Hazret-i
Resûlallah, Hazret-i Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i bir araya toplayarak:
"Allahümme
Hâlâ! Ehl-i Beyt fezhep anhümür Hiçse ve tahhe-rehüm tathira.
"Buyurdular:
Anlamı şudur:
"Yarabbi, bunlar evlâtlarındır, bunları her türlü pislikten uzak
eyle" dedi.
Hazret-i
Peygamber, sözlerine şöyle devam etti:
"Yâ Ali,Lâyuhibbüke İlle! Mü'mimin veiâ yııbgizeke illel
münafık."
"Ya Ali,
seni mü'minler sever, münafıklar düşmanlık eder" dedi.
Sahibi Sırrı
Ali'y ibn-i Ebi Talib. "(2
3 4 5 6)
"Ali,
benim gizli olan kudsiyetime maliktir."
"Men
Küntü Mevlâhü Fe Aliyyün Mevlâhü." (6)
"Ben
kimin mevlâsı isem, Ali de anların mevlâsıdır."
"Ena ve
Ali Hüccetti İlah ala ibadeh."ıj)
"Ben ve
Ali Ümmetin delilleriyiz."
Hubbi Ali
Ayet-ül İmam ve buğzu Ali Ayet-ül Nifak."
(8)
"Ali'yi
sevmek, imanın; Ali'ye hakaret, nifakın alâmetidir."
“Ene
Medine-tül İlme ve Aliyyün Babiha.
"(9)
"Ben
ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır."
"Muaviye
fi Tabutin min Narinyevmelkıyama."(1°)
"Muaviye
kıyamette ateşten bir tabuta girecekt
"Men
Katele Aliyyen Aiei Hilâfet Faktuluhü Kainen Ma Kâna" (7)- "Her kim
hilafet namına Ali'yle mukatele ederse, nerede olursa olsun onu öldürün."
“Veylün li
Beni Ümeyye, ilâahır..." 8>
"Vay
olsun Ümeyye oğullarına, Benî Ümeyye'nin bagi, âşi, fâsık katilleri cehenneme
girecetir."
“Men Ebgaze
Ehle! Bayt fehüve münafık. “(9>
"Ehl-i
Beytime buğuz eden münafıktır."
"Şefaati
li ümmeti men Ehabbe Ehl-i Beyti."<10)
"Şefaatim,
Ehl-i Beytimi sevenleredir."
"Elâ İnne
Âl-i Ebi-Süfyan leyse Veliyen İnnema Veliyallah ve Salihli mü'minin." <11)
“Âl-i Süfyan
bize dost değildir. Cenab-ı Allah ile mü'minlerin iyileri bizim
dostumuzdur."
"Ya
AliEnte Minni BilmenziletiHarune Min Musa." W
"Ya Ali,
sen bana, Harun'un Musa'ya olan menziledensin."
Yani, Harun,
nasıl Musa'nın kardeşi ve veziri ise, sen de benim kardeşim ve vezirimsin.
"İnnellezine
yü'zunallahe ve Resûlehu Lâanehüm-ullahü Fid-12 dünya vel Ahireti ve adde azaben muhina."
(13)
"Her kim
Allah'ın ve Resûiallahın emirlerine mualefet ederse, Dünya ve Ahiret'te
Allah'ın lâneti anın üzerinde olsun. Onlar için "Ukba-da"da azap
mevkini amade eyledi."
"Li külli
Nebi Vasi ve Varisi ve Aliyyün Vasiyi ve Varisi. “ <14 15)
"Her
peygamberin maddi, manevi vasi ve varisi olduğu gibi, Ali de benim vasim ve
vahşimdir."
"İnni
farikam fiyküm kitaba İlah ve Ehl-i Beyti üzkarallah fi Ehl,i
Beyti."
"Ey
ümmetim ve ashâbım, Cenab-ı Hak'kın kitabını ve evlâtlarımı size emanet
ediyorum. Kitabın ahkâmına ve evlâtlarımın hukukuna dikkat edeniz."
HAZRET-İ MUHAMMED'E VE salla'llâhü
aleyhi ve sellem ONUN EHL-İ BEYTİNE ÖVGÜLER
"Bismillahırrahmanırrahim:
Allahümme
Salli alâ Seyyidina Nûr-u Muhammed Mustafa."
Hamd Allah'a
salât ve selâm Hazret-i Muhammed Mustafa'ya olsun. Bilinmelidir ki, Allah'ü
Tealâ Hazretleri şöyle buyurur:
"Levlâke
levlâklemâ halakte eflâk."
Anlamı şudur:
"Ya Muhammed! Seni kendi varlığım için yarattım. Benim dileğim sensin. Ben
on sekiz bin âlemi senin için yarattım. Eğer seni yaratmayacak olsaydım, evet
sen olmasaydın, yerleri ve gökleri ve her ikisi arasında bulunan tüm varlıkları
yaratmazdım."
Yine Hak Tealâ
şöyle buyuruyor "Ve
ma erselnake illâ rahmeten lilÂlemin."
"Biz,seni ancak Dünya ve Âhiretin rahmeti için gönderdik."
Yine Şüraâ
sûresi, 23'te şöyle buyurulmuştur:
"Kal lâ
Es'eliküm Aleyhi Ecren illel Meveddete fil Karba."
Anlamı şudur:
"Hak Tealâ mü'min kullarına müjdeliyor:
"Ya
Muhammed söyle, size tebliğ ve beşâretim için ücret istemem, ancak karabetim
için bana müveddet ediniz.Yani kurbamı samimiyetle
seviniz ve muhabbet ediniz."
Bu Ayet-i
Kerime nâzil olduğunda, eshâb-ı kiram sordular:
— Ya
Resûlallah, karabete ve kurbaya müveded buyurulmuş, bu kurba kimdir
?
Cenab-ı
Peygamber buyurdu ki:" Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin" dir.
Diğer bir
Ayet-i Kerime:
"İnnallahe
ve Melâiketehu Yusellûne Alen Nebiyyi Yâ Eyyühel-lezine Amenu Salla Aleyh-i ve
Selimu Teslima. "(2°)
Anlamı şudur:
"Allah'ü Tealâ ve Melekleri "Nebi Aleyhisselâma" salâvât
ederler. Ey mü minler! siz
dahi ona savlâvât ve selâm edin" buyurmuştur.
Bunun üzerine
orada hazır bulunanlar Hz. Resûlullah'a sordular: "Sana nice salâvât
edelim ya Resûlallah"
Hazret-i
Muhammed buyurdu ki: "Allahümme
Sallı Âlâ Muham-medin veÂl-iMuhammed."deyin
dedi.
Şurası iyi
bilinmelidir ki, Allah ve Peygamberin emriyle salât ve selâm verilirken,"Âl-i
"ye de; yani Hazret-i Ali Keremullahu Vechehu'ya, Hz. Fatıma-tü
Zehra'ya, İmam Hasan ve İmam Hüseyin'e de salât ve selâm verilmesi farz
kılınmıştır.
Buradan şu
anlaşılıyor ki, Hazret-i Fahrî Âlem, bu kâinatın ve evrenin var olmasının tek
sebebidir.
Yine Cenab-ı
Hak Tealâ ve Hz. Fahrî Âlem, buyuruyorlar ki ,Hz.
Muhammed'in kendisine ve "Ehl-i Beyt" ine muhabbet edip,
gönülden sevmek ve onlara salât ve selâm vermek bizlere farz kılınmıştır.
Hak Tealâ
Hazretleri buyuruyor:
"Ya
Muhammed! Cellâ Celâlîm hakkı için, kim seni ve evlâtlarını sever onlara
muhabbetle yaklaşırsa, iki cihanı kaplayacak kadar günahı olsa ben onları
bağışlarım. Rahmetimi o, kimseden esirgemem. 16
Ancak kim ki
seni ve evlâtlarını lâyık olduğu veçhile sevmez ve onlara huğuz ederse, iki
cihanı dolduracak kadar ibadet etse, onun yeri cehennemdir; sonsuza kadar orada
kalır."
HAZRET-İ PEYGAMBERİN HAZRET-İ ALÎ'YE
VASİYETLERİ
Server-i
Kâinat ve Âlemlere rahmet olan Hazret-i Muhammed Mustafa ((salla’llâhü
aleyhi ve sellem) bir gün fenâ (yokluk) sarayından ahirete göçeceğini anlayınca,Tanrı'nın Arslanı Aliyyel Murtaza'yı yanına
çağırdı.
Ona "Ya
Emirlerin-Mü’mini Ali! Ben fenâ yurdundan beka (ölümsüzlük) yurduna göç
edeceğim."dedi."Dilerim sana bazı vasiyetlerim ol-sun.Ya
Ali, mü'minler ölmezler, sadece yokluk (fenâ) yurdundan ölümsüzlük (beka)
yurduna göç ederler. Bu bir haneden diğer bir haneye taşınmaya benzer."
Hazret-i Fahrî
Âlem, sözlerine şöyle devam etti: "Ya Ali! Hak ka yürüme zamanım
gelmiştir. Ben bu dünyadan ahirete göçmeden evvel dilerim sana bazı vasiyetler
edeyim. Hediyem olsun, sen dahi tâliblere bildiresin ve her kim ki vasiyetlerimi
tutarsa, iki cihanda aziz ve muhterem olsun. Bunlar "Tarikat" içinde
gerekli şeylerdir. Kim vasiyetlerimi tutarsa ben o kimseden hoşnut
olurum."dedi.
Hazret-i Fahrî
Âlem, sözlerine şöyle devam etti: "Ya Ali, Cebrail-i Emin bana Allah'u
Tealâ'dan vahiy getirdi. İmdi Şerîat, peygamberlerin makamıdır. Tarîkat,
evliyâ'nın (Erenlerin) makamıdır. Mâ'rifet, her ikisinin yoluna
sâlik olup gitmektir. Hakîkat ise,"vuslat" makamıdır;
yani Hak ile Hak olmaktır" buyurdu.
Hz. Peygamber,
sözlerine şöyle devam etti: "Ya Ali, biz bu kıymetli hâzineyi (cevherleri)
sana yadigâr olarak verelim. Gerçek mü'min ve itikadı bütün olan kardeşlere
(tâliblere) inci mercan'dır. Bunlar öyle mercan ki, her biri bir cân'dır.
Tâlibler, sımsıkı saklayıp, bu söz inci'sini can kulaklarına yerleştireler.
Peygamberlerin sırrını bilip duysunlar ve erenlerin erkânına uysunlar.
Mü minlikte
temiz ve saf inançlı olan muhibler, Mahşer günü kı-yâmet kopunca bizim
sancağımızın altında bulunup; şefaatimizden mahrum kalmazlar inşallah..."
"Ya Ali!
Bu vasiyetlerimi dinleyip, Hak'ka tâlib olan kimse; erenlerin ve benim de
dostumdur. Hak'kı hak bilip, bu yola gönül veren tâlible-re; bu vasiyetlerimi
telkin edin ve o, kimseler "Erenlerin Edeb ve Erkânı" nı
öğrenip amel etsinler. Eğer her kim bu vasiyetleri dinleyip amel ederse ve
erenlerin yoluna giderse, ayrıca evliyânın edeb ini ve sırrını saklarsa o;
benim dostumdur. Ben ona yarın Hak kın cemâlini gösteririm.
Eğer kim bu
vasiyetleri işitip, amel etmese ve erenlerin sırrını saklamasa, o benim düşmanımdır."
Mü'minjerin
Emirî İmam Ali Keremullahu Vechehu bu vasiyet-nâ-me'yi aldı ve âlemlere Rahmet
olan Hz. Muhammed Mustafa'nın nice nice türlü öğütlerini çok değerli ve ulu bir
"kitap" yaptı. Her zaman okuyup, onunla amel ederdi.
Bu mübarek ulu
kitap, Hz. İmam Hasan ve İmam Hüseyin'e daha sonra da İmam Zeynel Abidin'e
ulaştı. Bu ulu kitap, silsile yoluyla peygamber soyundan "Seyyid
Safiyüddin'e ulaştı. Bu büyük ve ulu kişi, bu kitapla amel ederdi.
Seyyid Safiyüddin, kendisine muid (tâlib) olup irâ-det getiren tâliblerine
telkin edip, bu vasiyet-nâme gereğince onları "ir-şad" edip, "Erkân"
sürerdi. Bu bir erenler menâkıbıdır. Bilesiniz ve tâlib-leri buna göre yola
getiresiniz.
Erenlerin
menâkıbı budur. Bilesiniz ve tâlibleri bu menâkıbla (kitap) irşaad ediniz.
Seyyid
Safiyüddin (Şeyh Safî) hazretleri şöyle buyuruyor:
"Her kim
bu vasiyetleri tutar ve evliyânın emrine muti (itaatkâr) olup, bu vasiyetleri
yerine getirirse, dünyadan ahirete imân ile gider."
Eğer bir
tâlib, bu vasiyetler okunurken kulak verip dinlemezse ve mânasını anlamazsa.
Gönlü ve gözü dışarda olursa, erenlerin edebini gerektiği gibi yerine
getiremezse, O tâlibten Allah razı olmaz, melekler bizar olur. Resûlallah bizar
olur ve bütün peygamberlerle birlikte erenler ve evliyâlar bizar olular.
Hazret-i Muhammed'in ve Hazret-i Ali'nin şefa-atından mahrum kalırlar.
SEYYİD SAFİYÜDDÎN HAZRETLER-İ KİMDİR ?
Şeyh Safî
Hazretlerinin, "İbn-i Seyyid Şah İshak" adıyla, "on dokuzuncu"
göbekten Hazret-i Ali'nin torunu olduğunu görmekteyiz.
Şeyh
Safiyüddin adıyla bilinen "Şeyh Safî' hazretleri, Hazar Deni-zi'nin güney
batı sahillerinde yer alan "Erdebil" civarında dünyaya gelmiştir.
Bazı
kaynaklar,"Şeyh Safî Hazretlerini", Feyruz (Hruz) Şah adındaki bir
Şeyhin torunlarından "Eminettin" adında birin oğlu olduğunu
yazmaktadırlar.
Hruz Şah, 1174
yılında Arabistan'dan Azerbaycana göç etmişti. Başında "Zerrin
külâh"; yani altın sırmalı bir külâh, taşımakta imiş. Dinine çok bağlı
olan bu kişi, bir süre inziva hayatı yaşadıktan sonra; "Regim"
denilen bir yerde ölmüştür.
Hruz Şah'ın
oğlu "Avaz'ül" bu kasabadan kalkarak Erdebil köylerinden
"Eşferencan" köyüne yerleşmiştir. Avaz'ül, burada ölünce oğlu
Muhammed; onun fikirlerini burada yaymaya devam etti.
Kaynaklara
göre, Muhammed'in oğlu "Salâhaddin', onun oğlu da "Kutbettin",
Kutbettin'in oğlu "Eminettin" dir. Eminettin'in oğlu ise," Seyyid
Şah İshak" tır. Yani "Şeyh Safiyyüddin" Hazratleridir.f17) ,
Ancak, Şeyh
Safî Buyruğu'nun içersinde verilen bir sıralamaya göre, aşağıdaki gibi olduğu
belirtilmektedir:
·
1.
Haza Sultan Seyyid Şah Dehnem.
·
2.
İbni Seyyid Şah İsmil,
·
3.
İbni Seyyid Şah Haydar,
·
4.
İbni Seyyid Şah Çelil,
·
5.
İbni Şah İbrahim,
·
6.
İbni Seyyid Ali,
·
7.
İbni Seyyid Şah Haydareddin,
·
8. İbni Seyyid Şah İshak (yani Şeyh
Safî),
·
9.
İbni Şeyh Kudbeddin,
·
10.
İbni Seyyid Salâhaddin,
·
11.
İbni Seyyid Avaz'ül,
·
12.
İbni Seyyid Feyruz (Hruz) Şah,
·
13.
İbni Seyyid Muhyiddin,15. İbni Seyyid Hüseyin,
·
16.
İbni Seyyid Ebül Kasım,
·
17.
İbni Seyyid Şüayûb,
·
18.
İbni Seyyid Hasan,
·
19.
İbni Seyyid Davud.
·
20.
İbni Seyyid Ahmed,
·
21.
İbni Seyyid İmam Riza,
·
22.
İbni İmam Cafer-i Sadık,
·
23.
İbni İmam Muhammed Bakır,
·
24.
İbni İmam Zeynel Abidin,
·
25.
İbni İmam Hüseyin,
·
26.
İbni İmam Aliyyel Murtaza Salâvâtullahi Aleyhim Ecmayin.
Bu soy
silsilesinden de anlaşılacağı gibi, kitabımızın, konusu ve adını verdiğimiz "Şeyh
Safî Hazretleri", on dokuzuncu göbekten Hazret-i Ali Keremullahu
Vechehu'nun torunudur.
TÂLİB HAKKI NEDİR ?
Bir gün Seyyid
Safiyiiddin (Şeyh Safî)
Hazretlerinin yol ve târikat evladı "Şeyh Sadreddin" Rahmetullah
"Şeyh Safî' hazretlerinin huzuruna gelerek niyaz etti ve şöyle
suval eyledi:
— Ey Seyyid!
Tâlib hakkı nedir ve evliyâ hakkı nedir ?,kereminle
bizi aydınlat bilelim dedi.
Şeyh Safî
Rahmetullah, şöyle buyurdu:
Tâlib hakkı
şudur ki:
/
— Tâlibin yedi
kavli vardır.Bunları yerine getiren tâlib, evliyâ
dostudur.
Birincisi: Edeb
bekleye yani; oturup kalktığı yeri bilmeli ve evliyâ-ya gereken hörmeti
göstermeyidir.
İkincisi: Avâmdan
kesilmelidir.Yani (cahil ve münafık) ile düşüp
kalkmamalıdır. Çünkü avâm tâlibi yoldan çıkarır.
Üçüncüsü: Mahremini
bile,
Dördüncüsü: Her
türlü kötülüğü terk edip, doğru yoldan ayrılmaya.
Beşincisi: Evliyâyı
her yerde hazır bile,
Altıncısı: Hak'ka
ve halka zarar verecek olan hareketlerden uzak dura,
Yedincisi: Mürşidini
her yerde hazır ve nazır bile, daima Mürşidinin korkusu ile yaşamalıdır.Temiz
olmasa, o kimseden tüm peygamberler ve evliyalar bizar olur dedi.
Şeyh Safî, sözlerine
şöyle devam etti:
— Evyiyâ hakkı
odur ki, talibin gözüne ve gönlüne günde yetmiş kez nazar eyleye; yani günde
yetmiş kez bakmalıdır. Hangi talibin gönlü pâk değildir, o kimseden Allah ve
evliya razı olmaz dedi.
Şeyh Sadreddin, sordu:
— Ey Şeyh!
Talibin gönlü nasıl pâk (temiz) olur ?
Şeyh Safî, buyurdu:
— Bir tâlib,
namazını kılıp, niyazını niyaz ederse, ayrıca namahrem avratla yatmasa, haram
lokma yemese, avâmla (cahil ve münafık) ile düşüp kalkmasa, evliyâ
muhabbetinden kendini ayırmasa, Mürşidini ve Rehberini hak bilip onları
gönülden çıkarmasa, evliyâ buyruğundan ayrılmasa o; tâlibin gönlü pâk olur
dedi.
Şeyh Sadreddin sordu:
— Ya Şeyh
Safî, hangi hallerde tâlibin gönlü pâk değildir ?
Şeyh Safî, buyurdu
ki:
— Eğer bir
tâlib evliyâ nefesine inanmaz ve inad ederse, veyahut gönlüne yaramaz şeyler
getirirse, Allah'a asidir.Yarın Hz. Muhammed'in ve Hz.
Ali'nin şefaatinden mahrum kalır ve makamrsergerdan olur; yani perişan olur.
Bilindiği gibi, Hak Tealâ tâlibin gönlünde bir kale yapmıştır. O kale yetmiş
kattır. Evliyânın barigâhı yani durağıdır. Hangi tâlib münafıktan kendini
korumasa ve mahremini bilmese, ayrıca lokmasını müna-fıka yedirirse, o kale'yi
yıkmış gibidir. Eğer bir tâlib, münkir ile düşüp kalksa yüzü karadır.
Münafık odur
ki, evliyâ kelâmını hak bilmez, onun gönlü kin kibir doludur. Eğer bir kimse
yol düşmanına yoldaş olsa, mahremini ondan saklamasa, kendi öz cevherini
Mervilere harcasa; lokmasını onlara yedirse evliya düşmanıdır.
Eğer bir kimse
münkir ve münafık lokması yese ve bu lokma kursağında iken ölse, o kimse
ahirete imansız gider. Tâlib öyle olmalıdır ki, evliyâ menakıbı (sözü) dinliye
ve okuya, onunla amel ede.Çünkü evliya kelâmı dinleyen
ve onunla amel eden kişi nûr-a gark olur ve gönlü pâk olur dedi.
Sözlerine
şöyle devam etti:
— Bir tâlib,
evliyâ buyruğunu yerine getirmese, erenleri her yerde hazır ve nazır bilmese,
gönül âyinesini temizleyemez. Hangi tâlibin gönül âyinesi temiz değildier.
Orada Hak tecelli edemez. O kimseden Hak tealâ bizar olur, peygamber bizar olur
ve evliyâlar bizar olurlar dedi.
Şeyh Safî
hazretleri, sözlerine devam
ederek,şöyle buyurdu:
— Birtâlibe
gerektir ki, gündüzü Şerîat'ta, gecesi vahdet'te olsun. Çünkü tâlibin dışarısı
halktır. İçerisi evliyâdır; yani evliyânın'dır. Eğer bir tâlib evliyâ makamını
halka gösterse, hem tarik düşmanı, hem bizim düşmanımızdır dedi.
Şeyh Sadreddin, sordu:
— Ya Şeyh
Safî! Bir tâlib bir tâlibin evine varsa, o tâlib o kimseden lokmasını saklasa,
hali nice olur ?
Şeyh Safî, şöyle
buyurdu:
— Bir tâlib
bir tâlibten lokmasını saklarsa, yüzü karadır. O tâlib Allah'a asidir. Evliyâ dergahında makbul değildir. Eğer iki tâlib bir yere
otursalar, gönüllerini bir etmeseler, o tâlibler münafıktır. Tâlibin dışı
halktan yana; içi evliyâdan yana olmalıdır. Çünkü evliyâ pâktır.
Şeyh Sadreddin, Sordu:
— Ya Şeyh
Safî! Tarîk düşmanı kimdir ?
Şeyh Safî, buyurdu
ki:
— Bir kimse
evliyâ tacın vurunsa (giyse), tekrar geri bıraksa yahut tövbesinden dönse,
evliyânın sırrını halka bildirse; o kimse ayni "cüzam" gibidir. Ondan
kaçmak gerektir. Ondan sakınmayanlar ve kaçmayanlar; dünyadan ahirete imansız
giderler. Çünkü onlar evliyâ düşmanıdır.
Bir kişi
evliyâya ikrar verse, iman getirse kendisi Doğu'da, evliyâ Batı da olsa; evliyâ
o tâlibin imanını şeytandan korur. Eğer bir tâlib, evli-yânın makamını ve
sırrını halka gösterirse "Tarîk" düşmanı olur ve o kimse dünyadan
ahirete imansız gider.
Tâlib odur ki,
evliyâ ondan bizar olmaya ve evliya kokusunu duya, eğer o kokuyu duymasa ve
bilmese; o tâlibten Hak Tealâ razı olmaz, Re-sûl dahi razı olmaz. Zira Hak
Tealâ Kur'an-ı Kerim'de buyuruyor ki:
"Elâ inne
evliyaullahu lahaffun aleyhim velahiim yehzenun"
Anlamı şudur:
"Siz evliyâ düşmanından korkun" demektir.
Şeyh Sadreddin, sordu:
— Tâlibler
birbirlerini nasıl ziyaret etsinler ?
Şeyh Safi, buyurdu
ki:
— Şunu iyi
bilsinler ki, beni ziyaret etmiş gibi olurlar. Ve dahi ev-liyânın yetmiş iki
makamını yapmış gibi olurlar, dedi.
TARÎKAT İÇİNDE
TÂLİSİN KAÇ MAKAMI VARDIR
Şey Sadreddin, sordu:
— Ya Şeyh
Safî! Tarîkat içinde tâlibin kaç makamı vardır ?
Şeyh Sefî, buyurdu
ki:
— Evliyâ ve
meşayıh olanların "Tarîkat" ve "Hakikat" içinde
yetmiş iki makamı vardır. Tarîkat ve erkân içersinde yetmiş makamı evliyâ-nın
hakkıdır. İki makamı ise, tâlibin hakkıdır. Eğertâlib yol ve erkân içersinde o
iki makamı, tam olarak yerine getirirse, o yetmiş makamı da evliyâ ile birlikte
yerine getirmiş olur dedi.
Şeyh
Sadreddin, hazretleri,
tekrar sordu:
—Ya Şeyh Safî!
0 iki makam hangi makamlardır ?
Şeyh Safi, buyurdu
ki:
— 0 iki
makamın birincisi evliyâ önünde "ikrar11 vermektir. İkincisi
ise, temiz kalb ile Hak, Muhammed Ali yoluna inanmak ve sımsıkı
bağlanmaktır. Kim ki, ikrarında durur, ahdine vefa ederse o tâlib, evliyanın
dostudur.
Tâlibler
birbirlerine varıp ziyaret etmelidirler. Mü'minlerden lokmasını saklamasınlar
ve münafıka lokmasını yedirmesinler. Her kim bu sünnet1 leri yerine
getirirse Hak Tealâ'nın dostudur. Evliyâ o kimseden razı olur. Bu kimse, evliyâ
ile birlikte yetmiş iki makamı yerine getirmiş olur dedi.
Şeyh
Sadreddin, sordu:
— Tâlib
musibeti nedir, münafık musibeti nedir ?
Şeyh Safî, buyurdu
ki:
— Tâlib
musibeti evliyâdan ayrı kalmaktır. Münafık musibeti ise, cehenneme girmektir
dedi.
Şeyh Sadreddin, sordu:
— Ya Şeyh
Safî! Yol tâlibleri kimlerdir ve tâlib olanlar neler yapmalıdır?
Şeyh Safî
hazretleri, buyurdu ki:
— Tâlibler
birbirlerinin didarına baksınlar. Zira tâliblerden ikisi, üçü bir yere gelse,
birisi "evliyâ" makamındadır. Yedisi biraraya gelse "sadık
evliyâ" kırkı biraraya gelse "Kırklar Makamı" dır. O zaman tecelli zat hasıl
olur; yani orada Hak tecelli eder. Eğer tâlibler birbirine varsalar,
gönüllerini bir edemeseler, birbirlerine karşı onurlanıp büyüklük etseler;
imanları gider dedi.
EVLİYANIN ON
İKİ KAVLİ (SÖZÜ) VARDIR
Şeyh Safî
hazretleri, buyurdu ki:
— Evliyanın on
iki kavli (sözü) vardır. Bunların altısı evliyâ hakkıdır. Diğer altısı tâlib
hakkıdır. Tâlib o altı kavli yerine getirmese, güttüğü dava boştur. Evliyânın
dostu olamaz dedi.
Şeyh Sadreddin, sordu:
— Ya Şeyh safî!
Tâlibin o altı kavli nedir ? Kereminle bize açıkla
bilelim.
Şeyh Safî, buyurdu
ki:
— O altı kavil
şunlardır:
Birinci kavil:
Namazdır; yani şeriatın
şartını bilip yerine getirmektir.
İkinci kavil: Mücahededir;
yani tâlibler sık sık birbirlerini ziyaret etmelidirler.
Üçüncü kavil: Tâlib
olan kimse, avâmdan (cahil ve münafık) uzak durmalı, bu gibi kimselerin
lokmasını yememeli ve avâma lokmasını ye-dirmemelidir.
Dördüncü
kavil: Tâlib olan
kimse,"takva” sahibi olmalıdır; yani temiz ve pâk olmalıdır.
Beşinci kavil:
Dayima Hak yolunda ve Hak
nefesine (gerçek erenlerin sözüne) bağlı kalmalıdır.
Altıncı kavil:
Tâlibin, her dayim dilinde
Hak zikri olmalıdır. Hak kın zikrini dilinden eksik etmemelidir.
Tâlib olan
sofuya gerek odur ki, her zaman Hak'kı zikir etmeli ve Hak'kın nûr-u kalbine
düşsün, gece ve gündüz, açık ve gizli olarak "Tev-hid" kelimesini
dilinden eksik etmemelidir. Böylece "Nefs-i Emare" nin kökünü
keser ve yavaş yavaş ondan uzaklaşmaya başlar. Bu da o tâlibin takva yoluna
gönül bağlayıp, gönül aynasını cilalaması ile olur.
Bu altı kavlin
dışında, evliyânın altı kavli vardır. Tâlib olan bunları anlayamaz. Zira bunlar
"Hâl Makarnadır.
Şeyh Safî
hazretleri, sözlerini
şöyle sürdürdü:
— Tâlibin üçü
bir yere gelse, üç musibet meydana gelir. Birincisi odur ki, evliyâ korkusunu
gönülden çıkarmak, eğer üçü de ayni fikirde olurlarsa, nekadar tövbe etseler
asla kabul olmaz. Dünyadan ahirete imansız giderler.
Şeyh Safî
hazretleri, konuşmasına
devam etti:
— Bir kimse
menakıp (kitap) okusa, tâlibler onu dinleseler, okuyan ve dinleyenler Tanrı
dostudur. Eğer Tanrı düşmanı (münafık) yanında okurlarsa, onlar benim
düşmanımdır dedi.
MÜNAFIK KİMDİR ?
Şeyh Sadreddin sordu:
— Ey Şeyh
Safî! Münafık kimdir ?
Şeyh Safî, buyurdu ki:
— Eğer bir
kimse erenler sözünü duyup hak bilmese ve ona amel etmese, o kişinin gönlü
temiz olmaz; yani kin, kibir, hased, öfke, cimrilik ve gıybet içinde olursa; o
kişi "münafık" tır.
Münafık öyle
bir kimsedir ki, insanın yüzüne güler arkasından o-nun gıybetini yapar. Bu gibi
insanlar iki yüzlüdür. Hak Tealâ buyurur ki, "münafık
kâfirden de aşağTdır.
Münafık öyle
kimsedir ki, evliyâ diliyle "ikrar" verip, iman getirir, fakat
can-ı gönülden inanmasa. O kimse münafıktır ve kâfirden daha sakıncalıdır. Bir
kâfir herkesin önünde "Kelime-i Şahadet" getirmekle Müslüman
olur. Ancak iki gönüllü olduğu için "Mü'min" olamaz. Bu
kimseden uzak durmak gerekir. Zira bu kimseler evliyâ düşmanıdır.
Bu meseleyi şöyle de açıklamak
mümkündür:
Münafıkı "gıybet"
sever. Gıybet edeni "öfke" sever. Öfkeyi "tamah"
sever. Tamahı "necit" sever. Neciti "hased"
sever. Hasedi "kibir" sever. Kibiri "ten"
sever. Teni "havayi heves" sever. Havayi hevesi "nevs"
sever. Nevsi "iblis" sever. İblisin dileğini Hak Tealâ
sevmez, evliyâ sevmez, enbiya sevmez. Bu nesnelere kıyıp, bunlardan kendisini
kurtaramayan tâ-liblere yol ve erkân düşmez. Bu gibi kişilerden sakınmak
gerektir.
DAVAYA NİŞAN
GEREKTİR
Şeyh Sadreddin, sordu:
— Tâlib,
erenlere nasıl muhabbet etmelidir ?
Şeyh Safî
hazretleri, buyurdu ki:
— Eğer bir
tâlib, ben evliyâyı çok severim dese, tâlibler o kimseden nişan isteyeler.
Çünkü dile itibar edilmez."Dâva'ya Mâna Gerek, Aşık'a Nişan Gerek"
tir. Bir tâlib ikrarının eriyse, güttüğü dâvanın
manasını biliyorsa hoş, o tâlibi ceme kabul edeler.
Eğer dâvasında
aciz olup nişan gösteremese, tâlibler onu cemden tarh edeler; yani o tâlibi
"kırk" gün içlerine koymayalar. Eğer alırlarsa, kendileri dahi murdar
olup; evliyâya asi olurlar. Ahirete imansız giderler.
Şeyh Sadreddin, sordu:
— Bir tâlib,
ben evliyâyı severim dese, o tâlibten nişan isteseler. Bunun nişanı nedir ?
Şeyh Safî, buyurdu
ki:
— Tâlib olanın
nişanı odur ki, evliyâ eteğini tutup, evliyâya iman getirip, tarîkat içinde "ikrar"
verip; tövbe etmektir. Ayrıca menakıb-ı şerif "Buyruk" dinleyip,
evliyâ nefesinden feyz almaktır.
Bu yola amel
edip, tüm varlığını Hak, Muhammed ve Ali yoluna sarf etmelidir. Tüm benliğinden
geçip evliyânın yolunu doğru gütmeli dedi.
Şeyh Sadreddin, sordu:
— Bir tâlib
evliyâ sülbünü bilmese ve tanımasa, onun makamı olurmu ?
Şeyh Safî, buyurdu
ki:
— O tâlib
yeniden iman getirip tercüman vermelidir ve Mürşidin emrini yerine
getirmelidir. Ancak o zaman makbul bir tâlib olur dedi.
Şeyh
Sadreddin, tekrar sordu:
— Bir tâlib
evliyâyı bulamasa ve efendisini de görmek istese ne yapmalıdır
?
Şeyh Safî, şöyle
buyurdu:
— İlmî meşayih
(bilgili dedeler) dinlesin, eğer can kulağıyla dinler ve iman getirirse; beni
ziyaret etmiş ve görmüş gibi olur dedi.
Şeyh Sadreddin, sordu:
— Tâlibin
musibeti nedir ve münafıkın musibeti nedir ?
Şeyh Safî, buyurdu:
— Tâlibin
musibeti evliyadan ve Mürşidinden "cüda" ayrı kalmasıdır. Münafıkın
musibeti ise, cehennemlik olmaktır. Tâlibin ayrıca üç musibeti daha vardır.
Tâlib bunlardan kendisini sakınmalıdır.
Birincisi; yalan
söylemek,
İkincisi; evliyânın
mührünü (sevgisini) gönülden çıkarmak, Üçüncüsü; zem gıybet etmemektir.
Eğer bir tâlib
bunlardan birini yapacak olursa, ömür boyu işlemiş olduğu ve elde ettiği
sevapları, heba etmiş olur dedi.
EVLİYÂNIN
KORUSU NEDİR ?
Şeyh Sadreddin hazretleri, sordu:
— Ya Şeyh
Safî! Evliyânın korusu nedir ?
Şeyh Safî, buyurdu
ki:
— Evliyânın
korusu odur ki, evliyâ korusuna ayak basan kimse yetmiş bin müşkülden kurtulur.
Her kim o koruda can-ı baştan geçerse, bu yolda "şehit" olmuş
sayılır.
Evliyânın
korusunde üç tâlib bir araya gelse "hubbi evliya" dır. Üçler makamı hasıl olur.
Yedisi biraraya gelse "sıdkı evliyâ" dır.Yediler
makamı hasıl olur. O vakit o yerde "tecelli zat"; yani Hak
tecelli eder dedi.
Şeyh Safî
hazretleri, sözlerine
şöyle devam etti:
— Eğer bir
tâlib evliyâ halkasında otursa, gönlü dışarda olsa, o tâlib münafıktır. Yüzü
karadır.
Eğer bir tâlib
gönlünü bir edemese, ikilik içinde oturursa, o tâlib haricidir. Tâlib odur ki,
halktan ve avâmdan kesile, evliyânın korusuna gire, eğer, bir tâlib evliyânın
korusuna girerse ona ölüm yoktur.
Şeyh Sadreddin, sordu:
— Ey Şeyh
Safî! Tâlibin imanı nasıl kâmil olur ?
Şeyh Safî, buyurdu
ki:
— Evliyânın
eteğini tutup, tövbe ederse ve evliyâ nefesine iman getirirse, onunla amel
ederse imanı "kâmil" olur dedi.
Tâlib olan
kimse, erenler dergâhına varıp tüm kusurlarını meydana döküp, özür niyaz edip;
tövbe etmelidir. Menakıp dinleyip manasını anlamalıdır.
Eğer bir
kimse, erenler nefesini gönlünde duyarsa, o kimsenin imanı kâmil olur diyerek
sözlerini tamamladı.
Şeyh Sadreddin, sordu:
— Ey Şeyh
Safî! Biz insanlara dünya ahvalini bildirdik, ya onların ahiret ahvali nasıl ola ?
Şeyh Safî
hazretleri, buyurdu ki:
— Bir tâlib
evliyâ eteğini tutup, erenlerin edebini gözlemeli ve ev-liyânın izini izleyip
namahrem kişilerden ayrı durup; erenlerin sırrını sak-lamalıdır. Eğer bir tâlib
evliyâ eteğini tutsa fakat mahremini bilmezse, o tâlibten HakTealâ razı olmaz;
evliyâ razı olmaz ve erenler dergâhında yüzü karadır.
Eğer bir tâlib
bilmediği bir yerden el verip etek tutarsa, o kimsenin meşrebi yani soyu
Hazret-i Muhammed Ali'ye çıkmazsa; o tâlibin yapmış olduğu tüm ibadetleri boşa
gider.
Tâlib olan
kimse, el verip etek tuttuğu kimsenin nesebinin "Ehl-i Beyt'e çıktığını
bilmeli ve ona göre "biat" edip bağlanmalıdır.
Eğer bir kişi
boş yerden etek tutsa, o kişinin ibadeti makbule geçmez dedi.
Şeyh Safî
hazretleri, sözlerini
şöyle sürdürdü:
— Hak ehli
odur ki, onun elinden, dilinden ve gönlünden hiç bir kimseye zarar gelmesin;
kimseyi incitmesin. Eğer bir kimsenin gönlünü incidirse, derhal onun gönlünü
hoş etmelidir. Ayrıca şöyle bilinmelidir ki, bir menakıbı (Hak sözünü)
dinleyip, gücünün yettiği kadar amel edi-
lirse;
tâlib olana bu bile yeter.
ÜÇ SÜNNET VE
YEDİ FARZ
Cafer-i Sadık Radyallahü Anha buyuruyor ki:
Sofuluğun "Üç Sünneti ve Yedi Farzı" vardır.
Birinci
sünnet: Hak kelamından
hali (uzak) olmamak, dayima zi-kirullah ile meşgul olmak tâki zikrin nûr-u
kalbine düşsün.
İkinci sünnet:
Kalbinden adaveti atıp,
kin kibir tutmamak ve hiç kimseye düşmanlık etmemektir. Kendin için kötü olan
bir şeyi, başkası için reva görüp yapmamaktır.
Üçüncü sünnet:
Dilinden Hak kelâmını
eksik etmemek, evliyâ me-nakıbını gönülden çıkarmamak, insanlara dayima hoş
görü içinde davranmaktır.
Sofunun yedi
farzı da şunlardır:
Birinci Farz: Sofu
olan kimse çok sabırlı olup, sır saklamasını bilmelidir. Zâyit imanını
şeytandan nasıl saklarsa, tâlib olan kimse de evli-yânın sırrını avâmdan
(cahilden) öyle saklamalıdır.
İkinci Farz: Hak
mizanına (Hak'kın terazisine) mutiy olmalı; yani itaat etmeli, işlediği bir
günaha bin özür ve niyaz eylemeli. Kimsenin gıybetinde bulunmamalı, yalan yere
and içmemeli, yalandan ve küfürden uzak durmalıdır.
Üçüncü Farz: Tâlib
bin bir ise, cümlesi bir otura ve bir dilden söyleye, edeble oturup edeple
kalmalıdırlar.
Dördüncü Farz:
Sofu, mürebbi hakkına muti
olmalı, yani itaat etmelidir. Mürebbinin emrine uymalıdır. Mürebbisinden ne
gelirse ona razı olmalıdır. Ondan gelecek her türlü hayır ve şerre razı olup
riza göstermelidir. Hiç bir zaman yüz çevirmemelidir.
Beşinci Farz: Halife'den
el alıp, ikrar verip tövbe etmek ve kuşak kuşanmaktır.
Altıncı Farz: Kendine
bir müsahip bulup, onu hakikate ve hak cemiyetine eriştirmektir.
Yedinci Farz: Halife'den
(Reber'den) "Taç ve Kisvet" kuşanmak ve Hak, Muhammed Ali yoluna
ikrar verip, bel bağlamaktır.
ÜÇ SÜNNET VE YEDİ FARZDAN DÜŞMEK
Birircî
sünnetten düşen: Eğer
tâlib birinci sünnetten, düşmüş ise, o tâlib âyin-i cem erenlerinin nasihatlerini
dinleyip, kendisine her ne hizmet verilirse kabul edip yoluna devam eder.
İkinci
sünnetten düşen: Bu
sünnetten düşen tâlibe bir "tarîk" çalıp, bir akçe tercüman alınır.
Üçüncü
sünnetten düşen: Bu
sünnetten düşen tâlibe üç "tarîk" çalıp, üç akçe tercüman alınır.
Birinci Farz: Bu
farzdan düşen tâlibe beş "Tarîk” çalıp, beş akça tercüman alınır. Ayrıca
üç akçe Halife'ye, yedi akçe nezir alınır.
İkinci Farz: Bu
farzdan düşen tâlibe yedi "tarîk" çalıp, yedi akçe tercüman alınır.
Ayrıca beş akçe Halife'ye, on bir akçe nezir alınır.
Üçüncü Farz: Bu
farzdan düşen tâlibe on iki "tarîk" çalıp, on iki akçe tercüman
alınır. Ayrıca dokuz akçe Halife'ye, on yedi akçe nezir alınır.
Dördüncü Farz:
Bu farzdan düşen tâlibe on
yedi "tarîk" çalıp, on yedi akçe tercüman alınır. Ayrıca on beş akçe Halife'ye , kırk akçe evliyâ-ya nezir alınır.
Eğer bir
tâlib, Halife veya Mürebbi gözünden düşerse, tacı alınmış olursa ve
müsahiplikten düşerse, beşinci, altıncı ve yedinci farzlardan düşmüş olur. Bu
üç farzın şuçu aynidir.
Beşinci Farz: Bu
farzdan düşen bir tâlib, üç farzdan birlikte düşmüş olur. Bu tâliblere, kırk
yedi "tarîk" çalıp, kırk yedi akçe tercüman alınır. Ayrıca otuzüç
akçe halife'ye, yetmiş dokuz akçe evliyâya nezir alınır.
Eğer tâlib yedi
farzdan berbaber düşüşse, ona bu yolda çare yoktur. Ancak bu tâlib, dergâha
varıp Mürşide aman dileyip, özünü dara çekerse ve bu özürünü Mürşid kabul
ederse; ayrıca kendi rehberi de kabul ederse. O tâlibin malı "miras"
edilir.
Şöyle ki,
bütün malların beşte biri Rehbere, yedide biri Halife'ye verilir. On iki de
biri evliyânın hakkıdır. Doksan dokuz "tarik" çalıp, doksan dokuz
akçe tercüman alınır. Bu doksan dokuz akçe tarîkçinin hakkıdır. Ancak bu
durumda müsahibin malı hesaba katılmaz.
İMAM CAFER-İ
SADIK HAZRETLERİ'NİN
MÜNAKIP EVLİYA
BUYRUĞU
Lâ Feta İllâ Ali Lâ Seyfe İllah
Zülfükâr
İmam Cafer-i
Sadık Hazretlerinin Münakıp Evliyâ Buyruğu, Tâlib ve Erkân-ı Şerifi Budur:
Cemiyetten Düşenin sitemlerine göre:
Birinci Bap: Bir
tâlib, komşu malına ve ırzına tamâh ederse yoldan düşer ve o tâlib, kırk gün
yola alınmaz. Bu tâlibi tekrar yola almak için, "beş erkân" vurulur
ve kırk akçesi alınır. Bu para, Halifeye, Pîre, Rehbere, Mürşide ve bütün cem
kardeşlerine pay edilir.
İkinci Bap: Bir
tâlib, kin, kibir, bühtan, zem, gıybet ederse, yoldan düşer. Bu kimseye tekrar
yola almak için dokuz "erkân" vurulur. Doksan akçesi alınır ve
Halifeye, Pîre, Rehbere, Mürşide ve cem kardeşlerine verilir.
Üçüncü Bab: Bir
tâlib ehli zahire kuşak çözerse, hınzır (domuz) ile birleşmiş gibidir ve yoldan
düşer. Bu kimseyi tekrar yola almak için On yedi "tarik" vurulur ve
yüz akçesi alınır.
Dördüncü Bab: Bir
tâlib harama el uzatırsa, üç sene yoldan kovulur. Tekrar yola alınırken on yedi
"erkân" vurulur ve bin akçesi alınır. Halifeye, Pîre, Mürsüde,
Rehbere ve yol kardeşlerine pay edilir.
Beşinci Bab: Eğer
bir tâlib, herhangi birisini öldürürse, kanunî cezası nekadar ise, tarikatteki
cezası da aynidir. Bu kimse, on iki sene yola alınmaz. Yetmiş “erkân"
vurulur ve ondan sonra yola alınır.
Altıncı Bab: Bir
tâlib müsahibini beğenmese ve ona varmasa, bütün kazancı, yediği, içtiği haram
olur. Cümle varlığı alınıp müsahibine yedirilir ve doksan dokuz
"erkân" vurulur.
Yedinci Bab: Bir
tâlib, müsahibine düşkün olursa, onun dahi malı alınıp; doksan dokuz
"erkân" vurulur.
Sekizinci Bab:
Bir tâlib, Evlâd-ı Ali'ye
ikrarı olmasa, Hak'tan mahrum olup, yüzü karadır. Kanadı ile göğe çıksa ve
uçsa, kanadı kırılıp yere düşer. Velhasıl, Hak Muhammed ali yoluna girmedikçe
içeri alınmaz.
Dokuzuncu Bab:
Bir tâlib, bir Halifeye, Mürşide, veyahut bir Babaya, su istimâl ile yaramaz söz
söylese, şek getirse, inkâr eylese; yâ Ali, sen bilirsin. O thalibin halini. O
talibe bir daha yol erkân yoktur. Ölünceye kadar düşkün ve merdudtur.
Onuncu Bab: Birtâlib,
avradını tellâk eylese, kezâ derdine derman yoktur.
Onbirinci Bab:
Bir tâlib, bekâr bir kıza
sarkıntılık eylese, kezâ derdine derman yoktur.
On ikinci Bab:
Bir tâlib, Lût kavminin
işlediklerini işlese, kezâ bu dört günahlara; şahımın keremi dahi çare olamaz
Erenlerin ve İmam
Cafer-i Sadık Hazretlerinin yolunca erkân lütfi şerifi budur.
HAK TALİBİNE BAZI SUALLER
Bir talibe
sorsalar: Tâlibmisin,
galibmisin, yoksa kalıp mısın ?
Cevap: Tâlibim.
Eğer
sorarlarsa neye Tâlibsin:
Cevap: Şerîata,
Tarîkata, Ma'rifete ve Hakikata tâlibim.
Sorarlarsa
senin bu tâlib oldukların nedir ?
Cevap: Şerîat'ta
şartım Muhammed Mustafa'dır. Tarîkat'ta terekem Aliyyel Murtaza'dır. Ma rifet
te" Hasıl kemâlim". Hakikat'ta yolum vardır.
Eğer
sorarlarsa Şerîat'ta kimin oğlusun ?
Cevap: Şerîat'ta
Adem atam, Havva anamdir. Tarikat'ta yol oğluyum,
Marifet te kemâl oğluyum, Hakikat'ta yer anam, gök (18) atamdır.
Eğer
sorarlarsa, bedeninde
(vücudunda) ne vardır ?
Gever ver ki: Başımda
tacî devlet, eğnimde namaz taat, kaşımda kudret kalemi, gözümde nûr-i velayet,
kulağımda muhabbet, burnumda yedi cennet, ağzımda iman ve şehadet, elimde desti
velayet, göğsümde iman-ı ma'rifet, belimde kemer-i hidayet (hidayet kemeri),
özümde hizmet, ayağımda erkân-ı meşayih, önümde nasip vardır.
KAÇ TÜRLÜ TAC VARDIR VE KİMLERE
GELMİŞTİR
Soru: Kaç
türlü kisvet (taç) vardır ve kimlere gelmiştir ?
Cevap: Yedi
türlü taç yani "kisvet" yardır ve şunlara gelmiştir: Birincisi: Adem Safiyullaha geldi. Üç elif ve rengi "ak" idi.
İkincisi: Nuh Nebiyullaha geldi. Beş elif ve rengi "al" idi.
Üçüncüsü: Hazret-i
Halil İbrahim Peygambere geldi. Yedi elif ve rengi "siyah" idi.
Dördüncüsü: Musa
Peygambere geldi. Rengi "sarı" idi.
Beşincisi: İsa
Peygambere geldi. Rengi "gök" idi.
Altıncısı: Muhammed
Mustafa'ya geldi. Dokuz elif ve rengi "yeşil" idi.
Yedincisi: Hazret-i
Ali'ye geldi. On iki elif ve rengi "kınmızı" idi.
Soru: Kisvet
nedir ve kisvetin işareti nedir ?
Cevep: Tarik-i
Tecrid'tir. Taç başta durursa zende olur. Yerde durursa merde olur. Taç başta
iken başım "arşullah", yüzüm "veçhullah", göğsüm
"Beytullatır, elim Allah birdir.
ERKÂN İÇERSİNDE BAZ! HİZMET
SAHİPLERİNİN PÎRLERİ
İmam Hüseyin: Baba
nın pîri.
İmam Cafer-i
Sadık: Zakirin pîri.
İmam Zeynel
Abidin: Gözcünün pîri.
İmam Muhammed
Bakır: Tarîtçinin
pîri.
Yol ve erkân
içersinde herkesin bu isimleri bilmeleri gereklidir. Bilmelidirler ki,
oturdukları post ve seccada onlara hak olsun, yedikleri helal, çektikleri
gülbeng makbul olsun.
TARİKAT İÇERSİNDE TÂLİBLERE
NASİHATLER
Elhamdülillah
Rabbülalemin Salâthü ve Selâm Alâ Muhammed'ün Aliyyün
Ecmayin.
Bisafî Hazretlerinden rivayet
edilmiştir:
Ehl-i Bey
hanedanına ve Muhammed Ali'ye sadık olup "biat" eden rnü'min muhtahat
erkân sahibi kardeşlere gerektir ki, gafleti terk edip, gönül gözün açıp, evliyâ
dergâhına pâk ve temiz itikat ile bağlansınlar.
Irşad
leylinden ve musahip kavlinden saf ve sadık bir kardeş bulup "Levlel mürebbi marifet rabbi"
mucibince erkân ehli bir müsahip edinsinler.
İkrar verip,
küfrü imana çevirip, bu yola can ve baş koyup ikrarlarından geri dönmesinler.
Bu yolda bir tâlib, Muhammed Ali'ye ve onun Ehl-i Beyt'ine bağlanıp müsahip
olup yola varırsa, günden güne bu yolda ilerleme gösterirse, dünya ve ahiret
onun için serfiraz (yüce bir makam) olur. Tâlib olan kimse mürebbisiz kalmamalıdır.
Mürebbi odur
ki hakiki bir mürşid olsun, tâlibi zulmetten çıkarıp hidayet nuruna ulaştırsın.
Tâlibinin imanını şeytan şerrinden saklasın. Bir kimse nadanlık edip evliyânın
sırrını açıklarsa, o kimsenin yüzü karadır.
Müsahip odur
ki, bedel vere, mürebbi odur ki, bir tâlibi irşad etmeye gücü olsun ve tâlibin
her türlü müşkülünü hal etmesini bilsin. Kendisinde bu haller bulunmayan
kimseler, Mürşitliğe ve Miirebbiliğe lâyık değildir.
EZİNE ERKÂNI
Halifelere,
Mürebbilere ve Rehberlere gerektir ki, "Ezine Erkânım" bir
tamam yerine getirsinler:
Ezine gecesi (Perşembe
gününün akşamı) bütün tâlibler, "Cem Evinde" toplanıp, kendilerini
"tarîkten" geçirmelidirler. Eğer bir tâlibin Rehberi yanında değilse,
kendisini gözcüye teslim etsin. Zira bir tâlib her cuma gecesi Rehberine varıp
erkâna katılmalıdır. Eğer her Cuma gecesi erkâna katılmasa, o tâlib rnü'min
değildir.
Muhammed Ali
kavlince gerektir ki ezine gecesi, her tâlib ister "yekta", ister
"hemtâ", ister "melit" olsun, Rehberin
huzurunda cem olup akşamdan sonra cümlenin üzerine bir daire çekip; tâlibi
tarîkten geçirsinler.
Önce Rehber,
tarikçiyi tarîkten geçirip, tarîki tarîkçinin eline verir ve kendisi tarîke
düşer. Bütün tâlibler Baha'nın ayağına niyaz edip tekrar dâr'a dururlar.
Tarikçi
Baba'ya tarîk çalar ve Baba kalkıp yerine oturur. Daha sonra bütün tâlibler bir
bir tarîkten geçerler. Tarîkten geçme sona erince, Baba bir hutbe okur ve
ardından on iki İmamlar zikredilir. Daha sonra gereken gülbengler okunur.
Bunun ardından
tarikçi tarikini yıkayıp, o suyu sakka suyu yapar. Eğer bir Baba veya Rehber
erkân emirlerini yerine getirmese ve gerektiği gibi davranmasa, yüzü karadır ve
kıldığı dava hak değildir.
Şeyh Sadreddin
sordu:
— Ya Şeyh
Safi! Bir Rehber erkân üzere yol yürütmediği ve Hak Muhammed Ali'nin yolunu
düzgün sürmediği zaman hali böyle olursa, erkân üzere yol sürmeyen tâlibin hali
nice olur acaba dedi:
Şeyh Safî buyurdu
ki:
— Üstad
kavline göre böyle olanlar tâlib değildir. Böyle olan Halifeler,Mürebbiler
ve Rehberler, tekrar üzerlerine hutbe okutmadıkça; dergâhtan icazad almadıkça
bütün yedikleri ve içtikleri haramdır. Çektikleri gülbeng makbul değildir.
Seccade üstünde oturmak onlara reva değildir.
— Şöyle
bilinmelidir ki, her kim Muhammed Ali kavlince kendisini yol ve erkân içinde
görse, fakat erkân üzere yürümese bu kişi evliyaya tâlib olamaz. Bu tâlib
müridlik davası güdemez. Zira bütün emeği hebadır. Kıldığı dava haramdır. Onlar
evliyânın düşmanıdır dedi.
HİKAYE
İki mü'min bir
araya gelse, dillerine evliyâ kelâmı getirip, birbirlerinin nutkuna hak
deseler, o zaman Hak Tealâ şöyle buyuruyor:"Ha-lâk
Allahü Adem Alâ Suretil Rahman" (19)
Bu fetva
gereğince insanlar birbirinin didarına (yüzüne) baksa gerektir ki "aşk-ı
ilahi" gelip onları mest eder. O zaman onlardan bir koku zuhur eder ve
o "koku" yedi kat yerleri ve yedi kat gökleri kaplar.
O zaman
melekler, şöyle derler: "Ya Rabbülalemin bu koku nasıl bir kokudur ki
bizi mest etti" O vakit, Hak Sübhane ve Te-alâ'dan
bir nida geldi.
"Ya
Meleklerim! bu koku öyle bir kokudur ki, yer yüzünden
mü'min kullarımdan iki mü'min bir araya geldiler. Birbirinin yüzüne
"Hak" nazarı ile bakıp, birbirinin nutkuna (sözüne) Hak dediler.
Onların birbirlerine Hak demesinden, benim “lebbek" dememden hasıl olan sevabın kokusudur bu koku. Siz dahi şahid olun
ki, ben o mü minlerin kal-bindeyim" buyurdu.
MÜ'MİN KİMDİR VE
MÜ MİNİN NİŞANI NEDİR ?
Şeyh Sadreddin hazretleri sordu:
— Ya Şeyh
Safi! Mü'min kimdir ve mü'minin nişanı nedir ?
Şeyh Safî hazretleri buyurdu ki:
— Muhammed Ali
Kavlinci mü'minin nişanı şudur; bu nişanlar kendisinde bulunmayan tâlibler
mü'min değildir.
Hazret-i Fahrî
Âlem, şöyle buyurmuştur:
"Kalbel
Mü'min Beytullah" Anlamı şudur: Mü'minin kalbi Hak Te-alâ'nın
evidir. Eğer bir Tâlib, mü'minlik davası kılarsa, o Tâlibe gerektir ki;
"rizasız" can vermeye.
Eğer bir
tâlib, sitem yoktur derse, mü'min değildir. Mü'min olan riza ile can verir.
Çünkü mü'minin "teni11 çürümez. Zira o ki, mü'min idi.
"Kalbel Mü'min Beytullah" fetvasınca mü'minin kalbi Allah'ın evidir.
Ayrıca evliyanın nazargâhıdır. Bu sebepten o ten çürümez. Çünkü Allah'ın
evidir. Bu evin viran olması mümkün değildir.
Şeyh Sadreddin sordu:
— Ya Şeyh
Safî! Riza ehli nice olmalıdır ?
Şeyh Safî
buyurdu ki:
— Riza ehli,
rizasız bir adım dahi atmamalıdır. Hak yolundan ayı-rılmamalıdır. Hak nefesine
mutiy (bağlı) olmalı, kimseye karşı kin kibir tutmamalıdır dedi.
BİR KONU- BİR HİKAYE
Şeyh Safî
hazretleri, bir gezinti
sırasında bir ağacın üzerinde üç elma gördü. Daha sonra ayni yerden geçerken
gördü ki, elmanın biri yok olmuş ve iki elma kalmıştı. Bahçıvanı çağırıp sordu:
— Bu ağaçta üç
elma vardı. Elmanın biri ne oldu ?
Bahçivan cevap
verdi:
— Bir sofuya
verdim dedi.
Şeyh Safî, sordu:
— İsteyipte mi
aldı. Yoksa istemeden sen mi verdin ?
Bahçıvan cevap
verdi;
— Ya Şeyh! O
istemeden ben verdim dedi.
Şeyh Safî, tekrar
sordu:
— Bahasını
(parasını) verip mi aldı. Yoksa vermeden mi aldı ?
Bahçivan cevap
verdi:
— Bahasını
verdi.
Şeyh Safî, gene
sordu:
Bahasını
istedin de mi verdi. İstemeden mi verdi ?
Bahçivan cevap
verdi:
— Bahasını ben
istemeden verdi. Ben de ona sonra elmayı verdim dedi.
Şeyh Safî, ellerini
kaldırıp Hak Tealâ'ya şükür etti:
Elhamdülillâh
sofularım "rahman" imiş, şeytan değilmiş dedi. Çünkü rizasız lokma
yemenin ne olduğunu Şeyh Safî hazretleri çok iyi biliyordu. Dervişin elmayı
parasını verip ondan sonra aldığını duyunca çok sevinmişti. Bu mesele anlayana
çok büyük bir derstir.
BİR CEMDE
BABA'NIN ERKÂNDAN DÜŞMESİ
Şeyh Safî
hazretlerine, bir gün
sordular:
— Ya Şeyh
Safî! Bir cemde "Baba olan kişi" düşkün olsa ve bu Babaya bağlı
birçok öz tâlibi olsa ne olur ?
Şeyh Safî
hazretleri, buyurdu ki:
— Bütün cem
halkı düşer dedi.
— Ya Şeyh! O
vakit cemiyetin hali nasıl olur dediler ?
Şeyh Safî
hazretleri, buyurdu ki:
— Hak cemidir.
Gerektir ki "Baba olan" dahi önce özünü ceme ıs-marlaya, fakat Baba
olan kimse düşünce, özünü dara çekerler. Kendi talihlerinden gayri tâlib varsa
bu işi o görür. Eğeryokse, gerektir ki tâlibler yol mucibince kalkıp
"Dâr"a dururlar. Baba yerinde oturur. Sitemi tâlibler çekerler.
Ancak
tercümanı Baba verir. Sitemi Baha'nın yerine tâliblerin çekmesi
"erkân"dır dedi.
BİR KONU BİR SOHBET
Allahü Âlem Billah İmam Cafer-i
Sadık Hazretleri, bir sohbet halkası ceminde şöyle buyurdu:
— Eğer
tâlibler tarikat üzerine cem yapıyorlarsa, gerektir ki mü'min, müslim cümlesi
tarikat üzere olmalıdır. Dünya'dan özlerini çekip, dillerine evliyâ kelamından başka
söz getirmemelidirler.
Eğer böyle
olursa, o anda "Evliyanın Sancağı" kurulup gülbeng çekilip;
makamlı makamsız herkes yerine gider.
Bütün tâlibler
niyazlarını yapıp, gönül birleyeler. Eğer içlerinden birisi gönlüne rızk ve mal
getirip özünü cemden dışarı bırakırsa, o kimse tâlib değildir. O cemde yapılan
ibadet makbul olmaz.
Şöyle
bilinmelidir ki, burada "Ma'rifet üzere cem yapılmalı" dır. Bütün mü'min ve müslimler, gönüllerini bir edip,
özlerini arşullahtan temennaya bırakmalıdırlar; yani Hak Tealâ'dan istek
istemelidirler. İstek ve niyaz tamam olunca gülbeng edip, Baba olan kimse her
birine yer gösterip yerli yerine otururlar.
Ma'rifet
muhabbeti başlayınca, ma'rifet evine "yekta" koymaya-lar.Yapılan ibadet erkân üzere olmalıdır. Mü'min ve müslim
birbirini fark etmemelidir. Eğer mü'min ve müslim bir birini fark ederse,
cümlenin yaptığı erkân ve sohbet haramdır.
Ma'rifet cemi
tamamen arşullah (Hak) üzerine yapılmalı ve arkasından "semah" edilmelidir.
Eğer bir tarikat tâlibine ma'rifet'ten muhabbet gösterirlerse, o kimselerin
yüzleri karadır. Evliyânın düşmanıdırlar.
Eğer bir yerde
"Hakikat" üzere cem olsa, gerektir ki, oraya güman ehli koymayalar.
Mürebbili, müsahipli, aşnalı ve meşrebli "dört kapı" sahibi tâlibler
yol edebi, hak icabı çekeler.
Ehli iman
(iman ehli) kardeşler gelip birbirlerinden icap çekeler. Birbirlerine hak
nazarı ile bakalar. Bütün canlar özlerini hak muhabbetine kul edip, bilcüle
masivadan geçmiş mü'minler olarak bu cemde oturalar. Baba erenler gülbeng çekip
bir müddetten sonra kırkların yaptığı gibi bütün canlar semah eyleyeler.
Ancak kırklar
semahına kalkan canlar, mahşer gününde olduğu gibi; hiç bir tâlib diğerini
tanımayacak şekilde kendilerinden geçmelidirler; yani bütün benliklerinden ve
her türlü masivadan sıyrılıp hak ile hak olmalıdırlar. Hüryan dahi olsalar
birbirlerini fark etmeyeler; yani görme-yeler.
Hazret-i
Fatıma Hayr'ül- Nisa Âlemin, buyurdu
ki:
— Ya Ali! Aşir
günü (Mahşer günü) acep nasıl bir gündür ?
Hazret-i Ali
Keremullahu Veçhe, buyurdular
ki:
— Haşir günü
öyle bir gündür ki, bütün mahlukatı hüryan (çıplak)
koyarlar dedi.
Hazret-i
Fatıma, tekrar sordu:
— Ya Ali! Acap
ayıp olmaz mı dedi.
Hazret-i Ali
(k.v.), şöyle buyurdu:
— Ya Fatıma! O
gün öyle bir gündür ki, ata oğlunu, kız anasını, kardeş kardeşini bilmeye,
kimse kimseden haberdar olmaya dedi.
Talihler,
semah dönerken aşir gününde olduğu gibi birbirlerini fark etmemelidirler. Eğer
fark edecek olurlarsa, o cemiyet hakikat cemiyeti değildir. Her tâlib, Hak'kı
orada hazır bilip, ona göre hak nazarında edeple durursa11 orada^Hak
tecelli" eder dedi.
Hazret! Fahrî
Âlem, şöyle
buyurmuştur : "Mevtel
kable ente muti"
Anlamı şudur: Ölmeden evvel ölün ki, diri olasınız. Böyle olmayan tâlibin
menzili yalandır. Tâlibler, semahtan sonra ayak üzere durup, üzerlerine "hutbe"
okunur ve on iki İmimların ismi yad edilir. Her
cemin sonunda gerektir ki, gülbengten sonra farraş câr çeke ve ardından sakka
suyu dağıtıla.
Evliyânın
erkânı böyledir. Meşayıkın kavli ve üstadın emri böyle-dir. Bütün tâlibler gün
be gün gayret gösterip, bu yol üzere erkân süreler. Evliyânın menakıbına
(sözüne) kulak vereler. Evliyânın erkânından ayrı kalmayalar.
Şeyh Sadreddin, sordu:
— Bir tâlib üç
sünnet veya yedi farzdan düşerse ne yapmalıdır ?
Şeyh Safî
hazretleri, buyurdu ki:
— Bir mü'min
üç gün geçse Mürebbi huzuruna varmasa, o kimsenin itikadı ve iradesi bozulup
erkândan düşer.Erkândan düşen tâlibin (mü'minin)
üzerine üccet varıp oturak olursa, o tâlib bir gün iki saat içersinde erenler
huzuruna çıkıp mürüvvet dilemese Hak kın rahmetinden mahrum kalır. Eğer bir gün
altı saat içersinde gelmese, dört kapının, kırk makamın, on yedi erkânın
merdudu olur. O kimseyi yeniden Müslüman yapmak farzdır dedi.
SECDE
Şeyh Safî
hazretleri, buyurdu ki:
"Müntehanın yükünü kimse taşımaz. llstad nefesidir, bu böyle biline; ehli
tarîk üstad nefesi imandır.
Tarîk içinde "secde"
hemen teslim olmaktır. Teslimden maksat, ben bu yola baş koydum. Ben bu
yoldan ayrı değilim. Zira bu meydan hak meydanıdır. Bu meydana giren başını top
edip, kendi özünü bu meydanda feda etmelidir.
Bu yolda can-ı
baştan geçip sıdk ile özünü teslim edip, edep üzere olmasa; bu kişinin secdesi
kabul olmaz.
Eğer sorarlarsa secde ne içindir ?
Şöyle cevap veriniz:
Allahü Tealâ
Ademin bedenini kendi kudretiyle düzüp, kendisi Adem'in kalbinde zuhur etti ve
meleklere şöyle buyurdu :
l/e siicüdü
vel Ademe"
Anlamı: “Ademe secde edin" demektir. Bu bir hak emri oldu. Meleklerden Ademe secde etmelerini istedi. Melekler Ademe
secde ettiler.
Burada edilen
secde, her nekadar Ademe edilmiş ise de, gerçekte
secde "Hak'ka" edilmiştir. Çünkü o Hak'kın kendisidir. Çünkü
Allah'tan başkasına secde haramdır. Allah'tan başkasına secde eden, neuzubillah
kâfirdir.
NASİP SUNMAK KİMDEN KALDI ?
Yol atası ve
yol kardeşleri arasında bir yerden bir yere nasip göndermek ve mahfel ehlinin
birbirine nasip sunması, Adem atamızdan kalmıştır.
Şöyle ki:
Adem
Safiyullah, cennet'ten kovuldu. Cennet'ten çıkarken dört incir yaprağını
elleriyle tutarak edep yerlerini kapatmaya çalışıyordu. Başını kaşımaya dahi
muktadir değildi. Cennet'ten çıkınca çok üzüldü ve ağladı. Bazı tarihler iki
yüz yıl, bazı tarihler üçyüz yıl gece gündüz ağladığını yazmaktadırlar.
Adem
Peygamber, bir çok belaya maruz kalmıştı. Gece gündüz ağlaması ve kendisini
yaratana yalvarması sonunda duaları kabul oldu ve bir gün Cebrail-i Emin
günahlarının af edildiğine dair Allahü Tealâ'dan emir getirdi.
Cebrail dedi
ki, "Ya Adem! Allahü Tealâ senin günahlarını
affetti. Hak Tealâ seni iki sebepten bağışladı. Birincisi çok sabır gösterdiğin
için, İkincisi ise çok ağladığın içindir."
Adem
Peygarrfber bu mutlu haberi duyunca dedi ki: “Rabbena
za-lemna enfüsena ve inîem tağfir lena ve terhamna lene kû'nenne
mi-nelhaşirin." (20)
Bunun üzerine
Cebrail-i Emin tekrar gelerek "Ya Adem! Hak Tealâ
hazretleri senden züriyet meydana getirecektir. Bu senin züriyetin ile Hak
Tealâ arasında bir ahitname meydana getirilecektir ki, senin züriyetin Hak Tealâ'nın
emrinden dışarı çıkmasın ve onun men ettiği işleri işlemesin" dedi.
Adem
Peygamber de bu şartı kabul etti. Bunun ardından Hak Te-alâ'nın emri ile Adem Safiyullah'ın arkasından "Ervahı Nebî
Veçhiyle" pek çok beni-adem zuhur etti. Bunun üzerine Hak Tealâ
Hazretlerinden bir nida geldi. "Eiestübı
Rabbiküm"dedi.
Yani ben sizin
Rabbiniz değilmiyim. Bunun üzerine yaratılmış bulunan beni-ademden
cevap geldi.
"Sen
bizim halikımızsın" Yani; sen bizim yaratıcımızsın dediler. Çünkü Allahü
Tealâ Celli Celâlhü evrahı beni-ademle ahd edip, o
ahdul-lah ile ikrar olundu. Hak Teala Hazretler-i ile
Adam Peygamber arasında bir ahıdname yapıldı.
Cenab-ı Hak, Adem Peygambere emir verdi,“Ya Adem! 0 emaneti "Hacerü!
Esved"e koy dedi. Adem Peygamber, Hak'kın
emrini yerine getirdi. 0 ahitnameyi Hacarül Esved'ın ağzına koydu. Hacarül
Esvad ağzını yumdu ve bu ahıdnameyi sakladı. Kıyamet gününe kadar Hacılar bu
Ha-cerül Esved'e yüz süreceklerdir.
Allahü
Tealâ'nın emri ile Cebrail-i Emin cennetten bir tabak "Helva"
getirdi. Cebrail bu helvadan Adem Safiyullah'a sundu. Adem Peygamber de bu helvadan Havva Anamıza sundu. Bir
kardeşin bir kardeşe lokma "nasip" sunması ve bir yerden bir yere
"nasip" gönderilmesi buradan kalmıştır...
NAKİPLİK
Nakip olan
kimse, Şeriatta amil, Tarikatta kâmil olmalıdır. Sabırlı ve şevkâtli olmalı,
yol ehli kardeşlerine karşı saygılı ve gönül yapıcı olmalıdır.
Mahvellerde
daima ayakta durup, hizmet etmelidir. Tarikat ehli kardeşlerin yerli yerinde
oturmalarını temin etmeli ve onlara yer göstermelidir.
Mahvelde
oturanların sünnet gereği önce ellerini yıkatmalı ve ardından sofra kurup yemek
dökmelidir.
Hazırlanan ve
yedirilen yemeğin "nezir" mi yoksa "erkân" mı
olduğunu bildirmeli. Sofrayı önce uluların (Baba ve yaşlıların) önüne koymalı
ve daha sonra "câr" çekip,hizmetini
tamamlamalıdır.
Daha sonra
sakkalık etmeli. Sakkalık hizmeti tamam olunca şöyle bir tercüman okumalıdır.
"Bismi şah Allah Allah, İmam Hasan,
İmam Hüseyin şehit desti Kerbelâ, Seyyid-i Seyfi Selman Farisi aşkına ya Ali
hü..."
Nakip olan
kişi, su dağıtırken sağ ayağının baş parmağını sol
ayağının baş parmağının üstüne basar ve bu şekilde su dağıtır. Bunun sebebi
ise, şöyledir:
Bir gün
Resûlullah Sallallahü ve Sellâm Hazretleri, İmam Hasan ve İmam Hüseyin'den su
istedi. İmam Hüseyin su kabını alıp koşarak su getirirken, ayağını çarptı.
Fakat bunu dedesinden gizlemek için sağ ayağının baş
parmağıyla, sol ayağının baş parmağına basarak bunu gizlemeye çalıştı.
Bunu fark eden Resûlullah, çok üzüldü.
Bu sebepten
tarikat ve yol ehli kimseler, sakka suyu dağıtırken bu şekilde hareket ederler
ve daha sonra da üzerlerine gülbeng okuturlar; hayır dua alırlar.
Tarik ehli
kimse, kendisinde bir kusur görse; kendi iradesiyle bir sofra hazırlar ve "özünü
dâr'a çekip" yol kardeşlerinden kendisini af etmelerini ister.
Bilmeyerek
işlemiş olduğu kusur için tövbe ederek günahlarının bağışlanmasını diler. Bu iş
içinde Hak Tealâ ya şükür ederler. Verilen lokmayı can-ı gönülden helal
ederler.
LOKMA SUNMAK NEREDEN KALMIŞTIR
Soru: Bir
kerdeşin diğer bir yol kardeşinin ağzına lokma sunması nedir ve nereden kalmıştır ?
Cevap budur
ki: Cebrail-i Emin
Adem Peygamberin ağzına lokma sundu.
Soru: Cemaatle
yemek yemenin önemi nedir ?
Cevap: Cemaatle
yemek yemenin faydası şudur; çünkü cemaat rahmettir. Eğer bir kişi yargılanmış
ve cemaat onun yemeğini yiyorsa, orada o yemeği yiyenlerde yargılanmış gibi
sevaba nail olurlar.
HAK TALEP ETMEK
Soru: Tarikat
ehli ne için birbirinden hak talep eder ?
Cevap: Bedir
gününün gazasında (Bedir Savaşında) Hazreti Resû-lullah Sallallaâhü Tealâ
Aleyhi ve Sellem, bütün gazileri sıraya dizip saf olmalarını istedi. Ensardan "Esved
bin Garp" biraz öne çıkmıştı. Resûlal-lah varıp bu kimsenin karnını ok
ile dürtüp, safta durmasını söyledi. O zaman o yiğit kişi, Hz. Resûl’e dönerek
"Ya Resûlallah! Sen beni dürttün ve incittin. Benim sende hakkım oldu. Sen
ki her kişinin hakkını gözetirsin" dedi. Hz.Resûlallah bu sözü duyunca,
Esved1 in eline oku vererek "Ya Esved, gel sende beni dürt ki,
senin hakkın benim üzerimde olmasın" dedi. Esved, bu sözü duyunca:
— Ya
Resûlallah! benim karnım çıplaktı. Sende soyun ki hak
yerini bulsun.
Hazret-i
Resûlallah, sırtından gömleğini çıkarıp "gel ya Esved, şimdi dürt"
dedi. O zaman Esved gelip Hz. Relûlallah ın o mübarek tenine ve nübüvet mührüne
yüzünü sürdü.'Ya Resûlallah! Benim maksadım ve dileğim bu kara yüzümü senin o
mübarek tenine sürmekti. Bu sebeple yarın ruzî mahşerde Hak ateşine yanmayayım.
Dua etki bu gazada şehit olayım" dedi. İşte hak talep etmenin hikmeti ve
sebebi budur.
GIYBET ETMEK
Tarik ehli
olan bir kişi, kendisini zahir ve batın her türlü kötülüklerden sakınması
gerekir. Devamlı kendisini temiz tutup, Allahü Te-alâ'nın
emrine Muhammed Mustafa'nın emrine ve feyline tâbi olup bütün mü'minlerin ve
müslimlerin hayrına iş işlemelidir.
Hiç kimsenin
hakkında zem gıybet etmemeli, çünkü gıybet etmek gayet günahtır. Zira
buyurulmuştur ki "El
gıybetin eşeddü münezzina" yani
"gıybet etmek zinadan daha kötüdür."
Bir kişinin
arkasından gıybet etmek, gıybet eden kişiyi perişan eder. Çünkü Hazret-i
Resûlullah bir gün gazadan dönmüştü. Sahabeler yemek yiyordu. Resûlullah yemek
yerken birkaç kişinin gıybet ettiklerini işitti. Bu kişiler, Hz. Resûl'den
ekmeklerinin yanına katık istediler. O vakit Resûlallah "sizin katığınız
vardır" dedi.
O zaman
sahabeler, "Ya Resûlullah, bizim katığımız yoktur" dediler.
Resûlullah
tekrar buyurdu: "Sizin katığınız gıybettir" dedi. "Gıybet
ettiğiniz kişinin eti sizin katığınızdır" dedi.
Bu sözü işiten
sahabeler, Hz. Resûl'ün önünde tövbe edip, istiğfar ettilir. Ancak Hz.
Resûlallah sahabelere "varın gıybet ettiğiniz kişiden özür dileyip
helallik isteyin, yarın kıyamet gününde sizden hak talep etmesin" dedi.
Bunun üzerine
sahabeler, gidip o kişiden helallik istediler ve tövbe ettiler.
TÂLİBLERE NASİHATLER
Ceme ilk
olarak gelecek bir tâlibe şöyle nasihat edilir. Bir tâlib bir Rehber veya
Baba'ya ikrar verip etek tutunca, Rehber ona önce tövbe ettirir. Daha sonra
tâlibe şu şekilde nasihat eder.
Bu gün burada
temiz kalble ve kendi isteğinle ikrar verdin ve yemin ettin. Bundan böyle temiz
iradeyle yürü. İcazetle büyüklerine hörmet et, küçüklerine izzet eyle. Her kimi
görsen hak bil. Kendine yapılmasını istemediğin hiç bir kötülüğü başkasına reva
görme. Hak nefesi, münafıktan dahi gelse kabul et, itiraz etme. Bir mü'min
evine vardığında şefaat gözü ile bak ve edeble otur, edeble kalk. Her ne iş
işlersen riza ile işle. Rizadan ayrılma. Rizasız lokma yemeyesin ve elinle
koymadığını almayasın. Rehberinin yap dediğini yapıp, yapma dedeğini
yapmayasın. Kimsenin yüzüne gülüp ankasından gıbet etmeyesin. Avâm (münkir,
münafık ve cahil) ile düşüp kalkmayasın. Kendi bildiğine değil, Rehberin
izinden ve Rehber nefesiyle yürüyesin. Bu yola gelen maldan çıkar, gelmeyen
dinden ve baştan çıkar. Gördüğünü söyleme, örtülmüş kuyuyu açmayasın,firakla
oturup mizanla yürüyesin. Zahid imanını şeytan şerrinden nasıl korursa, sen de
"Evliyâ sırrını" öyle koruyasın. Sen sözünden dönüp bunlardan birini
yapacak olursan on iki İmamın kanlısı olup, Murtaza Ali'nin Zülfükarına
uğrayasın. Ahdinden dönüp, ettiğin ikrarı inkâr edersen Hz. Resûl'ün
şefaatinden mahrum olursun. Ayrıca Allahü Tealâ'nın dida-rından mahrum kalırsın.Tâlib bu nasihatları dinleyip kabul ederse, o zaman
tâlibin elini alıp "Hutbesini" okuyasınız. Gün be gün o tâlibe
nasihat edip, onu irşad edin. Ancak aklının alamayacağı şeylerden söz etmeyin.
Eğer bir tâlib bu sözleri verip, ikrarından dönerse, tövbeden düşer ve bir
Mürşide varmayınca yargılanmaz.
MÜRÜVVET NEDİR ?
Şeyh Sadreddin, sordu:
— Ya Şeyh
Safî! Mürüvvet nedir ?
Şeyh Safî, bulurdu
ki:
— Mürüvvet
odur ki, tâlib evliyâ kelâmını işidip, hak bilmesi ve ona göre amel etmesidir.
Evliyânın menakıbına (Buyruğuna) bağlı kalıp, Mürşidin emrini yerine
getirmektir. Böyle olan tâlibe asla ölüm yoktur. Böyle olursa o kimse, hak
cemâline mazhar olur ve evliyâ ondan hoşnut olur.
Şeyh
Sadreddin, sordu:
— Evliyâ
halkası nedir ve evliyâ halkası hakkında ne buyurursunuz ?
Şeyh Safî, buyurdu
ki:
— Halka
evliyânın korusudur. Her kim evliyâ korusuna girse, o koruda can verse,
muhakkak şehit olur. Bir tâlib evliyâ korusuna ayak bassa, o tâlib yetmiş bin
hicaptan (beladan) kurtulur.
O vakit
"tecelli zat" hasıl olur. Yani; hak tecelli
eder. Tâlib odur ki, halktan ve avamdan uzak durmalıdır. Bir tâlib evliya
korusuna düşse ve evliyâya bağlı kalsa, o tâlibler sorusuz hesapsız evliyâ
makamına (katına) varırlar. O tâlilere soru suval yoktur dedi.
EVLİYÂYI SEVMENİN NİŞANI
Şeyh Sadreddîn, sordu:
— Bir kimse evliyâyı
severim dese, onun nişanı nedir ?
Şeyh Safî, buyurdu ki:
— Tâlibin
nişanı odur ki,evliyâ eteğine yapışıp durmak ve
evliyâya iman getirmektir. Varını yoğunu evliyânın yoluna vermektir. Ve
kendisini yitik bilmektir.
Tâliblerin üçü
bir yerde otursalar. Üçünden biri evliyâdır. Nefesi evliyâ nefesidir. Eğer bir
tâlib onu kabul etmem dese, o meclisteki tâlibler de ona tınmasalar. Yani; ses çıkarmasalar.Tarikat içinde sen günahkarsın demeseler,
oturdukları o meclis onlara haram olur. O anda orada oturanlar, duranlar ne
olursa olsun; o lokma o sohbet ehline haramdır. Orada oturanlar ve duranlar
imansız giderler.
Şeyh Safî, sözlerine
şöyle devam etti:
— Eğer bir
kimse, ben evliyâyı severim dese ondan nişan isterler. Eğer nişan verirse; onu
makbul sayarlar ve kabul ederler.
Eğer nişan
veremese, o kimseyi cemden çıkarlar ve kırk gün içlerine koymazlar. Eğer
içlerine koyarlarsa, onlar dahi evliyâ düşmanı olurlar. Dünyadan ahirete
imansız giderler dedi.
Şeyh Sadreddîn, sordu:
— Evliyâyı
inkar eden tâlib, ben evliyâyı severim deyip, tekrar geri gelmek istese; tekrar
içeri alınır mı alınmaz mı ?
Şeyh Safî, şöyle
buyurdu:
— O tâlibe
yeniden iman getirmek gerektir.Yani ; imanını
yenilemesi gerektir. Mürşidin emirlerini yerine getirip "tarîk suyuyla
yeniden yuna" böylece yeniden tâlibliğe kabul edilir dedi.
Şeyh Sadreddîn, sordu:
— Bir tâlib,
Rehberine yaptığı Rehberlik hizmetinden dolayı bir kusur etse veya saygısında
kusur etse, o talibin hali nice olur ?
Şeyh Safî, buyurdu
ki:
— Bir tâlib,
bir Rehbere kendisine rehberlik yaptığından dolayı sevgi ve hörmette bulunsa,
fakat Rehberini üç gün görmese, yahut o tâlib
Rehberini görmemezlikten gelip önceki sevgiyi ve hörmeti yapmasa veya inkâr
etse, veyahut yedi gün vaya kırk gün görmese; tekrar gördüğü zaman gereken
hörmeti gösterse bile rehberinden kaçmış gibi olur. Onun mürşidi şeytan olur. O
kimsenin yüzü karadır dedi.
Şeyh Safî
hazretleri, şöyle devam
etti:
—Tâlib odur
ki, gecesi vahdet, gündüzü halis kalb olmalıdır.
Eğer bir tâlib
münkirin yüzüne bakarsa, geri dönüp yetmiş menzil (adım) geri kaçması gerekir.
Eğer o kimse, özünü dara çekip kendisini temizlemeden bir muhabbet açar ve
lokma verirse, orada bulunanlar; o kimsenin lokmasından yemesinler. Çünkü o
kimse, münkir yüzüne bak-mıştır.Yerlerse evleiyânın
düşmanı olurlar.
MÜSAHİPLİK KAVLİNİN AÇIKLANMASI
İmam Cafer-i
Sadık hazretleri, rivayet
etmiştir ki, Hazreti Ali Ke-remullahu Vechehu'dan nakledilmiştir:
Zill-Hıcce
ayının on sekizinci Perşembe günü Mekke ile Medine arasında bulunan Gadir-Hum
denilen mahale gelindiğinde şu ayet nâzil oldu.
"Ya
eyyüherresûlü belliğ mâ ünzile ileyke min rabbike ve in lem tef'al femâ
bellâğte risâlen" (21)
Anlamı
şudur:" Ey Muhammedi Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Şayet etmesen,
risâletten bir şey elde etmiş olmasın."
Bu ayet-i
Kerime'ye o gün değişik yorumlayanlar olmuştu.
Bunlar
arasında bulunan İbni Cerar, İbni Abbas'tan rivayet ediyor; Bu ayet o gün şöyle
nâzil olmuştu: "Ya
eyyüherresûlü belliğ mâ ünzile ileyke min rabbik."
Ayetin bu
şekilde geldiğini ve Hazret-i Ali Keremullahu Veche'nin Velayetini ve İmametini
bildirdiğini ileri sürüyor.
Yine İbni
Merduye'den belgeleriyle, İbni Mes'ud'dan rivayet ediliyor: "Biz bu ayeti
Resûl-i Hudanın ahdinde şöyle okurduk:
"Ya
eyyüherresûlü belliğ ma ünzile ileyke min rabbik inne Aliy-yen mevlel mü'minine
ve in lem tef'el femâ bellâğte resaiethi vallahi! ya
'simüke minennas."
Yine Hz.
Sadık'tan rivayet ediliyor ki, herkes iki şahit ile hjakkını alabiliyor,
Gadir-Hum
mahalline Aliyyel Murtaza hakkında inen "Ness" i dinleyen
onbinlerce şahit bulunmasına rağmen Hazret-i Ali,”Velayetlik" hakkını
elde edemedi.
Yine Tefsir-i
Sö'lebi de rivayet edildiğine göre bu âyet-i kerime şu şekilde gelmiştir: "Ya eyyüherresûlü belliğ mâ ünzile
ileyke min rağbi-ke fi Aliyyin."
Bu ayetin
anlamı şudur: "Ey Muhammedi Burada hazır bulunan eshâb-ı keriama Hazret-i
Ali'nin Hilafetini ve İmametini eriştir. Bundan böyle bu kavme, o imamet etsin
dernektir.'^
Bu ayet nâzil
olunca Hazret-i Fahrî Âlem, deve semerlerinden bir minber yaptırdı
.Minberin üzerine çıkıp Hazret-i Ali'yi yanına çağırdı.
Cenab-ı Hak ka
şükür edip, hamdü senâ ettikten sonra orada hazır bulunan eshâbı kirama uzun
bir hutbe okuduktan sonra, İmam-ı Ali'yi de minbere çıkardı.
Elinden tutarak
kolunun altındaki beyazlık görününceye kadar havaya kaldırdıtan sonra, orada
hazır bulunanlara şöyle buyurdu:
"Men
küntü Mevlâh ve Aliyyün Mevlâh. "<22 23 24)
Anlamı şudur:
"Ben kimin Mevlâsı isem, Ali de onun Mevlâsıdır."
Hazret-i
Resul, buyurdu ki:
"Lâ
tehunullahe verresûle ve tehunu emanetiküm ilâahir."W
Anlamı şudur:
"Allah ve Resûl'üne ve içinizde bulunan emir sahiplerine itaat edin."
Yine başka bir
ayette:
"Aty-ullahe
ve atiy-ür-Resûle ve ulil-emiri minküm..."^
Anlamı şudur:
"Allah ve Resûlü'ne itaat edin. Ayni zamanda içinizde bulunan emir
sahiplerine itaat edin." Buyurmuştur.
Hazret-i Fahrî
Âlem, sözlerine
şöyle devam etti:
"Ena Medine-tül
ilmi Aliyyün Babia,"^
Anlamı şudur:
"Ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır."
"Htıbbi
Ali Ayet-ül İman ve Buğzu Ali Ayet-ül Nifak." <25 26 27)
Anlamı şudur:
"Ali'yi sevmek, imanın, Ali'ye hakaret, nifakın alâmetidir."
"Sahibi
sırrı Ali'y İbn-i Ebi Talib." (3°)
Anlamı şudur:
"Ali benim gizli olan kudsiyetimdir. Nasıl ki, Adem
Safiyullah'tan bu güne kadar bütün enbiyânın soyu kendi sülbünden gelmiştir.
Benim soyum ve evladım da Ebu Talib oğlu Ali'den gelsin." buyurdu.
Buraya kadar
anlatmaya^ çalıştığımız ve yaptığımız açıklamalardan anlaşıldığı gibi, Hazre-i
Fahrî Âlem, Hz.İmam Ali'yi kendi yerine "imam ve vasiy" atadı
ve ona itaat edilmesini vacip (Farz) kıldı.
Bu durum
yukarıda bahsettiğimiz Kur'an-ı Kerim ayetleri ve Ha-dis-i Şeriflerden de
anlaşılmaktadır. Bu konuda daha pek çok ayet ve hadis mevcuttur.
Hazret-i Fahrî
Âlem, konuşmasına
son verince, Hazret-i Ali'yi bağrına bastı ve kendi mübarek elleriyle kuşağını
çözdü, o vakit Hz. Mu-hammed ve Hz.Ali ikisi bir
gömlek içine girip, bir yakadan baş gösterdiler.
Hazret-i
Rasûl, o zaman şöyle
buyurdu:
"Lahmike
lahmi, cismike cismi, demmike demmi, ruhike ruhî."
Anlamı şudur:
"Ya Ali! Senin etin benim etim, senin cismin benim cismim, senin kanın
benim kanım, senin ruhun benim ruhum" dedi.
Bu hadisi
duyan bazı münafıklar, hasetlerini gizleyemeyip; yanlış yorum yapmaya
başladılar.
"Lahmike
lahmî ve cismike cismiden maksat, akrabalığa işarettir. Çünkü Ali, amcasının
oğludur dediler.
Hasan ile
Hüseyin Hazret-i Ali ile Fatıma'dan doğduğu için kanı kanimdir dedi...
Ruhu ruhumdur
demesi ise; cümle insanların canı peygamberin ruhundan yaratılmış olduğu
içindir. İşin esası budur" dediler.
Bu münafıklar
Hz Peygamberin hadisine inanmayıp yanlış yorumlamağa kalktılar.
— Ya Muhammedi
Eğer sizin söylediğiniz gibiyse, sırtınızdan gömleğinizi çıkarın, bizde görelim
ve maddi gözümüzle bakıp inanalım; içimizde şüphe kalmasın dediler.
O zaman Hazret-i
Fahrî Âlem, mübarek sırtlarından gömleği çıkardılar ve tekrar kendilerini orada
bulunanlara gösterdiler. O münafıklar baktılar ve gördüler ki, bir beden, iki
baş meydana geldi. Gene inanmadılar ve dediler ki:
— Öyle ise
birlik âleminde nişan gösteriniz. Ceset bir olup, baş i-ki olunca bunun ne
anlamı kalır; bir ceset bir baş olması gerekirdi dediler.
Bunu duyan
Hazret-i Muhammed (s.v.s), tekrar mübarek başlarını gömleğin içine çekip tekrar
çıkardılar.
Bu defa tek
vücut ve tek baş göründüler. Bunu gören münafıklar, bu defa inandık ya
Resûlallah diyerek insafa geldiler.
Böylece
Muhammed ve Ali'nin sırrına vakıf oldular.
Daha sonra
Hazret-i Fahrî Âlem, orada hazır bulunanlara şöyle buyurdu:
"Ey iman
edenler! Bu güne kadar sizinle "Gaza-i Sağır" eyleyerek İslâm
dininin yayılmasında büyük başarılar kazandık, bundan böyle de "Gaza-i
Kebîr" edelim diye buyurdu."
O vakit
sahabeler sordular:
— Ya
Resûlullah! Gaza-i Sağir nedir Gaza-i kebîr hangisidir ?
Bu defa Hz.
Muhammed buyurdu ki:
— Gaza-i
Sağir; İslâmiyetin yayılması ve İslâm dininin genişlemesi için din düşmanları
ile pek çok savaşlar yaptık. Vermiş olduğumuz bu mücadele küçük savaş idi.
Gaza-i Kebîr
ise; Şeytanla yapacağımız savaştır. Şeytanın verdiği vesveselerle savaşıp,
nefsimizi her türlü kötülüklerden korumaya çalışacağız. Esas büyük savaş budur
dedi.
Sahabeler
tekrar sordular:
— Ya
Resûlallah nefsimizle nice savaşmalıyız ?
Hazret-i
Muhammet! ((salla’llâhü
aleyhi ve sellem), buyurdu ki:
— Biz nasıl
Ali ile kardeş olduk (eti etimden, canı canımdan, kanı kanımdan), siz de bizim
gibi birlik eyleyin, bu dünyada kardeş olun.
Eğer bu
dünyada kardeş olursanız, benimle birlikte orada (ahiret-te) da birbirinizi
bulursunuz ve benimle birlikte cennete girersiniz. Ve yarın Hak dîvanını
(Tann'nın yüzünü) görürsünüz.
Hazret-i Fahrî
Âlem, sözlerine
devam ederek şöyle buyurdu:
— Benden sonra
benim ümmetim "yetmiş iki" fırkaya ayrılsa gerektir. Bunların
hepsi cehennemlik olup, içlerinden ancak bir fırkası (bölüğü) cennetlik olsa
gerek...
Bu sözleri
duyan sahabeler sordular:
— Ya
ResûlallâhI O hangi fırka ki, cennet ehlidir ?
Hazret-i
Resûlallah, buyurdu ki:
— Benim
evladıma (Ehl-i Beyt'e) tabi olanlar, yol erkân içinde erenlerin yolunu
güdenlerdir.
Benim dostuma
dost "Tevellâ", düşmanıma düşman olanlar "Te-berra"; beni
isteyip bulanlar "Fırka-i Nâcî" dir.Yani
"Gürûh-u Nâcîdi" dir dedi.
Çünkü Cenab-ı
Allah, Kur'an-ı âzim şanında buyurmuştur ki:
"Kul lâ
Es'eliküm Aleyhi Ecren İllel Meveddete fil Kurba."^
Bu ayet-i
kerime ile Cenab-ı Hak, mü'min kullarına müjdeliyor:
"Ya
Muhammedi de ki, size tebliğ ve beşâretim için ücret istemem, ancak karabetim
için bana meveddet ediniz; yani kurbamı seviniz."
Bunu duyan
sahabeler, sual ettiler ki: "Ya Resûlallah! Karabete meveddet buyurulmuş,
bu kurba kimdir ?"
·
31) Şûra sûresi,
âyet 23
Hazret-i Resûlullah, buyurdular ki:
— Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'dir.
Bunun ardından
Hazret-i Fahrî Kâinat, ellerini havaya kaldırarak şöyle bir dua etti:
— Ey Allah'ım!
Ali'ye ve evlatlarına dost olana sen de dost ol. Ali ve evlatlarına düşman
olana sen de düşman ol. Ali ve evlatlarına yardım edene sen de yardım et. Ali
ve evlatlarına kötülük (hile) yapanlara sen de hile yap.
Hazret-i
Peygamber, duasını bitirip mübarek ellerini yüzüne sürdükten sonra, minberden
aşağıya indi ve sahabelere dönerek, bulundukları yerden ayrılmak için izin
verdi.
Daha sonra
kendileri de Medine'ye döndüler.
MURASSA KEMER
Cenab-ı Fahrî
Kâinat, o gece evlerinde istirahat buyururlarken, Cebrail-i Emin gelip Hak' tan
bir vahiy getirdi ve dedi ki:
"Ya Muhammed.Tanrı'nın buyruğu budur ki, bu gece Ali ile
Fatı-ma'yı ziyaret edin.
Bu tanrı
buyruğunu alan Hz. Fahri Kâinat, kalkıp Ali ile Fatıma'nın evine yardı.
İmam Hasan ve
İmam Hüseyin dedelerini görünce pek çok sevindiler. Hz. Muhammed henüz
yerlerine oturmuştu ki, Cebrail-i Emin tekrar geldi. Bu defa elinde buğday
başağını andıran bir nesne vardı. Elindeki nesneyi Hz. Resûlallah'ın önüne
bıraktı.
Hazret-i
Resûl, sordu:
— Ey benim
kardeşim Cebrail! Bu getirdiğin nedir ?
Cebrail-i Emin
cevap verdi:
"Ya iki
cihanın serveri, bu bir"Murassa Kemer" dir. Cenab-ı Hak, onu
kendi kudretinden yarattı. Hazret-i Adem, cennette
iken bu kemeri belinde taşırdı. Bu kemer onu şeytanın şerrinden korurdu.
Ancak şeytan
bir yolunu bulup, Havva'ya buğday yedirdi. Bunun üzerine Havva cennetten
kovuldu. Fakat Havva Adem Peygambere yalvarıp, ben ne
olursam sen de öyle ol dedi. Böylece birbirimizden ayrılmamış oluruz dedi. Bu
sebeple Havva'nın hatırı için Adem de buğday yedi.
Allah'ın emri
ile ikisi de cennetten kovuldular.
Bu murassa
kemer, önce ademin belinde görüidü.Yıllar sonra bu
kemer, Hz.İbrahim'in beline bağlandı. Halil İbrahim Peygamber, Nem-rud'un
ateşinden bu kemer sayesinde korundu. Şimdi ise ben bu kemeri size getirdim.
Müsaade edin ki, Allahu Tealâ'nın emriyle belinize bağlayayım" dedi.
İki Cihan
Serveri Fahî Âlem, bu olanları görünce iki rekât namaz kıldı ve uzunca bir süre
secde de kaldı. Allah'a şükredip, yalvarıp yakardı. Bu sırada kulağına bir nida
geldi.
"Ya
Muhammed, dileğin kabul edildi."
Muhammed
Mustafa (s.v.s), bundan sonra mübarek başını secdeden kaldırdı.
Bunun üzerine
Cebrail-i Emin, Hak'kın emri ile Murassa kemeri Resûlallah'ın beline bağladı.
“Nasrûn
minallahi ve fethiin karib ve beşşiril-mii'minin Ya Mu-/jammerf..." (32)
denildi.
Daha sonra
Cebrail şöyle buyurdu:
— Ya Muhammed!
Allahu Tealâ'nın emriyle ve rızasıyla ben senin belini bağladım, şimdi sen de
Ali'nin belini bağla dedi.
Hazret-i
Muhammed, Hazret-i Ali'ye dönerek "gel ya Ali, Hak Te-alâ'nın
izniyle ben de senin belini bağlayayım, Allah'ın rizası ve benim muhabbetim
üzerine olsun. Çünkü ben Muhammed'im" dedi. Bu sözleri işiten Ali,
Peygamberin huzuruna geldi. Muhammed, Hz. Ali'nin belini bağladı. Ardından da
Cebrail'in getirmiş olduğu şu ayeti okudu:
"İnnellezîne
yiibâyiûneke innema yübâyinûnallah
ye duİlahi fevka
eydîhim femen nekese fe innema yankiisii alâ nefsihi
ve men evfâbima âhede aleyhullâhe feseye'tihi ecren azîmâ."^)
Bu âyeti
okuduktan sonra:
— Ya Ali,
şimdi de sen Hasan ile Hüseyin'in belini bağla, çünkü onlar da "İmamlar"
dır.
Bunun üzerine
Hz. Ali, Hz. İmam Hasanın belini bağladı. Bir Ayet-el Kürsî, üç İhlas-i Şerif
okudu. Ve İmam Hasan'a dönerek şöyle buyurdu: "Ya Hasan, sen de kardeşin
Hüseyin'in belini bağla"
·
32)
Yardım Allah'tandır. Kazanç (fetih) yakındır, insanlara müjde olsun.
·
33)
Fetih sûresi, âyet 10
İmam Hasan
önce" Hak rizasıyla, ikinci olarak Muhammed Mustafa hürmetiyle, üçüncü
olarak da Aliyyel Murtaza akdi ile" dedi. Ve İmam Hüseyin'in belini
bağladı. Arkasından "Muavvizeteyn ve Seb’al-Mesani surelerini okudu.
Daha sonra da
İmam Hüseyin oğlu Zeynel Abidin'in belini bağladı. Bu iş sırasıyla devam etti.
İmam Muhammed Bakır, Cafar-i Sadık'ın, o da Musa-i Kâzım ın, o da Ali Riza'nın,
o Muhammed Taki'nin o da Aliyyel Naki'nin, o da Hasan'ül Askeri nin, o de
Muhammed Mehdi'nin belini bağladı. En son olarak da Mehdi, "Samerra"
Mağarasında sır olup gitti.
Böylece
Cebrail-i Emin-in Hak Tealâ tarafından getirmiş olduğu murassa kemer, sırasıyla
önce iki cihan serveri Muhammed Mustafa'nın beline, daha sonra sırasıyla
Hazret-i Ali Keremullahu Vechehu'nun beline ve sırasıyla on iki İmamların
beline bağlandı.
ON YEDİ KEMER-BEST
Hak Tealâ'nın
kendi kudretinden yarattığı "Murassa Kemer" Ceb-rail-i Emin
tarafından önce Muhammed Mustafa'nın beline, sırasıyla Hz. Ali, Hz. Hasan ve
Hz. Hüseyin'in beline bağlandı.
Bu hali gören
Eshab-ı Kiramın ileri gelenlerinden Selman-ı Farisi, Kanber ve Hz. Ali'nin
kardeşi Cafer-i Tayyar, Hz. Muhammed'in huzuruna gelerek, "Ya Resûlullah,
izin ve rizanız olursa, biz dahi "resalete" muvafakat
edelim" dediler.
Bu durumu
gören Fahrî Kayinat, Hz. Ali'ye dönerek şöyle buyurdular:
"Ya Ali!
Önce Hûda Hak'kı için onun rizasıyla; ikinci olarak Cebrail-i Emin'in getirmiş
olduğu "vahiy" ile; üçüncü olarak
benim muhabbetim ile çünkü, ben Muhammed'im; dördüncü olarak da senin akdin ile
çünkü sen Ali'sin."
Bunları duyan
İmam-ı Ali, sordu:
— Ya
Resûlallah, ben kimin belini bağlayayım ?
Hazreti-i
Fahrî Âlem, buyurdu:
— On yedi
Kemer-Beste nin belini
bağla.
Bunun üzerine
Hazret-i Ali, önce Selman-ı Farisi'nin belini bağladı; ikinci olarak Kanber'in
belini bağladı. Üçüncü olarak da kardeşi Cafer-i Tayyar'ın belini bağladı.
Bu üç kişinin
belini bağladıktan sonra, Hz.Muhammed'in icazetiyle bu hizmeti Selman-ı
Farisi'ye verdi.
ON DÖRT MÂSUM-U PÂK
Hazret-i Ali,
bu üç kişinin belini bağladıktan sonra, Hz. Fahrî Âlem, şöyle buyurdu.
— Ya Ali!
Selman bizim Ehl-i Beytimizdendir. Ayni zamanda kırklardandır. Kendisi bizim
hizmetimizdedir. Selman'a icazed ver ki, geriye kalan on dört kişinin belini
Selman bağlasın dedi.
Hazret-i
Resûl'ün ve Hazret-i Ali'nin rizasıyla Selman-ı Farisi şu kimselerin belini
bağladı.
1. Ebu Zerr-i
Gıfari 2. Cabir-i Ensari 3. Malik-i Eşter 4. Abdullah bin Abbas 5. Hasan-ı
Basri 6. Zünnun-i Mısrî 7. Ebu Derda 8. Cömerd-i Kasab 9. Amr 10. Ammar bin
Yaser 11. Süheyl-i Rumî 12. Ebu Mihcen 13. Süleym 14. Seyfüddin.
€
Selman-ı
Farisi'nin belini bağladığı bu on dört kişi ve Hazret-i'Ali'nin belini
bağladığı üç kişi "On dört Mâsum-ı Pâk ve On yedi Kemer-Beste" olarak
bilinmektedir.
Bu
Kemer-Beste'ler ki, "Elestii" bezminde Hak Tealâ ile ikrar
eylediler. Şimdi de burada Muhammed Mustafa'ya ve onun evlâtlarına ahdü ikrar
ve biat kıldılar.
Onyedi
Kemer-Best'in bu halleri Hem, Muhammed Ali yolunda, tarîk ehli arasında apaçık
görüldü. Onların yolunu izleyen her mü'min, tarikat ehlidir.
Kim ki bu yola
inabet "İkrar" kılar, Muhammed’in ve Hz. Ali'nin dostuna dost,
düşmanına düşman olur. Muhammed Mustafa'nın ve Aliyyel Mürteza'nın şefaatından
mahrum kalmaz. Kim ki, ikrarında durmaz, Hak, Muhammed Ali yolundan dönerse,
münkir ve münafıklar katına dahil olur. Hak didarından,
Muhammed Ali şefaatından mahrum kalır.
MUSAHİPLİKTE KAZANÇ HALİ
Gadir-Hum günü
Hazret-i Fahrî Âlem'in Hazret-i Aliyyel Murtaza ile kardeş olması ve orada
bulunan eshâb-ı kirama siz dahi birbirinizle kardeş olunuz ki, benimle birlikte
cennete veya firdevs-i âlaya girersiniz ve yarın Hak
didârını görürsünüz buyurmuştu.
Bir tâlib bir
tâlib ile kardeş (müsahip) olmak isterse, önce gelip bir yola girip, evliyânın
erkânında bir mürşide el verip etek tutması gerektir.
Bu tarik-i
nazenin ve Muhammed Ali yoluna giren iki tâlib, müsahip olmadan önce bir müddet
birbirleriyle sıkça görüşüp, birbirlerinin karakterlerini öğrenirler.
Birbirlerini yakından takip ederler. Buna tarikat içinde "Kazanç
Hali" derler.
Bir tâlibin bu
kazanç halini elde edebilmesi için her iki tâlib, birbirlerini çok iyi tanıyıp;
birbirinin yükünü taşıması gerektir. Birbirleri için baş ve candan geçmeleri
gerekir.
Âyin- i Cem
ehli de bu iki tâlibin güzel hallerini görüp, eğer onlar da tarikat erkânı
gereğince müsahiplik hali mevcutsa, âyin-i cemin içinde güzelce "erkân"
dan geçirip, kurbanını yiyip, onları birbirine
verirler.
Eğer bu iki
canın halinde nesne (müsahiplik hali) yok ise, onlar müsahip sayılmazlar. Çünkü
müsahip musahibin her haline haldaş, her yoluna yoldaş olması gerekir. Hatta bu
yolda isbat gerektir. Bu yolda can verip, ömür harcamak gerekir. Tâ ki
birbirinin kadrini ve kıymetini bilsin-lir. Bilinmelidir ki, müsahipliğin
erkânı budur.
Eğer sen bu yolda , bu erkânda bir kimse ile müsahip olayım dersen, bu
tarz üzerine yürü, bu düzen içinde hareket et ki, işin temiz olsun. Noksanın
olmasın ki, kemâle erişesin.
Bu hali, Pîr Sultan ne güzel
anlatmış:
Ben bir
müsahip ararım
Ola bile benim
ile
Yad
ellerde gurbet elde
Kala bile
benim ile
Ola ben
olduğum yerde
Kala ben
kaldığım yerde
Vadem yetip
öldüğüm yerde
Öle bile benim
ile
Başına kement
bağlaya Aşkı ciğerim dağlaya Ben ağladıkça ağlaya Güle bile benim ile
Bu işler bizim
nemize
Kan gitti
gelmez benize
Benim düştüğüm
denize
Düşe bile
benim ile
Pîr Sultanım
hâldaş ola
Yola gidene
yoldaş ola
Yaremi saran
kardeş ola
Sara bile
benim ile
.MÜSAHİP MÜSAHİBİN HALİNİ BİLMELİDİR
Bir tâlib,
diğer bir tâlib ile müsahip olmak için karar verse ve bu yolda ikrar verse. O
tâlibe gerektir ki, önce kendi benliğinden geçip, batın gözünden perdeyi
açmalıdır. Senlik benlik etmemelidir. Bu dünyada birbirinin rızkına ve malına
taksirlik etmeyip, erenler yolunda harcayıp, bu yolda canını dahi feda
edebileceğini göstermelidir. Çünkü mal da candandır. Bu dünyada böyle olan
kişi, ahiret halinde de böyle olur. Birbirinin yolunda can ve baştan geçerler,
hiç bir şeylerini birbirlerinden esirgemezler.
Örneğin;
tâlibin biri hak katında yargılanmış ve cennete girmeye hak kazanmış ölse,
diğer tâlib de günahkâr olup cehenneme gidecek olsa, Cenab-ı Hak Tealâ, o
cennetlik kulunun yüzü suyu hürmetine, o cehennemlik kulunu da yargılar, kabul
eder ve "ikiniz de varın cennete girin!" der. Böylece o iki müsahip
cennete girerler.
Müsahiplik
erkânı odur ki, iki gönül bir olup, can ve başla birbirlerine teslim olmalıdırlar.
Birbirlerinden
habersiz hiç bir iş etmiyeler. Birbirlerine zarar verecek her türlü kötülükten
sakınmalıdırlar. Ancak bu yolda böyle kazanç olur.
İki müsahipten
biri yoksul, diğeri zengin ise, zengin olan müsahip kardeşe gerektir ki,
malının yarısını yoksul kardeşine (müsahibine) versin ki, o zengin kardeş
malına kıysın, yoksul kardeş te canına kıysın. O vakit bu "müsahip
erkânı" yerini bulmuş olur.
MÜSAHİBİNE CANI GÖNÜLDEN BAĞLANMAMAK
Şeyh Sadreddin hazretleri, sordu:
— Ey Şeyh! Bir
tâlib, mürebbi ve müsahibine el verse,gönül vermese;
hali nice olur ?
Şeyh Safî hazretleri, buyurdu ki:
— Bir kimse âma (kör) olsa, yani helulâ mertebesinde hiç bir şeyden
haberi olmasa, kelime-i şahadet getirdiği zaman Müslüman olur. Eğer bir kimse
"Lâ ilâhe illallâh Muhammedün Resûlullah" dese, fakat bunun ne anlama
geldiğini bilmese; bunun ne demek olduğunu anlamasa,o
kimsenin İslâmlığı tam olmaz. Yine bir kimse diliyle "Lâ ilâhe illallâh
Muhammedün Resûlullah" dese, fakat bunu canı gönülden demese; yani
gönülden inanmasa, bu kimsenin imanı tam olmaz.
Buradan şunu
anlıyoruz. Bir tâlib, mürebbisine ve müsahibine el verse fakat gönüi vermese;
bu tâlibin içinde şek şüphe vardır. Bu kişinin sözü de, özü de doğru değildir.
Böyle olunca
da ikrarı saf olmamış olur. O kimse münafıktır. Bu yola inanarak gelmediği için
yüzü karadır.
MÜSAHİP ERKÂNI
Müsahip kavli
şöyledir ki, önce iki tâlib özlerini (gönüllerini) birleştirip rehber (Baba)
huzuruna gelirler. “Aman ve mürüvvet ya erenler! Biz dilenz ki, bizi
birbirimizle kardeş (müsahip) yapın." derler. O zaman rehber, Âyîn-i
Cem'de bulunan bütün tâliblere sorar:
" Bu iki
kardeş müsahip olmak dilerler,kendilerini nasıl
bilirsiniz ?"
O vakit Âyîn-i
Cem de bulunan bütün tâlibler: “biz burada hepimiz kardeşiz (yol kardeşi) eğer
onlarda bizim kardeşimiz ve birimiz olurlarsa, Hak Muhammed Ali yolunda ve
evliyânın erkânında bu yolu doğru sürerlerse; alalım kabul edelim" derler.
O vakit Baba,
o tâliblerin ellerini alıp hutbelerini okur. Müsahip hutbesi okumak "erkân"
dır.Hutbe şudur:
"Bismillahirrahmanirrahim,
Allahümme inni
eşhüedike ve kefa-büke seyyiden vel melayü-ketüi arşike yek büke kavle
musahip."
Burada hakikat
olan şudur ki, her Rehberin (Halife,Mürşid ve Baba),
tâlib eli alıp hutbe okuması "erkân" değildir. Yani; caiz değildir.
Bir kimse ki,
Halife değilse ve herkes tarafından bilinen bir "Ev-lâd-ı Resul" den
el etek tutup icazet almamışsa; böyle bir rehberin tâlib eli alıp, müsahip
hutbesi okuması caiz değildir.
Eğer bu
Rehber, bu işin ehli değilse, bir kâmil Mürebbiye bu iş yaptırılmalıdır.
Böylece hak tecelli edir.
Müsahip olup
üzerlerine hutbe okutan tâlibler, İlmî ledün üzere batın ilmine vakıf olup; bu
menval üzere yol ve erkân sürmelidirler. Can-ı baştan geçip, Muhammed Ali kavlince
yola devam etmeyen kişi müsahip sayılmaz. Müsahip olan kimsenin muhakkak yol ve
erkân üzere olması gerektir.
Yol
kardeşlerinden yani müsahiplerden biri yola yürümese, o tâli-be üç defa yola
(erkâna) gelmesi teklif edilir. Eğer bu tâlib gene gelmese, bu defa Âyîn-i Cem
erenleri, diğer tâlibin; başka bir yol "ehli" ile yola yürümesine
izin ve riza verirler. Zira yola gitmeyen müsahip, yol ehli kimseye zarardır.
Yoldan kalmaktan, yola gidenle gitmek "caizdir ve erkândır" dır.
Herkes
bilmelidir ki, müsahip olan kimseler, bir saat dahi birbirlerinden ayrı
durmamalıdır. Her birinin malı, birbirine helaldir. Birbirinin malını izinsiz
ve riza almaksızın kendi malı gibi kullanmalıdır.Yemekte
ve yedirmekte aralarında teklif olmamalıdır. Nasıl ki kişi kendi malını izinsiz
kullanabiliyorsa, bu da ayni olmalıdır.
Müsahipler
aralarına zerrece dünya malı ve dünya muhabbeti korlarsa, gönüllerine riya
girerse; o kimseler müsahip değildir.
Onların ne
dünyada nede ahirette birbirlerine faydaları olmaz. Müsahip kardeşler
kesinlikle birbirinin eksik ve kusurunu görmemelidirler: Gönüllerini birleyip
yola birlikte yürümelidirler.
İMAM-I CAFER-İ SADIK HAZRETLERİNE
SORDULAR
— Ya Şeyh! Bir
tâlib, bir yerden bir yere gitse, müsahibi yanında olmasa; o tâlib nice hareket
etmelidir ?
İmam Cafer-i
Sadık hazretleri buyurdu ki:
— Bir tâlib,
tek başına yola giderken başından kisveti yani taca düştü. O tâlib derhal
"Dâr"a durdu. Yanında kimse yok idi. O tâlib "kırk gün
dâr"da durdu.
Daha sonra
İmam Cafer-i Sadık'a malum olup o mahale geldi ve o tâlibe delil oldu. Tacını
tekbirleyip başına giydirdi.
Bunun üzerine
"İmam Cafer-i Sadık şöyle buyurdular: 11 bundan böyle hiç bir
tâlib tek başına yola gitmesin, tâki düştüğü yerde bir kimse buluna. Zira tâlib
günahkâr olursa bastığı yerler kendisinden davacı olur.
MİHMANUK (MİSAFİRLİK)
Bir tâlib, bir
yere varsa, o yerde "Mihman" dır. Üç türlü
mihman vardır.
Birincisi:
Tarikat mihmanıdır.
İkincisi: Ma'rifet
mihmanıdır.
Üçüncüsü: Hakikat
mihmanıdır.
Bir tâlib, bir
yere varsa, gerektir ki o tâlibten nişan isterler. Eğer nişan verirse hoş, eğer
nişan veremese; o kimseden çekinip "Evliyânın Erkân'ını o kimseye göstermeyeler.
O mihmanın
nişanı odur ki, dile itibar edilmez. Tarikat ehli kimseyi Rehberden sorarlar.
Ma'rifet
mihmanının nişanı odur ki, ma'rifet içinde üçyüz atmış uğrak vardır. Bunlardan
sorarlar.
Hakikat
mihmanının nişanı odur ki, hakikat içersinde bin menzil vardır. Hal yoluyla
onlardan sorarlar.
Eğer nişan
veremez ise, o kimseyi ceme koyup sohbet gösterme-yeler.Eğer
gösterirlerse, sorumlu olurlar ve dünyadan ahirete imansız giderler.Yüzleri
karadır.
Eğer o tâlib
hakikat tâlibi ise, vardığı yerde o kimse tarikat mih-manıdır. Tarikat üzere
kendisine yol gösterilir.
Eğer o tâlib,
Ma'rifet mihmanı ise, "Ma rifetin mihmanı arşullah" tır. Ona arşullah
muhabbeti gösterilir.
Eğer o kişi
hakikat tâlibi ise, vardığı yerde o kimse hakikat mih-manıdır. Gerektir ki, cem
ehli ondan sır saklamasınlar. Çünkü o hak
mihmanıdır.
Hak dizarım isteyen tâlib, Hak'kı, hakikat mihmanında bile arayıp bulabilir.
O mihmana ne
yapılsa makbuldür. Zira mihman murad kapısıdır. Hak ehli odur ki, hiç bir
veçhile Hak'tan uzak kalmamalıdır. Eğer hüccet edip Hak'tan kaçarsa, şeyten
gibi o da Hak'tan sürgün olur.
Eğer bir
tâlib, hakikat mihmanlığından uzaklaşır ve düşerse, onu ne halife, ne de Rehber
ve ne de Mürebbi kurtarmaya kadir değildir.
Hiç kimse o
tâlibin hizmetini göremez. Bilmeyerek dahi o kimse ile oturup kalkan ve ondan
uzak durmayana, evliyâya karşıdır.
HALİL İBRAHİM PEYGAMBER
Bir gün Halil İbrahim
Peygamber, kendi yaptığı Kâbeye bakıp şad oldu. Hak Tealâ'ya şükür eyledi.
O sırada bir nida geldi.'Ya Halil! Sen bana ne gibi hizmette bulundun.Yoksa
sen benim mihmanımmısın, gönlümü hoş ettin" dedi.
Halil İbrahim
Peygamber, o zaman anladı ki, bir mihmanı hoş karşılamak ve ona güler yüz
göstermek, Kâbe inşa etmekten daha evlaymış.
O vakit Halil
İbrahim Peygamber, ahd etti ki, mihmansız lokma yemeyecekti. Kırk gün geçti her
hangi bir misafir (mihman) gelmedi. Halil Peygamber bu zaman içersinde tek bir
lokma yemedi. Çok zayıf düştü.
Kırkbirinci
gün bir kişi geldi. Fakat çok acayip bir hali vardı. Saçı sakalı uzamış,
tırnakları uzamış, bıyıkları ağzını kapatmıştı. Gözlerinden akan kanlı yaşlar
sakalından süzülüyordu. Halil Peygamber, derhal o kimseyi karşıladı. İzzet
ikramda bulunup evine konuk etti. Konuk yerine oturunca, Halil Peygamber,
mihmana hürmet ve yardım edebilmek için su getirip, saçını traş etmek istedi.
Bıçak getirip tırnaklarını kesmek istedi. Bu hali gören konuk:
"Ya
Halil! Sen benim ayıbımı gördün" deyip kalkıp gitti. Halil Peygamber,
kalması için İsrar etti; fakat konuk kalmadı. Bu duruma çok üzülen Halil
Peygamber, "Ya ilâhillemin" bana tekrar bir konuk gönder deye Hak'ka
münecaat eyledi.
O zaman Hak
Tealâ'dan bir nida geldi." Ya Halil, o konuk senden incindi gitti. Git o
konuğun hatırını ele al ve gönlünü hoş eyle. Yoksa Celâlim Hak'kı için seni
imansız gönderirim." dedi.
Halil
Peygamber'in aklı başına geldi. Derhal konuğun arkasından yetişip, mübarek
yüzünü konuğun ayağına sürüp ağladı. Konuğu arkasına bindirip evine götürdü.
Ondan özür diledi. Onun gönlünü aldı. O konuğun yüzü suyu hürmetine nice
hikmetler görürdü.
Düşünün ki,
bir peygamber bile mihmanına gereken hürmeti göstermediği ve onu incittiği için
Hak Tealâ tarafından imanından ediliyordu. Şimdi bir tâlibin bir hak
mihmanından düşüp ve o mihmanı kendisinden razı etmedikçe, nasıl dünyadan
ahirete imanlı gider.
Eğer bir
kimse, mihmanını incitir ve onun gönlünü hoş edemese, nasıl Mürebbi ve
Halifelik yapmaya muktadir olabilir. İnsanlar arasında birçok münafıklık
olabilir. Fakat Hak, Muhammed Ali divanıhda böyle şey olamaz. Bu yolda
kötülerin yeri yoktur.
YOL KARDEŞLİĞİ - YOL ATASI TUTMANIN
ASLI
İslâm dinini
kabul edenlerin sayısı gün geçtikçe artıyordu. Hazret-i Resûl Aleyhiselâm'ın
isteği üzerene "Duvül Anzan Mağarası" na bir kapı yapılarak burası
bir cemiyehane haline getirildi. Bu cemiyethanede yol erkân sürmeye başladılar.
Hazret-i
Resûlallah, Hazret-i Ali'nin elini tuttu ve ya kardeşim Ali, sen benim yol
kardeşimsin dedi.
Orada o gün
ikisi kardeş oldular. O gün orada birçok kişi daha kardeş oldular. Hamza Şehit
olmuştu. Cafer-i Tayyar, İbni Cebel ile kardeş oldular.
Kardeşliğin
sünneti buradan kalmıştır. Ayni gün Resûlullah Sallal-lahü ve Sellem, Hazret-i
Aliyyel Murtaza Keremullahu Vechehu hazratle-rini oğul edindi. Böylece Şahı
Merdan Sırrı Yezdan Hz. Ali, Muhammedi Rehber edindi. Elele tutuşup üzerlerine
hutbe okundu:
"Allahümme
inni eşhüedike büke ve kefa-büke şahiden ve eşe-dü melâiketihe ve rahmeten
arşuke."
Hazreti
Muhammed, bu duayı Hazret-i Ali'nin üzerine okuduğu zaman, Hazret-i Ali,
Hazret-i Peygamberin tarikat içinde yol oğlu olmuştu.
Orada hazır
bulunanların önünde Hz. Peygamber, Hz. Ali'nin elini tutup, “Lahmike Lahmi ya Ali"
dedi. Daha sonra "Haza Fidünya Vel Ahiret"
dedi.
Anlamı şudur:
Ali benim dünya ve ahiret kardeşimdir. Tarikat içinde yol oğlumdur. Hazret-i
Resûlullah sözlerine devam etti."Ente
Vasi ve Varisi"
dedi. Anlamı şudur: "Ya Ali sen benim vasim ve varisimsin ve
halifemsin." dedi. Hazret-İ Resûl, tekrar Hz. Aliye dönerek:
"Ya^Ali,
sana iradet getirene erkânı tarikat üzereine el etek ver dedi. O gün üç kişi
gelip Hz. Aliyyel Murtaza'nın önüne baş eğip erkân talep edip durdular.
Hazret-i Şah
Aliyyel Murtaza gelin deyu buyurdu. Önce Selman-ı Farisi geldi, ikinci olarak
Ümmü llmeyye, üçüncü olarak da Bilâl-ı Habeşi geldi.
Hz. Ali'nin
önünde etek öpüp biat ettiler. Daha sonra Aliyyel Murtaza, Selman'a riza verdi
ve " ya Selman sen de Hazret-i Fatıma'ya, Hazret-i Hasan'na ve
Hazret-i Hüseyin'ne ve diğer tâlib olanlara erkânı ve tarikatı talim eyle ve
onlara Rehber ol" dedi.
Selman-ı
Farisi, Hz .Ali'ye dönerek" ya Ali, ben Hazret-i
Fatıma'ya nasıl Rehber olurum" dedi.
Aliyyel
Murtaza buyurdu:
''Ya Selman,
Hazret-i Resûl beni Rehber edindi. Ben Fatıma'ya Rehber olamam, çünkü caiz
değildir. Var sen ona Rehber ol" dedi.
Bunun üzerine
Selman, Hz. Fatıma'ya Rehber olup, erkânı ve tarikatı talim eyledi ve biat
ettirdi.
Bu sebepten
mü'min ve müslim iki kişinin bir Rehbere hak demesi yani el etek tutması caiz
değildir. Eğer hak derlerse erkân sahih değildir
.Şöyle biline
ki, Resûlallah Sallallahü Tealâ Aleyhe ve Sellam buyurdu ki, "bunun
şükranesi gerektir ya Ali" Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]derhal
yerinden kalkarak, kendisi için, Hz. Fatıma için, Hz. Hasan için ve Hz. Hüseyin
için şük-ranlık lokma getirdi. Resûlullah Hazretleri bu şükraneyi yiyip şükür
eyledi. Şükrane buradan kalmıştır.
Biz burada
tarikat ehli arasında meydana getirilen bir erkânı anlattık. Cemi yol ehli
kardeşler bundan faydalanıp yollarından sapmasınlar.
Zira Allahü
Tealâ katında, Muhammed Ali katında ve on iki İmam kavlinden çıkmasınlar. Çünkü
onların yolundan çıkanların yüzleri kara olur. Siz de bu yola sıtkı gönül ile
bağlanın ki, yüzünüz kara olmasın.
REHBER NASIL OLMALIDIR
?
Rehber olan
kimseye gerektir ki, Şeriatta kâmil, Tarikatta amil ola, Tâlibine tariki ve
cem-i erkânı telim ettire ve bildire. O tâlib dahi onun talim berekâtından ilmi
tarikatı yani; tarikat ilmini öğrene. Zira Hz. Resûl buyurmuştur ki:
"Levlâ el
mürebbi ma arafet rabbi"
Anlamı şudur:"Eğer benim mürebbim olmasaydı ben rabbimi bilemezdim.
"Zira Allahü Tealâ Hazretlerinden Cebrail gelmeyince ben her hangi bir
hüküm veremezdim.
Şimdi siz dahi
şöyle bilin ki Rehber bir tâlibe her hangi bir konuda riza vermeyince o tâlib
hiç bir şey yapamaz. Eğer rizasız bir iş yapacak olursa o kişi yoldan çıkar ve
düşkün olur.
Cebrail gelip
hükmetmeyince, Hazret-i Resûlallah dahi bir söz söyleyemezdi. Bu terbiye ile
gönül evini pür nûr eder ve göz nuru dökerdi.
Eğer bir
tâlib'te böyle hareket ederse şeytan şerrinden emin olur ve o tâlibin yüzü kara
olmaz, o kişi ahretliktir.
Rehberlik her
kişinin hakkı değildir. Rehber olan kimse, şeriatta kâmîT’ve tarikatta amil
olmalı. Ayrıca cömert, eli açık ve gönül kapısı açık olmalı. Dili tatlı, sözü
mutlu ve Cenab-ı Hak kın yaratmış olduğu tüm mahlukata
karşı şefkatli olmalıdır.
Elinden ve
fiilinden hiç kimse incinmemeli ve temiz ahlaklı olmalı. Kendisini nasıl
bilirse, bütün mü'minleri öyle bilmeli. Eğer alim
olursan nurun alâ nur olur. Bu da bir ibadettir. Hak'kı ve batılı, hayrı ve
şerri fark edip; bilmek dahi ilimdir.
Alçak
gönüllülük bir tevazudur. Zira şeytan lâin tevazu ehli olmadığı için secde
etmedi. Bu sebepten merdud oldu.
Rehber olan
kimse, öyle olmalıdır ki, adaleti elden bırakmamalı. Eğer adaletli davranmasa,
doğanın rızkını serçeye yedirmiş gibi olur. Çünkü bir başkasının rızkını, başka
birine yedirmek onun hakkı değildir. Zira yiyenin boğazından geçmez.
Hz. Resûlullah
buyurmuştur ki: Kelli
Münase Alâ Kaderin Akuli-him."
Anlamı şudur:
"Siz insanlara onların akılları erdiğince konuşun." Fakat hal ehline
gerçekleri anlatın ki, o bu bilgiler ışığında kendisini yetiştirip ve kemâle
ulaşsın. Böylece ilim ve irfan mertebesine ulaşır.
HAK TALİBİNE BAZI ÖĞÜTLER
Bilinmelidir
ki, Şeriat, Tarikat, Ma'rifet ve Hakikat'ın yedişer kıpısı vardır. Toplam yirmi
sekiz kapı eder.
Cenab-ı Hak, "Sema semavatin velardi"
Ayetinde
yerlerin ve göklerin de yedişer kat olduğunu beyan eder. Gökteki seyyarelerin
dahi yedi olduğu bilinmektedir.
Birinci kapı Şeriat kapısı avam
içindir:
Biline ki,"şeriat"
ataşe tealik eder. Çünkü çiğler ateşle pişip hasıl
olur. Tarikatı şeriat içinde tahsil etmek gerektir ki, insan kâmil olmalı.
El Babii Evvel
Kalellahi Tealâ Etiullahe Eteyurre Süle Emri MinhinT
Anlamı şudur: 'Allah'a muti olun ve buyruğunu tutun, yerine getirin ve Resûlüne
itaat edin, şeri şerifine mualif olmayın ve davet ettiği yola gidin. Zira
şeriat emri vahiyle sabit olup, mutiy biati senettir. Çünkü bu hak kelamıdır.
Ulül emre mutiy olun.
"El
Babüssani Kalellahü Tealâ Akiy Musselâte ve Atüzzekat. “
Anlamı şudur:
"Siz beş vakit namazı kılınız ve her zaman zikir ve teşbihle meşgul
olunuz. Eğer malınız varsa zekât verin, gıybetten ve ma-sivadan kendinizi
koruyun."
Zira Hz.
Peygamber, buyurmuştur ki: "El
Gıybeti! Eşşedü Minez-zina"
Anlamı şudur:
"Gıybet zinadan daha günahtır. Bütün kötülüklerden ve şer işlerden uzak
durun ki, şeriatta tamam olasınız".
Şöyle ki: "El Babii Salis Kalellahü Tealâ ve
Atüzzekat" Anlamı
şudur: "Allahü Tealâ'nın, verdiği malda yüz akça da iki akça hakullah vardır . Bu zekat her yıl
verilecektir. Bu zekatı vermeseniz, sizden hesap
sorulur. Bunu yapmadığınız zaman şeriatın şartını yerine getirmemiş
olursunuz".
Şöyle ki: "ElBabüRabbiKalellahü
tealâSavmuEşereküm."
Manas şudurı:
"Siz bir ay oruç tutunuz ki, bütün azanız ile oruçlu olun; Elinizden,dilinizden ve bütün azalanınızdan kimseye kötülük
gelmesin. Ağzınızla haram yemeyin,elinizi harama
sürmeyin."
"El
Babülhamis Kalellahü Tealâ Vemen Yamel Minessalihan."
Anlamı şudur:
Bütün kötülüklerden uzak durun ve salih amel sahibi olun ki, cehennem ateşinde
yanmayasınız. Salih amelden murad, Cenab-ı Hak1 kın bütün emirlerini
yerine getirmektir. Böyle olursanız. Cehennemden korkar ve cenneti umarsınız.
Siz Hak'kı görmek için gayret ediniz ki, Hak'kı görmek size müyesser olsun.
"El
Babüssades Kalellahü Tealâ Haccnbeyte Rabbehüm Mines-tetea İleyhi
Sebilen." Anlamı şudur:
Cenab-ı Allah buyuruyor ki, her kim ki gücü yetip bir kere hacca giderse
cehennem ateşinden ona zarar gelmez. İki kere giderseniz, cehennem ateşinden
tamamen kurtulursunuz.
"El
Babüssabi Allahü Tealâ fedeni Bühü Balleküm tiflühüm."
Anlamı şudur:
Cenab-ı Allah buyuruyor ki, siz benim emir ettiğimi yapınız, nehy yani
yasakladığım işleri yapmayınız. Bu demektir ki, Ce-nab-ı Allahın emrine uyun,
şeytanın emrine muhalif olun ki, cehennem ateşine yanmayasınız.
İkincisi: Tarikat olup doğru yoldur:
Tarikat, "İnnehaza sıratın müştekim
fettelühü."Ayetiyle
sabittir. Tarikat, Hak'ka giden doğru yoldur. Buna göre Hakikati "Tarikat"
içinde tahsil etmek gerekir ki. insan kemâle
erişsin ve o kimse kusursuz bir insan olsun. TarikâJ,ehlinin
ilk yapacağı iş tövbe etmesini öğrenecektir. Çünkü her şeyin-bfşttövbedir.
"Kalellahü
Tealâ ya eyyüelleziyne amenu talâ ilallahü tevbeten masuhan."
Hak Tealâ bu ayette buyuruyor ki, "ey bana iman eden kullarım, siz
günahlarınıza tövbe eyleyin ki; günahınızı bağışlayayım. Size rahmet edeyim.
~ •
"Diğer
bir başka hadiste Şudur: "Ettaibü minelzzenbi kânelâzen-be
lehü." Hak Tealâ
buyuruyor kİ: "Bir kimse günah işlese ve ardından tövbe etse, o günahı
işlememiş gibidir. 0 tövbe öyle bir tövbedir ki, me-şayih yani bir Şeyh elinden
ve Halife elinden olmalıdır ki cümle günahından geçilsin". Ancak o günahı
tekrar işlememek gerektir.
Bir kimse
ister şeriat, ister tarikat ehli olsun, ilk yapacağı iş "Tevhit" tir. Tevhit tarikatın başlangıcıdır.
Cenab-ı Allah,
bir ayetinde şöyle buyuruyor: "Ayyühellezine
amenüzkürüzikren kesiren."
Anlamı şudur:" Ey bana iman getiren kullarım. Beni siz çok anın ve zikir
eyleyin, gece gündüz gizli ve açık her saat beni anın ki, bende sizi
unutmayayım." buyurmuştur.
Allah'ı dil
ile ikrar eyleyin, gönül ile anın. Derviş olana gerektir ki, zikre başlarken:
" Euzubillahimineşşeytanirracim
Bilmillahirrahmanir-rahim Falem İnnehulâllâhe illallah Muhammed-en ve
Salâvaâtullah ve Aliyyün veliyullah Şeyhi Miirşiidullah."
Sofu veya
Tâlib, bu salavatın ardından kendi bağı olduğu şeyhinin adını, gelmiş geçmiş
nebilerin, velirelin adlarını zikrederek onların yüzü suyu hürmetine Cenab-ı
Allah'a niyazda bulunabilir. Dil ile ve gönül ile devamlı zikir eden kişinin
kalbine ilahi feyz dolar, ilham gelmeye başlar.
Kelime-i
tehvid tâlibin gönlünü ferahlatır. Böylece o tâlib, eflâka çıkar ve terakki
eder. Hak'kın nûr-u cemâlini temaşe eder yani görür. Her saat Hak'kın cemâlini
görür ve ona hiç bir zaman icap olmaz.
Zira derviş
olan kimse hiç bir zaman dilinden zikirullahı kesme-melidir. Eğer böyle
yaparsa, o zikrin nûr-u kalbine düşer ve nefsi emarenin kökünü kesmiş olur.
Böylece nefsi
levameye ulaşır. Bu kere o kimse "zühtü takvaya" gönül
bağlayıp, gönlüne cila verir. Zira Peygamber efendimiz bir hadisi şerifinde şöyle
buyurmuştur:
"Külle
şeyin lehuseyhalün ve seykalül kalbi lâ ilahe illallahü"
.Anlamı şudu:
"Her nesnenin bir pas gidericisi vardır. Ancak kalbin pasını "Kelime-i
Tevhid" giderir." O zaman insanın gönül gözü açılır, bu kere o
kişinin gönlü ve dili zikirullah ile meşgul olur. Nefsi mütmain-neye erişir. Bu
makamda o kimsenin aşkı temiz olur. O bendeye muhab-betullah hasıl
olur. Böylece kalbi temizlenmiş olur. Bu kimse bundan sonra erkân göre; yani
erkân içine girebilir.
Muhammed
Mustafa ((salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur: "Men
arefe nefse fakat arefe rabbe."
Anlamı şudur: "Rabbini bilen kendini bilir, kendini bilen rabbini
bilir."
Hazret-i Fahrî
Âlem, bir hadisi şerifinde "Eğer Cebrail olmasaydı ben rabbimi
bilemezdim" buyurmuştur.
Gene Hazret-i
Resûlullah buyuruyor ki; herkesin bir Mürebbisi olmalıdır. Yoksa şeytan
aleyhillâne onu yolundan çıkarır..
Şimdi "Mürşidlik"
o kimsenin hakkıdır ki, evliyânın yolunda bir veçhile hiç kusuru olmaya ve
evliyâ tariki içinde ise yirmi sekiz suval vardır. Bu suvallere cevap
vermelidir.
Mürşid olacak
kimsenin şeyhinin nesebi; yani silsilesi Hak, Muhammed Ali'ye çıkmalıdır. Eğer
o kimsede bu vasıflar yoksa, bu yirmi sekiz suale
cevap veremese, ona Halifelik ve pîrlik caiz değildir. O kimseye "Kutup"
luk dahi caiz değildir. Bu yirmisekiz sual şunlardır:
·
1-
Allah'ın birliği ve tevhidir.
·
2-
Adil olmaktır.
·
3-
Subud'dur.
·
4-
Emanettir.
·
5-
Emir-i Maruftur.
·
6-
Nehi Münherdir.
·
7-
Tevelladır.
·
8-
Teberradır.
·
9-
Sorru: Kimin oğlusun ?
Cevapi: Yol
oğluyum
·
10-
Soru: Yol kimindir ?
Cevapi: Muhammed
Mustafa'nın ve Aliyyel Murtazanındır.
·
11-
Soru : Muhammed Ali'nin yolu hangisidir ?
Cevap
: Şeriat,
Tarikat, Ma'rifet ve Hakikatır.
·
12-
Soru: Tac ve hırka kime geldi ?
Cevap
: Adem
Safiyullaha, Nuh Nebiyillaha ve İbrahim Hali-lullaha geldi.
·
13-
Soru: Renkleri nasıldır ?
Cevap
: Adem
Safiyullaha "ak" geldi. Nuh Nebiyullaha "al" geldi.
Halilullaha "siyah" geldi.
·
14-
Soru : Hazret-i Muhammed Mustafa'ya ve Hz.
Ali'ye nice geldi ?
Cevap: Hz.
Muhammed Mustafa'ya "yeşil" geldi. Hz. Ali'ye "kırmızı"
geldi.
·
15-
Soru : Tac'ın farzı nedir ?
Cevap: Pîr
sohbetidir.
·
16-
Soru : Tac'ın sünneti nedir ?
Cevap: Pîr
hizmedir.
·
17-
Soru: Tacın aslı nedir?
Cevap: İstiğfardır.
·
18-
Soru : Tac'ın fahrî nedir ?
Cevep
: Her
türlü kötülükten ve yaramaz işlerden uzak durup, iyi işlere yönelmektir.
·
19-
Soru : Tac'ın kapısı nedir ?
Cevap: Halifedir.
·
20-
Soru : Tac'ın asası nedir ?
Cevep: Pîr'dir.
·
21-
Soru : Tac'ın dışarısı nedir ?
Cevap: llsad-ı
Kâmildir.
·
22-
Soru: Tac'ın dışı ve içi nedir ?
Cevap: Duvazde-
i imimdır.
·
23-
Soru: Tac'ın terekleri nelerdir ?
Cevap: Zikirdir.
·
24-
Soru: Tac'ın iç terekleri nelerdir ?
Cevap: Duvazde-i
imamdır. Amma, Tac'ın "terki" olmasının manası.'Terki
menaki"dir. İmam Aliyyel Murtaza men etmiştir. Zira pişü-vari
refikimizdir.
·
25-
Soru: Tac'ın binası nedir ?
Cevap: Pâk
olmaktır.
·
26-
Soru: Tac'ın ihtiyarı nedir ?
Cevap: Kefendir.
·
27-
Soru: Tac'ın hayatı nedir ?
Cevap: Baş
okumaktır.
·
28-
Soru: Tac'ın tamamı nedir ?
Cevap: Yere
koymamaktır. Fakat bir kimsenin tacının hüllesi yırtılmış olsa, o kişi
mevdutdur.
Cümle
evliyalar kavli ile; gaziler, emmareler, pirler, cümle
bu erkân içinde ikrar edenlere farzı ayandır ki, bu erkânları yerli yerince
görmelidirler.
Hem şeyhinin
nisbiviyetini İmam Aliyyel Murtaza'ya bırakmalıdırlar; yani şeyhinin nesebini
İmam-ı Aliy'ye çıktığını bilmelidir. Eğer bunları bilemese ve cevaplarını
veremese, o kimseye "Pîr'lik ve "IMurbiyetlik" caiz değildir
ŞEYH SAFÎ
HAZRETLERİNİN SOY SİLSİLESİ
·
1.
Haza Sultan Seyyid Şah Dehnem.
·
2.
İbni Seyyid Şah İsmil.
·
3.
İbni Seyyid Şah Haydar.
·
4.
İbni Seyyid Şah Çelil.
·
5.
İbni Şah İbrahim.
·
6.
İbni Seyyid Ali.
·
7.
İbni Seyyid Şah Haydareddin.
·
8.
İbni Seyyid Şah İshak (yani Şeyh Safî).
·
9.
İbni Şeyh Kudbeddin.
·
10.
İbni Seyyid Salahaddin
·
11.
İbni Seyyid Avaz'ül
·
12.
İbni Seyyid Feyruz (Firuz) Şah.
·
13.
İbni Seyyid Muhyiddin.
·
14.
İbni Seyyid Ali.
·
15.
İbni Seyyid Hüseyin.
·
16.
İbni Seyyid Ebül Kasım.
·
17.
İbni Seyyid Şuayib.
·
18.
İbni Seyyid Hasan.
·
19.
İbni Seyyid Davud.
·
20.
İbni Seyyid Ahmed.
·
21.
İbni Seyyid İmam Musa-i Riza,
·
22.
İbni İmam Cafer-i Sadık.
o 23. İbni İmam Muhammed
Bakır.
o 24. İbni İmam Zeynel
Abidin.
o 25. İbni İmam Hüseyin.
o 26. İbni İmam Aliyyel
Murtaza Salavatullahi Aleyhim Ecmayin.
Bu soy
silsilesinden de anlaşılacağı gibi, kitabımızın konusu ve adını verdiğimiz
kişi, "Şeyh Safî Hazretleri" On dokuzuncu göbekten Haz-ret-i Ali'nin
torunudur.
BİR TALİBİN TARİKATA GİRME MERASİMİ
Tarikata
girmenin erkânı budur ki, tarikat ehli cem olup otururlar. Önce yol erkân bilen
birisi yola girecek olan can kardeşi alıp içeri getirir. İçeri girerken şöyle
der: __
"Esselamıaleyküm
ya ehlel mürüvvet ve sefa gelmeniz Tanrı için, söylemeniz Tanı içindir.
İş bu mü'min
kardeşiniz ayağınız tozuyla gelip, bu makamda darınıza durdu.
Muradı odur
ki, siz ihtiyarların önünde meşayıkın silsilesine bağlanıp, evliyâ dergâhına
girip, sahibi tarik ve kul olup, şahı vilayet emirel mü'minin Aliyyel Murtaza aşıklarına hizmetkâr olmak ister. Bu aşıkın hakkında ne
buyurursunuz" diye sorar.
O zaman orada
oturan canlar, şöyle derler:
— Mahaldir ki,
kimi severse reva görürüz. Mübarek olsun, varsın yol atasını bulsun.
Daha sonra yol
atası ile tâlib, karşılıklı diz üzere otururlar ve sağ ellerinin baş parmaklarını birbiri üzerine koyup, el tutuşurlar.
Tarik "Akid'
ini yerine getirirler; şöyle ki, bir tarik ehli veya yol atası, bu câna
önce tövbe ettirir ve gerekli telkinlerde bulunur.
Şöyle devam
edilir:
Tövbe
estağfurullah!., tövbe estağfurullah!., tövbe
estağfurullah!..
"Bismillahirrahmanirrahimjnnelezîne
yübâyiûneke innema yü-bâyinûllahe yedullahi fevka eydîhim femen nekese fe
innema yenkü-sü âlâ nefsihi ve men evfâ bima âhede aleyullâhe feseye'tihi ecren
azîmâ, Devam eder:
İnnelezîne
ahettüm minel müşrikine sümmelemyenfuku hüm-nesie velem yuza hiriiküm fettimmu
ahdehüm ilâ müddethim innella-he yuhipbül müttekiyne"
Der ve
arkasından şu salavatı getirir. Oniki İmamlar:
ON İKİ İMAMLAR
(SALAVAT)
Bismillahirrahmanirralıim,
Allahümme
salli alâ nuri Muhammed Mustafa,
Allahümme
salli alâ İmam Aliyyel Murtaza,
Allahümme
selli alâ Hatice'tü Kübra Fatıma'tü Zehra,
Allahümme
salli alâ İmam Hasan Hulkî Riza,
Allahümme
salli alâ İmam Hüseyin mazlum şehid-i desti Kerbelâ,
Allahümme salli alâ İmam Zeynel Abidin mahsumu Pâk, Allahümme salli alâ İmam
Muhammed Bakır, Allahümme salli alâ İmam Cafer-i Sadık, Allahümme salli alâ
İmam Musa-i Kâzım, Allahümme salli alâ İmam Riza, Allahümme salli alâ İmam
Takî, Allahümme salli alâ İmam Nakî,
Allahümme
salli alâ İmam Şah Hasanül Askerî, Allahümme salli alâ
İmam Muhammed Mehdi.
Duvazde-i İmam:
Sahib-i zaman,
kutbetûl devran, hüccet-i kayım, duvazde-i İmam, cahrede masum-u pâk. Eveliyle
ahirin, tayibinle tahirin, zahirinle bâtının, salâvâtullâhi aleyhim ecmayin, on
iki İmam, on dört masum-u pâk, pirimiz kukb-i âlem Hacı Bektâsi Velî, Sultan
Süceattin-i Velî efendilerimizin keremine yâ Ali Hü!..
Bunun
arkasından da "Nad-Ali" okunur:
Bismillahirrahmanirralıim,
Allahümme ente
samed-i min indeke, meded-i bi Hak'kın nad-ı aliyyel masharûl acayibin tecidihu
avnen nake fi enne vayibi hammin ve gammin seyenceli bi azametike,
Yâ Allah, Yâ
Allah, Yâ Allah,
Ve bi nûr-i
nübüvetike Yâ Muhammed, Yâ Muhammed, Yâ Muhammed.
Ve bi nûr-i
velayetike, Yâ Ali, Yâ Ali, Yâ Ali.
Ve bi hlûr-i
İsmetike Şah Hasan, Şah Hasan, Şah Hasan.
Ve bi Nûr-i
İsmetike Şah Hüseyin, Şah Hüseyin, Şah Hüseyin.
Hatice-tü
Kübra, Fatıma-tü Zehra ayrül nisa âlemin.
Edrikni,
Edrikni, Edrikni Yâ Ali,
Yâ mutat ili
hali, haline ahsenül hâl. Lâ feta illâ Ali lâ seyfe illâ Zül-fükar. Esselâtü
Vesselâm Yâ Resûlallah, Esselâtü Vesselâm Yâ Aliyyel Veliyullah.
MÜREBBİ İLE YOL OĞLUNUN KARŞILIKLI
GÖREVLERİ
Bir mürebbinin
yol oğluna hizmeti şunlardır:
Mürebbi, yol
oğluna Hak'ka giden yollan gösterir. Şeytanın mekrü hilesinden sakınmasını
öğretir. Nefsi emareden kaçınmasını öğretir. Her türlü kötülükten korunması
için, tâlibine yol gösterir.Yol oğlunu, bütün
müşkülleri ve zorlukları kendiliğinden aşabilecek mertebeye yükseltir.
Yol oğlunun
görevleri ise, kendisini Mürebbisine teslim etmek ve onun buyruğundan dışarı çıkmamaktır.Tâlib, Türebbisinin buyruğuna muti olur, her ne
söylerse yerine getirirse, Hak kın emrini yerine getirmiş olur ve bütün
kötülüklerden ve şer işlerden korunmuş olur.
Peygamberimiz
bir hadisinde şöyle buyrulmuştur:
"Kalen
nebiyyii sallâllahü Tealâ aleyhi ve selamül hezzebet lâ ümmeti.'
Anlamı şudur:
"Ahde vefa eyleyen mü'minlerde yalan olmaz, yalancıda da iman olmaz.”
Bu sebepledir
ki, yol oğlu atasının emrine muhalif işlerden sakınmalıdır. Mürebbi, yol oğluna
bağırıp çağırsa ve onu hazarlasa, yol oğlu; yol atasından yüz çevirmelidir.
İkrarı üzerine başını koyup, kesinlikle dönmemelidir. Atası tâlibi kusurundan
ötürü hazarlasa dahi Rehberden yüz çevirmemelidir. Eğer muhalefet ederse
ahdinden dönmüş olur ve ik-rarsız kalır.
Bu tâlib
imansız gider. İki cihanda şeytan gibi merdut olur. Hz. Muhammed Mustafa'nın ve
Aliyyel Murtazanın ve on iki İmamların safından mahrum olur. Neuzubillâh o
talib, on iki İmam yoluna, başını, canını ve malını feda etmeye hazırım diyerek
ikrar vermişti.
Atasına ve
Rehberine muhalif hareket ederse vermiş olduğu ikrarı bozulmuş olur.
TÂLİB VE SOFULARA BAZI ÖĞÜTLER
"Elbabül
mihraç" mucibince
derviş olan kimse, hacıdır. Çünkü o bütün her şeyini Hak yoluna koymuştur.
Kâbeye "Hakikat" talebinde bulunur. Onun muradı dizar görmektir. Ayni
zamanda müşahededir.
İkinci olarak
da o gazidir. Çünkü kendi nefsi ile gaza (savaş) eder. Hak Tealâ yolunda
nefsine muhalefet eder. Nefsi ile mücadele ve muharebe eder. Kendi nefsi
emaresini öldürür.
Üçüncü olarak
da, her kim dostun didarını görmek arzusuyla kendisini helâk eder ve her kim
dost (Hak) aşkına kendisini öldürürse, o kimse şehit olur. Zira Peygamberimiz
Hz.Resûlullah efendimiz, şöyle buyurmuştur: "Men
mata aşkan fakat mata şehiden"
Hadisi şerif
mucibince derviş olan kimse, nefsi emaresini müca-hade ile tebdil edip,
mücahade ile muhkem bağlıya ve o sıfatla her zaman refik olmamalıdır. Yani
insan kendi nefsini kontrol altına alıp, onun esiri olmamalıdır.
Şeyh
hazretleri şöyle buyurmuştur: Miinha
zebhül müridürrazi fehüre"
Yani nefsine uyan müridden hayır gelmez.
Şeyh
fütühatında şöyle buyrulur: "Ezzavureti
tulühiil mazaret" Yani
nefsine hoş gelen şeyi ona verme. Zira nefs arslan gibidir. Neza-man ki, sen
ona birşey vermez aç bırakırsın, o zaman o zebun (zayıf ve bitkin) olur ve sana
itaat eder.
Eğer sen onun
her istediğini verir, onun her istediğini yerine getirirsen o seni arslan gibi
parçalar ve helâk eder.
Derviş olan
kimse nefsini hak yolunda terbiye eder ve onu bu yolda kontrol altına
alabilirse mutlu olur.
Eğer o
nefsinin emrine girerse, nefsinin istediklerini yerine getirir ve onunla meşgul
olursa vay o kimsenin haline; o kimse bu yolda helak olur.
Tarikat bir
nefis terbiyesi yoludur.Tarikat insanı Hak'ka
yaklaştırır, Bir hadiste şöyle denmektedir: El
babulkamis tasdik ibtidai tarikat":
Cenab-ı Allah
sadık kullarını sever denmektedir. Tâlib olan kimse iradesini muhafaza
etmelidir. Bu da ancak bir tarikat içersinde gerçekleşebilir.
Tâlib olan
kişi irade sahibi olmalı ve imanını sağlam temeller üzerine oturtmalıdır. Eğer
hertürlü kötülükten ve münafık kimselerden kendisini uzak tutarsa, Hak'ka ve
halka hoş gelmeyecek işlerden kaçınırsa; Hak katında ve halk içinde kimse onun
ayıbını söyleyemez.
Tâlib olan
kimse halktan uzak olup. Hak'ka yakın olmalıdır. Eğer bir kimse tarikata
sıtkile bağlanıp, bu yolda kendisini yetiştirirse, Hak'ka lâyikolur.
Bir kimse
tarikat içinde bahadır olup, nefsiyle mücadele ederse, Hak Tealâ o kimseyi
sever. Tarik ehline gerektir ki, bir tarik ehli kardeş bulup, tarikat yolunda
murada ersin. Eğer tarikat içinde bir kimsenin yol kardeşi varsa, o kimse
bahadır olur; yani daha güçlü hale gelir. Hep beraber çalışıp, şeytanın mekrü
hilesinden ve çillesinden kurtulurlar. O zaman bütün dünya âlem o kimseye
düşman olsa korkmamalıdır. Zira bu yol içinde insanı yoldan çıkarmak için uğraşan
pek çok engel vardır.
"Elebabül
Sabi Kalennebüyyü Sallallahü Tealâ Aleyhe ve Sel-lam El hayaüminel İman!
Lehü"
Bu hadiste
şöyle denmektedir: "Eğer bir kimsenin hayası
(utanması) olmasa imanı da yoktur."
Şeyh
hazretleri buyuruyor ki, sofuluk küllü edebdir; yani sofuluk edepli olmak
demektir. Eğer bir kimse edebini bilirse o kimse edebliler safında yer alır.
Eğer edebini
gözetmez ve bilmese, o kimsenin imanı olmaz. Tâlib olan kimse edeb ehli
olmalıdır. Her yerde ahlâk üzere olmalıdır. Kendisini daima tarikat kapısından
ayırmamalıdır. Hakikat sohbetlerine katılmalı ve burada itaat kapısını açıp,
can kulağı ile dinlemelidir.
Sükut
ehli olmalı, kendisine bir söz sorulmayınca cevap vermemelidir. Eğer söylemesi
gerekirse sözü doğrusunu söylemeli ve eksik söz söylememelidir.
Zahirde ve
batında şeyhin işaretine müntazır olmalıdır. Her hangi bir kimsede bir kusur ve
bir ayıp görse o kişinin yüzüne vurmamalıdır. Her zaman gönlünü pâk (temiz)
tutup, saf etmelidir.
Zahirde şeriat
libasın (elbise) giyip, tarikatta hakikat libasını giymelidir. O vakit kimse o
kişinin sırrına vakıf olamaz. Şöyle ki, tefekkür intihayı; hakikat aleminde ve rahmet deryasında cümle canlarla
"cevlan" eder.
Ben bunları
sana haber verdiğim zaman sen orada idin, fakat şimdi tenin topraktır. Çünkü
sen bu dünyada uykuya dalarsın ve bütün dostlarını unutursun. Nasıl ki, bir
kimse gelip sana uyku içinde geçen halleri sorsa hiç birini hatırlamasın. Hatta
bazı hadiseleri görsen inkâr edersin. Çünkü senin ruhun ki, lâ mekân aleminde idi.
Bu hal insan
için gaflet uykusudur. Kale Resûlallah Tealâ Aleyhi ve Sellam, şöyle "Ennasu niyamü feiza amenü
fentebehu"
buyurmuştur; yani bu dünyada insanlar uykudadır.
Ne zaman ki,
uyanırlar; bütün dünya ahvalini unuturlar. Tâlib olan kimse bütün dünya
nimetlerinden yüz çevirip, Hak için can-ı baştan geçmelidir ve sırrını na
ehline bildirmemelidir.
Bu konuda Şeyh
Kaile Sallahü Sırrı şöyle buyurmuştur;"/:/ ba-büssaminfi intikal hakikat":
Anlamı şudur:
Tâlib seyirde gerek. Bu günkü seyrinden yarınki seyrin daha ileriye olmalıdır.
Yani bir tâlibin her günü bir önceki gününden daha hayırlı olmalıdır.
Devamlı zikir
ve ibadetle meşgul olmalıdır. Başka bir işle meşgul olmamalıdır. Tâki, Hak
Tealâ ona hidayet edip yol göstersin. Eğer günden güne kendisini bu yola
veremese, bu kişinin ahirette hali nasıl olur. Derviş olan kimseye gerektir ki,
akıllı ola; aklının erdiğini yapmalı, ermediğini yapmamalıdır.
Yol atasının
ve müsahibinin emrine muhalif hareket etmemelidir. Eğer yol atasının ve
müsahibinin rizası olmadan bir iş yaparsa, bütün çektiği zahmetler boşa gider.
Yaptığı bütün
ibadetler zayi olur. Ahirete şeytan gibi merdud gider. Ebedi dergâhtan sürülür.
Tâlib olan kimse, ikrarında sabit olmalı ve rizasız hiç bir iş yapmamalıdır.
Tarikat içinde
edeple oturup edeple kalkarsan, yüzbiri günahın dahi olsa Adem
Peygamber gibi bağışlanıp, makbul olursun.
Devamlı kendi
özünü görüp, sana zarar verecek şer işlerden sakınasın. Hiç bir zaman sitemkâr
olmayasın. Derviş olana gerektir ki, tarikat içinde sebatkâr olsun ve bu yolda
gayret edip, zorluklardan yılmasın.
' Tarikat
sohbetlerinden ayrılmasın, hakikat sohbeti ile meşgul olup, gönül aynasını
temizlesin ve "lâhmike lâhmi, cismike cismi" olursa amil olur. O
vakit o kimseye "gayip aleminden" bir nida
erişir ki, hiç kimsenin erişemeyeceği bir makama ulaşır. Bu makama erişip bu
sırra vakıf olan kimse, can-ı baştan geçip, hak ile hak olur. Cümle âlem onun
sohbetinden feyz alır ve ona hayran kalır. Böylece envarî hak kendisinde peyda
olur.
O kimsenin
rizası ihsar olur ve o kimsenin kalbinde hiç bir veçhile zulmet kalmaz. Gönül
gözü açılır, kemâle ulaşır. O kişi marifet bakımından en son mertebeye ulaşır
ve onun bilgisinden cümle âlem feyz alır.
Marifet
bilgisi suya benzer. Çünkü su her şeyin hayat kaynağıdır. Su olmayan yerde
hayat olmaz, nebat bitmez ve o yer harap olur.
Bu âlem dahi
suya benzer. Eğer bir kimsenin marifeti olmasa o kimse dahi susuz yere benzer.
Susuz yerde hiç bir meyve olmaz, marifetsiz kişi de bu susuz yere benzer. Çünkü
susuz yerde ne hayvanlara ne de insanlara faydalı hiç bir gıda yetişmez.
Şeyh dilinde,
ilim münteha-i marifettir. Çünkü bir kimsenin zahir ilmi, o kimseyi pâk kılar.
Okuyup öğrenmek herkes için çok faydalıdır.
Bir ayette
şöyle duyurulmuştur:"Kalellâhü
Tealâ kemeselül hi-mari yahmillü asgari ha"
Ayetin anlamı
şudur:-"İlim sahibi bir kimse, bildiklerini kimseye anlatmaz kendisine
saklarsa; üzerine kitap yüklenmiş eşeğe benzer.Çün-kü kitapları
taşıdığı için, o eşeğe rağbet ederler. Fakat o kitaplardaki ilimden o eşeğe hiç
bir fayda gelmez. Hatta o kitapları taşıdığından dolayı eşekliğinden de
kurtulamaz."
Bu konuda
şöyle denmiştir: "El
ulemâ-u veasetül enbiya-i verevliya-i"
Manası şudur:
"Burada verasetül enbiya'dan maksat; şeyhî marifettir."
Hazret-i
Resûlallah, buyurmuştur ki, "El
fakrı,fahri"bunun
anlamı da, dünya "ceminden" kaçmaktır.
Hazret-i
Resûlullah buyuruyor ki: "Et
dünya ciğfetiin ve talibûha kilâ bün"
Anlamı şudur:
"Bu dünya kokmuş bir leştir." Köpekler bu dünyaya tâlibtirler. Sen
gayret et, bu dünya nimetine ve muhabbetinden kendini uzak tut ki, sana da
köpek demesinler."
Bu dünya
nimetine tamah etmesen, makamın cennet olur. Bütün mesele Allahü Tealâ Belle ve
Âlâya hizmet edip, ihlas ile ve kâmif şeyh terbiyesiyle Hak'ka yönelmektir.
Hak yoluna
hizmet etmektir. Böyle hizmet eden kişiye bazı haller hasıl
olur. Bu kişi dünyayı bir başka görmeye başlar. Bu kişinin bütün halleri Tanrı
nın halleridir. O kişi hak ile hak olmuştur.
Şeyh Sadreddin, sordu:
— Ya Şeyh
Safî! Dışardan ceme gelen bir kimseye ayağa kalkmak varmıdır
?
Şeyh Safî, buyurdu
ki:
— Eğer gelen
kimse, Halife, Mürebbi, Rehber ve Pîr ise kalkmak gerektir. Kalkılmasa erkân
değildir
MÜSAHİPLİK KAVLİ
Müsahip olan
kimseler, batın ilmine vakıf olmalı ve ayağı yolda bulunmalıdır. Meşayih
kavlinde bunu böyle bilmeyen ve bu yolda olmayan müsahip değildir. Eğer Halife
ve Mürebbi yolunda değilse, yola gidenle yola devam etmelidir.
Bir tâlibin
müsahibini koyup yoldan ayrılması caiz değildir. Yoldan ayrılan kimse muhakkak
yola davet edilmelidir. Eğer gelmez ise mü-sahibi, bir
başka yola gidenle; yola devam etmesi gerektir. O günahkâr olan kimse, yola
gelince bir evvelkinden bir evvelkiye müsahip tutarlar imiş, ancak buna
Halifeler meni olurlarmış bu çok sakıncalıdır. Zira men edenler günahkâr
olurlar. Çünkü müsahip müsahibin kardeşidir. Bunları ayırmak caiz değildir.
İster tâlib olsun, ister mürebbi olsun bu durum onlar için "kazanç"
tır.
Şeyh Sadreddin, sordu:
— Ya Şeyh! Kim
tâlib götürebilir ?
Şeyh Safi, Buyurdu
ki:
—- Dört kapı
sahibi olmayan kişinin tâlib götürmeye hakkı yoktur. Tâlib götürecek olan
kimse, dört kapıda muhkem olmalıdır. Eğer bir kimse dört kapıda muhkem değilse,
tâlib götüremez.
Şeyh
Sadreddin, sordu:
— Ya Şeyh!
Üzerinde tâlib bulunan bir Baba bu dünyadan gittikten sonra ne yapılmalı ?
Şeyh Safî, buyurdu
ki:
— Baha'nın
oğlu beşikte dahi olsa, o tâlib onun hakkıdır. Çünkü o Tâlib, ona babasından
kalmış malı, mülkü, bağ ve bahçesi gibidir. O tâ-libler ondan yüz çevirmeyeler.
Eğer yüz çevirirlerse merdutdurlar.Yüzleri karadır.
Şeyh
Sadreddin, sordu:
— Ya şeyh! Tâlib
halk içinde nasıl oturmalıdır ?
Şeyh Safî, buyurdu:
— Bir tâlib
dört kapı sahibi değilse, tarikatta "ihtida" yani; yenidir. O tâlib
edeple oturup, dört kapı sahibinin yanında sohbet süremez; mer-dut olur ve yüzü
karadır. Zira dört kapı sahibi olan tâlib, benim sağ elim ve sağ gözümdür.
İbtida (yeni)
tâlib yanında sohbet sürülmez. Her kim sürerse mer-dutdur ve yüzü karadır. Ayni
zamanda evliyâ düşmanıdır. Benim sırrımı açmış olur.
Şeyh Sareddin,
sordu:
— Ya Şeyh
Safî! Dört kapı sahibinin müslimi nasıl olmalıdır ?
Şeyh Safî, bulurdu:
— Dört kapı
sahibinin müslimi (ailesi) toprak gibi olmalıdır. İtaatkar
olmalıdır. Hak yolundan ayrılmamalıdır. Fedakâr ve gayretli olmalıdır. Eğer
böyle olmasa iki cihanda yüzü karadır. Onun yanında oturmak zararlıdır.
Şeyh Sadreddin,
sordu:
— Tâlib Rehber
yanında nasıl oturmalıdır ?
Şeyh Safî, buyurdu:
— Tâlib Rehber
yanında sağır ve dilsiz olmalıdır. Eğer dil verirse; yani konuşursa merdutdur.
İki cihanda yüzü karadır. Tâlib, hiç bir zaman Rehberine karşı gelmemeli ve
gönlünde onâ karşı kin tutmamalıdır.
Şeyh
Sadreddin, sordu:
— Ya Şeyh!
Tâlib ne demektir, Rehber ne demektir ?
Şeyh Safî, buyurdu
ki:
— Tâlib bir
sürü koyundur. Rehber ise çobandır. Eğer o çoban o koyunu boğazlar ise, o koyun
hiç tınmamalıdır. Eğertınarsa; yani ses çıkarırsa,
veya her hangi bir harekette bulunursa merdutdur.
Şeyh Sadreddin, sordu:
—Ya Şeyh! Eğer
tâlib koyun ise, eti pişmişmidir.Yoksa çiğmidir ?
Şeyh Safî, buyurdu:
— Evliyânın
yedi farzı ve sünneti o tâlibte olduğu için o tâlib pişmiştir dedi.
BAZI SORULAR VE CEVAPLAR
Bir tarikat
ulusuna sordular:
— Güzel Şahım!
Tercümandan herkese vermek gerekmidir ?
Tarikat ulusu
şöyle cevap verdi:
— Din aynen
böyle yürür ki, ayağı yolda olan kimselere ; yani
halifelere, pîrlere, mürebbilere ve müsahibi olanlara tercüman yedirilir.
Yine suval
ettiler:
— Güzel
Padişahım! Bir kimse yol ehli biriyle müsahip olsa, fakat geçinemeyip beraber
yola yürümeseler. Bir başka yol ehli ile müsahip olmak varmıdır?
Hazret-i
Şahdin Byna, şöyle buyurdu:
— Bir kimsenin
müsahibi yola gelmese, onu bırakıp yol ehli bir kimse ile müsahip olması
gerektir. Çünkü bizim davamız yol ehlidir.
Yine suval
ettiler:
— Güzel
padişahım! Bir halife yol mucubünce düşkün olursa, tâ-liblerin onu bırakıp bir
başka yere gitmesi varmıdır ?
Hazret-i
Şahdin Byna, şöyle buyurdu:
— O halifeyi
bırakıp yola gidenler gider. Çünkü halifesiz yol sürülmez. Zira ki, ben
Mürşidim, benim Halifem oğlum, kardeşim,yol ehli
erenlerdir.
Yine sual
ettiler:
— Güzel Şahım!
Birbiri ile silsile edip tarikat kardeşi olmak var-mıdır ?
Hazret-i
Şahdin Byna, şöyle buyurdu:
— Benim oğlum
ister kırk olsun ister bin olsun, yeter ki yol içinde olsun. Zira yol dışında
olanlar benim oğlum ve kardeşim değildir. Böyle bilinmelidir.
TAC NAME
·
1-
Soru: Yolda kimin oğlusun ?
Cevap: Yol
oğluyum.
·
2-
Soru: Şeriat ve tarikat nedir ?
Cevap: Dünyayı
tamam edip, terki dünya etmektir.
·
3-
Soru: Ma'rifet ve Hakikat nedir ?
Cevap: İlimdir.
·
4-
Soru: Tac kimlere geldi ?
Cevap: Önce
Adem Safiyullaha, Nuh Nebiyullaha, İbrahim
Hali-lullaha, Muhammed Mustafa'ya ve Aliyyel Murtaza'ya geldi.
·
5-
Soru: Tac'ın Sünneti nedir ?
Cevap: Pîr
hizmetidir.
·
6-
Soru: Tac'ın Farzı nedir ?
Cevap: Pîr
sohbetidir.
·
7-
Soru: Tac'ın başı nedir ?
Cevap: Murtaza
Ali’yi candan sevmektir.
·
8-
Soru: Tac'ın rengi nedir ?
Cevap: Zikirdir.
Haktır.
·
9-
Soru: Tac'ın kalbi nedir ?
Cevap: Halifedir.
·
10-
Soru: Tac'ın kameti nedir ?
Cevap: Eliftir.
·
11-
Soru: Tac'ın asası nedir ?
Cevap: Pîrdir
·
12-
Soru: İhtar nedir?
Cevap: Hülledir.
·
13-
Soru: Tac'ın içi nedir ?
Cevap: Nurdur.
14. Soru: Tac'ın
dışı nedir ?
Cevap: Duvezda-i
imamdır.
·
15-
Soru: Tac'ın ölüsü nedir ?
Cevap: Tac'ı
bırakmaktır.
·
16-
Soru: Tac'ın dirisi nedir ?
Cevap: Başa
giymektir.
·
17-
Soru: Tac'ın farhı nedir ?
Cevap: Layik
olmayan yere gitmemektir.
·
18-
Soru: Tac'm önü nedir ?
Cevap:
Şahullahtır.
·
19-
Soru: Tac’m tepesi delik olsa ne olur ?
Cevap: Onu
giyen Ferudundur.
Bir derviş
"Tac" giyse ve tekrar tacını bıraksa, onun cezası otuz batman suyü
bir kaba koyup boynuna asarlar ve ayağının altına diken koyup, ayakta tutarlar.
Böylece sünneti yerine getirirler.
Her Halifenin
bu sualleri ve cevaplarını bilmesi gerektir.Eğer
bilemese Halifelik yapması vacip değildir.
ON İKİ İMAMLARIN KÜNYELERİ
Muhammed
Mustafa Aleyhi selâm ve Duvazde-i İmam Aleyhi selâm Elhamdülillah Rabbülâlemin,
şükür o yaratana ki, Âlemlerin Rabbisi-dir.
Bizi vücuda
getirdi ve Adem Aleyhisselâm'ın evlâtlarından ve
Muhammed ümmetinden eyledi. Ve bütün âlemyeri onun yüzü suyu hür-' metine ve
dostluğuna yarattı. HakTealâ şöyle buyurdu.
Hak Tealâ
Hazretler-i "Levlâke
levlak lemma halakte eflâk" Kudsi
hadisi şerif-i gereğince:
Hazret-i
Resûlallahı ve onun evladını cümle âlem üzerine en şerefli kıldı. Şu
bilinmelidir ki, bir kimsenin silsilesi, evlâd-ı Resûle çıkmasa o saîi
değildir.
Herkese
vaciptir ki, Hazret-i Resûlullah'ın silsilesi ne zaman doğdu, kaç yıl ömür
sürdü ve ne zaman bu âlemden gitti. Kabri nerededir. Bunları bilsinler.
On iki İmamlar Sırasıyla şöyledir:
Muhammed
Aleyhisselâm; Kâbe'de dünyaya geldi. Devri kamerin onunda kırk yaşmkayken
"Nebilik" geldi.Yirmi üç yıl dine davet
eyledi.Hayatının on yılı Medine'de geçti, kabri Medine'dedir. Markedi nur
olsun.
Birinci İmam: İmam
Aliyyel Mutaza Keremullahu Vechehu, Ebu Talib'in oğludur. Lâkabı
"Murtaza" dır. Recep ayının on üçüncü günü Kabe hareminde dünyaya geldi. Dört yıl üç ay halifelik
yaptı. Atmış üç yıl hayat sürdü. Hicretin kırkıncı yılında Ramazan ayının
19.uncu gecesi yatsı namazı kılarken Mülcem oğlu Abdurrahman. Muaviye'nin sözü
ile Küfe'de hançerliyerek öldürdü.
Bir kızıl deve
geldi ve Aliyyel Murtaza’nın naşını deveye bindirdiler. Deve aldı ve nereye
gittiğini Allah bilir. Gaybin İllâllâh Necefte'dir.
İkinci İmam: İmam
Hasan'dır.İmam Ali'nin oğludur. Lâkabı
"Ri-za'dır. Hicretin ikinci yılında Medine'de doğdu. Dokuz yıl hüküm
sürdü. Kırk dokuz yıl ömür sürdü. Karısı Esma, Muaviye tarafından kandırılarak
İmam Hasan'a zehir içirdi ve kabri Bağdat'tadır. Markedi nur olsun.
Üçüncü İmam: İmam
Hüseyin'dir. İmam Ali'nin oğludur. Lâkabı, 'Şehid-i Kerbelâ'dır. Medine'de
dünyaya geldi. Otuz yıl hüküm sürdü. Elli sekiz yıl ömür sürdü. Cüstura oğlu
Beşir (Şimir) yezidin emri ile, o ilmi nuraniyi
Kerbelâ'da şehit etti. Kabri Kerbelâ'dadır. Markedi nur olsun.
Dördüncü İmam:
İmam Ali'dir. Hz.
Hüseyin'in oğludur. Lâkabı "Zeynel Abidin"dir. Medine'de dünyaya
geldi. Otuz dört yıl hüküm sürdü. Elli dokuz yıl ömür sürdü. Mervan oğlunun
(Velid'in) zehirlemesi sonucu şehit oldu. Kabri Medine'dedir. Markedi
nur olsun.
Beşinci İmam: İmam
Muhammed, Zeynel Abidin'in oğludur. Lâkabı, "Bakır’dır. Medine'de dünyaya
geldi ve dokuz yıl hüküm sürdü. Elli yedi yıl yaşadı. Velid oğlu İbrahim
tarafından zehirlenerek şehit oldu. Kabri Medine Bakiy'dedir. Markedi nur
olsun.
Altıncı İmam : İmam
Cafer-i Sadık, Muhammed Bakır ın oğludur. Lâkabı,"Sadık" tır.
Hicretin yüz üçüncü yılında dünyaya geldi ve otuzdört yıl hüküm sürdü.
Altmışbeş yıl yaşadı. Halife Tavnak Mansur tarafından şehit edildi. Kabri,
Medine Bakiy'dedir. Markedi nur olsun.
Yedinci İmam: İmam
Muas-i Kâzım, Cafer-i Sadık'ın oğludur. Lâkabı, "Kâzım "dır. Medine'de dünyaya geldi ve otuz altı yıl hüküm sürdü.
Ellibeş yıl yaşadı. Harun Reşit tarafından şehit edildi. Kabri Bağdat'tadır.
Markedi nur olusun.
Sekizinci
İmam: Ali Musa'dır.İmam Musa-i Kâzım'ın oğludur. Lâkabı, 'Riza'dır.
Medine'de dünyaya geldi.Yirmialtı yıl hüküm sürdü,
ellibeş yıl yaşadı. Halife Mümün tarafından zehirlenerek şehit edildi. Kabri
Taviste (Horasan)' dir. Markedi nur olsun.
Dokuzuncu
İmam: İmam Muhammed,
Ali Musa Riza'nın oğludur. Lâkabı,"Tâkî'dir. Medine'de dünyaya geldi. On
yedi yıl hüküm sürdü ve yirmibeş yıl yaşadı. Halife Mutas'ım tarafından
zehirlenerek şehit edildi. Kabri Bağdat'tadır. Markedi nur olsun.
Onuncu İmam: İmam
Aliyen Naki’dir. İmam Tâkî'nin oğludur. Lâkabı,"l\laki"dir. Beynel
Asahir'de dünyaya geldi. Otuz dört yıl hüküm sürdü ve otuz sekiz yıl yaşadı.
Mutasım oğlu Mütevekkil tarafından şehit edildi. Kabri, Sadmu'dadır. Markedi
nur olsun.
On birinci
İmam: İmam
Hasan’dır. İmam Aliyel Naki'nin oğludur. Lâkabı, "Askerî’dir. Asker içinde
dünyaya geldi. Otuz dört yıl hüküm sürdü ve otuz sekiz yıl yaşadı. O da Halife
Mütevekkil tarafından şehit edildi. Kabri Samra'dadır. Merkedi nur olsun.
On ikinci
İmam: İmam Muhammed
Mehdi'dir. İmam Hasan-el Askeri'nin oğludur. Lâkabı,"Mehdi"dir. Gaip
olmuştur. Ahîr zamanda çıksa gerektir.
CAHARDE-İ MASUM-U PÂK
Rıdvanullâhi
aleyhim ecmayin, eğer tarik ve yol ehli olan bir kimse, "caharde-i Masum-u
Pâk" ve "Düvazde-i İmamı" bilmese erenler meydanında muhibliği
sahihtir. Tac ve hırkası zahiriyani belli değildir. O kimsenin lokması
haramdır. Çırağı, ilmi, tuğu ve sofrası reva değildir. Tarikat içinde ve Şeyh
yanında oturması lâyık değildir.
Sakî Cararde-i Masum Pâk şunlardır:
Birincisi
Masum: Hz.Murtaza
Ali'nin oğlu Muhammed Ekber'dir. İmam Hasan ve İmam Hüseyin'in kardeşidir.
Lâkabı, "Tahir" dir. Kırk günlük iken şehit edildi. Kabri
Bağdat'tadır.
İkinci Masum: İmam
Hüseyin'in oğlu Abdullah'tır. Yedi yaşında iken Taha bin As, katletti. Kabri
Bağdat'tadır.
Üçüncü Masum: İmam
Hasan'ın oğlu Abdullah'tır. İki yaşında iken Apti Erzak Dımışki, tarafından
şehit edildi. Kabri Kerbelâ'dadır.
Dördüncü
Masum: İmam
Hüseyin'in oğlu Alâsker'dır. Kerbelâ'da İmam Hüseyin'in kucağında şehit edildi.
Kabri Kerbelâ'dadır.
Beşinci Masum:
İmam Zeynel Abidin'in oğlu
Hasan'dır. Altı yaşında iken, Muaviye oğlu Nevfal ve Nevkil Ahmet oğlu Mansur
Dımıy'ı tarafından katledildi.
Altıncı Masum:
Zeynel Abidin'in oğlu
Kasım Said'tir. Üç yaşına iken, Muaviye oğlu Yezid in oğlu Bekir Lâin şehit
etmiştir. Kabri Basra'dadır.
Yedinci Masum:
Muhammed Bakır'ın oğlu
Aliyül Taki'dir. Altı yaşında iken Bat'tam ile Dakfan şehirleri arasında,
hariciler tarafından şehit edildi. Kabri Uryanda'dır. Kabri nur olsun.
Dokuzuncu
Masum: İmam Cafer-i
Sadık'm oğlu Yahya-el Ha-di'dir. On yaşında iken, Halife katında, Mehmed-i Hufi
tarafından şehit edildi. Kabri Bağdat’tadır. Kabri Nur olsun.
Onuncu Masum: Musa-i
Kâzım ın oğlu Salih'tir. Üç yaşında iken, Osman Dımışk'ı tarafından şehit
edilmiştir. Kabri Şiraz'dadır. Kabri nur olsun.
On birinci Masum:
Musa-i Kâzım ın oğlu Tayip'tir.Yedi yaşında iken, Ahmet Dımışk'i oğlullarından
İbrahim'in oğlu Yusuf lâin tarafından şehit edilmiştir. Kabri Kumda'dır. Kabri
nur olsun.
On ikinci
Masum: Hasan Ali
Askari'nin oğlu Cafer'dir. Bir yaşında iken, İbrahim Dımışk'ı oğlullarından
Nasır oğlu Mehmet tarafından şehit edilmiştir. Kabri Reyde dir. Kabri nur
olsun.
On üçüncü
Masum: Hasan
Askeri'nin oğludur. Kabri Deyr'de dir.
On dördüncü
Masum: Muhammed
Mehdi'nin oğlu Kasım dır. Üç yaşında iken, İbrahim
Dımışk'ı oğullarından Nasır oğlu Mansur lâin tarafından şehit edilmiştir. Kabri
Cezayir'dedir. Kabri nur olsun.
BİR TÂLİBE ÖĞÜTLER
Ol Kitabül
arifin ve mefkâril erkân Rellezin İmam Cafer-i Sadık Radyallahü anha buyurur ki, Bir tâlib Rehbere ikrar verip el etek
tutsa, gerektir ki, itikadı ve imanı temiz olsun. Zira tâlibe gerektir
ki,"Rehber" in emir ettiğini tutup, men ettiğinden uzak durmaktır.
Rehberin men
ettiğinden uzak durmayan tâlib, ikrarını inkâr etmiş gibi olur. Çünkü bir kişi
diliyle lâilâhi illallah Muhammed'en Resûlullah dese, o kimse muhakkak Müslüman
olmuş sayılmaz. Belki taklittir. Zira ikrar, dil ile söyleyip, gönül ile tasdik
etmektir.
Hz. Resûl
Aleyhis selâm,"El
kezzap lâ ümmef/" buyurmuştur.Yani;
yalancı benim ümmetim değil demektir.
Eğer yalancı
Muhammed ümmeti sayılmasa, onu evliyâ dahi kabul etmez. Çünkü yalancı erkândan
sürgündür. Ondan sakınmak gerektir. Her kim yalancı ile düşüp kalkarsa,
evliyânın düşmanıdır.
Hazret-i Resûl
Aleyhis selâm şöyle "El
habbullah vel baduullah" buyuruyor:
Yani;
sevdiğini hak için sev, sevmediğini de hak için sevme demektir.
Bu yolda yüz
gören, didar görür. Yüz görenin yüzü ak olur. Gene bu yolda, sevdiğini hak için
seveceksin. Sevmediğni de hak için sevmeyeceksin. Zira müdara olmayasın, müdara
merdut'dur. Müdara bu erkânda sürgündür. Çünkü bu yoldan sürgün olan evliyânın
düşmanıdır. O kimseden uzaklaşmak gerekir.
Zira Hazret-i
Resûlullah, şöyle buyuruyor: "Tevellâ ve Teberrâ" ya bağlı kalın.Yani; evliyânın dostuna dost, düşmanına düşman olun
demekti.
Eğer bir
tâlib, Rehberine ikrar verip, onun buyruğu dışına çıkarsa, sürgün olur ve
evliyâ düşmanıdır.
Eğer kim
evliyâ düşmanından uzak durmasa, o da evliyâ düşmanı olur. Zira tâlibe gerektir
ki, evliyânın dostuna dost, düşmanına düşman ola.
Şimdi tâlibe
gerektir ki, şeriat ilminde kusur etmeye, şeriatı kendine don edip eğnine giye,
cümle ayıbını onunla örtmelidir.
Daha sonra
tarikata ayak basmalıdır. Tarikat öyle bir yoldur ki, cümle evliyâlar, bu erkân
ile yürüyüp, velâyete ayak bastılar. Onlar ki, bu
dünyadan ahirete intikâl ettikleri zaman, kıyamete kadar onların tenleri
çürümez.
Şimdi bir
tâlip, bu yola ve bu erkâna ayak basıp, can-ı gönülden ikrar verip, rehberine
sıkı sıkı bağlanmalıdır. Tâlib olan kimse Hak'ka tâlib olmalıdır.
Tâlib olan
kimse özünü toprak etmelidir. Çünkü toprak öyle bir nesnedir ki, kendisine
nekadar eziyet edilse o buna, daha bol ürün vermekle cevap verir; yani üzerine
hayvan necaseti dökülse, o bundan asla gücenmez ve daha bol mahsûl vererek
cevap verir.
Tâlib öyle
olmalıdır ki, toprak gibi, küfrü imana çevirmelidir.
Tâlib
olan kimse de kendisini toprak edip, "Ma'rifet" tohumunu bu tarlaya
ekmeli, o tohumu meskenet suyu ile sulamak, riza orağı ile biçmeli, sabır
harmanında dövüp, fark düveni ile yumuşatıp, şark yeliyle savurup, hal
değirmeninde un edip, erkân eleği ile eleyip, iradet teknesine koyup, mühür
tuzu ile tuzlayıp, "Muhabbet” le yoğurup, aşk ateşinde yakıp, gönül
fırınında pişirip, "Mürebbi' nin önüne gelmelidir.
Eğer makbul
görülüp kabule geçerse, belki o talibin amel mahsulü "Hak” olup, dünyadan
ahirete yüzü ak gider.
O kimse
evliyâ'nın oğludur. O tâlib, nekadar yedirse, içirse emeği zayi olmaz. O
kimsenin hak katında mertebesi yükselir. Kendi yediği de kendisine helâl olur.
Eğer bir tâlib
pişmeden "Mürebbi" önüne gelmeye kalkarsa, o lokma yenmez, insanın
midesine zarar verir. Lezzeti dahi olmaz. Bu "erkân" da çiğ lokma
haramdır. Şimdi mü’minlikten murad arifliktir. Bir arife bu kadar nasihat
yeter.
ŞEYH SAFÎ
BUYRUĞUNUN SONU
İKİNCİ KISIM
BABAİLİK VE BABA! TARİKATI'NIN GELİŞMESİ
Türkler
İslâmiyeti henüz benimsemişlerdi. Aralarında halâ eski Türk dini Şamanlığın
etkilerini koruyanlar mevcut olduğu gibi, İslâmiyet-ten önce benimsemiş
oldukları Budizm, Maniheizm ve Hristiyanlık gibi dinlerin etkisinden henüz
kurtulamayanlar vardı. Türkler, Orta Asya'dan Anadolu'ya gelirken,İslâmiyetin
İran'da ortaya koymuş olduğu değişik yorumlarıyla da temas etmişlerdi. İşte bu
yorumlar arasında sünnî İslâmiyet anlayışı yanında "şîî-batınî" bir
anlayışla da karşılaştılar.
Anadolu
Selçuklu hükümdarları ile medreseden yetişenler, genel olarak "sünnî1
anlayışı benimsemiş olmalarına rağmen, büyük çoğunluğu göçebe olan
Türkmenler arasında, İslâm öncesi inançların halâ yaşadığı gözlenmekteydi.
Örneğin eski "Şaman" dönemi "kam" ların
yerini Türkmen "Baba” lan almıştı. Türkmen
babalarının temsil ettiği bu anlayış, İran'ın "Horasan" bölgesinden
Anadolu'ya gelmiş bulunan çok sayıda gezgin Türk dervişlerinin etkisiyle daha
da güçlenmişti.
O yıllarda
OsmanlI Devleti kuruluşunu henüz tamamlamıştı. OsmanlI hükümdarları, genel
olarak sünnî anlayışı benimsemiş olmalarına rağmen, diğer dinsel yorum ve
akımlara da hoş görülü davranıyorlardı.
O yıllarda
medreselerde yetişmiş sünnî imamlar,"toprak dünyasının mimarı"
idiler. Yani; bu dünyanın düzenini sağlamak için uğraşıyorlardı. Buna karşılık,
Cüneyd-i Bağdadî, Hallâc-ı Mansur ve diğerleri gibi tasavvuf düşünürleri
de "mânâ âleminin" temsilcileri olmuşlardı. Bu kişiler,
insanlara biraz daha değişik bir dünya görüşü ile ahiret görüşünü benimsetmek
için çaba gösteriyorlardı. Yani insanlara öteki dünyayı kazandırmak için
tutacakları yolu bildiriyorlardı.
Bu dönemin
insanları, yüzlerini Baba İlyas Horasanî, Hacı Bak-taş-ı Velî, Mevlâna
Celâleddin-i Rumî ve Yunus Emre gibi tasavvuf düşünürlerinin temsil
ettikleri "mânâ âlemine" çevirmişlerdi.
TARİKATLARIN ORTAYA ÇIKIŞI VE
BABAİLİK
Türkler
İslâmiyeti kabul ettikten sonra bunlar, arasında kuvvetli bir "Tasavvuf"
cereyanı meydana geldi. Çok değerli tasavvuf erbabı kimseler yetişt. Bunlar
arasında Ahmed Yesevi, Horasanlı Beyazıd-ı Bista-mi, Hallac ı Mansur,
Cüneyd-i Bağdad-i ve İmam Gazalî önde gelenler arasında bulunuyordu.
Ancak Doğu
Türkistan'ın Sayram kasabasında dünyaya gelen ve daha sonra "Yesi"
kasabasına yerleşen ve bu kasabadan dolayı "Yesi" lâkabını alan Ahmed
Yesevi, büyük ün kazanmıştır. Buhara'ya giderek Şeyh Yusuf Hemedanî'ye intisap
edip, onun Halifeliğine kadar yükselmiştir.
Ahmed Yesevi,
kurmuş olduğu "Yeseviye" tarikatında pek çok ünlü tasavvuf erbabı
yetiştirmiştir. Bu tasavvuf cereyanı İran'ın Horasan bölgesine de yayılmıştır. Hazret-i
Resûlullah'ın torunlarından sekizinci İmam Ali Riza'nın Meftun bulunduğu,
Horasan bölgesinde de pek çok "Alp Eren" yetişmiştir.
Türklerin
Anadolu'yu istilâsı sırasında, pek çok Alp Eren ve çok sayıda gezginci derviş,
Anadolu'ya gelerek genellikle göçebe Türkmenler üzerine etkili olmuşlardı.
Anadolu'ya
gelen Alp Erenleri arasında, "Sücaettin Ebül-Beka Baba İlyas
Horasan!", Abdal Musa Sultan, Mevlâna Celâleddin-i Rumî, Hacı Bektaş-i
Velî gibi önemli tasavvuf bilginleri bulunuyordu. Bu gelenler arasında
Anadolu'ya ilk ayak basan Süceaddin Ebül-Beka Baba İlyas Horasani olmuştur.
Anadolu'ya
gelip, Amasya'ya yerleşen Baba İlyas, batıniliği iyi incelemiş ve "Aleviliği"
kabul etmiş yüksek bir âlimdi.
Danişmendliler
zamanında etrafına topladığı pek çok müridi irşad etmiş ve yapmış olduğu bu
başarılı çalışmaları ile dikkat çekmişti. Baba İlyas Horasanî'yi çok takdir
eden İbrahim Bey oğlu "Yağı Basan Bey"
kendisini Kayseri'ye kadı tayin etti. O sırada Konya'da Selçuklu tahtına,
Birinci "Aleaddin Keykubad" hükümdar olmuştu. Aleaddin
Keykubad, çok şöhret yapmış bulunan Baba İlyas'ı, Kayseri kadılığından alarak "Mesudiye
şeyhliğine" getirdi.
Sultan birinci
Mesud tarafından Amasya'da yaptırılan Mesudiye dergâhı, Alevi Şeyhi Baba
İlyas'ın gelmesiyle birlikte; Aleviierin merkezi durumuna geldi.
Baba İlyas
Horasanî, bu dergâha
gelince "Babailik" tarikatını kurdu. Bu tarikat, esasları Türk
Şamanlığına dayanan bir Alevi tarikatı i-di. Tamamen tasavvufa dayanan Babailik
tarikatı, kısa zamanda Türk-menler arasında yayılarak çok kuvvetlendi.
Ancak Baba
İshak adında birisi, Mesudiye dergâhına gelerek; Baba İlyas'ın müridi oldu. Çok
çalışkan biriydi. Ayni zamanda çok hırslıydı. Kısa zamanda geniş bir muhit
edindi. Babailiği bütün Anadolu'ya yaymak için müridlerinden Saadettin
Köpek adında birini Konya'ya göndererek, Selçuklu sarayına yerleşmesini
sağladı.
Vezirliğe
kadar yükselen Saadettin Köpek, Babailiği Konya ve
civarına yaymayı başardı ve pek çok taraftar topladı. Kısa zamanda büyük
kitlelere ulaşan Babailer, Baba İshak'ın liderliğinde bir isyan başlattılar.
Tarihe
"Babai İsyanı" olarak geçen bu ayaklanma sırasında, Anadolu'nun pek
çok yeri tahrip edildi. Saadettin Köpek Konya'da asıldı. Baba İshak gizlendiği
bir mağarada yakalanarak idam edildi. Bu ayaklanma sonunda, bazı tarihlere göre
40.000, bazılarına göre 80.000 Babai öldürüldü. Baba İlyas'ın bu
ayaklanma ile bir ilgisi bulunmadığı için kendisine dokunulmadı.
Ancak Babai
tarikatı tamamen ortadan kaldırılamadı. Anadolu'nun pek çok yerinde gizli
olarak Babailik devam etti. Babilerin çoğunlukta olduğu yerlerin başında, Aydın,
İzmir, Balıkesir, Konya, Sivas, Çorum, Yozgat, Antalya ve Giresun'dan
Sinop'a kadar olan Kuzey Anadolu bölgesi gelmektedir.
Öte yandan
OsmanlI Devleti kurulurken, "Alperenler" adı verilen genellikle Babai
tarikatına mensup olan gazilere çok önem verilmiş ve bu gaziler için pek çok
yerde zaviyeler inşa edilmişti.
Alperenlerinden
olan "Geyikli Baba, Abdal Musa Sultan, Abdal Murad ye Duğlu Baba" gibi
birçok Babai Babası, Orhan Gazi ile birlikte pek çok önemli savaşlara katılmışlardı.
Orhan Gazi,
kendilerinden yardım gördüğü Babailere Bursa'nın Uludağ eteğinde zaviyeler
yaptırmıştı. Daha sonra I. Murad tarafından Yenişehir'de bulunan Postinpuş
Baba' ya bir zaviye inşa ettirilmişti.
Xlll.yüzyıldan
başlıyarak XVI.yüzyılın sonlarına kadar Anadolu'nun siyasî ve İçtimaî
hayatında, Babai, Kalenden, Torlak, Sımavnalı ve ışıklı gibi muhtelif
isimler altında Babaîlik tarikatının yayıldığını görmekteyiz.
Hurufîlik
: Babailer
arasında çok önem kazanmıştır. Bunun başlıca sebeplerinden birisi ise,"Fazullah"
ın halifesi olan "Seyyid Nesimi" ve taraftarlarının yapmış
olduğu propagandalardır. En önemli sebeplerinden birisi de, Nesimi'nin
müridi "Rafiî" nin yazmış olduğu eserlerdir. Rafiî'
den sonra Feriştahoğlu (İbn-i Melek) ve Viranî Baba gibi
hurufîler Babailer üzerinde çok etkili olmuşlardır.
Babai
isyanından sonra, Anadolu'da bir boşluk meydana geldi. Bu arada Hicrî 640 ve
Miladî 1243 yılında Horasan'ın Nişabur şehrinde "Hacı Bektaş-i
Velî' dünyaya geldi. Babasının adı Seyid İbrahim'di. Annesi ise, Nişeburlu
“Şeyh Ahmed" in kızı “Hatem Hatun" idi.
Hacı Bektaş-ı
Velî, büyüdüğü zaman ünlü Türk mutasavvıfı Ahmed Yesevi'nin Halifelerinden
Horasanlı "Şeyh Lokman Perende" den tasavvuf dersi almıştır.
Hacı Bektaş-i
Velî, bir müddet sonra Mekke'ye giderek hacı olmuş ve bir müddet Medine'de
kaldıktan sonra, Suriye ve Irak ta bulunan mukaddes yerleri de ziyaret ederek
1281 yılında Anadolu'ya gelmiştir.
Önce Eskişehir
yakınında bulunan "Seyidgazi" ye gelmiş, bir müddet sonra
Kırşehir yakınlarındaki "Suluca Kara Höyüğe" yerleşti.
Hacı Bektaş-ı
Velî, bu arada Kayseri'de bulunan "Horasanlı Süca-ettin Ebül-Beka Baba
İlyas" a intisap etti. Babailiği bu Şeyh ten öğrenen Hacı Bektaş-ı
Vehlî Hazretleri, tekrar Kırşehir'e gelerek kendi adıyla "Bektaşilik"
tarikatını kurdu. Bu tarihten itibaren "Işıklı" adını almış Babai
Türkmenler, Hacı Bektaş-ı Velî'ye gönül bağladır/28)
BABAİ GÜLLERİ
Biz Hüseyin
mevaliyiz
Aşk ehlinin
imanıyız
Dertlilerin
dermanıyız
Biz Babai
kullarıyız
Biz Babai
gülleriyiz
Aşıklara
iman ola
Dertlilere
derman ola Muhibbi hanedan ola Biz Babai kullarıyız Biz Babai gülleriyiz.
Aşk ilidir
bulur necat
Nuş ederler
abu hayat İkrarında eden sebat Biz Babai kullarıyız. Biz Babai gülleriyiz.
İrfan bağının
bülbülü
Murtaza
Ali'nin kulu
Şah aşkına ver
bir dolu Biz Babai kullarıyız Biz Babai gülleriyiz.
Derviş Mü'min
kemter kulu Mürkirolan olmaz veli Bazan veli, bazen deli Biz Babai kullarıyız
Biz Babai gülleriyiz.
BABAİLİĞİN RUMELİ'DE YAYILMASI
Babailer, XVI.
yüzyıldan itibaren Rumeli'de yayılmaya başlamıştı. Genellikle Bulgaristan'ın
Haskova, Kırcalî, Razgrad, Silistre, Deliorman ve Varna yörelerinde yerleşmiş
bulunan "Babai Aleviler" yaşam biçimleri ve inançları bakımından
Anadolu Alevilerinden bazı ayrılıklar göstermektedir.
Tarihî
gelişmelerden de anlaşılacağı gibi, Osmanlı toprakları içersinde yaşayan
Türkler, Alevi ve sünnî olarak ayrılmışlardır. Benim açıklamaya çalışacağım,
Rumeli'de yaşayan Alevi Türklerinin inanç ve ibadet şekilleridir.
Yapılan
araştırmalardan anlaşıldığına göre, Rumeli Babai Aleviler!,
kitabımızın birinci bölümünde yer alan "Şeyh Safî Buyruğu" na
bağlı olarak yol ve erkân sürmüşlerdir.
O Yıllarda bu
gibi kitapların çok sınırlı olduğu ve Arap alfabesiyle yazıldığı için, okuyup
yazabilen çok sınırlı idi. Ancak medreselerde tahsil gören çok sınırlı
kimselerin, Arapça okuyup yazdıkları bilinmektedir. Böyle olunca "Şeyh
Safî Buyruğu", el yazması olarak bu yola gönül vermiş; Hak, Muhammed
Ali yoluna bağlı kimseler arasında bir "Erkânna-me" olarak elden
ele dolaşmıştır. Hak, Muhammed Ali'ye ve Ehl-i Beyte, bağlı, mü'minler, bununla
amel edip, bununla yol ve erkân sürmüşlerdir.
Rumeli Babai
Alevileri ile Anadolu'da bulunan Babai Alevileri arasında her hangi bir fark
yoktur. Ancak Anadolu 'da Babailik Hacı Bektaş-i Velî tarafından Babailiğin
yerine kurulmuş bulunan "Bektaşi" Tarikatından sonra giderek
"Işıklı" veya Bektaşilik isimleri altında söylenmeye başlamıştır.
Fakat Rumeli
Alevileri'nin bir bölümü bugün dahi kendilerini "Babai" olarak
tanıtmaktadırlar. Sorulduğunda biz Babaiyiz demektedirler.
Cem âyinleri
sırasında okudukları gülbenglerde, "Hacı Bektaş-ı Veli" nin yerine
kendi bölgelerinde bulunan evliyâların isimlerini zikretmektedirler. Örneğin:
Haskova yöresi genellikle, Haskova yakınlarında tekkesi ve türbesi bulunan
Horasan erenlerinden "Otman Baba" nın adını anmaktadır.
Razgard ve
Silistre yörelerinde yaşayan Babai Alevileri, Razgard yakınlarında türbesi ve
dergâhı bulunan "Demir Baba" ve Şumlu yakınlarında türbesi ve
tekkesi bulunan "Musa Baba" ya bağlı olup, gülbengle-rinde bu
evliyaların adlarını zikretmektedirler.
Yine Varna
yöresi halkı ise, Balçık ta türbesi ve dergâhı bulunan "Akyazılı
Sultan" a bağlı olup, onun adını zikretmektedirler. Deliorman ve
Dobruca bölgesinde bulunan Babai Aleviler, genellikle Demir Baba, Musa Baba ve
Akyazılı Baba'ya bağlı olup, her üçünün de isimlerini zikretmektedirler.
Ancak, Otman
Baba, Demir Baba ve Musa Baba her üç evliyâ da "mücerred" yani;
hiç evlenmemiş oldukları için kendi yerlerine bir "Post-nişin" bırakmamışlardır.
Bu yöre halkı,
bu evliyaların Hak'ka yürümelerinden sonra, bugün
Eskişehir
Seyidgazi ilçesi ve Aslanbeyli köyünde görkemli bir türbesi ve tekkesi <29)
bulunan, Horasanlı Sücaettin Ebül-Beka Baba İlyas olduğu bilinen
"Süceattin Velî" dergâhına
bağlanıp, bu evliyanın silsilesinden el etek tutmaktadırlar. Hatta bir rivayete
göre; Otman Baba nın Seyyid Sultan Süceattin Velî'nin müsahibi olduğu
söylenmektedir.
Yine bilindiği
gibi Haskova yöresinden Otman Baba'ya bağlı "Mih-man Dede" ve
Deliorman bölgesinden Demir Baba ve Musa Baba'ya bağlı bulunan "Molla
Ahmed Baba" Türkiye'ye gelerek, "Süceattin Veli Dergâhında
hizmet edip, bu dergâh şeyhlerinden icazet aldıkları; dergâhta bulunan
kayıtlardan anlaşılmaktadır." Süceattin Velî dergâhından icazed alan
Mihman Dede ile Molla Ahmet Baba, kendi yörelerinde, Sücaettin Velî Dergahının "Halifesi" olarak görev
yapmışlardır.1911 yılında Süceattin Veli Dergâhı şeyhlerinden "Nuri
Efendi", 1925 yılında da, yine Süceattin Velî dergâhı şeyhlerinden Şeyh
Nuri Efendinin oğlu Şeyh "Hakkı Efendi" Deliorman yöresini ziyaret
ettikleri ve o yöre halkını irşad ettikleri mevcut kayıtlardan anlaşılmaktadır.
Bu gün dahi Rumeli'de veTürkiye'de bulunan Rumeli Alevilerinin büyük bir
bölümü, Süceattin Veli dergâhı Şeyhlerinden "Nevzat Efendi" ye
bağlıdırlar.
Ancak bu yöre
halkının Otman Baba'ya, Demir Baba'ya ve Diğer dergâhlara bağlı olması ve
buralardan el alması, "Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî" yi
tanımaması anlamına gelmemektedir. Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velîyi, bütün
Alevilerin sevdiği kadar severler ve "Cümle evliyânın" başı
olduğunu bilirler.
Son zamanlarda
gülbenglerinde önce Hacı Bektaş-ı Velî'nin adını, daha sonra da bağlı
bulundukları dergâhın pîrinin adını zikretmektedirler.
Yine burada
şunu da açıklamak gerekir; başlangıçta Babai Alevi olup, daha sonra Bektaşiliği
benimsemiş birçok Alevi vardır.
Bunlarda
genellikle şu dergâhlara bağlıdırlar. Haskova ve Kırcalî yöresi halkı,
Kırcalî'de Türbesi bulunan "Kızıldeli Sultan" Dergâhına,
Dimitoka ve yöresi halkı, Dimitoka'da türbesi bulunan "Seyid Ali
Sultan" Dergâhına, Romanya ve yöresi halkı Babadağında bulunan "Sarı
Saltık" Dergâhına bağlıdırlar. Bunların dışında pek çok evliyâ ve
yatır vardır, ancak bunlar en çok bilinenleridir.
Bu gün ister
Babi olsun, isterse Bektaşi olsun, Rumeli'de yaşayan veya Türkiye'ye göç etmiş
bulunan tüm Rumeli Alevi Türklerinin tamamı Babağan Bektaşi" dir.
Babailik bir sıfattan ibarettir.
BABAĞAN
BEKTAŞİLERİNİN ERKÂN USULLERİ
Bilinmesi gereken bazı hususlar:
Miirşid veya
Mürebbi: Silsilesinin
Muhammed Ali'ye yani; soyunun Evlad-ı Resûl'e çıktığı bilinen kişidir.
Baba: Mürşid
veya Mürebbi'den el etek tutmuş ve icazet alarak kendi bölgesinde, yol ve erkân
yürüten kişidir.
Rehber: Yola
yeni girecek olan tâlibe, yol ve erkân usulleri talim ettiren ve ceme getiren
kişidir.
Yol Atası ve
yol Anası: Yola yeni
girip nasip alacak olan tâlibe, yol ve erkân usullerini talim ettiren ve ceme
getiren kişilerdir.
Tarikçi: Cemde
tâlibi tarikten geçiren kişidir.
Zâkir: Cemde
saz çalarak, değiş (nefes) söyleyen ve semah döndüren kişidir.
Çırakçı: Cemde
çırakları uyandıran kişidir.
Gözcü: Cemde
tâliblerin edep ve erkân içinde hareket etmelerini sağlayan kişidir.
Sakka
(Şerbetçi): Cemde sakka
suyu dağıtır ve cemin su ihtiyacından o, sorumludur.
Kurbancı: Kurbanları
kesip, tığlayan kişidir.
Hadım (Nakip):
Cemde yemekleri pişirip,
sofra kuran kişidir.
Leğender: Sofralar
kurulmadan önce, sünnet gereği âyin-i cemde bulunanların ellerine su döker.
Farraş: Cem
Âyîn-i sonunda câr çeken kişidir.
Ateşçi: Ocakları
yakan ve ocaklara yakacak temin eden kişidir.
Pabuççu: Ceme
gelenlerin ayakkabılarını yerleştirir ve güvenliğinden sorumlu olan kişidir.
Bu saydığımız
on iki hizmet sahiplerinin isimleri, yörelere göre değişebilmektedir. Ancak
benim burada anlatmaya çalıştığım Rumeli yöresinin cem törenlerinde, bu
isimler, bu şekilde sıralanmış ve isimlendirilmiştir.
Bazı hizmet
sahiplerinin görevleri, henüz kendi evlerinde iken başlamaktadır. Örneğin:
Sakka, cem
evine gelmek üzere evden çıkarken, ufak bir su kabı ile yanına bir miktar su
alır ve cem evine getirip, görevine bu su ile başlar ve sonunda, bu hizmetine
karşılık; üzerine "hutbe" okutarak himmet alır.
Ateşçi, herhangi
bir hizmet yapılacağı gün, sabah erkenden kalkar ve kendi evinden az miktar da
odun alıp, cem evine gelir ve Babanın rizasıyla ilk ateşi yakarak görevine
başlar. Hizmetler tamam olunca üzerine "hutbe" okutarak himmet alır.
Kurbancı, hizmet
yapılacağı gün, sabah erkenden cem evine gelip; kurban veya kurbanları kesip,
tığlayıp, hadımlara teslim eder. Hizmet sona erdiğinde, Babanın huzuruna
gelerek, üzerine "hutbe" okuturak himmet alır.
Hadım, hizmet
yapılacağı gün, sabah erkenden cem evine gelip, görevine başlar ve hizmetler
bitip tamam olunca; Babanın huzuruna gelip, üzerine "hutbe" okutarak
himmet alır. Hadımlar, birden fazla olabilir.
Diğer hizmet
sahipleri, âyin-i cem esnasında hizmet görürler ve en son olarak sırayla
Babanın huzuruna gelerek, üzerlerine "hutbe" okutarak himmet alırlar.
Buna, âyin-i cemde, "et hizmet al himmet" derler.
İBADET ETMEK
Şeyh Safî Hazretleri, şöyle
buyuruyor:
— Eğer bir
kişi sünnî mezhebinden olsa, o kimseye lâzım olan; önce iman
getirip,"Allah" ın birliğine inanmaktır.
Bir başka
kimse, tarikat ehli olsa, dervişlik,sofuluk dâvası
gütse, kendisinin Hak Muhammed Ali yolunu benimsediğini savunsa; onun da
yapacağı ilk iş, bir Mürşide bağlanıp, Mürebbi veya Baba eteğinden tutarak el
alıp "ikrar" vermektir.
Bir şeriat
ehlinin bilmesi ve yapması gerekenlerin başında şunlar gelmektedir: Önce
şeriatın şartlarını yerine getirmesi gerekir. Bunların başında da; namaz kılıp,
oruç tutmak, hacca gitmek, gücü yettiğince malının zekâtını vermek gelmektedir.
Tarikat
ehli kimseye lâzım olanlar arasında da şunlar gelmektedir: Bir tâlib veya
muhib, önce kendi öz varlığından geçip yani; cân-ı baştan geçip, cân-û gönülden
yüzünü yere koyup niyaz eyler ve yalvarıp yakarırsa, Hak'kın sevgili kulları
arasına girer ve Hak Tealâ o kimseden razı olur onu, nûr-a kavuşturur.
Bütün
ibadetlerin toplu halde yapılmasının büyük önemi ve sevabı vardır. O kimselerin
arasında Hak Tealâ'nın sevgili bir kulu vardır ve onun yüzü suyu hürmetine,
diğerlerinin de ibadeti kabul ve makbul olur.
Alevi
(Bektaşi) tarikatlarında Tâlibler, Mürşid veya Baba huzurunda cem olup; cemâl
cemâle halka namazı kılarlar. Bu namaz Alevi (Bek-tâşi) âyin-i cemlerinin en
önemli bölümünü teşkil etmektedir. Bu gibi âyin-i cemlerde, tarikat ehli
kimseler; halka namazı (cemâl cemâle) kılarlar ve bir günaha bin bir özür niyaz
ederler.
Tanrı'ya
Yapılan İbadetler İçersinde:
·
1-
Namaz makamı,
·
2-
Niyaz makamı,
·
3-
Naz makamı vardır.
Alevi
(Bektâşi) inancına göre: İnsan namaz makamında belirli bir mertebeye geldikten
sonra, niyaz makamına geçer ve bu makamda olgunlaşıp, bütün tarikatlarda olduğu
gibi, nefsi emareyi yok edip; mertebe mertebe yükselerek "naz"
makamına ulaşmaya çalışır.
Hak Tealâ, bir
kudsi hadisinede şöyle buyurmuştur:
"Kulum
bana nafilede yaklaşır. O bana ulaştığı zaman, ben onun tutan eli, söyleyen
dili, gören gözü ve yürüyen ayağı olurum. O bundan sonra benimle düşünür, benim
hissettiklerimi söyler"
Naz makamı
öyle bir makamdır ki, insan bu makamda daha bir başka düşünmeye başlar. Neyzen
Tevfik'in şu mısraları buna bir örnek teşkil etmektedir:
"Ey bana
kendini büyük tanıtan,
Hâlime bak da
varlığından utan!
Sen kerim-ü
gani vü mutlaksın, Sâhibü'l-cüd ü zül-kerem1 di adın.
Hani nerede o
şanlı saltanatın ?
Benden olsun
sıkılmıyor suratın.
Tam otuz beş
yıl oldu yârabbî, Çıkmadı bu tevekkülün de dibi.
Va'd-i ferdâyı
başka kullarına, Çırak et de benim işim yarına.
Kalmasın,
çünkü yüz yüze bakacak, Çâre varsa budur bu gün ancak.
Ben senin bir
çerağ-ı vahdetinim, Daha kestirmesi hakikatinim.
Bana öyle
gelir ki zâtinle, Şu kelâmı adam gibi dinle.
İkimiz bir
mahallede büyüdük,
Yüz göz olduk,
hem arkadaş, hem Türk.
Dâmeye söz
bırakmamak lâzım, Arz-ı hâle yakışmıyor ağzım.
Beni sen
başkalarıyla etme kıyâs, Ben kalendar ve sen de Rabbü'n nâs.
Bende varsa
eğer o kalb-i selim, Arş-ı a'lâna kör kütük gelirim.
Kim ne der ? Enbiyâ mı yan bakacak ?
Beni hangi
cehennemin yakacak ?
Hiç'i onlar da
eylesin idrâk, Abd-i evlâd-ı husrev-i levlâk.
Hacı Bektaş,
cenâb-ı Mevlâna, Neyle meyle kanat takınca bana.
BELLİ BAŞLI ERKÂN ÇEŞİTLERİ
Tevhid
mertebeleri, teslis üzere üçtür:
·
1-
Telkin.
·
2-
Hırka giymek.
·
3-
El almak.
Tevhid
mertebesi "ikrar ve sülük" mertebesidir. Bu mertebede sâlik (tâlib),
şeriat kapısından "Tarikat" a girmiş olur.
Hırka giymek
"İlbas-ı Hırka", bu mertebede tâlib, ma'rifet elbisesini giymiş olur.
El alma
mertebesinde ise tâlib, "Ahidiyette Fânî" olmuş olur ki, en yüksek
ma'nevi mertebedir.
Burada sadece,
"Âyin-i Cem de yapılan ibadetlerle, âyin-i cem'e ilk girme usullerini
anlatmaya çalışacağım:
Babağan
Bektaşi âyinleri genellikle kış günleri, Ekim ayının sonunda başlayıp, Mart
ayının yirmibirinde sona erer. Bazı hallerde bu günlerin dışında da cem âyinleri
yapılabilir.
Cem âyinleri
genellikle "cem evlerinde" yapılmaktadır. Buralara "Ma'bed"
veya "Dergâh" da denilmektedir. Bu gibi yerlerin olmaması halinde,
Babaların evlerinde de cem âyinleri yapılmaktadır.
Bektaşîlikte,
Cem Evinin "Kapısı", zahir ve bâtın ilmi; kapının "İki
Kanadı", İmam Hasan ve İmam Hüseyin, kapının "Eşik" kısmı
ise tarikatın birinci basamağıdır. Cem evinin ortası "Erenler
Meydanı" veya "Kırklar Meydanı" dır.
Meydanın tam ortası "Dâr Meydanı" dır.
Bu meydana "Dâr"a duran insanları; her maksuda ulaştıran "sırât-ı
müstakim" veya Celâl ve Cemâl meydanı gözüyle bakılır.
RUMELİ BABACAN
(BEKTAŞİ) ERKÂNI
Rumeli Babağan
Bektâşiliğini anlatmaya başlamadan önce bazı konuların bilinmesi faydalı
olacaktır.
·
1-
Rumeli Babağan Bektâşileri, "Evladiye" olmayıp, "Erbabiye"
dir. Yani; Mürşidlik veya Babalık, babadan oğula geçmez. Bu iş için en
uygun kişi seçilir ve tâliblerin isteği ile bu göreve getirilir.
Ancak,
silsilesinin Hak Muhammed Ali'ye ulaştığı bilinen bir dergâhın pîrinden el etek
tutup, "icazet" alır.
·
2-
Rumeli Babağan Bektâşileri kendi aralarında "Çift Menzilli" vaya
"Tek Menzilli" olarak ikiye ayırılırlar.
·
3-
Çift menzilli Babağan Bektâşiler, ikrar verirken, erkek ve kadın tek bir kurban
keserler ve Mürşidin huzuruna kadın ve erkek birlikte götürülürler.
Müsahip
olurken de iki çift tâlib birbiriyle müsahip olurlar. Yani; dört cân bir can
olurlar. İçlerinden bir kişi düşkün olsa; dördü de düşkün sayılırlar.
·
4-
Tek Menzilli Babağan Bektâşiler ise ikrara gelirken her şahıs için birer kurban
keserler. Yani; erkek için bir kurban, kadın için bir kurban kesilir. Erkek ve
kadın müstakil hareket ederler.
Çift Menzilli
Babağan Bektâşiler Arasında Belli Başlı Erkânlar:
·
1.
İkrar (Nasip Almak) Erkânı,
·
2.
Müsahip Erkânı,
·
3.
Ezine (Tarîk) Erkânı,
·
4.
Birlik (Abdal Musa) Kurbanı veTerceman Kurbanları Erkânı,
·
5.
Dâr'dan İndirme Erkânı,
·
6.
Düşkün Kaldırma Erkânı.
Burada erkân
çeşitleri her nekadar ayrı ayrı verilmiş ise de, hangi erkânın hizmeti
yapılrısa yapılsın akşam namazı yani "halka namazı" sonuna kadar olan
bölüm hepisinde aynidir.
Yukarda
belirtmiş olduğum altı çeşit "erkân" çeşidi, Halka namazı kılınıp,
tamamlandıktan sonra başlar.
İKRAR VE MÜSAHİP ERKÂNI
Tarikata yeni
girecek olan bir tâlib, önce kurban kesip ikrar verip âyin-i ceme dahil olur.
Ancak tâlibler
tarikata girmeden önce, girmek istedikleri "cem” in Mürşidine veya Babasına
gelip; izin, riza alırlar. Sadece "ikrar" vermek mi istiyorlar. Yoksa
kendilerine bir yol kardeşi bulup, ayni zamanda; hem ikrar hem "müsahip”
mi olacaklarnı bildirirler.
Burada ikrar
ve müsahipliğe beraber karar vermiş iki çift tâlibi anlatalım: Baba, âyin-i
Cemi toplar, iki çift tâlib adayının ikrar verip, müsahip olmak istediklerini
ve Hak Muhammed Ali yoluna girmek istediklerini bildirir.
Âyin-i cem
kardeşleri kabul ederse, Baba o tâliblere bir Rehber tayin eder. İkrar verecek
olan tâlibler, belirli bir süre Rehberinden yol ve erkân öğrenirler.
Rehber,
tâliblerin hazır olduğunu birdirmesi üzerine; gün belirlenip hazırlıklar
yapılır. İkrar merasiminin yapılacağı gün tâlib adayları, ikrar vermek için
birer kurban alırlar. Ayrıca musahiplik içinde ikisi ortak bir kurban alırlar.
İkrar
hizmetinin yapılacağı günün sabahı, Baba, çırakçı, zâkir, gözcü, kurbancı ve
diğer önemli hizmet sahiplerini cem evinde toplar, ikrar ve müsahip kurbanını
tekbirlerler.
Daha sonraki
bölümlerde belirteceğimiz gibi bir hizmet (meydan) çerağı uyarılır. Erkân
tutulur ve ikrar verecek olan cânlar eşleri ve Rehberleriyle birlikte
"koçların" yanında dururlar.
Daha sonra
Baba, şu şekilde kurbanları tekbirler:
"Allahümme
İnni vecchetü vechiye lillezi fataras semâvâtı vel-ardi hanifen ve maâ ene
minel- müşrikin" <30)
"Fe Lemmâ
Eslemâ Ve Tellehü Lil Cebün - Ve Nâdeynâhü Enyâ İbrahimü - Kad Saddakter Rü'a
İnna Kezâlike Neczil Muhsinîn - İnne Hazâ Le Hüvvel Belâül Mübîn - Ve Fedeynâhü
Bi Zibbın Azim" (31)
"Fermân-ı
Celîl, Kurbân ı Halîl, delîl-i Cebrail, teslim-i İsmail" Tekbira
diyerek şu tekbir getirilir:
— Allah-ü
Ekber... Allah-ü Ekber...Alfah-ü Ekber...
Eşhedü en Lâ
İlahe İllallah Vallâh-ü Ekber... Allah-ü Ekber Ve Lillâh'il hamd"
— Allah-ü
Ekber... Allah-ü Ekber...Allah-ü Ekber...
Eşhedü en Lâ
İlahe İllallah Vallâh-ü Ekber... Allah-ü Ekber Ve Lillâh'il hamd"
— Allah-ü
Ekber... Allah-ü Ekber... Allah-ü Ekber...
Eşhedü en Lâ
İlâhe İllâllah Vallâh-ü Ekber... Allah-ü Ekber Ve Lillâh'il hamd"
Bundan sonra
cemin zâkiri (aşık) üç kurban nefesi okur:
Nefes:
Akıl ermez
yaratanın sırrına
Muhammed
Ali'ye indi bu kurban
Kurban olam,
kudretinin nûruna
Hasan,
Hüseyin'e indi bu kurban
Ol İmam
Zeynel'in destinde idim
Muhammed Bakır
ın dostunda idim
Cafer-i
Sadık'ın postunda idim
Musa, Kâzım
Riza'ya indi bu kurban
Muhammed
Takî'nin nûrunda idim
Aliyyün-Nakî'nin
sırrında idim
Hasan-ül
Asker'in derdinde idim
Muhammed
Mehdi'ye indi bu kurban
Aslı Şah-i
Merdan, gürûh-i Nâcî
Hakikate bağlı
bu yolun ucu
Senede bir
kurban, tâlibin borcu
Muhammed
Mehdi'ye indi bu kurban
Tarikatten
hakikata ererler
Cennet-i âlâya
hülle sererler
Muhammed
Ali'nin yüzün görürler
Erenler aşkına
indi bu kurban
Şah Hatayi'm eder
bilir mi her can ?
Kurbanın
üstüne yürüdü erkân
Tırnağı
tesbihdir, kanı da mercan
On iki İmama
indi bu kurban
Böylece
kurbanlar tekbirlenir ve kesilmek üzere, kurbancıya teslim edilir. Kurbancı,
kurbanları alıp münasip bir yerde kesip, tığlar ve etlerini parçalayıp; cemin
hadımlarına; yani ahçılara teslim eder.
Birtâlib,
ister tek başına ikrar versin, isterse bir yol kardeşi bulup; hem ikrar ve hem
müsahip olsun kurban tekbirleme işi aynidir.
O günün akşamı
ikrar ve müsahip hizmeti için bütün tâlibler, cem evinde toplanırlar.
BİR TALİBİN
İBADETİ DAHA EVDE İKEN BAŞLAR
Tâlibler, evden çıkarken bu
tercümanı okuyarak evden çıkarlar.
Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Niyet ettim
baba evine veya cem evine, kırklar için bağışla. Ha-sendir gönlümden gelen
geçen, Hüseyin için bağışla, Muhammed Mustafa tabihi için bağışla. Aman
yarabbim, bizi doğru yoldan ayırma, her şeyin hayırlısını ve haklısını nasib et
yarabbi.
Bektaşîlikte
Âyin-i Cem evine girmekte, bir usûl üzerinedir: Âyin odasına önce Baba ve eşi
anabacı girerler. Önce kapının önüne gelip, sol diz üzerine diz çökülür ve iki
el eşik üzerine konur ve her iki el öpülerek, şu tercüman okunur:
"Eşiğine
koymuşum ben cân ile ser
Hem eşiğinden
benim niyazım budur
Lutf edip ben
fakire kılasın nazar
Allah eyvallah
Huu! dost."
Baba ve
anabacı, kapı eşiğine niyaz ederek içeri girerler. Hep beraber oturacakları
postun önüne gelip, peymençeye yani; "Dâr"a durup, şu tercemanı
okurlar:
Bism-i Şah
Allah, Allah!..
“Durdum
divana, uydum imama (on iki imam), döndüm kıbleye, niyet ettim iki rekat İmam Cafer namazı kılmaya. Kıblem Muhammed, secdem
Ali'dir yâ Ali Hü...
deyip secdeye varırlar.
Yâ Allah, yâ
Muhammed, yâ Ali deyecek kadar secde de kalır ve tekrar iki dizinin üzerine
doğrulup, daha önceden uyarılmış olan, "Kanun Çırağına" selâm verir.
Bunun ardından sağa ve sola selam verip, tekrar yâ Ali Hü... diyerek secdeye varır. Secdede iken, yâ Allah, yâ Muhammed,
yâ Ali diyerek hafiçe doğrulur ve hoş geldiniz diyerek gene niyaza varır. Yâ
Allah, yâ Muhammed, yâ Ali deyecek kadar secdede kaldıktan sonra yâ Ali
Hü... diyerek dizlerinin üzerine gelir. Böylece
niyaz tamamlanmış olur.
Bu arada
anabacı devamlı secdede kalır ve göz ucuyla Babanın hareketlerini takip ederek
niyazı tamamlar.
Daha sonra
Baba ve anabacı postlarına oturarlarak şu tercümanı okurlar:
"Azemte
âleyke ya Ali, ekremtû âleyke ya Ali, eslemtû âleyke ya Ali. Câr köşe post, ya
Allah, ya Muhammed, ya Ali, pirimiz Hünkarımız Hacı
Bektaş-ı Velî ve Seyyid Sultan Süceattin Velî size niyaz ederim yâ Ali Hü...
diyerek kendi postlarına niyaz ederler.
Babanın
arkasından bütün tâlibler sırayla âyin-i cem evine girerler ve girerken de Baba
ve anabacının yaptığı gibi kapı eşiğine niyaz ederek içeri girerler.
Eşikten içeri
giren tâlib, ellerini göğsüne koyarak, "hü aşk olsun" der. Bu
bir. Âyin-i cem selâmıdır. Âyin-i cem evine giren bir tâlib, (selâmın âleyküm
veya mehraba) şeklinde selâm veremez. Hü aşk olsun der ve üç adım atarak, eşi
sol tarafta olacak şekilde; Babanın önünde dâra durarak şu tercemanı okurlar:
Bism-i Şah
Allah, Allah!..
"Durdum
divana, uydum imama (on iki imama), döndüm kıbleye, niyet ettim iki rekat İmam Cafer namazı kılmaya. Kıblem Muhammed secdem
Ali'dir yâ Ali Hü...
diyerek secdeye varırlar.
Mü'min tâlib
(erkek), yâ Allah, yâ Muhammed, yâ Ali diyecek kadar secde de kaldıktan sonra,tekrar iki dizinin üzerine doğrulur ve Babanın iki
kaşının arasına bakarak, eyvallah Baba erenler; nasılsınız haliniz iyimidir
diye sorar ve sağ tarafa dönerek selâm verir ve hal sorar; tekrar sola dönerek
selâm verip hal sorduktan sonra yâ Ali Hü... diyerek
tekrar secdeye varır.
Yine secde de
iken yâ Allah, yâ Muhammed, yâ Ali dedikten sonra, yarım doğrulup, hoş geldiniz
erenler der ve üçüncü defa yâ Ali Hü... diyerek
secdeye varır. Yine yâ Allah, yâ Muhammed, yâ Ali diyecek kadar secdede kaldıktan
sonra, yâ Ali Hü...diyerek
doğrulur ve ayağa kalkar.
Erkek tâlib,
bu hareketleri yaparken, mü'min bacı da başına sec-' deden kaldırmadan; eşinin
hareketlerini göz ucu ile takip ederek niyazı tamamlar.
Niyaz bitince
tekrar ayağa kalkıp, peymençeye dururlar; yani dâr'a durup, Baba erenlere
niyaza gelirler. Niyaz, "yedi a za" ile yedi yere yapılır: 1- Baş. 2-
Ağız. 3,4- Eller. 5,6- Ayaklar. 7- Bel ve bütün vücut ile:
"Ve
lillâh'il Maşrık-i vel Mağrib-i fe-eynemâ tüfellû fe-semma veçhuJlah" (32) diyerek
önce, Babanın postuna, sonra sağ dizine, sol dizine, yâ Allah, yâ Muhammed, yâ
Ali diyerek Babanın Vech'ine ve Eline niyaz ederek niyazı tamamlarlar. Daha
sonra da ayağa kalkıp dâr'a durup beklerler.
O zaman Baba
şöyle bir terceman okur:
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Cümleden
cümleye niyazlar kabul, muradlar hasıl olsun, hak
edenler namazınızdan, niyazınızdan haberdar olsun. On iki İmamlar şefaatçiniz
olsun Hü. Allah dost" der.
Talihler: Hü!.. Allah dost,
saki, aşıklar, sadıklar,âyin-i cem erenleri ve
mesakininin aşkına Allah eyvallah"derler.
Baba: “Âyin-i cemin birliğine gerçek erenlerin ve
on iki İmamların keremine ya Ali Hü!.. “der.
Tâlibler yâ
Ali Hü... diyerek secdeye varırlar ve cümleden
cümle-v ye diyerek ortaya niyaz ederler. Böylece iki rekat imam Cafer namazı kılınmış olur.
SECDE VE NİYAZ
Şeyh Safî Hazretleri buyuruyor ki:
Allahü Tealâ Adem'in bedenini kendi eliyle düzüp, onun kalbinde zuhur
etti. O vakit “Ve sücüdü
velAdem"(33) diyerek;
meleklerden Ademe "secde" etmelerini
istedi ve bu bir Hak emri oldu. O vakit melekler Ademe
secde ettiler. Burada edilen secde, her nekadar Ademe
edilmiş ise de; gerçekte secde "Hak'ka" edilmiştir. Bilinmelidir ki, Adem Hak'kın tam zuhurudur. O vakit Şeytan Ademe secde etmedi ve Allahü Tealâ tarafından lânetlendi.
Hak'kın tam
mazharı (zuhuru) "Adem” olduğuna göre;
Tâlib olan kimse, Adem'de tecelli eden hakikati bilirse ve görürse, Allah'ı da
bu suretle bilmiş ve görmüş olur.
Hazret-i Fahrî
Âlem, şöyle buyuruyor: "Kâlbel
Mii'min Beytul-lah."
Anlamı şudur: "Mü'minin kalbi, Hak Tealâ'nın evidir".
Hak Tealâ,
şöyle buyuruyor:7/a/â/r Allahü
Adem Alâ Suretil Rahman."Anlamı
şudur: "Ben Adem'i kendi suretimde halk ettim."
Bir de şu mısralar bunu çok açık
anlatmaktadır:
Vechi Adem Hak duruptur Âleme
Hak'ka erdi
secde eden Ademe
Şu dörtlüğe baktığımızda, bunu daha
iyi anlayabiliriz:
Zâhidâ toprağa
baş vurmakla bulunmaz nâim
Âdem'e kıl
secde ki gel olma Şeytânırracîm (34)
Sed edip
mescid kapusun yürüvar meyhaneye <35)
Tut bu râhı iş
budur hâzâ Sıratûlmüstakîm.
Bu sebeple,
Hak Muhammed Ali postunda oturan kimselere, bu gözle bakılır ve bu âmel
üzere secde edilir.
CEM BİRLEME
Âyin-i Cem'de
niyaz faslı sona erince, bütün cân'ların gelip gelmediği kontrol edilir, eğer
tamamı gelmişse; erkân başlatılır. Eğer henüz gelmeyen varsa, o zaman vakit
beklenir. Vakit gelince Baba, çırakçıyı meydana çağırır ve çırakları
uyandırmasını söyler.
Çırakçı,
tığ-bendini beline bağlayıp, Babanın huzurunda peymen-çeye, yani dâr'a durup,
şu âyeti okur:
Bismillahirrahmanirrahim.
Kalâ Rabbena Zalemnâ Enfüsena Ve in Lem Tağ’fir Lenâ Ve Terhamnâ Lenekûnenne
Minelhâsirîn" <36)
Bu âyeti
okuduktan sonra, Babanın kendisine vereceği bir mum ve bir delil ile Hak,
Muhammed ve Ali'nin nûr-unu temsil için "Erkân" veya "Meydan"
çırağı olarak üç çırak uyarılır. Çırakçı, çırakları uyarırken şu tercümanı
"üç" defa tekrarlar.
"Bism-i
şah Allah, Allah!..
Seyyid-üs
sadat, muhibb-üs sadat, hülasa-i mevcudat alem-üs
sırr-el hafiyyat, şefi-i ruz-i arasat bercemal-i Muhammed Ali râ salâvât."
Deyerek
çırakları uyarır. Çırakçı bu tercümanı okurken, âyin-i cem'de bulunan bütün canlar,hafif sesle salâvât getirirler. Salâvaât şudur: "Allahümme
Sal Is Âlâ Muhammed'm ve Âlâ Âl-i Muhammed" diyerek üç defa
tekrarlanır.
Çırakçı, tekrar peymençeye durarak
şu âyeti okur:
Bismillahirrahmanirrahim.
Allahu nur'us semâvâti vel ardi misle nurihi ke-mişkâtin fiha
mısbâh'ul misbah fi zücâcetin zücâceti kennaha kevkebün diirriyün yûkadü min
secerettin mübarekettin zeytunetin lâ Şarkiyyetin ve lâ Garbiyyetin yükâdü
zeytuha yadiu ve lev lem temseshu nârun aiâ nûri yehdallahu nurehu men yeşâu ve
yadribullah'ul emsale linnâsi vallahu bikülli şey'in alîm." W
Bunun ardından şu salâvât okunarak
on iki İmamları zikreder:
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Çiin çırağ-ı
fahr uyandırdık Huda'nın aşkına
Şeyyid'ül-Kevneyn
Muhammed Mustafa'nın aşkına
Saki-i Kevser
Aliyy'ül-Murtaza'nın aşkına
Hem Hatice,
Patıma Hayrünnisânın aşkına
Şah Hasan
Hulki Riza hem Şah Hüseyin-i Kerbelâ
Ol İmam-ı
Etkiya Zeyn'el-Abâ'nın aşkına
Hem Muhammed
Bakır ol kim nesl-i pâk-i Murtaza
Cafer'ûs-Sadık
Imam-ı Rehnumanın aşkına
Muse-i Kâzım
Imam-ı serfirâz-i ehl-i Hak
Hem Ali Mûsa
'r-Riza 'yi Asfiyanın aşkına
·
43) Kur'an Nûr
sûrese âyeT 35: "Allah göklerin ve yerlerin Nûru'dur. O'nun nûr-u
içinde ışık bulunan bir kandil yuvasına benzer. 0 ışık bir cam içindedir. Cam
ise sanki! inci gibi parlayan bir yıldızdır. Bu, ne
sadece Doğu'da ne sedece Batı’da bulunan bereketli zeytin ağacından yakılır.
O'na ateş değmese bile , o her yeri aydınlatacak olan;
nûr üstüne nûrdur. Allah dilediğini nûr'una kavuşturur. Allah insanlara
misâller verir ve o her şeyi bilir.
Şah Takiy ve
bâ Nakiy hem Hasan'ül-Askerî
Ol Muhammed
Mehdî-i Sâhib-Liva 'nın aşkına
Pîrimiz
Hünkârımız Bektâş Velî ve Şüceaddin Velî Kutb'ül evliyanın aşkına
Haşredek yanan
yakîlen aşı kanın aşkına
Ber cemâl-i
Muhammed Ali, Kemâl-i Kadir İmam Hasan ve İmam Hüseyin alâ
Bülend'e râ Salâvât Allah, eyvallah.
Bunun ardından Baba aşağıdaki
tercemanı okur:
“Bism-i Şah
Allah,Allahl..
Allahü nûr-i
semavat küşâde-i kandil, türü münecet çırağımız ru-şen fahr-i dervişân, zuhur-ı
iman gürûh-u Nâcî, kanun-i evliya kerem-i Ali, gülbengi Muhammed pîrimiz Hünkâr
Hacı Bektâş-ı Velî ve Sultan Sücaeddin efendilerimizin çırakları aydın olsun.
Yâ Ali Hü...diyerek
secdeye varılır. Baba, secdede iken, (İlâhi ya-rabbi uyarmış olduğumuz
çırakların ve Ehl-i Beyt'in yüzü suyu hürmetine ibadetlerimizi ve niyazlarımızı
dergânında kabul ve makbul eyle dedikten sonra), Hü... Allah dost, diyerek
tekrar diz üzerine gelir.
Bundan sonra Çırakçı, yaptığı
hizmetin karşılığı olarak "himmet "ister ve şöyle der:
"Bism-i
Şâh Allah, Allah!
Hûda hakkı
için hizmetimi kabul et ey şah
Bi hak'kı
Murtâza ve Ali dergah
Pîrimiz Hadi
Ekber hazretlerinin nûr-i hakkı için bu dergahtan
ayırma ey gani şah, erenlerden hayırlı haklı himmet... Şey'en lilâllah, Allah
eyvallah" der.
Baba, hizmet sahibinin üzerine şu
"hutbe" yi okur:
“Bism-i Şah Allah.Allah!
Allah bir
Muhammed Ali nûr-i hakkı için, hizmetin kabul olsun, muradın hasıl
olsun, Hak erenler, evliyalar hizmetinden haberdar olsun, hizmetiniz kırklar
ceminde yapılan hizmetlerden sayılsın, pîrin şefaatçin olsun, Hak erenler
hizmetinin tekrarını nasip etsin Hü... Allah,dost."
Çırakçı: "Hü.. Allah
dost, saki aşıklar sadıklar âyin-i cem erenleri ve
mesasakininaşkına Allah eyvallah...“
Baba: "Âyin-i Cem'in biriliğine, gerçek
erenlerin ve on iki İmamların kereminid yâ Ali Hii...
diyerek bütün tâlibler secdeye vararak yere niyaz
ederler.
Daha sonra Baba, gözcüyü ortaya
çağırır.
Gözcü
tığ-bendi belinde bağlı olarak ortaya gelip,"Eyvallah erenler ne
yapacağız" diye sorar
Baba,
gözcüyer: "Âyin-i Cem kardeşlere tembih et, edep erkân olsunlar. Erkân
tutup, akşam namazı kılacağız" der.
Gözcü yere
niyaz edip, "Eyvallah erenler" dedikten sonra ayağa kalkıp şu âyeti okur:
“Bismillahirrahmanirrahim.
Kalâ Rabbena
Zalemnâ Enfüsena l/e in
Lem Tağ'fir Lenâ IZe 7er-hamnâ Lenekûnenne Minelhâsirîn."
Gözcü: Bu
âyeti okuduktan sora, tâliblere dönerek:
"Eyvallah
âyin-i cem kardeşler. Edep erkân olun. Erkân tutacağız" der ve arkasından
şöyle bir terceman okuyarak özünü dâr'a çeker:
" Bism-i
Şah Alla, Allah!..
Elim elde,
yüzüm yerde, özüm Mansur darında. Dilim mürüvvette, pîrim kuvvette, bizde hakkı
olan kardeşler varsa hakkını alsın, bizi eksik halde koymasın Allah eyvallan Hü!.. dost."
Baba erenler, âyin-i cem'e dönerek
şöyle sorar:
"Eyvallah
âyin-i cem kardeşler, gözcü baba özünü dâr'a çekti. Kendisinden ağrınmış,
incinmiş ve kendisinde herhangi bir hakkı olan varsa dile gelsin, bile
gelsin hakkını talep etsin; eğer yoksa Hak için yere niyaz etsin" der.
Bunun üzerine
bütün tâlibler, yere niyaz ederek niyetlerini bildirirler.
Bunun ardından Baba kendi özünü dara
çeker:
"Hü...Elim
elde, yüzüm yerde, özüm darda, dilim mürvette, pîrimiz kuvvette, Babada görgüsü
olan varsa dile gelsin, bizi eksik halde koymasın yâ Ali, Hü.."d&c.
Bu defa gözcü:
"Eyvallah cânlar,
Baba erenler özünü dâr'a çekti. Kendisinde bir görgüsü olan varsa dile gelsin,
olmayan hak için niyaz etsin" der.
Bütün tâlib,
eyvallah diyerek yere niyaz ederler.
Baba erenler,
tekrar gözcüye dönerek şöyle der;
"Eyvahlah
gözcü baba, sor bakalım tâlib cânlar birbirleriyle nasıldırlar, eğer birbirinde
görgüsü olan varsa dile gelsin, olmayan Hak için secde etsin" der.
\
Gözcü, tekrar
âyin-i cem'e dönerek: "Eyvallah
âyin-i cem kardeş- I îer, birbirinde görgüsü olan varsa dile gelsin
, olmayan Hak için niyaz etsin" der ve şöyle devam eder:
"Söyleyin cânlar, eğer olupta söylemeseniz; yapacağımız ibadet gerçek
ibadet olmaz" der.
Bütün
tâlibler, eyvallah diyerek yere secde ederler.
Bu defa Baba: "Olupta
söylemeyenin günahı kendi boynuna olsun" dedikten sonra şu gülbengi okur:
"Hü şu
cânlar birbirinin günahından geçmiş Hak. Muhammed Ali'de geçsin yâ Ali Hü..."
diyerek yere secde eder ve secdede iker hemen şu gülbengi okur:
"Hü.. Teslim temenna hakına, âyin-i cemin birliğine, gereçek
erenlerin keremine yâ
Ali Hü..
Diyerek tekrar
diz üzerine gelinir ve bütün tâlibler de buna uyar- ' lar. Böylece cem
birlenmiş olur.
Bu defa sakka,
tığ-bendi beline bağlanmış olarak, elindeki su kabıyla ortaya gelerek;
peymençeye durur ve şu âyeti okur:
"Bismillahirrahmanirrahim.
Kalâ Rabbenâ
Zalemnâ Enfüsena Ve in Lem Tağ'fir Lenâ Ve Ter-hamnâ Lenekûnenne Minelhâsirîn.
”
l
Daha sonra sağ
ayağının baş parmağı, sol ayak başparmağının üzerinde
olacak şekilde, hafif eğilerek; sakka sebil diyerek su kabını taliplere
gösterir. İçmek isteyen varsa onlara, elindeki bardakla su verir.
Bu görev de
tamamlandıktan sonra Baba erenler, âyin-i cem'e dönerek: "Eyvallah cânlar
erkân başlamıştır. Cümlenin birliği ile "halka" namazı
kılacağız" diyerek namaza başlar:
NİYET DUASI
Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Niyet ettik
akşamın bayırına, girdik on iki imam Cafer kavline, kıblemiz Muhammed, secdemiz
Ali, pirimiz Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî ve Sücaeddin-i Kutbül Evliyâ,
gerçeklerin demine evliyâların keremine, babanın birliğine yâ Ali Hü... diyerek secdeye varılır.
Baba secdede
iken, İlâhi yarabbi, senden isteriz dileriz, namazlarımızı piyazlarımızı
dergâhında kabul ve makbul eyle Hü... Allah dost, diyerek doğrulur. Ve
Halka namazını kıldırmaya devam eder:
TÖVBE DUASI
Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Allahümme
yarabbi, benlikten, yaramazlıktan kibri-hasetten, zem-den gıybetten, gıybete
müsavi işlerden, gönlümüzle, gözümüzle, kalbimizle cem-i azalarımızla, işlemiş
olduğumuz günahlarımızın cümlesine tövbe yarabbi estağfurullah, tövbe yarabbi
estağfurullah, tövbe yarabbi estağfurullah. Küçük günahımızdan büyük
günahımıza, ana rahminden bu güne kadar işlemiş olduğumuz günahlarımızın
cümlesine tövbe yarabbi estağfurullah, tövbe yarabbi estağfurullah, tövbe
yarabbi estağfurullah. Bilmeyerek işlemiş olduğumuz küfür ve günahlarımızın
cümlesine tövbe yarabbi estağfurullah, tövbe yarabbi estağfurullah, tövbe
yarabbi estağfurullah. Yarabbi, tövbe ettik, rü-cu ettik ve pişman olduk.
Döndük senin ululuğuna, birliğine sığındık. Yarabbi senden ister dileriz,
bizleri yabanda koyma; sana niyaz ederiz yâ Ali Hü... diyerek
secdeye varılır.
Secdede iken,
(İlâhi yarabbi, senden isteriz dileriz bizleri, yabanda koyma, günahlarımızın
cümlesine tövbe ettik, istiğfar ettik, bizi iki cihanda peygamberimizin ve onun
ehl-i Beyt inin sancağı dibinden ayırma alladım) Hü... Allah dost, diyerek
diz üzerine gelinir.
SÜBHANİKE
Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Sübhanike
Allahümme, elhamdülillahi velâ ilâhe illallah hüvel Alla-hü ekber. Velâ havle
velâ, kuvvete velâ illâ billâ Aliyülâzim. Allahümme kutibe âleyna entetevalîrahim,
yarabbi, kerimsin, rahimsin, ya erhammer rahimsin, ekramel ekreminsin, âlemin
sırrul afiyetsin, seddarlara oyucusun, ayıplarımızı örtücüsün, suçlarımızı
bağışlayıcısın, günahlarımızı af edicisin, ulu şahsın. Ululuğun birliğin yüzü
suyu hürmetine, bize medet eyle, bize hidayet eyle, bize yardım eyle. Fadlınla
kereminle, nutkunla, rahmetinle rahmet, nazarınla nazar, eylediğin kullarından
bizleri ayırma, bizlere de yardım eyle yarabbi, gerçeklerin demine on iki
İmamların keremine yâ Ali Hü... diyerek secdeye
varılır.
Secdede iken (
Aman yarabbi, senden isteriz dileriz, bizleri namerde muhtaç etme, her şeyin
hayırlısını haklısını nasip eyle) Hü... Allah dost .diyerek diz üzerine gelinir.
CÜMLE CEMİMİZ
Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Cümle cemimiz,
niyaz ettiğimiz kardeşlerimiz ve bizleri duadan unutmayın deyip giden
kardeşlerimiz, mahsus bizi duaya emanet eden kardeşlerimizin cümle dervişan
fukarasının, cümle dostlarımızın, mü'min, müslüm cümle üstad olan
kardeşlerimizin. Mağruptan Maşru-ğa, zahîr bâtın cümlemize, Allah erenler, iman
ile, itikat ile, hayırlı haklı geçitler nasip eyleye.
Şah velayetinin kılıcını keskin eyleye, ümmeti Mu-hammed üzere adaletler nasip
eyleye. Naci güruhunun sancağı dibinde cümlemizi hıfz eyleye. Gerçeklerin
demine Pîrimiz Hünkârımız Hacı Bek-tâşi Velî ve Demir Baha'nın keremine yâ
Ali Hü... diyerek secdeye varılır.
Secdede iken
gerekli niyazda bulunduktan sonra tekrar Hü... Allah dost, diyerek diz
üzerine gelinir.
ZAHÎR BÂTIN DUASI
Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Yetiş zahir
batın cümlemizin müşkül işlerimizi, bizi müşkülde koyan cümle müşküllerimizi,
bilmekliğin, anlamaklığın nasip eyle. Kem amellirimizi, kem vesveselerimizi,
kem gutselerimizi, şer işlerimizi bayıra tebdil eyle yarabbi. Gerçeklerin
demine cümle evliyaların ve Pirimiz Musa Baha'nın keremine yâ Ali Hü...diyerek
secdeye varılır ve gerekli niyazda bulunduktan sonra Hü... Allah dost, diyerek
diz üzerine gelinir.
NEVS ŞERRİNDEN DUASI
Sism-i Şah
Allah, Allah!..
Yetiş zahir
bâtın bizi nevs şerrinden, nefsimizi eyleyen cin, peri şerrinden, yaramaz
şerrinden, kuru iftiradan, kuru büftandan, zaîr bâtın her türlü belalardan,
kazalardan, cümlemizi hıfz eyle. Efendim yetiş son deminde emaneti sen al ya
Ali, ol demde bizi düşürme, şaşırtma, ayazlara kaldırıver. Feth iyle aşk'iyle,
şevk'iyle, iman'iyle hayırlı haklı geçitler nasip eyle. Pirimiz Hünkâr Hacı
Bektâşi Velî ve Otmanın Baha'nın kerimine yâ Ali Hü... Diyerek secdeye
varır ve (Yâ Allah, Yâ Muhammed, Yâ Ali siz gösterin bize doğru yolu) Hü...
Allah dost, diyerek diz üzerine gelinir.
AKŞAMLARIMIZ HAYR OLSUN
Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Akşamlarımız
hayr olsun, hayırlısınla şerler, belalar, kazalar üstümüzden def olsun, münkir,
münafık mat olsun. Pirimiz üstadımız Hünkâr Hacı Bektaşi Velî, Sultan Sücaeddin
Velî, Otman Baba, Demir Baba, Musa Baba, Akyazılı Sultan ve cümle evliyâların
himmetleri, hidayetleri üzerimizde hazır ve nâzır olsun. Hazır gayıp, zahir
bâtın, her hak Muhammed Ali size niyaz ederiz ya Ali Hü... diyerek secdeye varılır.
Secdede iken
gerekli istekte bulunup tekrar Hü... Allah dost, diyerek diz üzerine
gelinir.
EVLERİMİZ OCAKLARIMIZ ŞEN OLSUN
Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Hü.. Evlerimiz ocaklarımız şen olsun, pîrimiz Sücaeddin Velî
Hazretlerinin (burada her baba veya rehber, bağlı olduğu pîrinin adını anar)
çırakları aydın olsun yâ Ali Hü... diyerek
secdeye varılır. Secdede iken, (İlahi yarabbi, kılmış
olduğumuz namazları yapmış olduğumuz niyazları dergâhı izzetinde kabul ve
makbul eyle, bilmeyerek işlemiş olduğumuz günahlarımızın cümlesine tövbe ettik
sen bizi bağışla. Hak Muhammed Ali’nin nûr-ı hakkı için bizi doğru yoldan
ayırma) Hü... Allah dost, diyerek diz üzerine
gelinir.
İSTEK GÜLBENGİ
Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Ey bizim yüce
Allahımız! şüphesizki biz senin kullarınız. Bizleri sen yarattın, bizleri
yoktan var ettin. Senden başka ibadet edecek bir mabut, bir ilâh yoktur ve
ancak sen varsın. Biz senin varlığına, birliğine kalbimizle, gönlümüzle,
dilimizle inanıp iman getirdik, eğer bizim elimizden, dilimizden, cümle
azalanınızdan bir günah, kusur işlediysek, senin emrine uygun olmayan bir günah
işlediysek biz onların cümlesine tövbe ettik,, rücu
ettik, döndük senin ululuğuna, birliğine sığındık. Bir daha günah
işlemeyeceğimize ve büyük günahımızdan, küçük günahımıza kadar cümlesinin
bağışlanması için huzuruna geldik cümle günahlarımıza tövbe ediyoruz. Tövbe
günahlarımıza estağfurullah estağfurullah, estağfurullah!..
Hazret-i Ademden, Âhir zaman peygamberine kadar gelmiş
geçmiş cümle peygamberlerine ve onların getirmiş oldukları kitaplarına, ayrıca
bütün velilerine ve Hz. Muhammed'in Ehl-i Beytine inandık, iman getirdik.
Kalibimizle tasdik, dilimizle şehadet ederiz ve son nefesimizde "eşhedü
enlâ iiâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden Abdühu ve Re-sûluhu, Aliyyel
Veliyullâh diyerek bizlere çene kapamak nasip eyle Allahım!..
İlâhi yarabbi, on iki İmamların ve Ehl-i Beyt in yüzü suyu hürmetine,
namazlarımıza, niyazlarımızı dergah-ı izzetinde kabul
ve makbul eyle ya Ali Hü... diyerek secdeye
varılır.
Secdede iken
(Hak Tealâ'ya istekte bulunulur) Hü... Allah dost diyerek diz üzerine
gelir.
Halka namazı
kılınırken Baba'nın okumuş olduğu duaların sonunda; yani Baba, "Yâ Ali
Hü..." dediği zaman bütün cânlar, Baba da dahil
yere secdeye varılır ve Baba tekrar Hü... Allah dost, dediği zaman,
bütün tâlibler tekrar diz üzerine gelirler.
Secdede iken,
Baba Hak Tealâ'dan istekte bulunur. Bütün tâlibler bu istekleri Baba ile
birlikte tekrar ederler. Eğer Baba hiç bir şey okuma-sa; yâ Allah, yâ Muhammed,
yâ Ali diyecek kadar secdede kalınır ve Babanın Hü... Allah dost, demesiyle
birlikte herkes tekrer iki dizinin üzerine gelir.
Buraya kadar
bir cemde erkân tukup, halka namazını kıldık. Bundan sonra, erkân bölümüne
başlarken vermiş olduğumuz "erkân" çeşitlerinden herhangi birini
başlatabiliriz.
Fakat âyin-i
cemi anlatmaya başlarken iki çift tâlibin ikrar ve mü-sahip
merasimlerini anlatmaya başlamıştım. Kaldığım yerden devam ediyorum:
İKRAR VE MÜSAHİP ERKÂNININ DEVAMI
Akşam namazı
kılınıp bittikten sonra, gözcü ortaya gelip: "Eyvallah Baba erenler, bir
müşkülümüz var iki çift cân kardeş ikrar verip; mü-sahip olacaklar ne dersiniz”
O vakit Baba, tâliblere, rehberlerini seçmelerini söyler. Tâlibler, gidip
Rehbere niyaz ederler. Bu defa Rehber tâlib-lerle birlikte meydana gelir ve
Kur'an'dan şu ayeti okur:
'Bismillahirrahmanirrahim.
Kala Rabbena Zalemnâ Enfüsena Ve in Lem Tağ'firLenâ Ve Terhamnâ Lenekûnenne
Minelhâsirîn Allah
eyvallah Baba" der.
Baba Rehbere: "Eyvallah
Rehber Baba, yola girecek olan Tâlibleri hazırla ve meydana getir" der.
Rehber,
tâlibleri alıp "l/e
lillâhi'l Maşrıkı vel Mağribi feeynemâ tüvellû fesemma vechullah"diyerek
Babaya niyaz ettirir.
Bunun ardından
Baba, kesilen kurbanların yününden yapılmış bir veya iki metre uzunluğundaki "Tığ-ı
Bend" leri on iki İmamları okuyarak on iki düğüm atar ye Rehbere,
teslim eder.
Bu arada
Âyin-i cemin "tarikçisi" kalkıp dâr'a durup, şu âyeti okur:
"Bismillahirrahmanirrahim.
Kala Rabbena
Zalemnâ Enfüsena l/e in
Lem Tağ'fir Lenâ Ve Ter-hamnâ Lenekûnenne Minelhâsirîn."
Deyip, Babanın
önünde diz çöker ve Baha'dan "tarik" çubuğunu niyazlayıp teslim alır.
Daha sonra
kenara çekilip görev sırasını bekler.
Rehber
tâlibleri alıp cem evinin dışına çıkarır. Daha önceden tepeden tırnağa gusul
abdesti almış olan talihlere burada tekrar bir abdest aldırır ve iki rekat namaz kıldırır.
İKRAR
(DERVİŞLİK) NAMAZI
Rehber seccadeleri hazırladıktan
sonra "Ezan" okur:
Allahu Ekber,
Allahu Ekber, Allahu Ekber, Allahu Ekber..
Eşhedü enne lâ
ilâhe illallah
Eşhedü enne lâ
ilâhe illallâh
Eşhedü enne
Muhammeden Resulullâh
Eşhedü enne
Muhammeden Resulullâh
Eşhedü enne
Emirel-Mü'minin Ali'yyen Veliyullah
Eşhedü enne
Emirel-Mü'minin Ali'yyen Veliyullah
Hayya
ales-salâh, hayya ales-salâh
Hayya
halel-felâh, Hayye halel, felâh
Hayya Alâ Hayril-Amel, Hayya Alâ Hayril Amel
Allahü
Ekber... Allahü Ekber...
Lâ İlâhe
İllallâh
NİYET ETMEK
Durdum divana
uydum Kur'an'ı Azimüşaha ve İmamül Enbiya ve Esmayi Hûda On iki İmama Kıblem
Kâbe-i Şerif, niyet ettim niyet eyledim (................)
kimselerin tâliblik namazını kılmaya deyip eller kulak
hizasında
tekbir alıp; Allahü ekber diyerek eller yana salınır.
Allahü Ekber, 11
..........
Allahü Ekber,
" ....... ''
Allahü Ekber,
" ..........
Allahü Ekber,
" ......
” "
Allahtı Ekber,
" ..........
Bismillahirrahmanirrahim;
El Hamdü
lillâhi Muhammed Mustafa,
Rabbil
Âalemiyn Aliyyel Murtaza,
Errahmân Hasan'ül
Mücdeba,
İrrahim Hüseyin-i
Kerbelâ,
Mâliki
yevmidin Adem-i Âl-i Aba Zeynel Aba,
İyyâke Nabüdü
ve İyyâke Nesteîn Bakır'ül Esfiya,
İhdinassrâdal
müştekim Mezheb-i Pâk İmamül Cafer'ül Rehnü-ma,
Sırâtelleziyne
Musa-i Kâzım Pişüva,
En'amte
aleyhim kıbleyi heşti Musa-i Riza,
Gayril mağdûbi
aleyhim Tâki vü Ba Naki etkiya Hasan'ül Asker-i Mücdeba,
Veleddâlliyn Muhammed
Mehdi Sahib-i Liva.
Allahü Ekber diyerek
rüküye varılır. Rüküde iken üç defa Sübha-ne rabbiyel azim denir.
Doğrulurken de
Semi Allahü Limen Hamide, denir.
Tekrar Allahü
Ekber denilerek secdeye varılır.
Secdede iken,
üç defa Sübhanallah denir. Diz üzerine gelinir. ’
Tekrar Allahü
Ekber diyerek, tekrar secdeye varılır. Secdede iken gene üç defa Sübhanallah
denir.
Allahü Ekber diyerek
ayağa kalkılır.
Ayakta iken
Besmele çekilerek, Fatiha sûresi ve bir zamir sûre okunur.
Ruküye
varmadan önce, eller semaya açılarak Bariğaha teveccüh edilir.
Bismi Allah
İrrahman İrrahim
Lâ ilâhe
ilallâh el Hakim el kerim
Lâ ilâhe
illallâh Muhammed Resûlallah ve Aliyyen veliyullah el Aliyyül âzim.
Sübhaneke
Rabbü Semavatisseba Rabbil âzim. Seba ve mafevka-um ve ma beynehünne ve ma
tahteun ve ma fihün rabbil arşı âzim.
Rabbena
tağfirlena ve terhemna ve afina ve af inna fi el dünya ve lâ harrete
velhamdülillahi rabbil âlemin. Ya eyyühen Nebiyyü vema er-selnake şahiden ve
mübeşşireten ve neziren ve maiyyen illallah) bi iznihi
bienne lekum ve sıracen münira ve beşerül müminine minallahi fadlen kebira.
Allahii Ekber deyip Ruküye varılır.
Subhene rabbiyel azim der ve Doğrularken de Semi Allahii limen hamide, der.
Tekrar, Allahii
Ekber diyerek secdeye varılır.
Secdede iken,üç defa Siibhanallah diyerek doğrulur.
Tekrar Allahii
Ekber diyerek secdeye varır.
Secdede iken
yine üç defa Siibhanallah der ve
Siibhane rabbiyel alâ
bi hamide diyerek oturur.
Eşhedü En lâ
ilâhe illallâh vahdehu lâ şerike leh ve eşhedü enne Muhâmmeden Abdühu ve
Resûlullahu ve eşhedü enne Aliyyen Emirel Mü'minin Aliyyul Veliyullah Allahümme
Salli ve Sellel ve zid ve barik ve terhem alâ Muhammed
ve Âli Muhammed efdali ve ma saletey ve selle-mete ve harekete ve terhamete ve
alâ İbrahime ve Âl-i İbrahim inneke hamidin mecit.
Baş hafifçe
kaldırılıp, Esselâmü Aleyke Ehlel Nebiyyu ve Ehlelbeyt.
Baş hafifçe
sağa çevrilip, Esselâmü Aleyna ve alâ İbadüllahi
Sali-hin.
Baş hafifçe
sola çevrilip, Esselâmü Aleykim Rahmetullâh ve Bere-katuhi denir.
Allahümme
enteselâm ve minkeselâm taberike ya zülcelâli vel ikram. Böylece namaz sona
eder.
ŞÜKRANLIK NAMAZI
Bu dervişlik namazını belki her
rehber kıldıramaz, bunun için ikinci bir namaz şekli daha veriyorum.
Bu durumda,
Rehber ikrar verecek olan tâliblere "iki rekat
Hacet" namazı (şükranlık namazı) kıldırır. Bu namazdan sonra şu
hacet duası okunur:
Allâhümme innî
es'elüke tevfiyka ehli'l-hüdâ ve amâle ehli'l-yakiy-nî ve münâsahate
ehli't-tevbeti ve azme ehli's-sabri ve cidde ehli'l-haş-yeti ve talebe
ehli’r-rağbeti ve teabbüde ehli'l-vera'i veirfâne ehli'l-ilmi hattâ ehâfük
Allâhümme
es'elüke mehâfeten tahcüzünî an ma'-siyetike hattâ a’mele bitâ'atike a'melen
estehıkku bilî rızâke ve hattâ ünsıhake bi't-tev-beti havfen minke ve hattâ
uhlisa leke'n-nasîyhate hubben leke ve hattâ etevekkele aleyke îl'umûri hüsne
zennin bike, Sübhâne Hâlikı'n- Nûr.
Bu namazlardan
herhangi birisi kılınıp sona erince, Rehber bu defa ikrar verecek olan
tâliblere, İmam Cafer mezhebinin abdestini aldırır. Bu sırasıyla şöyle olur:
Rehber leğen ibrik hazırlatıp önce
şu tercümanı okur:
"Haydar'ın
râhında tenim oldu pâk
Yüzüm sürüp
Dergâhına eyledim hâk
Pirimiz
Üstadımız Selmân-ı Pâk
Ber cemâl-i
Muhammed Ali, Kemâl-i Kadir İmam Hasan ve İmam Hüseyin alâ
bülend'e râ salâvât".
der ve arkasından da şu âyeti okur:
İnnema
yürîdullahu liyezhebe ankümürricse Ehlül Beyti ve yu-tahhirüküm tathîrâ."
Anlamı şudur: "Ey Ehli Beyti Allah sizden günahı ve kiri giderip, kemâl
üzere sizi tathir etmek, pâk kılmak murad eder."
Rehber, bu
ayeti okuyarak tâliblerin ellerine su dökmeye başlar ve tâlibler ellerini
yıkarlarken o da şu teltîni yapar:
— Ey Allah'ın
dîdârının tâlibi, ezelden bu güne kadar Allah'ın men ettiklerine el uzattın ise
hepisinden sıyrılıp arınmak için ellerini yıkamak sünnet-i şeriftir.
Tâlib ağzına
su verirken de Rehber şunu telkîn eder:
— Ey Allah'ın
dîdârının tâlibi, ezelden bu güne kadar ağzından kötü söz ve hata sâdır oldu
ise onlardan ağzını temizlemek sünnet-i şeriftir.
Tâlib burnuna
su verirken de Rehber şunu telkîn eder:
— Ey Allah'ın
dîdârının tâlibi, ezelden bu âna kadar allah'ın men ettiği şeylerden her ne ki
kokladın ise onlardan arınmak için burnunu temizlemek sünnet-i şeriftir.
Tâlib yüzünü
yıkarken de Rehber şunu telîn eder:
— Ey Allah'ın
dîdârının tâlibi, ezelden bu âna kadar hayasızlık vâkî
oldu ise hepsinden arınmış olmak için yüzünü yıkamak farzdır.
Tâlib
kollarını yıkarken de Rehber şunu telkîn eder:
— Ey Allah'ın
dîdârının tâlibi, ezelden bu âna kadar men edilmiş olan şeylere kol uzattın ise
hepsinden temizlenmek için kollarını yıkamak farzdır.
Tâlib başını
sığazlarken de Rehber şunu telkîn eder:
— Ey Allah'ın
dîdârının tâlibi, baş, organların en önemli yeridir. Akıl, fikir, idrâk başta
bulunur. Bu güne kadar akl-i müstakîminin hilâfında harekette bulundun ise
hepsinden arınmak için başını sığazlamak farzdır.
Tâlib
ayaklarını sığazlarken de Rahber şunu telkîn eder:
— Ey Allah'ın
dîdârının tâlibi, ezelden bu âna kadar Rahmânın ri-zasına aykırı olan, hata ve
isyana sebeb olucu yerlere vardın ise hepsinden uzak olmak için ayaklarını
yıkamak ve sığazlamak farzdır.
Abdest alma
bitince Rehber tâliblere, bir havlu verir ve havluyu verirken de şunu telkîn
eder:
— Ey Allah'ın
dîdârının tâlibleri, ezelden bu âna kadar işlemiş olduğunuz mâsivâ çirkâblarından
yüzünü sil!...
Der ve tekrar
şu telkîn de bulunur:
" Bu
abdest mahallerini yıkamaktan ve sığazlamaktan maksat, bu organlarla işlenmiş
kusur ve isyanlar varsa; bu organları onlardan temizleyip paklamaktır. Bu hem
sünnet hem farzdır. Ve bu abdest, Hazret-i İmam Cafer-i Sadık efendimizin
mezhebidir. Hak Tealâ ve evliyâlar, ab-destinde sâbit kadem eylesin" der.
Bundan sonra
Rehber, daha önce Babadan almış olduğu Tığ-ı Bend'leri ikrar verecek olan
cânların boynuna takar ve takarken de şu tercemanı okur:
Hizmet-i
Merdan ile dil bendini
Kuşuvare
kılmışam pîr bendini
Rehber ile
ettim iktida
Taktı Selman
boynuma tığ bendimi."
Daha sonra
Rehber, yaş sırasına göre daha büyük olan tâlible birlikte âyin-i cem evinin
kapısına gelip şu tercümanı okur:
"Bism-i
Şah Allah; Allah!
Arsa-i Hak'ta
durup Dâr-ı iradette özüm
Hâk-i Dergâh
oluben secde-i vuslatta yüzüm
Her ne ki
ferman olur Şâhâ mürüvvette sözüm
Muntazır olup
hemen izn-ü icazette gözüm
Ber cemâl-i
Muhammed Ali, kamâl-i Kadir İmam Hasan ve İmam Hüseyin aiâ râ Bülend'e
salâvât".
Rehber,
tâliblerin boynundaki Tığ-ı Bend' ten tutup,"Yâ Efta-lena
Hayrül-Bab" (37)
diyerek kapıyı açar ve eşiğe niyaz ederek içeri girerler ve girerken de Şu
tercemanı okur:
"Eşiğine
koymuşum ben cân ile ser
Hem eşiğinden
benim niyazımbudur
Lütfedip ben
fakire kılasın nazar
Allah eyvallah
Hü! dost."
Eşiğe niyaz
ettikten sonra Rehber, tâliblerin boynundaki Tığ-ı Bend' ten tutarak, "dört
kapı" selamıyla Babanın huzuıuna yaklaşır. Yaklaşırken de şöyle selâm
verir:
"Esselâmü
aleyküm Şeriat Erenleri,
Esselâmü
aleyküm Tarikat Pîrleri,
Esselâmü
aleyküm Ma'rifet Kâmilleri,
Esselâmü
aleyküm Hakikat Şahları"
Rehberin bu
dört kapı selâmına, Baba şöyle mukabelede bulunur.
"Esselâmın
aleyküm Şeriat erenleri,
Esselâmın
aleyküm Tarikat Pîrleri,
Esselâmın
aleyküm Ma'rifet Kâmilleri,
Esselâmın
aleyküm Hakikat Şahları"
Rehber ve
tâlibler, Mürşid huzurunda "Dâr” a durup, Rehber şöyle der:
Bism-i Şah
Allah, Allah! Eli erde,yüzü yerde, özü Dâr-ı Mansur
da. Hak Muhammed Ali yolunda, canı kurban, teni tercüman, on
iki İmam, on dört Ma'sum-ı Pak efendilerimizin dostlarına dost, düşmanlarına
düşman olmak kavli ile ve Hak erenlerin pend-ü nasihatini kabul edip
muktazasiyle amel ve hareket etmek üzere, başı açık, yalın ayak, boynu bağlı,
ciğeri dağlı yüzü üzere sürünerek gelmiş olan (filân oğlu filân) bu kere Âyin-i
Cem erenlerinin izn-ü icazeti ile Sa-hib-i Pîr-i Tarikat Seyyid Muhammed Hürkâr
Hacı Bektaş Velî, (burada kendisinin bağlı olduğu Mürşid veya Halifenin ismi
söylenir) ve Tarik-i Nâzenîne müteehhil karar vermek talebinde bulunduğundan
koç kuzu kurbanımız vardır. Emr-i Mürşidleri nedir, ne buyurur Şahım!.. Allah eyvallah" deı.
Bunun üzerine
Baba, âyin-i cemde bulunanlara şöyle der:
"Ey
Şeriat ehl-i ve sahib-i Tarikat erenleri, hakikat ihtiyarları, marifet
kâmilleri, bu mü'min aşıklar boynu bağlı, olarak
erenlerin yoluna kabul olmak dilerler. İşbu hususa re'y ve muvafakatinizi
ta-leb ederler. Desturunuz varmıdır."
Âyin-i cemde
hâzır bulunanlar hep birden "eyvallah" derler.
Bunun
arkasından Baba, şunu okur:
“Allah, Allah!
özrü kabul ola, muradı hasıl ola, erenler razı,
Hazret-i Pirimiz Süceattin Veli de razı olsun, gerçeklerin demine ya Ali Hü... der
ve cemde hazır olanların cümlesi secdeye varırlar.
Bunun ardından Baba, ikrar verecek
canlara şöyle sorar:
"Ey
canlar! Bu gün buraya ikrar verip, Hak Muhammed Ali yoluna ayak basmak için
gelmiş bulunuyorsunuz. Bu yol çok ulu bir yoldur. Hak Tealâ ikrarınızda sabit kadem eylesin, ikrarınız kutlu olsun. Ancak bu yolun
çok zorlukları da vardır. Bu yolda gelme gelme, dönme dönme, gelen maldan olur,
gelmeyen dinden ve imandan olur. Bu yol demirden leblebidir ve ateşten gömlektir.
Ancak bu yolda sebat eder ikrarınızda durursanız. Hak Muhammed Ali'ye yakın ve
muteber bir kul olursunuz. Eğer sebat edemez, ikrarınızdan dönerseniz, Hak,
Muhammed Ali'den şefaat göremezsiniz. Bu karara kendi isteğinle mi razı
oldunuz, yoksa sizi bir zorlayan mı oldu " diye sorar.
İkrar verecek
olan cânlar "Eyvallah erenler, biz bütün zorluklara katlanıp, bu yola
sizin biriniz olmak için kendi rizamızla geliyoruz" derler.
Bundan sonra
Rehber, tâlibleri erkân üzere çekip Mürşide teslim eder ve teslim ederken de:
“İnnallahe ve
melâiketiihi yusallûne alen Nebî yâ eyyühellezî-ne âmenû sallû aleyh ve selimû
teslîmâ"(38) der.
Baba da "Sîmâhum fî vücûhihim min eseri
is-Sücûd" diyerek
tâlibleri teslim alır.
Rehber sağ
başta olacak şekilde ikrar veren tâlibler Baha'nın önünde diz üstünde saf
olurlar. O vakit Baba şunu okur:
"Fermân-ı
Celîl, kurbân-ı Halil, delîl-i Cebrail,teslim-i İsmail
tekbira: Allahu Ekber, Allahu Ekber lâ ilahe illâlahu Vallahu Ekber Allaha
Ekberve lillâhil hamd." der.
Bunun
arkasından ikrar verecek olan erkek ve kadın Babanın önünde yere secde eder
gibi yarı eğilirler ve üzerlerine beyaz bir çarşaf örtülür. Baba, el ela el
Hak’ka olsun diyerek; her ikisinin elini eline alıp, şu "Telkîn"
leri yapar:
Baba:
"Tövbe yarabbi estağfurullah!... tövbe yarabbi
estağfurullah!... tövbe yarabbi estağfurullah!..." (tâliblerde Baba ile beraber söylerler).
Baba: "Ey
Allah'ın didarının Tâlibleri! Allah, Muhammed, Ali'ye, on iki İmama ve
hânedân-ı Ehl-i Beyt'e iman ve ikrar ettiniz mi ?
Kazaya razı olup kadere bağlandınız mı ? Kaza ve
kaderi bir bilip gece gündüz gönüllerinizde Allah, Muhammed, Ali'yi mürşidin
vasıtasıyla bir bildiniz mi ? Nâcîlerin pîşüvası olan
İmam Ca'fer Sâdık'in içtihadı üzere hak dediğimizi hak bilip, bâtıl dediğimizi
bâtıl bildiniz mi ? Muhammed'i Mür-şid, Ali'yi Rehber
tanıdınız mı ?
Hazret-i
Peygamberin sevdiğini sevip "Tevellâ" ve sevmediğini sevmeyip
"Teberrâ" ettiniz mi ?
"Ey
tâlibleri Yalan söylemeyin. Gıybet etmeyin. Şehvetperest olmayın. Gördüğünüzü
örtün, görmediğinizi söylemeyin. Elinizle koymadığınız şeylere el sunmayın.
Elinizin ermediği yere el uzatmayın. Sözünüzün geçmeyeceği yerde söz
söylemeyin. İbret ile bakın, ilim ile söyleyin. Küçüğe izzet, büyüğünüze hizmet
eyleyin. İkrarınızı saf kılın, Hak'kı üzerinde mevcut bilin. Erenlerin her
sırrına âgâh olun. Nefsinize ârif olun ki Hak'kı bilesiniz. Özünüzü Tarikatta
saf ve sâbit kadem eyleyin. Hakikat ve Ma'rifeti üzerinde toplayıp kâmil insan
olun. Mürşidiniz Muhammed, Rehberiniz Ali'dir. Kayt yoluyla mezhebiniz İmam
Ca'fer'üs Sâdık mezhebidir. Gürûhunuz "Nâcî" dir. Pîriniz Hünkâr Hacı
Bektâş Velî, Mürşidiniz Süceattin Velîdir der.
Bu telkinleri
dinleyen tâlibler, Eyvallah diyerek kabul ederler.
Bunun ardından
Baba, tâliblerin ellerini eline alıp, Seyyid Sultan Süceattin Velî adına
üzerlerine "hutbe" okur:
Önce "Nad-ı
Ali" duasını okur, bunun ardından "biat" âyeti olan
fetih sûresinin onuncu ayetini; yani "yedullah" ayetini okur
ve daha sonra tâliblerin boynundaki "Tığ-ı Bend" leri alıp:
Bismillah, bel
Millete hanefiyyen ve men dahalehu kâne âme-na" (İbrahim Dinine uyun ve kim oraya girerse
emin olur) diyerek,
tâliblerin bellerine bağlar ve taçlarını başlarına giydirir ve hazır vaziyette
bekleyen tarikçi, tarik çubuğunu eline alıp; tâlibleri tarikten geçirir.
Tarikçi: Önce
fetih sûresi âyet, 18'i "biat" ayetini okur:
"Bismillahirrahmanirrahim.
Legat radyallahü anul mü'minüne iz gibiyunike tahta seçere"<39)
Arkasından şunu okur:
‘Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Ber cemâli
Muhammet! Ali, Kemâl-i Kadir, İmam Hasan ve İ-mam Hüseyin alâ
Bülend'e râ salâvât, Allahümme salli alâ Muhammed va alâ Âl-î seyyidina
Muhammed.
Günahkarım günahımı af et yâ Muhammed Mustafa,
Ali dergâhta,
Hüseyih Kerbelâ'da sırrı hak için tövbe günahlarımıza yarabbi, estağfurullah,
estağfurullah, estağfurullah izn-i halife, tarikat, imam, üstaz, nefes, erkân,
meşayih destur şah buyur der.
Baba "Pencali"
der.
Tarikçi: Ya
Allah, Ya Muhammed, Ya Ali, Şah Hasan ve Şah Hüseyin" diyerek beş defa
"Tarkî" i tâliblerin üzerine değdirerek çeker. •
Talihler
kalkıp: "Ve
lillâh'il Marşrıkı vel Mağribi feeynemâ tü-vellû fesemma vechullah"diyerek
Tarikçiye ve Tarik'e niyaz ederler. Daha sonra Tarikçi sol başta tâlibler sağda
Dâr'a dururlar. Tarikçi şu tercümanı okur:
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Hü... Tarik
pâklığına, sır pekiiğeine, düldül yürüklüğüne, zül-fükâr keskinliğine, sürüsü kabüllüğüot.Şah Ali devletine gerçek erenlerin keremine,
babanın birliğine yâ Ali Hü...
deyip, Tarikçi ayakta kalır, ikrar veren tâlibler,
Babanın önüne secdeye varırlar. Tâlibler Babanın önünde diz üzerine gelirler.
0 vakit Baba,
tâliblerin ellerini eline alıp; tekrar ŞU "Telkînleri" yapar;
"Ey Cânlar! Bu gün burada temiz kalble ve kendi isteğinizle ikrar verdiniz
ve yemin ettiniz. Bundan böyle temiz iradeyle yürüyün. Annenize ve
babanıza iyi bir evlât olun, sizden doğan çocuklarınıza iyi birer an-na
ve baba olun. Büyüklerinize hörmet, küçüklerinize izzet edin.
Her kimi
görseniz hak bilin. Kendinize yapılmasını istemediğiniz hiç bir kötülüğü
başkasına reva görmeyin. Hak nefesi münafıktan dahi gelse kabul edin. Sakın
itiraz etmeyin. Bir mü'minin evine vardığınızda şefaât gözü ile bakın ve edeble
oturun ve edeble kalkın.
·
47) Mağrib ile
Maşrık arasında nereye baksan onun yüzünü görürsün, O’nun (Hak) yüzü bütün
âlemleri kaplamıştır.
Her ne iş
işlerseniz rizâ ile işleyin. Sakın "rizâ" dan
ayrılmayın. Ri-zaâsız lokma yemeyin. Elinizle koymadığınızı almayın. Mürşidin
(Baba) yap dediğini yapın, yapma dediğini yapmayın. Kimsenin yüzüne gülüp,
arkasından gıybet etmeyin. Avâm ( münkir, münafık ve cahil) ile ihtilaf
etmeyin. Kendi bildiğinize değil, Mürşidin izinden ve Mürşid nefesiyle yürüyün.
Bu yola gelen maldan çıkar, gelmeyen dinden ve baştan çıkar. Gördüğünüzü
söylemeyin, örtülmüş kuyuyu sakın açmayın. Firakla oturup mizanla yürüyün.
Zahit imanını şeytandan nasıl korursa, sizde "Evliya Sırrım" öyle
koruyun. Elinize, dilinize ve belinize sahip olun. Eğer bu nasihatları tutar
ikrarınızda sebat ederseniz, Hak Muhammed Ali şefaatçiniz olur. Yarın Hakkın
didarını görürsünüz. Ancak, ikrarınızdan dönüp bu nasihatları tutmasanız,
Murtaza Ali'nin zülfükârına uğrarsınız. Eğer münafıkların sözüne bakıp erenler
yolundan uzaklaşırsanız "Mahşer" günü yüzün kara olur.
Hak Muhammed
Ali, Hünkâr Hacı Baktaş Velî ve Sultan Süceattin Velî efendilerimiz ikrarınızda
sâbit kadem eylesin. Biz sizi elden aldık şimdi Hak'ka veriyoruz, siz size
sahip olun der ve tâliblerin üzerine şu Gülbengi okur:
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
İlâhî yarabbi,
sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa Sallal-lâhü ve Sellem efendimizin yüzü
suyu hürmetine, İmam Ali Keremullahu Veçhe hazretlerinin yüzü suyu hürmetine,
Hatice-tü Kübra, Fatıma-tü Zehra'nın yüzü suyu hürmetine, İmam Hasan ve İmam
Hüseyin efendilerimizin yüzü suyu hürmetine, İmam Zeynel Abidin, İmam Muhammed
Bakır, İmam Cafer-i Sadık hazretlerinin yüzü suyu hürmetine, İmam
Mu-sa-i Kâzım Hulkî Rıza, İmam Ali Musa Riza, İmam Muhammed Takî, İ-mam
Ali'yül Nakî, İmam Hasan-ül Askerî ve İmam Muhammed Mehdi sahibi zeman
hazretlerinin yüzü suyu hürmetine. Gelmiş geçmiş evliyâ-nın ve enbiyanın yüzü
suyu hürmetine. Bu gün burada ikrar verip, el ele el Hak'ka olsun diyerek
Hak Muhammed Ali yoluna ayak basan bu cânları; didarından, katarından,
cemâlinden ayırma. Ey ulu Allahım!.. Onlara vücut
sağlığı, gönül şenliği, sağlık, sefalık, dirlik, birlik, dem, di-zar,
dervişlik, abdallık ihsan eyle. Onları dinden, imandan, Kur'an dan ayırma. Onları iki cihanda peygamberimizin ve onun Ehl-i
Beyti'nin sancağı dibinden ayırma. Hastalarına şifa, dertlerine devâ,
borçlarına edalar ihsan eyle. Korktuklarından emin, umduklarına nail eyle.
Onları münkir münafık şerrinden ve salûs mekründen hıfz-ı himaye eyle. Şer
işlerini hayıra tebdil eyle. Bilmiyerek işlemiş oldukları günahlarının
cümlesine tövbe ettiler sen onları bağışla. İlâhî yarabbi, yapmış olduğumuz
ibadetleri, kesilen kurbanı, çektiğimiz gülbengleri, okunan kuranları dergâh-ı
izzetinde kabul ve makbul eyle. Bu gün burada yaptığımız "ikrar"
hizmetini dergâhı izzetinde kabul ve makbul eyle. Gökten rahmetini, yerden
bereketini bizlerden esirgeme. Devletimizi ve milletimizi payidar eyle.
Ordularımızı; havada, karada ve denizde muzaffer eyle. Ülkemizi her türlü
kötülükten, hıfz-ı himaye eyle. Her şeyin hayırlısını haklısını nasip eyle.
Nûr-i Nebi, keramet-i bi Ali, Gülbengi Muhammed, pîrimiz Hünkârımız Hacı
Bekteşi Velî, Sultan Süceattin Velî, Otman Baba, Demir Baba, Musa Baba ve
Akyazılı Sultan ve bütün evliyâların himmet-i âlileri ve safa nazarları
üzerimizden eksik olmasın, bu vaktin hayırlısı haklısı gelsin, Hizmet
sahipleri, hizmetleriyle yargılansın. Gerçek erenler gözcümüz bekçikiz olsun ya
Ali Hü...
Arkasından da
şu âyeti okuyarak tâlibleri,Rehbere teslim eder:
"İnnallahe
ve melâiketiihi yusallûne alen Nebî yâ eyyühellezî-ne âmenû sallû aleyh ve
selimû teslîmâ"
Tâlibleri
teslim alan Rehber, önde tâlibler arkada:
“Ve lillâhil
Maşrıkı vel Mağribi feeynemâ tüvellû fesemma vec-hullah"diyerek,
Babaya tekrar bir niyaz ederler.
Bundan sonra
âyin-i cemde bulunan bütün cânlara ve meydanda yanan çıraklara niyaz edip
tekrar Rehberle birlikte, Mürşidin önünde Dâr'a dururlar. O vakit ikrar veren
cânlar şu tercümanı okurlar:
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Hamdüllillâh
kim ben oldum bemte-i hass-ı Hûda Cân-ü dilden aşk ile hem çâker-i Âl-i Abâ
Râh-ı zulmetten çıkıp doğru yola bastım kadem Hâb-ı gafletten uyandım can gözüm
kıldım küşâ Mezhebim hak Ca'ferî'dir gayriye ben el yudum Yetmiş iki fırkadan
oldum berî bî-riyâ
On iki İmam
bendesiyim gürüh-ı Nâcîyim
Pîrim üstadım
Hacı Bektâş Velî ve Süceattin Velî Kutb-i Evliyâ
Hak deyip bel
bağladım ikrar verip erenlere
Mürşidim oldu
Muhammed Rahberimdir Murtazâ
Ber- cemâl-i
Muhammed Ali, Kemâl-i Kadir İmam Hasan ve İ-mam Hüseyin alâ
Bülend'e râ salâvât."
Baba ve cemde
bulunan bütün tâlibler, tekrar ikrar veren tâlibleri kutlarlar. Bunun ardından
Rehber, tâlibleri alıp, en arkada bir yere oturtur ve şöyle bir telkin de
bulunur:
"Ey
Canlar! Bu gün ikrar verip, Hak Muhammed Ali yoluna ayak
bastınız. Burada oturan canlar, sizin yol kardeşinizdir. Büyüklere
hör-met, küçüklere izzet edin ve biz sizi elden aldık Hak ka verdik, bundan
sonra siz kendinize sahip olun" der.
Rehber, bu
defa ikrar verecek olan ikinci çifti alıp , cem evinin
dışına çıkarır. Birinci tâlibe uygulanan merasimin tamamı, bu tâliblere de
aynen uygulanır. Böylece ikinci çiftin ikrarı da alındıktan sonra, Rehber bu
defa her iki çift tâlibi; beraber alıp tekrar Babanın huzuruna getirir ve şöyle
der:
"Eyvallah
Baba erenler, bu canlar bu defa da müsahip bağlanıp, yol kardeşi olmak için izin
ve icazet tâleb ederler ne buyurursunuz"diye sorar.
Baba tekrar
âyih-i ceme, bu canların müsahip olmak istediklerini ve geçinip
geçinemeyecekleri hakkında, diğer cânların fikrini sorar.
Âyin-i cem de
olanlar: "Eyvallah Baba erenler, münasiptir" diyerek riza
gösterirler.
Bu defa Baba
Rehbere: "Evet Rehber baba; tâlibleri hazırla ve huzura getir" der.
Rehber müsahip
olacak cânları alıp, tekrar dışarı çıkar ve bellerindeki tığ-bend' leri çıkarıp
boyunlarına takar. Takarken de şu tercemanı okur:
"Hizmet-i
Merdan ile dil bendini
Küşuvare
kılmışam pîr bendini
Rehber ile
pire ettim iktida
Taktı Selman
boynuma tığ bendimi."
Dedikten
sonra, tâliblerin boynundaki tığ-bend'ten tutup, âyin-i cem evinin kapısına
gelip; şu tercemanı okur:
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Arsa-i Hak'ta
durup Dâr-ı iradette özüm
Hâk-i Dergâh
oluben secde-i vuslatta yüzüm Her ne ki ferman olur Şâhâ mürüvvette sözüm
Muntazır olup hemen izn-ü icazette gözüm Ber- cemâl-i Muhammed Ali, kamâl-i
Kadir İmam Hasan ve İmam Hüseyin alâ Bülend'e râ salâvât".
Bundan sonra
tâliblerin dördü birlikte, karışık olarak; yani birinin eşi, diğerinin
arkasında olacak şekilde, Rehberin arkasına dizilirler ve Rehber:
"Yâ
Efte-lene hayrül-bab " (Açıl
ya kapıların en hayırlısı) diyerek kapıyı açıp, eşiğe niyaz eder:
İçeri girer ve
ikrar merasiminde olduğu gibi tekrar "Dört Kapı" selamı vererek
Babanın huzuruna gelir.
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Eli erde,yüzü yerde, özü Dâr-ı Mansur da. Hak Muhammed Ali
yolunda, erenler meydanında, cam kurban, teni tercüman, on iki İ-mam, on dört
Ma’sum-ı Pâk efendilerimizin dostlarına dost, düşmanlarına düşman olmak kavli
ile ve Hak erenlerin pend-ü nasihatini kabul edip muktazasiyle amel ve hareket
etmek üzere, (filân oğlu filân) bu kere Âyin-i Cem erenlerinin izn-ü icazeti
ile Sahib-i Pîr-i Tarikat Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî,
ve Tarik-i Nâzenîne müteehhil kararı vermişler ve Muhammed Ali yoluna
"müsahip" olup; dört cân, bir cân olarak devam etmek talebinde
bulunduğundan koç kuzu kurbanımız vardır. Emr-i Mürşidleri nedir, ne buyurur
Şahım!.. Allah eyvallah" der.
Baba: "Eyvallah
âyin-i cem erenleri, ne dersiniz bu cânlar müsahip olmak için huzurumuza
geldiler. Bunlar müsahiplik kavlini yerine ge-tirebilirjermi" diye sorar.
Âyin-i Cem de
bulunanlar: "Eyvallah erenler, biz kendilerine kefiliz'1 derler.
Rehber, "İnnallahe ve melâiketihi yusellûne
âlen Nebî yâ ey-yühellezîne âmenû sallû aleyh ve selimû teslîmâ'
diyerek tâlibleri Babaya teslim eder.
Rehber, sağ
başta olmak üzere tâlibler, Babanın önünde diz üzere sıralanırlar.
Baba, bu defa
müsahip adaylarına müsahipliğin, çok büyük bir sevap olduğunu ve her tâlibin
muhakkak müsahip olmasına; yani yol kardeşi olması gerektiğini söyler. Ancak
bunun güçlüklerini de anlatır. Zor bir iş olduğunu açıklar. Müsahip adaylarına
bu zorluklara rağmen musahip olup olamayacaklarını bir kere daha sorar.
Müsahip
adayları: "Eyvallah Baba erenler biz kararımızı verdik" derler.
Bu defa Mürşid
veya Baba, müsahip kardeşlenin ellerini alıp, birbirlerinin bileklerinden
tutturarak, dördünü biraraya getirip üzerlerine Seyyid Sultan Süceattin Velî
adına şu "hutbeyi" okur:
"Bismillahirrahmanirrahim,
Allahümme inni
eşhüedike ve kefa-büke seyyiden vel melayü-ketül arşike yek büke kavle
müsahip."
Üzerlerine bu
hutbe okunan tâlibler, Hak, Muhammed Ali kavlince "Müsahip"; yani yol
kardeşi olmuşlardır. Dört kapıyı tekmil etmişlerdir.
.Bunun
ardından tekrar Babanın önünde yarı eğilmiş vaziyette secdeye varırlar. Gene
üzerlerine beyaz bir çarşaf örtülür. Baba dört kardeşin ellerini eline alıp, el
ele el Hak'ka olsun der ve ardından:
Bu defa
tâliblerin üzerine "Nad-ı Ali, Yedullah âyeti ve On iki İmamları
okur:
Daha sonra
tâliblerin boynundaki "Tığ-ı Bend" leri, alıp:
"Bismillah,
bel Millete hanefiyyen ve men dahalehu kâne âmena"
diyerek, tâliblerin bellerine bağlar ve taçlarını başlarına giydirir.
Nad-ı Ali-
Yedullah Âyeti ve On iki İmamlar Muhtelif Bölümlerde Verilmiştir.'
Bundan sonra:
Hazır vaziyette bekleyen tarikçi, gelip ayni ikrar bölümünde anlattığımız gibi;
ayni terceman ve ayatleri okur.. Ancak bu defa on iki
İmamların adını zikrederek "on İki" tarik çeker.
Tâlibler
seccadede iken Baba, tâliblere müsahiplik hakkında bazı nasihatlarda
bulunduktan sonra, kendilerini kutlar ve Hak Tealâ'dan güle güle geçinmeleri
için niyazda bulunur ve tâliblerin üzerine şu gül-bengi okur:
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Lâ ilâhe
illallâh Muhammed'en Resûlullah, Aliyyün veliyullah, şeyhi mürşüdullah,
mürşid-i kâmilullah; hayır acetlerimizi, hayır dileklerimizi, namazlarımızı,
niyazlarımızı, kurbanlarımızı, ikrar hizmetlerimizi, yapmış olduğumuz
müsahiplik hizmetini kabul edici Allah kabul eder inşallah, diyelim canlar aşk
ile Allah Allah!.. Allah, Allah! Üçlerin, beşlerin,
yedilerin, on iki İmam ve on dört Masum-u pâkın ve kırkların, himmetleri,
hidayetleri üzerinizde hazır ve nazır olsun. Hak erenlerim ikrarınızda ve
müsahip kavlinde sabit kadem eylesin. Nûr-i Nebi
Kerem-i Ali Gül-bengi Muhammed, pîrimiz Hünkâr-ı Hacı Bektâş Veli, Sultan
Süceattin Velî, Otman Baba, Demir Baba, Musa Baba ve Akyazılı Sultan
yardımcınız, gözcünüz ve bekçiniz olsun, gerçeklerin demine evliyâların
keremine ya Ali Hü...
Bunun ardından
tâlibler, tekrar kalkıp Babaya niyaz ederler. Niyaz ederken de şöyle derler:
"Ve llllâhil Marşrıkı vel Mağribi feeynemâ
tüvellû fesemma vechullalf
Niyazdan sonra
Baba: "İnnallahe
ve melâiketihi yusellûne alen Nebîyâ eyyühellezîne âmenû sallû aleyh ve selimû
teslîmâ" diyerek
tâlibleri, Rehbere teslim eder.
Talihleri
teslim alan Rehber, cemde bulunan bütün talihlerle teker teker görüşüp niyaz
ederler. Cemde bulunan, cânlarda onların müsahip-liklerini kutlarlar. Kutlama
merasimi bitince.
Rehber tekrar
talihlerle birlikte Dâr'a durup, bu defa müsahip kardeşler hep birlikte, şu
tercümanı okurlar:
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Hamdüllillâh
vâstl-ı Didâr-1 Hak olduk bu gün Küllü müşkil hâl olup esrâr-ı Hak olduk bu gün
Bâde-i aşk-ı İlâhî şükür nûş kıldık bu gün Mâsivâdan el çekip mest-i ebed olduk
bu gün Ber cemâl-i Muhammed Ali, Kemâl-i Kadir İmam Hasan ve İ-mam Hüseyin alâ Bülend'e râ salâvât."
Bundan sonra
Baba ve bütün cem halkı, müsahip olan canları kutlarlar ve güle güle geçinmek
dilerler. Daha sonra Rehber, tâlibleri alıp, en arkada bir yere oturtur ve
şöyle bir telkîn de bulunur:
"Ey
Canlar! Bu gün burada ikrar verdiniz ve müsahip oldunuz. Hak Muhammed Ali
yoluna ayak bastınız. Burada oturan cânlar, sizin yol
kardeşinizdir.
Büyüklere
hörmet, küçüklere izzet edin ve biz sizi elden aldık Hak'ka verdik siz
kendinize sahip olun" der.
Rehber, bu defa yalınız olarak
huzura gelip, şu tercümanı okur:
“Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Hûda hakkı
için hizmetimi kabul et ey Şâh
Bi-hakk-ı
Murtaza ve Âl-i dergâh
Pîrimiz
Aliyyel Murtaza'nın nûr-i hakkı için
Bu dergâhtan
ayırma ey ganî Şâh
Erenlerden
haklı hayırlı himmet şey'en lillâh, Allah eyvallah erenler."
Baha'da Rehberin üzerine şu hutbeyi
okur:
Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Hû.. Allah bir Muhammed Ali nûr-i hakkı için, hizmetiniz kabul
olsun muradınız hasıl olsun. Hak erenlerim
hizmetinizden haberdar olsun. Hizmetiniz kırklar ceminde yapılan hizmetlerden
sayılsın. Hak erenlerim hizmetinizin tekrarını nasip etsin, pîrin şefaatçin
olsun, hü Allah
dost."
Rehber: "Hû Allah dost, sakî aşıklar, sadıklar, âyin-i cem erenleri ve mesakinin aşkına
Allah eyvallah erenler" der.
Baba: “Hû... Âyin-i Cemin birliğine, evlliyanın
ve on iki İmamların keremine ya
Ali Hü... deyip cümle cânlar secdeye varırlar.
Böylece ikrar
ve musahip erkânı tamamlanmış olur. Ancak burada şunu da belirtmek istiyorum.
Ben bunları "Rumeli Babağan Alevi ve Bektaşi" adet ve
törelerine göre anlattım.
Eğer ikrar
alma ve müsahib bağlamayı, bir dergâha bağlı "Baba" yerine;
silsilesinin evlâdı Resûl'e çıktığı bilinen bir Mürşid kendisi yaparsa,
tâliblere “tarik" yerine "el pençe" çekilecekti.
Bunun dışında her şey anlatıldığı gibidir.
Rehberin ardından Tarikçi huzura
gelip, üzerine hutbe okutur.
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Hûda hakkı
için hizmetimi kabul et ey Şâh
Bi-hakk-ı
Murtaza ve Âl-i dergâh
Pirimiz
Muhammed Bakır nûr-i hakkı için
Bu dergâhtan
ayırma ey ganî Şâh
Erenlerden
haklı hayırlı himmet şey'en lilllâh, Allah eyvallah erenler."
Baha'da
Tarikçinin üzerine şu hutbeyi okur:
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Hü.. Allah bir Muhammed Ali nûr-i hakkı için, hizmetiniz kabul
olsun muradınız hasıl olsun. Hak erenlerim hizmetinizden
haberdar olsun. Hizmetiniz kırklar ceminde yapılan hizmetlerden sayılsın. Hak
erenlerim hizmetinin tekrarını nasip etsin, İmam Muhammed Bakır hazretleri
şefaatçin olsun, hü Allah dost."
Tarikçi: "Hü. Allah dost, saki aşıklar, sadıklar, âyin-i cem erenyeri ve mesakinin aşkına
Allah eyvallah erenler”
der.
Baba: Hü... Âyin-i Cemin birliğine, gerçek
erenlerin ve on iki İmamların keremine
yâ Ali Hü... deyip
cümle cânlar secdeye varırlar.
Bunun ardından
Sakka, elindeki su kabıyla tekrar meydana gelip elindeki su kabını Babaya
uzatır. Sakka suyu Babaya verirken şu tercümanı okur:
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Ve cealnâ
mine! maî. Külli şeyh'in hayy. Allahümme Ecelhu şifaün min külli dal.
diyerek sakka suyunu Babaya uzatır.
Baba da sakka
suyunun üzerine bir dua okur ve sağ elinin serçe parmağı ile suya dokunur ve
ardından kendisi de bu sudan bir yudum içer ve su kabını tekrar sakka'ya verir.
Sakka bu suyu
çoğaltarak, yardımcılarıyla birlikte; birisi erkek mü'minlere, diğeri kadın
mü'minlere sakka suyu dağıtırlar.
Âyin-i cemde
bulunan bütün tâlibler, sakka suyunu içtikten sonra tarik çubuğu da bu su ile
yıkanır. Sakkalar, yanmakta olan çıraklara da birer damla sakka suyu
damlatırlar ve en son olarak, kendileri de birer yudum su içtikten sonra; su
kabını göstererek: "Eyvallah cânlar, içmedik cân varsa dile gelsin, yarın
ruz-î mahşerde bizden hak taleb ektmesin" derler.
Bütün
tâliblerin sakka suyundan içtiği anlaşılınca, Sakka, tekrar Dâr'a durup, şu
şekilde bir "Müneccat" ta bulunur:
"Lütfuna
muhtacız eyle ihsan yâ Hüseyin
Derdimize
senden derman eyle derman yâ Hüseyin.
Gayrî'ye
muhtaç kılma âşıkân-ı el'amân
Sen medet kıl
bizlere, her vakit yâ Hüseyin.
Sad hezaren
Lânet olsun ol gürûh'u dalâl'e
Nakz-ı ahd ile
şehîd kıldılar anlar seni yâ Hüseyin
İsm-î pâkin
aşkı için zikredeni koyma zulmette hergiz.
Bermurad et
dide-i giryan ile ağlayanı yâ Hüseyin.
İznin ile su
tapşırdım aşkına vermek için
Aşkınla
içenlere kıl âb-ı hayat yâ Hüseyin
Ber- cemâli
Muhammed Kemlâl-i Kadir İmam Hasan ve İmam Hüseyin alâ
Bülend'e râ Salâvât..."
"Allahümme
Sallı alâ Seyyidina Muhammed ve alâ Âl-i
Mu-hammed" Bütün
cânlar hep birden hafif sesle bu salâvaâtı söylerler.
Sakka şöyle devam eder:
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Cân-ü baştan
geçmişiz biz "Şah Hüseyin" aşkına
Kerbelây-ı
deşt-i gamde can verenler aşkına
Dembedem hem
can gözüyle Hak ’kı görenler aşkına
Ol Yezîdîler
elinde "Teşne leb" ler aşkına
Kerbelâ'da
"Sunu!.. Sunul.."diye
ser verenler aşkına
Gözüm yâşım
sebil ettim on iki İmam aşkına!.."
"Selâmullah
Yâ Hüseyin... Selâmullah Yâ Hüseyin... Selâmullah Yâ Hüseyin..
Ahmed-i Muhtar aşkına... Haydar-ı kerrar aşkına... Sadık-ı Sakka Selmân-ı Pâk
aşkına... Sakkahüm Yâ İmam Hasan... Sakkhaüm Yâ İmam Hüseyin... Kıl Şefaat
katresi düşene Yâ Hüseyin... Yardım eyle Allah, Allah çağrışana Yâ Hüseyin...
Selâmullah Yâ Hüseyin... Selâmullah Yâ Hüseyin... Selâmullah Yâ
Hüseyin..."
Sakka, bunları
söylerken meydanın ortasında dolaşır ve orada bulunan cânların üzerine “şefaat
kıl katresi düşene Yâ Hüseyin" diyerek sakka suyundan serper. Daha
sonra tekrar Dâr'a durup, şu tercemanı okur:
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Hûda hakkı
için hizmetimizi kabul et ey Şâh!
Bi-hakkı
Murtaza ve Âl-i dergâh
Hüyeni-i
Kerbelâ nûr-i hakkı için
Bu dergâhtan
ayırma ey ganî Şâh
Erenlerden
hayırlı haklı himmet, şey’en lillâh, Allah eyvallah"
der.
Baba da hizmet gören Sakka'nın
üzerine şu "hutbeyi" okur:
"Bism-i
Şaş Allah, Allah!..
"Allah
bir Muhammed Ali nûr-i hakkı için hizmetiniz kabul olsun, muradınız hasıl olsun. Hak erenler hizmetinizden haberdar olsun.
Hizmetiniz kırkalar ceminde yapılan hizmetlerden sayılsın. Piriniz Selman-ı Pâk
şefaatçiniz olsun. Hak erenler hizmetinizin tekrarını nasip etsin, Hü. Allah
dost"der.
Sakka: "Hü. Allah dos, saki aşıklar, sadıklar, âyin-i cem erenleri ve mesakinin aşkına
Allah eyvallah Baba..."
der.
Baba : "Hü, Âyin-i Bern'in birliğine gerçek
erenlerin ve on iki İmamların keremine yâ
Ali Hü... der ve bütün tâlibler secdeye varırlar.
Baba, Allahu
Tealâya niyazda bulunduktan sonra tekrar Hü... Allah dost, diyerek diz
üzerine gelinir.
Böylece sakka
hizmeti sona erer.
Bu arada sakka
suyunu içen bütün tâlibler, sessiz olarak on iki imamları zikrederler.
ONİKİ İMAMLAR
Bismillahirrahmanirrahim,
Allahümme
sallı âlâ nuri Muhammed Mustafa,
Allahümme
salli âlâ İmam Aliyyel Murtaza,
Allahümme
selli âlâ Hatice-tü Kübra Fatıma-tü Zehra,
Allahümme
salli âlâ İmam Hasan Hulkî Riza,
Allahümme
salli âlâ İmam Hüseyin mazlum şehid-i desti Kerbelâ,
Allahümme
salli âlâ İmam Zeynel Abidin mahsumu pâk,
Allahümme
salli âlâ İmam Muhammed Bakır,
Allahümme
salli âlâ İmam Cafer-i Sadık,
Allahümme
salli âlâ İmam Musa-i Kâzım,
Allahümme
salli âlâ İmam Riza,
Allahümme
salli âlâ İmam Takî,
Allahümme
salli âlâ İmam Nakî,
Allahümme
salli âlâ İmam Şah Hasanül Askerî,
Allahümme
salli âlâ İmam Muhammed Mehdi.
Duvazde-i
İmam:
Sahibi zaman,
kutbetûl devran, delilî bürhan, hüccet-i kayınn, duvazde-i imam, cahrade
mahsum-u pâk. eveliyle ahirin, tayibinle tahirin, zahirinle bâtınin,
salâvtullâhi aleyhim ecmayin, on iki İmam, on dört ma-sum-u pâk, pîrimiz kutb-i
âlem Hacı Baktâşi Velî, Sultan Süceattin-i Velî efendilerimizin keremine Yâ Ali
Hü...
On iki
İmamları okuyanlar, yere secde edip, Ehl-i Beyt'ten niyazda bulunurlar.
Bundan sonra
Baba, sesi ve kıraâtı iyi olan bir tâlibe; Kur'an okutur.
Kur'an
bitince, herkes tarafından “Fatiha" okunur ve fatihanın ardından Baba,
şöyle bir "gülbeng" çeker:
"İlâhi
yarabbi, uyardığımız çıraklardan, kıldığımız namazlardan, çekilen
gülbenglerden, okunan Kur'an dan hasıl olan sevapları;
Cemi bu
yoldan, bu erkândan gelmiş, geçmiş, aşıklarımızın,
sadıklarımızın, pirlerimizin, pederlerimizin, validelerimizin cümle hısım ve
akrabalarımızın. Cemî bu duaya muhtaç olan kardeşlerimizin, bizleri duadan
unutmayın deyip giden kardeşlerimizin, mahsus bizi duaya emanet eden
kardeşlerimizin. Mağrup'tan Maşruk'a zahir bâtın cümle dervişan fıkarasının
ruhu şerifleri şad olsun, şad-ı handan olsun, ruh be ruh, dergâh be dergâh
cümle dergâhlarda yatan, kerbelâ'da şehit olan gazilerin ruhlarına hediye
eylediksen vasıl eyleyarabbi... Gerçeklerin demine ev-liyânın kerimine Yâ Ali Hü...
diyerek secdeye varılır.
İSTEK GÜLBENGLERİ
Baba bundan
sonra şu Gülbengi okuyarak erkânı kapatır:
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
İlâhî Yarabbi,
sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa Sallal-lâhü ve Sellem efendimizin yüzü
suyu hürmetine, İmam Ali Keremullahu Veçhe Hazretlerinin yüzü suyu hürmetine,
Hatice-tü Kübra, Fatıma-tü Zehra’nın yüzü suyu hürmetine, İmam Hasan ve İmam
Hüseyin efendilerimizin yüzü suyu hürmetine, İmam Zeynel Abidin, İmam Muhammed
Bakır, İmam Cafer-i Sadık hazretlerinin yüzü suyu hürmetine, İmam
Mu-sa-i Kâzım Hulkî Riza, İmam Ali Musa Riza, İmam Muhammed Takî, İ-mam
Ali'yül Nakî, İmam Hasan-ül Askerî ve İmam Muhammed Mehdi sahibi zeman
hazretlerinin yüzü suyu hürmetine. Gelmiş geçmiş evliyâ-nın ve enbiyanın yüzü
suyu hürmetine.
Bizleri
didarından, katarından, cemâlinden ayırma. Ey ulu Allahım!..
Bizlere vücut sağlığı, gönül şenliği, sağlık, sefalık, dirlik, birlik, dem,
dizar, din, iman, itikat dervişlik, abdallık ihsan eyle. Bizleri dinden,
imandan, Kur'an-dan ayırma. Bizleri iki cihanda
peygamberimizin ve onun Ehl-i Beyti nin sancağı dibinden ayırma. Hastalarımıza
şifa, dertlilerimize devâ, borçlarımıza edalar ihsan eyle. İlâhî yarabbi,
bizleri korktuklarımızdan emin, umduklarımıza nail eyle. Bizleri münkir münafık
şerrinden ve salûs mekründen hıfz-ı himaye eyle. Şer işlerimizi hayıra tebdil
eyle. Bilmiyerek işlediğimiz günahlarımızın cümlesine tövbe ettik sen bizi
bağışla Allahım. İlâhî Yarabbi, yapmış olduğumuz ibadetleri, kesmiş
olduğumuz kurbanları, çektiğimiz gülbengleri, okunan kuranları, yapılan ikrar
ve musahiplik hizmetlerini dergâh-ı izzetinde kabul ve makbul eyle. Gökten
rahmetini, yerden bereketini bizlerden esirgeme. Devletimizi ve milletimizi
payidar eyle. Ordularımızı havada, karada ve denizde muzaf fer eyle. Ülkemizi
her türlü kötülükten, hıfz-ı himaye eyle. Her şeyin ha yırtışını haklısını
nasip eyle. Nur-Î Nebi, kerameti bi Ali, Gülbengi Mu hammed, pîrimiz Hünkâr-
Hacı Bekteşi Velî, Sultan Süceattin Velî, Ot man Baba, Demir Baba, Musa Baba ve
Akyazılı Sultan ve bütün evliyâla rın himmet-i âlileri ve safa nazarları
üzerimizden eksik olmasın, bu vak tin hayırlısı
haklısı gelsin, gerçek erenler gözcümüz bekçimiz olsun, ger çeklerin demine
evliyâların keremine Yâ Ali Hü..." diyerek secdeye varı hr.
Veya şunlar da okunabilir.
'Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Âzıran gâyıban
oturup duran pîrcivan, kör olsun mervan, cümlenin isteğini ve muradını veren
şahım merdan, cümle erenler aşkına niyaz ederiz Yâ Ali Hü...”
"Bismyi
Şah Allah, Allah!..
Hü...
İsteklerimiz kabul olsun, muradımız hasıl olsun,
ibadetlerimiz Hak'kın divanına yazılsın, on iki İmamların himmetleri ve
hidayetleri üzerimizda hâzır ve nâzır olsun, Hak erenler isteklerimizin
muradını versin, gerçeklerin demine on iki İmamların keremine Yâ Ali
Hü..."
Daha sonra "farraş"
gelip câr çeker; yani özel bir süpürge ile seccadeyi süpür ve dâr’a durup,
şu tercemanı okur:
“Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Hüseyin-i Kerbelâ
için gözüm yaştır,
Ol yezid
askerin bağrı kara taştır,
Pirimiz
kırklar içinde ser-farrâştır,
Ber-cemâli
Muhammed Ali Kemâl-i Kadir, İmam Hasan ve İmam Hüseyin alâ Bülend'e râ salâvât
şey'en lillâh Allah eyvallah!.."
Ve arkasından şunu okur:
“Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Hûda hakkı
için hizmetimi kabul et ey şah!
Bi-hakkı
ÂI-iAbâ ve Âl-i dergâh...
Hüseyin-i
Kerbelâ nûr-i hakkı için,
Bu derâhtan
ayırma ey ganî şah!
Erenlerden
haklı hayırlı himmet...
Şey'en
lillâh... Allah eyvallah!.."der.
Baba, hizmet yapanın üzerine şu
"hutbeyi" okur.
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Hü...Allah bir Muhammed Ali nûr-i hakkı için hizmetin
kabul olsun, muradan hasıl olsun, Hak erenler hizmetinden haberdar olsun,
hizmetin kırklar ceminde yapılan hizmetlerden sayılsın, pîrin şefaatçin olsun
Hü, Allah dost"
der.
Tâlib: “Hû... Allah dost, sakî aşıklar,
sadıklar, âyin-i cem erenleri ve mesakînin aşkına Allah eyvallah Baba",
der.
Baba : "Hü... âyin-i camin birliğine, gerçek
erenlerin ve on iki İmamların keremine Yâ Ali Hû..."
der.
Buraya kadar
yapılan hizmetlerle, bir ikrar ve müsahip erkânı Tamamlanmıştır. Sıra erkânı
kapatmaya gelmiştir. Bu da şöyle yapılır:
Gözcü tekrar meydana gelir ve Dâr'a
durup, özünü dara çeker:
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Yüzüm yerde,
özüm Dâr-ı mansurda, erenler meydanında, me-nem Hak ile yeksan, menem bin kanun
cürümün sahibi, men fakirden ağrınmış, incinmiş kardeş varsa dile gelsin, bile
gelsin hakkını talep ey-leşin, Allah eyvalla”
der.
Baba, âyin-i
ceme şöyle sorar: "Eyvallah âyin-i cem kardeşler; gözcü baba özünü dara
çekti dâr-ı mansur oldu. Kendisinden ağrınmış incinmiş varsa dile gelsin,
olmayn hak için niyaz etsin" der.
Âyin-i cem
kardeşler, eyvallah deyip, yere secde ederler.
Baba bu defa
gözcüye şöyle sorar: “Eyvallah gözcü baba, cümlesi sizi iyi gördü. Siz nasıl
gördünüz" der.
Gözcü de:
"Eyvallah Baba erenler, kusursuz bir Allahtır" der.
Baba, bu defa:
"Eyvallah kerem mürüvvet ettiniz'1 der.
Gözcü: "Bism-i Şah Allah, Allah!..
Hûda hakkı
için hizmetimi kabul et ey şah!
Bi-hakkı Âl-i
Abâ ve Âl-i dergâh...
Pirim Zeynel
Abidin'in nûr-i hakkı için,
Bu derâhtan
ayırma ey ganî şah!
Erenlerden
haklı hayırlı himmet...
Şey'en
lillâh... Allah eyvallah!.,
der.
Baba, hizmet yapanın üzerine şu
"hutbeyi" okur.
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Hü...Allah bir Muhammed Ali nûr-i hakkı için hizmetin
kabul olsun, muradan hasıl olsun, Hak erenler hizmetinden haberdar olsun,
hizmetin kırklar ceminde yapılan hizmetlerden sayılsın, pîrin şefaatçin olsun
Hü... Allah dost" der.
Gözcü: "Hü... Allah dost, sakîaşıklar,
sadıklar, âyin-i cem erenleri ve mesakînin aşkına Allah eyvallah Baba"
der.
Baba: "Hü. Âyin-i cemin birliğine, gerçek
erenlerin ve on iki İmamların keremine Yâ Ali Hü...
"diyerek secdeye varır.
Bu arada
gündüz kurbanları kesmiş olan kurbancı, pervaneler ve diğer hizmet sahipleri
sırayla gelip, üzerlerine "hutbe" okutup, himmet alırlar. Her
birini ayrı ayrı vermiyorum çünkü, hepsi ayni şekilde
yapılmaktadır.
Hizmet
sahiplerinin üzerine hutbe okunması sona erince Baba, "eyvallah cânlar,
sefaya varın" diyerek destur verir.
Buraya kadar
diz üzerinde edep ve erkân içinde oturan tâlibler, serbest hareket edebilirler.
SOHBET HALKASI
Buraya kadar,
"Tarikat ibadeti" yapılmıştır. Bundan sonra "Marifet muhabbeti";
yani sohbet halkası yapılacaktır. Bu bölümde sohbet edilir, dem devran sürülür.
Ancak her şey gene bir kurala bağlı ve edeb erkân içersinde yürür.
Sakî, meydana
gelip hazırlamış olduğu şerbetten, buna "Dem" denir. Önce Babaya bir
bardak sunar. Baba bu demin üzerine; şöyle bir gülbeng okur:
" Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Ber cemâyi
Muhammed Ali, Kemâl-i Kadir İmam Hasan ve İmam Hüseyin alâ
Bülend'e râ salâvât. Allahümme Salli alâ Seyyidina
Muhammed ve alâÂl-i Muhammed. Vakitler hayr olsun, hayırlar feth olsun,
şer-ler def olsun, mükir ve münafık mat olsun. Bu vaktin hayırlısı haklısı
gelsin. Ellerimiz dolu yardımcımız Şah-ı Merdan Ali olsun. Demlerimiz kırklar
ceminde içilen "engür şerbeti" olsun. Hak erenlerim hizmet
sahiplerinin hizmetinden haberdar olsun. Demlerini, niyazlarını dergâhı
izzetinde kabul ve makbul eylesin. Akyazılı Sultanın demi devranı yürüsün,
gerçek erenler gözcümüz bekçimiz olsun, gerçeğe Hü...
Diyerek
şerbetten içer, daha sonra sakî, yaş ve kıdem sırasına göre bütün cânlara
sırayla birer dem sunar. Burada kıdem, ikrar verip nasip alma sırasına denir.
Sıra Hak,
muhammed Ali aşkına, yani üçler demine geldiğinde; Baba üçler deminin üzerine
şu gülbengi okur ve dem içilir.
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Lâ ilâhe
illallâh Muhammed'en Resûlullah, Aliyyün veliyullah, şeyhi mürşüdüllah,
Mürşid-i kâmilullah; hayır hacetlerimizi, hayır dileklerimizi, namazlarımızı,
niyazlarımızı, kurbanlarımızı, sohbet muhabbetlerimizi dergâhında kabul edici
Allah, kabul eder inşallah! Diyelim canlar aşk ile Allah, Allah!.. Üçlerin demi devranı yürüsün, bu vaktin hayırlısı
haklısı gelsin gerçek erenler gözcümüz bekçimiz olsun gerçeğe
Hü..."
Bunun
arkasından cemin ’zâkiri"; yani aşığı sazı eline alıp, şöyle bir
"nefes" söyler:
Bizden selam
olsun mü'min cânlara Hakikat talibi olun üçlere Akıl ermez fikir yetmez ânlere Okuyalım şerhini gelin üçlerin
♦
Muhabbet
bağbını bunda açtıkça Mevch vurup gevher deryası çoştukça Üçlerin aşkına dolu
içtikçe Eylesin methini dilin üçlerin
Bu yolun
sahibi, Muhammed Ali
Mü'min
olanlara açıktır yolu
Cümle
yaradılmıştan kadim evveli
Nice seddar
olduğunu bilin üçlerin
Aşkın
deryasına ermiyor firâk
Hak1
km kudreti göklere direk
Gönül
sefinesini salmıyalım ırak
Uğrasın
semtine yolun üçlerin
Kul Hümmet
üstadım kande gezersin
Üçlerin aşkına
bade süzersin
Müsayipsiz
kalma yoldan azarsın
Ak pâk
niyazını verin üçlerin
Bu nefesten sonra Baba şöyle bir
gülbeng daha okur:
"Allah,
Allah! nefesler hak olsun divan hakka yazılsın, nefes
söyleyenler ve dinleyenler Hak'kın didannı görsün, Kul Hümmet‘in demi devranı
yürüsün, gerçek erenler gözcümüz bekçimiz olsun gerçeğe Hü..."
Bunun ardından
birer dolu daha içilir. Arkasından üçlerle ilgili sohbet edilir.
Bu gibi
sohbetlerde, "İlm-i Leddün" den konuşulur. Bu sohbetlerde, kesinlikle
günlük konuşmalar yer almaz. Söylenen nefeslerden, manâ çıkarılmaya çalışılır.
Ve bunların cevapları aranır. Yani; Allahın birliğinden söz edilir.
Daha sonra
cemin zakiri, ikrar ve müsahip olan tâliblerin durumunu anlatan şu nefesleri
söyler:
İKRAR VE MÜSAHİPLİK NEFESİ
Kurbanlar
tığlanıp Gülbeng çekildi
Gaflet
uykusundan uyana geldim
Dört kapı
sancağı ande dikildi
Üryan püryân
olub meydana geldim.
Evvel eşiğine
koydum başımı
İçeri aldılar
döktüm yaşımı
Erenler
yolunda gör savaşımı
Can-ü baş
koyarak kurbana geldim.
Ol demde
uyandı bâtın çırağı
Üç adım ileri
attım ayağı
Rehberim
boynuma bend etti bağı
Koç kurban
dediler iymana geldim.
Dört kapı
selâmın verûb aldılar
Pîrin huzuruna
çekib geldiler
El ele el
Hak'ka olsun dediler
Henüz ma'sum
olub cihana geldim
Pîrim kulağıma
eyledi telkîn
Şah-ı Velâyete
olmuşuz yakîn
Mezhebim
Ca'fer'üs-Sâdık'ül Metin
Allah dost
eyvallah peymana geldim.
Özüm dâr'da
yüzüm yerde durmuşum
Muhammed
Ali'ye ikrar vermişim "Sakhaahüm" hamrını anda görmüşüm İçüb kana
kana mestane geldim.
Yolumuz on iki
İmama çıkar
Mürşidim
Muhammed Ahmed-i Muhtar
Rehberim
Ali'dir sahib-i Zülfikâr
Kulundur "Şâhiya"
divana geldim.
Başından beri
anlatmaya çalıştığımız bütün hizmet ve erkânları anlatan diğer bir
"nefeste" şudur:
Akşamlar oldu
Gülbeng çekildi
Çırağlar
uyandı niyaza geldim
Erenler erkânı
meydan açıldı Âyin-i cem kuruldu ihsana geldim.
Hakikat
abdestin birden aldılar
Mürşidin
emrine balî dediler
Dâr-ı Mansur
olub şunda durdular Tâlib-i Hak olub meydana geldim.
Ol demde
hâlinden sordular canın
Varmıdır
kusuru, dediler anın Âyin-i cem gösterdi yere nişanın Üryan püryan olub dîdara
geldim.
Sofralar
kuruldu hizmet görüldü
Hakikat
nurundan cemaller güldü
Mü'min olanlar
ölmeden öldü
Geçüb kıl-ü
kâaiden divana geldim.
Seyr edüb
cümlede bu güzel hâli
Şükür gördük
anda nûr-i cemâli
Zâkirlcr
okuyup bülbül misâli Terk edüb riyayı merdana geldim:
Koç kuzu
kurbanlar meydana geldi
Nefesler,
düvazlar ayana geldi
Ağlarken bu
çeşmim şâd olub güldü
Can baş feda
edüb seyrana geldim.
"Sakaahüm"
şerbetin ezüb içtiler
Mest olub
cümlesi serden geçtiler
"Şah
Hüseyin" deyüb hep ağlaştılar
İçüp ol
şerbeti mestâne geldim.
Güruh güruh
geldi anda bacılar
Sâf sâf geldi
durdu hacılar
Allah Allah
der de öter "Nâci'ler
Meydân-ı aşk
içre irfana geldim.
Tığlandı
kurbanlar semahlar oldu
Kalb nasîbini
bulanlar buldu
Anda
müsahibini alanlar aldı
İnanub sıdk
ile iymana geldim
Edeb, erkân
tamam oldu sürüldü
Pervaneler
gelüb nasîb verildi
Hatim oldu
hizmetler destur verildi
"Şükrü"
ya men de Sultana geldim.
Bunlara benzer
pek çok örnekler vardır ancak, daha fazla uzatmadan; Rumeli'de Babağan
Alevilerinin bağlı bulundukları "Otman Baba, Demir Baba ve Musa Baba"
hakkında söylenen nefes örneklerinden de bilgi vermek istiyorum.
OTMAN BABA
Otman Babanın
dergâhını sorarsan
Dergâhı
cennettir Otman Babanın
Eğilsem
eşiğine niyaz eylesem
Dergâhı
cennettir Otman Babanın
Dergâhı
cennettir Gani Sultanın HÜ..HÜ...
Güzeldir meydanı
hoştur yapısı Üç yerden açılır türbe kapusu Mü'min müslim ziyarete hepisi
Dergâhı cennettir Otman Babanın Dergâhı cennettir Gani Sultanın Hü... Hü...
Ziyarete gelir
beyler paşalar Türbesine gelirler sırrın açarlar Abu kevser şerbetinden içerler
Dergâhı cennettir Otman Babanın Dergâhı cennettir Gani Sultanın Hü... Hü...
Batın kılıcı
var hem tutar elin İmam Riza'dan aldık erkânı yolu İmam Riza oğlu hem nesli Ali
Dergâhı cennettir Otman Babanı Dergâhı cennettir Gani Sultanın Hü... Hü...
Pîr Sultanım
heydir men dest olayım Horasandan kalkıp Ruma gelelim On iki İmamdan himmet
alalım Dergâhı cennettir Otman Babanın Dergâhı cennettir Gani Sultanın Hü...
Hü...
DEMİR BABA
Arzu eyleyip
yoluna girsem Ol mübarek yüzünü görsem Eşiğine yüzler sürsem Demir Babam hü...
hü... hü... Gani Sultanım hü... hü... hü...
Mutfağında
kaynar aşı Odur erenlerin başı Hüseyin Baba karındaşı
Demir Babam hü... hü... hü... Gani Sultanım hü...hü...hü...
Başucunda
yeşil tacı Ana varan olur hacı Cümlemiz ona duacı Demir Babam hü... hü... hü...
Gizli Sultanım hü... hü...hü...
Kapusun açtım
geçtim Aşkın ataşine düştüm Benlik perdesinden geçtim Demir Babam hü... hü...hü... Gizli Sultanım hü... hü...hü...
Kandilleri
asılıdır
Hep kubbesi
yazılıdır Şamdanları dizilidir Demir Babam hü... hü... hü... Gizli Sultanım
hü... hü... hü...
Türbesinin
üstü kurşun Beş parmaktan suyunu içtim Şükür eşiğinden geçtim Demir Babam hü...
hü... hü... Gani Sultanım hü... hü... hü...
Elindedir anın
asası Odur erenlerin başı Dipsiz göldedir kendisi
Demir Babam hü... hü... hü... Gizli Sulanım hü... hü... hü...
Türbesinin
önünde açar güller Dört tarafından sular çağlar Aşık
Yunus durmaz ağlar Demir Babam hü... hü... hü... Gizli Sultanım hü... hü...
hü...
SULTAN SÜCEATTİN-İ VELÎ
Yedullah
âyet-i pençe-i Âli Âba
Ehli tarikatır
Pîr İlyas Baba
Bir ismi
Seyyid Velî nurlu bir sima
Dergâhı
nurludur Sücea Baha'nın.
Seyyid Baba
İlyas Horasan eri
Yoluna
koymuşuz can ile seri
Hem de
anılırdı Süceattin Velî
Dergâhı
nurludur Sücea Baha'nın.
Otman Baba ile
Süceattin Baba
Bağlan
bendesine ömrün gitmesin heba
Yolundan
ayrılmayız Muhammed Mustafa
Dergâhı
nurludur Sücea Baha'nın.
Seyyid Sultan
Süceaddin Velî'dir Velî
Neslini
sorarsan Hazret-i Ali
Buna inanmayan
vallahi deli
Dergâhı
nurludur Süca Baha'nın.
Genç Abdalım
söyler gönülden coşar
Dergâha
bağlanan güçleri aşar
Kurbanı
olanlar buraya koşar
Dergâhı
nurludur Sücea Baha'nın.
Alevi Bektâşi
cemlerinde erkândan sonra, sohbet muhabbetlerinde; bu örneklere benzeyen pek
çok anlamlı "Nefesler ve Düvaz İmamlar" söylenir.
Sakî, üçler,
beşler, yediler ve on iki İmamlar için "Dem" sunar. Baba erenler, her
dem için ve her nefes için hayırlı haklı gülbengleri okur.
Sohbet
muhabbetinin sonunda şöyle bir gülbeng çekip, muhabbeti sona erdirir.
Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Akşamlar
hayr ola, hayırlar fetih ola, şerler def ola, münkirler mât ola, münafıklar
berbad ola, mü'minler şad ola, meydanlar abâd ola, sırlar mestür, gönüller
mesrür ola, handan-ı fukara mamur ola, erhak Mu-hammed Ali yardımcımız,
gözcümüz, bekçimiz ola, on iki İmam, on dört mâsum-u pâk, on yedi kemerbest
efendilerimiz; bizleri katarından ayırmaya, pirimiz Hünkâr Hacı Bektâş-i Velî,
Sultan Süceattin Velî, Otman Baba, Demir Baba, Musa Baba ve Akyazılı Sultan
muin ve destigirimiz o-la. Üçlerin,
beşlerin, yedilerin, kırkların ve ricaûl gayb erenlerin ve kutbûl aktab
efendilerimizin hayır himmet-i âlileri ve safa nazarları üzerimizde hazır ve
nâzır ola. Hak erenler, münkir mümafık şerrinden ve sâlûs mek-rinden emin ve
hıv-zı himaye eyleye. İki cihanda korktuğumuzdan emin, umduğumuza nâil eyleye.
Dertlerimize derman, gönüllerimize iman, hastalarımıza şifa, dertlerimize deva,
borçlarımıza edâlar ihsan eyleye. Zümre-i Nâci den ve güruh-i salibinden
eyleye. Hak erenler, devlet ve milletimizin kılıcını keskin,
sözünü üstün eyleye, namerde muhtaç etmeye, dualarımazı dergâh-ı izzetinde
kabul ve makbul eyleye, vaktimizin hayrı gele, dil bizden nefes yüce
evliyalarımızdan ve pîrlerimizden ola, yuf münkire, lânet yezide, rahmet
mü'mine, nûr-i Nebî, keramet-i İ-mam-ı Ali, Gülbengi Muhammed." der ve
hemen arkasından;
Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Ber-cemâli
Muhammed Ali, Kemâl-i Kadir. İmam Hasan, imam Hüseyin alâ
Bülende râ salâvât. Allahümme sallı alâ Muhammed ve
alâ Âlî Muhammed.
Hü... dolularımız dayim olsun, sohbetimiz kâim olsun, bu gitti
sonu gür olsun, oyalanmasın tez olsun. Pirimiz Murtaza Ali hayırlısını
haklısını versin. Gerçeklerin demine on iki İmamların keremine Hü... dost. der
Bundan sonra
sakî, kalkıp dâr'a durup şöyle der:
"El mizan
göz terazi, kiminize az verdim kiminize çok verdim, Kiminize hiç vermedim.
Herkes oldu mu hakkına razı.
"Burada
kaldı birazı, bu da sakinin ve pervanelerin hakkı"
deyip himmet ister:
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Hûda hakkı
için hizmetimi kabul et ey şah!
Bi-hakkı Âl-i
Atfâ ve Âl-i dergâh...
Pîrim Selman-ı
Pâk Hazretleri‘nin nûr-i hakkı için,
Bizi bu
derâhtan ayırma ey ganî şah!
Erenlerden
haklı hayırlı himmet...
Şey'en
lillâh... Allah eyvallah!.,
der.
Baba, Sakînin üzerine şu
"hutbeyi" okur.
"Bism-i
Şah Allah, Allah!
Hü...Allah bir Muhammed Ali nûr-i hakkı için hizmetin
kabul olsun, muradın hasıl olsun, Hak erenler hizmetinden haberdar olsun,
hizmetin kırklar ceminde yapılan hizmetlerden sayılsın, pîrin şefaatçin olsun
Hü, Allah dost" der.
Sakî: "Hü, Allah dost, sakî aşıklar, sadıklar, âyin-i cem erenleri ve mesakînin aşkına
Allah eyvallah Baba"der.
Baba: "Hü, âyin-i camin birliğine, gerçek
erenlerin ve on iki İmamların keremine Yâ Ali Hü..."
diyerek secdeye varır.
Bundan sonra
semahlar dönülür. Babağan Aleviler arasında "Kırklar Semahı" çok
önemli bir yer tutar.
Semahlardan
sonra ikrar ve müsahip olan cânların, "şükranlık lokmalar" ı;
yani kurbanları yenir.
Yemekler
yenip, sofralar kalkınca, Hadımlar (ahçı), zâkir, ateşçi, pabuçcu, dış gözcüler
(pervaneler) ve bunların dışında bu hizmete emeği geçmiş cümle canlar gelip,
sırayla üzerlerine "hutbe" okutup, himmet alırlar. Daha sonra
Baba şöyle bir gülbeng daha okur:
CEM DAĞILIRKEN OKUNUR
Akşamlar hayr
olsun, hayırlar feth olsun, münkir münafık mat olsun, kahr olsun. Yapmış
olduğumuz ibadetlerimiz, kurbanlarımız, niyazlarımız Hak katında kabul ve makbul
olsun. Nur-î Nebî, keramet-i İmam-ı Ali, Gülbeng-i Muhammed, pîrimiz Hünkârımız
Hacı Bektâş Velî, Süceat-tin Velî, Otman Baba, Demir, Baba, Akyazılı Sultan ve
Musa Baba efendilerimiz, hizmetlerimizin kabûlünde yardımcı olsun.
Hak erenlerim,
oturanın, duranın, koğlsuz gıybetsiz evine varanın, on iki İmamları zikredip
yastığına baş koyanın Allah işlerini rast getirsin, gerçeklerin demine on iki
İmamların Yâ Ali Hü...
diyerek secdeye varılır.
Bunun ardından
bütün tâlibler evlerine dağılırlar. Böylece bir âyin-i cem sona erer.
Bundan sonra
anlatacağım bütün hizmetlerden önce İkrar merasiminden önce yapılan "Halka
Namazı" merasimi aynen yapılır. Yalnız yapılan "erkân hizmeti"
değişir.
EZİNE (TARÎK) ERKÂNI
Ezine: Cuma
gecesi; yani Perşembe gününün akşamı demektir. Bu hizmet genellikle bu gecede
yapılmalıdır.
Tarîk, buna
bazı yerlerde "erkân" veya "zülfikâr" da
denilmektedir. "Tarîk" tarikatın kısaltılmışıdır. Bir nevi
tarikat anlamına gelmektedir.
Bütün "Tarikat"
lar, birer "nefs" terbiyesi yoludur. Hak tealâ insanı en
mükemmel biçimde yaratmış ve ona akıl, fikir, zekâ, mantık vererek, diğer
hayvanlardan üstün kılmıştır..
İnsan
anasından doğduğu zaman tertemiz ve saftır. İşte Cenab-ı Hak Tealâ, insanın
tekrar bu haliyle kendisine dönmesini istemektedir.
Bunun içinde,
zaman zaman peygamberler göndermiş ve peygamberlere; insanları doğru yola sevk
etmeleri için kitaplar göndermiştir.
Bu kitaplar; "Zebur,
Tevrat, İncil ve Kur'an"dır. Kitap sahibi olan peygamberler, Tanrı nın
tüm buyruklarını insanlara bildirmişler ve doğru yoldan ayrılmamalarını
öğütlemişlerdir.
Ancak
insanlar, bunları gereği gibi anlayamamışlar ve bir "Rehbere" ihtiyaç
duymuşlardır. Bu durum, giderek tarikatların ortaya çıkmasına olanak
sağlamıştır.
Yukarda
belirttiğim gibi bütün "Tarikat" lar birer nefs terbiyesi yoludur. ~
Âyin-i cem
bölümünde bir ikrar ve müsahip erkânı gördük. Tâlibler, ikrar verdiler, Hak
Muhammed Ali yoluna girdiler. Hak, Muhammed Ali'ye "biat" ettiler.
Hazret-i Peygamberin dostuna dost, "Tevella", düşmanına düşman olacaklarına
"Teberra" yemin ettiler. Her türlü kötülükten uzak durup, bütün
insanlarla iyi geçineceklerine ve Tanrı'nın istediği şekilde bir mü'min
olacağına yemin ettiler.
İşte; Tarik
erkânı dediğimiz “erkân" bir nevi, ikrar tazelemektir. Tarikat Şeyhleri,
Pirleri, Babalar, Mürşidler ve Mürebbiler tâlibleri, Hak Mu-hammed Ali yoluna
sokup, yemin ettirip salıvermezler.
Bazı yörelerde
veya cemlerde senede bir defa, bazı yörelerde kırk günde bir tarikten geçilir.
Bazı yörelerde
de kışa girerken; yani Ekim ayının sonuna doğru 'Birlik kurbanı (Abdal Musa)
yapıp "Tarikten" geçerler. Daha sonra "Nevruz" da buna
kırklar cemi de denir. Birde "Muharrem" orucuna başlamadan önce; yani
senede üç defa tarikten geçerler.
Bütün
tâlibler, tepeden tırnağa yıkanmış, abdestlerini almışlar ve en temiz ve özel
kıyafetlerini giyinip "Ezine" gecesi ceme gelirler. Erkân tutulup
halka namazı kılındıktan sonra, tarik hizmeti başlar:
Önce tarik
çubuğu dediğimiz "Tarik" Baba ve onun yanında oturan üç kişi
tarafından, niyaz edilerek tekbirlenir. İlk önce cemin tarikçisi huzura gelip
dâr'a durup özünü dâr'a çaker ve şu tercümanı okur:
“Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Can-ı dilden
bel bağlayıp evliya erkânına
Hamd-ü lillâh
yine durdum Pîrimin dîvanına
Çok kusurum
var aman el aman zikrederek
Sığınıp geldim
erenler lütf-u ihsanına
Canım kurban,
tenim kıldım bu yolda tercüman
Allah
eyvallah candan, Pirimin fermanına.
Ber cemâli
Muhammed Ali, Kemâl-i Kadir İmam Hasan ve İmam Hüseyin alâ
Bülend'e râ salâvâf'der.
Baba, dâr'da
duran tâliblere: "Eyvallah cânlar, ikrarınızda sabit ka-demmisiniz. İster
bu cemde olsun, ister dışardan gelsin; bir kişi gelip sizden bir hak, hukuk
taleb ederse, helallaşmaya" razımısınız diye sorar.
Dâr'da duran tâlibler:
"Eyvallah erenler, döktüğümüz varsa dolduracağız, ağlattığımız varsa
güldüreceğiz; eğer üzerimizde kul hakkı varsa borçlu kalmak istiyoruz"
derler.
Baba, bu defa
bütün âyin-i ceme şöyle sorar:
— Eyvallah
âyin-i cem kardeşler, bu cânlar "mahşer" davasını burada vermek üzere
şu anda seccade üzerinde özlerini dara çektiler. Ölmeden önce ölmüş ve bütün
benliklerinden geçmiş olan bu kardeşlerimizden ağrınmış, incinmiş ve
kendilerine bir hakkı geçmiş varsa dile gelsin, bile gelsin hakkını tâleb
etsin.
Çünkü
HakTealâ, eğer siz sıdk ile tövbe ederseniz ben sizin bütün günahlarınızı
bağışlarım. Ancak bana kul hakkı ile gelmeyin buyurmuştur der.
Bütün
tâlibler: "Eyvallah Baba erenler, bizim kendilerinde bir hakkımız
hukukumuz yoktur. Bilmiyerek bir hakkımız geçti ise, helâl olsun, helâl olsun,
helâl olsun" diyerek üç defa tekrar ederler.
Baba, bu beyan
üzerine, dâr'da duran tâliblere: "Eyvallah cânlar, bütün tâlibler size
olan hakkını, hukukunu helal ettiler. Biz sizi kendi beyanınıza bırakıyoruz. El
gövdenin kaşındığı yeri bilir, dilinizle söylediğinizi kalbinizle tasdik
ediyorsanız seccadeye niyaz edin" der.
Tâlibler,
Babanın önünde seccadeye niyaz ederler ve üzerlerine beyaz bir çarşaf örtülür.
Baba yerini en yaşlı bir tâlibe bırakıp, ayağa kalkar ve tâlibleri tarikten
geçirir.
Baba, tâliblerin
üzerine "Nad-ı Ali" yi ve Fetih sûresinin onuncu âyeti "Yedullah"
âyetini okur ve arkasından şöyle devam eder:
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Ber cemâli
Muhammed Ali, Kemâl-i Kadir, İmam Hasan ve İmam Hüseyin alâ
Bülend'e râ salâvât, Allahümme Sallı alâ Muhammed va alâ Âl-î Muhammed. Günahkarım günahımı af et yâ Muhammed Mustafa, Ali dergâhta,
Hüseyin Kerbelâ'da sırrı hak için tövbe günahlarımıza ya-rabbi, estağfurullah,
estağfurullah, estağfurullah izn-i halife, tarikat, /-man, üstaz, nefes, erkân,
meşayih destur şah buyur" der
Babanın yerine
vekil olan kimse ’ pencâlî" der.
Baba, Yâ
allah, Yâ Muhammed, Yâ Ali, Şah Hasan ve Şah Hüseyin diyerek tarik çubuğunu
tâliblerin üzerine değdirerek çeker.
Tâlibler
kalkıp, "l/e lillâhil
Marşrıkı vel Mağribi feeynemâ tiivel-lû fesemma vechullah"
Diyerek,
Tarikçiye ve Tarik e niyaz ederler. Daha sonra Tarikçi sol başta tâlibler sağda
dâr'a bururlar. Baba, şu tercemanı okur:
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Hü... Tarik
paklığına, sır pekliğine, düldül yürüklüğüne, zülfü kâr keskinliğine, iki
cihanda yüz aklığına, sürüsü kabüllüğüne, Şah Ali Devletine gerçek erenlerin
keremine, Babanın birliğine Yâ Ali Hü...
deyince sadece tâlibler seccadeye varırlar.
Tarikçi
secdeden kalkınca; Baba elindeki tarik çubuğunu tarikten geçmiş olan
"Tarikçiye" teslim eder ve bu göreve onun devam etmesi için izin riza
verir. Kendisi tekrar yerine oturur.
Bundan sonra
tâlibler yaş ve kıdem sırasına göre Babanın huzurunda dâr'a dururlar ve
özlerini dâr'a çekerler.
Baba bu defa
ayni sorguları dâr'da duran bütün tâliblere sorar. Tâlibler Babanın önünde
secdeye varınca Baba, el ele el Hak'ka diyerek tâliblerin ellerini eline
alıp; "Nad-ı Ali1 ve Yedullah Âyetin" i tâliblerin üzerine
okur. Tarikçi de fetih sûresinin onsekizinci âyetini ve salâvât terce-manını
okuyarak tâlibleri tarikten geçirir.
Bunun anlamı
şudur: Mü minler, yarın rûz-i mahşerde sorutabilecek olan tüm soruların
cevaplarını, burada vermeye çalışırlar.
Tarikten geçme
merasimi başlarken, hizmet çırağı veya meydan çırağı dediğimiz çırak, çırakçı
tarafından ayağa kaldırılır. Çırakçı çırağıyla birlikte kalkınca; bütün
tâlibler ayağa kalkarlar. Tarik hizmeti sona erinceye kadar ayakta, dâr'da
dururlar.
En son tâlib,
tarikten geçince, çırak yere iner. Çırak yere inince, Baba şöyle bir gülbeng
okur:
"Bism-
Şah Allah, Allah!..
Hü.. Bârlarınız, menzilleriniz, Hak olsun, Hakkın divanına
yazılsın, Dârınız Fatma ana dâr'ı olsun, dâr çeken didar görsün, Fatma ana
şefaatçiniz olsun, erenler sefaya varsın"
der.
O zaman bütün
Talihler yerlerine otururlar. Daha sonra Baba şu Gülbengi okur:
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
İlâhî Yarabbi,
sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa Sallal-lâhü ve Sellem efendimizin yüzü
suyu hürmetine, İmam Ali Keremullahu Veçhe hazretlerinin yüzü suyu hürmetine,
Hatice-tü Kübra, Fatıma-tü Zehra'nın yüzü suyu hürmetine, İmam Hasan ve İmam
Hüseyi efendilerimizin yüzü suyu hürmetine, İmam Zeynel Abidin, İmam Muhammed
Bakır, İmam Cafer-i Sadık hazretlerinin yüzü suyu hürmetine, İmam
Mu-sa-i Kâzım Hulkî Riza, İmam Ali Musa Riza, İmam Muhammed Takî, İ-mam
Ali'yül Nakî, İmam Hasan-ül Askerî ve İmam Muhammed Mehdi sahibi zeman
hazretlerinin yüzü suyu hürmetine. Gelmiş geçmiş evliyâ-nın ve enbiyanın yüzü
suyu hürmetine.
Bizleri
didarından, katarından, cemâlinden ayırma. Ey ulu Allahım!..
Bizlere vücut sağlığı, gönül şenliği, sağlık, sefalık, dirlik, birlik, dem,
dizar, din, iman, dervişlik, abdallık ihsan eyle. Bizleri dinden, imandan,
Kur'an-dan ayırma. Bizleri iki cihanda peygamberimizin
ve onun Ehl-i Beyti'nin sancağı dibinden ayırma. Hastalarımıza şifa,
dertlerimize devâ, borçlarımıza edalar ihsan eyle. İlâhî Yarabbi, bizleri
korktuklarımızdan emin, umduklarımıza nail eyle. Bizleri münkir münafık
şerrinden ve salûs mekründen hıfz-ı himaye eyle. Şer işlerimizi hayıra tebdil
eyle. Bil-miyerek işlemiş olduğumuz günahlarımızın cümlesine tövbe ettik sen
bizi bağışla Allahım. İlâhî Yarabbi, yapmış olduğumuz ibadetleri, çektiğimiz
gülbengieri, okunan kuranları, yapılan tarik hizmetlerini dergâh-ı
izzetinde kabul ve makbul eyle. Gökten rahmetini, yerden bereketini faizlerden
esirgeme. Devletimizi ve milletimizi payidar eyle. Ordularımızı havada, karada
ve denizde muzaffer eyle. Ülkemizi her türlü kötülükten, hıfz-ı himaye eyle.
Her şeyin hayırlısını haklısını nasip eyle. Nurî Nebi,
kerameti bi Ali, gülbengi Muhammed, pîrimiz Hünkâr- Hacı Bekteşi Velî, Sultan
Süceattin Velî, Otman Baba, Demir Baba, Musa Baba ve Akyazıh Sultan ve bütün
evliyâların himmet-i âlileri ve safa nazarları üzerimizden eksik olmasın, bu
vaktin hayırlısı haklısı gelsin, gerçek erenler gözcümüz bekçimiz olsun,
gerçeklerin demine evliyâların keremine Yâ Ali Hü... diyerek secdeye
varılır.
TÖVBE DÜVAZ
İMAMI
Dünü günü
günah işlemek işim
Tövbe
günahlarıma estağfurullah
Muhammed
Ali'ye bağlıdır başım
Tövbe
günahlarımıza estağfurullah
Hasan,
Hüseyin'de balkır nûr ise
İmam Zeynel
sır içinde sır ise
Eğer özümüzde
benlik var ise
Tövbe
günahlarımıza estağfurullah
Biz İmam
Bakır'ın izinden çıkmak
Özüm İmam
Cafer'e kata gör akmak
Revamıdır bize
hatırlar yıkmak
Tövbe
günahlarımıza estağfurullah
Musa-i Mâzım
kanınca meye
Tâki, Naki
emeğin sen verme zaye
Dünü günü
ettiğimiz betuya
Tövbe
günahlarımıza estağfurullah
Hasan Ali
Asker'in gülleri bite
Mehdi gelip
gönlümüzün gamını ata
Dünü günü
ettiğimiz koğa gıybete
Tövbe
günahlarımıza estağfurullah
Hatayi'yim
eydir Bağdad- Basra
Şöyle
kazancınan şöyle esire
Sen kerem
kânisin kalma kusura
Tövbe
günahlarımıza estağfurullah...
Baba, bu düvaz
imamı okurken bütün tâlibler hafif sesle tekrar ederler.
■Daha sonra,
ikrar merasiminde olduğu gibi Sakka, bütün tâliblere sakka suyu dağıtır. Tarik
çubuğu bu su ile yıkanır, ayrıca yanmakta olan çıraklara birer damla
damlatılır. Ancak niyazlamış ve üzerine hutbe okunmuş olan bu sudan yalnız
tarikten geçenler içerler. “Yekta" ya verilmez.
Sakka suyunu
içenler on iki İmamları zikrederler. Bunun arkasından "Tercüman"
lokması yenir. Bu genellikle "elma" olur. Bu lokma Baba tarafından
niyazlanır ve sadece tarikten geçenler yerler.
Bunun
arkasından da bir kişi Kur'an okur. Baba bu kurandan sonra şöyle bir dua yapar:
KURANDAN SONRA OKUNUR
"İhlâhi
yarabbi, uyardığımız çıraklardan, kıldığımız namazlardan, yapılan tarik
hizmetinden, çekilen gülbenglerden, okunan Kur'an dan
hasıl olan sevapları;
Cemi bu
yoldan, bu erkândan gelmiş, gelmiş, aşıklarımızın,
sadıklarımızın, pirlerimizin, pederlerimizin, validelerimizin cümle hısım ve
akrabalarımızın, cemî bu duaya muhtaç olan kardeşlerimizin, bizleri duadan
unutmayın deyip giden kardeşlerimizin, mahsus bizi duaya emanet eden
kardeşlerimizin, Mağrup'tan Maşruk'a zahîr bâtın cümle dervişan fıkarasının
ruhu şerifleri şad olsun, şadı handan olsun, ruh be ruh, dergâh be dergâh cümle
dergâhlarda yatan, Kerbelâ'da şehit olan gazilerin ruhlarına hediye eyledik sen
vasıl eyle yarabbi... Gerçeklerin demine ev-liyânın keremine Yâ Ali diyerek
secdeye varılır.
Bunun ardından
ikrar merasiminin sonunda olduğu gibi, "erkân kapatılır ve bütün hizmet
sahipleri; teker teker gelip üzerlerine hutbe okutup, himmet alırlar.
DÂR'DAN İNDİRME ERKÂNI
Bu erkân da
âyin-i cem de bulunanların; yani Hak muhammed Ali kavlince yola erkâna yürüyen
ikrarlı imanlı tâlibler, veya onların anneleri,
babaları ve çok yakınları bu âlemden Hakka yürüyünce; yani ölünce,
"kırkıncı" günü, bir kurban kesilip dardan indirme "erkân"
ı yapılır.
Yine daha önce
anlatıldığı gibi, âyiîn-i cem toplanır. Cem birlenir, çıraklar uyarılıp akşam
namazı; yani halka namazı kılınır. Erkân kapanmadan önce gözcü kalkıp, "Dâr'dan
indirme" hizmetinin olduğunu Babaya bildirir.
Baba, dâr
hizmeti yapılan kimsenin bütün yakınlarının ortaya gelmelerini söyler. Ölen
kimsenin ikrarlı olmak şartıyla bütün yakınları Babanın önünde saf olarak Dâr a
dururlar.
İçlerinden
biri: "Eyvallah Baba erenler, biz (filan....)
için bir dâr hizmeti yapıyoruz" der.
Baba şöyle
sorar:
— Eyvallah
cânlar Allah kabul etsin sizler ikrarlı imanlı kimseler olarak (ölmüş olan
kimse) nin ister bu cem içinde olsun, isterse bu cemin dışından olsun, bir
kimse gelip size (.......)'nın bende alacağı vardı
veya borcu
vardı veya benim onda şöyle şöyle bir hakkım vardı deyip; hakkını tâleb ederse,
helallaşmaya razımısınız ? Yani bütün alacaklarına ve
borçlarına sahip çıkıyormusunuz diye sorar.
Darda
duranlardan bir kişi gene şöyle der: "Eyvallah Baba erenler. Ağlattığı
varsa güldüreceğiz, döktüğü varsa dolduracağız, her kime borcu ve hakkı varsa
helallaşıp, onu kul hakkıyla yatırmak istemiyoruz" der.
Baba, cemde
bulunan tâliblere, sorar:
"Eyvallah
cânlar, bu kimseler Dâr'a durup (......filan) için
helallik
isterler;
eğer bir hakkınız varsa ortaya çıkıp taleb edin, veya helal edin" der.
O vakit bütün
tâlibîer: "Eyvallah erenler, bizim herhangi bir hakkımız ve hukukumuz
yoktur, ancak bilmeyerek bir hakkımız geçti ise helal olsun" derler.
Baba’dâr'da
duranlara: "Bütün cânlar hakkını ve hukukunu helal ettiler, sizde
dilinizle söylediğinizi kalbinizle tasdik ediyorsanız; seccadeye niyaz edin ve
tekrar kalkın" der.
Baba, bunun
ardından tekrar kalkıp dâr'a duran tâliblerin üzerine söyle gülbeng okur:
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
İlâhî yarabbi,
sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa Sallal-lâhü ve Sellem efendimizin yüzü
suyu hürmetine, İmam Ali Keremullahu Veçhe hazretlerinin yüzü suyu hürmetine,
Hatice-tü Kübra, Fatıma-tü Zehra'nın yüzü suyu hürmetine, İmam Hasan ve İmam
Hüseyih efendilerimizin yüzü suyu hürmetine, İmam Zeynel Abidin, İmam Muhammed
Bakır, İmam Cafer-i Sadık hazretlerinin yüzü suyu hürmetine, İmam
Mu-sa-i Kâzım Hulkî Riza, İmam Ali Musa Riza, İmam Muhammed Takî, İ-mam
Ali'yül Nakî, İmam Hasan-ül Askerî ve İmam Muhammed Mehdi sahibi zaman
hazretlerinin yüzü suyu hürmetine.Gelmiş geçmiş evliyâ-nın ve enbiyanın yüzü
suyu hürmetine.
Bu cânları;
didarından, katarından, cemâlinden ayırma. Ey ulu Allahım!..
Onlara vücut sağlığı, gönül şenliği, sağlık, sefalık, dirlik, birlik, dem,
dizar, dervişlik, abdallık ihsan eyle. Onları dinden, imandan, Kur'an dan ayırma. Onları iki cihanda peygamberimizin ve onun Ehl-i
Beyti nin sancağı dibinden ayırma. Hastalarına şifa, dertlerine devâ, borçlarına
edalar ihsan eyle. Korktuklarından emin, umduklarına nail eyle. Onları
münkir münafık şerrinden ve salûs mekründen hıfz-ı himaye eyle. Şer işlerini
hayıra tebdil eyle. Bilmiyerek işlemiş oldukları günahlarının cümlesine tövbe
ettiler sen onları bağışla Allahım.
İlâhî yarabbi,
yapmış olduğumuz ibadetleri, kesilen kurbanı, çektiğimiz gülbengleri, okunan
kuranları dergâh-ı izzetinde kabul ve makbul eyle. Bu gün burada yaptığımız
"Dâr hizmetini" dergâhı izzetinde kabul ve makbul eyle. Bu
hizmetlerden hasıl olan sevapları, aramızdan ayrımış olan (.........)'nm
ruhuna hediye eyledik sen vasıl eyle. Gökten rahmetini,
yerden
bereketini bizlerden esirgeme. Devletimizi ve milletimizi payidar eyle.
Ordularımızı; havada, karada ve denizde muzaffer eyle. Ülkemizi her türlü
kötülükten, hıfz-ı himaye eyle. Her şeyin hayırlısını haklısını nasip eyle.
Nûr-i Nebi, keramet-i bi Ali, Gülbengi Muhammed, pîrimiz Hünkârımız Hacı
Bekteşi Velî, Sultan Süceattin Velî, Otman Baba, Demir Baba, Musa Baba ve
Akyazılı Sultan ve bütün evliyâların himmet-i âlileri ve safa nazarları
üzerimizden eksik olmasın, bu vaktin hayırlısı haklısı gelsin, Hizmet
sahipleri, hizmetleriyle yargılansın. Gerçek erenler gözcümüz bekçikiz olsun
gerçeğe Hü...
Bu gülbengten
sonra, tâlibler yerlerine otururlar. Daha sonra, erkân kapanıp âyin-i cem sona
erer.
Bunun ardından
semahlar dönülür. Semahtan sonra da ölen kimsenin ruhu için kesilen kurban,
lokma olarak meydana gelip sofralar kurulur, yemekler yenir. Bu arada ölen
kimsenin ruhu için Kur'an okunur. Baba gene daha önce vermiş olduğumuz
Kur'an'dan sonra okunan gül-bengi okur.
Böylece cem
dağılıp, herkez evine gider.
DÜŞKÜN KALDIRMA ERKÂNI
.Daha önceki
bölümlerde âyin-i cemi anlatırken görmüştük.
Alevi
(Bektâşi) cemlerinde cem âyinine başlarken; yani halka namazı kılınacağı zaman
cem birleme esnasında gözcü şöyle sorar:
"Eyvallah
cânlar birbirinden ağrınmış, incinmiş ve birbirinde görgüsü olan varsa, dile
gelsin bile gelsin hakkını taleb etsin" der. O vakit tâlibler arasında
birbirine küsmüş kimseler varsa ortaya çıkıp, benim (.....filanca)
canda görgüm var der.
Baba o vakit şikayet edilen kimseyi de ortaya getirip, her ikisinin de
şikayetleri; bütün orada hazır bulunanlar tarafından dinlenir.
Hemen orada
aralarındaki sorun giderilerek anlaşma sağlanır. Küçük olan büyüğünün elini
öpüp, barışırlar.
Eğer anlaşma
sağlanamasa, her ikisi birden, cemden kovulurlar. Buna "Düşkün"
denir.
Cemden
düşmenin pek çok çeşitleri vardır. Eğer bir tâlib, Üç sünnet ve yedi farzdan
kusurlu ise, kusuru hangi farzdan olduğu âyin-i cem uluları tarafından saptanır
ve o kimseye ona göre ceza ve sitem verilerek dışarı çıkarılır.
Cemde anlaşma
sağlanamayıp, düşkün olan kimseler; dışarda anlaşırlar ve kendilerine verilen
sitemi de kabul edip tekrar ceme gelmek istediklerini bildirirler.
Bunun üzerine
âyini cem toplanır. Erkân tutulup cem birleme yapılmadan önce "düşkün
kaldırma" merasimi yapılır.
Düşkün
Tâlibler, Babanın huzuruna gelip dâr'a dururlar ve şu tercümanı okuyarak aman
mürüvvet dilerler:
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Cân-ı dilden
bel bağlayıp evliya erkânına
Hamdii lillâh
yine durdum pirimin dîvanına
Çok kusurum
var aman el aman
Zikrederek
sığınıp geldim, erenler lütf-u ihsanına
Canım kurban
tenim kıldım bu yola tercüman
Allah eyvallah
candan pirimin fermanına
Ber cemâli
Muhammed Ali, Kemâl-i Kadir İmam Hasan ve İ-mam Hüseyin alâ
Bülend'e râ salâvât, Allah eyvallah erenler" derler.
Baba, düşkün
olan Tâliblere, "siz Hak, Muhammed Ali yoluna karşı geldiniz. Vermiş
olduğunuz ikrarı bozdunuz. Siz bizim aramıza yakışmazsınız, hemen dışarı
çıkın" der.
Düşkün tâlibler,üç defa kapıya kadar giderler fakat dışarı çıkmadan
tekrar dâr'a durup af dilerler. Baba her defasında kendilerini kovar; üçüncü
defa tekrar dâr'a durup, boyun bükerler.
O vakit Baba,
âyin-i ceme sorar: "Eyvallah âyin-i cem kardeşler. Biz bu cânları kapıdan
attık fakat onlar bacadan girdiler ve aman mürüvvet diliyorlar, ne
dersiniz" diye sorar.
Cemin ileri
gelenleri şöyle söylerler: "Eyvallah Baba erenler, eğer yaptıklarına
pişman olmuşlarsa, Hak Muhammed Ali yolunda bundan böyle daha temkinli hareket
edeceklerine söz verirler ve kendilerine verilen sitemleri kabul ederlerse;
alalım kabul edelim" derler.
Bunun üzerine
dâr'da duran tâlibler: "Eyvallah boynumuz kıldan ince, sitemimiz ne ise
razıyız" derler.
O vakit, hangi
sünnetten ve farzdan düşmüşlerse ona göre sitemleri yerine getirilir. Örneğin
“üçüncü farzdan" düşmüşler ise:
Üçüncü Farz: "Bu
farzdan düşen tâlibe on iki "tarîk" çalıp, on iki akçe tercüman
alınır. Ayrıca dokuz akçe Halife ye, on yedi akçe nezir alınır" der.
Buna göre bu
tâliblere daha önce anlatıldığı gibi on iki tarik çekilir, ancak (on iki akçe
tercüman ve on yedi akçe niezer) yerine cemin ihtiyacını karşılamak için
sembolik bir para alınır. Böylece bu tâlibler, düşkünlükten kaldırılmış
olurlar. "Üç Sünnet ve Yedi Farz" kitabımın birinci bölümünde vardır.
Tâlibler,
tekrar dâr'a dururlar tâlibler darda iken üç düvaz imam okunur daha sonra Baba
şu gülbengi okur:
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Hü.. Darlarınız menzilleriniz kabul olsun, muradınız hasıl olsun, Hak erenler bu yoldan bu erkândan ayırmasın.
Biz sizi bağışladık, Hak Tealâ'da bağışlasın; nûr-i Nebî keramet-i Ali,
Gülbengi Muhammed, Pirimiz Hünkâr Hacı Bektâş Velî ve Süceattin Velî, Otman
Baba, Demir Baba, Musa Baba ve Akyazılı Sultanîn himmeti hâillere ve sâfa
nâzarları üzerinizde hazır ve nazır olsun. Gerçeklerin demine on iki İmamların
keremine YâAliHü... diyerek bütün canlar yere secde ederler.
Böylece dâr
hizmeti sona erer ve yargılanan tâlibler niyaza gelirler. Bundan sonra erkân
tutulup cam birlenir ve halka namazı kılınır. İbadet faslı sona erince, dem
devran sürülür, semahlar dönülür. En son olarak, düşkünlerin kesmiş olduğu
kurbanlar lokma edilir.
BİRLİK (ABDAL MUSA) VE TERCÜMAN
KURBANLARI
İlkbahar
gelince; yani 21 Mart’ta "Nevruz" günü veya "kırklar"
da denilen bir âyin-i cem düzenlenir. Bu âyin-i cemde Baba, bütün canları
toplayıp üzerlerine bir hutbe okur ve işlerine güçlerine gitmeleri için serbest
bırakır. Son bahar geldiğinde, iş güç bitmiştir. Ekim Ayı sonuna doğru, bütün
tâlibler biraraya gelip bir kurban kesip bir birlik cemi yapılır. Buna birlik
kurbanı denir.
Bu birlik
kurbanına bütün tâlibler katılmak zorundadır. Bu birlik cemine geçerli bir
sebebi olmaksızın katılmayan tâlibler, o sene içinde ceme alınmazlar. Ancak çok
önemli bir sebebi varsa, gelip haber verir ve gereken masrafı kabul ederse; bu
birlik kurbanına katılmış olur ve o yıl içinde ceme yürüyebilir.
Babağan Alevi
cemlerinde birlik kurbanları veya bunlara benzer sebeplerle senenin belirli
zamanlarında tâlibler bir araya gelip, kurban cemleri yaparlar. Bunlara; Birlik
kurbanı, istek kurbanı, terceman kurbanı gibi isimler verirler. Kurbanlar hangi
maksatla yapılarsa yapılsın, önemli olan âyin-i cem kardeşlerinin bir araya
gelip, yol erkân sürmeleridir.
Bütün cem
âyinlerinde, çıraklar uyarılır, erkân tutulur, halka namazı kılınır. Halka
namazının önemi de, cemâl cemâle namaz kılmaktır. Bu ibadetlerde, Hak Tealâ'dan
onun sevdiklerinin yüzü suyu hürmetine istekte ve niyazda bulunulur.
Sayın
okuyucularım, buraya kadar anlatmaya çalıştığım Babağan "Erkân" usul
ve kaideleri, "Şeyh Safî Buyruğu" doğrultusunda anlatılmaya
çalışılmıştır. Benim bu anlattıklarım, ancak belirli bir kesim için
ge-çerlidir.
GÜLBENG VE TERCÜMANLAR
CEM EVİNE GİTMEK İÇİN NİYET
TERCEMANI
Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Niyet ettim
Bbaba evine veya cem evine, kırklar için bağışla. Ha-sendir gönlümden gelen
geçen, Hüseyin için bağışla, Muhammed Mustafa tabihi için bağışla. Aman
yarabbim, bizi doğru yoldan ayırma, her şeyin hayırlısını ve haklısını nasib
etyarabbi.
HİZMETE
BAŞLARKEN OKUNUR
Bismillahirrahmanirrahim.
Kala Rabbena Zalemnâ Enfüsena Ve in Lem Tağ'fir Lenâ Ve Terhamnâ Lenekûnenne
Minelhâsirîn.(40)
EŞİK TERCEMANLARI
1)
"Eşiğine koymuşum men baş ile ser
Hem eşiğinden
benim hacetim budur
Lutf edip ben
fakire kılasın nâzar
Allah eyvallah
Huu! dost."
2) Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Şah-ı vilayet
nûr-i ibadet aman mürivvet, salâvâtullah yâ Muham-med,yâ
Ali.
NİYAZ TERCEMANLARI
·
1)
"Bism-i Şah Allah, Allah!..
Durdum divana,
uydum imama (on iki imam), döndüm kıbleye, niyet ettim iki rekat
İmam Cafer namazı kılmaya. Kıblem Muhammed, secdem Ali'dir Yâ AliHü..."
·
2)
"Bism-i Şah Allah, Allah!..
Yâ Allah, Yâ
Muhammed, Yâ Ali,
Pîrimiz kutb-i
âlem Hüssem Şah Gani,
Gerçeklerin
demine, evliyanın keremine Yâ Ali Hü..."
POST TERCEMANI
"Azemte
âleyke ya Ali, ekremtû âleyke ya Ali, eslemtû âleyke ya Ali. Câr köşe post, yâ
Allah, yâ Muhammed, yâ Ali, pîrimiz Hünkarımız Hacı
Bektaş-ı Velî ve (bağlı bulunduğu kendi pîrinin ismi) aşkına Yâ Ali
Hü..."
ÇIRAK UYARMA TERCEMANLARI
·
1)
"Bism-i şah Allah, Allah!..
Seyyid-üs
sadat, muhibb-üs sadat, hülasa-i mevcudat alem-üs
sırr-el hafiyyat, şefi-i ruz-i arasat bercemal-i Muhammed Ali râ salavat."
"Allahümme Sall i Alâ Seyyidina Muhammed ve
alâ Âl-i Muhammed" Bütün tâlibler, bu salâvâtı üç kere hafif sesle
söylerler.
·
2)
"Bismillahirrahmanirrahim. Allahu nur'us semâvâti vel ardi misle nurihi
ke-mişkâtin fiha mısbâh'ul misbah fi zücâcetin zücâceti kennaha kevkebün
dürriylün yûkadü min secerettin mübarekettin zey-tunetin lâ Şarkiyyetin ve lâ
Garbiyyetin yükâdü zeytuha yadiu ve lev lem temseshu nârım alâ
nûri yehdallahu nurehu men yeşâu ve yadri-
bullah'ul emsale linnâsi vallahu
bikülli şey'in alîm." (49)
"Bism-i
Şalı Allah, Allah!..
Çün çırağ-ı
fahr uyandırdık ol Hûda'nın aşkına
Şeyyid'ül-Kevneyn
Muhammed Mustafa'nın aşkına
Sâki-i Kevser
Aliyy'ül-Murtaza'nın aşkına
Hem Hatice,Fatıma Hayrünnisânm aşkına
Şah Hasan
Hulki Riza hem Şah Hüseyin-i Kerbelâ
Ol İmam-ı
Etkiya Zeyn'el-Abâ'nın aşkına
Hem Muhammed
Bakır ol kim nesl-i pâk-i Murtaza
Cafer'üs-Sadık
İmam-ı Rehnumanın aşkına
Musa-i Kâzım
İmam-ı serfirâz-i ehl-i Hak
Hem Ali Mûsa
Riza'yi Asfiyanın aşkına
Şah Takiy ve
bâ Nakiy hem Hasan'ül-Askerî
Ol Muhammed
Mehdî-i Sâhib-Liva'nın aşkına
Pîrimiz
Hünkârımız Bektâş Velî ve Şüceattin Velî Kutb'ül evliyânın aşkına
Haşredek yânan
yakîlan aşıkanın aşkına
Ber cemâl-i
Muhammed Ali, Kemâl-i Kadir İmam Hasan ve İmam Hüseyin alâ
Bülend'e râ Salâvât Allah, eyvallah Hu... dost!..
ÇIRAK UYARILDIKTAN SONRA BABA OKUR
"Bism-i
Şah Allah,Allah!..
Allahü nûr-i
semavat küşâde-i kandil, türü münecet çırağımız ru-şen fahr-i dervişân, zuhur-ı
iman güruh-u Naci, kanun-i evliyâ kerem-i Ali, Gülbengi Muhammed pîrimiz
Hünkârımız Hacı Bektâş-ı Velî ve Sultan Sücaettin efendilerimizin çırakları
aynın olsun Yâ Ali Hii..."
·
49) Kur'an Nûr
sûrese âyek 35: "Allah göklerin ve yerlerin Nûru'dur. O'nun nûr-u içinde
ışık bulunan bir kandil yuvasına benzer. O ışık bir cam içindedir. Cam ise
sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır. Bu, ne sadece Doğu'da ne sedece Batı'da
bulunan bereketli zeytin ağacından yakılır. O'na ateş değmese bile , o her yeri aydınlatacak olan; nûr üstüne nûrdur.
Allah dilediğini nûr'una kavuşturur. Allah insanlara misâller verir ve o her
şeyi bilir.
ÇIRAK SIR EDİLİRKER OKUNAN TERCEMAN
Batın oldu
çerağı nûr-i Ahmed Zahir oldu şems-i mah-ı Muhammed Allah eyvallah Hü.. dost!..
GÖZCÜ TERCÜMANLARI
·
1) "Bism-i Şah
Allah,Allah!..
Elimiz elde,
yüzümüz yerde, özümüz Mansur darında, dilimiz mürüvvette pîrimiz kuvvette bizde
hakkı olan kardeşler varsa hakkını alsın, bizi eksik halde koymasın Allah
eyvallah" "Erkân başlarken okunul’'
·
2) "Bism-i Şah Allah,
Allah!..
Yüzüm yerde,
özüm Dâr-ı mansurda, erenler meydanında. Men hak ile yeksan, men bin kanun
cürümün sahibi. Bu fakirden ağrınmış, incinmiş, gücenmiş kardeş varsa dile
gelsin, Allah eyvallah erenler..." "Erkân kapatılırken okunur”
FARRAŞ TERCEMANI
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Hüseyin-i
Kerbelâ için gözlerim yaştır,
Ol yezid
askerin bağrı kara taştır.
Pîrimiz
kırklar içinde ser-farrâştır,
Ber- cemâli
Muhammed Ali, Kemâl-i Kadir alâ Bülend'e râ
salâ-vât..."
HAYIRLI HİMMET İSTEK TERCEMANI
1)
"Bism-i Şah Allah, Allah!..
Hûda hakkı
için hizmetimi kabul et ey şah!..
Bi -hakkı Âl-i
Abâ ve Âl-i dergâh...
Hüseyin-i
Kerbelâ nûr-i hakkı için Bu dergâhtan ayırma ey ganî şah!
Erenlerden
haklı hayırlı himmet...
Şey'en lillâh...
Allah eyvallah Hü„ dost!.."
Veya şöyle de okunabilir:
2)
"Bism-i Şah Allah, Allah!..
Hûda hakkı
için hizmetimi kabul et ey şah!..
Bi -hakkı Âl-i
Abâ ve Âl-i dergâh...
, Pîrimiz (..............) nûr-i hakkı için
* Bu dergâhtan
ayırma ey ganî şah!
Erenlerden
haklı hayırlı himmet...
Şey'en
lillâh... Allah eyvallah Hü.. dost!.."
TARİKÇİ
TERCEMANLARI
·
1) "Legat radyallahü anul
mü’minüne iz gibi yunike tahta seçere" (41)
·
2)
"Bism-i Şah Allah, Allah!..
Ber-cemâli
Muhammed Ali, Kemâl-i Kadir, İmam Hasan ve İmam Hüseyin alâ
Bülend'e râ salâvât. Allahümme Sallı alâ Muhammed
ve alâ Âl-i Seyyidina Muhammed. Günahkârım günahımı affet yâ Muhammed
Mustafa, Ali dergâhta, Hüseyin Kerbelâ'da sırrı hak için tövbe günahlarımıza
yarabbi, estağfurullah, estağfurullah, estağfurullah izn-i halife, tarikat,
imam, üstaz, nefes, erkân, meşayih destur şah buyur".
SAKÎ TERCEMANI
"El mizan
göz terazi, kiminize az verdim kiminize çok verdim, kiminize hiç vermedim.
Herkes oldu mu hakkına razı. Burada kaldı birazı, bu da sakinin ve pervanelerin
hakkı deyip, himmet ister:
SAKKA
TERCEMANLARI
·
1) Müneccat:
"Lütfuna
muhtacız eyle ihsan yâ Hüseyin
Derdimize
senden derman eyle derman yâ Hüseyin.
Gayrî'ye
muhtaç kılma âşıkân-ı el'amân
Sen medet kıl
bizlere, her vakit yâ Hüseyin.
Sad hezaren
Lânet olsun ol gürûh'u dalâl'e
Nakz-ı ahd ile
şehîd kıldılar anlar seni yâ Hüseyin
İsm-î pâkin
aşkı için zikredeni koyma zulmette hergiz.
Bermurad et
dide-i giryan ile ağlayanı yâ Hüseyin.
İznin ile su
tapşırdım aşkına vermek için
Aşkınla
içenlere kıl âb-ı hayat yâ Hüseyin
"Ber- cemâli Muhammet! Kemlâl-i
İmam Hasan ve İmam Hüseyin alâ Bülend'e râ
Salâvât..."
"Allahümme
Salli alâ Seyyidina Muhammed ve alâ Âl-i
Muham-med" Bütün cânlar hep birden hafif sesle bu salavatı söylerler.
·
2)
"Bism-i Şah Allah, Allah!..
Cân-ü baştan
geçmişiz biz "Şah Hüseyin” aşkına
Kerbelâ'y-ı
deşt i gamde can verenler aşkına
Dembedem hem
can gözüyle Hak görenler aşkına
Ol Yezîdîler
elinde "Teşne leh" ler aşkına
Kerbelâ'da
"Suuu!.. Suuu!.."
diye ser verenler aşkına
Gözüm yaşım
sebîl ettim on iki İmam aşkına!.."
"Selamullah
yâ Hüseyin... Selâmullah yâ Hüseyin... Selâmullah yâ Hüseyin..
Ahmed-i Muhtar aşkına... Haydar-ı kerrar aşkına... Sadık-ı Sakka Selmân-ı Pâk
aşkına... Sakkahüm Yâ İmam Hasan... Sakkahüm Yâ İmam Hüseyin... Kıl Şefaat
katresi düşene Yâ Hüseyin... Yardım eyle Allah, Allah çağrışana Yâ Hüseyin...
Selâmullah Yâ Hüseyin... Selâmul-lah Yâ Hüseyin... Seyâmullah Yâ
Hüseyin..."
Sakka, bunları
söylerken meydanın ortasında dolaşır ve orada bulunan cânların üzerine "şefaat
kıl katresi düşene Yâ Hüseyin" diyerek sakka suyundan serper. Daha
sonra tekrar dâr'a durup, şu tercemanı okur:
·
3)
"Bism-i Şah Allah, Allah!..
Hûda hakkı
için hizmetimi kabul et ey şah!..
Bi -hakkı Âl-i
Abâ ve Âl-i dergâh...
Hüseyin-i
Kerbelâ nûr-i hakkı için
Beni bu
dergâhtan ayırma ey ganî şah!
Erenlerden
haklı hayırlı himmet...
Şey'en
lillâh... Allah eyvallah Hü.. dost!..11
Veya şu: Tercemanı da okuyabilir:
·
4)
Bişm-i Şah Allah, Allah!..
Hü.. İmam Hasan, İmam Hüseyin Şah şehit desti Kerbelâ.
Seyyid-i Seyfi Sakka, Selman-ı Fahrisi aşkına Allah eyvallah Hü.. dost..
BABANIN OKUDUĞU HİZMET TERCEMANI
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Allah bir
Muhammed Ali nûr-ı hakkı için, hizmetiniz kabul olsun, muradınız hasıl olsun. Hak erenler hizmetinizden haberdar olsun.
Hizmetiniz kırklar ceminde yapılan hizmetlerden sayılsın. Pîriniz şefaatçiniz
olsun Hak erenler hizmetinizin tekrarını nasip etsin, Hü. Allah dost”
MÜASAHİP HUTBESİ
"Bismillahirrahmanirrahim,
Allahümme inni
eşhüedike ve kefa-büke seyyiden vel melayüketül arşike yek büke kavle
müsahip."
NAD-I ALİ DUASI
"Bismillahirrahmanirrahim,
Allahümme ente samed-i min indeke, meded-i bi Hak kın nad-ı aliyyel masharûl
acayibin tecidihu avnen nake fi enne vayibi hammin ve gammin seyenceli, bi
azametike Yâ Allah, Yâ Allah, Yâ Allah,
Ve bi nûr-i
Nübüvetike, Yâ Muhammed, Yâ Muhammed, Yâ Mu-hammed.
Ve bi nûr-i
Velayetike, Yâ Ali, Yâ Ali, Yâ Ali.
Ve bi Nûr-i
İsmetike Şah Hasan, Şah Hasan, Şah Hasan.
Ve bi Nûr-i
İsmetike Şah Hüseyin, Şah Hüseyin, Şah Hüseyin.
Hatice-tü
Kübra, Fatıma-tü Zehra ayrül nisa âlemin.
Edrikni,
Edrikni, Edrikni Yâ Ali,
Yâ müfafili
hali haline ahsenül hâl lâ feta illâ Ali lâ seyfe illâ Zülfü-kar. Esselâtü
vesselâm ya Resûlullah, Esselâtü ve vesselâm Yâ Aliyyel veliyullah.
YEDULLAH ÂYETİ
"İnnellezîne
yübâyiûneke innema yübâyinûnallahe yedullahi fevka eydîhim femen nekese fe
innema yankiisü âlâ nefsihi ve men evfâ bima âhede aleyhullâhe feseye'tihi
ecren azîmâ" (42)
TESLİMA
TERCEMANI
"İnnallahe
ve melâiketiihi yusallûne alen Nebî yâ eyyühellezî-ne âmenû saHû aleyh ve
selimû teslîmâ" (43)
İKRAR TERCEMANI
Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Hamdüllillâh
kim ben oldum bende-i hass-ı Hûda
Cân-ü dilden
aşk ile hem çâker-i Âl-i Abâ
Râh-ı
zulmetten çıkıp doğru yola bastım kadem
Hâb-ı
gafletten uyandım can gözüm kıldım küşâ
Mezhebim hak
Ca'ferî'dir gayriye ben el yudum
Yetmiş iki
fırkadan oldum berî bî-riyâ
On iki İmam
bendesiyim Gürûh-u Nâcîyim
Pîrim üstadım
Hacı Bektâş Velî ve Süceaddin Velî kutb-i Evliyâ
Hak deyip bel
bağladım ikrar verip erenlere
Mürşidim oldu
Muhammed Rahberimdir Murtazâ
Ber cemâl-i
Muhammed Ali, Kemâl-i Kadir İmam Hasan ve İmam Hüseyin alâ
Bülend'e râ salâvât."
MÜSAHİPLİK TERCEMANI
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Hamdüllillâh
Vâsıl-ı Didâr-1 Hak olduk bu gün
Küllü müşkil
hâl olup esrâr-ı Hak olduk bu gün
Bâde-i aşk-ı
İlâhî şükür nûş kıldık bu gün
Mâsivâdan el
çekip mest-i ebed olduk bu gün
Ber cemâl-i
Muhammed Ali, Kemâl-i Kadir İmam Hasan ve İmam Hüseyin alâ
Bülend'e râ salâvât."
TIĞ-I BEND TERCEMANI
"Hizmet-i
Merdan ile dil bendini
Kuşuvare
kılmışam pîr bendini
Rehber ile
ettim iktida
Taktı Selman
boynuma tığ bendimi."
BELE TIĞ - BEND BAĞLANIRKEN OKUNUR
·
1)
"Bismillâh, bel Millete hanefiyyen ve men dahalehu kâne âme-na"
·
2)
"Nasrûn Minallahi ve Fethün Karip ve Beşşeril-Mü'minin Yâ Muhammed"
CEM DAĞILIRKEN
Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Oturanın,
duranın, koğlsuz gıybetsiz evine varanın; on iki İmamları, nad-ı Ali'yi okuyup
yatanın Allah işlerini rast getirsin.
KURBAN
TEKBİRLEME TERCEMANI
·
1)
"Allahiimme! İnni vecchetü vechiye lillezi fataras semâvâtı vel- ardi
hanifen ve maâ ene minel-müşrikin" <44)
·
2)
"Fe Lemmâ Eslemâ Ve Tellehii Lil Cebîn-Ve Nâdeynâhii En-yâ İbrahimü-Kad
Saddakter Rii'ya İnni Kezâlike Neczil Muhsinîn - İn-ne Hazâ Le Hüvel Belâül
Mübîn-Ve Fedeynâhü Bi Zibhın Azim" <45)
"Fermân-ı Celîl, kurbân-ı
Halîl, delîl-i Cebrail, Teslim-i İsmail" tekbira diyerek şu tekbir
getirilir:
·
—
"Allah-ü Ekber, Allah-ü Ekber, Allah-ü Ekber...
Eşhedü en Lâ
İlâhe İllah Vallâh-ü Ekber... Allah-ü Ekber Ve Lil-lâh'il hamd"
·
—
"Allah-ü Ekber, Allah-ü Ekber, Allah-ü Ekber...
Eşhedü en Lâ
İlâhe İllah Vallâh-ü Ekber... Allah-ü Ekber Ve Lil-lâh'il hamd'1
·
—
"Allah-ü Ekber, Allah-ü Ekber, Allah-ü Ekber...
Eşhedü en Lâ
İlâhe İllah Vallâh-ü Ekber... Allah-ü Ekber Ve Lil-lâh'il hamd"
DÂR TERCEMANLARI
1) “Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Cân-ı dilden
bel bağlayıp evliyâ erkânına
Hamdü lillâh
yine durdum pîrimin divanına
Çok kusurum
var aman el aman
Zikrederek
sığınıp geldim, erenler lütf-u ihsanına
Canım kurban
tenim kıldım bu yola tercüman
Allah eyvallah
candan pîrimin fermanına
Ber cemâl-i Muhammed
Ali, Kemâl-i Kadir İmam Hasan ve İmam Hüseyin alâ
Bülend’e râ salâvât, Allah eyvallah erenler"
2)
"Bism-i Şah Allah, Allah!..
Eyvallah Baba
erenler, aman dedik mürüvvete düştük. Pîr eşiğine niyaz eyledik, erenlerin
Dâr'ına durduk. Kusurluymuşuk kusurumuzu kabul edip meydana geldik. Allah
eyvallahımız vardır...
HAYIRLI HAKLI TERCEMANI
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Ya gerçeğim
Otman Baba, dileriz isteriz bizleri yabanda koyma. Bizleri didarından,
katerinden, cemâlinden ayırma. Bizlere sağlık, sefalık, dirlik, birlik,
dervişlik, abdallık, din, iman, itikat, hayırlı, haklı, sabırlı kararlar nasip
eyle. Her şeyin hayırlısını, haklısını ver Babacığım. Sana niyaz ederiz Yâ
Ali Hü..." (Otman Baha'nın yerine, isteyenkendi pîrin ismi
söyenecektir)
İSTEK TERCEMANI
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Hü... isteklerimiz, muhabbetlerimiz, ibadetlerimiz hak olsun.
Hak'kın divanına yazılsın. Gerçeklerin demine, pîrimiz Demir Babanın demine,
oniki İmamların keremine Yâ Ali Hü..."
TARİKATIN TERCEMANI
"Şah
merdan kuluyum, Âl-i âba nesliyim. İmam Cefer-i Sadık mezhebindenim. Güruhu
Nâcî'yim. Ruh Babayiyim. Otman Baba kolun-danım.
Rehberim Muhammed, Mürşidim Ali'dir.
Ber-cemâli
Muhammed Ali, Kemâl-i Kadir, İmam Hasan ve İmam Hüseyin alâ
Bülend'e râ salâvât. Allahümme salli alâ Muhammed ve
Âl-i Muhammed."
SOFRA TERCEMANI
1) Allah,
Allah deyelim. Kadim Allah deyelim.
Geldi Ali
sofrası, ya şah diyelim. Hak getirdi biz yiyelim. Bism-Şah İmam destur buyur.
(Otururken).
·
2)
Allah, Allah! Nimeti celilullah, bereketi Halilullah, hak erenlerim; yedirip
içirenlerin, pişirip kotaranların.arz edip bu sofraya
oturanların, dilde dileklerini, gönülde muradlarını versin. Hak erenler, üçler,
beşler, yediler ve kırklar soframızda hazır ve nâzır olsun. Hak erenlerim, hane
sahiplerinin sofralarına Halil İbrahim bereketi versin, sofraları dolsun
taşmasın, artsın eksilmesin. Her şey gönlünüzce olsun, gerçeğe Hü..( Kalkarken).
·
3)
Bism-i Şah Allah, Allah!..
Allah, Allah,
bu gitti ganisi gele, Hak Muhammed Ali berekâtını vere. Yiyip yedirenlere,
pişirip kotaranlara, nûr-i iman ve aşk ve şevk o-la, gittiği yerler gam ve
gussa görmeye. Hizmet sahibi, hizmetlerinden şefaat bula. Hak erenler,
dirlikten, birlikten ayırmaya. Merde, namerde muhtaç eylemeye. On iki İmam, on
dört masum-u pâk efendilerimizin katarından, didarından ayırmaya. Üçler,
beşler, yediler, kırklar, Gülbeng-i Muhammed. Nûr-i nebî kerem-i Ali, pîrimiz
Hürkâr Hacı Bektaş-i Velî, Seyyid Sultan Süceattin Velî. Lokma hakkına evliyaların
keremine, cömertler cemine gerçeğe Hü.. (Sofradan
kalkarken).
·
4)
Bism-i Şah Allah, Allah!..
Evvel Allah
deyelim, kadim Allah deyelim. Geldi Ali sofrası ya şah deyelim. Şah versin biz
yiyelim...
DEM NİYAZ GÜLBENGİ
1) Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Ber-cemâli Muhammed
Ali, Kemâli Kadir İmam Hasan ve İmam Hüseyin alâ
Bülend'e râ salâvât. Allahümme Sallı alâ Muhammed ve
Âl-î Muhammed.
Vakitler hayr
olsun, hayırlar feth olsun münkir münafık mat olsun, bu vaktin hayırlısı
haklısı gelsin. İçtiğimiz demler kırklar ceminde içilen demlerden olsun. Niyaz
sahiplerinin niyazları kabul muradları hasıl olsun.
Akyazılı Sultanın demi devranı yürüsün. Gerçeklerin demine evli-yâların
keremine gerçeğe Hü!...
·
2)
Bism-i Şah Allah, Allah!...
Ellerimiz dolu
olsun, yardımcımız Şah-ı Merden Ali olsun. Her ne muradla getirdin ise
muradınız hasıl olsun. IMurî Nebî kerem-i Ali,
Gül-beng-i Muhammed. Pîrimiz Seyyid Sultan Süceattin Velî'nin himmetleri,
hidayetleri üzerinizden eksik olmasın. Gerçeklerin demine evliyânın keremine
gerçeğe Hü..
·
3)
Bism-i Şah Allah, Allah!..
Lâ ilâhe
illallâh, Muhammed'en Resûlullah, Aliyyûn veliyullah, Mürşid-i Kâmilullah.
Kâmli-i Mürşüdullah, Hayır hacetlerimizi, hayır dileklerimizi, dergâhında kabul
edici Allah, kabul eder inşallah. Deyelim aşk ile Allah, Allah.. Hayırlar feth olsun, şerler def olsun, münkir münafık mat
olsun, bu vaktin hayrı gelsin, üçlerin, beşlerin, yedilerin demi devranı
yürüsün. Gerçek erenler gözcümüz bekçimiz olsun, gerçeğe Hü!...
·
4)
Bism-i Şah Allah, Allah!..
Hayırlar feth
olsun, şerler def olsun, münkir münafık mat olsun. Nefes söyleyenler,
dinleyenler Hak kın didarını görsün Kul Himmetin (şah beyiti) demi devranı
yürüsün gerçeğe Hü!..
MUHABBET DAİM TERCEMANI
Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Ber-cemâli
Muhammed Ali, Kemâl-i Kadir, İmam Hasan ve İmam Hüseyin alâ
Bülend'e râ salâvât.
Allahümme
Salli alâ Muhammed ve alâ Âl-î Muhammed.
Hü!.. Dolularımız daim olsun, sohbetimiz kaim olsun. Bu gitti
ganisi gelsin, oyalanmasın tez gelsin. Pîrimiz Murtaza Ali hayırlısını haklısını
versin. Gerçeklerin demine, on iki İmamların keremine Yâ Ali Hü...
SORGUYA CEVAPLAR
Bektâşilikte
Destur; yani "İcazed" alabilmek, ikrar verip Hak Muhammed Ali yoluna
girebiimek için bir tâlibin bilmesi gerekenler:
Soru: Kapıda
ne üzerinde durursun ?
Cevap:
İkrar üzerinde.
Soru: Kapı
eşiğinden murad nedir ?
Cevap: Kapı
Şeriattır: Zâhır ve bâtın ilme işarettir. İçi ve dışı Mu-hammed
Ali'den ibarettir. İki kanadı da Hasan ve Hüseyindir. Eşik ise "Sırât-ı
Müstakim" dir. Ayni zamanda Tarikatın birinci basamağıdır.
Soru: Post
nedir ve cihâr köşe Post ne demektir ?
Cevap: Post,
Pîr evinde; yani cem evinde bulunan on iki hizmet postudur. On iki İmam'a
işarettir. Cihâr köşe Post ise dört kapıya işarettir.
Soru: Dört
kapı nın anlamı nedir ?
Cevap: Şeriat,
Tarikat, Ma'rifet ve Hakikat kapılarıdır.
Soru: Şeriatta
kimin oğlusun ?
Cevap: Adem
oğluyum/46)
Soru: Tarikatta
kimin oğlusun ?
Cevap: Tarikatta
yol oğluyum.
Soru: Hakikatta
kimin oğlusun ?
Cevap: Hakikatta
Anam "Yer", Babam "Gök" <47) tür.
Soru: Ma'rifette
kimin oğlusun ?
Cevap: Ma'rifette
Kemâl oğluyum.
Soru: Tarikat
dilinde "Baba" ne demektir ?
Cevap: Mürşid
demektir. Pîrin vekilidir.
Soru: Rehber
ne demektir ?
Cevap: Erkân
üzerine yol gösterici; Tâlibi Mürşide götüren kişidir.
Soru: Nerede
ikrar verdin ?
Cevap: Ererler
meydanında, Pîr mukabelesinde ikrar verdim.
Soru: İkrar
verdiğinde elin, başın, kulağın, gözün, özün ve gönlün nerede idi ?
Cevap: Elim
ve başım Mürşidimin elinde idi. Kulağım emanet ve nasihatta idi. Gözüm dîdâr-ı
Muhammed Ali'de idi. Özüm Dâr-ı Manan-surdaidi.
Gönlüm
nefth'te ve Muhammed Ali'de ve on iki imam, on dört Ma'sum-ı Pâk'te ve Hak
erenlerde idi. İkrarım Muhammed Ali'ye idi.
Soru: Âyin-i
Cem'de nereye ve kaç a'za ile niyaz edersin ?
Cevap: Yedi
a'za ile yedi yere niyaz ederim:
·
1- Baş. 2- Ağız. 3,4-
Eller. 5,6- Ayaklar. 7- Bel ve bütün vücut ile:
·
1-
Mürşid Postuna.
·
2-
Mürşidin sağ dizine.
·
3-
Mürşidin sol dizine.
4,5,6-
Mürşidin Vechine (yâ Allah, yâ Muhammed yâ Ali).
7-Mürşidir
elinin içine.
Soru: Mürşidin
ile senin aranda ne gibi bir nişan vardır ?
Cevap: Mürşidimle
benim aramda "Tevllâ" ve "Teberrâ" vardır.
Tevellâ: Muhammed
Ali ve Ehl-i Beyt ve Hak erenlere dostluktur.
Teberrâ: Muhammed
Ali ve Ehl-i Beyt ve onların düşmanlarına, düman olmaktır.
Soru: Mürşidin
kulağına ne gibi bir emanet bıraktı ?
Cevap: Şeriatta
üstüvar ol, Tarikatta haberdar ol, Hakikatta sâbit kadem ol, Ma'rifette pâyidar
ol, dedi.
Soru: Dâr
nedir.
Cevap: Dâr,
Cemâl ve Celâl'in ihate ettiği meydandır ki her maksuda oradan gidilir. Sırât-ı
müstakime delildir. İrfan ve tercüman makamıdır.
TEK MENZİLLİ BABAĞAN BEKTAŞİ ERKÂNI
Tek Menzilli
Babağan erkânında, musahiplik yoktur. İkrar verecek olan cânler; buna nasip
almakta denir.İkrar verecek olan tâlibler, âyin-i
cemin içinden tecrübeli ve anlaşabilecekleri bir çift eski tâlibi, kendilerine
rehber tutarlar. Buna "Ana ve Baba" tutmak denir. Bu kimseler, yeni
yola girecek olan tâliblerin yol atası ve yol anası olurlar. Tâlibler de
onların yol evlâtları sayılır. Kendi evlâtlarından ayırmazlar.
Yeni tâlibler
de Rehberlerini kendi anneleri ve babaları gibi sayar ve severler. Onların
dediğinden kesinlikle çıkmazlar.
Tek menzilli
Babağan Bektâşiler, ikrar verirken erkek için ayrı bir kurban, kadın için ayrı
bir kurban keserler. Babanın huzuruna da ikrar için ayrı ayrı getirilirler.
Âyin-i Cem
evine, önce Baba ve Anabacı girerler. Cem evinin kapışma gelince şu eşik
"Tercemanını" okurlar:
Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Garibim,
yetimim, miskinim, esrarim mürüvvete geldik erenler. Bu gün gülizara geldik,
halimizi arz etmeye dîdâra geldik. İş bu erenleri içeri koyarsanız, kapıdan
girmeye suale geldik!..
Deyip eşiğe
niyaz edilerek içeri girilir.
Hü.. Erenler deyip selâm verilir.
Oturacağı
postun önüne gelip ayakta şu Tercemanı okur: M
Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Ya halim, ya
sabır, ya şükür, ya ahat, ya samet, ya Şeriat, ya tarikat, ya Ma'rifet, ya
Hakikat pirimiz Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî, Sultan Sü-ceattin Velî ve Hüssem Şah
Gani size niyaz ederim ya Ali Hü!..
Diyerek
secdeye varır ve ya Allah, ya Muhammed ya Ali deyip niyazını yapar. Daha sonra
postuna oturup, şu Tercemanı okur:
"Azemte
âleyke ya Ali, ekremtû âleyke ya Ali, eslemtû âleyke ya Ali. Câr köşe post, ya
Allah, ya Muhammed, ya Ali, pirimiz Hünkarımız Hacı Bektaş-ı Velî, Sultan
Süceattin Velî ve Hüssem Şah Gani size niyaz ederim ya Ali Hü!..'1
der.
Babanın
arkasından çırakçı, ayni Babanın geldiği gibi gerekli Ter-cemanları okuyarak,
meydana gelip Babaya niyazını yapar.
Niyazını
tamamladıktan sonra çırakları uyarır. Bundan sonra gelen tâlibler, ayni Babanın
yaptığı gibi sırasıyla bütün Tercemanları okuyarak, Babaya niyaz ederler.
Bu arada
Babanın yanında bulunan "Çırağa11 da elleriyle niyaz ettikten
sonra, âyin-i cem içersinde bulunan bütün cânlara yaş sırasına göre niyaz
ederler. Daha sonra cümleden cümleye diyerek ortaya da bir niyaz edip yerlerine
otururlar.
Niyaza gelme
genellikle yaş ve kıdem sırasına göre yapılır. En son Tâlibin niyazından sonra,
Baba şöyle der:
— Eyvallah
cânlar, namaz kılıp erkân tutup, hizme-t göreceğiz (yapılacak hizmete göre)
hizmetin adını söyler. İçinizde bir-biriyle küslü varsa meydana çıksın der.
Tâlibler:
"Eyvallah Baba erenler" derler.
Bundan sonra
Baba şöyle bir salâvât okur:
ONİKİ İMAMLAR
Bismillahirrahmanirrahim,
Allahümme
salli alâ nuri Muhammed Mustafa,
Allahümme
salli alâ İmam Aliyyel Murtaza,
Allahümme
selli alâ Hatice-tü Kübra Fatıma-tü Zehra,
Allahümme
salli alâ İmam Hasan Hulkî Riza,
Allahümme
salli alâ İmam Hüseyin mazlum şehid-i desti Kerbelâ,
Allahümme salli alâ İmam Zeynel Abidin mahsumu pâk, Allahümme salli alâ İmam
Muhammed Bakır,
Allahümme
salli alâ İmam Cafer-i Sadık, Allahümme salli alâ İmam
Musa-i Kâzım, Allahümme salli alâ İmam Riza
Allahümme
salli alâ İmam Şah Hasanül Askerî, Allahümme salli alâ
İmam Muhammed Mehdi.
Arkasından da şu gülbengi okur:
"Bism-i
Şah Allah, Allah!..
Vakitler hayr
ola, şerler def ola, münkir münafık mat ola. Niyaz sahiplerinin niyazları kabul
ola, muradları hasıl ola, divanı hakka yazıla. Aman
dediğimiz yerde ermiş yetişmiş ola. Hazır ve nâzır olmuş ola. Bakilere hak ömür
berekâtı vere. İmam Hasan ve İmam Hüseyin efendilerimizin ruhu revanları şad
ola, Hayır lı himmetleri üstümüzde hazır ve nâ-zır
ola. Nûr-î Nebî kerem-i Ali, Hünkâr Hacı Baktâş Velî ve Sultan Süce-attin Velî
efendilerimizin hayırlı himmetleri gelsin. Pîrimiz Kutb-i âlem Hünkâr Hüdayi
Hüssem Şah Gâni Sultan efendimizinde hayırlı himmetleri gelsin. Vakitlerinde
haklısı hayırlısı gelsin. Yedi iklim dört köşede yatan erler, evliyâlar,
enbiyalâr gözcümüz bekçimiz olsun. Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk'ün
de ruh-u revanları şad olsun. Ordularımız, havada, karada ve denizde muzaffer
olsun. Devletimizi, iç ve dış düşmanlardan muhafaza eylesin, akşamlarımızın
hayırlısı gelsin, gerçek erenlere ya Ali HüL.
Bunun ardından
bütün tâlibler yere niyaz ederler ve arkasından; herkes birbirine hal sorar.
Hal sorma işi bitince, Baba meydanı açtırır ve hizmetler başlar.
Bunun ardından
hangi hizmet yapılacaksa, o hizmetin hazırlıkları yapılıp, hizmete geçilir.
Örneğin İkrar hizmetini ele alalım:
İKRAR (NASİP ALMA) HİZMETİ
Rehber, ikrar
verecek olan tâlibleri alıp, Mürşide niyaz ettirir ve daha sonra alıp cem
evinin dışına çıkarır.
Gerekli
hazırlıklar yapıldıktan sonra, tâlibleri alıp; cem evinin kapısına gelip şu
"Tercemanı" okurlar:
Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Garibim,
yetimim, miskinim, esrarim mürüvvete geldik erenler. Bu gün gülizara geldik,
halimizi arz etmeye dîdâra geldik. İş bu erenleri içeri koyarsanız, kapıdan
girmeye suale geldik!..
Diyerek eşiğe
niyaz edip içeri girerler. İçeri girince Rehber, önce erkek tâlibi, dört kapı
selâmı vererek Mürşidin huzuruna getirir:
HüL. Erenler:
Esselâm-ı
aleyküm ya ehli Şeriat erenleri,
Esselâm-ı
aleyküm ya ehli Tarikat erleri,
Esselâm-ı
aleyküm ya ehli Ma'rifet nurları, Esselâm-ı aleyküm ya ehli Hakikat pîrleri.
HüL. Erenler:
Uzaktık yakına
geldik. Pîr huzuruna meydana geldik. Tuttuğum tâlib elidir. Sözümü hak eylersen
yolun eridir. Pirimiz Hünkâr Hacı Bek-tâş Velî, üstadımız Hüssem şah Gani
Sultan ve Süceattin Velidir.
HüL. Erenler:
Bir cân geldi
meydana, koç kurban yüzü yerde, özü darda, hali püryan, malı kurban, canı
teslim tercüman ile aldınız kabul ettiniz mi erenler, (üç defa tekrarlanır).
Baba erenler
âyin-i cemde bulunanlara dönüp şöyle sorar:
— Eyvallah
âyin-i cem kardeşler, bir cân gelmiş aman mürrüvet diler. Hak Muhammed Ali
yoluna girip, bizim birimiz olmak ister, ne dersiniz alalım kabul edelim mi ? der.
Âyin-i cemde
bulun tâlibler, "Eyvallah erenler" derler:
Bunun ardından
Rehber, şöyle birTerceman okur:
Hü!.. Erenler:
Şahı Merdan
kuluyuz, Âlî âba neslindeniz, İmam Cafer-i Sadık mezhebindeniz. Güruhu
Nâcideniz, Rehberim Muhammed, Mürşüdüm Ali'dir. Ber-cemâli Muhammed Ali,
Kemâl-i Kadir, İmam Hasan ve İmam Hüseyin alâ Bülend'e
râ Salâvât.
Der ve
arkasından dâr'da duran tâlible birlikte Babanın huzuruna gelip şu Tercemanları
okur:
"Ya
halim, ya sabır, ya şükür, ya ahat, ya samet, ya Şeriat, ya Tarikat, ya
Ma'rifet, ya Hakikat, pirimiz Hacı Bektâs-ı Velî, üstadımız Hüs-sem Şah Gani ve
Sultan Süceattin Velî, der ve arkasından tekrar:
Hü!.. Erenler:
Diyerek şu
Tercemanı okur:"
"Şem-i
teftik hidayettir yüzün
Ehli Naciye
beşarettir yüzün
Suret-i Haktan
işarettir yüzün
Hacc İhram
ziyarettir yüzün
Allah eyvallah
Hü!.. dost!."
Hü!..
Erenler:
"Erenler
aşkına, erenler dergâhında boyun eğip, yüzüm hâl eyledim. Zahmet edip
erenlerden “Tac İzzet" dilerim. Himmet Hak'tan Allah eyvallah Hü!.. dost, el ele el Hak'ka teslim.
Diyerek tâlibi
Babaya teslim eder.
Baba
tâlibierin elini eline alıp şu ’telkîni" yapar:
"Ey Cân!
Erenlerin yoluna imanın varmıdır. Bu bir erenler meydanıdır, gelme gelme, dönme
dönme. Gelirken maldan çıkarsın, dönersen cândan çıkarsın. Elinle koymadığını
almayacaksın, gözünle görmediğini gördüm demeyeceksin, kulağınla duymadığını
duydum demeyeceksin. Kendi belâlına sebât edeceksin, Rehberinin, Mürşüdünün,
Ananın, Babanın sözünden dışarı iş işlemeyeceksin.
Büyüklerine
hürmet, küçüklerine sevgi göstereceksin. Sağındaki melekler şahit olsun mu ? Solundaki melekler şahit olsun mu ?
Yer gök şahit olsun mu ? Burada bulunan cümle cânlar
şahit olsun mu ? Erenlerin kılıcı iki
yüzlüdür, sağa da keser, sola da keser.
Biz seni elden
aldık, yine seni Hak'ka teslim ediyoruz" der ve tâli-bin başını'tekbirler:
Mürşit tâlibin
tacını tekbirleyip başına koyduktan sonra, tâlib Babaya niyaz edip ayağa
kalkar.
Bunun ardından
ikrar veren tâlib, Rehberiyle birlikte; Baba da dahil
bütün cânlara üç defa niyaza gider. Daha sonra, İkrar veren tâlib, üç defa
kapıcıya ( gözcü) niyaz eder. Bunun arkasından da kendisine Rehberlik yapan
kimseye gelip üç defa da ona niyaz eder. Böylece niyaz işi sona ermiş olur.
Daha sonra
Rehber, tâlible birlikte, Babanın önününde Dâr'a dururlar.
Burada Baba
ikrar veren cân'ın üzerine şu Gülbengi okur:
Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Fahrlar mecid
ola, dervişler dertmend ola, erenler anı ceminden, dizarından, katarından
ayırmaya. Gelmiş geçmiş, aşıkan, sadıkan sahibil hayretleri şen ola. Muradları hasıl ola. Divan-ı Hak'ka yazıla. Hak ömür berekâtı vere.
Zahirde hakî, hakikatte bakî eyleye. İkrarlarınız sabit, ehva-liniz salih ola.
Allah erenler, namazlarınızı, niyazlarınızı, hizmetlerinizi erenler meydanında
kabul ve makbul eyleye. Kütb-i Hünkâr Hacı Bektâş-i Velî, Pîrimiz Hüssem Şah
Gani ve Sultan Süceattin efendilerimizin hayırları himmetleri gelsin.
Fahrlerinizin de hayırlısı haklısı gelsin. Erenlerin demine keremine ya
Muhammed, ya Ali Hü!.. dost.
Bu gülbengten
sonra Rehber ve ikrar veren tâlib, yere niyaz edip otururlar.
Bu defa başta
Baba erenler olmak üzere, bütün cânlar, ikrar veren tâlibi tebrik edip,
kutlarlar ve ikrarlarında sabit kadem olmasını
dilerler.
Bundan sonra
da Rehber tâlibi alıp, münasip bir yere oturtur ve oturturken de şöyle der:
"Biz seni
elden aldık, bu defa seni Hak'ka teslim ediyoruz. Sen sana sahip ol. Burada
oturan cânlar cümlesi senin yol kardeşindir. Büyüklere hörmet et, küçüklere
izzet eyle der" der.
Rehber bu
defa, ikrar veren tâlibin eşini aljp; ayni şekilde meydana getirir ve onunda
ikrarı alınır.
İkrar (Nasip
alma) merasimi bitince, sohbet "Ma’rifet" muhabbeti başlar.
Bu muhabbet
sırasında, "Sakî" hazırlamış olduğu şerbeti dağıtır. Bu da bir kurala
bağlıdır. Alevi (Bektâşi cemlerinde şerbete
"dem" denir.
Önce demin
üzerine Sakî, şöyle bir gülbeng okur:
"Allah
Allah eyvallah, demimiz dem ola, muradlar hasıl ola,
divân Hak'ka yazıla. Her ne niyetle geldi ise, hak divânında yazılmış ola. Ak
yazılı Sultanın demine Gazi Ali Babanın himmetine, gerçeklerin demine, keremine
ya AH Hü!...
Bundan sonra
"Sakî" Önce Baba erenlere bir dem sunar. Bunun ardından da Baba şu
gülbengi okur:
Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Dolular dolu
ola, muradlar hasıl ola ve divân-ı Hak'ka yazıla.
A-man dediğimiz yerde hazır ve nâzır ola. Şerler def ola, mü'minler şad o-la,
meydanlar âbad ola. Sırlar mestür, gönüller mesrür ola. Hanedan-ı fukara mamur
ola, erhak Muhammed Ali, gözcümüz bekçimiz ola. On iki İmam on dört masum-u
pâk, on yedi kemerbest efendilerimiz katarından, didarından ayırmaya. Ricayül
gayb erenleri ve kutbül aktab efendilerimizin hayır ve himmet-i âlileri ve sâfa
nâzarları üzerimizde hazır ve nâzır ola, Allah erenler münkür ve münafık
şerrinden emin eyleye. İki cihanda korktuğumuzdan emin, umduğumuza nail eyleye.
Dertlerimize derman, gönüllerimize iman, hastalarımıza şifa, borçlarımıza
edalar ihsan eyieye. Zümreyi Nâciden ve güruhu salibinden eyleye. Allah
erenler, devletimizin kılıcını keskin, milletimizin sözünü üstün eyleye. Gökten
hayırlı rahmetler, yerden hayırlı bereketler ihsan eyleye. Namerde muhtaç
etmeye, dualarımıza dergâhı izzetinde kabul ve makbul eyleye. Vaktimizin
haklısı hayırlısı gele. Dil bizden nefes hak erenlerden ola. Nûr-i Nebi keremi
Ali, pîrimiz Hürkâr Hacı Bektâş-ı Velî, üstadımız Hüssem Şah Gani, Otman Baba
sultan, Süceattin Velî, Demir Baba ve Kızıl Deli Sultan efendilerimizin
hayırları himmetleri gelsin, Ak yazılı Sultanın demi devranı yürüsün.
Gerçeklerin demine ya Ali Hü!...
Bu gülbengten
sonra Sakî, edeb ve erkân içersinde bütün cânlara sıra ile birer dem sunar.
Dem sunma bir
kurala bağlıdır. İçilen bu ilk demden sonra, üçler, beşler, yediler ve on iki
İmamlar aşkına dem içilir.
Baba erenler,
her dem sunuluşta bazı Tercemanlar ve gülbengler okur. Yediler demi içildikten
sonra, cemin zakiri (aşık) İkrarla ilgili üç nefes
söyler.
İKRAR NEFESİ
Kurbanlar
tığlanıp Gülbeng çekildi Gaflet uykusundan uyana geldim Dört kapı sancağı ande
dikildi Üryân püryân olub meydana geldim.
Evvel eşiğine
koydum başımı İçeri aldılar döktüm yaşımı Eranlar yolunda gör savaşımı Cân-ü
baş koyarak kurbana geldim.
Ol demde
uyandı bâtın çırağı üç adım ileri attım ayağı Rehberim boynuma bend etti bağı
Koç kurban dediler imana geldim
Dört kapı
selâmın verûb aldılar
Pîrin huzuruna
çekib geldiler El ele el Hak'ka olsun dediler Henüz ma'sum olub cihana geldim
Pîrim kulağıma
eyledi telkîn
Şah-ı Velâyete
olmuşuz yakîn Mezhebim Ca'fer’üs-Sâdık'ül Metin Allah dost eyvallah peymana
geldim.
Özüm dâr'da
yüzüm yerde durmuşum Muhammed Ali'ye ikrar vermişim "Sakhaahüm"
hamrını anda görmüşüm İçüb kana kana mestane geldim.
Yolumuz on iki
İmama çıkar Mürşidim Muhammed Ahmed-i Muhtar Rehberim Ali'dir sahib-i Zülfikâr
Kulundur "Şâhiya" divana geldim.
Zakir (aşık) buna benzer üç nefes söyler. Bunun ardından bacılar da
üç nefes söylerler. Daha sonra orta açılır ve semahlar başlar. Sohbet muhabbeti
devam ederken bir yanda da semahlar devam eder.
Erkân ve
sohbet muhabbeti sona erince, ikrar verenlerin hazırlamış oldukları şükranlık
yemekleri yenir. Bunun ardından bu cemde hizmet etmiş bulunan bütün cânlara,
hizmet hutbeleri okunur;
Bism-i Şah
Allah, Allah!..
Erenler erkânı
oldu bu gece, kalmadı gönlümüzde şek gümanımız, Ta ki teslim er hak meydanında,
Muhammed Ali yolunda hizmet sahihleri; hizmetlerini eda eylediler pâk pâk.
Ahçı baba,
Sakî baba, Zakir baba, Kapıcı baba, Pervane baba, Sü-pürgeci bacı, Leğender
bacının hizmetlerini kutbi âlem Hacı Bektâş Velî, Pîrimiz Hüssem Şah Gani,
Otman Baba, Sultan Süceattin efendimiz gözcümüz, bekçimiz olsun, gerçek erenler
hizmet sahiplerinin hizmetlerini kabul ve makbul eylesinler.
Oturan, kalkan
pîrcivanın demine, evliyânın keremine hizmet sahiplerinin hizmetlerinin
kabulüne ya Muhammed ya Ali Hü!.. dost.
CEM DAĞILIRKEN OKUNUR
Kadr-i vasilin
ruhu saadet, vasvi cemâlin, ruz-i kıyamet, dem mayii oldu, gam zayii oldu.
Gelmek iradet, gitmek icazet, hak erenler cümle cân kardeşlerimize hayırlı
yolculuk nasip ve müyesser eylisin.
Ber- cemâli
Muhammed Ali, Kemal-i İmam Hasan ve İmam Hüseyin alâ
Bülend'e râ salâvât.
Yâ Allah, Yâ
Muhammed, Yâ Ali Hü!.. dost!..
Lâ fetha illâ Ali lâ seyfe illâ Zülfükâr.. destur riza...
TÂ KAALÜBELÂ'DAN SEVDİK SEVİŞTİK
Tâ kaalûbelâ dan sevdik seviştik Bizimle ezelden yârdır muhabbet (57)
Üstad nazarında ikrar konuştuk Mü'mine kadîm ikrardır muhabbet (58)
Muhabbettir Lâ
ilâhe illâllah
Muhabbettir
Muhammed Resûlullah
Muhabbettir
Ali Şah Veliyullah Üç isim mana'da birdir muhabbet (59)
Allah,
Muhammed Ali ortasında
Beytullah
içinde Hak hâzinesinde (6°) Kudret kandilinde (61) aşk
sahrasında Cibrîl'in gördüğü nurdur Muhabbet (62>
Kudret
kelâmını söyler Cebrail Riza lokması sunar Mikâîl <63) Canı cana ulaştırır Azrail <64) İsrafil <65)
ağzında sûr'dur Muhabbet Muhabbettir yerin göğün direği Muhabbet edenin yanar
çırağı (66> Âşıka Beytullah ma'şuk durağı Hak'kın nazar (67)
ettiği yerdir Muhabbet
Muhabbet
kadîmdir insan içinde Zira can severiz canlar içinde (68> Kırklar
meydanında <69) irfan içinde Muhibbân ceminde güldür muhabbet (7°)
Cân cana (71)
muhabbet etmek erkândır Hûblar meclisine ermek iymandır Zira muhabbetin arzusu
candır
Ki riza
yurdunda birdir muhabbet (72)
Gel berî gel
berî iyman edersen Gelme hakkın değil güman edersen Sırrın tercümandır (73)
beyan edersen Bu halkın içinde sırdır muhabbet
Bu her dem
bahardır bunda kış olmaz Öter bülbülleri dilleri
durmaz
Kokusu
tükenmez hem rengi solmaz (74> Bir aceb
gülzâr-i bağdır muhabbet
Muhabbet
edenler nasîbin alır Muhabbet ederse dert ehlin bulur Serçeşme <75) Muhammed Ali'den gelir Dalgası tükenmez göldür muhabbet
Âşık gülşende
Şırîn-ü Ferhâd <76) Leylâ'da Mecnun'a
göründü Üstad (77) Muhammed Ali'den kuruldu bünyad Tâ ezelden ezel
vardır muhabbet <78)
"Kul
Himmet" makamın özge
makamdır (79)
Muhabbet
mühürü on iki İmamdır
Şâhımın dîdarı
bunda tamamdır (80)
Hakikat
vâsıl-ı yârdır muhabbet.
TÂ KAALÜBELÂ'DAN SEVDİK SEVİŞTİK'İN
AÇIKLANMASI
·
57)
Biz “Kaalûbelâ" dan beri, yani ucu bucağı olmayan
zamandan beri zâtını zâtı-kile sevmekteyiz., ki bu sevgi bizimle vardır ve
devamlı bizimle beraberdir.
·
58)
Muhabbetin bize ezelden yâr olduğunu Üstad nazarından anladık. Üstad bize bu
hakikati gösterdi ve biz de ikrar ettik. Bu ikrarımızda yine ezeldendir. İşte
mü'minler muhabbeti o vakit ikrar ettiler, münkirler de hakikati o vakit inkâr
ettiler. Allah'ın muhabbet olduğunu anlayamadılar ve kabul etmediler.
·
59)
Allah, Muhammed, Ali bu üç isim ayni bir şeydir ve üçü birden muhabbettir.
·
60)
Hakikat Muhammed ve Ali ile zâhir oldu. Fakat, bu iki
tarafla zâhir olan Allah birdir; Allah, hakikatim Muhammed ile Ali'de bildirdi.
Beytullah
insanın kalbidir. Nefs-i emmare ile nefs-i mutmainnenin ikisi birden insan
kalbindedir. Hak yönü, nefs-i mutmainne yönüdür; yani Rahman yönüdür. Nefs-i
emmare ise Şeytan yönüdür.
·
61)
Kudretten maksat aklî melekelerdir.
·
62)
Cebrail, akıldır, muhabbet nurudur. Vücuttaki kafa içersindeki nur, akıldır.
·
63)
Mîkâil’in riza lokmasını sunmasından maksat, hayat sunmaktır. Mîkâil, külli
kudretten hayat verir.
·
64)
Azrail'in cânı câna ulaştırması, bir şekli bir başka şekle sokması demektir.
Meselâ cüz iken kül yapmak, katra iken derya olmak gibi, işte bu işleri yapana
"Azrail" denmiştir.
·
65)
İsrafil söz demektir. Söz olmasaydı bütün âlem hercümerc olurdu. Söylenen bütün
sözlerde gelip muhabbete dayanır.
·
66)
Yerin göğün direği hep muhabbettir; yani yerde ve gökteki her şeyin zuhura
gelmesinin sebebi hep muhabbettir ve sevmek içindir.
Aşığın durağı
olan Beytullah ta insan kalbidir, insan muhabbet ettiği zaman Hak’kın çırağı
insanın kalbinde devamlı yanar.
·
67)
Hak'kın nazar, hep muhabbetten ibarettir. Çünkü Hak, zâten kendini bilip sevmek
için farka geldi. Onun baktığı her şey ve bulunduğu her yer hep muhabbettir ve
muhabbetin kendisidir.
·
68)
insanların birbirlerini sevmelerinin sebebi, hepsinin tek bir can olmalarındandır.Bu da, maddi ve ma'nevi en büyük bir
rükndür. Yani; varlıkta esas, insanların birbirlerini sevmeleridir.
·
69)
Kırklar meydanı diye toplanan meydan zât deryasına,
kâinata teşbih edilir ve kâinatta nisbetlerde mevcut olan iyilik ve kötülük hep
o meydanda görüşülür. Kırklar kelime anlamı bakımından “çokluk" tur.
·
70)
Gülün aslı, göbeği Muhammed, dalı da Ali'dir. Ancak gerek göbeği, gerek dalı,
gerekse yaprakları; tamamı güldür ve hepsi birden Hak'tır.
·
71)
Cân, âşk; cânan, ma'şuktur. Cân, cüz; cânan küllî kudrettir. Ma'şuk o cânan-dır ki, cüzlerine daima aşk sunar ve o zaman muhabbet hasıl
olur. Çünkü, her mümkünü zuhura getiren o muhabbettir.
·
72)
Muhabbetin arzusu candır; yani muhabbeti sunandır. Sunan ve sunulan hep birdir
ve tek bir candır. Muhabbetin arzusu kendinden çıkan canı kendi canına
ulaştırmaktır. Beden ancak can için sevilir. Muhabbet, bir olduğundandır ki Pîr
de, Mürşit te ayni muhabbetir. Çünkü bütün varlık onun eseridir.
·
73)
Tercümanlardaki sözlerden maksat sırrın ayan olması, yani sırrını tercüme
etmektir. Eğer sırrı idrâk edebileceksen gel, yoksa gelme. Zira bu muhabbet
halk içinde sırdır.
·
74)
Kendisinden başka hiç bir şey yoktur ki rengi ve kokusu bozulsun. Zira, muhabbet diğer şeyler gibi hayâl değildir.
·
75)
Muhabbetin serçeşmesi (baş) Muhammed ve Ali'dir. Çünkü Hak, Muhammed Ali'den,
onların ağzından muhabbeti söylemiştir ki; İsrafil'in "sûr” u da işte
bundan ibarettir.
·
76)
İşte Şîrin ve Ferhad ta o aşktan tattılar ve bir kül, bir bütün oldular. Yani;
Allah, Muhammed Ali oldular.
·
77)
Mecnun ile Leylâ'ya Üstad'ın görünmesi, Leylâ'nın Mevlâ olması, Mecnun'a
Hak'kın Leylâ'da görünmesidir. Böylece Leylâ ile Mecnun’un ikisinin birden Hak
olmaları, yani mevlâ olmalarıdır.
·
78)
O muhabbet, zâtında ezelîdir. Onun sınırı yoktur. Çünkü,
Allah bizzat muhabbettir.
·
79)
Özge makam demek, Hak makamı demektir; yani "Enelhak" makamıdır.
Özün, makam; vücudun da o makamın mertebeleridir. Ytzün de o mertebelerin toplamıdır
ve Hak'kı yansıtır. Bu sebeple muhabbet te her şeyden önce yüzde ve yüze
tecelli eder. Vücudun diğer organları ancak münferit mertebelerden ibarettir.
·
80)
Muhammed Ali, Nur olduğuna göre mertebeler de on iki imam olur. Zat deryasından
muhabbeti getiren on iki imamlardır. "Şah" ta'biri Hz.Ali'ye nisbeti
iledir ve Allah'a işarettir. Çünkü Hak, Ali'de tecelli etmiştir. Ali'den de
maksat, “ulviyet" tir.
KAYNAKÇALAR
ŞEYH SAFÎ
BUYRUĞU |
: Eski el
yazması nüshalar |
GÖLPINARLI
Abdulbaki |
: Sosyal
Açıdan İslâm Tarihi, İrkilâp ve Aka Yay. İstanbul, I975 |
ŞAKIR Ziya |
: Mezhepler
Tarihi, Maarif kitaphanesi, İst. I967 |
İMAM CAFER
BUYRUĞU |
: Ay Yıldız
Yay. Ankara |
KISAKÜREK
Necip Fazıl |
: Çöle İnen
Nur İst. 1975 |
SUNAR Prof.
Cavit |
: Melâmilik
ve Bektaşilik,ilahiyat Yayınları Ankara, 1975 |
KABAKÇI
Alpay |
: Neyzen
Tevfik İstanbul 1990 |
ŞAPOLYA
Enver Behman |
: Mezhepler
ve tarikatlar Tarihi, İst.1964 |
ULUSOY A.
Celhalettin |
: Alevi
Bektâşi Yolu Hacıbektaş, 1980 |
DERMAN Dr.
Mehmet Ali |
: Evliyâlar
Şahı, c.l. İstanbul, 1975 |
UZUNÇARŞILI
İsmail Hakkı: OsmanlI Tarihi, c. I. ANKARA, 1982
YURDAYDIN
Hüseyin G. |
: OsmanlI
Devleti, 1300-1600, Cem Yay. İstanbul, 1993 |
OYTAN Tevfik |
:
Bektaşiliğin İç Yüzü, İstanbul |
NÜZHET
Sadettin |
: Bektaşi
Şairleri, İstanbul, 1930 |
'■•T 'dn d |
Ğ* ( Kütüphanesi l |
( O ■ ■- Cf ■ '■' V.d... |
192 |
(Kur'an
Şûra sûresi, 23).
·
4)
Buharî, Müslim ve öteki hadis kitapları.
·
5)
Deylemî.
6-7) Teberanî.
Camiüs - Sağir
Camiüs - Sağir
·
10) Tırmızî ve
Şerh-i Şifa, s. 694
11-12) Munuzud-dekayık
Teberanî
Camius-Sağir
Buharî ve
Müslim
Buhari
Kur'an Azhap
sûresi, 57
Sahibi Müslim
Timrizi
(Azhap
sûresi 56).
Mezhepler
ve Tarikatlar Tarihi, Enver Behnan ŞAPOLYA, İstanbul, 1964.
Yer Şuhud
âlemine, gök’te Ma'na âlemine işarettir. İnsan her iki âlemin yavrusudur ve bu
ikisi arasında gelip gitmektedir.
Anlamı şudur:
"Ben adami kendi suretimde halk ettim" Bu bir Hak emri oldu.
Kur'an Araf
sûresi, 23
Kur'an
Maide sûresi, 67
Teberanî
Kur'an Enfal
sûresi, 27
Kur'an Nisa
sûresi, 59
Camius-Sağir
Caius-Sağir
Deylemî
Mezhepler ve
Tarikatlar tarihi - Enver Şapolya - 1964- İstanbul
Sayfa 8'de
Süceattin Velî Dergahı görülmektedir.
Kur'an
Saaffaat sûresi, 100-101-102
Kur'an
Saaffaat sûresi âyet, 103-104-105-106-107
Maşrık
ile Mağrıp arasında, hep onun yüzü vardır. Nereye bakarsan her yerde Hak’kın
yüzünü görürsün.
"Hak
Tealâ Ademe secde edin” dedi ve bu bir Hak emri oldu.
- Toprağa
secde etmekle cennet bulunmaz. Ne zaman ki, insana secde edersin o zaman cenneti
bulursun. Zira Hak, insandadır. Hak'kı'ın varlığı insanın varlığı iledir, işte
her şeyin sen olduğunu bildiğin zaman cenneti de bulmuş olursun. Şeytan, insana
(yani Adem)'e secde etmediği için, cezaya
çarptırıldı. Sen de şeytan gibi olma.
- Meyhaneden
maksat aşk evidir. Yani insanın kalbidir ve gönlüdür. Gönlün meyi de aşktır,
sevgidir. Yani insanı sev, insandaki güzelliği sev, insandaki ruhu sev ki, onun
gönlüne giresin ve Hak olasın.
- Ar'af
sûresi, 23: "Rabbim kendime yazık ettm. Eğer sen beni bağışlamaz ve bana
merhamet etmesen, ben kaybedenlerden olurum" demektir.
Açıl
yâ kapıların en hayırlısı
Kur'an
Azhap sûresi, âyet 56: "Allah'ü Tealâ ve Melekleri “Nebi
Aleyhisselâ-ma" salâvât ederler. Ey mü'minler! siz
dahi ona savlâvât ve selâm edin" buyurmuştur.
Kur'an
Fetih sûresi, âyet 18: Allah razı ol kimselerden ki, cennet ağacı altında
"biat" ettiler.
Kur'an
A raf sûresi, 23 : "Rabbim kendime yazık ettim. Eğer beni bağışlamaz ve
bana merhamet etmezsen, ben kaybedenlerden olurum"
(Kur'an
Fetih sûresi, 18). : Anlamı şudur: Allah razı oldu o kimselerden ki, cennet
ağacı altında "biat" ettiler.
Anlamı şudur:
“Şunlar ki biat ettiler. Allaha biat ettiler. Allah'ın eli onların
ellerinin üstündedir. Elini verip, ahtını bozanların vebâli gene
kendilerinindir. Allaha verdiği aht üzerine duranlara cennet bahş
olunur"
Anlamı şudur:
"Allah'ü Tealâ ve Melekleri "Nebi Aleyhisselâma" salâvât
ederler. Ey mü'minler! siz dahi ona savlâvât ve selâm
edin" buyurmuştur.
Kur'an
Saaffaat sHuresi, 100-101-102
Kur'an
Saaffaat sûresi, 103-104-105-106-107
Maddi açıdan.
Yer Şuhud
âlemine, gök te Ma'na âlemine işarettir, insan bu iki âlemin yavrusudur ve
ikisi arasında gidip gelmektedir.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar