TALÂT AYDEMİRİN HÂTIRALARI
Talât
Aydemir’in cezaevinde tutuklu bulunduğu sırada kendi el yazısı ile yazmış
olduğu biyografisinde hayatı şu şekilde özetlenmiştir :
«1333
yılında Bilecik İlinin Söğüt İlçesinde dünyaya geldim. Harp Malûlü Necip
Aydemir’in oğluyum. İlk öğrenimimi Adapazarı Cumhuriyet Okulunda. Orta
Öğrenimimi Kadıköy Erkek Lisesinde tamamladım.
1
Eylül 1934 tarihinde Kuleli Askeri Lisesine girdim. 5 Mayıs 1937 yılında Harp
Okuluna devam etmeğe başladım ve 31 Mayıs 1939 yılında da Harp Okulunu
bitirerek ordu saflarına katıldım.»
Aydemirin
kısaca hayat hikâyesi şöyle devam etmektedir :
Topçu
asteğmeni olarak Halıcıoğlunda’ki Topçu Okulu’ııda temel eğitimi gören Aydemir
30 Kasım 1939 yılında teğmenliğe terfi etmiş 11 Ekim 1940 yılında
Kırklareli’nde bulunan 43 üncü Topçu Alayı yedinci bölüğüne takım kumandanı
olarak atanmıştır. Aynı birlikte 30 Ağustos 1943 yılında Topçu Üsteğmenliğine
yükselmiştir.
18
Ekim 1946 yılında 52 inci Topçu Alayı Birinci Bölük Komutanlığına atanan
Aydemir 30 Ağustos 1947 yılında yüzbaşılığa terfi etmiş ve aynı yılın 30
Ekiminde Kara Harp Akademisi giriş sınavını kazanmıştır. Staj için üç ay 16 mcı
Piyade Alayında üç ay piyade tekamül kursunda, iki ay Süvari Binicilik
Okulunda, bir ay üçüncü Zırhlı Tugay’da 1 Ekim 1948 yılında, bir ay üçüncü
Zırhlı Tugay’da staj görmüştür. 1 Ekim 1948 yılında ise girdiği Akademi’den 1 Ağustos
1949 yılında Kurmay yardımcısı olarak mezun olmuş ve Sivas’taki 12 nci Tümen,
üçüncü Şube Müdür Yardımcılığına getirilmiştir. Daha sonra- yine Sivas’ta
Onuncu Topçu Alayı 9 uncu Bölük Komutanı olarak kıta hizmeti yapan Aydemir
sonraki günlerde Kara Harp Akademisinde düzenlenen «Doktrin, kursuna katılmış
ve yeniden sınavla Harp Akademisine girmiştir.
1954
Ağustosunda Akademiyi bitiren Aydemir 28. inci Topçu Alayı S-2 subaylığına iki
ay sonra da Genelkurmay Lojistik Başkanlığı Plan Şubesine atanmıştır. 30
Ağustos 1955. yılında Senbenoit Fransız Lisesinde 1 yıl süre ile lisan
kurslarını izlemiş 1 Ekim 1956 da Kara, Hava ve Deniz müşterek Akademisine
girmiş ve 1 Mart 1957 yılında burayı da başarı ile bitirmiştir. Aydemir
İhtilâlci ve ilerici fikirlerini ilk defa bu yıllarda uygulamağa başlamış,
silâh, ideal ve ihtilâl arkadaşları ile birlikte ilk komiteyi kurmuştur.
1
Mayıs 1957 yılında Fransa’da ki «Şhape» Karar-rargâhmda üç ay süre ile «Görev
Başı» kursuna gitmiş 30 Ağustos 1957 yılında da Elazığ’daki 40 mcı Motorlu
Topçu taburu kumandanlığına atanmıştır.
Yarbaylık
rütbesine 30 Ağustos 1958 yılında yükselmiş, Siirt’teki 12 inci Tümen Dördüncü
Şube Mü. dür lüğünde bulunduktan sonra Birinci Köre Tugayı .Üçüncü Şube
Müdürlüğüne atanmıştır.
1959
yılı Haziran ayında Türk Tugayı ile Kore’ye giden Aydemir 8 Ağustos 1960
yılında Kore’den dönmüş, 30 Ağustos yılında Albaylığa terfi ederek 12 Eylül
1960 yılında da Harp Okulu Kumandanı olmuştur.
(.•Türk
siyasî tarihinde 22 Şubat Olayları adı ile geçen askerî harekattan sonra
emekliye sevkedilen Aydemir, 21 Mayıs 1963 yılında yarım kalmış olan bu
hareketi tamamlamak için 21 Mayıs 1693 yılında silâh arkadaşları ve kendisine
inananlarla birlikte yeniden harekete geçmiştir.'")
Bu
ihtilâl teşebbüsünün istenilen şekilde son bulmaması üzerine Mamak 1 numaralı
Sıkı Yönetim Mahkemesinde yargılanmış ve idama mahkûm edilerek halikındaki
hüküm 5 Temmuz 1963 yılında yerine getirilmiştir.
İdam
edilen ihtilâlci Albay Talât Aydemir Bayan Şadan Aydemirle evlidir.
Aydemirlerin Tülin ve Metin isimli çocukları dünyaya geldi.
Tülin
Aydemir 21 Mayıs Olayları hükümlülerinden Teğmen Atilla Altuğan’la 21 Mayıs
harekâtının öncesinde nişanlanmıştır.
Talât
Aydemir iyi bir asker ülkücü bir yurtsever olduğu kadar örnek bir aile reiside
olmuştur.
Aydemir
silâh, arkadaşları tarafından da «sözlerini hareketlerine bağdaştıran bir kişi»
olarak tanımlanmaktadır. Albay’ın her iki ihtilâl hareketinde de arkasından
giden silâh ve ülkü arkadaşları bu noktadan hareket ederek kendisi ile kader
birliği yapmışlardır.
Yakın
tarihimizde önemli bir rol oynayan Talât Aydemir mücadelesinin temelini,
Türkiye’nin sosyal gerçeklerine bağlamıştır. Türkiye’nin mutlu yarınları için
gereken reformların öncelikle yapılmasına arzu eden Aydemir, yaşadığı sürece
büyük bir mücadele örneği vermiştir. Gelişen olaylar karşısında Aydemir, sosyal
huzur için yurttaşlar arasındaki yıkıcı çatışma yaratan faktörleri olumlu bir
gelişime yöneltmek çabasını göstermiş Türk halkını çağdaş uygarlığa ulaştırmak
için devrimci hareketleri benimsemiştir.
Yürütülegelmekte
olan sistemle çıkarcıların, ekonomik sömürmelerine karşı durmak istemiştir.
Dışarıya kaçırılan veya dışarda bırakılan kaynakların siyasî sebeblerde daha
fazla arttığını gözönünde bulunduran Aydemir bu soyulmaya engel olmak için
devletçi bir ekonomik sistemi prensip olarak kabul etmiştir. Kamu yatırımlarını
ve sosyal yapıyı değiştirmek için ekonomik kalkınmayı kaçınılmaz bir yol olarak
kabul eden Aydemir işsizliği önlemek ve gerçek kamu yatırımlarını organize
edebilmek fikrini de kabul etmiştir.
Tarih
kendi ölçüsü içinde 22 Şubat ve 21 Mayıs hareketini yarınki kuşaklara
aktarırken değerlendirmesini yapacaktır. Talât Aydemir bir yurtsever ve ülkücü
olarak yaşamış hayatını sakınmadan inandığı gerçekler uğruna Türk Ulusuna
armağan etmiştir...
AYDEMİRİN
HATIRATI GÜNÜMÜZE KADAR NASIL GELDİ.
Yakın
tarihimize gerçek anlamda ışık tutacak olan Talât Aydemir’in hâtıralarının
bugüne kadar nasıl geldiğini öğrenmek için biraz daha gerilere dönmek
gerekiyor.
27
Mayıs harekatının öncülerinden ve hazırlayıcılarından olan Albay Aydemir
Kore’de bulunduğu sırada kendi kurmuş olduğu komitenin harekâtı başarı ile
tamamladığını duyduktan sonra anılarını kaleme al-iniş
27 Mayıs’ın en ince ayrıntılarına kadar gelişimini yazmıştır. Aydemir 27 Mayıs
harekâtının başarıya ulaşmasından sonra Anavatana dönmüş anılarını bundan sonra
da aralıksız olarak yazmağa devam etmiştir.
Hatıratının
ikinci bölümünün Almanya’da Bonn’da kursta, iken kaleme alan ihtilâlci Albay bu
bölümde’de Millî Birlik Komitesi’nin çalışmalarını, 13 Kasım ve 6 Haziran
olaylarının (1-2) gelişimini incelemiştir. Aydemir anılarında kamu oyunda en
fazla ismini duyuran 22 Şubat olaylarına. da geniş yer vermiş, kendisi ile
birlik olduğu halde sonradan verdiği sözü geri alarak yapılmasa gereken
hareketlerden vazgeçen rütbe sahibi kişilerin gerçek hüviyetlerini ortaya
koymuştur.
Aydemir
hâteatmın en ilginç bölümünü 21 Mayıs Olayİarı’indansonra Mamak Askerî
Cezaevinde tutuklu bulunduğu sırada, kaleme almıştır.
(.Cezaevi,
yöneticilerinin sıkı kontroluna ve insanlık dışı davranışlarına rağmen Aydemir
burada, kaleme aldığı anılarını güçte olsa dışarıya çıkarmayı başarmıştır.
Anılar Aydemirde beraber idam edilen en yakın ideal arkadaşı Fethi Gürcan’ın
sevmek için koğuşa katlar aldığı üç yaşındaki ufak kız çocuğunun koy_ nuna sokularak
dışarıya kaçırılmıştır.)
Son
günlerim cezaevinde arkadaşları Erol Dinçer, Osman. Deniz, Fethi Gürcan ile
birlikte geçiren Aydemir Mamak Cezaevinde yazdığı anılarının son yapraklarını
Erol Dinçer’e teslim etmiştir. Akşehir Cezaevine nakledilen Süvari Üsteğmeni
Erol Dinçer burada ihbar sonunda aranılmış ve kendisine zor kullanılarak
yaranda bulunan notlar hiçbir zabıt tutulmadan gas-ibediliBİştir.
Aydemir’in
son günlerini geçirdiği Ankara Merkez Cezaevinde yazdığı anılarının otûz
sayfalık bir kısmi ise infaz gecesi Cezaevine gelen Sıkı Yönetim ilgilileri
tarafından eşyaları içinden gizlice alınmıştır. Bu arada Aydemir’in hâtıraları
arasında yayınlanması için üzerine bazı açıklamalar yazdığı Babuef’ün Devrim
yazılan isimli kitabı’da görevli bir- assubay tarafından hücresinde
bıraktığı-eşyaları arasından gizlice
II) 13 Kasım 14’lerin Millî Birlik Konıifesihdeh tasfiye'edilerek: yurt 'dışına ğönderihüesiniıi tarihidir.
2)
.6 Haziran'Hava' Kuvvetleri Kumandanı İffâh Tanseİ’in tasfiyesinin
durdurulması. '
:
alınarak Son Havadis Gazetesi’ne bin lira karşılığında satılmıştır.
Aydemir’in
cezaevindeyken yazmış olduğu son otuz sayfanın halen nerede olduğu
bilinmemektedir.
Aydemir’in
anılarını meydana getiren yazılar dört büyük klasör ve iki ses bandında
toplanmış bulunmaktadır. Aydemir 22 Şubat akşamı harekâtın durdurulmasından
sonra bazı önemli vesikaları saklamaları için teslim ettiği Jandarma Teğmen Cengiz Katum a imza karşılığı verdi
Aydemir’e
cephe alan 22 Şubat Emeklisi Muammer Şahin’e teslim etmişlerdir. Aydemir’in
anıları yazılarına ve bantlardaki sözlerine aynen sadık kalmmak şartı ile
hiçbir değişikliğe uğramadan yayınlanmaktadır.
Bu
arada Akşam Gazetesinde yayınlanan anılar gazetecilik tekniğine göre çok uzun
olduğu için özetlenerek yayınlanmıştır.
İki
cilt halinde yayınlanacak olan. Albay Aydemir’ in anıları Akşam Gazetesinde
yayınlanmamış olan bir çok vesika, fotokopi ve fotoğraflarla gerçekleri bu
kitapta ortaya koyacaktır.
Aydemir’hı
idam cezasının onaylanmasından sonra avukatı Orhan Pekey’in yaptığı itirazla
infaz bir hafta geciktirilmiştir. Avukatın bir hafta sonra yaptığı ikinci
itiraza rağmen Aydemir haklımdaki hüküm yasaların çiğnenmesi pahasına da olsa yerine
getirilmiştir. Yeni Tanin Gazetesi Fıkra Yazan Aziz Nesin tarihin akışı içinde
bu konuyu şu yazısı ile değerlendirmiştir.
KIRK SEKİZ SAAT
BEKLETİLEN GEMİ
AZİZ
NESİN
Dünya tarihinin en alçakça yargılanmalarından biri belki de başlıcası Mithat Paşa dâvasıdır. Bu dâvanın acı sonu ve o korkunç siyasî cinayet, satılmışlarını bu siyasî dâvada oynadıkları alçakça rol bir yana, bu eski olayda beni ençok üzen, Ahmet Mithat Efendi gibi büyük bir yazarın, yazılarıyla Abdülhamit’i desteklemiş, bir büyük caniyi haklı göstermeye çalışmış olmasıdır.
Bilindiği
gibi, Anayasa «Teşkilât-ı Esasiye Kanunu» yapıcısı Mithat Paşa,, Yıldız’daki
uydurma mahkemede, kiralık yargıçlar önünde, yapma ve uydurma suçlardan mahkûm
edilir. Sonradan boğdurulacağı zindana sürgün edilecektir. Bir gemiye
bindirilip, gemi kalkar... Ama Boğaz’dan dışarı çıkmaz. Kızkulesi önüne gelinde
demir atar, durur. Kırksekiz saat burada yatar gemi, ondan sonra yol alır.
Meraklı birkaç kişi, geminin neden Kızkulesi önünde demirleyip kırksekiz saat
kaldıktan sonra yola çıktığını birtürlü anlıyamamışlar. Pek öyle üstünde durup
düşünen de yok ya... Mithat Paşa kimdir, ne yapmak istemiştir, Abdülha-mit ona
neden kızmıştır? Bütün bunlar kimin umurunda... Ama yine, ne de olsa birkaç
meraklı var. Mithat Paşa’mn bindirildiği geminin kazanı mı patladı; maki-nası
mı bozuldu, daha yolun başında dibi mi delindi ? Nedir, ne oldu da gemi birkaç
yüz metre açıldıktan sonra, kırksekiz saat Kızkulesi açığında demir atıp durdu
?
Yakınlarından
olanlar, bir yolunu bulup uygun biçimde bunu Abdülhamit’e sormuşlar.
Padişahların en işkillisi ve en kurnazı olan Sultan Abdülhamit şu cevabı
vermiş:
—
Mithat Paşa’mn uğruna kendisini feda ettiği millet, bakalım onun için ne yapacak,
Mithat Paşa’yı kurtarmaya çalışacak mı, diye merak ettim de, bunu anlamak için
gemiyi hareket ettirdikten sonra Kızkule-si önünde kırksekiz saat, beklettim.
Mithat
Paşa’yı, milletinin Anayasayla yöneltilmesini istediği için, boğdurulacağı
zindanına götürecek olan gemi, kırksekiz saat değil, kırksekiz gün Kızkule-si
önünde demirli kalsa, kimsenin kılının kıpırdıyacağı yok: Sağır bir ortam,
sağırlaştırılmış bir ortam, vurdum duymaz olmuş bir ortam... Tanrının
yeryüzünde-ki gölgesi «Zillullah-ı fil _ âlem» olan Sultan Abdülhamit bunu çok
iyi biliyor. Biliyor ama, işkilli ve kurnaz olduğu için, bir kere daha denemek,
anlamak istiyor.
Mithat
Paşa’mn hapsedildiği gemi, Kızkulesi önünde demirliyken, gazeteler bu karara
karşı yayın yapsalar, İstanbul’da küçük bir kıpırdanma, başkaldırma, ayaklanma
başlangıcı olsa, kurnaz padişah, Mithat Paşa’yı Taif Zindanına göndermekten
vazgeçecek. Ya bir aff-ı şahane, ya bir karar değişikliği... Ama, Mithat
Paşa'nın kiralık, satılık kalemler, hem de en büyük tanınanları, en ünlüleri,
sözde kanun yoluna sokulmuş, bir meşrû biçim verilmiş bu eşsiz siyasî cinayeti
savunmakta, onun doğru olduğunu millete isbata çalışmaktadırlar.
;
Kısaca anlatmaya çalıştığım, ortamın sağırlığını gösteren, bu olay, beni çok
düşündürür. Mustafa Kemal’i düşünürüm; milletinin kurtuluşu uğruna yalnız
rütbelerini, nişanlarını saltanatı suratına çarpan değil, canını ortaya koyan
Mustafa Kemal’i... Makam-ı. saltanatın elinde Mustafa Kemal’in idamı için ölüm
fermanı vardır. Osmanlı Müslümanlığının en ulu, en yüce din adamı, Mustafa
Kemal’in idamına fetva vermiştir.'
Bitiyorum,
pek çokları şimdi söyleyeceklerime sinirlenecekler ,kızacaklardır. Bir varsayım
olarak şöyle tasarlıyorum: İdamına fetva verilmiş Mustafa Kemal’i padişahçı ve
emperyalist uşağı kuvvaiinzibatiye ele geçirip yakalamış olsaydı. Mithat Paşayı
hapsettiği gemiyi de İstanbul Limanında kırksekiz saat bekleten Sultan
Abdülhamit gibi, Sultan Vahdettin de Mustafa Kemal’i darağcma göndermeden,
bakalım ne olacak diye kırksekiz saat, kırksekiz gün, kırksekiz hafta
bekletseydi, ne olurdu, dersiniz ? Uğruna canını, koyduğu insanlar, Mustafa
Kemal için ne yaparlardı?
Bu
varsayımın pekçok kişinin canını sıkacağım biliyorum. Başka birşey, bir başka
varsayım daha söylemek isterim. Mustafa Kemal’in idam fetvasına meşihat mührünü
basmış olan din adamı, bugün aramızda yaşayabilmiş' olsaydı, hepimizden çok
Atatürkçü kesilecek ve herkesten çok «Atam sen ölmedin, kalbimizde,
yaş.ıyorsuuuun!» diye bağırmaktan sesi kısılacaktı.
Toplumumuz,.
Mithat Paşa dönemi sağırlığından bugün ne oranda bir duyarlığa gelmiştir?
Sağır
bir ortanı... Ama gerçek ulus severler ortamın sağırlığına kızmazlar, bilinçle
duyarlı bir ortam yaratmak için yine de çalışırlar.
TALÂT AYDEMİRİN HÂTIRALARI
Yazan
: TALÂT AYDEMİR
Takvimler
1964’ün 5 Temmuz’unu, saatler sabahın 2.55’ ini gösteriyordu. Son dört yılda
çoğu geceler radyonun el değiştirmesiyle, alarmlarla sık sık uykusuz kalan
Ankara’lılar o gece sâkin uyuyorlardı... Şehre bir ölüm sessizliği hâkimdi...
Yalnız Asri Cezaevi’nin önünde gecenin geç saatleri olmasına rağmen büyük bir
kalabalık toplanmıştı... Bütün gözler cezaevinin kapısına çevrilmişti...
Ölüm
sessizliğinin yarattığı gerilim, ve heyecan son haddini bulmuştu ki, cezaevi kapısı
aralandı. İriyarı bir adam kapıdan gülerek çıktı ve gazetecilerin yanma
yaklaşarak:
—
Beş dakika önce işi bitti. Herif hâlâ sallanıyor, dedi...
Konuşan,
zamanın Ankara Valisi Enver Kuray idi.
22
Şubat ve 21 Mayıs ihtilâllerinin lideri Emekli Kurmay Albay Talât Aydemir, son
ihtilâl teşebbüsünden tam 430 gün sonra idam edilerek dâvası uğrunda can
vermişti...
(Aylardan,
beri ölüm hücresinde bekleyen Aydemir, bütün adlî itiraz yolları kapandıktan
sonra 5 Temmuz 1964 sabahı saat 2.30’da cezaevi müdürünün odasına getirilmiş,
infaz heyeti, kararı burada kendisine tefhim etmişti.)
^Sağhk
muayenesi dinî telkinden sonra beyaz idam gömleği Aydemir’in üzerindeki siyah
kazak, gri pantolon ve hiçbir zaman kalbinin üzerinden eksik etmediği
Harbiye rozetini örtmüştü. Bu sırada bazı görevliler gözyaşlarını tutamıyorlar,
Aydemir ise bir ihtilâl liderinin vekarı ve soğukkanlılığı içinde onları
teselli ediyor, hattâ şakalaşıyordu?)
Elleri
kelepçeli olduğu halde sehpeya ilerleyen Aydemir son arzu olarak «Ben yardım
istemiyorum. Kendi işimi kendim görürüm. Sadece ellerimi çözünüz» demiş, ancak
İnfaz Savcısı ellerinin çözülemiyeceğini söylemişti. Bunun, üzerine Aydemir
sehpaya çıkmış, boynuna ip geçirildikten sonra cellâdın düğümü ensesine
yerleştirmek için fazla uğraşması karşısında müdahale etmiş ve «Memleket için
hayırlı olsun» diyerek iskemleyi tekmelemişti. O sırada saatler 2.50’yi
gösteriyordu .
21
Mayıs İhtilâl’inin 1610 sanığı içinde Türk Ceza Kanu-nu’nun 146. maddesine göre
«T. C. Anayasası’nın tamamını tağyir ve tebdil ve ilgaya ve bu kanun ile
teşekkül etmiş olan TBMM’ni iskata ve vazifesini yapmaktan men’e cebren
teşebbüs etme» suçundan, idama mahkûm olan sadece iki kişinin, İhtilâl Lideri
Emekli Kurmay Albay Talât Aydemir ile Emekli Süvari Binbaşısı Fethi Gürcan’ın
cezalarının, infazına dair kanun Resmî Gazete’de 26 Haziran 1964 tarihinde
yayınlanmıştı. Fethi Gürcan ile Aydemir 26 - 27 Haziran 1964 gecesi Askerî
Cezaevi’nden alınarak Asrı Cezaevi’ne getirilmişler ve ayrı ayrı hücrelerde
muhafaza altına alınmışlardı.
21
Mayıs’ın gözüpek ihtilâlcisi Gürcan kendisine karar tefhim edildikten sonra
soğukkanlılıkla kâğıt kalem istemiş ve karısına kısa bir mektup yazmıştı.
Hasta- olduğu için infazın. ertelenmesi yolunda yaptığı müracaat mahkemece
reddedilmiş: bulunan Gürcan daha sonra beyaz gömlek giydi-dirilerek
elleri kelepçeli olduğu halde sehpaya çıkartılmış, boynuna ilmik geçirilir
geçirilmez cellâda ihtiyaç duymadan iskemleyi tekmeleyerek kendisini boşluğa
fırlatmıştı. O sırada, avukatı Orhan Pekey’in bir itirazı dolayısıyla
Ayde-rnir’in cezasının infazı ertelenmiş bulunuyordu. Arkadaşının idam
edildiğinden haberi olmayan Aydemir idam mahallinden tekrar ölüm hücresine
götürülmüştü...
ÂDALET
TARİHİNDE GÖRÜLMEMİŞ SÜR'AT
Aydemir’in
avukatı Orhan Pekey Sıkıyönetim Mahkeme-si’ne yaptığı müracaatta o zaman
Meclis’te «Siyasî suçlarda idam cezasının hapse çevrilmesini öngören» bir kanun
teklifi bulunduğunu bildirerek bu teklif ileride kanunlaştığı takdirde telâfisi
imkânsız bir adaletsizlik doğabileceğini ileri sürmüş ve kanun görüşülünceye
kadar infazın ertelenmesini istemişti.
Ertesi
gün İstanbul’da bulunan Pekey dört sivil polis tarafından Birinci Şube
Müdürlüğü’ne getirilmiş altı saat kadar bekletildikten sonra Ankara’dan uçakla
gelen Sıkıyönetim Savcısı Turgut Akan kendisine itirazın Sıkıyönetim Mahkemesi
tarafından reddedildiğini- tebliğ etmişti.
İdamların
görüşmesi meclislerde aylarca uzadığı halde Başbakan İnönü’nün Amerika’ya
gitmesi üzerine infazların bir an önce yapılması için olağanüstü gayret
gösterildiği mevzuata aykırı olarak yapılan bu tebligat ile daha iyi
anlaşılmıştı. ,
Aynı
gün Adalet Bakanı Sedat Çumralı, Aydemir’in itirazının mesnetsiz ve esassız
olduğunu söylemiş, Devlet Başkanı Gürsel de «Bir ihtilâlin ikince derece
sorumlusu asılır da, birinci sorumlusu asılmaz olur mu? Aydemir’in de hemen
asılması lâzım» demiş, bu demeçler «adlî makamları tesir altında bırakma»
şeklinde yorumlanarak hukukçular arasında sert tepki yaratmıştı.
Sıkıyönetim
Mahkemesi’nin red kararına Aydemir’in Askerî Yargıtay’da itiraz hakkı vardı.
Avukatı Orhan Pekey bir haftalık itiraz süresinin son gününe kadar itirazı
yapmamıştı. 4 Temmuz 1964 Cumartesi günü saat 13’ten itibaren resmî hafta
tatili başlıyordu. Pekey tam 12.57’de Sıkıyönetim Mahkemesi’ne başvurarak
«Askerî Yargıtay nezdinde ikinci itirazını tebliğ etmişti.
Askerî
Yargıtay böyle bir itirazı karara bağlamak için bir süre ile kayıtlı değildi.
Yargıtay karar verinceye kadar ceza infaz edilemezdi. Ne var ki, bir hafta önce
Gürcan’ı idam eden ve asıl mesleği lokantacılık olan Cellâd Mehmet Gürses o
sabah saat 9.30 sularında Akşam Gazetesi Büro-su’na gelerek «Bu gece de Talât
Aydemir’i asacağım. Başgardiyan bu gece infazın yapılacağını söyledi ve hazır
olmamı istedi...» demişti.
Nitekim
Pekey’in ikinci itiraz dilekçesi Sıkıyönetim Mah-kemesi’nce derhal Askerî
Yargıtay’a gönderilmiş, Yargıtay Başsavcısı hemen itirazı inceleyip Birinci
Ceza Dairesi’ne sevketmişti. Resmî tatil başlamış ve mesai bitmiş olmasına
rağmen toplanan Birinci Ceza Dairesi itirazı 15.30’a kadar inceledikten sonra
red kararı almıştı.
Dosya
gene aynı sür’atle Sıkıyönetim Mahkemesi’ne, oradan da Ankara Savcılığı’na
gönderilmiş, 15 dakika içinde gerekli işlemleri tamamlayan Savcılık Aydemir’in
cezasınuı aynı gece sabaha karşı infazına karar vermişti. Böylece cellâdın
kehaneti de gerçekleşmiş oluyordu. Aydemir, itirazının reddedildiğine dair
karar avukatına tebliğ edilmeden idam hükmü yerine getiriliyordu...
Teamüle
göre yabancı bir devlet başkanının Türkiye’de bulunduğu sırada idam cezalarının
infaz edilmemesi gerektiği halde Aydemir’in idam cezası, Pakistan Devlet
Başkanı Eyüp!Han’ın yurdumuzda bulunduğu bir sırada infaz edilmişti’.
ALBAYIM!
ALBAYIMI ŞEHİD ETTİLER...
Avukatının
itirazda bulunmasından bir süre sonra saat 14’te ihtilâlci albay, eşi Şadan
Aydemir, oğlu Metin Aydemir ve kızı Tülin Aydemir tarafından ziyaret edilmişti.
35 dakikalık görüşmeden sonra Metin Aydemir, babasının sıhhatinin normal ve
moralinin çok yüksek olduğunu söylemişti. Aydemir o kadar soğukkanlı ve neş’eli
idi ki, ailesini teselli etmiş, onlarla. şakalaşmış, hattâ gelecek
ziyaretlerinde getirmek üzere bazı siparişlerde bulunmuştu!
Aydemir’in
idamı dolayısıyla gece Asri Cezaevi çevresinde ve Aydemir’lerin Subay
Evleri’ndeki evlerinin önünde çok sıkı güvenlik tedbirleri alınmıştı.
Saat
l’den sonra Ankara Valisi Enver Kuray, Sıkıyönetim Komutanı Cemal Tural, İnfaz
Savcısı Sami Uğur, Adlî Tabip Mahmut Aktopuk cezaevine gelmişlerdi. Bu arada
Ankara Merkez Kumandanı Tuğgeneral Sabrı Koçak da idamı seyrettirmek üzere 11
yaşındaki oğlunu da beraberinde getirmiş bulunuyordu.
Ankara
İtfaiyesi’ne ait 54 numaralı kurtarma aracı idam sehpasını getirdikten sonra
Sıkıyönetim Komutanı Cemal Tural cezaevi önünde güvenlik tedbirlerini kontrol
etmiş, bu arada cezaevine yaklaşan gazetecileri de asası ile kovala-mıştı.
Emniyet Genel Müdürü Ahmet Demir ve Ankara Emniyet Müdürü Ali Ulvi Sulukioğlu
da infazı izleyenler arasında idi.
Aydemir
ailesi akraba ve dostlarıyla birlikte 20-25 kişilik bir grup halinde
hayatlarının en acı gecesini derin bir sessizlik ve kahredici bir hüzün içinde
yaşıyorlardı. Saatleri, hattâ dakikaları sayıyorlardı...
Saat
4,23’te kapının zili acı acı çalmış, kapıyı Metin Aydemir açmıştı. Kapıda bir
sivil polis gözyaşları içinde hıçkırıklarla sarsılarak:
—
Albayım... Albayım... diyordu. Albayımı şehid ettiler!
Ailesi
ertesi sabah Aydemir’in cenazesini büyük bir metanet içinde, tek damla gözyaşı
dökmeden, dimdik giderek teslim aldı. Cenazesinde ailesi ve yakın dostları
dahil olmak üzere dokuz kişi hazır bulundu. Bu sırada askerî birlikler Asrî
Mezarlıkta çok sıkı güvenlik tedbirleri almıştı.
Aydemir
toprağa verilirken talebesi olan görevli bir topçu teğmeni ağlıyordu...
Askerlerin gözleri dolu dolu idi...
;
Cenaze töreninden sonra 21 Mayıs’çı beş Harbiyeli Ay-demir’in mezarını
çiçeklerle donatarak kumandanlarına son saygı görevini yerine getirdiler.
Üniversite öğrencisi olan beş gencin 21 Mayısçı olduklarını yakalarındaki
Harbiye rozetinden anlayan 28. Tümen Kumandanı Burhan Ercan hepsini tevkif
ettirdi. Tümen karargâhında sorguya çekilen Harbiydiler e Burhan Ercan:
—
Ulan... Dirisinin peşinden gittiniz, bir de ölüsünün peşinden mi gideceksiniz?
diye bağrıyor ve hepsinden tek cevap alıyordu:
—
Evet!
Ve
beş Harbiye’li Ankara dışına sürgün edilirken Ankara gecekondularına bakan iki
mezarın içinde dâvaları uğrunda başveren iki ihtilâlci yatıyordu...^
BİRİNCİ
KISIM :
Kore.
1 Haziran. 1960
Şimdiye
kadar hatırat yazmadım. Çünkü babam hayatta iken bana hiç bir surette bu gibi
şeylere heves etme demişti. İlk defa onun bana söylemiş olduğu bu sözlerden
ayrılıyorum. Beni buna zorlayan bu amilin ne olduğunu bilmiyor, ve bu satırları
yazmaya koyuluyorum. Çünkü hâtıralar okadar tazeliğini muhafaza ediyorki,
tesiri altından kurtu-lamadım. Mâzî hemen gözümün önünde canlandı. Hatırladığım
kadarını hiçbir tesir altında kalmaksızın tamamiyle hakikatlere dayanarak
kaleme almayı faydalı buldum. Belki birgün gelir, lâzım olur...
Her
hâdisenin bir evveliyatı olduğu gibi bugün memlekette esen havanın ve kurtuluş
günlerinin de geride bıraktığı izleri bildiğim kadar dile getirip bu kâğıda
nakş edeceğim.
Bir
asker olmam dolayısıyla hiç bir zaman siyasetle uğraşmayı ve sonunda siyasî
hayata atılmayı düşünmedim. Yalnız bir kurmay subay olarak memleketin iç ve dış
politi-kasını daima yakından takip ettim. Memlekette arzu edilen demokrasi
idaresinin yerleşmesini canı gönülden arzu ediyorum, bunun için askerî
düşüncelerimi bu istikamete tevcih ediyorum? Kuleli Askerî Lisesinde tarih
hocamız Ali Rıza Bey, diğer lâkabıyla «Barbon»un tesiri altında kalmıştım.
Rahmetli babam daha küçük yaştan beri beni devamlı surette bu fikirlerle
aşılıyordu. Harbiye hayatım hep böyle geçti. Subay çıkıp hayata atıldığım zaman
bu inanışlarım ve görüşlerim daha ziyade kuvvetlenmeye başladı. Nihayet tek
partili hayattan kurtulup çok partili sisteme geçince bende memleketin
istikbali hakkında büyük ümitler belirdi. Muhalefetin icra tarzı fikirlerime
uygun geldiği için daima, her zaman her yerde fikren destekliyordum. 1950’ye
kadar bu ümitlerle avundum. 1950 senesi memlekete hayırlı istikamet
kazandırmıştı. Neticelerini ağır ağır bekliyordum. Fakat iki sene sonra
ümitlerim kırıldı. Başlangıç çok iyi olmakla beraber seneler geçtikçe istikamet
değişmeye başladı. Bu sıralarda Harp Akademisi öğrenimini bitirmiş, Genelkurmay
Riyasetine tayin edilmiştim. Eylül 1954...
O
zamana kadar büyük karargâhlarda çalışmadığım için ordunun icabında memleketin
istikbalini tayin edecek bu en büyük karargâhın çalışma tarzını gözümde
büyütüyordum. Orduya çok bağlı idim. Bir ordunun yükselmesi için ne lâzımsa
yapmaya hazırdım. Çünkü bir memleketin ordusu şerefini muhafaza edip. Ayakta
durmadıkça o memlekette iç ve dış huzur olamaz. O devlet hiç bir sahada
yükselemez. Memleket dahilinde yapılan bütün inkilâplar orduya dayanarak
yapılabilir. Yurt savunmasını ordu yapar. Hariç devletlere karşı söz hakkımızı
orduya dayanarak kullanabiliriz. Bu inanç içindeydim. Lâkin görev icabı bu
karargâhta bunu anlayan çok az insana tesadüf ettim. Bir aralık Bakanlıklar
arası çalışmalara katıldım. Burada da en seçkin insanlarla temas ettim. Hiç
birisi memleket gayesi ile çalışmıyorlardı. Herkes günlük işlerini mecburiyet
tahtında bitirip. Kendi hayatını istikbalde nasıl tanzim edeceğini planlamakla
meşguldü. Kendi kendime karar verdim. Bu memleketin gidişatı, gidişat değildir.
Bir münevver olarak, bir kurmay subay olarak ilk önce ordu dahilinde
düşüncelerime yakın düşünen arkadaşlarla işbirliği yapıp iktidarda bulunan
partinin Türk Ordusunu ihmal ederek düşürdüğü bu kötü durumdan kurtarma
çârelerinin neler olabileceğini ve ne şekilde hareket edilirse bu vaziyete bir
son verilebileceğini plânlamaya başladım. Bütün düşüncelerimi bu istikamete
yöneltip. Genelkurmay başkanlığında zemin yoklıyarak arkadaş aramaya başladım.
Fikirlerime yatan hemen hemen hiç kimse bulamadığım için ümitsizliğe kapıldım.
Sene 1954...
Bu
karargâhtaki kurmay subaylar hepsi Akademi tahsillerini eski sistemde ikmal
etmişlerdi. Harp Akademilerinin vermiş olduğu baskı altından kurtulamamışlardı.
Çünkü o mektep öyle bir yerdiki, inandığın fikirlerini savunmana hiç imkân
vermez. O baskı altında yetişen subaylar hayatta insiyatiflerini kaybederler.
Daima «Evet efendim» ci olurlar. Hakikatleri haykırmak istedikleri halde
yapamazlar. Daima boyun eğerler. İçlerinde bu haleti ruhiyeden sıyrıla-bilen
çok az kişiyi kahraman olarak, gösterirler. Ben, hamd-olsun, askerlik hayatımda
bu ruha bürünmedim. Bunun içinde mekteplerde çok kaybettim. Ancak fazla ileri
gitmemek şartıyla bana Harp Akademilerinde tevcih edilmek istenen hücumları
pasif mukavemetle geçiştirdim, ilk harp akademisi tahsilini, yani birinci
sınıfını 1949 - 1950 senesindeki Harp Akademisi sistemine göre baskı altında
okuyarak bitirdim. Kurmay Subay yardımcısı olarak mezun oldum. İkinci defa yine
harp akademisinin ikinci sınıfına imtihanla girdim. 1953-54 ders yılında
Akademide okurken artık o senelerdeki baskı izlerinin yavaş yavaş silinmekte
olduğunu gördüm. O zaman şuna inandım. Artık bundan sonra yetişecek kurmay
subaylara daha çok güvenebilirdim. Ve onlarla işbirliği yapabildiğimiz takdirde
Ordunun kalkınmasını sağlayabilirdik. İşte Genelkurmay riyasetinde vazife
gördüğüm 1954 senesinde yeni sisteme göre Harb Akademilerinden mezun olmuş
benden başka hiçbir kurmay subay yoktu. İki denizci kurmay subay müstesna.
Belki onun için fikirlerime uygun kurmay subay bulamamıştım. Herhalde... Derken
1954-55 senesi Harb Akademileri mezunlarının ekserisi Ankaraya tayin oldular.
Bu yeni mezunların Genelkurmay ve Karakuvvetleri komutanlığına atanmaları, için
Genelkurmayda çok çırpındım ve başardım. Çünkü, o zaman eski sistemde yetişmiş
kurmay subaylarda şöyle bir zihniyet vardı. Harb Akademilerinden yeni mezun
olanları hiç bir surette bu gibi karargâhlara sokmayalım ve görev vermiyelim.
Bu zihniyet tamamiyle şuradan geliyordu...
·
1.
Genelkurmay Başkanlığında ne kadar az kurmay subay bulunursa orada
bulunan kurmay subaylar harice daimi veya geçici görevle gitmek şansına o
nisbette fazla sahiptirler.
·
2.
İstedikleri iyi yerlere kendilerini kolaylıkla tayin ettir ekiliyorlardı.
·
3.
En mühimi, yeni sistemde yetişen kurmay subayların yanında bilgi bakımından
zayıf kalmalarıydı. Çünkü yeni yetişen kurmay subaylar, Amerikan doktrinlerine
göre yetiştirilmişlerdi. Halen Türk Ordusu NATO Devletleri orduları içinde
görev alıyordu. Hazırlanan bütün plânlar yeni usullere göre yapılıyordu. Eski
Alman doktrinleri yerine Amerikan doktrinleri konmuştu. Bunları anlayan, eski
sistemde yetişmiş kurmay subaylardan ancak tekamül kursu ,doktrin kursu görmüş
olanlar veya kendi kendini bu sisteme intibak ettirmeye çalışmış olan kurmay
subaylar Ordu da başarı gösterebiliyorlardı. Bunların miktarları o senelerde
çok azdı. Ekserisi zaten çeşitli okullarda öğretmenlik yapıyorlardı. İşte bu
düşüncelerin tahtı tesirinde yeni yetişen kurmay subayları çekemiyorlardı. Hele
kendi statülerini uzun müddet muhafaza edebilmek gayesiyle Akademi sistemini
baltahyarak mevcudun az olması için beş sene müddetle bu orduya kurmay subay
mezun ettirmemişler di. Fakat şahsi menfaatlerin bu orduya hekadar kötülükler
tevlit ettiğini bilemiyorlar, ileriyi görmüyorlardı. İşte sebeblerini
açıkladığım gibi, yeni yetişen kurmay subaylara daha çok güveniyor, onlarda
fikirlerine uygün arkadaşlar bulacağıma kani oluyordum. İstikametimi şimdide bu
yana yönelttim ve eskiden, tanıdığım arkadaşlarla buluştukça fikirlerimi açmaya
başladım. İlkola-rak beni bu vadide anlayan ve bana yanaşan o zaman kurmay
binbaşı olan Sezai Okan oldu. Ve sırasıyla kurmay Binbaşı Osman Koksal ve
Kurmay Yüzbaşı Adnan Çelikoğlu aramıza katıldılar. Sene 1956...
Birgün
artık bu arkadaşlarla tam fikir birliğine varacağıma kanaat getirdiğim için bir
toplantı yapılmasını teklif ettim. Eylül 1956...
Sezai
Okan’ın Yenişehirdeki evinde toplanılması için karar aldık. Bir Cumartesi günü
öğleden sonra ben, Sezai Okan, Osman Koksal randevumuza sadık kalarak geldik..
Fakat Adnan Çelikoğlu işi olduğundan gelememişti. Fakat alınacak karar için
Sezai Okan’a vekâlet vermişti. Sezai’lerin evinde üçümüz uzun boylu konuştuk.
Ben o zaman ilerisi için tasarlanan bütün plânlarımı hiçbir surette açmadım.
Yalnız orduda yapılacak çalışmalar hakkında konuştum.
Ekim
1956 da İstanbul’a yüksek komuta akademisine gidecektim. Zaten bu. toplantıyı
Ankaradan ayrılmadan önce yapmayı uygun, görmüştük. İlk olarak orada vardığımız
karar şuydu. Bu ordunun gidişatının düzeltilmesi için hepimiz elbirliği ile
çalışacaktık. Bunu yapabilmek için daha fazla arkadaşlara ihtiyaç vardı. Herkes
inandığı insanlara bu fikirleri yayacak ümit verilenler tesbit edilmek
suretiyle birbirimize irtibatlandırılacaktık. İlk önce hal edilecek mesele bu
dâvaya inanmış, sadakatle çalışabilecek insanların bulunması, sonra bunların
ordunun, kilit noktalarına getirebilmek için tasarlanan planların sistematik
şekilde tatbik edik mesi idi, Bu ana fikir üzerinde tam bir anlaşmaya vardık ve
birbirimize iyi .şanslar dileyerek ayrıldık. Bu anda arkadaşlarıma nazaran
daha; müsait bir avantaja sahiptim. Çünkü Yüksek Komuta Akademisine gidiyordum.
O devre yirmi dört kişilik deniz, kara, hava kurmay subaylarından bir topluluk,
içersinde altı ayımı geçirmiştim. Aynı zamanda Harb Akademilerinin diğer
öğrencileriyle temas sağlama imkânlarımda yardı.
Ekim
1956 da Yüksek Kumanda Akademisine başladığım andakidüşünceleripn ye
'tahayyüllerim. ‘ kısaca...şuydu: .
Bu
kitle, az da olsa, benim çalışmam'için, müsait bir vasattır. Bütün bu
arkadaşlar kurmay subaylık haklarını almışlardı. Eskiden Kara, Deniz, Hava
Akademilerinde öğrenci olarak okurken bürünmüş oldukları zihniyetten
kurtulmuşlar şahsiyetlerini kazanmışlar, artık kendi insiyatifleri ile hareket
edecek bir durumdadırlar. İnandıkları dâvaları, fikirleri olduğu gibi çekinmeden
savunabilirler, diyordum. İyi bir topluluk içinde resmî derslerimizden başka
memleket dâvalarını, bunların en başında gelen Türk Ordusunun karanlık
istikbaline bir veçhe verilmek suretiyle aydınlığa nasıl çıkarabileceğimizi
tartışabiliriz zannediyordum. Fakat topluluk karsısında bir iki defa yaptığım
denemede yanıldığımı gene anlamıştım. Çünkü istikbal endişesi ile kitle yine
eskiden olduğu gibi Akademi sıralarındaki pasif, şahsiyetsiz ruha bürünmüştü.
Bu gibi hareketleri tehlikeli buluyorlardı. Birkaç arkadaşımızla beraber
yaptığımız çırpınmalar kitle üzerinde müsbet tesir yaratmadı. Bunu anladığım
için kitle içindeki şahısları teker teker yoklamaya başladım. Ekseriya-öğle
paydosu sonlarında arkadaşlarımla temasları sıklaştırmak suretiyle herkesi fikren
tarttım. İlk defa burada fikren anlaşabildiğim insan Kurmay Binbaşı Rafet
Aksoyoğlu oldu. Bu sahada çok hazırlıklı olduğunu gördüm. Kıza zamanda esas
itibariyle anlaşmıştık. Müştereken faaliyete koyulduk. O sınıf içinde
fikirlerimize yatan şu arkadaşlarla sıkı temas sağlamaya başladık: Muhabere
Kurmay Binbaşı Fahrettin Ermutlu, Piyade Kurmay Binbaşı Halil Kayalı, İstihkâm
Kurmay Binbaşı Şeref Olcay, Hava Kurmay Binbaşı Halil Menteş, Hava Yarbay
Mustafa Postalcıoğlu, Topçu Kurmay Binbaşı İsmail Akgün. Daha fazlasını
bulamamıştık. Bu arkadaşlarla zaman zaman ikimiz üçümüz bir araya gelerek
dertleşiyorduk.
Bu
faaliyetlerimi Ankara’da bulunan Sezaiye, Adnan’a yazmak suretiyle bildirdim.
Kendilerinin faaliyet derecelerini sordum. Çünkü Ankarada yaptığımız ilk
toplantıda söyle kararlaştırmıştık. O zamanda orduda böyle bir cereyan
belirmişti. Herkes aşağı yukarı bizim düşündüğümüz esaslar dahilinde birleşmeyi
iş birliği yapmayı arzu ediyordu. Ve beni eskiden beri tanıyan bir çok
arkadaşlarımdan teklifler alıyordum. Başlangıçta bu dört arkadaştan hiç birimiz
birbirimize haber vermeden diğer bir kuruluşa katılmayacaktık. Onun için sık
sık birbirimizi gelişen durumdan haberdar
edecektik.
Ben İstanbuldaki faaliyetlerimi tafsilâtlı olarak Ankaraya yazdım. Yeni hazırladığım
arkadaşlarla daha sık temas edeceğimi, icap ederse aralarından bir kısmının
aramıza dahil edilebileceğini önceden haber verdim. Bu karar üzerine Raf et
Aksoyoğlu ile anlaşmamız daha ileriye vardı. Birgün esas gayenin aramızda
açıklanması bizi birbirimize daha çok yaklaştırdı. Artık en mahrem tasarı ve
plânlarımı ona açabiliyordum. İyi anlaşıyorduk, istikbalde daha emin adımlarla
ilerliyeceğimizi inanıyordum. Yüksek Komuta Akademisi bitmek üzere idi
arkadaşlarımız dağılmadan bir toplantı yapıp bazı kararlar almamız gerekiyordu.
Bunun için yukarıda isimlerini yazdığım arkadaşları Kurmay Binbaşı Ermutlu’nun
evinde toplanmaya davet ettim.
Şubat
1957 de bir Cumartesi günü öğleden sonra bütün arkadaşlar toplantıya geldiler.
Ben toplantıyı aşağıdaki konuşmamla açtım :
«Arkadaşlar...
Buraya
toplanmamızın maksadını hepimiz biliyoruz. Biz kurmay subaylar ordunun bugünkü
durumundan daha iyi vaziyete girmesi için fikren anlaştığımız esaslar dahilinde
kalkınmasına çalışacağız. Artık neme lâzımcılığı bir tarafa bırakıp nihayet
yetişkin ve münavver kimseler gibi düşünmek zamanı gelmiştir. Akademi tahsili
hayatımız bitmek üzeredir. Mesuliyetsiz günlerimiz sona ermiştir, asıl ordu
saflarındaki vazifelerimize başlamak üzereyiz. Yeni vazife yerlerimize iyi veya
kötü olduğumuzu göstermedikçe hayatın bize neler ifade ettiğini anlatmamıza
imkân yoktur. Şu hususu katiyyetle söyleyebilirimki, bizler Akademi tahsilimizi
yeni esaslara göre tamamladık. Yeni doktrinlere yeni zihniyetlerle sahip olarak
yetiştik. Ele alınacak dâvaların plânlamasını iş bölümü sayesinde gayet iyi
yapabilecek durumdayız. Eilirnizde gerçekleştirmeye inandığımız bir plan
vardır. Onu el birliği ile meydana çıkarmak işte bizlere düşüyor. Onun için
hepimiz var kuvvetimizle çalışmalıyız, hepimize başarılar dilerim.»
«Şimdiye
kadar bende bulunan bütün vesikaları imha ettiğim halde bu yazıyı bugüne kadar
saklamıştım. Onun için aynen yazdım.»
Toplantı
gündemde mevcut programa göre devam etti isede bazı arkadaşların çok
hazırlıksız olduğunu gördüm ve bazılarının kafalarında istifhamlar çizerek
irkildiklerini sezdim. Bu düşüncelerimi eve dönerken Rafet’e açtım. Aynı şeyi o
da düşünmüştü. Nitekim ikinci bir defa yapmayı kararlaştırdığımız toplantıya
Gelibolu’dan geziden dönerken arkadaşlara gemide ben ve Rafet hatırlatmamıza
rağmen bu kadroyu toplıyamadık. İkinci toplantıyı yine Ermutlu’nun evinde
yaptık. O toplantıda şu arkadaşlar vardı :
Fahrettin
Ermutlu, Rafet Aksoyoğlu, Halil Kayılı, Halim Menteş ve ben. Diğerlerinin bu
işte çekingen kaldıkları anlaşıldı. Bizde bu hususta kendileri ile hiç bir
surette.temas sağlamadık. Daha başka arkadaşlar bulmak için faaliyetlerimizi
arttırdık. Çünkü İstanbul’da kalmamız, ancak izinli bulunduğumuz bir aya
inhisar edecekti. Ben o zaman Kara Harb Akademisinde hocalık yapan Kurmay Binbaşı
Rauf Gökçe ile teması sıklaştırdım. Zaten daha evvelde tanıyordum. Çünkü
Akademinin birinci sınıfını beraber okumuştuk. Onunla bu vadide anlaştık. Yine
aynı zamanlarda Harp Akademisinin ikinci sınıfında okuyan öğrencilerin
fikirlerini öğrenmek istedim, sınıf arkadaşım olan Topçu Binbaşısı Dündar
Seyhan’ı birkaç defa temasdan sonra tamamiyle bu fi- ‘ kirlerle yoğrulmuş,
hazır buldum. Mart 1597 ayında Sezai Okan, Adnan Çelikoğlu yüksek komuta
kademesinde okumaya geldiler. Onlara hiç vakit geçirmeden teşkilâtın
genişletilmesinin zamanının geldiğini bildirdim. Artık nihai hedefin açık
olarak tayin edilmesinin uygun olacağını düşündüm. Çünkü ne olur ne olmaz diye
o vakte kadar Rafet Aksoyoğlu hariç hiçbir kimseye yaptığımız toplantılarda
hakiki maksat açıklanmamıştı. Hattâ Fahrettin Ermutlu’nun evinde yaptığımız ilk
toplantıda Rafet bana «nihai hedefi açıklayalım» diye toplantıya giderken yolda
ısrar etmesine rağmen, ben kabul etmedim. Toplantı nihayetinde de isabet
ettiğimi anlamış oldum. Çünkü daima yapılan taplantılarda o zamana kadar ordu
dahilinde yardımlaşma, ordunun ana dâvalarının nasıl hal edileceği arkadaşlar
arasında nasıl iş birliği yapılacağı görüşülüyordu. Bundan da düşündüğüm yegâne
gaye henüz hazırlık devresinde idi, arkadaşlarımızla henüz kuvvetli olarak
kaynaşmamıştık. Sonra her ihtimale karşı takip edilebilirdik. Belki yanıhpta
ihanet edende çıkabilirdi, onun için ihtiyatlı hareket ediyorduk, herhangi bir
tehlike halinde verilecek ifadeler herkes tarafından nihai hedef çizilip
kararla ştırılmadığı için bizi şimdilik büyük tehlikelere sürükleyecek durum
yoktu. Rafetle ikimiz şu kararı verdik :
İHTİLÂLE
KARAR VERİLDİ.
Artık
esas gayemizin açıklanması zamanı gelmişti. Ben ve o iyi tanıdığımız bu
arkadaşlarla teker teker randevu verdik ve görüşmek suretiyle gayeyi açıkladık
ve şu şartı belirttik :
«Bunun
nihayetinde muvaffak olmamakta vardır. Veya akamete maruz da kalınabilir. O
zaman ceza büyüktür. Bir manga askerin karşısında kurşuna dizilmeye razı
mısınız?» Diye gayeyi açıkladığımız arkadaşlara soruyor ve karar vermek içinde
en geç yirmidört saat mühlet veriyorduk. Ben, Sezai, Adnan, Fahrettin, Rauf
Gökçe ve Dündar Seyhan ile görüşüp muvafakatlerini aldım. Rafette, Halil Kayalı
ve Ahmet Yıldız’dan muvaffakat almıştı. Hemen hemen bütün bu arkadaşlarımız hiç
çekinmeden derhal razı oldular. Zaten onlarda aynı hislerle dolu imişler.
Birbirimize büsbütün açılmıştık. Artık teşkilâtımızın sağlam bir esasa
bağlanması ve bu arkadaşlarla bir araya gelerek kendi içimizden seçilecek bir
heyete planlama vazifesinin verilmesi, teşkilâtın idare kurulunun tayin
edilmesi gerekiyordu. Bunun için bütün İstanbul’da bulunan arkadaşlarla beraber
bir toplantı yapılması kararlaştırıldı. Rafet Aksoyoğlunun evinde, Üskü-darda
eski Mahmut Şevket Paşanın konağında Mart 1957 de, bir cumartesi günü öğleden
sonra Adnan Çelikoğlu, Osman Koksal hariç (Yalnız Osman Ankaradaydı) toplandık.
Adnan işi olduğunu beyan ederek gelmemişti. Yalnız bu iki arkadaşta bizim
vereceğimiz kararlara iştirak edeceklerini bildirmişlerdi. Orada bulunanlar
şunlardı:
Ben,
I Sezai Okan, Rafet Aksoyoğlu, Halil Kayalı, Fahrettin Errnutlu, Rauf"
Gökçe, Ahmet Yıldız, Dündar Seyhan, Orhan Kabibay.
Mutat
üzere toplantıyı ben açtım. Kısa bir konuşmadan sonra hemen esasa geçildi. Gaye
açıklandı. Çalışmalarımızın neticesi bu memleketi bu gidişatından kurtarmak
için ne lâzımsa yapmak ve icap ettiği takdirde hükümet darbesi yaparak idareyi
ele almak, kararlaştırıldı.
Yalnız
bunun için bir çok hazırlıklara ihtiyaç vardı. İşte o hazırlıkların planlanması
gerekiyordu. .Bu planlamaya geçilmeden evvel ilk önce aramızda dört kişiden
ibaret bir idare kurulunun seçilmesi ve yemin edilmesi gerekiyordu. Gizli reyle
seçim yapıldı. Ö vakit için ben Başkan, Ahmet Yıldız Genel Sekreter, Sezai Okan
ve Rafet Aksoyoğlu üye olarak seçildik. Dündar Seyhan’ın hemen orada
hazırladığı (Halbuki daha evvelden esası hazır olan) yemin suretini Orhan
Kabibay'ın getirdiği tabancanın üzerine elimizi teker teker koymak suretiyle
tamamladık. Büyük heyecan içinde olduğumuz gözlerimizden okunuyordu. İlk defa
komite resmen kurulmuştu. Çünkü hayal gibi gözüken düşüncelerimizin temeli işte
ogün orada atılmıştı. Bundan sonra işin planlanmasına geçilecekti. Planlama şu
hususları ihtiva ediyordu. Sırasıyla ben heyeti umumîyeye arz ettim:
·
1.
Komitenin genişletilmesi,
·
2.
Komiteye alınacak şahıslarda aranılacak vasıfların tesbiti.
·
3.
Komiteye alınma usullerinin kararlaştırılması,
·
4.
Komiteye dahil edilen şahısların ordu dahilinde kilit noktalara getirilme
işinin planlanması,
·
5.
Ordudaki bu kilit noktalarının neler olduğunun tesbiti,
·
6.
Haberleşme sisteminin tayini,
·
7.
Komite içersinde herhangi bir arkadaşın veya arkadaşların bir felâkete
uğraması halinde yapılacak maddî yardımlaşmanın esaslarının tesbiti,
·
8.
Herhangi bir surette yanılıpta komiteye ihanet edebin cezasının tayini.
·
9.
Komiteye dahil olanların riayet edeceği genel prensiplerin neler olacağı,
·
10. Ordunun
kalkınması için lâzım gelen hususların neler olduğunun tesbiti.
Bütün
bu konular hakkında arkadaşlarımız fikren hazırlanacaklardı. Heyeti umumîyenin
teklifi ile bu işlerin ve planın ana hatlarının çizilmesi idare kuruluna
bırakıldı. Ve îdare Kurulunun hazırlıyacağı ana prensiplerin tartışılarak
karara bağlanması kararlaştırıldı. Birbirimize başırılar dileyerek ayrıldık.
Hazırlanacak bu plana şahsen büyük emek verdim. Fikren hazırladığım gibi yazılı
olacakta madde başlarını tesbit ettim. İdare Kurulunu ilk defa toplantıya davet
ettim. Hazırladığım hususları tartıştık, anlaşmaya vardık. Tekrar Genel Kurul
ile bu hususları tartıştık ve neticeye vardık :
·
1.
Komitenin genişletilmesi işi şöyle olacaktı :
Her
arkadaş 'kendi bulunduğu yerde itimat ettiği arkadaşlarını fikren
yoklayacaktı.. Komiteye alınacaklarda aranılan vasıflara uygunsa ilerde bütün
mesuliyet kendisine ait olmak üzere teklif edecekti. Komiteyi teşkil eden bütün
âza-lar ve arkadaşlar o arkadaş hakkında incelemelerini yapacaklar ve rıza
gösterdiklerini genel sekretere bildireceklerdi. Çünkü komite içinde bütün
muhaberat genel sekreterin kanalı ile olacaktı. Ondan sonra idare kurulunun
vereceği kararla teklif edilen arkadaş hangi kademedeki hücreye girecekse
teklif eden arkadaşa bildirilecek ve o kademenin şefine irlibatlandırılacaktı.
Komiteye alınacak her şahıs için üyelere veto hakkı tanınmıştı. Birinci kademeye
altı ay gibi tecrübe safhasından geçmedikden sonra hiç kimse alınmayacaktı.
Komiteye tavsiye edilen arkadaşlar derecesini tayin etmek için muhaberatta
kullanılan ve kararlaştırılan parola şuydu :
Filancanın
(Yani komiteye teklif edilen ismin veya adresin yazılarak) selâm var, çok
selâtn var, gözlerinden öpüyor...) diye bildirildimi hakkında tahkikat o
dereceye göre yapılırdı. Netice teklif eden arkadaşa aynı parola ile
bildirilirdi. Bazen değişik cevaplarda gelebilirdi. «Selâm var -Üçüncü kademe»
«Çok selâm var - İkinci kademe», «Gözlerinden öper - Birinci kademeye» girecek
anlamına, gelirdi.
·
2.
Komiteye ordudan albay. rütbesinden fazla- rütbeye sahip hiç kimse
alınmayacaktı. Bilahare. bunun .içinde karar verilecekti. Komiteyi 1959.
senesine kadar Albay rütbesinden daha yukarı kimse dahil edilmedi. Arada sırada
bazı generallerin fikirleri yoklandıysa da kimseyi dahil etmeye cesaret
edemedik. Zaten henüz kati olarak yanaşan da yoktu.
·
3.
Komiteye dahil edileceklerde aranılacak vasıflar şunlardı:
Şerefli,
namuslu, dürüst olmak. Mazisi tamamiyle temiz olmak, Vatanperver, fedakâr
olmak. Cesur enerjik olmak. Medenî cesaret sahibi olması, fikirlerini herzaman,
heryerde, her rütbede inandığı şekilde savunmasını ve yaymasını yapabilecek
şekilde hareket etmesi, sır saklamasını bilmesi. Aldığı görevi kontrolsuz
yapmaya alışmış olması mevki hırsı bulunmaması, haris olmaması. İşbirliği veya
yardımlaşma zihniyetine sahip olması. Her şeyden evvel memleket menfaatine olan
dâvaları benimsemiş olması, sırası geldiğinde hayatını feda etmekten dahi
çekinmeyecek şekilde fedakâr olması.
·
4.
Ordu dahilinde kilit noktaları önem sırasına göre şöyle tesbit edilmişti
:
Kara
Kuvvetleri Komutanlığı Personel Başkanlığı, Erkan Şubesi, Sınıf dairelerinin
personel şubeleri,
Başvekâlet,
Riyaseti Cumhur ve Millî Müdafa Vekâleti, emir subaylıkları. •
Hususî
kalem müdürlükleri, genel sekreterlikler, Millî Savunma Bakanlığı, Genelkurmay
Başkanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Muhafız Alayı Komutanlığı, Harb Okulu
Kurmay Başkanlığı, Sınıf Okulları Kurmay Başkanlıkları ve buradaki hocalıklar.
Genelkurmay
Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Genel Karargâh Şubeleri, bilhassa planlama
şubeleri.
Zırhlı
Tugay Kurmay Başkanlıkları ve kıta hizmeti gelenlerin tercihan bu kıtalara
atanması.
Ordu,
kolordu, tümen karargâhları, tugay karargâhları, üçüncü şube müdürlüğü ve
kurmay başkanlıkları, yedek subay kurmay okulu başkanlığı veya öğretmenlikleri.
(Ankarada,
İstanbulda, herhangi bir yer de olabilirdi.)
·
5.
Komitenin genel prensipleri :
Bütün
şahısların riayet edeceği hususlar :
·
a)
Hiçbir kimse komitenin haberi olmadan diğer bir komiteye giremez.
·
b)
Komitenin karar altına almış olduğu fikirlerin, düşüncelerin haricinde
konuşma yapılamaz.
·
c)
Komitece benimsenmiş ve bir tek fikir olarak kabul edilmiş olan ordunun ana
dâvalarının halline ait görüşler, aynı, şekilde her yere yayılır, savunulur,
bilhassa büyük rütbeli subaylara, generallere sırası gelince duyurulmasına
çalışılır.
·
d)
Komite içinde hiç kimse şahsî işi ile uğraşamaz. Bu gibi durumlar komitece
vazifelendirilecekler tarafından halledilir.
·
e)
Komiteye yeni üye bulmak için herkes bütün gayretiyle çalışır.
·
f)
Üyeler komiteye mensup olduğunu hiç bir suretle hiç bir kimseye açmağa
yetkili değildir.
·
g)
Komite mensubu hiçbir suretle hiçbir yerinde komiteyle ilgili doküman,
not, adres taşıyamaz. Herşey zihinde muhafaza edilir.
·
h)
Herhangi bir muvaffakiyet halinde iktidar ele geçince herkes bulunduğu
rütbe ile iktifa edecek, ordu dahilinde verilen vazifede çalışmasına devam
eedecektir.
·
i)
Komite mensubu hiç bir siyasî parti ile temas etmi-yecek, ancak komitece
karar alındıktan sonra partilerle işbirliği yapmak yoluna gidilecektir.
k)
Komiteden ayrılmak isteyen her zaman için serbesttir. Haber vermek suretiyle
ayrılabilir. Fakat hiç bir suretle ihbar etmemek lâzımdır aksi takdirde cezası
yine ölümdür. Bu gibi kimselerin komiteye tekrar alınması bahis konusu olamaz.
·
6.
Ordunun kalkınması için hâl edilmesi lâzım gelen ana dâvaların neler olduğu
tesbit edildi. Bunlar sıra ile önceliğe ..göre alınıp etüdleri komitece
hazırlanacaktı. Kati olarak henüz bu çalışmalar yapılamamıştı.
·
7.
Komite dahilinde yardımlaşma, haberleşme usulleri karara
'bağlandı.«Teferruatlı olduğu için yazmıyorum.»
·
8. Herhangi bir
suretle yanılıpta ihanette bulunana karşı ölüm cezası tanındı. İttifakla karar
altına alındı.
İşte
komitenin aşağı yukarı ilk hazırlıkları tamamdı. Bundan sonra teferruatlı
plânlamaya geçilecek ve sıra ile plânlar icra edilecekti. İlk önce tayin işleri
ele alınacaktı. Bundan da hedef birinci derecede Ankara, ikinci derecede
İstanbul idi. Çünkü merkezde bulunmak her şeyi kolaylaştırıyordu. Aynı zamanda
komitenin idare kurulu, ekseri arkadaşlar nerede ise orada teşkil ediliyordu.
Bu suretle plânla-yıcılar daima değişebiliyordu. Hemde idare kurulu üyeliği
muayyen şahıslara inhisar etmiyordu. Bunu şahsen teklif ettiğim zaman ilk defa
olumlu karşılanmamıştı ama sonradan herkes ikna olduğu için karar altına
alındı.
Durum
bu merkezde iken Yüksek Kumanda Akademisini bitirmiş ve iznimi kullanmış olarak
Ankaraya Genelkurmay Başkanlığındaki görevime döndüm O zaman Genelkurmay
Başkanlığı Lojistik Dairesi Plân Şubesinde çalışıyordum.
Nisan
1957...
İKİNCİ
KISIM :
Ankara’ya
geldiğim zaman ilk işim Osman Koksal ile temas etmek oldu. Çünkü o bizim
İstanbuldaki çalışmalarımız-' dan tafsilatlı olarak haberdar değildi. Görüştük.
Alman kararları kendisine tebliğ ettim. Tam bir anlaşmaya vardık. O zaman
Ankarada da komite üyelerinden kurmay binbaşı Fahrettin Er mutlu da Kara
Kuvvetleri Komutanlığı istihbarat Şube Müdürlüğüne vekâlet ediyordu.
Görüşmelerimizi her gün onun odasmda yapıyorduk. Çok emniyetli bir odaydı.
Birgün Fahri kendisinin arkadaşı olan Kurmay Stajyer Topçu pilotu Necmi Bek’i
bana tanıttı ve komiteye alınması için teklif etti.' Kendisi ile Fâhri’nin
odasında yaptığım görüşmede derhal onunda bir komiteye dahil olduğunu ve
durumumuzdan haberdar bulunduğunu anladım. Hemen oracıkta tam itiraf etmedi
isede, lüzumlu bilgiyi verdi. Bu suretle ,bizim komiteyi genişletmek için
yaptığımız teşebbüste diğer komiteden-de bazı arkadaşların içimize dahil olduğu
anlaşılmıştı. Bunlar Ahmet Yıldız, Dündar Seyhan, Orhan Kabibay’dı. Bu suretle
aynı gayelerle çalışan iki komitenin birinci kademeleri birbirinin içine girmiş
oluyordu. Bizim içimize dahil olan bu üç arkadaş, Yıldız, Seyhan,:
Kabibay kendi komiteleri namına vazifelerini gayet iyi yapmışlardı. Bu bakımdan
takdire lâyıktu’lar. Bizim komitemiz bunda aldanmış oldu. Fakat aynı gayelerle
çalışılmış olduğundan kuvvetlerin birleşmesine vesile olundu.
Ertesi
gün Ankarada Ordu Evinde kurmay Albay Faruk Ateşdağlıya tesadüf ettim kendisini
çok eskiden ta teğmenliğimden tanırdım. 43. Topçu Alayında beraber bulunduk, O zaman
çok ateşli, mert bir subaydı. Alayda hareketlerinin hayranı idim. Prensiplerini
benimsemiştim hayatta askerliğin icaplarını, tutumunu ilk defa komutanlıkta
aranan vasıfların tatbikini ondan öğrendim. Benim için en büyük bir rehberdi.
Hiçbir zaman ordu hayatımda irtibatımı kaybetmemiştim. Konuşurken meseleyi bu
vadiye döktüm baktım, onda da bazı işaretler sezmeye başladım. Hemen onunda karşı
komite ile ilgili olduğunu anladım. Çünkü bizim komite' arkadaşlarının
isimlerini sorarak benden tahkikat taleb ediyordu. Bu suretle mesele tamamiyle
açıklanmış oldu. Yalnız burada bir hata yapılmıştı. Faruk bey’in dahil olduğu
komiteden bir arkadaş; yarbay Faruk Güventürk, îstanbulda cereyan eden olayları
ve bizim komite arkadaşlarının isimlerini ona İstanbuldan yazılı olarak
mektupla bildirmişti. Bu emniyeti ihlâldi. Bu durum üzerine Faruk Güventürk’ün
komite arkadaşları kendisi ile tartıştı ve böyle bir hareketin tekrar edilmesi
önlendi. O gün Faruk Ateşdağlı’nın bana yapmış olduğu teklif şuydu :
Artık
olan olmuş, durum anlaşılmıştı. Aynı gaye için çalışan iki komitenin
kuvvetlerinin dağılmaması için birleşil-mesini teklif ediyordu. Bunun için
komite başkanı olarak karar vermeye selâhiyetli değildim. Durumu komite
arkadaşlarına bütün açıklığı ile bildirmem gerekiyordu, ancak onların fikirleri
alındıktan sonra böyle bir karara varılabilirdi. Çünkü bu durum karşısında şu
üç şık vardı :
·
1.
Her iki komitenin derhal birleşmesi.
·
2.
Her iki komiteninde ayrı ayrı çalışarak gelişen durumlardan idare
kurulları vasıtasıyla birbirlerini haberdar etmesi.
·
3.
Bizim komitenin kendi içinde görülmesi arzu edilenlerin diğer komiteye
iltihakı, diğerlerininde ayrı çalışmaları.
Bu
üç hal tarzının fayda ve mahsurları belirtilmek suretiyle ikimiz arasında
tahlil edildi. Her ikimizde birinci hal tarzı için prensip olarak anlaştık. Ben
bu durumu sırasıyla Ankara’da -bulunan Ermutlu’ya, Osman Köksal’a bildirdim.
Onlarda benim düşündüğüm şekle taraftar olduklarını söylediler. Hatta her
ikiside bana «Sen neredeysen bizde oradayız.» dediler. O günlerde Pariste NATO
Karargâhında üç ay süreli olarak görevbaşı kursuna gitmem için emrim çıkmıştı.
28 Nisan 1957 de Parise hareket edecektim. Hemen izin alıp İstanbula gittim.
İlkönce Dündar Seyhan ve Orhan Ka-bibay’ı buldum hiçbirşey söylemedim. Yalnız
Kadiköyünde Hacıbekir Pastahanesinde randevulaştık. Kendileri geldiğinde
ağızlarını aradım. İlk önce inkara kalktılarsada sonradan onlarda itiraf
ettiler. Derhal anlaştık. Ben kendi arkadaşlarımla temas edip durumu ve
kararımızı kendilerine bildirecektim. îstanbuldaki arkadaşlarımı sırası ile
teker teker gördüm: Rafet, Sezai, Adnan, Halil Kayalı Rauf Gökçe... Durumu
kendilerine açıkladım herkesin fikrini ayrı ayrı aldım. Bütün ihtimalleri ayrı
ayrı söyledim. Neticede herhangi kötü bir durum olursa mesuliyet kabul
etmiyeceğimi kendilerine bildirdim. Çünkü komite arkadaşlarımı bu safhaya kadar
ben sürükleyip getirmiştim. Sonra bana keşke birleşmesey-dik diyebilirdi. Fakat
hepsi de itirazsız birleşme fikrini kabul ettiler. Bu durumu Dündar Seyhan’a
bildirdim.. Kendilerine geride kaç arkadaşları olduğunu sordum. Hemen o anda
açıklamadılar. Bunun üzerine şu durum kararlaştırıldı. Her iki komitenin idare
kurulları ilk toplantıyı yapacaklar orada komitelerin programları tetkik
edilecek, ona göre karar verilecek. Beşiktaş iskelesinin üzerindeki kahvede
toplanıldı. Biraz görüşmeden sonra orası emniyetli bulunmadığı için Üsküdara
geçildi İskelenin yanında yüksek bir binanın üst katındaki pastahanede şu
arkadaşlar toplanmıştık.: Ben, Rafet Aksoyoğlu, Sezai Okan, Faruk Güventürk,
Dündar Seyhan Orhan Kabibay, Ahmet Yıldız, Halil Kayalı.
O
günkü toplantıda karşı komiteden program ve plânlarını istedim. Çünkü bana daha
eski bir komite olduklarını, herşeylerinin tamam olduğunu bildirmişlerdi; Fakat
nedense bize hiçbir esas veremediler. «Çünkü olmadığını zan ediyorum.» Onlarda
yeni kuruluş halindeydiler. Veyahut çalışma sistemleri bir plâna dayanmıyordu.
Hazırlıkları söyledikleri gibi tam değildi. Bu hususuda bir tarafa bırakarak
esas olan birleşme işini yüzde yüz olmasada hal ettik. O zaman kendi komite
üyelerinin isimlerini açıkladılar. Şu isimleri bildirdiler :
•
,
Kurmay
Albay Faruk Ateşdağlı, Topçu Pilot Binbaşı Necmi Bek, Binbaşı Mehmet Hazer,
Topçu Binbaşı Şükrü, Tank Yüzbaşı Orhan Erkanlı, Topçu Binbaşı Necati Ünsalan,
Topçu Pilot Yüzbaşı suphi Gürsoytırak.
Bu
arkadaşların ekserisini orada bulunan arkadaşlarım ve ben tanıyorduk, Harb
Akademisinin ikinci sınıfında oku-
Ahmet
Yıldız, Talât Aydemir, Osman Koksal, yorlardı.
0 günkü anlaşmamızı yerine getirmek üzere ayrıldık.
Ben
üç ay için Paris’e gittim. Yerime komite başkanlığını, diğer komite ile kesin
olarak birleşinceye ve ben gelinceye kadar Sezai Okan yapacaktı. Pariste üç ay
kaldığım müddetçe Hava Kurmay Binbaşı Halim Menteş ile beraberdik. Orada
bulunan Hava Kurmay Yarbay Mucip Ataklı’ya komiteye girmesi için teklif ettim
derhal kabul etti. Pariste iken Sezai ile, Rafet ile yaptığım haberleşmede
tatmin edici haber alamıyor ve üzülüyordum. Nitekim Ağustos 1957 de yurda
döndüğümde müşterek komite içinde faaliyet çok azalmıştı Yalnız komiteye iki
arkadaş alınabilmişti. Birisi Kurmay Albay Naci Asutay .diğeri Kurmay Binbaşı
Necdet Uruğ idi. Ben hemen yeniden bir toplantı yapılmasını teklif ettim.
Bostancı’da Dündar Seyhan’ın evinde toplandık. Orada şu. arkadaşlar vardı:
Albay
Faruk Ateşdağlı, Yarbay Faruk Güyentürk, Albay Naci Asutay, Dündar Seyhan,
Orhan Kabibay, Binbaşı Necati Ünsalan, Binbaşı Şükrü, Rafet Aksoyoğlu, Halil
Kayalı, Rauf Gökçe Ahmet Yıldız.
İlk
iş olarak ben Albay Faruk Ateşdağh’nın Komite içersindeki durumuna itirazettim.
Bu. komitede bulunduğuna göre başka daha büyük rütbede veya aynı ayar rütbede
subayların dahil bulunduğu bir komiteye dahil olabilirdi., diye düşünüyordum.
Açıklamasını istedim. Çünkü böyle düşünmekte haklıydım, eskiden 1249 yılında
Seyfi Kurtbek tarafından hazırlanan bir komitede görev aldığını biliyordum. O
zaman komitede yer almış bulunan eski arkadaşlanylada aynı şekilde irtibatta
olabilirdi. Yahut Harb Akademilerindeki, hocalarla böyle bir teşekkül yapabilir
diye düşünüyordum. Fakat orada hepimizin önünde yaptığı açıklamada ve verdiği
sözde artık hiç bir yerle alâkası olmadığına. kanaat getirdim. Yalnız Albay
Ateşdağlı nirengi noktası teşkil edeceğinden kendisine komite içinde faal görev
verilmemesi kararlaştırıldı. Yoksa o da Ordunun Faruk Ağabey diye tanıdığı,
sevdiği hepimizin, hürmet ettiği bir askerdi, her şeye, lâyıktı içimizde en
yaşlı ve en kıdemli olmasına rağmen. daima büyük bir olgunlukla memleket
dâvasında her şeyi .bir ..tarafa bırakarak çalıştı.
O
gün de karşı komitenin bize hazır diye bildirdikleri, programlarından, çalışma
sistemlerinden esaslı. bir bilgi edinemedik. Nedense bu cihete komitede kimse
yanaşmıyordu. Herhalde kimse hazırlığa güvenemiyordu. Nihayet bizim komitenin
hazırlıklarına başvurulmak mecburiyetinde kalındı. Hazırlıkların arttırılması
cihetine gidilecekti. . Yeniden idare kurulu seçimi yapıldı. Başkanlığa yarbay
Faruk Güventürk, genel sekreterliğe Dündar Seyhan, üyeliklere de benle, Rafet
seçildik. Hazırlıkları ilerletmek üzere yeniden başka bir gün idare kurulunun
toplanmasına karar vererek dağıldık. Ben komitenin faaliyet plânını tasarı
halinde, hazırladım, genel sekreter Dündar Seyhan’a yazılı olarak verdim. O bu
esaslar dahilinde bütün arkadaşların fikirlerini almak üzere plânı
teferruatlandırmış olarak genel kurula arzedilmek üzere hazırlayacaktı. İdare
kurulu, bir daha top-lanamadan Ankara’ya gittim. Elâzığa Motorlu Topçu Taburu
Komutanlığına tayin olmuştum. Kurmay Albay Faruk Ateş-dağlı da aynı yerde Topçu
Komutanlığına tayin edilmişti. Ankara’da bulunan arkadaşlarla temas ettim. Son
gelişmeleri anlattım. O zaman Fahrettin Ermutlu, Osman Koksal oradaydı. Osman
ile çok uzun konuştuk Yarbay Faruk Güventürk ile Korede beraber bulundukları
için gayet iyi tanıyordu. Yalnız heyecanlı buluyor «emniyet bakımından bir hata
yapabilir komiteye dahil olmayanlara açılabilir» diye çekiniyordu. Nitekim bazı
ufak tefek hadiselerde de bu husus kendini göstermemiş değildi.
Tekrar
İstanbula döndüm. Artık Harp Akademisinde okuyan bu arkadaşlarımız mezun
olmuşlardı. Bu mezuniyet do-layısıyle güya bir toplantı tertip edildi. Bu
toplantı 20.8.1957 de Leventte Tank yüzbaşısı Orhan Erkanlı’nın evinde
olacaktı. Ben Dündar Seyhan ile Kadıköyüne beraber gittik. Artık bu İstanbul’da
yapılacak olan son toplantıydı.
Onun
için mümkün olduğu kadar herkesin gelmesi arzu ediliyordu. Yalnız İstanbul’da
olmıyanlar hariç... Toplantı yerine gittiğimde şu arkadaşlarla karşılaştım:
Yarbay Faruk Güventürk, Kurmay Albay Faruk Ateşdağlı, Kurmay Albay Naci Asutay
Orhan Kabibay, Necati Ünsalan, Dündar Seyhan, Ahmet Yıldız, Halil Kayalı Rafet
Aksoyoğlu, Şükrü, Necdet Uruğ, Mehmet Hazer, Rauf Gökçe, Suphi Gürsoytı-rak.
Toplantıya henüz başlamadan evvel Faruk Güventürk komite başkanlığından istifa
edeceğini söyledi buna sebeb olarakta Osman Köksal’ın kendisine itimad
etmediğini bildirmiş olmasam gösteriyordu. Tabii olarak komite dahilinde arada
sırada böyle şeyler olabilirdi. Fakat bizler idare kurulu olarak başka bir
odada toplandık. Ben, Ahmet Yıldız, Rafet, Dündar ve Faruk Güventürk. Bilhassa
Faruk Güven-türk’e bu hususta gerekli itimadı gösterdik ve teskin ettik ve
biraz sonra başlıyacak olan genel toplantı için gündemi hazırladık/ Her
defasında nedense toplantıların gündemleri bir plâna göre tesbit edildiği yoktu
bu defa esasa bağlanmış oldu. Bu toplantıya îstanbulda oldukları halde Sezai
Okan kırk derece ateşle hasta yattığı için Adnan Çelikoğlu’da evi bulamadığı
için gelememişti. Toplantı dağıldığı gün hemen öğleden sonra Adnan’ı Levent
Otobüs durağında görmüş, durumu ve alınan kararları bildirmiştim. Toplantıda
yapılan görüşmeler gene her defasında olduğu gibi esas plân üzerindeydi.
Arkadaşların kilit noktalara tayin işinin plânlanma -sı, muhabere ile komiteye
yeni alınacak arkadaşların biran evvel yeni tayin yerleri bildirme usulleri
bunların hangi merkezlere bağlanacakları görüşüldü. Ankara İstanbul için bu iş
kolay oluyordu. Fakat Doğu Anadolu için merkeze ihtiyaç vardı. Onun da merkezi
Elâzığ, benim bulunduğum yer olarak kabul edildi. Duğu’da bulunan arkadaşları
bana bağladılar. Şükrü binbaşının hazırladığı yardımlaşma usulleri okundu.
Kararlaştırıldı, bunun ana hatları şöyleydi. .
Hiçbir
kimse hiçbir surette bir merkeze para göndermi-yecek ve bankaya
yatırılmıyacaktı. Çünkü; belki anlaşılabilirdi. Herkes Eylül 1957 den itibaren
her ay on lirayı kendinde biriktirecek icabı halinde birikmiş paralar
şahıslardan biranda bir merkezde toplanacaktı bunun haricinde lüzumu halinde
istenilen miktarda para komite azâları tarafından temin edilecekti. Bu
toplantıda mühim olan bir hususta komite içersindeki idare kurulunun merkezinin
nerede olacağı idi. Esas merkezin Ankara veya İstanbul olması bir mecburiyetti.
Yalnız tayin yeri dolayısıyla bu iki vilâyetten birinde azalma veya çoğalma
olursa idare kurulu üyeliği otoma-tikman o vilâyete geçecekti. Hedef zaten.
Ankaraydı. Fakat son tayin durumu dolayısıyla İstanbulda bulunan
arkadaşlarımızın fazla olması idare kurulunun İstanbul’da toplanmasını
gerektiriyordu. Komitenin merkezi bu bakımdan orasıydı. Ben Elâzığa gittiğim
için idare kurulu üyeliğinden ayrılmak mecburiyetindeydim.
ORDU
HALKA ATEŞ AÇAMAZ
Yerimi
başka bir arkadaş doldurdu. Alman prensip kararlarına göre bu gibi mevkiler
hiçbir zaman ay ve senelere yani müddete bağlanmamıştı. Çünkü birinci kademeyi
meydana getiren bütün arkadaşlar müsavi hakka sahiptiler. Rütbe hiçbir suretle
bahis konusu değildi. Herşey tam ideal olarak düşünülmüştü. Komiteye tamamiyle
demokratik prensipler hakimdi. Bunun dışında esasen hiçbir kimse birşey
düşünemezdi. Çünkü kimsede mevki hırsı ihtiras yoktu. Yeğime dâva memlekete
hizmetti. Bu anlayış ve bu olgunluk çerçevesi içinde gayemize ulaşacağımıza
inanmıştık. Daima prensiplerimize sadıktık. Bu toplantıda konu olan önemli bir
hususta 1957 seçimlerinin ne şekilde yapılacağını biliyorduk. Seçimlerden evvel
propaganda seyahatinde veya seçim günü bazı vilâyetlerde askerî kıtalara
ihtiyaç gösterilecekti. Bu gibi yerlerde vazife alan kıta komutanlıklarının
tutumu ne olacaktı. Bilhassa halka ateş etmek veya etmemek fikri üzerinde ne
düşünülüyordu. Bu noktada ısrarla duran Albay Faruk Ateşdağlıydı. Hatta o gün
orada bulunan arkadaşlara bu suali tevcih ederek fikirlerini ve kararlarım
aldı. Hiç kimse ateş etmek taraftarı değildi. Zaten olmazdı. Herkes böyle bir
durumda görevli ise o andaki vaziyete göre insiyati-fini kullanacaktı. Karar
vermekte serbesti. Verilecek kararda istikbalde şahıslarını düşünerek değil
milletin selâmetini düşünerek olacaktı. Bu hususta kati olarak herkes
tarafından anlaşılmış oldu. Bu gibi görevler severek isteyerek alınacak başka
düşünceye sahip olan insanların bu işlere karışmasına meydan verilmeyecekti.
Seçimlerin yaklaşması dolayısıyla komitenin faaliyetlerinin hızlandırılması,
icabında seçimlerden evvel acil kararlar alınması için istenilen zamanda'
fevkalade bir toplantıya davet edilecekleri komite arkadaşlarına hatırlatılarak
toplantıya son verildiği. Ogün artık hepimiz birbirimizden ayrılıyor kıta ve
karargâhlarda yeni tayin yerlerimize gidiyorduk. Ben Ankaraya gittim. Orada
tekrar Osman, Adnan, Sezai, Ahmet Yıldız Fahrettin Er-mutlu ile görüştüm. Kendileri
merkezde ve iyi mevkilerde oldukları için Ankara dahilindeki faaliyet ve
istihbaratı idare edecekler ve gelişmeleri zamanında İstanbul’da bulunan idare
kuruluna bildireceklerdi.
1957
Senesi yirmibeş Ağustosunda Albay Faruk Ateşdağ-lı ile 10. Türben Topçu
Komutanlığında beraberdik. Ben tabur kumandanıydım. Faruk beyde Topçu
Kumandanıydı. 10. Tümen içinde faaliyetimize başladık ama ilk nazarda ümit
veren kimse yoktu. Topçu kumandanlığının bir taburu Bin-gölde idi o taburda
kıta hizmetini yapan Kurmay Yüzbaşı Turan Yavçan vardı. Faruk bey «Bu benim
Akademiden talebem çok iyi tanırım ona gidelim» dedi. Taburun teftişi-: ne
beraber gittik Turan’ı bana tanıttı. Öğle tatilinde bir iki saat yalnız kaldık.
Her bakımdan hazırlıklı buldum. Dönüşte Faruk bey ilede görüştüm Kıymetli bir
varlık olduğuna kanaat getirdim. İsminin idare kuruluna bildirilmesine karar
verdik. Derhal Dündar’a yazdım. Bir buçuk iki ay sonra kabulu geldi. Benim
merkeze bağlanmış oldu.
1957
seçimleri yaklaşmak üzereydi memleketin ahvalini yakından takip ediyordum.
Hemen hemen her gece Faruk Ateşdağlı ile aynı evde kaldığımız için geç
vakitlere kadar konuşup ilerisi için plânlar hazırlıyorduk. Artık zamanın
yaklaştığına inanıyorduk. Onun için yakında Ankaraya gide- < çektik.
Ben Ekim 1957 başında Kara, Hava, Deniz İş Birliği Kursuna katılacaktım. Faruk
beyde Tümen Kumandani ile anlaşamadığından ordudan istifa etmişti. Neticesini
bekliyordu. Benim bütün İsrarlarıma rağmen geri almıyordu. Adnan Çelikoğluna
yazdım. Millî Savunma Bakanı Emir Subayı idi Faruk beyide Kara, Hava, Deniz İş
Birliği-Kursuna dahil ettirdi. Bu suretle birlikte Ankaraya gittik. Bu kursa
Kurmay Albay Naci Asutay da gelmişti. Komitenin diğer üyeleride Ankaradaydı. Bu
suretle Ankarada olanlarla birlikte bir toplantı yapmaya karar verdik. Durumun
yeni gelişimine göre karar alınması gerekiyordu. Toplantı yeri olarak Mamaktaki
Zırhlı Tugay Karargâhını seçtik ozaman Zırhlı Tugay Suriye harekatı dolayısıyle
Güney’e inmişti. Orada yalnız Sezai Okan’ın henüz tankları olmayan taburu vardı.
O gece yaptığımız toplantıdan evvel Ankaraya yeni gelmiş: bulunan Kurmay Yarbay
. Ekrem Acuner ile temas ettik. Akademiden tanıyordum her bakımdan güvenilir
bir arkadaştı. Anlaşmamız kolay oldu bu dâvada hizmete hazırlıklı buldum. Faruk
Ateşdağlıyla tanıştırdım. Oda çok beğendi, toplantı gecesi Zırhlı Tugay
Karargâhında şu arkadaşlar vardı :
Kurmay
Albay Faruk Ateşdağlı, Kurmay Albay Naci Asutay, Binbaşı Sezai Okan, Binbaşı
Adnan Çelikoğlu, Kurmay Yarbay Mehmet Hazer, Kurmay Binbaşı Ahmet Yıldız,
Kurmay Binbaşı Necati Ünsalan, Soydan ve ben...
Toplantının
maksadı izah edildi. Seçimler dolayısıyla son gelişen durumlar muvacehesinde
komitenin daha aktiv hareket ederek hazırlıklarının arttırılması ve icab ederse
normal bir seçim yappılmayacağma göre müdahale edilerek hükümet darbesinin
yapılmasının fayda ve mahsurları tartışıldı. Ben ve Faruk bey hariç komite
üyeleri şu fikirde idi :
ATAKLI
KOMİTEYE RESMEN
TEKLİF
EDİLDİ
Eldeki
kuvvetler ve şimdiki imkânlar bu işi yapmaya kâfi gelmiyordu. Biraz daha imkân
ve kabiliyetlerimiz fazlalaşsın ve bu görüşmelerimizdeki hususlar İstanbuldaki
komite arkadaşlarımıza intikal ettirilsin heyeti umumiyenin fikri alınarak
karara gidilsin, dendi. O akşam işi bu neticeye bağladık herkes orada bulunan
komite üyelerine yeni bulduğu ve komiteye dahil edilmesini arzu ettiği
arkadaşlarının isimlerini bildirdi. Ben Hava Kurmay Yarbay Mucip Ataklı ile
Kurmay Yarbay Ekrem Acuner’i Ahmet Yıldız Kurmay Binbaşı Suphi Karaman ile
Kurmay Binbaşı Remzi Kalaycıoğlunu teklif etti. Orada bulunan arkadaşlar tarafın
dan
hepsi için muaffakat verildi yalnız durum Istanbuldaki arkadaşlara bildirilecek
ve sonuç daha sonra teklif sahiplerine açıklanacaktı. Toplantının ertesi günü
Faruk Ateşdağ-lı ile karşı karşıya tekrar görüştük. Bu işi kati safhaya
götürmeyi çok arzu ediyorduk. İkimizin tasarladığı plâna göre büyük bir kuvvete
ihtiyaç yoktu bir tank taburu ve Harb Okulu öğrencileri bu iş için yeterli idi.
Hemen Harb Okulunun altında 28. Topçu Alayındaki taburda Necati Ünsalan tabur
komutan muavini idi her türlü vasıta ve cephaneyi hazırlayabilecek durumdaydı.
Bu tasarının plânlarını orada çizerken Sezai Okan’ın tank Taburunun Mamak’taki
Tanklarının M - 36 oluşu ve tam olmayışı işi biraz aksatıyor gibi
gö-rünüyorsada plânda emniyet prensiplerinden biraz fedakârlık gerekiyordu. Bu
düşüncelerle tekrar arkadaşlarla teker teker görüşüp neticeyi Faruk beye
bildirecektim. O da o zaman Genelkurmay Başkanlığında olan Tümgeneral Cemal
Tural, Tümgeneral Muharrem Kızıloğlu ile görüşüp bu hususta bir fikir yoklaması
yapacaktı. Aynı zamanda o zamanki muhafız alay komutanı Kurmay Albay Bahattin
Ertürk ilede temas edilerek oradaki havayı kontrol edecekti. Her ikimizde bu
şekilde faaliyete koyulmak üzere ayrıldık.
CEMAL
TURAL'A ARAMIZA
KATILMASIN!
TEKLİF ETTİK.
Akşam
otelde buluştuğumuzda bir gece evvelkinden daha ümitliydik. Ben hemen hemen
bütün arkadaşlarla teker teker görüştüm onları bu plân için ikna ettim. «Adnan
hariç çünkü onunla görüşememiştim.» Herkes artık aktiv bir hareket takip
edilmesine inanıyordu. Fakat Istanbuldaki arkadaşların fikirleri bekleniyordu^
Ankaradaki arkadaşlar hazırlıklarına buna göre başlıyacaklardı. Faruk bey ise o
günkü görüşmelerinde ümit ettiğini bulamamıştı. Cemal Tural böyle bir şeye
güvenemediğini söylemiş Tümgeneral Muharrem Kızıloğlu Faruk beyi Muhafız Alay
Kumandanlığı karargâhı bahçesine götürerek orada dört saat ihtilâlin nasıl
hazırlanacağı, hangi metodlar kullanıldığı takdirde başarıya ulaşılacağını izah
ettikten sonra «Benim bu vadide artık enerjim eskisi gibi kalmadı» diyerek
hiçbir ümit vermemişti. Muhafız Alay Kumandanından ise hiç bir karşılık
görmemişti)--Bana o akşam Faruk Albayın anlattıkları bunlardı. Bu
cephelerden ümitler kesilmekle beraber fikir öğrenilmeside faydalıydı.
Ankaradan bu fikirlerle yoğrulmuş olarak ben ve Faruk bey ayrıldık. îstanbula
geldik. Derhal komite arkadaşları ile temasa geçtik. Istanbulda bulunan büjtün
arkadaşlarla imkân varsa bir toplantı yapmaya karar verdik. Toplantı yeri
olarak Rami kışlasını seçtik. Çünkü yarbay Faruk Güventürk orada Topçu Kumandan
Muavini idi. O sözde Alayda bize bir ziyafet tertipliyordu yalnız. Ziyafetten
önce gizli toplantımızı yukarıda Faruk Güventürk’ün odasında yapacaktık. O
akşam toplantıya şu arkadaşlar katılmıştı.
Kurmay
Albay Faruk Ateşdağlı, Kurmay Albay Naci Asutay Yarbay Faruk Güventürk, Rafet
Aksoyoğlu, Kurmay Binbaşı Halil Kayalı, Kurmay Binbaşı Fahrettin Ermutlu,
Kurmay Binbaşı Necmi Bek Kurmay Yüzbaşı Suphi Gür-soytırak, Kurmay Yüzbaşı
Orhan Erkanlı, Dündar Seyhan Istanbulda olduğu halde gelmemişti. Çünkü taburu
Ankaraya resmî geçide katılmak üzere gidiyordu. Kendisini Maltepede ordugâhta
gördüm. Toplantıya davet ettiğim halde ne sebeb-ten olduğunu bilmiyorum
gelmemişti. Birde Osman Koksal Istanbulda olduğu halde, toplantı yerini
bildirmeme rağmen gelmemişti. Zaten ben Osman Köksal’ın hiç bir genel
toplantımıza iştirak ettiğini bilmiyorum. Yalnız bir defa zırhlı tugayda
yapılan toplantıya gelmişti. Toplantıda ilk defa konu olan mesele şuydu :
YENİ
BİR KOMİTE
Osman
Köksal’a diğer bir başka komite erkanı tarafından teklif vaki olmuş fakat Osman
Koksal teflifi yapanı yarbay Faruk Güventürk’e açıklamamıştı. Yalnız bana
bildireceğini söylemiş ve benim gelmemi beklemişti. Fakat, Faruk Güventürk
Topçu Kumandanı Kurmay Albay Naci Çakın vasıtası ile eline eski türkçe bir
mektup geçirmiş aşağı yukarı bu komiteyi kimlerin meydana getirdiğini
anlamıştı. Ben Osman ile gündüz buluşup görüşe rek durumu öğrenmiştim. Bana
anlattı o gece toplantıya gelip daha geniş bilgi verecekti. Fakat nedense
gelmedi. Sebebini bilmiyorum. Ben o gece bu yeni komiteden bana Osman’ın
bildirdiği kadarım orada bulunan arkadaşlara açıkladım. Birisi Kurmay Binbaşı
Sadi Ko-çaş diğeri kurmay Binbaşı Samed Kuşçuydu. Ben bu isimlere itimat
etmiyordum. Faruk Ateşdağlı’da aynı fikirdeydi. Diğer arkadaşlar bunları iyi
tanımadıkları için fazla İsrar edemiyorlardı. Fakat herkeste şöyle bir fikir
olduğu ortadaydı :
Aynı
gaye ile çalışan komitelerin anlaşıp birleşmesi faydalı olacaktı. Fakat bu
komitenin içindekiler C.H.P. ile irtibatlıydılar. O da Cemal Yıldırım ve Fahri
paşanın isimlerinden geliyordu. Osman Köksal’da benim bütün İsrarlarıma rağmen
kendilerinin çok güvenilir insanlar olduğuna inanıyordu. Osman’a komiteden
müsade almadan onlarla temas sağlamıyacâksıri dedim. Çünkü iki gün sonra Sadi
Koçaş Bursadan gelip kendisine Park Otelde randevu vermişti. Görüşeceklerdi. Bu
durum çok münakaşa edildi neticede Osman Köksal’m randevusunun iptal edilmesi
kararlaştırıldı. Ve kendisine ertesi gün ben durumu bildirdim. Neden gelip gece
hesap vermediğini sorduysamda cevap alamadım. Fakat bu suretle bizde bir
komitenin faaliyetini daha öğrenmiş olduk.
Bu
mesele böyle hal edilmiş olduktan sonra mühim olan dâvaya geldik. Son
inkişaflar karşısında komitenin durumu ne olacaktı? Aktiv olarak hareketemi
geçecek, yoksa eski pasifikle devam ederek imkân ve kâbiliyetlerin artmasını mı
bekliyecektik. Bu konu uzun boylu münakâşalara yol açtı. Aktiv harekete doğru
bir kaç adım atılmasına karar verildi. Kararın alınması bir hayli güç oldu.
Netice itibariylede böyle bir hareket (yani hükümet darbesi yapılmasına karar
verildiği anda) yapılınca ondan sonraki durum ne olacaktı? Bunun içinde çeşitli
fikirler çarpıştı. Nihayet hal tarzı olarak muaffakiyet sonunda bir süre sonra
seçimlere gitmek ve idareyi devr etmek lâzımdı. Bunda herkes müttefikti. Fakat
biliniyorduk!, artık bu seçimi yüzde yüz C.H.P. kazanacak... Onun için bu
partinin ileri gelenleri ile temasa geçilme zamanı artık gelmiştir. Onun için
iki kişilik heyet seçtik. Bu arkadaşlar teması sağlayacaklardı iki arkadaş
memur edildi. Albay Faruk Ateşdağlı ve Yüzbaşı Suphi Gür soy tırak görüşme
neticelerini komiteye bildireceklerdi.
Üçüncü
alınan kararda şuydu :
Artık
nihai hedef olarak yapılacak hükümet darbesinin icrai safhasını ilgilendiren
teferruatlı plânın hazırlanmasıy-dı. Bunun içinde bir plânlama gurubunun
seçilmesi ve plânlama gurubunun mümkün olduğu kadar Ankarada bulunan arkadaşlardan
olması gerekiyordu. Bu da seçildi. Plânlama grubuna Kurmay Yarbay Ekrem Acuner,
Kurmay Binbaşı Sezai Okan Kurmay Binbaşı Ahmet Yıldız tayin edildiler.
Kurmay
Yüzbaşı Suphi Gürsoytırak’ta İstanbul ile Ankara arasında irtibatı
sağlıyacaktı. Çünkü Suphi Topçu pilotuydu. Sık sık Ankara İstanbul
yapabiliyordu. Zaten yapılacak plânın ana hatları herkes tarafından
biliniyordu. Yalnız teferruata inmek lâzımdı. Kuryeler verilecek emirler,
talimatlar vazifeler, radyo yayınları hazırlanacaktı. Ankarada harekata tahsis
edilecek kuvvetler hazır hale getirilecekti. Artık komite pasiflikten kurtulmuş
aktif harekata başlamıştı. O gece istikbale daha çok ümitli olarak bakarak
ayrıldık. Ben durumu ertesi gün Osman Köksal’a bildirdim. Komitede alman
kararları Ankaradaki arkadaşlara yazılı olarak bildirmek için hazırladım.
Elâzığa giderken Ankara garında Sezai Okan beni karşıladı ve mektubunu verdim.
Bu suretle Ankara’daki komite arkadaşlarıda iki gün sonra vaziyeti anlamış
oldular Elâzığ’a hareket etmeden evvel Faruk Ateşdağlıyla görüştüm. O Alaya
gelmiyecek, Ankarada istirahat alıp kalacaktı. Bu işleri yakından takip
edecekti. Şayet hükümet darbesi yapılacağı güne karar verilirse bana durumu
parola ile bildirecek bende derhal Kurmay Yüzbaşı Turhan Yavçan’ı Bingölden alıp
birlikte topçu uçakları ile hareket edip Kayseriye kadar gelecek, oradanda
Faruk Albay bizi yine Ankaradan göndereceği topçu uçakları ile aldıracaktı.
Zaten Kayseriye kadar geldikten sonra Ankaraya kısa zamanda ulaşmak mümkün
olacaktı. Faruk Ateşdağlı ile kararlaştırdığımız parola şuydu :
«Yabancı
memleketlere gitmek için Ankara'da lisan imtihanı açılıyor, acele yetiş.»...
TÜRKEŞ'İ
KOMİTEYE TEKLİF ETTİM
Artık
hergün Elâzıgda bu telgrafı beklemekle gözlerime uyku girmiyordu o sıralarda
Elâzıgda piyade tabur kumandanı bulunan Kurmay Binbaşı Alpaslan Türkeş ilede
çok samimi olmuştum hiç bir dakikamız ayrı gitmiyordu her sahada iyice
anlaşmıştık. Onunda komiteye alınması için Dündar’a yazdım. İstanbuldan Genel
Sekreterlikten cevap bekliyordum. Seçim gününe kadar heyecanla beklememe rağmen
hiçbir haber çıkmadı. Şuna kanaat getirmiştim. Meşhur imkân ve kabiliyetler
sağlanamamıştı. Artık o anda yapılacak birşey yoktu. Yeni inkişafları beklemek,
müsait zemini yaratmak lâzımdı. Albay Faruk Ateşdağlı Elâzığ’a dönmüştü Ankarada
kaldığı müddetçe faaliyetlerini uzun uzun anlattı. C.H.P. ileri gelenleri ile
teması sağlamıştı fakat İsmet İnönü ile görüşememişti. Eski Genelkurmay ikinci
başkanı Orgeneral Şahap Gürler paşa ile Faruk bey iyi görüşürlerdi. O vasıta
ile ancak rahmetli Faik Ahmet Barutçu ile konuşmuş böyle bir hareketi İsmet
İnönü’nün tasvip edip etmiyeceğini ve milletin, dolayısıyla iktidara namzet
C.H.P. nin nasıl karşılayacağını sorduğunda kendisinin tasvip ettiğini yalnız
İsmet Paşanın kararı alınmadan kati birşey söyliyemiyeceğini bildirmiş ve
birgün sonra Faruk bey ile buluşarak kendisine İsmet Paşanın böyle bir hükümet
darbesine taraftar olmadığını normal seçimlerle nasıl olsa C.H.P. nin iktidara
geleceğini bunun yersiz olduğunu ve şayet birgün mecburiyet hasıl olursa
kendilerine müracaat edileceğini bildirmiş ve zamanın erken olduğunu
söylemişti. Faruk bey’in bana anlattığı bu şekildeydi.
DOKUZ
SUBAY OLAYI
İkincisi,
Millî Emniyetten kendisine bildirildiğine göre son günlerde ordu mensubu bazı
kimselerin takip faaliyetlerinin arttırıldığı hatta bazı subaylar hakkında
dosyalar tanzim edildiği, bu meyanda kendisinin ve bazı komite arkadaş-larımn
takip olunduklarını yüzelliye yakın ismin tesbit edildiğini öğrenmiş. Millî
Emniyette bulunan arkadaşı Reşat beyde vaziyeti tetkik ettiğinde daha dikkatli
olması icap ettiğini bildirmiş olduğunu söyledi. Bütün komitedeki arkadaşlara
durumu bildirdik. Birbirimizle haberleşmeyi seyrekleştirdik. Ancak mühim
haberler kuryelerle ulaştırılıyordu. Aradan bir kaç ay geçmişti. Faaliyetlerimize
devam ederken Dokuz Subayın tevkif hadisesi bir bomba gibi patladı. Faruk
Ateşdağlı o zaman Ankaradaki Muhabere Okulunda Er Eğitim Merkezi Kumandanı'!
idi istifasını zamanın Millî Müdafa Vekili Şemi Ergin bey geri aldırtmıştı. Bu
durumu da Alilli Savunma Bakanı emir subayı Adnan Çelikoğlu sağlamıştı. İlk
anda tayini Zırhlı Eğitim Merkezi Tugay Kumandanlığına çıkmasına rağmen o zaman
Zırhlı Eğitim Tümen Kumandanı Bahri Gökdeniz’in yaptığı müracaat üzerine yeri
değiştirilmişti. Onun için muhabere Okuluna 'verilmişti. İşte bu dokuz subayın
tevkif edileceklerini Faruk bey Ankarada öğrenince o gece jeeple Dündar
Seyhan’ı Ankara-dan İstanbul’a göndermiş Cemal Yıldırım’ın karısı vasıtasıyla
haberdar ettirmiş herhangi bir evrak varsa imha etmesini sağlamıştı. Aynı günde
Elâzığ’a bana mektupla bildirmişti. Tevkif edileceklerin isimlerini yazıyordu.
Mektubun imza yerinde «Perdeci» rumuzu vardı Faruk beyden geldiğini anlamıştım.
Haber benim için korkunç denecek kadar mühimdi. Çünkü tevkif edilen dokuz subay
içinde halen bizim komitenin başkanlığını yapan kurmay yarbay Faruk Güventürk
de vardı. Ancak bizden bir kişinin oluşu beni sevindirdi, çünkü ozaman şunu
anlamıştım :
ADNAN
ÇELİKOĞLU HEPİMİZİN HAYATÎNİ KURTARMIŞTI
Bu
komitenin hiçbiri bizleri bilmiyorlardı. Ancak Faruk Güventürk’ü tanıyorlardı.
O da pek yeni olsa gerek onun için tahkikat seyri bizim komitenin
istikâmetinden ayrı istikâmette cei’eyan eder diye, karar verdim. Zaten Faruk
Güventürk’ün bizleri ele vereceğine hiç inanmıyordum. İlk iş olarak evde ne
kadar ufak tefek şüpheyi çekecek vesika varsa yaktım.' Çünkü artık tehlike canı
çalmıştı heran tevkif edilebilirdim. Çünkü söylentiler okadar kuvvetle
yayılıyorduk! insan sonunun geleceğine inanıyordu.
İkinci
iş olarak, o zaman Türkeş’in komiteden henüz kabulü gelmemiş olmakla beraber
durumu kendisine açmak mecburiyetinde kaldım. Kendisine tarafımdan komiteye
dahil edilmesi için teklif yapıldığını, fakat henüz cevap gelmediği için daha
evvelde komitenin diğer üyelerinin hepsini tanımadığı, bu zamana kadarda hiçbir
faaliyetimize iştirak etmediği için kendisine bir tehlike olmadığını bildirdim.
Ve Türkeş’ten şunu rica ettim :
«Şayet
herhangi bir aksi tesadüf neticesinde tevkif edilirsem, ailemi ve çocuklarımı
İstanbula kayın, validemin yanma kadar götürür müsün?» dedim. Bana o zaman
verdiği cevap aynen şöyleydi :
«Talât.,
bu hususta hiç merak etme. Washington’dan yeni geldim. Biliyorsun, iyi kötü bir
miktar param var. Aileni İliç bir zaman sıkıntıda bırakmam. Hattâ iki çocuğunu
benim çocuklarımla birlikte leylî olarak okuturum,» dedi.
Bu
candan alâkasına çok memnun oldum. İşte hakiki arkadaşın felâket anında bana
yapabileceği en büyü manevî yardım bu sözlerdi. Ondan bunları işitmem bana
büyük kuvvet verdi. Artık hiç bir şeyi düşünmüyordum. Hattâ ölümü bile demek bu
işe başlamış olan ideal arkadaşlarımı bukadar iyi seçebilmişsem bizim için
ileride muaffak olmamamız için bir sebeb yoktur diye düşünmüştüm. Yeterki
şimdüik beliren tehlikeyi kazasız atlatmak gerekiyordu. Artık Alpaslan Türkeş
ile hemen hergün bu konuda çeşitli durum muhakemeleri yürütüyorduk o aylar
içinde benim en büyük desteğim oydu. Arkadaşların hiçbirinden haber
alamıyordum. Esasen bu aralarda haberleşme tamamen durmuştu. Çünkü subay
mektupları Millî Emniyet tarafından sansüre tabi tutuluyordu. O sırada kurmay
Binbaşı Turhan Yavçan da îstanbul-daydı. Senelik iznini kullanıyordu. İzni
bitmiş olduğundan döndü. İstanbuldan ve Ankaradan ferahlatıcı haberler
geliyordu artık bizim komite için tehlike yavaş yavaş yok oluyordu. Çünkü
tahkikatın seyri, tahmin ettiğim gibi çıkmıştı. Yalnız bu durumda
kurtuluşumuzun başında Millî Savunma Bakanı Şemi bey’in Emir Subayı Adnan
Çelikoğlu’nun büyük rolü vardı. Adnan Şemi beye iyi tesir etmesini bilmişti.
Görevini tam hakkıyla yapmış Şemi beyde bu uğurda kendisini feda: etmişti.
Yoksa tahkikat başka safhaya intikâl etmiş olsaydı şimdi bizlerin hiç biri
hayatta yoktu. Hepimiz kurşuna dizilmiştik. Çünkü hemen dokuz subayın
tevkifinin akabinde ordudan birisi «meçhul» Millî Savunma Bakanı Şemi Ergin
beye bir ihbar mektubu yazıyordu. Mektup eski Türkçe sol elle yazılmış
olduğundan iyice okunmuyor yalnız üç kişi arasında neler yazılı olduğunun
çözümlenmesine çalışılıyordu. Millî Savunma Bakanı Şemi bey özel kalem Müdürü
Selâmi bey Emir Subayı Adnan Çelikoğlu. Bu mektupta hedef olan yarbay Faruk
Güventürk için şöyle deniliyordu.
«O
yalnız olamaz. Onun arkadaşlarıda şunlardır...»
Aşağı
yukarı bizim komiteden sekiz on kişinin isimleri yazılıymış fakat isimler çok
güç okunuyor hatta bazıları hiç okunmuyormuş En belli başlı olanı Suphi
Gürsoytırak, Orhan Erkanlı isimleriymiş. Fakat Adnan sayesinde Şemi bey ikna
edilerek mektup dosyada kalıyordu.
Mektup
ehemmiyetsiz bir muameleye tabi tutulmuştu. Zannedersem, tahkikat dosyasınada
konulmak üzere verilmemişti. Adnan bizleri en büyük badireden kurtarmış
oluyordu. Ben şahsen onun hakkını hiç bir zaman ödiyemem. Belki bazı komite
arkadaşlarımız, bu hakikatleri lâyıkıyla bilmezler. Bu dokuz subay hadisesinde
oynadığı rol çok büyüktür. Komite başkanı Faruk Güventürk tamamen ihtiyatsızca
hareket etmesinden dolayı bu dokuz subay hadisesine karışmış ve tevkif
edilmiştir. Lâkin duruşma devam ettiği müddetçe çeşitli en ağır eziyetler
çektirildiği halde hiç birza-man metanetini kaybetmeksizin komitemiz hakkında
en ufak şüpheli bir, hareket ve ifade de bulunmamıştır.
Bu
Bakımdan gene şahsi kanaatim çok itimat edilir bir insan olduğudur.
Bu
mahkeme safhasında Suphi Gürsoytırak ve Orhan Erkan’lının ifadelerine şahit
olarak müracaat edilmiştir. Fakat onlar da verdikleri ifadelerde tam bir
mutabakat ve ustalıkla hareket etmişlerdir. Bu da gösteriyordu ki, komite
içindeki arkadaşlarımızın herbirisi tam manasıyla birer idealisttiler. En büyük
tehlikeler karşısında dahi şahıslarını düşünerek başka bir istikâmete
sapmamışlardı. Artık günler geçiyor, tehlike yavaş yavaş ortadan kalkıyordu.
Ben
Temmuz 1958 de Erzurum’a gitmiştim. O sene terfi edecek generallerin
imtihanları orada, ordu merkezinde yapılacaktı. O zamana kadar Türkeş’in
komiteye dahili hakkında muvafakat gelmemişti. Erzurum’da kurmay binbaşı Necdet
Uğurlu ile buluştuk. Komiteye bir kaç ay evvel dahil edilen kurmay binbaşı
İhsan Sürek’te vardı. Bu arkadaşı yeni tanıyordum. Komiteye alınması için Rafet
Aksoyoğlu teklif etmişti. Üçümüz Erzurum’da epeyce konuştuk. Netice olarak
çalışmalarımıza gayeye ulaşıncaya kadar devam etmeye karar verdik. Tehlikeli
günler geçtikçe birbirimize daha çok yaklaşıyorduk. Ölü geçen faaliyet devreleri
yeniden hareketleniyordu. Ankara’daki arkadaşlar olsun, îstanbulda-ki
arkadaşlar olsun, yeniden eski esaslı faaliyetlerine başlamışlardı. En mühim
şey, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Personel Başkanlığı Şûbesi Müdürlüğüne bir
arkadaşımızı tayin ettirip bütün komite arkadaşlarımızın ekseriyetini
Ankara’daki vazifelerine tayin ettirmek suretiyle! çalışmalara hız vermekti. Bu
sırada beni Elâzığ’dan Siirt’e 12 nci Tümene tayin ettiler. Aslan Türkeş’in
kıta hizmeti bitti. Onu da yine 13 üncü Tümen Üçüncü Şube Müdürlüğüne tayin
ettiler.: O' Elâzığ’da kaldı. Ve . 1958 Ekiminde Yüksek Kumanda
Akademisine İstanbul’a gitti. Bu suretle Aslan’a mühim görevler düşüyordu.
Çünkü İstanbul’da komite arkadaşlarından epeyce vardı. Temas sağladığını bana
yazdığı mektuplarda bildiriyor, Fakat arzu ettiği şekilde faaliyet
gösteremediği için şikâyet ediyordu. Ben Aslan Türkeş ile çok iyi anlaştığım,
için onunla tamamiyle bu dâvanın neticelendirilmesine kararlıydık. Eninde
sonunda muvaffak olacağımıza inanıyorduk. Onun için her şeye katlanılacaktı.
Hatta komitede biz-leri takip etmiyenler olsa dahi biz devam edecektik. Türkeş
ayrılmadan önce üç kişi kalsak bile ben varım, demiş7 ti.
Bu
arada Koreye gitmeye talip oldum. Sezai Okan Ankara’da muamelemi takip etti,
tayinimi çıkarttı. Seferihi-sara gitmeden evvel 8 Şubat 1959 da İstanbul’a
uğradım. İlk olarak Aslan Türkeş ile buluştum. Baktım, bu sefer daha ümitliydi.
Dündar Seyhan, Necati Ünsalan, Şükrü, Naci Asu-tay’ı gördüm. Herkesde hâlâ
dokuz subayın muhakemesi bitmediği için ürperti devam ediyordu. Fakat buna
rağmen hepsi aynı şekilde kararlıydı. Albay Ateşdağlı artık emekliydi. Onunla
görüştüm. Keza Rauf Gökçe’de istifa edip ayrılmıştı. Onunla da ayrıca görüştüm.
Her: ikisi de bizleri her sahada destekleyeceklerini söylediler. Onların da
yardımı bu dâvaya artık hariçten olacaktı. Hatta Faruk bey bana ayrılırken
şöyle dedi: Ben bu işleri görmeden ordudan ayrıldım. İnşallah sîzler muvaffak
olursunuz da bizler iftihar ederiz. Kendisini hiçbir zaman bizden ayrı olarak
kabul etmemer sini söyledim. O günkü üzüntümü içimde sakladım. İçimden inşallah
o gün geldiği zaman görüşürüz veya hatırlatırım dedi. Bu şekilde ayrıldım.
Seferihisar da onuncu Kore Tugay'ı 3. Şube Müdürü olarak onüç Şubat 1959 da
vazifeye başladım. Muntazam Alparslandan, Adnandan Sezaiden mektup alıyordum.
Henüz bir inkişaf yoktu. Fakat birgün Osman Köksal’m Erkan şube müdürlüğüne
tayin olduğunu öğrendim. Artık yine ümit ışıkları parlamıştı. Çünkü Kara
Kuvvetleri Komutanlığında Cemal Gürsel Paşa vardı.’ Millî Savunma Bakanlığı emir
subayı Adnan Çelikoğlu Cemal pa-, şa ile olan münasebetlerinde birgün Ordunun
dâvaları üzerinde konuşurken, «Bu gidişatın nasıl durdurulacağı ve nasıl bir
idare ile bu vaziyetin kurtulacağı konusu ele alınmış bunun üzerine Adnan
kendisine şu teklifi yapmış» Paşam bu işler hepsi düzelir ve düzeltecek
insanlarda bulunur siz yeterki Kara Kuvvetleri Komutanlığına ve diğer mühim
noktalara lâyık olan arkadaşların tayinini sağlayın ondan sonra iş kolaylaşır.»
demiş Cemal paşada teklifi kabul etmiş işte tam zamanı geldiği için Adnan,
Osman Köksal’m Kara Kuvvetleri Erkan Şube Müdürlüğüne getirilmesi için
teklifini yapmış. Cemal Paşada kabuk ederek o gün emrini çıkartmış. Kısa
zamanda Osman yeni görevine başlamış. Bu hususları hep Adnandan Seferihisara
Millî Savunma Bakanı ile geldiği zaman dinledim. Aslan Türkeş’inde derhal Kara
Kuvvetleri Komutanlığı sekretliğine tayini yaptırıldı. O sene kıta hizmeti
biten arkadaşlarımızın ve diğer komite üyelerinin tayinleride daha önceden
tesbit edilen kilit noktalarına Osman’ın Erkan Şube Müdürlüğü sayesinde
çıkarıldı. Bu hususlarda yine Adnan’ın çok büyük faydasının bulunduğu
kanaatindeyim.
Koreye
hareket etmeden evvel Millî Savunma Bakanı ile Adnan Seferihisar’a gelmişte
Adnan o zaman bana böyle bir teklifte bulundu :
Başbakan
uçak kazası geçirdikten sonra ve Özel Kâlem Müdürü öldüğü için kendisine
yardımcı olanların yine askerlerden olmasını arzu etmiş. Bu vesile ile Millî
Savunma Bakanının hanımı Adnan’a siz Başbakana emir subaylığı veya hususî kâlem
müdürlüğü yapar mısınız? «demiş. Bu teklif karşısında Adnan» Ben şimdilik
yerimden memnunum. Arzu ediyorlarsa kendilerine bir arkadaş teklif
edebileceğini bildirmiş.
Ankaradaki
arkadaşlar toplanarak karar vermişler ve benim olmamı istemişlerdi. Yalnız
teklif etmeden öncede kararımı beklediklerini Adnan bana bildirdi. Daha öncede
açıkladığım gibi komite üyeleri olan bizler artık kendi kendimizin adamı
değildik. Komite arkadaşlarımız hakkında ne karar verirse o olurdu. Bende
kendisine nasıl münasip görürseniz öyle olsun dedim. Yalnız bir mahsur vardı
onu hatırlattım. Ben yaradılış itibariyle büyüklerin yanında hele hiçbir
surette inanmadığım insanların yanında böyle görevler yapamazdım. Belki birgün
hareketlerimle veya sözlerimle rengimi belli edebilirdim. Ençok korktuğum husus
buydu. Sonra Ordu da belki bazı kimseler beni tanıyabilir herhangi bir şekilde
ihbar olabilirdi. Bütün bu mahsurları belirttim. Yoksa nerede olsa görev
verilse yapmaya hazırdım. Koreye gitmekten derhal vaz geçtiğimi arzu ederlerse
tayinimin çıkarılmasını, yoksa orası olmadığı takdirde Ankarada da herhangi bir
yere tayinimin yapılmasının uygun olacağını bildirdim. Zaten Koreye gidişimin
sebeblerinden biride Siirtten komite ile yakından alâkadar olamayışım idi. Bir
sene müddetle Şark hizmetimin dolması lâzımdıki ben gar-be tayin olabileyim.
Onun için şarkta geçecek olan müddetimi uzak şarkta doldurmayı arzu etmiştim.
Adnan Ankara’ya gittikten sonra ne düşünüldü bilmiyordum, hiç birisi olmadı
Koreye gitmek kısmetmiş. Yurttan ayrılarak onbir Temmuz 1959 da Kore’ye vardım.
Daha
bir ay geçmemişti; buradaki vaziyeti gördükten sonra hayatta ne kadar yalnış
adım attığımı anladım. Adnan, Sezai ve Alpaslan Türkeş ile devamlı
mektuplaşıyordum. Yalnız son aylarda Türkeş yazdığı mektuplarda faaliyetin
arttığını ve çok çalışıldığını yazarak bundan sonra seyrek mektup yazacağını,
bunun sebebininde ben Türkiye’ye dönünce açıklayacağını bildiriyordu.
Anlamıştım
ki, artık bütün hazırlıklar Ankara’da gelişmekte ve yine Emniyet prensibine
riayet edilmesi icab etmekteydi. Belki mektuplarımdan birşeyler anlaşılabilir
diye çekiniyordu. Hele son aylarda herşey kontrola tabi idi. Vaziyeti anladığım
için bende ihtiyatlı hareket ettim. Yalnız Se-
zai
den 11 Mayıs 1960 tarihinde aldığım mektupta «Memleketin siyasî potansiyeli
karışıktır. Mesut günler yakındır. Biraz daha sabırlı ol diyerek işaret
veriyordu.
DARBE
YAPILACAĞINI TAHMİN ETTİM
28
Nisan 1960 dan beri hergün memleket olaylarını büyük bir ilgi ile takip
ediyordum aşağı yukarı Hükümet Darbesinin yapılacağını tahmin etmiştim. Fakat
kimseye birşey söylemiyordum. Durumum Tugayda çok nazikti. Çünkü ufacık bir
hatâm beni felâkete götürebilirdi. Tugay kumandanı Tuğgeneral Fahrettin Öngör
böyle bir durumda beni sezmiş olsaydı, mahv olmuştum. D.P. iktidarı taraftarı
idi. Askerî cepheden Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun gibi Amerikan aşığı
idari sistem bakımından da aynen Menderes usulleri ile Tugay’ı bir buçuk yıl
idare ederek herkes’e kan kustur-j maktaydı. Ben ona göre Tugayda bir numaralı
düşman sa-ş yılabilirdim. Onun için eğer benim
mazimi bilseydi komite ile olan ilgimi anlamış olsaydı, son seçilmiş olan onbeş
kişilik D.P. tahkikat komisyonuna beni derhal ihbar etmekten i çekinmezdi,
zannederim...
Fakat
27 Mayıs 1960 günü Türk Milletinin yeniden kurtuluş günü oldu. İlk defa haberi
kurmay yarbay Nihat Orcan-f dan duydum, çılgına döndüm.
Hemen general Fahrettin Öngör’ün yanma gidip haleti ruhiyesini tetkik etmeye
karar verdim. İmza dosyamı kapıp saat 17,30 da yanına çıktım.
Kıpkırmızı,
telâşlı vaziyette çok heyecanlıydı. Bana duyup [ duymadığımı sordu? Gayet
lâkayd bir vaziyette bir şeyler < duydum dedim derhal oturttu Kurmay
Başkanını çağırdı. Bu durumda ne yapılacağı hakkında fikir aldı. Ve derhal 180
derecelik dönüş yaparak, «Bu akşam bizim bayramımız olacak dedi». O ana kadar
hergün yazı masasının üzerinde çerçeve içersinde duran Celâl Bayar’m resmi bir
anda yok olmuştu. Halbuki Celâl Bayar Mart 1960 da Kore’ye gelecek i diye
propaganda yapmış hatta Tugayı ziyaret ettiğinde karşılamak ve 101 pare top atmak
için Tugay Karargâhının ş önüne 1700 dolar verip süs tankı almıştı. Menderes’in
icraa tını her yerde övmekten (bilhassa sefaret erkânı yanında) büyük zevk alırdı.
Amerika’lılara hayrandı. Amerikan Çavuşlarını dahi Türk Subaylarına tercih
ederdi. Kore’de bu yüzden Türk Ordusunu çok küçültücü duruma düşürmüştü. Sırf
Amerikan makamlarına yaranmak için. Ama 27 Mayıs akşamı bu zâta ne olmuştu? Bir
numaralı yeni askerî hükümet taraftarıydı. İnsanların bu kadar kısa zamanda
değişeceklerini hiç aklıma getirmemiştim. O gece sabaha kadar uyumadım.
Senelerdir beklediğim an gelmiş, çatmış, en büyük arzum tahakkuk etmişti. Artık
gözüm arkada kalmadan ölebilirdim. Çünkü memleket zâlimlerin elinden kurtulmuş,
şanlı ordumuz tarihi vazifesini yapmıştı. Şerefleri ayak altına alınmak istenen
biz subaylar artık Türkiye’de her zaman olduğu gibi başımız dik olarak
gezebilecektik. Memleket muhakkakki yeni ve feyizli bir istikâmete yönelecekti.
Artık buna inanabilirdim.
Bir
mühim husus daha meçhul kalmıştı. Acaba bunu Türkiyede mevcut hangi komite
başarmıştı?
En
büyük baş kimdi? Onuda öğrendiğim, yakın arkadaşlarımın ismi geçtiği zaman
artık dünyalar benim olmuştu-Bu harekâtın fiili olarak başarılmasında hiç bir
yardımım olmamıştı. Allah o şereften beni mahrum etti. Çünkü mem-ketten
onbinlerce mil uzakta bulunuyordum. Son safhayı hazırlayıp icra edenler var
olsunlar.
Kereden
hareket edinceye kadar komitemiz hakkmdakn bilgilerim kısa olarak bundan
ibarettir. Bunun haricinde olan komite faaliyetlerininde aynen yazılması artık
arzu eden selâhiyetli arkadaşlara düşüyor. Çünkü ilerde Türk Tarihi bu kurtuluş
ve inkilâp hareketini tetkik etmeden' ge-çemiyecektir. Bunu düşünerek bu
satırların izlerinin kaybolmaması için hâtıralarımı yazdım. Belki görüşlerimde
hadiseleri anlatışımda pek azda olsa ufak tefek hatalar yapabilirim. Çünkü
doğrudan doğruya hafızama dayanarak bu hatıratı karalamış bulunuyorum fakat
komitemize dahil arkadaşlarımızdan herhangi birisi ile hadiseler hakkında ve
yazdıklarım hakkında itirazları varsa konuşabilirim. Hatalarım varsa her zaman
düzeltmeye hazırım. Yoksa bu komite içinde hadiseleri Koreye gelinceye kadar en
fazla yaşamış olduğum için hiç bir surette hakikatlerden ayrılmadığımı zan
ediyorum. Bu hatıratın devamı üçüncü kısmı teşkil edecektir. O da Anavatanda
yapılan İnkilâp harekatından son raki görüşlerim olacaktır. Yalnız, bu vakalarda
yaşanmaktan ziyade duyulan, okunan olayların tahliline yer verilecektir.
Şimdilik düşüncem komite arkadaşlarımın benim hakkımda verecekleri karardır.
İki şık vardır. Ya unutulup bir kenara atılacağım, yahuttaki geçmişteki
hizmetlerim hatırlanıp faal bir vazifeye tayin edileceğim. Allah hangisini
kısmet ederse ona razıyım. Çünkü hayatta mukadderata inanan çok sabırlı
ihtirastan uzakta yaşamaya alışmış yaptığı, hizmetin karşılığını bekleyen insan
değilim. Bunu her zaman her yerde ispat ettim. Hâlâda edecek durumdayım.
Mazimde şimdiye kadar en ufak bir lekem yok. Mümkün olduğu kadar hayatta
sözlerimi hareketlerime uydurdum ve uydurmakta devam edeceğim. Arkadaşlarımın
muvaffakiyeti beni sonsuz derece memnun eder. Hepsi ve emeği geçenler var
olsunlar. Memleketimde çok sevdiğim ordu saflarında hizmet etmeye daima
hazırım. Ordudan ayrılmayı ve başka bir yerde görev almayı hiç düşünmüyorum.
Asker evlâdı olarak doğdum, Asker olarak yaşamak, asker olarak ölmek istiyorum.
13
Haziran 1960 Kore
15 HAZİRAN 1960 KORE
Şimdi
ihtilâlden sonra yazmaya karar verdiğim Komitenin tarihçesini yazıp bitirdim.
Hiç olmassa hadiselerin silinmesini önlemiş oldum. Sırası gelirse, mecbur
bırakılırsam, daha tafsilâtlı olarak uzun zaman sonra neşredeceğim. Bu husustaki
fikrim şu :
Ankaraya
döndüğüm zaman eğer eski komite arkadaşlarıma ihtilâle kadar olan zaman
içindeki münasebetlerim gibi karşı 'karşıya gelip anlaşabilirsem, bu hatıratı
komite içinde kurulacak bir heyet tarafından tekrar incelenmesini istiyeceğim. Bir
de 1957 senesinde bizimle birleşen diğer komitenin birleşme tarihine kadar olan
kısmını içine almak suretiyle tarihçesinin tamamlanmasını da arzu ediyorum.
Tarihçenin üçüncü kısmını esasen şimdi iş başında olan arkadaşların tamamlaması
gerekiyor. Bundan maksat şudur:
Bugün
memlekette yapılan ve bütün dünya milletlerinin takdirini kazanan ve Türk
Milletinin tasvibini gören bu askerî ihtilâl acaba hangi düşüncelerin tesiri
altında hazırlandı? Nasıl başarıya ulaştı.
Acaba?
Türk Siyasî înkilâp Tarihi, Dünya Tarihi bu ihtilâl hareketini tetkik etmiyecek
midir? Tarih sayfalarımız bunlara yer ayırmıyacak mıdır? Tarih yazarları
bunları Tarihe mal ederken gazete havadisleri, radyo neşriyatı ile mi veya
M.B.K. adına beyânat veren şahısların sözlerini mi esas alacaktır? Her türlü
hareket yapılıp hazırlandıktan sonra biz insanların gözünde birden bire
küçülür. Çünkü gaye noktasına varan herşey, o anda gaye noktasından aşağıya
inmeye başlar bu tabiatın kanunudur. İnsanlar bir tepenin zirvesine çıkıncaya
kadar çok zahmet çekerler fakat zirveden aşağı iniş çok kolay olur. Hadiselerde
öyledir. İhtilâl hareketi icra safhasında başarıya ulaştı bugün yeni bir
Türkiyenin gelişmesi plânlanmaktadır. Ama bu safhaya gelinceye kadar olan kısım
için kimse düşünmüyor. Çünkü insanlar istikbali ile alâkalandıkları kadar
maziye kıymet vermezler. Ama, bence mazide kıymetlidir. Eğer bizler mazideki
hareketlerden ders almazsak tarihi iyi tetkik etmezsek ileride yine hatalara
düşebiliriz. Bugün için mazinin unutulmaması lâzımdır. Mazi unutulmaya
başlandığı gün mazide başlanan işlerin kudsiyetide kayb olmaya başlıyor
demektir. Onun için böyle kısa zamanda maziye arkamızı çevirmeyelim. Bu hususu
daima göz önünde bulunduralım, ihtilâlin akabinde verilen beyanatları okudum.
Alınmakta olan tedbirleri görmekteyim. Vaktiyle çok konuşulmuş, herkeste yer
etmiş hu-sularm akislerinden başka bir şey değil, ne varki icra safhasına
konulurken arada bazı ufak tefek hatalar olmuyor değil. Fakat o tecrübesizliğin
eseri olduğundan işin içinde hüsnüniyet bulunduğundan pek göze batmıyor. Herkes
tarafından hoş karşılanıyor. Çünkü Millet Hürriyete susamıştı o tadı tattığı
için her şey üzerinden şimdilik ince ince fikir yürütmeye zaman ayırmıyor fakat
birgün gelecek zaman geçecek tazelik kaybolacak o zamanda bugünler için yine
kâlemler oynamaya başlıyacak. Bu her devirde böyledir ve böyle olacaktır. Onun
için şahsen şunu arzu ediyorum mümkün olduğu kadar az hata yapılsın ve falsolu
sesler çok az duyulsun tarih hiçbirşeyi af etmez çünkü.
ihtilâlin
hemen ertesi günü Alpaslan Türkeş’e Sezai Okan’a mektup yazdım. Tebriklerimi
bildirdim. Benim yazdığım mektuplarda istediğim hususlar şunlardı.
·
1.
Hadiseler hakkında tafsilâtlı bilgi.
·
2.
İhtilâlde komitemizin oynamış olduğu rol.
·
3.
Bütün komite arkadaşlarımın son durumları.
·
4.
İlerisi için hazırlanan plânlamalar nelerdir.
·
5.
Bu harekatta birleşilen diğer bir komite olup olmadığı.
Şimdiye
kadar eski komite arkadaşlarımdan hiç bir haber alamadım... Üzgünüm... Buna
rağmen herzaman olduğum gibi metinim. Sabırlıyım.. Ve ümitliyim. Yalnız aklımı
kurcalayan bir şey var... Eski ideal arkadaşlarım ne olduki beni unutacak kadar
meşguller. Onlardan yapılması çok güç birşeymi istemiştim, acaba anlıyamadım.
İhtilâlin icra safhasının tatbiki ve başarılması tamamiyle onlara aittir benim
bu hususta hiçbir iddiam yok. Zaten Gülünç olur. Hiç bir-şey istemiyorum
onlardan. Yalnız unutulan birşey var. İhtilâle karar verip hazırlanma safhası,
teşkilâtlanma safhası, bu olgun hale gelinceye kadar komite içindeki
faaliyetler... Acaba kimlere ait? Bu işin başlangıcı Mayıs 1960 mıdır? O
safhaya gelinceye kadarki zaman üzerinden, hazırlıklar üzerinden, tehlikeli
geçen günler üzerinden, o tehlikeli günlerde zaman zaman komiteyi kuran
şahıslar üzerinden, o komiteye ilk kurulduğu günden beri sadakatle hizmet
edenlerin üzerinden süngermi çekilecekti? Bunu düşünmek bile istemiyorum. Fakat
bu satırları yazmaktan da kendimi alamıyorum. Belki yazdıkçada ferahlıyorum.
Tarih safhaları birgün gelecek hakikatlerle dolacak. Buna eminim. Fakat' bende
yakın arkadaşlarımdan alâka görseydim, hatırlansaydım, mektuplarıma cevap
alsaydım, bu düşüncelere hiçbir zaman sapmazdım herhalde. Fakat ne varki her
şey insanın hayatının mukadderat çizgisi üzerinde yer alır. Bende mukadderata
inandığım için gelecek günleri sabırla beklemeğe devam edeceğim. Bu şekilde
kendime telkin etmekle beraber zaman zaman boşalmak istiyorum. Derdimi dökmek
istiyorum. Ama beni dinleyen bir tek arkadaşım var, o da Mustafa Pakoba birde
üç parmağımın arasında oynayan dolmakalemim Meğerse yurttan uzakta olmak,
aileden uzakta olmak, inandığı, sevdiği ideal arkadaşlarından uzakta olmak ne
fena şeymiş. Şimdi her şeyin kıymetini daha iyi anlıyorum. Söz Hürriyeti,
konuşma Hürriyeti, derdini istediğini şekilde istediğin insanlara dökebilmek
Hürriyeti ne tath şey... Fakat o bile bu diyarda yok. İşte burası Uzak Doğunun
Koresi. Bir senedir burada her sahada çektiğim ıstırapların üzerine eklenen bir
yenisi.... Buna da katlanmağa mecburum. Çünkü bu anda elimden başka hiç bir şey
gelmez. Yine ümitle bugünkü postayı bekliyeceğim.
Kore
5 Temmuz 1960
Bugün
artık Korede yaşadığım son günlere yaklaşmış bulunuyorum. Allah kısmet ederse
ayın sekizinde hareket ederek yurda döneceğim. Son olarak Sezai’den aldığım
mektupta şu satırlar yazılıydı :
«Çok
uzaklarda ve inkilâp harekâtımızın ilk kurucularından olan Talât’ımın üzüntüsü,
bana savurduğu serzenişleri yerinde buldum. Bütün isyanının içinde herzamanki
hassasiyet ve nezaketin pırıl, pırıl ışıldıyor.»
Bu
satırlar bana kâfi gelmişti. Demek ki eski arkadaşlarım tarafından geç de olsa
hatırlanmıştım. Çünkü yine asil olan vicdanlar dile gelmiş, kalemler hissiyatı
nakletmişti. İlerdeki karşılaşmalarımızda tath, yumuşak zemin hazırlanmıştı.
Her şey artık ben kat’i olarak yurda dönünce belli olacaktı. Şimdi iş tâyin
yerimin belli olmasıdır. Ankara olacağına eminim. Yalnız mevkii benim için
ehemmiyetlidir Çünkü bana verilecek vazife Komite içinde bana hasıl olan
kanaati gösterecektir. Eskiden arzu ettiğim Millî Savunma Bakanlığı Genel
Sekreterliği kadrosu olması beni en çok memnun eder. Çift görev de verilebilir,
hepsi olur. Yalnız her zaman için arzu ettiğim şu: Türk Ordusunda yapılacak
ıslâhatta, tasfiyede ve bunların plânlanmasmda yakından alâkadar olmak. Bu
hususta kendimi çok hazırlıklı buluyorum. Meslek hayatımda 20 seneyi geçtim.
Her sahada epey tecrübe sahibi oldum. En nihayet zaten mesleğim bu. Bunun
plânlanmasmda çok faydalı olacağıma inanıyorum. Burada yapacağım hizmet, beni
her şeyden çok memnun eder. Ordunun kalkınması için atılacak temellerin taşında
benim de harcımın bulunmasını istiyorum. Hayatta arzularımdan birisi de buydu.
Esas gayeme ulaştım. Şimdi memleket Hürriyet havası içinde çalkalanıyor. Bir
müddet sonra 1961 senesinde ilkbahar veya sonbaharında serbest seçimlerle
iktidar devredilecek. Artık bunda şüphe yok. Ama birbuçuk sene içinde Türk
Ordusunun ezeli dâvaları halledilmeli. Sağlam temellere bina edilmeli, geniş
bir plânlama ile muassır devletler Orduları seviyesine çıkarılmasına
çalışılmalıdır. Bu devre içinde Orduya iyi bir veçhe verilmezse, bir daha bunun
kadar uygun bir zemin bulunamıyacaktır. Ve 15 - 20 sene sonra ayni şekilde
hükümet darbeleri beklemek lâzımdır. Onun için bence hemen bu işe bir plân
çerçevesinde, öncelikler tâyin edilmek suretiyle başlanmalıdır. Bu yapılmadığı
takdirde bütün emeklerimiz boşa gidecektir. Yeni yetişen genç subaylar veya
subay olacaklar istikbalde bizleri affetmiyeceklerdir. Nasıl bizler bizden
evvelkileri affetme-yip de bu dâvaya hayatlarımızı feda ederek atıldığımız gibi
tarih tekerrür edecektir. İşte benim hayatta kalan ikinci arzum. İnşallah o da
tahakkuk eder.
Hak,
adalet, Hürriyet için her zaman mücadeleye hazırım. Haksızlığa uğradığım
zamanlar, mücadele hırsım daha çok kuvvetleniyor. Bundan böyle kararlarımı
kendim vereceğim. Hiç bir zaman arkadaşlarımın samimiyetinden şüphe etmemekle
beraber, kendim makûl bulduğum hareketten başka türlüsüne kalkışmıyacağım.
Bakalım hayat bundan sonra bana neler gösterecek?..
Bonn
- Almanya 25 Kasım 1960
Kore’den
ayrıldıktan sonra hâtıra yazmaya ara vermiştim. Bunun çeşitli sebebleri vardı.
Birincisi yurda dönüşte eski komite arkadaşlarım tarafından nasıl
karşılanacağım idi. İkincisi de komitenin çalışmalarını iyice tetkik etmeden
bir •şey yazmak istemiyordum. Çünkü bu hareketimi çeşitli şekillerde yorumlamak
isteyenler çıkabilirdi. Fakat şimdi artık bütün tehlike bulutları dağılmıştı.
Şöyleki :
Bu
ihtilâl içindeki, ikinci ihtilâl de kansız atlatılmıştır. Şimdi olayları
kolaylıkla sıralayabilirim.
Kore’den
ayrıldıktan sonra 8 Ağustos 1960 günü İzmir’e geldim. Gemide çok üzgündüm, uzun
bir yolculuk yapmış ve çok yalnız kalmıştım. Hele memleketteki olaylardan çok
az haberdar olmam beni sıkmıştı. İzmir’de yalnız ailem tarafından
karşılanacağımı tahmin ediyordum. Gemi sahile yanaştığı zaman aldandığımı
anladım. Gemiye ilk gelen çok eski ideal arkadaşım Kurmay Yarbay Sezai Okan
oldu. Beni kucakladığı sırada her ikimizde çok heyecanlıydık. Göz yaşlarımı,
zor tutuyordum. Benim için özel olarak Ankara’dan gelmişti. Bir müddet ne
söyliyeceğimi bilemedim. Beni gene ilk defa arayan koşup gelen, o asil kardeşim
olmuştu. Onun bu hareketi bana yetmiş günden beri çektiğim ıstırapları bir anda
unutturdu. Gemiden inerken Alpaslan Türkeş’den şu telgrafı almıştım.
«Vatan
topraklarına kavuştuğun şu sırada, seni karşılayamadığımdan çok üzgünüm. Hoş
geldin. Sevgi ve hasretle gözlerinden öperim. Görüşeceğimiz günü sabırsızlıkla
bekliyorum.» Ona da çok memnun oldum. Demek o da şimdiye kadar yaptığı hataları
az da olsa tamire kalkıyordu. Sezai Okan öğleden sonra Ankara’ya gitti, hattâ
beni de beraber götürmek istedi, fakat ailem geldiği için beraber İstanbul’a
dönmek mecburiyetindeydim.
Tayin
yerim de belli olmuştu. Harb Okulu Kurmay Başkanlığına gidiyordum. Sezai Okan,
akşam üzeri ikinci Yurt İçi Bölge Komutanlığı Kurmay Başkanı Albay Sait’e
telefon ederek acele benim Ankara’ya telefon etmemi bildirmiş. «Komite
arkadaşları bekliyor» demiş. Bu kadar acele etmelerinde bir sebeb olduğunu
sezdim. Ben de İstanbul’a geçerek ailemi bıraktım. 12 Ağustos 1960 da Turan
Yavçan ile (o zaman İstanbul Vali Muavini idi) beraber uçakla Ankara’ya hareket
ettik, yine Etimesgut Hava Aalanında beni, Sezai Okan karşıladı. Bana
«Geleceğini başka hiç bir arkadaşa bildirmedim» dedi: Beni Büyük Millet Meclisine
götürmek için İsrar etti. Ben kabul etmedim. Ama onun İsrarına dayanamadım.
Yola çıktık, ilk defa Meclis binasına giriyordum, heyecanlı idim. Çünkü diğer
eski komite arkadaşlarımın beni nasıl karşılayacağını bilmiyordum. İçlerinde
değişenler olabilirdi. Benim tanımadıklarım da vardı. Daha ziyade gençlerin
durumunu merak ediyordum. Onların hareketleri bana dokunabilirdi. Bütün bunlara
kendimi hazırladım. İnsanların büyük hizmetler gördükleri zaman değiştikleri
her zaman görülen olaylardandır. Bu ölçülerimde yanılmamıştım. Sezai Okan’ın
odasında oturuyorduk, ilk defa içeriye Binbaşı Vehbi Ersü girdi. Sınıf
arkadaşım olmasına rağmen beni pek resmî karşıladı. Demek öyle icab ediyordu.
Arkadan Rafet Aksoyoğlu geldi. Onunki de pek o kadar samimi olmadı, neden öyle
olduğunu sonradan öğrendim. Çünkü yüzüme bakacak durum yoktu. Halbuki o zamana
kadar ben onun iç durumundan haberdar değildim. Sezai anlattığı zaman bile
inanmamıştım. Dündar Seyhan da aynı şeyleri söyleyince donup kaldım. Bu
şahısların durumu böyle olunca Komite çok şeyler kaybediyordu. Sezai Okan
odasında otururken biraz sonra içeriye Türkeş girdi. Beni çok samimi bir
şekilde karşıladı. Hemen, kendi odasına götürdü. On dakika kadar yalnız kaldık.
Mektuplarıma neden geç cevap yazdığını bildirdi. Akşama Başbakanlıkta buluşmak
için bana randevu verdi. «Orada uzun boylu görüşürüz. Sen Kore’ye gittikten
sonra Komite ne durum aldı. Sana bunu geniş bilgi vererek anlatacağım. Kimseyi
dinlemeden beni dinlersen daha iyi olur» dedi. Biraz sonra ayrıldık, ben
Sezai’nin yanma döndüm, öğle yemeğini beraberce Mecliste yedik, yemek salonunda
Osman Koksal, Ekrem Acuner de vardı. Osman Koksal, Trükeş’in durumu hakkında
bilgi veriyordu. Bana dönerek «Hayatta bir tek hata yaptın. O da Türkeş’i
içeriye soktun,» dedi. Çünkü Türkeş’i komiteye ben Elazığ-dan yazıp teklif
etmiştim. Ekrem’de tasdik etti. Ben de kendilerine aynen şöyle söyledim :
«Evet,
içinize soktum, fakat ben Kore’ye gittikten sonra siz aranızda, ona neden
bukadar fırsat verip sivrilttiniz, neye frenleyemediniz» dedim. Sonra şöyle bir
şart koştum. «Yegâne endişeniz bu ise, ben onu hareketlerinden frenlerim,
olmazsa hayatım pahasına da olsa ona bir çâre bulurum.» dedim. Ekrem Acuner
güldü. Ben o anda herşeyi anlar gibi olmuştum. Hemen inceden inceye etrafı tetkike
koyuldum. Türkeş’in Başbakanlık Müsteşarlığı herkesi ürkütmeye başlamıştı.
Akşam üstü Türkeş ile buluşacaktık. Başbakanlığa gittim, beni bekliyordu,
odasında görüşüyorduk. Komitenin ben ayrıldıktan sonra ne durum aldığını
anlattı. İhtilâlden önce Ekrem Acuner ile anlaşamadıklarını, hazırlıkların
nasıl yapıldığını bana söylerken, içeriye, yüzbaşı Muzaffer Öz-dağ girdi.
Türkeş beni ona eski komite arkadaşlarımdan diye takdim etti.
KAN
ÜSTÜNE YEMİN
ETMİŞLERDİ
Yüzbaşı
biraz durakladı. Gülerek Komitenin eskiliğinin ne olduğunu sordu. Bende samimi
karşıladığım için kısaca tarihçesini anlattım. Türkeş hiç ses çıkarmadan
dinliyordu. Fakat Özdağ, bu anlattıklarıma hiç memnun olmadı, yüzü ..değişti.
Komitenin kuruluş tarihi 1956’dır, dediğim zaman bizler daha evvel komite
kurmuştuk dedi. Ben de olabilir cevabını verdim ve merakla, «Hangi tarihte
yüzbaşım.» dedim, bana cevap olarak 1952 senesinde dedi ve anlatmaya başladı,
ben kendisine: «O zaman rütben ne idi? dedim. Harb Okulunda öğrenci idim»
cevabını verdi. Hattâ Harb Okulu Silâh-hanesinde kanlarını akıtarak mendilleri
üzerine harita yaptıklarını ve bugün Millet Meclisinde ettikleri yeminin
aynısını o zaman arkadaşları ile birlikte ettiklerini gurur duyarak anlattı.
İkinci sualimi sordum: «1952 yılı Türkiye’de demokrasinin altın devridir. O
senelerde sizi ihtilâle sürükleyen ne sebebler vardı?» dedim ve sözlerime devam
ederek, Komitenin tarihini geriye götüreceğim, diye çok tehlikeli bir yola
saptığını bundan çeşitli mânaların çıkabileceğini belirttikten sonra bir daha
bu hususu hiç bir yerde açmamasını kendisine gayet samimi olarak tembih ettim.
Her halde bu konuşmalardan hiç memnun olmamıştı. Türkeş sesini çıkarmadan
ikimizi dinledi ve hiç fikir yürütmedi. Özdağ fazla oturmadı, yanımızdan
ayrıldı. Türkeş arkasından «Çok akıllı bir insandır.» diyerek düşüncelerini
açıkladı. Ben de olabilir dedim. Odaya bir çok ziyaretçiler geldiği için
rahatça konuşamadık. Ertesi gün aynı saatte buluşmak üzre ayrıldım.
Birgün
sonra Sezai Okan ile Mecliste görüşürken benim artık göreve başlamamı söyledi.
Ne görevi dedim, o sırada ordudan emekli olacak subayları tesbit etmek için bir
heyet görev yapıyordu. O heyete dahil olmamı söyledi. Fakat hemen hemen tasfiye
hareketi bitmek üzere idi. Dündar Seyhan’dan gerekli bilgiyi almıştım. Böyle
bir görev alamayacağımı bildirdim. Çünkü iş bitirilmişti. Son anda böyle bir
tasfiye hareketine katılıp vicdani mesuliyet altına girmek istemiyordum.
Başından beri bu işte olmuş olsaydım seve, seve devam ederdim. Hiç bir görev
kabul etmeden komitenin çalışma tarzını incelemeye koyuldum. İlk anda bir
ahenksizlik göze çarpıyordu. Hiç bir beyanat birbirini tutmuyordu. Ortada bir
Türkeş muamması vardı. Başbakanlık müsteşar makamını işgal etmesi herkesi
ürkütüyordu.
Çünkü
orada Türkeş herşeye hâkim durumdaydı. İlerisi için tehlikeli olarak
görülüyordu. Onun için' arkadaşlarla olan görüşmelerde onun oradan
uzaklaştırılmasına karar verildi. Bu işi, Orgeneral Cemal Gürsel’e anlatmak
icab ediyordu. Bu görevi Osman Koksal ile Sezai Okan üzerine aldı ve lâyıkiyle
yaptılar. Nihayet Cemal Paşa Türkeş’i değiştirmek için karar vermişti, o sırada
bütün komite üyeleri de Anadoluda yapacakları gezi programına göre hazırlıklar
yapıyorlardı.
27.
Ağustos. 1960 günü orduevine gittim. Hv, Alb. Halim Menteş’in odasında konuşuyorduk.
Benim hiç bir şeyden o anda haberim yoktu. Halim’e 18. Ağustos 1960 tarihinde
yazdığım bir kaç sayfa yazıyı okuması için uzattım. Benim görüşümü ve çalışma
tarzımın ana hatlarını öğren dedim.
Yazım
şuydu :
·
1. ANA FİKİR :
·
a.
Demokrasimizi içine düştüğü çıkmazdan kurtarmak, sağlam temellere dayanan bir
devlet sistemi kurmak.
·
b.
Kısa zamanda serbest seçimle hükümeti sivil idareye devretmek.
·
2.
Bu şık altında yapılacak işler :
·
a.
Anayasa, '
·
b.
Seçim Kanunu,
'
•
·
c.
Basın Kanunu,
·
d.
İspat hakkı kanunu,
·
e.
Atatürk İnkılâplarını Koruma Kanunun öncelikle hazırlanması.
·
3.
Diğer önemli işler :
·
a.
Sakıtların mahkemelerinin neticelendirilmesi (Kısa zamanda),
·
b.
Demokrat Partinin kapatılması,
·
c.
Yeni bir partinin kurulmasına gidilmesi,
·
d.
Cumhuriyet Halk Partisinin içinde bulunan müfritlerin lekeli insanların,
parti içinde tasfiyesinin yapılmasının sağlanması.
·
4.
Türk Silâhlı Kuvvetlerinin daima yekvücut halinde bulundurmak için gerekli
tedbirlerin alınması.
Bunun
için :
·
1.
Kilit noktaları olan, tümen, tugay, alay kumandanlıklarına ve okul
kumandanlıklarına güvenilir, enerjik kimseler getirmek.
·
2.
Subayların refah'seviyelerini arttırmak için tedbirler almak.
Bu
da senelerce ihmal edilmiş ordunun ana dâvalarının haledilerek gerekli
kanunların, ve yönetmeliklerin öncelikle tatbik edilmesi ile olur.
·
3.
Ordudaki kitle halinde yapılan tasfiye hareketinin bittiğini kesin
şekilde açıklamak ve bundan şonra yapılacak olan tasfiyelerin ancak
kumandanlıkların selâhiyetine bırakılarak (sicil ve idari) işe
yaramayanların,küçük küçük partiler halinde emekliye sevkedilmesi.
·
4.
Orduya.i .ait .ana dâvaların .giderilmesini . seçimlerden en
.
az dört.ay önce sağlamış olmak
5.
EMNİYET TEDBİRLERİ :
·
a.
Mühim vilâyetlere askerî valilerin tayini.
·
b.
İstanbul, Ankara ve Güneydoğudaki kıtaların takviyesi
·
ç.
. Büyük vilâyetlerdeki bulunan inzibat kıtalarının takviyesi.
·
d.
Hazır kıtaların yeniden kurulması.
·
e.
Jandarma birliklerinin mühim şehirlerde takviyesi.
·
f.
Millî Emniyet Teşkilâtının revizyondan geçirilerek yeniden takviyesi.
·
g.
Polis teşkilâtının revizyondan geçirilerek yeniden kurulması.
·
h.
İnkılâp Mahkemelerinin lüzumu halinde derhal faaliyete geçecek şekilde
hazırlıklı olması.
j.
Milletin nabzını daima elde tutmak, gerekli tedbirleri daima bu düşüncenin
ışığı altında incelemek.
·
6.
Millî Birlik Komitesinin hareket tarzı :
·
a.
Yıpranmış tatbikatta başarı gösterememiş olan bakanların öncelikle tasfiyesi.
Yerine seçileceklerin çok esaslı tahkik edilerek getirilmesi.
·
b.
M.B.K. yekvücut olarak çalışmasının temin edilmesi. İkilik- ve guruplaşma gibi
olaylara hiç bir zaman meydan verilmemesi.
·
c.
M.B.K. içersinde ufak bir grubun ana faaliyetçi olarak seçilmesi.
·
d.
M.B.K. içinde dayanışma ve hattı hareket, disiplin kurulması.
·
e.
Meclis toplantılarının mutlak surette zapta alınması.
·
f.
M.B.K. içinde alman mühim kararların komite haricine çıkmasının önlenmesi.
Bunun için çok ağır müeyyidelerin konulması. Her ferdin komite prensiplerine,
tamimlerine riayet edilmesinin sağlanması.
·
h.
Komite içinde herhangi bir mesele hakkında tartışılıp karar alındıktan
sonra o fikrin dışarda ayni şekilde yayılmasının sağlanması.
·
i.
Yapılan her türlü beyanatlarda tam bir birlik ve beraberlik olması:
·
1.
Mümkün olduğu kadar az beyanat verilmesi.
·
2.
Mühim beyanatların komitece seçilmiş bir heyet tarafından kaleme
alınması.
·
3.
Beyanatların çok açık, kesin ve kısa olması.
·
4.
M.B.K. içindeki muhtelif şekilde çalışan komisyonların içinde ancak bir
kısmının beyanat vermeye selâhiyetli kılınması.
·
j.
M.B.K.. üyelerinin meclis erkânı olarak riayet edecekleri hususların
tesbiti. Hareket tarzlarının tahdit edilmesi. Vekâletler ile münasebetlerin
hudutlarının çizilmesi.
·
k.
M.B.K. üyeleri yalnız plânlayıcı ve hazırlayıcı olarak çalışmalı. Bir iki
yerin dışında icra unsuru olarak faaliyet göstermemeli.
·
l.
M.B.K. Devletin kalkınması için ana plânı hazırlayıp ilgili vekâletlere
gerekli direktifi verip, plânların en ufak ayrıntılara kadar hazırlanmasını
tatbikinin sağlanması.
·
m.
İnceleme komisyonlarının her Bakanlığın kendi bünyesi içinde kurulması.
·
n.
Çıkarılacak mühim kanunlarda Bakanlar Kurulu ile çok iyi bir anlaşmaya varılmış
olması ve koordinasyonun ihmal edilmemesi.
·
o.
M.B.K. kararlarının çok büyük zaruret olmadıkça değiştirilmemesi.
·
p.
Hiç bir suretle taviz verilmemesi.
·
q.
Hiç bir zaman teferruatlı plânlamaya dalmamak.
·
r.
Memleketin içinde esen dört çeşit cereyandan komite üyelerini kurtarması
için gerekli çalışmaların yapılması.
Bu
fikirleri şu şekilde sıralayabiliriz :
·
1.
Demokrat Partinin çeşitli yollardan tesiri.
·
2.
C.H.P. nin içinde bulunan kötü ruhlu insanların fikir cereyanları.
·
3.
Din istirmacılarınm tesiri.
·
4.
Aşırı Milliyetçiliğin de hesaba katılması.
ş.
M.B.K. üyelerinin günlük hayatlarının kontrol altına alınması. M.B.K. ni
sarsacak hareket tarzlarından kaçınılması.
SONUÇ:
·
1.
M.B.K. içinde tam bir anlaşma.
·
2.
Yek vücut bir ordu.
·
3.
Kuvvetli bir emniyet tedbiri.
·
4.
Genel plânlama unsuru olarak çalışma.
·
5.
Millete karşı verilen sözlerde sadakat.
·
6.
Kesin icraat ve tavize yer verilmemesi.
·
7.
Memleketin beklediği reformları süratle yapmak.
·
8.
Az demeç, çok iş.
·
9.
Seçim tarihinin kesin olarak tesbiti.
·
10. Basınla iyi
ve anlayışlı münasebetin kurulması.
Aldı,
okudu, bitirince aynen şöyle söyledi: Odada Ema-nullah Çelebi de vardı. «İşte
samimi olan insan böyle düşünür» ve notlarımı Emanullah’a vererek «oku» dedi,
ve. «Yarın komite üyelerile toplantı yapacağız, sen de İstanbul’a gitme kal, bu
fikirleri tartışalım.» dedi. Toplantıya kimlerin katılacağını sordum. Ekrem,
,Sami, Mücip, Emanullah, Fikret diye saydı. Buna göre mutedil gruptan bir hayli
üye iştirak ediyordu, ben böyle bir toplantıya resmî sıfat taşımadığım için
katılamıyacağımı bildirdim. Yalnız burada yazdıklarım benim görüşümdür. Zaten
toplantıda olsam bundan başka fikirleri savunmama imkân yoktur. Sen bunları
arkadaşlara ver okusunlar, bence başka çıkar bir yol yoktur dedim. Kabul etti.
Mucip Ataklı’ya vermiş, İstanbul’dan dönünce yazıları ondan aldım.
Halim
ikinci bir meseleyi de bana bu buluşmamızda açtı. Az önce Dündar Seyhan ile
.görüşüyorduk, çok garip fikirleri var, ben durumu hiç beğenmedim. Bitişik
odada oturuyor. Benden bahsetmeden bir de kendisini sen yokla dedi. Dündar
Seyhan’ın yanma gittim, fakat orada yabancılar olduğu için konuşamadık. Bir
ara, Halim Menteş geldi. Odada tenhalaşmıştı. Halim, hemen konuya girdi, söyle
bakalım, Talât ne diyor diyo sordu:; Konuşma konusu tam açılmak üzereydi, fakat
tekrar yabancılar geldi bu sefer. Halim Menteş’in odasına geçtik. Konu şuydu :
On
tane bakan görevlerinden af edilmişlerdi. Yerine yenileri tayin edilecekti.
Dündar savunduğu fikre göre, bu on Bakan yerine Komiteden arkadaşların
getirilmesini istiyordu. Biz de Halim ile birlikte bunun aksini savunduk. Çünkü
böyle bir şey yapıldığı takdirde millete verilen sözlerden uzaklaşılacak:,
hemde bir çok arkadaş, bakanlık görevinde başarısızlığa uğrayacaktı. Bu fikrin
altında yatan mânâyı sezmiştik. Bir çok mahsurları belirterek şiddetle bu
fikrin karşısına çıktık ve kendilerini desteklemiyeceğimizi bildirdik.
Münakaşamızın
sonunda, Dündar Seyhan kızarak ağzından baklayı çıkardı, öfke içinde şunları
söyledi :
«Arkadaşlar
komite artık ikiye ayrılmıştır. Bu iki grup birgün gelecek birbirini
temizliyecektir. Fakat şunu bilin ki kuvvet bizdedir, o halde bizler başarıya
ulaşacağız. Bu şekilde hareket edilmediği takdirde başka çıkar yol yoktur.»
Halim ile ben birbirimize bakıştık. Bu fikirlerini hiç bir surette kabul
etmediğimizi yüzüne karşı söyledik. Iş eğer kuvvet gösterisine kaldıysa, durum
değişir dedik. Böyle bir tehlikeli yola gidilmemesini kendisinden rica ettik.
Yeni Bakanların tamamiyle iyi seçilmiş, komite haricinden olması tezini
savunduk. Gerçekleri gayet kuvvetli bir şekilde ortaya koyunca, bizim
fikirlerimizi kabul etti veya kabul etmiş olarak gözüktü. Daha sonraki günlerde
komitede de aynı şekilde karar aldığı için karşı grubun arzu ettiği şekilde olaylar
gerçekleşmedi. Fakat bu şekilde bir deneme gayet iyi olmuştu. Hakiki
fikirlerini ve istikbal için hazırlamış oldukları plânları da öğrenmiştik.
İkimizde hemen durumdan komitedeki arkadaşlarımıza haberdar ettik. Lâzım gelen
tedbirleri almalarını ve komite içindeki çalışmalarını ona göre tayin
etmelerini kararlaştırdık. İlk önce mutedil düşünen kişilerin sayısını
arttırmak gerekliydi. Komite içersinde daha bir çok kimseler, henüz kararsız
bir durumda idiler. Ne tarafa geçeceklerini bilmiyorlar veya durumu tam
manâsıyla kavramamış bulunuyorlardı. Onları aydınlatmak gerekiyordu. Komite
içindeki bütün faaliyetler bu yöne döndürüldü. Bu arada bir kaç arkadaş da
aydınlanmış oldu. Bu vaziyette; çoğunluk sağlandığı sırada Osman Koksal
tarafından hazırlanan bir teklifin komiteye getirilmeşi kararlaştırıldı. Bu da
Türkeş’in müsteşarlıktan ayrılıp, komiteye dönmesi idi. Osman’ın bunu üzerine
almasının sebebi vardı. Çünkü Osman bir gece Türkeş’in Başbakanlıktaki odasında
bir olaya şahit olmuştu.
Türkeş,
Orhan Kabibay, Dündar Taşer, Dündar Seyhan konuşurlarken, Osman içeriye girmiş.
Çok hararetli bir şekilde konuşanlar Osman’a da hazırladıkları plânı
açıklayarak kendilerine katılmasını bildirmişler. Osman kendisine yapılan bu
teklifi şiddetle red ederek, şunları söylemiş :
«Arkadaşlar
buraya otuzsekiz kişi geldik. Otuzsekiz kişi gideriz. Benim başka hiçbir şeye
aklım ermez.» Bu sözleri aynen Osman’dan da dinledim. Çünkü Osman benden bir
şey saklamazdı. Bu durum da bize komite içersindeki ihtilâfın son hadde
geldiğini açıkça gösterdi.
HARB
OKULUNA KUMANDAN TAYİN EDİLDİM
Benim
tayinim Harb Okulu Kumandanlığına çıktı. Bu tayin işi de çok çekişmeli olmuştu.
Harb Okulu Kumandanlığına tayin teklifimi Türkeş yapmış, taraftarları da
desteklemiş. Bu teklife Cemal Madanoğlu ile Sami Küçük itiraz etmişler. Fakat
Osman Koksal, Sezai Okan, Ekrem Acuner’de destekleyince tayinim kolaylıkla
çıkmış. O zamana kadar Cemal Madanoğlu ve Sami Küçük, beni iyi tanımıyorlardı
ve Türk-keş’in adamı zannediyorlardı. Böyle zannetmekte belki haklıydılar ama,
sonradan gayet iyi tanımışlardır zannederim.
Artık
Türkeş’i de çok seyrek bir şekilde görmeye başlamıştım. En son kendisini 3 Ekim
1960 da Harb Okulunun açılış törenine geldiği zaman görmüştüm. Orada törenden
sonra kendisiyle ayaküstü görüştük. Okula Komite arkadaşlarım sık sık
geliyorlardı. Yalnız Türkeş taraftarı tanınan gençler her nedense çalışma
saatlerinin dışında gelmeyi tercih ediyorlardı. İlk defa Yüzbaşı Muzaffer Özdağ
birgün saat 19.00 da okula gelmiş ve o akşam Sekizinci Bölük ile birlikte yemek
yemişti. Ertesi günü Alay Kumandanı Turgut durumu bana bildirdi. Derhal Alay
Kumandanına şu emri verdim: «Bundan sonra hiç bir komite üyesi içeriye yalnız
bırakılmayacak. Çalışma saatlerinde geldikleri takdirde bana getirilecek veya
haberdar edilecektim. Çalışma saatlerinin dışında geldikleri takdirde ise
nöbetçi âmiri refakatinde ziyaretçi salonlarında kabul edileceklerdi.» Emir çok
sıkı olarak uygulandı. Hattâ bundan almanlar bile oldu. Bir pazar günü Dündar
Taşer okula gelmişti. Nöbetçi âmiri telefon ile eve durumu bildirdi. Bende
kendisine ziyaretçi odasında ağırlamasını bildirdim. Bu ziyaretler maksatlı
idi. Harb Okulu ile bir kuvvet gösterisi yapmak istiyorlardı. Bilhassa genç
subaylarla, bölük ve takım kunmandanları ile temas sağlamayı arzu ediyrolardı.
Biz de zamanında aynı yollardan yürümüştük. Fakat artık o devir geçmişti. Bu
şekildeki hareket tarzlarının mahsurlarını arkadaşlara bildirdim, Sezai, Osman
Mucip’e anlattım. Daha sıkı tedbirler alacağımı o zaman içeriye hiç kimseyi
sokmayacağımı söyledim. Eğer küçük düşmek istemiyorlarsa komite üyelerinin
ziyaretlerini mesai dahilinde yapmalarının daha yerinde olacağını bu gibi
arkadaşlara hatırlatmalarını istedim. Akisleri hemen kendini gösterdi. Bir daha
böyle ziyaretçiler gelmedi. Yalnız Yüzbaşı Numan Esin, Bifat Baykal birer kere
geldilerse de Alay Kumandanını ve beni ziyaret ettiler. Rifat Baykal ikinci
gelişinde de çok kısa bir zaman Alay Kumandanı Alpagut’un yanında kaldı. Beni
ziyarete gelen Mucip, Emanullah ve Ha-lim’e nizamiyeden girerken rastlayan
Baykal «Siz büyükleri, biz de küçükleri ziyaret ederiz» dedi. Bu sözlerde çok
derin anlamlar vardı.
Bir
gece saat 22.00 sularında Türkeş Okula geldi, ben henüz yatmıştım. O zaman
Başbakanlık müsteşarı idi. Halinde bir telâş sezdim. Bu saatte beni aramasının
herhalde bir mânâsı vardı. Çünkü artık o günlerde kendini müsteşarlıktan
uzaklaştırmak için yapılan mücadele safhası son hadde gelmişti. Bana yana
yakıla arkadaşlarının kendisini iyi tanımadıklarını, halbuki hareketlerinde
samimi olduğunu hiç bir zaman Turancılık peşinde olmadığını, uzun müddet
iktidarda kalmayı arzu etmediğini anlattı. Kendisine fikirlerimi açıkça
söyledim. Türkeş’e onsekiz Ağustosta yazmış olduğum yazıyı ve ana düşüncemi
okudum. Çok güzel buldu, bundan başka bir şey düşünmüyorum dedi. Bende o halde
anlaşmamamız için bir sebeb yok dedim. Her iki tarafta biraz fedakârlık ederse
ortada anlaşmamız için bir sebeb kalmaz dedim. O ilk iş olarak şunu teklif
etti. «Osman müsteşarlık için hazırladığı teklifi Meclise getirmesin.» dedi. Saat
00.1’e kadar yanımda kaldı ,her konuda uzun uzun konuştuk. Ayrılırken kendisene
yarın Sezai, Osman ile görüşüp, teklifini bildireceğim, bakalım ne
söyliyecekler dedim. Meclise giderek Sezai ile görüştüm, bana Türkeş’e itimat
etmediklerini söyledi. Çok İsrar ettim, hareketlerinden vazgeçmiyor, gizli
gizli gençlerle çalışıyor, oradan uzaklaşması lâzım dedi. Osman Köksal’la da
görüşmemi tavsiye etti. Onunla da görüştüm o da aynı kanaatte idi. Başbakanlığa
giderek Alpaslan Türkeş’e durumu anlatarak şunları söyledim :
«Durumunun
sarsılmaması için Meclise Komite üyelerinin icra mevkilerinde bulunmaları için
senin tarafından bir teklif getirilmesini istediler» dedim. Ama, bunu Türkeş’e
kabul ettiremedim. Onun üzerine benim yapacağım bir iş kalmadı artık, bundan
sonrasını sen bilirsin, ,ama bu teklifi kabul edersen iyi olur dedim. Bana
hayır «Mücadele ederiz» dedi. Başbakanlıktan ayrıldım. îki gün sonra Kök-sal’la
görüştüm. Türkeş için, Cemal Gürsel Paşa ikna oldu, değiştirecek dedi. O sırada
Kurmay Albay Sadi Koçaş’ta Londra’dan gelmişti. Gürsel Paşa ile gayet iyi
konuşurdu. Sezai ile ikimiz durumu kendisine iyice anlattık. Ertesi gün
görüştüğümüz zaman Albay Koçaş, durumu Cemal Paşaya bütün teferruatı ile
anlatarak ikna ettiğini bildirdi. Birkâç gün sonra da, Türkeş müsteşarlıktan
ayrıldı. Bu konu da böy-lece halledilmiş oldu. Türkeş’i evinde ziyaret ettiğim
zaman geçmiş günleri anlatarak, kendi kendine çekilmiş olsaydın daha iyi olurdu
dedim. Bana «Beni kıskananlarla uğraşacağım» dedi ve bunların başında Sami
Küçük’ün geldiğini de söyledi, ayrıca Ekrem, Osman Köksal’a da itimat
etmediğini belirtti. Türkeş her nedense bu günlerde Binbaşı Dündar Taşer’e pek
fazla bel bağlamıştı. Zırhlı Birlikler Okulunda Tank Taburu vardı. Binbaşı
Taşer oraya sık sık, zamanlı zamansız gelir, kuvvet gösterisi yapardı. Burada
Türkeş grubu gizli olarak bazı toplantılar da yapıyordu. Bunlardan hep haberdar
olunuyordu. Ama onlar her defasında inkâr yoluna sapıyorlardı. Durum artık
bütün gerçekleri ile iyice anlaşılmıştı. Komite tamamiyle iki gruba bölünmüştü,
için için birbirlerine karşı cephe alıp bir diğerini ekarte etmeye
bakıyorlardı. Bunun tesiri Orduya da yayılmıştı. Hele Ankara’daki birlik
komutanları da ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Fakat, işin sonunda duruma aklı
selim hâkim oldu. Ankara’da yaptığım temaslarda karacı arkadaşlarla da tam
fikir birliğine varmıştık. - Hava Kuvvetlerinde Halim Menteş çok mühim rol
oynamıştı. Hava Kuvvetleri de yekvücut olarak aynı cephede idiler.
3
Ekim 1960 günü Devlet Başkanı Cemal Gürsel Paşa beni makamına çağırdı.
Yüzbaşılığımdan beri beni tanırdı. Okulla ilgili bir kaç sual sorduktan sonra
asıl konuya geldi. Komite içinde son gidişatın iyi olmadığını, bazı kimselerin
sapık fikirlere sahip olduğunu ve bunlardan bir kısmının da Harb Okulunu
zamanlı, zamansız ziyaret ettiklerini duyduğunu bildirdi. Ben de kendisine
durumu anlatarak aldığım tedbirleri bildirdim. Verdiğim emirleri söyledim. Harb
Okuluna itimat edileceğini belirterek şahsen onların fikirlerinin karşısında
olduğumu açıkladım. Bunun üzerine paşa bana «Evet zaten Osman Koksal, Sezai
Okan senin durumunu bana anlattılar. Onların eski arkadaşıymışsın, komitenin
kurulması da sana aitmiş, hepsini öğrendim. Şimdide vaziyeti tam manâsiyle
kavramış durumdasın, sana bu hususta söyliyecek hiç bir sözüm yok, sana
güveniyor ve tam bir emniyetle bakıyorum.» dedi, izin istiyerek yanından
ayrıldım.
O
günlerde komite üyelerinden ziyaretime gelenler sıklaşmaya başladı. Yine birgün
Alpaslan Türkeş geldi bu «gidişat iyi değil Talât. Artık buna bir çâre
bulalım.» dedi. Eşiti arkadaşlar bir araya gelip toplanalım ve karar alalım
dedim. Telefonla da Halim Menteş’i çağırdım. Benim odada üçümüz tartıştık,
sonuç olarak, Halim ve ben kendisine açıkça şunu bildirdik :
«Komite
üyeleri bugün Silâhlı Kuvvetleri temsil etmektedirler, Millet bizi öyle
biliyor. Siz aranızda bölünmek suretiyle orduyu da ikiye parçalamaya kalktınız.
Buna hakkınız yoktur» dedik. Daha sonra Türkeş’e bu ana gaye uğrunda basit
plânlardan vazgeçip, fikir ayrılığı olan hususlarda karşılıklı olarak
anlaşmaktan başka çıkar yol görmediğimizi söyledik. Yoksa komitenin ikiye
ayrılmış şekli ile birbirimizin hayatını dahi ortadan kaldıracak bir ortama
hızla yaklaştığımızı, birbirimizi hudut harici edecek bir harekette bulunmanın
iki tarafa da hiçbir şey kazandırmayacağını bu gibi hareketlerle memleketin
felâkete sürükleneceğini kendisine açıkça anlattık. Hiç bir zaman bu tip
fikirlerinizi des-dekliyemez ve size yardımcı olamayız dedik. Bunun üzerine bir
süre daha tartıştık. Biz Meclisin öncelikle kurulmasını komite üyelerinin
kurucu meclis dışında kalmalarını, M.B.K. nin yeni bir siyasî parti
kurmamasını, siyasî hayata atılmak isteyenler varsa M.B.K. üyeliğinden
ayrılarak yeni bir parti kurmasını veya partilere iltihak etmelerinin uygun
olacağı tezini savunduk.
Alpaslan
Türkeş de öyle olsun, bunun için ne yapalım dedi. Bizde fikir ayrılığı olan iki
cephede bir araya gelerek konuşulsun, şartlar açılsın, her iki tarafta
birbirini ikna etmeye çalışsın dedik. İcap ederse toplantılarda
bulunabileceğimizi söyledik. Bu teklifimize razı oldu. Bir veya iki gün sonra
Muhafız Alayında toplanıldı. Bizler katılmadık, ama orada görüşülenlerden
haberdar olduk. Toplantıda Osman Koksal, Sezai Okan, Mucip Ataklı, Sami Küçük,
Türkeş, Orhan Kabibay, Orhan Erkanlı, Muzaffer Özdağ bulunmuşlar, herkes gayet
serbest olarak konuşmuş. Birbirleri hakkında tasarladıkları plânları dahi
açıklamışlar .Bazı noktalarda da birbirlerine hücum etmişler, sonuç olarak da,
komitede çoğunlukla bir toplantı yapmaya karar vermişler. Bize bu toplantı
hakkında gelen bilgi bu şekildeydi. îki üç gün sonra Komiteden yirmidört
kişinin iştirak ettiği, bir toplantı yapıldı. Burada fikir konusundaki
anlaşamamazlıklar gece yarısı saat üçe kadar münakaşa edilerek bir karara
bağlandı ve anlaşmaya varıldı, hatta şimdiki idarenin. «Halk Oyuna» arz edilme
işide karar altına alınmıştı. O sabah, Osman Koksal, Sezai Okan bana telefon
ederek bü durumu bildirdiler. Sonra Harb Okuluna da geldiler, görüştük. O günkü
durumdan sonra da tutumun nasıl olacağını plânlamak üzerede altı kişilik bir
plânlama grubu tesbit etmişlerdi. Bu gruba Mucip Ataklı, Kadri Kaplan, Alpaslan
Türkeş, Orhan Kabibay, Orhan Erkanlı- Sezai Okan seçilmişti.
O
akşam bu şekilde karar alınmasına rağmen bu plânlama grubu hiçbir zaman
toplanıp tam bir çalışmağa geçemedi. Çünkü her defasında bir bahane ile karşı
taraf toplantılara katılmamıştı. Eskiden olduğu gibi Türkeş Grubunun gizli
toplantılar yapmaya başladıkları da bu arada haber alınmaya başlandı. Aynı
zamanda eski huylarından da vazgeçmedikleri kati olarak öğrenilince 13 Kasım
1960 harekâtının yapılmasına karar verildiğini sonradan anladık.
Uzun
görüşmelerden sonra isimler üzerinde durularak sonuç Cemal Gürsel’e
bildirilmiş, o da kati kararını vererek ne yapacaksanız yapın ,elinizi çabuk
tutun demiş.
·
12
Kasım 1961
·
13
KASIM
ONDÖRTLER
OLAYI
Sabah
saat sekizde Alpaslan Türkeş Okula geldi gene, telâşlı bir hali vardı. Bana
artık Komitenin işe yaramaz hale geldiğini lağvedilmesinin gerektiğini ve yeni
seçimlere gidilmesi için çâre düşünülmesini isteyerek; artık ikinci büyük
tarihi kararın verilmesinin lâzım olduğunu söyledi. Bende kendisini ikna etmeye
çalıştım. Kanaatimi tekrarladım. Yekvücut bir komite haline gelmeden hiç bir
işin düzelemi-yeceğini, bunun için ne yapıp yapıp, anlaşma yapılmasının uygun
olacağını teklif ettim. Bu konuyu geciktirmeyin dedim. Öyleyse biz hazırız
dedi. Kendisine öğleden sonra eve gel görüşelim, seni bekliyeceğim, dedim. Bu
sırada telefon çaldı, Kurmay Albay Halim Menteş benimle görüşmeyi arzu ettiğini
söylüyordu. Kabul ettim. Türkeş’te yanımda, gel istersen burada daha iyi oturup
konuşabiliriz.» dedim. Bana «Hayır gelemem ben seni evde bekliyorum, acele gel»
dedi. Türkeş yanımda fazla kalmıyarak gitti. Fakat her halde azda olsa
birşeylerden şüphe ediyordu. Ben derhal Menteş’e gittim. Binbaşı Emanullah
Çelebi ile beraber beni evlerinin önünde bekliyordu. Otomobilimi değiştirerek
Halim Men-teş’in otomobiline bindim. Otomobilde üçümüz vardık. Jandarma
Okulunun önüne doğru gelirken Halim otomobili durdurdu. Bana dönerek «Talât
eskiden ettiğimiz yemini hatırla ve içinden tekrar et sana ikinci tarihi karan
bildireceğim» dedi ve verilen kararı açıkladı.
Buna
göre: Artık komite içinde tam bir birlik teşkil etmeye imkân yoktu. Sonuç daha
kötüye gitmeden anlaşamadığımız arkadaşları komiteden ayırarak uzaklaştırmaya
karar verdik. Bunlar emekliye sevkedilerek yurd dışına çıkarılacak ve bu
hareket bu gece sabaha karşı tatbik edilecek» dedi. Bende derhal kabul ettim.
Bana uzaklaştırılacak olanların listesini okudu. Hepsi dokuz kişi idi. Fakat o
gece komiteden uzaklaştır ilanların ondört kişiye yükseldiğini ertesi gün Cemal
Madanoğlun’dan emir alınca öğrendim.
Halim
bana 13 Kasım günü sabah saat 06.00 da okulda bulunmamı söyledi. Öğleden sonra
evde Tür keş’i bekledim, fakat gelmedi. Kendi kendime ertesi gün tatbik
edeceğim hareket tarzını hazırladım. Saat 07.00 ye kadar kimseye hiçbir şöy
söylememeye karar verdim.
SESSİZ
İHTİLÂL
BAŞLADI
13.
Kasım. 1961
Saat
05.30 da evin kapısı çalındı. Kapıda bir deniz kurmay Binbaşısı vardı, bana
Cemal Madanoğlunun kartını göstererek, acele Ankara Kumandanlığına gitmem
gerektiğini söyledi. Karttaki imzayı tetkik ettikten sonra hemen hazırlanıp
dışarıya çıktım. Kapının önünde beni bekleyen jeep’e bindim. Ankara Merkez
Kumandanı Albay Hikmet Akıncı’da jeep’teydi. Merkez Kumandanı yolda giderken
bana «Ne var ne yok» diye sordu. Hiç birşeyden haberi olmadığını anladım. Bende
oraya gidince öğreniriz diyerek kendisine cevap verdim. Tam saat altıda Ankara
Kumandanlığına geldik. Korgeneral Cemal Madanoğlu’nun odasına girdik. İçerde
piyade Albayı Recep’te vardı. Bana dönerek «Sen niye geldin durumu biliyorsun
ya dedi. Bende emrinizi aldım dedim. O anda iki albay bana yan gözle baktılar.
EİMİR
VERİLDİ
Cemal
Madanoğlu bize şu emri verdi :
·
1.
Komiteden bazı arkadaşların ihracını zorlayan kararı bu sabah 07.00 da
tatbik edeceğiz. Herkes kıtası başına giderek herhangi bir harekâta karşı hazır
olsun.
·
2.
Tatbik edilecek olan plânın ana hatlarını söyledi o da kısaca şu idi.
·
a.
Komiteden çıkarılacak arkadaşların hepsine 07.00 da tebligat yapılacaktı.
Bunu emniyetten iki sivil polis yapacaktı. Her birine ikişer memur ayrılmıştı.
·
b.
Tebliğ zarfını bir sivil memur kapıları çalıp verecek, diğer memur
kapının önünde bekliyecekti.
·
c.
Zarfın içinde şu yazılı idi :
·
1.
Emekliye ayrıldınız.
·
2.
İkinci bir emre kadar evinizden ayrılmayacaksınız.
·
3.
07.30 da Ajans Haberini dinleyiniz.
·
d.
Evinden çıkan olursa hiç bir suretle zor kullanılma
yacak,
kapının önünde bekleyen iki sivil memur o şahsa yaklaşıp ihtar edecek (Evine
dönmesi için) şayet hareketine devam ederse, derhal telefonla en yakın inzibat
karakoluna durum bildirilecek. O zaman tevkif edilerek Merkez Kumandanlığında
nezarete alınacaktır. '
Yer
yer seyyar inzibat karakolları kurulmuştur.
·
e.
Bu şahıslar evlerinde nezaret altında bulundurulup sonra yurt dışına
görevli olarak gönderilecektir.» Oradaki kumandanlara radyoda yayınlanacak
beyanatı verdi. Bana teksir edilmiş kâğıtlardan kalmamıştı. O zaman kendi el
yazısı ile (Eski Türkçe) aslını verdi (Bende mevcuttur saklıyorum) Emri orada
okuduktan sonra ayrıldım. Ben kendisine bir hususu sordum. İkinci bir emir
verip vermiyece-ğini sordum:
En
kritik yer olarak Harb Okulunu buluyorlar ve orada bir reaksiyon olacağından
çekiniyorlardı. Kendilerine böyle bir şeyin bahis konusu olamıyacağını
belirttim. Bana «Bu işi tamamiyle sana bırakıyorum» dedi. Ayrıldık, ben derhal
okula geldim. Saat yediye gelmek üzere idi. Alay Kumandam Turgut Alpagut ve
Kurmay Başkan Vekili Hüsamettin Şevengül’ün otomobillerini gönderip,
kendilerini okula istettim. Onlar gelinceye kadar da nöbetçi heyetini toplayıp
şu emri verdim.
«Arkadaşlar.
Saat
7,30 da radyoyu dinleyiniz ve derhal taburlara dağılarak öğrencilerin
hareketlerini kontrol ederek neticeyi bana bildiriniz.» Bende pazar olduğu için
henüz yataktan kalkan öğrencileri kontrol etmek için koğuş koridorlarında
dolaşmaya başladım. Bu arada hiçbir taşkınlığa tesadüf etmedim. Çocuklar hiç
bir mâna vermemişlerdi. Radyo neşriyatı üzerlerinde bir şok tesiri yaratmıştı.
Kahvaltıdan sonra yavaş yavaş gruplaşmalar olmaya başladı. Ben derhal izinli
çıkmalarını söyledim. İzin havası içinde okuldan dağıldılar. Bir kısım
öğrenciler okulda kalmıştı. Saat on sıralarında Sıtkı Ulay Paşa geldi, eski öğrencilerini
havuz başına topladı ve onlara bir nutuk çekti. Ben pek dinleyemedim. Yalnız şu
hava seziliyordu. Bu durum karşısında demek bana pek itimat edilmemişti. Çünkü
ben Okul Kumandanı iken onun gelmemesi gerekirdi. Öğrencilere zamanında çok
taviz vermiş olduğu için öğrenciler onu görünce çok şımarıyorlardı. Çok
gereksiz konuşmalar olduğu için ben hiç bir zaman Sıtkı Paşanın yanma
sokulmadım.
Öğle
üzeri evime gittim. Saat 14 sıralarında Emniyete ait bir araba evin önünde
durdu. Polis, şoförümle görüşerek Alpaslan Türkeş’in evinin nerede olduğunu
sormuş. Fakat araba ben evden çıkıncaya kadar bizim kapının önünden ayrılmadı.
Gece
Okulda yatmamız için emir aldık, okula döndüm saat 20,00 den sonra komiteden
Muzaffer Yurdakuler, Kadri Kaplan, Mehmet Özgüneş, Ahmet Yıldız, Ekrem Acuner,
Fikret Kuytak, hariç hemen hemen hepsi geldiler. Benim odamda uzun boylu
oturduk konuştuk. Bu arada Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Memduh Paşa da geldi.
Komitece-ler gittikten sonra Memduh Paşayı epey aydınlattım ve eski anılarından
da bahsettim.
Pazartesi
günü normal mesai yapıldı. Yalnız bu arada Orhan Kabibay henüz ele geçmemişti.
Sıtkı Paşa tekrar okü-la geldi. Telâşlı bir vaziyetteydi. Kabibay buraya gelir
herhangi bir şey yapabilir diye korkuyordu. Kendisine teminat verdim ve bir
daha okula gelmemesini, daha iyi olacağını kendisine söyledim. Bu durumu ayrıca
Komitedeki arkadaş-larada bildirdim. Bence öğrenciyide islim üzerinde tutmanın
bir anlamı yoktu. Öğrenci onu görünce lüzumsuz yere heyecanlanıyordu. Bende
onun gereksiz konuşmalarını hiç iyi karşılamıyordum. Hatta o zaman Osman
Köksal’a da.
«Bu
şahıs bir daha okula gelirse ben kumandanlığı terk ederim. Bana mı itimat
edeceksin ona mı? Mesuliyet bana ait olsa gerek.» dedim. Son gelişi o oldu. Bu
şekilde iki üç günü evden ayrı geçirdim. Evimde olan telefon konuşmalarımı bile
kestiler. Beni hariçten arayanlar telefon başında ilk önce Cemal Madanoğlunu
buldular. Çünkü telefonumun oraya bağlamlması için emir verilmişti. Yeni esaslı
tedbirlerin alındığının farkında bile olmamıştım. Ondörtler tevkif edilip
Mürted Hava Alanına götürüldüğü zaman Orhan Kabibaydan başkasının ziyaretine
gidemedim. Kabibay’ı yolcu etmeye de Osman ve Sezai ile birlikte gittik.
Arkadaşlar sıra ile yolcu edildiler. Bu işte böylece kansız olarak bitirildi.
Bu tasfiye hareketinden sonrada Kara Kuvvetlerinde bir tayin kampanyası
başladı, listeler hazırlanarak ondört-lerin adamı olduğu gerekçesi ile bir çok
subayın tayin listesi tanzim edildi. Beni de bu listelerden birinin başına
Türkeş’in adamı olduğumu ileri sürerek koydular. Komitede kalan arkadaşlar
zamanında duruma müdahale ederek kimsenin adamı olmadığım için bu yanlışlığı
tam zamanında önlediler. Bu durumu duyar, duymaz derhal Meclise gittim.
Arkadaşlara «Benim için yamlanlar diğerleri içinde yanılırlar, bu şekilde
tayinler yapmaya kalkmayın orduyu ikiye ayırırız çok kötü neticeler doğar
dedimse de kimseye dinletemedim. Ama hata kendisini gösterdi ve gösterecekte.
İlerde bu hususun nasıl temizleneceği hakkında şimdiden hüküm yermek bence
oldukça zor.
Benim
içinde türlü türlü söylentiler çıkardılar. Tevkif edildi dediler. Tayin etmek
istediler. Yassıadaya gönderildi dediler. Meğerse ne çok dostum varmış da benim
haberim yokmuş.; Zamanla herşey açıkça ortaya çıktı.
Ankara
·
24.
Aralık. 1961
EMİNSULARIN
İHTİLÂL
HAZIRLIKLARI
Bugün
saat onbir sıralarında Ankara Kumandanlığından telefon ettiler. Cemal Madanoğlu
makamında seni bekliyor dediler. Hemen gittim. Kurmay Başkanı Selâhattin
Demir-cioğlu’nun odasında otururken kendisine sordum. Emeldi subayların pazar
günü yapacakları toplantı ile ilgilimi? dedim. Biraz sabret öğrenirsin dedi.
Fevkalâde bir hal olduğu belli oluyordu. 28 Tümen Kumandanı Kurmay Albay Nuri
Hazer de geldi. Madanoğlu bizi odasına aldı Odada K. Alb. Muzaffer Heper,
Kurmay Başkanı Sefahattin Demirci-oğlu, ben, Kurmay Albay Nuri Heper vardı.
Biraz evvel içerden Iç İşleri Bakanı Tümgeneral Muharrem İhsan Kı-zıloğlu
çıkmıştı. Selahattin kulağına eğilerek yavaşça «Ufak bir operasyon» dedi. Zaten
anlamıştım. General Madanoğlu masasının üzerinde yeni gelmiş olan mesajı okudu.
İzmir-den çekilmişti. Mesaj özet olarak :
«Emekli
General Mehmet Ali Aytaç’ın bir konuşması ve mecliste kendisine verilen bazı
sözlere işaret ediliyordu.
Mehmet
Ali Aytaç «E.M.Î.N.S.U.» lara şöyle sesleniyordu :
«Teşkilâtımız
artık, pasiflikten çıksın. Aktif olalım geç kalıyoruz. Ya Orduya döneceğiz, ya
öleceğiz. Kurucu Meclise bizi almıyorlar, zorla girmeliyiz. Benim kurmaylık
hizmetim 24 yıl, halbuki M.B.K. da kıymeti bukadar olmayan subaylar var. Aktif
hareket etmeli ve hakkımızı almalıyız.» Buna benzer bir sürü hezeyan dolu
cümlelerden sonra. Mehmet Ali Aytaç Hava Alanında çok parlak bir şekilde
karşılanmayı, kuvvet gösterisi yapılmasını arzu ediyordu. Kâğıdın okunması
bitince General Madanoğlu :
«Arkadaşlar.
Bu
akşam bir hareket yapacağız, çünkü emekli subaylarla gedikliler ve Demokrat
Parti kuyruklarının müştereken kurmuş oldukları teşkilâtta toplantı yapacaklar
bizlerin ortadan kaldırılması hakkında gerekli plânları hazırlayacaklardır.
Onun için siz ikiniz bu gece evlerinizde yatmıyacaksı-nız. Kıtalarınızın
başında kalacaksınız. Ailelerinizi de bir yere götürün dedi ve şu kısa emri
verdi :
·
1.
Bu emrimi ikinizden başka şu şahıslar bilecektir.
Merkez
Kumandanı Albay Hikmet Akıncılar,
Trafik
Tabur Kumandanı Albay Recep, Jandarma Genel Komutanı Abdurrahman Doruk Paşa,
Muhabere
Okulu Kumandanı Albay Reşat, Muhabere Tabur Kumandanı.
·
2.
Hiç bir surette yazılı emir yok.
·
3.
Bu adamlar her çeşit asker elbisesi temin etmekle meşgul (Subay, Er, General)
dikkatli olun.
·
4.
Birliğinize gelen ve kendi parolanızdan gayrisini söyleyeni tevkif
edeceksiniz.
·
5.
Siz kumandanlar birbirinizi gizlice görüp işi içinden idare edeceksiniz.
Kıtalarınız ve hazır kuvvetleriniz silâh başında olacak.
·
6.
Nöbetçileriniz güvenilir olacak.
Cephanelikler
kontrol edilecek.
·
7.
Saat 21 den sonra şu parolayı kullanmak üzere telefon görüşmesi
yapılacak.
Parola
: (Üç kutu sigara istemiştik)
İşareti
: (Sigaralarınız hazır).
·
8.
Diğer Birlik Komutanlarına saat 23 den sonra haber vereceğim.» dedi, ve
başarı diledi.
Ben
Emri tekrar ettim ayrıldık. Beşde okula döndüm nöbetçi âmirini değiştirdim.
Saat'20
de okula geldim. Nöbetçi âmiri Avni Elevliye şu emiri verdim.
«a.
Nöbetçi subaylarının isim listesini getir.
·
b.
Alârm için hazır kıta hazırlığını yap.
·
c.
Saat 21 den sonra okula gelen tanınmayan kimseleri derhal tevkif edip.
Dördüncü Şube Müdürünün odasına hapsedin.
·
d.
Yat borusu ile birlikte bütün öğrenciler yatırılacak.
·
e.
Emniyet nöbeti arttırılacak.»
O
sırada Ankara Kumandanlığından beni istediklerini bildirdiler gittim. Geceki
hareket için yazılı emir verdiler.
Orada
general Madanoğlu, Sezai Okan, Sami Küçük’te vardı. Onlarla görüşüp ayrıldım.
Okulda
Nöbetçi Âmirine tekrar şu emirleri verdim:
·
a.
Okulun civarına konucak nöbetçi miktarının tayini.
·
b.
Hazır kıta olacak birlikler için öğrencilerin ismen tesbiti.
·
c.
Nöbetçi âmirinin saat 24 de bütün nöbetçi subaylarını alıp yanıma gelip
durumu rapor etmesini,
·
d.
Nöbetçi âmirine bütün birlikleri kontrola gidiyorum. Arabayı bırakacağım.
Yayan olarak onbeş dakika sonra gelirim beni bulaşıkhane kapısında bekle al.
Emrini verdim.
O
sırada Emir Subayım Süvari Binbaşı Talip Oğuz geldi ve bana katıldı. Beraber
birlikleri gezdik sonra gitmiş gibi yaparak okula yan taraftan girdik. Kurmay
Başkam, Emir Subayı ile aynı odada sabaha kadar kalarak harekâtı takip ettik.
E.M.İ.N.S.U. 1ar saat 02.00 de toplanmaya başladılar saat 06.00 da sayıları
ellibeş kişi olmuştu. Yapılan plân noksansız tatbik edildi.
Tevkif
edilenlerin listesini Ankara Kumandanlığı Kurmay Başkanı bana okudu çok az
tanıdığım isim vardı. Emekli subay olarak bir iki kişiyle, bir kaç gedikli
vardı. Geri kalanı D.P. kuyrukları ile birkaç kadındı. Tahkikat halen devam
ediyor bu suretle üçüncü hareketta sessiz olarak bitti. Şimdi halen okulda
hazır vaziyette bekliyoruz.
Bu
olayı yapmakta geç bile kalındı. Çünkü aylardır bunun yapılmasını arzu ediyor
ve her defasında komite arkadaşlarımı ikaz ediyordum. Bakalım sonuç ne olacak.
·
25.
Aralık Saat 18.00
14
lerin tasfiyesinden sonra görüşlerim gerçekleşerek, Silâhlı kuvvetler
bünyesinde bölünmeler, meydana gelmeye başlamıştı. M.B.K. Üyeleri orduyu tesir
altında bulundurmak için Ankara ve İstanbul'da bulunan kumandanları faaliyete
geçirerek kararlar aldırıyorlardı.
M.B.K.
nin geçici Anayasası bizzat yapanlar tarafından çiğneniyordu. İşte bu olay
Silâhlı Kuvvetler içinde oldukça yıkıcı bir rol oynamaya başladı. 14 lerin
tasfiyesinden sonra geri kalan 23 komite üyesi gruplar halinde ordu içinde
âşiret reisi imişler gibi taraftar toplamaya başladılar. Bir yandan da 14 lerin
mağdur olduğuna inanan taraftarları da ordu içinde ayrı bir teşkilât kurabilmek
için bütün güçleri ile çalışıyorlardı. Artık Ordu muhtelif fikir akımlarına
göre,, zümrelere hizmet için siyasetin içinde bocalamaya başlamıştı. İşte bu
durum karşısında yine kendimi görevli hissettim. Ankara’daki arkadaşlarımla bir
fikir etrafında toplanarak ordu içinde parçalanmaya meydan vermemek ve orduyu,
yavaş yavaş da olsa M.B.K. üyelerinin elinden kurtarmak için Silâhlı Kuvvetler
Birliği adını verdiğimiz teşkilâtı kurmak üzere çalışmalara başladık. Ankara ve
İstanbul’da ki genç kumandanlar toplantılar yaparak bazı kararlara vardılar.
Ordunun bütünlüğünü hedef olarak alan kararlar şunlardı :
·
1.
Türk Silâhlı Kuvvetleri sebeb ve saiki ne olursa olsun siyasete
karışmıştır. Halen Orduda bulunan Silâhlı Kuvvetler Birliği mensupları derhal
siyasetle ilgilerini kesme-lidirler.
·
2.
Her kumandan ve Subay astlarını kendine, kendini de bir derece üst
kumandanına bağlamalıdır.
·
3.
Her Kumandan ve subay yalnız kendi kumandanından emir almalı ve ordu dışı
hiçbir siyasî tesir altında kalmamalıdır.
Nisan
1961 yılı başlarında da Hava Kuvvetleri Komutanlığı, Kara Kuvvetleri ve Ordu
Komutanlıkları, Deniz Kuvvetleri, Harp Filosu Komutanlığı ve Jandarma Genel
Komutanlığı arasında bu konularda anlaşma olmuş, emir ve kumanda münasebetleri
buna göre tanzim edilmiştir. Bu münasebetleri yürütmek üzere komutanların
iştirakiyle bir TÜRK SİLÂHLI KUVVETLERİ BİRLİĞİ kurulmuştur.
Ancak
bu birlik M.B.K. üyeleri ve yüksek komutanlar arasında «ALBAYLAR CUNTASI»
kurulduğu şeklinde kabul edilmiş ve bu hareketimize günün iktidarını ellerinde
tutan kişiler karşı çıkmak için hertürlü yola başvurmuşlardır. Silâhlı
Kuvvetler Birliği teşkilâtım kuran bizler teşkilâtımızı yüksek kumanda
görevinde bulunan kumandanlara kadar geliştirirken, diğer taraftan da iktidarın
fiilen sahibi olduğunu her zaman açıkça ortaya koymaktan kaçınmayan kişiler bu
teşkilâtı dağıtmak ve ileri gelenleri tasfiye etmek için çeşitli metodlar
üzerinde hazırlıklar yapmaya başlamışlardır.
Karşı
olarak hareket eden her iki cephe de birbirlerini tasfiye etmek için çeşitli
yollara baş vurarak harekete geçmişlerdir.
Birbirlerine
asla itimat etmeyen bu iki grubun verdiği ilk meydan savaşı, Albaylar Cuntasına
karşı girişilen hareketin başlaması üzerine açıkça ortaya çıkmıştır.
Bu
düşünce ile ilk olarak Hava Kuvvetleri Komutanı Korgeneral İrfan Tansel’in
emekliye şevki istenmiştir. Ancak Devlet Başkanı Gürsel bu kararın Silâhlı
Kuvvetler içersinde tepki yaratacağını ileri sürerek karşı koymuş, neticede 1
Haziran 1961 günü Tansel’in Türkiye’den uzaklaştırılarak Nato Daimi Grubuna
tayinine karar verilmiştir.
Gelişen
olayların akışı içinde nihayet altı haziran günü gelmiş S.D.K. Mensupları
Tansel’in tayinini durdurmuşlardır.
SİLÂHLI
KUVVETLER
ALÂRMA
GEÇİYOR
TALÂT
AYDEMİR eski ihtilâlcilerden arkadaşı Turan Yavçan’a yazdığı bir mektupta,
Haziran olaylarım şöyle anlatmaktadır.
·
9
Temmuz. 1961
«Kardeşim
Turhan,
Hatırlarsın,
Kore’den döndükten sonra «İhtilâlin emniyete alınması icab eder» demiştim. İşte
o ana fikir üzerinden yürüdüm. Eski teşkilâtı genişlettim. Bugün Türk Ordusunda
kilit başında bulunan bütün insanlar buna dahildir. Aylardır çalıştık ve bazı
prensipler vazettik. Üç ay evvelde bu prensipleri komitedeki arkadaşlarımıza
verdik. Bazıları çok iyi karşıladı. Bazıları da aylar sonra bizi arkadan
hançerle-meye kalktılar. Bunlar şunlardır :
Cemal
Gürsel, Cemal Madanoğlu, Osman Koksal, Sezai Okan, Sıtkı Ulay, Ağasi Şen...
Halbuki bu arada Osman ve Sezai’ye ben ne kadar bel bağlamıştım. Meğer onlar ne
imişler, bizim bu kadar açık kalpli olmamızı onlar bidayette kabul eder gibi
göründüler, güya akıllarınca fırsat bulunca darbe indirmeğe kalktılar, fakat
tersine oldu. Hava Kuvvetleri komutanının, emir subayının (GÜRSEL’in emir
subayı Agasi ŞEN) marifetiyle tayininden sonra iş patlak ver di.
îj
Emir subayı Agasi Şen, Mason Cemiyetine girmişti, diğerleri de onun izinden
yuruyöHâK^
Bu
gün devletin beş Bakanı da Masondur, sen hükmünü veril
Bu
yukarıda saydığım insanların plânı ile biz 2 - 3 Haziran gecesi hazırladıkları
liste ile yeni bir ondörtler gibi emri vaki ile karşılaşacaktık. Bereket
versin, elimizi çabuk tuttuk, bu zaferi dört saat ara ile kazandık.
Derhal
alarma geçtik, yoksa bizi şu. suçlar ile radyoda dinleyecektiniz. Cemal
Madanoğlu Millî Savunma Bakanı, Kara Kuvvetleri Kumandanı Alkoç ile birlikte
bir liste tanzim eder . Tabii ki en başta suç şu :
·
1.
Harb Okulu Komutanı, Komitedeki havacılar ile anlaşmıştır.
·
2.
Bunlar Orduyu ayıran insanlardır.
·
3.
En kötüsü komünistlere hizmet edenlerdir.
Bize
haberi ikinci başkan olan Muhittin Paşa verdi.
Ondan
sonraki icraat tamamiyle bizim hâkimiyetimiz altında cereyan etti. Bu adamlar
fazla inat etselerdi, harekâta geçip ortalığı kana boyuyacaktık... O kadar
şuursuz insanlardı.. Allah’tan ellerinden bir şey gelmedi. Çünkü artık hiç bir
kuvvetleri kalmamıştı. Bu anda da sıfırdırlar. Yedi gün yedi gece uykusuz
alarmda kaldık. Yanlız şuna sevin ki bütün Türk Ordusu, Deniz, Hava, Kara
Jandarma bu andajyekvücuttur. Diğer yolda da bunu sağlayabildiysem artık rahat
ölebilirim. '
Dâvamızı
başta bulunan Genelkurbay Başkamna, Kuvvet Komutanlarına, ayrıca kabul
ettirdik. Şimdi demir gibiyiz, ama bu kolay olmadı tabii. Eski ideal
arkadaşlarım, Türkiye’de her şeye hâkimdirler. Silâhlı Kuvvetler şahsiyetini
kazanmıştır.
Yedi
Haziranda Komiteye bir ültümatom çektik, benim kalemimden çıktı. Genelkurmay
Başkanı Memduh Paşayı köşke götürdü. Hasta Devlet Reisine kabul ettirdi. Yirmi
dört saat mühlet vermiştik. Onbirinci saatte yerine getirdiler, yoksa hepsini
silecektik. İş o kadar gergin safhaya girmiş, sabrımız tükenmişti. Ültümatom şu
idi:
·
1.
Hava Kuvvetleri Komutanı derhal vazifesine iade edilecek. Öğle radyosunda
yayınlanacak.
·
2.
Bizi ihbar edenler ve Hava Kuvvetleri Komutanının harcanmasını
sağlıyanlar vereceğimiz listeye göre derhal emekli olacaklar.
·
3.
Cemal Mada-noğlu, Osman Koksal derhal kumandanlıkları bırakıp Komiteye
dönecekler.
·
4.
Bir daha Silâhlı Kuvvetlerin ve Komitenin haberi olmadan kilit başında
bulunan komutanlar tayin edile-miyecek ve emekliye sevkedilemiyecek.
·
5.
Deniz Kuvvetleri Komutanı Kara Kuvvetleri Komutanı ve Millî Savunma Bakanı
derhal emekli olacak.
·
6.
Komite seçimlere kadar azaltılamaz. İstifa edemez, istifaya zorlanamaz.
Şimdi
tamamiyle duruma Silâhlı Kuvvetler hâkimdir. Biz daima doğru yolda idik. Devam
edeceğiz. Şimdi komitede sayacağım dokuz arkadaşa itimat edilemez.
Mucip
Ataklı, Haydar Tunçkanat, Emanullah Çelebi, Dz. Yarbay Selâhattin Özgür, Şükran
Özkaya, Rafet Aksoyoğlu, Fikret Kuytak, Ekrem Acuner, Kadri Kaplan. Biz gene
büyüklük ettik hayatlarını bağışladık. İnsiyatiflerini kazandırıp komiteye iade
ettik. Yoksa onları silme saat meselesi imiş...
Ondörtler
meselesinide garantiye ve sigortaya aldık. Onların kılmada kimseyi
dokundurtmayız. Silâhlı Kuvvetlerin himayesindedirler. Yalnız ne varki sabirla
beklesinler. Onlar bana ve bizlere karşı vazifelerini tam manâsiyle yapmadılar.
Ama ben içinde iyi tanıdığım bazılarını unutamadım.
Verilen
ültüunatomdan sonra Osman Koksal Muhafız Alayını teslim ederken.
Şimdi
beni daha iyi anlayabilirler. Orhan Kabibay mektup yazmıştı, itirafları vardı,
saklıyordum. Cevap yazmadım. Sebebi malûm... Ama sen fırsat düşerse ona İrfan
Solmaz-er’e bu mektubumu oku onlardan yegâne isteğim, itidalli ve sabırlı hareket
etmeleridir. Her şeyin zamanını, tayinini bize bıraksınlar.
Şimdi
memleket çok karışıktır. Kim nederse desin iktisadi kriz vardır. Seçimler bile
tehlikeye girebilir. İki kritik nokta var: Mahkemelerin infazı, seçimler.
Burada
bir halk ayaklanması olabilir, ancak o zaman silâhlı kuvvetlere belki bir
vazife düşer, aksi takdirde plânlarımız tahtında işler ilerliyecek, emin olun.
Komitedeki
vefasız arkadaşların en büyük hatası beni Kore’den Türkiye’ye getirip, Harb
Okulu Komutanı yapmaları imiş... Başlarına çorap örmüşüm. Doğrudur. Kardeşim ne
var ki Ondörtler de biraz bana kulak verseydiler, işler başka türlü olurdu.
Fakat bizi çok çabuk unutmuşlardı, inşallah bundan sonra iyi olur...
TALÂT
AYDEMİR
14
lerin tasfiyesinden sonra Bruxelles’e gönderilen Orhan Kabibay, bulunduğu
yerden Talât Aydemir’e bir mektup yazarak bazı açıklamalarda bulunmuştur.
Kabibay
eski yazı ile yazdığı mektubunda bazı açıklamalarda bulunmaktadır. Aydemir
tarafından orijinali muhafaza edilen bu mektup hatıratın bu bölümüne konmuştur.
Bruxelles.
2 Mart. 1961
Sevgili
ve aziz kardeşim Talât,
Hâtırımdan
bir an olsun çıkarmadığım halde, şimdiye kadar sana yazamadım. İlk zamanlar
hâdiselerin üzerinden bir zaman geçsin istedim. Daha sonra uygun bir durum
aradım. Şimdi yazmakla cidden bir huzur içersindeyim.
Buraya
geleli onüç hafta dolmuş oldu. İlk günü hangi hisler altında isem, değişen
birşey yok, aynen devam ediyor. Bu müddet zarfında zaruri yaşama şartlarını
asgari derecesinde temine uğraştık. İyi kötü bir mekan temin ettik. Sağımızı ve
solumuzu tayin ettik. Artık bundan ötesi meydana getirdiğimiz şartlar içinde
mukadder olan akibeti-mİ2İ beklemekten ibaret... Biz de bunu tevekkülle yapmaya
çalışıyoruz. Her halde huzur içersinde değilim. Gelişen şartlar o şekilde
olmasaydı, nisbi bir huzur ve mes’ut olma imkânları da mevcut olabilirdi. Fakat
maalesef, şimdi bu bir hayalden ibaret. îster istemez bazı, yine malûm uzun
uzun münakaşaları yapılmış ve yapılmakta olan hususlara intikal ediyor ve
edecek. Başka türlüsüne de imkân olmuyor. Sen her şeyi Komitedeki Sezai ve
Osman müstesna, diğerlerinden de çok daha iyi bilir ve değerlendirme imkânlarına
sahipsin. Zira 27 Mayıs İhtilâl temelleri senin çok müsbet ve fedakâr
faaliyetinin neticesinde meydana gelmiştir. Fakat ne yazık ki seninle beraber
olan bizler, senin için gerekli olanı temin edemedik. O günlerin havası bu esef
verici neticeyi doğurdu. Bu konudaki çalışmalarımın müsbet bir sonuca
ulaşmayışmdan çok üzüntü duymuşumdur.
Aziz
kardeşim : Bu yazacaklarım özel olarak kendimi savunma değildir. Bunu
yapmayacağım. Hâdiselerin içerisinde yaşamış, olan, her türlü politika
oyunlarına bulaşmamış aklı selim sahibi kimseler durum ve durumum hakkında
zannederim kararlarını çoktan vermişlerdir. Artık beni buraya getiren olay
tarihe intikal etmiş oldu. Zaman gerçeklerin aynasıdır. Hakikatler ortaya
çıkacaktır. Bunu böylece kapıyorum. Fakat bu arada beni üzen bir husustan
bahsetmeden geçmiyeceğim. O da 14 1er hakkında tefrik yapılmadan toptan ve
menfî dedikodulardır. Zaman olarak kafi bir zaman geçti. Bidayette itham
edildiğimiz konuların şüphesiz delilleri de toplanmış bulunmaktadır.
Bütün
şüpheler ya dağıldı veya müdellel oldu. Buna göre toptan 14 1er hakkında ağır
bir itham dedikodusunun önü alınması, eğer suçlar varsa ortaya konsun, velhasıl
kanunî yollardan gereği yapılmalıdır. Buraya kulağıma kadar gelen isnatlar çok
çirkin ve çok acı. Bunları yapanların kimler olduğunu kestiriyorum. Bunlar her
devrin politika bezir-gânları ,menfaat grupları bir tek kelime ile bu
memleketin yüksek menfaatleri ile hiçbir ilgisi olmayan, yalnız günün rüzgârına
göre yelken tutan kimse veya gruplardır. 27 Ma-yıs’ı meydana getiren o ulvi
hissi yok etmek veya parçalamak, şu sıralarda hedefleri olsa gerek. Öyle
zannediyorum ki komite arkadaşları ve sîzlerde benim kadar bundan mü-teesşir
oluyorsunuz, fakat komite ne yapar ki onlarında hesap ettikleri bu ya... şu
veya bu sebebten tasfiye edilmiş ve mucip sebebleri ilk anlarda çok ağır, fakat
sonradan tatil edilmiş bir grup için tam fırsat. Akla gelen ve ağıza alınmaz
ithamlar sürüp gidiyor. Komite buna resmen mâni olmaya kalksa, kendi kendini
tekzip gibi bir şey olur. Aksi türlü hareket etse şahsımızda kendiside
yıpranmaktadır. Arkadaşlar müteessir olmaktadır. Bunları yapanlar bu açmazı
mükemmel surette hesap etmişlerdir.
Gayeleri
mateessüf meydana gelmiş 13 Kasım olayını ustalıkla istismar ederek ihtilâlin
mânâsım hırpalamaya çalışmak, 23 1er ve ondörtler düşmanlığı yaratarak 27
Mayıs’ı senbolize etmiş unsurları siyasî bir ölü haline getirmekdir. Çünkü
bunlar ihtilâl yapmış unsurları itibarlarıyla yaşar görmek istemezler ve bu
yüzden ellerine geçmiş bir fırsattan istifade ediyorlar. Şahsen bu oyuna
gelmiyorum, gelme-meyede azimliyim. Dışarda olan diğer arkadaşların da gele-'
ceğini tahmin etmem, fakat çok üzülüyorum.
Meselâ
bu çirkin ithamlardan bir kaçı :
Mutlak
surette bir kısmımız komünist, bir kısmımız ise faşist, bizler Cemal Paşayı ve
İnönü’yü öldürecek, partileri kapatacak ve memleketi, askerî Cunta veya
diktatörlükle idare edecekmişiz. Bunun 27 Mayısı yapmak için ruhunda bir şeyler
his etmiş bir Türk evlâdı için düşünülmesi müm-künmüdür.
27
Mayısın hangi şartlar altında, sonsuz bir memleket sevgisi ve geleceğini
dikkatle düşünmek suretiyle hazırlandığını, teşkilâtçısı sen olduğun için çok
iyi bilirsin. Ayrıca bu ne mantıktan uzak hezeyandır. Kim diktatörlüğü
yaptırtır. Diktatörlük kuvvetle yapılır. Memlekette bu kuvvet Silahlı Kuvvetlerdir.
Silâhlı Kuvvetlerimizin sağduyusu buna müsaade eder mi? ve durumu buna müsaade
eder mi? Orduyu bilen ve tanıyan bir insan bu hususu aklından geçiremez... Ben
ki orduyu iyi tanırım. Orada iken de devamlı olarak şunu söylerdim : Yine de
aynı kanaati taşımaktayım. Esaslı olarak bu memlekette demokratik düzen ve bu
düzeni muhafazaya muktedir müesseseler kurulmadan memleket idaresi kabil
olamaz. Aksi takdirde gelecek karanlıktır. Hele gelecek diktanın hertürlüsü bir
felâkettir. Cemal ve îsmet paşaların öldürülmeleri değil aklı selim, biraz da
vicdanı olan bir insan bunu hayalinden dahi geçiremez. Bunun münakaşasını
yapacak değilim. Hiçbirimiz yıktığımız iktidarın adi. suçlularına dahi
aklımızdan geçirmediğimiz en küçük bir maddi zararı memleketimizin iftiharı
olan bu büyük şahsiyetlere karşı nasıl düşünebiliriz. Hiç birimiz derken
herhalde sadece Ondörtleri değil 27 Mayıs Komitesi ve onun yakın çevresini kast
ediyorum.
Bir
diğeri : Vatan hainidirler, Huşlara satılmışlardır. Gittikleri yerlerden
Ruslara iltica ediyorlar. İstirham ederim olur mu? Bu sözler ben ve benim
gibiler için söylenebilir mi?, Hatıra getirile bilinir mi? Bu pis ve adi
propagandayı yapanların yüzlerine birgün vurmak için âdeta yerimde duramıyorum.
Allah beni bunu yapmadan öldürmesin,-tek temennim bu. Talihin ne garip ne feci
cilvesidir ki; 27 Mayıs’a hayatımızı bunları duymak için mi koymuştuk?
Bir
diğeri : Beşbin subayı atan, 147 leri tasfiye eden bunlardı. İyi niyetli diğer
komite üyelerini aldatarak veya tehdit ederek istediklerini yaptırıyorlardı.
Buna herşeyden evvel oradaki ve buradaki arkadaşlarımız şahittir, hepsi ile '
en yakın samimi münasebetlerimiz vardı.
Kimi
kim kandırır veya tehdid edebilir. Buna eyvallah diyecek bir arkadaş var mıdır.
Ben bir tek vak’aya şahit olmadım, hepsini yakından tanırım. Bunu kabullenecek
bir tek kimse mevcut değildir ve olamaz. Zaten 27 Mayıs meydana gelemezdi?
Onların hepsi titizlikle, fikir yapısı sağlam sonsuz bir memleket sevgisi duyan
cesur insanlar arasından seçilmişlerdir.
İhtilâli
yapan bunlar değildir. Açıkgözlük edip külâh kaptılar birde bu...... ihtilâlin
hazırlanışım ve icrasını
yakından
bilirim. Bildiğim içinde bu konuda selâhiyetle konuşurum ve bütün arkadaşlarda
şüphesiz çok iyi bilirler. Komite ilk teşkil edildiği, zaman içinde öyle
arkadaşlar vardır ki eğer onlar olmasaydı ihtilâl olmazdı. Bu ihtilâli onlar
gerçekleştirdiler, yine öyleleri vardı ki olmasada yine ihtilâl olurdu.
Hizmetleri olmuştur veya olmamıştır. Fakat esasa taalluk etmez. Komitenin
durumunu yeni üyelerini tesbit etmek için, yani küllâhı kapmak, isteyenleri
ayıklamak için komisyon kurulmuştu.
Aklimda
kaldığına göre dokuz kişiydi ve bu komisyon seçilirken
şu husus nazarı itibara
alınmıştı.
İhtilâli
hazırlayan ve götürenlerden kilit arkadaşlar seçilmişlerdi. Yine hatırımda
kaldığına göre şu zevat vardı.
Madanoğlu,
Sezai, Osman, Türkeş, Muzaffer Yurdaku-ler, Mucip Ataklı, Sami Küçük, Orhan
Erkanlı ve ben belki Ekrem Acuner de vardı.
Belki
başkaları da seçilebilirdi de. İşin selâmet ile cereyanı için feragat ettiler.
Her ne ise bu komisyon, Komiteyi tesbit etmişti. Şahsım için söyleyebilirim ki
açıkgözlük edip komiteye çöreklenmiş değilim.
Talâtçığım
seni işgal ediyorum. İşte böyle konuları duymak beni harab ediyor. Madde, mahal
ve kimden duyduğumu sarih olarak tesbit etmeme imkân yok, bu şekilde
lekelenmemize bir nihayet vermek lâzım. Eğer varsa resmen açıklânmalıdır.
Herkes durumunu bilmeli ve lüzum, görüyorsa savunmasını yapmalıdır. Bu konuda
yardımlarını bilhassa istirham ederim.
Nasılsın
arkadaşlar nasıllar. Şu sıralar da hakikaten çok mühim problemlerde karar
vermek durumunda bulunuyorsunuz. Meşguliyetiniz büyük, candan temennim
komitenin ve sizlerin icraatınızda başarınızın devamıdır. Memleket istikbalini
inşa ediyorsunuz. Bu tarihi çalışmanızı Allah meşgul etsin. Mesut inkişafları
gördükçe bahtiyar oluyorum.
Her
şeyin en iyi sonuca ulaşacağına itimadım tamdır. Benim ve başkalarının
şahısları mevzubahis değil, memleket hizmetinde şahsen kimseye karşı ne kinim
ve nede bir davam var.. Bir ihtilâl hareketinde bu gibi olaylar olur, oh
mamasını temenni ederdim.
Fakat
olduktan sonra da memleketi seven hem de hayatından çok seven bir insan
sıfatıyla hareketin muvaffakiye-
tini
bütün kalbimle vatanın birlik, beraberlik selâmet ve atisi bakımından temenni
ederim ve ediyorum. Şimdilik hoşça kal. Bütün hasretimle gözlerinden,
yanaklarından öperim sevgili kardeşim. Sezai, Osman, Kadri Kaplan, Muzaffer
Yurdakuler, Suphi Karaman’ın hasretle gözlerinden öperim. Yazarsan beni memnun
edersin.
'
Orhan
KABİBAY
Aydemir
tarafından verilen Ültümatom eksiksiz olarak uygulanmış Korgeneral Cemal
Madanoğlu Sıkıyönetim Kumandanlığından, Albay Osman Koksal Muhafız Alay
Kumandalısından alınmış ve ozamanki Milli Savunma Bakanı Muzaffer Alankuş,
Karakuvvetleri Kumandanı Korgeneral Celal Alkoç İkinci Ordu Kumandanı
Korgeneral Şefik İlter, Deniz Kuvvetleri Komutanı Koramiral Zeki Özek ve Hava
Kuvvetleri içerisinde bir çok subay derhal emekliye sevk edilmişlerdir.
Cumhurbaşkanı Gürselin Emir Subayı Agasi Şen de istifa etmeye mecbur
bırakılmıştır. Altı Haziran olayı gerçekte ihtilâlin içinde olan yeni ve sessiz
bir ihtilâlden başka birşey değildir.
SİLÂHLI
KUVVETLER BİRLİĞİ
Artık
C.H.P. kendisini iktidarın en yakın sahibi olarak görmeye başlamıştı. Fakat
durum hiçte onların bildiği gibi bir gelişim göstermiyordu. Ordu içinde
kurduğumuz Silâhlı Kuvvetler Birliği hergün biraz daha güç kazanıyordu. 1961
Haziranının 28. günü toplanarak «Silâhlı Kuvvetler Birliğinin» kabul ettiği
prensipleri Genelkurmay Başkanlığı tarafından bütün Silâhlı Kuvvetlere bir
genelge halinde duyurduk. Prensiplerimiz şunlardı :
·
1. Ana
prensipler üzerinde kader birliği edilen hayati meselelerdir. Bu prensiplerin
komite, meclis ve gerekse dışarda takip ve tahakkuku için her türlü gayret ve
kuvvet sarf edilir. Memleketin ve rejimin selâmeti icabı Silâhlı Kuvvetler bu
yolda ikaz ve Silâhlı müdahele yapar.
·
2.
Şu-veya bu şekilde tecellisinde ittilâtlar yaratmayacak veya ihtilâl ve
rejimin teminatını tehlikeye düşürmeyecek meselelerin hallinde teşebbüs, teşvik
ve tavsiyeden ileri gidilemez, silâhlı müdaheleye değer bir risk olarak kabul
edilmez.
·
3.
Ana prensipler:
·
a.
M.B.K. Türk Silâhlı Kuvvetlerinin bölünmez bir uzvudur. Onlara vaki bir
tecavüz Türk Silâhlı Kuvvetlerine yapılmış addedilir.
·
b.
M.B.K. âzaları arasında komiteyi yıpratıcı bir ayrılığı Türk Silâhlı
Kuvvetleri asla tasvip etmez.
·
c.
Seçimde iktidara gelecek siyasî kuvvet ihtilâl ve in-
kilâba
ve bunu yapanlara karşı intikamcı bir hüviyet .taşıyamaz. Seçimlere kadar
partilerin durumu yakından takip edilir.
·
d.
Yassıada dâvasında birinci derecedell suçlular için yüksek âdalet
divanının verdiği kararlar derhal tasdik ve infaz edilecektir.
·
e.
Genel seçimler Yassıada Mahkemeleri sona erdikten •ve cezaları infaz
edildikten sonra yapılacaktır. Bu tarih 29 Ekim 1961 i geçemez.
·
f.
Müsbet yoldan ayrılmadıkça seçimlerin sonuna kadar M.B.K. fesih veya başka bir
yolla azaltılamaz ve dağıtılamaz.
(İhanetleri
Komite tarafından karar altına alınmadıkça)
·
g.
Seçimlerden evvel M.B.K. Başkanmın herhangi bir sebeble görevinden ayrılması
halinde Devlet Reisi bir numaralı Anayasa Kanununun hükümleri gereğince
seçilecektir.
·
h.
M.B.K. nin prensip kararı ve tensikat maksadı ile emekliye sevkedilenler
tekrar Silâhlı Kuvvetlere alınamazlar.
·
i.
Atatürk İnkilâpları aleyhine hiçbir şekilde taviz verilemez.
·
j.
Seçimle gelen iktidarca ihtilâli hazırlayan ve yapanlar, ihtilâl hükümeti
devammca ihtilâl icabı olan hizmetler ve görevlerde çalışanlar Yüksek Âdalet
Divanı Üyeleri bu hizmetlerden mes’ul tutulamazlar ve mahkeme edilemezler.
·
k.
Bu prensip anlaşmasına varanlar ihtilâl ve inkilâbın teminatını sağlamak
için birleşmiş olduklarından siyasî bir topluluk ve karşı ihtilâlci olarak
vasıflandırılamazlar ve böyle bir gayede taşımazlar.
·
l.
Avdetlerinde bir mahsur olmadığı Silâhlı Kuvvetlerce kanaat hasıl
oluncaya kadar 14 1er yurda avdet edemez. Bu hususta karar komitece verilir.
·
m.
M.B.K. üyeleri seçimlerden sonra partisiz Cumhuriyet Senatosu üyesi olarak
hizmet ettikleri müddetçe Anayasa esasları dahilinde Türk Silâhlı Kuvvetlerinin
bir parçası olmakta devam edecektir.
·
n.
M.B.K. çıkardığı kanunlar ve icraatından dolayı seçimle gelen iktidarca
sorumlu tutulamaz.
·
o.
Türk Silâhlı Kuvvetleri prensipler tahakkuk ettikten ve siyasî iktidarı
vaad edildiği gibi Anayasa esaslarına göre partilere devrettikten sonra siyaset
dışında kalacak ve asli görevine dönecektir.
25
Ağustos günü Jandarma Okulu Şeref Salonunda toplandık ve tabanca üzerine
ellerimizi koyarak şu yemini ettik:
«Türk
Milletinin bekası 27 Mayıs inkılâp ruhunun devamını demokratik bir rejimin
kurulmasını temin ile M.B.K. nin müsbet icraatını destekleyeceğime ve Türk
Silâhlı Kuvvetlerinin siyasetten uzak kalmasının temini hususunda kendimi
şimdiden Türk Milletine feda edeceğime namusum ve şerefim üzerine and içerim.»
İlk
toplantımızı bu yemini ettiğimiz günün akşamı yaptık. Toplantıya Jandarma Genel
Kumandanı Tuğgeneral Ab-durrahman Doruk Paşa Başkanlık ediyordu. Toplantıya
elliden fazla subay iştirak etmiş bulunuyordu. Yemin etmiş olan subaylar
masanın etrafını çevirmişlerdi. Doruk Paşa kumandanlarla yaptığı temaslar
hakkında bilgi verdi.
Toplantılarımıza
ve çalışmalarımıza devam ettiğimiz bir sırada herkesin merakla sonucunu
beklediği seçimler. Demokrat Partinin devamı olduğunu her fırsatta söyliyeiı
miting meydanlarında sehpalar kurarak konuşmalar yapan cahil halkımızı altında
derin anlamlar yatan cümlelerle tahrik eden politikacıların varlığına rağmen
yapıldı.
Seçimlerin
sonucu bizlerin haklı olduğumuzu bir kere daha açıkça ortaya koymuştu.
DÖRDÜNCÜ
KISIM :
Seçimler
bilindiği gibi sonuçlanınca Millî İradenin tam olarak gerçekleşmediği inancına
varmıştık. Bu anda Türk Silâhlı Kuvvetleri içinde bir fikir ayrılığı belirmeye
başladı.
Ordu
mensuplarının bir kısmına göre meclisin toplanmasından 1962 başlarına kadar
geçen zaman içinde fikirsiz ve derinliği olmayan siyasî atmosfer memlekete
hâkim olmaya başlamıştı. Ordunun iyi niyetlerine rağmen siyasiler kaba ve
basiretsiz hareketleri ile ihtilâlden yeni çıkmış memlekette politika ortamı
değerlendirmekten yoksun görünüyorlardı. Adalet Partisi ağırlık merkezi olarak
kapitalist ekonomiye taraftardı. Fakat program itibariyle faşist bir
metod
sahibi olduğunu gösteriyordu. C.H.P. çeşitli olayları ve dünyada beliren
reformları tam anlamı ile halledeme-mişti. Ağırlığı ile sosyalist ekonomiye
taraftar, fakat tatbikat itibariyle A.P. ile aynı paralelde bulunuyordu. Bu
durum memleket gerçeklerini bilen subayları memleketin geleceği bakımından
huzursuzluğa sevkediyordu. Kanaat o idi ki, memleketin muhtaç bulunduğu
ekonomik ve sosyal reformlar ilmi tarzda değil, gelişi güzel uygulanacak siyasî
kavgalarla memlekette 27 Mayıstan öncesine nisbetle daha gergin bir hava
yaratılacak bu durum profesyonel politikacılara maişet endişesine dayanan bir
post kavgasından başka bir sonuç vermeyecekti.
Fikirlerle
bir gbup subay yol yakın iken memleketin geleceği bakımından idareye el
konulması fikrini savunuyordu.
İkinci
fikre göre ise, seçimler arzu edilen şekilde olmamıştı, şimdi askerî bir
müdahele hareketine de lüzum yoktu. Tecrübe edilmeli, başarısızlıkları
görüldükten sonra müdahale edilmeliydi.
Bu
fikri savunanlar daha ziyade Hava Kuvvetlerinin temsilcileri olan Kurmay Albay
Halim Menteş, Hava Albayı Fevzi Arsın idi, bunlar C.H.P. liler ile devamlı
surette temasta oldukları için bu memleketi ancak başta İnönü olmak üzere
C.H.P. nin kurtaracağına inanıyorlardı. Bu fikir gerek Ankara Grubunda, gerek
İstanbul Grubunda tartışıldıktan sonra birinci fikir ekseriyet kazandığı için
İstanbul’da 21 Ekim 1961 günü Harb Akademilerinde yapılan büyük toplantıda 10
General ve 28 Albay şu protokolü imzalamışlardı.
21
EKİM PROTOKOLÜ
Harb
Akademisi
21
Ekim 1961
ZABIT
VARAKASI (11. Türk Silâhlı
Kuvvetleri mensupları «Aşağıda açık imzaları bulunan» 21 Ekim 1961 günü saat
14,30 da toplanmışlar ve gündemlerinde mevcut olan konuları müştereken müzakere
etmişler ve ittifakla aşağıdaki karara varmışlardır:
·
a.
Türk Silâhlı Kuvvetleri onbeş ekim 1961 günü yapılmış olan seçimlerden
sonra gelecek yeni Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanmadan evvel duruma fiilen
müdahele edecektir.
·
b.
İktidarı
Milletin hakikî ve ehliyetli mümessillerine tevdi edecektir.
·
c.
Bütün siyasî partiler faaliyetten men edilecek seçim neticeleri ile
M.B.K. fesh edilecektir.
·
d.
Bu kararın tatbiki 25 Ekim 1961 den sonraki bir güne tehir edilmeyecektir.
·
2. işbu Zabıt
Varakası üç nüsha olarak tanzim edilmiş ve bütün üyeler tarafından aynı anda
imza edilmiştir.
21
Ekim 1961
21
Ekim 1961 protokolünün altında şu general ve subayların imzaları yer alıyordu :
Korgeneral
Refik Tulga, Tümgeneral Fikret Esen, Tümgeneral Rafet Ülgenalp, Tümamiral
Bahattin Özülkfer, Tuğgeneral Faruk Gürler, Tuğamiral Celâl Eğicioğlu,
Tuğgeneral Yusuf Alpmansu, Tuğgeneral Faruk Güventürk, Tuğamiral Kemal Kayacan,
Kurmay Albay Behçet Özdemir, Kurmay Albay Doğan Özgöçmen, Kurmay Albay Suat
Aktulga, Kurmay Albay N. Kemal Ersun, Kurmay Albay Burhan Hun-oğlu, Kurmay
Albay Halim Kural, Kurmay Albay Recai Baturalp, Kurmay Albay Mehmet Bora,
Kurmay Albay Ve-cihi Akın, Kurmay Albay Emin Ay tekin, Kurmay Albay Ferit
Erdoğan, Kurmay Albay Necati İşcan, Hava Kurmay Albay Turan Çağlar, Kurmay
Albay Fikret Göknar, İs. Albay Rifat Erenulu, Top. Alb. Celâl Baykam, Kur. Alb.
Cemal Öcal, Dz. Kur. Alb. Bülent Tarkan, Dz. Kur. Alb. Zarif Çe-tindağ, Kur.
Alb. Bedrettin Demirel, Kur. Alb. Celâl Ugan, Kur. Alb. Vahit Gürkan, Kur. Alb.
Şerafettin Olcay, Hv. Kur. Alb. Emin Alpkaya, Kur. Yb. Ahmet Gerçeç, Kur. Alb.
Necati Ozan, Kur. Alb. Sadeddin Cankır, Kur. Alb. Nihat Arslantürk.
Protokolü
imzalayan Refik Tulga, Korgeneral Cemal TuralTn birinci nüshaya imza koyduğunu
elyazısı ile protokolün üzerine kaydetmiştir.
21
Ekim gecesi beni ve bir kaç arkadaşımı İstanbul’a çağırdılar. Ben, Merkez
Komutam Albay Selçuk Atakan, Hava Kuvvetleri’nden Kurmay Albay Halim Menteş,
Albay Fevzi Arsın, Kurmay Yarbay Tufan Akkoç, saat 10’da kalkan bir uçakla
İstanbul’a gittik. İstanbul’da Akademi’de yapılan bir toplantıda general ve
amiraller bize İstanbul’un kararını bildirdiler. Bu karara yalnız havacılar
itiraz etti. Fakat neticede ekseriyete uyduklarını belirttiler ve gece 02.00 de
Ankara’ya döndük. Ertesi gün, 22 Ekim günü Mür-ted Hava Alanı’nda Ankara
grubuna dahil arkadaşlar ve generaller büyük bir toplantı yaptık. Herkes tasvip
etti. Aynı , protokolü orada bulunanlar da imza ettiler.
PROTOKOL
ÇİĞNENİYOR
23
Ekim günü Genelkurmay Başkanı Cevdet Paşa, Kuvvet Komutanlarını, ordu
komutanlarını, kolordu komutanlarını ve Kuvvet Kurmay Başkanlarını toplantıya
dâvet etti. Toplantıda alman bu kararın uygun olmadığını, Devlet Başkam Cemal
Gürsel seçilmek üzere her şeyin düzeleceğini ve İsmet Paşa’nın da Başvekil
olmak üzere bu işi kurtaracağını kendilerine empoze etmiş oldukları için,
generaller alınmış olan bu karardan, imzaları olduğu halde, döndüler. Ordu
içinde generallere karşı bir itimatsızlık belirdi. Ordu bir sarsıntı geçirmeğe
başladı. Bilindiği üzere, Silâhlı Kuvvetlerin başları olan dört kuvvetin
komutanları, Genel Kurmay Başkanı, köşke giderek dört parti lideri ile bazı
şartları ileri sürmek suretiyle hiçbir zaman hukukî değeri olmayan bir belgeyi
imza ettirdiler. Bu albaylar kuşağının arzusu hilâfına olmuştur. Duyulduğuna
göre, antidemokratik bu karara her zaman şahsiyetini ve bitaraflığın muhafaza
etmiş olan Sayın Bölükbaşı itiraz etmek cesaretini göstermiş, diğer demokrasi
pehlivanları derhal kabul etmişlerdir.
İHTİLÂL
HAZIRLIKLARI.
Albaylar
kuşağı ,demokrasiye gidildiği takdirde, bunun tam mânasıyla tatbikini
istemişlerdir. Halbuki, gerek Devlet Başkanı’nm seçimi ve gerekse Başvekilin
seçimi, askerî baskı ile olmuştur. Bunda eski M.B.K. üyeleri ile hava
kuvvetlerinin rolleri büyük olmuştur. Her istedikleri şeyi, «Ordu böyle
istiyor» diyerek partiler üstünde bir umacı rolüne geçmişler ve Ordu’yu âlet
etmişlerdir. Halbuki ordunun gövdesi değil, onun başında bulunan bir kaç Kuvvet
Komutanı bunun böyle olmasını arzu ediyorlardı.
Nitekim,
Meclis açıldıktan sonra cereyan eden hâdiseler ve partilerin tutumları, hiçbir
ciddî mesele üzerine iyilinme-mesi ordudaki büyük kitleyi daha çok ümitsizliğe
kaptırmış olduğu için yeniden genç ve orta kuşaklardan generaller kademesine
tazyikler yapılmakta idi. Gün geçtikçe artan bu tazyik karşısında albaylar
kuşağı hakikatleri başlarında bulunan kuvvet komutanlarına ve Genel Kurmay
Başkanı’na söylemekten çekinmemişlerdir. Bu cümleden olarak 19 Ocak 1962 günü
Genelkurmay Başkanı, Genelkurmay Karargâhında saat 17’de büyük bir toplantı
tertip etmiştir. Bu toplantıya Ankara’da bulunan bütün kuvvet komutanları,
Genelkurmay da ve Kara Kuvvetlerinde bulunan bütün generaller Ankara’da bulunan
birlik ve bütün Okul Komutanları, kritik personel iştirak ettiler. Salonda
tahminen 70 kişi kadar bulunuyordu.
ı
Genelkurmay
Başkanı, gidişatın iyi olduğunu, İnönü başta mevcut oldukça her şeyin
düzeleceğini ve onun ordu tarafından desteklenmesi gerektiğini kesinlikle
belirtti. Konuşması bittikten sonra sırasıyla hava, kara, deniz kuvvetleri
komutanlarına söz verdi. Hiçbir fikir beyan etmediler. Sıra ile generallere
sordu. Hiçbiri mütalâa- beyan etmedi.
Sıra
albaylara geldi. İlk olarak Jandarma Okulu Komutanı Kurmay Albay Necati Ünsalan
kalktı. Genelkurmay Başkanı ile aynı fikirde olmadığını, 80 yaşındaki bir
liderin bu memleketi kurtaramayacağını ,fizikî yapısı bakımından enerjisi
tükenmiş bir insana bel bağlanamayacağını ve memleketin yaşamış olduğu durumda
bu zihniyetle bir adım daha ileri gidemiyeceğini belirtti. Sonra Kurmay Albay
Emin Arat konuştu. Aynı şekilde Genelkurmay Başkanı’na aksi tezi savundu. Kurmay
Albay Selçuk Atakan, Genelkurmay Başkanı ile aynı fikirde olmadığını belirtti.
Cemal
Gürsel ve İsmet İnönü Ordu tarafından yapılan baskı sonunda Cumhurbaşkanlığına
ve Başbakanlığa getirildiler. Fotoğrafta Gürsel ve İnönü beraber görülüyorlar.
Ben
de o gün şu konuşmayı yaptım :
«Paşam,
ben size bugünkü durumların bu şekle döneceğini ta Temmuz ayında söylemiştim.
Hatırlarsanız, o zaman Güney Kore’ye muvazi gidiyoruz, demiştim. Bu memlekette
yüzde yüz ikinci bir ihtilâlin olacağına inanıyorum...»
Nitekim,
o sırada hazırlanmakta olan ihtilâller şunlardı :
·
1.
Bizzat Devlet Başkanı Gürsel bir ihtilâl hazırlıyordu. Kabine teşekkül
ettikten sonra Aralık ayı içinde bir gün 28. Tümen Komutanı Nuri Hazer’e
giderek «İkinci ihtilâlin olacağına inandım. Siyasî partiler artık bu işi
yürütecek güçte değildir. Bir ihtilâl yapıp durumu düzeltmek gerekiyor. Ordu
birliğini muhafaza etsin. İcab ettiği anda hep birlikte harekete geçeriz»
demişti. Olay 19 Aralık’tan önce 28. Tümen Karargâhı’nda Kurmaybaşkanı Kemal
Güner, Topçu Kumandanı Agâh Günal’ın yanında geçiyordu. Ordu prensiplerine göre
böyle bir konuşmayı Hazer’in derhal Genelkurmay Başkanı’na bildirmesi,
gerektiği halde Hazer bundan hiç kimseye bahsetmemiş, konuşulanları dışarıya
aksettirmemişti. Durum ben ve arkadaşlarım tarafından öğrenilerek Sunay’a
nakledildi. Halim Menteş kanalıyla da İnönü haberdar edildi.
Gürsel
fikirlerini ikinci defa köşkte bazı arkadaşların bulunduğu bir görüşmede
açıklanmıştı. Konuşmaların geçtiği salonda Gürsel’in oğlu Özdemir de hazır
bulunuyormuş. Gürsel, ihtilâlin mutlaka lüzumlu olduğunu söylemiş ve ihtilâl
için pazarlığa girişmişti. Hattâ bazı söylentilere göre, Gürsel’in oğlu en az 5
bin kişinin temizlenmesi halinde gene sonuç elde edilemiyeceğini söylemiş,
Gürsel ise 500 kişinin x temizlenmesinin yeter olduğunu savunmuştu...
·
2.
Eski M.B.K. üyeleri ise, başka amaçlarla ihtilâl hazırlıyordu. İlk ihtilâlin
sonucundan memnun olmayan M.B.K. üyeleri Meclisin bir iş yapamayacağına.
inanmışlardı. Mucip Ataklı, Fikret Kuytuk, Emanullah Çelebi, Haydar Tunç kanat,
Şükran Özkaya, Ekrem Acuner ve Rafet Aksoyoğlu, ihtilâlin başında olanlardı...
Hattâ Ataklı’nın Meclis’te tabanca çekme olayından bir süre sonra Jandarma
Okulu Kumandanı Necati Ünsalan’ın evinde toplanılmış, Ataklı orada bulunan
subaylara «Gürsel ihtilâli yapmadan önce biz harekete geçmeliyiz. Bu iş 28
Şubat’tan önce bitirilmeli» demişti.
·
3. Bazı
CHP’liler de Meclis’e karşı hoşnutsuzluk duyuyorlar ve bir ihtilâl ile Meclis’i
temizlemek istiyorlardı. MBK’ciler tarafından da desteklenen bir grup CHP’linin
başında Cemal Yıldırım ve Sıtkı Ulay bulunuyor, halen millî hizmet başkanı olan
Naci Aşkun da onlarla teşriki mesai ediyordu. Bizimle de temasa geçmişlerdi. Bu
grubun arzusu, bizim bir ihtilâl yapmamız ve 15 gün içinde idareyi kendilerine
devretmemiz şeklinde idi...
'
4. İntikamcı partiler ise bir halk ihtilâli hazırlamakta
idiler.
Bu tahakkuk ettiği takdirde ise, bazı zümreye kin duyan insanlar, bunların
üzerine çullanacak, kan gövdeyi götürecekti. Örneğin, Taşlıtarla’dakiler
İstanbul’a, Eşrefpaşa’ dakiler İzmir’e Altındağ’dakiler de Ankara’ya hücum
edeceklerdi. Bu durumda ikinci bir 6-7 Eylül hâdisesi doğacaktı ki, bunu ordu
da önleyemezdi. İntikamcı partilerin köylüler arasında propaganda yaptığı ve
köylüye «Oğlunu askere gönderirken bir hareket çıktığı takdirde ilk önce
subayını vurmasını öğretmesini» telkin ettiği ordu tarafından öğrenilmişti.
Nitekim, 9 Şubat protokolü imza edilirken, ki ben protokolün imzasında yoktum,
bulunan arkadaşlardan öğrendiğime göre, Refik Tulga «Selâhiyetle konuşuyoruz.
Eski Demokratlar Taşlıtarla ve Zeytinburnu bölgelerine bolca kazma kürek
yığmaktadır. Bu göz önüne alınarak, süratle harekete geçilmesini ve yeni bir
ihtilâl yapılmasını teklif ederiz» demiştir, intikamcı partilerin kurduğu bu
cemiyet etrafa dal budak salmıştı.
5.
Orduda bir takım parçalanmalar vardır. Çeşitli zümreler ufak cuntalar
hazırlamakla meşguldür. Orduda binbaşılar grubu, albaylar grubu, gençler grubu,
havacılar grubu gibi grublaşmalar olmuş, gün geçtikçe bu halkalar ^birbirinden
uzaklaşmağa başlamıştır. Genç kuşak, Meclis’e karşı en kısa zamanda harekete
geçmek istemekte, üst kademeler bu hareketi beklemekte İsrar etmektedir.
Seçim
sonrası ortaya çıkan ihtilâl ihtimalleri karşısında ben ve arkadaşlarıma bağlı
genç kuşak, en iyi hal çâresi olarak kendimiz harekete geçmesini görüyorduk.
Hareket iki şekilde tezahür edebilecekti.
Bir
ihtimale göre, Genel Kurmaybaşkanı da genç kuşakla birlik olacak, parti
liderleri ve kabine üyelerine durum anlatılacak ve Meclisken puan hesabına göre
hazırlanacak yeni bir seçim kanunu çıkartması istenecektir. Kanun çıktıktan
sonra, Meclis kendi kendini feshedecek ve en kısa zamanda yeni bir meclis
teşkil edilecektir. Bu suretle memlekette aydın kitleyi tatmin edecek bir
parlamento doğacak, ordudaki huzursuzluk kalkacak ve kalkınma için gerekli
reformlar en kısa zamanda yapılabilecektir. İç huzur tamamen sağlandıktan
sonra, ise, puan sisteminden normal seçim sistemine geçilecektir. Bu suretle
yer yer çatiamağa başlamış olan ordu da bütünlüğe kavuşacaktır.
İkinci
ihtimale göre ise, Meclis bir memorandum ile feshedilmediği takdirde, ordu
fiilen harekete geçecektir. Meclis silâh kuvveti ile feshedilecektir ki, ordu
mensupları bu ikinci hal çâresini arzu etmektedirler.
Genel
Kurmaybaşkanı’nm düzenlediği toplantıda bu ihtimal ve görüşleri belirttikten
sonra şöyle devam ettim:
«Saydığım
beş ihtimalden ilk dördü tahakkuk edecek oluksa, mutlaka memlekette ikilik
doğacaktır. Hiyararşik sisteme bağlı olmak üzere yapılan bir ihtilâl en az
zayiatla ve memlekete en az zararlı şekilde olur. Silâhlı Kuvvetler
parçalanmaz.»
Bu
sözlerim üzerine Sunay derhal yerinde fırladı ve iki elini havaya kaldırarak
«Yoo! Beni bu mesuliyet altına sokma» diye bağırdı.
Heyecanlanarak
devam ettim :
«Ben
sizi ikaz ediyorum. Memleketin gerçekleri bunlardır. Orduda parçalanma vardır.
Ayrıca, Tabiî Senatörlerin tutumu sebebiyle ordu ile halkın arası da
açılmaktadır.
Orduda
alt kademenin tazyiki de artmaktadır. Hiçbir komutan kuvvetine, birliğine tam
mânasıyla sahip değildir.
Hangi
kuvvet kumandanı kıt’asma hâkim ise ayağa kalksın, açıkça hesaplaşalım...»
Bu
teklif içeride bulunanları şaşırttı. O anda gerçekle bir defa daha yüzyüze
gelindi. Kumandanlardan hiçbiri ayâ-ğa kalkmak ve kıt’asma hâkim olduğunu
söylemek cesaretini gösteremedi. Çünkü orduda halkalaşmalar, kumandanların da malûmu
idi.
Sözlerimi
şöyle bitirdim :
«İleride
olacak herhangi bir hâdisenin mesûlü, hâdiseleri bildiği halde doğru olarak
aksettirmeyen ve gene bu hareketleri bildiği halde gerekli tedbirleri
almayanlar olacaktır...»
Sunay
diğer subayların da fikrini sordu, hemen hemen birbirinin aynı cevaplar aldı.
Son olarak 229. Piyade Alay Komutanı Ihsan Erkan birkaç gün önce 13 yaşındaki
kızma bir sivilin «Yakında babasız yaşamaya alış kızım...» dediğini naklederek
intikamcı unsurların orduya karşı duyduk-dukları kini belirtti, ve en kısa
zamanda bu işe bir son verilmesini istedi.
Sunay
daha sonra generallerin görüşlerini sordu. Hiçbir fikir söylemediklerini
görünce «Ben sizin namınıza İnönü’ye kendisini desteklediğinizi söyliyeceğim»
dedi. Albaylar mırıldanarak hoşnutsuzluklarını belli ettiler. Dışarı çıkarken
Sunay bana dönerek «Sen çok ateşlisin, çok heyecanlısın» deyince: «Ben sadece
gerçekleri söylüyorum, kimin haklı veya haksız olduğunu olaylar gösterecektir.»
cevabını verdim...
9
ŞUBAT
PROTOKOLÜ
Bundan
sonra kumandanların ve İnönü’nün İstanbul seyahati yapıldı. Genelkurmay
Başkanı, Harp Akademisinde aynı şekilde bir konuşma yaptı. Batı Anadoludaki
birlikleri dolaştı. Kara Kuvvetleri Komutanı doğudaki birlikleri dolaştı.
Ordunun tansiyonu ölçüldır, gittikleri yerlerde «Emrinizde-yim paşam» cevabını
aldıkça, ordu alt kademelerinin kendileri ile fikir birliği ettiği kanısına
kapılıyor ve İnönü’ye de garanti veriyorlardı.
Dokuz
Şubatta İstanbul’da Balmumcu Çiftliğinde Albay Celâl Baykam’m kumandanı
bulunduğu Jandarma Tugayın da Refik Tulga Paşanın Başkanlığında bütün Birinci
Ordu Birlik Komutanlarının bulunduğu büyük bir toplantı yapıldı. Ankara’dan
temsilci olarak Dündar Seyhan, Necati Ünsalan, Selçuk Atakan, Galip Glütekin,
Orhan Topçuer, toplantıya katılmak üzere İstanbul’a gittiler.
Sonradan
arkadaşların bana anlattığına göre toplantı gündemi şu şekilde tesbit edilmişti
:
·
1.
Ankara’dan gelen heyetin dinlenmesi,
·
2.
Silâhlı Kuvvetler Birliği’nin devamına lüzum olup olmadığının teşbiti,
·
3.
Varılması istenen sonuç hakkında kati ve son kararın alınması.
Toplantıya
İstanbul Valisi olan Korgeneral Refik Tulga açmış, Ankaradan temsilci olarak
gönderdiğimiz, Albay Necati Ünsalan’a söz vermiş. Kurmay Albay Ünsalan uzun bir
konuşma yaparak Ankarada’ki durumu belirtmiş ve memleketin bugünkü gidişatı ile
ilgili hâdiselerin ışığı altında çıkmaz bir yolda olduğumuzu belirtmiş ve
konuşmasının sonunda, riyasete görüşlerini şu cümlelerle açıklamış :
«Silâhlı
Kuvvetler Birliği olarak. Bir müdahalenin yapılıp yapılmıyacağını ve birliğin
devam ettirilip ettirilmeyeceğim oya koyalım» demiş.
66.
Tümen Kumandanı Faruk Güventürk, Hava Kuvvetlerinin durumu hakkında Ankara’nın
çok ümitli olduğunu bu hususta daha geniş bir açıklamının yapılmasını istemiş.
Necati
Ünsalan cevap olarak Mucip Ataklı’mn hazırlanan plânlar hakkında bir koordine
yapılmasını talep ettiğini ve bu maksatla bir randevu .tespit edildiğini, ancak
randevu günü bir futbol maçı dolayısıyla görevli olduğu için bulunanca yışı
sebebi ile randevu sonraya tehir edildiğini, fakat sonradan bir görüşme yapma
imkânının sağlanamadığını ancak telefonla alman bir randevu sonunda «Haydar
Tunçkanat’ın muvaffakat etmediğini böylece temaslardan olumlu bir sonuç
alınamadığını belirtmiş.
Nihayet
Merkez Kumandanı Kurmay Albay Selçuk Ata-kan’a söz sırası gelmiş. Değerli
arkadaşım Selçuk burada gayet iyi bir konuşma yaparak Hava kuvvetlerinin aynı
fi-
Ankara
Merkez Kumandam Kurmay Alb. Selçuk Atakan.
kirde
olmadığını bu hususta iyimser olmamak icab ettiğini bunun için Hava Kuvvetleri
ile anlaşmaya varılarak üç kuvvet arasında da ahengin kurulmasının şart
olduğunu belirterek : «Ankarada’ki arkadaşlar arasında çeşitli gruplara
bölündüğümüz söylenmektedir. Bu tamamen asılsız ve mesnetsiz bir görüştür.
Fikirler çarpışabilir. Biz ayrı ayrı fikirlerin münakaşasını yapar, fakat
sonunda ekseriyetin aldığı karara uyarız. Fikirler ve ayrı görüşler olmuştur.
Ancak bu birliğimizi parçalamamıştır.» demiş.
Daha
sonra Hava Kuvvetlerinin durumu ile ilgili olarak birbirini tutmayan konuşmalar
yapılmış ve bu konuya Kurmay Albay Behçet özdemir yaptığı konuşma ile temas
etmiş ve şunları söylemiş :
«Çeşitli
ifadeler bizi tatmin etmedi. Ancak yapılacak ve tazelenecek temaslar sonunda
Hava Kuvvetlerinin durumunun aydınlanacağı fikrine sahip oldum.»
Daha
sonra toplantıya 15. Kolordu Komutanı Fikret Esen paşayı temsilen gelen Albay
Aslantürk, konuşarak beni itham
etmiş ve hakkımda bazı
ithamlarda bulunmuş.
Aslantürk;
Tümenine mensup bir üsteğmenin izinli bulunduğu esnada. Harb Okuluna gittiğini
ve tesadüfen kendisi ile konuşan Alay Kumandanı Turgut Alpagut’un üsteğmene
siyasî durumu nasıl görüyorsun, bu kötü gidişle sizin oradakiler ne
düşünüyorlar. Size bir şey söylemiyorlar mı, şeklinde bazı konuşmalar yaptığını
ve bizlerin genç subaylara ihtilâlci fikirler telkin ettiğimizi belirterek bu
gibi hareketlere son vermemizi ve Harb Okuluna bunu yakıştıramadığını söylemiş.
Bundan sonra da 66. Tümene bağlı bir Alay Komutanı da aynı şekilde bir konuşma
yapmış.
Bütün
bu konuşmalara cevap olarak Kurmay Albay Necati Ünsalan «Talât Aydemir şimdi
bizlerden çok uzaktır. Ancak şunu ifade ederim ki, Talât Aydemir en az bizler
kadar milliyetçi
ve idealist bir arkadaştır onu kendimle mukayese edemiyecek kadar sîzlere lanse
edebilirim. Hakkında çıkarılan
dedikodulardan son derece müteessirdir.» demiş
ve öğrencilerimle bu
şekilde hiçbir konuşma yapmış olmadığımı kesinlikle belirttikten sonra «Keşke
bizler de onun gibi doğru, dürüst ve tek cepheli bir insan olabilsek,
hakkm-daki ithamlardan kendisini huzurunuzda tenzih ederim.» demiş.
Beşinci
Kolordu Kumandanı konuşmaların uzatılmamasını ve geçmiş olayların tekrar ele
alınmasının bir lüzumu olmadığını ve toplantının bir sonuca bağlanmasının
gerekli olduğu fikrine işaret etmiş. Daha sonra Kurmay Yarbay Osman Deniz’de
bir konuşma yaparak görüşlerini açıklamış,
ve bir ihtilâlin yaşaması
için fikir cephesinin tesbit edilmesi gerektiğine işaret ederek «27 Mayıs
İhtilâlinin noksan tarafları fikirde kalmıştır. Böylece bizleri ikinci bir
ihtilâle sürüklemiştir. Tekrar edilecek bir ihtilâlin fikir cephesi tesbit
edilmediği müddetçe yeni bir ihtilâle gebe kalabileceğimiz bir hakikattir.
Fransız İhtilâli ve 1917 Rus İhtilâlinin başarıya ulaşması ve yaşamasının
sebebi getirdiği yeni fikirlerin eskilerini temelinden yıkmasına ve eski
zihniyetleri yerle
bir etmesindendir. Aksi halde şimdi olduğu gibi bir İstanbul’da Balmumcu’da Korgeneral Refik
Tulga’nın başkanlığın da 54 subayın katıldığı ve imzaladığı 9 Şubat protokolü. 27
Mayıs İhtilâlinin bocalayan nticelerine ulaşmaktan ileriye gidilemez.» demiş.
Osman
Deniz bu sözlerden sonra Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Tuğgeneral Zeki
îlter’le yaptığı bir teması da açıklayarak şunları söylemiş :
·
a.
Zeki îlter ihtilâli yapan Silâhlı Kuvvetler mensuplarının kilit noktalara
getirilmiş olduğunu, şimdi ise bu şahısları yerlerinden oynatmaya imkân
olmadığını,
·
b.
Genelkurmay Başkanının yurt gezisine çıkarmak için bir rapor verdiğini bu
gezinin müsbet olduğunu.
·
c.
Eğer memleketin durumu bir çıkmazda ise yapılacak olan harekete
Genelkurmay Başkanının karar verecek olduğunu, bu maksatla kendisinin bir
plânlama grubu meydana getireceğini ve Kurmay Albay Dündar Seyhan ile General
Refik Kurttekin’in bu iş için görevlendirildiğini.
·
d.
Kendisininde bir çıkmazda olduğumuza inandığını. Fakat Genelkurmay
Başkanının emri ile harekete geçmeye azimli olduğunu ve Kara Kuvvetleri
Komutanı ile aynı fikirde olmadığını, Osman yaptığı konuşma ile açıklamış.
Osmanın
konuşmasından sonra toplantıda son derece elektrikli bir hava başgöstermiş.
Tuğgeneral
Güventürk’te aynı görüşte olduğunu belirtmiş. Bütün bunlara cevap olarak Dündar
Seyhan bir konuşma yaparak, bu plânlama faaliyetlerinin ayrı bir cephesi
ol-mıyacağını,' mevcut plânlarla yetinileceğim ve bu plânlar Hava Kuvvetleri
ile koordine edilerek Genelkurmay Başka-nına sunulacağını kat’i bir lisanla
ifade etmiş ve heyecenlı havayı yatıştırmış.
Sonuç
olarak toplantıda oya konan karar suret şunlardır :
·
1.
Hava Kuvvetleri Komutanı ile ilk temasın Vali Refik Tulga vasıtası ile
sağlanması. Bunu Refik Tulga kabul etti ve kendisi ile daha evvel bu konuda bir
konuşma yaptığını, böylece zeminin hazırlanmış olduğunu ifade ederek ikna
edeceğini söyledi.)
·
2.
Yapılacak hareketin öncelikle hiyerarşiye uygun olarak yapılması ve bunun
için her türlü çarelere baş vurularak Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay’m
başkanlık yapmasının sağlanması. Kabul etmediği takdirde, grubunda tasvibi
alınarak hiyerarşi bozulmadan Cevdet Sunaydan sonraki Kumandanın emrinde
harekâtın gerçekleştirilmesi.
·
3.
Harekât üç kuvvetin tasvibi ile yapılmalı ve Hava Kuvvetleri ile plânlar
koordine edilmelidir.
·
4.
Bu hareket bütçe müzakereleri bitmeden yapılmalıdır. En geç 28 Şubat 1962
gününe kadar.
Toplantıda
bulunan 59 kişinin 37 si karara iştirak etmiş, ve ekseriyete uyularak Osman
Deniz’in el yazısı ile iki suret olarak hazırladığı protokol hepsi tarafından
imza edilmiştir. Protokolün biri Akademiler Kumandanı Faruk Gürler’e, diğeri de
Dündar Seyhan’a Ankarada’ki gruba da imza atılması için verilmiştir.
PROTOKOL
9
Şubat 1962 Cuma günü yapılan toplantıda aşağıdaki kararlar ittifakla alınarak
imza edilmiştir.
·
1.
Korgeneral Refik Tulga Ankara’ya giderek Hava Kuvvetleri Komutanı ile temas
edecektir.
·
2.
Plânlar 10 Şubat 1962 günü İZMÎT’de Ankara’nın mü
messili
ile birlikte koordine edilerek protokola bağlanacaktır.
'
'
·
3.
Harekât için hiyerarşik sistem kabul edilmiştir. Fakat her türlü
teşebbüse yapıldıktan sonra Silâhlı Kuvvetler Birliği ekseriyetinin kararı kati
ise bu kararı tatbik edecek en kıdemli kumandanın emri ile karar, tatbik
mevkiine konacaktır.
·
4.
Silâhlı Kuvvetler bir bütündür. Her karara müşterek varılacaktır.
·
5.
Kararın zamanı Silâhlı Kuvvetler Kumandanlığınca emredilecektir. Bu husus
İstanbul’daki kumandanlar tarafından temin edilecektir. Harekât 28 Şubatı
geçmiyecektir. 090100 Şubat 1962
9
Şubat Protokoluna toplantıdan sonra imza koyan baz'i subaylar şunlardır:
Korg.
Refik Tulga, Tümgeneral Fikret Esen, Tümg. Ra-fet Ülgenalp, Tümamiral Bahattin
Özülker, Tuğgeneral Faruk Gürler, Tuğgeneral Faruk Güventürk, Tuğamiral İsmail
Sarıköy, Tuğamiral Celâl Eğicioğlu, Tuğamiral Kemal Kayacan, Tuğgeneral Zeki
İlter, Kurmay Albay Necati Ün-salan, Kurmay Alb. Ferit Erdoğan, Kurmay Albay
Selçuk Atakan, Kurmay Albay Dündar Seyhan, Kurmay Albay N. Kemal Ersem, Kurmay
Albay Behçet Özdemir, Kurmay Al-baybay Vahit Gürkan, Kurmay Albay Emin Aytekin,
Kurmay Albay Doğan Özgöçmen, Kurmay Albay Burhan Hun-oğlu, Kurmay Albay Necati
İşcan, Topçu Albay Celâl Bay-kam, Kurmay Albay Turan Çağlar, Kurmay Albay
Fikret Göknar, Hava Kurmay Albay Emin - Alpkaya, Albay Rıfat Erenulu, Albay
Zarif Çetindağ, Albay Nihat Aslantürk, Albay Halim Kural, Albay Recai Baturalp,
Kurmay Albay Ve-cihi Akın, Kurmay Albay Mehmet Bora, Dz. Kur. Alb. Bülent
Tarhan, Kurmay Albay Bedrettin Demirel, Albay Halim Kural, Kurmay Albay Mehmet
Bora, Kurmay Albay Cemal Öcal, Kurmay Albay Necati Özan, Albay Sadeddin
Çan-kır, Yb. Ahmet Gegeç, Yarbay Osman Deniz.
GÜVENTÜRK'ün
HEYECAN'ı
Protokolün
imzalanmasından sonra, toplantıyı terk eden subayları General Faruk Güventürk,
çevirerek kendileri ile s bir konuşma yapmış ve General Cemal Tural hakkında
kesin bir karara varılmasını isteyerek:
«Arkadaşlar
nereye gidiyorsunuz. Cemal Tural hakkında .gereken kararı vermediğiniz takdirde
ben protokolün altındaki imzamı geri alıyorum.» diyerek bir karara varılmasını
istemiş.
Güventürk
21 Ekim Protokolünü imzaladığı halde sonradan imzasını geri alan Birinci Ordu
Kumandânı Cemal Tural Hakkında mutlak bir karara varılması gerektiğini teklif
ederek bu işin mutlaka kesin bir sonuca bağlanması konusunda herkesin fikrini
sormaya başlamış.
Bütün
kumandanlar ayakta nasıl bir karara varılması gerektiğini bir süre
tartışmışlar, bu sırada gene Güventürk’ün sesi yükselmiş: «Arkadaşlar ben size
daha evvelden söyle-memişmiydim? En kısa zamanda ikimizden birisinin karısı dul
kalacak diye, işte o gün geldi.» demiş bu sözler üzerine ilk önce Dündar Seyhan
«İmzaladığımız protokolün tatbikatına muhalefet'ettiği takdirde bertaraf
edilir.» demiş.
Aynı
konuda Refik Tulga ise «Bertaraf edilmekle öldürülecek mi demek istiyorsunuz»
demiş.
Dündar
Seyhan Refik paşaya cevaben : «Bertaraf edilme sözü içine mutlaka öldürmek
girer iddiasında değilim. Enterne edilir, zararsız hale getirilir. Bunun
uygulama şeklini madem ki istiyor. Garnizon Komutanı General Güventürk’ün
takdirine bırakalım o anda ordu kumandanının davranışına göre hareket eder»
demiş ve bu teklif kabul edilmiş.
Bu
sırada Ankara temsilcilerinden Necati Ünsalan, Faruk Güventürk’e : «İstediğin
oldu. Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun» diye sormuş, aldığı cevap şu olmuş.» O...
kazığa oturtacağım.» Ünsalan dayanamamış : «Paşam size bu düşünceyi
yakıştıramadım. Küfür ettiğiniz ve kazığa oturtacağınızı söylediğiniz zat bu
ordunun Korgeneral rütbesini taşır ve Birinci Ordu Kumandanıdır, dâvaya dâvet
edilir. Kabul ettiği takdirde her zaman başımızdır. Etmediği takdirde makam ve
rütbesine lâyık olarak enterneye tabi tutulur.» demiş. Fakat Güventürk Tural’ın
21 Ekimde imzasını geri aldığını onun bu hareketini hiç bir zaman
affedemiyeceğini ve dediğini mutlaka yapmak için kesin karar verdiğini
söyliyerek sözlerinde İsrar etmiş.
EK
PROTOKOL
Balmumcu
Çiftliğinde hazırlanan protokolla ilgili olarak 10 Şubat 1962 günü İstanbul
grubundan bir temsilci heyeti Ankara temsilcileri ile birlikte Izmitte 15.
Kolordu Kumandanı olan Tümgeneral Fikret Esen'e giderek hazırlanan planlar
hakkında kendisinin görüşlerini almışlardır. Fikret Esen paşanın İzmit’teki
evinde İstanbul grubundan temsilcilerle harekât sonrası Türkiye statüsünü
tesbit eden ek bir protokol tanzim edilerek imza altına alındı.
Fikret
Esen paşanın evinde toplanan Kurmay Albay Ferit Erdoğan, Kurmay Albay Vecihi
Akın, Deniz Kur. Albay Zarif Çetindağ, Albay Dündar Seyhan, burada tanzim
edilen ek protokolün esasları şu şekildeydi:
Buna
göre :
Güvenlik
Konseyi adı altında kurulacak 25 kişilik asker ve sivil karışımı bir heyet
toplanacak ve Yasama yetkisini yürütecektir.
Genelkurmay
Başkanı ve dört kuvvet Kumandanı konseyin tabii üyeleridir.
Bir
süre sonra Meclis kurulacaktır.
Hükümet
kimlikleri güvenlik konseyi tarafından tesbit edilecek olan kişilerden meydana
gelecektir.
27
Mayıs İhtilâlinin gerçekleştiremediği reformların uygulanabilmesi için gerekli bütün
tedbirler öncelikle alınacaktır. Eski M.B.K. üyeleri 37 kişi olarak kabul
edilir, içlerinden seçilenler Millî Mecliste görev alabilirler.
E.M.İ.N.S.U.
lardan inkilâp hareketlerinin kilit noktalarında büyük ölçüde
faydalanılacaktır.
Ulusal
anlaşmalarda da büyük bir değişikliğe gidilmi-yecektir.
İki
nüsha halinde hazırlanan bu protokolda Ankara ve İstanbul temsilcileri
tarafından imzalanarak sonucu merakla beklenen diğer arkadaşlara duyurulur.
Ankara
temsilcileri imzalanan bu protokolü Ankara’ya getirdiler. 28. Tümen Komutanı
hariç, bütün güvenilir birlik komutanları, Jandarma Genel Komutanı Abdurrahman
Paşa, Deniz Kuvvetleri Komutanı ve Kurmay Başkanı imza ettik. Bu hâdise
duyuldu. İnönü ve Genelkurmay Başkanı tarafından mani olunmak için tedbirler alınmağa
başlandı.
Hava
Kuvvetleri ihtilâle hem taraftardı, hem de çekiniyordu. Partici olan havacılar,
mutlak bir CHP. iktidarını arzuluyor lar dı. İktidarın CHP’lilere
devredilmesini istiyorlardı. Ancak havacıların bir endişesi vardı. Herhangi bir
ihtilâl halinde 14’lerin Türkiye’ye dönmesi ve kendilerini enterne eden
havacılarla mücadeleye girişmsi onları korkutuyordu. Bu endişe, Hava Kuvvetleri
cuntasını, ordudan gelecek hareketi bekletmeğe sevkediyordu. Bu sebeple, benim
ve arkadaşlarımın bir an önce harekete geçme arzumuz, kendilerini ürkütüyordu.
Hava cuntasının başında bulunan Halim Menteş durumu organize etmekle
görevliydi. Biz ise devamlı temaslar yapıyor, ordunun parçalanmasını önlemek
için tedbirler düşünüyorduk. Havacıların Cuntası’na dahil Halim Menteş ve yedi
MBK üyesi, İnönü’yü slogan olarak kullanmakta ve bana ve arkadaşlarıma karşı
tedbirler tasarlamakta idiler. Nihayet bir çâre de buldular. Aydemir ve arkadaşları
öne sürülerek müşkül durumda bırakılacaklar, böylece diskalifiye
edileceklerdir. Bu fikir derhal tarafımızdan öğrenildi...
İstanbul
ve Ankara’daki kumandanların yeni bir ihtilâle karar vermeleri üzerine 18 Şubat
1962 Pazar günü Genel Kurmay Başkanı, İstanbul’daki bütün Kolordu
Kumandanlarını, Harp Akademileri Kumandanını, Harp Filosu Kumandanını, Vali
Paşa’yı Ankara’ya çağırdı. Aynı gün Genel Kur-may’da kuvvet kumandanlarının da
bulunduğu bir toplantı yapılacaktı.
Toplantıya
girilmeden önce Refik Tulga, Faruk Gürler ve Beşinci Kolordu Kumandanı Refet
Urgenalp Paşa ile görüştük. «Bu iş 23 Ekim’deki gibi olmasın» dedik, «Tekrar
cayılmasın. O takdirde astlarımızın bizlere ve sizlere karşı itimadları
sarsılır.»
Bize
verdikleri cevap aynen şöyledir :
«Emeklilik
istidalarımızı ve rütbelerimizi cebimize koyarak geldik.»
Faruk
Paşa ile Refet Paşa’ya «Bunu inşallah toplantıdan sonra göreceğiz» dedim.
Genel
Kurmay’da toplantı yapıldı. Genel Kurmay Başkanı yine bu işin yapılmaması için
kumandanları ikna etmişti. Vali Tulga bu durumu anlatınca sorduk:
«Siz
kararınızda değişiklik yapıyor musunuz?»
«Hayır»
dedi, «Ben bu işi sonuna kadar götüreceğim. Yalnız bana müsaade edin. Yarın
İstanbul’a gidip oradaki birlik kumandanlarıyla görüşelim. Neticeyi size
bildiririz.»
·
19 Şubat günü
Genel Kurmay Başkanı beni, Merkez Kumandanı Albay Selçuk Atakan’ı, Jandarma
Okulu Kumandanı Necati Ünsalan’ı makamına çağırdı. Şeref salonuna geçtik. Orada
Hava Kuvvetleri Kumandanı İrfan Tansel, Kara Kuvvetleri Kumandanı Muhittin
Önür, Jandarma Genel Kumandanı Abdurrahman Doruk Paşa da vardı. Saat 17’den
21’e kadar memleket ahvali, gidişatı, alınacak tedbirler müzakere edildi.
Fikirler açıkça belirtildi ve bu işin yapılmasının zarureti anlatıldı.
Suriay,
ancak İnönü ölürse veya çekilirse bu işin yapılabileceğini belirtti. Bunun
üzerine biz, bilhassa Selçuk Ata-kan, şöyle bir teklif ileri sürdü :
Biz
ihtilâlin Hiyararşik düzende yapılmasını uygun görüyoruz. Mademki kendinizi
kifayetsiz buluyorsanız, denecek bir şey yok. Biz alttan gelen tazyiki güçlükle
muhafaza ediyoruz. Yok eğer bu alttan gelen tazyiklerin müşevviki olarak
bizleri görüyorsanız, biz şimdi derhal istifamızı verelim. Emekliliğimizi
istiyoruz. Yarın, öbürgün bu suçu yükleyerek bizi ordudan şerefsizce
ayırmayın...»
Sunay,
«Yook! Böyle bir şey düşünmüyorum. Siz benim en kuvvetli dayanaklar imsiniz.
Size şeref sözü veriyorum. Benim vücudum çiğnenmedikten sonra sizin kılınıza
kimse dokunamaz» dedi.
·
20 Şubat saat
19’da şu haberleri aldım.
Başvekâlette
çalışan bir arkadaşım evime yazılı bir not bırakmış, «Talât yarın tevkif
edileceksin. Ankara’da bulunan albaylar cuntası İnönü tarafından dağıtılacak.
İnönü «İdamlarda MBK’nin kabahati yoktur. Baş sorumlu Harp Okulu Kumandanı ve
yakın arkadaşlarıdır. Ben. onları dağıttıktan sonra halka teslim edip,
AP’lilere linç ettireceğim» demiş...
Üniversiteli
bir genç de gelerek o gece havacıların 13 Kasım harekâtı gibi bir harekât
hazırladıklarını, üç kurmay subayın başta Mithat Ceylân olduğu halde
Üniversiteye giderek «Size silâh dağıtsak, Harp Okulu’nun yapacağı bir ihtilâle
karşı durur musunuz?» diye teklifte bulunduklarını bil-' dirdi.
Aynı
anda Milliyet Gazetesi Muhabiri Mete Akyol telefonla «Albayım, tevkif
edildiğinizi duyduk, üzüldük. Hakikat mi?» diye sordu.
Bu
üç haber de o gece bir şeyler olacağına dair emarelerdi. Merkez Komutanı Selçuk
Atakan’ı çağırdım. Aldığım yazılı haberleri kendisine vererek «Bunu hemen
götür, Su-hay’a ver, haberdar olsun» dedim ve gayet sıkı emniyet tedbirleri
alarak kıt’alarımızın başında yatmamız gerektiğine karar verdik. Ve saat
23.30’da Harp Okulu’na çıktım.
Saat
tam 24’te İstanbul’dan 15. Kolordu Kumandanı Tümgeneral Fikret Esen telefon
ederek sabah 3’te Ankarada’ki birliklerin bir harekât yapacağını duyduğunu
bildirdi ve «Sakın kendi kendinize bir iş yapmayın. İstanbul ile koordineli
olacak bu iş. Biz Kasımpaşa’da Deniz. Kuvvetleri Kumandanı, Hava Kuvvetleri
Kumandanı ve bütün kumandanlar toplantı halindeyiz» dedi. Kendisine hiçbir
şeyden haberimiz olmadığına dair şeref, namus sözü verdim.
Ankara
artık kaynamaya başlamıştı. İstanbul grubundan Akademi Kurmay Başkanı Emin
Aytekin beni telefonla aradı. Aytekin’le Ankara’daki durumu görüştükten sonra
ona şu raporu bildirdim:
·
1.
21/22 Şubat gecesi Mucip Ataklı ile Haydar Tunçka-nat resmî elbiselerini
giyerek Fevzi Arsın ve Halim Menteş ile Hava Kuvvetleri karargâhına geldiler.
·
2.
Meclis Muhafız Birliği nöbetçi subayına Meclisin Harb Okulu tarafından
sarıldığını bildirerek alarma geçmesini istediler.
·
3.
Muhafız alay kumandanı Kurmay Albay Şükrü İlkin ile 229 Piyade Alay Komutanları
yerlerine yeni komutanlar tayin edildi.
Tank
Tabur Bölük Komutanlarının tayinleri çıkarıldı.
·
4.
Hava Kuvvetlerinin bazı yer birliklerine alarm hazırlık emri verildi.
·
5.
Genelkurmay İkinci Başkanı Genelkurmaydaki ve Kara Kuvvetlerindeki subaylara
tabancalarınızla görev başı yapın emri verildi.
·
6.
Genelkurmay Başkanma bir hareketin başlamak üzere olduğu ve birliklerin alarm
yaptığı haberi ulaştırıldı.
·
7.
Genelkurmay Başkanı, Hava Kuvvetleri Komutanını da yanma alarak birlikleri
dolaştılar. Neticede herhangi bir fevkalâdelik olmadığı anlaşıldı.
Bunun
üzerine bizde Genelkurmay Başkanma şu muhtırayı verdik:
·
a.
Resmî elbiselerini giyerek harekete geçen Mucip Ataklı ve Haydar Tunçkanat
hakkında kanunî işlem yapılması.
·
b.
İşbirliği yaptıkları ikinci başkan Memduh Tağmaç-m vazifesinden
uzaklaştırılması.
·
c.
Tayinlerin yapılan subayların yerlerine iadesi.
Şimdi
Yüksek Kumanda Konseyi toplantı halindeler verecekleri kararı bekliyorum.
Bildirilen
bu rapora karşılık Kurmay Albay Emin Ayte-kin bana şunları söyledi:
·
a.
Aman Talât dikkatli olun ve sükûnetinizi muhafaza edin.
·
b.
İstanbul Grubu sizin harekete geçmenizi desteklemeyecek.
·
c.
Şimdi beşinci Kolordu Komutanının raporu önümde duruyor. Ankarada herhangi bir
münferit hareketi destekle-yemeyeceklerini bildiriyor.
·
d.
Diğer Komutanlarda öğle, sükûnet ve itidalinizi muhafaza edin.
Bu
telefon görüşmesinden sonra Emin Aytekin’e ve Osman Deniz’e «Sükûnetinizi
muhafaza edin, dedim. Onlara; harekete geçmiyeceğimiz için teminat verdim. Saat
tam 2’de yatağa girdim. Bu sırada 229. Piyade Alayından _ Yüzbaşı Süleyman
telefon ederek «Albayım, şimdi buraya Kara Kuvvetleri Komutanı, Hava Kuvvetleri
ve Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanları geldi. Alayın ihtilâl için hazırlık yapıp
yapmadığını kontrol ettiler. Bütün erat uyuyordu. Hiçbir şeyden haberimiz
olmadığını bildirdim. Alay Kumandanını sordular, evde olduğunu bildirdim.
Kumandanı Merkez Kumandanlığına istediler'. Kendileri de oraya gittiler. Galiba
kumandanımızı tevkif edecekler. Alaya alarm vereyim mi?» «Ben lüzum olmadığını
bildirdim. Merkez Kumandanı’na telefon ettim. Selçuk «Yalnış bir haber alınmış,
bu gece harekâta kalkılıyor, denmiş. Onu tahkik ediyoruz. Alay Kumandanı
dönecek. Merak etme» dedi.
10
dakika sonra aynı alaydan Üsteğmen Ergun Özgen telefon ederek «Albayım
havacılar alarma geçmiş. Merkez Kumandanlığını bu anda' kuşatmış vaziyetteler.
Alayf* Alarma geçirelim mi?» diye sordu. Ona da «Hayır» cevabını vererek
Selçuk’a telefon ettim. O sırada Genel Kurmay Başkanı, Selçuk Atakan’m yanında
imiş. Bu arada odaya giren Tank Yüzbaşısı «Sarıldınız, emirlerinizi bekliyoruz»
demiş. Gene aynı sırada Tank Taburu nöbetçi Subayı telefonla «Albayım,
sarıldınız. Genel Kurmaybaşkanı sizi enterne ediyor, emriniz?» demiş. Bunun
üzerine Merkez Kumandanı derhal harekete geçilmesini söylemiş. Ancak Cevdet
Sunay telâşla «Harekete geçmeyin, ben şimdi Hava Kuvvtlerine’ne gidiyorum.
Meseleyi tahkik edeceğim» diyerek müdahale etmiş ve Merkez Kumandanlığı’ndan
ayrılmış. Selçuk olup bitenleri bana nakletti.
Biraz
sonra Harp Okulu yanındaki Tank Taburu’nun alarm düdükleri ötmeğe başladı. Yeni
Mahalle’de oturan Tank Taburu subayları, hava assubaylarınm alarm yapıp
birliklerine gittiklerini görünce hemen kıtalarına koşup gelmişler. O anda
birisi tankçılara şöyle demiş:
«Albaylar
ve generaller Merkez Kumandanlığı’nda, havacılar tarafından ele geçirilip
tevkif edildi. Böyle bir hal zuhurunda işleyecek otomatik plâna göre kıtalar
harekete geçip kumandanlar kurtarılacak.».
HAVACILARIN
TERTİPLERİ
20
- 21 Şubat gecesi hazırlanan durumun tertipçileri şunlardır: Hava Kuvvetleri
Cuntası’ndan başta Kurmay Albay Halim Menteş, Albay Fevzi Arsın, Hava Kurmay
Başkanı General Hüsnü Özkan, Binbaşı Avni Güler, Hava Kuvvetleri Kumandanı
İrfan Tansel. Tabiî Senatörlerden Mucip Ataklı, Haydar Tunçkanat, Emanullah
Çelebi, Ekrem Acuner, Fikret Kuytak, Rafet Aksoyoğlu, Şükrat Özkaya (CHP’ye
hizmet eden tabiî senatörler)... Başrolde İnönü, Turhan Feyzi-oğlu, İsmail
Rüştü Aksal ve daha bir çok CHP’liler...
.
Plânları ise şöyledir :
Yanlış
bir istihbarat neticesinde Hava Kuvvetleri Cuntası Sunay’a gelip «Bu gece
(20-21 Şubat 1961) saat 3’de Ankara’daki birlikleri ihtilâl yapacaklardır. Siz
bize resmen alarm emri verin. Biz hava kuvvetleri olarak alarma’ geçer, bu
ihtilâli yerinde söndürürüz. Ankara’daki ihtilâle taraftar birlik
komutanlarının hepsini toplarız.» demişler. O da hava kuvvetlerinin kara
kuvvetleri üzerinde kullanmak üzere alarma geçirmiş. Bu emirden bir süre önce
Sunay, hava, deniz
ve
kara kuvvetleri kumandanlarıyla aynı konuda görüşmüş, alarm söylemlerini
tartışmış. Kara Kuvvetleri Kumandanı Muhittin önür, Hava Kuvvetlerinin alarm
talebi karşısında boyun eğmiş ve «Eğer Kara Kuvvetlerinde bir hareket olacaksa,
önlenmelidir» demiş.
Mucip
Ataklı Paşa resmî elbisesini giymiş ve hava kuvvetleri karargâhında emri
kumandayı ele almış. Tansel’i bir bahane ile İstanbul’a uçurmuş. Ekrem Acuher
de sivil kıyafetle beraberinde imiş. Haydar Tunçkanat ise alarm ile birlikte
resmî elbisesini giymiş ve Meclis’e gelmiş. Meclis Muhafız Taburu’nun nöbetçi
subayı olan hava üsteğmenine (bu durum oldukça mânidardır) giderek «Harp Okulu
Meclisi kuşatıyor. Duvarlarınıza kadar geldi. Ne duruyorsunuz, derhal alarma
geçin!» demiş. Bu sırada ise Harp Okulu öğrencileri uyumaktadır, okulda sadece
dokuz nöbetçi subay vardır.
Meclis
Muhafız Taburu’nun havacılar tarafından alarma geçirilmesi üzerine tank taburu
da kontr-alarma geçiyor ve onun civarında bulunan 229. Piyade Alayı ve Süvari
Grubu da kontr-alarma katılıyor. Bu anda saat 2.30’dur.
Ben
derhal nöbetçi âmiri Kurmay Binbaşı Bahtiyar Yalta’yı çağırdım, «Aman Bahtiyar,
bir yanlışlık var. Tank Taburu başını aldı, gidecek şimdi. Git, tank taburunu
önle, yerine dönsün, alarmı kaldırsınlar. Herkes yerli yerine gitsin »dedim. Derhal
harekete geçen Yalta, Bahçelievler’den Bakanlıklara gelen ve Gülhane kısmında
kavuşan yolda tankları yakalıyarak geri çevirdi. Durum 229. Piyade Alayına da
izah edilerek orada da alarm tatil ettirildi.
Saat
3’e geldiği sırada havacılar cuntasına mensup olanlar, Sunay’a giderek «îşte,
biz size saat 3’te harekete geçecekler, demiştik. Gelin bakın, hareket
geçtiler» diyorlar. Bunun üzerine Sunay, Önür, Hüsnü Özkan ve Turgut Özel’den
müteşekkil kumanda heyeti olay yerine geliyor. O anda kontr-alarma geçmiş olan
kıt’aları ayakta gören kumanda heyeti, kendilerine daha önce kara kuvvetlerinin
alarma geçeceğine dair verilen haberin doğru olduğu kanısına kapılıyor. Oysa bu
sırada kıt’alar yanlışlığı anladığı için alarmı terketmek üzeredir. Harp Okulu
ise mışıl mışıl uyumaktadır. Harp Okulu’na gelen Genel Kurmay İkinci Başkam
Mem-duh Tağmaç, öğrencilerin uykuda olduğunu görerek geri dönüyor. Kumanda
heyeti ise Harp Okulu’nun nizamiye kapısına kadar gelip durumu gözleriyle
gördükten sonra Tank Taburu’na gidiyor. Sunay neden alarma geçtiklerini
soruyor. Tabur Kumandanı’ndan aldığı cevap şudur : «Albaylarımızı ve
generallerimizi havacılar merkez kumandanlığında tevkif ettiler. Sîzleri
kurtarmağa geliyorduk, paşam...» Bu cevap Sunay’ı şaşkına çevirmiştir. Olduğu
yere yığılıyor, Tank Taburu Kumandanı Yarbay Haldun Dora’ya «Otur oğlum» diyor.
Sunay hatâsını anlamıştır, üzgündür... Hâdise böyle-ce kapanmıştır.
·
21 Şubat sabahı
saat ll’de Sunaydan dâvet aldık. Yanında Kara Kuvvetleri Komutanı Muhittin Önür
ve Jandarma Kumandanı Abdurrahman Paşa vardı. Ben ve benimle birlikte çağırılan
Necati Ünsalan ve Selçuk Atakan ayakta idik. Sunay bana dönüp «Evlâdım, yavrum,
Hava Kuvvetleri bana bir ültimatom verdi. Akşam kara kuvvetlerine alarmı sen
vermişsin. Yerleriniz değiştirilmedikçe hava kuvvetleri alarmı kaldırmayacak.
Sîzleri feda etmek zorundayım. Ancak hepiniz himayemdesiniz. Sîzlerin yerini
değiştiriyorum...» dedi.
Kendisine
«Ben Allah’tan başka kimsenin himâyesi altına girmem. Bu işte ben suçlu
değilim. Suçlu olan hava kuvvetleri ve sîzsiniz. Çünkü bir kuvveti bir kuvvet
üzerine tertiplerle kullanmağa kalktınız. MBK’cıların ve CHP’lilerin oyununa
geldiniz.» dedim. Tabancamı çekerek masanın üstüne koydum. «Beni ya şimdi
bununla temizlersiniz, ya Divanı Harbe verirsiniz. Eğer geceki harekete ben
sebep olduy-sam, beni kurşuna dizdirirsiniz. Benim damarlarımda CHP kanı
dolaşmıyor, vatanperverlik kanı dolaşıyor. Böyle bir haksızlığa tahammül
edemem. Siz şayet kumandansanız, esas suçluları cezalandırınız» dedim.
Sunay
müdahale ederek «Hava kuvvetleri alarm halindedir. Üzerinize bomba atacaktır»
cevabını verince :
«Biz
de kara kuvvetleri olarak yan alarm haline geçmiş bulunuyoruz. Hava
Kuvvetleri’nin tahakkümü altına girmeyiz. îcap ederse çarpışırız» karşılığını
verdik.
Paşa
başa çıkamayacağını anlayınca bizi dışarı çıkardı. Şeref salonuna geçtik.
Sunay’ın
alarm teklifini tasdik eden Kara Kuvvetleri Kumandanı Muhittin Önür de şeref
salonunda idi. Perişan bir halde idi. Tabancamın kurşunlarını çıkarmış hüngür
hüngür ağlıyordu. Yanımızda Abdurrahman Paşa ve Necati ile Selçuk vardı.
«Paşam,
neden ağlıyorsunuz?» dedim, «Ben bir albay olarak bir avuç hava kuvvetlerine
karşı kara kuvvetletinin prestijini kurtarmak için çalışıyorum. Siz acizlik
ifade edip gözyaşı döküyorsunuz. Bize sahip çıkın, hakkımızı koruyun...»
Önür
ordunun parçalanmış olmasından endişeli idi. Buna karşı «Kolayı var, dedim.
Gelsin Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı, şurada huzurunuzda hesaplaşalım. Eğer
ben haksızsam. Hayatta hiç vermediğim bir sözü veriyorum : Ayaklarını öpeyim...
Onlar haksızsa tarziye versinler. Sarılalım, kucaklaşalım.
Bunun
üzerine hava kuvvetlerine haber gönderildi. Bir süre sonra Tuğgeneral Hüsnü
Özkan hışımla içeri girdi ve Önür’e dönerek birbiri ardınca ağza alınmayacak
küfürler savurdu. «Siz değil miydiniz? Şimdi paşalar bir kenara çekilip bizi
albaylarla karşı karşıya bırakıyorsunuz» dedi. Nihayet bir yalnışhk olduğu
üzerinde mutabakata varıldı. El sıkışıldı. Hüsnü Özkan şeref salonundan
ayrılmak üzere iken Önür, «Genel Kurmay Başkanı, Hava Kuvvetlerine derhal
alarmı kaldırmaları için emir verdi. Tebliğ ediyorum» dedi. Hüsnü Paşa ise, «O
bizim bileceğimiz iş. Kuvvet Kumandanı İstanbul’da. O gelsin, ne yaparsa o
yapar. Ben karışmam. Genel Kurmay Başkanı’nm emrini dinlemiyorum» dedi. Çünkü
sırtını daha büyük bir yere dayamıştı: O da hükümet başkanı idi...
Özkan
gittikten sonra Önür Genel Kurmay Başkanı’nm yanına girip çıktı. Sunay şeref
sözü veriyor, gidebilirsiniz, dedi.
Eve
geldim. Saat. 16’da telefonla Tansel’in Selçuk Ata-kan ile birlikte beni Merkez
Kumandanlığı’nda . beklediğini bildirdiler;, Hemen durumu anladım. Selçuk’un
ismini vermek
suretiyle
beni inandırıp daha yolda iken tevkif edeceklerdi. Harp Okulu’na çıktım. Hasta
olduğumu, gelemiyeceğimi bildirdim.
.
Gece
23’te Merkez Kumandanı bana telefon ederek «Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Zeki
İlter telefon ediyor. Harp Okulu ihtilâl için iç bahçede bazılık yapıyormuş.
Doğru mu?» diye sordu. «Böyle bir şey yok. Kalksın, okula gelsin» dedim. Beş
dakika sonra geldiler. Talebe uyuyordu. Yalanları bir kere daha meydana çıktı.
Aynı hareket gece saat 3’te de tekrar edildi. Gene boş çıktı. Olay
kapanmıştı...
Zeki
İlter ayrılırken «Kuvvetler arasındaki ithamlar böyle devam edemez. Buna bir
hal çâresi bulalım. Yarın askerî şûrayı toplayalım. Bu mesele hallolsun. Cunta
temsilcisini yollasın, kumandanlar seviyesinde görüşelim» dedi. Sözcü olarak
Selçuk Atakan’ı seçtik.
...
VE 22 ŞUBAT
Son
derece hareketli geçen bir günden sonra 22 Şubat 1962 Perşembe sâkin
başlamıştı. Ancak hâlâ durumdan emin olmadığım için, hazırlık alarmını
kaldırmamıştım.
Saat
11 raddelerinde Jandarma Okulu Kumandanı Necati Ünsalan telefon ederek: «Talât,
yanımda Fevzi Arsın var. Hava Kuvvetleri hatasını anlamış. Özür diliyor.
Ağhyor. Sen de gel. Seni de görmek istiyor» dedi.
Jandarma
Okulu’na gittim. Fevzi Arşın hakikaten, samimî olarak hata yaptıklarını itiraf
etti.'Sarıldık, öpüştük, ayrıldık.
Biraz
sonra emir subayım telefon etti. «Albayım, Sunay Paşa, sizi ve Alay kumandanını
yanma istiyor» dedi. Halbuki bir gece evvel verilen karar gereğince,
kumandanlarla Selçuk Atakan görüşecekti. Beni de birlikte çağırmak, oldukça
mânalı idi. O sırada Selçuk Atakan telefon etti, «Çağrıldım, gidiyorum» dedi.
Oynanan oyunu anlattım ;Sadece onun ve Alay kumandanı Turgut Alpagut’un
gitmesine karar verdik. Ve ben Harp Okulu’na çıktım. Biraz sonra öğrendik ki,
Selçuk Atakan, Şükrü îlkin, Turgut Alpagut, Tank Taburu Kumandanı Yarbay Haldun
tevkif edilmişler.
O
sırada subay taburuna çıktım. Asteğmenler bizim bu durumumuzu duymuş olacaklar
ki, galeyan halinde idiler. Onları sinema salonuna toplayıp dört gündür oynanan
dramı kısaca anlattım. Hiçbir surette beni teslim etmeyeceklerini söylemeleri
üzerine okulu ve civardaki kıtaları alarma geçirdim. Saat 13.30.
İstanbul
ve Sivas’taki birliklere de durumu bildirdim. Onlar da alarma geçtiler. Ancak
kendilerine bir harekette bulunmamaları, sadece başkentte olacakları izlemeleri
hususunda sıkı talimat verdim.
Saat
15’te kıt’alar harekete hazırdı. Geceyi bekliyorduk. Genel Kurmay üzerimize
bazı kıt’alar sevketmeğe kalktı. 230. Piyade Alayı Çubuk’tan geldi. Fakat Alay
Kumandanı okula gelerek emrime girdi. PolatlI’dan kıt’a sevkedildi. Gelenlerden
bazıları emrime girdi. Araya bir sürü elçiler girmeğe başladı. Genel Kurmay’dan
bir çok heyet gelip gidiyordu. Bu vaziyette iken saat 20’ye doğru Muhafız
Alayı’na yeni tayin edilen alay kumandanı Albay Cihat Alpan tevkif edilmek
suretiyle Muhafız Alayı’nm da emri kumandası bizim tarafa geçti. Süvari
Binbaşısı Fethi Gürcan, Muhafız Alay Kumandanlığı’nı deruhte ediyordu.
O
anda bana telefon etti:
«Albayım,
şimdi burada kuvvet kumandanları, İnönü dahil bütün kabine köşkte toplantı
halindeler... Şimdi hepsini enterne edeyim mi? Hesaplarını göreyim mi?» dedi.
«Hayır»
dedim, «Serbest bırakacaksınız. Çıkacaklar.»
O
andan itibaren her şeye hâkimdim. Fakat Genel Kurmay karargâhındaki bazı
menfaatperest ve memleketin gidişatı hakkında hiçbir fikir sahibi olmayan
dalkavuk ruhlu ve «İnönist» bazı subaylar, bize karşı büyük anlayışsızlıklar
gösteriyorlardı. Bu meyanda Genel Kurmay karargâhının etrafına tanksavar
topları, bazukalar yerleştirdiklerini öğrendim. Karargâhın içinde subaylara
tomson tabancalar dağıtılıyor, el bombaları veriliyordu. Bir mukavemet unsuru
imiş gibi karşımıza dikiliyorlardı. Bu vaziyetler haber alınınca gerek Tank
Taburu subayları ve gerekse Harp Okulu üzerinde büyük infial meydana geliyordu.
Saatler de ilerledikçe kıtaların kontrolü güçleşiyordu. Bu sırada Genel
Kurmay’dan gelen elçiler Sunay’ın yazılı bir taahhütnamesini getirdiler. Ben
«Hukukî değeri olmadığını» söyledim. «İnönü’den getirelim» dediler. Saat 2.30
raddelerinde onu da getirdiler. Yine «Hukukî değeri olmadığını» söyledim.
Kâğıdı getiren kurmay Albay, «Onun altındaki imza, Lozan Sulhü’ne imza koyana
aittir. Her türlü taahhüdünü yerine getirecektir» dedi. Ben de cevap olarak «O
taahhüdlerin yerine gelip gelmiye-ceğini bundan sonraki günler gösterecektir»
dedim. Taahhüdlerin yerine getirilmediği hâdiselerle meydana çıkmaktadır.
O
andan itibaren bir karar vermek icap ediyordu. Harekâta başlamak veya
durdurmak. Yapılan bir durum mahkemesi neticesi, harekâtı durdurmağa karar
verdim. Eğer harekât yapılmış olsaydı şu olaylar meydana gelebilirdi: .
·
1.
Hava Kuvvetleri ile bir çatışma olabilirdi. Şöyle ki: Bizzat Hava
Kuvvetleri Komutanı îrfan Tansel, 19 Şubat günü Genel Kurmay Başkanlığında
Selçuk Atakan, Necati Ün-salan, Muhittin Önür, ben, Abdurrahman Doruk’un
bulunduğu ve Sunay’ın dâveti üzerine yapılan toplantıda şöyle demişti : «Şayet
koordinesiz bir harekâta girişirseniz, ben ve Deniz Kuvvetleri kumandanı karar
verdik, Türkiye’yi kuvvetlerimizle terkedip NATO üslerine çekileceğiz.»
·
2.
Hava Kuvvetlerinin NATO üslerine çekilmesi halinde üç ihtimal mevcut idi :
/
·
a.
Hava Kuvvetleri tümü ile İrfan Tansel’i takip eder, biz de muvaffak
olursak, Türkiye’ye bir daha dönmeleleri muhal olurdu.
·
b.
Hava Kuvvetleri’nin yarısı emre itaat ederse havada çatışma vuku bulacak, büyük
kayıplar olabilecekti.
·
c.
Tümü veya bir kısmı ile bizi bombalayabilirlerdi.
·
3.
Üzerimize dışardan sevkedilen birlikler de bize iltihak etmişler, saat
15’ten sabahın 3’üne kadar hepsi harekâta hazır vaziyette beklemekteydiler.
Genel Kurmay ise Tanksavar toplarıyla karşımızda mevzi almıştı. Bu durum Tank
Taburu’nu galeyana getirmişti. Eğer harekete geçsey-dim, tanklar Genel Kürmay’ı
ve Hava Kuvvetleri Karargâ-hı’nı yerle bir edecekti. Buna şu konuşma sonunda
kanaat getirdim. Arkadaşlara, yürüyüşe geçmediğimiz takdirde Genel Kurmay’m
önünden selâm verilerek geçilmesini söylediğim zaman Orhan Topçuer’den aldığım
cevap «Siz an-
cak
başla emrini verebilirsiniz. Ondan sonrasını biz biliyoruz, albayım. Dümdüz
ezip geçeceğiz, oldu. Hal böyle olunca Genel Kurmay’da ve Hava Kuvvetleri’nde
ve hattâ şehir içinde yüzlerce cana-kıyılacak, hem arkadaşlarımızın, hem de
masum halkın kanı akacaktı. Çünkü harekât başladıktan sonra kumandayı
kaybedecektim.
·
4.
Yanlış anlaşılma yüzünden bütün memleket sathında bazı hareketler olacak, ordu
her yerde birbirine girecekti Namlunun namluya dönmesi ise, bir iç harp
doğuracaktı.
·
5.
Bunun sonucunda Amerikalılar füze rampalarını korumak için bir çıkarma ve
indirme yaparak Samsun - İskenderun hattına el koyacaktı. Ruslar ise Boğazları
ve doğudan Kars’ı zorlayacaklardı. Bu durumda Güney - Kuzey Kore durumuna
düşecektik.
·
6.
Bütün bunlara rağmen Ankara’da yüzde yüz muvaffak olacaktım. O andan itibaren
liderdim. Kan döküldüğü için mecburen dikta rejimine gidecektim. Bizim amacımız
ise dikta değil, demokrasi idi. Geçici bir zaman için aydınlar kitlesine
dayanacak olan bu demokrasi, köklü reformlar yapıldıktan, İktisadî düzen ve
sosyal adalet nizamı kurulduktan sonra yerini normal seçimlerle gerçek
demokrasiye bırakacaktı.
·
7.
Her şeye rağmen diktaya gitseydik, ihtilâlin ve diktanın şartlarını
yerine getirmek için, her şeyden önce kendi kellelerimizi koruyabilmek için,
karşı harekâta girişen ve protokollere imza koyup sonradan ihanet eden
kumandanları yok etmemiz gerekecekti. Kısaca geniş çapta bir katliâm olacaktı.
·
8.
Bu hareketler genç kuşak arasında yeniden huzursuzluk yaratacak, lider durumuna
gelmiş olan bizlerin aleyhine de bir hareket başlayacaktı. Bunun hemen
arkasından çorap söküğü gibi bir ihtilâl daha gelecekti.
·
9.
Gayemiz ordunun bütünlüğünü muhafaza etmek, namluyu namluya çevirtmemekti. Biz
bu hareketi iktidar hırsı ile yapmadığımızı ispat etmek istedik. Yukarıdaki
olay- • lardan birinin dahi meydana gelmemesi için kendi hayatımızı feda etmeyi
göze aldık. Bizim başımız gitsin, yeter ki Türkiye kurtulsun. Belki partiler de
akıllanır, dedik.
Parolamız
Halâskâr, işareti fedâiler’di. Parolamıza dahi dikkat edildiği takdirde hangi
amaçla harekete geçtiğimiz ve kendimizi neden feda ettiğimiz anlaşılır.
Eğer
harekât yapılmış olsa idi, bu şartlar meydana gelebilirdi. Tarihte böyle bir
sorumluluk altına girmeğe gönlüm razı olmadı...
.
.
22
Şubat Harekâtını kardeş kanı akıtılmaması için durdurulduktan sonra harekât
sırasında Hava Kuvvetlerine sığınan Başbakan İsmet İnönü 23 Şubat sabahı bir
mesaj yayınlayarak Şu açıklamada bulundu :
«Şanlı
Ordumuzun şerefli mensupları meşrû Hükümetin Başkanı olarak ve eski bir Ordular
Kumandanı olarak sîzlere hitap ediyorum:
Türk
Silâhlı Kuvvetleri meşrû Anayasayı Demokratik nizamı tehlikeye düşürülmek
istenen vatan bütünlüğünü azimle ve başarı île korumaktadır. Ve koruyacaktın Bu
ordu Anayasayı çiğneyen bir iktidarı 27 Mayısta meşrû olarak devirmiştir. Fakat
bu ordu Anayasayı çiğnemek yoluna elbette gitmeyecektir.
Hükümetimiz
temelinde Türk Ordusunun şerefi bulunan Cumhuriyet Anayasasından ve Milletten
ve onun ayrılmaz parçası Türk Silâhlı Kuvvetlerinin vazife ve şeref duygusundan
aldığı kuvvetle iş başındadır. Ve duruma hâkimdir. En şırak duygularla
asker ve sivil bütün vatandaşlarıma sevgi ve saygılarımı sunarım.»
Bundan
sonra da ordu içinde değişiklikler birbirini kovalamaya başladı.
Kara
Kuvvetleri Kumandanı Muhittin Onür’de şu açıklama ile emekliye ayrıldı. Halbuki
işin aslı hiçte söylendiği gibi değildi.
Açıklama
şöyleydi:
«Ankara
Garnizonunda vukua gelen olaylardan teessür duyarak Kara Kuvvetleri
Kumandanlığından kendi arzusu ile istifa eden Orgeneral Muhittin Önür’ün son
makam ve rütbesine uygun bir başka görev bulunamamasından 42. Sayılı Kanun
gereğince emekliye sevkedilmiştir.
Kara
Kuvvetlerimizde uzun ve şerefli hizmet yılları bulunan Sayın Orgenerale Türk
Silâhlı Kuvvetlerinin iyi dilek şükran ve saygıları sunulur.»
GÖREVLERİ
DEĞİŞTİRİLEN GENERALLER VE SUBAYLAR
22
Şubat harekâtının, Ordu içindeki tepkileri bir süre devam etti ve emekliye
sevkedilen subayların yerlerine yenileri gönderildi. İstanbul Valiliği görevini
27 Mayıstan beri yapmakta olan Korgeneral Refik Tulga 3. Ordu Kumandanlığına,
Jandarma Kumandanı Tuğgeneral Abdurrahman Doruk Millî Savunma Bakanlığı
İstişare Kuruluna atandılar. Yerleri değiştirilen subaylar şunlardır:
Doğu
Menzil Kumandan Vekili Kurmay Albay Cevat Kırca Millî Savunma Bakanlığı
İstişare Kuruluna, Kara Kuvvetleri Harekât Başkanlığı Teşkilât ve Eğitim Daire
Başkanı Albay Cihat Alpman Riyaseti Cumhur Muhafız Alay Kumandanlığına 5 ci
Zırhlı Tugay K. Tank Kurmay Alb. Şükrü Sönmezsoy Zırhlı Birlikler Okul
Kumandanlığına, Zırhlı Birlikler Okulu Kurmay Başkanı Tank Kurmay Albay Turan
Olcayto Doğu Menzil Kumandanlığı Plânlama Program ve Prensipler Müdürlüğüne,
Kara Kuvvetleri Personel Başkanı II. Muavini top. Kurmay Albay Galip Gençer,
Millî Savunma Bakanlığı İstişare Kuruluna, L.K. Personel Başkanlığı
S. Müdürlüğü
İstihkâm Kurmay Yarbay Sadri Kara Koyunlu 15. Kor. Şube Müdürlüğüne. 8. Tümen
Kurmay Başkanı İstihkâm Kurmay Albay Kemal Güner İkinci Kor. Lojistik Şube
Müdürlüğüne, Kara Kuvvetleri Lojistik Başkanlığı I. Şube I. Kısım Amiri Top.
Kurmay Başkanı Fuat Yılma 39. Tümen Personel Şube Müdürlüğüne, Millî Savunma
Bakan-lıği Emir Subayı Top. Kurmay Yrb. Talât Turan, Batı Menzil Kumandanlığı
Plânlama Program, Personel Şube Harekât İstihbarat Kısım Amirliğine, Jandarma
Subay Tatbikat ve Assubay Hazırlama Okulu Komutan Muavini Süvari Kurmay Albay
Sabahattin Köseyiğitoğlu Orta Menzil Komutanlığı Plânlama Personel Şube
Müdürlüğü, Genel Kurmay Personel Başkanlığı Birinci Şube Müdürü Topçu Kurmay
-Yarbay Safi Tuncay, Sekizinci Kor. Personel Şube Müdürlüğü-ne.
24
Şubatta yerleri değiştirilen bu subayları başka yeni atanmalar takip etti.
Bu
sırada bazı rivâyetler ortaya çıkmaya başlamıştı. Dedikodu halini almaktan
uzağa gidemeyen bu haberlere göre 200 Subayla birlikte bazı generaller muhakeme
edilmek üzere tevkif edilmişlerdi. Diğer bir rivâyete göre bu subayların idam
edilmeleri istenecekti.
22
Şubat Harekâtından sonra Sivil Hizmetlerde görevli bulunan Asker idarecileri^
yerlerine sivil idareciler atanarak asker idareciler ordudaki görevlerine
döndüler.
22
ŞUBAT HAREKÂTINDAN SONRA
ORDUDA
YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER
22
Şubat harekâtından sonra ordu içindeki ilk büyük değişiklik 11 Temmuz Çarşamba
günü açıklanarak 22 Şubatçı-lara yakın olduğu sanılan bazı generallerinde,
içinde bulunduğu 11 generalin yerleri değiştirildi.
Yerleri
değiştirilen generaller şunlardır :
·
1.
15. Kor. K Tümgeneral Fikret Esen Jandarma Genel Kumandanlığına.
·
2.
9. Kor. K. Tümgeneral Kemalettin Gökakın Cento Türk Temsilciliğine.
·
3.
7. Kol. Ordu K. Tümgeneral Nazmi Karakoç Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığına.
·
4.
CENTO Türk Temsilcisi Tümgeneral Haydar Sükan
·
5. Kol. Ordu
Kumandanlığına.
·
5.
SHAPE Teşkilâtı Eğitim Dairesi Başkan Yardımcısı Tümgeneral Raşit Pasin 9. Kor.
Kumandanlığına.
·
6.
Millî Emniyet Hz. Bşk. Tüm General Naci Aşkun 2. Kolordu Kumandanlığına.
·
7.
4. Tümen Kumandanı Tuğgeneral Yusuf Alpmansu Genelkurmay Harekât Başkanlığına.
·
8.
Genelkurmay Harekât Başkanı Tuğgeneral Semih Sancar Harb Akademileri
Komutanlığına.
·
9.
Harb Akademileri Komutanı Tuğgeneral Faruk Gürler M. S. B. Müsteşarlığına.
·
10.
Kara Kuvvetleri Kurmaybaşkanı Tuğgeneral Zeki İlter 15. Kol. Ordu
Komutanlığına.
·
11.
M. S. B.' Müsteşarı Tuğgeneral Nüshet Bulca 7. Kolordu Kumandanlığına.
Bu
yer değişikliklerinden sonra Ordu içinde daha başka bir değişiklik olmıyacağı
sanılıyordu. Fakat 24 Temmuz Çarşamba günü 38 General ve albayın yerleri
«Terfi» durumları gerekçesi ile değiştirildi.
Bu
tarihten sonrada bazı subaylar münferiden emekliye sevedilmeye başlandı.
YERLERİ
DEĞİŞTİRİLEN SUBAYLAR ŞUNİaRDI :
·
1.
Tuğg. Ferit Erkan (Gn. Kur. Personel Başkanlığına)
·
2.
Tuğg. Refik Kurtekin (Tümen Komutanlığına)
·
3.
Tuğg. Nami Günel (Tümen Komutanlığına)
·
4.
Tuğg. Burhan Ercan (Kara Kuvvetleri Harekât Başkanlığına)
·
5.
Tuğg. Faruk Güventürk (Doğu Menzil Kumandanlığına)
·
6.
Tuğg. Cemalettin Enginsoy (Tümen Komutanlığına)
·
7.
Tuğg. Niyazi Bengisu (Kıbrıs Türk Temsil Heyeti G. Bşk.)
·
8.
Tuğg. Reşat Bir (Orta Menzil Komutanlığına)
·
9.
Tuğg. Şevket Ozan (Tümen Komutanlığına)
·
10.
Tuğg. Şefik Erensü (Tümen Komutanlığına)
·
11.
Tuğg. Eşref Akıncı (Tümen Komutanlığına)
·
12.
Tuğg. A. Rıza Türkcan (Tümen Komutanlığına)
·
13.
Kur. Alb. M. Zeki Erbay (Tümen Komutanlığına)
·
14.
Kur. Alb. Necati Oğan (Tümen Komutanlığına)
·
15.
Kur. Alb. Süleyman Aşuroğlu (Tümen Komutanlığına)
·
16.
Kur. Alb. Orhan Yiğit (Tümen Komutanlığına)
·
17.
Kur. Alb. İhsan Gürkan (Genelkurmay İstihb. Bşk. Birinci Muavinliğine)
·
18.
Kur. Alb. Suat Aktulga (Genelkurmay Lojistik Bşk. Birinci Muavinliğine)
·
19.
Kur. Alb. Turgut Sunalp (Genelkurmay Harekât Dairesi Bşk.)
·
20.
Kur. Albay Ömer Özkan (Kgn. Kur. Eğt. D. Başkanlığına)
·
21.
Kur. Alb. Hamza Ünalp (Gn. Kur. Bşk. Emrine)
·
22.
Kur. Alb. Vedat Akat (Gn. Kur. Pl. Program. D. Başkanlığına)
·
23.
Kur. Alb. İbrahim Ersan (Gn. Kur. İstihkâm D.Bşk)
·
24.
Kur. Alb. Fehmi Başar (K. K. Personel Başkanlığına)
·
25.
Kur. Alb. Necati Kumruoğlu (K. K. Pd. Dairesi Başkanlığına)
·
26.
Kur. Alb. Nihat Arslantürk (2. Ordu Kur. Bşk.)
·
27.
Kur. Alb. Samih Günay (1. Ordu. Kurmay Başkanlığı İstanbul)
·
28.
Kur. Alb. Burhanettin Hunoğlu (3. Ordu Kur. Bşk.)
·
29.
Kur. Alb. Bekir Ecevit. (Tümen Komutanlığına)
·
30.
Kur1. Alb. H. Doğan Özgökmen (Kara Harp Akademisi Kumandanlığına)
·
31.
Kur. Alb. Zeki Türkmenoğlu (Kara Kuvvetleri Topçu K. Muavinliğine)
·
32.
Kur. Alb. Hikmet Akıncılar (Millî Savunma Akademisi K.)
·
33.
Kur. Alb. Halim Kural (Harita Genel Müdürlüğüne)
·
34.
Kur. Alb. Naci Assutay (Genelkurmay Harp Tarihi Dairesi Bşk.)
·
35.
Kur. Alb. Behçet Özdemir (Paris Jhap Karargâhına)
·
36.
Kur. Alb. Kemal Taran (Paris NMR Temsil Başkanlığına)
·
37.
Kur. Alb. Recai Baturalp (Gn. Kur. Loj. Bşk. Pl. Program Dairesi Bşk.)
·
38.
Kur. Alb. Mehmet Bora (K. K. Zırhlı Birlik Dairesi Başkanlığına.)
Bir
tüfek bile patlamadan harekâta son verilmişti. Yalnız Üsteğmen Oğuz Bakırburç
kendisine tokat atan yüzbaşısını bir yalnış anlama neticesinde tabancası ile
ateş ederek bir kurşunda öldürmüştü.
Kendi
haris emelleri için bize şerefsizce leke sürmekten kaçınmayan Başbakan İnönünün
konuşmasında aldatılmış oldukları ileri sürülen bu toprakların gerçekçi
evlâtları olan Harbiydiler mecburi sömestr tatilinde bulunuyorlardı. Buna
rağmen Harp Okulu öğrencileri İstanbul, Ankara ve İzmir’de Atatürk Anıtlarına
birer çelenk koyarak İnönüye cevap verdiler. Evlâtlarımın çelenkleri üzerinde
şü kelimeler vardı. «HABİYELİ ALDANMAZ».
Aldığı
cevap karşısında yeniden intikam duygularını harekete geçiren İnönünün emri ile
bu çelenkleri koyan öğrenciler mahkemelere verildi.
İnönü’nün
memleket gerçeklerini tahrif ederek yaptığı konuşma şöyleydi :
«Sevgili
vatandaşlarım. Esef verici son olayları neticeleri ve mânâları ile birde ben
size anlatmak istiyorum. 22 Şubat akşamı Ankara’da genç ve orta rütbeli bir
subay kadrosu masum mektep talebesini ve bazı birlikleri aldatarak harekete
geçti. Ve memleket idaresini ele alarak kendi fikirlerine göre bir rejim
kurmaya teşebbüs etti. Bunlar demokratik rejimin memlekette huzur tesis etmeğe
ve milletin kalkınmasını temine muktedir olamıyacağını iddia ediyorlardı. 27
Mayısın meşruluğunu kaybetmiş bir idareye karşı yapıldığını kabul etmeyen
tahrikçilerin mevcudiyetini kendi davranışlarının meşruluğunu sağlamağa yeter
sayıyorlardı. Ordunun memleketi meşrû bir idareye kavuşturmak için yaptığı
fedakârlığı kötülemeğe çalışanları demokratik rejim aleyhinde tehdit olarak
gösteriyorlardı.
Ruhi
Sebepler bunlardır :
Anlaşılıyor
ki 27 Mayıs askeri ihtilâlinin kolaylıkla muvaffak olması cürete teşvik edici
bir misal olmuştur. Düşünmemişlerdir ki 27 Mayıs ihtilâli bütün milletin
vicdanında kemale gelmiş bir kurtuluş arzusunun neticesi olduğu için hemen halk
tarafından benimsenmişti. 22 Şubat da teşebbüs edilen hareket ise uğradığı
tecavüzlere karşı ordudaki infialde ümit besleyen kumanda ettiği kıtaları
aldatan ordunun başındaki büyük kumandanları kendileri ile beraber göstererek
mektep talebelerini kandıran ve bir ihtilâl hükümetinin başına geçmek
isteyenlerin hareketi olmuştur. Kanun dışı zararlı teşebbüse girişen memleketin
dertlerini ve bunların hal çârelerini kendilerinin bildiklerine aldattıkları
gençleri ve arkadaşlarını inandırmağa çalışmışlardır. Şahsi arzularını
perdelemeğe yeltenmişlerdir.
Unutturmak
istemişlerdir ki; memleketin dertlerini ve bunların çârelerini biz uzun
zamandan beri göstermekte ve anlatmaktayız. Geçmiş idarelerle ihtilâfımız,
söylediklerimizin anlaşılmasından ve bunun yanında isabetsiz ve zararlı şahsi
tutumlarını devam ettirmelerinden ileri gelmiştir. Yeni Büyük Millet Meclisi
çok güç şartlar altında toplandığı halde siyasî partiler iyi niyetle pek âlâ
bir araya gelebildiler iktidarı ve mürakabeyi medenî usulle vücuda getirmeğe
muvaffak oldular. Demekki en güç şartlar içinde Meclis görevini yapabiliyor ve
Meclis içinde türlü fikir ceryanları nihayet idarecilerin mesuliyet duyguları
ile doğru bir istikamet alabiliyordu. Bununla herşeyin mükemmel olduğunu
söylemek istemiyorum. Unutmamak lâzım ki bu hal Meclis içinde bir alışma devri
idi. Buna mukabil dışarıda vukuu bulan tartışmaların çığırından çıkmış
görüldüğü doğrudur. Ama bunun karşısında milletçe meclis olarak lüzumlu
tepkiler ve karşı koymalar eksik olmamıştır. Sergüzeştçiler bir noktayı hiçbir
zaman kavrayamamışlardır. Memleketin meseleleri dışardan görüldüğü kadar basit
değildir. Bunların içeriden ve dışarıdan milletçe tesirine maruz olduğumuz
unsurları vardır. Bunları derinliğine bilip takdir edecek mevkide bulunuyoruz.
27 Mayıs İhtilâlinden sonra memleket meseleleri ile açıktan karşı karşıya
gelinince yeni dertler keşfedildiği sanılmıştır. Aslında memleketin dertleri
meşruiyetini kaybetmiş iktidarın suni perdesi kalktıktan/sonra herkesin gözü önüne
çıkmıştır. Bunların tedbirleri akşamdan sabaha gürültü ile ve hamiyet yaygarası
ile halloluverecek kadar basit değildir. Muntazam bir devletin meşru ve kanunî
düzeni ve kurallara işlemek sayesinde memleketin dertleri görülebilir,
çözülebilir. Memleket meselelerini halledebilmek ioin mesuliyet mevkilerini
çalıştırmakta ve tedbir almakta serbest bırakmak iyi niyetli vatandaşın ilk
vazifesidir.
Hülâsa
memleket meselelerini biliyoruz. Bunları milletimize bildirerek zamanı gelince
tedbir istemek cesaretin-deyiz. Şahsi emellerin mahsulü olan kanun dışı
hareketlerin meşru ve inandırıcı hiçbir değeri olmamıştır ve olmayacaktır.
Anayasa
Büyük Millet Meclisinin güven oyu verdiği Hükümete sadık kalan ordudaki büyük
kumandanların ve o bir avuçun dışındaki subay çoğunluğunun kati red vaziyeti
alma lan karşısında -22 Şubat teşebbüsü tam bir muvaffakiyetsiz-liğe
uğramıştır. Talih eseri olarak ve evlât kanı akmasına mahal kalmamıştır. Ve
anarşi tehdidi karşısında kalan Türk Devleti eskisinden kuvvetli ve itibarlı
olarak meydana çıkmıştır. Vatandaşlarımı bir noktada kati kararlı ve samimi
olarak temin ederim, vukuu bulan esef verici olay bitmiştir. Bu yüzden ordu ve
sivil idarede endişe verecek bir vaziyet kalmamıştır. Hiçbir yersiz ve lüzumsuz
telâş idaremizde yoktur. Ve kimsenin emniyeti şüphe ve takip altında
olmayacaktır. Geçen esef verici olaydan cemiyetimiz için istifade temin etmez
lâzımdır. Geniş ve tedbirlere ihtiyacı olan memleket meselelerimiz vardır.
Vatandaşın serbest reyi ile iş başına gelme usulünün, yani demkorasinin bütün
feyizlerini temin edec'ek bir iktidar göstermek milletçe hepimizin görevidir.
Tecrübelerden ve derslerden sonra selâmet yolu olarak halkın kendi kendini
idare etmesi ve mesuliyet duygusu ile seçim yapması sisteminde mutlaka muvaffak
olacağımıza güvenim bir kat daha kuvvetlenmiştir. Sergüzeşt arayanları başarı
sağlamaktan alıkoyan ve ileride alıkoyacak olan başlıca kuvvet büyük Türk
Milletinin anlayışı ve iradesidir. Bu iradeye karşı gelerek şahsi tahakküm,
sistemi kurmak her zaman ordumuzun mukavemeti, ile karşılaşacaktır.
Şimdi
düşündüklerim şunlardır :
Geçen
olayın yararlı diğer tarafıda bir ibret misli vermesi olmuştur. Türk Milletinin
sağlam bünyesi bütün tahriklerin üstünde kendini göstermiştir. Türk Milletinin
iradesi 27 Mayısta nasıl meşruiyetini kaybetmiş bir idareden kurtulmayı temin
etmişse yine bu çetin irade 1962 Şubatında Türk Milletinin yeni bir gayrimeşru
idare altına girmesine müsaade etmemiştir. Bu suretle kendimizi emniyette
hissedip çalışmamız ve milletçe dertlerimizle kalp huzuru içinde uğraşmamız
devri gelmiştir. Bizim gerçek emniyetimiz devamlı huzurumuz bunu başarmamıza
bağlıdır. Birkaç gün sonra Millet yeni bütçenin çıkmasıyla kaygıdan uzak olarak
geniş bir çalışma sahası bulacaktır. Önümüzdeki yılın verimli ve başarılı bir
gelişme başlangıcı olması için ümitlerimiz kuvvetlidir. Elele büyük, küçük,
resmî, hususî fert ve teşekküller olarak umumî bir güven içinde çalışma devrine
gireceğiz.
Sevgili
vatandaşlarım şimdi size demokratik rejimimizin „ feyizli bir gelişmesini haber.vereceğim.
Partiler üstü memleket meselelerinde ve büyük Mecliste bulunan bütün siyasî
partilerin başları ve idarecileri toplanıp kararlara vardık. Memleketimizde bu
geçmişte misali olmayan bir yeni durumdur. İleride de iktidar ve muhalefet
kendi görevlerini medenî ölçüde yaparken bütün partiler için müşterek olan
memleket dâvalarında her ayrılığı bir tarafa bırakıp Türkiye’nin büyük
meselelerine çâre bulmak gayretinde samimi olarak birleşecektir. Bu hal
vatandaşlarımızın siyasî hayata ve onun faydalı bir surette işlemesine güvenini
arttıracak esaslı bir ilerlemedir. Bugün bütün siyasî partiler mesuliyet
mevkiinde bulunan hükümetin verimli ve rahat bir surette çalışmasının
memleketin bir numaralı meselesi olduğunda mütabakata varmışlar ve kendi
mürakabeleri altında bu imkânı sağlamak için ellerinden geleni yapmak kararına
varmışlardır.
Hepimiz
için başarılar ilk zamanların güçlüklerini yenmekle başlıyacak ve devamlı bir
gelişmeye yüzlerimiz çevrilecektir.
.
Sevgili
vatandaşlarım sîzlere selâmlar, sevgiler ve saygılar sunarım.»
ismet
İnönü
22
Şubata kadar her fırsatta orduya hakaret etmekten kaçınmayan hareket sırasında
da kaçacak yer arayan politikacılar ve oy avcılığı için 27 Mayıs’a hücum etmeyi
sanat haline getiren parti liderleride derhal bir toplantı yaparak şimdiye
kadar söylediklerini inkâr edip hiç utanmadan bu defada 27 Mayıs’a bağlı
olduklarım bir beyanname ile açıkladılar. Müşteterek bildiride şu hususlara yer
veriliyordu.
MÜŞTEREK
BEYANNAME
«Son
olayların ışığı altında memleket huzurunu bozan tahrikler üzerinde durmak ve
bunları önleyecek tedbirleri tesbit etmek üzere Başbakanın daveti ile toplanan
Siyasi Partiler ve Hükümet temsilcileri şu hususta fikir birliğine varmışlarda'
:
·
1. Meşru nizama
karşı girişilen son teşebbüs demokratik rejimin koruyucusu kuvvetlerin ve
müesseselerin müşterek anlayış ve gayretleri ile önlenmiştir. Bu netice Türk
Milletinin Demokratik Rejime bağlı ve lâyık olduğunu iftihara değer yeni bir
delili olmuştur.
·
2.
Kahraman Ordumuzun gerçekleştirdiği 27 Mayıs ihtilâlinin meşruiyeti
aleyhine girişilen açık ve kapalı her türlü tahrik ve tecavüzlerin ve Anayasa
nizamını bertaraf etmeye matuf hareket ve davranışların kesin olarak önlenmesi.
·
3.
Bu maksatla partiler üstü bir anlayış içinde gerekli esasları hazırlamak
üzere hükümet ve partiler temsilcilerinden mürekkep bir komisyon teşkil
edilmiştir.
·
4.
Mutabık kalınacak esaslardan kanunlaşması gerekenler partilerin yetkili
organları tarafından kabul edildikten sonra TBMM ne sunulacaktır.
Bu
teklifin müzakere ve intacından önce Büyük Meclisin tatile girmesi hususu parti
liderleri tarafından gruplarına teklif edilecektir.»
22
Şubat 1962 gecesi harekâtı durdurmuş. Sabahleyin silâhlı kuvvetlerin almış
olduğu tedbir gereğince serbest : bırakılmış evime gitmiştim. Saraçoğlu
mahallesi 1. Cadde 6/1. dairede oturuyordum. Benim oturduğum apartmanda Org. C.
Sunay (G.K.B.), Org. Muhittin Önür (K.K.K.) Tuğg. Abdurrahman Doruk (J. Genel
K.) oturuyordu.
İlk
defa eve gazeteciler doldu. Meraklı suallerine çok az cevap verdim. Beşgün, beş
gecedir hiç uyumamıştım. Gece istirahate çekildim uyuyordum.. Saat 23.00 de
dairemin kapısı hem vuruldu, hem de bağrışmalar. vardı. Eşim yataktan fırlayıp
kapıyı açtı. Derhal görülen manzara şuydu... Beş tane Kurmay Sb. (Yb.
rütbesinde) karımın göğsüne beş adet tomsonu dayamışlar, beni istiyorlardı.
Hemen pijama ile kapıya gittim silâhları bana tevcih ettiler. Apartmanın içi
tomsonlu subaylarla dolu idi. Buna neden lüzum vardı anlayamadım. Beni tevkif
etmeye gelenler arasında Kur. Yb. Necip Toruntay’da vardı. Akademiyi beraber
okumuştuk. Yassıada İrtibat bürosunda çalışmıştı. Bizimle birlikte yeminli
subaylar arasında idi. Bana karşı o geceye kadar çok hürmetkâr idi. Fakat ne
olmuştu. Canavar kesilmişti, hiç bir isteğimi yerine getirmek istemiyor,
dışarda kar yağdığı halde beni pijama ile sürükleyip kapıda bekleyen cipe
bindirmek için uğraşıyordu.
Kendisine
aynen şu cevabı verdim. Ben henüz Türk Ordusunun bir Albayıyım giyinmeden hiç
bir yere gitmem. Hem bu gibi muamelelere ne lüzum vardı, telefon dahi
etseydiniz istediğiniz yere gelirdim dedim. Her türlü ısrarlara rağmen kapının
önünde zorla elbisemi giydim. Evde eşim kızım birde karımın yengesi vardı.
Giderken
tıraş takımımı, pijamalarımı almak istedim. Necip Toruntay bana: «Bunlara lüzum
kalmayacak» demekle vahşi hislerini gösterdi. Her halde bizim sabaha karşı kurşuna
dizileceğimizi düşünüyordu.
Dışarı
çıkınca ne göreyim evin etrafında tomson tabancalı 50’ye yakın subay vardı.
Vasıtaya binip Genelkurmaya geldik oradaki manzarada şuydu: Sanki bir Rus
Albayı getiri liyormuş gibi koridorlarda iki sıralı, tomsonlu Kurmay subaylar
vardı. Hepside büyük bir sevinçle bana bakıyorlardı.
Bu
kurmay subayların çoğu birgün önce bir emrin var-mı albayım? diyenlerdi. Ama
şimdi devir bir gecede değişmişti. Sonra bu çıkarcıların sıra ile ateşe olarak,
Avrupa, Amerika ve Tahrana gittiklerini gördüm. Hepside yepyeni otomobillerle
dönüyorlardı. Çünkü 22 Şubatta hemen doksan derece bir dönüş yapıp
düşmanımız kesilmekle efendilerine olan sadakatlarını ortaya koymuşlardır. Bir
aşağılık duygusu bu tip subaylarda mevcuttur, bunu üzülerek yazıyorum ama
realite budur.
Genelkurmay
karargâhına benden başka Kur. Alb. Emin Arat, Kur. Alb. Dündar Seyhan, Kur.
Alb. Turgut Alpagut’ta getirilmişti. Gece yarısı saat 02,30 da bir odadan
çıkarılıp koridora 10’ar adım mesafe ile dizildik. Her iki yanımızdaki tomsonlu
subaylar tarafından aşağıya indirilerek bir odaya hapsedildik. Yattığımız
karyolanın başucunda da havacı subaylar Tomson ile nöbet tutuyordu. Dört gün bu
şartlar altında hapis yattık, bizleri emekliye şevkettiler ve serbest
bıraktılar.
Olaylar
verilen sözlere uygun bir gelişme göstermedi. Benimle birlik oldukları
gerekçesi ile Ordunun bir çok kıymetli, şeref ve haysiyet sahibi personeli o
gün canlarını bağışladığımız kişiler tarafından emekliye sevkedilmeye başlandı.
Harekâttan hemen sonra emekliye sevkedilen arkadaşlarım şunlardı.
Albay
Emin Arat, Albay Selçuk Atakan, Kurmay Yarbay Daniş Çağlar, Kurmay Albay
Muammer Şahin, Süvari Binbaşı Fethi Gürcan, Kurmay Yarbay, Fahrettin Ermutlu,
Albay İhsan Erkan, Albay Necati Ünsalan, Albay Turgut Alpagut, Kurmay Yarbay
Mustafa Ok, Kurmay Albay İhsan Sürek, Kurmay Albay Asım Mutludoğan, Kurmay
Albay Orhan Alpakın, Kurmay Albay, Dündar Seyhan, Kurmay Albay Şükrü İlkin, Kurmay
Binbaşı Bahtiyar Yalta, Kurmay Binbaşı Kadri Çitak, Yarbay Necdet Efe, Binbaşı
Osman Üçok, Yüzbaşı Şükrü İnanç.
İlk
önce bu arkadaşlar emekliye sevkedildiler, bunların arkasından askerliğin
icablarını yaparak emirlerimizi yerine getiren genç subayların hiç bir gerekçe
gösterilmeden emekliye sevkedilmesine başlandı.
Milli
Savunma Bakanlığı 2 Mart tarihinde de bir açıklama yaparak emekliye
sevkedilenleri açıkladı. Bu listeyi on dokuz Martta emekliye sevkedilen diğer
arkadaşlar takip etti. Böylece 69 subay ve dört astsubay emekliye sevkedil-dik.
Halbuki bizimle beraber oldukları halde; son dakikada karar
değiştiren bir çok yelkenci albay ve general oturdukları yerlerde kalmışlardı.
Hepside toplantılara iştirak etmişler, protokollere imzalarını koymuşlar, şeref
sözleri vermişlerdi. İnsanların bukadar küçülüp, bukadar şerefsizce hareketlere
gireceklerini doğrusu hiç tahmin etmemiştim.
İlk
defa evime döndüğüm zaman kapıdan girince aileme söylediğim sözler şöyleydi:
«Şadan
ilk önce şerefli elbisemi çıkarayım. Bu iş bitmedi, birgün gelecek muvaffak
olacağım, üzülme istesem en kısa zamanda bile halledebilirim». Kendimden
hayatta bu kadar emindim, hiç bir şeyden yılmazdım. Hele haksızlığa uğradıkça
mücadele hırsım daha çok artardı.
Harekâttan
sonra Aydemir ilk defa üniformasını çıkarttıktan sonra Eşi ve Kızı ile
birlikte.
(.Gene
evi gazeteciler sardı merak içinde beyanat istiyorlardı. Yeteri kadar ihtiyatlı
olarak cevap veriyordum, ama benimle birlikte emekliye sevkedilmiş yakın
arkadaşlarım çok çekingen idiler, beni devamlı surette beyanat vermemek için
zörluyorlardı. O sıralarda bizler için AF Kanunu çıkarılması düşünülüyordu.
Herkes onu bekliyordu. Ama o AF Kanunu çıktıktan sonra 2-3 ay geçmesine rağmen
bazı arkadaşlarda hiç bir kıpırdanma yoktu. 69 Subay 4 Astsubay Emekli
olmuştuk, bir çokları hemen uzaklaştılar. Bir kısmı ne olur ne olmaz endişesi
ile arkadaşlığı kesmediler. Bir kısmı da 20 Mayıs 963 kadar benimle birlikte
çalıştılar.)
22
Şubat öncesi Harb Okulu kumandanı olduğum için iyi bir mevkiim vardı. Okulda
veya evimde her kademeden bilhassa yüksek rütbeli subay ve generallerin
ziyaretlerinden asli vazifeme bakamaz dereceye gelmiştim. Ama 23 Şubat
sabahından sonra arayanlar azalmış bıçak gibi kesilmişti. İnsanlar ne çabuk
değişiyor. ’
İnsanları
ikbal devrinde iyi günlerde hakiki veçheleri ile anlamaya imkân yoktur. Ancak
kötü duruma düştüğümüz hakiki dostlar belli oluyor.
(Sırasile
kapımızı açan, dostlarım. Eşimin iki yengesi Pakobolar, Prof Perihan Çambel,
arkadaşım Hayri Ekinci-Ismail Ergüder- Rauf Gökçe- Yüksek Mühendis Nami Ok-yay-
Kadri Kaplan-Dr. Paruğ Erdilek-Dr . Alaettin Er gönenç Ziya Aydemir-Zeki Kıran-
Üsteğmen Mikali ve annesi-Mu-amrher Özdağ-Fuat'Azgın- Haldun Doran- Nihat
Oğuzer (Şa-danm ağabeysi)- Kudret Bozuter yavaş yavaş tehlikeler zail olduktan
sonra bizi eski dostlarda lütfen aramaya başladılar. 22 Şubat emeklileri dahi ,
(büyük rütbeliler) çekinerek geliyorlardı.
Çünkü
artık sıfır olmuştum, yükselmeme imkân olmadığı kanaatinde idiler. Ama zaman
ilerleyince işler değişti her devirde olduğu gibi.
Oturduğum
evden derhal üçgün içinde çıkmam için K.K. K. lığından yazı geldi hemen verilen
mühlet dolmadan çıktım, Çünkü evde diğer katlarda oturan büyükler huzursuzluk
içinde idiler evi makinalı tabancalı 4 adet inzibat eri ve polisler
bekliyorlardı.
Birde
benim o evde oturmam büyükler üzerinde şu bakımdan huzursuzluk yaratıyordu. Ev
Müdafaa caddesinin tam başındaydı. Harb Okulu talebeleri her cumartesi izinli
çıkınca okuldan itibaren bozulmadan Bölükler halinde evimin önünden geçerken
beni pencerede görürlerse selâmlıyorlardı. Öğrencileri gözetleyen inzibat
subaylarının ceza vermek için Harb Okulluları götürmelerine rağmen bu hal devam
ediyordu. Hattâ genç subaylardan tanıyan, tanıma-mayan aynı hareketi eve karşı
yapıyorlardı.
Bunları
tesadüfen gazeteciler görmüşlerdi. Tabii bu vaziyet karşısında benim o evde
oturmam. C. Sunaya huzursuzluk verdi.
Ben
yılmadan mücadeleme devam etmeye kararlı idim. Bir gün yakın arkadaşım, Dündar
Seyhan’a gittim. Ne yapmaya karar verdiğini sordum : Bana ben 14’lerin
15’incisi sayılırım. Zaten artık onlar için, bütün gayreti sarf ederek zemini
hazırlıyalım, onlar büyük bir kuvvettir, yurda dönünce bir parti kuracaklar bu
yolda mücadeleye devam edeceğiz dedi.
Ben
de kendisine bu fikrini kabul etmediğimi bildirdim. Seyhan’a şunları söyledim :
·
a.
Bizler Türkiye’de ihtilâlci olarak tanınıyoruz. İhtilâlcilerin siyasî
hayatta hele bir parti içinde şansları yoktur.
·
b.
Parti para ile kurulur, parti taraftar ister, CHP’sin-den kimse bu yeni
partiye iltifat etmez, diğer partiler de malum her parti memlekette toplıyacağı
taraftarı toplamış bu vaziyette yeni bir parti tutunamaz.
Hem
beri partili bir siyasetçi olamam dedim.
·
c.
Ancak şu belki olabilir, bazı haklarımızı kurtarabilmek, fikirlerimizi
yayabilmek, şahıslarımızı tanıtabilmek için (147) 1er gibi bir dernek
kurabilirsek iyi olur dedim. Bu hususu avukatımız Saffet Olgaç ile hukukî
veçhelerini de görüşelim dedim.
Gittik,
görüştük, derneklerin kuruluş şekillerini, usullerini öğrendik, fakat böyle
resmî bir teşekküle nedense gidemedik.
Günler
ilerliyordu. 22 Şubat emeklilerinden bir çok teklifler geliyordu. Kendimize bir
veçhe verelim, bir baş seçelim, dağınık çalışmıyalım diyorlardı. Çünkü aramızda
yavaş yavaş rekâbet başlamıştı Beni kendi başına hareket eden bir insan olarak
kıymetlendiriyorlardı. Herhangi bir gazeteci benimle görüşme yaptığı zaman
verdiğim beyanat benim adımla Çıkarsa bazı arkadaşlar sinirleniyorlardı, ben
işin farkında idim.
Birgüri
bir hareket Kh. seçelim diye bir teklif geldi, maksatlarını bilmemekle beraber
kabul ettirri. Çünkü o zamana kadar kulis faaliyetleri ile istedikleri sonucu
tahakkuk ettireceklerine inanmışlardı.
Ben
69 Emekli subayın da iştiraki ile bir seçim yapılmasını teklif ettim, kabul
edildi. Fakat seçim 30-35 kadar subayla yapıldı. Tasnifte en çok reyi ben
almıştım. Şu arkadaşlar da idare heyetine seçilmişlerdi. Ben, Kur. Alb. Emin
Arat, Kur. Alb. Dündar Seyhan, Kur. Alb. Necati Ünsalan, Kur. Alb. Turgut
Alpagut, Kur. Alb. Asım Mutludoğan, Kur. Bnb. Bahtiyar Yalta, Kur. Yb. Mustafa
Ok, Sv. Bnb. Fethi Gürcan, Kur. Bnb. Kadri Çitak.
Bunun
üzerine bu heyet içinden vazife taksimi yapalım diye teklif yapıldı. Başkan
seçelim, idare kurulu seçelim diye İsrar edildi. Ben vaziyetin oynanmak istenen
oyunun farkında değildim diyemem, fakat, şahsımı ilgilendiren meselelerde
çekingendim. Yalnız şu kadarını söyledim: «Lider seçimle olmaz, hâdiseler
çıkarır, eğer seçimle yapılmak isteniyorsa oya 69 kişide iştirak etsin.»
dedim/. Bu teklif Dündar ve Necatinin işine gelmedi. Neticede bu seçilen heyet
tarafından oyla seçime geçildi.
Emin
Arat Başkan - Dündar Seyhan (Genel Sekreter) Necati Ünsalan üye, ben üye, Asım
Mutludoğan Muhasip seçildi.
Tabii
tertipçiler plânlarında muvaffak olmuşlardı. Maksat beni liderlikten ekarte
etmek idi, bu seçimle plmuştu. Çünkü idare heyeti seçiminde en çok oy almama
rağmen' burada iki oy zor alabilmiştim.
Hemen
Dündar Seyhan, kaleme sarılıp bir beyanat hazırlayarak basma verelim diye İsrar
ediyordu. Emrivaki ile bıı işi hallettiklerine memnundular. Ben acele
edilmemesini söyledim, çünkü gençler tarafından bu neticenin kabul
edilmiyeceğini biliyordum.' Soğuk bir hava içinde dağıldık.
Eve
geldim, oynanan oyundan, arkadaşlarımın samimiyetsizliğinden üzgündüm. Derhal
iki satır yazı ile seçilmiş olan Bşk. Emin Arat’a müracaat ettim ertesi gün.
Böyle bir kadro içinde vazife alamıyacağımı, serbest kalıp köşeme çekileceğimi
bildirdim. Emin Arat' dilekçemi kabul etmedi. Sen onu bana vermemiş ol, bu
mesele zaten sunidir, hal edilir, üzülme dedi. Bende neticeyi bekledim. Tabii
seçim neticesi arkadaşlar arasında yayılınca, infial uyanmıştı. Kimse bu durumu
kabul etmiyordu. Benim iştirak etmediğim toplantılarda beni hakikaten seven
arkadaşlarım, müdafaa ederek bu oynanan oyunu bozdular. Benim liderliğim esas
oldu. Ama buna en çok üzülenlerde Necati Ünsalan ve Dündar Seyhan oldu. Çünkü
esas lider diye bel bağladıkları 14’ler-den Orhan Kabibay’a karşı tam
hizmetlerini yapamamışlardı. Türkiye’ye dönünce onun, liderlik durumu tehlikeye
giriyordu. Kadri Kaplan - Dündar Seyhan - Necati Ünsalan tiriyosu daima
14’lerden Orhan Kabibây için çalışıyorlardı. Ben onlara göre çok katı
geliyordum. Çünkü her dediklerine eyvallah diyecek bir tipte değildim. El
altından türlü türlü yıkıcı propagandalar yaparlardı. Farkında olmadığımı
zannederlerdi ama hepsini biliyor, fakat yüzlemiyordum. Her şeyin tamamen açığa
çıkmasını bekliyordum. Tabii bu tutumları ile kendi şahsiyetlerini yiyorlardı
ama farkında değildiler.
Çalışmalarımız
devam ediyordu, bizler ana fikrimizi ve doktrinimizi ortaya koymak için
çalışıyorduk.
Birgün
bu maksat için emekli deniz albay Nazım Orhan’ın evinde toplandık. Bu husus
münakaşa ediliyordu. D. Seyhan daima 14 lerin fikriyatı olduğunu iddia ediyordu.
Nihayet sorduk : «Nedir bu» dedik. Cebinden bir kâğıt çıkarıp okudu. Hiçbir şey
anlamadık. Hissi yazılmış birşeydi. Hatırımda kalanlar şudur. «14 der birdir,
bütündür, fikirdir, Atatürkçüdür, bayraktır. Parçalanmazlar, herşeydir.»
Doktrin anlayışından çok uzak ifadeleri havi kaleme alınmış dört beş satırdan
ibaret bir yazı idi. Fena halde ümitsizliğe kapıldık. Daima hazırlıkları
olduğundan bahsederlerdi. Şimdiye kadar fikir sahasında ortaya çıkan
birşeylerini göremedik. Daima sütün kaymağı gibi üstte kalmak sevdasında
idiler. Yurttan ayrıldıktan sonra değirmenlerin altından çok sular geçmişti ama
ne kendileri nede bunlara bel bağlayanlar işin farkında değillerdi. Büyüklük
kompleksi içinde eriyip gittiklerini göremiyecek kadar hırslı idiler. Ne yazık
ki Dündar-Necati-Kaplan triosu da bizi o istikamete sürüklemek için çaba
gösteriyordu.
Bizler
Emin Arat, Bahtiyar Yalta başta olmak üzere doktrin olarak kabul ettiğimiz
«Kemalizmi» dile; ve kaleme getirmeğe çalışıyorduk. Bunda da muvaffak olmuş
ortaya selâbetli bir fikir ile çıkmış ve bizlere inananlara da kabul
ettirmiştik. Bu çalışmalarda en büyük rol Emin Arat-Bah-tiyar Yalta’ya aitti.
Emin
Arat’la, Bahtiyar Yalta’nın hazırladığı Kemalizm Doktrini şöyleydi :
KEMALİZM
: Ferdi ve toplumu düşünme ve yaşama seviyesine, kendi bünyesine uygun olarak,
içinde bulunduğu ve geleceğin şartlarına göre, Müstakar, Demokratik, Devrimci
ve Cumhuriyetçi bir Devlet nizamı içinde yükseltmek ve korumak. ,
1
·
1.
Kemalizmin Özet İfadesi,
·
2.
Kemalizm esaslarının açıklanması,
·
3.
Kemalizmin gerekçesi.
TÜRKİYE
İÇİN KEMALİZMİN ÖZET İFADESİ :
TÜRK
DEVLETİNİN TEMEL YASASI VE SİYASİ İNANCI
TÜRK
Milletini bugünün ve geleceğin medenî milletleri seviyesine çıkarmak, devlet
kudretini, ülkede huzur emniyeti, halkın refah ve saadetini arttırmak maksadı
ile :
TÜRKİYE
Milliyetçiliğini şuurlandırmak, laik devlet anlayışını Millî Birliğe ve medenî
gelişmeye uyar tarzda dine saygılı olarak uygulamak.
Hayata
uymayan hayalci, katı ve statik düşünceden ziyade gerçek devrimci bir anlayışa
sahip olmak.
Ferdin
ve toplumun hak etme esasına göre varhk ve geçim kaynaklarını düzenlemek.
Serbest
teşebbüsle toplum menfaatlerini bağdaştırarak halkın yapacağını halka ve
devletin yapacağını devlete yaptırmak sureti ile istikrarlı muvazeneli, aktiv
ve gelişen bir istikamette demokratik bir CUMHURİYET idaresi ile barış,
huzur've emniyet ’ içinde yaşamaktır.
ANA
FİKİR :
KEMALİZM
Davranış kuralının temel fikirleri :
·
1.
Maksat :
·
a.
TÜRK Milletini bugünün ve geleceğin medenî milletleri seviyesine çıkarmak.
·
b.
Halkın refah ve saadetini
arttırmak, varlık ve geçim
kaynağını
düzenlemek.
.
·
c.
Cumhuriyetçi, Demokratik Devlet kudretini arttırmak. Devlet Mekanizmasını
süratli ve verimli bir şekilde işletmek, huzur ve emniyeti, Millî Birliği
sağlamak, millî menfaatleri hassasiyetle koruyan ve sağlayan barışçı ve aktiv
bir dış politika gütmektir.
·
2.
Sosyal Görüş :
·
a.
Laik Devlet anlayışına bağlı ve bünyeye uygun olarak, din inancı ile
medenî hayat tarzını biribirile çatışmayacak şekilde ayrı müesseseler halinde
tutmak ve teşkilâtlanmak .
·
b.
Medenî gelişmeyi süratlendirmek, Millî Birliği • ve din anlayışını
sağlamak için dini ve pozitiv eğitim ve öğretim. Devlet gözetimi altında olmak
üzere gençleri kabiliyetlerine ve ihtiyaca uygun plarak yetiştirmek.
·
c.
Türk vatandaşını doğuştan ölümüne kadar öğretim ve eğitim, hastalık,' kâza ve
ihtiyarlık hallerinde korumak, mesleğe ve meskene sahip kılmak.
·
d.
Düşüncede, harekette, metodda, teşkilât ve cihazlan-
mada,
hayalden uzak kati ve statik düşünceden devrimci bir anlayışla her sahada
ilerlemek ve engelleri kaldırmak için yenilikleri takip etmek ve sarsıntısız
olarak kolaylıkla bünyeye almak.
•.
’
e. Aile müessesesi devletin özel dikkat ve himayesi altında bulunacaktır.
.
.
·
3.
Ekonomik Görüş :
·
a.
Kalkınmayı sağlamak için ferdi, toplumun hak etme esasına uygun olarak yukarı
seviyeye çıkarmak -üzere, varlık ve geçim kaynaklarını devletin gözetimi
altında düzenlemek ve millî servet dağılışını âdilâne bir surette yapmak.
·
b.
Serbest teşebbüsü teşvik etmek suretile toplum menfaatlerini zedelemeden
insan emeğini, zaman ve para israfım önleyerek millî serveti arttırmak.
·
c.
Halkın yapacağını halka, Devletin yapacağım Devlete yaptırmak.
·
d.
Mülk edinme, miras hakları ve veraset müessesesi korunacaktır.
·
4.
Politik Görüş :
·
a.
Mülki taksimat, coğrafya, ekonomi sosyal yapı bakımından yeni baştan ele.
almak ve düzenlemek.
·
b.
Devlet mekanizmasını zaman ve insan gücü kayıplarını önleyen işlerin muntazam
akımım sağlayan, süratlendiren, imkân, sorun ve yetki dengesini, ehliyete
dayanan bir şekilde tanzim etmek.
·
i c. Halkın
idareye iştirakini ve alâkasını, tabii hakların eşitlik içinde kullanması,
düşünme' ve iradesini serbestçe göstermesi istikrar, huzur ve emniyetin
sağlanması demokratik bir Cumhuriyet nizamı içinde olacaktır.
·
d.
Manen ve maddeten yükselmiş, konuş,, kuruluş eğitim ve öğretim vasıtası, silâh
sekv ve idare itibarı ile dinamik vurucu ve güvenli bir Silâhlı Kuvvete sahip
olmak.
·
e.
Karşılıklı saygıya ve eşitliğe dayanan, meselelerin barış ve uzlaşma
yolları ile halline komşu devletlerle iyi münasebetlere, İslâm Âlemi ve Balkan
Devletleri ile tarih ve kültür bağlarına uyan batı ile dayanışmaya önem veren
siyasî sınırlarımız dışında kalan TÜRK’lerin haklarını millî hüviyetlerini
insan ve hak ve hürriyetleri muvacehesinde devletler hukuku, uluslar arası
anlaşma ve usullere uygun olarak dikkatle korumak devam üzere takip etmek.
·
f.
Uluslar arası ekonomik, sosyal, siyasî ve kültürel münasebetlerde millî
menfaat ve şeref esâsına uyan millî bir politika gütmektedir.
SİLÂHLI
KUVVETLER İÇİNDE YENİDEN TEŞKİLÂTLANMAYA BAŞLADIK
22
Şubat 1962 hadâseleri üzerinde zaman geçtikçe 22 Şubatın iç yüzüne yapılan
haksızlıklar anlışılıyordu. Gün geçtikçe Silâhlı Kuvvet mensuplarının
ziyaretleri çoğaltılmıştı. Yapılan İsrarlı teklifler karşısında ben ve Sv. Bnb.
Fethi Gürcan zaten eskiden silâhlı kuvvetler içinde kurulu bulunan
teşkilâtımızı yeniden daha güvenilir tarzda küçük rütbelerden başlamak üzere
yukarı doğru reorganize ediyorduk. .Bu teşkilât Türk Ordusunda (Kara-Hava Dz.
J.) olmak üzere dört kuvvet içinde genç kuşaklar arasında çığgibigelişiyor-du.
Kısa zamanda çok iyi neticeler almıştık. Hele Kemalizm doktrini yayılıp
dağıtıldıktan sonra bu gelişme iki kat daha artmıştı. Çünkü bundan evvel orduda
yapılan çalışmalarda böyle esaslı doktrin fikri kaleme alınmış değildi? Bu
arada bazı 14 cü subaylar da Türkeş ve taraftarlarının Milliyetçi olduklarını
söyliyerek mukaddesatçı icabında nurcu fikirleri yayıyorlardı.
Nasyonal
sosyalizm fikirleri revaçta idi. Faşist fikirleri benimsiyenlere rastlıyordum.
Gençler doktrinlerin karşılığının neler olduğunu dahi bilmiyorlardı. Askerî
idare diye bir-şey tutturmuş gidiyorlardı. Orduda ki bu akımı (Kemalizm)
doktrinini yaymakla yüzde doksan önledik.
·
14
LERLE İLK YAPILAN TEMASLAR ONLAR HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİM :
14
lerin 13 Kasım 1960 harekâtı ile nasıl yurt dışına uzaklaştırıldıklarını
bilirim. 14 şahıs da kendine has ve fikir ve yaşayış tarzları vardır. Bunlar
bir fikir topluluğu değildir. Rastgele bir dolmuşa doldurularak o günkü şartlar
içinde MBK since zararlı görüldüklerinden ihraç edilmişlerdir.
Şimdiye
kadar tebellür etmiş esaslı bir fikir ve doktrinleri yoktur. Zaten içlerinde
fikir sahasında kendisini yetiştirmiş birkaç kişi vardır.
Bunlar
yurda döndüğü zaman münasebetlerimizin ne olacağını şu şekilde tesbit etmiştik
:
·
1
— 14 leri kül olarak tanırız.
·
2
— Herhangi bir kadro birleşmesi olursa.
·
a)
— İlkönce doktrin üzerinde anlaşmamız şarttır.
·
b)
— Kadro içinde bazı tekliflerimiz olabilir.
·
3
— 14 lerin hepsi yurda dönmeden hepsinin fikirlerini tam olarak öğrenmeden tek
taraflı bir angajmana gidemeyiz.
İlk
defa yurda 14 lerden Orhan Kabibay ile Rıfat Bay-kal döndüler. 22 Şubatçılar
içinde 14 cü geçinen arkadaşla bunlara büyük kıymet verdiklerinden Edirne
hududuna bunları karşılamak için gittiler.
Ben
bu hâdiseden evvel 22 Haziran 1962 de yani 22 Şubattan (120) gün sonra ilk defa
«22 Şubatın nedenleri» hakkında resmen yazılı olarak gazetecilere beyanat
vermiştim. Sebeble de Birinci Koalisyon Hükümeti yıkılmış, bir aydır Hükümet
kurulamıyordu. Bu davranış tam zamanında yapıldığı için İsmet Paşayı ve
hükümeti sarstı. 22 Şubatçılarm ilk mert sesi yükselmişti. Açıklama Halk
Oyundan da çok iyi karşılandı. Türkiye’nin en büyük gazetelerinde çeşitli şekillerde
çıktı. Bu beyanat yüzünden T.C. Kanunun 161 inci maddesi gereğince takibata
uğradım. Hakkımda dâva açıldı.
Orhan
Kabibay ve Rıfat Bayltal’m Ankara’ya gelişinde içimizdeki 14 çüler bir kuvvet
gösterisi yapmak istiyorlardı. Kabibay ve Baykal’ı Ankara’nın dışında
karşılayıp şehir içine nümayişle sokmak çabasında idiler. Beni de bu karşılama
töreninde en ileri safta görmek istiyorlardı. Bu hususta Emin Arat’ın evinde
ben - Bahtiyar Yalta - Emin Arat-Rıfat Ertem konuştuk, karar aldık.
Hareket
tarzımızı tayin ettik, tanıyan yakın arkadaşlar şehir dışında karşılayacaklar
ben ise O. Kabibaya kalacağı eve geldikten sonra nezaket ziyaretine gidecektim,
bu kararım Yb. Mustafa Ok tarafından tenkide uğradı -«Albayım hayatınızın en
yanlış kararını verdiniz, gidip yoldan karşılamanız lâzım. Eğer daha evvel
karar vermeden bende konuşmalarda bulunsa idim, bu kararı size- verdirmez tesir
ederdim.» dedi. (Çünkü Mustafa Ok kuvveti nerede görürse o yana sessizce
kayacak tinettedir.). 14 1er zamanında itibar görerek Yassıada İrtibat
Bürosunda çalışmıştı. Onlara karşı ayrıca da bir vefa borcu vardı. Bizden daha
büyük bir kuvvet taşıdıklarını sanıyordu.
.
'
Kendisine
ben yaptığımı bilirim, beni bukadar ucuz harcamaya kalkma dedim. Kararında
İsrar etmesine rağmen dönmedim. Mustafa Ok ile birlikte yakın arkadaşları
Kurmay Yarbay Daniş Çağlar, Kurmay Alb. Muammer Şahin de vardı. Bunlarda ikinci
14-cü tiriyosu idi. Beni çevrilmek istenen manevraları anlamıyacak kadar saf
zannediyorlardı. 14 lerin temsilcileri ile Kur. Albay. Necati Ün-salan’m evinde
ilk resmî toplantıyı yaptık.
Emin
Arat, Orhan Kabibay’a: «Fikriniz nedir.» dedi. Orhan Kabibay: «Fikrimizi bütün
dünya ve Türkiye biliyor» diye cevap verince hiç bir fikre sahip olmadıklarını
anlamış olduk. Yukarıda yazdığım şartlar altında Türkiye’ye döndükleri takdirde
anlaşabileceğimizi söyledik. Kabul ettiler. Bürüksel toplantısına gittiler.
Netice orada Alpaslan Türkeş-le liderlik meselesinde anlaşamadıkları için tam
aksi oldu. 1/14 olarak parçalandılar. Fikirsiz toplulukların âkibeti zaten
böyledir.
Bugünlerde
ideal arkadaşlarımdan Kurmay Albay Adnan Çelikoğlu ile Osman Deniz İstanbul’da
harekâttan sonra emekliye sevkedilmeleri için uğraşan Cemal Tural’ı kendilerine
yazılı olarak hareket ettiği için mahkemeye verdiler. Onların bu davranışından.
sonra da Yenisabah Gazetesinde 5 Temmuz 1962 de 21 Ekim Protokolü, , Ergin
Konuksever isimli bir gazeteci tarafından, açıklandı. Protokolün, hiç
ummadığımız bir zamanda ortaya çıkması başta kumandanlar olmak üzere yaptıkları
işlerden korkan bütün rütbe sahiplerini bir anda telâşa düşürdü. Derhal
Ankarada ikinci bir ihtilâl yapacağımız söylentileri başladı, ,
7.
Temmuz 1962 günü de 2. Koalisyon hükümeti yine İsmet Paşa’nın Başkanlığında
kurulmuştu. İsmet Paşa Mecliste güven oyu aldıktan sonra yaptığı konuşmada
hepsinin hayatlarını bağışladığımız geceyi unutarak çok ağır ithamlarda bulundu
ve şunları söyledi.
«Muhterem
arkadaşlar, hükümeti Güven oyu ile teyit ettiniz. Verdiğiniz oylar hükümet için
çok kıymetlidir. Çalışmasında başlıca desteği ve başarı mesnedi olacaktır.
Hükümet Büyük Meclisin güven oyuna lâyık olmak için bütün
gücünü
sarfedecektir. Daima irşadınıza, yardımınıza muhtacız. Pek Muhterem Millet
Vekilleri, belki yakında Meclis çalışmalarına bir aralık vermeyi
düşüneceksiniz, memleketin huzuru ve rejim istikrarının emniyeti bakımından
Büyük Meclisin şimdiye kadar çalışmasının mühim başarılarla geçmiş olduğu
şüphesizdir. Bu devrin büyük olayları askerî bir ihtilâlden, demokratik rejime
bütün icabları ve fedakârlığı ile geçiş ameliyesinin tatbiki ve bunun
tabiatından olan tezahürleridir.
'
Millet
olarak büyük bir imtihan vermişizdir. Mesele askerî idarenin kendi rızası ile
ihtilâlcilerin hertürlü rizkleri fedakârlıkla üzerine alarak demokratik rejime
geçip geç-miyeceklerinin meçhul olması idî, ilk günden beri ihtilâl idaresi bir
an önce demokratik rejime geçeceğini ilân etmişti, bu asil düşünce tatbik olununcaya
kadar içerde tereddüd vardı. Dışarda büyük ölçüde endişe hüküm sürüyordu, türlü
güçlükler atlatılarak sivil ve asker arasında endişeler ve tereddütler
yenilerek 25 Ekim de Büyük Meclisin toplanması tahakkuk ettirilmiştir.
22
ŞUBATÇILARA HÜCUM
Buna
rağmen ondan sonrada demokratik rejimin Türkiye’ye uygun olmıyacağı ve hükümet
kurulamıyacağı iddia olunmuştur. Bu iddiayı bazı mahdut çevreler beslemeğe
çalışmışlardır. Ordu içinde bir avuç Demokratik nizam aleyhtarı 22 Şubat’ta
vahim bir tecrübeye teşebbüs etmişlerdir. Ordunun kendisi hemen bütünlüğü ile
sergüzeştçileri red etmiştir. Kesin olarak sabit olmuştur ki ordu memleketin
idaresini ve selâmetini demokratik rejimde ve Anayasa nizamında görmektedir.
Sergüzeştçilerin
hareketleri millet nazarında ve ordu içinde tam bir takbihe uğramıştır. Büyük
Millet Meclisi rejimi okadar kuvvetli görmüştür ki orduya olan güveninin delili
olarak ve ordunun siyasetten kurtulmak için gösterdiği gayreti kolaylaştırmak
üzere ağır suçları af etmeyi bile düşünmüştür.
İhtilâlden
bugüne kadar siyasetin türlü hâdiselerinden geçmiş bir ordunun milletle bukadar
yakın bir beraberlik içinde siyasetten uzaklaşmaya çalışması tarihte emsali güç
bulunan büyük vasıflardandır... Memleketin selâmeti Anayasa nizamının
işlemesinde Büyük Millet Meclisinin mutlak itibarında hâkimiyetinde ve Büyük
Millet Meclisinin Ordusuna güveninin, sevgisinin tamamiyle bilinmesindendir.
Bu
mukaddemeden sonra dikkatinizi soğukkanlılıkla bugünkü bazı hâdiseler üzerine
çekmek istiyorum. Memlekete hesapsız zararlar vermiş olan 22 - 23 Şubat
itaatsizliği şimdi ordu içinde bir nifak yaratmak ve Büyük Millet Meclisinin
Orduya olan güvenini sarsmak için bir vesile olarak istismar edilmek isteniyor.
Buna âlet olanlar iyi niyetten mahrum olanlardır. Vesika diye neşrolunan yazılar
Büyük Millet Meclisi’nin bildiği, tahmin edilen ve nihayet bir ihti-^ lâl
rejiminin demokratik rejime intikali esnasında tedavi tedbirlerine bağladığı
hâdiselerdir. Büyük Meclisin açılıp açılmayacağının münakaşa edildiği günlerde
Ordu ile bütün siyâsî partiler ârasmda vuku bulan temaslar, neticeleri ve
demokratik rejimin nihayet kurulmasının başlangıç devresi yüksek heyetinizin
meçhulü değildir. Bugün vesika diye neşrolunan yazılar dikkatle okunursa
Ordunun emir ve kumandasını elinde bulunduran geniş şevki idare kadrosunun
siyasete karışmasının bütün mahzurlarına nihayet vererek memleketi demokratik
rejime kavuşturmak için ne kadar büyük güçlükleri yenmeğe çalıştığını insafla
göreceklerdir.
Millet
büyük meclis ile onun aziz evlâdı olan Ordusu arasında itimatsızlık yaratmak
maksadı asla muvaffak olmayacaktır. Asil hissiyatınıza tercüman olduğumu
bilerek söylüyorum ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun mesul hükümeti
ordunun şerefine ve itibarına ve en yüksek kumandanından erine kadar bu ordu
mensuplarının millet nazarındaki yüksek kıymetlerine asla toz kondurmayacaktır.
Ordu aleyhine olan bütün tefsirleri ve fesatları kesin olarak men edecektir. Bu
mülahazaları şunun için söylüyorum,hiç kimse ordu ile Büyük Meclis’in arasında
ayrılık yaratmaya muvaffak olamıyacaktır. Aksine şimdiye kadar itaatsizlik ve
memleketi anarşiye götürme teşebbüsüne girişenler nasıl perişan olarak
çıkmışlarsa, bundan sonra orduya dil uzatmak teşebbüsünden daha da pişman
olarak çıkacaklardır.»
.
İnönü’nün Meclisteki bu konuşması 22 Şubat gecesi korku içinde Ankara’yı
terkeden, yaptıkları şerefsizce işlerden korku duyan Millet Vekilleri
tarafından dakikalarca alkışlanmış.
İnönü’nün
bu konuşmasını 22 Şubatçılar olarak nefretle karşıladık. Bende 22 Şubatçılar
adına 8 Temmuz 1962 Pazar günü kendisine şu cevabı verdim :
«İNÖNÜ'NÜN
İSMİ
ZEKÂSINDAN
BÜYÜKTÜR»
«İnönü
güven oyu aldıktan sonra uzun senelerden beri malûm ve kendine has taktik ve
tabiatını bir kere daha göstermiştir. Bu beyanatındaki 22 Şubatçılar’Ia ilgili
hususları şiddetle red ederiz. Senelerdenberi asla Milletin hayrına işlememiş
olduğunu bildiğimiz bir takdiğin sahibinin karşısında olduğumuz için
sergüzeştçi olarak damgalanıyorsak bu kolaylıkla kabul edeceğimiz bir sıfattır.
Bu sebeble asıl takbihe değer husus İnönü’nün siyasî zümre ve şahıs menfaatleri
üstüne çıkamayacak aziz ulusumuzun sesine kulak vermi-yen zihniyetidir. Bir
hususu açıkça beyan etmek isteriz ki İNÖNÜ’nün İSMİ ZEKÂSINDAN BÜYÜKTÜR. Bu
zaviyeden tetkik edilince Atatürk’ün dehasının stratejik yaratıcılığından
sonraki reformlardan mahrum statik devrenin asıl sebebi anlaşılacaktır. İNÖNÜ
TÜKENMİŞTİR. Reformlara en çok ihtiyacımız olduğu bu devrede bütün hayatı
statikoyu muhafaza ile geçmiş İnönü’yü tekrar başında görmek bu milletin
talihsizliği olmuştur.
22
Şubat vahim bir tecrübeye teşebbüs değil, memleketin sayısız dertlerini bir
tarafa iterek İnönü’nün yarattığı siyasî keşmekeşe karşı bir reaksiyondur.
Demokrasinin bir türlü rayına oturtulmak istenmeyişinden ıstırab duyanların bir
ikazıdır.
Tahtında
vatanperverane bir duygu yatmaktadır. Ordu hakkında bir hayal mahsulü olarak
ifade ettiği parçalayıcı ve yıprattcı beyanlarını kendimizi ordudan henüz bir
parça addettiğimiz şu anda şiddetle red ederiz. Ordunun partiler üstü bir
görüşe sahip olduğu hakkındaki inancımızı 22 Şubatta ortaya koyduk. Bizlerin
ağır suçlu olduğumuzu Meclis kürsüsünde söylemek hangi takibat ve mahkeme
ilâmına istinat etmektedir. Olay mahkemeye intikal etmiş olsaydı o zaman kimin
suçlu olduğu daha iyi anlaşılacaktı. Beyanatta 22 Şubat olaylarını bir taraftan
hukuk dili dışında ağır suç olarak belirtirken diğer taraftan itaatsizlik
şeklinde tavsifi beyanat sahibini tezada düşürmüştür. Bizlerin hiç bir hareketi
ve düşüncesi kendisinden bir parça olmakla gurur duyduğumuz şanlı Silâhlı
Kuvvetlerimizi, halkımızı ve paremen-toyu ayırıcı olmadığı gibi birinin
diğerine güvenini sarsıcı da değildir.
Kanunî
haklarımızın kullanılmasından infial duyulmasını insan hakları muvacehesinde
uygun bulmuyoruz. Beyanat sahibinin açık rejim içersinde bulunduğumuzu
hatırlaması gerekir. TBMM de temsil edilmediğimiz ve Meclis içinde savunma
imkânımızın olmadığının bilinmesine . rağmen güven oyunu müteakip çok
ehemmiyetli, bir anda memleketin millî, sosyal, ekonomik ve siyasî bütün
meseleleri bir tarafa itilerek baştan sona kadar ithamkâr bir taktikle Orduya
ve Ulusuna saygısı, hizmet aşkına cesaretle ortaya koymuş 22 Şubat grubuna
Parlemento usulleri dışında yapılan ithamları esefle karşılarız.
Kendilerine
o mukaddes kürsüde cevap vermek imkânından mahrum olmamız sebebi ile yaptıkları
bu konuşmanın manâ ve güttüğü hedefi Büyük Milletimizin sağ duyusuna terk
ederiz.»
Beyanatı
verdiğimin ertesi günü Orhan Kabibay’ı sabahleyin yolcu edip eve döndüm. Akşam
gazetesi muhabiri, Times, gazetesi muhabiri (İngiliz Dâvid Holme) geldi tevkif
edileceğimi bildirdi. «Böyle bir şeyden haberim yok» dedim, öğleden sonra
gazetecilerden telefonlar yağmaya başladı. Aynen şöyle söylüyorlardı.» Albayım
öğleden sonra tevkif edileceksiniz, ceza evinde Nuri Beşer’in yanında yeriniz
bile ayrıldı.» İnanmak istemiyordum, çünkü mahkeme huzuruna çıkmadan böyle
peşin hükümlü bir şeyin olacağına ihtimal vermiyordum. Türkiye’de Hukuk
Devletinin var olduğunu kabul ediyordum. 27 Mayıs 1960 İhtilâlini bunun için
yapmıştık ama ne gezer. Saat 15.00 te savcılığa müracaat etmem için davetiye
geldi. Savcı Turhan Bilgin’in yanına çıktım. Biraz beklememi söyledi ve beni
tevkif edilmek gerekçesi ile 2. Asliye Ceza Mahkemesine sevk etti. Hâkim beş
dakika içinde karar verip tevkif etti. Zaten evvelden herşey hazırlanmıştı.
Hâkimlerimiz, memur gibi aldıkları emirlerle hareket ediyorlardı. Hâkimler bu
vaziyete düştükten sonra âdaletten bahis edilemez. Bunları yazarken bir şeye
dayanıyorum. İnönü, Bakanlar Kurulunda konuşurken» : Emir verdim Aydemir’i
Adalet Bakanı Abdullah Kemal Yörük tevkif ettirdi, ne oldu sanki, yer yerinden
mi oynadı» demiş, bu sözleri ben hapisten çıktıktan sonra Avni Doğan bey bana
nakletmişti. İşte açık rejim şampiyonu İnönü’nün hukuk anlayışı.
Mahkemenin
koridorları yakın arkadaşlarım ve meraklılarda dolu idi. Odadan dışarı çıkınca
Üstğm. Remzi Kılıç sapsarı bir benizle beni gayet sinirli bir şekilde
karşıladı. Ne oldu albayım dedi: «Gayet soğuk kanlı olarak hiç bir şey yok.»
dedim. Tevkif edildiğimi söyledim.
Adliyede
Ceza Evine gitmek için bekliyordum. Yanımda Alb. Emin Arat, Alb. Necati Ünsalan
vardı. Alb. Emin Arat’a: «Ben hapiste kaldığım müddetçe siz bana vekâlet eder
işleri çevirirsiniz.» dedim.
Biraz
sonra beş tane sivil polisin arasında koridora çıktım, onların elleri ile
yapmış oldukları halkanın içinde gidiyordum, etrafım çok kalabalık idi,
gazeteciler resim çekmek için hücum ediyorlardı. Fena halde sıkıştım, bu arada
polis koridorunu bir anda yardım, onların arasından fırladım. Bu sefer cahil
polisin biri kaçıyor diye bağırmaz mı? İşte bundan sonra ne oldu ise oldu,
subaylar galeyana geldiler o bağıran polisi yumruk ve tekmelerle dövmeye
başladılar.» O kaçacak adam değildir.» diye mukabil bağrışma-lar duyuyordum.
Böyle
bir hengâme içinde zorla itile kakıla taksiye bindik ceza evine geldik.
Polisler beni Ceza evi müdürüne teslim ettiler. Doğru hapishanede «Hilton»
denilen onuncu koğuşa gönderildim. Beni ilkönce, Nuri Beşer karşıladı, «Geçmiş
olsun» dedi. «Nuri Beşer Orduya küfür etmekten hüküm giymiş AP
Milletvekilidir!»
-
Aydemir’in
tevkifi sırasında cezaevinin önünde bulunan herkes birbirine girmişti.
O
gece hakikaten Nuri Beşer’in yanındaki ranzada yattım. Gazetecilerin vermiş
olduğu haberler tamamiyle doğru çıkmıştı.
İlk
gece saat 21 raddelerinde Sağlı Bakanı Yusuf Aziz-oğlu hapishaneye geldi.
Maksat hapishanenin revirinde yatan Yassıada Mahkûmlarından Ahmet Salih Korur,
Nedim Ökmen’i ziyaret etmek içindi. Yusuf Azizoğlu malûm Türkiye’de en azından
Muhtariyet isteyip çalışan, Kürtlerin lideri durumundadır. Bu gibi insanlar
İsmet Paşanın kabinesinde yer almıştır. Cezaevindeki eski efendilerini hava
karardıktan sonra ziyaret etmektedir.
Ben
hapse girdikten sonra dışarda kalan 22 Şubatçılar arasında liderlik mücadelesi
başlamış, Dündar Seyhan, Necati Ünsalan, Kadri Kaplan triosu derhal faaliyete
geçerek. Emin Arat’ın vekâletini kabul etmemişler. Yeniden uzun toplantı ve
münakaşalardan sonra Dündar seçilmiş. Fakat o sırada üçüncü orduda Erzurum’da
genç subaylar arasında hoşnutsuzluk başlamıştı. Genelkurmay Başkanı ve dört
kuvvet kumandam aceleyle üçüncü Ordu’ya gitmişlerdi. Arkadan İnönü de gitti.
Oradaki genç subaylar kendisini görünce arkalarını dönmek suretiyle pasif
mukavemetlerini göstermişlerdir. İnönü birgün kalıp döndü. Avukatım da üst-üste
tahliye talebinde bulunuyordu. 9 gün Cezaevinde yattıktan sonra gene emirle
zannediyorum (Çünkü İnönü Erzurum dönüşü gazetelere verdiği beyanat şu idi. 22
Şubat bir daha olsa gene de affederim.) Tahliye edildim. O gün tahliye
edildiğime üzülen Alb. Necati Ünsalan ile Dündar Seyhan olmuştu. Eve geçmiş
olsuna geldiklerinde bu yüzlerinden okunuyordu. Çünkü tasarlamış oldukları
plânlar benim çıkmam ile suya düşmüştü. Rekabet, hele siyasî hayatta,
insanların gözlerini karartıyor.
Tevkif
edilişimin adlî hatasını da anlatayım. Suçum şu idi. «Suç olan bir olayı övmek.
Suç olan da 22 Şubat olayları imiş. Bir kere 22 Şubat olaylarının suç
olmadığına dair Mecliste tescil edilerek elli sayılı Af Kanunu çıkmıştı.
Esasında suç idi. Ama o günün şartlarına göre İnönü esas suçluları kurtarmak
için hâdiseyi suç olmıyarak göstererek kanunu öyle çıkartmıştı.
Sonra
22 Şubat 1962 olayı tarihe malolmuştu. Bizim eserimiz idi, insan eserini övmez
mi?
İkincisi
Ceza Kanununun 312 maddesi mucibince istenilen ceza benim için 3 aydan 1 yıla
kadardı. Halbuki aynı maddeye göre bu beyanatı neşreden gazetelerin cezası altı
aydan iki seneye kadardı. Beyanatı neşreden bütün gazetelerin neşriyat
müdürleri de benimle birlikte mahkemeye verilmişlerdi. Alacakları cezalar benim
iki mislim olduğu halde hiçbirisi tevkif edilmemişti. Hâkimlerimizin Hukuk
anlayışına bu da iyi bir örnektir. Türkiye de âdalet yalnız Millî Şef İnönü’nün
elinde idi. Maalesef hâkimlerde koyun gibi ona itaat ediyorlardı. Çünkü
sözlerimle, İsmet Paşa’nın şimdiye kadar duymadığı şekilde kendisine hücum
etmiş, şimdiye kadar taşımış olduğu maskeyi Türk Milleti önünde yüzünden
cesaretle düşürmüştüm.
İsmet
Paşa’nm hayatında görmediği bu harekete tahammül etmesine imkân yoktu. Elinden
gelende ancak beni hapishane köşelerine göndermek, sonrada korkudan çıkarmak
oldu.
Adalet
tarihinde 312 inci madde ile bir şahsı tevkif ilk defa bana tatbik ediliyordu.
Avukatım Saffet Olgaç 30 senelik içtihat kararlarını tetkik etmişti. Böyle bir
karar Türk Adliyesi için bir yüzkarası idi.
Hapisten
çıktıktan sonra uzun müddet mahkemelere gidip geldim. Vermiş olduğum iki sert
beyanattan dolayı mahkeme ediliyordum. Birisi 161 inci madde, diğeri 312
maddenin kapsamına girdiği iddia ediliyordu.
161
inci madde yeni anayasaya aykırı olduğu için B.M.M. de iki millet vekili
kaldırılması için teklif yaptılar. Bu da calibi dikkatti. Anayasa’ya aykırı
tesbit edilen 186 kanun vardır. Şimdiye kadar hiçbirisi kalkmamıştır, hattâ el
bile sürülmemiştir. Ama 161 inci madde hemen kaldırılmıştır. Çünkü ben
savunmamı mahkeme huzurunda yaparken 22 Şubat hâdiselerinin iç yüzünü anlatmak
mecburiyetindeydim. Bu iş İsmet Paşa’nın ve o zaman milleti aldatarak bunu
yanlış aksettirenlerin işine gelmezdi. Sırf bu açıklamalar yapılmasın diye bu
161 inci madde kaldırıldı, dâvanın birincisindeki suçtan da beraat ettim.
312
inci madde de son çıkan Af Kanunu içine girdiği için yine müdafaamı yapıp,
hakikatleri Türk milletinin gözüne seremeden o dâvada düştü.
Avukatım
Saffet Olgaç 10 Temmuz salı günü Asliye Ceza mahkemesine başvurarak, ceza
kanununun 117. maddesi gereğince kefaletle tahliyemi istedi. Mahkeme yapılan bu
müracâatı kabul etmedi.
Tutuklu
bulunduğum sırada da benimle görüşmek isteyen arkadaşlarıma izin vermediler.
Nihayet
18 Temmuz Çarşamba günü saat 17,35 te Toplu Basın Mahkemesinin aldığı kararla
tahliye edildim. Tahliye edileceğim haberini duyan bütün arkadaşlarım
Cezaevinin i önünde toplanmışlardı. Çıkar çıkmaz hepsi ile kucaklaştım. Orada
benimle konuşmak isteyen gazetecilere şu sözleri söyledim :
«Türkiye’de
ezelden beri ıstırabını duyduğumuz zihniyetlerde henüz bir değişiklik olmamış.
Cezaevinde olduğum müddetçe çok rahattım. Moralim her zaman olduğu gibi ye~
rindeydi. Oradaki içtimai hayatı yakından tetkik etmek benim için çok faydalı
oldu. Gazeteciler için yapılan 10. Koğuşun ikinci katında (Hilton Yayla) epey
hazırlık yaptım. Çok şükür ben çıkıncaya kadar arkadaşlarımdan kimse gelmedi.
İnşallah bundan sonra da kimse gitmez.»
Cezaevinden
çıktıktan sonra İstanbul’a gitmeye karar verdim. 24 Temmuz Salı günü Yarbay
Rıfkı Ertem, ve Mustafa Pakoba ile birlikte trenle yola çıktık.
Değerli
arkadaşım Adnan Çelikoğlu beni gazetecilerle birlikte Pendik’te karşıladı.
Burada
da bana gazetecilerin sordukları suallere şu cevapları verdim:
BEN
ÂSİ BİR ALBAYIM
«—
Parti kuracak mısınız?»
«—
Politikacı değilim, açık konuşurum.»
«—
Floryada bulunan Cumhurbaşkanı ile görüşecek misiniz?»
«—
Benim ne alâkam var. Ordu’da .iken komutanlık münasebeti vardı. Şimdi hiçbir
şey yok. O Cumhurbaşkanı, ben ise asi bir albayım, protokolde yerim yok.»
«
Tekrar Ordu’ya dönseniz hangi görevi isterdiniz?»
«—
Tabii ki şerefimiz nerede zedelendi ise oraya dönerdik.»
Birkaç
gün İstanbul’da kaldım ve bazı temaslarda bulundum. Ankara’ya dönmeden bir kaç
saat önce de gazeteci Ergin Konuksevere bir beyanat vererek bazı konularda
sorulan sualleri cevaplandırdım ve şunları söyledim:
Sual
«Sizce Türkiye’nin kalkınması için ne yapılmalıdır?»
Cevap
«— Ana hedef memleketimizi muasır medeniyetlerin seviyesine ulaştırmaktır.»
Bu
hedefe, gerçeklerin ilim süzgecinden geçirilmesi ile yapılması zaruri görülen
reformların sürat ve cesaretle tatbiki sureti ile ulaşılabilir.
Statükoculuk
yerine hamlecilik ve devrimciliğin kabulü zaruridir. Çok güzel hazırlanmış
plânlar ancak bu suretle realize edilebilir. Türk halkının arzularının
karşısında değil bizzat halkın içinde olmak halkla: beraber çalışmak
en lüzumlu unsurdur.
Süratli
bir İktisadi kalkınma ile paralel olarak cemiyetin manevi değerlerini ayakta
tutacak ve birlikte inkişafını sağlayacak tertip ve tedbirlerin lüzumuna da
inanmaktayız;»
Sual
«Sizce ne gibi Reformlara ihtiyaç vardır?»
Cevap
«— Bu sualin cevabını hemen ayaküzeri vermek imkânı olmadığını, tahmin
edersiniz. Yeni Anayasamızda mevcut reformların dinamizme kavuşturulması şahıs
ve zümre menfaatlerinin üzerine çıkılması, küçük hesapların geriye itilmesi ilk
şarttır.»
Sual
«27 Mayıs İhtilâlinin bu günkü duruma gelmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?»
Cevap
«— 27 Mayıs Sosyal Problemlerin su yüzüne çıkmasına vesile teşkil etmiştir.
Bununla beraber 27 Mayıs’ın gayesi sadece bir partiyi kapatmak, sonrada yeni
bir Ana-?. yasa ve bazı hukukî yahut siyasi kusurlar meydana getirmekten ibaret
görülemez.»
i,
? Sual «14 lerle birlikte 22 Şubatçıların bir parti kurmaları
düşünülebilir mi?»
Cevap
«— Yalnız 22 Şubatçılar ve 141er değil, bütün müs-bet düşünenleri içine alacak
bir kadroyu meydana getirmek bakımından parti kurmak belki faydalı olabilir.
Fakat bugünkü ortamda yeni siyasi mücadele ve polimiklere yol açabilecek
teşebbüslerden kaçınmanın memleket menfaatlerine daha uygun düşeceği
kanatindeyiz. Gürültülü kuruluşlara gitmeden de ideallerin mücadelesi
yapılabilir. Partili partisi içinde, partisiz çevresinde, yazar basında, millet
vekili Mec-; liste, işçi sendikasında bu ideallerin şuurunu duyar ve
duyurmaya çalışırsa daha faydalı birleştirici olur. Şartlar müsaade ettiği ve
lüzum görüldüğü zaman bu fikrin taraftarları bir siyasi teşekkül haline
kolaylıkla gelebilir.»
Sual
«Af tasarısı hakkında ne düşünüyorsunuz?»;
Cevap
«— Türkler tarihleri boyunca kuvvetsize merhamet göstermişlerdir. Ne Varki Af
Kanunu siyasi maksatlarla ve karşılıklı olarak istismar edilmesi üzücü
olmaktadır?»
Sual
«İşçi hakları sizce ne şekilde verilmelidir?»
Cevap
«— İşçi haklarını bütün veçheleri ile Batı Milletleri işçi hakları seviyesinde
mütalâa eden ve bu hakların verilmesinde batı milletlerini örnek olarak alan
ilerici bir görüşle halledilmesini benimsiyoruz. Teşri ve icra organlarda
fiilen işçiyi temsil eden uzuvlarında bulunmasını prensip olarak kabul
ediyoruz.
İşçi
hakları meyanında medeni insanların ihtiyaçlara kavuşmayı temin edecek yolun
açık bulundurulması ve emek karşılığı işçinin bu yolda bırakılması temel
görüşümüzdür.» Sual «Toprak işçisi ile sanayi işçisi arasında fark gözetiyor
musunuz?»
Cevap
«-— Süratle kalkınmanın toprak reformuna bağlı olduğunu inanıyoruz. Bu reformun
realist bir görüşle süratle tatbikine azimli ve kararlı bulunulması şarttır.
Köylüyü
toprağın sahibi kılmak, geniş ve adilâne bir kredinin iyi plânlanmış bir
kontrol sistemine bağlamanın lüzumunu memleket menfaatleri, millî itibar ve
refahımız için birinci şart olarak kabul etmekteyiz, işçinin olduğu gibi
çift-çininde temsilciliğini uygun görmekteyiz.»
Sual
«Faşizmin olduğu yerde ben yokum dediğiniz doğrumudur?»
Cevap
«Evet.»
İstanbul’a
GELİŞİMİN ASIL SEBEBİ ŞUYDU :
·
a.
Orhan Kabibay yurda döndüğünde, temas ettiği muhitlerde (Basın ve Üniversite)
14 lerin propogandası yaparken 22 Şubatçılarm fikirsiz olduğunu, herşeyin,
kendilerine ait olduğunu söylemiş, 22 Şubatçılar, kaba bir askeri kuvvet ve 14
1er namına iş görenler diye tanıtmaya çalışmıştı.
·
b.
İkincisi Necati, Dündar, Kaplan triosu maalesef bu fikirleri
işliyorlardı.
·
c. Üçüncüsü,
İstanbul 'muhitine de 22 Şubatı bir tanıt- b mak istiyordum.
Bu
kararım çok ani oldu. Ve hiçkimseye danışmadan verdim. Bazı arkadaşlar arasında
iyi karşılanmadı, hele Necati, Dündar İstanbul’a yâlnız gitmemi istemediler,
çünkü onlar, Orhan Kabibay’ın bıraktığı izlerin silinmesini istemiyorlardı. Ben
işin farkında idim. Hiç kimseyi dinlemeden İstanbul’a gittim. Beraberimde,
Rıfkı Ertem ve Mustafa Pakoba vardı. Bu arkadaşları götürüşüm bile tenkit edil-
j di. Fakat ne yapayım ki en sadık arkadaşlarım bunlardı.
...İstanbul’daki
seyyahatim çok muvaffakiyetli geçti. Bü- -tün matbuatla tanıştım. İleri gelen,
gazetecilerle görüştüm, i Fikir münakaşalarını rahatlıkla yaptım. Atatürkçülük
görü- - şümüzü bilhassa, Falih Rıfkı bey’e, Nadir Nâdi bey’e izah ettim.
Üniversitede ki temaslarım da başarılı oldu. 22 Şu-batçılan su üstüne çıkarmaya
gayret ediyordum. Bu durum içimizdeki 14 cüleri her nedense memnun etmiyordu.
Gerek Türkeş’ciler, gerek Orhan Kabibay’cılar sinsi sinsi aleyhime
çalışıyorlardı, yıkıcı propogandalarma daha şiddetle devam ediyorlardı. Ama
hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi hareket ediyor hiç kimseyi drr-yüzlemiyordum.
Herşeyin sırası vardı.
Orhan
Erkanlı’yı severdim. Çok eski ve komite arkadaşımdı. Zeki ve Enerjikdi. Fakat
M.B.K. üyesi .olduğu zaman değişmişti. Kendisine bir büyüklük gelmişti. Burada
eski bir anımı hatırlamadan geçemiyeceğim. Kore’den döndüğüm zaman ilk defa B.
M. Meclisindeki Sezai Okan’ın odasında Erkanlıy’la karşılaştık. Aynı odada
başka bir masada oturuyordu. Belki çok dalgın ve meşguldü, bilmem. Ancak yarım
: saat sonra beni tanıyabildi. O zaman yerinden kalkıp hoşgel-din diyebildi. Şu
tavizde bulundu. «İşte yarbayım, bizleri t bırakıp Kore’ye gittiniz. Biz bu
işleri başardık yürütüyoruz, j Acı acı kendisine bakarak güldüm. «Ya öyle mi
oldu, hayır-: lısı olsun» dedim. ’ Yerine oturdu. Çok değişmişti. İnsanlar L.
mevkileri büyüdükçe, hazımsızlıkları nisbetinde değişebili-yorlardı. 13 Kasım
1960 harekâtına kadar ne onunla, nede Or-. han Kabibay ile doğru dürüst
konuşabildik. Kimseye mete-: lik veren durumları yoktu.
(Türkiye’ye
gelişinde eski günlerini unutmuştu. Fethi Gürcan ile nezaket ziyareti yapmak
için evine eski bir arkadaş olarak 'gittim. Kendisine şu tavsiyede bulundum.
-Sakın Basın ile yakın temasa geçme. Yıpranırsın, yurda ayak bastığından beri
yanlış tutumdasın- dedim. Lâkin benim tavsiyemi hafiften aldı. Çünkü halâ
kendilerini eski M.B.K. ki zamanındaki gibi selâhiyetli görüyorlardı. Neticede
ne olduğu malûmdur. Son Havadis gazetesinde «Sokaktaki Adam» sütununda hakkında
yazılanların hesabını görmeden Türkiye’den kaçıp gitmeyi uygun gördü.)
Türkiye’ye
geldiği günlerde bazı teşebbüslere girişti. Eski kıta arkadaşlarını yokladı.
Zırhlı Birliklere çok güveniyordu, büyük bir telâş ile kuvvet yoklaması yaptı.
Netice-, den pek memnun olduğunu zannetmiyorum.
Onlarla
ilk resmî toplantıyı gene Necati Ünsalan’ın evinde yaptık. Fikriyat «Doktrin»
hususunda esaslı bir hazırlıkta yoktu. Toplantıda 14 lerden, Fazıl Akkoyunlu,
Münir Kö-seoğlu’da vardı. Hele onlar fikir sahasında çok boştular.
Toplantıda:
Erkanlı ile ordudaki kuvvet ve görüşlerimiz konusunda aramızda şu şekilde bir
tartışma da oldu. Erkan-lı bana «—Sen ordudaki ekseriya temasları Binbaşı
rütbesindeki subayların aşağısmdâkilerle sağlıyormuşsun. Binbaşılar ve tabur
kumandanları bu vaziyeti hoş karşılamıyorlar üzülüyorlar. Sen Harp Okulu’ndan mezun
ettiğin 600 Teğme-ninemi güveniyorsun.» dedi. Bunun gibi zavallılar benim
ordudaki kuvvetimi ve teşkilâtımı hiçbir zaman takdir edememişlerdi. Bir türlü
hakikatleri görmek istemezlerdi.
Bende
kendisine: «O belli olmaz. Yalnız, şunu unutma 27 Mayıs’ta Tank taburlarını
belki senin gibi binbaşılar çıkardı ama, bundan sonra birlikleri ve Binbaşıları
genç subaylar önüne katarak çıkaracaklar, keşke senin söylediğin gibi
binbaşılar da bu dâvaya genç subaylar gibi baş koysalar. O zaman ben teğmen,
üsteğmen, yüzbaşı ile neden vakit geçireyim.» dedim. Tabii inanmadı.
Türkiye’den uzakta, cepte bol para, altta Mercedes ile Avrupa’larda memleket
realiteleri görülemez, onlar eski haşmetleri ile Türkiye-deki zinde kuvvetlere
hükmedeceklerine inanıyor ve aldanıyorlardı. Samimi tavsiyelerimizden ve bazı
kıymetlendirmelerimizden hoşlanmıyorlardı. Çünkü 14 lerin silinmek üzere
olduklarını görünce gayet haklı olarak üzülüyorlardı. Halbuki dışarda
bulundukça, Türkiye’den kendilerine hulus çakanlar, başka türlü haberler göndermişler,
onlarda kendilerini eski Jön Türkler gibi görüp Türkiye’nin yegâne kurtarıcısı
olarak beklendiklerini zannetmişlerdi.
KOORDİNASYON
TOPLANTILARI
İ4
1er halâ kendilerini M.B.K. si zamanında devlet idare ettikleri için o büyüklük
kompleksinden kurtaramıyorlar, halâ uçakla göglerde uçup bir türlü ayaklarının
yere değdiğinin farkında olamıyorlardı. Bizler ise hayatta onların çıktığı
Devlet idaresi mekanizmasında daima destek görevinde kalmıştık. Zaman zaman
memleketin mukadderatına tesir edecek rollerde bulunmuştuk, fakat tevazudan
ayrılmamıştık. İcabında hiç olmuştuk. Fakat sıfırdan başlamasını bilmiştik.
Hele ihtiras sahibi değildim. Hayatta hiçbir zaman 'şahsımı ilgilendiren
meseleler üzerinde durmamıştım. Ama buna da kimseyi kolaylıkla inandıramamıştım.
Çünkü inanmak istemeyenlere karşı normal bir hâdise sayılmazdı. Fakat dünyada
herşeyin müstesnası da olduğu unutulmamalıdır.
Erkanlı;
askeri kuvvet yoklamasından sonra siyasi faaliyetlere girişti. Basın,
Üniversite, Parlemento, eski M.B.K. üyeleri devlet reisi ile temaslar yaptı.
İlk
defa bu zümrelerin temsilcileri ile İstanbul’da bir koordinasyon toplantısı
yapıldı, 22 Şubatçılardan da temsilci istenmişti. Selçuk Atakan, Adnan
Çelikoğlu, Mustafa Ok, Kadri Kaplan (O zaman 22 Şubatçı kadrosunda çalışırdı.)
katılmışlardı.
İlk
Koordinasyon toplantısında şu şahıslar bulunmuştu:
O.
Erkanlı, Fazıl Akkoyunlu, Mucip Ataklı, Kadri Kaplan, Muzaffer Yurdakuler,
Sezai Okan, Mustafa Ok, Adnan , Çelikoğlu, Bedii Faik, Celâl Sungun, Prof. Dr.
Cihat Aba-oğlu, Tıp Fakültesi Dekanı Halit Ziya Konur alp, Hukuk Fakültesi
Dekanı Naci Şensoy, Prof. Lütfü Duran, Cemal Yıldırım.
Orhan
Erkanlı bu toplantıdan sonra Ankara’ya geldi. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel ile
görüştü. Koordinasyon faaliyetlerini anlattı. Kendisinin fahri Başkan ve lider
olarak kabul edildiğini söyledi. Cemal Gürsel’de, bu heyet ile ve bizimle gizli
teması sağlamak için iki isim üzerinde durmuş. Alb. Adnan Çelikoğlu ile
Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel Kontenjanından senatör olan Emekli Kur. Alb. Sadi
Ko-çaş. Gürsel neticede de Sadi Köçaş’m üzerinde karar kılmış. Orhan Erkanlı
bize gelip sonucu bildirdi. Bizde kabul ettik. Kendisi de Atina’ya tayin
olmuştu ,ve gitti. Bu faaliyetlerimizden İnönü hemen haberdar edildi. O da
Cemal Gürsel’e giderek kendisini tehdit etti. Bunun üzerine Cemal Gürsel
korkarak bütün vekâletlere gönderilmek üzere bir tamim yayınlamak
mecburiyetinde kaldı. «Eylül 1962. içinde». Koordinasyon toplantısının İkincisi
de Ankara’da yapıldı, o zamanda şu şahıslar iştirak etti.
F.
Akkoyunlu, Cemal Sungur, Kenan Esengil Paşa, Av-ni Doğan, Cemal Yıldırım, Sıtkı
Ulay Paşa, Sezai Okan, Muzaffer Yurdakuler, Kadri Kaplan, Necati Ünsalan,
(Mahkemeler esnasında inkar etti. Zaten çok ciğersizdir. Korkaktır. Nasıl
olmuşta böyle bir şerefli heyete göndermişiz. Yazık bize.) Dündar Seyhan, Bedii
Faik, Prof. Cihat Abaoğlu.
Bu
toplantıda da epey yol alınmasına rağmen, İnönü’nün korkusundan çözülmeler
başladı. Koordinasyon grubunu küçültmek mecburiyetinde kaldık. Koordinasyon
grubunun üçüncü toplantısı yine Ankara’da yapıldı. 22 Şubatçılardan temsilci
olarak Dündar Seyhan, Mustafa Ok gitti.
Burada
esas plânlar açıklanacaktı. Ben Mustafa Ok ile oturup plânı beraberce
hazırladık. Dündar’a bildirdik. Bu toplantıya şunlar gelmişlerdi. Avni Doğan,
Dündar Seyhan, Sıtkı Ulay Paşa, Mustafa Ok, Bedii Faik, Prof. Cihat Aba-oğlu.
Plân
izah edildi. Herkes bu ana çerçeve staratejisi ile hareket edecekti. Nitekim
ettiler. Ben hiçbir Kooridnasyon toplantısına katılmadım. Çok İsrar etmişlerdi.
Ama 22 Şu-batçıları her kuvvetin üstünde tutmak istiyordum. Onun için
daima temsilci gönderiyordum. Bunda da muvaffak oldum. Arkadaşlar bunun
faydasını ancak neden sonra anlayabildiler.
Plânın
ana hattı şunlar idi :
Baş
Operasyonu Resisicumhur Cemal Gürsel’e aitti.
·
a.
Etrafını sarmış çıkarcılardan kurtarmak (Tayin su-retile).
·
b.
İnönü baskısından kurtarmak.
·
c.
Kooalisyon hükümetlerinin yıkılışında başka bir Başbakanın seçilmesi için
empozelerin yapılması.
KURT
ADAM OPERASYONU : İnönü.
·
a.
Yıpratılması c Basında, Zinze kuvvetlerde, Partilerde.
ı
·
b.
CHP içinde karşısına hizip bir kuvvet çıkarmak.
ŞÖVALYE
OPERASYONU : Silâhlı Kuvvetler.
·
a.
Çengel tatbikatı, Ordunun alt kademesini, gövdesini generaller kademesine
takmak.
·
b.
Muşta tatbikat : İcabı halde kumanda kademesinin yapacağı bir ihtilâl
harekâtının üzerinden geçmek veya şartlar tahakkuk ettiği zaman insiyatifle
hareket etmek.
Basın
Operasyonu : Atatürkçü yazarları bir camiada toplayıp 22 Şubatçıları
desteklemek.
Üniversite
Operasyonu : Başta İstanbul Üniversiteleri olmak üzere (Kemalizm fikirleri
yayılacak 22 Şubatçılar desteklenecek.)
Parlemento
Operasyonu : Parlementonun Atatürkçü milletvekilleri bir cephede toplanarak,
Meclis çalışmalarında faydalı olacak.
Mali
Yardım : Bu sahada ordu mensubu küçük rütbeli arkadaşlar ve 22 Şubatçı
emeklileri ve birkaç kişi hariç hiçkimseden hemen hemen yardım kabul etmedik.
(24
Mart 1963 hâdiseleri arifesinde bir partili tarafından bana bir milyon lira
getirildi. îki milyon daha getireceğini vaadetti. Fakat çantayı kapaması ile
koltuğunun altına alıp gönderilmesi arkadaşlarım tarafından sağlandı.) Fakat ne
yazık ki 21 Mayıs 1963 ihtilâlinin hemen ikinci günü radyodan bizim bazı
şahıslardan 100 binlerce lira aldığımız utanmadan hiçbir esasa dayanmadan ilân
ettiler. Hayatta maddiyata bağlı insanlar değildik, Hele benim bu vadide hiç
bir zaman en ufak bir isteğim ve hatam olmamıştır. O radyo' konuşmalarını
yaptıranlar her insanın kendileri gibi para ile satın alınacağını, zanneden
zavallılardır.
30
Ağustos Sulh Taaruzu : Ağustos 1962 ayının sonlarına doğru idi. Memlekette
huzursuzluklar gittikçe fazlalaşıyordu. Arkadaşlarla Alb. Turgut Alpagut’un
bahçeli evlerde kayınpederinin evinde toplandık. Hâdiselerin
kıymetlendiril-melerini yaptım. Durum şöyle idi : 27 Mayısın karşısında olan
intikamcı partiler kitle halinde birleşmiş durumda faaliyetlerine devam
ediyorlar ve Türkiye’nin cahil kitlesinin ve intikam hisleri besliyorlardı.
Diğer tarafta Atatürkçü cephe açılmış bir elin parmakları gibiydi: Şöyleki:
'
/ a. Silâhlı kuvvetler ,birçok gruplara ayrılmış (22 Şubat hâdiseleri ile).
b.
Üniversite aynı durumda.
f
c. Atatürkçü geçinen Parlemento üyleri ve CHP aynı durumda.
f
d. Basın aynı durumda.
e.
Tarafsız münevver vatandaşlar aynı durumda.
Toplantıda
bu açıklamadan sonra şu gerçekleri ortaya koydum:
«Gaye
: Başta silâhlı kuvvetler olmak üzere bir bütünlüğe varmak esastır. İlkönce
silâhlı kuvvetlerde, bilhassa Hava Kuvvetlerinin 22 Şubat olayları sırasında
yapmış olduğu hatayı ortadan kaldırmak için esaslar arıyalım. İkincisi 22 Şubat
öncesi bizimle birlikte orduda çalışan ve bilhassa 21 Ekim - 9 Şubat
protoköluna imza koyan şahıslarla ' bugüne kadar temas edemedik. Onlarda
bizleri aramadılar. Çekindiler. Çoğu Albaylığın son senesinde. Paşa olacaklar.
Bir kismı da terfi sırasındalar. Ama 30 Ağustostan sonra bu tehlike.kalmaz,
herkes eskiden iyi tanıdıkları, ile temas eder. Fikirlerini öğrenebilir,
işbirliği yapabiliriz.»
Diğer
Atataürkçü cephelerle teması sağlar bütün zinde kuvvetleri birleştirebilirsek
yüzde yirmi de olsa organize kuvvet olarak silâhlı kuvvetler destekte olduğuna
göre şuurlu ve münevver bir kitle, memleketin mukadderatına daima hâkim olur.»
dedim. Bu ana fikir içinde çalışmalara başladık.
Silâhlı
kuvvetlerde yeni tayinler yapıldı. İstanbul’da bulunan generaller ve yeni
general olanlar, Ankara’da kıta kumandanlıkları hariç, Pasif vazifelere
alındılar. Yavaş, yavaş, birer, ikişer bunlarla temas edildi.
İçlerinden
Korgeneral Fikret Esen Paşa, Tuğgeneral Faruk Gürler, Tuğgeneral Rafet
Ülğenelp, Tuğgeneral Yusuf Akmansu, Tuğg. Suat Aktulga, Tuğg. Recai Baturalp, ?Kor.
General Refik Tulga, Hâkim Tuğg. Rıza Tunç ile çeşitli yollardan münasebetler
kurduk. En iyi aracılığı da Jandarma Genel Komutanlığı Kurmaybaşkanı Ruhi
Ahıskalı yapıyordu.
Senatör
Burhanettin Uluç tarafından, Hv. K. K. İrfan Tansel, K.K.K. Kurmaybaşkanı Nazmı
Karakoç, yoklandı ’ esaslı bir ses vermediler, çekingen davrandılar. Fakat bu
sahada epey yol alındı.
O
zamanlarda Hava Kuvvetlerinde, Hava Cuntası hemen hemen her şeye hâkim
vaziyetteydi. Bunlar (Hv. K. Kur. Bşk. Tuğ Gnl. Hüsnü Özkan, Kur. Alb. Halim
Menteş, Hv. Alb. Fevzi Arsın, Kur. Alb. Tufan Akkoc, Hv. Bnb. Hüsa-mettin
Tamer, Hv. Generali Şefik Akay, Hv.; Bnb. Avni Güler, Tabii Senatör
Mucip Ataklı, Haydar Tunçkanat, Ema-nullah Çelebi, birde 28 Tüm. K. General Nuri
Hazer.)
Bu
şahıslar Korgeneral İrfan Tansel’i etkileyerek, CHP kanadı ile çalışıyor, İsmet
Paşa’nın gözdesi gibi vazife görüyorlardı. Birde bunlara paralel olarak aynı
gayede çalışan Ekrem Acuner grubu vardı, sonradan bu (M.D.Ö.) Millî Devrim
Ordusu diye 2 Ekim 1962 hâdiselerinde hortladı. Hava kuvvetlerindeki cuntadan
büyük yardım görüyorlardı. Ama harice karşı dargınmış, birbirleri ile hiç
alâkaları yokmuş gibi hareket ediyorlar, ama esas hedefte birleşi-yorlardı. Her
zaman böyle olmuştur. 13 Kasım 1960 da 22 Şubat 1962 de de aynı ekipler, 27
Mayıs İhtilâlini CHP hesabına dejenere etmişlerdir.
İşte
bu cuntanın en kuvvetli zamanında ben herşeyi unutarak memleketin gidişatını
iyi görmediğim için (Çünkü Adalet Partisi gemi azıya almış kongrelerini yer yer
yapıyor 27 Mayısçılardan intikam almak için taraflarını hazırlıyordu). İş
birliği yapmamızı gene eskisi gibi beraber çalışmamızı teklif ettim, bu
teklifimi emekli kurmay binbaşı Rauf Gökçe ile Hv. Kuvvetleri Kurmay Başkanı
Hüsnü paşaya gönderdim. İlk anda iyi karşılamıştı. Rauf ümitli döndü. Fakat
Hüsnü Paşa esas fikirdaşlarına danıştıktan sonra bir tehlike varit olmadığını
bildirdi, teklifim red edildi. Fakat başka kanaldan devam ettim. Bu sefer
yüksek mühendis Naim Okyay, her iki grubunda müşterek dostu idi, bu sefer o
Halim Menteş, Fevzi Arsın, Tufan Akkoç ,Nuri Hazer, Emanullah Çelebi, Avni
Güler ile müteakip görüşmeler yaptı. Bazılarında Rauf Gökçe’de bulundu. Bir
keresinde emrivaki ile Kur. Alb. Emin Arat’ta bulundu, fakat arkadaşları ikna
edemediler. En nihayet, Mucip Ataklı’ya bir temsilci daha gönderdim, fakat
netice alınmadı.
Aracılar
vasıtası ile bana gelen en son cevapta şöyleydi :
«Talât
artık hiçbir kuvvete sahip değildir, tamamile zayıfladığını hissettiği için
bizim kuvvetimize sığınmak istiyor. Kendisi ile iş birliği yapamayız.»
Bunu
duyduktan sonra aramızdaki farkı anladım ben, zsağduyu sahibi idim
onlar gayri samimi idiler. Çünkü o anda büyük kuvvet sahibi olduklarını
zannediyorlardı. Küçük dağları yaratmış bir eda ile tekliflerim red edilmişti.
Derhal teması kesmekten başka çâre bulamadım. Çünkü görüş ve kıymetlendiriş
tarzlarımız uymuyordu. Aksi gibi aleyhimde de yıkıcı bir propagandaya geçtiler.
Akıllarınca ordudaki taraftarlarıma beni küçük düşüreceklerdi. Ana netice malûm
11 Havacı meselesi zuhur ettiği zaman akılları başlarına gelmişti. Ama iş işten
geçmişti, çünkü siyasiler CHP İsmet Paşa’da kendi cuntası olan bu ekibi bütün
çırpınmalara rağmen kurtaramamıştı. Korg. İrfan Tansel onlara da ihanet
etmişti, aynen 22 Şubatta bizlere yaptıkları onların da başına gelmişti,
o sırada daha emekli olmamışlardı, kararlarını bekliyorlardı. Kur. Alb. Necati
Ünsalan vasıtası ile bizimle birlikte bir ihtilâl harekâtı yapmayı teklif
ettiler, ama ben red ettim. Bu insanlar ancak menfaatleri sarsıldığı ve
mevkileri elden giderken ihtilâl hareketini mübah görüyorlardı, ben aynı
düşüncelerde hiç bir zaman değildim. Necati Ünsalan, bana bu yüzden kırgındı. Ö
zaten daima havacılar ve 14 lerin Kabibay kanadında rol almıştır. 22
Şubat gecesi de havacılarla olan münasebeti malûmdur. Bu sebebten 22 Şubatta
ilk emekliye sevkedilen bizler arasında yoktu. 22 Şubat gecesi hizmetlerinden
ötürü havacılar tarafından cemile olarak emekliye sevkedilmemişti. Fakat ertesi
gün bir yanlış hareketi yüzünden o da emekli olduğunu söyler. Ünsalan’m
anlattığına göre; 22 Şubatta dört arkadaşla Genelkurmay’da tevkif edildiğimiz
zaman buraya gelip bizim lehimizde yaptığı bir konuşma yüzünden emekli olmuştu.
(Bu olayı da emekli olduktan sonra otuz defa başımıza kakmış çok basit ruhlu
bir insandır).
11
Havacının emekliye şevklerinde benim gazetelere verdiğim beyanatın çok büyük
tesiri olduğundan, bana hepsi çok kızarlar, bunu bilirim. Bizi zorlamasa
idiler, düşenlere Vuracak değildik. Birgün evvel Hava Alb. Fevzi Arsın
Cumhuriyet Gazetesine daha asker olduğu halde bir beyanat verdi. 22 Şubatı
durduranlar ve demokrasi kahramanları olarak kendilerini tanıttı. 22.
Şubatçıları demokrasi düşmanı olarak suçladı.
Bunun
altında kalamazdık, nasıl sahte demokrasi kahramanları ve İsmet Paşanın
taraftarları olduklarını ispat etmek için bir açıklama yaptım. Bu açıklamadan
sonra orduda kalmalarına imkân kalmadı.
Bunların
cezalandırılmalarını Cumhurbaşkanı istedi, İsmet Paşa ise aflarını teklif etti.
Cevdet Sunay da, Genelkur-may’da vazife görmelerini istiyordu.
Devleti
idarede selâhiyetli üç mesul başın görüşleri ve temizlenmek istenen hava
cuntasını (Esas ismi Malatyah’lar Cuntasının hava kanadıdır. İsmet Paşa -
Malatya Milletvekili olduğu için bunlara bu isim takılmışdır.)
Bunların
durumuda Büyük Millet Meclisinde, ve Türk Milletinden İsmet Paşa tarafından
saklanılmış ve örtbas edilmiştir. Çünkü kendi sadık adamlarının CHP adına
yaptıkları ihtilâl teşebbüslerinin açığa1 vurulması İsmet Paşanın
işine gelmemiştir.
30
Ağustos'sulh taarruzundan sonra günler ilerledi, meşhur 2 Ekim 1962 hâdiseleri
meydana geldi geçti.
Orhan
Kabibay ikinci defa Türkiye’ye geldi, fakat bu sefer birinci gelişindeki vasatı
da bulamamıştı. O da sağa sola başvurdu. Bazı kuvvetler aradı, boş çıkmasına
rağmen liderlik pozisyonunu elden bırakmak istemiyordu.
22
Şubatçılar olarak onunla yeniden 14 1er konusunda görüşmemiz gerekiyordu. Bu
konuşmayı yapmadan önce 22 Şubatçılar kendi aramızda bu konuda bir anlaşmaya
varalım diye toplantı yaptık.
Necati
Ünsalan’ın evindeki toplantıda şu şahıslar vardı:
Ben,
Emin Arat, Deniz Alb. Galip Gültekin, Necati Ün-salan, Dündar Seyhan, Turgut
Alpagut, Mustafa Ok, Bahtiyar Yalta, Cevat Kırca, Fethi Gürcan, Daniş Çağlar,
P. Bnb. Osman Üçök.
Oturum
sinirli bir hava içinde başladı. Dündar Seyhan herzamanki gibi içkili idi,
konuşmaları tecavüzkârdı. Nihayet, ağırlığım ortaya koyarak, şu teklifi yaptı:
«14
1er ikiye ayrılmıştır: 1) Türkeş taraftarları, 2) Orhan’lar taraftarları.
Türkeş ile birleşmemize imkân yoktur o hâlde Kabibay kanadı ile hemen
birleşelim, şartlarım da şu şekildedir.» dedi.
Dündar
Seyhan'ın yaptığı teklif :
·
1 — Orhan
Kabibay kanadı 22 Şubatçılarla ancak şu şartlarla birleşebilir :
·
a.
Orhan Kabibay 22 Şubatçılarında lideri olacak. «Bu fikirden ben
vazgeçirdim.»
·
b.
Yahutta Aydemir ile liderlik mevzuunda kendisine eşit hak tanınacak.
·
c.
Bunlar kabul edilmezse birleşme olmazsa ben Orhan Kabibay’m liderliğini kabul
edip sizlerden ayrılacağım. Tabii giderken de birkaç kişiyi götürürüm.
AYRILMAK
İSTEYEN
GİDER
Şayet
beni Kabibay’da kabul etmezse ben Aydemir’e karşıda gelmem. Köşeme çekilir
otururum. Hiç bir şeye karışmam, dedi. Bunda kararlı idi. Çünkü daha önceden
yapılmış bir plâna göre konuşuyordu.
Bunun
kabul edilemiyeceği aşikârdır. Liderlik, kumandanlık tecezzi kabul etmez dedim.
Toplantıya son verildi. Ayrıldık, yolda arkadaşlarla giderken gecenin
muhasebesini yaptık. Dündar ile ayrılışımın hakiki sebebini ortaya koyduk.
Dündar, arkadaşlık, vefakârlık duygusu ile hakikaten x Kabibay’a
bağlı idi. Takdire şayan bir durumla erkekçe bizden ayrıldı. Bu ayrılıştan
sonra pişmanlık duymuştu ama yaptığı bütün yaklaşma teklifleri reddedildi.
Çünkü bu olayın ertesi günü şöyle bir prensip kararı vermiştim.
«A
— 22 Şubatçı kadrosunda kimse karar alınmak sureti ile ihraç edilemez.
B
— Herkes inandığı liderin peşinde gitmekte ve istediği kadroda yer almakta
serbesttir. Kendi yerini kendi seçer.
C
— Bir şahıs yeni seçtiği kadroda kalır. Pişman olduğuna kanaat getirilirse dahi
tekrar eski kadroya dönemez. Bulunduğu yerden müsbet olarak yârdım edebilir.»
Bu
prensibe göre Dündar Seyhan’ın geri gelmesine imkân kalmamıştı. Sırası ile
Necati Ünsalan, Kadri Kaplan, Daniş Çağlar, Ruhi Soyuyüce, Muammer Şahin,
Dündar’ı takip edip ayrıldılar. Asım Mutludoğan sarsıntı geçirdi, onlara
iltihak etmedi. İçimizdeki genç subaylardan, Türkeş’çi
olarakta,
Üsteğmen. Mikael Erk, Teğmen Naci Özcan, Teğmen Acar Okan, Üsteğmen Ergun
Özgen, Teğmen Güngör Eraslan ayrıldılar. Geri kalanları da 22 Şubatçı olarak
kabul ettik. Yeni bir şevki idare karargâhı ile çılışmalarımıza de-vam ettik.
Yeni Karargâh, Ben, Emin Arat, Galip Gültekin, Fethi Gürcan, Mustafa Ok, Turgut
Alpagut, Bahtiyar Yalta-dan ibaret yedi kişi idi. İstanbul’da da Cevat Kırca,
Osman Deniz, idareci idi.
Bu
ayrılmalardan bir müddet sonra 14 lerin her kanadı da çok yıkıcı bir şekilde
aleyhimizde kötü propogandalara başladılar.
Bu
arada sekiz Kasımda arkadaşlarla bazı görüşmeler yapmak için tekrar İstanbul’a
geldim. Basın mensupları ile tekrar görüşmek fırsatı meydana geldi.
Büyük
Atatürk’ün ölüm günü İstanbul’dan ayrılırken benimle konuşan gazeteciler,
Atatürk’ün ölüm günündeki düşüncelerimi sordular onlara şunları söyledim:
«Atatürk
sağ olsa idi, bugünkü memleket gerçekleri karşısında tekrar Samsuna ayak basar
ve mücadeleye yeni baştan girişirdi. Bizde kendimizi Atatürk’e af
ettiremezdik.»
İstanbul’daki
temaslarım hakkında da şunları söyledim:
«Münevver
düşünürleri her türlü tesirlerin dışında geleceğin Türkiye’sinin dâvaları ile
başbaşa, inançlı ve güvenli buldum. Bütün çözülmesi gereken problemlerin
temelini iktisadi doktrinlerin teşkil ettiği konusunda müttefikiz. Halkı işsizlikten
şikâyetçi, gittikçe artan ızdırapları ile başbaşa gördüm. Huzur ve emniyetin
bekamız için şart olduğunu, halka iş sahaları açmakla iç huzurunun geleceğini,
çalışma zevkini, kazanma tadımı olan insan kitlelerinin küçük politika
oyunlarından uzak kalacağı inancı içindeyim.
Günün
ve geleceğin şartlarına uygun işçi haklarını tanımak ve onları ayakta tutacak
müesseseleri kurmak gerçek dâvamızdır.
İktisadi
görüşümüz, Kemalizm doktrini içinde ifâdesini bulur. Biz hayata uymayan hayalci
katı ve statik düşünceden ziyade, gerçek devrimci bir anlayışa sahip olmak,
ferdin ve toplumun hak etme esasına uygun varlık ve geçim kaynaklarını
düzenlemek arzusundayız. Serbest teşebbüsle toplum menfaatlerini bağdaştırmak,
halkın yapacağını halka, devletin yapacağını devlete yaptırmak suretile
istikrarlı, muvazeneli, aktif ve gelişen bir istikamette yaşama seviyesini
yükseltmeyi düşünüyoruz. Mevcut iç kaynaklarımızı faaliyete geçirmek ve
gittikçe artan bir tempo ile işletmek bütün güçleri bu potansiyel kaynaklara
tevcih etmekte fayda görmekteyiz.»
TÜRKEŞÇİLERİN
SÖZLERİ
Türkeşçilerin
hakkımda yaptıkları aleyhte propoganda-lar şöyleydi:
1
— Sosyalist şahıslarla konuşuyor. Temasta milliyetçi değildir, komünisttir.
·
2
Hakiki lider Türkeş’tir. Zaten Aydemir hiçbir za
man
lider olacak evsafta insan değildir.
·
3
— Yön gazetesi okuyor, Harp Okulu talebelerine Kızı
lay’da
selâm aldırıp geziyor.
Bu
şekilde ipe sapa gelmez lâflarla ordudaki genç subaylar arasında kesif bir
faaliyet yapıyorlardı. Bu fikirleri
Muzaffer
Özdağ
işliyenler
Muzaffer. Özdağ, Kardeşi Muammer Özdağ, Emekli Üsteğ. Mihail Erk (Özdağ’m
kayınbiraderi) Emekli teğm. Acar Okan, Teğm. Naci Özcan, Emekli Yzb. Fuat Özgür,
Emekli Kur. Alb. Muammer Şahin (Bu herkezden ileri idi.).
22
Şubat Gecesi harekâtı bıraktıktan sonra bende mevcut olan bütün dokümanları
çalışma zabıtlarını, harekât için ve harekât sonrası için yapılan plânları ve
protokolları havi yazıları o gece Piyade Teğm.. Bekir ile Jandarma Teğm. Cengiz
Katum’a teslim etmiştim. Bu iki teğmen emanete hıyanet ettiler. Bu vesikaları
ne kadar getirip bana teslim etmelerini istedi isemde getirmediler. Ve Muammer
Şahin’e verdiler. O da bunlara güvenip bizi tehdit etti. Güya o vesikalar
içinde benim komünist olduğuma dair yazılar varmış sağa sola gerçek olmayan
şeyler yaydı. Benim vesikalarımdan, yakın arkadaşlarımda haberdar idiler. 22
Şubat öncesi herkes onları okumuştu. Fakat insanların bu türlüsü her türlü
iftirayı herkese sürmekte tereddüt etmezler. Bu şahsın ne kadar kötü fikirler
beslediğini de bizzat kendisi tarafından Topçu Albay Agâh Günal’a anlattığı bir
açıklamasını buraya yazmadan geçemiyeceğim.
22
Şubat 1962 gecesi Muammer Şahin, Konya’dan gelmişti. Kendisi bunu şöyle
anlatmış : «Ben Harp Okulu’na milliyetçilerin, yani Türkeş’çi asteğmenlerin
özel (Tanrı Türkü korusun) parolası ile girdim. Ne kadar Türkeş’çi Asteğmen
varsa topladım. Eğer Aydemir harekâtı başlatmış olsa idi, derhal Aydemir’i
öldürecektik. Ertesi günü Tür-keş’i uçak ile getirip harekâtın lideri
yapacaktık.» diye esas gayesini ortaya koymuş. Demekki içimizde arkadaş diye
bağrımıza bastığımız ne kara yılanlar varmış. Neler düşünebiliyorlar mış. Bu
şahıs kendisini milliyetçi bir subay olarak tanıtır esasında, mukaddesatçı ve
nurcu bir şahıstır. Sondadan yaptığım tetkiklerde ne mal olduğunu iyice
öğrendim. 27 Mayıs 1960 sonrası 13 Kasım harekâtı oluncaya kadar İstanbul’da
Emniyet Müdürlüğü yaptı. Kur. Yarbay Daniş Çağlar’dan o sıradaki vazifesinde
yaptıklarının hepsini öğrendim. Bu gibi insanlar 13 Kasımdan sonra hemen bir
kenara itilmiş pasif vazifelere getirilmişlerdi. Bunları onöre etmek için
çalıştım. Harp Okuluna çağırdım. Aynı ideal uğruna çalışmak üzere kendi
tabancamın üzerine yemin ettirdim. Ordu içinde eski şahsiyetlerine
kavuşmalarına yardımcı oldum. Şimdi karşılığını da bu şekilde görüyordum. Aynı
Muammer Şahin, Orhan Kabibay ile geldiği zaman peşinden ayrılmayan bu seferde,
Daniş Çağlar ile birlikte onun liderliğini kabul edenler arasında idi. Halâ
nerede olduğunu iyice anlıyamadım. Anladığım bir şey varsa, bir numaralı
menfaatperest kuvvet nerede ise o yana kayan nankör bir tip olduğudur. Necati
Ünsalan’ında çok iyi arkadaşıdır. İyi uyuşurlar. İstikbalde hepsinin
akibetlerini Allah gösterecektir. Şimdiki halde yerini, Dündar Seyhan ve Necati
Ün-salan’m dahil olduğu grup içinde seçmiştir.
O.
Kabibay Kanadı :
Bu
zümreye bizden ayrılarak katılan S Şubatçılara daha evvel ayzmıştım. Bunlar 11
Havacı ekibi ilede birleşecek şöyle yeni bir kadro teşkil etmişler, ve adlarını
(27 Mayıs( Cephesi) olarak tescil etmişlerdir. Ben bu gruba
(Kokteyl) grup ismini takmışımdır. Çünkü karmakarışıktır. Zorla bir dolmuş
kadrosuna itilmiş insanlardır. Mecburiyet tahdmda birleşmişlerdir. Kadrosu
ileri gelenleri şunlardır :
1
— 0. Kabibay, 2 — O. Erkanlı, 3 — Dündar Seyhan, 4 — Kadri Kaplan, 5 — Necati
Ünsalan, 6 — Halim Menteş, (11 Havacı ve üç havacı tabii senatörü temsil eder.
Mucip Ataklı, Emanullah Çelebi, Haydar Tunç Kanat) 7 — İrfan Solmazer, 8 —
Muammer Şahin (Türkeş’i bırakmış şimdi buradadır.) 9 — Daniş Çağlar, 10 — Ruhi
Soyuyüce.
Bu
grubun aleyhimdeki yıkıcı propogandalarıda şöyley-di:
·
1.
Liderlik sevdasında olan hain bir insan hiç bir zaman onun liderliğini
kabul etmiş değiliz^ (22 Şubat’tan ay-rılanlar söyler).
·
2.
22 Şubatta bütün kuvvet elinde iken kütlanamamış korkak bir insandır.
·
3.
22 Şubat gecesi korkudan bayılmıştır, harekâtı sabaha kadar Dündar
Seyhan, Necati Ünsalan idare etmiştir, harekâtı bunlar durdurmuşlardır.
·
4.
Solcularla temas halindedir.
·
5.
Artık ihtilâl yapabilecek bir kuvvet ve kudrete sahip değildir. Peşinden
kimse gitmez. Ona bağlı bütün genç subayları bizler kendimize bağladık.
·
6.
Onunla birleşmemize dahi imkân yoktur. Şayet böyle bir şey olsa, içimizde
beşinci kademede dahi bir yer alamaz.
En
kötüsü şuydu: «Genç Kemalistler Ordusu adı ile beyanname dağıtan, beş subay
tevkif edildiği zaman, Necati Ünsalan, Dündar Seyhan, Kadri Kaplan triyosu beni
bu subayları Millî Emniyete ihbar eden (Muhbir) olarak, Orduya ve etrafa
yaydılar. Hatta benim için ikinci Samet Kuşçu diye bahis ederek beni küçültmek
için bütün zehirlerini ortaya koydular. Tutup tutmadığını bilemem, yalnız
siyasi hayatta ihtiras sahibi olan insanlar yirmidort senelik arkadaşım’ olan,
Necati ve Dündar bu propoğandaları yapmakla nekadar küçüldüklerini sonradan
anlamışlardır. Dündar Seyhan hatasını kabul etmiştir. Ama Necati Ünsalan halâ
nankörlüğüne devam etmektedir.
Her
iki kanadında faaliyetleri de hiç meçhulün olmadı ama ne yaptıysalar zamanla
tesirlerini kaybetti.
Ben
bu tipleri 22 Şubat gecesi de hakiki hüviyetleri ile bilmeyen bir insan
değildim, ama ne yazıkki eldeki kadro bu idi. Hedefimize varıncaya kadar mümkün
olduğu kadar 22 Şubatçı diye tanınan kadronun tüm olarak tutulmasını,
parçalanmamasını istiyordum. Çünkü bu gibi tiplerden uzaklaşmak, gayet kolaydı.
Ama hakiki hüviyetlerini cemiyette henüz belli etmiş değildiler. Şimdi
kendiliklerinden tehlike anında çıktılar. Cemiyet içinde kendi yerlerini
kendileri seçti demektir, herşeyin zamanı varmış. Düşüncelerim de haklı imişim.
Artık bu gibi iki yüzlü tipler benim için bir varlık değillerdir.
TÜRKEŞ'in
YURDA
DÖNÜŞÜ
Bu
hususlarıda anlatmak yerinde olacak. Türkeş yurda 14 lerin tabii lideri olduğu
iddiası ile dönüyordu. Dışarda kaldığı müddetçe Türkiye’deki taraftarları
tarafından yanlış beslenmişti. Fakat buna rağmen Türkiye’deki Milliyetçi
mukaddesatçı zümre ile CHP’nin karşısında olan ve bilhassa İnönü düşmanı olan
kitle üniversitede ilâhiyat fakültesi, imam hatip okulu mensupları, muhafazakâr
grupların desteğini sağlayarak, yurda girip rotasını çizdi. Edirne hududundan
itibaren eski eserleri ziyaret bahanesi ile camileri gezmekle ilk işe başladı.
İstanbul’a Töpkapı’dan, Fatih gibi girmeyi özendi. Karşılayıcıları da o şekilde
karşılama programları çizmişlerdi ki tamami ile şark vari idi. Tabii büyük
fiyaskolar oldu, İstanbul’da yaptığı büyük basın toplantısında. Kendisini
Milletin hadimi olarak tanıtmak istedi. (Türk Milletine Beyanname) diye okuduğu
matbu yazı, Basında ve Türk Kamu oyunda büyük bir alâka görmedi, çünkü hiç bir
yeniliği ihtiva etmiyordu. Taraftarlarında dahi hayal kırıklı meydana geldi.
Basında, geniş tenkitlere uğradı. Bu hale-tiruhiye altında, Ankara’ya geldi.
Türkeş; Ankara’ya geleceği zaman 22 Şubatçılar olarak şöyle düşündük: Orhan
Ka-bibay’m Ankara’ya gelişinde nasıl karşılamış isek, Türkeş’ ede aynı muamele
yapılsın, fark olmasın dedi, Türkeş’i ye-nimahallle civarında otomobil ile
Bahtiyar Yalta, Mustafa Ok ve Fethi Gürcan’ın karşılaması için kendilerini
görevlendirdik.
Türkeş’in
aile efradı Türkiye’ye bir ay kadar evvel dönmüşlerdi. Ailece iyi görüşürdük.
Yurda ilk defa dönünce eşimi alıp evlerine hoşgeldinize gittim. Hanımını
bulamadık. Çocukları ile oturduk. Konuştuk. Ertesi günü kızım Tülin’de eski
arkadaşlarını görmek istedi. Annesi ile tekrar Türkeş’ lere gittiler. Eski bir
dostluk vazifemizi yapmıştık.
Türkeş’in
Ankara’ya gelişinde üç arkadaşım dediğim gibi kendisini karşıladılar. Bende
daha sonra bu üç arkadaşı, Mustafa Ok, Bahtiyar Yalta, Fethi Gürcan, birde
Deniz Albayı Galip Gültekin ile birlikte evine nezaket ziyaretine arife günü
gittim. 15 dakika kadar oturduk. Samimi hislerle ayrıldık. O da bana eşi ile
birlikte Bayram ertesi evimde 15 dakikalık bir iadeyi ziyaret yaptı.
Konuşmalarımız gayet resmî şekilde oluyordu. Türkeş’te bir ağırlık, bir
büyüklük bir yorgunluk hissediyordum. Kendisini çok değişmiş buldum. Büyüklük
pisikozu için de hareketlerini tanzim etmek istiyordu. Etrafındakilerde onu bu
yola sürüklüyorlardı. Aradan günler geçti. Aynı hatalı vaziyetinde devam
ediyor, Basın tarafından yıpratılıyordu.
Bizim
içimizden. Mustafa Ok, ve Bahtiyar Yalta, Muzaffer Özdağ, Rıfat Baykal, Numan
Esin ile sık sık konuşuyorlar ve Türkeş kanadına meyyal gözüküyorlardı. Hattâ
ikimizin karşı karşıya gelerek konuşmamızı istiyorlardı. Karşı tarafın taktiği
şu idi. Türkeş’in lider olduğu fikri ile bir emrivaki yaparak onu tekrar beni
ziyaret ettirmek sur etile etrafa, gazetecilere ve taraftarlarına Aydemir
Türkeş ile görüştü, haberini yaymak istiyorlardı. Altında çeşitli manâlar
yatıyordu. '
Benim
arkadaşlarım anlaşma ve birleşme hususunda samimi idiler. Ama karşı taraf
taktik peşinde idi.
Mustafa
Ok, Bahtiyar Yalta birgün bana bir teklif ile geldiler. «Kumandan sen bu işe
yanaşmıyorsun bari biz ikimiz resmen Türkeş’e bir iyi niyet temsilcisi olarak
gidelim. Bir yakınlık temin edelim. Hatâlı yoldalar, ikaz edelim. Son
vazifemizi yapalım» dediler. Kabul ettim, gittiler. Mustafa Ok, iyi bir konuşma
ile kendilerine iyi niyet temennilerimizi bildirildi. Büyüklük taslaklarından
bir hareket görmedik.
Yalnız
gizli gizli faaliyetlerle bizim içimizdeki arkadaşların bir kısmını kandırıp
kendi kadroları içine çekmek için çaba sarfecliyorlardı. Eh yakında Mustafa Ok,
Bahtiyar Yalta’yı ve son zamanlarda da Emin Arat’ı ziyaretlerle yeni bir kadro
kuruluşuna gitmekte teşebbüs halinde idiler.
İşte
son günlerde Mustafa Ok ve Bahtiyar Yalta ile münasebetlerimin eskisi gibi
yakınlıkla devam etmeyişinin sebebi bu, arkadaşlarımın kararsızlıklarından,
bocalamalarından nereyi tercih edecek kadar sarsıntı geçirmelerindendi.
Faaliyetlerini, yakından takip ediyorum. Yavaş yavaşta itimadım sarsılmıştı.
Ben açıklıktan hoşlanırdım. Mustafa Ok’un kısa dönüşlerle yön değiştiren bir
tip olduğunu bilirdim. Bahtiyar Yalta’yı hergün tesir altında bırakarak onun da
insiyatifini kullanmasına mani oluyordu. Çünkü Mystafa Ok 28 Mart 1963 de Emin
bey’in evinde yaptığımız son ihtilâl konuşmasında bambaşka yönde idi. Çok çekingendi.
Aradığını bulamamıştı. Bizim kadromuz içinde itimat bahşeden bir insan olarak
bulunmadığımı farkına varmıştı. Aşağılık kompleksine düşmüştü. Artık bizden
uzaklaşmak çabası içinde idi. Bizlerde bu vaziyetini gayet iyi biliyor, artık
kendisine itimat etmiyorduk. Nitekim itimada şayan bir insan olmadığını ilerde
kendi kendine ispat etti. Daha önce saydığım ikinci trionun kadrosunda idi.
(İkinci trio Kurmay Albay Muammer Şahin, Kur. Yb. Mustafa Ok, Kur. Yb. Da-niş
Çağlar.) bu üç arkadaşı 22 Şubat önceside bana yakın arkadaşlarım itimada şayan
olmadıklarını söylerdi. Ben iyiliğimden dolayı toz kondurmak istemezdim. Hele
Mustafa Ok’un 22 Şubat 962 gecesi son dakikada bana karşı sadakatini görmüştüm.
Onun için son aya kadar ona karşı olanlara ayak diremiş hiçbir zaman hakkında
yapılan sözlere kulak asmak istememiş daima müdafaa etmişimdir. Artık yakın
arkadaşlarım ne kadar eski söyledikleri hatırlatmalar için başıma kaksalar
haklıdır. Çünkü mal kendisini belli etti. Demekki insanlar çok geç anlaşılıyor.
Hâdiseler hızla birbirini kovalıyarak geliyordu. Bir gece saat 22 de evime Kur.
Alb. İsmail Ergüder geldi. (O zaman İstanbul’da 1. Zh. Tüm. de Muh. Grb. K.
idi).
«—
Talât bugün İstanbul’dan geldim. İlkönce seni aradım, bulamadım. Gündüz başka
arkadaşlarla görüştüm. Şim-
di
de Halim Menteş, Mucip Ataklı ve Emanullah Celebi’nin yanından geliyorum. Şu
hususu rica ediyorum. Hepiniz eski arkadaşlarsınız. Her grubun ordu içinde
kendisini takip eden kuvvetleri var. Ordu paramparça, sîzlerin bir araya
gelmemesi yüzünden ordudaki genç subaylar üzgün. Ben buraya gelirken 1. Zh.
Tüm. de bir toplantı yaptım. Onların fikir ve tansiyonunu aksettiriyorum. Bütün
temas ettiğim arkadaşlar birleşmenizi arzu ediyorlar» dedi. Teklifi şu idi:
Türkeş kanadı hariç, biz 22 Şubatçıları koktely grup ile yani (11
Havacı, Dündar, Necati, Kabibay kanadı) ile birleşmeyi istiyordu. Uzun boylu
münakaşa ettik. Ben o gruptan çok canım yandığı için itimat edemiyordum. Çok
İsrar etti, 22 Şubatın kadrosunun zirvesinde olan arkadaşlarla görüşmek istedi,
kabul ettim. Ertesi gece Galip Gültekin’in evinde şu arkadaşlarla toplandık.
Ben, Galip Gültekin, Emin Arat, Turgut
Alpagut, Bahtiyar Yalta, Mustafa Ok, Fethi Gürcan, Adnan Çelikoğlu, Selçuk
Atakan, Kur. Alb. İsmail Ergüder saat ikiye kadar çok uzun tartışmalar yaptık.
Neticede ordudan temsili olarak gelmiş bir arkadaşı kırmamak için karşı grupla
bir resmî toplantıyı kabul ettik.
LÂLE
APARTMANI
TOPLANTISI
Birgün
sonra İsmail Ergüder’in evinde toplanıldı. Oturduğu apartmanın ismi lâle
apartmanı olduğu için bu toplantıya «Lâle Apartmanı toplantısı denmiştir.»
Lâle
Apartmanı Toplantısı: 3 Mart 1963
Gayesi
: Silâhlı kuvvetler içindeki gruplaşmaları Orta'dan kaldırıp ordunun
bütünlüğünü sağlamak. Ordu dışında kalmış ihtilâlci tanınan grupları ilk önce
kendi aralarmda birleştirmek ve ordu içindeki taraftarların da otomatikman
birleşmesini sağlamak.
’Kur.
Albay İsmail Ergüder’in kayınvaldesinin evi olan lâle apartmanında şu
arkadaşlar toplandılar: Halim Menteş, Hv. Alb. Tufan Akkoç, Necati Ünsalan, 22
Şubatçılar namına Selçuk Atakan, Bnb. Bahtiyar Yalta, Bnb. Fethi Gün-can,
Müşahit olarak ta Yüksek Mühendis Naim Okyay (Müşterek dostu grupların.)
Toplantıtı
İsmail Ergüder idare etmiş Ana gaye için ileri bir görüşe varılmış ve bazı
sivri noktaların törpülenmiş olduğunu bizim namımıza giden arkadaşlar
bildirdiler.
İsmail
Ergüder toplantıdan sonra bana geldi: Ankara’da bulunan eski general,
arkadaşlarla görüştüğünü bütün ordunun iç durumunu çıplaklığı ile anlattığını
genç kuşaklardaki fikir ceryanların neler olduğunu Aydemir’in bir kuvvet
olduğunu kendilerine söyledim dedi.
r
Kendisinin emekliye ayrılacağını kesin olarak bildirdi. Giderkende bana şu
teminatı verdi. «Zırhlı tümende şeninde tanıdığın arkadaşları toplayıp seni
desteklemeleri için .elimden geldiği kadar onları ikna edeceğim. Hayat boyunca
da seni sevdiğim için muvaffak olmana duâ edeceğim.» diyerek ayrıldı.
—
219 —
Bu
toplantıdan sonra karşı grup ile teması muhafaza edemedik. Çünkü kokteyl
gruptan çeşit çeşit yıkıcı propagandalar devam ediyordu. İnsanlar yüz yüze
gelince birşey yok gibi hareket ediyorlar, sonra arkadan işler değişiyordu.
Böyle siyasi kadrolardaki rekabetler gözleri kararmış insanlara herşeyi
yaptırıyordu. Bu devrede Dündar Seyhan, Necati Ünsalan İkilisi çok yıkıcı
faaliyet sarfediyorlardı, birgün 24 Marttan iki gün sonra' Avukatımız olan
Saffet Olgaç’a gelip şöyle bir teklifte bulunmuşlar: «—- Talât yine bir delilik
yapıyor. Aybaşında bir harekâta geçmek istiyormuş. Biz içlerinde Mustafa Ok ile
Bahtiyar Yalta’ya acıyoruz. Diğerleri ne olursa olsun. Onlar bu kadrodan
ayrılsınlar.» evet biz hakikaten 31/1 harekâtına gidiyorduk. Bu harekât deşifre
olmuştu. Bunlar da duymuşlardı ama kadromuz içinde yalnız onları kurtarmak
istiyorlardı. Çünkü bu iki arkadaş o grup ile sıkı temaslar yapıyorlar, hattâ
onların yazıhanelerinde benim aleyhimde yapılan konuşmaları da sabırla
dinliyecek kadar tahammül gösteriyorlardı. Onun için onları kendilerine yakın
görüyorlardı. Kararsız durumda olan bu iki arkadaş daima yan kuvvetler ile
teması kesmeden uzlaştırıcı bir rol oynamak suretile ne olur ne olmaz
nazariyesi ile herkese şirin gözükerek vaziyeti idare ediyorlardı. Bunlar benim
'gözümden kaçmıyordu.
Günler
ilerledi. Harekâta kararlı idik. 28 Mart 1963 günü Alb. Emin Arat bey’in
evinde: Ben, Turgut Alpagut, Galip Gültekin, Bahtiyar Yalta, Mustafa Ok, Fethi
Gürcan toplandık. Nihai görüşmeyi yaptık. Tam karar alacağımız sırada Mustafa
Ok, yeni bir fikirle ortaya çıkarak ihtilâl kararının tam yetki ile alınmasını
söyledi. Fikir şu idi. İki yan kuvvet olan kokteyl grup ile Türkeş kanadını da
içimize almak istiyor ve daha ziyade Türkeş kanadı ile anlaşmamızı arzuluyordu.
Odada soğuk bir hava esti. Çok mesuliyeti! bir andı. Herkes susmuştu. Yalnız
Fethi Gürcan, mertçe ortaya atıldı bu grup ihtilâlci olamaz, ihtilâl kararı
veremez diye heyecanlı bir konuşma yaptı. Kimseden ses seda çıkmayınca şuna
karar verildi. O halde yarın Mustafa Ok ile Bahtiyar Yalta, Türkeş grubu ile
temas etsin. Kuvvet dökümü yapılsın. Kuvvetleri varsa birleşip yapalım dendi.
Ben de kabul ettim. Biı arkadaşları vazifelendirdim. Toplantıdan yıkılmış ve
çökmüş olarak ayrıldık. Halbuki bütün hazırlıklarımız tamamdı. Harekât plânı
Ankara - İstanbul için en ince teferruatına kadar, orada izah edilmişti.
Harekât sonrasında yapılacak işlerde kararlaştırılmıştı. Yedi kişilik yetkili
şahıslar her şeyi en ince teferruatına kadar öğrenmişlerdi. Eve gelirken yolda,
Fethi Gürcan ile beraber yürüdüm her ikimizde çok üzgündük. Şöyle karar aldık :
«Bu işe kimse gelmese de biz hazırlıklarımızı bozmayalım, bu ihtilâl karârında
İsrar edelim.» dedik, kararlaştırdığımız güne daha üç gün vardı. Ertesi günde
İstanbul’a nihai kararı bildirmek için Cevat Kırca’ya bir kurye gönderecektim.
29
Mart 1963 saat 15 te Selçuk Atakan ile Alb. Tevfik Ünlüer eve geldi.
Kendilerinin
sabahleyin Dündar, Necati, Halim ile görüştüklerini onların samimi olduğunu,
benim itham ettiğimi bildirerek bana adetâ bir poz ile çıkıştı ve «Lâle apartmanı
toplantısına beni temsilci olarak gönderdin. Beni har-| cadın,
çünkü ondan sonra hiç temas etmemişsiniz dedi. Bana: «Sen onlara vatan haini
demişsin.» diye ipe sapa gelmez dedikodulardan bahsetmeye başladı. İstanbul’da
ken-î dişine bir çok subaylar, güya geliyorlarmış, herkes beni r suçluyormuş,
ben liderlikten vazgeçmek için her türlü birleşme teklifini red ediyormuşum.
Baktım, tamamile sabahleyin görüştüğü insanların tesiri altında kalmıştı.
Netice olarak sordum. Ne istiyorsun, ne teklif ediyorsun. «Hep bir ara-[ ya
gelip görüşürmüsün.» dedi. Ben evet dedim, «derhal ka-; bul ediyorum,» cevabını
verince şaşırdı. Çünkü teklifini kabul edeceğimi hiç tahmin etmiyordu. Yalancı
insanların ya-[ lanını çıkartmak istiyordum. Hem de bir harekâta gidiyor-E dum,
şayet anlaşabilirsek derhal onları da ihtilâl mes’uliyeti-ş ne iştirak etmek
istiyordum. Ama şart koştum; madem bu ar-r kadaşlar birleşmişler, bir kadro,
bir grup teşkil etmişler, liderleri veya selâhiyetlileri kim ise gelsin hemen
görüşelim dedim. Selçuk şaşkın vaziyette Tevfik ile kalkıp gittiler.Saat 20.00
de kalkan otobüs ile yarbay Rıfkı Ertemi, Cevat Kırca’ya kurye olarak
gönderdim.
«Rıfkı
Ertem’e şu talimatı verdim. Daha durum kafi değil her iki kanat ile temas
halindeyiz bir anlaşma olursa harekâta başlarız. Parolayı kararlaştırdık, o da
hareket edip gitti.
29
Mart 1963 saat 21.00 de Selçuk Atakan ile Alb. Tevfik Ünlüer tekrar geldi.
.
«Talât görüşme teklifini bildirdim, karşı taraf (Dündar, Halim, Kadri Kaplan)
kabul etmediler. Onlar seninle birleşmek istemiyorlar, buna imkân yok. Senin
için şunu söyledi-ler.»
«Talât
gayri meşrû yoldadır. Biz parti kuracağız, dernek kuracağız, gazete
çıkaracağız, o yolda çalışacağız, dediler.
Ben
de kendilerine sabahleyin böyle konuşmuyordunuz, ihtilâl yapmayı düşünüyor,
birleşriıeyi arzu ediyordunuz ,ne oldu sizlere dedim, deyince: Sabahki
fikirlerimizden vazgeçtik, dediler. O grup ile birleşmeye imkân kalmamıştır.
Sen artık mecburen Türkeş kanadı ile birleşeceksin, ama o zamanda ben seninle
beraber değilim, ayrılıyoruz.» dedi çekip gitti.
Selçuk’un
temasları fiyasko ile neticelendi. O karşı grubun neden söz değiştirdiğinin iç
yüzünü bilemezdi. Halbuki durum şöyleydi. Kokteyl grup o günlerde kendilerinde
büyük bir kuvvet olduğuna vehm ediyordu. Şöyleki :
·
1.
Kurmay yarbay Talât Turhan’ın yeni bir teşkilât kurmasını (orduda) kendileri
hesabına yapılıyormuş gibi ya-yayıyorlar, oradan kuvvet alıyorlardı.
·
2.
24 Marttan beri cereyan eden hâdiseler de bazı MBK üyelerinin sokak
nümayişlerinde alkışlanması ve o nümayişlerde vazife aldıklarından muvakkat da
olsa zinde kuvvetlerin kendilerini deslediklerini zannediyorlardı. Bilhassa
Kadri Kaplan, Mucip Ataklı bu hareketlerden kendilerine büyük pay
çıkarıyorlardı. Tabii ki sonunda balori gibi söndü o günlerin heyecanı).
·
3.
Esas teklifimi reddediş sebebleri bizlerin 31-1-Mart da bir harekâta
gittiğimiz aynı zamanda hükümetin bundan haberdar olduğunu biliyorlardı.
Korkudan benimle konuşmaya gelmediler. Bizim aybaşında, tevkif edileceğimizi
kestirmişlerdi. Dört gözle bugünü bekliyorlardı. Çünkü akılla-larmca meydan
kendilerine kalacaktı.
İşte
bu düşüncelerden dolayı benimle görüşmeyi red ettiler ama 31 Mart harekât
hâdiseleri geçti. Her şeyden onlarda haberdardılar. Baktılar hükümet bize
birşey yapmadı. Acı kuvvetimizi de biliyorlardı, gene yanaşma çâreleri aramaya
başladılar, çünkü artık çok tehlikeli günler atlatılmıştı.
SÖĞÜTÖZÜ
TOPLANTISI
İlk
haberi Rauf Gökçe ile bana gönderdiler, 5 Nisan 963.
«Selçuk
Atakan bizim sözlerimizi Talâta yanlış aksettirmiş, biz böyle bir şey demedik,
anlaşmak, görüşmek istiyoruz» dediler. Ben kendilerine müsait bir teklif
gönderdim. Biraz sonra Fethi Gürcan ile Bahtiyar Yalta geldiler. «Biz şimdi
İrfan Solmazer’in yanından geliyoruz, orada Eman.ul-lah Çelebi, Halim Menteş’te
vardı. Birleşme, anlaşma teklifleri görüşüldü. Temas arıyorlar albayım ne olur red
etme.»
dediler.
Fethi Gürcan çok İsrar etti. Kendisini çok severim, kıramadım kabul ettim, peki
dedi. Diğer arkadaşlara da durumu bildirelim, randevu temin edelim, gidip
görüşelim dedim. Söğütözü toplantısına bu şekilde gidildi, teklif İsrar ile
kokteyl gruptan gelmişti.
Söğütözü
Toplantısı: (9 Nisan 1963).
Aramızda
bu toplantıya gidecek heyeti kararlaştırdım.
Ben,
Bahtiyar Yalta, Fethi Gürcan.
9
Nisan 1963 Sabahı Alb. Emin Arat’a gittik durumu bil. dirdik.
.
'
Onlarla
yapacağımız konuşma taktiğini görüştük, hiç bir surette ihtilâl kelimesinden
bahis etmeyecektik, çünkü'gelecek ekibe hiç bir zaman itimadımız yoktu. CHP ne
taraftar görünürlerdi. înönü 22 Şubatçılara bir şey yapamıyordu. Bizim içimize
bunları sokar, bir komploya getirir diye şüpheleniyorduk. Hattâ gelişlerinde
üzerlerinde dinleme cihazları da olabilirdi, ihtiyatla hareket etmek
gerekiyordu, çok şüpheci olmuştuk.
Ben
görüşülecek olan hususların gündemini yaptım, Bahtiyar Yalta’ya verdim, mutabık
kaldık. Ürnin bey ayrılırken, Mustafa Ok’a da haber verin almıyor, o da sizinle
gelsin dedi. Bahtiyar öğleden sonra randevuya giderken M. Ok’u da alıp
geldi, İrfan Solmazer’in arabası ile Söğütözü’ne gittik.
Toplantıda
şu şahıslar avrdı : Halim Menteş, İrfan Solmazer, Kadri Kaplan, Ben, Mustafa
Ok, Bahtiyar Yalta, Fethi Gürcan. Karşılaşmamız çok samimi oldu sayılamaz, iki
kutup halinde idik. Kırda karşılıklı bir piknik masasına oturduk. Aynen Kuzey
Kore, Güney Kore mütareke anlaşma komisyonu gibi, karşımızdakilerin daha samimi
olmalarına rağmen, açık söyleyim, biz daima onlardan zarar gördüğümüz için
fazla sokulamâdık.
Gündem
şu idi : (Ben yapmıştım).
·
1.
Şahıslar kimleri temsil ediyor.
·
2.
Fikriyatınız nedir? (Doktrin)
·
3.
Parti mi kuracaksınız? Dernek mi? Metodunuz nedir?
·
4.
Memlekete hangi gruplara karşısınız.
·
5.
M.D.O. ile ilginiz var mı?
·
6.
Birleşme şartları nelerdir.
Bahtiyar
Yalta, gündemdeki ilk maddeyi sordu:
İrfan
Solmazer : Orhan Kabibay ve Orhan Erkanlı’yı temsil ettiğini söyledi.
Halim
Menteş : 11 Havacı - üç havacı - Tabii Senatör ve (X) kuvvet dedi.
Kadri
Kaplan : Tabii Senatörleri Dündar Seyhan ve Necati Ünsalan’ı temsil ediyorum,
dedi.
Bu
hususta epey münakaşa ettik. 22 Şubatçılardan kat i olarak bir beyanat verip
ayrıldım diyemiyen bu iki arkadaşı temsil edemezsin dedik, sonra kabul ettik.
İkinci
suali sorduk: Fikriyatınız nedir? (Doktrin) Atatürkçüyüz dediler. Biz esaslı
bir şekilde bunun üzerinde duruyorduk.- Fikir olmadan hiçbir şey olmaz. Bunda
da tatminkâr cevaplar alamadık. Onların bütün gayreti şu idi. Birle-şelim, her
şey sonradan gelsin. Bizde buna yanaşmıyorduk.
Üçüncü
sual soruldu : Metod ne olacak. İktidara gelmek için. Parti mi, Dernek mi kuracaksınız?
dedik. Hemen İrfan Solmazer atıldı. «Yok böyle birşey. ihtilâl yapacağız.»
dedi. Ben hemen suali Halim Menteş’e tevcih ettim. O da evet dedi. Sonra Kadri
Kaplan’a sordum, o da biraz durakladıktan sonra evet dedi. Hemen Halim atıldı.
Bana «— Ya siz.» dedi. Ben de gayet ihtiyatlı olarak. Şimdiye kadar parti falan
kurmayı hiç düşünmedik, dedim. Esas maksatlarını onların ağzından öğrenmiştik.
Dördüncü
suali sorduk: Şu gruplara ve teşekküllere karşı idiler.
Adalet
Partisi, Eminsular, Türkeş kanadı, 22 Şubatçılar. Onlara Cumhuriyet Halk
Partisine hizmet eden bir gruptan ileri geçmiyorsunuz. Biz hiç bir zümreye
karşı değiliz. Ancak otuz milyon için bir iş yapılırsa, memlekette ancak böyle
bir millî vahdetin teşekkül edeceğine inanıyoruz.» dedik.
Onlarda
bize CHP ile alâkamız yok dediler.
Beşinci
Sual : M.D. O. gibi yer altı teşkilâtı ve Ekrem Acuner ile irtibatlarını
sorduk. Yok dediler. Halim Menteş, şöyle bir söz sarfetti. Keşke onun gibi bir
kaç teşkilâtımız olsa da, altını üstüne getirsek, heryerin dedi. Buradan tasvip
ettiğini anladık. İrtibatları da zaten vardı. Biliyordum ama ön plânda
çalışanlar başkaları idi.
Birleşme
şartlarını görüşmeğe girmedik. Ben öğreneceklerini öğrenmiştim. Biz Türkeş
kanadı ile münasebetimizi henüz kati olarak sizin gibi tesbit etmedik. Bize
müsaade edin durumu size bildiririz dedik, ayrıldık.
Arkadaşlarıma
toplantı neticelerini bildirdim. Kanaatimi söyledim zaten herşeyi (7) kişilik
heyete, en küçük teferruatına kadar bildirirdik. Gizlediğim birşey yoktu.
DİKMEN
TOPLANTISI
·
10
Nisan 1963.
Türkeş
ile olan münasebetlerimizi de kat’i bir neticeye bağlamak istiyorduk. Onun için
Mustafa Ok randevu aldı. 10 Nisan 1963 sabahı saat 10 da Dikmende araziye
gittik. Şu arkadaşlar vardı. Türkeş, Ben, Mustafâ Ok, Bahtiyar Yal-ta, Rifat Baykal,
Muzaffer özdağ : ‘
Görüşme
Türkeş ile benim aramda yalnız başbaşa bir kayanın üzeritie geçti. Orada on
dakika kadar konuştuk. İlk önce ben memleketin panoramasını çizdim.
Kendilerinin Basında, Orduda, Üniversitede, Münevverler arasında nasıl tanındıklarını
söyledim. Irkçı, Turancı tanınıyorsunuz. Biz gerici tabana basmak istemiyoruz.
AP kanadında da gözüküyorsunuz dedim. Kuvvet muvazenelerini anlattım. Atatürkçü
tanınmıyorsunuz dedim. İlkönce b udurumu ispat edecek deklerasyonlar verin
dedim. Bana vaziyetin benim düşündüğüm gibi olmadığını söyledi. Tamamiyle
fikirlerimi reddetti. «Sîzleri çekemiyenlerin CHP nin uydurmalarıdır, bunlar.
Ben Türkiye’de ve dünyada tanınmış bir insanım büyük kuvvete sahip bir liderim.
Şayet bütün 22 Şubatçılar-da benim liderliğimi kabul eder emrime girerlerse,
onlara çalışmak için vazifeler verebilirim. Başka türlü birleşme imkânı yoktur.
Kararlıyız.» dedi. Ben böyle bir teklifi hiç beklemiyordum. Çünkü orya birleşme
için görüşmeğe gelmemiştik. Fikir yoklaması yapacaktık. Şaşırdım, derhal cevap
vererek bugünkü şartlar içinde böyle birşeyin imkân dahi-ünde olmadığını
bildirdim. Konuşmamız bitmiştir.» diyerek kalktım.
Hemen
geride bizi bekliyen arkadaşlara doğru yürüdük. Türkeş derhal arkadaşlarına
hesap vermek mecburiyetini hissetti. Aydemir ile anlaşamadık dedi. Bende neden
anlaşamadığımızı liderlik teklifini orada kendisine tekrar ettirdim. Bende
verdiğim cevabı söyledim. Muvaffakiyetler diledik ayrıldık.
Eve
geldik. Mustafa Ok, Bahtiyar Yalta çok üzgündüler. Ne şekilde hareket edeceğiz
dediler. Bende artık o iş bitmiştir, sosyal münasebetlerden ileri geçecek bir
görüşme yapılmaz artık. Kati surette birleşemiyeceğimizi bildirdim. Bu kanat
halledilmiş oldu. Artık Türkeş’e meyyal olanlarında ümitleri kalmaz.» dedim.
Ertesi gün kokteyl grup ile temas için randevumuz vardı. Bizden temsilci olarak
Emin Arat, Mustafa Ok, Bahtiyar Yalta gittiler, birleşme hususunda iyi bir
netice alamadılar. Karşı tarafın bütün derdi beni ekarte etmek sureti ile
herşeye razı idiler.
Hem
müzakereler devam ediyor hem de Dündar Seyhan, Avukat Saffet Olgaç’a gelip
Necati ile birlikte hakkımda söylemediği lâflar kalmıyordu. Bizim böyle
yaklaşmamızı kuvvet zaafı zannediyorlar çok yükseklerden atıyorlardı. Ertesi
gün son toplantı yapıldı. Bizim tezimiz şu idi. (Birleşme normal olarak lider
kuvvet üzerine kadro birleşmesi olur.) Onlar ise her gruptan ikişer kişi ile
koalisyon birleşmesi kabul ediyorlardı. Yani 14 lerden iki, 11 lerden iki,
Dündar-Necati’lerden iki, 22 Şubatçı’lardan iki kişi olmak üzere birleşile-cekmiş.
Onlar zaten birleşmiş vaziyette idiler. Akıllarınca iki kişi de bizden alarak
birleşip bizi kandırmış olacaklardı. Kendilerini çok kuvvetli zannediyorlar ve
hiçbir teklife yanaşmıyorlardı. Tabii biz de reddettik. Açıkta kaldılar. Teması
da kati olarak kestik. Pişman oldular, ama iş işten geçmişti. Sonradan aracılar
ile «bazı teklifler geldi, fakat hepsini reddettim. Artık rahatlamıştım. Çünkü
insiyatifimize serbest çalışma imkânına kavuşmuştuk. İçimizde bazı arkadaşlarda
bizim hakiki kuvvetimize inanmıyorlardı. Daima gözleri bu yan kuvvetlerde idi.
Anlaşamadığımız, kafi alâkamızı kestiğimizi bildirdiğimiz halde onlarla teması
kesmeyen bazı arkadaşlar vardı. Mustafa Ok, Bahtiyar Yalta.
Mahkeme
safhasında öğrendim ki her tarafla angajman halindeymişler. Bilhassa Türkeş
kanadı onlara cazip geliyormuş. Kendi itirafları da bunu gösteriyor.
Bü
hâdiselerden sonra 21 Mayıs 1963 İhtilâl hareketine gidişimizde toplantı filân
yapmaksızın yakın arkadaşlarımla tek tek temas etmek üzere çalışmalara başladım.
DÖRDÜNCÜ
KISIM :
Ankara
Asri Cezaevi
20.
Temmuz. 1963
21.
MAYIS 1963
HAZIRLIKLARI
En
güvendiğim arkadaşım Fethi Gürcan, Rıfkı Ertem, Tank Üstğ. İlhan Baş idi.
Hazırlık safhasında emekli Albay Yaşar Başaran’ın da çok hizmeti dokundu.
Harekât gecesi hepsinin büyük kahramanlıkları vardı. İlk iş Ankara’daki
kıtaların hazırlıklarına geçtik. Arkadaşlara vazife taksimi yaptım.
Gizliliğe
son derece dikkat ediyordum bu bakımdan her zaman polis ve Millî Emniyet’in
takibi altında idim fakat harekât gününe tamami ile baskın ile girdik.
Bir
ihtilâl hareketinin muvaffak olması için şu faktörler esastır:
?
1. Baskın: Bu gizlilik ve emniyetten doğar.
·
2.
Kuvvet : Yeteri kadar sağlamıştık, çok idi bile.
·
3.
Vazife alan her şahsın verilen hedefe hiç bir tesir nazarı itibara
almaksızın zamanında gitmesi ve elde etmesi.
·
4.
Cesaret : Alman vazifenin sonuna kadar yapılması.
·
5.
Bu işe girmiş olanların ihanet etmemesi.
Bu
ihtilâlde hepsini uyguladık, fakat maalesef icra safhasında da 3, 4, 5
maddeleri uygulamıyanları da gördük.
Tank
Taburunu : Hazırladı.
229
P. Al. : Başlangıçta Yaşar Başaran, sonra Bilgül Yrb. Rıfkı Erten hazırladı.
Muhafız
Al. Sv. Gb. : Fethi Gürcan hazırladı.
Harp
Okulu : Hazırdı.
Jandarma
Okulu, Muh. Tb. : Bnb. Kemal. Kahyâoğlu’na içlerindeki teşkilâtımızı bağladık.
Merkez K. Trafik Kıta K. Emekli Alb. Başaran hazırladı.
Diğer
karakol kumandanlıklarım Fethi Gürcan hazırladı.
Genel
Kurmay Kışla K. lığı : Bidayette emekli yarbay Hakkı Sümer, sonra .........
hazırladı.
Ord.
Başkanlığı Muhafız Tb. : Hakkı Sümer hazırladı.
28.
Tüm. Top. K. lığı : Em. Alb. Tevfik Ünlüer hazırladı.
Bu
birliklerden resen görüşüp vazifelerini verdiğim şahıslar, J. Bnb. Kemal
Kahyaoğlu, Trafik Kıta K. lığı J. Bnb. Necmi Acar, Genelkurmay Kışla K. Yzb.
Gökhan Kasapoğlu (Sonradan 14 cü olduğu anlaşıldı). 28 Top. K. lığından Top
Yzb. Metin Sürek, Tank Tb. için Üstğm. İlhan Baş, Harb Okulundan emindim.
Havacılar
ile teması sık sık yapıyordum. Onlarda hazırdılar. Hv. Kur. Binbaşı İzzet Köz
ve Hv. Bnb. Cemal Özde-mir çok faal idiler. Hazırlık safhasında çok kahramanca
çalıştılar.
İstanbul’da
da harekât plânı hazırdı. Cevat Kırca ve Osman Deniz tatbik ettireceklerdi.
Günler ilerliyordu. Ordunun üst kademelerindeki bize yakın generallerle teması
Kur. Alb.
Rumi
Akıskalı ve Hâkim Tümg. Rıza Tunç vasıtası ile yapıyorduk. Onlardan bize gelen
en son haber şu idi. «Biz Ankara’da pasif vazifelerdeyiz. Aktiv bir rol
oynıyacak durumumuz yok (yani cesaretleri) onlar yapsınlar biz tasvip eder
katılırız.
Esas
bunların liderliğini yapan Üçüncü Ordu. K. Korg. Refik Tulga ile vasıtalı
olarak temas halinde idik. Bedii Faik. Ankara’da ve İstanbul’da Korg. Refik
Tulga ile bu hususta çok uzun boylu konuştu. İkna ettiğini ve neticeyi aldığını
Millet Vekili Doğan vasıtası ile bana bildirdi. En son haberde 13 Mayıs 1963 te
Avni Doğan bey, Alb. Emin Arat ve beni evine çağırdı. Orada uzun uzun Bedii
Faik’ten aldığı bu husustaki haberleri anlattı. Hattâ bizim de bu işe muvafakat
ettiğimizi icap ederse Erzurum’a Bedii Faik’i gönderip bildirmeyi veya Refik
Tulga’nm annesi vasıtası ile mektup yazmayı, hattâ Avni Doğan bey Erzurum’a
kendi oğlunu göndermeyi ve Refik Tulga’yı haberdar etmeyi teklif etti. Alb.
Emin Arat bunları iyi hatırlar. Ben emniyet bakımından lüzum olmadığını
bildirdim. Korg. Refik Tulga’nm harekât sonrası Genel Kurmay Başkanı
yapılmasını ve istediği gibi büyük kumanda kademesini tayin etmesini onlara
bıraktığımızı söyledik. Siz haberi emniyet mülâhazasını nazarı itibara alarak
kendisine bildirin dedik, harekât günü radyoda ilk’ anonsu müteakkip 3. Ordu
Kumandanı Refik Tulga’dan tasvip telgrafı veya telefonu, Harb Okuluna gelirse
müteakkip radyo anoslarını tebliğleri onun imzası ile yayınlayacağımızı
bildirdik. Tamamiyle anlaştık ayrıldık. Bu hususu yani Refik Tulga’dan muvafakat
haberi aldığımızı Fethi Gürcan’a ve ayın 15 inde (Mayıs) Osman Deniz
İstanbul’dan gelince ona da bildirdim. İstanbul’a bu haber gitti.
Ben
İhtilâl gününü ihsari olarak 20 Mayıs 1963 S: 23.30 olarak Fethi Gürcan, Hv.
Bnb. İzzet Köz karar altına aldık.
·
15 Mayıs 1963
günü erken saatte yarbay Rıfkı Ertem ile Osman Deniz eve geldi.
Kurmay
Yb. Osman Deniz gece otobüs ile geldiğini söyledi. Rıfkı beylerde yatmış. Sabah
sabah hayır ola dedim. «Albayım vasat tamamile müsait ben size teklife geldim.
İstanbul kıtalarının hepsi hazır. Birinci Zh. 'Tüm. Muharebe Grupları Davutpaşa
dahil hepsi tamam. Hattâ eski kuvvetlerimize ilâveten Ömerli’deki 32 P. Alayı
ile de temasa geçtik o da hazır. Cevat bey beni gönderdi.» dedi.
·
16
Mayıs 1963 günü harekâta katılacak birliklerde kilit başı vazife alacak genç
subayları evimde topladım. Ankara’nın umumi harekât plânını izah ettikten sonra
her birliğin de temsilcisine ayrı ayrı vazifelerini söyledim. Fakat gün saat
hakkında bir bilgi emniyet mülâhazası ile vermedim. Harekât gününü öğleden
sonra bildirdim. Bu genç subaylarla konuşma yaparken tesadüfen Piyade Yb. Hakkı
Sümer. Yb. Mustafa Pakoba’da odadaydı. Bu toplantıyı yapmaktan maksat,
vazifelilerin hepsinin öndeki büyüklerden birinin herhangi bir suretle yok
olması halinde harekât plânım devam ettirmeleri muvaffak olmaları, İkincisi de
birbirlerini ve birlikleri tanıyarak yalnız olmadıklarını anlamalarını
moral-man yükselmeleri içindi. Aynı tertibi P. Yb. Rıfkı Erten vasıtası ile bir
kere daha 18 Mayıs Cumartesi günü daha geniş bir kadro ile şehirde Keçiören
mıntıkasında yaptırdım. Her birlik vazifesini ve hedefini biliyordu. Hiçbirşeyi
plânlamada ve hazırhk safhasında ihmâl etmemiştim. En ufak teferruata kadar
arkadaşlara söylemiştim.
·
17
Mayıs 1963 günü İzzet Köz İstanbul’a sabah uçağı ile gidip oradan emekli Kurmay
Albay Fethi Işıklıtepe’yi alıp Bandırma’ya gidecekler. Harekâtta İstanbul
üzerine gelecek olan uçaklarm plânını Bandırma’da uçuş Gr. K. Hava Yb.
Selâhattin ile görüşeceklerdi. Dönüşde de durumu Cevat Kır-ca’ya bildireceklerdi.
Buluşma yeri olarak emekli General Selim Türkan’ın evi kararlaştırıldı. Orada
da öğleden sonra toplanılmış, toplantıda olanlar, İzzet Köz, Fethi Işıklıtepe,
Cevat Kırca, Osman Deniz, Fethi Gürcan 20 Mayıs 1963 tarihi üzerinde karar
kılınmış, oradan Cevat Kırca’nın evine gidilmiş, İstanbul birliklerinin irtibat
subayları toplanarak gerekli bilgiler verilmişti. Fethi Gürcan Ankara’ya
dönünce bana tekmil haberini verdi.
·
18
Mayıs 1963 Cumartesi günü İzzet Köz, İstanbul’dan döndü. Evinde görüştük. Bandırma’nm
durumunu anlattı. 19 Mayıs 1963 sabahı Merzifon’daki Üs de filo kumandanı Hv.
Bnb. Cahit (Fedai Filo K.) ile Çorum’da buluşup görüşmek üzere randevulaştığım
sabahleyin hareket edeceğini ve akşam dönünce neticeyi bildireceğini söyledi.
Ben fazla kalmadım
evden ayrıldım. Kendisi çok umutlu idi. Hv. Cemal Özdemir’e de bazı vazifeler
vermişti. Çok hızlı idiler, îyi çalışıyorlardı.
·
19. Mayıs 1963 Pazar. Sabahleyin saat 10.30 da
Em. Bnb. Tayyar Baransel geldi. Esasında Turgut Alpagut’un yakın arkadaşıdır.
Otomobili ile bizi gezdirmeğe götürdü. Baraja gittik döndük. Keçiören’de bir
arkadaşına gittik. Avukat Saffet Bey’inde evi orada idi. Ona da beş dakika
uğradık. Gazi Çiftliğine gittik. Oradan itibaren arabayı Turgut Alpagut
kullanmağa
başladı. Ben de yanında oturuyordum. Harekâtın 20 Mayıs 1963 gecesi 23.00 de
yapılacağını Turgut’a bildirdim. Çünkü Turgut Alpagut 28 Mart 1963 toplantısından
sonra üzülerek bana demişti ki : «Bir daha sen beni toplantılara karar kesmek
için götürme, sen ne karar verirsen ben uyarım. Erkek adamım. O gece elbisemi
giyerim, tabancamı alır gelir ne vazife verirsen yaparım. Ben zaten 27 Mayıs
1960 İhtilâli’ne de öyle girdim.» demiştir. Bu sözleri bildiğim için kararı
kendisine o gün bildirdim.'Hem altımızda araba varken şehri dolaşalım,
Ankara’nın harekât ve işgal plânını, kıtaların yerlerini arazide ve şehirde de
birer birer göstereyim dedim. 229 P. Alayının vazifesinden başladım. Birer
birer kıtalarının tutacakları yerleri Harp Okulu, Tank Tb., Jandarma, Süvari
grubunun yerlerini gösterdim. Plânı en ince teferruatına kadar izah ettim.
Hattâ Çankaya’ya doğru çıkarken ben plânda tankları Amerikan B. Elçiliği
binasına kadar sürmüştüm. O bana teklif yaptı. «Tankları Çankaya’ya çıkan iki
yol ağzına kadar sürelim, aşağıya inen iki yolu birden keselim dedi». Ben de
makul gördüm, kabul ettim. Hiç bir tank yalnız kalmıyacak. Harp Okulu
talebeleri ile takviye edilecek dedim. Harp Okulundan ilk önce bindirilmiş
birlikler Ümit Yavuz Oğuz yüzbaşının kumandasında derhal Hv. K. önünde
bırakılmak üzere radyo evine gönderilecek dedim. Bu vazifeyi de ayrıca bizzat
Ümit Yzb. şıya verdiğimi kendisine söyledim. Çankaya’dan çok şiddetli bir
yağmur altında döndük. Dr. Paru Erdilek beylere uğradık ve eve geldik. O gece
saat 21 de gene bizim evde odada oturuyorduk. Ben son hazırlık emirlerini
harekât plânına göre eve bazı şahıslar çağırarak veriyordum. O da duyacak
mesafedeydi. 20 Mayıs 1963 günü Turgut bey ailesi ile birlikte, bizden
ayrılırken gayet sakindi. Birbirimize hayırlı şanslar diledik. Bilmediği birşey
yoktu. Çünkü Harp Okulu Alay Kumandanlığını yapacaktı. Bana birşey olursa,
vurulursam, ikinci adam olarak harekât için ona her bilgiyi vermiştim.
Onunla
beraber Harb Okuluna gelecek ekibe Bahtiyar Yalta, P. Bnb. Osman Üçok’da dahil
idi, onlara da haber ver dedim.
·
19 Mayıs 1963
öğleden sonra Alb. Emin Arat’ı alıp, Alb. Galip Gültekin’e gittim ,evde biraz
oturduktan sonra harekâtın 20 Mayıs gecesi İhtilâl yapılacağını, bildirdim.
Galip hey çok sevindi, bana sarıldı, çünkü bu işin olmasını en çok isteyen geç
kalıyoruz diye teşvik eden bir arkadaştı.. Deniz Kuvvetleri" ile teması o
sağlar, daima deniz kuvvetlerinin bu sahada çok ileri olduğunu söylerdi. Zaman
zaman İstanbul a denizcilere kurye gönderirdik. Hazırlık haberlerini alırdık ve
bütün gizli toplantıları da Galip beyin evinde yapardık, çok itimat ettiğim,
çok sevdiğim bir arkadaştı. 28 Mart 1963 te İhtilâl için karar alamadığımız
günden sonra böyle mühim bir kararın alınması için kendisine haber
vermiyeceğimi söyledim. Emniyet bakımından selâhiyetın dar bir kadroda iki, üç,
hattâ tek kişide olması icap eder dedim. O da bana her zaman, her yerde
yapılacak toplantıda ben yok isem, selâhiyetimi sana bırakıyorum, sen ne karar
verirsen aynen
kabul
edeceğim diye defalarca söz vermişti. Galip Gül-tekin’e bir de şu hususu
söyledim: ihtilâl gününü kestiğim zaman. Kimseye (Vazifeliler hariç)
söylemiyeceğim, bazıları da duyduktan sonra (Napolyon’un top sesine gel)
tabiye-sı gibi sen de Harb Okulu karargâh olacağı için oraya gelirsin dedim.
Bana gücendi. «Eğer benden saklar, böyle bir emrivaki ile karşılaşırsam dünyada
gelmem bir daha da yüzüne bakmam, bana itimadın yok mu? dedim. Bu hassas
düşüncesini bildiğim için bir gün evvel bildirmeyi uygun görmüştüm, onun için
evine gittim, Emin Arat bey daha sakin dinledi, o biraz ihtiyatlı ve
çekingendi, hayırlı olsun dediler, onun üzerine radyoda okunacak ilk tebliğe
ait hazırlanan bir daktilo sayfalık bir müsvedde uzattım, artık albayım siz
bunu doktrinimiz esas olmak üzere retuş eder, düzeltir, güzel bir hale sokar
yarın öyleye kadar bana getirirsiniz dedim. Altına konacak imza içinde, Osman
Deniz’in imza teklifini hatırlatarak karar vermelerini onlara bıraktım. Şimdiye
kadar yaptığım işleri kimseden saklamadım, hele Galip bey’e, Emin Bey’e herşeyi
günü gününe bildirdim, işimin olduğunu söyliyerek, yarın akşam Alb. Orhan
Alpakm-ı da alarak karargâh olan Harb Okulu’na gelin dedim. Ayrıldık.
Gece
saat 21.00 de Yb. Pakoba ile İzzet Köz’ün evine gittik. Çünkü izzet o gün
Çorum’a gidip, Merzifon’dan gelecek filo kumandanı ile görüşecekti. Gitmiş
görüşmüştü, fakat pek ümitli gözükmüyordu. 25 Uçak Ankara’ya getirecek durum
yok. Bazı pilotlar Diyarbakır’a tatbikat için gitmiş, fakat ne bulursa gelecek,
dedi. Ayrıca Mürted Üs K. Kur. Alb. Kâzım Kalafat ile de Cemal Özdemir görüştü.
Orayı da elde ettik, kati neticeyi yarın öğleye kadar alacağız, ben size
bildiririm dedi. Bende yarm saat 14 te Yb. Pakoba senin yazıhanene gelir ,sen
ona son haberleri bildirirsin dedim. Ben harekâta yarbay Pakoba’nm evinden
çıkarak gideceğim. Hv. Bnb. Cemal Özdemir saat tam 23 te yarın gece orada olsun
dedim. Pakoba’nm ev adresini verdim. Pekiyi dedi, ayrıldık ,eve geldim. Gayet
sakin heyecansız bir gece geçirdim. Çünkü her şey o ana kadar normal gitmişti
hiç bir şey dışarıya sızmamıştı.
20
Mayıs 1963 Pazartesi :
Saat
10.00 da Emin Arat bana gelecek, radyo tebliğini j getirecekti. Ondan evvel Yb.
Rıfkı Ertem geldi. 22â P.A. için İ hazır haberini verdi. Tank Üstğ.
Ilhan Baş geldi, hazır habe-Irini verdi, onları yatak odasına sakladım. Emin
Arat bey zgeldi, tebliği kendi el yazısı ile hazırlamış olarak bana
verdi, . imza yerine de benimde imzam konmuştu. Demek Galip Gültekin ile
görüşüp en nihayet bu şekle karar vermişler de-dim. Okudum, çok güzel olmuş
hayırlı olur inşallah dedim.
;
Kendisi hiç durmadı gitti, ben hemen yatak odasına geçtim. Yb. Rıfkı daktiloda
üç suret olarak temize çekti. Ilhan Baş’ta
•
orada idi. 2 Nolu tebliği de ben yazdım, hepsi hazırdı. Alb. Emin Arat’ın el
yazısı ile olanı hâtıra olarak sakladım.
·
20 Mayıs 1963
günü öğleden sonra Turgut Alpagut bana
uğramıştı.
Bahtiyar Yalta, Bnb. Osman Üçok, Kadri Çıtak ve Mustafa Ok’a bildirdiğini
söyledi. Ben Mustafa Ok’a söy-; lenmemesini istediğim için neden ona
bildirdin diye, üzüntü-; mü bildirdim. Sen karışma idare fet ,ben onların
hepsini akşama getireceğim dedi. Peki sen bilirsin, mes’uliyet sana ait
Turgut.» dedim.
O
gün Yb. Rıfkı Ertem ve M. Pakoba’ya şu şahısları çağırmalarını söyledim. Yarbay
Hakkı Sümer, Alb. Tevfik Ünlüer, Alb. Yaşar Başaran, hepsi öğleden evvel
geldiler.
a.
Hakkı Sümer’e şu talimatı verdim: İhtilâl tarih ve saatini söyledim. Ünüformanı
giyerek yarbay Saffet’le beraber Harb Okulu’na geleceksin. Harb Okulunda
vazifen eskisi gibi bağlı birlikler kumandanlığıdır. Bir de Ord. Bşk. Muhafız
Tb. K. Yz. Tacettini haberdar edeceksin, o da harekât plânındaki vazifesine
göre hareket edecek dedim. Peki dedi gitti. Mert ve erkek bir, asker olarak
gece Harb Okuluna gelmişti. Kahramanca sabaha kadar yanımda kaldı ve vazife
gördü. Sabahleyin de birlikte okulu terkettik, mahkeme safhasında yalnız manen çökmüş
vaziyette idi ,o geceki fiili durumlarını her sanık gibi sakladı.
b.
Alb. Tevfik Ünlüer : Aynı şekilde gün ve saati söyledim. 28 Tüm. Top K. Yzb.
Metin Pakel’e durumu bildireceksin. Evvelce yapılan plâna göre Top K. lığı
hareket edecek kendisini gördüğümü saat 18.00 e kadar bana bildireceksin dedim.
İkincisi.
P. Alb. Cahit Akson’u alıp gece saat 23.00 te 28 Tüm. Kh. civarına gideceksin,
harekât başlar başlamaz irtibat subayları Kh. olan Harb Okuluna gelecekler.
O
da bana peki dedi gitti. Saat 18.00 de de 28 Tüm. Topçularının hazır olduğunu
haberi ulaştırıldığını bana eve gelip bildirdi. Ayrıca da gece saat 21.00 de
Pakoba’ya randevu yermiş, Pakoba’da Akay Pastahanesi önüne gidip Tevfik bey.
ile Cahit bey’i buldu, topçuların hazır haberi de ikinci defa bana Pakoba
kanalı ile geldi. Vazifesini noksanda olsa yaptı.
•
C.
Piyade Alb. Yaşar Başaran. Ona da gün ve saati bildirdim ve şu talimatı verdim.
·
1.
Em. Sv. Yb. Şükrü İnancı yanma alacaksın inzibat trafik kıta kumandanı
piyade Bnb. Necmi Acar ve Jandarmanın vazifesini uygulayacak olan Bnb. Kemal
Kahyaoğlu ile beraber sizin evde veya bir yerde yemeğe gideceksiniz. Saat 23.00
e kadar bu iki arkadaşa birşey söylemiyeceksiniz. Saat 23.00 te durumu bildirip
kıtalarına alarm çektirmeğe götüreceksiniz. İhanet ederlerse zor -
kullanacaksınız Yaşar dedim. (Sanki aklıma gelmiş gibi) «Merak etme» dedi.
·
2.
İkincisi de radyoda okunacak deklarasyon yazılıp ben evde olmasam da zarf
içinde eve bırakırım, uğrar alırsın. J. Bnb. Necmi Acar alarmı müteakkip (6)
dakikada radyo evine gidebilecekti. (Plan öyle idi). Hemen radyo evine girer
okutursunuz dedim. Aynı deklarasyon tank Tb. da var, bakalım yarış edin kim
okuyacak diye de şaka ettim. Peki dedi gitti. Öğleden sonra deklarasyonu da
gelip evden almıştı
·
3.
Üçüncüsü de radyoda anons okunduktan sonra iki trafik Jeepi ile gelip Küçük
Esat’ta Pakoba ’nm evinden beni alıp Harbiye’ye emniyet ile çıkaracaktı, öyle
plânlamıştık.
Bu
hususu izah etmek1 icab ediyor. Çünkü ben o gece elimde olmayan
sebeblerden dolayı tam zamanında Harbiye-ye çıkamadım. (Harbiye’ye saat 00.50
de gelebilmiştim.) Bu yüzden hakkımda bilhassa Turgut Alpagut ve onun gibi
muğber olan arkadaşlar tarafından beni küçültmek için şu Şekilde haberler
yayıyorlardı.
·
1.
Ben harekâtı evden idare' etmişim.
·
2.
Harbiye’yi zamanında çıkaracak adam evden en sonra mı gelirmiş?
·
3.
Her iş olup bittikten sonra saltanatla şatafatlı bir kahraman olarak
Harbiyeye gelmek istiyormuşum.
·
4.
Zamanında Harbiye’ye çıkmaktan korkıhuşum. Tehlikeli yere arkadaşlarımı
sürmüşüm.
,
Bunları
hep hapishane koğuş ve koridorlarında bazı arkadaşlarım yayarak dedikodu
yapmaya başladılar.
Hattâ
bunlara Cevat Kırca bile inandı. Hapishanede bulunan siyasî rakipler. 14 1er,
11 1er, Dündar, Necati İkilisi ve aşağılık komplekslerine düşmüş yakın
arkadaşlarım da maalesef bu kampanyada yer aldılar.
İşin
esası şudur:
31.
Mart 1863 ihtilâl teşebbüsünde plân benim için şöyle idi. Ben o gece Harb
Okuluna girecektim. Arkadaşların ekibi ise Fethi Gürcan’la beraber Zırhlı
Birlikler Okuluna girecekti.
31.
Mart geçtikten sonra. Alb. Galip Gültekin, Yb. Rıfkı Ertem, Bnb. Fethi Gürcan,
hakkımda şöyle düşünmüşler:
Yb.
M. Pakoba: «Albayım siz lidersiniz, birinci hatta gitmenize lüzum yok, her şey
olabilir vurulabilirsiniz, siz bize lâzımsınız. Onun için bu sefer siz bir evde
bulunun biz gider kıtaları çıkarır sonra gelip sizi oradan emniyete alırız.»
dediler. İşte bu arkadaşların samimi beni koruma teklifleri ne uyarak 21 Mayıs
963 harekâtında Pakoba’nın evinde beklemeyi uygun gördüm. Yoksa korktuğumdan,
yahut saltanatla gelmeyi düşündüğümden değil. Pakoba’lara gideceğimi bu
dedikoduyu körükleyen Turgut Alpagut’ta çok iyi biliyordu. Neden o gece son
defa saat 20.00 de helâlleşip ayrılırken böyle bir arzum var ise bana
bildirmedi. Eğer çıksaydım, onlar gibi de korulukta Harbiye çıkıncaya kadar
beklemezdim. Ama ne yapayımki her hareketimde samimi idim. Arkadaşların
tekliflerini de kabul edişim hatâ imiş. Bunu şimdi anladım.
Trafik
kıta'komutanı ihanet edip gelmeyince tabi Yaşar Başaran’da gelip beni zamanında
alamadı.
Yaşar
Başaran o gece benim verdiğim talimatı Necmi Acar’a tatbik etmemiş saat 21.00
de deklerasyonu ona teslim edip 23,30 da radyoevi önünde gelmesini beklemiş. O
da ne yapsın? Necmi’ye çok itimat etmişti. Yaşar Başaran o
gece
büyük bir cesaretle çok büyük işler gördü. Çok sadık olarak sabaha kadar
çalıştı, öğleden sonra Yb. Pakoba, İzzet Köz’e uğrayıp haber getirecekti onu
sabırsızlıkla bekliyordum. Nihayet geldi. Hava kuvvetleri hazır albayım dedi.
Şimdi oradan geliyorum. İzzet Köz şifreli olarak bir yerle görüştü ve tamam
dedi. O sırada Hv. Bnb. Necdet Öz ile Hv. Bnb. Cemal Özdemir, Mürted üssünden
geldiler, oradaki Üs. K. Kur. Alb. Kâzım Kalafat ile anlaştık bu gece Mürted
üssünden 4 adet uçak, bir üsteğmen kumandasında hareket edecek dediler dedi.
Hv. Bnb. Cemal Özdemir’i alıp otomobille Pakoba Küçük Esat’taki evini
gösterdiğini bana bildirdi. Bende kendisine akşam saat 20,00 den sonra ailem
ile birlikte yemeğe geleceğimi bildirdim. Gitti.
Artık
her şey normaldi, iş saatlere kalmıştı. Şüpheyi dâ-vet etemek için normal
hayatımda hiç bir değişiklik yapmadım. Sokağa çıktım. Kızılay’da dolaştım, 22
Şübatçılarm çay bahçesi olarak bilinen Zafer Anıdı karşısındaki (Zafer Çay
Bahçesine) gittim, orada Sv. Yb. Şükrü înanç geldi. Ona da durumu bildirdim.
Yaşar Başaran, Tevfik Ünlüer, Rıfkı Ertem, M. Pakoba hep orada idik.
Daha
önce evden ayrılmadan en son olarak Em. Yzb. Ümit Yavuz ile görüştüm. (Karımın
amcasının oğlu idi. 22 Şubatta Harb Okulunda 7 Blk. K. idi Onun için en kiritik
vazifeyi de ona vermiştim. Harb Okulu Bindirilmiş Bl. K. idi). Geceki
vazifesini bir daha anlattı. Tk. K. olan Top Üsteğ. Arif Hikmet Çelik, Üsteğ.
Ayhan Ocal’ı da al gel dedim. Bana aynen şöyle söz vermişti. «Albayım hiç merak
etme. Hiç kimse gelmezse ben geleceğim. Dikmen’deki evden çıkıp tam saatinde
gelirim, dedi ve gitti.» Fakat ihanet etti. Ne o ne de Üsteğ. Arif Hikmet Çelik
o gece vazifelerine gelmediler. Yalnız Üsteğ. Ayhan Öcal geldi.
Eve
geldik. Rıfkı Ertem ile helâllaşıp, kucaklaşıp ayrıldık. Ben karımı, kızımı
alıp, damadım tank teğmeni Atillâ Altugan da dahil saat 20,30 da Pakoba’larda
olduk. Neşe ile oturduk sanki bir şey yokmuş gibi, yemeğimizi yedik.
Damadım
Teğ. Atillâ Altugan saat 10.45 te helallaşıp Tank Okuluna gitti. Radyoevine
gidecek ilk tankta vazifeli idi.
Saat
tam 23.00 te kapı çalındı, Hv. Bnb. Cemal Özdemir geldi. Oturduk, Hava
Kuvvetlerinin son durumunu bildirdi. Bütün Üsler hazır dedi. Eskişehir Üssünde
Hv. Kur. Alb. Hulusi Kaymaklı, Balıkesir Üs Kumandanı Tuğg. Emin Alp-kaya ve
Hv. Alb. Lütfü Güngör, Mürted Üs. K. Kur. Alb. Kâzım Kalafat ile görüştüm.. 4
Uçak üstte bekliyor, her şey hazır dedi. Saat 23.00 oldu, artık tehlike kalmadı
dedim. Bu ana kadar hükümet haber almadığına göre harekât başladı dedim.
Heyecan
ile beni almaya geleceklerini bekliyordum. Saat 23.55 olmuştu, kapı çalındı.
Em. Sv. Yb., Şükrü İnanç geldi. Beni Alb. Yaşar Başaran gönderdi. Tanklar
gelmez ise Trafik Kıta K. ben gelmem diyormuş dedi. Ben de «Şükrü merak etme
tanklar muhakkak gelecekler, git şöyle gelsinler» dedim, hemen gitti. O gider
gitmez. Radyo sustu bir Almanca neşriyat başladı o da kesildi, radyo vınlamaya
başladı. Arkasından Dikkat Dikkat diye Üsteğ. İlhan Başın sesi yükseldi. İlk
tebliği okumaya başladı:
«DİKKAT
DİKKAT :
Şimdi
Türk Silâhlı Kuvvetleri İhtilâl Genel Karargâhının bildirisini dinleyeceksiniz:
BÜYÜK
TÜRK MÎLLETİNE:
·
1.
Gayesi Ve vazifesi milletimizin kurtarıcısı ve Cumhuriyetimizin kurucusu
Büyük Atatürk’ün ilkeleri ile çizdiği yolda yürümek ve milletimizi çağdaş uygarlık
seviyesine ulaştırarak rafah, huzur ve güvenlik içinde yaşatma olan Büyük
Millet Meclisi ve onun hükümetleri, mevcut Anayasa ve kanunları hiçe sayarak
partizan bir zihniyetle hareket etmeleri neticesinde ekonomik, sosyal ve
politika hayatımızı tamamen felce uğratmışlar, millet ve devletimizin bekasını
tehlikeye düşürmüşlerdir.
Durumu
çok yakından ve hassasiyetle izleyen Türk Si-lâhhlı Kuvvetleri bu şartlar
altında Büyük Milletimizin isteklerine uygun olarak ve bunu millî vazifesi
bilerek idareye el koymak zorunda kalmıştır.
·
2.
Türk Silâhlı Kuvvetleri tamamen Atatürk ilkelerine bağlı olarak
Milletimizin muhtaç olduğu kuvvetli, istikrarlı, devrimci ve demokratik
Cumhuriyet idaresini kuracak ve muhalefeti amacına ulaştıracaktır.
Bu
amaç Türk Milletini refahı ,huzuru hızla çağdaş uygarlık seviyesine yükselmesi,
eşitlik, bütünlük, birlik ve güven içinde millî şeref ve haysiyetle bütün
hürriyetlerine sahip olarak barış içinde yaşamasıdır.
·
3.
Bu maksatla, MİLLET MECLİSİ VE CUMHURİYET SENATOSU fesh edilmiştir. BÜTÜN
SİYASI PARTİLER İLE SİYASİ PARTİLERE BAĞLI VEYA SİYASİ MAHİYETTE OLAN BÜTÜN
DERNEKLER KAPATILMIŞ VE HER TÜRLÜ SİYASİ FAALİYET MEN EDİLMİŞTİR.
·
4.
Türkiye Cumhuriyeti sınırlan içinde vatandaşlarımızın ve yabancılann mal
ve can emniyetleri ile hak ve hürriyetleri mevcut kanunlarımız dahilinde Türk
Silâhlı Kuvvetleri ile Emniyet Kuvvetlerinin teminatı altındadır.
·
5.
Birleşmiş Milletler Anayasasına tamamen riayetle mevcut anlaşma ve
dayanışmalarımıza sadık kalınacaktır. İdare makanizması, âmirleri ve emniyet
teşkilâtı mensupları normal vazifelerine devam edecekler, Silâhlı Kuvvetler ve
Emniyet teşkilâtı mensupları idare amirlerine her türlü yardımı yapacaklardır.
·
6.
Büyük Türk Milleti, hiçbir şahıs, zümre ve parti adına hareket etmeyen
yalnız milletine karşı borçlu olduğu vazifesini yapan senin Silâhlı
Kuvvetlerinin zaman zaman yayınlayacağı bildirileri tam bir vakar huzur ve
güvenlik içinde bekle, halaskar fedailerin yalnız ve daima senin emrinde ve
hizmetindedirler.
TÜRK
SİLÂHLI KUVVETLERİ
İHTİLÂL
GENEL KARAGÂHI ADINA
TALÂT
AYDEMİR
Hv.
Bnb. Cemal Özdemir hemen boynuma atladı sarıldık tebrik etti. Eşim, çocuklarım,
Pakoba ve ailesi sevinç içinde idik. Arkadan Harb Okulu Marşı çalmaya
başlayınca ben şöyle dedim: «Bu günü gördüm, artık ölsem de gam yemem» hemen
Pakoba ile Cemal Özdemir’i Harb Okuluna gönderdim. Ben de plân gereğince Yaşar
Başaran’m beni gelip almasını bekliyordum. Derken biraz sonra bir jeep geldi
içinden iki Harbiyeli ve Yb. M. Pakoba indi. Harbiye^-İllerin biri Erol Ege,
diğeri Zihni Çetiner idi. Hemen evdekiler ile helâllaşıp Harbiyeye hareket
ettik, yolda Meclis önünde bir tank gördüm, Teğ. Savaş Kilimci bizi durdurdu.
Parola sordu. Beni görünce arabayı serbest bıraktı.
Harbiyeye
döndük, yokuştan aşağıya Bl. 1er muntazam iniyorlardı, arabadan indim onları
selâmladım, hayırlı vazifeler temenni ettim. Hepsi neşe içinde idi. Galip
Gültekin beni karşıladı, tekrar arabaya bindik Nizamiyeye on metre kala indim.
Fakat
Harb Okuluna çıktığım zaman ne göreyim, Cahit Aksoy ile Tevfik Ünlüer orada değiller
mi? Vazife başına gitmemişler, etrafımda vazife ver deyip dolaşıyorlar', herkes
kendisini Harp Okuluna atarak garantiye almak istemiş. Tevfik Ünlüer sabaha
kadar yanımda kaldı. Arada sırada verdiğim vazifeleri noksan da olsa yaptı.
Beni
ilk karşılayan Turgut Alpagut, Bahtiyar Yalta oldu. Hv. Alb. Turhan Çağlar’da
boynuma sarıldı öptü ve o anda kayboldu. Mektebin Önü karma karışıktı .Turgut
beye iç ve dış emniyet aldın mı dedim. O anda okul' nöbetçi âmiri top Yb.
Behsat Tanrı yanıma getirdi elini sıktım. Yarbayım ihtilâl başlamıştır.
Vereceğim emirlere harfiyen riayet edilecektir dedim. Okulun bütün nöbetçi
heyeti nizamiye önünde idi. Çoğu öğretmen subaylardı, Okul NÖ. Sb. Nö. Amiri A.
Nö. Yzb. o anda hiç bir mukavemet göstermediler. Nöbetçi subayı odasına çıktım.
Genç öğretmenlere vazife verilmesin bir odada istirahat etsinler dedim. Kendim
sağdaki koridordaki Kh. K. nın odasına gittim, yanımda muhafız talebeler,
Pakoba, Hakkı Sümer, Galip Gültekin, Selçuk Okyay, Tevfik Ünlüer, vardı. O
sırada radyo el değiştirdi. 28 Tüm Kur. Bş. Yb. Ali Elverdi konuşuyor dediler,
radyoyu kapattım. Bizimkiler • şimdi alırlar dedim.
Talât
Aydemir'in anıları arasında bulunmayan Ali El-verdi'nin konuşması sonradan
alınarak bu bölüme eklenmiştir.
Elverdi'nin
irticalen yaptığı konuşma Mamak Mahkemesi gerekçeli kararında şu şekilde yer
almaktadır:
«Muhterem
Türk Milleti :
Burası
Ankara Garnizon Komutanlığı, ben 28. Tümenin Garnizon Kurmay Başkanıyım. Yarbay
Ali Elverdi. Tekrar ilân ediyorum, bundan evvel yapılan iş yanlıştı, şimdi
düzelttik. Radyoevi tekrar muhafaza altına alındı. Ankara sükûnet ve selâmete
kavuşturuldu. Bundan evvel yapılan üç-buçuk tane çapulcunun sergüzeştçe
hareketi idi. Bu harekete bu anda son verilmiştir.
Birlikler
size hitap ediyor : Türk Ordusu herkes kışlalarına dönsün, herkes ikinci emri
beklesin. Türkiye Cumhuriyeti şerefli ordusu kara, hava, deniz, ve jandarma
Komutanlığı bütün Türk Milletine hitap ediyorum. Ordumuza hitab ediyorum.
Herkes kışlalarına çekilsin. Ve istirahatine geçsin. Bundan önce yapılmış olan
harekât sergüzeştlerin hareketinden başka birşey değildir. Türk şerefli
ordusunun şerefli subay ve mensupları derhal yataklarından kalkmış silâhına
sarılmış yapılan bu sergüzeştçe harekete son vermiştir. Türk Ordusu Demokrasinin
aşığıdır. Millî irade ordu ve millete husule gelen bizim hepimize gelen
evlâdımızdır. Biz Millî İradenin bekçisiyiz. Sonuna kadar kanımızı ve canımızı
vermeye hazırız.
Muhterem
Türk Milleti :
Tekrar
ediyorum, bundan önce yapılan harekât yanlış bir harekettir. Son verilmiştir.
Bu hareket onların skandali ile netice bulmuştur. Türk Ordusu duruma hâkimdir.
Türk Ordusu derhal kışlalarına dönecek emir bekliyecektir. Yayma arada devam
edilecektir.
(Marşlardan
sonra) :
Muhterem
Türk Milleti size Silâhlı Kuvvetlerin sesini duyuruyorum, Silâhlı Kuvvetler
tamamen duruma hâkimdir. Türk Silâhlı Kuvvetleri Hükümetin emrindedir. Bundan
önce yapılan anonslar ve yayınlar bir kaç çapulcunun marifetiydi, buna son
verilmiştir. Şimdi Silâhlı Kuvvetler bunları toplamakla meşguldür. Türk Silâhlı
Kuvvetleri vazifesinin başındadır. Hükümetin emrindedir. Hükümetin icraatına
son verilmemiştir. Bundan Önceki yayınlar tamamen yalan ve yanlıştır. Hiç bir
kimse tevkif edilmemiştir. Hiç bir Hükümet mensubu toplanmamıştır. Bu harekete
hiç bir ordu mensubu katılmamıştır. Türk Ordusu hükümetinin emrinde olarak bu
yapılan isyan bereketini, silâh çekme hareketini bastırmış ve iş başına
gelmiştir. Bit çok rivâyetler olabilir, bunların hepsi yalandır. Kan
dökülmemiştir. Harekâti yapanlar 3.5 çapulcudan ibarettir. Onların da harekâtme
son verilmiş ve Türk Silâhlı Kuvvetleri duruma hâkim olmuştur. Hükümet iş
başındadır. Türk Silâhlı Kuvvetleri Kara, Deniz, Hava ve Jandarma kuvvetleri
emniyet mensupları hükümetin emrinde ve emir beklemek üzere vazife başındadır.
(Marşlardan sonra) :
Muhterem
Türk Milleti bundan bir buçuk saat evvel Radyoevini bir sergüzeşt ve çapulcular
istilâ etmişler ve size yalan neşriyatta bulunmuşlar idi. Türk Silâhlı
Kuvvetleri bunları toplamış ve duruma hâkimdir. Endişe edilecek hiç bir mevzuu
ortada yoktur. Bu çapulcular tamamen toplanmıştır. Yalanlara rivâyetlere
inanmayınız, bunlara Türk Silâhlı Kuvvetleri tamamen duruma hâkim olup,
hükümetinin emrindedir. Türk Silâhlı Kuvvetleri vazife başındadır. Muhterem
Türk Milleti bundan sonraki yayınlan yalnız uzun dalga üzerinden neşredeceğiz,
kısa dalgaya son veriyoruz.
(Marşlardan
sonra) :
Muhterem
Türk Milleti :
Bundan
iki saat önce bazı sergüzeşçiler Radyoevine taarruz ederek istilâ etmişler ve
yanlış beyan ve yayınlarda bulunmuşlardır. Bunlar Türk Silâhlı Kuvvetleri
tarafından tamamen, toplanmış ve cezası verilmek üzere adalete teslim
edilmiştir. Türk Silâhlı Kuvvetleri hükümetinin emrindedir. Hükümet tamamen iş
başındadır. Türk Silâhlı Kuvvetleri Millî iradenin bekçisidir. Demokrasinin
aşığıdır. Bu yoldan asla hiç bir silâhlı kuvvet mensubu ayrılmamıştır ve
ayrılmayacaktır. Türk Silâhlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı-nın emrini
bildiriyorum.
Herkes
kıt’asmın başında emir beklesin, herkes kıt'asının başında, emir beklesin,
herhangi bir fevri harekete tevessül edilmesin; Türk Silâhlı Kuvvetleri duruma
tamamen hâkimdir. Yalan neşriyat veya dedikodulara inanılmasın. Hiç kimse
tevkif edilmemiştir. Hiç bir kan dökülmemiştir. Silâhlı Kuvvetler tamamen
duruma hâkimdir. Durum normale avdet etmiştir. Hükümet iş başındadır. Biraz
sonra hükümet başkanı, Devlet Reisi, ve Genelkürmay Başkanının seslerini
duyacaksınız.
(Marşlardan
sonra) :
Muhterem
Türk Milleti :
Burası
Ankara radyosu, Türk Silâhlı Kuvvetleri duruma tamamen hâkimdir. Yapılan
harekât üç beş çapulcunun harekâtından başka bir şey değildir. Bu harekât
tamamen bastırılmıştır. Türk Silâhlı Kuvvetleri bütün subaylar birliğinin
başında bulunsun, Ankara Garnizon Komutanlığı birlikleri, Ankara Garnizon
Komutanlığı birlikleri, Emassa plânı uygulansın, Emassa plânı uygulansın.
Ankara Garnizon birlikleri Emassa plânı uygulansın. Ben Garnizon Kurmay Başkanı
Yb. ATİ ELVERDİ, Emassa Plânı uygulansın, Ankara tamamen emniyettedir.
Türk Silâhlı Kuvvetleri vazifesinin başındadır. Hükümetinin emrindedir.
Başbakan vazifesi başındadır. Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları
vazifesinin başındadırlar. Hükümet tamamen duruma hâkimdir. Endişe edilecek hiç
bir husus yoktur. (Marşlardan sonra) :
Muhterem
Türk Milleti :
Bundan
önce yapılan, iki saat önce yapılan bütün yayınlar yalan neşriyattan ibarettir.
Türk Silâhlı Kuvvetleri duruma hâkimdir. Ankara’da endişeye mucip bir şey
yoktur. Hükümet vazifesi başındadır. Başbakan vazifesi başındadır. Genelkurmay
Başkanı, Kuvvet Komutanlığı hepsi vazifeleri başındadır. Türk Silâhlı
Kuvvetleri duruma hâkimdir. Türk Ordusu Milletinin ve Hükümetinin emrindedir.
Türk Milleti Millî iradenin bekçisidir. Türk Milleti demokrasinin
aşığıdır. Türk Ordusu demokrasinin aşığıdır. Millî iradeye, kimseye el
sürdürmiyecektir; Türk Silâhlı Kuvvetleri.
(Marşlardan
sonra) :
Muhterem
Türk Milleti :
Türk
Silâhlı Kuvvetleri duruma hâkimdir. Bundan önce yapılan harekât ve yayınlar
yanlıştır, yalandır. Türk Silâh-, lı Kuvvetleri hükümetinin emrindedir. Hükümet
iş başındadır. Türk Silâhlı Kuvvetleri hükümetinin'emrindedir. Bundan önce
yapılan neşriyat yalan ve yanlıştır. Bütün garnizon birlikleri. Ankara garnizon
birlikleri, Genelkurmay Başkanının emrini tekrar ediyorum. Emassa plânı
uygulanacak. Emassa plânı uygulanacak... Türk Silâhlı Kuvvetleri Genelkurmay
Başkanının emri bütün birlik Komutanları, birliğinin başında emir beklesinler.
Ve Emassa plânını uygulasınlar. Genelkurmay Başkanı vazifesinin başındadır.
Başbakan ve Hükümet Erkânı vazifesinin başındadırlar. Hükümet duruma tamamen
hâkimdir.
Karşımızda
hiç bir kuvvet yoktu. Ama nasıl olduğunu anlıyamamıştım,. Meğer Radyoevine ne
trafik kıtası gelmiş rie de Harb Okulundan gönderilen bindirilmiş bölük gitmiş.
Turgut Alpagut, Bahtiyar Yalta meydanda yok, hemen nizamiyede bindirilmiş
olarak bekleyen Blk. aşağıya şevkettim. Üstğ. Erol Dinçer (Gecenin en kahraman
subayı). BuSv. Ütğm. Erol
.Dinger. gecenin en kahraman şuhaBl.
ile gidip radyoevini tekrar zapetti. Ali Elverdi’yi tevkif edip getirdi. Radyo
tekrar bizim anonsu vermeye başladı. 02.30 a kadar devam etti.
Erol
Dinçer’in Radyoda İhtilâl Karargâhı adına okuduğu anons şöyleydi :
i
Türk
Silâhlı Kuvvetleri İhtilâl Genel Karargâhı iki numaralı tebliği :
-
·
1.
21 Mayıs 1963 günü 00 saatten sonra ihtilâl için verilen özel parolayı
bilmeyen hiç bir vatandaş sokağa çıkmayacaktır.
·
2.
Aksi hareket eden kim olursa ateş edilecektir. İstanbul, Ankara
vilâyetlerinde şu andan itibaren Örfi İdare ilân edilmiştir.
TÜRK
SİLÂHLI KUVVETLERİ İHTİLÂL KARARGÂHI
Bu
sefer Etimesut istasyonundan radyo irtibatını kestiler. Hükümet kuvvetleri diye
Eitmesut’tan anonsa başladılar.
Genelkurmay
Başkanı Sunay şu konuşmayı yaptı:
TÜRK
SİLÂHLI KUVVETLERİ HÜKÜMETİN EMRİNDEDİR. KARA, DENİZ, HAVA VE JANDARMA
KOMUTANLIKLARI HÜKÜMETİ DESTEKLEMEKTEDİR. TALÂT’IN 3-5 ADAMI HÜSRANA
UĞRAYACAKTIR. MACERAPERESTLER MUVAFFAK OLAMIYACAKLARDIR. VE CEZALARINI
GÖRECEKLERDİR. BUNLAR TOPLANMAKTADIRLAR.
ORGENERAL
CEVDET SUNAY GENEL KURMAY BAŞKANI
Bu
andan itibaren subaylarda kıta kumandanlarında bir çözülme başladı. Halbuki
karşımızda hiç bir kıta yoktu. Subaylar tankları, bölükleri bırakıp kaçmasa
idi, hiç bir şey olmayacaktı. Tek radyonun bukadar tesirli silâh olduğunu o
zaman anladım. Mağlubiyetimizin tek sebebi radyodur.
Bu
saatten itibaren şans artık döndü. İstânbuldan’da hiç bir haber alamadım. Orada
da radyö el değiştirince ayağa kalkan birlikler hemen ters, dönmüşler, asayiş
plânını uygulamaya başlamışlar. Harb Okulu’na bir çok generaller enterne
edilerek getiriliyordu. Hepsine gayet iyi muamele ettim. Silâhlarını
aldırmadım. Okulun gazinosunda istirahat ettirdim. Otobüslere doldurup aşağıya
vazifelerine gönderiyordum. Bir hayli de her rütbeden subay geliyordu. Çoğu
vazife istiyorlardı, güvenip veremedim. Tanımıyordum. Hele \ ikinci defa radyo
bize geçince:
Harbiye’ye
parolayı bilmiyerek getirildim diye gelen subay akını başladı. Bunlar iki
taraflı hareket eden subaylardı. Yaşasın cinsinden. Saat 03.30 raddelerinde çok
bunaldım. Bu sıralarda Cevdet Sünay’ın adına radyoda şu bildiri
tekrarlanıyordu:
HAVADA
UÇAN TÜRK HAVA KUVVETLERİ TAYYARELERİ HÜKÜMETİN VE GENELKURMAY BAŞKANLIĞININ
EMRİNDE OLARAK HAVADA VAZİFE BEKLEMEKTEDİRLER. YOLUNU SAPITMIŞ BİR KISIM
HARBİ-YELİLERİN VE YANLIŞ YOLDA OLAN AZINLIĞIN DERHAL KIŞLALARINA ÇEKİLMELERİNİ
VE SİLÂHLARINI BIRAKMALARINI EMREDERİM. AKSİ TAKDİRDE BÜTÜN SİLÂHLI KUVVETLERLE
BİRLİKTE YARIM SAATE KADAR HAVA KUVVETLERİ TAARRUZ EDECEKTİR.
CEVDET
SUNAY ORGENERAL GENELKURMAY BAŞKANI
Biraz
evvel 2^29 P. irtibat sb. Hâkim Gökalp Pusat geldi. 229 P. A. başta Rıfkı Ertem
olmak üzere alay tam plâna göre hareket etmişti. Yb. Rıfkı Ertem o gece tam
kendisini gösterdi. % 100 vazifesini yapan çok kahraman bir subaydı. Kendim Hv.
Kuvvetleri Kh. kadar aşağıya indim. Çünkü Radyoevine giden Harbiyelilere ateş
ediliyor diye bir haber gelmişti. Yb. Rıfkı Ertem’i istettim, ben de gidip
müdahale etmekten bizzat oralarda döğüşmekten başka çâre kalmamıştı. Hiç bir
yardımcı yoktu. Aslan gibi vazife gören Bnb. Fethi Gürcan, Üstğ. Erol Dincer,
Yzb. Tevfik Saltoğlu, Yb. Rıfkı Ertem, Asb. Münip Tepeci ve harbiye
talebelerinden başka kimseyi göremiyordum. Tam Hv. K. Kh. meclis arasındaki yol
üzerinde Yb. Rıfkı Ertem ile konuşuyorduk. Rad-
yoevine
gidecekti. Emir veriyordum, etrafımızda Harb Okulu talebeleri vardı. 30-40
kadar. Hv. Kv. Kh. da dolu gibi bize ateş başladı. Hemen talebeler tam siper
yaptırdık, fakat. Rıfkı bey ile biz ayakta kaldık, kendimizi kaybetmiştik hele,
ben vurulmayı çok arzu ediyordum. Fakat öldürmeyen Allah öldürmüyor, ayağımın
ucuna yere çarpan mermileri çok gördüm. Mucize demekten başka elimden bir şey
gelmiyor. O geceyi görmeyen inanamaz. Biraz: sonra ateş kesildi, okula döndük,
işler pek iyi gitmiyordu. Sabah olmak üzere idi. Saat 05.30 oldu. Okiıla
koşarak îzzet Köz ile Hv. Bnb. Necdet Öz’ün geldiğini gördüm, sevinçle işte
albayım nihayet istediğin uçakları getirdik, şimdi Eskişehir Hv. Üssünden (4)
adet F—100 uçağı hareket etti, geliyorlar, demeye kalmadı. Uçaklar geldi,
nizamiyeye çıktım, dört uçakta Meclis binası üzerine Muhafız A. Köşke dalıyor.
Hv. K. K. ve Genel Kh. dalıyorlardı. Epey uçuş yaptılar. îzzet Köz bana Hv. K.
Kh. ateş altına bu uçaklarla aldırtacağını söyledi. Harbiyelileri Kh.
civarından çekin dedi. Bende Fethi Gürcan’a haber gönderdim, hakikaten biraz
sonra uçaklar Hv. K. Kh. ve Genel Kur. makinalı tüfekle tarıyorlardı. Hattâ bir
uçakta roket atışı yaptı ama Hv. K. Kh. nın yanındaki araziye düştü, bir müddet
sonra bu uçaklar gittiler. Her halde akar yakıtları bitti. Saat 06.00 da bu
sefer iki adet F—86 uçağı geldi, bunlar Mürted’ten kalkmış hükümet kuvvetlerine
aitti bunlarda Harb Okulunu makineli tüfek ile taramaya başladılar, o anda bir
talebe şehid oldu. Epey ateş ettiler, artık vaziyet aleyhe dönmüştü. Baktım Al.
Nö. A. Sabahattin Altınok geldi. «Harekâtı durduralım albayım» diyerek
yalvarıyordu.
Biraz
evvelde bu binbaşı beni tevkif etmek için tertibat almıştı. Bağlı birliklerden
30-40 kadar er toplamış, başında Sadık Yzb. ile Nizamiyeye doğru geliyorlardı,
talebeler bana haber verdiler. Hemen iki tomsonlu muhafız ile dışarıya
fırladım, gelen askerlere karşı yürüdüm, Yzb. geri dönüp kaçtı. Askerlerin
başında bir assb. vardı. Çağırdım emir verdim, askerleri durdurdu. Tüfek
çattırdım. Bâşına bir nöbetçi diktirdim ,erleri geldikleri yere gönderttim.
Bunun esasını duruşma safhasında öğrendim. Kur. Bnb. Sebahattin Altınok ile Nö.
Yzb. Nihat Şendoğan sabaha karşı bâzı tertiplere girdiklerini haber alınca
tevkif etmiş bir odaya kapatmıştım. Oradan telefon ile Genelkurmay 2. Başkanı
Memduh Tağ-maç ile S. Altınok görüşmüş beni tevkif için emir almış. O '
askerleri meğer Yzb. Ziya emir verip getirtmiş ama muvaffak olamadı. Bu Bnb. yı
da mahkeme safhasında iyice \ tanıdım. Çok beceriksiz bir kurmay subay.
Hakkında fazla bir şey yazmıyacağım.).
Saat
06.30 olmuştu. Teğmen Atilla Altugan geldi, albayım hükümet kuvvetlerine ait
kuvvetler Harb Okulunu kuşatıyor, tanklar yokuştan çıkıyorlar, elli metre kaldı
dedi. Baktım çâre kalmamıştı. Okulda kalıp teslim olmak istemiyordum, çarpışa
çarpışa göğsümden vurularak ölmek istiyordum. Ni-zamiyeden çıktık, yanımda şu
arkadaşlar vardı. Alb. Galip Gültekin, Yb. M. Pakoba ve Hakkı Sümer, Alb.
Tevfik Ünlüer, Teğmen Atilla Altugan, Harbiyeli bir kaç arkadaş ve: muhafızım
Erol Ege bizde okuldan aşağıya sol taraftaki koruluktan yürüyerek indik,
sağımızda tanklar yol üzerinde,, solumuzda 229 P. Al. avcı zincirinde ateş
ederek ilerliyorlardı. Bizi ne gören vardı, nede ateş eden, köprüye kadar
indik, oradan sağ tarafa geçtik. Harbiyelilere terk etmeleri için, ısrar ettik,
onlarda terketiler. Atilla’da Galip Gültekin’de gitti, Erol Ege beni
terketmemek için yalvarıyordu, ona üzerimdeki bazı kâğıtları verdim yak dedim,
yaktı. O da ayrıldı, geri kalan arkadaşlarla Teknik Üniversite kapısına
yürüdük. Yanımızdan kıtalar geçiyordu, aldıran olmadı, geri, döndük. Dikmen’e
doğru dere içinden yürüdük geldik. Dikmen’e çıkan yolun kenarında fundalıklar
içinde oturduk. Bu Bu sefer sağımızda Muhafız Alayı koruyu tarıyor, ateş ederek
Harbiye’ye doğru çıkıyordu. Solumuzdan dört metre kadar ötedeki yol kavşağında
jeepler vızır vızır Dikmen’e doğru gidiyorlardı, havada helikopter, topçu
uçakları uçuyor^ bizi arıyorlardı. Kimse bizi görmedi. Saat 08.00’e kadar orada
oturduk, son durum muhakemesini yaptım.
«Olan
oldu mağlup olduk. Mukadderattan başkası olmaz, gidip teslim olalım» dedim.
Assubay Münip Tepeci bana yalvarıyordu, albayım dağa çıkalım. Ben sizi
kaçırırım diyordu. Ben kabul etmedim. Yb. Hakkı Sümer Genelkurmaya teslim
olalım diyordu, razı olmadım.
«Biz
siviliz ancak sivillere emniyet (polis) karışır gidip ona teslim olalım» dedim.
Kararı uygulamak için oradan geçen bir taksiyi yoldan çevirdik, hepimiz bindik.
Doğru Hv. K. Kh. önünden Eminsu mahallesini geçtik, buraya iki askeri barikatı
aşarak girdik. Kimse tanımadı. Yarbay hakkı Sümer’i eve bıraktık, oradan
Maltepe camisi yoluna indik,, Alb. Tevfik Ünlüer ile Assb. Münip Tepeci’yi
bıraktık, Pako-ba ile birlikte tam sekiz tane askeri kordonu aşarak çok
dolambaçlı yollardan Küçük Esat’a Pakobalar’a geldik. Eve çıkınca, ailelerimiz
bizi görünce şaşırdılar. Çünkü radyo durmadan 22 Şubatçılar, asiler, imha
edildiler diye yalan haberler yayınlıyordu. Tabii bizi sağ görünce şaşırdılar,
oturduk konuştuk. Çok yorgun idik, birer odaya çekilip uyuduk. Tam saat 12.00
olmuştu, polisler Pakoba’yı tevkif için eve gelmişlerdi. Ben de giyindim,
odadan çıkanca polisler hem şaşır-
dılar,
hem de «Talât ağabey sen burada mısın» diyerek sevindiler. Polislere şu şartı
koştum; «Ben ancak size teslim olurum. Askerlere teslim olmam» dedim. Söz
verdiler evden çıktık. Polis arabasına bindim, beni götüren polisler, çok iyi
insanlardı, hayatımı kurtardılar.
Çünkü
evin önünden hareket ettikten hemen sonra arkamızda beyazlı, sarılı bir hususî
araba belirdi, içinde Merkez Kumandanı O. Çokdeğer ve birkaç tane subay
ellerinde tomsonlar klakson çalarak bize durmamızı işaret ediyorlardı. En
nihayet bizim arabanın önüne geçtiler, kendilerini takip etmemizi söylediler.
Ben polislere sakın bizi onlara teslim etmeyin dedim. Arabalar hızla gidiyordu,
Genelkurmay istikametine döndük, Jandarma Genel Komutanlığı önünden x
geçtik, Merkez Kumandanının arabası Gelenkurmay’ın önüne giden yola girdi ben
hemen polise ileri sür dedim, hızla uzaklaştık. Onlar kala kaldılar, arkamıza
düştüler ama biz Çankaya Emniyet amirliği önüne geldiğimizde ancak yetişebildiler.
İş işten geçmişti. Polisler ve ben arabadan atladık, buraya girdik. Doğru 1. Ş.
Md. yanma çıkardılar. Merkez K. Orhan Çokdeğer geldi, beni zorla Genelkurmay’a
götürmek istedi ama polisler vermediler. Bir de baktım Sv. Alb.
ı
Reşit Çölok (M.D.O. cu )elinde tomson o da orada kahraman gibi dolaşıyordu, bu
cins subaylardan nefret ediyordum. Bunlar zamanında yanımıza selâvat ile gelen
insanlardı .Sokakta gorüncede selâmlamak için çırpmırlardı. Ama şimdi acaba bu
hareketler ile göze girerek bir Avrupa ve Tahran’a gidebilecek miyim diye
çırpınıyorlardı. Ekrem Acuner’in (M.D. 0) teşkilâtında çalışanlardan biride
buydu...
Polisler
usulen üzerimi aradılar ve diğer bir odaya aldılar. Orada kısaca bir ifade
verdik biraz sonra odaya muhafız olarak dört tane polis geldi. İkisi resmî,
ikisi sivil, sivil olanlardan bir tanesi genç partizan tipli bir kimse ve (CHP)
li olduğu da konuşma ve yüzünden akıyor. Hareketin tasvip edilmediğini ,fena
olduğunu söyleyerek aklınca beni tenkit ediyor, kızdırmak istiyordu. Haline gülüp
soğukkanlı cevaplar veriyordum. Nihayet dayanamadı şu dört suali güya belli
etmeden sordu:
·
1.
Albayım harekâtın muvaffak olmadığını görünce kaçmayı veya ecnebi bir sefarete
sığınmayı düşünmediniz mi?
—
Hayır dedim, bir lider hiç bir zaman kaçmaz, sefaretlere girmekte bana
yakışmaz, ben yaptığım işin ne olduğunu biliyorum. Milletime hesap vermeye
razıyım, sonra hakikatler kayıp olurdu dedim.
·
2.
İntihar etmeyi düşünmediniz mi?
—
İntihar irade zafiyetidir. Bana yakışmaz, bunun içinde hiç
bir sebep görmedim, dedim.
·
3.
Siz idam
edileceksiniz, çoluk çocuğunuza, hele askeri okuldaki oğlunuza acımadınız mı?
«—
Benim idam edilip edilmiyeceğim belli olmaz bu iş bildiğiniz kadar kolay bir iş
değil, biz radyonun söylediği gibi 3-5 çapulcu değiliz, derinliği olan bir kuvvetiz,
bu iş daha bitmedi, bizim intikamımızı alacak binlerce insan var, ben
memleketin kurtuluşu için bir ideale inanarak hareket ettim. Bu uğurda çoluk
çocuk düşünülmez, zaten onlarda benim yaradılışımdadırlar, hiç düşünmedim ve
acımam da» dedim.
·
4.
Peki kısmet olur kurtulur, çıkarsanız ne yaparsınız?
«—
Derhal ilk fırsatta bir yenisini. Ve git seni buraya gönderenlere, raporunu yaz
ver.» dedim. Umduğu cevapları, alamadığı için çok memnun olmadı, çünkü gazete
bültenlerine hükümet benim ağzımdan nedamet haberlerini yayıp alay
edemiyecekti.
Biraz
sonra Genelkurmay’dan hâkimler geldiler, kalabalık bir odada ilk hazırlık
ifademi aldılar. Kısa ve özlü olarak hiç bir şeyi saklamadan her şeyi açıkça
söyledim, gece oldu. İlk konulduğum odada polis nezaretinde bekliyordum. İçeri
bir kaç sivil polis girdi, yanlarında yarbay Pakoba’da vardı. İkimizi beraber
aldılar «kusura bakma Albayım» diyerek bileklerimize kelepçe taktılar. Bunu
Merkez Kumandanı Albay istedi dediler. O anda Ankara, İstanbul, İzmir’de Örfi
idare ilân edildiğini duymuştuk. Dışarı çıktık, bizi götürüyorlardı. Koridorda
Albay Emin Arat ile Albay Yaşar Başaran Sv. Yb. Şükrü İnanç ile Alb. Orhan
Alpakm kelepçeli olarak bekliyorlardı, aşağıya indirildik. Merkez K. Orhan
Çok-değer halimize bakarak zevkten gülüyordu, bir hapishane arabasına
bindirildik, içerde Yb. Rıfkı Ertem Alb. Turgut Alpagut Bnb. Bahtiyar Yalta
vardı. Mamaktaki askeri cezaevine gece yarısından sonra getirildik, 32 Nolu
koğuşta ayrı ayrı hücrelere konularak kilitlendik. Uykusuz ve yorgunduk, hemen
uyuduk. Sabah olunca koğuşta yanımdaki hücrede Üsteğmen Erol Dinçer yatıyormuş.
Izdıraplar içindeydi. Çünkü onu 28 Tüm. Merasim Blk. K. Yzb. Erol Tunçok Ali
Elverdi’nin emri ile askerlere cop ile dövdürmüş. Her tarafı çürük içinde idi.
Bunu doyunca çok' fena üzüldüm, karşımızdaki insanların ne kadar hain olduğunu
anladım. Bizi evden götüren polislerin'elinden eğer Merkez Kumandanı Alb. alıp
Genelkurmay’a sokabilmiş olsaydı benim de sağ çıkmam imkân yoktu en azından
Erol Dinçer’in durumuna sokarlardı. Çünkü subay subaya fırsat düşünce yukarı
kademelere yaranmak için acımadan herşeyi yapıyordu. Bunu hapishane hayatında
da gördük, fakat polisler bize çok iyi muamele ettiler, arada çok fark varmış.
Sabahleyin
kalktıktan biraz sonra asker karavanası ile çorba geldi, hücreleri açmadan
aralıktan köpeklere yemek verircesine yemek dağıtılıyordu, çünkü hapishane
müdürü öyle emretmişti. Ali Elverdi’nin sınıf arkadaşı idi. P. Bnb. Nurettin
Işıldar insanlıktan çok uzak gaddar, zalim, cahil bir gardiyan başıydı.
İnsanlara eziyet etmekten adeta zevk duyar gibiydi. Biraz sonra Tüm. Kur. Bşk.
Yz. Ali Elverdi 28. Tüm. bir Kur. Yb. ile beraber geldiler. Hâdisenin en büyük
kahramanı olan bu zat teker teker hücrelerin önünden geçerek benim önüme geldi
ve: «Gördünmü orduyu kim karıştırıyor-muş, senin kanını bu memlekete değil,
Maskofya’ya gömeceğiz diye hitapta bulundu ve (tu) diye hücreye tükürdü.» Bende
gayet sakin «O belli değil, daha dedim, benim elim kolum bağlı idi, hücrede
kilitli idim, geceyi hatırladım, ayaklarıma kapanmış hayatını kurtarmam için
yalvarmıştı. Ona yaptığım iyiliğin karşılığını işte insanlıktan yoksun olarak
böyle adice Ödüyordu. Bir Türk subayının esir olan parmaklık gerisinde bulunan
eski bir ordu subayına yapacağı muamele değildi bu. Ben tenezzül edip cevap
vermedim fakat iş bundan sonra değişti ve lâyık olduğu muameleyi hak etti,
benim yanımdaki hücrede P. Alb. Yaşar Başaran} vardı. Ona dönüp «Sen de bu
adama inanarak peşinden gittin ha, saman kafalı.» deyince Yaşar Başaran fırladı
senin kafan et dolu dedi, Elverdi Yaşar’a eşek dedi, «Yaşar’da Eşşek oğlu eşek,
hayvan oğlu hayvan cevabını verdi.» Artık her hücreden küfürler yağıyordu.
Tutunamadı
yanında bir Kur. Yb., daha vardı, ardına baka baka çıkıyordu. Yb. Pakoba, Ali
Elverdi’ye «Gece albayın ayaklanma kapandığını, unuttunmu.» dedi. Koğuştan
ağıza alınmadık küfürlerle yolcu edildi. Geldiğine, geleceğine pişman olmuştu.
Elverdi’yi daha önceden de tanırım. Ben Harb Okulu Kumandanı iken, etrafımda
pervane gibi dönerdi.
Hapishaneye
girmeye selâhiyetide yoktu ama, Cezaevi | Müdürü P. Bnb. Nurettin sınıf
arkadaşı idi, ona kendisini i gösterip, fiyaka yapmak istemişti, ama işler
tersine dönmüş rezil olmuştu.
Hücrelerde
bir ölü sessizliği vardı. Herkes kara kara t düşünüyordu, yanımda yakında yatan
hücre arkadaşlarıma şunları söyledim : «Arkadaşlar artık iş bitmiştir. Bize hiç
bir şey yapamazlar eğer dün gece hükümet kuvvetli, Ordu bütünlük taşısa ve
hükümeti destekliyecek durumda olsa idi bizleri sabaha kadar kurulan bir
ihtilâl mahkemesinde karara bağlar hepimizi sabahleyin kurşuna dizerlerdi.
Artık bu tehlike geçmiştir. Bizleri Hukuk Mahkemelerine tevdi ettiklerine göre
iş kolaylaşmıştı.» Bütün hücredeki arkadaşlara hitap ederek bundan sonraki
tutumumuz hakkında ana fikrimi belirttim. Bütün mesuliyeti üzerime alıyorum,
mahkemede ifadelerde hakikatlerden ayrılmayalım. Dâvayı kül olarak kurtarmaya
bakalıpı, gaye: Ölüm cezasından herke-;
sin kurtulmasıdır.
Hapis ne kadar verirlerse versinler kıymeti yoktur, zamanla telâfi edilir, siyasî
mahkûmların hapiste yatma müddetleri belli değildir.
Herkes
vicdanı ile hareket etsin ,ben bu yolda hareket edeceğim, kimseye
başka türlü bir şey söylemiyeceğim. Burası ne hapishanedir ne mahkemedir,
herkes serbesttir deim.
Ben
prensiplerimden şaşmadım, bundan sonra da şaşmam bir kaç gün sonra Türkeş,
Özdağ, Baykal, Akkoyun’lu, Dündar Seyhan’nın arka taraftaki hücrelere
getirildiğini duyduk. Onların bizimle hiç ilgileri yoktu. Bu harekâtın şerefi-|
j de günahı da pür, 22 Şubatçılara aitti. Onlar gibi bir iş yapmadan böyle pisi
pisine aynı şartlarla hapishaneye düşsey-î ,
dim çok üzülürdüm. Allah bizi
onların vaziyetine sokmamıştı.
24
Mayıs 963 günü savcı hâkim Bnb. Turgut Akan benip çağırdı, ifademi aldı,
sorduklarını ve hâdiseleri olduğu gibi ’
anlattım, harekât
için kimlere haber ve vazife verdiğimisöyledim. Ben o ifade de yalnız şu
şahısları saydım:
«Bnb.
Fethi Gürcan, Yb. Rıfkı Ertem, Alb. Yaşar Başaran, Yb. Hakkı Sümer, Alb. Turgut
Alpagut, Alb. Tevfik Ünlüer, İstanbul’dan da Alb. Cevat Kırca ve Osman Deniz,
Hava
Kurmay Bnb. İzzet Köz, Tevfik Saltoğlu, Ilhan Baş. Bunların yakalandığı
malumdu. Sonradan çeşitli dedikodular yayıldı. Bir kısmı benim defterimde
isimler varmış o yüzden yakalanıp bigünah olarak gelmişler ben gençleri ele
ve-riyormuşum, neler neler.»
30
Mayıs 1963 günü evlerimizden ilk defa çamaşır ve elbiselerimizle diğer
ihtiyaçlarımız geldi, ilk defa ailemiz ile irtibat kurmuş, onlarında hayatta
olduklarını öğrenebilmiş-tik, ilk (günlerin tesiri altında ailelerimize de
herşeyi yapabilirlerdi, çünkü bize karşı duranlar, büyük bir intikam hırsı ile
hareket ediyorlardı.
·
1. Haziran 963
günü Cezaevi Müdürü Bnb. Nurettin Işıldar avukat tutmamız için istida ile
müracaat etmemizi bildirdi. Koğuşta bir telâştır aldı, herkes ne yapacağını
şaşırdı. Ortaya ne fikirler döküldü.
Ben
avukat için istida vermiyeceğimi söyledim, sebebini yazarak Ütğ. Erol’a
bildirdim. Hücre arkadaşım genç olmasına rağmen en olgun hareket eden bir
subaydı. Kendisini severdim. Bunun sebebi şu dedim:
Deftere-yazdığımı
okuttum :
·
1.
22 Şubat olayları dolayısıyla dâvamızı kabul etmiş avukatlarım vardır.
·
2.
Böyle bir hal karşısında gerek, avukatların gerekse sevdiğim arkadaşlarım
imdadıma kendiliklerinden gelmiye-yecek iseler yenilerini de bulmak için hiç
uğraşmam. Çünkü Cemiyetteki insanlara karşı itimadım kalmamıştır. Kendi gücümle
yapacağım, savunmamın kıymeti daha büyüktür. İyi gün dostlarıma ihtiyacım
yoktur.
·
3.
Hayatta insanlar şu üç prensibe dikkat etmelidir :
a
— Birine itimat etmek, inanmak,
b
— Sadakati elden bırakmamak ,vefakâr olmak,
c
— Vazifesini fedakârca yapmalı, vicdanı ile hareket etmeli geçmiş günleri
unutmamalıdır.
Bu
satırları bana yazdıran bir haftalık hapishane hayatında dönen kulis
faaliyetlerinden edindiğim his idi. Mahkeme safahatında yanılmadığımı anladım.
4/Haziran/1963
günü saat 12 de son tahkikatın açılması, hakkında savcının kararnamesi bizlere
verildi. 7/Haziran/ 1963 günü de mahkeme huzuruna çıkarılacaktır.
Savcının
iddianemesini okuyanlar, istenen cezaları görenler yavaş yavaş bozulmaya
başladılar.
Mahkemede
can ve ceza korkusundan herşey inkâr edilmeye başlandı. Mahkemede inkâr hukukî
bakımdan şahısların cezalarının azalması için' normal karşılanabilirdi. Fakat
hapishane koridor ve koğuşlarında hiç birşey söylenmemiş, plânlamada noksanlık
varmış gibi hakikatleri saklıyarak yalanı insanın gözüne baka baka söyleyen
şahıslar hakkında dedikodu yapan bizzat harekât plânım benden öğrenen
arkadaşlara ne diyeyim bilmemki. Üzüldüğüm nokta bu. Tenkide ve suçluya gelince
herkes aslan kesiliyor. Ama o gece vazifesini icra safhasında yapamıyanlar hiç
vicdan azabı duymuyor mu? Ama zamanla yaralar soğuyacak,- acılar geçecek
neticede mahkemeden ümit ettikleri gibi çıkmayacak. O zaman bu gibi
dedikoducular acaba nasıl hareket edecekler merak ediyorum? 0 vakit te
ihtilâlci olarak kahramanlıklarını kimbilir nasıl anlatacaklar. Taşıyanlar
bunları hep görecekler. O zaman insanlardan daha çok nefret edecekler.
Hayat
grafiği her devirde zayıf karakterli insanlar için iböyle inişli çıkışlı
olmuştur. Normaldir.
Savcının
hakkımızda hazırladığı «İddianame» şu şekildeydi :
GİRİŞ
27
Mayıs hareketi ,meşruiyetini kaybetmiş ve Türk Milletini Demokratik sisteme
lâyık görmeyen bir zihniyete karşı milletin direnme hakkını, Türk Silâhlı
Kuvvetlerinin aracılığı ile kullanılmasından doğmuştur. Demokrasi inancına
samimî olarak bağlı Türk Silâhlı Kuvvetleri, hukuk dışı tutumu bertaraf ederek
Demokratik bir rejime girdikten sonra onun tebcile lâyık hareketi bir takım
unsurlar tarafından istismar edilmiş, ancak bu zihniyetin temsilcileri
demokratik rejime inatla bağlı olanlar tarafından 13 Kasım 960 tarihinde akim
bırakılmıştır.
15
Ekim seçimlerinden sonra, 27 Mayısta menfaatleri haleldar olan veya türlü
tutumlarından dolayı hesap vermeye mecbur olan grubun haksız taarruzları Ordu
içinde, kendi bünyeleri temiz ve vatansever inancı ile bağdaşamamış ve
haksızlıklara göğüs germe devrini yaşamağa başlamıştır. Bir kısım siyasîler ve
onların mürevviçleri orduyu yıpratmak, parçalamak ve siyasî emellerine âlet
etmek istemişlerdir. Bunlardan 22 Şubat 1966 tarihinde patlak veren hâdisenin
failleri, bunu silâhlı bir ayaklanma şeklinde yapmağa yeltenmişler, fakat Ordunun
büyük kitlesinin azim ve iradesi karşısında emellerine muvaffakı
olamamışlardır.
Bu
kesin yenilgeden sonra millet iradesinin uyarıcı ve tedavi edici diye
vasıflandırdığı af mahiyetindeki âtifeti dahi muhteris kimseleri gafletten
ayırmamış, çok geçmeden intikamcı ve gerici unsurların da maksatlı
tahrikleriyle orduyu ayırıcı faaliyetleri kesafet peydah etmiştir. Bu devrede
diğer bazı ihtilâlci grupların da buna paralel bazı noktalarda birlesen
faaliyetleri müşahede edilmiştir.
Üç
ayrı kolda çalışan ve birbirleriyle birleşme gayreti içinde olan ihtilâlci
grupların, Ordunun genç kuşaklarına nafiz olma teşebbüsleri olmuştur.
Anayasayı
tağyir ve ilgaya ve bu kanunla müesses Meclis ve Senatoyu feshe müncer 20/21
Mayıs hareketi de bu gruplardan biri olan 22 Şubatçıların, diğerlerine tekaddüm
etme yolundaki aceleci ümitlerinden doğmuş ve yine Ordunun sarsılmaz imanı
karşısında bertaraf edilmiştir. Ancak Vatan ve . Millet sevgisinden yoksun
kimseler (HARBlYELÎ ALDANMAZ) parolası altında 27 Mayısı yaratan Harbiyeliyi
iğfal etmişler, suça teşvik ve iştirakini teminde beis görmemişlerdir.
Türk
Silâhlı Kuvvetlerinin Demokrasiye kesin inancı ve mutlak disiplin anlayışı
içersinde menşei nereden gelirse gelsin parçalayıcı ,gerici, sinsi
faaliyetlerin tam karşısında bulunması sebebiyle gafil teşebbüslerin Ordu
içinde makes bulmasına hiçbir zaman imkân olmıyacaktır. Ordu, Vatanın
yükselmesi, iç ve dış emniyetin korunması için Anayasaya bağlılığını ve onun
kurduğu nizamın yaşatılmasına kararlı olduğunu mükerreren isbat etmiştir.
OLAYIN
MAHİYETİ
VE
TARİHÇESİ
Yukarıda
belirtildiği veçhile menşeini 27 Mayıs sonrası münfesih bir idarenin mütebaki
unsurlarının hukuk dışı tutumundan alan ve Ordu içinde asla makes bulmayan
ihtilâlci grupların, şahsî ihtiras peşinde koşan kimseleri lider kabul etmesi
calibi dikkattir. Demokratik rejimin işleyişini memleket için çıkmaz bir yol
kabul eden ve bu bahane ile şahsî emellerini ortaya koyan muhteris kimselerin
aslında Anayasa ve Devlet nizamına karşı bulundukları aşikârdır. Yolları ve
varılmak istenen dikta rejimi arzuları müşterek olmakla beraber, prensipler ve
tatbikat bakımından farklar taşıyan bu grupları teşhis ve tahlil edebilmek için
her birinin ayrı ayrı tetkikinde zaruret vardır.
·
1
— BİRİNCİ GRUP :
(22
ŞUBATÇILAR)
22
Şubat 1962 günü Harp Okulu Komutanı ve o günün ihtilâl lideri olduğunu iddia
eden Talât Aydemir, mağlup ve aldatılmış olan Harbiyelilere son olarak şöyle
söylüyordu :
(İhtilâl
durmuştur, fakat bitmemiştir. Yine başınızda ben «olacağım ve ihtilâli beraber
yapacağız.)
Talât
Aydemir ve 22 Şubatta emekliye sevk edilen arkadaşları; Milletin âtifeti
olan af kanunundan sonra ihtilâl arzularını tatmin yoluyla tekrar Orduya dönmek
çabasına kapılmışlardır. Bir taraftan açtıkları idari dâvalarla haklarını
ararken diğer taraftan teşkilâtlanmaya başlamışlardır. Mucibi memnuniyet olan
cihet, 69 kişiden ibaret 22 Şubatçı-larm bir kısmının bu ihtilâl arzusunu daha
başlangıç safhasında terviç etmiyerek çekilmiş olmalarıdır.
1
— Teşkilâtın Kurulması :
Teşkilâtın
kurulması yolundaki çalışmalar 22 Şubattan 2-3 ay sonra başlamış olup başta
Talât Aydemir olmak üzere ihtilâlde vazife alan şahıslardan emekli Kurmay Albay
Emin Arat, Dündar Seyhan, Asım Mutludoğan, Necati Ün-.salan; Emekli Binbaşı
Bahtiyar Yalta, ve Emekli Dz. Yü. Müh. Albay Galip Gültekin; Emekli Kur. Albay
Turgut Al-pagut, Emekli Binbaşı Kadri Çıtak aralarında yaptıklar bir toplantıda
takip edecekleri yolu ve plânı hazırlamak istemişlerdir. Bu toplantıda Emin
Arat Başkanlığa, Dündar Seyhan Genel Sekreterliğe, Asım Mutludoğan, Muhasipliğe
seçilmiş, Turgut Alpagut ile Kadri Çıtak yedek üye olarak tâyin edilmiştir.
Ancak, başkanlığa Aydemir’in seçilmemiş olması Teğmen - Üsteğmen - Yüzbaşı -
Binbaşı rütbesinde bulunan 22 Şubat emeklilerini tatmin etmemiş ve
hoşnutsuzluk, emekli Sv. Binbaşı Fethi Gürcan tarafından ihtilâl Erkânıharbi-yesine
duyurulmuştur. Bu mesele, liderlik mevzuatındaki ihtilâfın menşeini teşkil
ederek, Aydemir - Dündar ayrılığının doğmasına sebep olmuştur. Necati Ünsalan,
Dündar tarafını iltizam etmiş ise de bu ihtilâf ihtilâlcilerin tamamen
dağılmasını da intaç etmemiş, münasebet ve diğer ihtilâl grupla-riyle teması
sağlamakta bu iki şahıs rol oynamışlardır.
2
— Teşkilâtın genişlemesi :
Aralarında
yapılan başkan seçimine rağmen bilfiil liderliği deruhte eden Aydemir’in, kendi
arkadaşlarından itimat ettiği şahıslar Ankara’daki birliklere temas için tavzif
etmesi birinci safhayı teşkil etmektedir. Bu şekildeki teşkilâtlanmaya (ÇENGEL
SİSTEMİ) de denmekte olup mahiyeti itibariyle çengel olan şahsın o birlik
içinde bir subayla tanışıp teşkilât kurması ihtilâlden evvel hazırlanan ve
ihtilâlde verilen vazifeyi yaptırmaktan ibarettir.
Bu
cümleden olarak Ankara içindeki birliklere ve İstanbul teşkilâtına atılan
çengel durumları şöyledir:
·
a)
Tank Okulu:
Bu
birlikle teması evvelce okula yakın bir yerde olan Süvari Grup Komutanlığı
yapmış 22 Şubat Emeklilerinden binbaşı Fethi Gürcan ile emekli Süvari Üsteğmen
Erol Din-çer yapmıştır. Fethi Gürcan, Okul Personel Şube Müdürü PRS. Binbaşı Ömer
Tekebaş’m kayınbiraderidir. Okulda bu kanalla kurulan teşkilâta Tank Yüzbaşısı
Ferudun Ermen Tank Üsteğmeni İlhan Baş, Süvari Yüzbaşı Mehmet Gül,, Süvari
Yüzbaşı Sedat Ünal iltihak etmişlerdir.
·
b)
229 ncu Piyade Alayı:
Bu
birliğe çengel, eski Merkez Komutan muavini olup-22 Şubat emeklilerinden Albay
Yaşar Başaran, emekli Yarbay Hakkı Sümer, emekli Teğmen Tevfik Ecemiş ile
emekli Yarbay Rıfkı Erten tarafından eski Merkez Komutanlığı, hâkimi iken 22
Şubattan sonra alaya tâyin edilen hâkim üsteğmen Ziya Gökalp Pusat’a
atılmıştır. Bu şahsın alay içinde kurduğu teşkilât P. Binbaşı Hüsamettin
Paksoy, P. Yüzbaşı Nüsret Karakaş, P. Üsteğmen Mehmet Erengül, P. Teğmen Metin
Akpmar girmiştir.
·
c)
Genelkurmay Kışla Komutanlığı :
Bu
birliğe çengel emekli «albay Yaşar Başaran, emekli yarbay Hakkı Sümer ile
emekli yüzbaşı Tevfik Saltoğlu tarafından atılmış olup, Tevfiğin sınıf ve
samimi arkadaşı P. Yüzbaşı Gökalp Kasapoğlu elde edilmiştir. Kışla dahilinde
teşkilâtın genişleyemediği anlaşılmaktadır.
·
d)
Jandarma Subay Okulu ve Jandarma Birliği:
Birlikteki
kanca Albay Yaşar Başaran, Fethi Gürcan bizzat Talât Aydemir tarafından J.
Binbaşısı Kemal Kâhya-oğlu’na takılmış ve bu subay kendi iç teşkilâtına J.
Teğmen Abdullah Yılmaz’ı ithal etmiştir.
·
e)
28 nci Tümen Topçu Komutanlığı:
Bu
birliğe çengel, evvelce 28 nci Tümen Ağırlıklar Komitanı olup, 22 Şubat
Emeklisi, Albay Tevfik Önlüer ve emekli Albay Yaşar Başaran tarafından Top.
Yüzbaşı Metin ‘Seüer’e atılmak istenmiş ise de muvaffak olunamamıştır.
·
f)
Riyaseticumhur Muhafız Alayı:
Bu
Alayın kritik durumu sebebiyle ondan ziyade bağlı birliği olan Meclis Muhafız
Taburuna Fethi Gürcan tarafından çengel atılmış ve bu çengel Fethi’nin eşi
itibarile akrabası P. Üsteğmen Kadir Yıldırım’a isabet etmiş ve bu subay
tarafından aynı birlikte görevli Güverte Üsteğmen Erol Işıltan teşkilâta ithal
edilmiştir.
g)
Ankara Merkez Komutanlığı :
Eski
Merkez Komutan muavini Alb. Yaşar Başaran ve bizzat Talât Aydemir tarafından,
İnzibat Kıt’a K. P. Bnb. Necmi Acar’a çengel takılmak istenmiştir. Ancak buna
muvaffak olunamamıştır.
h) Harp Okulu Komutanlığı :
Okulun
subaylarına çengel atılmasına lüzum görülmediği ifade edilmiş ise de, hakikatte
Harp Okulu ikinci sınıf öğrencilerinden Önder Aydınlı, Zihni Çetiner ve Nezihi
Fırat ile Aydemir’in çok sıkı teması olduğu ve bu öğrencilerin sistemli şekilde
faaliyet gösterip, Aydemir’den okula ve okuldan Aydemir’e haber taşıdıkları
anlaşılmıştır.
·
i)
Hava Kuvvetleri Komutanlığı :
Bu
kuvvete çengel, emekli Hv. Bnb. İzzet Köz tarafından takılmak istenmiştir,
ancak yüksek kademelere nüfuz, imkânı bulunamayınca, Hv. Bnb. Cemal Özdemir ve
Hv. Bnb. Necdet Öz’den ileri geçememiştir.
·
j)
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı :
Deniz
Kuvvetleri, Ankara’da sadece bir karargâh halinde çalıştığından burada bir
teşkilât kurulmasına lüzum görülmemiştir. İstanbul teşkilâtına dahil Emekli
Albay Cevat Kırca’nm, Deniz. Vurucu Kuvvetleri ile Deniz Harb okulunuı organize
ettiği anlaşılmıştır.
·
k)
Jandarma Genel Komutanlığı :
Bu
komutanlığa çengel, Turgut Alpagut vasıtası ile J. Um. K. lığı Kur. Bşk. Alb.
Rumi Ahıskalıya takılma istenmiş ise de, muvaffak olduğunu gösteren bir delile
rast-lanamamıştır.
·
l)
28 nci Tümen komutanlığı :
Bu
komutanlığın diğer iki birliğine çengel takıldığı için Karargâhına çengel
takılmasına lüzum görülmemiş ve biraz: da tehlikeli addedilmiştir.
·
m)
Ordonat Ana Depo Komutanlığı :
Bu
birliğe çengel emekli P. Yarbay Hakkı Sümer vası-tasiyle P. Yarbay Tacettin
Gürler’e takılmak istendiği iddiası sübuta varmamıştır.
·
3
— 22 Şubatçıların kendi iç faaliyetleri:
Birliklere
yukarıda açıklandığı şekilde çengel takıldıktan: sonra kendi aralarındaki
birlik ve beraberliğin bozulmaması: ve devamı hususuna da ehemmiyet
verilmiştir. Bu cümleden | olarak, Orduya dönmelerini temin için müşterek
gayret | sarfettikleri gibi, emekliye sevk edilenlere yardım fonu al- I tında
toplanan paraları dağıttıkları elde edilen belgelerden anlaşılmıştır.
İstanbul’da Cevat Kırca toplanan paralan mer- : keze gönderdiği gibi bazı
okulların , ve sivil şahısların ehem-miyetli miktarda yardımda bulunduğu
müşahede edilmiştir. S (Aydemir’e ait Verdi Ticaret Ltd. Şirketi başlıklı not
teflerinden) bu paraların 22 Şubatçıları birlikten ayırmamaya j matufen
dağıtıldığı âşikârdır. Bütün bu gayret ve maddî l avantajlara rağmen bir kısım
22 Şubatçıların bidayette aklı selimlerini kullanarak tertiplere âlet
olmadıkları, teşkilât dışı kaldıkları müşahede olunmuştur.
·
4
— 22 Şubatçıların gayesi:
22
Şubatçılardan ihtilâl hazırlayan ve tatbik mevkiine koyanlar, bu hareketlerini
Ordu lehine yapılmış gibi göstermek temayülündedirler. Oysa ki, bu
faaliyetlerinin çalışma şekilleri ve hazırlık plânlarına göre Anayasayı ilgaya
müncer bir hareket olduğu Talât Aydemir ve Fethi Gürcan’ın ifadelerinden ve
Aydemir’in evinde yapılan aramada elde edilen 44/A sıra numaralı vesikadan
açıkça anlaşılmaktadır. Demokrasi nizamının yıkılması demek olan bu hareket,
müs-bet safhaya intikâl edebilmiş olsa idi, mutasavver Devlet idare şekline
göre ,başda bir Devlet Reisi ve buna bağlı Askerî idarecilerden müteşekkil
Askerî Cunta ve bu cuntaya bağlı sivil şahıslardan müteşekkil bir kukla hükümet
ile (M. K.) ifadeli ihtiyaca göre teşkil ve 10 kişiye kadar kadrosu olabilen
bir idare sistemi kurulacaktı. Cunta veya güvenlik komisyonu ile M.K. teşkilâtı
memur statüsüne tabi olup icabında değiştirilebilir kaydını ihtiva etmektedir.
Şu sistem dahilinde işleyecek bir devlet mekanizmasının hangi demokratik
anlayışın mürevvici olacağı şüphelerle doludur. (Hâtıra defteri içindeki 44/A
sayılı vesika).
Bu
vesikalarla birlikte (Türkiye 1963) ajandasında yazılı bir kısmı taayyün etmiş,
fakat rumuzla ifade edilen hazır-hyanların, (Biz Orduya dönmek ve eski
vazifelerimize tâyin ile şerefimizi kurtarmaktan başka siyasî emelimiz yoktur)
demelerinde samimiyet unsurundan zerre yoktur.
Bütün
bu izahattan anlaşılacağı veçhile 20/21 Mayıs olayına iştirak ve bu ihtilâli
Erkânıharbiyesile sevk ve idare edenlerin Anayasayı tağyir, tebdil ve ilga ile
Meclis ve Senatoyu cebren dağıtmaya ve feshe matuf gizli Cemiyet teşkil
ettikleri kat’iyetle subuta varmıştır.
·
5
— Hazırlık hareketleri ve Plânlar :
İhtilâlin
lideri olan Talât Aydemirin hazırlık hususunda {Çengellere) verdiği emirler
haricinde kalan harekât plânlarının doğrudan doğruya kendisi tarafından
hazırlandığı ve Fethi Gürcan’a malûmat verildiği anlaşılmaktadır. Fethi
Gürcan’ın hazırlık safhasındaki rolü büyük bir önem taşımakta olup, vazife
icabı gittiği İstanbul’da, oranın teşkilât başkanı emekli kurmay albay Cevat
Kırca ile teması da temin ettiği ve teşkilâtın binbaşı rütbesine kadar olan
kısmının rey sahibi ve sözcüsü olması bakımından yapılan hareketleri aşağıya
intikal ettirmektedir.
İhtilâle
tekaddüm eden aylarda bilhassa Nisan ve Mayıs aylarında Aydemir’in evinde
Turgut Alpagut, Galip Gül-tekin, (bu şahsın aslında 22 Şubatçı olmayıp Deniz
Kuvvetlerinde çalışmakta iken emekli olmuş ve 22 Şubatçılara iltihak etmiştir),
Yaşar Başaran, Fethi Gürcan, Rıfkı Ertenin iştirâkile veya bu şahıslardan bir
veya birkaçının huzurunda toplantılar yapıldığı, çengellerin temin ettiği
subaylardan bir kısmının Aydemir’e takdim edilip gerekli hazırlık talimatı
verildiği; ayrıca Yaşar Başaran’m temas kurduğu ev emekli Yarbay Rıfkı Ertem
tarafından dirije edilen 229 ncu Piyade alayından temin edilen şahıslarla
Tandbğan meydanı, Gençlik Parkı, Stadyom Kapısı, Keçiören’de buluşma ve tanışma
toplantıları yaptıkları, bu toplantılarda gerek harekât plânının tatbiki Ve
gerekse muhtelif birliklerden gelen subayların bir birleriyle tanıştırılması
temin'edilip hareketin şumulü hakkında bu şahıslara itimat telkin ettirilmek
istendiği tesbit olunmuştur.
Talât
Aydemir tarafından, açıklanan hareket plânına göre çengel atılan veya muvaffak
olunamıyan birliklere verilen vazifeler şöyle idi :
·
a)
Tank okuluna verilen vazife :
20/21
Mayıs gecesi saat tam 23.30 da uçaklar yetişemediği takdirde aynı saatte
tankların hareketi ihtilâlin başlangıç saatini ilân etmiş olacaktı. Bu bakımdan
Tank Okuluna verilen vazife hem daha fazla önem kazanmış, hem de en çok
iştirâkin buradan sağlanması yolu ihtiyar edilmiştir. Buradan hareket edecek
tanklardan ikisi Genelkurmay - Hava Kuvvetleri kavşağında, bir tank,
Kızılay’da, üç tank, radyo-evinde, üç tank Kavaklıdere Amerikan sefaretinin
bulunduğu yerde ve geri kalan tanklar Harp Okulunda ihtiyatta kalarak
bulundukları bölgenin emniyetini sağlayacaktı.
·
b)
229 uncu Piyade Alayına verilen vazife :
Alârma
ile birlikte şehir dışına çıkacak, Konya - Polatlı yollariyle Yenimahalledeki
İstanbul köprüsünü kapatmak suretiyle giriş ve çıkışa mâni olacaktı.
·
c)
Genel Kurmay Kışla Komutanlığına verilen vazife :
Millî
Savunma Bakanlığı ile Genel Kurmay’m emniyetini temin ederek dışarıdan içeriye
kimseyi bırakmıyacaktı.
·
d)
Jandarma Subay Okulu ve birliğine verilen vazife :
Radyoevi,
Başvekâlet, Dahiliye Vekâleti, Elektrik santralı, Trafo merkezini kontrol
altına alacaklar; ayrıca bir kısım muhafız erlerle Jandarma Astsubay Okulu
öğrencileri bir çok generalin oturduğu Namık Kemal mahallesini kuşatacak,
evlerden içeriye ve dışarıya kimseyi bırakmıyacak-tı.
1
·
c)
28 nci Tümen Topçu Komutanlığına verilen vazife :
Birlikleriyle
28 inci Tümen Garnizonunun emniyetini temin edecek, içerden dışarıya ve
dışardan içeriye kimseyi sokmayacaktı.
f)
Hava Kuvvetlerine verilen vazife :
Mürted
üssü elde edilemediği için Merzifondan kalkacak uçaklar 23.30 da Ankara’da ve
Bandırma’dan kalkacak uçaklar yine aynı saatte İstanbul’da ihtilâlin
başladığını bildirecekler ve uçuş yaparak moral takviyesinde bulunacaklar veya
hususî bir vazife verilirse bunu yapacaklardı.
·
g)
Deniz Kuvvetlerine verilen vazife :
İstanbul’da
Cevat Kırca’nın temas temin ettiği Deniz Kuvvetlerinin vurucu kuvveti ve Deniz
Harb Okulu İstanbul’daki harekâtı destekliyecekti.
20/21
Mayıs harekâtına bu birliklerin aldatılmış elemanları iştirâk ettirilmiştir.
İşte 22 Şubatçılar diye vasıflandırılan bu ihtilâlci grupun 21 Mayıstan evvelki
durumları ve gayeleri bu şekilde tezahür ediyordu.
·
II
— İKİNCİ İHTİLÂL GRUBU : (ONDÖRTLER) :
27
Mayısta Ordu iktidarı ele geçirdikten sonra M.B.K. sini teşkil eden zevatın
mühim bir kısmı, verdikleri söze uygun olarak bir an evvel Demokratik düzene
girme çabasını gösterirlerken içlerinden 14 kişi seçimsiz olarak iktidarda
kalmak arzusunu izhar ettiklerinden 13 Kasım 1960 tarihinden M.B.K. den
tasfiyeye tâbi tutulmuşlardır. Hariciye Vekâletinin dış görevlerine müşavir
olarak tâyin edilen 14 lerin yurt dışında birbirleriyle temas kurdukları
gazetelerde dahi ilân edilmişti. Nitekim 14’lerden bazılarının Bruxel-les’de
yaptıkları toplantıda, Türkiye’ye döndükten sonra takip edecekleri hareket
tarzı müzakere mevzuu olmuş, ancak Orhan Kabibay ile Alpaslan Türkeş,
Türkiye’deki faaliyet için liderlik mevzuunda anlaşamamışlardır. Fakat 14
lülenin bir iç meselesi telâkki edilen bu durum umumî efkâra açıklanmamış ve
her ferdin müstakil bir siyasî yol takibinde serbest bulunacakları ilân
edilmişti.
14
lülerin ,aslında kendilerini koparan arkadaşlarına kin besledikleri, hem
bidayette fikirlerini terviç etmeyen Ordu üst kademesinin ve Hükümetin tutumunu
tenkid mevzuu yaptıkları biliniyordu. Nitekim Türkeş, yurda döndükten sonra
verdiği 2 Mayıs 1963 tarihli beyanâtında (Bir taraftan Millet çoğunluğunun
itimadından mahrum siyasî bir ekip 27 Mayısı istismar etme ve demokrasi
rejimini yabancı unsurlarda iktidar ve tahakkümü devam ettirme çabası
içindedir) demek suretiyle ve başka bir beyanatında ise, (Millet itimadına
mazhar, itibarlı bir hükümet ve âdil, çalışkan, faziletli bir idare istiyor,
Millet kaderinde sorumlu olanlar onun dâva, istek ve ıstıraplarına karşı hissiz
ve ilgisiz, kendi hasis ve haris emellerini gerçekleştirmek için milleti bölme
ve birbirine düşürme ve Devletin teminatı olan müesseseler! kendi zümrevî
menfaatlerine âlet etme ve baltalama ' gayreti içindedir.) dedikten sonra ilk
çareler olarak, bugünkü Hükümet Başkanınm çekilmesi, Millî Koalisyona gidilmesi
tavsiye edilmektedir. Bütün bu konuşmaların, hükümeti iş görmez hâle sokmağa
çalışan siyasî ekipleri, gayri memnunları kendi tarafına çekmek ve bölücü
faaliyeti devam ettirmek arzusuna maksur olduğu gözden kaçmamıştır.
14
lerin ihtilâlci unsur olarak faaliyetlerinin menşei 13 Kasım olayından sonra
başlamakla beraber ,asıl taazzuyu Türkiye’ye döndükten sonra başlar. Bu
faaliyetleri şu şekilde hülâsa edilebilir.
·
a)
14 lülerin siyasî faaliyet ve temasları :
Kendilerini
kendi bünyelerinden koparıp atan eski M.B. K. ne kinleri olduğu ifade edilen 14
lülerin, bu arada 27 Mayıs istismarcılığından hayli zarar görmüş olan eski
arkadaş-lariyle muhtelif temas ve yaklaşmaları olmuştur. Bilhassa 14 lülerin,
Haydar Tunçkanat, Mucip Ataklı, Emanullah Çelebi ile münasebetleri ve ihtilâlci
gruplarla kapalı veya açık temaslara kadar uzandığı hissini vermiştir.
14
lülerin siyasî faaliyet ortamı, ya bir siyasî partiye intisap veya siyasî bir
doktrin derneği kurma şeklinde tezahür etmiştir. Siyasî partilerden birinden
teklif alındığı hâlde bunlara iltihaka yanaşılmamış, ,ancak siyasî bir dernek
formülü altında ilk ihtilâl teşkilâtı hazırlanmış ve 27 Mayıs 1963 günü bu
derneğin Ankara’da açılması kararlaştırılmış idi. Hazırlanan tüzüğe göre bütün
Türkiye’ye şâmil, teşkilâtlı bir akademik siyasî dernek şeklinde tezahür edecek
olan bu teşekkül, umdeleri geniş halk kütleleri tarafından .anlaşılmaya
başlanınca siyasî bir parti hâline ifrağ edilecekti. Haddizatında bu maske
altında çalışır görülerek sinsi faaliyetlerde bulunmak isteniyordu.
14
1er de bu gayeyi temin için teşkilâtlanmaya başladılar. Hazırlık plânları
Alparslan Türkeş tarafından hazırlanıyor ve perde önü faaliyetleri Muzaffer
Özdağ tarafından icra
ediliyordu.
Türkeşin evinde yakalanan ve özel dosyasının 45 numaralı evrakını teşkil eden
Arap harfleriyle yazılı kuruluş, plânına göre ihtilâl karargahı üç şube hâlinde
çalışacaktı:
·
1
— İstihbarat,
·
2
— Harekât,
·
3
— Personel.
Harekât
kısmı Kabibay ve Özdağ, istihbarat kısmı Kaplan ve Muammer Şahin, personel
kısmı Numan Esin ve Ri-fat Baykal tarafından tedvir edilecek; ayrıca Fazıl
Akkoyun-lu ve irfan Solmazer propaganda' işi ile de uğraşacaklardı. Bu uçlu
karargâh sisteminde istihbarat ve personel kısımlarına fazlasiyle emniyet
verilmişti. Haber kaynakları olarak Başbakanlık başta olmak üzere Komutanlıklar
ve hattâ bâzı sefaretlerden bile istifade düşünülüyordu. Keza personel kısmı da
keşif faaliyette bulunmayı icap ettiren bir şube olması hasebiyle teşkilâta
ithal puvantaj usulüne göre hareket ediliyordu. Nitekim bu plânların tatbikatı
cümlesinden olarak aramada ele geçirilen 46 numaralı vesikanın önemi üzerinde
durmak lâzımdır. Teşkilâta bilhassa teğmen - üsteğmen- yüzbaşı rütbelerindeki
subaylar dahil edilmek istenmiştir. 22 Şubatçılarm (ÇENGEL) sistemi, 14 lerin
aynı sisteme yakın bir teşkilâtlanma şekli ile müşabehet arzetmekte-dır.
Mürekkeple
yazılı ve isimler karşısına itimat derecesine göre puvan konulmuş bu liste
Ankara’daki bazı yerlerde bulunan bilhassa teğmen rütbesinde, olanlar tercih
edilmek suretiyle asgarî bir, azamî 10 kişiyi geçmeyen subaylar teşkilatta
bilfiil çalıştırılmak istenmiştir, isimleri yazılı subayların hepsinin bu
hazırlık safhasında müsbet bir faaliyet, şevketti iddia edilemez. Ancak kuruluş
zamanına tesadüf etmesi ıtıbâriyle, Ankara -ve Polatlı gibi civar yerlerdeki
elemanlara vazife verilmeye başlandığı tesbit edilmiştir.
İş
bu faaliyetlerini çok gizli yürütmek amacında olan 14 lerin kendi aralarında
şifre usulü de ihdas ettikleri Türkeş’e ait cep takviminden anlaşılmaktadır.
Meselâ Zeynep ismi İnönü karşılığında, Salih ismi Türkeş karşılığında, Ali
Haydar ismi Rıfat Baykal için, Mehmet Nuri ismi (T) için Muhlis ismi, Muzaffer
Özdağ için kullanıldığı gibi 22 Şubatçılar = Teyzeler; Silâhlı Kuvvetler =
Tüccarlar; Kara Kuvvetleri = Demirspor; Hava Kuvvetleri; = GalatasaraylIlar;
Deniz Kuvvetleri = Esnaf isimleri ile şifrelendirilmiş olup, bâzı tâbirlere de
özel mâna kazandırılmıştır. Bu cümleden olarak (Emniyet işi tamam = Sıhhatimiz
rahatımız iyi), (Emniyet yok = Rahat yolculuk), (Gelmeyiniz = Rahatsız
yolculuk) , karşılığında kullanılmak üzere tesbit edilmiştir. . (Türkeş’ın
yeşil renkte 1/A numaralı îş Bankası cep takviminden):
Ayrıca
Türkeş imzası ile dağıtılan gizli, beyannemelerle teşkilâta eleman kazanmak
için fikrî sahada bir zemin hazırlanmaya çalışıldığı müşahede olunmuştur.
Siyasî
bir Dernek yukarıda açıklandığı veçhiyle asken maksatlar için kullanılan
karargâh sistemi ile idare edile-miyeceği gibi askerî şahısların siyasî
derneklere. girmesine kanunî mesağ bulunmaması noktasından, isimleri yazılı
subayların Dernek faaliyeti ile bir hizmetleri olamıyacağı âşi-kârdır. Bu
sebeple 14 lerin siyasî dernek maskesi altında T. C. K. nun 146 ve 147 inci
maddelerinde yazılı fiilleri irtikâp için gizlice cemiyet teşekkül ettirdikleri
sabit olmuştur.
·
111
— ÜÇÜNCÜ İHTİLÂL GRUBU :
(ON
BİRLER) :
Tahkikat
evrakında Hava Cuntası diye geçen bir grup, 22 Şubat hâdisesinden sonra meydana
çıkmıştır. Aslında Emekli Hv. Generali Hüsnü Özkan, emekli General İbrahim
Metel, emekli General Şevket Demirgüç, emekli Albaylardan Yusuf Parmaksız,
Halit Elgin, Tufan Akkoç, Refik Yurtse-ven, Halim Menteş, Fevzi Arsın, emekli
yarbay Emin Yerli-kan, emekli Dr. Yb. Abdülkadir Yücel’i içine alan bu grubun
bir kısmı eski M.B.K. üyeleriyle temas hissini veren teşebbüsleri ve bu
teşebbüslerin Hava Kuvvetleri Komutanınca emir ve kumanda zincirine aykırı ve
disiplin harici bir tutum olarak katiyetle kabulü sonunda Hava Kuvvetlerinden
emekliye sevk edilmişlerdir.
Hava
sınıfında önemli vazifelerden ayrılan bu gruptan 'bazılarının havadaki diğer
arkadaşlarına güvenerek gizli şekilde calışdığı yolunda müsbet deliller olmakla
beraber ta-
azzuv
etmiş bir durumu yoktur. Ancak, faal eleman olarak daima sahnede görünen emekli
Albay Halim Menteş’in gerek 14 1erle, gerekse 22 Şubatçılarla teması tesbit
edilmiştir.
Bu
ihtilâlci grubun bazı havacılardan başka dayanak ve desteği olmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bakımdan ihtilâl için Kara Ordusunun desteğini temin etmek gayret ve çabası
içinde faaliyeti müşahede edilmiştir.
İşte
20/21 Mayısdan evvelki ihtilâlci grupların faaliyet ve durumları bu merkezde
idi. Bu safhada ihtilâlcilerin birleşme yolunda faaliyetleri de tesbit
edilmiştir ki .bunun da ayrıca izahında zaruret vardır:
İHTİLÂLCİ
GRUPLARIN BİRLEŞME YOLUNDAKİ FAALİYETLERİ :
·
a)
22 Şubatçıların 11 lerle münasebetleri:
Böyle
bir münasebet tesisi bidayette 11 lerden emekli albay Halim Menteş tarafından
yapılmak istenmiştir. Yukarıda izah edildiği veçhile henüz uzuvlaşmamış olan 11
lerin, Kara Ordusunun desteğini temin etmeden bir ihtilâl hareketine tevessül
etmeleri imkânsız olduğundan 22 Şubatçılarla temas Halim Menteş tarafından
Dündar Seyhan ve Necati Ünsalan arasında yapılmıştır. Bu teklif 22 Şubatçılar
ve onun lideri Aydemir tarafından 11 lerin 22 Şubat günü Merkez Komutanlığını
kuşatmak, Alaylardan makanizma toplamak ve ihtilâl aleyhine alârma geçmek gibi
mütezahir menfi tutumları sebebiyle müsbet karşılanmamıştır. Dündar Seyhan
grubunun esasen Aydemir ile başka bir noktada da ihtilâfı olduğundan başta
liderlik meselesi olmak üzere ana meselelerin üç ihtilâlci grup temsilcileriyle
müştereken konuşulup karara bağlanmasına lüzum görülmüştür. İlerde Piyer Loti
toplantıları sebebiyle,bu mevzuya yine avdet edilecektir.
·
b)
22 Şubatçıların 14 lerle münasebetleri :
Bir
ihtilâlci grup olarak 22 Şubatçılar tarafından bilinen 14 lerin Bruxelles
toplantısından sonra peyderpey gelmeleri sebebiyle, orada yaptıkları,
toplantıda alman müşterek gizli karar muvacehesinde onlarla temas uygun mütalâa
edilmiştir Bu fikrin mürevvici olanlardan Dündar Seyhan ve Necati Ünsalan 14
lerin Kabibay Grubu ile bizzat Orhan Kabibay konuşarak birleşme meselesini
müzakere ve neticeyi Ayde-mir’e intikal ettirmişlerdir. Aydemir ve kendisile
hemfikir olan Erkânıharbiyeye 14 lerin Bruxelles’de liderlik mevzuunda
anlaşamadıklarını, ancak Türkiye’de takip edecekleri hareket tarzı hususunda
prensip birliğine varmış olduklarını, bu bakımdan Türkeş grubunun da Türkeye’ye
avdetine intizar edilmesini ve 14 lerin bu arada tarnamiyle birleşme zemini
aranmasını münasip görmüşlerdir. 14 lerin tarnamiyle anlaşma halinde kuvvet
muvazenesi bakımından hayli avantajlı duruma geçecekleri düşünülmüştür.
İşte
gerek 11 lerle temas kurulamaması ve gerek 14 lerin yalnız Kabibay grubu ile
anlaşma cihetine gidilmemesi Ay-demir-Seyhan grubunun fikir ayrılığına sebep
olmuştur.
Türkeş
Türkiye’ye döndükten sonra, Kabibay’a yapılan karşılama merasimi ona da
yapılmış ve Fethi Gürcan, Bahtiyar Yalta, Mustafa Ok tarafından karşılanmış ve
Talât Aydemir için randevu alınmıştır.
Aydemir’in
Türkeş’le birinci nezaket ziyaretinden sonra ikinci ziyareti ana mesele
üzerinde müzakerelerin ceryanı-m intaç etmiş ve liderlik mevzuunda anlaşmaya
varamadıkları, 3 Mart 1963 günü Talât Aydemir’in evinde bulunan şahıslara ifade
edilmiştir. (Özel Dosya II, müşterek deliller dosyası sahife 4-5).
22
Şubatçılarm liderler seviyesindeki toplantılarına mü-vazi olarak Muzaffer
Özdağ’m, 22 Şubatçılarm bilhassa alt kademesini elde etme yolunda faaliyetleri
de şebketmiştir. 28 Şubat 1963 Çarşamba günü Muzaffer Özdağ’ın evinde toplanan
emekli P. Teğmen Tevfik Ecemiş, emekli Tğm. Acar Okan, emekli Üsteğmen Naci
Özcan ve diğer bazı muvazzaf Teğmenlerin ikna yoluyla kendilerine iltihaka
dâvet edildiği ve (22 Şubat bir Cunta hareketidir. 9 Şubat protokoluna imza
koyanlar medenî cesaret sahibi olmakla beraber neticeye vasıl olamadıkları için
medeni cesaret sahibi değillerdir. Hakiki liderin kim olacağını vakıalar ve
zaman tâyin edecektir yolundaki beyanlarla bu grubu yokladığı tes-bit edilmiş
ve Özdağ tarafından da bu cihetin toplantıya ait :kısmı itiraf
edilmiştir. (Müşterek deliller5 dosyası sahife 5 ve şahitler.)
·
c)
11 ferin 14 lerle münasebetleri:
14
lerle 11 lerin bidayetten beri fikir ayrılıkları, kırgınlıkları ve hele 13
Kasım olayındaki menfi tutumları mevcut
olmakla
beraber Türkiye’deki şartların doğurduğu bir kader birliği tesiri altında 3
Mart 1963 tarihinde Lâle Apartmanında 22 Şubatçıları temsilen Bahtiyar Yalta,
Fethi Gürcan ve arkadaşları ile 11 leri temsilen Halim Menteş ve D. Seyhan
grubunu temsilen Necati Ünsalan’m toplantı yaptıkları ve müteakip büyük
toplantının İstanbul’da Piyer Loti Otelinde yapılmasına karar verdikleri
anlaşılmıştır. (Gizli rapor — beyaz zarf II, sahife 3).
·
d)
Piyor Loti Oteli Toplantısı :
27
Nisan 1963 günü gece yarısından geç vakitlere kadar yapılan bu müşterek
toplantının gayesi muhtelif grupları birleştirmek, uzun vadeli de olsa bir
hazırlık ve destekleyici, grupları tesbit etmektir. Bu toplantı bilhassa Dündar
Seyhan’ın gayretile 14 lerden Orhan Kabibay, 11 lerden Halim Menteş ve 22
Şubatçılardan Dündar Seyhan ve bir kısım siviller tarafından yapılmış olup
liderlik hususu hariç olmak üzere' prensip anlaşmasına varılmıştır. Alınan
kararlara göre :
·
(a)
Uzun vadeli de olsa bir ihtilâle gitmek zaruridir.
·
(b)
Grupların kendi kanaat ve temaslarına göre ihtilâl . bazı teşekkül ve
şahıslar tarafından desteklenecektir.
·
(c)
İhtilâl plânı uzun vadelidir. En son tarihi 1965 seçimleri olacaktır.
Fakat buarada her türlü imkân ve fırsattan istifade edilerek maksadın
tahakkukuna çalışılacaktır.
·
(d)
İhtilâlin tahakkukuna mâni teşkil eden şahıslar yıpratılarak izale ve
tasfiye olunacaktır.
·
(e)
Türkeş ve Aydemir bu faaliyetlere kat’iyyen dahil edilmiyecektir.
·
(f)
Hâlen Atinada bulunan Orhan Erkanlı ihtilâlin hukukî ve İdarî kısmını
plânlayacak ve zırhlı birlikleri teşkilâtlandırmak üzere yurda avdeti
sağlanacaktır.
Bu
karar neticeleri Aydemir tarafından duyulunca liderlik mücadelesi had safhaya
girmiştir. Bir taraftan liderlikten kendisinin ekarte edilmesi endişesi, diğer
taraftan 14 lerden Muzaffer Özdağ’ın kendi ekibine de el atmış bulunması
sebebiyle zayıflayacağını tahmin etmesi yüzünden Aydemir’in ihtilâl ekibi,
diğerlerine tekaddüm etmek üzere
20/21
Mayıs ihtilâline karar vermiş ve fiilî safhaya intikal et- i tirmiştir.
"
20/21
Mayısa tekaddüm eden günlerdeki 22 Şubatçıların E ihtilâle hazırlık hareket ve
faaliyetleri :
1
İhtilâl
plânını hazırlayan Aydemir, bunun 20/21 Mayıs I gecesi saat 23.30 da başlamasına
da bizzat karar vermiştir. Hareketin başlaması bu saatte Ankara semalarında
uçacak jet uçaklarının ses duvarını aşması, hava muhalefeti sebebiyle gecikme
halinde Napolyon’un tâbiriyle bir silâh yahut tank gürültüsü, bunlar da
işitilmediği takdirde tam 23.00 da hep birlikte verilecek alârm ile duyulmuş
olacaktı. Parola: Harbiyeli işareti : ALDANMAZ idi.
Keyfiyeti
iki gün evvelinden İstanbul’a Emekli Kurmay .Albay Cevat Kırca’ya da
bildirdikten sonra o sırada hasbel vazife İstanbul’da bulunan Fethi Gürcan ve
Emekli Süvari Üsteğmen Erol Dinçer’in acele Ankara’ya dönmeleri sağlanmıştır.
19
Mayıs 1963 sabahı Ankara’ya gelen Fethi Gürcan’ın derhal Aydemir’le temasa
geçerek kendi emrine verilen 'Tank Okulu ve Süvari grubunun vazifesini ifa
etmek üzere başlarında bulunmasını tenbih ettiği; aynı akşam Fethi Gürcan’ın
evine çağrılan eniştesi Tank Okulundan PRS. Bnb. ‘Ömer Tekebaş, Sv. Yüzbaşı
Sedat Ünal, Sv. Yzb. Mehmet Gül, Tank Üstğ. Ilhan Baş, Emekli Üstğ. Erol
Dinçer’e durumu ve ihtilâl komitesinin kararını bildirdiği ve ertesi ak ;şam
için yine kendi evinde hazır bulunmaları yolunda talimat verdiği; 20 Mayıs 1963
günü saat 22.00 raddelerinde Erol Dinçer’in hususî arabasiyle Emekli Sv. Üstğ.
Turgut Salt-oğlu ,emekli Sv. Assb. Münip Tepeci, Sv. Yzb. Sedat Ünal, .Harita
Teğm. Mustafa Altan Ergun’un gelerek bir müddet •oturdukları, müteakiben aynı
araba ile çıkıp Yzb. Sedat’ı Tank okuluna hazırlık yapmak üzere bıraktıktan
sonra Konya yolu cihetine hareket ettikleri ve getirmiş bulundukları resmî
elbiseleri giyerek tekrar 23 sıralarında okula gelip ihtilâle buradan itibaren
fiilen başladıkları toplanan deliller ve kendi ikrarlariyle sübuta varmıştır.
Diğer
taraftan emekli Yarbay Rıfkı Erten’in 229 uncu ZP. Alayından tanıdığı Hâkim Alp
Pusat vasıtasiyle elde edi-
len
P. Bnb. Hüsamettin Paksoy, Yzb. Nüsret Karakaş, P. Teğm. Metin ile Tandoğan
meydanında, Gençlik Parkı ve 19 Mayıs Stadyom kapısı önünde muhtelif zamanlarda
konuşarak kendilerine ihtilâldeki faaliyetleri hakkında görev ve talimat
verdiği, P. Üstğm. Mehmet Erengül’ün de kendileri-v ne iltihak etmiş bulunduğu
yolunda bilgi aldığı ; bundan başka 18 Mayıs 1963 Cumartesi teşkilât
elemanlarından J. Bnb. Kemal Kahyaoğlu, Tank Yzb. Ferudun Erman, Bnb.
Hüsamettin Paksoy, P. Yzb. Gökalp Kasapoğlu, Tank Üstğ. Ilhan Baş’ı birbiriyle
tanıştırmak maksadiyle Aydınlık Evler Ev Ekonomisi durağında toplıyarak
Keçiören’e kadar yü-
'
rüdükleri ve kendilerine plân ve harekât hakkında bilgi ver7 diği,
vazifelerini hatırlattığı; 20 Mayıs 1963 günü ise, Aydemir’den aldığı son
talimat mucibince emekli Tğm. Tevfik
.
Ecemiş ile ayni akşam Bnb. Hüsamettin Paksoy’un evine i giderek alayın diğer
subaylarına gece yapılacak ihtilâl için » haber vermesini söylediği ve gece
tâyin edilen saatte Bahçe-’ lievler—Konya yol kavşağına yakın yerde bir kaç
dakika ara
ile
gelen Bnb. Hüsamettin Paksoy, Hâkim Pusat, Üstğ. Meh-
•
met Erengül, Emekli Yzb. Nihat Sertöz, Emekli Tğm. Tevfik Ecemiş ve P. Teğ.
Metin Akpmar ile buluşarak 229 uncu P. Alayını ihtilâle alârm verdirmek
suretiyle iştir âk ve alayın bilfiil idaresini üzerine aldığı maznunları
yekdiğerini teyit eden ikrar ve şahadetle sübuta ermiştir.
Diğer
şahısların ihtilâle tekaddüm eden saatlerdeki durumları ile ihtilâldeki rolleri
aşağıda kendi hizalarında gösterilecektir.
FAİLLERİN
SUÇA İŞTİRAK DERECELERİ VE FİİLİ DURUM :
ihtilâl
hareketine iştirâk eden maznunların iştirâk derecelerini tesbit bakımından
gruplara bölmede ve her bölüm içinde şahısların aslî veya fer’i faillik
durumlarını izahta zaruret görülmüştür.
22
ŞUBATÇILARIN DURUMU:
Evvelce
plânı tesbit ve ihtilâlden 1—2 gün evvel de icra saatinden haberdar edilen
maznunların bu vazifelerini Aydemir’in emir ve direktifi dahilinde ifa ve
liderliğini kabul etmiş olarak cürmün icrasına birlikte başladıkları, itiraf ve
yüzlerce şâhidin beyanı ile sabittir.
Talât
Aydemir, Turgut Alpagut, Bahtiyar Yalta, Mustafa Pakoba, Tevfik Ünlüre, Hakkı
Aksoy’un ihtilâl saatinde veya bir kaç dakika farklarla ihtilâl karargâhının
bulunduğu Harb Okuluna çıktıkları, bunlardan Aydemir, Alpagut, Pakoba; Hakkı
Sümer’in aynı zamanda resmî üniforma giydikleri ve buradan Harbiyeliyi aşağıya
sevk, gerekli tedbirleri almak, ihtiyat birliklerini kullanmak, radyoyu ele
geçirmek, ateş açtırmak suretiyle ihtilâlin bütün safhalarını takip ettikleri
ve Talât
Aydemir’in ihtilâl lideri
olarak çalıştığı :
Turgut
Alpagut’un ihtilâl evveli
ve ihtilâl sırasında gerek çengel atma, gerekse kararlara iştirak etmek ve
Harbi-ye’ye alârm verdirdikten sonra ihtilâli takip ve birlikte icrasını
sağladığı;
Bahtiyar
Yalta’nm keza sivil
elbiseli olduğu halde Harb Okulu karargâhında bulunup askerî vasıtaların
ihtilâle gidecek öğrencilere tahsisini sağladığı ve buradan ihtilâli takip
ettiği;
Mustafa
Pakoba’mn ihtilâl
akşamı kendi evine gelen Ay-demir’le birlikte resmî elbise giyip Harp Okuluna
geldiği, burada Nöbetçi âmirliğini bilfiil deruhte ederek Harbiyelile-rin sevk
işini, şehirden tevkif edilip okula getirilen General ve Subayları enterne
işini giriş ve çıkışı kontrol ve okulun dahilî ve harici emniyet tedbirlerini
aldırmak suretile ihtilâle iştir âk ettiği;
Tevfik
Ünlüer, Cahit Aksoy, Yaşar Başaran'ın Asmaal-tı
Lokantasında Jandarma Binbaşısı Kemal Kâhyaoğlu ile birlikte yemek yiyip içki
içildikten sonra J. Binbaşı Kemal’in kendi vazife bölgesine, Yaşar Başaran’ın
işğâl edilecek olan radyoevini gözetmek ve burada emrü komutayı almaya gittiği;
Tevfik Ünlüer ile Cahit Aksoy’un ilk defa evlerine uğradıktan sonra sivil
elbiseli olarak Harp Okuluna çıkdıkları, Cahit Aksoy un ihtilâlde fiili bir
vazifesi olmamakla beraber, Tevfik Ünlüer.’in iki C.M.S. dolusu ihtiyatta
bekleyen 1 nci sınıf talebelerini müsademenin yapılmakta olduğu Bakanlıklarda
vazifeli Fethi Gürcan’ın emrine bizzat götürmek ve müteakip hareket buradan ve
bilâhare Harp Okulundan takip etmek suretile birlikte icra ettiği;
İhtilâl
evveli fiilleri tesbit edilen Emekli Dz. Y. Müh. Albay Galip Gültekin’in. 22
Şubatçılara maddî yardımı evinde yapılan toplantılara ve alman kararlara
iştirâk ettiği, ihtilâl gecesi de alârm saatinden evvel Harbiye’ye gelerek
harekâtı takip ve direktifler vermek suretile cürmü birlikte icra ettiği;
Hakkı
Sümer’in resmî elbiseyi
lâbis olduğu halde Harp Okuluna gelerek’ Nöbetçi Hey’etine (bütün emirleri
benden alacaksınız, emrim olmadan vasıta çıkarılmayacak, Mustafa Cihangir oğlu
şimdi arabaları ve erleri geri teslim alacak demek suretile harekâtı
desteklediği Harp Okulunda ve şehir içinde harekâtı bizzat takip edip emirler
verdiği ve bilfiil icrasına yardım ettiği;
Emin
Araf, Dündar Seyhan, Asım Mutludoğan, Necati Ünsalan’m 20/21
Mayıs harekâtına bilfiil karışmamakla beraber, ihtilâl nüvesini hazırlamak,
karargâhın Başkan, Genel Sekreter ve Muhasipi olarak vazife kabul ettikleri, 22
. Şubatçılarm 14 lerle ve 11 lerle birleştirilmesi mevzuunda faaliyet
gösterdikleri ve bu sebeple T.C.K. 146 ncı maddesini ihlâl maksadile gizlice
teşkil edilen cemiyete dahil bulundukları;
Şükrü
İnanç’m harekâttan
daha evvel haberdar olmuş bulunarak ihtilâl başladıktan sonra Radyoevine ve
Kızılay’a gittiği, Parolayı bilmeyen herkesin yakalandığı bu yerlerde serbestçe
dolaşmak suretile gerekli müzaharette bulunup fer’ân iştirâk ettiği;
Kadri
Çıtak’m ihtilâlden
evvel, onun gizlice teşkil ettiği Erkânıharbiyesinde yedek üye olarak vazife
aldığı, Fethi Gürcan’ın ifadesini teyit eden özel raporlardan anlaşıldığı gibi,
hâdise gecesi Kızılay, Radyoevi civarlarında dolaşdığı, bilfiil bu ihtilâl için
bir vazife almamakla beraber gizli ihtilâl cemiyetine dahil bulunduğu;
Ayhan
Öcal’m resmî elbiseli
olarak o gece Harbiye’ye gelerek kendi emrine; verilen Harp Okulu talebelerini
Radyoevine kadar getirerek buranın işgâl ve radyonun anons yapmasına yardım ve
imkân sağladığı, ayrıca 229 ncu Piyade Alayından cephane getirmek için görev
aldığı ve ken-
dişile
konuşan Süvari Bnb. Fikret Akm’a (Cephane almaya geldik, elbisemi 22 Şubattan
beri ilk defa giyiyorum) demek suretile ihtilâlci olduğunu açıkladığı, fakat
burada adı geçen subay tarafından Har biyeli ile birlikte nezarete alındığı;
Tevfik
Saltoğiu, Remzi Kılıç ve Nihat Conguroğlu’nun 20 Mayıs
gecesi Piknikde yemek yiyip içki içtikten sonra bir müddet vakit geçirmek üzere
dolaşıp taksi ile Harp Okuluna geldikleri, Emekli Yüzbaşı Tevfik Saltoğiu ve
Remzi Kılıç’ın burada resmî elbise giyerek Harp Okuluna girdikleri ve Tokat’da
vazifeli olduğu halde Ankara’da izinli bulunan P. Yzb. Nihat Conguroğlu’nun
küçük bir radyoyu masa üzerine koyarak harekâtın başladığını bildirdiği, esasen
bu sı-
rada
emekli diğer subayların da okula gelmiş olarak harekâta bizzat başlattıkları
dinlenen şahitlerin beyanı ile sabit olduğu gibi, radyoevine Harbiyelileri
götürdüğü ve ayrıca Bölükten tefrik ettiği ve içlerinde Önder Aydınlı’nm
bulunduğu 10 Har biyeliyi de Kara Kuvvetleri Komutanının evi-\ ne gönderip
Komutanın ve oğlunun, tevkifine mübaşeret et-’tiği; Remzi Kılıç’ın ise emrine
verilen bir bölük Harbiyeli ile birlikte Polis Kolleji, Necatibey Caddesi ve
Demirtepe Köprüsünü tutarak, hem Jandarma Birliğine yardım, hem de Namık Kemal
mahallesinde oturan Generallerin dışarı çıkmalarını sağladığını; Yzb. Nihat
Conguroğlu’nun ise Genelkurmay kavşağına gönderilerek oradaki Harbiyelileri
kumandası altına aldığı, kendi ikrarları ve şahadetle sübuta varmıştır.
Emekli
Yüzbaşı Salim Miman’m ihtilâl
haberini öğrendikten sonra bir çok noktalarda yolu kesmiş bulunan
Harbi-yelilerin arasından kolayca çıkıp Harbiyeye geldiği, Nöbetçi Amirliğini
Mustafa Pakoba’dan alarak beline takdığı kemer ve tabanca ile hem bu karargâhın
emniyetini temin, hem de ihtilâl Erkânıharbiyesine uydurma olarak bütün
Türkiye’de Silâhlı Kuvvetlerin duruma hâkim olduğu yolunda haberler aldığını
söylediği, ihtilâlin akamete uğramasından sonra dahi Harbiyeyi sarmakta olan
birliklere karşı Har biyelileri mevzie soktuğu, Harbiyenin müdafii kesilerek
biran evvel istirdadını geciktirdiği, Radyoevini ele geçirilmesini sağlayan ve
bilâhare yakalanıp Harbiyeye getirilen Kurmay Yarbay Ali Elverdi’nin dışarı çıkmasına
mani olmak istediği yakalanacağını anladıktan sonra da siyasetini değiştirerek
sanki Hükümet Kuvvetlerine yardım etmiş gibi Genelkurmay İkinci Başkanma kadar
çıkmağa muvaffak olduğu, Galip Kazancıoğlu, öğrenci Ünal Cengiz, öğrenci Aydın
Uçka, öğrenci Nezihi Fırat ve Halil İribaş’m beyanlarile sabit olup bu suretle
maznunun ihtilâli kolaylaştıracak tetbirleri ittihaz ederek bilfiil iştirâk
ettiği sübuta varmıştır.
Emekli
Hava Binbaşısı İzzet Köz’ün Talât
Aydemirin defterinde ismi yazılı olup ihtilâl hareketine Hava Kuvvetlerimde
iltihak ettirmek için teşebbüsde bulunduğu, Mürted üssünü elde edemediği için
Hava Bnb. Cemal Özdemir ve Hava Bnb. Necdet Öz’ü elde ettiği, diğer tarafdan da
İstanbul’u destekleyecek olan Bandırma üssünü harekete iştirâke ikna için
17.5,1963 günü yanında Emekli Hava Binbaşısı Fethi Işıkhtepe olduğu halde
uçakla İstanbul'dan Bandırma’yâ gidip Üs Komutanlığında görevli Hava Yarbayı
Selâhattin Alpukan ile temas ettiği, ancak bu subayın kendisine nasihat ederek
teklifini red etmesinden sonra 20/21 Mayıs gecesi Harp Okuluna çıktığı,
uçakların hareketi için Mürted ile görüşen Hava Binbaşısı Cemal Özdemir’e
müzahir olduğu, bilâhare Hava Kuvvetlerinin bulunduğu yere inerek Hava Kur.
Yarbay Nejat Doğançay’m karargâha girmesi için yaptığı teklifi kabul etmediği,
Harbiyeliler arasında serbestçe dolaştığı, bu suretle ihtilâle Hava
Kuvvetlerini hazırlamak maksadile iştirâk ettiği;
Hava
Binbaşısı Cemal Özdemir’in 20/21
Mayıs gecesi saat 23.00 raddelerinde. Mustafa Pakoba’mn evine giderek orada
bulunan Talât Aydemir’e Hava Kuvvetlerinin harekâta hazır olduğunu bildirdiği,
müteakiben Harp Okuluna çıkarak Mürted Hava Üssüne uçakların hareketi için emir
vermek istediği, Mürted Üssü Nöbetçi Âmiri olan Hava Binbaşısı Hakkı Cebesoy’a
bu emrin Hava Kuvvetleri Komutanına ait olduğunu hatırlattığı, sabaha yakın
Hükümet Kuvvetlerini destekleyen jet uçaklarının Ankara semalarına gelmesi
üzerine, bu uçakların kendilerini desteklemekte olduğu haberini etrafa yaydığı,
daha sonra Hava Kuvvetlerine inerek karargâhın durumu hakkında malûmat almak
istediğini, kendi inkârına rağmen ihtilâlci maznunların ve öğrencilerin
beyanlarıyla sübuta varmıştır.
Hava
Bnb. Necdet Öz’ün hâdiseyi
İzzet Köz’den daha ha evvel haber alarak başlangıç saatine kadar hususî
ara-basile Çankaya sırtlarında kaldıktan sonra, Olgunlar sokaktaki bir büroda
gece yarısı bezik marközü aradığını ifade eden İzzet Köz’le birlikte Harp
Okuluna çıktıkları ve hava desteğini temine uğraşdığı, daha sonra Harbiyelileri
kendi hususî arabisile Ziraat Vekâleti önüne getirdiği, etrafda hiç bir subay
dolaşmazken elinde Tomson tüfeği olduğu halde Hava Kuvvetleri Bakanlıklar
arasında bulunan Harbiyelilere yolları iyice tutmaları için emir vermek
suretile ihtilâle iştirâk ettiği, toplanan delillerle sübuta ermiştir.
İhtilâlde
229 uncu P. Alayındaki maznunların durumu :
İhtilâlde
bu alayı sevk ve idare etmek vazifesini üzerine alan Emekli P. Yb. Rıfkı
Erten’in Alay Adlî subayı Hâkim Üsteğmen Ziya Gökalp Pusat, P. Binb. Hüsamettin
Paksoy, P. Ütğm. Mehmet Erengül, Emekli Yzb. Nihat Sertöz, Emekli Teğmen Tevfik
Ecemiş, P. Tğm. Metin Akpmar ile birlikte saat 23.30 raddelerinde Alaya
gelerek, Nöbetçi Âmiri P. Bnb. Elmas Gençer’e alârm vermesi için tazyikte
bulundukları Elmas’m tereddüt geçirmesine rağmen bilâhare onlara iltihak ederek
alârmda geciken birliklerin bereketini tâcir ettiği hazırlanan bölüklerden
birinin Emekli P. Ybz. Nihat Sertöz’ün kumandasında Yenimahalleye giderek
İstanbul yolunu tuttuğu, oraya gelmiş olan İnzibat Subayı Yarbay
Nurettin.
Tolga’ya silâh tevcih ettiği gibi, erlere de süngü taktırdığı, ancak mezkûr
subay ve Kurmay Bnb. Feridun. ’ tarafından tevkif edildiği, P. Tğm. Metin
Akpınar’m da başka bir bölüğe gelip alârm verdiği ve Yenimahalleye gittiği
,ancak buradaki hareketin âkim kalması üzerine Bölük ile Söğütözü toplanma
bölgesine, oradan da Konya kavşağına geldiği, bu suretle ihtilâlde alayın bu
bölüğüne verilen vazifeyi ifa ettiği;
P.
Yüzbaşı il üs re t
Karakaş’m evvelki
anlaşmalara mutabık olarak tâyin edilen yere ve bölüğe; geç geldiği, ancak daha
evvelki toplantı ve buluşmalara iştirak etmek suretile alay içindeki
teşkilâtlanmaya yardım ettiği, fiili hareketi bu bakımdan desteklediği,
P.
Üstğ. Mehmet Erengül’ün
Alay ikmâl subayı olması sebebiyle cephane ikmâli yapıp, Bölüklere dağıttığı ve
Bölük ile birlikte verilen vazife bölgesine gittiği,
Emekli
Teğmen Tevfik Ecemiş’in resmî
elbise giyerek alaydan itibaren harekâta bilfiil iştirâk ve Harp Okulu, Kızılay
cihetlerini dolaştığı, aynı zamanda alaya verilen vazifelerin ifa edilip
edilmediğini kontrol ettiği,
Hâkim
Üsteğmen Ziya Gökalp Pusat'ın, Rıfkı Erten’in emrine
girerek, bir kıt’a subayı gibi, Yenimahalle ve Konya yolundaki birliklerin
vazifelerini kontrol ile direktifler verdiği, durum hakkında Rıfkı Erten’e
haber ulaştırdığı gibi, Rıfkı Erten île Aydemir arasında irtibat subaylığı
yaptığı, Aydemir tarafından verilen bütünvazifeleri de tekabbül ederek
Radyoevindeki durumu kontrola da memur edildiği,, ve ihtilâl evvelindeki
faaliyetleri ihtilâl sırasindaki gayretleri sebebiyle ihtilâli bilfiil
yapanların arasına girdiği anlaşılmıştır.
Keza
P. Bnb, Hüsamettin Paksoy’un evvelki anlaşmaların tatbikatı cümlesinden olarak
alayın alârm a geçirilmesinde rol oynayıp, alârma geçdikten sonra gelen Alay
Komutan Muavininin müdahelesine imkân ve fırsat vermediği sü-butla
anlaşılmıştır.
Genelkurmay
KıŞÎa Kumandanlığındaki maznunların durumu :
Bilhassa
Emekli Yzb. Tevfik Saltoğlu tarafından kendisine çengel atılan kışla
komutanlığında görevli P. Yzb. Gök-alp Kasapoğlu’nun ihtilâle tekaddüm eden’
günlerde kendisi-ne verilen vazifeleri kabul edip toplantılarına iştirak
ettiği, ancak 20/21 Mayıs günü ise harekete iştirâk etmediği, ancak
'
kendisine çengel atıldıktan ve hele Talât. Aydemir’in evine ^götürüldükten
sonra hükümet aleyhindeki bu gizli teşekkü-1ün mevcudiyetine muttali olduğu
halde Hükümete haber vermediği anlaşılmıştır.
F
/
Jandarma Okulu ve Jandarma Birliğindeki maznunlar :
1
Teşkilâta dahil edilen Jandarma Bnb. Kemal Kâhyaoğ-lu’nun 20 Mayıs 1963 gecesi
ihtilâlci 22 Şubatçılarla birlikte
|
Asmaaltı Lokantasında aynı masada yemek yiyip içki içtik-| ten sonra vazife
alacağı Jandarma Birliğine döndüğü, bura-î da da bir miktar içki içtikten sonra
harekât saatine ve radyo-| nun anonsuna kadar etraf da dolaştığı, radyo
anonsunda rad-| yo evinin ele geçirildiğini öğrendikten sonra ihtilâlin
muvaf-fakiyete ulaşacağını tahmin ederek tekrar birliğine avdet î
ettiği, Jandarma Teğmen Abdullah Yılmazla birlikte Jandarma Kuvvetlerini
Jandarma Okulu ve Necatibey Caddesi üzerinde toplayarak burada mevcut
Harbiyelilere müzahir oldukları ve gelen geçen vasıtaları durdurup Bakanlıklar
cihetine bırakmadıkları anlaşılmıştır. Kemal Kâhyâoğlu her ne kadar ifadesinde
iştirâki bulunmadığını beyan etmekte ise de sübuta eren evvelki tutumları
sebebiyle ifadesinde samimi olmadığına kanaat getirilmiştir.
Avukat
Saffet Olgaç'ın Fiili :
22
Şubatçılardan mühim bir kısmının Orduya tekrar dönmeleri zımnında açtıkları
idari dâvayı Şûrayı Devlette takiple görevli Avukat Saffet OJgaç’ın sık
sık Aydemir’in evine gidip toplantılarına hukuk yönünden ışık tuttuğu, ancak bu
arada ihtilâl fikrini tasvip eder şekilde telkinde bulunduğu, 26 Şubat 1963
günü saat 19.00 da Talât Aydemir’in evinde şahitler huzurunda (Beni tanıyanlar
ihtilâlin ne zaman yapılacağını soruyorlar/ Ben de bekleyin, 22 Şubatçıların
durumunu sağlamlaştıralım, ondan sonra diye cevap veriyorum) şeklinde
konuşmasiyle 22 Şubatçıların ihtilâl Cemiyetine ittilâ kesbettiği hâlde
Hükümete haber vermediği sabit görülmüştür.
14'lerin
durumu
14’lerin
bir ihtilâl hazırlığı safhasında bulundukları yukarıda bertafsil izah edilmiş
bulunmaktadır. Siyasî bir Dernek maskesi altından çalışan Alpaslan Türkeş, Muzaffer öz-dağ, Fazıl
Akkoyunlu’nun, T.C. Anayasasının
tamamını veya bir kısmını, tağyir, tebdil ve ilgaya matuf en gizlice ittifâk
ettikleri anlaşılmış bulunmaktadır
11
lerden Halim Menteş'in durumu :
Yukarıda
geniş şekilde mevcut faaliyetleri ifade edilen U’lerden emekli Hv. Kur. Alb. Halim Menteş’in 20/21
Mayıs olaylariyle doğrudan doğruya ilgisini gösteren bir delile
rastlanmamıştır.
Ancak,
Türkiye’de, mevcut bir ihtilâl grubunun ferden teşkilâtçısı görünen mumaileyhin
gerek 22 Şubatçılarla, gerekse 14 lerle birleşme arzusunu muhtelif şekillerde
diğer ihtilâl gruplarının yetkili temsilcilerine intikal ettirdiği gibi
birlikte toplantılar da yaptığı, Piyer Loti Oteli toplantısında alman
kararların mahiyeti itibariyle Türkiye’deki ihtilâl nüvelerinin mevcudiyetine
şahsen geniş şekilde muttali olduğu halde ileride kader birliği yapmasını
düşündüğü bu kimselerin Hükümet aleyhindeki faaliyetlerini zamanında hükümete
ihbar etmediği kanaatma varılmıştır.
Piyer
.Loti toplantısını Halim Menteş ifadesinde teyit ettiği gibi İstanbul Sıkı
Yönetim Komutanlığınca hakkmda takibata geçilen Cevat Kırca’nm dahi bu
toplantıdan bahsettiği resmen teyit edilmiştir.
14
lerden Alpaslan Türkeş grubunun, 22 Şubatçıların 20/ 21 Mayıs gecesi
yapacakları ihtilâl hareketini bir kaç yerden haber alarak saat 23.30 da
Hükümete bildirmek üzere dosyada isimleri yazılı Millet Vekillerine söylediği
ve keyfiyetin Hükümette, görevli diğer bir yetkiliye haber verildiği teyit
edilmiş ise de bu şahısların ihbarının başka bir ihtilâl Cemiyetine matuf
bulunması sebebiyle T.C. 171/2 maddesinin son fıkrasında yazılı halden istifade
edemiyecekleri tabii bulunmaktadır.
İhtilâlde
Harb Okulunun Durumu :
Türk
Ordusuna güzide subaylar yetiştiren bu kartal yuvasını, meşru nizamı yıkmaya
matuf bir hareket içinde mütalâa ve izah eylemeye başladığımız şu anda içimizde
derin- • den, çok derinden acı bir burukluk hissetmekte olduğumuzu ifade
etmekten kendimizi alamamaktayız. Asıl vazifesi memleket bütünlüğü ve Anayasası
ile kurulmuş müesses nizamı-: nı muhafaza olan ordu camiasının kaynağını teşkil
eden bir v yuvanın, müesses nizam aleyhine matuf bir ihtilâl
hareketine karışmış veya karıştırılmış olmasından acı duymamak elbette mümkün
değildir. Her ne kadar Talât Aydemir, ihtilâlin hazırlık safhasında Ankaradaki
çeşitli birliklerle kimler vasıtasıyla ve ne tarzda münasebet kurduğunu ifâde
ederken, Harb Okulu ile herhangi bir temas zarureti duymadığını, zira bu okulun
kendilerini daima destekliyeceği kanaatinde olduğunu ifade etmiş ise de,
yapılan tahkikat iddianın aksine ola-
rak
Talât Âydemir’in başta IH. tabur 9. Bl. ten 1375 numaralı Önder Aydınlı olmak
üzere III. Tb. 12. Bl. ten 4931 numaralı Nezihi Fırat ve gene III. Tb. dan 4922
numaralı Zihni Çetiner ile temaslarım devam ettirdiği bir vâkıa olarak tezahür
eylemiş bulunmaktadır.
Olayların
başlaması :
Hâdisenin
vukua geldiği 20/21 Mayıs gecesi Harb Okulunda nöbetçi heyeti :
Okul
Nöbetçi Âmiri: Top. Yb. Behzat Tanır.
Okul
Nöbetçi Subayı : Kur. Bnb, Sadettin Arın.
Alay
Nöbetçi Âmiri: IH. Tb. K. Kur. Bnb. Sabahattin Al-tmok.
·
II.
Tb. Bl. 1er Nöb. Subayı: Ütğm. Hadi Kantarcı.
·
III.
Tb. Bl. 1er Nöb. Yzb. Nihat Şendoğan.
Telefon
Nöb. Sb. Yardımcısı: Yd. Tğm. Yekta Şaşeğmez. Revir ve Cezaevi Nöb. Sb.: Tğm.
Bekir Garipağaoğlu. Mutfak Nöb. Asb. yı: Asb. Ahmet Demirci.
Ekmek
Sebze Asb. yı: Asb. Çvş. F. Alpan. Nöb. Başöğretmen: Öğ. Yb. Necati Taylan.
Nöb. Öğretmen: Öğ. Yzb. Hikmet Kıran. Nöb. Öğretmen: öğ. Ütğm. Halit Gülcüoğlu.
Nöb. Öğretmen: Öğretmen Üstğ. Erol Kayra.. Krh. Nöb. Sb. yı : Ütğm. Mustafa
Cihangiroğlu. Hazır Kıt’a Nöb. Sb. yı : Asb. Şerafettin Taşkıran.
Hdf.
Slh. Bl. -Mu. Tk.- İst: Tk: ve Bando Bölüğü Nöb. Sb. yı: Asb. M. Üşer.
Oto
Bl. Nöb. Sb. yı : Asb. Aslan Öğretmen.
Erat
Mutfağı Nöb. Asb. yı : Asb. S. Atamer. olmak üzere 18 kişiden müteşekkil
bulunmaktadır.
Olayın
başlangıcına tesadüf eden saatlarda Harb Okulu nöbetçi subayı odasında Yd. Tğm.
Yekta Başeğmez, Yzb. Nihat Şendoğan, Ütğm. Hadi Kantarcı ile o sırada okula
çıkmış olan öğretmen Yzb. Ahmet Yücetürk oturmakta ve okul Nöbetçi Âmiri Yb.
Behzat Tanır ile Alay Nöbetçi Âmiri Bnb. Sabahattin Altmok ise okulun lokalinde
bulunmaktadırlar. Okul sükûnet içindedir. İmtihanlar dolayısiyle saat 24.00’e
kadar çalışma müsaadesi verildiğinden henüz uyumamış öğrencilere tesadüf etmek
mümkündür.
İşte
bu hâl içinde ve saat 24.00 sularında, bilâhare ismi tesbit edilen ve 50. Er.
Eğt. Tümenine mensup olup senelik izinle Ankara’da bulunan Yzb. Nihat .
Çonguroğlu’nun «okul yanından geçmekte iken taksinin lâstiği pâtla'dı, yeniden
vasıta celbi için telefon edebilirmiyiz» bahanesiyle okul nöbetçi subaylığına
uğradığını ve telefon edilmesi üzerine ayrıldığını, bir müddet sonra aynı
yüzbaşının bu defa elinde bir transistorlu radyo olduğu hâlde nöbetçi
subaylığına geldiğini ve Harp Okulu Marşının çalınmakta olduğu bu radyoyu
nöbetçi subayı masası üzerine bıraktığını.ve tam bu sırada da okula doğru sivil
ve subaylardan mürekkep 8-10 kişilik bir grubun yürüyerek okul nöbetçi subay
odasına girdiklerini, bu durumdan şüphe eden Yüzbaşı Nihat Şendoğan’ın ise
odadan çıkıp yukarıda bulunan Okul ve Alay Âmirlerini keyfiyetten haberdar
eylediğini, Yüzbaşı Nihat Çonguroğlu, Yzb. Nihat Şendoğan, Yzb. Ahmet Yücetürk,
Ütğm. Hadi Kantarcı, Yb. Behzat Tanır, Bnb. Sabahattin Altmok ve Tğm. Yekta
Başeğmez’in ifadelerinden anlamaktayız.
Duruma
muttali olan her iki nöbetçi âmirin derhâl okulun iç bahçesine indikleri ve
burada III. Tb. silâh deposu önündeki nöbetçi er ile birkaç öğrencinin mücadele
etmekte olduklarını görerek müdahalede bulunduklarını ve Nezihi Fırat isimli
öğrencinin nöbetçi erin silâhını almış, Önder Aydınlı isimli öğrencinin de ona
yardım eder vaziyette olduğunu gördükleri ve aynı mahalde 40 - 50 kadar öğrencinin
de toplu hâlde bulunduklarını müşahade edip sebep- sordukları ve alârm:
verildiği cevabında bulunulması üzerine böyle bir hâ-ün olmadığından bahisle
talebeleri geri çevirdikleri ve kendilerinin nizamiye kapısına geldikleri
sırada okul bahçesine iki teğmenin girerek (beklediğimiz an geldi.. Vatanı
seven silâhım alsın, bizimle gelsin) diye bağırıp geri dönmek üzere
bulunan öğrencileri tahrikle iç bahçeye doğru sevk ettik-'leri ve bu iş için
evvelden hazırlanmış olan Önder Aydınlı,
Nezihi
Fırat, Zihni Çetiner gibi öğrencilerin de teşvikleriyle okuldaki bütün
öğrencilerin ayaklandırılarak hâdisenin içine itildiği ve öğrencilerin bir anda
haykırış, çığlık ve silâh sesleri arasında silâh depolarına hücum edip kapıları
kırarak silâhlarını almış vaziyette iç bahçede toplanmaya başladıkları ve
kendilerinin nizamiyeye çıktıklarında okul mensubu olmayan sivil ve resmî
elbiseli kimselerle karşılaştıkları ve , nöbetçi subayı odasında Talât Aydemir
ile Turgut Alpagut’u üniformalı ve -Bahtiyar Yalta’yı ise sivil olarak
gördükleri ve bu arada Süvari Binbaşısı olarak giyinen aslında 22 Şubat,
olaylarında emekliye sevkedilen Fethi Gürcan’ın elindeki tabanca ile etrafını
tehdit suretiyle alârm verilmesini temine çalıştığı ve başta Önder Aydınlı ile
Zihni Çetiner olmak üzere kapının silâhlı öğrenciler tarafından kontrol altına
alındığı ve böylece insiyatifin ellerinden çıkması dolayısiyla herhangi bir
şekilde müdahale imkânı bulamadıkları bizzat ' Okul Nöbetçi Âmiri Yb. Behzat
Tanır ile Alay Nöbetçi Âmiri Bnb. Sabahattin Altmok tarafından ifade
edilmektedir.
Diğer
yandan, nöbetçi subayı odasında bulunan Ütğm. Hadi Kantarcı, Yd. Tğm. Yekta
Başeğmez ve Öğretmen Yzb. Ahmet Yücetürk’ün beyanlarında, Nöbetçi Subaylığı
odasına gelen grubun odaya girdiği anda talebelerin de ayaklanmış olması
sebebiyle herhangi bir tedbire tevessül veya bir başka tarzda müdahale imkânı
kalmadığı anlatılmak istenmiştir. Ancak hâdiselerin tehlikeli tarzda inkişafına
ve Silâhlı Kuvvetler iç hizmet kanun ve tâlimatmın bu gibi ahvalde kendilerine geniş
selâhiyetler tanınmış olmasına rağmen nöbetçi heyetine dahil Yb. Behzat Tanır,
Bnb. Sabahattin Al-tınok, Yzb. Nihat Şendoğan, Ütğm. Hadi Kantarcı, Öğretmen
Yb. Necati Taylan ve Ütğm. Mustafa Cihangir oğlu’nun kendilerine tereddüp eden
vazifeleri ifâ etmemiş olmaları bir tarafa, aşağıda izah edilecek
faaliyetleriyle fiilen irtikâbında
rol
oynadıkları tahkikat sırasında tesbit edilen şahadetlerle sübuta ermiş
bulunmaktadır. Şöyle ki :
·
a)
Top. Yb. Behzat Tanır :
Kendisi
Okul Nöbetçi Âmiridir. Harekât başladıktan sonra önleyici herhangi bir
harekette bulunmamış, aksine III. Tb. 11 nci bölük’ten 4635 İbrahim Memir ve
II. Tb. 6 ncı bölükten 2334 Ertaç Turgay’m beyanlarından öğrencilere
(keplerinizi giyin teçhizatınızı takın emrimi bekleyin) ve ayrıca Talât Aydemir
tarafından kendisine mermi temini hususunda (Yalnız size güveniyorum, acele
edin) diye vazife verildiği ve Behzat Tanır’ın bir vasıtaya atlıyarak bu
vazifeyi ifa için okuldan ayrıldığı, II. Tb. 6 ncı Bölükten 2342 Merih özgürses
in ifadesinden maznun’un Tank Okulun’dan mermi getirilmesi için bir üsteğmene
emir verdiği anlaşılmış bulunmaktadır.
·
b)
Kur. Bnb. Sabahattin Altınok :
Kendisi
Alay Nöbetçi Âmiridir, ihtilâl sırasında okul ni-zamiyesinde bulunmaktadır.
Çıkan öğrencilere (heyecanlanmayın çabuk olun) diye mütebessim bir çehre ile
hitapta bulunduğu ve ayrıca üsteğmen Hadi Kantarcı’ya okulun dış emniyetini
temin için bir bölüğün vazifelendirilmesi emrini verdiği ve Önder Aydm’lı
isimli öğrenciye (Biz başındayız korkmayın) demek suretiyle teşvikte bulunduğu,
7. Bölükten 2676 Özcan Görgülü, 9. Bölükten 4001 Vedat Uzun ve maznun Önder
Aydmlı’mn şahadetleriyle sübuta ermiş bulunmaktadır.
·
e)
Öğretmen Yb. Necati Taylan :
Kendisi
Nöbetçi Başöğretmendir, hâdise sırasında III. Tabur öğrencileri ile birlikte
mermi sandıklarının açılmasına fiilen katılmış ve açılmayan sandıkların
kırılması için emir vermiş olduğu 8 inci Bölükten 2770 Önder!
Karagül ve 2775 Ali Ünlü ve 2777 Basri Eroğlu adındaki öğrencilerin
ifade-leriye teeyyüt etmiş bulunmaktadır.
·
d)
Yzb. Nihat Şendoğan :
III.
Tabur 12 inci Bölük Kumandanı olup hâdise gecesi de III. Tb. Bölükler Nöbetçi
Subayıdır. Öğrencilerin bahçede toplanmaları sırasında aralarında dolaşarak
sıraya soktuğu ve gösterin kendinizi diye bağırmak suretiyle teşvikte bulunduğu
11 nci Bölükten 4714 Mehmet Şentekin ve 10 uncu Bölükten 4468 Sabrı Öğe ve 10
uncu Bölükten 4464 Oral Argon isimli öğrencilerin ifadeleriyle sübuta ermiş
bulunmaktadır.
·
e)
Ütğm. Hadi Kantarcı
Hâdise
gecesi II. Tb. Bölükler Nöbetçi Subayıdır. Harekât esnasında H nci taburun
nizamiyede toplanıp sıraya sokulmasını ve Talât Aydemir tarafından da ihtiyat
kuvveti olarak ayrıldığı belirtilen II nci Tabur Bölüklerini okul önündeki
korulukta tesbit edilen yerlere sevk edilmesini temin eylediği ve (Harbiyeli
aldanmaz) parolasını ikinci tabura bizzat bildirdiği 6. Bölükten 2401 Taylan
Elçin, 2404 Ali Keskin, 2407 Tarık Oktay, 4227 Ünal Cengiz, 2430 Behzat Sarol,
5 inci Bölükten Cengiz îşmanoğlu, 2076 İsmet Biran, 6 nci Bölükten 2342 Merih
Özgürses ve daha pek çok öğrencinin ifadelerinden anlaşılmaktadır.
·
f)
Ütğm. Mustafa Cihangiroğlu :
Hâdise
gecesi Karargâh Nöbetçi Subayıdır. Hâdisenin başlamasından sonra öğrencilere
mermi temini için gayret sarfettiği ve hazır kıt’a bölüğünde bulunan bir sandık
mermiyi bir er ile bizzat alarak öğrencilerin emrine verdiği Muhafız Bölüğünde
Çvş. Ramazan Baykal, maznun Tğm. Ayçan Ünlü, Harb Okulu Karargâhı Kışla subayı
P. Bnb. Muharrem Okkanlı, Muhafız Bölüğünden Onb. îsmet Yücel, Onb. Durmuş
Kanık tarafından ifade edilmiş bulunulmaktadır.
Bu
dâvaya dahil edilmiş bulunan Harb Okulu öğrencilerinin durumuna gelince:
22
Şubat olayları diye anılan hâdise sebebiyle emekliye sevk edilmiş bulunan Talât
Aydemir ve rüfekası menfî emellerinin tahakkuku için tasarladıkları hukuk dışı
plân ve tertiplerinin tatbik mevkiine konulmasında, genç ve körpe dimağlardan
daha kolay istifade edebilecekleri hususunu göz önünde tutarak sistemlerinin
icabı olan çengellerini Harp Okulu öğrenci grubuna da atmak suretiyle 9 uncu
Bölükten 1375 Önder Aydınlı, 12 nci Bölükten 4931 Nezihi Fırat, 12 nci Bölükten
Ramazan Öztürk adındaki öğrencilerle doğrudan
doğruya
temas teminine muvaffak olmuşlardır. Bu öğrencilerin de kendilerine yakın
gördükleri 4922 no. lu Zihni Çetin-er, 4170 Osman Yetkin, 5016 Erol Ege isimli
öğrenciler vasıtasıyla, ihtilâlci grubu tarafından yayılmak istenen fikirler
öğrencilere intikâl ettirilip okul içinde ihtilâl hareketini benim-seyici bir
havanın yaratılmasına gayret göstermişlerdir. Bu husus ismi geçen maznunların
yekdiğerini itham edici mahiyetteki ifadeleriyle ve kat’iyyetle sübuta
ermektedir. Kaldı ki, hâdise gecesi Nezihi Fırat, Kemal Ülkütanak gibi
öğrenciler bu gece ihtilâlin olması mümkündür diye ihtilâl plânı hakkında
malûmat vermiş olması da öğrencilerle ihtilâlciler grubu arasındaki temasın
kat’î delili olarak karşımıza çıkmaktadır.
Evvelden
vaki bu temasların tesiri iledir ki, hâdise gecesi, maznun Önder Aydınlı ve
Nezihi Fırat silâh depolarının açılması için depo nöbetçi erine tecavüz ve
silâhını almak suretiyle onu ekarte etmekten çekinmemişlerdir.
Bu
öğrenci grubuna dahil Zihni Çetiner’in hâdise gecesi bütün birliklerin ihtilâle
katıldığı ve her yerde duruma hâkim olunduğu yolundaki beyanlarla teşvikte
bulunduğu 4073 numaralı Nevzat Kulu ve 2351 Cengiz Koktekin’in ifadeleriyle ve
Ümmet Sarı, Mehmet Aydoğan, Kemal Ülkütanak isimli öğrencilerin. Önder Aydınlı
emrinde olarak KaraKuvvetleri Kumandanı Orgeneral Ali Keskiner’in evine tevkif
maksadıyla gittikleri, bulamayınca tıbbıye’deki deniz talebesi oğlunu
yakaladıkları ve aynı mahalde Önder Aydınlı’mn Genel Kurmay 2 nci Başkanı
Korgeneral Memduh Tağmaç’ı görerek yakalamak teşebbüsünde bulunduğu ve bu
yüzden zuhur eden münakaşada Önder Aydınlı’mn ateş ettiği ve Kara Kuvvetleri
binası önünde bulunan erlerin mukabil ateşi üzerine geri çekilmek
mecburiyetinde kaldığı III. Tb. 12. Bölükten öğrenci Yener Konuralp’m
ifadesiyle sübuta ermiştir.
Bu
grupta yer alan maznun öğrenci Osman Yetkin, harekât sırasında öğrencilerin
vazifelere sevk ve İdaresi ile bilfiil meşgul olduğu gibi mermi temini
maksadıyla okulun Ordonatım Bölüğünün kapısını kırdığı ve bulduğu bir sandık
mermiyi öğrencilerin istifadesine arz etmek suretiyle dâvaya mevzu teşkil eden
fiilin irtikabında bizzat rol oynadığıkendi ifadesi ve 9 uncu Bölükten 4063
Sadettin Acar’ın ifadesinden anlaşılmış bulunmaktadır.
İhtilâlde
Meclis Muhafız Taburu'nun durumu :
Gv.
Kd. li Ütğ. Erol IŞILTAN ve
P. Ütğm. Kadir YILDIRIM
sanıklardan Güverte Kd.
Ütğm. Erol IŞILT'AN’ın olay gecesi nöbetçi âmiri olduğu ve Nöbetçi Subayı Ütğm.
Mehmet ÇAMLA oturdukları esnada Tb. Subaylarından olup o gece herhangi bir
görevi bulunmayan P. Üsteğmen Kadir YIL-DIRIM’m geldiği, biraz sonra Tank
gürültüleri işiterek dışarı çıktıkları ve alarm verdikleri, erlerin
kaldırıldığı ve mermi dağıtıldığı Tb. Komutanının şoförünün Erol IŞILTAN
tarafından silâhının alındığı ve oradan ayrılmamasını tenbih ettiği Kadir
YILDIRIM’ın da elindeki Tomsonu ere tevcih ederek (ayrılırsan seni gebertirim)
dediği, keza Ütğm. Kadir tarafından Bl. yatakhanesinin telefonu başına bir
nöbetçi dikilerek, kendisi Erol Ütğm. ve Çam Ütğm. den başka kimsenin
konuştufulmıyacâğını emrettiği ve Erol IŞILTAN’ın Kumandana olayı haber
vermemek için oyalandığı, ancak Ütğm.. Mehmet Çam’m (sen haber vermezsen ben
telefon edeceğim) demesi üzerine olayı verdiği ve Assb. İsmail Çe-tintaş’ın
(Subaylar için servis çıkaralım mı?) sorusuna (sen nizamiyeye git ben bu işleri
hâllederim) dediği bu esnada çıkış nizamiyesinde bulunan Ütğm. Kadir’in
akrabası olan emekli Süvari Bnb. Fethi Gürcan, tarafından arandığı ve nöbetçi
erlerin kendisini içeri bırakmamaları ve Ütğm. Ka-dir’in o gece nöbetçi
olmadığını söylemelerini müteakip sanığın nizamiyeye çıka geldiği, bir şeyler
konuştukları Fethi Gürcan ayrılırken kendisinin ve Kadir Yıldırım’m akrabası
olan Harp Okulu öğrencisi ve iki arkadaşına Ütğm. nin muhafızı olmalarını
emrettiği, Ütğm. Kadir’in kendisini çıkış ni-zamiyesine getiren Hava eri şoför
Sami Uygurla, Assb. İsmail Yüksel’e Tb. ra gelecek Tb. Subaylarına dağıtılmak
üzere Tomson tabanca ve jarjörü getirmesi için haber gönderdiği, Assb. İsmail Yüksel’in
keyfiyeti sormak üzere nizamiyeye gitmek istemesini müteakip Ütğm Kadir
Yıldırım’m (ver ver) diye seslendiği ve Tomsonlarla jarjörleri Çvş. Mehmet Emir
ve Aydın Selçuk’un getirip nizamiye yakınındaki bulunan jeep’e bıraktıkları,
biraz sonra gelen Harb Okulu
öğrencilerine
silâh ve dolu jarjörlerin bizzat Ütğm. Kadir Yıldırım tarafından dağıtıldığı ve
bu esnada oralarda dolaşmakta olan sanık nöbetçi âmiri Ütğm. Erol Işıltan’ın
durumu gördüğü ve nöbetçi subayı olan Ütğm. Mehmet Cam’ın kendisini ikaz etmesine
rağmen (sen bu işlere karışma sana verdiğim mıntıkada dolaş )diye yanından
uzaklaştırdığı, bir Süvari Bl.’nün Kadir Yıldırım’ın müsaadesi ile Meclîsten
geçip Çankaya köşkünü sarmak üzere gittiği, bilâhare Ütğm. Kadir in erleri
toplıyarak (bana güveniyor musunuz, ben size güveniyorum, size Harbiydiler
kumanda edecek, nöbetçi âmiri bana yetki verdi) dedi ve bu konuşmayı nöbetçi
âmirinin dinlemekte olduğu ve Ütğm. Mehmet Çam’ın ikazına rağmen müdahale
etmediği ve mezkûr bölüğün çıkış nizamıyesine götürülerek, Harbiyelilere aynı
mealdeki bir konuşmadan sonra teslim edildiği ve keza Assb. İsmail Cetintaş’m
Muhafız Alay Komutanının telefonla Tarım Bakanlığının civarında bulunan beşinci
Bl. le temas temin edilmesi hususundaki emrini Erol Işıltan’a iletmesine
rağmen, sanığın hiç bir tedbir ve teşebbüste bulunmadığı, Ütğm. Kadir’in ise
Harbiye ’lilere (toplu durmayın, dağınık dürün) tarzında direktifler verdiği,
Erol Işıltan’a Deniz Kuvvetlerine kadar gelebilmiş olan Tabur Komutanının
müteaddit defalar telefon etmesine rağmen onun Tabura getirilmesi hususunda hiç
bir tedbir almadığı ve bilahare Bölüğe iltihak eden Yzb. Kaya-han Özalp’in
Bölüklerin bakiyelerinden bir kıt’a yapılması hususunda emir verdiği, bu esnada
Tabura gelen Merkez Komutanı Orhan Çokdeğer’in bu birliği alarak Deniz
Kuvvetlerine sığınmış bulunan Tabur Komutanının alınmasını istediği ve çıkış
nizamiyesine sevk edilen bu Birliğin işitebileceği bir sesle -Ütğm. Erol
Iışıltan’ın (Bl. de mermi yok Bl. ğü kırdıracaksınız gitmeyin) dediği, kezâ Ütğm.
Kadirî m de (ben bunlara emir veremem bunları kırdıramam) dediği, bunun üzerine
Birliğin ilerlemediği've Merkez Komutanlığına, mensup iki subayın
Harbiyelilerce yakalanıp götürülmesi üzerine teşebbüsün akim kaldığı, bu
suretle Ütğm. Kadir Yıldırım’ın arkabası olan ihtilâl teşebbüsünün
elebaş-larmdan Emekli Süvari Bnb. Fethi Gürcan’la önceden anlaşıp,
Harbiyelilere Tomson tabanca ve mermi yardımı yaptığı, Kara ve Deniz takımından
müteşekkil bir kıt’ayı onların emrine verdiği ve âsi kuvvetlere mensup bir Süvari
Bölüğünün Meclisin içinden geçmesine müsaade, ederek ve Harbı-yelilere tâlimat
vererek maddî manevî bilcümle yardımla hareketi desteklediği keza Erol
Işıltan’ın ise nöbetçi amirliğinin kendisine sağladığı nüfuzdan istifade ile
herturlü mukavemet hareketine mâni olduğu gibi emir ve kumandayı o gece hiç bir
görevi bulunmayan Kadir Yıldırım’a devrederek ihtilâlci kuvvetlere yardımcı
olduğu anlaşılmaktadır.
İhtilâlde
Zırhlı Birlikler Okylu ve Muhafız Alayı Süvari Grubunun durumu :
20
Mayıs 1963 gecesi saat 23.30 sıralarında Zırhlı Birlikler Okulunun araç park
mahalline içinde ömeklı Süvari Bnb. Fethi Gürcan, subaylar, bir Assb., bulunan
şevrole marka sivil bir taksinin yanaştığı bu aracın okulun nöbetçi âmiri
personel Bnb. Ömer Tekebaş tarafından karşılandığı, F. Gürcan’ın Ömer Tekebaş
kayınbiraderi olduğu, Tekebaş ile Süvari Binbaşısı Fethi Gürcan’ın
konuşmalarını müteakip Bnb. Fethi Gürcan’ın okul kursiyer ' subaylarının
bulunduğu yatakhaneye çıktığı, kursiyer subaylar ihtilâl hareketine ne şekilde
iştirak edecekleri yolunda direktifler verdikten sonra hep birlikte koğuştan
dışarı çıkarak aşağı indikleri, nöbetçi âmiri ile müşterek olan eğitim kurulu
silâh grubundan 4 adet Tomson tabancayı aldıktan sonra, subaylarının iki gruba
ayrılarak bunlardan Süvari Yzb Mehmet Gül ile Sedat Ünal’ın ve Fethi Gürcan’ın
bazı Süvari subayları ile birlikte Süvari grubuna gittikleri diğer bir kısım
kursiyer Tank subaylarının da başlarında Tank-Kd. li Yzb. Feridun Erman
oldukları hâlde okulun Tank Taburuna gittikleri, birinci Tank Bl. Birinci Takım
Komutanı Tğm. Erol Kıvılcım ile Tb. Keşif Bl. Tk. K. Tğm. Savaş Kilimci’nin
yardım ve iştirakleri ile Tb. Nöb. Sb. İs. Ütğrn. Selâhaddin Öktem’i
yakaladıktan sonra Tb. cephaneliğinin kapısını kırarak 10361 adet 7,9 mm. lik
sivri fişek, 7005 adet 11,43 mm. lik Tomson fişeği, 1570 adet 7,62 mm’lik Mk.
Tf. fişeği, 650 adetxl2,7 mm. lik Mk, Tf. fişeği 30 adet 9 mm. lik tabanca
fişeği ve 5 adet talim fişeği aldıkları müteakiben
1
inci Tank Bl. den 11 adet M 47 Tank’ı ile 13 eri, Keşif Bl. den 3 adet M 24
Tank’ı ile 29 adet silâhı tehdid ile alarak ayaklanmaya katılmak üzere saat
24.00’e doğru Bakanlık istikâmetine müteveccihen okuldan ayrıldıkları ve B.M.M.
Radyoevi Kızılay ve Sıhhiye gibi önemli geçitlere yerleşmek sureti ile ihtilâl
hareketine fiilen katıldıkları, keza Süvari grubuna başta Em. Sv. Bnb. Fethi
Gürcan olduğu halde giden subay ve kursiyerlerin nöbetçilerin mümanatlarma
rağmen cebren içeri girerek nöbetçi heyetinin müdahelesine meydan vermeden
alârm verdikleri ve önceden yaptıkları vazife taksimine göre Bl. rin başına
geçtikleri bazılarının motorlu araçlarla muhtelif istikâmetlere dağıldıkları
anlaşılmıştır.
Tank
Tğm. Savaş Kilimci :
Sanığın
kursiyer subayların başında olduğu ve elinde bir tabanca bulunduğu hâlde keşif
Bl. koğuşuna girdikleri. (Keşif Bl. kalk alârm var) diye bağırdıkları, bu arada
Tğm. Savaş’ın (hiç kimse kıpırdamasın, yoksa vururum ,bütün tank şoförleri ve
jeep şoförleri buraya çıksın) diye erleri tehditle dışarı çıkardığı, hattâ
vakit kazanmak ve bu vesile ile durumun nöbetçi subaylarına intikalini sağlamak
isteyen erlerin bu vaziyetini sezen Teğm. Savaş’m önce iki el havaya ve bir el
de Tank’m birine ateş-ettiği, bu kurşunlardan birinin er Mehmet Çetin’in göğsü
hizasından sıyrılıp geçtiği erin vurulduğu zan ve korkusu ile yere düştüğü,
Tank erlerinin böyle bir tehdit havası içersinde Tanklara bindirilmesinden ve
diğer kursiyer subayların da tanklara yerleşmesinden sonra hareketle şehir
içinde muhtelif yerlere dağıldıkları, sanığın tank şoförlerinin kaçmasına meydan
vermemek maksadı ile onları silâhla sık sık tehdit ettiği ve Radyo-evine
giderek işgali hususunda bizzat görev aldığı.
Tnk.
Teğm Erol Akkıvılcım :
Sanığın
20 Mayıs gecesi okulun gazinosunda kursiyer subayların ihtilâl olacağından
bahsettiklerini duyduğu daha sonra arkadaşları ile birlikte Tank. Tb. na
gittikleri kendi Bl. eratını uyandırdığı Tankların başına geçirdiği Tarım
Bakanlığı, Sıhhiye, Radyoevi mıntıkalarında Tankları yerleş-
tirdiği
kendi birliğinden üst rütbeli bir subayın (Tankların üzerinde ne geziyorsun)
sorusuna cevaben (ben Ütğm. den emir alırım onunla konuş) dediği.
Sv.
Ütğm Zeki Celep :
Sanığın
alârm verilmesi üzerine kursiyer arkadaşları ile birlikte Zırhlı Birlikler
Okulunun Tank Tb. na gittiği, temin ettiği bir jeep aracı ile daha önce hareket
eden tankların izlerini takip ederek Radyoevi ve Meclis önlerinde ve muhtelif
yerlerde dolaşarak ihtilâl hareketine katıldığı.
Sv.
Ütğm. İzzet Şener :
•
Okulun Tank Tb. na arkadaşlarına katılmak üzere gittiği, arkadaşlarının
taburdan ayrıldıklarını görünce, önceden hareket eden tankların izlerini
bindiği jeeple takip ederek Kızılay ve Meclis önüne gidip ihtilâle fiilen
katıldığı ve gece yoklamalarında okulda bulunmadığı.
Sv.
Ütğm. Yaşar Korkut :
Olay
gecesi arkadaşları ile birlikte oturdukları okulun subay gazinosunda bütün
silâhlı kuvvetlerin katıldığı bir ihtilâlin vuku bulacağı yolunda konuşmalar
cereyan etmesinden sonra emekli süvari Bnb. Fethi Gürcan,, Turgut Salt-oğlu ve
Em. Etğm. Erol Dinçer’in üniformalı olarak koğuşa girdikleri, ihtilâl
yapılacağının adı geçenler tarafından söylenmesini müteakip maznunun da
arkadaşları ile birlikte okuldan çıkarak harekâta katıldığı bu arada Meclis
civarında bulunan Harb Okulu öğrenci grubunun başına geçerek emirler verdiği,
daha sonra Radyoevi binasının civarında elinde silâh bulunduğu halde
öğrencilerin arasında dolaştı- ” ğı.
Sv.
Ütğm. Yüksel Eral :
Arkadaşları
ile beraber tanklara binerek Meclis civarına geldiği, ihtilâl harekâtına
katıldıktan sonra Genelkurmay mensubu subaylar tarafından teslim alındığı.
Sv.
Ütğm. Özkat Tansal :
Olay
gecesi Fethi Gürcan’ın koğuşta ihtilâl yapacağı yolundaki beyanını dinledikten
sonra, arkadaşları ile birlikte tank taburuna gittiği alârm emri üzerine tankın
birine binerek ihtilâle katıldığı, bu arada Orduevi Önünde yol kavşağında
durarak inzibat subay Bnb. Sedat Yenen’in göreve gitmesine mani olduğu.
Tnk.
Ütğm. Ferit Kelecek :
Subay
koğuşundan arkadaşları arasında yapılan konuşma sırasında ihtilâl yapılacağı
açıklandıktan sonra kendisinden diğer arkadaşları ile birlikte Tnk. Tb. dan
çıkardıkları tanklardan birine binerek Radyoevinin önüne geldiği ve ihtilâle
katıldığı.
Tnk.
Ütğm. Metin Turgan :
Arkadaşları
ile birlikte Tank Tb. na inerek tanklardan birine bindiği, Hava Kuvvetlerinin
önüne geldiği ,harekâta katıldıktan sonra bir müddet sonra Gn. Kur. subayları
tarafından tevkif edildiği.
Tnk.
Tğm. Alâaddin Açan :
Arkadaşları
ile beraber tanklardan birine binerek Radyoevi binasının önüne çıktığı bu
suretle ihtilâl hareketine katıldığı.
Sv.
Tğm. Yüksel Akar :
Koğuşa
gelerek sanığın ihtilâl olacağı haberini Yzb. Feridun Erman’dan aldığı, bu
beyandan sonra arkadaşlarının tanklarla hareketini müteakip geçen bir tanka
binerek Genelkurmay binasının önüne geldiği, harekâta katıldıktan bir müddet
sonra Genelkurmay mensupları tarafından enterne edildiği.
Tnk.
Tğm. Agâh Gürer :
Olay
gecesi Tank. Taburuna ait bir tanka atlayarak Genelkurmayın önüne geldiği,
ihtilâl’ harekâtına katıldıktan bir müddet sonra Gn. Kur. mensubu subaylar
tarafından tevkif edildiği.
Tnk.
Tğm. Yiğit Erdem :
Olay
gecesi arkadaşlarının Taburdan hareketini müteakip bir araca atlayarak Gn. Kur.
binası civarına geldiği, bir müddet sonra Gn. Kur. personeli tarafından teslim
alındığı.
Tnk.
Tğrn. Tuncay Yener :
Koğuşa
gelen Yzb. Feridun Erman tarafından Tank Taburunda vazifelendirildiğine dair
beyan üzerine Tabura indiği, Ütğm. İhsan Baş’la birlikte bir tanka atlıyarak
Radyoevi binası önüne. geldiği ve busuretle ihtilâle katıldığı.
Tğrn.
Giihay Tanju :
Tank
Tb. na inerek bindiği bir tankla Radyoevinin önüne geldiği ve ihtilâl
hareketine katıldığı.
Tğrn.
Erkan Mersin :
Tank
Tb. dan aldığı bir tankla ve arkadaşlariyle birlikte hareket ederek Radyoevi
binasının önüne geldiği, ihtilâle fiilen iştirak ettiği.
Tğm.
Haşan Kıran :
Arkadaşlarının
Taburdan hareketini müteakip aldığı bir Tomson tabancayla Hava Kuvvetleri
binası civarına geldiği, harekâta iştirak ettiği.
Tğm.
Duran Uzun :
Gece
koğuşa gelen, Tank Yzb. Feridun Erman’ın ihtilâle katılmaları yolundaki beyanı
üzerine Tank Taburuna giderek bir tankla harekâta iştirak ettiği.
Tğm.
Güven Küçükaksu :
Bindiği
bir tankla Kızılay'a geldiği, bilâhare Radyoevi-ne giderek silâhlı dolaştığı ve
bu suretle harekâta katıldığı.
Tğm.
Erhan. Dağıstanlı :
.
Tank Tb. na ait bir tankla Kızılay’a geldiği, ihtilâl harekâtına katıldığı.
Ütğm.
Zeki Yılmaz :
Tank
Tb. dan aldığı bir tankla, Radyoevi bihasma gelerek ihtilâl harekâtına
katıldığı .
Tğm.
İhsan Seçgül :
Arkadaşlarının
okuldan hareketinden sonra Orduevine geldiği, burada Şevket Sönmez adındaki bir
İnzibat Yarbayına silâh çektiği ve ihtilâle katıldığı.
Tğm.
Haşan Bilici :
Tank
Tb. na ait bir tanka binerek G. Kur. binası civarına geldiği ,ihtilâl
hareketine katıldıktan bir müddet sonra Gn. Kur. mensubu subaylar tarafından
enterne edildiği.
Tğm.
Coşkun Savaş :
Tank
Tb.na ait bir tankla Hava Kuvvetleri binası yanına gelerek ihtilâl hareketine
katıldıktan bir müddet son Gn. Kur. personeli tarafından enterne edildiği.
Ütğm.
Celâl Oğuz :
Tank
Taburuna ait bir tankla Sıhhıye’ye geldiği, ve ihtilâl harekâtına iştirak
ettiği.
Tğm.
Çelil Dağüsfün :
Olay
gecesi Radyoevine girerek, ihtilâl fiiline katıldığı.
Sanığın
Harp Okulu öğrencilerinden bir grubun başında olduğu halde Tandoğan Meydanına
gittiği, orada bir müddet kaldıktan sonra oradan uzaklaşdığı, okul
nizamiyesinde öğrencileri harekete sevk hususunda teşvikte bulunduğu.
Tğm.
Erbil Yücelten :
Beraberinde
P. Yzb. Nihat Conguroğlu, Tğm. Ayçan Ünlü, Emekli Tğm. Tevfik Ecemiş ve Ütğm.
Remzi Kılıç olduğu halde bir taksi ile Harp Okuluna çıkdığı, daha önceden Yzb.
Nihat’tan gece saat 23.30 dan itibaren ihtilâlin başlıyacağını öğrendiği, Harp
Okulunda bir talebe grubunun başına geçerek harekete katıldığı.
Tnk.
Tğm. Atilla Altugan :
Sanığın
Talât Aydemir’in kızının nişanlası olduğu 22 Şubat 1962 tarihinden sonra
Aydemir’in evinde yapılan toplantılara katıldığı 18 Mayıs 1963 günü Ankara’ya
geldiği, olay günü Mustafa Pakoba’nın Küçük Esatda’ki evine giderek Talât
Aydemir’den direktif aldığı, bü direktif üzerine saat 23.00 de Tank Okuluna
giderek Tnk. Ütğm. İlhan Baş’m emrine girdiği, beraberce aynı tanka binerek
Radyoevine doğru hareket ettikleri, mezkûr mahalde yolu keserek vasıtaların
hareketine mani olduğu bilâhare Harbiyeye çıkarak ihtilâlin sevk ve idaresini
temin eden Talât Aydemir, Mustafa Pakoba, Yaşar Başaran, Münip Tepeci grubuna
katılarak faal rol oynadığı.
Sv.
Ütğm. Ergin Osmanağaoğlu :
Emekli
Sv. Bnb. Fethi Gürcan ve arkadaşlarıyla birlikte Süvari grubuna geldikten sonra
karargâh Bl. nün emir kumandasını eline aldığı ve bölüğe (Türk Silâhlı
Kuvvetleri İdareyi ele almıştır. Bölük Kumandanınız benim. Birinci takıma Sv.
Tğm. Mustafa Karazeybek, ikinci takıma Sv. Tğm. Tezcan Atılgan, Üçüncü takıma
AsSb. Salim Bayraktar kumanda edecekler, sizlere güveniyorum) dediği ve Süvari
grubundan hareketle Kavaklıdere yoluyla Çankaya köşkünün giriş nizamiyesi
karşısında mevzilendiği bilâhare duruma hükim olamadıklarını anlayarak orayı
terk, edip süvari grubuna döndüğü.
Sv.
Kd. Ütğm. Erol Aydın • î'SSEES£-=-’
Aydın, Tğm. Enver Anavdm va m
t MuhtG?em
»e Muhata Alayl
iXmeti« X^?Tha mensubu
subaylar taratadan entfrne adüdiî
7
Sv.
Tğm. Mustafa Karazeybek-
lara
batüd^ Harp Obulû K^da^^Ken^ ÜteSS?’' Kumand“m
teslim ”p tevkif ederek Harp Okuluna gtaSrfflâ
S“bayi
Sv.
Tğm. Mustafa Satıroğlu •
Sv.
Tğm. Mehmet Çilingiroğlu:
&s“hhB!5em
Ardln Ve Tâm' Enver Apay-kaya-da bakkal durağı
civarında^??5 ÜtL"”? Çan' tevkif edilerek Muhata
Alayma götürütaüS d“
Sv.
Tğm. Enver Apaydın:
Güneş
taratadan tevkif edilerek Ataya
Sv.
Tğm, Tercan Özalgm:
Sv.
Yzb. Mehmet Gül :
Olay
gecesi Süvari grubuna Fethi Gürcan’la geldiği ve Üçüncü Bölükle ihtilâle
iştirak ettiği, bölüğü Tandoğan Meydanına kadar götürdüğü ve eski bölüğü olması
ve erlerin çoğunu acemi eğitimi sırasında tanımış oltiıası sebebiyle bu
imkânlardan istifade ettiği, ancak Bölük Astsubayı Erdal Al-kan insiyatifini
kullanarak Bölüğe At bindirip Alaya avdet ettiği, bu sırada sanığın bölüğün
arka sıralarında görülerek Tank Taburu civarında tevkif edildiği.
Sv.
Yzb. Sedat Ünal:
Süvari
grubuna Fethi Gürcan’la geldiği, bir süvari bölüğüne kumanda ettiği, bir jeeple
bölüğe Yıldırımbeyazıt meydanına kadar götürdüğü ve jeepteki bir sandık mermiyi
dağıtmak üzere orada bırakarak ve yanına bir Harp Okulu öğrencisi alarak
Çankaya’ya çıktığı, o sırada alârma geçmiş olan birlikler tarafından jeep’i
durdurularak Tğm. Selâmi Kızıldemir tarafından tevkif edilip Muhafız Alayına
getirildiği.
Em.
Sv. Bnb. Fethi Gürcan :
Sanığın
Zırhlı Birlikler Okulundan temin ettiği kursiyer Sv. Subaylarla birlikte
Muhafız Alayı Süvari grubuna gelerek alârm verdiği, kalabalık kursiyer,
subaylar sebebiyle nöbetçi heyetine bir şey yapmadığı ve samğın bölükleri
muhtelif istikametlere sevkettiği ve bu birliklerden aldığı vasıtalarla Harb
Okuluna gelerek Harbiyelilere emir ve direktifler verdiği, bilâhare Gn. Kur.
Meclis, Hava Kuvvetleri önüne gelerek bizzat müsademeye katıldığı Meclis
Muhafız Tb. dan silâh ve mermi temin ettiği, orada göreve gitmekte olan Mu-
< hafız Alayına ait bir steyşini çevirerek Radyoevine gittiği, ve
Radyoevi ile Genelkurmay arasında ihtilâlin devamı müd- . detince telkin,
tavsiye ve emirlerle isyanı bizzat idare ettiği, silâhlı çatışmalara katıldığı,
sivil giyinmiş 22 Şubatçılarla temas ettiği ve harekâtın akim kalması üzerine
Ayrmcı sırtlarında vasıtayı terk ettiği.
Em.
Assb. Münip Tepeci :
İhtilâl
gecesi Fethi Gürcan’ın evinde bulunduğu ve Erol i Dinçer’in arabasile
Süvari grubuna gelerek kursiyer subay-
ların
da yardımiyle birliği bastıkları ve Fethi Gürcan’la aynı arabaya binerek Harp
Okuluna geldikleri, Genelkurmayın önünde görüldüğü, ve elinde Tomson tabanca
ile Talât Ay-demir’in muhafızlığını yaptığı, emirlerini yerine getirdiği.
Tnk.
Ütğm. İlhan Baş :
Tank
Taburuna diğer sanıklarla birlikte giderek Fethi Gürcan’ın verdiği emir üzerine
Radyoevini ele geçirmeğe memur edilen 3 tankdan birisine binip Radyoevine
gittiği. Yaşar Başaran’m da iştirakile Radyoevine girip Talât Ayde-mir’in ilk
ihtilâl beyannamesini müteaddit defalar okuduğu, bilâhare Kurmay Yarbay Ali
Elverdi tarafından tevkif edildiği.
Prs.
Bnb. Ömer Tekebaş :
Olay
gecesi Zırhlı Birlikler Okulu nöbetçi Âmiri olan sanığın Fethi Gürcan ve diğer
ihtilâl arkadaşlarını 20/21
Mayıs
gecesi saat 23.00 raddelerinde kapıda karşılıyarak okula aldığı ,ve yukarıda
esasen kendi aralarında vazife taksimi yapmış olan Tank ve Süvari Subaylariyle
görüşmesine imkân ve zemin hazırladığı, müteakiben bu subayların okuldan
çıkarak Süvari grubuna ve Tank Taburuna gitmelerine müsaade ettiği ve kendisi
okulda kalarak telefonlara ihtilâlcilerden yana olduğunu açıkça belirtir
şekilde cevap verdiği-
Tank.
Yzb. Feridun Erman :
ihtilâlden
evvel Tank Okuluna Fethi Gürcan tarafından atılan çengel sebebiyle bizzat Talât
Aydemir’le görüştüğü ve ihtilâl gününü daha evvel haber aldığından, Fethi
Gürcan’ın okula gelmesinden sonra Tank Taburuna inerek 2 nci bölüğün
tanklarının hazırlanmasına emir verdiği, ve daha evvel kursiyerlerin bulunduğu
koğuşa giderek, (Arkadaşlar, kuvvetler ve Genel Kurmay birlikle alârm verdi.
Tankçı subaylar Tank Taburuna gidecek, emniyet vazifesi ifâ edecekler) diyerek
onları vazifeye sevk ettiği, kendisi de ilk çıkan tanklara vazifeleri hakkında
talimat verdiği sübuta ermiştir.
Sübut
delilleri :
·
(a)
Radyoda okunan açık ihtilâl beyannamesi,
·
(b)
Sanıkların birbirini tamamlıyan itirafları.
·
(c)
Müşterek suç delilleri dosyası,
·
(d)
. Şahadet,
'
·
(e)
Ölü muayene raporları ile Tabib raporları,
·
(f)
Şahsî sübut delilleri dosyası,
·
(g)
Birliklerden gelen vak’a raporları,
·
(h)
4 ciltlik görgü raporları dosyası,
·
(i)
Aramada elde edilen sübut delilleri,
·
(j)
Özel raporlar.
Tatbiki
İcap Eden Kanun Maddeleri:
·
1 — Talât
Aydemir, Fethi Gürcan, Rıfkı Erten, Turgut Alpagut, Bahtiyar Yalta, Tevfik
Ünlüer, Hakkı Sümer, Galip Gültekin, Yaşar Başaran, Mustafa Pakoba, Tevfik
Salt-oğlu, Erol Dinçer, Turgut Saltoğlu, Münip Tepeci, Remzi Kılıç, Nihat
Sertöz, Tevfik Ecemiş, izzet Köz, Cemal Özde-mir, Necdet Öz, Ömer Tekebaş,
Feridun Erman, Ilhan ]3aş, Sedat Ünal, Mehmet Gül, Savaş Kilimci, Erol
Akkıvılcım, Mustafa Karazeybek,, Atillâ Altugan, Ziya Gökalp Pusat, Hüsamettin
Paksoy, Kadir Yıldırım, Önder Aydınlı, Zihni Çetiner, Nezihi Fırat, Nihat
Conguroğlu haklarında Türk Ceza Kanununun 146/1, ayrıca aynı kanunun 173/5 ve
31 müteakip maddeleri ve maznun subaylar hakkında Askerî Ceza Kanununun 30/A-l
maddelerinin tatbiki.
·
2
— Şükrü İnanç, Ayhan Öcal, Cahit Aksoy, Salim Mi-man, Zeki Celep, Ergin
Osmanağaoğlu, İzzet Şener, Yaşar Korkut, Yüksel Eral, Özkat Tansel, Erol Aydın,
Ferit Ke-lecek, Metin Turgan, Celâl Oğuz, Alâattin Açan, Yüksel Akar, Agâh
Gürer, Yiğit Erdem, Tuncay Yener, Günay Tanju, Ayçan Ünlü, Erbil Yücelten,
Erkan Mersin, Haşan Kıran, Cemil Dağüstün, H. Duran Uzun, Güven Küçükaksu,
Erhan Dağıstanlı, Zeki Yılmaz, İhsan Seçgül, Haşan Bilici, Mustafa Şatıroğlu,
Coşkun Savaş, Mehmet Çilingiroğlu, Enver Apaydın, Tezcan Özalgm, Nusret
Karakaş, Elmas Gencer, Mehmet Erengül, Metin Akpmar, Erol Işıltan, Kemal
Kâhyaoğ-lu, Abdullah Yılmaz, Behzat Tanır, Sabahattin Altınok, Nihat Şendoğan,
Hadi Kantarcı, Mustafa Cihangiroğlu, Necati Taylan, Erol Ege, Osman Yetkin,
Ramazan öztürk, Ümmet Sarı, Mehmet Erdoğan, Kemal Ülkütanak, haklarında Türk
Ceza Kanununun 146/3 ve 173/3, 31 ve müteakip maddeleri ile maznun subaylar
hakkında Askerî Ceza Kanununun 30A-1 maddelerinin tatbiki.
·
3
— Emin Arat, Dündar Seyhan, Asım Mutludoğan, Necati Ünsalan, Kadri Çıtak,
Alpaslan Türkeş, Muzaffer Öz-dağ, Rıfat Baykal, Fazıl Akkoyunlu, Halim Menteş
haklarında Türk Ceza Kanununun 171/2 ve 173/3 ile 31 ve müteakip maddelerinin
tatbiki.
·
4
— Gökalp Kasapoğlu ve Saffet Olgaç haklarında Türk Ceza Kanununun 151/1 ve
subay olan maznun hakkında ayrıca 32/B maddelerinin tatbiki icap etmektedir.
Netice
ve Talep :
Maznunların
türlü saklama çârelerine baş vurarak aydınlatmak istememelerine rağmen Dünya ve
Millet önünde açık olarak işlenmiş bu kanlı suçun bulunabilen failleri yüksek
mahkemenize arzedilmiştir.
Cumhuriyet
Ordusunun şanına gölge getirmeye kadar varan bu sefil hareketin masum
kurbanları ve ebediyyen sakat kalmış mağdurları ile asıl dâvacisı olan Türk
Milletinin ve Türk Silâhlı Kuvvetlerinin vakur olduğu kadar içli âdalet talebini
de yüksek mahkemenize sunuyoruz.
Bu
talebin is’afı mağdur edilen Milletimizin ve Silâhlı Kuvvetlerimizin yegâne
tesellisi olacaktır.
Bu
itibarla yukarda hüviyetleri ve müsnet suçları yazılı maznunlar hakkında son
tahkikatın açılmasına ve 7 Haziran 1963 cuma günü saat 9.30 da Ankara Sıkı
Yönetim Komutanlığı 1 Numaralı Askerî Mahkemesinde duruşmalarının icrası ile
mahkûmiyetlerine karar verilmesi iddia ve talep olunur.
İstanbuldaki
olaylarla ilgili olarak yakalanıp mahkemeye sevkedilen subaylar şunlardı. :
İstanbul
sanıklarından Sv. Yzb. Sabrı Sarıyer, Em. Gnl. Orhan Türkkan.
Orhan
TÜRKKAN, Emekli General.
Selim
TÜRKKAN, Emekli General.
Cevat
KIRCA, Emekli Kurmay Albay.
Osman
DENİZ, Emekli Kurmay Yarbay.
Gazi
ALANKUŞ, Eyüp Askerî Şube Başkanı Süvari Yb.
Sabri
SARIYER, Süvari Yüzbaşı.
Orhan
GÜNDAY, Süvari Kıdemli Yüzbaşı.
Muzaffer
GÜNEY, Süvari Üsteğmen.
Şeref
ULUĞ, Topçu Yüzbaşı.
Sefer
SAYILIR, Jandarma Teğmen.
Abdullah
GEBEŞ, Jandarma Teğmen.
Hüseyin
BİLDİRİCİ, Jandarma Teğmen.
Orhan
ŞAHİN, Jandarma Teğmen.
Ahmet
GÜÇAL, Tank Kıdemli Binbaşı.
Mustafa
ÜSTÜNER, Tank Binbaşı.
Mehmet
ÖZMADEN, Tank Yüzbaşı.
Fahrettin
ODABAŞI, Tank Binbaşı.
Adnan
ÇELİKOĞLU, Emekli Kurmay Albay.
Selçuk
ATAKAN, Emekli Kurmay Albay. •
Şinasi
ÇAMÇEKEN, Emekli Kıdemli Binbaşı.
Cengiz
KINAY, Deniz Güverte Teğmen.
Yaşar
SONAKIN, Deniz Güverte Yüzbaşı.
Zeki
ALTINSAY, Deniz Güverte Yüzbaşı.
Arif
YURTERİ, Deniz Güverte Teğmen.
Feridun
ÖZBAY, Deniz Güverte Teğmen.
Sefa
SEVEN, Levazım Binbaşı.
Macit
ÖTÜGEN, Piyade Binbaşı.
Necmi
ÇETİN, Topçu Yüzbaşı. 1
Halit
BÜYÜKMENDERES, Emekli Süvari Yüzbaşı.
Turgut
ŞENER, Emekli Süvari Üsteğmen.
Melih
ÖZKUL, Tank Yüzbaşı.
Mustafa
ŞAKAR, Tank Yüzbaşı.
Sacit
ULUÇ, Tank Üsteğmen.
Yurdun
TÜNCEL, Tank Teğmen.
Tuncel
ORHAN, Tank Teğmen.
Recep
USLU, Tank Yüzbaşı.
Şükrü
ARAL, Tank Assubay.
Fevzi
BİNGÖL, Tank Yüzbaşı.
Fahri
ERGUN, Tank Üsteğmen.
Uysal
Altuğ, Tank Üsteğmen,
Tevfik
SARIKAYA, Tank Teğmen.
Gündoğan
DOĞANÇAY, Tank Üsteğmen.
Rıdvan
METAL, Piyade Binbaşı.
Fethi
IŞIKLITEPE, Emekli Hava Albay.
YARGILANAN
HARBİYELİLER
2
Nolu Sıkı Yönetim Mahkemesinde yargılanan Harbiydiler için savcı 5-15 yıl
arasında hapis cezası istiyordu.
Yargılanmasına
başlanan 1459 sanık şunlardı :
Vedat
Uzun, Senai Uçar, Habil ŞengÖnül, Necati Özkan, Yusuf Küpeli, Tanju Üstünay,
Raşit Tuncel,: Ercan Tezcan, Tansu Çakaloz, İrfan Odabaşı, Mete
Türkyılmaz, Dinçer Pe-ker, H. Erdinç Tunalı, Aydın Uçkan, Necati Öztoprak,
Bircan Sevgör, Gürcan Türker, Musa Kâzım Kılıç, Ali Riza Ertürk, Ergun Karlı,
İlhan Duysak, Fikret Destereci, Yenal Günal, İbrahim Gürbüz Kırşen, Nihat
Bostancı, İlhan Özgür, Sümer Avni Savaş, Nedim Mercan, Hüseyin Atıkan, Rüstem
Çevik, Mustafa Turan, Bihnam Seyhan, Arman Aybartürk, Kayhan Akduman, Hadi
Coşkungüder, Altay Öz, Mehmet Demirel, Ahmet Rıfkı Öğüt, Açlan Yeter, Yılmaz
Soyal, ismet Er-gül, Ahmet Gavsi Bayraktar, Gürbüz Atabay, Mustafa Dağdeviren,
Süleyman Çınar, Saadettin Acar, Adnan Öksüz, Nail Erhan, Ramiz Öztürk, Metin
Güvener, Kemal Genç,
Talât
Aydemir - Cevdet Sunay Harb Okulunun bitirenlere diplomalarını verirlerken.
(Yetiştirdiği gençler Kumandanlarının peşinden gittiler.)
Şener
Özüren, Tuncer Durmaz, Fikret Oktay, Eşref Kurt, Nevzat Kulu, İbrahim Ok, Erol
Ulun, Tahsin Denk, Ali Sakallı, Ömer Özyiğit, Tevfik Olcay, Enver Kanlı, Ahmet
Ergin, Ferit Çalkal, Bengi Boran, Yüksel Öden, Mustafa Yılmaz Erin, Haşan Fehmi
Bostancı, Abdullah Aykurt, Ahmet Anıt, Nihat Ali Erhan, Benal Tanıl, İbrahim
Nazlısöz, İbrahim Sermet Altınayar, Işık Ergör, Erdoğan Gülsoy, Haşan Akçay,
Kâmil Bülent Denizman, Halim Araş, Halit Araş, Yüksel Ulukal, Adnan Midyat,
İlkay Tanzar Kılıç, Ahmet Çıtır, Nevzat Sezer, Zeki Yeğin, Okan Türkölmez,
Türker Kalecik, Sadık Mete .Nakiboğlu, Sıtkı Azçetin, Selâhattin Çankaya,
Mehmet Atillâ Güler, Eyüp Selvitop, Refah Ceran. Cevdet Ararat, Turan Üngör,
İsmet Öztürk, Ali İhsan Yılmaz, Hüseyin Münip Dinçer, Mehmet Gül, Cihangir
Ünal, Mustafâ Yerlikaya, Hüseyin Armağan Cartı, Ziya Derya, Atilla Kırdaal,
Enver Deniz, Zafer Pazek, Kutsal Şenyurdusev, Aydım Gönültaş, Ahmet Kudret
İnce, Süleyman Kansız,. Günur Tecimen, Bedri Timur, Haşan Şenerbay, Yılmaz
GÖktekin, Muammer Saraymen, Sıtkı Aşçı, Ülkü Ünal, Mehmet Kâzım Ünsaîan, Burhan
Soyköse, Süleyman Sayın, Ahmet Tayfun Gökyılmaz, Suat Sezgin, Dinçer
Kaplanoğlu, Mahir Batırer, Ali,Tüfekçi, Abdurrahman Taner, Arif Özer, Hüseyin
Atay, Erdinç Şenses, Kâzım Eraslan, Oktay Afacan, Erkan Güler-‘ ce, Haşan Turan
Alp, Ünal Kapsal, Erkan Eroktay, Doğan
Yaylalı,
İsmail Kurdoğlu, Önder Korkmaz, Mehmet Çolak, Yılmaz Çetin, Mümin Özdü, Süer
Ünalan, Hüseyin Yaşar Salih, Hüseyin Dirhem, Eser Birben, Mehmet Altmöz, Er-toz
Vahit Suiçmez, Fahri Demiray, Faruk Kurtul, Aydın Karakuş, Uğur Tuncel, Mustafa
Süzeri, Fuat Kentel, Gürol De-rnirkol, Atacan Batılı, Sefa Mutlu, Fazlı
Albayrak, Ahmet Gediksiz, Ertuğrul Ünlü, Necati Demircan, Nuri Koştu, Sait
Kahraman, Kökşâl Başaran, Tarık Uğur, İ, Selçuk Alpay, Tuncay .: Utku, Ferit
Yurtsever, Meçit Kocacıklı, Yücel Başaran,. Mesut Ünal, Fevzi Alpaslan, İlmay
Teker; Zeki Kılıç,. Argun Üner,Necmettin Altan, Bedri Erdoğmuş, Rahmi Akçelik,
Adnan O’flaş, Gelil Aygül, Mehmet Türkmen, Orhan Kemikbaş, Meçdi öndeş, Fahri
Altay, Yılmaz Gezgin, Sezer Sabaz,?Fazlı Aklaş,.Dürsün Keçeci,
İbrahim İbreküş, Erdal Güngör, Yücel Baysal, Ekrem Keskin, İsmail Kocabaş, Tuncay
Yalçmyuva, Coşkun Şengüler, Ali Tarım, Fehmi Özen, Savaş Türen, Muzaffer
Mertbir, Zeki Çeükyılmaz,. Salih Oz-çelik, Ümit Mercan, Niyazi Demire!',
İbrahim Mutlucan, Nevzat Nesim, Rasim Okumuş, Ahmet Çakır, Erol Algan, Salih
Derle, Arman Güner, Yaşar Çınar, Sabahattin Yaz, Husam Cakıroğlu, İbrahim Nebi
Barlaş,. Orhan. Atik, Eyüp Özbalcı, Mustafa Erbaşol, Hüseyin Uzunoğlu, Deniz
Oymak, Bülent
Aydoğan,
M. Tevfik Gündemir, Ahmet Kıran, Mengü Bik-kul, Mükerrem Aşık, Turhan
Polatkonak, Ersel Altıparmak, Yılmaz Kutluay, Abdülkadir Şengül, Atillâ Bozdağ,
İbrahim Altınay, Mehmet Ortalı, Ünal Bayındır, Cihangir Özer, Nurtekip Gürson,
Haşan Barut, Faruk Ekren, Tahsin Kande-mir, Tezcan Özdemirden, Özcan öztuna,
Mustafa Yavaş, Müslüm Tunaboylu, Selâhattin Gürsoy, Hüseyin Tunca, Selâ-hattin
Akbay, Emin Yanık, Selâhattin Koç, Haydar Aydoğan, Yıldırım Tekin, Mahmut
Algıç, Kaya Tekbaş, Faruk Yücelen, Mehmet. Çiçek, Sönmez Perinçek, Necati
Ceyhan, Bleda Yeda, Solman Bıçakçı, Atilla Akkartal, H. Faruk Erdoğan, Şanaİ
Işık, Zihni Dinçel, Hüseyin Sever, Hüsnü Afacan, Er-güven Şenol, Cengiz Aktaş,
Fevzi Kılıç, Hidayet Kök, Naci Karamürsel, Ünal Türker, Erol Arslan, Yılmaz
\Evirgen, Necat Çetin, Cengiz Aydemir, Rauf Avcı, Mustafa Karakuzu, Oral Argun,
Orhan Akdemir, Şerafettin Koçak, Kâmil Ergin, Sabri Öge, Yusuf Su, Mehmet
Kapıcı, Enver Şen, Ersan Erol, Necati Atabey, Süha Görsoy, Hüseyin Arıkan, Ertan
Demirci, Giray Öncel, Güngör Kanbaş, Halil Ezgen, Osman Fırat, Şevket Çakır,
Refakattin Şengül, Sedat Taşdan, Necini Gülseven, Ahmet Yılmaz, Doğan Keltek,
Hüseyin Aydemir, Orhan Kökrüklü, Halil Algül, İsmet Atik, Gürbüz Güner, Harun
Öngül, Şahabettin Bağdır, Uğur Dilaver, Akif Memişoğ-lü, Yalçın Altmsoy, Arslan
Kiray, Kâmil Kılıçarslan, Şakir Çelikkıran, Cuma Çelik, Ercan Güldü, Ahmet
Çeliker, Ünsal Tarhan, Reşit Avonoğlu, Şevket Dumlu, Atalay Altay, Haşan Tutar,
Şehsuvar Darcanoğlu, İhsan Seyman, Cahit Örnek, Ali Ürün, Cemalettin Selimoğlu,
Fikret Volkan, Mustafa Bulut, Ramazan Anıl, Remzi Ramazan, Tezcan Güngör, Zihni
Özmutlu, Ünal Okta, Mehmet Fıçıcıoğlu, Fahri Öztürk, Er-tuğrul Alpdoğan, Ercan
Bergiten, Ahmet Kambur, Fikret
Türkmen,
Ahmet Tural, Yusuf Şık, Hüseyin, Cevher Gürdal, Cemal Yılmaz, Mustafa Taşkın,
Otay Yazgan, Aytekin Karakuş, İsmail Kara, Tarık Almaç, Mustafa Çelebi, Çetin
Soysal, Erdoğan Sılay, İlker Köseoğlu, Mehmet Bilgin, Mustâfa Baltacı, Nedim
Tekin, Rıfat Kaplan, Sûat Asutay, Cemalettin Taşdan, Orhan Yenal, HakkıYazıcıoğlu,YılmazEroler/Hicadi
Öz, Sadık Akın, Nurettin Albayrak, Ahmet Süreyya Bilginj İbrahim Demir, Hamdi
Arısoy, Mehmet göz, Atilla Kalkay, Nedim Yılmaz, İsmail. Kumrular, Enver Koyun,
Mustafa Çınar, Süavi Dizen, Bekir .Unsal;: Hüseyin Serinova, İzzetin Dayı,
Hüseyin Toklu, Salih Dağdelen, Ömer Bucak, İsmail Yavaş, Erkan Kaya, Ekrem
Aydın,. Beyazıt Deniz, Faruk Çam, Kemal Aktaş ,Yaşar İlter, Mustafa Şahbaz,
Necdet Kaya, Dündar Akçaylı, İsmail Müştak Korulu, Abidin Daver Besler, Derviş
Karakuş, Hakkı Suat, Kadri Ediz, Muzaffer Balaban, Mehmet Dündar, Necdet
Dinçhıen, İsmet Yalçınkaya, Hüseyin Sulu, Mehmet Sarıkoça, Mustafa Gür son, M.
Ali Koçar, Faruk Işık, Cevdet Ağzıtemiz, Sabri Şen, Fikret Filizli, Mümin
Orhan, Lâtif Karademir, Ali Durmaz, Aydın Yakar, Niyazi Candan, Mehmet
Davarcalı, Mehmet Dönmez, Mahmut Uluğ, Abdullah Gür, Mehmet. Şentekin, Güngör
Öcal, Hüseyin Dural, Dursun Günay, Arif Bidin, İbrahim Sevik, Ali Osman Çakır,
Şerif Nalçacı, Kemâl Yanık, Hüseyin Aydın, Şeref Topuz, Gülağa Karadağ, İlyas
Erdoğan, Fevzi Saçlı, Bülent Aktaş, Uğur Barış, Yusuf Ceylan,^ Abdül-kadir
Gündüz, Ercan Çarıkçı, İbrahim Kayıkçıoğlu, Adil Baba, Şerafettin Şeker, Metin
Alpaslan, Haydar Keskin,' Oktay Gökçen, Burhan Hoşer, Rıza Bağdatlı, Yusuf
Bulur, Muzaffer Sakarya, Celâl Karabulut, Cengiz İlik, Mahmut' Aktuğ, Yılmaz
Gülcan, Engin Genç,: Kaya Kucur,; Kemal Tokgö'z, Erdoğan
Kısmet, Hüseyin Geçer, SinamEnderin, Aydın Boya cıgiller, Kadri Markoç, Zekâi
Hurma, Bedrettin Dağdevi-ren, Zekâi Atalay, Ferhat Gürda!, İ. Cengiz Önen,
Erkan Ak-dağ, Halil Terekeci, Nurhan Aydilek, Taner Giirkan, Ahmet Unsal,
Ertuğrul Ayyürek, Ünal Çetin, Sezen Tuna, Rüstem Duran, Erol Mestanoğulları,
Ahmet İnce, Coşkun . Kökhan, Mehmet Tayyar Çetiner, Mehmet Yüksel, Cengiz
Kârahasan-oğlu, Mustafa Tehneldere, H. Doğan Karagöz, Fahamettin Pasos, Oğuz
Ünal, Ahmet Erinmez, îdris Memişha, Sadi Kara-mustafa, Süleyman Karadağ, Zeynel
Çağlar, Hayrettin İvgin, Gıyasettin Tezer, İsmet Gökmen, Erol Üçöz, Okan Tabuk,
Halit Eker, Tayyar Özen, Seçkin Deinir, Mehmet Halistin Kukul, Cevdet Yiğit,
Cihangir Dündar, Eftal GemiciHayrettin Gönül, Şefki Keskin, Şeref Baba, İbrahim
Kaplan, Yaşar Sezgin, Necati Özkan, Ayhan Kurşun, Vahit Özsoy, Ömer Uğur, Orhan
Önen, Erdoğan Yalçınkaya, Güven Güleç, Mustafa Abra, Murat Albayrak, Haşan Karaduman,
Kemâl Öz-Koç,Gökalp, Yılmaz Üsküp, Mehmet Çoban, Zeki Ertan, Günay Sürmeli,
Mustafa Yıldırım, Hüseyin Ersoy, Niyazi Serttaş, Yaşar Özgüven, Selâhattin
Taflıoğlu, Ali Rıza Çılgın, Kadir Akçın, Osman Ağar, Salim Korkmaz, Avni
Ergüler, Sencer Öztuna-lı, Turhan Binay, Mehmet Dönmez, Kenan Dikici, Üstün
Ak-taş, Kadir Baran, Yetkin Ferizcan, M. Kemal Ulusoy, İsmet Görür, Mesut
Turan, Süha Okyay, Yener Konuralp, Ünal Ak-bağ, Sefer Erdem, Bilâl Nair,
Yurdakul Başel, Mustafa Dur-kaya, Hüseyin Toylan, N. Kemal Karbay, Şevket
Yılmaz, Ertuğrul Özçağlar, Mustafa Emre, Tuncer Karahan, Ahmet Aydemir, Galip
Çevik, İhsan Uzungüngör, Mehmet Taşyürek, Hikmet Güleç, Cemil Ergin, Metin
Ursavaş, Hüseyin Yavaş’ Aytan Çenber, Mete Altan, Mehmet Kılıç, Nejat Fırat,
Eyüp Aktepe, Yılmaz Zorlu, Yunus Akçamur, Fazıl Karaca, Mustafa Turan, Nihat
Öner, Adil Erdoğan, Orhan Koçboğa, Aydın Koçer, Metin Bahtiyar, Bahattin
Tokgöz, Ümit Altan, İhsan Erdem, Ahmet Çevik, Sabahattin Beyaz, İbrahim Gönel,
Yüksel Postacı, Vedat Gürkan, Şerafettin Eröl, Taner Topuz, Fevzi Aydın, Ülkü
Özkan, Orhan Turgut, Memduh Akkuş’ Nüsret Közanoğlu, Muammer Eren, Haşan Takay,
Ferudun Pınar, Üçler Aksoy, Veysel Demirkazık, Ayhan Karslı, Bilâl Şaka, Yılmaz
Emiroğlu, İsmail Bayraktar, ; Şerafettin İçöz, İbrahim Çalıkoğlu, Ertuğrul
Adıyaman, Kâzım Tosun, E. Hüseyin Korkut, Fahri Erdoğan, Hüseyin Yaşar, H.
Basri Özda-mar, Mehmet Tortum, İsmail Üstüner, Saygı Akyazı, Yılmaz Erdem, A.
Yurdakul Cengiz, Salih Kıran, Ali Çelik, Ömer Velioğlu, Yaşar Nogay, Erol Özen,
Mehmet Bülbül, Ahmet Savur, İhsan Sayın, Hüseyin Koksal, Zeki Akar, Erol Toros,
Hüseyin Şimşek, Alaeddin Dağlı, Hüseyin Gürer, Turgut Ozan, Nuri Güven, Bahri
Cinel, Üzeyir Durmuş, Yüksel Sevinç, Hüseyin Zengin, Sabit Ceran, Asım Toksöz,
Mehmet Aydın, Erdoğan Özçetin, Haşan Acar, Mustafa Aydemir, İbrahim Gülekim,
Lütfi Mutlu, Ali Totan, İbrahim Kırgöz, Bülent Aksoy, Hüseyin Tunalı, Mustâfa
Dural, Fikri Bülbül, Akşit
Kulaİı, Haşan Öncün, Tevfik
Deniz, Fuat Özergün, Y. Ziya İnce, Halit Alpaslan, Önder Gezgin, Erdoğan
Güzeltepe, Şerif Kaynatma, Ertuğrul Ersoy, İbrahim Bal, Oktay Selâmet, Münir
Yıldırım, Kâmil Kaya, Halil Akçapmar, Adnan Şenocak, Ersan Gür, Mehmet Patel,
Avni Alçın, Nüshet Emir-oğlu, Osman Bakış, Atilla Örsel, Turgut Yüksel, Üzeyir
Maviş, Feridun Akaslan, İsmet Kaya, Engin Ümit, Ahmet Tun-cel, Ergün Yılmaz,
Ali Işık, Cihat Susam, Altan Atamer, Doğan Çakır, Şükrü Polat, Kasım Sarsılmaz,
Rüstem, Tüzül, Celâf Er, Hulusi Gürkan, Rıza Sevinç, M. Ruhi Kaplan,
,
Ömer Aksu, Süleyman Yayla, M. Ali Özbaşakçı, Oğuz Sarıgül, İsmail Çelik, Kâmil
Altmok, İlter Oral, Halil Doğan, Yaşar Kılız, Yaşar Salgar, İbrahim Samyel,
Aydın Silivrili, Ertuğrul Dilek, Hilmi Eryıldız, Ruhan Bilgi, Cengiz
Şişmanoğlu, Yavuz Süngü, Mehmet Okur, İsmet Biran, Oktay Tosun, Öz-can İsse,
Ercan Yılmaz, M. Secat Seyhan, Er gül Hanoğlu, Mustafa Külcü, Yaşar Tatlı, Naci
Yıldız, Mustafa Demirli, Oktay Ilgar, Turgut Şentürk, Mehmet Uzun, Özcan
Kesgeç, Ali Akın, Sacit Gökduman, Orhan Özcan, Bayram Uçar, Ferruh Tükel,
Nurettin Alptekin, Atillâ Tuğsavul, Hüsnü Bo-yeri, Aydın Vurgun, Recep Uran,
Yılmaz Mıhçı, Hayri Turan, Yücel Demir, Dündar Erkmen, Kamil Erdoğdu, Aydın
Gürkale, Fuat Aksu, Haşan Aydın, Zakir Özcan, Haşan Durgun, M. Ali Öztaş, Tulay
Adıyaman, Celâlettin Avşar, Ömer Türe, Tayfun Beken, Şener Gültekin, Haşan
Fikir, Ahmet Erdoğan, Necati Bayrak, Hüseyin Demirtaş, Ayhan Demir-taş, Hüseyin
Polat, Mesut Aslan, Necdet Özbetoğlu, İzzet Coşgun, Ümit Karabayrak, Turan
Tekeli, Mustafa Varlık, Ali Uzunoğlu, Muzaffer Yavuz, Hamit Borazan, Mücahit
Çolak, Abdullah Doğan, Cengiz Akıncı, Himmet Koyun, Tamer Soytekin, Haşmet
Aylut, Halim Yıldız, Asım Şuşut, Adil Coşkun, Erdoğan Vuruşkan, Ünal Gürsoy,
Necmi Coşkun, Hüseyin Doğru, Hakkı Koşar, İbrahim Soysal, Erhan Koçeroğlu,
Ahmet Ünal, Erdoğan Yıldırım, Sefa Büyükbaşaran, Ömer Güven, Haşan Akdoğan, A.
Hilmi Okutan, Abdülkadir Aslan-pay, Kaya Eke, Asil Şenol, Biron Üstüner, Ergün
Ayhan, A. Osman Doğan, Yüksel Salgın, Yaşar Araş, Vecihi Subaşı, Duran Özkan,
Süleyman Tarhan, Haldun Kutlu, Kemalettin Zorlu, H. Ata Gülen, Cengiz Canbek,
Hayri Tezcan, Yücel Örsçelik, Bülent Eymen, Merih Öner, Mustafa Menteşeoğlu,
Kadir Altıntürk, Ergül Bireek, Tuğrul Moral, Bülent Sandu-vaç, Ertunç Altınok,
İbrahim Yaprak, Mete Pamir, Dinçer Ataç, Tunçer Erinç, Turgut Öztemel, Ahmet
Işık, Gürbüz Özkan, Hüseyin Tekneci, Metin Kırcadağ, Selçuk Anter, Cengiz
Aydın,
Kaya Zati Türk, Ercüment Cankurtaran, Salih Bekas-
lan,
Faruk Bilgili, Ahmet Ali Dündar, H. İbrahim Mezgit, Dursun Çevik, Ertuğrul
Ayvacıktı, Sami Elekon, Necmettin Sunguroğlu, Nidai Ferik, Mustafa Ateş
Güdüllüoğlu, Nezih Erseven, Mehmet Cuma, Ünal Aksöz, Cengiz Mutlu, Ali Osman
Özyar, Mehmet Cengiz Ataç, Muammer Çevik, Nevzat Birsen, Ali İhsan Gülyaş, Ekin
Bayram Koca, Zeki Tekin, Sami Sanal, Muammer Yaren, Hikmet Karanlık, Orhan
Erdoğan, Recep Narin, Turgay Erdemgil, İbrahim Süpürtlü, Emin Yaşar, Ersin
Asal, Bekir Ayhan Akçadoğan, Alp Özer, Taşkın Ertürk, Remzi Doğru, İlhan
Tandoğan, Mustafa Ye-tişmişoğlu, Nurettin Tomar, Yeşar Yapan, Mehmet Acar,
Tezcan Kamburoğlu, Mustafa Döker, Mustafa Akman, Ko-ray Oben, Ali Ersin
Üngören, Ali İlhami Koksal, Necat Öğreten, Tuğrul Seven ,Turgut Cinbaz, Muammer
Ersöz, Haşan Atilla. Tevfik, Söner Kocabıyık, Erdener Doğuer ,Mehmet Nafiz
Macarlioğlu, Mustafa Hulusi Yöney, Artam Tekin, Hüseyin Fikri Ören, Emin Tunca,
Soner Coşan, Atilla Kırkpmar, Ziya Küley, Hakkı Dinç, Suat Gündüz, Metin Argun,
Tarık Erdoğan, Akın Şehirlioğlu, Turan Akçay, İhsan Özgirgin, Mehmet Kandemir,
Kemal Erkan Kahraman, Savaş Köker, Erdinç, Aytan, İsmet Uluğ Solak, İsmail
Aydın, Güngör Tunguz, Ahmet Servet Korkmaz, Saim Mümtaz: Çeliker, Yaşar
Yelbağa, Raşit Ayar, Teoman Tuna, Ertaç ; Turgay, Metin Termal, Atilla Artürk
Şenlik, Mustafa Alp, Fevzi Göğül, Işık Ergün, Ergün Çoban, Başar Gürses, Merih
Özgürses, Ayhan Doruk, .Osman Keklik, Mustafa Kanarya, Uğur Altan, Ahmet Cengiz
Köktekin, Süleyman Genç, Burhan Karagözoğlu, Necati Deniz, Ahmet Aydemir, Kadir
Dalgıç, Tamer Akacun, Hüseyin Necmi Ergünol, İbrahim Dere, Lutfi Aktepe,
Mustafa Subaşıoğlu, Aydın Ereiyas, Yılmaz Güngör, Şükrü Gedik, Namık Kemal
Aktan, Mehmet Kaya, Mustafa Barışkan, Engin Aker, Niyazi-Yaşar, Süha Acar,
Aydın Tanyel, Cengiz Kal-paner, Halil İribaş, Metin Çeçen, Hüseyin Ateş, Sami
Şaştuğ, BeytuUah Derin, Asım Kubat, Enver Yağan, Kadir Bulut, Mehmet Uysal,
Hilmi Güner Özkan, Sadık Serez, Fevzi Daim Akbay, Mehmet Özdil, Adnan Ercan,
Ahmet Teoman Önder, Ferruh Uzunkaya, İhsan Yücel, Halit Kaptan, İlter Erten,
Taylan Yücetin, -Berk Taylan Elçin, İdris Unsal, Turgut Bingöl,’ Ali Keskin,
Atilla Erkaya, Turgut Nadir Erten, Tarık Oktay, Saim. Demirel, Mehmet Osman
Sunar, Abdurrahman Önder, Abdüsselâm Kaynak, Tayyip Yenen, Yücel Şengezer,
Hüseyin Taşlı, Orhan Özker, Murtaza Özgönemli, Ertuğrul Uluer, Ferhat Seçkin,
Aydın Arat, Türker Cengiz, Nurtan Ayılmış, Cemal Avşar, Ahmet Demiray, Cemâl
Tuğ, Osman Rıfat Tığ, Mehmet Ali Paşaoğlu, Ünal Cengiz, İlker Tekin, Tanju
Kartal, Behzat Sarol, Faruk Öztürk, Enver Oğuz, Volkan Keskiner, Mehmet Kâmil
Badoğlu, Kemal Şandan, Mümtaz Okur, Bahattin Kalaycı, Kadir Esen, Yüksel,
Çapanoğlu, Güven Çınar, Çetin Ancak, Çetin Demir, Mehmet Sarızeybek, Ayhan
Yaşa, Olcay Yalçıner, Yavuz Özkal, Haydar Koyun, Yurdakul Ergun, Münir Tural,
Mansur Taşlı, Selâhattin Korkut, Muhittin Ekici, Durmuş Akıncı, Yılmaz
Günaltay, Ahmet Dural, Nüsret Nayır, Metin Başarkan, Fevzi Kökka-ya, Osman
Dündar, Yusuf Bulut, İsmail Kenan Ödemiş, Beh-ram Eyüboğlu, İsmail Hazarkaya,
Erkan Yücel, Cemal Özba-şaran, Salih Tarcan, Cevdet Çetinkaya, Ali Paker, Reşit
Kü-çükkaya, Doğan Taşçı, Oral Toros, Şevket Erkek, Mehmet Duraker, Saim Çınar,
Abidin Koşay, Emin Karagöz, Ahmet Okay, Doğan Selvi, Cafer Varol, Müfit Sakız,
Yusuf Ayhan, Zakir Sönmez, İsmail Arslan, Tahsin Akalp, Süleyman Akman, İbrahim
Akpmar, Seyfettin Yurdanur, Elkıran Can, Vural Onan, Zeki Bostancı, Vahdet
Emiroğlu, Ersan Tezman, Halit Ergünay, Hulki İşcan, Timur Tezel, Bekir Eyteş,
Ertuğrul Başar, Erdal Erbatur, Hüseyin Özyiğit, Salih Tetik, Ünver Anıl, Haluk
Birdir, Behzat Odabaşıcılar, Yavuz Yurdakul, Ender Tamer, İzzettin Durmuş,
Yücel Üzer, Gürzap Kızılok, Ömer Gürsoy, Özkan Ersoy, Rahmi Altınbilek, Mete
Akyol, Rasim Eren, Metin Acar, Şevket Yiğitalp, Vedat Ka-radeniz, Musa Akdeniz,
Zeki Yılmaz, Nazif Karacebe, Veli Öztürk, Targan Ülbeyi, Erdal Gökbaş, Yücel
Karaduman, Erkan Burma, Ercan Yavuz, Özkan Haşan, Atilla Aydın, Orhun Fişek,
Ergun Coşkun, Şahin Polat, Aydın Sezer, Saygın Hencan, Ali Maya, İsmail Alaylı,
Cengiz Mutlu, Şehmuz Yakışır, Tevfik Yarımcalı, Haşan Üçer, Doğan Çetin, Cemal
Çuhadar, Halil Ceylan, Fatih Gürel, Tolga Akgün, Necip Alev, Ender Alpay, Ali
Üpür, Atilla Cengiz, Savaş Uçkan, Savaş Süzal, Erol Polat, Erol Moyan,
Hikmet Doğansoy, Süleyman. Köroğlu, Gültekin Türeli, Ercan Ciltlioğlu, İrfan
Abuhan, Muammer Doğanay, İsmail İnanç, Halil İbrahim Maral, Şükrü Sökük, Akif
Bayraktutar, Metin Karaörs, Ziya İşkan, Namık Aydmoğulları, Şenol Tüzüm, Nadir
Santurka-ya, Halim Altay, Ekrem Arabacı, Orhan Aydın, Altan Özalp, İsmet
Derici, Fevzi Karanlıkova, Erkin Başal, Salim Öztürk, Zeynel Yıldırım, Erdal
Ciritli, Uğur Gönen, Temel Palak, . Özkan Ergun, Kâzım Duman, Ernur Sefa, Sedat
Günay, Ersin zÖzcan, Nuh Dündar, Altan Elmas, Ziya Özgün, Yücel
Baysal, Faik Özdemir, Kemal Sönmez, Ünal Işıldar, Hamdı Alptürk, Gültekin
Göğtan, Metin Yüksel, Yüksel Sözer, Öz-can Oras, Şinasi Dilaver, Ahmet Oğuz, Mustafa
Demir, Er-san Sakarya, Maksut Ayyıldızlar, Veli Akçaoğlu, Sinan Mo-dalı, Haydar
Baran, Mehmet Ural, Cengiz Kıyıcı, Ahmet Koksal, Ömer Yalçmören, Mehmet
Beytekin, Yaşar Yanar, Enver Cüneyt Aytaylı, Mustafa Çarıkçı, Nihat Er, Güngör
Yılmaz, Dursun Şekerci, Ersun Duman, Hüseyin Erdem, Mete Gülene, Gökan Cengiz,
Ahmet Kalmış, M. Nuri Doğulu, Tuncay Güzelsoy, Mehmet Bardakçıoğlu, Ahmet Turan
Yıldırım, Ahmet Yılmaz, Özcan Görgülü, Hulusi Özek, Şamil Baştürk, Ziya Akıncı,
Arif î. Köndel, Hayri Karaaslan, M. Ali Albayrak, Halit Çalışkan, Nuri Eğin,
Ahmet Düzyol, Sad-rettin İnci, Abdülkadir Eryiğit, İlhan Durak, Selâhattin
Kaba, Adem Dalgıç, Abdullah Kurtis, İsmail Yılmaz, Aydın Erdem, Cevdet Ekmekçi,
Necat Kılıçoğlu, Mehmet Orhan, Süreyya İnkaya, Adnan Sargın, Faruk Satı, Behiç
Küpeli, Oğuz Özkal, Muhittin Kayeri, Sefa Akgül, H. İbrahim Kurt, İzzet Ülker,
Fikret Gümüşoğlu, İbrahim Tosun, Musa Özdoğan, Erhan Kesmecioğlu, Mahmut
Işıkçı, Mehmet Özen, İsmail Solmaz, H. İbrahim Özer, Savaş Kansu, Mehmet
Cangör, Salim Aydoğan, Ali Durgun, Cevdet Tezcan, Murtaza Alpaslan, Aktay
Aydın, Emin Delen, Haydar Çam, Mehmet Ala-dağ, Saffet Sektaş, İ. Tali Albayrak,
Ali Poyraz, Erdal Coşkun, Kâzım Mermertaş, Hüseyin Önder, Atilla Atalay, Haşan
Koksal, Atilla Yorgun, Lâtif Uyan, Turân Çataloğlu, Muham-med Ekti, S. Zeli.
İsmailoğlu, Emin Akıncı, Yücel Ünal, Yusuf Kukuni, Mustafa Soytürk, Mehmet
Güzel, Osman Kara-arslan, M. Erol Avcı, Rüştü Erdem, Abbas Karadere, Niyazi
Meydanlı, Osman Dikmen, Muharrem Özbakır, Orhan Soyalp, A. Rıza Hiçsönmez,
Dinçer Kıhç, Zeki Demirtaş, Os-
man
Kızılkan, Orpen Nemcioğlu, Alaeddin Hancıoğlu, Hüse- w yin Sağlam, Önder
Karagül, Şefik Pirici, Ali Bulut, Ahmet ati Şen, Doğan Gürel, Ali Ünlü,
Süreyya Aksoy, Vasfi Eroğlu, w Mahir Canpulat, İbrahim Fazlıoğlu, İsmet
Çuhadar, Turgay Özbek, Vedat Karaçor, "Cengiz Ersoy, Mehmet Alafta, Erol
|| Özkan, Cevat Karakaş, Adnan Başol, Yücel Akyüz, Muam- ® mer Emektar, Ümit
Şen, Metin Ertaş, Ünver Güllemiz, En- W ver Ataman, Davut Sezen, Ali Tutam, M.
Zeki Çığ, Ülkü Güngör, İdris Dinçer, Kadri Kısaoğlu, Erdal Aksuğur, Ayhan t,
Erdoğan, Enver Kaya, Adnan Çağlı, Şerafettin Özsoy, Atil- 1 la Akar, Bilâl
Öztürk, Osman Özel, Mehmet Abşin, Faik Ak-soydan, Nedim İltar, İhsan Erdal,
Hüseyin Felitli, Metin .1 Bildikseven, Şadan Tunçer, Turhan Temelli, Nurettin
Tü- >
mürkaynak,
Veli Cantılav, Metin Suna, Özden Etliç, İsmail j
Okay,
Zülfü Güler, Hilmi Kaburgam, Sevim Şaşmaz, Erdal 1 Can, Dinçer Çakır, Ferit
Seyhan, İsmet Yaman, Mahmut Gü- I ler, İlhan Uğurlu, Şemsettin Kaya, Ayhan
Fırıldak, Ali Sait ' î Arıbaş, Mithat Çevik, Memduh Erdeğer, Şenel Çakır, Metin
I Kartal, İbrahim Poray, Zeki Patrona, İzzet Bozoğlu, Adal 1 Atakay, Önder
Özerdem, Naci Özen, Hidaverdi Cengiz, Er- j han Sümer, Aydın Coşkun, Gürcan
Dere, Ünşal Yazıcıoğlu, 1 Koray Çakan, Yalçın Tepe, Yılmaz Yurtbahar, Bülent
Özyo-
rulmaz,
Metin Onay, Nurdoğan Yelman, Güray Yalavaç,Saldıray
Öcal, Sabri îkizoğlu, Ömer Kılıç, Ülkü Ertuğrul,Aslan
Akmay, Engin Kalkandelen, Erol Vural, Ertaç Sütü-temiz,
Ertunç Baykal, Aytaç Ege, Ömer Yüce, Erol Nural,Canip
Alpman, Turgut Başaran, Ülkü Kamuran, Hüseyin 1 Uğurtaner, Mevlüt Çelekoğlu,
Ahmet Güven, Yusuf Macit, JL Demir Atakan, Yılmaz Atılgan, Cahit Pişkin, Ender
Gönül-lü, Mehmet Şahin, Erdoğan
Taymaz, Nihat Erkan, BülentArman, Erkin
İlgezer, Selçuk Caner, Recep Demirsan, Ne-zih
Gökçek, Mehmet Kesiktaş, İlkin Örnek, Ahmet CelâlTan,
Aykan Kavunoğlu, Ergun Özatalay, Mustafa Avcı, İb-rahim
Bato, Nafiz Ercan, Yılmaz Abbasoğlu, .Bekir Postacı-oğlu,
Arif, Aşçıoğlu, Remzi Erakman, Ali İhsan Sargın, Os 1 man Veral, Ali Karateke,
Şuayip Yalçın, Ertan Güngör, Öz- 1 men Kendirli, Aytaç Uysal, Üulusi Yıldız,
Nüshet Sargın,Kasım Yeni, Osman Pala, Hüseyin
Dursun, Sıddık KoksalHüseyin Balı, Erkin Bozkurt,
Muhittin Selçuk, Yılmaz Kızıltan, Reyhan Saygın, Cengiz Selçuk, Yılmaz Nezar,
Hüseyin Kabasakal, Kâmil îlgin, Sadi Güler, Cemal Yılmaz, Kemal Özdemir, Acar
Aziret, İzzet Kamış, Şükrü Tiryaki, Nizamet-tin Çoban, İlker Tansualp, Nazmi
Yüncü, Gürol Ulukan, Kemal Aydemir, Murat Yılmaz, Gürel Er gev, Cahit Yalçın,
Kemal Çakmak, Tevfik Dinçer, Ahmet Meriçer, Yılmaz Eroler.
İLKDURUŞMA
7.
Haziran 1963 ilk mahkemeye gittiğimiz gündür.
Sanıklar
otobüslerle kelepçeli olarak bindirildik. Doğru Mamak’taki Muhabere Okuluna
götürüldük. Yol boyunca çok sıkı emniyet tedbirleri alınmıştı. Okula geldik,
arabalardan indik. Aynen Yassıada Mahkemesi tertibatı tatbik edilmişti. Aynı
usuller uygulanıyordu. Mahkeme salonuna iki sıralı tomsonlu asker arasında
birerle kolda getiriliyorduk. Mahkeme salonunun içinde parmaklıklar arasında
tomsonlu askerler arasında mahkeme,edilecektik. Dinleyiciler ilk gün biz-lere
kurbanlık koyun gibi bakıyorlardı.
Saat
00.09 da ilk celse açıldı. İddia makamında Hakim Binbaşı Turgut Akan ve yardımcıları
mahkeme heyeti Reis Tuğ. Fevzi Basmacı, Azâ Kur. Alb. Mehmet. Harput. Duruşma
Hakimi Dz. Hakim Albay Numan Özdalga olarak takdim edildi, usulen mahkemeye
karşı itimatlarımız soruldu. İtimat ettiğimizi bildirdik. Savcıya söz verildi:
Açış konuşması çok ağırdı. Bizlere büyük hakarette bulundu. Mahkeme de ilk
günler dehşet havası esiyordu. Çünkü hâdise çok taze idi. Öğleden sonra sıra
sanıklara geldi. İlk olarak beni sorguya çektiler. Ben konuşmamı gayet açık ve
korkusuzca yaptım. Sonra Fethi Gürcan, sonra Yb. Rıfkı Ertem, açıkça
konuştular. Sıra Albay Turgut Alpagut’a gelince durum değişti. Ondan sonra
ifadeler tevil yollu devam etti. Artık mahkeme ürkekliğide sanıklarda
kalmamıştı.
ALPASLAN
TÜRKEŞ'in
'
İHBARI
İddianamede
ençok dikkati çeken bir husus vardı. O da o gece yapacağımız harekât saat 20 de
Hükümete ihbar edilmişti. Bu yazı Kurmay Albay Halim Mehteşin hanesinde yazılı
idi. Hemen koğuşta bulunan herkes ona suçu yükledi. Yalnız Emin Arat bey bu
cümle 14 lere aittir dedi. Biraz sonra Turgut Alpagut dışarı çıkmıştı, Muzaffer
Özdağ demiş ki, bu ihbar bize, yani 14 lere ait değil. Mahkeme safhasında sıra
Alpaslan Türkeş’in sorgulanmasına gelince işin iç yüzü anlaşıldı. Meğer ihbarı
yapan Türkeş imiş. Saat 20 de CKMP partisinden Fuat Uluç’a telefon ederek «Gene
o namussuz Aydemir bu gece ihtilâl yapıyor.» demiş, durumu CKMP milletvekili
Yılahlıoğlu’na bildirmiş. O da hemen CKMP lideri ve Başbakan yardımcısı . Haşan
Dinçer’e bildirmiş. O da Başbakan î. İnönü’ye bildirmiş. Yâni bu suretle
hükümet haberdar edilmiş. Ama onlar hiçbir tedbir almamışlar, harekât başlamış.
İhtilâlin saatini tayin ederken çok münakaşa etmiştik. S: 23.30 olması için
onun sebebi de şundandı ,: Hükümet her zaman için bizden bir hareket
bekliyordu. Yalnız kıtalarda klâsik ihtilâl saatlerinde sabaha karşı emniyet
tedbirlerini alıyordu. Bunu tetkik etmiştik. İkincisi radyo 24 de kapanıyordu.
Tekrar faaliyete geçmesi için 45 dakika lâzım demişlerdi. Halbuki maksat bir an
evvel deklerasyonu verip ihtilâle katılacak kıtaların moralini düzeltmek,
çıkmakta tereddüt gösterenlerin hare-kilde düşünülüp baskın sağlanmasaydı. 14
1er Türkiye’de bazı gruplar ve milliyetçi mukaddesatçılar tarafından büyük ümit
beslenen Türkeş efendi zaten bizleri ihbar etmişti. Yani Hükümet erken tedbir
alabilse idi bizler kıtalara girerken alman tedbir ile hunharca
öldürülebilirdik. O da Türkiye de tek lider olarak kalıp gayesi ne ise (Hâlâ
kapalı bir kutu bilinmiyor) tahakkuk ettirirdi. Allah bizle-re acımıştı. Herkes
yaptığı ile kaldı. Türkeş ve arkadaşları bızımie birlikte yakın arkadaşlık
ediyorlardı. Ama ihtiras gözlerini bürümüştü. Demek siyasî hayat ve rekabet
böyle imiş, insanların gözü kararınca en yakın arkadaşlarını ihbar edip onların
cesetleri ve kemikleri üzerine basıp yükselmeği bile mübah görebiliyorlardı.
Mahkeme safhasında bu durum dinlenen âmme şahidi ile de teyid edildiği gün
tüylerim diken diken oldu. Şahitten sonra duruşma hakimi Türkeş ı mikrofona
çağırdı. O da doğrudan doğruya tasdik etti. Artık iyice vaziyet anlaşılmıştı.
Türkeş
arkadaşımdı, Elâzığ’da tanımıştım. Orada çok iyiliğim dokunmuştu ona. Kendisi
de bilir. Fakat bu hareketi bana karşı yapmaktan geri kalmamıştı. İhtiras
insanları böyle küçültüyor işte. Milletin yüzüne, kendisine bel bağlayanların
yüzüne bir muhbir olarak nasıl bakacak diye düşünüyorum. Ama o hiç oralı bile
olmuyordu.
Mikrofona
kalktım. Telefon konuşmasındaki «Namussuz kelimesi için kim sarfetmişse teessüf
ederim.» dedim. Ancak bu suretle cevap verdim.
Bu
durumlarına rağmen Türkeş ’in çömezleri Mahkeme safhasında hâlâ taraftar
toplamak için gayretler sarfederek aleyhte dedikodular yaptılar. Tabii hepsini
duyup gülüp geçiyordum .Allah dünyada hiç kimseyi 14 1er grubu gibi muhbir
durumuna düşürmesin. Bir de hapishanede Necati Ün-salan benim alyhimde çok
kesif halde menfi propoganda yapıp genç subayları ve Harbiyeli’leri aklınca
bana,düşman etmek istiyordu. Onunda gayesi şu idi. «Biz öleceğiz Veya
hapislerde çürüyeceğiz,» Onlar dışarı çıkıp bizim o daki kuvvetimize miras gibi
konacaklardı. Butun gayretleri bu idi. İlk soruşturma ifadesinde mikrofon
başında koskoca Kurmay Albay göz yaşları dökerek, yalvararak ağladı.
Suçsuzluğunu mertçe değil de kadınlar gibi gozyaş arı ile belirtti. Kendini
mahkeme heyetine açındırdı. Arka sıralarda oturanlar pek görmemişlerdir. Ama on
sırada oturanlar o günkü onun zavıllı halini iyice görmüşlerdir. Akan
gözyaşları boşa gitmedi. Mahkemede bir günde âmme şahidi olarak milletvekili
Kenan Esengin (CHP) gelmiş şahitlik ediyordu. Necati Ünsalan’a nasıl yardım
ettiğini İtalya ya nasıl tavassut edip rakı ihraç ettirdiğini, nasıl çalıştığı
şirkete yardımda bulunup plâk _ getirdiğini ipe sapa gelmez şekilde ifadelerle
anlatıyordu. İş ciddi idi. Ben mikrofona kalkıp şahitten bir iki sual sordum.
Yalan'söylediği meydana çıktı. Bunun üzerine Necati Ünsalan ticarette kendisine
kolaylık göstermiş Esengil’e yaranmak için bir hışımla mikrofon basma gelerek
benim için aynen: «Aydemir memleketin faziletli evlâtlarına leke sürüyor.» diye
hücumlarda bulundu. Cevap vermeğe tenezzül etmedim. Fakat Aydemir e her çatan
mükafat görüyordu. Birkaç gün sonra Necatı Un-salan tahliye edildi. Çünkü
dışarda CHP. milletvekilleri ve tabii senatörler kendisinin bu sözünü çok
beğenmişlerdi. Ben bu hali hapishanede bir espri haline soktum. «Tahliye olmak
için reçete.» fiyordum. Bir iki damla gözyaşı, bir de Aydemir’e çatacak bir iki
kelime hemen tahliye hazır. Bunu Necati Ünsalan ispat etmiştir. Hapisten çıkar
çıkmazda örfi idareye şikâyet edip «hapishane koğuşlarının kapıları kapatılsın.
Çünkü bazı arkadaşların birbirlerini dövmeleri, ihtimali var.» demiş.
İçerde
yaptığı fenalık yetmiyormuş gibi, dışarda da bize azizliğini gösterdi. Şimdi
yalnız bizim 32 no. koğuşun kapısı kilit, altındadır. Bu şahıs benim 24
senelik arkadaşımdır. Ama kendisi dünyanın en korkak, en cebin en hasetkeş bir
tıpı imiş. Ufacık bir ceza tehlikesi altında Milletvekili Kenan Esengil için
«Çünkü bu şahıs kimin arabasına binerse onun düdüğünü çalın bir tiptir. İyi
tanırım. Mikrofonda bana hücum etmekten kendisini alamamıştır. Çünkü o
milletvekili ona ticari hayatında yardımda bulunmuştur. Ben Necati’yebugüne
kadar çok şeyler vermiştim, ama o farkında değildi. Arkadaş olarak senelerce
bağrıma basmıştım. Orduda iken en tehlikeli günlerde yanımda yer almıştı. Aynı
ideal uğruna başımı canımı feda etmiştim. Ama o bunları idrak edecek
hassasiyette değildi. Menfaati manevî değilmiş.: Bu kere de ne cins olduğunu
mahkeme huzurunda da ispat etti. Şu mahkeme insanların bütün karakterini ortaya
koymak bakıinın-dan çok faydalı oldu.
HAKİMİ
RED
ETTİM
Bir
gün duruşma hakimi albay Numan Özdalga mahkemeye çıkmamıştı. Yerine hâkim Bnb.
Ali Cesurer çıktı. Bu hakimle Kore’de beraber bulunmuştum .Örfi İdare ilân
edildiği zaman da gazetelerde ismini başsavcı olarak okumuştum. Daima işini,
fenalığını perde arkasında yapardı. Nasıl yere vuracağımı tasarlıyordum. Çünkü
benim birinci düşmanım idi. Bunlar Kore’de beş hakim idi. Bir şebeke halinde 11
ay orada çalıştılar. Tugay K. Tuğg. Fahrettin Önger’ de herşeye göz yuman bir
insandı. Kore Tugayını bunlar rezil ettiler. Ben Tugayda dönen uygunsuzluklara
dayanamı-yarak Millî Müdafaa Vekiline Tugay kumandanı dahil hepsini şikâyet
ettim. Türkiye’den tahkik heyeti istedim. O zaman Tuğgeneral Cemil Uluçevik ile
Hakim Yb. Rafet Tü-zün Kore’ye geldiler. Tahkikat yaptılar, herşeyi öğrendiler.
İlk olarak baş hakim Bnb. Cebbar arkasından Tugay. Kumandan muavini Kur. Alb.
Ekrem Gürkanlı Türkiye’ye geri çağrıldı. Bu arada 27 Mayıs İhtilâli oldu. Tugay
tahkikat dosyaları genel kurmaya gönderilmişti.
Onun
için hakim Ali Cesur’u iyi tanırdım. O gün mahkeme heyetinde değişiklik olduğu
için usulen Ali Cesurer «Mahkeme heyetine itimadınız var mı?» diye sorunca ben
zaten yerimde zor oturuyordum. Mikrofona fırladım : «İtimadım yok. Çünkü
Binbaşı Hakim Ali Cesurer’le Kore’de beraber bulundum. Çok yakından tanırım. Bu
arkadaş orada eşya kaçakçılığı yapmıştır» dedim. Bir tek vakasını anlattım.
Japonya’dan izinli olarak dönen kafilesinin eşyaları-^ m muayene komisyonu
başkanı olarak ben muayene ettim. 20 dolarlık bir beyanname doldurmuştu. Buna
mukabil bavulundan 1500 çift kadın çorabı, kadın kombinezonu, kadın kilotları
çıktı. En aşağı 500 - 600 dolarlık eşya vardı dedim. Hakim o zaman Yzb. İdi.
İçeriye çağırdım. Nedir bu sen hakimsin. Yanlış beyanname doldurulur mu. Kaçak
eşyalar nedir.» dedim. Bana aynen şu cevabı verdi: «Ne yapalım yarbayım bunlar
bizim yüz karamız.»
Bizler
daha şerefli hakimler huzurunda mahkeme olmak istiyoruz dedim. Mahkeme heyeti
dinleyiciler, sanıklar şaşırdılar. Fakat Ali Cesurer o kadar pişkindi ki:
«Deliliniz var mı?» diye sormaz mı? Onun üzerine tahkik heyeti raporlarını
saydım. Tahkik heyeti isimlerini açıkladım. Bir de üstelik o getirdiği eşyaları
satarken Kore polisi tarafından yakalanmıştı. Daha çok bildiklerim vardı. Kafi
geldi. Kore’den gelince emekli ettirecektim. Ama rütbesi yüzbaşı idi. Muvaffak
olamadım. Savcı dayanamadı. Hemen söz aldı. Ara kararma geçildi. Mahkeme heyeti
dönünce duruşma hakimi yerinde gene Deniz Alb. Numan Özdalga vardı. Hakim
reddedilmişti. Bir daha da gözükmedi. Bilmiyorum âdalet tarihinde bu kadar
büyük bir skandal olmuş mudur? İşte görün Türkiye’de teşkil edilen en sorumlu
ve tarihi mahkemeye seçilen askerî hakimi, her işimiz böyle olduğu için bizler
isyankâr ve ihtilâlci olduk.
Kore
dönüşü Genelkurmaya tayini çıkmıştı. Oradan 28 Jr inci tümene tayin ettiler. 28
Tüm. K. Nuri Hazer’e arkadaş iken durumu bildirdim. Ama inanmadı. Ben zorla
tayinini Di-£ yarbakır’a çıkarttım. Hiç olmazsa buralarda
siyasî ve gar-
f
nizon mahkemelerinde zararlı olmasın dedim. 22 Şubat oldu
E
baktım bir hafta sonra gene Genelkurmaya kendini tayin t ettirmiş. Mağdur
durumda zannetmişler. Bu da böyle geç-|: ti. Fakat o gün
mahkeme çöktü. Çünkü bu çok ağır bir darbe idi anlayanlara.
»
Duruşmalar sırasında meydana
gelen olayları da kaydetmeden geçemiyeceğim:
İnönü
— Avni Doğan (Değerleri ölçüldü)
REFİK
TULGA
MESELESİ
Avni
Doğan bey benim müdafaa şahidimdi, fakat savcı gene kurnazlık etti, onu amme
şahidi olarak dinletti. (Avni Doğan’ın amme şahidliği, ben onu müdafaa şahidi
olarak gösterdikten sonra meydana çıktı. Savcının hilesidir. Çünkü müdafaa
şahitleri listesi mahkemeye verilirken hangi mevzu hakkında şahitlik yapacağı
da yazılıyordu. Bende Refik Tulga meselesini yazmıştım. Mahkemede ispat
edileceği korkusu ile bu şekilde anlaşmış olabilirler).
Avni
Doğan bey’e mahkeme esnasında bu hususu aydınlatması için bir sual sordum,
cevap veremedi. «Hatırlamıyorum» deyince ben mikrofonda açıklamak istedim. Avni
Doğan bey’in şahsiyetini ölçmüş, Emin Arat beyin’de cesaretini anlamıştım. Esas
teması sağlayan Bedii Faikti, ona söylettiririm ümidi ile yerime oturdum, fakat
mahkeme ne-kadar müdafaa şahidi gösterdi isem red edince ondan 'da vazgeçtim.
Halen onunda dışarıda nasıl sızlandığını avukatlarımdan öğrenmiştim.
İhtilâlciler
kadrolarım bir tek şey üzerine seçerler. O da «İTİMAT» tır, hayatta ölüm
yolculuğuna çıkan; ihtilâlcilerin yegâne teminatı budur. Ben de aynı kaidenin
tatbikçisi idim. İnsanları ihtilâl gecesi tanımış değildim. İhtilâl muvaffak
olsa idi, etrafımdakilerin hakiki hüviyetlerini gene bilemi-yecekmişim, belki
de hayırlı olmayacaktı. Ama ihtilâl muvaffak olmayınca herkesin hakiki
kıymetleri meydana çıktı. Yegâne kazançlı tarafta bu.
Bu
hâdise hakkında fazla bir şey yazmıyacağım, okuyanlar, vicdanlarına sığınarak
hüküm verirler herhalde.
Havacılarla
temas sağlayan Bnb. İzzet Köz ve Hava Binbaşısı Cemâl Özdemir’inde durumuna
temas edeceğim... Her ikisi de dâvaya inançla sarıldılar. Harekât gecesi de
öyle, lâkin mahkeme safhasında her şeyi inkâr etmek sureti ile şahsiyetlerini,
benliklerini sıfıra düşürdüler. Demek ceza ve ölüm korkusu insanlara
şahsiyetlerini kaybettiriyor. Bu arkadaşlar hattı zâtında bu duruma düşecek
insanlar değildi, ya geride Hava Kuvvetlerinde kalan arkadaşlarını saklamak
için kendilerini feda ettiler. Yahut ta benimle temas-
Aydemir
birinci tevkifinden sonra tahliye edilince oğlu Metin i
Aydemir
tarafından kucaklanmıştı.
ta
oldukları zaman verdikleri bilgilerde yalan söylediler. İkincisini kabul
edemiyorum. Harekât gecesi saat 05.30 da Eskişehir Hv. Üssünden dört adet F—100
uçağı getirdiler, şehirde daha evvelden kararlaştırdığımız bölgelerde
uçurdular. Hv. Kuvvetleri Kh. ile Genelkurmay binasında makineli tüfek atışı
altına aldırttılar. Hattâ Hv. K. Karargâhına roket atışı bile yaptılar, ben
bunları gözümle gördüm. Bu arkadaşlar güçleri nisbetinde vazifelerini
yapmışlardır. Fakat mahkemede çok yalan söyliyerek indimde küçüldüler.
ANONSUN
ALTINDAKİ
İMZA...
15
Mayıs 1963 günü Yb. Osman Deniz İstanbul’dan gelerek son durumları,
hazırlıkları bildirilmiş ve... (İkinci bir hususta albayım, radyoda okunan
anonsun altındaki imza meselesi. Sizin imzanız olmazsa bizim İstanbul’daki
sivil halkı tutmamıza imkân yok.. Zeytinburnu, Taşlıtarla, eğer harekâtın bizim
tarafımızdan yapıldığını anlamaz ise şehre dökülecekler, önliyemiyeceğiz, kötü
hâdiseler doğacak) demişti: Ben de inandığım için makul gördüm. Çünkü Ankara da
da bana müracaat eden sivil, partili, partisiz şahıslar CHP karşısında olanlar,
bütün Türkiye’deki vilâyetler için aynı şeyi söylüyorlardı. «22 Şubatçıları
tarafsız zümre tanıyoruz ,onların teşebbüsü ile yapılacak bir harekâtta CHP’nin
karşısında olan bizler sokağa dökülüp karşı gelmeyiz, aksi takdirde 27 Mayıs’m
CHP’si namına yapıldığına inandığımız için oyuna gelmiyeceğiz. intikam alacağız
diyorlardı. Bu sözlerini yerine getirirler mi idi, bilemem. Ama memlekette halk
iki düşman kampa politikacılar yüzünden ayrılmış olduğu için her şey
olabilirdi.
Bir
takım ufak misalleri de seçimlerden bu yana görülmüştü. Tokat - Erbaa - Mardin
olayları (Bilhassa) Kayseri olayları insana dehşet veren hâdiselerdi, intikamcı
partilerde büyük bir subay düşmanlığı vardı, ihtilâl hareketlerinde halkın
karşı koyma niyeti varsa, belki Ankara - İstanbul -Erzurum gibi askerî
birliklerin çok olduğu vilâyetlerde belki bir şey olmazdı, ama askeri
birliklerin az veya hiç olmadığı yerlerde subayların durumu ne olurdu. Siyasi
partiler birbirlerine girerse, iç harp başlangıcı olursa, memleketin durumu ne
olurdu, bir ihtilâl lideri olarak yapılan her teklifi düşünmem gerekiyordu.
Yoksa Radyo anonsu altına imzamı koyma meraklısı değildim.
Şimdi
mağlup olduktan sonra bazı yakın arkadaşlar harekât bu yüzden muvaffak olmadı
diye dedi-kodu yapıp geziyorlar. İmzamı koymasam da on dakika sonra harekâtın
22 Şubatçılar tarafından yapıldığı anlaşılacaktı.
Bu
imza meselesi epey münakaşa edilmiştir. Osman Deniz’e şimdi Ankara’da hiç
gözükme, gece doğru İstanbul’a dön, yarın Fethi Gürcan, İzzet Köz ile
İstanbul’da olacak görüşüp bir karara varırsınız dedim. Refik Tulga’dan da
muvaffaka! haberini aldığımızı bildirdim. Doğru Emin Arat’a gitmesini, ilk
anansu hazırlamalarını söyledim ve: «Benim imza koyma meselesini ona da söyle,
bir karara bağlayın.» dedim. İmza meselesini teklif eden Osman Deniz olduğu
halde, mahkeme safhasında kalkıp mikrofon başında anonsun altında Talât Aydemir
imzası olduğu için İstanbul’da harekât muvaffak olamamıştır, çünkü biz
harekâtın Silâhlı Kuvvetler tarafından yapılacağını biliyorduk dedi. (İmzanı ne
selâhiyetle koydun diye sual sordurdu.)
O
anda beynimden vurulmuşa dönmüştüm, insanlar ölüm korkusu ile bu kadar
değişebiliyorlardı. Ama oluyormuş, kendisi bir 22 Şubat emeklisi idi.
İstanbul’da harekâta iştirak edecek bütün birliklerin irtibat subaylarını
Ce-vat Kırca’nın evinde toplayıp, ihtilâlin yapılacağını bildirirken sıfatın ne
idi acaba? Evet, harekât Silâhlı Kuvvetler tarafından yapılacaktı ve öyle
yapıldı ama, harekâta karar veren sevk ve idare, drije eden 22 Şu-batçılar
değilmiydi? Kendisi de İstanbul’da askeri organizasyonu yapan Cevat Kırca’nın
Kurmay Başkanı rolünde idi. » Ama bana karşı bu ithamları kolaylıkla
yapabiliyordu, çünkü mağlup olmuştuk. İlk gününden itibaren geçmiş hâdiselerin
hepsini inkâr ediyor, devamlı olarak kendini ölümden kurtarmak için mahkemede
böyle yol tutturmuş, hukuk kaidelerinin açıklıklarından istifade edip
kurtulmaya çalışıyordu. Gene kurtulacak ama, şahsiyetini kendi kendine herkesin
huzurunda yemek suretiyle.
Bu
şekilde âdaletin pençesinden kurtulmak için çabalamaktan ise, şerefle ölmek
daha iyidir.
Osman
Deniz en güvendiğim arkadaşlarımdan biri idi, harekât öncesi ve harekât gecesi
büyük hizmet görmüş cesur hareket etmiş bir insandır. Ama ne yazık ki,
mahkemedeki tutumu ile benim indimde bütün mazisini sildi. Fakat onun gibi
hareket eden bazı arkadaşlarda, bu şekildeki davranışları erkeklik sayıyorlar.
İHTİLÂL
ANONSU VE EMİN ARAT
20
Mayıs 1963 günü Alb. Emin Arat bey eve gelerek kendi elyazısıyla hazırladığı
ihtilâl anonsunu bana vermişti.
Fakat
bu hususta mahkemeler cereyan ederken Rıfkı Ertem ile E. Arat arasında geçen
bir konuşmayı nakletmeden geçemiyeceğim. Çünkü mahkeme önünde herkes inkâr
etmek sureti ile yakayı sıyırıp, her şeyi benim üstüme kolaylıkla
bırakabiliyordu. Bıraksınlar, ziyanı yok, bundan yılmam, korkmam da, bu. işleri
tek başıma yapmış isem, şerefte bana attir.. Yalnız en güvenilir en çok hürmet
edilir Emin Arat, bakın nasıl hareket ediyor:
Rıfkı
Ertem’e bir gün koğuşta diyorki : «Acaba radyo deklarasyonunu kim yazmış?» Akimca
bilip bilmediğini anlayacaktır. Rıfkı beyde siz onu daha iyi bilirsiniz diyor.
Bilmiyorum diye cevap vermesi üzerine Rıfkı dayanamayıp, Albayım pazartesi
sabahı siz geldiğiniz zaman ben Talât bey’in yatak odasında idim diyor. Yani
kendisinin yazıyı getirdiğini ihzaz ettirmek istiyor. Emin bey gene haberi
olmadığım Söyleyince: Rıfkı bey; benim o anda kanım çekildi dondum kaldım dedi.
Olayı bana anlatınca, bende donakaldım, ama elden ne gelir. Can korkusu
insanları bukadar değiştiriyor muş demek. O günden sonra ben ve Rıfkı bey artık
Emin bey’in yüzüne bakmak istemiyoruz.
ALB.
GALİP GÜLTEKİN'in
KURTULMA
ÇABALARI
Bu
çok ateşli ve yakın arkadaşımmda durumu şu :
İhtilâl
gecesi, Alb. Galip Gültekin, Alb. Orhan Alpakm-la birlikte Emin Arat’ın evine
gidiyorlar. Gece yarısı saat.
24
e kadar radyoda anons verilecek mi? diye bekliyorlardı. Demek herkes kendisini
garantiye almış saat 24.00 te anons başlıyor. Orhan Alpakm’m arabası ile Galip
Gültekin evden çıkıyorlar. Galip beyi Orhan bey evine bırakıyor. Galip bey evine
gidince bizim namımıza verilen anonsu dinleyip sevinçle Harb Okuluna geliyor.
Fakat o anda Harb Okulu henüz çıkmak üzere, tam o sırada da ben geldim. Galip
beye arkadaşları sordum: «Emin Arat, Orhan Alpakın nere-deler» dedim: Bana bu
vaziyeti anlattı, tabii kimseler meydanda yoktu. O gece Galip Gültekin
sabahleyin Okulu terkedinceye kadar yanımdan hiç ayrılmadı. Bütün hâdiseleri
yakından gördü. Fakat hiç bir şeye karışmadı sessiz, sedasız orada oturdu.
Mahkeme safhasında bir tek gün mikrofon başında müşkül vaziyette kaldım o anda
dahi yerinden kalkıp bana hâdiseyi gördüğü halde yardım etmedi. (Ali Elverdi
meselesinde) Ayrıca hiç yoktan bir gün mahkemede celse açıldığı zaman duruşma
hakimi Numan Öz-dalga (Dz. Hakim Alb.) tarafından şu suale maruz kaldım. «O
gece Galip Gültekin size bu harekâtı durduralım diye tak-lif yapmış, siz kabul
etmemişsiniz öylemi?» dedi. Bende evet dedim yaptı. Kabul etmedim zaten saat
05,30 du. Yarım saat sonra da ben harekâtı bırakıp okuldan ayrılmıştım. Galip
Gültekin denizci olduğu için dışardan Deniz Kuvvetlerindeki arkadaşları veya
bir yakını ile duruşma hakimine bu haberi gönderip cezasını hafifletmek için
çâre aramıştı. Mahkemenin bu tutumu da hiç bir sanığın gözünden kaçmadı. Özel
muamele yapıldığı da anlaşıldı. Evet bu yaptığı teklif onun cezasını
hafifletici bir sebeb teşkil ediyordu, ama beni de ihtilâle muanniden devam
eder bir şahıs olarak gösterip cezamı tahfif edecek hiç bir kapı
bıraktırmıyordu. Ceza bakımından hiç bir şey düşündüğüm yok ama, arkadaşlarımın
vefasını gösterdiği için yazıyorum. İnsanlar tehlike anında belli oluyor.
Bu
gibi arkadaşlardan nefret ediyor, yüzlerini dahi görmek istemiyorum, iyigün
dostlarından hayatta kimseye hayır gelmez. Hapishanede de şimdi bu tip insanlar
, Galip Gültekin, Turgut Alpagut, benim sevmediğim ne kadar insan varsa,
bilhassa havacılar ile sıkı dostluk kurup, hakkımda de-di-kodu yapıp
geziyorlar.
TURGUT
ALPAGUT'un
İNKÂRI
Alpagut
son güne kadar gayet hızlı ve açık bir şekilde çalışmıştı. Fakat Mahkeme’ye
düşünce, iş değişti. Mahkeme safhası ilerledikçe kendisinde bazı değişmeler
sezmeğe başladım. Avukatlığını kayınbiraderi Bülent Ağabeyoğlu yapıyordu. Onun
tesiri altında kalarak herşeyi inkâr ve tevil yoluna götürme çabasında idi.
Mahkemelere giderken oto-, büse beraber binip, bir koltukda kelepçeleniyorduk.
Birgün bana otobüste : «Sen batta harekât plânı hakkında birşey söylemedin ki,
ben inkâr ederim.» dedi. Demek avukatından birgün evvel öyle talimat almıştı.
«Nasıl olur Turgut.» dedim. Ne yapalım bu müdafaa hakkı dedi. Hem sen bana
yazılı emir vermedin ki, ne ile ispat edeceksin deyince o zaman ne cins bir
insan olduğunu anladım. İşte iyi gün arkadaşlarımdan biri daha kendisini hakiki
hüviyeti ile meydana vuruyordu. Tevekkeli değil, hapse girdiğim ilk günden beri
Bahtiyar Yalta ile birlikte fıs-fıs konuşuyorlar, birbirlerine kâğıtlar yazıp,
hücrelerde kitap arasında gönderiyorlardı. Gizli gizli anlaşmalar yapıyorlardı.
Ogün anladım bunun manasını. Mahkeme ifadelerini tanzim ediyorlarmış. Ben
birşey duyacağım diye, her ikisi de dikkatle hareket ediyorlardı. Ama dünyada
ne gizli kalmıştı ki, bu gibi ufak kombinezonlar duyulmasın. Yavaş yavaş
hepsini öğrendim. Mahkemedeki sorgulama ifadesini dinleyince zaten, herşey
belli oldu. İşin içinden sıyrılmak için ne lâzımsa yapıyordu. Harb Okulunda
beni saat 01.00 de ilk karşılıyanlar Turgut ile Bahtiyar’dı. Beş dakika bile
yanımda kalmadılar. Bahtiyar bana gelip: «Kumandan burası karmakarışık».
Hakikaten Harb Okulu’nun önü karmakarışıktı. Kim ne yaptığını bilmez vaziyette
idi. Ama bunları tertipleyecek olan ben değil. A. K. Turgut bey ile daha
önceden tayin ettiğim tabur ve Bl. Kumandanları idi. Ama kimse işi ciddiye
almamış oradan uzaklaşma çâreleri arıyordu. Ben bunun farkında idim. Biz Turgut
beyle aşağıya inelim, talebenin bir kısmının cephanesi yok dedi. Ben de: «Siz
gidin onları tertipleyin, size cephane ikmali yaparım» dedim.
Gidiş
o gidiş, bir daha her ikisininde yüzünü görmedim, hapishane, arabasına
bininceye kadar. O gece 01.20 de 229 P.A. nizamiyesinde bir arabanın içinde
tevkif edilmişler, kendi ifadelerine göre 229 P. Alayına cephane almaya
gidiyorlarmış, yakalanmışlar. Alay K. olan bir subayın alaya bırakıp taksiyle
cephane ikmal etmeye gidip gitmiyeceğini asker olan herkes kıymetlendirebilir.
Gerisini . okuyanlara bırakıyorum.
Bunlar
yetmiyormuş gibi Turgut Alpagut birde mahkemeye müdafaa şahidi olarak Tayyar
Baranseli getirtti. Ba-ransel şahadeti esnasında Turgut Alpagut’un ailesi ile
Dr. Paruğ beylerde iken ihtilâl haberini radyodan duyunca şoke olup kendisini
Harb Okuluna arabam ile çıkarmamı istedi, deyince; hepimiz şaşırdık. Fethi
Gürcan dayanamadı ,ye-
rinden
mikrofona fırladı. Tutmak istedim, muvaffak olamadım. Şahit yalan söylüyor
diyerek hakikatleri mahkemeye anlattı. Ben de kalkıp tasdik edince, Turgut’un
durumu bütün çıplaklığı ile ortaya çıktı. Kötü bir durum hasıl oldu. O andan
itibaren de meşhur akıllı avukatı, kendisi ve hattâ belki de sülâlesi bana,
Fethi Gürcan’a düşman oldular. Şimdi de hapishanede aleyhime dedi-kodu yapıp
geziyor. îşte insanlardan bir tip daha. Bundan başka : «Generallerle irtibatı
sağlayan Kur. Alb. Rumi Ahıskalı’dır» demiştim. O da Turgut Alpagut ile bize
haberleri ulaştırırdı. Rumi Ahıskalı yıda tevkif etmişlerdi. O yol ile
generaller mahkemede çözüleceklerdi, fakat Turgut Alpagut, Rumi Ahıskalı için
verdiği ifadede benim onunla temasım yalnız ticaret mevzuunda idi demiş, savcı
Bnb. Turgut Akan benim ifademi alırken onun ifadesini bana gösterdi. İşte gör,
yakın arkadaşlarını dedi, ben ne yapayım delil yok, arkadaşlar saklıyor, yalan
söylüyorlar dedim. Bir kaç gün sonra da Rumi Ahıskalı tahliye edildi. Dâvanın
kül olarak kurtarılması bakımından generalleri dahil ettiremedik ve ben vermiş
olduğum ifadelerde yalnız bırakıldım. Hoş savcı ve mahkeme heyeti durumu anlamadı
değil, ama resmiyete girmemiş oldu. İşte benim en yakın ve en güvendiğim ve
itimat ederek ihtilâl hazırlıklarını yaparken büyük mesuliyetler taşımış
arkadaşlarım. Turgut Alpagut 7 kişilik fikir karargâhının istihbarat subayı
idi, bütün bilgiler onda toplanırdı. Biz durum mahkemelerini onun
istihbaratlarına göre yapar, hareket hattımızı ona göre çizerdik. Şimdi bu
şahıs hiçbir şey bilmiyormuş gibi mahkemede hareket ederek vefasızlık ediyor.
ALİ
ELVERDİ AYAKLARIMA KAPANMIŞTI...
O
gecenin bir numaralı kahramanı tanınan Kur. Yb. Ali Elverdi, mahkemeye amme
şahidi olarak gelmiş, kendisini hakiki bir kahraman gibi göstermek için türlü
yalanlar söylüyordu. Bu meyanda benim içinde şunu söyledi: (Ali Elverdi
Radyoevinde mukabil anons yaparken Üsteğmen Erol Din-çer kendisini tevkif edip,
Harb Okuluna getirmişti. Bütün işleri bozan ve bizim mağlup olmamızı sağlayan
bu şahsa karşı o anda büyük infial vardı. Talebeler çok heyecanlı bir vaziyette
onu Öldürmek istiyorlardı. Ben mani oldum, hattâ talebelerin tomsonlarma karşı
ben göğsümü dayadım. Talebelerin heyecanını teskin ettim. Ali Elverdi’nin
hayatını o gece kurtardım. Kh. ta odama aldım, ayaklarıma kapanmış, Albayım sen
bilirsin, ben durumun böyle olduğunu bilmiyordum, ne istersen emret, yapacağım,
diye yalvarıyordu.^ İşte bu şahsiyetsiz insan, mahkemede ifade verirken bana
iftira ederek) kendisine odamda tabanca çektiğimi iddia ediyordu, benim hayatta
kimseye tabanca çekmediğimi, hele o gece tabanca kullanmaya hiç ihtiyacım
olmadığını görenler bilir, etrafımda ateş gibi Har biyeliler den, Tomsonlu
muhafızlarım vardı. Böyle bir vaka olmadı. Ben şahidin yalan söylediğini iddia
ederken. O beni yalancı duruma sokmaya uğraşıyordu. İşte o anda odada
hâdiseleri en yakından gören Galip Gültekin’in, Hakkı Sümer’in, M. Pakoba’nın
mikrofona gelip, şahidin yalan söylediğini ispat etmeleri gerekirdi, Pa-koba
söz istedi ama, hakim vermedi. Ben Galip Gültekin’den bu hususun
aydınlatılmasını istiyordum. Ne gezer, yerlerinden
kalkıp mikrofon başına gelmeye korkuyorlardı. İşte vefakâr arkadaş nümunesi,
iyi gün dostları.
SORGULARIN
SONU
Sorgulamalar
amme müdafaa şahitleri dinlenmesi bitti. Savcı esas ha.kkinda.ki mütelâasını
okudu, şimdi sıra müdafaalara geldi. 1 Ağustos 1963 Perşembe günü sanıklar
müdafaalarını yapacaklar, sonra mahkeme kararını verecek. Bu tarihi kararda
herkes nasibini alacak. Mukadderattan fazlası olmaz, fakat buna rağmen halâ
eski arkadaşlar endişe içinde ve suçluluğun vermiş olduğu çekingenlikten,
hakikatlerden uzak, gene tezvirat makinelerini işletmekten geri kalmıyorlar.
Bakalım
ilerki günler Allah gizlere neler gösterecek.
BİRİNCİ
CİLDİN SONU
YANLIŞ
—DOĞRU
Aydemir’in
hatıratının giriş bölümünün IX sahifesinde ve 160 mcı sahifesindeki satırların
yayınlanması hukukî bakımdan mahzurlu görüldüğü için sansür edilmiştir.
60
mcı sahifede Aydemir’in fotoğrafı altında, General Fahrettin öngör adı,,
Burhanettin öngör olacaktır.
150
sahifedeki «HARBİYELÎ ALDANMAZ» sözü «I-IABİYELİ» olarak yazılmıştır.
16
mcı sahifedeki Kudret Basuter'in soyadı «Bosuter» dir.
198
inci sahifedeki Tank Kıdemli Bnb. M. Fahri Duygun ile Kurmay Yb. Fahrettin
Ermutlu’nun fotoğraflarının yeri karışmıştır.
200
üncü sahifedeki P. Yüzbaşı Nihat «Sertiz» Sertöz
Sv.
Kd. Yüzbaşı Halit Büyükmenderes «Halil» olacaktır.
218
inci sahifedeki Emin Arat’m fotoğrafı altına Turgut Alpa-gut yazılmıştır.
Elimizde
olmadan meydana gelen yanlışlıklan düzeltir özür dileriz.
NOT:
Talât Aydemir’in anıları
arasında önemli bir yer tutan «Adnan Menderes» in idamı ile ilgili bölüm, bu
kitaba konulmamıştır.
Akşam
gazetesinde anıların yayınlanması sırasında «Menderes» in idamı ile ilgili
bölümü yayınladığı için gazetenin sorumlu müdürleri hakkında «Tedbirler Kanunu»
na muhalefet iddiası ile açılan dâva halen devam etmektedir.
Gazete
ve yöneticileri hakkında açılan dâva sonuçlandığı takdirde ikinci ciltte bu
bölüm yayınlanacaktır.
HARBİYELÎ ALDANMAZ
Emekli
General
SITKI
ULAY’m
Hâtıraları
27
MAYISTA ÇIKIYOR
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar