Print Friendly and PDF

TALÂT AYDEMİRİN HÂTIRALARI

Bunlarada Bakarsınız





 

Talât Aydemir’in cezaevinde tutuklu bulunduğu sırada kendi el yazısı ile yazmış olduğu biyografisinde hayatı şu şekilde özetlenmiştir :

«1333 yılında Bilecik İlinin Söğüt İlçesinde dünyaya geldim. Harp Malûlü Necip Aydemir’in oğluyum. İlk öğrenimimi Adapazarı Cumhuriyet Okulunda. Orta Öğrenimimi Kadıköy Erkek Lisesinde tamamladım.

1 Eylül 1934 tarihinde Kuleli Askeri Lisesine girdim. 5 Mayıs 1937 yılında Harp Okuluna devam etmeğe başladım ve 31 Mayıs 1939 yılında da Harp Okulunu bitirerek ordu saflarına katıldım.»

Aydemirin kısaca hayat hikâyesi şöyle devam etmektedir :

Topçu asteğmeni olarak Halıcıoğlunda’ki Topçu Okulu’ııda temel eğitimi gören Aydemir 30 Kasım 1939 yılında teğmenliğe terfi etmiş 11 Ekim 1940 yılında Kırklareli’nde bulunan 43 üncü Topçu Alayı yedinci bölüğüne takım kumandanı olarak atanmıştır. Aynı birlikte 30 Ağustos 1943 yılında Topçu Üsteğmenliğine yükselmiştir.

18 Ekim 1946 yılında 52 inci Topçu Alayı Birinci Bölük Komutanlığına atanan Aydemir 30 Ağustos 1947 yılında yüzbaşılığa terfi etmiş ve aynı yılın 30 Ekiminde Kara Harp Akademisi giriş sınavını kazanmıştır. Staj için üç ay 16 mcı Piyade Alayında üç ay piyade tekamül kursunda, iki ay Süvari Binicilik Okulunda, bir ay üçüncü Zırhlı Tugay’da 1 Ekim 1948 yılında, bir ay üçüncü Zırhlı Tugay’da staj görmüştür. 1 Ekim 1948 yılında ise girdiği Akademi’den 1 Ağustos 1949 yılında Kurmay yardımcısı olarak mezun olmuş ve Sivas’taki 12 nci Tümen, üçüncü Şube Müdür Yardımcılığına getirilmiştir. Daha sonra- yine Sivas’ta Onuncu Topçu Alayı 9 uncu Bölük Komutanı olarak kıta hizmeti yapan Aydemir sonraki günlerde Kara Harp Akademisinde düzenlenen «Doktrin, kursuna katılmış ve yeniden sınavla Harp Akademisine girmiştir.

1954 Ağustosunda Akademiyi bitiren Aydemir 28. inci Topçu Alayı S-2 subaylığına iki ay sonra da Genelkurmay Lojistik Başkanlığı Plan Şubesine atanmıştır. 30 Ağustos 1955. yılında Senbenoit Fransız Lisesinde 1 yıl süre ile lisan kurslarını izlemiş 1 Ekim 1956 da Kara, Hava ve Deniz müşterek Akademisine girmiş ve 1 Mart 1957 yılında burayı da başarı ile bitirmiştir. Aydemir İhtilâlci ve ilerici fikirlerini ilk defa bu yıllarda uygulamağa başlamış, silâh, ideal ve ihtilâl arkadaşları ile birlikte ilk komiteyi kurmuştur.

1 Mayıs 1957 yılında Fransa’da ki «Şhape» Karar-rargâhmda üç ay süre ile «Görev Başı» kursuna gitmiş 30 Ağustos 1957 yılında da Elazığ’daki 40 mcı Motorlu Topçu taburu kumandanlığına atanmıştır.

Yarbaylık rütbesine 30 Ağustos 1958 yılında yükselmiş, Siirt’teki 12 inci Tümen Dördüncü Şube Mü. dür lüğünde bulunduktan sonra Birinci Köre Tugayı .Üçüncü Şube Müdürlüğüne atanmıştır.

1959 yılı Haziran ayında Türk Tugayı ile Kore’ye giden Aydemir 8 Ağustos 1960 yılında Kore’den dönmüş, 30 Ağustos yılında Albaylığa terfi ederek 12 Eylül 1960 yılında da Harp Okulu Kumandanı olmuştur.

(.•Türk siyasî tarihinde 22 Şubat Olayları adı ile geçen askerî harekattan sonra emekliye sevkedilen Aydemir, 21 Mayıs 1963 yılında yarım kalmış olan bu hareketi tamamlamak için 21 Mayıs 1693 yılında silâh arkadaşları ve kendisine inananlarla birlikte yeniden harekete geçmiştir.'")

Bu ihtilâl teşebbüsünün istenilen şekilde son bulmaması üzerine Mamak 1 numaralı Sıkı Yönetim Mahkemesinde yargılanmış ve idama mahkûm edilerek halikındaki hüküm 5 Temmuz 1963 yılında yerine getirilmiştir.

İdam edilen ihtilâlci Albay Talât Aydemir Bayan Şadan Aydemirle evlidir. Aydemirlerin Tülin ve Metin isimli çocukları dünyaya geldi.       

Tülin Aydemir 21 Mayıs Olayları hükümlülerinden Teğmen Atilla Altuğan’la 21 Mayıs harekâtının öncesinde nişanlanmıştır.

Talât Aydemir iyi bir asker ülkücü bir yurtsever olduğu kadar örnek bir aile reiside olmuştur.

Aydemir silâh, arkadaşları tarafından da «sözlerini hareketlerine bağdaştıran bir kişi» olarak tanımlanmaktadır. Albay’ın her iki ihtilâl hareketinde de arkasından giden silâh ve ülkü arkadaşları bu noktadan hareket ederek kendisi ile kader birliği yapmışlardır.

Yakın tarihimizde önemli bir rol oynayan Talât Aydemir mücadelesinin temelini, Türkiye’nin sosyal gerçeklerine bağlamıştır. Türkiye’nin mutlu yarınları için gereken reformların öncelikle yapılmasına arzu eden Aydemir, yaşadığı sürece büyük bir mücadele örneği vermiştir. Gelişen olaylar karşısında Aydemir, sosyal huzur için yurttaşlar arasındaki yıkıcı çatışma yaratan faktörleri olumlu bir gelişime yöneltmek çabasını göstermiş Türk halkını çağdaş uygarlığa ulaştırmak için devrimci hareketleri benimsemiştir.

Yürütülegelmekte olan sistemle çıkarcıların, ekonomik sömürmelerine karşı durmak istemiştir. Dışarıya kaçırılan veya dışarda bırakılan kaynakların siyasî sebeblerde daha fazla arttığını gözönünde bulunduran Aydemir bu soyulmaya engel olmak için devletçi bir ekonomik sistemi prensip olarak kabul etmiştir. Kamu yatırımlarını ve sosyal yapıyı değiştirmek için ekonomik kalkınmayı kaçınılmaz bir yol olarak kabul eden Aydemir işsizliği önlemek ve gerçek kamu yatırımlarını organize edebilmek fikrini de kabul etmiştir.

Tarih kendi ölçüsü içinde 22 Şubat ve 21 Mayıs hareketini yarınki kuşaklara aktarırken değerlendirmesini yapacaktır. Talât Aydemir bir yurtsever ve ülkücü olarak yaşamış hayatını sakınmadan inandığı gerçekler uğruna Türk Ulusuna armağan etmiştir...

AYDEMİRİN HATIRATI GÜNÜMÜZE KADAR NASIL GELDİ.

Yakın tarihimize gerçek anlamda ışık tutacak olan Talât Aydemir’in hâtıralarının bugüne kadar nasıl geldiğini öğrenmek için biraz daha gerilere dönmek gerekiyor.

27 Mayıs harekatının öncülerinden ve hazırlayıcılarından olan Albay Aydemir Kore’de bulunduğu sırada kendi kurmuş olduğu komitenin harekâtı başarı ile tamamladığını duyduktan sonra anılarını kaleme al-iniş 27 Mayıs’ın en ince ayrıntılarına kadar gelişimini yazmıştır. Aydemir 27 Mayıs harekâtının başarıya ulaşmasından sonra Anavatana dönmüş anılarını bundan sonra da aralıksız olarak yazmağa devam etmiştir.

Hatıratının ikinci bölümünün Almanya’da Bonn’da kursta, iken kaleme alan ihtilâlci Albay bu bölümde’de Millî Birlik Komitesi’nin çalışmalarını, 13 Kasım ve 6 Haziran olaylarının (1-2) gelişimini incelemiştir. Aydemir anılarında kamu oyunda en fazla ismini duyuran 22 Şubat olaylarına. da geniş yer vermiş, kendisi ile birlik olduğu halde sonradan verdiği sözü geri alarak yapılmasa gereken hareketlerden vazgeçen rütbe sahibi kişilerin gerçek hüviyetlerini ortaya koymuştur.

Aydemir hâteatmın en ilginç bölümünü 21 Mayıs Olayİarı’indansonra Mamak Askerî Cezaevinde tutuklu bulunduğu sırada, kaleme almıştır.

(.Cezaevi, yöneticilerinin sıkı kontroluna ve insanlık dışı davranışlarına rağmen Aydemir burada, kaleme aldığı anılarını güçte olsa dışarıya çıkarmayı başarmıştır. Anılar Aydemirde beraber idam edilen en yakın ideal arkadaşı Fethi Gürcan’ın sevmek için koğuşa katlar aldığı üç yaşındaki ufak kız çocuğunun koy_ nuna sokularak dışarıya kaçırılmıştır.)

Son günlerim cezaevinde arkadaşları Erol Dinçer, Osman. Deniz, Fethi Gürcan ile birlikte geçiren Aydemir Mamak Cezaevinde yazdığı anılarının son yapraklarını Erol Dinçer’e teslim etmiştir. Akşehir Cezaevine nakledilen Süvari Üsteğmeni Erol Dinçer burada ihbar sonunda aranılmış ve kendisine zor kullanılarak yaranda bulunan notlar hiçbir zabıt tutulmadan gas-ibediliBİştir.

Aydemir’in son günlerini geçirdiği Ankara Merkez Cezaevinde yazdığı anılarının otûz sayfalık bir kısmi ise infaz gecesi Cezaevine gelen Sıkı Yönetim ilgilileri tarafından eşyaları içinden gizlice alınmıştır. Bu arada Aydemir’in hâtıraları arasında yayınlanması için üzerine bazı açıklamalar yazdığı Babuef’ün Devrim yazılan isimli kitabı’da görevli bir- assubay tarafından hücresinde bıraktığı-eşyaları arasından gizlice

II) 13 Kasım 14’lerin Millî Birlik Konıifesihdeh tasfiye'edilerek: yurt 'dışına ğönderihüesiniıi tarihidir.

2) .6 Haziran'Hava' Kuvvetleri Kumandanı İffâh Tanseİ’in tasfiyesinin durdurulması. '

: alınarak Son Havadis Gazetesi’ne bin lira karşılığında satılmıştır.

Aydemir’in cezaevindeyken yazmış olduğu son otuz sayfanın halen nerede olduğu bilinmemektedir.

Aydemir’in anılarını meydana getiren yazılar dört büyük klasör ve iki ses bandında toplanmış bulunmaktadır. Aydemir 22 Şubat akşamı harekâtın durdurulmasından sonra bazı önemli vesikaları saklamaları için teslim ettiği Jandarma  Teğmen Cengiz Katum a imza karşılığı verdi

Aydemir’e cephe alan 22 Şubat Emeklisi Muammer Şahin’e teslim etmişlerdir. Aydemir’in anıları yazılarına ve bantlardaki sözlerine aynen sadık kalmmak şartı ile hiçbir değişikliğe uğramadan yayınlanmaktadır.

Bu arada Akşam Gazetesinde yayınlanan anılar gazetecilik tekniğine göre çok uzun olduğu için özetlenerek yayınlanmıştır.

İki cilt halinde yayınlanacak olan. Albay Aydemir’ in anıları Akşam Gazetesinde yayınlanmamış olan bir çok vesika, fotokopi ve fotoğraflarla gerçekleri bu kitapta ortaya koyacaktır.

Aydemir’hı idam cezasının onaylanmasından sonra avukatı Orhan Pekey’in yaptığı itirazla infaz bir hafta geciktirilmiştir. Avukatın bir hafta sonra yaptığı ikinci itiraza rağmen Aydemir haklımdaki hüküm yasaların çiğnenmesi pahasına da olsa yerine getirilmiştir. Yeni Tanin Gazetesi Fıkra Yazan Aziz Nesin tarihin akışı içinde bu konuyu şu yazısı ile değerlendirmiştir.

KIRK SEKİZ SAAT

BEKLETİLEN GEMİ

AZİZ NESİN

Dünya tarihinin en alçakça yargılanmalarından biri belki de başlıcası Mithat Paşa dâvasıdır. Bu dâvanın acı sonu ve o korkunç siyasî cinayet, satılmışlarını bu siyasî dâvada oynadıkları alçakça rol bir yana, bu eski olayda beni ençok üzen, Ahmet Mithat Efendi gibi büyük bir yazarın, yazılarıyla Abdülhamit’i desteklemiş, bir büyük caniyi haklı göstermeye çalışmış olmasıdır.                                                      

Bilindiği gibi, Anayasa «Teşkilât-ı Esasiye Kanunu» yapıcısı Mithat Paşa,, Yıldız’daki uydurma mahkemede, kiralık yargıçlar önünde, yapma ve uydurma suçlardan mahkûm edilir. Sonradan boğdurulacağı zindana sürgün edilecektir. Bir gemiye bindirilip, gemi kalkar... Ama Boğaz’dan dışarı çıkmaz. Kızkulesi önüne gelinde demir atar, durur. Kırksekiz saat burada yatar gemi, ondan sonra yol alır. Meraklı birkaç kişi, geminin neden Kızkulesi önünde demirleyip kırksekiz saat kaldıktan sonra yola çıktığını birtürlü anlıyamamışlar. Pek öyle üstünde durup düşünen de yok ya... Mithat Paşa kimdir, ne yapmak istemiştir, Abdülha-mit ona neden kızmıştır? Bütün bunlar kimin umurunda... Ama yine, ne de olsa birkaç meraklı var. Mithat Paşa’mn bindirildiği geminin kazanı mı patladı; maki-nası mı bozuldu, daha yolun başında dibi mi delindi ? Nedir, ne oldu da gemi birkaç yüz metre açıldıktan sonra, kırksekiz saat Kızkulesi açığında demir atıp durdu ?

Yakınlarından olanlar, bir yolunu bulup uygun biçimde bunu Abdülhamit’e sormuşlar. Padişahların en işkillisi ve en kurnazı olan Sultan Abdülhamit şu cevabı vermiş:

— Mithat Paşa’mn uğruna kendisini feda ettiği millet, bakalım onun için ne yapacak, Mithat Paşa’yı kurtarmaya çalışacak mı, diye merak ettim de, bunu anlamak için gemiyi hareket ettirdikten sonra Kızkule-si önünde kırksekiz saat, beklettim.

Mithat Paşa’yı, milletinin Anayasayla yöneltilmesini istediği için, boğdurulacağı zindanına götürecek olan gemi, kırksekiz saat değil, kırksekiz gün Kızkule-si önünde demirli kalsa, kimsenin kılının kıpırdıyacağı yok: Sağır bir ortam, sağırlaştırılmış bir ortam, vurdum duymaz olmuş bir ortam... Tanrının yeryüzünde-ki gölgesi «Zillullah-ı fil _ âlem» olan Sultan Abdülhamit bunu çok iyi biliyor. Biliyor ama, işkilli ve kurnaz olduğu için, bir kere daha denemek, anlamak istiyor.

Mithat Paşa’mn hapsedildiği gemi, Kızkulesi önünde demirliyken, gazeteler bu karara karşı yayın yapsalar, İstanbul’da küçük bir kıpırdanma, başkaldırma, ayaklanma başlangıcı olsa, kurnaz padişah, Mithat Paşa’yı Taif Zindanına göndermekten vazgeçecek. Ya bir aff-ı şahane, ya bir karar değişikliği... Ama, Mithat Paşa'nın kiralık, satılık kalemler, hem de en büyük tanınanları, en ünlüleri, sözde kanun yoluna sokulmuş, bir meşrû biçim verilmiş bu eşsiz siyasî cinayeti savunmakta, onun doğru olduğunu millete isbata çalışmaktadırlar.

; Kısaca anlatmaya çalıştığım, ortamın sağırlığını gösteren, bu olay, beni çok düşündürür. Mustafa Kemal’i düşünürüm; milletinin kurtuluşu uğruna yalnız rütbelerini, nişanlarını saltanatı suratına çarpan değil, canını ortaya koyan Mustafa Kemal’i... Makam-ı. saltanatın elinde Mustafa Kemal’in idamı için ölüm fermanı vardır. Osmanlı Müslümanlığının en ulu, en yüce din adamı, Mustafa Kemal’in idamına fetva vermiştir.'

Bitiyorum, pek çokları şimdi söyleyeceklerime sinirlenecekler ,kızacaklardır. Bir varsayım olarak şöyle tasarlıyorum: İdamına fetva verilmiş Mustafa Kemal’i padişahçı ve emperyalist uşağı kuvvaiinzibatiye ele geçirip yakalamış olsaydı. Mithat Paşayı hapsettiği gemiyi de İstanbul Limanında kırksekiz saat bekleten Sultan Abdülhamit gibi, Sultan Vahdettin de Mustafa Kemal’i darağcma göndermeden, bakalım ne olacak diye kırksekiz saat, kırksekiz gün, kırksekiz hafta bekletseydi, ne olurdu, dersiniz ? Uğruna canını, koyduğu insanlar, Mustafa Kemal için ne yaparlardı?

Bu varsayımın pekçok kişinin canını sıkacağım biliyorum. Başka birşey, bir başka varsayım daha söylemek isterim. Mustafa Kemal’in idam fetvasına meşihat mührünü basmış olan din adamı, bugün aramızda yaşayabilmiş' olsaydı, hepimizden çok Atatürkçü kesilecek ve herkesten çok «Atam sen ölmedin, kalbimizde, yaş.ıyorsuuuun!» diye bağırmaktan sesi kısılacaktı.

Toplumumuz,. Mithat Paşa dönemi sağırlığından bugün ne oranda bir duyarlığa gelmiştir?

Sağır bir ortanı... Ama gerçek ulus severler ortamın sağırlığına kızmazlar, bilinçle duyarlı bir ortam yaratmak için yine de çalışırlar.

TALÂT AYDEMİRİN HÂTIRALARI

 

Yazan : TALÂT AYDEMİR


Takvimler 1964’ün 5 Temmuz’unu, saatler sabahın 2.55’ ini gösteriyordu. Son dört yılda çoğu geceler radyonun el değiştirmesiyle, alarmlarla sık sık uykusuz kalan Ankara’lılar o gece sâkin uyuyorlardı... Şehre bir ölüm sessizliği hâkimdi... Yalnız Asri Cezaevi’nin önünde gecenin geç saatleri olmasına rağmen büyük bir kalabalık toplanmıştı... Bütün gözler cezaevinin kapısına çevrilmişti...

Ölüm sessizliğinin yarattığı gerilim, ve heyecan son haddini bulmuştu ki, cezaevi kapısı aralandı. İriyarı bir adam kapıdan gülerek çıktı ve gazetecilerin yanma yaklaşarak:

— Beş dakika önce işi bitti. Herif hâlâ sallanıyor, dedi...

Konuşan, zamanın Ankara Valisi Enver Kuray idi.

22 Şubat ve 21 Mayıs ihtilâllerinin lideri Emekli Kurmay Albay Talât Aydemir, son ihtilâl teşebbüsünden tam 430 gün sonra idam edilerek dâvası uğrunda can vermişti...

(Aylardan, beri ölüm hücresinde bekleyen Aydemir, bütün adlî itiraz yolları kapandıktan sonra 5 Temmuz 1964 sabahı saat 2.30’da cezaevi müdürünün odasına getirilmiş, infaz heyeti, kararı burada kendisine tefhim etmişti.)

^Sağhk muayenesi dinî telkinden sonra beyaz idam gömleği Aydemir’in üzerindeki siyah kazak, gri pantolon ve hiçbir zaman kalbinin üzerinden eksik etmediği Harbiye rozetini örtmüştü. Bu sırada bazı görevliler gözyaşlarını tutamıyorlar, Aydemir ise bir ihtilâl liderinin vekarı ve soğukkanlılığı içinde onları teselli ediyor, hattâ şakalaşıyordu?)

Elleri kelepçeli olduğu halde sehpeya ilerleyen Aydemir son arzu olarak «Ben yardım istemiyorum. Kendi işimi kendim görürüm. Sadece ellerimi çözünüz» demiş, ancak İnfaz Savcısı ellerinin çözülemiyeceğini söylemişti. Bunun, üzerine Aydemir sehpaya çıkmış, boynuna ip geçirildikten sonra cellâdın düğümü ensesine yerleştirmek için fazla uğraşması karşısında müdahale etmiş ve «Memleket için hayırlı olsun» diyerek iskemleyi tekmelemişti. O sırada saatler 2.50’yi gösteriyordu .

21 Mayıs İhtilâl’inin 1610 sanığı içinde Türk Ceza Kanu-nu’nun 146. maddesine göre «T. C. Anayasası’nın tamamını tağyir ve tebdil ve ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan TBMM’ni iskata ve vazifesini yapmaktan men’e cebren teşebbüs etme» suçundan, idama mahkûm olan sadece iki kişinin, İhtilâl Lideri Emekli Kurmay Albay Talât Aydemir ile Emekli Süvari Binbaşısı Fethi Gürcan’ın cezalarının, infazına dair kanun Resmî Gazete’de 26 Haziran 1964 tarihinde yayınlanmıştı. Fethi Gürcan ile Aydemir 26 - 27 Haziran 1964 gecesi Askerî Cezaevi’nden alınarak Asrı Cezaevi’ne getirilmişler ve ayrı ayrı hücrelerde muhafaza altına alınmışlardı.

21 Mayıs’ın gözüpek ihtilâlcisi Gürcan kendisine karar tefhim edildikten sonra soğukkanlılıkla kâğıt kalem istemiş ve karısına kısa bir mektup yazmıştı. Hasta- olduğu için infazın. ertelenmesi yolunda yaptığı müracaat mahkemece reddedilmiş: bulunan Gürcan daha sonra beyaz gömlek giydi-dirilerek elleri kelepçeli olduğu halde sehpaya çıkartılmış, boynuna ilmik geçirilir geçirilmez cellâda ihtiyaç duymadan iskemleyi tekmeleyerek kendisini boşluğa fırlatmıştı. O sırada, avukatı Orhan Pekey’in bir itirazı dolayısıyla Ayde-rnir’in cezasının infazı ertelenmiş bulunuyordu. Arkadaşının idam edildiğinden haberi olmayan Aydemir idam mahallinden tekrar ölüm hücresine götürülmüştü...

ÂDALET TARİHİNDE GÖRÜLMEMİŞ SÜR'AT

Aydemir’in avukatı Orhan Pekey Sıkıyönetim Mahkeme-si’ne yaptığı müracaatta o zaman Meclis’te «Siyasî suçlarda idam cezasının hapse çevrilmesini öngören» bir kanun teklifi bulunduğunu bildirerek bu teklif ileride kanunlaştığı takdirde telâfisi imkânsız bir adaletsizlik doğabileceğini ileri sürmüş ve kanun görüşülünceye kadar infazın ertelenmesini istemişti.

Ertesi gün İstanbul’da bulunan Pekey dört sivil polis tarafından Birinci Şube Müdürlüğü’ne getirilmiş altı saat kadar bekletildikten sonra Ankara’dan uçakla gelen Sıkıyönetim Savcısı Turgut Akan kendisine itirazın Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından reddedildiğini- tebliğ etmişti.

İdamların görüşmesi meclislerde aylarca uzadığı halde Başbakan İnönü’nün Amerika’ya gitmesi üzerine infazların bir an önce yapılması için olağanüstü gayret gösterildiği mevzuata aykırı olarak yapılan bu tebligat ile daha iyi anlaşılmıştı.                             ,

Aynı gün Adalet Bakanı Sedat Çumralı, Aydemir’in itirazının mesnetsiz ve esassız olduğunu söylemiş, Devlet Başkanı Gürsel de «Bir ihtilâlin ikince derece sorumlusu asılır da, birinci sorumlusu asılmaz olur mu? Aydemir’in de hemen asılması lâzım» demiş, bu demeçler «adlî makamları tesir altında bırakma» şeklinde yorumlanarak hukukçular arasında sert tepki yaratmıştı.

Sıkıyönetim Mahkemesi’nin red kararına Aydemir’in Askerî Yargıtay’da itiraz hakkı vardı. Avukatı Orhan Pekey bir haftalık itiraz süresinin son gününe kadar itirazı yapmamıştı. 4 Temmuz 1964 Cumartesi günü saat 13’ten itibaren resmî hafta tatili başlıyordu. Pekey tam 12.57’de Sıkıyönetim Mahkemesi’ne başvurarak «Askerî Yargıtay nezdinde ikinci itirazını tebliğ etmişti.

Askerî Yargıtay böyle bir itirazı karara bağlamak için bir süre ile kayıtlı değildi. Yargıtay karar verinceye kadar ceza infaz edilemezdi. Ne var ki, bir hafta önce Gürcan’ı idam eden ve asıl mesleği lokantacılık olan Cellâd Mehmet Gürses o sabah saat 9.30 sularında Akşam Gazetesi Büro-su’na gelerek «Bu gece de Talât Aydemir’i asacağım. Başgardiyan bu gece infazın yapılacağını söyledi ve hazır olmamı istedi...» demişti.

Nitekim Pekey’in ikinci itiraz dilekçesi Sıkıyönetim Mah-kemesi’nce derhal Askerî Yargıtay’a gönderilmiş, Yargıtay Başsavcısı hemen itirazı inceleyip Birinci Ceza Dairesi’ne sevketmişti. Resmî tatil başlamış ve mesai bitmiş olmasına rağmen toplanan Birinci Ceza Dairesi itirazı 15.30’a kadar inceledikten sonra red kararı almıştı.

Dosya gene aynı sür’atle Sıkıyönetim Mahkemesi’ne, oradan da Ankara Savcılığı’na gönderilmiş, 15 dakika içinde gerekli işlemleri tamamlayan Savcılık Aydemir’in cezasınuı aynı gece sabaha karşı infazına karar vermişti. Böylece cellâdın kehaneti de gerçekleşmiş oluyordu. Aydemir, itirazının reddedildiğine dair karar avukatına tebliğ edilmeden idam hükmü yerine getiriliyordu...

Teamüle göre yabancı bir devlet başkanının Türkiye’de bulunduğu sırada idam cezalarının infaz edilmemesi gerektiği halde Aydemir’in idam cezası, Pakistan Devlet Başkanı Eyüp!Han’ın yurdumuzda bulunduğu bir sırada infaz edilmişti’.

ALBAYIM! ALBAYIMI ŞEHİD ETTİLER...

Avukatının itirazda bulunmasından bir süre sonra saat 14’te ihtilâlci albay, eşi Şadan Aydemir, oğlu Metin Aydemir ve kızı Tülin Aydemir tarafından ziyaret edilmişti. 35 dakikalık görüşmeden sonra Metin Aydemir, babasının sıhhatinin normal ve moralinin çok yüksek olduğunu söylemişti. Aydemir o kadar soğukkanlı ve neş’eli idi ki, ailesini teselli etmiş, onlarla. şakalaşmış, hattâ gelecek ziyaretlerinde getirmek üzere bazı siparişlerde bulunmuştu!

Aydemir’in idamı dolayısıyla gece Asri Cezaevi çevresinde ve Aydemir’lerin Subay Evleri’ndeki evlerinin önünde çok sıkı güvenlik tedbirleri alınmıştı.

Saat l’den sonra Ankara Valisi Enver Kuray, Sıkıyönetim Komutanı Cemal Tural, İnfaz Savcısı Sami Uğur, Adlî Tabip Mahmut Aktopuk cezaevine gelmişlerdi. Bu arada Ankara Merkez Kumandanı Tuğgeneral Sabrı Koçak da idamı seyrettirmek üzere 11 yaşındaki oğlunu da beraberinde getirmiş bulunuyordu.

Ankara İtfaiyesi’ne ait 54 numaralı kurtarma aracı idam sehpasını getirdikten sonra Sıkıyönetim Komutanı Cemal Tural cezaevi önünde güvenlik tedbirlerini kontrol etmiş, bu arada cezaevine yaklaşan gazetecileri de asası ile kovala-mıştı. Emniyet Genel Müdürü Ahmet Demir ve Ankara Emniyet Müdürü Ali Ulvi Sulukioğlu da infazı izleyenler arasında idi.

Aydemir ailesi akraba ve dostlarıyla birlikte 20-25 kişilik bir grup halinde hayatlarının en acı gecesini derin bir sessizlik ve kahredici bir hüzün içinde yaşıyorlardı. Saatleri, hattâ dakikaları sayıyorlardı...

Saat 4,23’te kapının zili acı acı çalmış, kapıyı Metin Aydemir açmıştı. Kapıda bir sivil polis gözyaşları içinde hıçkırıklarla sarsılarak:

— Albayım... Albayım... diyordu. Albayımı şehid ettiler!

Ailesi ertesi sabah Aydemir’in cenazesini büyük bir metanet içinde, tek damla gözyaşı dökmeden, dimdik giderek teslim aldı. Cenazesinde ailesi ve yakın dostları dahil olmak üzere dokuz kişi hazır bulundu. Bu sırada askerî birlikler Asrî Mezarlıkta çok sıkı güvenlik tedbirleri almıştı.

Aydemir toprağa verilirken talebesi olan görevli bir topçu teğmeni ağlıyordu... Askerlerin gözleri dolu dolu idi...

; Cenaze töreninden sonra 21 Mayıs’çı beş Harbiyeli Ay-demir’in mezarını çiçeklerle donatarak kumandanlarına son saygı görevini yerine getirdiler. Üniversite öğrencisi olan beş gencin 21 Mayısçı olduklarını yakalarındaki Harbiye rozetinden anlayan 28. Tümen Kumandanı Burhan Ercan hepsini tevkif ettirdi. Tümen karargâhında sorguya çekilen Harbiydiler e Burhan Ercan:

— Ulan... Dirisinin peşinden gittiniz, bir de ölüsünün peşinden mi gideceksiniz? diye bağrıyor ve hepsinden tek cevap alıyordu:

— Evet!

Ve beş Harbiye’li Ankara dışına sürgün edilirken Ankara gecekondularına bakan iki mezarın içinde dâvaları uğrunda başveren iki ihtilâlci yatıyordu...^

BİRİNCİ KISIM :

Kore. 1 Haziran. 1960

Şimdiye kadar hatırat yazmadım. Çünkü babam hayatta iken bana hiç bir surette bu gibi şeylere heves etme demişti. İlk defa onun bana söylemiş olduğu bu sözlerden ayrılıyorum. Beni buna zorlayan bu amilin ne olduğunu bilmiyor, ve bu satırları yazmaya koyuluyorum. Çünkü hâtıralar okadar tazeliğini muhafaza ediyorki, tesiri altından kurtu-lamadım. Mâzî hemen gözümün önünde canlandı. Hatırladığım kadarını hiçbir tesir altında kalmaksızın tamamiyle hakikatlere dayanarak kaleme almayı faydalı buldum. Belki birgün gelir, lâzım olur...

Her hâdisenin bir evveliyatı olduğu gibi bugün memlekette esen havanın ve kurtuluş günlerinin de geride bıraktığı izleri bildiğim kadar dile getirip bu kâğıda nakş edeceğim.

Bir asker olmam dolayısıyla hiç bir zaman siyasetle uğraşmayı ve sonunda siyasî hayata atılmayı düşünmedim. Yalnız bir kurmay subay olarak memleketin iç ve dış politi-kasını daima yakından takip ettim. Memlekette arzu edilen demokrasi idaresinin yerleşmesini canı gönülden arzu ediyorum, bunun için askerî düşüncelerimi bu istikamete tevcih ediyorum? Kuleli Askerî Lisesinde tarih hocamız Ali Rıza Bey, diğer lâkabıyla «Barbon»un tesiri altında kalmıştım. Rahmetli babam daha küçük yaştan beri beni devamlı surette bu fikirlerle aşılıyordu. Harbiye hayatım hep böyle geçti. Subay çıkıp hayata atıldığım zaman bu inanışlarım ve görüşlerim daha ziyade kuvvetlenmeye başladı. Nihayet tek partili hayattan kurtulup çok partili sisteme geçince bende memleketin istikbali hakkında büyük ümitler belirdi. Muhalefetin icra tarzı fikirlerime uygun geldiği için daima, her zaman her yerde fikren destekliyordum. 1950’ye kadar bu ümitlerle avundum. 1950 senesi memlekete hayırlı istikamet kazandırmıştı. Neticelerini ağır ağır bekliyordum. Fakat iki sene sonra ümitlerim kırıldı. Başlangıç çok iyi olmakla beraber seneler geçtikçe istikamet değişmeye başladı. Bu sıralarda Harp Akademisi öğrenimini bitirmiş, Genelkurmay Riyasetine tayin edilmiştim. Eylül 1954...

O zamana kadar büyük karargâhlarda çalışmadığım için ordunun icabında memleketin istikbalini tayin edecek bu en büyük karargâhın çalışma tarzını gözümde büyütüyordum. Orduya çok bağlı idim. Bir ordunun yükselmesi için ne lâzımsa yapmaya hazırdım. Çünkü bir memleketin ordusu şerefini muhafaza edip. Ayakta durmadıkça o memlekette iç ve dış huzur olamaz. O devlet hiç bir sahada yükselemez. Memleket dahilinde yapılan bütün inkilâplar orduya dayanarak yapılabilir. Yurt savunmasını ordu yapar. Hariç devletlere karşı söz hakkımızı orduya dayanarak kullanabiliriz. Bu inanç içindeydim. Lâkin görev icabı bu karargâhta bunu anlayan çok az insana tesadüf ettim. Bir aralık Bakanlıklar arası çalışmalara katıldım. Burada da en seçkin insanlarla temas ettim. Hiç birisi memleket gayesi ile çalışmıyorlardı. Herkes günlük işlerini mecburiyet tahtında bitirip. Kendi hayatını istikbalde nasıl tanzim edeceğini planlamakla meşguldü. Kendi kendime karar verdim. Bu memleketin gidişatı, gidişat değildir. Bir münevver olarak, bir kurmay subay olarak ilk önce ordu dahilinde düşüncelerime yakın düşünen arkadaşlarla işbirliği yapıp iktidarda bulunan partinin Türk Ordusunu ihmal ederek düşürdüğü bu kötü durumdan kurtarma çârelerinin neler olabileceğini ve ne şekilde hareket edilirse bu vaziyete bir son verilebileceğini plânlamaya başladım. Bütün düşüncelerimi bu istikamete yöneltip. Genelkurmay başkanlığında zemin yoklıyarak arkadaş aramaya başladım. Fikirlerime yatan hemen hemen hiç kimse bulamadığım için ümitsizliğe kapıldım. Sene 1954...

Bu karargâhtaki kurmay subaylar hepsi Akademi tahsillerini eski sistemde ikmal etmişlerdi. Harp Akademilerinin vermiş olduğu baskı altından kurtulamamışlardı. Çünkü o mektep öyle bir yerdiki, inandığın fikirlerini savunmana hiç imkân vermez. O baskı altında yetişen subaylar hayatta insiyatiflerini kaybederler. Daima «Evet efendim» ci olurlar. Hakikatleri haykırmak istedikleri halde yapamazlar. Daima boyun eğerler. İçlerinde bu haleti ruhiyeden sıyrıla-bilen çok az kişiyi kahraman olarak, gösterirler. Ben, hamd-olsun, askerlik hayatımda bu ruha bürünmedim. Bunun içinde mekteplerde çok kaybettim. Ancak fazla ileri gitmemek şartıyla bana Harp Akademilerinde tevcih edilmek istenen hücumları pasif mukavemetle geçiştirdim, ilk harp akademisi tahsilini, yani birinci sınıfını 1949 - 1950 senesindeki Harp Akademisi sistemine göre baskı altında okuyarak bitirdim. Kurmay Subay yardımcısı olarak mezun oldum. İkinci defa yine harp akademisinin ikinci sınıfına imtihanla girdim. 1953-54 ders yılında Akademide okurken artık o senelerdeki baskı izlerinin yavaş yavaş silinmekte olduğunu gördüm. O zaman şuna inandım. Artık bundan sonra yetişecek kurmay subaylara daha çok güvenebilirdim. Ve onlarla işbirliği yapabildiğimiz takdirde Ordunun kalkınmasını sağlayabilirdik. İşte Genelkurmay riyasetinde vazife gördüğüm 1954 senesinde yeni sisteme göre Harb Akademilerinden mezun olmuş benden başka hiçbir kurmay subay yoktu. İki denizci kurmay subay müstesna. Belki onun için fikirlerime uygun kurmay subay bulamamıştım. Herhalde... Derken 1954-55 senesi Harb Akademileri mezunlarının ekserisi Ankaraya tayin oldular. Bu yeni mezunların Genelkurmay ve Karakuvvetleri komutanlığına atanmaları, için Genelkurmayda çok çırpındım ve başardım. Çünkü, o zaman eski sistemde yetişmiş kurmay subaylarda şöyle bir zihniyet vardı. Harb Akademilerinden yeni mezun olanları hiç bir surette bu gibi karargâhlara sokmayalım ve görev vermiyelim. Bu zihniyet tamamiyle şuradan geliyordu...

·        1.  Genelkurmay Başkanlığında ne kadar az kurmay subay bulunursa orada bulunan kurmay subaylar harice daimi veya geçici görevle gitmek şansına o nisbette fazla sahiptirler.

·        2. İstedikleri iyi yerlere kendilerini kolaylıkla tayin ettir ekiliyorlardı.

·        3. En mühimi, yeni sistemde yetişen kurmay subayların yanında bilgi bakımından zayıf kalmalarıydı. Çünkü yeni yetişen kurmay subaylar, Amerikan doktrinlerine göre yetiştirilmişlerdi. Halen Türk Ordusu NATO Devletleri orduları içinde görev alıyordu. Hazırlanan bütün plânlar yeni usullere göre yapılıyordu. Eski Alman doktrinleri yerine Amerikan doktrinleri konmuştu. Bunları anlayan, eski sistemde yetişmiş kurmay subaylardan ancak tekamül kursu ,doktrin kursu görmüş olanlar veya kendi kendini bu sisteme intibak ettirmeye çalışmış olan kurmay subaylar Ordu da başarı gösterebiliyorlardı. Bunların miktarları o senelerde çok azdı. Ekserisi zaten çeşitli okullarda öğretmenlik yapıyorlardı. İşte bu düşüncelerin tahtı tesirinde yeni yetişen kurmay subayları çekemiyorlardı. Hele kendi statülerini uzun müddet muhafaza edebilmek gayesiyle Akademi sistemini baltahyarak mevcudun az olması için beş sene müddetle bu orduya kurmay subay mezun ettirmemişler di. Fakat şahsi menfaatlerin bu orduya hekadar kötülükler tevlit ettiğini bilemiyorlar, ileriyi görmüyorlardı. İşte sebeblerini açıkladığım gibi, yeni yetişen kurmay subaylara daha çok güveniyor, onlarda fikirlerine uygün arkadaşlar bulacağıma kani oluyordum. İstikametimi şimdide bu yana yönelttim ve eskiden, tanıdığım arkadaşlarla buluştukça fikirlerimi açmaya başladım. İlkola-rak beni bu vadide anlayan ve bana yanaşan o zaman kurmay binbaşı olan Sezai Okan oldu. Ve sırasıyla kurmay Binbaşı Osman Koksal ve Kurmay Yüzbaşı Adnan Çelikoğlu aramıza katıldılar. Sene 1956...

Birgün artık bu arkadaşlarla tam fikir birliğine varacağıma kanaat getirdiğim için bir toplantı yapılmasını teklif ettim. Eylül 1956...

Sezai Okan’ın Yenişehirdeki evinde toplanılması için karar aldık. Bir Cumartesi günü öğleden sonra ben, Sezai Okan, Osman Koksal randevumuza sadık kalarak geldik.. Fakat Adnan Çelikoğlu işi olduğundan gelememişti. Fakat alınacak karar için Sezai Okan’a vekâlet vermişti. Sezai’lerin evinde üçümüz uzun boylu konuştuk. Ben o zaman ilerisi için tasarlanan bütün plânlarımı hiçbir surette açmadım. Yalnız orduda yapılacak çalışmalar hakkında konuştum.

Ekim 1956 da İstanbul’a yüksek komuta akademisine gidecektim. Zaten bu. toplantıyı Ankaradan ayrılmadan önce yapmayı uygun, görmüştük. İlk olarak orada vardığımız karar şuydu. Bu ordunun gidişatının düzeltilmesi için hepimiz elbirliği ile çalışacaktık. Bunu yapabilmek için daha fazla arkadaşlara ihtiyaç vardı. Herkes inandığı insanlara bu fikirleri yayacak ümit verilenler tesbit edilmek suretiyle birbirimize irtibatlandırılacaktık. İlk önce hal edilecek mesele bu dâvaya inanmış, sadakatle çalışabilecek insanların bulunması, sonra bunların ordunun, kilit noktalarına getirebilmek için tasarlanan planların sistematik şekilde tatbik edik mesi idi, Bu ana fikir üzerinde tam bir anlaşmaya vardık ve birbirimize iyi .şanslar dileyerek ayrıldık. Bu anda arkadaşlarıma nazaran daha; müsait bir avantaja sahiptim. Çünkü Yüksek Komuta Akademisine gidiyordum. O devre yirmi dört kişilik deniz, kara, hava kurmay subaylarından bir topluluk, içersinde altı ayımı geçirmiştim. Aynı zamanda Harb Akademilerinin diğer öğrencileriyle temas sağlama imkânlarımda yardı.

Ekim 1956 da Yüksek Kumanda Akademisine başladığım andakidüşünceleripn ye 'tahayyüllerim. ‘ kısaca...şuydu: .

Bu kitle, az da olsa, benim çalışmam'için, müsait bir vasattır. Bütün bu arkadaşlar kurmay subaylık haklarını almışlardı. Eskiden Kara, Deniz, Hava Akademilerinde öğrenci olarak okurken bürünmüş oldukları zihniyetten kurtulmuşlar şahsiyetlerini kazanmışlar, artık kendi insiyatifleri ile hareket edecek bir durumdadırlar. İnandıkları dâvaları, fikirleri olduğu gibi çekinmeden savunabilirler, diyordum. İyi bir topluluk içinde resmî derslerimizden başka memleket dâvalarını, bunların en başında gelen Türk Ordusunun karanlık istikbaline bir veçhe verilmek suretiyle aydınlığa nasıl çıkarabileceğimizi tartışabiliriz zannediyordum. Fakat topluluk karsısında bir iki defa yaptığım denemede yanıldığımı gene anlamıştım. Çünkü istikbal endişesi ile kitle yine eskiden olduğu gibi Akademi sıralarındaki pasif, şahsiyetsiz ruha bürünmüştü. Bu gibi hareketleri tehlikeli buluyorlardı. Birkaç arkadaşımızla beraber yaptığımız çırpınmalar kitle üzerinde müsbet tesir yaratmadı. Bunu anladığım için kitle içindeki şahısları teker teker yoklamaya başladım. Ekseriya-öğle paydosu sonlarında arkadaşlarımla temasları sıklaştırmak suretiyle herkesi fikren tarttım. İlk defa burada fikren anlaşabildiğim insan Kurmay Binbaşı Rafet Aksoyoğlu oldu. Bu sahada çok hazırlıklı olduğunu gördüm. Kıza zamanda esas itibariyle anlaşmıştık. Müştereken faaliyete koyulduk. O sınıf içinde fikirlerimize yatan şu arkadaşlarla sıkı temas sağlamaya başladık: Muhabere Kurmay Binbaşı Fahrettin Ermutlu, Piyade Kurmay Binbaşı Halil Kayalı, İstihkâm Kurmay Binbaşı Şeref Olcay, Hava Kurmay Binbaşı Halil Menteş, Hava Yarbay Mustafa Postalcıoğlu, Topçu Kurmay Binbaşı İsmail Akgün. Daha fazlasını bulamamıştık. Bu arkadaşlarla zaman zaman ikimiz üçümüz bir araya gelerek dertleşiyorduk.

Bu faaliyetlerimi Ankara’da bulunan Sezaiye, Adnan’a yazmak suretiyle bildirdim. Kendilerinin faaliyet derecelerini sordum. Çünkü Ankarada yaptığımız ilk toplantıda söyle kararlaştırmıştık. O zamanda orduda böyle bir cereyan belirmişti. Herkes aşağı yukarı bizim düşündüğümüz esaslar dahilinde birleşmeyi iş birliği yapmayı arzu ediyordu. Ve beni eskiden beri tanıyan bir çok arkadaşlarımdan teklifler alıyordum. Başlangıçta bu dört arkadaştan hiç birimiz birbirimize haber vermeden diğer bir kuruluşa katılmayacaktık. Onun için sık sık birbirimizi gelişen durumdan haberdar

edecektik. Ben İstanbuldaki faaliyetlerimi tafsilâtlı olarak Ankaraya yazdım. Yeni hazırladığım arkadaşlarla daha sık temas edeceğimi, icap ederse aralarından bir kısmının aramıza dahil edilebileceğini önceden haber verdim. Bu karar üzerine Raf et Aksoyoğlu ile anlaşmamız daha ileriye vardı. Birgün esas gayenin aramızda açıklanması bizi birbirimize daha çok yaklaştırdı. Artık en mahrem tasarı ve plânlarımı ona açabiliyordum. İyi anlaşıyorduk, istikbalde daha emin adımlarla ilerliyeceğimizi inanıyordum. Yüksek Komuta Akademisi bitmek üzere idi arkadaşlarımız dağılmadan bir toplantı yapıp bazı kararlar almamız gerekiyordu. Bunun için yukarıda isimlerini yazdığım arkadaşları Kurmay Binbaşı Ermutlu’nun evinde toplanmaya davet ettim.

Şubat 1957 de bir Cumartesi günü öğleden sonra bütün arkadaşlar toplantıya geldiler. Ben toplantıyı aşağıdaki konuşmamla açtım :

«Arkadaşlar...

Buraya toplanmamızın maksadını hepimiz biliyoruz. Biz kurmay subaylar ordunun bugünkü durumundan daha iyi vaziyete girmesi için fikren anlaştığımız esaslar dahilinde kalkınmasına çalışacağız. Artık neme lâzımcılığı bir tarafa bırakıp nihayet yetişkin ve münavver kimseler gibi düşünmek zamanı gelmiştir. Akademi tahsili hayatımız bitmek üzeredir. Mesuliyetsiz günlerimiz sona ermiştir, asıl ordu saflarındaki vazifelerimize başlamak üzereyiz. Yeni vazife yerlerimize iyi veya kötü olduğumuzu göstermedikçe hayatın bize neler ifade ettiğini anlatmamıza imkân yoktur. Şu hususu katiyyetle söyleyebilirimki, bizler Akademi tahsilimizi yeni esaslara göre tamamladık. Yeni doktrinlere yeni zihniyetlerle sahip olarak yetiştik. Ele alınacak dâvaların plânlamasını iş bölümü sayesinde gayet iyi yapabilecek durumdayız. Eilirnizde gerçekleştirmeye inandığımız bir plan vardır. Onu el birliği ile meydana çıkarmak işte bizlere düşüyor. Onun için hepimiz var kuvvetimizle çalışmalıyız, hepimize başarılar dilerim.»

«Şimdiye kadar bende bulunan bütün vesikaları imha ettiğim halde bu yazıyı bugüne kadar saklamıştım. Onun için aynen yazdım.»

Toplantı gündemde mevcut programa göre devam etti isede bazı arkadaşların çok hazırlıksız olduğunu gördüm ve bazılarının kafalarında istifhamlar çizerek irkildiklerini sezdim. Bu düşüncelerimi eve dönerken Rafet’e açtım. Aynı şeyi o da düşünmüştü. Nitekim ikinci bir defa yapmayı kararlaştırdığımız toplantıya Gelibolu’dan geziden dönerken arkadaşlara gemide ben ve Rafet hatırlatmamıza rağmen bu kadroyu toplıyamadık. İkinci toplantıyı yine Ermutlu’nun evinde yaptık. O toplantıda şu arkadaşlar vardı :

Fahrettin Ermutlu, Rafet Aksoyoğlu, Halil Kayılı, Halim Menteş ve ben. Diğerlerinin bu işte çekingen kaldıkları anlaşıldı. Bizde bu hususta kendileri ile hiç bir surette.temas sağlamadık. Daha başka arkadaşlar bulmak için faaliyetlerimizi arttırdık. Çünkü İstanbul’da kalmamız, ancak izinli bulunduğumuz bir aya inhisar edecekti. Ben o zaman Kara Harb Akademisinde hocalık yapan Kurmay Binbaşı Rauf Gökçe ile teması sıklaştırdım. Zaten daha evvelde tanıyordum. Çünkü Akademinin birinci sınıfını beraber okumuştuk. Onunla bu vadide anlaştık. Yine aynı zamanlarda Harp Akademisinin ikinci sınıfında okuyan öğrencilerin fikirlerini öğrenmek istedim, sınıf arkadaşım olan Topçu Binbaşısı Dündar Seyhan’ı birkaç defa temasdan sonra tamamiyle bu fi- ‘ kirlerle yoğrulmuş, hazır buldum. Mart 1597 ayında Sezai Okan, Adnan Çelikoğlu yüksek komuta kademesinde okumaya geldiler. Onlara hiç vakit geçirmeden teşkilâtın genişletilmesinin zamanının geldiğini bildirdim. Artık nihai hedefin açık olarak tayin edilmesinin uygun olacağını düşündüm. Çünkü ne olur ne olmaz diye o vakte kadar Rafet Aksoyoğlu hariç hiçbir kimseye yaptığımız toplantılarda hakiki maksat açıklanmamıştı. Hattâ Fahrettin Ermutlu’nun evinde yaptığımız ilk toplantıda Rafet bana «nihai hedefi açıklayalım» diye toplantıya giderken yolda ısrar etmesine rağmen, ben kabul etmedim. Toplantı nihayetinde de isabet ettiğimi anlamış oldum. Çünkü daima yapılan taplantılarda o zamana kadar ordu dahilinde yardımlaşma, ordunun ana dâvalarının nasıl hal edileceği arkadaşlar arasında nasıl iş birliği yapılacağı görüşülüyordu. Bundan da düşündüğüm yegâne gaye henüz hazırlık devresinde idi, arkadaşlarımızla henüz kuvvetli olarak kaynaşmamıştık. Sonra her ihtimale karşı takip edilebilirdik. Belki yanıhpta ihanet edende çıkabilirdi, onun için ihtiyatlı hareket ediyorduk, herhangi bir tehlike halinde verilecek ifadeler herkes tarafından nihai hedef çizilip kararla ştırılmadığı için bizi şimdilik büyük tehlikelere sürükleyecek durum yoktu. Rafetle ikimiz şu kararı verdik :

İHTİLÂLE KARAR VERİLDİ.

Artık esas gayemizin açıklanması zamanı gelmişti. Ben ve o iyi tanıdığımız bu arkadaşlarla teker teker randevu verdik ve görüşmek suretiyle gayeyi açıkladık ve şu şartı belirttik :

«Bunun nihayetinde muvaffak olmamakta vardır. Veya akamete maruz da kalınabilir. O zaman ceza büyüktür. Bir manga askerin karşısında kurşuna dizilmeye razı mısınız?» Diye gayeyi açıkladığımız arkadaşlara soruyor ve karar vermek içinde en geç yirmidört saat mühlet veriyorduk. Ben, Sezai, Adnan, Fahrettin, Rauf Gökçe ve Dündar Seyhan ile görüşüp muvafakatlerini aldım. Rafette, Halil Kayalı ve Ahmet Yıldız’dan muvaffakat almıştı. Hemen hemen bütün bu arkadaşlarımız hiç çekinmeden derhal razı oldular. Zaten onlarda aynı hislerle dolu imişler. Birbirimize büsbütün açılmıştık. Artık teşkilâtımızın sağlam bir esasa bağlanması ve bu arkadaşlarla bir araya gelerek kendi içimizden seçilecek bir heyete planlama vazifesinin verilmesi, teşkilâtın idare kurulunun tayin edilmesi gerekiyordu. Bunun için bütün İstanbul’da bulunan arkadaşlarla beraber bir toplantı yapılması kararlaştırıldı. Rafet Aksoyoğlunun evinde, Üskü-darda eski Mahmut Şevket Paşanın konağında Mart 1957 de, bir cumartesi günü öğleden sonra Adnan Çelikoğlu, Osman Koksal hariç (Yalnız Osman Ankaradaydı) toplandık. Adnan işi olduğunu beyan ederek gelmemişti. Yalnız bu iki arkadaşta bizim vereceğimiz kararlara iştirak edeceklerini bildirmişlerdi. Orada bulunanlar şunlardı:

Ben, I Sezai Okan, Rafet Aksoyoğlu, Halil Kayalı, Fahrettin Errnutlu, Rauf" Gökçe, Ahmet Yıldız, Dündar Seyhan, Orhan Kabibay.

Mutat üzere toplantıyı ben açtım. Kısa bir konuşmadan sonra hemen esasa geçildi. Gaye açıklandı. Çalışmalarımızın neticesi bu memleketi bu gidişatından kurtarmak için ne lâzımsa yapmak ve icap ettiği takdirde hükümet darbesi yaparak idareyi ele almak, kararlaştırıldı.

Yalnız bunun için bir çok hazırlıklara ihtiyaç vardı. İşte o hazırlıkların planlanması gerekiyordu. .Bu planlamaya geçilmeden evvel ilk önce aramızda dört kişiden ibaret bir idare kurulunun seçilmesi ve yemin edilmesi gerekiyordu. Gizli reyle seçim yapıldı. Ö vakit için ben Başkan, Ahmet Yıldız Genel Sekreter, Sezai Okan ve Rafet Aksoyoğlu üye olarak seçildik. Dündar Seyhan’ın hemen orada hazırladığı (Halbuki daha evvelden esası hazır olan) yemin suretini Orhan Kabibay'ın getirdiği tabancanın üzerine elimizi teker teker koymak suretiyle tamamladık. Büyük heyecan içinde olduğumuz gözlerimizden okunuyordu. İlk defa komite resmen kurulmuştu. Çünkü hayal gibi gözüken düşüncelerimizin temeli işte ogün orada atılmıştı. Bundan sonra işin planlanmasına geçilecekti. Planlama şu hususları ihtiva ediyordu. Sırasıyla ben heyeti umumîyeye arz ettim:

·        1.  Komitenin genişletilmesi,

·        2.  Komiteye alınacak şahıslarda aranılacak vasıfların tesbiti.

·        3.  Komiteye alınma usullerinin kararlaştırılması,

·        4.  Komiteye dahil edilen şahısların ordu dahilinde kilit noktalara getirilme işinin planlanması,

·        5.  Ordudaki bu kilit noktalarının neler olduğunun tesbiti,

·        6.  Haberleşme sisteminin tayini,

·        7.  Komite içersinde herhangi bir arkadaşın veya arkadaşların bir felâkete uğraması halinde yapılacak maddî yardımlaşmanın esaslarının tesbiti,

·        8.  Herhangi bir surette yanılıpta komiteye ihanet edebin cezasının tayini.

·        9.  Komiteye dahil olanların riayet edeceği genel prensiplerin neler olacağı,

·        10. Ordunun kalkınması için lâzım gelen hususların neler olduğunun tesbiti.

Bütün bu konular hakkında arkadaşlarımız fikren hazırlanacaklardı. Heyeti umumîyenin teklifi ile bu işlerin ve planın ana hatlarının çizilmesi idare kuruluna bırakıldı. Ve îdare Kurulunun hazırlıyacağı ana prensiplerin tartışılarak karara bağlanması kararlaştırıldı. Birbirimize başırılar dileyerek ayrıldık. Hazırlanacak bu plana şahsen büyük emek verdim. Fikren hazırladığım gibi yazılı olacakta madde başlarını tesbit ettim. İdare Kurulunu ilk defa toplantıya davet ettim. Hazırladığım hususları tartıştık, anlaşmaya vardık. Tekrar Genel Kurul ile bu hususları tartıştık ve neticeye vardık :

·        1.  Komitenin genişletilmesi işi şöyle olacaktı :

Her arkadaş 'kendi bulunduğu yerde itimat ettiği arkadaşlarını fikren yoklayacaktı.. Komiteye alınacaklarda aranılan vasıflara uygunsa ilerde bütün mesuliyet kendisine ait olmak üzere teklif edecekti. Komiteyi teşkil eden bütün âza-lar ve arkadaşlar o arkadaş hakkında incelemelerini yapacaklar ve rıza gösterdiklerini genel sekretere bildireceklerdi. Çünkü komite içinde bütün muhaberat genel sekreterin kanalı ile olacaktı. Ondan sonra idare kurulunun vereceği kararla teklif edilen arkadaş hangi kademedeki hücreye girecekse teklif eden arkadaşa bildirilecek ve o kademenin şefine irlibatlandırılacaktı. Komiteye alınacak her şahıs için üyelere veto hakkı tanınmıştı. Birinci kademeye altı ay gibi tecrübe safhasından geçmedikden sonra hiç kimse alınmayacaktı. Komiteye tavsiye edilen arkadaşlar derecesini tayin etmek için muhaberatta kullanılan ve kararlaştırılan parola şuydu :

Filancanın (Yani komiteye teklif edilen ismin veya adresin yazılarak) selâm var, çok selâtn var, gözlerinden öpüyor...) diye bildirildimi hakkında tahkikat o dereceye göre yapılırdı. Netice teklif eden arkadaşa aynı parola ile bildirilirdi. Bazen değişik cevaplarda gelebilirdi. «Selâm var -Üçüncü kademe» «Çok selâm var - İkinci kademe», «Gözlerinden öper - Birinci kademeye» girecek anlamına, gelirdi.

·        2.  Komiteye ordudan albay. rütbesinden fazla- rütbeye sahip hiç kimse alınmayacaktı. Bilahare. bunun .içinde karar verilecekti. Komiteyi 1959. senesine kadar Albay rütbesinden daha yukarı kimse dahil edilmedi. Arada sırada bazı generallerin fikirleri yoklandıysa da kimseyi dahil etmeye cesaret edemedik. Zaten henüz kati olarak yanaşan da yoktu.

·        3.  Komiteye dahil edileceklerde aranılacak vasıflar şunlardı:

Şerefli, namuslu, dürüst olmak. Mazisi tamamiyle temiz olmak, Vatanperver, fedakâr olmak. Cesur enerjik olmak. Medenî cesaret sahibi olması, fikirlerini herzaman, heryerde, her rütbede inandığı şekilde savunmasını ve yaymasını yapabilecek şekilde hareket etmesi, sır saklamasını bilmesi. Aldığı görevi kontrolsuz yapmaya alışmış olması mevki hırsı bulunmaması, haris olmaması. İşbirliği veya yardımlaşma zihniyetine sahip olması. Her şeyden evvel memleket menfaatine olan dâvaları benimsemiş olması, sırası geldiğinde hayatını feda etmekten dahi çekinmeyecek şekilde fedakâr olması.

·        4.  Ordu dahilinde kilit noktaları önem sırasına göre şöyle tesbit edilmişti :

Kara Kuvvetleri Komutanlığı Personel Başkanlığı, Erkan Şubesi, Sınıf dairelerinin personel şubeleri,

Başvekâlet, Riyaseti Cumhur ve Millî Müdafa Vekâleti, emir subaylıkları. •

Hususî kalem müdürlükleri, genel sekreterlikler, Millî Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Muhafız Alayı Komutanlığı, Harb Okulu Kurmay Başkanlığı, Sınıf Okulları Kurmay Başkanlıkları ve buradaki hocalıklar.

Genelkurmay Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Genel Karargâh Şubeleri, bilhassa planlama şubeleri.

Zırhlı Tugay Kurmay Başkanlıkları ve kıta hizmeti gelenlerin tercihan bu kıtalara atanması.

Ordu, kolordu, tümen karargâhları, tugay karargâhları, üçüncü şube müdürlüğü ve kurmay başkanlıkları, yedek subay kurmay okulu başkanlığı veya öğretmenlikleri.

(Ankarada, İstanbulda, herhangi bir yer de olabilirdi.)

·        5.  Komitenin genel prensipleri :

Bütün şahısların riayet edeceği hususlar :

·        a) Hiçbir kimse komitenin haberi olmadan diğer bir komiteye giremez.

·        b)  Komitenin karar altına almış olduğu fikirlerin, düşüncelerin haricinde konuşma yapılamaz.

·        c) Komitece benimsenmiş ve bir tek fikir olarak kabul edilmiş olan ordunun ana dâvalarının halline ait görüşler, aynı, şekilde her yere yayılır, savunulur, bilhassa büyük rütbeli subaylara, generallere sırası gelince duyurulmasına çalışılır.

·        d) Komite içinde hiç kimse şahsî işi ile uğraşamaz. Bu gibi durumlar komitece vazifelendirilecekler tarafından halledilir.

·        e)  Komiteye yeni üye bulmak için herkes bütün gayretiyle çalışır.

·        f)  Üyeler komiteye mensup olduğunu hiç bir suretle hiç bir kimseye açmağa yetkili değildir.

·        g)  Komite mensubu hiçbir suretle hiçbir yerinde komiteyle ilgili doküman, not, adres taşıyamaz. Herşey zihinde muhafaza edilir.

·        h)  Herhangi bir muvaffakiyet halinde iktidar ele geçince herkes bulunduğu rütbe ile iktifa edecek, ordu dahilinde verilen vazifede çalışmasına devam eedecektir.

·        i)  Komite mensubu hiç bir siyasî parti ile temas etmi-yecek, ancak komitece karar alındıktan sonra partilerle işbirliği yapmak yoluna gidilecektir.

k) Komiteden ayrılmak isteyen her zaman için serbesttir. Haber vermek suretiyle ayrılabilir. Fakat hiç bir suretle ihbar etmemek lâzımdır aksi takdirde cezası yine ölümdür. Bu gibi kimselerin komiteye tekrar alınması bahis konusu olamaz.

·        6.  Ordunun kalkınması için hâl edilmesi lâzım gelen ana dâvaların neler olduğu tesbit edildi. Bunlar sıra ile önceliğe ..göre alınıp etüdleri komitece hazırlanacaktı. Kati olarak henüz bu çalışmalar yapılamamıştı.

·        7.  Komite dahilinde yardımlaşma, haberleşme usulleri karara 'bağlandı.«Teferruatlı olduğu için yazmıyorum.»

·        8. Herhangi bir suretle yanılıpta ihanette bulunana karşı ölüm cezası tanındı. İttifakla karar altına alındı.

İşte komitenin aşağı yukarı ilk hazırlıkları tamamdı. Bundan sonra teferruatlı plânlamaya geçilecek ve sıra ile plânlar icra edilecekti. İlk önce tayin işleri ele alınacaktı. Bundan da hedef birinci derecede Ankara, ikinci derecede İstanbul idi. Çünkü merkezde bulunmak her şeyi kolaylaştırıyordu. Aynı zamanda komitenin idare kurulu, ekseri arkadaşlar nerede ise orada teşkil ediliyordu. Bu suretle plânla-yıcılar daima değişebiliyordu. Hemde idare kurulu üyeliği muayyen şahıslara inhisar etmiyordu. Bunu şahsen teklif ettiğim zaman ilk defa olumlu karşılanmamıştı ama sonradan herkes ikna olduğu için karar altına alındı.

Durum bu merkezde iken Yüksek Kumanda Akademisini bitirmiş ve iznimi kullanmış olarak Ankaraya Genelkurmay Başkanlığındaki görevime döndüm O zaman Genelkurmay Başkanlığı Lojistik Dairesi Plân Şubesinde çalışıyordum.

Nisan 1957...

İKİNCİ KISIM :

Ankara’ya geldiğim zaman ilk işim Osman Koksal ile temas etmek oldu. Çünkü o bizim İstanbuldaki çalışmalarımız-' dan tafsilatlı olarak haberdar değildi. Görüştük. Alman kararları kendisine tebliğ ettim. Tam bir anlaşmaya vardık. O zaman Ankarada da komite üyelerinden kurmay binbaşı Fahrettin Er mutlu da Kara Kuvvetleri Komutanlığı istihbarat Şube Müdürlüğüne vekâlet ediyordu. Görüşmelerimizi her gün onun odasmda yapıyorduk. Çok emniyetli bir odaydı. Birgün Fahri kendisinin arkadaşı olan Kurmay Stajyer Topçu pilotu Necmi Bek’i bana tanıttı ve komiteye alınması için teklif etti.' Kendisi ile Fâhri’nin odasında yaptığım görüşmede derhal onunda bir komiteye dahil olduğunu ve durumumuzdan haberdar bulunduğunu anladım. Hemen oracıkta tam itiraf etmedi isede, lüzumlu bilgiyi verdi. Bu suretle ,bizim komiteyi genişletmek için yaptığımız teşebbüste diğer komiteden-de bazı arkadaşların içimize dahil olduğu anlaşılmıştı. Bunlar Ahmet Yıldız, Dündar Seyhan, Orhan Kabibay’dı. Bu suretle aynı gayelerle çalışan iki komitenin birinci kademeleri birbirinin içine girmiş oluyordu. Bizim içimize dahil olan bu üç arkadaş, Yıldız, Seyhan,: Kabibay kendi komiteleri namına vazifelerini gayet iyi yapmışlardı. Bu bakımdan takdire lâyıktu’lar. Bizim komitemiz bunda aldanmış oldu. Fakat aynı gayelerle çalışılmış olduğundan kuvvetlerin birleşmesine vesile olundu.

Ertesi gün Ankarada Ordu Evinde kurmay Albay Faruk Ateşdağlıya tesadüf ettim kendisini çok eskiden ta teğmenliğimden tanırdım. 43. Topçu Alayında beraber bulunduk, O zaman çok ateşli, mert bir subaydı. Alayda hareketlerinin hayranı idim. Prensiplerini benimsemiştim hayatta askerliğin icaplarını, tutumunu ilk defa komutanlıkta aranan vasıfların tatbikini ondan öğrendim. Benim için en büyük bir rehberdi. Hiçbir zaman ordu hayatımda irtibatımı kaybetmemiştim. Konuşurken meseleyi bu vadiye döktüm baktım, onda da bazı işaretler sezmeye başladım. Hemen onunda karşı komite ile ilgili olduğunu anladım. Çünkü bizim komite' arkadaşlarının isimlerini sorarak benden tahkikat taleb ediyordu. Bu suretle mesele tamamiyle açıklanmış oldu. Yalnız burada bir hata yapılmıştı. Faruk bey’in dahil olduğu komiteden bir arkadaş; yarbay Faruk Güventürk, îstanbulda cereyan eden olayları ve bizim komite arkadaşlarının isimlerini ona İstanbuldan yazılı olarak mektupla bildirmişti. Bu emniyeti ihlâldi. Bu durum üzerine Faruk Güventürk’ün komite arkadaşları kendisi ile tartıştı ve böyle bir hareketin tekrar edilmesi önlendi. O gün Faruk Ateşdağlı’nın bana yapmış olduğu teklif şuydu :

Artık olan olmuş, durum anlaşılmıştı. Aynı gaye için çalışan iki komitenin kuvvetlerinin dağılmaması için birleşil-mesini teklif ediyordu. Bunun için komite başkanı olarak karar vermeye selâhiyetli değildim. Durumu komite arkadaşlarına bütün açıklığı ile bildirmem gerekiyordu, ancak onların fikirleri alındıktan sonra böyle bir karara varılabilirdi. Çünkü bu durum karşısında şu üç şık vardı :

·        1.  Her iki komitenin derhal birleşmesi.

·        2.  Her iki komiteninde ayrı ayrı çalışarak gelişen durumlardan idare kurulları vasıtasıyla birbirlerini haberdar etmesi.

·        3.  Bizim komitenin kendi içinde görülmesi arzu edilenlerin diğer komiteye iltihakı, diğerlerininde ayrı çalışmaları.

Bu üç hal tarzının fayda ve mahsurları belirtilmek suretiyle ikimiz arasında tahlil edildi. Her ikimizde birinci hal tarzı için prensip olarak anlaştık. Ben bu durumu sırasıyla Ankara’da -bulunan Ermutlu’ya, Osman Köksal’a bildirdim. Onlarda benim düşündüğüm şekle taraftar olduklarını söylediler. Hatta her ikiside bana «Sen neredeysen bizde oradayız.» dediler. O günlerde Pariste NATO Karargâhında üç ay süreli olarak görevbaşı kursuna gitmem için emrim çıkmıştı. 28 Nisan 1957 de Parise hareket edecektim. Hemen izin alıp İstanbula gittim. İlkönce Dündar Seyhan ve Orhan Ka-bibay’ı buldum hiçbirşey söylemedim. Yalnız Kadiköyünde Hacıbekir Pastahanesinde randevulaştık. Kendileri geldiğinde ağızlarını aradım. İlk önce inkara kalktılarsada sonradan onlarda itiraf ettiler. Derhal anlaştık. Ben kendi arkadaşlarımla temas edip durumu ve kararımızı kendilerine bildirecektim. îstanbuldaki arkadaşlarımı sırası ile teker teker gördüm: Rafet, Sezai, Adnan, Halil Kayalı Rauf Gökçe... Durumu kendilerine açıkladım herkesin fikrini ayrı ayrı aldım. Bütün ihtimalleri ayrı ayrı söyledim. Neticede herhangi kötü bir durum olursa mesuliyet kabul etmiyeceğimi kendilerine bildirdim. Çünkü komite arkadaşlarımı bu safhaya kadar ben sürükleyip getirmiştim. Sonra bana keşke birleşmesey-dik diyebilirdi. Fakat hepsi de itirazsız birleşme fikrini kabul ettiler. Bu durumu Dündar Seyhan’a bildirdim.. Kendilerine geride kaç arkadaşları olduğunu sordum. Hemen o anda açıklamadılar. Bunun üzerine şu durum kararlaştırıldı. Her iki komitenin idare kurulları ilk toplantıyı yapacaklar orada komitelerin programları tetkik edilecek, ona göre karar verilecek. Beşiktaş iskelesinin üzerindeki kahvede toplanıldı. Biraz görüşmeden sonra orası emniyetli bulunmadığı için Üsküdara geçildi İskelenin yanında yüksek bir binanın üst katındaki pastahanede şu arkadaşlar toplanmıştık.: Ben, Rafet Aksoyoğlu, Sezai Okan, Faruk Güventürk, Dündar Seyhan Orhan Kabibay, Ahmet Yıldız, Halil Kayalı.

O günkü toplantıda karşı komiteden program ve plânlarını istedim. Çünkü bana daha eski bir komite olduklarını, herşeylerinin tamam olduğunu bildirmişlerdi; Fakat nedense bize hiçbir esas veremediler. «Çünkü olmadığını zan ediyorum.» Onlarda yeni kuruluş halindeydiler. Veyahut çalışma sistemleri bir plâna dayanmıyordu. Hazırlıkları söyledikleri gibi tam değildi. Bu hususuda bir tarafa bırakarak esas olan birleşme işini yüzde yüz olmasada hal ettik. O zaman kendi komite üyelerinin isimlerini açıkladılar. Şu isimleri bildirdiler :                                                     •                         ,

Kurmay Albay Faruk Ateşdağlı, Topçu Pilot Binbaşı Necmi Bek, Binbaşı Mehmet Hazer, Topçu Binbaşı Şükrü, Tank Yüzbaşı Orhan Erkanlı, Topçu Binbaşı Necati Ünsalan, Topçu Pilot Yüzbaşı suphi Gürsoytırak.

Bu arkadaşların ekserisini orada bulunan arkadaşlarım ve ben tanıyorduk, Harb Akademisinin ikinci sınıfında oku-

Ahmet Yıldız, Talât Aydemir, Osman Koksal, yorlardı. 0 günkü anlaşmamızı yerine getirmek üzere ayrıldık.

Ben üç ay için Paris’e gittim. Yerime komite başkanlığını, diğer komite ile kesin olarak birleşinceye ve ben gelinceye kadar Sezai Okan yapacaktı. Pariste üç ay kaldığım müddetçe Hava Kurmay Binbaşı Halim Menteş ile beraberdik. Orada bulunan Hava Kurmay Yarbay Mucip Ataklı’ya komiteye girmesi için teklif ettim derhal kabul etti. Pariste iken Sezai ile, Rafet ile yaptığım haberleşmede tatmin edici haber alamıyor ve üzülüyordum. Nitekim Ağustos 1957 de yurda döndüğümde müşterek komite içinde faaliyet çok azalmıştı Yalnız komiteye iki arkadaş alınabilmişti. Birisi Kurmay Albay Naci Asutay .diğeri Kurmay Binbaşı Necdet Uruğ idi. Ben hemen yeniden bir toplantı yapılmasını teklif ettim. Bostancı’da Dündar Seyhan’ın evinde toplandık. Orada şu. arkadaşlar vardı:

Albay Faruk Ateşdağlı, Yarbay Faruk Güyentürk, Albay Naci Asutay, Dündar Seyhan, Orhan Kabibay, Binbaşı Necati Ünsalan, Binbaşı Şükrü, Rafet Aksoyoğlu, Halil Kayalı, Rauf Gökçe Ahmet Yıldız.

İlk iş olarak ben Albay Faruk Ateşdağh’nın Komite içersindeki durumuna itirazettim. Bu. komitede bulunduğuna göre başka daha büyük rütbede veya aynı ayar rütbede subayların dahil bulunduğu bir komiteye dahil olabilirdi., diye düşünüyordum. Açıklamasını istedim. Çünkü böyle düşünmekte haklıydım, eskiden 1249 yılında Seyfi Kurtbek tarafından hazırlanan bir komitede görev aldığını biliyordum. O zaman komitede yer almış bulunan eski arkadaşlanylada aynı şekilde irtibatta olabilirdi. Yahut Harb Akademilerindeki, hocalarla böyle bir teşekkül yapabilir diye düşünüyordum. Fakat orada hepimizin önünde yaptığı açıklamada ve verdiği sözde artık hiç bir yerle alâkası olmadığına. kanaat getirdim. Yalnız Albay Ateşdağlı nirengi noktası teşkil edeceğinden kendisine komite içinde faal görev verilmemesi kararlaştırıldı. Yoksa o da Ordunun Faruk Ağabey diye tanıdığı, sevdiği hepimizin, hürmet ettiği bir askerdi, her şeye, lâyıktı içimizde en yaşlı ve en kıdemli olmasına rağmen. daima büyük bir olgunlukla memleket dâvasında her şeyi .bir ..tarafa bırakarak çalıştı.

O gün de karşı komitenin bize hazır diye bildirdikleri, programlarından, çalışma sistemlerinden esaslı. bir bilgi edinemedik. Nedense bu cihete komitede kimse yanaşmıyordu. Herhalde kimse hazırlığa güvenemiyordu. Nihayet bizim komitenin hazırlıklarına başvurulmak mecburiyetinde kalındı. Hazırlıkların arttırılması cihetine gidilecekti. . Yeniden idare kurulu seçimi yapıldı. Başkanlığa yarbay Faruk Güventürk, genel sekreterliğe Dündar Seyhan, üyeliklere de benle, Rafet seçildik. Hazırlıkları ilerletmek üzere yeniden başka bir gün idare kurulunun toplanmasına karar vererek dağıldık. Ben komitenin faaliyet plânını tasarı halinde, hazırladım, genel sekreter Dündar Seyhan’a yazılı olarak verdim. O bu esaslar dahilinde bütün arkadaşların fikirlerini almak üzere plânı teferruatlandırmış olarak genel kurula arzedilmek üzere hazırlayacaktı. İdare kurulu, bir daha top-lanamadan Ankara’ya gittim. Elâzığa Motorlu Topçu Taburu Komutanlığına tayin olmuştum. Kurmay Albay Faruk Ateş-dağlı da aynı yerde Topçu Komutanlığına tayin edilmişti. Ankara’da bulunan arkadaşlarla temas ettim. Son gelişmeleri anlattım. O zaman Fahrettin Ermutlu, Osman Koksal oradaydı. Osman ile çok uzun konuştuk Yarbay Faruk Güventürk ile Korede beraber bulundukları için gayet iyi tanıyordu. Yalnız heyecanlı buluyor «emniyet bakımından bir hata yapabilir komiteye dahil olmayanlara açılabilir» diye çekiniyordu. Nitekim bazı ufak tefek hadiselerde de bu husus kendini göstermemiş değildi.

Tekrar İstanbula döndüm. Artık Harp Akademisinde okuyan bu arkadaşlarımız mezun olmuşlardı. Bu mezuniyet do-layısıyle güya bir toplantı tertip edildi. Bu toplantı 20.8.1957 de Leventte Tank yüzbaşısı Orhan Erkanlı’nın evinde olacaktı. Ben Dündar Seyhan ile Kadıköyüne beraber gittik. Artık bu İstanbul’da yapılacak olan son toplantıydı.

Onun için mümkün olduğu kadar herkesin gelmesi arzu ediliyordu. Yalnız İstanbul’da olmıyanlar hariç... Toplantı yerine gittiğimde şu arkadaşlarla karşılaştım: Yarbay Faruk Güventürk, Kurmay Albay Faruk Ateşdağlı, Kurmay Albay Naci Asutay Orhan Kabibay, Necati Ünsalan, Dündar Seyhan, Ahmet Yıldız, Halil Kayalı Rafet Aksoyoğlu, Şükrü, Necdet Uruğ, Mehmet Hazer, Rauf Gökçe, Suphi Gürsoytı-rak. Toplantıya henüz başlamadan evvel Faruk Güventürk komite başkanlığından istifa edeceğini söyledi buna sebeb olarakta Osman Köksal’ın kendisine itimad etmediğini bildirmiş olmasam gösteriyordu. Tabii olarak komite dahilinde arada sırada böyle şeyler olabilirdi. Fakat bizler idare kurulu olarak başka bir odada toplandık. Ben, Ahmet Yıldız, Rafet, Dündar ve Faruk Güventürk. Bilhassa Faruk Güven-türk’e bu hususta gerekli itimadı gösterdik ve teskin ettik ve biraz sonra başlıyacak olan genel toplantı için gündemi hazırladık/ Her defasında nedense toplantıların gündemleri bir plâna göre tesbit edildiği yoktu bu defa esasa bağlanmış oldu. Bu toplantıya îstanbulda oldukları halde Sezai Okan kırk derece ateşle hasta yattığı için Adnan Çelikoğlu’da evi bulamadığı için gelememişti. Toplantı dağıldığı gün hemen öğleden sonra Adnan’ı Levent Otobüs durağında görmüş, durumu ve alınan kararları bildirmiştim. Toplantıda yapılan görüşmeler gene her defasında olduğu gibi esas plân üzerindeydi. Arkadaşların kilit noktalara tayin işinin plânlanma -sı, muhabere ile komiteye yeni alınacak arkadaşların biran evvel yeni tayin yerleri bildirme usulleri bunların hangi merkezlere bağlanacakları görüşüldü. Ankara İstanbul için bu iş kolay oluyordu. Fakat Doğu Anadolu için merkeze ihtiyaç vardı. Onun da merkezi Elâzığ, benim bulunduğum yer olarak kabul edildi. Duğu’da bulunan arkadaşları bana bağladılar. Şükrü binbaşının hazırladığı yardımlaşma usulleri okundu. Kararlaştırıldı, bunun ana hatları şöyleydi. .

Hiçbir kimse hiçbir surette bir merkeze para göndermi-yecek ve bankaya yatırılmıyacaktı. Çünkü; belki anlaşılabilirdi. Herkes Eylül 1957 den itibaren her ay on lirayı kendinde biriktirecek icabı halinde birikmiş paralar şahıslardan biranda bir merkezde toplanacaktı bunun haricinde lüzumu halinde istenilen miktarda para komite azâları tarafından temin edilecekti. Bu toplantıda mühim olan bir hususta komite içersindeki idare kurulunun merkezinin nerede olacağı idi. Esas merkezin Ankara veya İstanbul olması bir mecburiyetti. Yalnız tayin yeri dolayısıyla bu iki vilâyetten birinde azalma veya çoğalma olursa idare kurulu üyeliği otoma-tikman o vilâyete geçecekti. Hedef zaten. Ankaraydı. Fakat son tayin durumu dolayısıyla İstanbulda bulunan arkadaşlarımızın fazla olması idare kurulunun İstanbul’da toplanmasını gerektiriyordu. Komitenin merkezi bu bakımdan orasıydı. Ben Elâzığa gittiğim için idare kurulu üyeliğinden ayrılmak mecburiyetindeydim.

ORDU HALKA ATEŞ AÇAMAZ

Yerimi başka bir arkadaş doldurdu. Alman prensip kararlarına göre bu gibi mevkiler hiçbir zaman ay ve senelere yani müddete bağlanmamıştı. Çünkü birinci kademeyi meydana getiren bütün arkadaşlar müsavi hakka sahiptiler. Rütbe hiçbir suretle bahis konusu değildi. Herşey tam ideal olarak düşünülmüştü. Komiteye tamamiyle demokratik prensipler hakimdi. Bunun dışında esasen hiçbir kimse birşey düşünemezdi. Çünkü kimsede mevki hırsı ihtiras yoktu. Yeğime dâva memlekete hizmetti. Bu anlayış ve bu olgunluk çerçevesi içinde gayemize ulaşacağımıza inanmıştık. Daima prensiplerimize sadıktık. Bu toplantıda konu olan önemli bir hususta 1957 seçimlerinin ne şekilde yapılacağını biliyorduk. Seçimlerden evvel propaganda seyahatinde veya seçim günü bazı vilâyetlerde askerî kıtalara ihtiyaç gösterilecekti. Bu gibi yerlerde vazife alan kıta komutanlıklarının tutumu ne olacaktı. Bilhassa halka ateş etmek veya etmemek fikri üzerinde ne düşünülüyordu. Bu noktada ısrarla duran Albay Faruk Ateşdağlıydı. Hatta o gün orada bulunan arkadaşlara bu suali tevcih ederek fikirlerini ve kararlarım aldı. Hiç kimse ateş etmek taraftarı değildi. Zaten olmazdı. Herkes böyle bir durumda görevli ise o andaki vaziyete göre insiyati-fini kullanacaktı. Karar vermekte serbesti. Verilecek kararda istikbalde şahıslarını düşünerek değil milletin selâmetini düşünerek olacaktı. Bu hususta kati olarak herkes tarafından anlaşılmış oldu. Bu gibi görevler severek isteyerek alınacak başka düşünceye sahip olan insanların bu işlere karışmasına meydan verilmeyecekti. Seçimlerin yaklaşması dolayısıyla komitenin faaliyetlerinin hızlandırılması, icabında seçimlerden evvel acil kararlar alınması için istenilen zamanda' fevkalade bir toplantıya davet edilecekleri komite arkadaşlarına hatırlatılarak toplantıya son verildiği. Ogün artık hepimiz birbirimizden ayrılıyor kıta ve karargâhlarda yeni tayin yerlerimize gidiyorduk. Ben Ankaraya gittim. Orada tekrar Osman, Adnan, Sezai, Ahmet Yıldız Fahrettin Er-mutlu ile görüştüm. Kendileri merkezde ve iyi mevkilerde oldukları için Ankara dahilindeki faaliyet ve istihbaratı idare edecekler ve gelişmeleri zamanında İstanbul’da bulunan idare kuruluna bildireceklerdi.

1957 Senesi yirmibeş Ağustosunda Albay Faruk Ateşdağ-lı ile 10. Türben Topçu Komutanlığında beraberdik. Ben tabur kumandanıydım. Faruk beyde Topçu Kumandanıydı. 10. Tümen içinde faaliyetimize başladık ama ilk nazarda ümit veren kimse yoktu. Topçu kumandanlığının bir taburu Bin-gölde idi o taburda kıta hizmetini yapan Kurmay Yüzbaşı Turan Yavçan vardı. Faruk bey «Bu benim Akademiden talebem çok iyi tanırım ona gidelim» dedi. Taburun teftişi-: ne beraber gittik Turan’ı bana tanıttı. Öğle tatilinde bir iki saat yalnız kaldık. Her bakımdan hazırlıklı buldum. Dönüşte Faruk bey ilede görüştüm Kıymetli bir varlık olduğuna kanaat getirdim. İsminin idare kuruluna bildirilmesine karar verdik. Derhal Dündar’a yazdım. Bir buçuk iki ay sonra kabulu geldi. Benim merkeze bağlanmış oldu.

1957 seçimleri yaklaşmak üzereydi memleketin ahvalini yakından takip ediyordum. Hemen hemen her gece Faruk Ateşdağlı ile aynı evde kaldığımız için geç vakitlere kadar konuşup ilerisi için plânlar hazırlıyorduk. Artık zamanın yaklaştığına inanıyorduk. Onun için yakında Ankaraya gide- < çektik. Ben Ekim 1957 başında Kara, Hava, Deniz İş Birliği Kursuna katılacaktım. Faruk beyde Tümen Kumandani ile anlaşamadığından ordudan istifa etmişti. Neticesini bekliyordu. Benim bütün İsrarlarıma rağmen geri almıyordu. Adnan Çelikoğluna yazdım. Millî Savunma Bakanı Emir Subayı idi Faruk beyide Kara, Hava, Deniz İş Birliği-Kursuna dahil ettirdi. Bu suretle birlikte Ankaraya gittik. Bu kursa Kurmay Albay Naci Asutay da gelmişti. Komitenin diğer üyeleride Ankaradaydı. Bu suretle Ankarada olanlarla birlikte bir toplantı yapmaya karar verdik. Durumun yeni gelişimine göre karar alınması gerekiyordu. Toplantı yeri olarak Mamaktaki Zırhlı Tugay Karargâhını seçtik ozaman Zırhlı Tugay Suriye harekatı dolayısıyle Güney’e inmişti. Orada yalnız Sezai Okan’ın henüz tankları olmayan taburu vardı. O gece yaptığımız toplantıdan evvel Ankaraya yeni gelmiş: bulunan Kurmay Yarbay . Ekrem Acuner ile temas ettik. Akademiden tanıyordum her bakımdan güvenilir bir arkadaştı. Anlaşmamız kolay oldu bu dâvada hizmete hazırlıklı buldum. Faruk Ateşdağlıyla tanıştırdım. Oda çok beğendi, toplantı gecesi Zırhlı Tugay Karargâhında şu arkadaşlar vardı :

Kurmay Albay Faruk Ateşdağlı, Kurmay Albay Naci Asutay, Binbaşı Sezai Okan, Binbaşı Adnan Çelikoğlu, Kurmay Yarbay Mehmet Hazer, Kurmay Binbaşı Ahmet Yıldız, Kurmay Binbaşı Necati Ünsalan, Soydan ve ben...

Toplantının maksadı izah edildi. Seçimler dolayısıyla son gelişen durumlar muvacehesinde komitenin daha aktiv hareket ederek hazırlıklarının arttırılması ve icab ederse normal bir seçim yappılmayacağma göre müdahale edilerek hükümet darbesinin yapılmasının fayda ve mahsurları tartışıldı. Ben ve Faruk bey hariç komite üyeleri şu fikirde idi :

ATAKLI KOMİTEYE RESMEN

TEKLİF EDİLDİ

Eldeki kuvvetler ve şimdiki imkânlar bu işi yapmaya kâfi gelmiyordu. Biraz daha imkân ve kabiliyetlerimiz fazlalaşsın ve bu görüşmelerimizdeki hususlar İstanbuldaki komite arkadaşlarımıza intikal ettirilsin heyeti umumiyenin fikri alınarak karara gidilsin, dendi. O akşam işi bu neticeye bağladık herkes orada bulunan komite üyelerine yeni bulduğu ve komiteye dahil edilmesini arzu ettiği arkadaşlarının isimlerini bildirdi. Ben Hava Kurmay Yarbay Mucip Ataklı ile Kurmay Yarbay Ekrem Acuner’i Ahmet Yıldız Kurmay Binbaşı Suphi Karaman ile Kurmay Binbaşı Remzi Kalaycıoğlunu teklif etti. Orada bulunan arkadaşlar tarafın

dan hepsi için muaffakat verildi yalnız durum Istanbuldaki arkadaşlara bildirilecek ve sonuç daha sonra teklif sahiplerine açıklanacaktı. Toplantının ertesi günü Faruk Ateşdağ-lı ile karşı karşıya tekrar görüştük. Bu işi kati safhaya götürmeyi çok arzu ediyorduk. İkimizin tasarladığı plâna göre büyük bir kuvvete ihtiyaç yoktu bir tank taburu ve Harb Okulu öğrencileri bu iş için yeterli idi. Hemen Harb Okulunun altında 28. Topçu Alayındaki taburda Necati Ünsalan tabur komutan muavini idi her türlü vasıta ve cephaneyi hazırlayabilecek durumdaydı. Bu tasarının plânlarını orada çizerken Sezai Okan’ın tank Taburunun Mamak’taki Tanklarının M - 36 oluşu ve tam olmayışı işi biraz aksatıyor gibi gö-rünüyorsada plânda emniyet prensiplerinden biraz fedakârlık gerekiyordu. Bu düşüncelerle tekrar arkadaşlarla teker teker görüşüp neticeyi Faruk beye bildirecektim. O da o zaman Genelkurmay Başkanlığında olan Tümgeneral Cemal Tural, Tümgeneral Muharrem Kızıloğlu ile görüşüp bu hususta bir fikir yoklaması yapacaktı. Aynı zamanda o zamanki muhafız alay komutanı Kurmay Albay Bahattin Ertürk ilede temas edilerek oradaki havayı kontrol edecekti. Her ikimizde bu şekilde faaliyete koyulmak üzere ayrıldık.

CEMAL TURAL'A ARAMIZA

KATILMASIN! TEKLİF ETTİK.

Akşam otelde buluştuğumuzda bir gece evvelkinden daha ümitliydik. Ben hemen hemen bütün arkadaşlarla teker teker görüştüm onları bu plân için ikna ettim. «Adnan hariç çünkü onunla görüşememiştim.» Herkes artık aktiv bir hareket takip edilmesine inanıyordu. Fakat Istanbuldaki arkadaşların fikirleri bekleniyordu^ Ankaradaki arkadaşlar hazırlıklarına buna göre başlıyacaklardı. Faruk bey ise o günkü görüşmelerinde ümit ettiğini bulamamıştı. Cemal Tural böyle bir şeye güvenemediğini söylemiş Tümgeneral Muharrem Kızıloğlu Faruk beyi Muhafız Alay Kumandanlığı karargâhı bahçesine götürerek orada dört saat ihtilâlin nasıl hazırlanacağı, hangi metodlar kullanıldığı takdirde başarıya ulaşılacağını izah ettikten sonra «Benim bu vadide artık enerjim eskisi gibi kalmadı» diyerek hiçbir ümit vermemişti. Muhafız Alay Kumandanından ise hiç bir karşılık görmemişti)--Bana o akşam Faruk Albayın anlattıkları bunlardı. Bu cephelerden ümitler kesilmekle beraber fikir öğrenilmeside faydalıydı. Ankaradan bu fikirlerle yoğrulmuş olarak ben ve Faruk bey ayrıldık. îstanbula geldik. Derhal komite arkadaşları ile temasa geçtik. Istanbulda bulunan büjtün arkadaşlarla imkân varsa bir toplantı yapmaya karar verdik. Toplantı yeri olarak Rami kışlasını seçtik. Çünkü yarbay Faruk Güventürk orada Topçu Kumandan Muavini idi. O sözde Alayda bize bir ziyafet tertipliyordu yalnız. Ziyafetten önce gizli toplantımızı yukarıda Faruk Güventürk’ün odasında yapacaktık. O akşam toplantıya şu arkadaşlar katılmıştı.

Kurmay Albay Faruk Ateşdağlı, Kurmay Albay Naci Asutay Yarbay Faruk Güventürk, Rafet Aksoyoğlu, Kurmay Binbaşı Halil Kayalı, Kurmay Binbaşı Fahrettin Ermutlu, Kurmay Binbaşı Necmi Bek Kurmay Yüzbaşı Suphi Gür-soytırak, Kurmay Yüzbaşı Orhan Erkanlı, Dündar Seyhan Istanbulda olduğu halde gelmemişti. Çünkü taburu Ankaraya resmî geçide katılmak üzere gidiyordu. Kendisini Maltepede ordugâhta gördüm. Toplantıya davet ettiğim halde ne sebeb-ten olduğunu bilmiyorum gelmemişti. Birde Osman Koksal Istanbulda olduğu halde, toplantı yerini bildirmeme rağmen gelmemişti. Zaten ben Osman Köksal’ın hiç bir genel toplantımıza iştirak ettiğini bilmiyorum. Yalnız bir defa zırhlı tugayda yapılan toplantıya gelmişti. Toplantıda ilk defa konu olan mesele şuydu :

YENİ BİR KOMİTE

Osman Köksal’a diğer bir başka komite erkanı tarafından teklif vaki olmuş fakat Osman Koksal teflifi yapanı yarbay Faruk Güventürk’e açıklamamıştı. Yalnız bana bildireceğini söylemiş ve benim gelmemi beklemişti. Fakat, Faruk Güventürk Topçu Kumandanı Kurmay Albay Naci Çakın vasıtası ile eline eski türkçe bir mektup geçirmiş aşağı yukarı bu komiteyi kimlerin meydana getirdiğini anlamıştı. Ben Osman ile gündüz buluşup görüşe rek durumu öğrenmiştim. Bana anlattı o gece toplantıya gelip daha geniş bilgi verecekti. Fakat nedense gelmedi. Sebebini bilmiyorum. Ben o gece bu yeni komiteden bana Osman’ın bildirdiği kadarım orada bulunan arkadaşlara açıkladım. Birisi Kurmay Binbaşı Sadi Ko-çaş diğeri kurmay Binbaşı Samed Kuşçuydu. Ben bu isimlere itimat etmiyordum. Faruk Ateşdağlı’da aynı fikirdeydi. Diğer arkadaşlar bunları iyi tanımadıkları için fazla İsrar edemiyorlardı. Fakat herkeste şöyle bir fikir olduğu ortadaydı :

Aynı gaye ile çalışan komitelerin anlaşıp birleşmesi faydalı olacaktı. Fakat bu komitenin içindekiler C.H.P. ile irtibatlıydılar. O da Cemal Yıldırım ve Fahri paşanın isimlerinden geliyordu. Osman Köksal’da benim bütün İsrarlarıma rağmen kendilerinin çok güvenilir insanlar olduğuna inanıyordu. Osman’a komiteden müsade almadan onlarla temas sağlamıyacâksıri dedim. Çünkü iki gün sonra Sadi Koçaş Bursadan gelip kendisine Park Otelde randevu vermişti. Görüşeceklerdi. Bu durum çok münakaşa edildi neticede Osman Köksal’m randevusunun iptal edilmesi kararlaştırıldı. Ve kendisine ertesi gün ben durumu bildirdim. Neden gelip gece hesap vermediğini sorduysamda cevap alamadım. Fakat bu suretle bizde bir komitenin faaliyetini daha öğrenmiş olduk.

Bu mesele böyle hal edilmiş olduktan sonra mühim olan dâvaya geldik. Son inkişaflar karşısında komitenin durumu ne olacaktı? Aktiv olarak hareketemi geçecek, yoksa eski pasifikle devam ederek imkân ve kâbiliyetlerin artmasını mı bekliyecektik. Bu konu uzun boylu münakâşalara yol açtı. Aktiv harekete doğru bir kaç adım atılmasına karar verildi. Kararın alınması bir hayli güç oldu. Netice itibariylede böyle bir hareket (yani hükümet darbesi yapılmasına karar verildiği anda) yapılınca ondan sonraki durum ne olacaktı? Bunun içinde çeşitli fikirler çarpıştı. Nihayet hal tarzı olarak muaffakiyet sonunda bir süre sonra seçimlere gitmek ve idareyi devr etmek lâzımdı. Bunda herkes müttefikti. Fakat biliniyorduk!, artık bu seçimi yüzde yüz C.H.P. kazanacak... Onun için bu partinin ileri gelenleri ile temasa geçilme zamanı artık gelmiştir. Onun için iki kişilik heyet seçtik. Bu arkadaşlar teması sağlayacaklardı iki arkadaş memur edildi. Albay Faruk Ateşdağlı ve Yüzbaşı Suphi Gür soy tırak görüşme neticelerini komiteye bildireceklerdi.

Üçüncü alınan kararda şuydu :

Artık nihai hedef olarak yapılacak hükümet darbesinin icrai safhasını ilgilendiren teferruatlı plânın hazırlanmasıy-dı. Bunun içinde bir plânlama gurubunun seçilmesi ve plânlama gurubunun mümkün olduğu kadar Ankarada bulunan arkadaşlardan olması gerekiyordu. Bu da seçildi. Plânlama grubuna Kurmay Yarbay Ekrem Acuner, Kurmay Binbaşı Sezai Okan Kurmay Binbaşı Ahmet Yıldız tayin edildiler.

Kurmay Yüzbaşı Suphi Gürsoytırak’ta İstanbul ile Ankara arasında irtibatı sağlıyacaktı. Çünkü Suphi Topçu pilotuydu. Sık sık Ankara İstanbul yapabiliyordu. Zaten yapılacak plânın ana hatları herkes tarafından biliniyordu. Yalnız teferruata inmek lâzımdı. Kuryeler verilecek emirler, talimatlar vazifeler, radyo yayınları hazırlanacaktı. Ankarada harekata tahsis edilecek kuvvetler hazır hale getirilecekti. Artık komite pasiflikten kurtulmuş aktif harekata başlamıştı. O gece istikbale daha çok ümitli olarak bakarak ayrıldık. Ben durumu ertesi gün Osman Köksal’a bildirdim. Komitede alman kararları Ankaradaki arkadaşlara yazılı olarak bildirmek için hazırladım. Elâzığa giderken Ankara garında Sezai Okan beni karşıladı ve mektubunu verdim. Bu suretle Ankara’daki komite arkadaşlarıda iki gün sonra vaziyeti anlamış oldular Elâzığ’a hareket etmeden evvel Faruk Ateşdağlıyla görüştüm. O Alaya gelmiyecek, Ankarada istirahat alıp kalacaktı. Bu işleri yakından takip edecekti. Şayet hükümet darbesi yapılacağı güne karar verilirse bana durumu parola ile bildirecek bende derhal Kurmay Yüzbaşı Turhan Yavçan’ı Bingölden alıp birlikte topçu uçakları ile hareket edip Kayseriye kadar gelecek, oradanda Faruk Albay bizi yine Ankaradan göndereceği topçu uçakları ile aldıracaktı. Zaten Kayseriye kadar geldikten sonra Ankaraya kısa zamanda ulaşmak mümkün olacaktı. Faruk Ateşdağlı ile kararlaştırdığımız parola şuydu :

«Yabancı memleketlere gitmek için Ankara'da lisan imtihanı açılıyor, acele yetiş.»...

TÜRKEŞ'İ KOMİTEYE TEKLİF ETTİM

Artık hergün Elâzıgda bu telgrafı beklemekle gözlerime uyku girmiyordu o sıralarda Elâzıgda piyade tabur kumandanı bulunan Kurmay Binbaşı Alpaslan Türkeş ilede çok samimi olmuştum hiç bir dakikamız ayrı gitmiyordu her sahada iyice anlaşmıştık. Onunda komiteye alınması için Dündar’a yazdım. İstanbuldan Genel Sekreterlikten cevap bekliyordum. Seçim gününe kadar heyecanla beklememe rağmen hiçbir haber çıkmadı. Şuna kanaat getirmiştim. Meşhur imkân ve kabiliyetler sağlanamamıştı. Artık o anda yapılacak birşey yoktu. Yeni inkişafları beklemek, müsait zemini yaratmak lâzımdı. Albay Faruk Ateşdağlı Elâzığ’a dönmüştü Ankarada kaldığı müddetçe faaliyetlerini uzun uzun anlattı. C.H.P. ileri gelenleri ile teması sağlamıştı fakat İsmet İnönü ile görüşememişti. Eski Genelkurmay ikinci başkanı Orgeneral Şahap Gürler paşa ile Faruk bey iyi görüşürlerdi. O vasıta ile ancak rahmetli Faik Ahmet Barutçu ile konuşmuş böyle bir hareketi İsmet İnönü’nün tasvip edip etmiyeceğini ve milletin, dolayısıyla iktidara namzet C.H.P. nin nasıl karşılayacağını sorduğunda kendisinin tasvip ettiğini yalnız İsmet Paşanın kararı alınmadan kati birşey söyliyemiyeceğini bildirmiş ve birgün sonra Faruk bey ile buluşarak kendisine İsmet Paşanın böyle bir hükümet darbesine taraftar olmadığını normal seçimlerle nasıl olsa C.H.P. nin iktidara geleceğini bunun yersiz olduğunu ve şayet birgün mecburiyet hasıl olursa kendilerine müracaat edileceğini bildirmiş ve zamanın erken olduğunu söylemişti. Faruk bey’in bana anlattığı bu şekildeydi.

DOKUZ SUBAY OLAYI

İkincisi, Millî Emniyetten kendisine bildirildiğine göre son günlerde ordu mensubu bazı kimselerin takip faaliyetlerinin arttırıldığı hatta bazı subaylar hakkında dosyalar tanzim edildiği, bu meyanda kendisinin ve bazı komite arkadaş-larımn takip olunduklarını yüzelliye yakın ismin tesbit edildiğini öğrenmiş. Millî Emniyette bulunan arkadaşı Reşat beyde vaziyeti tetkik ettiğinde daha dikkatli olması icap ettiğini bildirmiş olduğunu söyledi. Bütün komitedeki arkadaşlara durumu bildirdik. Birbirimizle haberleşmeyi seyrekleştirdik. Ancak mühim haberler kuryelerle ulaştırılıyordu. Aradan bir kaç ay geçmişti. Faaliyetlerimize devam ederken Dokuz Subayın tevkif hadisesi bir bomba gibi patladı. Faruk Ateşdağlı o zaman Ankaradaki Muhabere Okulunda Er Eğitim Merkezi Kumandanı'! idi istifasını zamanın Millî Müdafa Vekili Şemi Ergin bey geri aldırtmıştı. Bu durumu da Alilli Savunma Bakanı emir subayı Adnan Çelikoğlu sağlamıştı. İlk anda tayini Zırhlı Eğitim Merkezi Tugay Kumandanlığına çıkmasına rağmen o zaman Zırhlı Eğitim Tümen Kumandanı Bahri Gökdeniz’in yaptığı müracaat üzerine yeri değiştirilmişti. Onun için muhabere Okuluna 'verilmişti. İşte bu dokuz subayın tevkif edileceklerini Faruk bey Ankarada öğrenince o gece jeeple Dündar Seyhan’ı Ankara-dan İstanbul’a göndermiş Cemal Yıldırım’ın karısı vasıtasıyla haberdar ettirmiş herhangi bir evrak varsa imha etmesini sağlamıştı. Aynı günde Elâzığ’a bana mektupla bildirmişti. Tevkif edileceklerin isimlerini yazıyordu. Mektubun imza yerinde «Perdeci» rumuzu vardı Faruk beyden geldiğini anlamıştım. Haber benim için korkunç denecek kadar mühimdi. Çünkü tevkif edilen dokuz subay içinde halen bizim komitenin başkanlığını yapan kurmay yarbay Faruk Güventürk de vardı. Ancak bizden bir kişinin oluşu beni sevindirdi, çünkü ozaman şunu anlamıştım :

ADNAN ÇELİKOĞLU HEPİMİZİN HAYATÎNİ KURTARMIŞTI

Bu komitenin hiçbiri bizleri bilmiyorlardı. Ancak Faruk Güventürk’ü tanıyorlardı. O da pek yeni olsa gerek onun için tahkikat seyri bizim komitenin istikâmetinden ayrı istikâmette cei’eyan eder diye, karar verdim. Zaten Faruk Güventürk’ün bizleri ele vereceğine hiç inanmıyordum. İlk iş olarak evde ne kadar ufak tefek şüpheyi çekecek vesika varsa yaktım.' Çünkü artık tehlike canı çalmıştı heran tevkif edilebilirdim. Çünkü söylentiler okadar kuvvetle yayılıyorduk! insan sonunun geleceğine inanıyordu.

İkinci iş olarak, o zaman Türkeş’in komiteden henüz kabulü gelmemiş olmakla beraber durumu kendisine açmak mecburiyetinde kaldım. Kendisine tarafımdan komiteye dahil edilmesi için teklif yapıldığını, fakat henüz cevap gelmediği için daha evvelde komitenin diğer üyelerinin hepsini tanımadığı, bu zamana kadarda hiçbir faaliyetimize iştirak etmediği için kendisine bir tehlike olmadığını bildirdim. Ve Türkeş’ten şunu rica ettim :

«Şayet herhangi bir aksi tesadüf neticesinde tevkif edilirsem, ailemi ve çocuklarımı İstanbula kayın, validemin yanma kadar götürür müsün?» dedim. Bana o zaman verdiği cevap aynen şöyleydi :

«Talât., bu hususta hiç merak etme. Washington’dan yeni geldim. Biliyorsun, iyi kötü bir miktar param var. Aileni İliç bir zaman sıkıntıda bırakmam. Hattâ iki çocuğunu benim çocuklarımla birlikte leylî olarak okuturum,» dedi.

Bu candan alâkasına çok memnun oldum. İşte hakiki arkadaşın felâket anında bana yapabileceği en büyü manevî yardım bu sözlerdi. Ondan bunları işitmem bana büyük kuvvet verdi. Artık hiç bir şeyi düşünmüyordum. Hattâ ölümü bile demek bu işe başlamış olan ideal arkadaşlarımı bukadar iyi seçebilmişsem bizim için ileride muaffak olmamamız için bir sebeb yoktur diye düşünmüştüm. Yeterki şimdüik beliren tehlikeyi kazasız atlatmak gerekiyordu. Artık Alpaslan Türkeş ile hemen hergün bu konuda çeşitli durum muhakemeleri yürütüyorduk o aylar içinde benim en büyük desteğim oydu. Arkadaşların hiçbirinden haber alamıyordum. Esasen bu aralarda haberleşme tamamen durmuştu. Çünkü subay mektupları Millî Emniyet tarafından sansüre tabi tutuluyordu. O sırada kurmay Binbaşı Turhan Yavçan da îstanbul-daydı. Senelik iznini kullanıyordu. İzni bitmiş olduğundan döndü. İstanbuldan ve Ankaradan ferahlatıcı haberler geliyordu artık bizim komite için tehlike yavaş yavaş yok oluyordu. Çünkü tahkikatın seyri, tahmin ettiğim gibi çıkmıştı. Yalnız bu durumda kurtuluşumuzun başında Millî Savunma Bakanı Şemi bey’in Emir Subayı Adnan Çelikoğlu’nun büyük rolü vardı. Adnan Şemi beye iyi tesir etmesini bilmişti. Görevini tam hakkıyla yapmış Şemi beyde bu uğurda kendisini feda: etmişti. Yoksa tahkikat başka safhaya intikâl etmiş olsaydı şimdi bizlerin hiç biri hayatta yoktu. Hepimiz kurşuna dizilmiştik. Çünkü hemen dokuz subayın tevkifinin akabinde ordudan birisi «meçhul» Millî Savunma Bakanı Şemi Ergin beye bir ihbar mektubu yazıyordu. Mektup eski Türkçe sol elle yazılmış olduğundan iyice okunmuyor yalnız üç kişi arasında neler yazılı olduğunun çözümlenmesine çalışılıyordu. Millî Savunma Bakanı Şemi bey özel kalem Müdürü Selâmi bey Emir Subayı Adnan Çelikoğlu. Bu mektupta hedef olan yarbay Faruk Güventürk için şöyle deniliyordu.

«O yalnız olamaz. Onun arkadaşlarıda şunlardır...»

Aşağı yukarı bizim komiteden sekiz on kişinin isimleri yazılıymış fakat isimler çok güç okunuyor hatta bazıları hiç okunmuyormuş En belli başlı olanı Suphi Gürsoytırak, Orhan Erkanlı isimleriymiş. Fakat Adnan sayesinde Şemi bey ikna edilerek mektup dosyada kalıyordu.

Mektup ehemmiyetsiz bir muameleye tabi tutulmuştu. Zannedersem, tahkikat dosyasınada konulmak üzere verilmemişti. Adnan bizleri en büyük badireden kurtarmış oluyordu. Ben şahsen onun hakkını hiç bir zaman ödiyemem. Belki bazı komite arkadaşlarımız, bu hakikatleri lâyıkıyla bilmezler. Bu dokuz subay hadisesinde oynadığı rol çok büyüktür. Komite başkanı Faruk Güventürk tamamen ihtiyatsızca hareket etmesinden dolayı bu dokuz subay hadisesine karışmış ve tevkif edilmiştir. Lâkin duruşma devam ettiği müddetçe çeşitli en ağır eziyetler çektirildiği halde hiç birza-man metanetini kaybetmeksizin komitemiz hakkında en ufak şüpheli bir, hareket ve ifade de bulunmamıştır.

Bu Bakımdan gene şahsi kanaatim çok itimat edilir bir insan olduğudur.

Bu mahkeme safhasında Suphi Gürsoytırak ve Orhan Erkan’lının ifadelerine şahit olarak müracaat edilmiştir. Fakat onlar da verdikleri ifadelerde tam bir mutabakat ve ustalıkla hareket etmişlerdir. Bu da gösteriyordu ki, komite içindeki arkadaşlarımızın herbirisi tam manasıyla birer idealisttiler. En büyük tehlikeler karşısında dahi şahıslarını düşünerek başka bir istikâmete sapmamışlardı. Artık günler geçiyor, tehlike yavaş yavaş ortadan kalkıyordu.

Ben Temmuz 1958 de Erzurum’a gitmiştim. O sene terfi edecek generallerin imtihanları orada, ordu merkezinde yapılacaktı. O zamana kadar Türkeş’in komiteye dahili hakkında muvafakat gelmemişti. Erzurum’da kurmay binbaşı Necdet Uğurlu ile buluştuk. Komiteye bir kaç ay evvel dahil edilen kurmay binbaşı İhsan Sürek’te vardı. Bu arkadaşı yeni tanıyordum. Komiteye alınması için Rafet Aksoyoğlu teklif etmişti. Üçümüz Erzurum’da epeyce konuştuk. Netice olarak çalışmalarımıza gayeye ulaşıncaya kadar devam etmeye karar verdik. Tehlikeli günler geçtikçe birbirimize daha çok yaklaşıyorduk. Ölü geçen faaliyet devreleri yeniden hareketleniyordu. Ankara’daki arkadaşlar olsun, îstanbulda-ki arkadaşlar olsun, yeniden eski esaslı faaliyetlerine başlamışlardı. En mühim şey, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Personel Başkanlığı Şûbesi Müdürlüğüne bir arkadaşımızı tayin ettirip bütün komite arkadaşlarımızın ekseriyetini Ankara’daki vazifelerine tayin ettirmek suretiyle! çalışmalara hız vermekti. Bu sırada beni Elâzığ’dan Siirt’e 12 nci Tümene tayin ettiler. Aslan Türkeş’in kıta hizmeti bitti. Onu da yine 13 üncü Tümen Üçüncü Şube Müdürlüğüne tayin ettiler.: O' Elâzığ’da kaldı. Ve . 1958 Ekiminde Yüksek Kumanda Akademisine İstanbul’a gitti. Bu suretle Aslan’a mühim görevler düşüyordu. Çünkü İstanbul’da komite arkadaşlarından epeyce vardı. Temas sağladığını bana yazdığı mektuplarda bildiriyor, Fakat arzu ettiği şekilde faaliyet gösteremediği için şikâyet ediyordu. Ben Aslan Türkeş ile çok iyi anlaştığım, için onunla tamamiyle bu dâvanın neticelendirilmesine kararlıydık. Eninde sonunda muvaffak olacağımıza inanıyorduk. Onun için her şeye katlanılacaktı. Hatta komitede biz-leri takip etmiyenler olsa dahi biz devam edecektik. Türkeş ayrılmadan önce üç kişi kalsak bile ben varım, demiş7 ti.

Bu arada Koreye gitmeye talip oldum. Sezai Okan Ankara’da muamelemi takip etti, tayinimi çıkarttı. Seferihi-sara gitmeden evvel 8 Şubat 1959 da İstanbul’a uğradım. İlk olarak Aslan Türkeş ile buluştum. Baktım, bu sefer daha ümitliydi. Dündar Seyhan, Necati Ünsalan, Şükrü, Naci Asu-tay’ı gördüm. Herkesde hâlâ dokuz subayın muhakemesi bitmediği için ürperti devam ediyordu. Fakat buna rağmen hepsi aynı şekilde kararlıydı. Albay Ateşdağlı artık emekliydi. Onunla görüştüm. Keza Rauf Gökçe’de istifa edip ayrılmıştı. Onunla da ayrıca görüştüm. Her: ikisi de bizleri her sahada destekleyeceklerini söylediler. Onların da yardımı bu dâvaya artık hariçten olacaktı. Hatta Faruk bey bana ayrılırken şöyle dedi: Ben bu işleri görmeden ordudan ayrıldım. İnşallah sîzler muvaffak olursunuz da bizler iftihar ederiz. Kendisini hiçbir zaman bizden ayrı olarak kabul etmemer sini söyledim. O günkü üzüntümü içimde sakladım. İçimden inşallah o gün geldiği zaman görüşürüz veya hatırlatırım dedi. Bu şekilde ayrıldım. Seferihisar da onuncu Kore Tugay'ı 3. Şube Müdürü olarak onüç Şubat 1959 da vazifeye başladım. Muntazam Alparslandan, Adnandan Sezaiden mektup alıyordum. Henüz bir inkişaf yoktu. Fakat birgün Osman Köksal’m Erkan şube müdürlüğüne tayin olduğunu öğrendim. Artık yine ümit ışıkları parlamıştı. Çünkü Kara Kuvvetleri Komutanlığında Cemal Gürsel Paşa vardı.’ Millî Savunma Bakanlığı emir subayı Adnan Çelikoğlu Cemal pa-, şa ile olan münasebetlerinde birgün Ordunun dâvaları üzerinde konuşurken, «Bu gidişatın nasıl durdurulacağı ve nasıl bir idare ile bu vaziyetin kurtulacağı konusu ele alınmış bunun üzerine Adnan kendisine şu teklifi yapmış» Paşam bu işler hepsi düzelir ve düzeltecek insanlarda bulunur siz yeterki Kara Kuvvetleri Komutanlığına ve diğer mühim noktalara lâyık olan arkadaşların tayinini sağlayın ondan sonra iş kolaylaşır.» demiş Cemal paşada teklifi kabul etmiş işte tam zamanı geldiği için Adnan, Osman Köksal’m Kara Kuvvetleri Erkan Şube Müdürlüğüne getirilmesi için teklifini yapmış. Cemal Paşada kabuk ederek o gün emrini çıkartmış. Kısa zamanda Osman yeni görevine başlamış. Bu hususları hep Adnandan Seferihisara Millî Savunma Bakanı ile geldiği zaman dinledim. Aslan Türkeş’inde derhal Kara Kuvvetleri Komutanlığı sekretliğine tayini yaptırıldı. O sene kıta hizmeti biten arkadaşlarımızın ve diğer komite üyelerinin tayinleride daha önceden tesbit edilen kilit noktalarına Osman’ın Erkan Şube Müdürlüğü sayesinde çıkarıldı. Bu hususlarda yine Adnan’ın çok büyük faydasının bulunduğu kanaatindeyim.

Koreye hareket etmeden evvel Millî Savunma Bakanı ile Adnan Seferihisar’a gelmişte Adnan o zaman bana böyle bir teklifte bulundu :

Başbakan uçak kazası geçirdikten sonra ve Özel Kâlem Müdürü öldüğü için kendisine yardımcı olanların yine askerlerden olmasını arzu etmiş. Bu vesile ile Millî Savunma Bakanının hanımı Adnan’a siz Başbakana emir subaylığı veya hususî kâlem müdürlüğü yapar mısınız? «demiş. Bu teklif karşısında Adnan» Ben şimdilik yerimden memnunum. Arzu ediyorlarsa kendilerine bir arkadaş teklif edebileceğini bildirmiş.

Ankaradaki arkadaşlar toplanarak karar vermişler ve benim olmamı istemişlerdi. Yalnız teklif etmeden öncede kararımı beklediklerini Adnan bana bildirdi. Daha öncede açıkladığım gibi komite üyeleri olan bizler artık kendi kendimizin adamı değildik. Komite arkadaşlarımız hakkında ne karar verirse o olurdu. Bende kendisine nasıl münasip görürseniz öyle olsun dedim. Yalnız bir mahsur vardı onu hatırlattım. Ben yaradılış itibariyle büyüklerin yanında hele hiçbir surette inanmadığım insanların yanında böyle görevler yapamazdım. Belki birgün hareketlerimle veya sözlerimle rengimi belli edebilirdim. Ençok korktuğum husus buydu. Sonra Ordu da belki bazı kimseler beni tanıyabilir herhangi bir şekilde ihbar olabilirdi. Bütün bu mahsurları belirttim. Yoksa nerede olsa görev verilse yapmaya hazırdım. Koreye gitmekten derhal vaz geçtiğimi arzu ederlerse tayinimin çıkarılmasını, yoksa orası olmadığı takdirde Ankarada da herhangi bir yere tayinimin yapılmasının uygun olacağını bildirdim. Zaten Koreye gidişimin sebeblerinden biride Siirtten komite ile yakından alâkadar olamayışım idi. Bir sene müddetle Şark hizmetimin dolması lâzımdıki ben gar-be tayin olabileyim. Onun için şarkta geçecek olan müddetimi uzak şarkta doldurmayı arzu etmiştim. Adnan Ankara’ya gittikten sonra ne düşünüldü bilmiyordum, hiç birisi olmadı Koreye gitmek kısmetmiş. Yurttan ayrılarak onbir Temmuz 1959 da Kore’ye vardım.

Daha bir ay geçmemişti; buradaki vaziyeti gördükten sonra hayatta ne kadar yalnış adım attığımı anladım. Adnan, Sezai ve Alpaslan Türkeş ile devamlı mektuplaşıyordum. Yalnız son aylarda Türkeş yazdığı mektuplarda faaliyetin arttığını ve çok çalışıldığını yazarak bundan sonra seyrek mektup yazacağını, bunun sebebininde ben Türkiye’ye dönünce açıklayacağını bildiriyordu.

Anlamıştım ki, artık bütün hazırlıklar Ankara’da gelişmekte ve yine Emniyet prensibine riayet edilmesi icab etmekteydi. Belki mektuplarımdan birşeyler anlaşılabilir diye çekiniyordu. Hele son aylarda herşey kontrola tabi idi. Vaziyeti anladığım için bende ihtiyatlı hareket ettim. Yalnız Se-

zai den 11 Mayıs 1960 tarihinde aldığım mektupta «Memleketin siyasî potansiyeli karışıktır. Mesut günler yakındır. Biraz daha sabırlı ol diyerek işaret veriyordu.

DARBE YAPILACAĞINI TAHMİN ETTİM

28 Nisan 1960 dan beri hergün memleket olaylarını büyük bir ilgi ile takip ediyordum aşağı yukarı Hükümet Darbesinin yapılacağını tahmin etmiştim. Fakat kimseye birşey söylemiyordum. Durumum Tugayda çok nazikti. Çünkü ufacık bir hatâm beni felâkete götürebilirdi. Tugay kumandanı Tuğgeneral Fahrettin Öngör böyle bir durumda beni sezmiş olsaydı, mahv olmuştum. D.P. iktidarı taraftarı idi. Askerî cepheden Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun gibi Amerikan aşığı idari sistem bakımından da aynen Menderes usulleri ile Tugay’ı bir buçuk yıl idare ederek herkes’e kan kustur-j maktaydı. Ben ona göre Tugayda bir numaralı düşman sa-ş      yılabilirdim. Onun için eğer benim mazimi bilseydi komite ile olan ilgimi anlamış olsaydı, son seçilmiş olan onbeş kişilik D.P. tahkikat komisyonuna beni derhal ihbar etmekten i çekinmezdi, zannederim...

Fakat 27 Mayıs 1960 günü Türk Milletinin yeniden kurtuluş günü oldu. İlk defa haberi kurmay yarbay Nihat Orcan-f     dan duydum, çılgına döndüm. Hemen general Fahrettin Öngör’ün yanma gidip haleti ruhiyesini tetkik etmeye karar verdim. İmza dosyamı kapıp saat 17,30 da yanına çıktım.

Kıpkırmızı, telâşlı vaziyette çok heyecanlıydı. Bana duyup [ duymadığımı sordu? Gayet lâkayd bir vaziyette bir şeyler < duydum dedim derhal oturttu Kurmay Başkanını çağırdı. Bu durumda ne yapılacağı hakkında fikir aldı. Ve derhal 180 derecelik dönüş yaparak, «Bu akşam bizim bayramımız olacak dedi». O ana kadar hergün yazı masasının üzerinde çerçeve içersinde duran Celâl Bayar’m resmi bir anda yok olmuştu. Halbuki Celâl Bayar Mart 1960 da Kore’ye gelecek i diye propaganda yapmış hatta Tugayı ziyaret ettiğinde karşılamak ve 101 pare top atmak için Tugay Karargâhının ş önüne 1700 dolar verip süs tankı almıştı. Menderes’in icraa tını her yerde övmekten (bilhassa sefaret erkânı yanında) büyük zevk alırdı. Amerika’lılara hayrandı. Amerikan Çavuşlarını dahi Türk Subaylarına tercih ederdi. Kore’de bu yüzden Türk Ordusunu çok küçültücü duruma düşürmüştü. Sırf Amerikan makamlarına yaranmak için. Ama 27 Mayıs akşamı bu zâta ne olmuştu? Bir numaralı yeni askerî hükümet taraftarıydı. İnsanların bu kadar kısa zamanda değişeceklerini hiç aklıma getirmemiştim. O gece sabaha kadar uyumadım. Senelerdir beklediğim an gelmiş, çatmış, en büyük arzum tahakkuk etmişti. Artık gözüm arkada kalmadan ölebilirdim. Çünkü memleket zâlimlerin elinden kurtulmuş, şanlı ordumuz tarihi vazifesini yapmıştı. Şerefleri ayak altına alınmak istenen biz subaylar artık Türkiye’de her zaman olduğu gibi başımız dik olarak gezebilecektik. Memleket muhakkakki yeni ve feyizli bir istikâmete yönelecekti. Artık buna inanabilirdim.

Bir mühim husus daha meçhul kalmıştı. Acaba bunu Türkiyede mevcut hangi komite başarmıştı?

En büyük baş kimdi? Onuda öğrendiğim, yakın arkadaşlarımın ismi geçtiği zaman artık dünyalar benim olmuştu-Bu harekâtın fiili olarak başarılmasında hiç bir yardımım olmamıştı. Allah o şereften beni mahrum etti. Çünkü mem-ketten onbinlerce mil uzakta bulunuyordum. Son safhayı hazırlayıp icra edenler var olsunlar.

Kereden hareket edinceye kadar komitemiz hakkmdakn bilgilerim kısa olarak bundan ibarettir. Bunun haricinde olan komite faaliyetlerininde aynen yazılması artık arzu eden selâhiyetli arkadaşlara düşüyor. Çünkü ilerde Türk Tarihi bu kurtuluş ve inkilâp hareketini tetkik etmeden' ge-çemiyecektir. Bunu düşünerek bu satırların izlerinin kaybolmaması için hâtıralarımı yazdım. Belki görüşlerimde hadiseleri anlatışımda pek azda olsa ufak tefek hatalar yapabilirim. Çünkü doğrudan doğruya hafızama dayanarak bu hatıratı karalamış bulunuyorum fakat komitemize dahil arkadaşlarımızdan herhangi birisi ile hadiseler hakkında ve yazdıklarım hakkında itirazları varsa konuşabilirim. Hatalarım varsa her zaman düzeltmeye hazırım. Yoksa bu komite içinde hadiseleri Koreye gelinceye kadar en fazla yaşamış olduğum için hiç bir surette hakikatlerden ayrılmadığımı zan ediyorum. Bu hatıratın devamı üçüncü kısmı teşkil edecektir. O da Anavatanda yapılan İnkilâp harekatından son raki görüşlerim olacaktır. Yalnız, bu vakalarda yaşanmaktan ziyade duyulan, okunan olayların tahliline yer verilecektir. Şimdilik düşüncem komite arkadaşlarımın benim hakkımda verecekleri karardır. İki şık vardır. Ya unutulup bir kenara atılacağım, yahuttaki geçmişteki hizmetlerim hatırlanıp faal bir vazifeye tayin edileceğim. Allah hangisini kısmet ederse ona razıyım. Çünkü hayatta mukadderata inanan çok sabırlı ihtirastan uzakta yaşamaya alışmış yaptığı, hizmetin karşılığını bekleyen insan değilim. Bunu her zaman her yerde ispat ettim. Hâlâda edecek durumdayım. Mazimde şimdiye kadar en ufak bir lekem yok. Mümkün olduğu kadar hayatta sözlerimi hareketlerime uydurdum ve uydurmakta devam edeceğim. Arkadaşlarımın muvaffakiyeti beni sonsuz derece memnun eder. Hepsi ve emeği geçenler var olsunlar. Memleketimde çok sevdiğim ordu saflarında hizmet etmeye daima hazırım. Ordudan ayrılmayı ve başka bir yerde görev almayı hiç düşünmüyorum. Asker evlâdı olarak doğdum, Asker olarak yaşamak, asker olarak ölmek istiyorum.                        13 Haziran 1960 Kore

15 HAZİRAN 1960 KORE

Şimdi ihtilâlden sonra yazmaya karar verdiğim Komitenin tarihçesini yazıp bitirdim. Hiç olmassa hadiselerin silinmesini önlemiş oldum. Sırası gelirse, mecbur bırakılırsam, daha tafsilâtlı olarak uzun zaman sonra neşredeceğim. Bu husustaki fikrim şu :

Ankaraya döndüğüm zaman eğer eski komite arkadaşlarıma ihtilâle kadar olan zaman içindeki münasebetlerim gibi karşı 'karşıya gelip anlaşabilirsem, bu hatıratı komite içinde kurulacak bir heyet tarafından tekrar incelenmesini istiyeceğim. Bir de 1957 senesinde bizimle birleşen diğer komitenin birleşme tarihine kadar olan kısmını içine almak suretiyle tarihçesinin tamamlanmasını da arzu ediyorum. Tarihçenin üçüncü kısmını esasen şimdi iş başında olan arkadaşların tamamlaması gerekiyor. Bundan maksat şudur:

Bugün memlekette yapılan ve bütün dünya milletlerinin takdirini kazanan ve Türk Milletinin tasvibini gören bu askerî ihtilâl acaba hangi düşüncelerin tesiri altında hazırlandı? Nasıl başarıya ulaştı.

Acaba? Türk Siyasî înkilâp Tarihi, Dünya Tarihi bu ihtilâl hareketini tetkik etmiyecek midir? Tarih sayfalarımız bunlara yer ayırmıyacak mıdır? Tarih yazarları bunları Tarihe mal ederken gazete havadisleri, radyo neşriyatı ile mi veya M.B.K. adına beyânat veren şahısların sözlerini mi esas alacaktır? Her türlü hareket yapılıp hazırlandıktan sonra biz insanların gözünde birden bire küçülür. Çünkü gaye noktasına varan herşey, o anda gaye noktasından aşağıya inmeye başlar bu tabiatın kanunudur. İnsanlar bir tepenin zirvesine çıkıncaya kadar çok zahmet çekerler fakat zirveden aşağı iniş çok kolay olur. Hadiselerde öyledir. İhtilâl hareketi icra safhasında başarıya ulaştı bugün yeni bir Türkiyenin gelişmesi plânlanmaktadır. Ama bu safhaya gelinceye kadar olan kısım için kimse düşünmüyor. Çünkü insanlar istikbali ile alâkalandıkları kadar maziye kıymet vermezler. Ama, bence mazide kıymetlidir. Eğer bizler mazideki hareketlerden ders almazsak tarihi iyi tetkik etmezsek ileride yine hatalara düşebiliriz. Bugün için mazinin unutulmaması lâzımdır. Mazi unutulmaya başlandığı gün mazide başlanan işlerin kudsiyetide kayb olmaya başlıyor demektir. Onun için böyle kısa zamanda maziye arkamızı çevirmeyelim. Bu hususu daima göz önünde bulunduralım, ihtilâlin akabinde verilen beyanatları okudum. Alınmakta olan tedbirleri görmekteyim. Vaktiyle çok konuşulmuş, herkeste yer etmiş hu-sularm akislerinden başka bir şey değil, ne varki icra safhasına konulurken arada bazı ufak tefek hatalar olmuyor değil. Fakat o tecrübesizliğin eseri olduğundan işin içinde hüsnüniyet bulunduğundan pek göze batmıyor. Herkes tarafından hoş karşılanıyor. Çünkü Millet Hürriyete susamıştı o tadı tattığı için her şey üzerinden şimdilik ince ince fikir yürütmeye zaman ayırmıyor fakat birgün gelecek zaman geçecek tazelik kaybolacak o zamanda bugünler için yine kâlemler oynamaya başlıyacak. Bu her devirde böyledir ve böyle olacaktır. Onun için şahsen şunu arzu ediyorum mümkün olduğu kadar az hata yapılsın ve falsolu sesler çok az duyulsun tarih hiçbirşeyi af etmez çünkü.

ihtilâlin hemen ertesi günü Alpaslan Türkeş’e Sezai Okan’a mektup yazdım. Tebriklerimi bildirdim. Benim yazdığım mektuplarda istediğim hususlar şunlardı.

·        1.  Hadiseler hakkında tafsilâtlı bilgi.

·        2.  İhtilâlde komitemizin oynamış olduğu rol.

·        3.  Bütün komite arkadaşlarımın son durumları.

·        4.  İlerisi için hazırlanan plânlamalar nelerdir.

·        5.  Bu harekatta birleşilen diğer bir komite olup olmadığı.

Şimdiye kadar eski komite arkadaşlarımdan hiç bir haber alamadım... Üzgünüm... Buna rağmen herzaman olduğum gibi metinim. Sabırlıyım.. Ve ümitliyim. Yalnız aklımı kurcalayan bir şey var... Eski ideal arkadaşlarım ne olduki beni unutacak kadar meşguller. Onlardan yapılması çok güç birşeymi istemiştim, acaba anlıyamadım. İhtilâlin icra safhasının tatbiki ve başarılması tamamiyle onlara aittir benim bu hususta hiçbir iddiam yok. Zaten Gülünç olur. Hiç bir-şey istemiyorum onlardan. Yalnız unutulan birşey var. İhtilâle karar verip hazırlanma safhası, teşkilâtlanma safhası, bu olgun hale gelinceye kadar komite içindeki faaliyetler... Acaba kimlere ait? Bu işin başlangıcı Mayıs 1960 mıdır? O safhaya gelinceye kadarki zaman üzerinden, hazırlıklar üzerinden, tehlikeli geçen günler üzerinden, o tehlikeli günlerde zaman zaman komiteyi kuran şahıslar üzerinden, o komiteye ilk kurulduğu günden beri sadakatle hizmet edenlerin üzerinden süngermi çekilecekti? Bunu düşünmek bile istemiyorum. Fakat bu satırları yazmaktan da kendimi alamıyorum. Belki yazdıkçada ferahlıyorum. Tarih safhaları birgün gelecek hakikatlerle dolacak. Buna eminim. Fakat' bende yakın arkadaşlarımdan alâka görseydim, hatırlansaydım, mektuplarıma cevap alsaydım, bu düşüncelere hiçbir zaman sapmazdım herhalde. Fakat ne varki her şey insanın hayatının mukadderat çizgisi üzerinde yer alır. Bende mukadderata inandığım için gelecek günleri sabırla beklemeğe devam edeceğim. Bu şekilde kendime telkin etmekle beraber zaman zaman boşalmak istiyorum. Derdimi dökmek istiyorum. Ama beni dinleyen bir tek arkadaşım var, o da Mustafa Pakoba birde üç parmağımın arasında oynayan dolmakalemim Meğerse yurttan uzakta olmak, aileden uzakta olmak, inandığı, sevdiği ideal arkadaşlarından uzakta olmak ne fena şeymiş. Şimdi her şeyin kıymetini daha iyi anlıyorum. Söz Hürriyeti, konuşma Hürriyeti, derdini istediğini şekilde istediğin insanlara dökebilmek Hürriyeti ne tath şey... Fakat o bile bu diyarda yok. İşte burası Uzak Doğunun Koresi. Bir senedir burada her sahada çektiğim ıstırapların üzerine eklenen bir yenisi.... Buna da katlanmağa mecburum. Çünkü bu anda elimden başka hiç bir şey gelmez. Yine ümitle bugünkü postayı bekliyeceğim.

Kore 5 Temmuz 1960

Bugün artık Korede yaşadığım son günlere yaklaşmış bulunuyorum. Allah kısmet ederse ayın sekizinde hareket ederek yurda döneceğim. Son olarak Sezai’den aldığım mektupta şu satırlar yazılıydı :

«Çok uzaklarda ve inkilâp harekâtımızın ilk kurucularından olan Talât’ımın üzüntüsü, bana savurduğu serzenişleri yerinde buldum. Bütün isyanının içinde herzamanki hassasiyet ve nezaketin pırıl, pırıl ışıldıyor.»

Bu satırlar bana kâfi gelmişti. Demek ki eski arkadaşlarım tarafından geç de olsa hatırlanmıştım. Çünkü yine asil olan vicdanlar dile gelmiş, kalemler hissiyatı nakletmişti. İlerdeki karşılaşmalarımızda tath, yumuşak zemin hazırlanmıştı. Her şey artık ben kat’i olarak yurda dönünce belli olacaktı. Şimdi iş tâyin yerimin belli olmasıdır. Ankara olacağına eminim. Yalnız mevkii benim için ehemmiyetlidir Çünkü bana verilecek vazife Komite içinde bana hasıl olan kanaati gösterecektir. Eskiden arzu ettiğim Millî Savunma Bakanlığı Genel Sekreterliği kadrosu olması beni en çok memnun eder. Çift görev de verilebilir, hepsi olur. Yalnız her zaman için arzu ettiğim şu: Türk Ordusunda yapılacak ıslâhatta, tasfiyede ve bunların plânlanmasmda yakından alâkadar olmak. Bu hususta kendimi çok hazırlıklı buluyorum. Meslek hayatımda 20 seneyi geçtim. Her sahada epey tecrübe sahibi oldum. En nihayet zaten mesleğim bu. Bunun plânlanmasmda çok faydalı olacağıma inanıyorum. Burada yapacağım hizmet, beni her şeyden çok memnun eder. Ordunun kalkınması için atılacak temellerin taşında benim de harcımın bulunmasını istiyorum. Hayatta arzularımdan birisi de buydu. Esas gayeme ulaştım. Şimdi memleket Hürriyet havası içinde çalkalanıyor. Bir müddet sonra 1961 senesinde ilkbahar veya sonbaharında serbest seçimlerle iktidar devredilecek. Artık bunda şüphe yok. Ama birbuçuk sene içinde Türk Ordusunun ezeli dâvaları halledilmeli. Sağlam temellere bina edilmeli, geniş bir plânlama ile muassır devletler Orduları seviyesine çıkarılmasına çalışılmalıdır. Bu devre içinde Orduya iyi bir veçhe verilmezse, bir daha bunun kadar uygun bir zemin bulunamıyacaktır. Ve 15 - 20 sene sonra ayni şekilde hükümet darbeleri beklemek lâzımdır. Onun için bence hemen bu işe bir plân çerçevesinde, öncelikler tâyin edilmek suretiyle başlanmalıdır. Bu yapılmadığı takdirde bütün emeklerimiz boşa gidecektir. Yeni yetişen genç subaylar veya subay olacaklar istikbalde bizleri affetmiyeceklerdir. Nasıl bizler bizden evvelkileri affetme-yip de bu dâvaya hayatlarımızı feda ederek atıldığımız gibi tarih tekerrür edecektir. İşte benim hayatta kalan ikinci arzum. İnşallah o da tahakkuk eder.

Hak, adalet, Hürriyet için her zaman mücadeleye hazırım. Haksızlığa uğradığım zamanlar, mücadele hırsım daha çok kuvvetleniyor. Bundan böyle kararlarımı kendim vereceğim. Hiç bir zaman arkadaşlarımın samimiyetinden şüphe etmemekle beraber, kendim makûl bulduğum hareketten başka türlüsüne kalkışmıyacağım. Bakalım hayat bundan sonra bana neler gösterecek?..

Bonn - Almanya 25 Kasım 1960

Kore’den ayrıldıktan sonra hâtıra yazmaya ara vermiştim. Bunun çeşitli sebebleri vardı. Birincisi yurda dönüşte eski komite arkadaşlarım tarafından nasıl karşılanacağım idi. İkincisi de komitenin çalışmalarını iyice tetkik etmeden bir •şey yazmak istemiyordum. Çünkü bu hareketimi çeşitli şekillerde yorumlamak isteyenler çıkabilirdi. Fakat şimdi artık bütün tehlike bulutları dağılmıştı. Şöyleki :

Bu ihtilâl içindeki, ikinci ihtilâl de kansız atlatılmıştır. Şimdi olayları kolaylıkla sıralayabilirim.

Kore’den ayrıldıktan sonra 8 Ağustos 1960 günü İzmir’e geldim. Gemide çok üzgündüm, uzun bir yolculuk yapmış ve çok yalnız kalmıştım. Hele memleketteki olaylardan çok az haberdar olmam beni sıkmıştı. İzmir’de yalnız ailem tarafından karşılanacağımı tahmin ediyordum. Gemi sahile yanaştığı zaman aldandığımı anladım. Gemiye ilk gelen çok eski ideal arkadaşım Kurmay Yarbay Sezai Okan oldu. Beni kucakladığı sırada her ikimizde çok heyecanlıydık. Göz yaşlarımı, zor tutuyordum. Benim için özel olarak Ankara’dan gelmişti. Bir müddet ne söyliyeceğimi bilemedim. Beni gene ilk defa arayan koşup gelen, o asil kardeşim olmuştu. Onun bu hareketi bana yetmiş günden beri çektiğim ıstırapları bir anda unutturdu. Gemiden inerken Alpaslan Türkeş’den şu telgrafı almıştım.

«Vatan topraklarına kavuştuğun şu sırada, seni karşılayamadığımdan çok üzgünüm. Hoş geldin. Sevgi ve hasretle gözlerinden öperim. Görüşeceğimiz günü sabırsızlıkla bekliyorum.» Ona da çok memnun oldum. Demek o da şimdiye kadar yaptığı hataları az da olsa tamire kalkıyordu. Sezai Okan öğleden sonra Ankara’ya gitti, hattâ beni de beraber götürmek istedi, fakat ailem geldiği için beraber İstanbul’a dönmek mecburiyetindeydim.

Tayin yerim de belli olmuştu. Harb Okulu Kurmay Başkanlığına gidiyordum. Sezai Okan, akşam üzeri ikinci Yurt İçi Bölge Komutanlığı Kurmay Başkanı Albay Sait’e telefon ederek acele benim Ankara’ya telefon etmemi bildirmiş. «Komite arkadaşları bekliyor» demiş. Bu kadar acele etmelerinde bir sebeb olduğunu sezdim. Ben de İstanbul’a geçerek ailemi bıraktım. 12 Ağustos 1960 da Turan Yavçan ile (o zaman İstanbul Vali Muavini idi) beraber uçakla Ankara’ya hareket ettik, yine Etimesgut Hava Aalanında beni, Sezai Okan karşıladı. Bana «Geleceğini başka hiç bir arkadaşa bildirmedim» dedi: Beni Büyük Millet Meclisine götürmek için İsrar etti. Ben kabul etmedim. Ama onun İsrarına dayanamadım. Yola çıktık, ilk defa Meclis binasına giriyordum, heyecanlı idim. Çünkü diğer eski komite arkadaşlarımın beni nasıl karşılayacağını bilmiyordum. İçlerinde değişenler olabilirdi. Benim tanımadıklarım da vardı. Daha ziyade gençlerin durumunu merak ediyordum. Onların hareketleri bana dokunabilirdi. Bütün bunlara kendimi hazırladım. İnsanların büyük hizmetler gördükleri zaman değiştikleri her zaman görülen olaylardandır. Bu ölçülerimde yanılmamıştım. Sezai Okan’ın odasında oturuyorduk, ilk defa içeriye Binbaşı Vehbi Ersü girdi. Sınıf arkadaşım olmasına rağmen beni pek resmî karşıladı. Demek öyle icab ediyordu. Arkadan Rafet Aksoyoğlu geldi. Onunki de pek o kadar samimi olmadı, neden öyle olduğunu sonradan öğrendim. Çünkü yüzüme bakacak durum yoktu. Halbuki o zamana kadar ben onun iç durumundan haberdar değildim. Sezai anlattığı zaman bile inanmamıştım. Dündar Seyhan da aynı şeyleri söyleyince donup kaldım. Bu şahısların durumu böyle olunca Komite çok şeyler kaybediyordu. Sezai Okan odasında otururken biraz sonra içeriye Türkeş girdi. Beni çok samimi bir şekilde karşıladı. Hemen, kendi odasına götürdü. On dakika kadar yalnız kaldık. Mektuplarıma neden geç cevap yazdığını bildirdi. Akşama Başbakanlıkta buluşmak için bana randevu verdi. «Orada uzun boylu görüşürüz. Sen Kore’ye gittikten sonra Komite ne durum aldı. Sana bunu geniş bilgi vererek anlatacağım. Kimseyi dinlemeden beni dinlersen daha iyi olur» dedi. Biraz sonra ayrıldık, ben Sezai’nin yanma döndüm, öğle yemeğini beraberce Mecliste yedik, yemek salonunda Osman Koksal, Ekrem Acuner de vardı. Osman Koksal, Trükeş’in durumu hakkında bilgi veriyordu. Bana dönerek «Hayatta bir tek hata yaptın. O da Türkeş’i içeriye soktun,» dedi. Çünkü Türkeş’i komiteye ben Elazığ-dan yazıp teklif etmiştim. Ekrem’de tasdik etti. Ben de kendilerine aynen şöyle söyledim :

«Evet, içinize soktum, fakat ben Kore’ye gittikten sonra siz aranızda, ona neden bukadar fırsat verip sivrilttiniz, neye frenleyemediniz» dedim. Sonra şöyle bir şart koştum. «Yegâne endişeniz bu ise, ben onu hareketlerinden frenlerim, olmazsa hayatım pahasına da olsa ona bir çâre bulurum.» dedim. Ekrem Acuner güldü. Ben o anda herşeyi anlar gibi olmuştum. Hemen inceden inceye etrafı tetkike koyuldum. Türkeş’in Başbakanlık Müsteşarlığı herkesi ürkütmeye başlamıştı. Akşam üstü Türkeş ile buluşacaktık. Başbakanlığa gittim, beni bekliyordu, odasında görüşüyorduk. Komitenin ben ayrıldıktan sonra ne durum aldığını anlattı. İhtilâlden önce Ekrem Acuner ile anlaşamadıklarını, hazırlıkların nasıl yapıldığını bana söylerken, içeriye, yüzbaşı Muzaffer Öz-dağ girdi. Türkeş beni ona eski komite arkadaşlarımdan diye takdim etti.

KAN ÜSTÜNE YEMİN

ETMİŞLERDİ

Yüzbaşı biraz durakladı. Gülerek Komitenin eskiliğinin ne olduğunu sordu. Bende samimi karşıladığım için kısaca tarihçesini anlattım. Türkeş hiç ses çıkarmadan dinliyordu. Fakat Özdağ, bu anlattıklarıma hiç memnun olmadı, yüzü ..değişti. Komitenin kuruluş tarihi 1956’dır, dediğim zaman bizler daha evvel komite kurmuştuk dedi. Ben de olabilir cevabını verdim ve merakla, «Hangi tarihte yüzbaşım.» dedim, bana cevap olarak 1952 senesinde dedi ve anlatmaya başladı, ben kendisine: «O zaman rütben ne idi? dedim. Harb Okulunda öğrenci idim» cevabını verdi. Hattâ Harb Okulu Silâh-hanesinde kanlarını akıtarak mendilleri üzerine harita yaptıklarını ve bugün Millet Meclisinde ettikleri yeminin aynısını o zaman arkadaşları ile birlikte ettiklerini gurur duyarak anlattı. İkinci sualimi sordum: «1952 yılı Türkiye’de demokrasinin altın devridir. O senelerde sizi ihtilâle sürükleyen ne sebebler vardı?» dedim ve sözlerime devam ederek, Komitenin tarihini geriye götüreceğim, diye çok tehlikeli bir yola saptığını bundan çeşitli mânaların çıkabileceğini belirttikten sonra bir daha bu hususu hiç bir yerde açmamasını kendisine gayet samimi olarak tembih ettim. Her halde bu konuşmalardan hiç memnun olmamıştı. Türkeş sesini çıkarmadan ikimizi dinledi ve hiç fikir yürütmedi. Özdağ fazla oturmadı, yanımızdan ayrıldı. Türkeş arkasından «Çok akıllı bir insandır.» diyerek düşüncelerini açıkladı. Ben de olabilir dedim. Odaya bir çok ziyaretçiler geldiği için rahatça konuşamadık. Ertesi gün aynı saatte buluşmak üzre ayrıldım.

Birgün sonra Sezai Okan ile Mecliste görüşürken benim artık göreve başlamamı söyledi. Ne görevi dedim, o sırada ordudan emekli olacak subayları tesbit etmek için bir heyet görev yapıyordu. O heyete dahil olmamı söyledi. Fakat hemen hemen tasfiye hareketi bitmek üzere idi. Dündar Seyhan’dan gerekli bilgiyi almıştım. Böyle bir görev alamayacağımı bildirdim. Çünkü iş bitirilmişti. Son anda böyle bir tasfiye hareketine katılıp vicdani mesuliyet altına girmek istemiyordum. Başından beri bu işte olmuş olsaydım seve, seve devam ederdim. Hiç bir görev kabul etmeden komitenin çalışma tarzını incelemeye koyuldum. İlk anda bir ahenksizlik göze çarpıyordu. Hiç bir beyanat birbirini tutmuyordu. Ortada bir Türkeş muamması vardı. Başbakanlık müsteşar makamını işgal etmesi herkesi ürkütüyordu.

Çünkü orada Türkeş herşeye hâkim durumdaydı. İlerisi için tehlikeli olarak görülüyordu. Onun için' arkadaşlarla olan görüşmelerde onun oradan uzaklaştırılmasına karar verildi. Bu işi, Orgeneral Cemal Gürsel’e anlatmak icab ediyordu. Bu görevi Osman Koksal ile Sezai Okan üzerine aldı ve lâyıkiyle yaptılar. Nihayet Cemal Paşa Türkeş’i değiştirmek için karar vermişti, o sırada bütün komite üyeleri de Anadoluda yapacakları gezi programına göre hazırlıklar yapıyorlardı.

27. Ağustos. 1960 günü orduevine gittim. Hv, Alb. Halim Menteş’in odasında konuşuyorduk. Benim hiç bir şeyden o anda haberim yoktu. Halim’e 18. Ağustos 1960 tarihinde yazdığım bir kaç sayfa yazıyı okuması için uzattım. Benim görüşümü ve çalışma tarzımın ana hatlarını öğren dedim.

Yazım şuydu :

·        1. ANA FİKİR :

·        a. Demokrasimizi içine düştüğü çıkmazdan kurtarmak, sağlam temellere dayanan bir devlet sistemi kurmak.

·        b. Kısa zamanda serbest seçimle hükümeti sivil idareye devretmek.

·        2.  Bu şık altında yapılacak işler :

·        a.  Anayasa, '

·        b.  Seçim Kanunu,                                  ' •

·        c.  Basın Kanunu,

·        d. İspat hakkı kanunu,

·        e. Atatürk İnkılâplarını Koruma Kanunun öncelikle hazırlanması.

·        3.  Diğer önemli işler :

·        a.  Sakıtların mahkemelerinin neticelendirilmesi (Kısa zamanda),

·        b.  Demokrat Partinin kapatılması,

·        c.  Yeni bir partinin kurulmasına gidilmesi,

·        d.  Cumhuriyet Halk Partisinin içinde bulunan müfritlerin lekeli insanların, parti içinde tasfiyesinin yapılmasının sağlanması.

·        4. Türk Silâhlı Kuvvetlerinin daima yekvücut halinde bulundurmak için gerekli tedbirlerin alınması.

Bunun için :

·        1.  Kilit noktaları olan, tümen, tugay, alay kumandanlıklarına ve okul kumandanlıklarına güvenilir, enerjik kimseler getirmek.

·        2.  Subayların refah'seviyelerini arttırmak için tedbirler almak.

Bu da senelerce ihmal edilmiş ordunun ana dâvalarının haledilerek gerekli kanunların, ve yönetmeliklerin öncelikle tatbik edilmesi ile olur.

·        3.  Ordudaki kitle halinde yapılan tasfiye hareketinin bittiğini kesin şekilde açıklamak ve bundan şonra yapılacak olan tasfiyelerin ancak kumandanlıkların selâhiyetine bırakılarak (sicil ve idari) işe yaramayanların,küçük küçük partiler halinde emekliye sevkedilmesi.

·        4.  Orduya.i .ait .ana dâvaların .giderilmesini . seçimlerden en

. az dört.ay önce sağlamış olmak

5. EMNİYET TEDBİRLERİ :

·        a.  Mühim vilâyetlere askerî valilerin tayini.

·        b.  İstanbul, Ankara ve Güneydoğudaki kıtaların takviyesi

·        ç. . Büyük vilâyetlerdeki bulunan inzibat kıtalarının takviyesi.

·        d.  Hazır kıtaların yeniden kurulması.

·        e.  Jandarma birliklerinin mühim şehirlerde takviyesi.

·        f.  Millî Emniyet Teşkilâtının revizyondan geçirilerek yeniden takviyesi.

·        g.  Polis teşkilâtının revizyondan geçirilerek yeniden kurulması.

·        h. İnkılâp Mahkemelerinin lüzumu halinde derhal faaliyete geçecek şekilde hazırlıklı olması.

j. Milletin nabzını daima elde tutmak, gerekli tedbirleri daima bu düşüncenin ışığı altında incelemek.

·        6.  Millî Birlik Komitesinin hareket tarzı :

·        a. Yıpranmış tatbikatta başarı gösterememiş olan bakanların öncelikle tasfiyesi. Yerine seçileceklerin çok esaslı tahkik edilerek getirilmesi.

·        b. M.B.K. yekvücut olarak çalışmasının temin edilmesi. İkilik- ve guruplaşma gibi olaylara hiç bir zaman meydan verilmemesi.

·        c.  M.B.K. içersinde ufak bir grubun ana faaliyetçi olarak seçilmesi.

·        d.  M.B.K. içinde dayanışma ve hattı hareket, disiplin kurulması.

·        e.  Meclis toplantılarının mutlak surette zapta alınması.

·        f. M.B.K. içinde alman mühim kararların komite haricine çıkmasının önlenmesi. Bunun için çok ağır müeyyidelerin konulması. Her ferdin komite prensiplerine, tamimlerine riayet edilmesinin sağlanması.

·        h.  Komite içinde herhangi bir mesele hakkında tartışılıp karar alındıktan sonra o fikrin dışarda ayni şekilde yayılmasının sağlanması.

·        i.  Yapılan her türlü beyanatlarda tam bir birlik ve beraberlik olması:

·        1. Mümkün olduğu kadar az beyanat verilmesi.

·        2.  Mühim beyanatların komitece seçilmiş bir heyet tarafından kaleme alınması.

·        3.  Beyanatların çok açık, kesin ve kısa olması.

·        4.  M.B.K. içindeki muhtelif şekilde çalışan komisyonların içinde ancak bir kısmının beyanat vermeye selâhiyetli kılınması.

·        j.  M.B.K.. üyelerinin meclis erkânı olarak riayet edecekleri hususların tesbiti. Hareket tarzlarının tahdit edilmesi. Vekâletler ile münasebetlerin hudutlarının çizilmesi.

·        k.  M.B.K. üyeleri yalnız plânlayıcı ve hazırlayıcı olarak çalışmalı. Bir iki yerin dışında icra unsuru olarak faaliyet göstermemeli.

·        l.  M.B.K. Devletin kalkınması için ana plânı hazırlayıp ilgili vekâletlere gerekli direktifi verip, plânların en ufak ayrıntılara kadar hazırlanmasını tatbikinin sağlanması.

·        m.  İnceleme komisyonlarının her Bakanlığın kendi bünyesi içinde kurulması.

·        n. Çıkarılacak mühim kanunlarda Bakanlar Kurulu ile çok iyi bir anlaşmaya varılmış olması ve koordinasyonun ihmal edilmemesi.

·        o. M.B.K. kararlarının çok büyük zaruret olmadıkça değiştirilmemesi.

·        p.  Hiç bir suretle taviz verilmemesi.

·        q.  Hiç bir zaman teferruatlı plânlamaya dalmamak.

·        r.  Memleketin içinde esen dört çeşit cereyandan komite üyelerini kurtarması için gerekli çalışmaların yapılması.

Bu fikirleri şu şekilde sıralayabiliriz :

·        1.  Demokrat Partinin çeşitli yollardan tesiri.

·        2.  C.H.P. nin içinde bulunan kötü ruhlu insanların fikir cereyanları.

·        3.  Din istirmacılarınm tesiri.

·        4.  Aşırı Milliyetçiliğin de hesaba katılması.

ş. M.B.K. üyelerinin günlük hayatlarının kontrol altına alınması. M.B.K. ni sarsacak hareket tarzlarından kaçınılması.

SONUÇ:

·        1. M.B.K. içinde tam bir anlaşma.

·        2.  Yek vücut bir ordu.

·        3.  Kuvvetli bir emniyet tedbiri.

·        4.  Genel plânlama unsuru olarak çalışma.

·        5.  Millete karşı verilen sözlerde sadakat.

·        6.  Kesin icraat ve tavize yer verilmemesi.

·        7. Memleketin beklediği reformları süratle yapmak.

·        8.  Az demeç, çok iş.

·        9.  Seçim tarihinin kesin olarak tesbiti.

·        10. Basınla iyi ve anlayışlı münasebetin kurulması.

Aldı, okudu, bitirince aynen şöyle söyledi: Odada Ema-nullah Çelebi de vardı. «İşte samimi olan insan böyle düşünür» ve notlarımı Emanullah’a vererek «oku» dedi, ve. «Yarın komite üyelerile toplantı yapacağız, sen de İstanbul’a gitme kal, bu fikirleri tartışalım.» dedi. Toplantıya kimlerin katılacağını sordum. Ekrem, ,Sami, Mücip, Emanullah, Fikret diye saydı. Buna göre mutedil gruptan bir hayli üye iştirak ediyordu, ben böyle bir toplantıya resmî sıfat taşımadığım için katılamıyacağımı bildirdim. Yalnız burada yazdıklarım benim görüşümdür. Zaten toplantıda olsam bundan başka fikirleri savunmama imkân yoktur. Sen bunları arkadaşlara ver okusunlar, bence başka çıkar bir yol yoktur dedim. Kabul etti. Mucip Ataklı’ya vermiş, İstanbul’dan dönünce yazıları ondan aldım.

Halim ikinci bir meseleyi de bana bu buluşmamızda açtı. Az önce Dündar Seyhan ile .görüşüyorduk, çok garip fikirleri var, ben durumu hiç beğenmedim. Bitişik odada oturuyor. Benden bahsetmeden bir de kendisini sen yokla dedi. Dündar Seyhan’ın yanma gittim, fakat orada yabancılar olduğu için konuşamadık. Bir ara, Halim Menteş geldi. Odada tenhalaşmıştı. Halim, hemen konuya girdi, söyle bakalım, Talât ne diyor diyo sordu:; Konuşma konusu tam açılmak üzereydi, fakat tekrar yabancılar geldi bu sefer. Halim Menteş’in odasına geçtik. Konu şuydu :

On tane bakan görevlerinden af edilmişlerdi. Yerine yenileri tayin edilecekti. Dündar savunduğu fikre göre, bu on Bakan yerine Komiteden arkadaşların getirilmesini istiyordu. Biz de Halim ile birlikte bunun aksini savunduk. Çünkü böyle bir şey yapıldığı takdirde millete verilen sözlerden uzaklaşılacak:, hemde bir çok arkadaş, bakanlık görevinde başarısızlığa uğrayacaktı. Bu fikrin altında yatan mânâyı sezmiştik. Bir çok mahsurları belirterek şiddetle bu fikrin karşısına çıktık ve kendilerini desteklemiyeceğimizi bildirdik.

Münakaşamızın sonunda, Dündar Seyhan kızarak ağzından baklayı çıkardı, öfke içinde şunları söyledi :

«Arkadaşlar komite artık ikiye ayrılmıştır. Bu iki grup birgün gelecek birbirini temizliyecektir. Fakat şunu bilin ki kuvvet bizdedir, o halde bizler başarıya ulaşacağız. Bu şekilde hareket edilmediği takdirde başka çıkar yol yoktur.» Halim ile ben birbirimize bakıştık. Bu fikirlerini hiç bir surette kabul etmediğimizi yüzüne karşı söyledik. Iş eğer kuvvet gösterisine kaldıysa, durum değişir dedik. Böyle bir tehlikeli yola gidilmemesini kendisinden rica ettik. Yeni Bakanların tamamiyle iyi seçilmiş, komite haricinden olması tezini savunduk. Gerçekleri gayet kuvvetli bir şekilde ortaya koyunca, bizim fikirlerimizi kabul etti veya kabul etmiş olarak gözüktü. Daha sonraki günlerde komitede de aynı şekilde karar aldığı için karşı grubun arzu ettiği şekilde olaylar gerçekleşmedi. Fakat bu şekilde bir deneme gayet iyi olmuştu. Hakiki fikirlerini ve istikbal için hazırlamış oldukları plânları da öğrenmiştik. İkimizde hemen durumdan komitedeki arkadaşlarımıza haberdar ettik. Lâzım gelen tedbirleri almalarını ve komite içindeki çalışmalarını ona göre tayin etmelerini kararlaştırdık. İlk önce mutedil düşünen kişilerin sayısını arttırmak gerekliydi. Komite içersinde daha bir çok kimseler, henüz kararsız bir durumda idiler. Ne tarafa geçeceklerini bilmiyorlar veya durumu tam manâsıyla kavramamış bulunuyorlardı. Onları aydınlatmak gerekiyordu. Komite içindeki bütün faaliyetler bu yöne döndürüldü. Bu arada bir kaç arkadaş da aydınlanmış oldu. Bu vaziyette; çoğunluk sağlandığı sırada Osman Koksal tarafından hazırlanan bir teklifin komiteye getirilmeşi kararlaştırıldı. Bu da Türkeş’in müsteşarlıktan ayrılıp, komiteye dönmesi idi. Osman’ın bunu üzerine almasının sebebi vardı. Çünkü Osman bir gece Türkeş’in Başbakanlıktaki odasında bir olaya şahit olmuştu.

Türkeş, Orhan Kabibay, Dündar Taşer, Dündar Seyhan konuşurlarken, Osman içeriye girmiş. Çok hararetli bir şekilde konuşanlar Osman’a da hazırladıkları plânı açıklayarak kendilerine katılmasını bildirmişler. Osman kendisine yapılan bu teklifi şiddetle red ederek, şunları söylemiş :

«Arkadaşlar buraya otuzsekiz kişi geldik. Otuzsekiz kişi gideriz. Benim başka hiçbir şeye aklım ermez.» Bu sözleri aynen Osman’dan da dinledim. Çünkü Osman benden bir şey saklamazdı. Bu durum da bize komite içersindeki ihtilâfın son hadde geldiğini açıkça gösterdi.

HARB OKULUNA KUMANDAN TAYİN EDİLDİM

Benim tayinim Harb Okulu Kumandanlığına çıktı. Bu tayin işi de çok çekişmeli olmuştu. Harb Okulu Kumandanlığına tayin teklifimi Türkeş yapmış, taraftarları da desteklemiş. Bu teklife Cemal Madanoğlu ile Sami Küçük itiraz etmişler. Fakat Osman Koksal, Sezai Okan, Ekrem Acuner’de destekleyince tayinim kolaylıkla çıkmış. O zamana kadar Cemal Madanoğlu ve Sami Küçük, beni iyi tanımıyorlardı ve Türk-keş’in adamı zannediyorlardı. Böyle zannetmekte belki haklıydılar ama, sonradan gayet iyi tanımışlardır zannederim.

Artık Türkeş’i de çok seyrek bir şekilde görmeye başlamıştım. En son kendisini 3 Ekim 1960 da Harb Okulunun açılış törenine geldiği zaman görmüştüm. Orada törenden sonra kendisiyle ayaküstü görüştük. Okula Komite arkadaşlarım sık sık geliyorlardı. Yalnız Türkeş taraftarı tanınan gençler her nedense çalışma saatlerinin dışında gelmeyi tercih ediyorlardı. İlk defa Yüzbaşı Muzaffer Özdağ birgün saat 19.00 da okula gelmiş ve o akşam Sekizinci Bölük ile birlikte yemek yemişti. Ertesi günü Alay Kumandanı Turgut durumu bana bildirdi. Derhal Alay Kumandanına şu emri verdim: «Bundan sonra hiç bir komite üyesi içeriye yalnız bırakılmayacak. Çalışma saatlerinde geldikleri takdirde bana getirilecek veya haberdar edilecektim. Çalışma saatlerinin dışında geldikleri takdirde ise nöbetçi âmiri refakatinde ziyaretçi salonlarında kabul edileceklerdi.» Emir çok sıkı olarak uygulandı. Hattâ bundan almanlar bile oldu. Bir pazar günü Dündar Taşer okula gelmişti. Nöbetçi âmiri telefon ile eve durumu bildirdi. Bende kendisine ziyaretçi odasında ağırlamasını bildirdim. Bu ziyaretler maksatlı idi. Harb Okulu ile bir kuvvet gösterisi yapmak istiyorlardı. Bilhassa genç subaylarla, bölük ve takım kunmandanları ile temas sağlamayı arzu ediyrolardı. Biz de zamanında aynı yollardan yürümüştük. Fakat artık o devir geçmişti. Bu şekildeki hareket tarzlarının mahsurlarını arkadaşlara bildirdim, Sezai, Osman Mucip’e anlattım. Daha sıkı tedbirler alacağımı o zaman içeriye hiç kimseyi sokmayacağımı söyledim. Eğer küçük düşmek istemiyorlarsa komite üyelerinin ziyaretlerini mesai dahilinde yapmalarının daha yerinde olacağını bu gibi arkadaşlara hatırlatmalarını istedim. Akisleri hemen kendini gösterdi. Bir daha böyle ziyaretçiler gelmedi. Yalnız Yüzbaşı Numan Esin, Bifat Baykal birer kere geldilerse de Alay Kumandanını ve beni ziyaret ettiler. Rifat Baykal ikinci gelişinde de çok kısa bir zaman Alay Kumandanı Alpagut’un yanında kaldı. Beni ziyarete gelen Mucip, Emanullah ve Ha-lim’e nizamiyeden girerken rastlayan Baykal «Siz büyükleri, biz de küçükleri ziyaret ederiz» dedi. Bu sözlerde çok derin anlamlar vardı.

Bir gece saat 22.00 sularında Türkeş Okula geldi, ben henüz yatmıştım. O zaman Başbakanlık müsteşarı idi. Halinde bir telâş sezdim. Bu saatte beni aramasının herhalde bir mânâsı vardı. Çünkü artık o günlerde kendini müsteşarlıktan uzaklaştırmak için yapılan mücadele safhası son hadde gelmişti. Bana yana yakıla arkadaşlarının kendisini iyi tanımadıklarını, halbuki hareketlerinde samimi olduğunu hiç bir zaman Turancılık peşinde olmadığını, uzun müddet iktidarda kalmayı arzu etmediğini anlattı. Kendisine fikirlerimi açıkça söyledim. Türkeş’e onsekiz Ağustosta yazmış olduğum yazıyı ve ana düşüncemi okudum. Çok güzel buldu, bundan başka bir şey düşünmüyorum dedi. Bende o halde anlaşmamamız için bir sebeb yok dedim. Her iki tarafta biraz fedakârlık ederse ortada anlaşmamız için bir sebeb kalmaz dedim. O ilk iş olarak şunu teklif etti. «Osman müsteşarlık için hazırladığı teklifi Meclise getirmesin.» dedi. Saat 00.1’e kadar yanımda kaldı ,her konuda uzun uzun konuştuk. Ayrılırken kendisene yarın Sezai, Osman ile görüşüp, teklifini bildireceğim, bakalım ne söyliyecekler dedim. Meclise giderek Sezai ile görüştüm, bana Türkeş’e itimat etmediklerini söyledi. Çok İsrar ettim, hareketlerinden vazgeçmiyor, gizli gizli gençlerle çalışıyor, oradan uzaklaşması lâzım dedi. Osman Köksal’la da görüşmemi tavsiye etti. Onunla da görüştüm o da aynı kanaatte idi. Başbakanlığa giderek Alpaslan Türkeş’e durumu anlatarak şunları söyledim :

«Durumunun sarsılmaması için Meclise Komite üyelerinin icra mevkilerinde bulunmaları için senin tarafından bir teklif getirilmesini istediler» dedim. Ama, bunu Türkeş’e kabul ettiremedim. Onun üzerine benim yapacağım bir iş kalmadı artık, bundan sonrasını sen bilirsin, ,ama bu teklifi kabul edersen iyi olur dedim. Bana hayır «Mücadele ederiz» dedi. Başbakanlıktan ayrıldım. îki gün sonra Kök-sal’la görüştüm. Türkeş için, Cemal Gürsel Paşa ikna oldu, değiştirecek dedi. O sırada Kurmay Albay Sadi Koçaş’ta Londra’dan gelmişti. Gürsel Paşa ile gayet iyi konuşurdu. Sezai ile ikimiz durumu kendisine iyice anlattık. Ertesi gün görüştüğümüz zaman Albay Koçaş, durumu Cemal Paşaya bütün teferruatı ile anlatarak ikna ettiğini bildirdi. Birkâç gün sonra da, Türkeş müsteşarlıktan ayrıldı. Bu konu da böy-lece halledilmiş oldu. Türkeş’i evinde ziyaret ettiğim zaman geçmiş günleri anlatarak, kendi kendine çekilmiş olsaydın daha iyi olurdu dedim. Bana «Beni kıskananlarla uğraşacağım» dedi ve bunların başında Sami Küçük’ün geldiğini de söyledi, ayrıca Ekrem, Osman Köksal’a da itimat etmediğini belirtti. Türkeş her nedense bu günlerde Binbaşı Dündar Taşer’e pek fazla bel bağlamıştı. Zırhlı Birlikler Okulunda Tank Taburu vardı. Binbaşı Taşer oraya sık sık, zamanlı zamansız gelir, kuvvet gösterisi yapardı. Burada Türkeş grubu gizli olarak bazı toplantılar da yapıyordu. Bunlardan hep haberdar olunuyordu. Ama onlar her defasında inkâr yoluna sapıyorlardı. Durum artık bütün gerçekleri ile iyice anlaşılmıştı. Komite tamamiyle iki gruba bölünmüştü, için için birbirlerine karşı cephe alıp bir diğerini ekarte etmeye bakıyorlardı. Bunun tesiri Orduya da yayılmıştı. Hele Ankara’daki birlik komutanları da ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Fakat, işin sonunda duruma aklı selim hâkim oldu. Ankara’da yaptığım temaslarda karacı arkadaşlarla da tam fikir birliğine varmıştık. - Hava Kuvvetlerinde Halim Menteş çok mühim rol oynamıştı. Hava Kuvvetleri de yekvücut olarak aynı cephede idiler.

3 Ekim 1960 günü Devlet Başkanı Cemal Gürsel Paşa beni makamına çağırdı. Yüzbaşılığımdan beri beni tanırdı. Okulla ilgili bir kaç sual sorduktan sonra asıl konuya geldi. Komite içinde son gidişatın iyi olmadığını, bazı kimselerin sapık fikirlere sahip olduğunu ve bunlardan bir kısmının da Harb Okulunu zamanlı, zamansız ziyaret ettiklerini duyduğunu bildirdi. Ben de kendisine durumu anlatarak aldığım tedbirleri bildirdim. Verdiğim emirleri söyledim. Harb Okuluna itimat edileceğini belirterek şahsen onların fikirlerinin karşısında olduğumu açıkladım. Bunun üzerine paşa bana «Evet zaten Osman Koksal, Sezai Okan senin durumunu bana anlattılar. Onların eski arkadaşıymışsın, komitenin kurulması da sana aitmiş, hepsini öğrendim. Şimdide vaziyeti tam manâsiyle kavramış durumdasın, sana bu hususta söyliyecek hiç bir sözüm yok, sana güveniyor ve tam bir emniyetle bakıyorum.» dedi, izin istiyerek yanından ayrıldım.

O günlerde komite üyelerinden ziyaretime gelenler sıklaşmaya başladı. Yine birgün Alpaslan Türkeş geldi bu «gidişat iyi değil Talât. Artık buna bir çâre bulalım.» dedi. Eşiti arkadaşlar bir araya gelip toplanalım ve karar alalım dedim. Telefonla da Halim Menteş’i çağırdım. Benim odada üçümüz tartıştık, sonuç olarak, Halim ve ben kendisine açıkça şunu bildirdik :

«Komite üyeleri bugün Silâhlı Kuvvetleri temsil etmektedirler, Millet bizi öyle biliyor. Siz aranızda bölünmek suretiyle orduyu da ikiye parçalamaya kalktınız. Buna hakkınız yoktur» dedik. Daha sonra Türkeş’e bu ana gaye uğrunda basit plânlardan vazgeçip, fikir ayrılığı olan hususlarda karşılıklı olarak anlaşmaktan başka çıkar yol görmediğimizi söyledik. Yoksa komitenin ikiye ayrılmış şekli ile birbirimizin hayatını dahi ortadan kaldıracak bir ortama hızla yaklaştığımızı, birbirimizi hudut harici edecek bir harekette bulunmanın iki tarafa da hiçbir şey kazandırmayacağını bu gibi hareketlerle memleketin felâkete sürükleneceğini kendisine açıkça anlattık. Hiç bir zaman bu tip fikirlerinizi des-dekliyemez ve size yardımcı olamayız dedik. Bunun üzerine bir süre daha tartıştık. Biz Meclisin öncelikle kurulmasını komite üyelerinin kurucu meclis dışında kalmalarını, M.B.K. nin yeni bir siyasî parti kurmamasını, siyasî hayata atılmak isteyenler varsa M.B.K. üyeliğinden ayrılarak yeni bir parti kurmasını veya partilere iltihak etmelerinin uygun olacağı tezini savunduk.

Alpaslan Türkeş de öyle olsun, bunun için ne yapalım dedi. Bizde fikir ayrılığı olan iki cephede bir araya gelerek konuşulsun, şartlar açılsın, her iki tarafta birbirini ikna etmeye çalışsın dedik. İcap ederse toplantılarda bulunabileceğimizi söyledik. Bu teklifimize razı oldu. Bir veya iki gün sonra Muhafız Alayında toplanıldı. Bizler katılmadık, ama orada görüşülenlerden haberdar olduk. Toplantıda Osman Koksal, Sezai Okan, Mucip Ataklı, Sami Küçük, Türkeş, Orhan Kabibay, Orhan Erkanlı, Muzaffer Özdağ bulunmuşlar, herkes gayet serbest olarak konuşmuş. Birbirleri hakkında tasarladıkları plânları dahi açıklamışlar .Bazı noktalarda da birbirlerine hücum etmişler, sonuç olarak da, komitede çoğunlukla bir toplantı yapmaya karar vermişler. Bize bu toplantı hakkında gelen bilgi bu şekildeydi. îki üç gün sonra Komiteden yirmidört kişinin iştirak ettiği, bir toplantı yapıldı. Burada fikir konusundaki anlaşamamazlıklar gece yarısı saat üçe kadar münakaşa edilerek bir karara bağlandı ve anlaşmaya varıldı, hatta şimdiki idarenin. «Halk Oyuna» arz edilme işide karar altına alınmıştı. O sabah, Osman Koksal, Sezai Okan bana telefon ederek bü durumu bildirdiler. Sonra Harb Okuluna da geldiler, görüştük. O günkü durumdan sonra da tutumun nasıl olacağını plânlamak üzerede altı kişilik bir plânlama grubu tesbit etmişlerdi. Bu gruba Mucip Ataklı, Kadri Kaplan, Alpaslan Türkeş, Orhan Kabibay, Orhan Erkanlı- Sezai Okan seçilmişti.

O akşam bu şekilde karar alınmasına rağmen bu plânlama grubu hiçbir zaman toplanıp tam bir çalışmağa geçemedi. Çünkü her defasında bir bahane ile karşı taraf toplantılara katılmamıştı. Eskiden olduğu gibi Türkeş Grubunun gizli toplantılar yapmaya başladıkları da bu arada haber alınmaya başlandı. Aynı zamanda eski huylarından da vazgeçmedikleri kati olarak öğrenilince 13 Kasım 1960 harekâtının yapılmasına karar verildiğini sonradan anladık.

Uzun görüşmelerden sonra isimler üzerinde durularak sonuç Cemal Gürsel’e bildirilmiş, o da kati kararını vererek ne yapacaksanız yapın ,elinizi çabuk tutun demiş.

·        12 Kasım 1961

·        13 KASIM

ONDÖRTLER OLAYI

Sabah saat sekizde Alpaslan Türkeş Okula geldi gene, telâşlı bir hali vardı. Bana artık Komitenin işe yaramaz hale geldiğini lağvedilmesinin gerektiğini ve yeni seçimlere gidilmesi için çâre düşünülmesini isteyerek; artık ikinci büyük tarihi kararın verilmesinin lâzım olduğunu söyledi. Bende kendisini ikna etmeye çalıştım. Kanaatimi tekrarladım. Yekvücut bir komite haline gelmeden hiç bir işin düzelemi-yeceğini, bunun için ne yapıp yapıp, anlaşma yapılmasının uygun olacağını teklif ettim. Bu konuyu geciktirmeyin dedim. Öyleyse biz hazırız dedi. Kendisine öğleden sonra eve gel görüşelim, seni bekliyeceğim, dedim. Bu sırada telefon çaldı, Kurmay Albay Halim Menteş benimle görüşmeyi arzu ettiğini söylüyordu. Kabul ettim. Türkeş’te yanımda, gel istersen burada daha iyi oturup konuşabiliriz.» dedim. Bana «Hayır gelemem ben seni evde bekliyorum, acele gel» dedi. Türkeş yanımda fazla kalmıyarak gitti. Fakat her halde azda olsa birşeylerden şüphe ediyordu. Ben derhal Menteş’e gittim. Binbaşı Emanullah Çelebi ile beraber beni evlerinin önünde bekliyordu. Otomobilimi değiştirerek Halim Men-teş’in otomobiline bindim. Otomobilde üçümüz vardık. Jandarma Okulunun önüne doğru gelirken Halim otomobili durdurdu. Bana dönerek «Talât eskiden ettiğimiz yemini hatırla ve içinden tekrar et sana ikinci tarihi karan bildireceğim» dedi ve verilen kararı açıkladı.

Buna göre: Artık komite içinde tam bir birlik teşkil etmeye imkân yoktu. Sonuç daha kötüye gitmeden anlaşamadığımız arkadaşları komiteden ayırarak uzaklaştırmaya karar verdik. Bunlar emekliye sevkedilerek yurd dışına çıkarılacak ve bu hareket bu gece sabaha karşı tatbik edilecek» dedi. Bende derhal kabul ettim. Bana uzaklaştırılacak olanların listesini okudu. Hepsi dokuz kişi idi. Fakat o gece komiteden uzaklaştır ilanların ondört kişiye yükseldiğini ertesi gün Cemal Madanoğlun’dan emir alınca öğrendim.

Halim bana 13 Kasım günü sabah saat 06.00 da okulda bulunmamı söyledi. Öğleden sonra evde Tür keş’i bekledim, fakat gelmedi. Kendi kendime ertesi gün tatbik edeceğim hareket tarzını hazırladım. Saat 07.00 ye kadar kimseye hiçbir şöy söylememeye karar verdim.

SESSİZ İHTİLÂL

BAŞLADI

13. Kasım. 1961

Saat 05.30 da evin kapısı çalındı. Kapıda bir deniz kurmay Binbaşısı vardı, bana Cemal Madanoğlunun kartını göstererek, acele Ankara Kumandanlığına gitmem gerektiğini söyledi. Karttaki imzayı tetkik ettikten sonra hemen hazırlanıp dışarıya çıktım. Kapının önünde beni bekleyen jeep’e bindim. Ankara Merkez Kumandanı Albay Hikmet Akıncı’da jeep’teydi. Merkez Kumandanı yolda giderken bana «Ne var ne yok» diye sordu. Hiç birşeyden haberi olmadığını anladım. Bende oraya gidince öğreniriz diyerek kendisine cevap verdim. Tam saat altıda Ankara Kumandanlığına geldik. Korgeneral Cemal Madanoğlu’nun odasına girdik. İçerde piyade Albayı Recep’te vardı. Bana dönerek «Sen niye geldin durumu biliyorsun ya dedi. Bende emrinizi aldım dedim. O anda iki albay bana yan gözle baktılar.

EİMİR VERİLDİ

Cemal Madanoğlu bize şu emri verdi :

·        1.  Komiteden bazı arkadaşların ihracını zorlayan kararı bu sabah 07.00 da tatbik edeceğiz. Herkes kıtası başına giderek herhangi bir harekâta karşı hazır olsun.

·        2.  Tatbik edilecek olan plânın ana hatlarını söyledi o da kısaca şu idi.

·        a.  Komiteden çıkarılacak arkadaşların hepsine 07.00 da tebligat yapılacaktı. Bunu emniyetten iki sivil polis yapacaktı. Her birine ikişer memur ayrılmıştı.

·        b.  Tebliğ zarfını bir sivil memur kapıları çalıp verecek, diğer memur kapının önünde bekliyecekti.

·        c.  Zarfın içinde şu yazılı idi :

·        1.  Emekliye ayrıldınız.

·        2.  İkinci bir emre kadar evinizden ayrılmayacaksınız.

·        3.  07.30 da Ajans Haberini dinleyiniz.

·        d.  Evinden çıkan olursa hiç bir suretle zor kullanılma

yacak, kapının önünde bekleyen iki sivil memur o şahsa yaklaşıp ihtar edecek (Evine dönmesi için) şayet hareketine devam ederse, derhal telefonla en yakın inzibat karakoluna durum bildirilecek. O zaman tevkif edilerek Merkez Kumandanlığında nezarete alınacaktır.                            '

Yer yer seyyar inzibat karakolları kurulmuştur.

·        e.  Bu şahıslar evlerinde nezaret altında bulundurulup sonra yurt dışına görevli olarak gönderilecektir.» Oradaki kumandanlara radyoda yayınlanacak beyanatı verdi. Bana teksir edilmiş kâğıtlardan kalmamıştı. O zaman kendi el yazısı ile (Eski Türkçe) aslını verdi (Bende mevcuttur saklıyorum) Emri orada okuduktan sonra ayrıldım. Ben kendisine bir hususu sordum. İkinci bir emir verip vermiyece-ğini sordum:

En kritik yer olarak Harb Okulunu buluyorlar ve orada bir reaksiyon olacağından çekiniyorlardı. Kendilerine böyle bir şeyin bahis konusu olamıyacağını belirttim. Bana «Bu işi tamamiyle sana bırakıyorum» dedi. Ayrıldık, ben derhal okula geldim. Saat yediye gelmek üzere idi. Alay Kumandam Turgut Alpagut ve Kurmay Başkan Vekili Hüsamettin Şevengül’ün otomobillerini gönderip, kendilerini okula istettim. Onlar gelinceye kadar da nöbetçi heyetini toplayıp şu emri verdim.

«Arkadaşlar.

Saat 7,30 da radyoyu dinleyiniz ve derhal taburlara dağılarak öğrencilerin hareketlerini kontrol ederek neticeyi bana bildiriniz.» Bende pazar olduğu için henüz yataktan kalkan öğrencileri kontrol etmek için koğuş koridorlarında dolaşmaya başladım. Bu arada hiçbir taşkınlığa tesadüf etmedim. Çocuklar hiç bir mâna vermemişlerdi. Radyo neşriyatı üzerlerinde bir şok tesiri yaratmıştı. Kahvaltıdan sonra yavaş yavaş gruplaşmalar olmaya başladı. Ben derhal izinli çıkmalarını söyledim. İzin havası içinde okuldan dağıldılar. Bir kısım öğrenciler okulda kalmıştı. Saat on sıralarında Sıtkı Ulay Paşa geldi, eski öğrencilerini havuz başına topladı ve onlara bir nutuk çekti. Ben pek dinleyemedim. Yalnız şu hava seziliyordu. Bu durum karşısında demek bana pek itimat edilmemişti. Çünkü ben Okul Kumandanı iken onun gelmemesi gerekirdi. Öğrencilere zamanında çok taviz vermiş olduğu için öğrenciler onu görünce çok şımarıyorlardı. Çok gereksiz konuşmalar olduğu için ben hiç bir zaman Sıtkı Paşanın yanma sokulmadım.

Öğle üzeri evime gittim. Saat 14 sıralarında Emniyete ait bir araba evin önünde durdu. Polis, şoförümle görüşerek Alpaslan Türkeş’in evinin nerede olduğunu sormuş. Fakat araba ben evden çıkıncaya kadar bizim kapının önünden ayrılmadı.

Gece Okulda yatmamız için emir aldık, okula döndüm saat 20,00 den sonra komiteden Muzaffer Yurdakuler, Kadri Kaplan, Mehmet Özgüneş, Ahmet Yıldız, Ekrem Acuner, Fikret Kuytak, hariç hemen hemen hepsi geldiler. Benim odamda uzun boylu oturduk konuştuk. Bu arada Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Memduh Paşa da geldi. Komitece-ler gittikten sonra Memduh Paşayı epey aydınlattım ve eski anılarından da bahsettim.

Pazartesi günü normal mesai yapıldı. Yalnız bu arada Orhan Kabibay henüz ele geçmemişti. Sıtkı Paşa tekrar okü-la geldi. Telâşlı bir vaziyetteydi. Kabibay buraya gelir herhangi bir şey yapabilir diye korkuyordu. Kendisine teminat verdim ve bir daha okula gelmemesini, daha iyi olacağını kendisine söyledim. Bu durumu ayrıca Komitedeki arkadaş-larada bildirdim. Bence öğrenciyide islim üzerinde tutmanın bir anlamı yoktu. Öğrenci onu görünce lüzumsuz yere heyecanlanıyordu. Bende onun gereksiz konuşmalarını hiç iyi karşılamıyordum. Hatta o zaman Osman Köksal’a da.

«Bu şahıs bir daha okula gelirse ben kumandanlığı terk ederim. Bana mı itimat edeceksin ona mı? Mesuliyet bana ait olsa gerek.» dedim. Son gelişi o oldu. Bu şekilde iki üç günü evden ayrı geçirdim. Evimde olan telefon konuşmalarımı bile kestiler. Beni hariçten arayanlar telefon başında ilk önce Cemal Madanoğlunu buldular. Çünkü telefonumun oraya bağlamlması için emir verilmişti. Yeni esaslı tedbirlerin alındığının farkında bile olmamıştım. Ondörtler tevkif edilip Mürted Hava Alanına götürüldüğü zaman Orhan Kabibaydan başkasının ziyaretine gidemedim. Kabibay’ı yolcu etmeye de Osman ve Sezai ile birlikte gittik. Arkadaşlar sıra ile yolcu edildiler. Bu işte böylece kansız olarak bitirildi. Bu tasfiye hareketinden sonrada Kara Kuvvetlerinde bir tayin kampanyası başladı, listeler hazırlanarak ondört-lerin adamı olduğu gerekçesi ile bir çok subayın tayin listesi tanzim edildi. Beni de bu listelerden birinin başına Türkeş’in adamı olduğumu ileri sürerek koydular. Komitede kalan arkadaşlar zamanında duruma müdahale ederek kimsenin adamı olmadığım için bu yanlışlığı tam zamanında önlediler. Bu durumu duyar, duymaz derhal Meclise gittim. Arkadaşlara «Benim için yamlanlar diğerleri içinde yanılırlar, bu şekilde tayinler yapmaya kalkmayın orduyu ikiye ayırırız çok kötü neticeler doğar dedimse de kimseye dinletemedim. Ama hata kendisini gösterdi ve gösterecekte. İlerde bu hususun nasıl temizleneceği hakkında şimdiden hüküm yermek bence oldukça zor.

Benim içinde türlü türlü söylentiler çıkardılar. Tevkif edildi dediler. Tayin etmek istediler. Yassıadaya gönderildi dediler. Meğerse ne çok dostum varmış da benim haberim yokmuş.; Zamanla herşey açıkça ortaya çıktı.

Ankara

·        24. Aralık. 1961

EMİNSULARIN İHTİLÂL

HAZIRLIKLARI

Bugün saat onbir sıralarında Ankara Kumandanlığından telefon ettiler. Cemal Madanoğlu makamında seni bekliyor dediler. Hemen gittim. Kurmay Başkanı Selâhattin Demir-cioğlu’nun odasında otururken kendisine sordum. Emeldi subayların pazar günü yapacakları toplantı ile ilgilimi? dedim. Biraz sabret öğrenirsin dedi. Fevkalâde bir hal olduğu belli oluyordu. 28 Tümen Kumandanı Kurmay Albay Nuri Hazer de geldi. Madanoğlu bizi odasına aldı Odada K. Alb. Muzaffer Heper, Kurmay Başkanı Sefahattin Demirci-oğlu, ben, Kurmay Albay Nuri Heper vardı. Biraz evvel içerden Iç İşleri Bakanı Tümgeneral Muharrem İhsan Kı-zıloğlu çıkmıştı. Selahattin kulağına eğilerek yavaşça «Ufak bir operasyon» dedi. Zaten anlamıştım. General Madanoğlu masasının üzerinde yeni gelmiş olan mesajı okudu. İzmir-den çekilmişti. Mesaj özet olarak :

«Emekli General Mehmet Ali Aytaç’ın bir konuşması ve mecliste kendisine verilen bazı sözlere işaret ediliyordu.

Mehmet Ali Aytaç «E.M.Î.N.S.U.» lara şöyle sesleniyordu :

«Teşkilâtımız artık, pasiflikten çıksın. Aktif olalım geç kalıyoruz. Ya Orduya döneceğiz, ya öleceğiz. Kurucu Meclise bizi almıyorlar, zorla girmeliyiz. Benim kurmaylık hizmetim 24 yıl, halbuki M.B.K. da kıymeti bukadar olmayan subaylar var. Aktif hareket etmeli ve hakkımızı almalıyız.» Buna benzer bir sürü hezeyan dolu cümlelerden sonra. Mehmet Ali Aytaç Hava Alanında çok parlak bir şekilde karşılanmayı, kuvvet gösterisi yapılmasını arzu ediyordu. Kâğıdın okunması bitince General Madanoğlu :

«Arkadaşlar.

Bu akşam bir hareket yapacağız, çünkü emekli subaylarla gedikliler ve Demokrat Parti kuyruklarının müştereken kurmuş oldukları teşkilâtta toplantı yapacaklar bizlerin ortadan kaldırılması hakkında gerekli plânları hazırlayacaklardır. Onun için siz ikiniz bu gece evlerinizde yatmıyacaksı-nız. Kıtalarınızın başında kalacaksınız. Ailelerinizi de bir yere götürün dedi ve şu kısa emri verdi :

·        1.  Bu emrimi ikinizden başka şu şahıslar bilecektir.

Merkez Kumandanı Albay Hikmet Akıncılar,

Trafik Tabur Kumandanı Albay Recep, Jandarma Genel Komutanı Abdurrahman Doruk Paşa,

Muhabere Okulu Kumandanı Albay Reşat, Muhabere Tabur Kumandanı.

·        2.  Hiç bir surette yazılı emir yok.

·        3. Bu adamlar her çeşit asker elbisesi temin etmekle meşgul (Subay, Er, General) dikkatli olun.

·        4.  Birliğinize gelen ve kendi parolanızdan gayrisini söyleyeni tevkif edeceksiniz.

·        5.  Siz kumandanlar birbirinizi gizlice görüp işi içinden idare edeceksiniz. Kıtalarınız ve hazır kuvvetleriniz silâh başında olacak.

·        6.  Nöbetçileriniz güvenilir olacak.

Cephanelikler kontrol edilecek.

·        7.  Saat 21 den sonra şu parolayı kullanmak üzere telefon görüşmesi yapılacak.

Parola : (Üç kutu sigara istemiştik)

İşareti : (Sigaralarınız hazır).

·        8.  Diğer Birlik Komutanlarına saat 23 den sonra haber vereceğim.» dedi, ve başarı diledi.

Ben Emri tekrar ettim ayrıldık. Beşde okula döndüm nöbetçi âmirini değiştirdim.

Saat'20 de okula geldim. Nöbetçi âmiri Avni Elevliye şu emiri verdim.

«a. Nöbetçi subaylarının isim listesini getir.

·        b.  Alârm için hazır kıta hazırlığını yap.

·        c.  Saat 21 den sonra okula gelen tanınmayan kimseleri derhal tevkif edip. Dördüncü Şube Müdürünün odasına hapsedin.

·        d.  Yat borusu ile birlikte bütün öğrenciler yatırılacak.

·        e.  Emniyet nöbeti arttırılacak.»

O sırada Ankara Kumandanlığından beni istediklerini bildirdiler gittim. Geceki hareket için yazılı emir verdiler.

Orada general Madanoğlu, Sezai Okan, Sami Küçük’te vardı. Onlarla görüşüp ayrıldım.

Okulda Nöbetçi Âmirine tekrar şu emirleri verdim:

·        a.  Okulun civarına konucak nöbetçi miktarının tayini.

·        b.  Hazır kıta olacak birlikler için öğrencilerin ismen tesbiti.

·        c.  Nöbetçi âmirinin saat 24 de bütün nöbetçi subaylarını alıp yanıma gelip durumu rapor etmesini,

·        d.  Nöbetçi âmirine bütün birlikleri kontrola gidiyorum. Arabayı bırakacağım. Yayan olarak onbeş dakika sonra gelirim beni bulaşıkhane kapısında bekle al. Emrini verdim.

O sırada Emir Subayım Süvari Binbaşı Talip Oğuz geldi ve bana katıldı. Beraber birlikleri gezdik sonra gitmiş gibi yaparak okula yan taraftan girdik. Kurmay Başkam, Emir Subayı ile aynı odada sabaha kadar kalarak harekâtı takip ettik. E.M.İ.N.S.U. 1ar saat 02.00 de toplanmaya başladılar saat 06.00 da sayıları ellibeş kişi olmuştu. Yapılan plân noksansız tatbik edildi.

Tevkif edilenlerin listesini Ankara Kumandanlığı Kurmay Başkanı bana okudu çok az tanıdığım isim vardı. Emekli subay olarak bir iki kişiyle, bir kaç gedikli vardı. Geri kalanı D.P. kuyrukları ile birkaç kadındı. Tahkikat halen devam ediyor bu suretle üçüncü hareketta sessiz olarak bitti. Şimdi halen okulda hazır vaziyette bekliyoruz.

Bu olayı yapmakta geç bile kalındı. Çünkü aylardır bunun yapılmasını arzu ediyor ve her defasında komite arkadaşlarımı ikaz ediyordum. Bakalım sonuç ne olacak.

·        25. Aralık Saat 18.00

14 lerin tasfiyesinden sonra görüşlerim gerçekleşerek, Silâhlı kuvvetler bünyesinde bölünmeler, meydana gelmeye başlamıştı. M.B.K. Üyeleri orduyu tesir altında bulundurmak için Ankara ve İstanbul'da bulunan kumandanları faaliyete geçirerek kararlar aldırıyorlardı.

M.B.K. nin geçici Anayasası bizzat yapanlar tarafından çiğneniyordu. İşte bu olay Silâhlı Kuvvetler içinde oldukça yıkıcı bir rol oynamaya başladı. 14 lerin tasfiyesinden sonra geri kalan 23 komite üyesi gruplar halinde ordu içinde âşiret reisi imişler gibi taraftar toplamaya başladılar. Bir yandan da 14 lerin mağdur olduğuna inanan taraftarları da ordu içinde ayrı bir teşkilât kurabilmek için bütün güçleri ile çalışıyorlardı. Artık Ordu muhtelif fikir akımlarına göre,, zümrelere hizmet için siyasetin içinde bocalamaya başlamıştı. İşte bu durum karşısında yine kendimi görevli hissettim. Ankara’daki arkadaşlarımla bir fikir etrafında toplanarak ordu içinde parçalanmaya meydan vermemek ve orduyu, yavaş yavaş da olsa M.B.K. üyelerinin elinden kurtarmak için Silâhlı Kuvvetler Birliği adını verdiğimiz teşkilâtı kurmak üzere çalışmalara başladık. Ankara ve İstanbul’da ki genç kumandanlar toplantılar yaparak bazı kararlara vardılar. Ordunun bütünlüğünü hedef olarak alan kararlar şunlardı :

·        1.  Türk Silâhlı Kuvvetleri sebeb ve saiki ne olursa olsun siyasete karışmıştır. Halen Orduda bulunan Silâhlı Kuvvetler Birliği mensupları derhal siyasetle ilgilerini kesme-lidirler.

·        2.  Her kumandan ve Subay astlarını kendine, kendini de bir derece üst kumandanına bağlamalıdır.

·        3. Her Kumandan ve subay yalnız kendi kumandanından emir almalı ve ordu dışı hiçbir siyasî tesir altında kalmamalıdır.

Nisan 1961 yılı başlarında da Hava Kuvvetleri Komutanlığı, Kara Kuvvetleri ve Ordu Komutanlıkları, Deniz Kuvvetleri, Harp Filosu Komutanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı arasında bu konularda anlaşma olmuş, emir ve kumanda münasebetleri buna göre tanzim edilmiştir. Bu münasebetleri yürütmek üzere komutanların iştirakiyle bir TÜRK SİLÂHLI KUVVETLERİ BİRLİĞİ kurulmuştur.

Ancak bu birlik M.B.K. üyeleri ve yüksek komutanlar arasında «ALBAYLAR CUNTASI» kurulduğu şeklinde kabul edilmiş ve bu hareketimize günün iktidarını ellerinde tutan kişiler karşı çıkmak için hertürlü yola başvurmuşlardır. Silâhlı Kuvvetler Birliği teşkilâtım kuran bizler teşkilâtımızı yüksek kumanda görevinde bulunan kumandanlara kadar geliştirirken, diğer taraftan da iktidarın fiilen sahibi olduğunu her zaman açıkça ortaya koymaktan kaçınmayan kişiler bu teşkilâtı dağıtmak ve ileri gelenleri tasfiye etmek için çeşitli metodlar üzerinde hazırlıklar yapmaya başlamışlardır.

Karşı olarak hareket eden her iki cephe de birbirlerini tasfiye etmek için çeşitli yollara baş vurarak harekete geçmişlerdir.

Birbirlerine asla itimat etmeyen bu iki grubun verdiği ilk meydan savaşı, Albaylar Cuntasına karşı girişilen hareketin başlaması üzerine açıkça ortaya çıkmıştır.

Bu düşünce ile ilk olarak Hava Kuvvetleri Komutanı Korgeneral İrfan Tansel’in emekliye şevki istenmiştir. Ancak Devlet Başkanı Gürsel bu kararın Silâhlı Kuvvetler içersinde tepki yaratacağını ileri sürerek karşı koymuş, neticede 1 Haziran 1961 günü Tansel’in Türkiye’den uzaklaştırılarak Nato Daimi Grubuna tayinine karar verilmiştir.

Gelişen olayların akışı içinde nihayet altı haziran günü gelmiş S.D.K. Mensupları Tansel’in tayinini durdurmuşlardır.

SİLÂHLI KUVVETLER

ALÂRMA GEÇİYOR

TALÂT AYDEMİR eski ihtilâlcilerden arkadaşı Turan Yavçan’a yazdığı bir mektupta, Haziran olaylarım şöyle anlatmaktadır.

·        9 Temmuz. 1961

«Kardeşim Turhan,

Hatırlarsın, Kore’den döndükten sonra «İhtilâlin emniyete alınması icab eder» demiştim. İşte o ana fikir üzerinden yürüdüm. Eski teşkilâtı genişlettim. Bugün Türk Ordusunda kilit başında bulunan bütün insanlar buna dahildir. Aylardır çalıştık ve bazı prensipler vazettik. Üç ay evvelde bu prensipleri komitedeki arkadaşlarımıza verdik. Bazıları çok iyi karşıladı. Bazıları da aylar sonra bizi arkadan hançerle-meye kalktılar. Bunlar şunlardır :

Cemal Gürsel, Cemal Madanoğlu, Osman Koksal, Sezai Okan, Sıtkı Ulay, Ağasi Şen... Halbuki bu arada Osman ve Sezai’ye ben ne kadar bel bağlamıştım. Meğer onlar ne imişler, bizim bu kadar açık kalpli olmamızı onlar bidayette kabul eder gibi göründüler, güya akıllarınca fırsat bulunca darbe indirmeğe kalktılar, fakat tersine oldu. Hava Kuvvetleri komutanının, emir subayının (GÜRSEL’in emir subayı Agasi ŞEN) marifetiyle tayininden sonra iş patlak ver di.

îj Emir subayı Agasi Şen, Mason Cemiyetine girmişti, diğerleri de onun izinden yuruyöHâK^

Bu gün devletin beş Bakanı da Masondur, sen hükmünü veril

Bu yukarıda saydığım insanların plânı ile biz 2 - 3 Haziran gecesi hazırladıkları liste ile yeni bir ondörtler gibi emri vaki ile karşılaşacaktık. Bereket versin, elimizi çabuk tuttuk, bu zaferi dört saat ara ile kazandık.

Derhal alarma geçtik, yoksa bizi şu. suçlar ile radyoda dinleyecektiniz. Cemal Madanoğlu Millî Savunma Bakanı, Kara Kuvvetleri Kumandanı Alkoç ile birlikte bir liste tanzim eder . Tabii ki en başta suç şu :

·        1.  Harb Okulu Komutanı, Komitedeki havacılar ile anlaşmıştır.

·        2.  Bunlar Orduyu ayıran insanlardır.

·        3.  En kötüsü komünistlere hizmet edenlerdir.

Bize haberi ikinci başkan olan Muhittin Paşa verdi.

Ondan sonraki icraat tamamiyle bizim hâkimiyetimiz altında cereyan etti. Bu adamlar fazla inat etselerdi, harekâta geçip ortalığı kana boyuyacaktık... O kadar şuursuz insanlardı.. Allah’tan ellerinden bir şey gelmedi. Çünkü artık hiç bir kuvvetleri kalmamıştı. Bu anda da sıfırdırlar. Yedi gün yedi gece uykusuz alarmda kaldık. Yanlız şuna sevin ki bütün Türk Ordusu, Deniz, Hava, Kara Jandarma bu andajyekvücuttur. Diğer yolda da bunu sağlayabildiysem artık rahat ölebilirim.                  '

Dâvamızı başta bulunan Genelkurbay Başkamna, Kuvvet Komutanlarına, ayrıca kabul ettirdik. Şimdi demir gibiyiz, ama bu kolay olmadı tabii. Eski ideal arkadaşlarım, Türkiye’de her şeye hâkimdirler. Silâhlı Kuvvetler şahsiyetini kazanmıştır.

Yedi Haziranda Komiteye bir ültümatom çektik, benim kalemimden çıktı. Genelkurmay Başkanı Memduh Paşayı köşke götürdü. Hasta Devlet Reisine kabul ettirdi. Yirmi dört saat mühlet vermiştik. Onbirinci saatte yerine getirdiler, yoksa hepsini silecektik. İş o kadar gergin safhaya girmiş, sabrımız tükenmişti. Ültümatom şu idi:

·        1.  Hava Kuvvetleri Komutanı derhal vazifesine iade edilecek. Öğle radyosunda yayınlanacak.

·        2.  Bizi ihbar edenler ve Hava Kuvvetleri Komutanının harcanmasını sağlıyanlar vereceğimiz listeye göre derhal emekli olacaklar.

·        3. Cemal Mada-noğlu, Osman Koksal derhal kumandanlıkları bırakıp Komiteye dönecekler.

·        4.  Bir daha Silâhlı Kuvvetlerin ve Komitenin haberi olmadan kilit başında bulunan komutanlar tayin edile-miyecek ve emekliye sevkedilemiyecek.

·        5. Deniz Kuvvetleri Komutanı Kara Kuvvetleri Komutanı ve Millî Savunma Bakanı derhal emekli olacak.

·        6.  Komite seçimlere kadar azaltılamaz. İstifa edemez, istifaya zorlanamaz.

Şimdi tamamiyle duruma Silâhlı Kuvvetler hâkimdir. Biz daima doğru yolda idik. Devam edeceğiz. Şimdi komitede sayacağım dokuz arkadaşa itimat edilemez.

Mucip Ataklı, Haydar Tunçkanat, Emanullah Çelebi, Dz. Yarbay Selâhattin Özgür, Şükran Özkaya, Rafet Aksoyoğlu, Fikret Kuytak, Ekrem Acuner, Kadri Kaplan. Biz gene büyüklük ettik hayatlarını bağışladık. İnsiyatiflerini kazandırıp komiteye iade ettik. Yoksa onları silme saat meselesi imiş...

Ondörtler meselesinide garantiye ve sigortaya aldık. Onların kılmada kimseyi dokundurtmayız. Silâhlı Kuvvetlerin himayesindedirler. Yalnız ne varki sabirla beklesinler. Onlar bana ve bizlere karşı vazifelerini tam manâsiyle yapmadılar. Ama ben içinde iyi tanıdığım bazılarını unutamadım.

 

Verilen ültüunatomdan sonra Osman Koksal Muhafız Alayını teslim ederken.

Şimdi beni daha iyi anlayabilirler. Orhan Kabibay mektup yazmıştı, itirafları vardı, saklıyordum. Cevap yazmadım. Sebebi malûm... Ama sen fırsat düşerse ona İrfan Solmaz-er’e bu mektubumu oku onlardan yegâne isteğim, itidalli ve sabırlı hareket etmeleridir. Her şeyin zamanını, tayinini bize bıraksınlar.

Şimdi memleket çok karışıktır. Kim nederse desin iktisadi kriz vardır. Seçimler bile tehlikeye girebilir. İki kritik nokta var: Mahkemelerin infazı, seçimler.

Burada bir halk ayaklanması olabilir, ancak o zaman silâhlı kuvvetlere belki bir vazife düşer, aksi takdirde plânlarımız tahtında işler ilerliyecek, emin olun.

Komitedeki vefasız arkadaşların en büyük hatası beni Kore’den Türkiye’ye getirip, Harb Okulu Komutanı yapmaları imiş... Başlarına çorap örmüşüm. Doğrudur. Kardeşim ne var ki Ondörtler de biraz bana kulak verseydiler, işler başka türlü olurdu. Fakat bizi çok çabuk unutmuşlardı, inşallah bundan sonra iyi olur...

TALÂT AYDEMİR

14 lerin tasfiyesinden sonra Bruxelles’e gönderilen Orhan Kabibay, bulunduğu yerden Talât Aydemir’e bir mektup yazarak bazı açıklamalarda bulunmuştur.

Kabibay eski yazı ile yazdığı mektubunda bazı açıklamalarda bulunmaktadır. Aydemir tarafından orijinali muhafaza edilen bu mektup hatıratın bu bölümüne konmuştur.

Bruxelles. 2 Mart. 1961

Sevgili ve aziz kardeşim Talât,

Hâtırımdan bir an olsun çıkarmadığım halde, şimdiye kadar sana yazamadım. İlk zamanlar hâdiselerin üzerinden bir zaman geçsin istedim. Daha sonra uygun bir durum aradım. Şimdi yazmakla cidden bir huzur içersindeyim.

Buraya geleli onüç hafta dolmuş oldu. İlk günü hangi hisler altında isem, değişen birşey yok, aynen devam ediyor. Bu müddet zarfında zaruri yaşama şartlarını asgari derecesinde temine uğraştık. İyi kötü bir mekan temin ettik. Sağımızı ve solumuzu tayin ettik. Artık bundan ötesi meydana getirdiğimiz şartlar içinde mukadder olan akibeti-mİ2İ beklemekten ibaret... Biz de bunu tevekkülle yapmaya çalışıyoruz. Her halde huzur içersinde değilim. Gelişen şartlar o şekilde olmasaydı, nisbi bir huzur ve mes’ut olma imkânları da mevcut olabilirdi. Fakat maalesef, şimdi bu bir hayalden ibaret. îster istemez bazı, yine malûm uzun uzun münakaşaları yapılmış ve yapılmakta olan hususlara intikal ediyor ve edecek. Başka türlüsüne de imkân olmuyor. Sen her şeyi Komitedeki Sezai ve Osman müstesna, diğerlerinden de çok daha iyi bilir ve değerlendirme imkânlarına sahipsin. Zira 27 Mayıs İhtilâl temelleri senin çok müsbet ve fedakâr faaliyetinin neticesinde meydana gelmiştir. Fakat ne yazık ki seninle beraber olan bizler, senin için gerekli olanı temin edemedik. O günlerin havası bu esef verici neticeyi doğurdu. Bu konudaki çalışmalarımın müsbet bir sonuca ulaşmayışmdan çok üzüntü duymuşumdur.

Aziz kardeşim : Bu yazacaklarım özel olarak kendimi savunma değildir. Bunu yapmayacağım. Hâdiselerin içerisinde yaşamış, olan, her türlü politika oyunlarına bulaşmamış aklı selim sahibi kimseler durum ve durumum hakkında zannederim kararlarını çoktan vermişlerdir. Artık beni buraya getiren olay tarihe intikal etmiş oldu. Zaman gerçeklerin aynasıdır. Hakikatler ortaya çıkacaktır. Bunu böylece kapıyorum. Fakat bu arada beni üzen bir husustan bahsetmeden geçmiyeceğim. O da 14 1er hakkında tefrik yapılmadan toptan ve menfî dedikodulardır. Zaman olarak kafi bir zaman geçti. Bidayette itham edildiğimiz konuların şüphesiz delilleri de toplanmış bulunmaktadır.

Bütün şüpheler ya dağıldı veya müdellel oldu. Buna göre toptan 14 1er hakkında ağır bir itham dedikodusunun önü alınması, eğer suçlar varsa ortaya konsun, velhasıl kanunî yollardan gereği yapılmalıdır. Buraya kulağıma kadar gelen isnatlar çok çirkin ve çok acı. Bunları yapanların kimler olduğunu kestiriyorum. Bunlar her devrin politika bezir-gânları ,menfaat grupları bir tek kelime ile bu memleketin yüksek menfaatleri ile hiçbir ilgisi olmayan, yalnız günün rüzgârına göre yelken tutan kimse veya gruplardır. 27 Ma-yıs’ı meydana getiren o ulvi hissi yok etmek veya parçalamak, şu sıralarda hedefleri olsa gerek. Öyle zannediyorum ki komite arkadaşları ve sîzlerde benim kadar bundan mü-teesşir oluyorsunuz, fakat komite ne yapar ki onlarında hesap ettikleri bu ya... şu veya bu sebebten tasfiye edilmiş ve mucip sebebleri ilk anlarda çok ağır, fakat sonradan tatil edilmiş bir grup için tam fırsat. Akla gelen ve ağıza alınmaz ithamlar sürüp gidiyor. Komite buna resmen mâni olmaya kalksa, kendi kendini tekzip gibi bir şey olur. Aksi türlü hareket etse şahsımızda kendiside yıpranmaktadır. Arkadaşlar müteessir olmaktadır. Bunları yapanlar bu açmazı mükemmel surette hesap etmişlerdir.

Gayeleri mateessüf meydana gelmiş 13 Kasım olayını ustalıkla istismar ederek ihtilâlin mânâsım hırpalamaya çalışmak, 23 1er ve ondörtler düşmanlığı yaratarak 27 Mayıs’ı senbolize etmiş unsurları siyasî bir ölü haline getirmekdir. Çünkü bunlar ihtilâl yapmış unsurları itibarlarıyla yaşar görmek istemezler ve bu yüzden ellerine geçmiş bir fırsattan istifade ediyorlar. Şahsen bu oyuna gelmiyorum, gelme-meyede azimliyim. Dışarda olan diğer arkadaşların da gele-' ceğini tahmin etmem, fakat çok üzülüyorum.

Meselâ bu çirkin ithamlardan bir kaçı :

Mutlak surette bir kısmımız komünist, bir kısmımız ise faşist, bizler Cemal Paşayı ve İnönü’yü öldürecek, partileri kapatacak ve memleketi, askerî Cunta veya diktatörlükle idare edecekmişiz. Bunun 27 Mayısı yapmak için ruhunda bir şeyler his etmiş bir Türk evlâdı için düşünülmesi müm-künmüdür.

27 Mayısın hangi şartlar altında, sonsuz bir memleket sevgisi ve geleceğini dikkatle düşünmek suretiyle hazırlandığını, teşkilâtçısı sen olduğun için çok iyi bilirsin. Ayrıca bu ne mantıktan uzak hezeyandır. Kim diktatörlüğü yaptırtır. Diktatörlük kuvvetle yapılır. Memlekette bu kuvvet Silahlı Kuvvetlerdir. Silâhlı Kuvvetlerimizin sağduyusu buna müsaade eder mi? ve durumu buna müsaade eder mi? Orduyu bilen ve tanıyan bir insan bu hususu aklından geçiremez... Ben ki orduyu iyi tanırım. Orada iken de devamlı olarak şunu söylerdim : Yine de aynı kanaati taşımaktayım. Esaslı olarak bu memlekette demokratik düzen ve bu düzeni muhafazaya muktedir müesseseler kurulmadan memleket idaresi kabil olamaz. Aksi takdirde gelecek karanlıktır. Hele gelecek diktanın hertürlüsü bir felâkettir. Cemal ve îsmet paşaların öldürülmeleri değil aklı selim, biraz da vicdanı olan bir insan bunu hayalinden dahi geçiremez. Bunun münakaşasını yapacak değilim. Hiçbirimiz yıktığımız iktidarın adi. suçlularına dahi aklımızdan geçirmediğimiz en küçük bir maddi zararı memleketimizin iftiharı olan bu büyük şahsiyetlere karşı nasıl düşünebiliriz. Hiç birimiz derken herhalde sadece Ondörtleri değil 27 Mayıs Komitesi ve onun yakın çevresini kast ediyorum.

Bir diğeri : Vatan hainidirler, Huşlara satılmışlardır. Gittikleri yerlerden Ruslara iltica ediyorlar. İstirham ederim olur mu? Bu sözler ben ve benim gibiler için söylenebilir mi?, Hatıra getirile bilinir mi? Bu pis ve adi propagandayı yapanların yüzlerine birgün vurmak için âdeta yerimde duramıyorum. Allah beni bunu yapmadan öldürmesin,-tek temennim bu. Talihin ne garip ne feci cilvesidir ki; 27 Mayıs’a hayatımızı bunları duymak için mi koymuştuk?

Bir diğeri : Beşbin subayı atan, 147 leri tasfiye eden bunlardı. İyi niyetli diğer komite üyelerini aldatarak veya tehdit ederek istediklerini yaptırıyorlardı. Buna herşeyden evvel oradaki ve buradaki arkadaşlarımız şahittir, hepsi ile ' en yakın samimi münasebetlerimiz vardı.

Kimi kim kandırır veya tehdid edebilir. Buna eyvallah diyecek bir arkadaş var mıdır. Ben bir tek vak’aya şahit olmadım, hepsini yakından tanırım. Bunu kabullenecek bir tek kimse mevcut değildir ve olamaz. Zaten 27 Mayıs meydana gelemezdi? Onların hepsi titizlikle, fikir yapısı sağlam sonsuz bir memleket sevgisi duyan cesur insanlar arasından seçilmişlerdir.

İhtilâli yapan bunlar değildir. Açıkgözlük edip külâh kaptılar birde bu...... ihtilâlin hazırlanışım ve icrasını

yakından bilirim. Bildiğim içinde bu konuda selâhiyetle konuşurum ve bütün arkadaşlarda şüphesiz çok iyi bilirler. Komite ilk teşkil edildiği, zaman içinde öyle arkadaşlar vardır ki eğer onlar olmasaydı ihtilâl olmazdı. Bu ihtilâli onlar gerçekleştirdiler, yine öyleleri vardı ki olmasada yine ihtilâl olurdu. Hizmetleri olmuştur veya olmamıştır. Fakat esasa taalluk etmez. Komitenin durumunu yeni üyelerini tesbit etmek için, yani küllâhı kapmak, isteyenleri ayıklamak için komisyon kurulmuştu.

Aklimda kaldığına göre dokuz kişiydi ve bu komisyon seçilirken şu husus nazarı itibara alınmıştı.

İhtilâli hazırlayan ve götürenlerden kilit arkadaşlar seçilmişlerdi. Yine hatırımda kaldığına göre şu zevat vardı.

Madanoğlu, Sezai, Osman, Türkeş, Muzaffer Yurdaku-ler, Mucip Ataklı, Sami Küçük, Orhan Erkanlı ve ben belki Ekrem Acuner de vardı.

Belki başkaları da seçilebilirdi de. İşin selâmet ile cereyanı için feragat ettiler. Her ne ise bu komisyon, Komiteyi tesbit etmişti. Şahsım için söyleyebilirim ki açıkgözlük edip komiteye çöreklenmiş değilim.

Talâtçığım seni işgal ediyorum. İşte böyle konuları duymak beni harab ediyor. Madde, mahal ve kimden duyduğumu sarih olarak tesbit etmeme imkân yok, bu şekilde lekelenmemize bir nihayet vermek lâzım. Eğer varsa resmen açıklânmalıdır. Herkes durumunu bilmeli ve lüzum, görüyorsa savunmasını yapmalıdır. Bu konuda yardımlarını bilhassa istirham ederim.

Nasılsın arkadaşlar nasıllar. Şu sıralar da hakikaten çok mühim problemlerde karar vermek durumunda bulunuyorsunuz. Meşguliyetiniz büyük, candan temennim komitenin ve sizlerin icraatınızda başarınızın devamıdır. Memleket istikbalini inşa ediyorsunuz. Bu tarihi çalışmanızı Allah meşgul etsin. Mesut inkişafları gördükçe bahtiyar oluyorum.

Her şeyin en iyi sonuca ulaşacağına itimadım tamdır. Benim ve başkalarının şahısları mevzubahis değil, memleket hizmetinde şahsen kimseye karşı ne kinim ve nede bir davam var.. Bir ihtilâl hareketinde bu gibi olaylar olur, oh mamasını temenni ederdim.

Fakat olduktan sonra da memleketi seven hem de hayatından çok seven bir insan sıfatıyla hareketin muvaffakiye-

tini bütün kalbimle vatanın birlik, beraberlik selâmet ve atisi bakımından temenni ederim ve ediyorum. Şimdilik hoşça kal. Bütün hasretimle gözlerinden, yanaklarından öperim sevgili kardeşim. Sezai, Osman, Kadri Kaplan, Muzaffer Yurdakuler, Suphi Karaman’ın hasretle gözlerinden öperim. Yazarsan beni memnun edersin.                   '

Orhan KABİBAY

Aydemir tarafından verilen Ültümatom eksiksiz olarak uygulanmış Korgeneral Cemal Madanoğlu Sıkıyönetim Kumandanlığından, Albay Osman Koksal Muhafız Alay Kumandalısından alınmış ve ozamanki Milli Savunma Bakanı Muzaffer Alankuş, Karakuvvetleri Kumandanı Korgeneral Celal Alkoç İkinci Ordu Kumandanı Korgeneral Şefik İlter, Deniz Kuvvetleri Komutanı Koramiral Zeki Özek ve Hava Kuvvetleri içerisinde bir çok subay derhal emekliye sevk edilmişlerdir. Cumhurbaşkanı Gürselin Emir Subayı Agasi Şen de istifa etmeye mecbur bırakılmıştır. Altı Haziran olayı gerçekte ihtilâlin içinde olan yeni ve sessiz bir ihtilâlden başka birşey değildir.

SİLÂHLI KUVVETLER BİRLİĞİ

Artık C.H.P. kendisini iktidarın en yakın sahibi olarak görmeye başlamıştı. Fakat durum hiçte onların bildiği gibi bir gelişim göstermiyordu. Ordu içinde kurduğumuz Silâhlı Kuvvetler Birliği hergün biraz daha güç kazanıyordu. 1961 Haziranının 28. günü toplanarak «Silâhlı Kuvvetler Birliğinin» kabul ettiği prensipleri Genelkurmay Başkanlığı tarafından bütün Silâhlı Kuvvetlere bir genelge halinde duyurduk. Prensiplerimiz şunlardı :

·        1. Ana prensipler üzerinde kader birliği edilen hayati meselelerdir. Bu prensiplerin komite, meclis ve gerekse dışarda takip ve tahakkuku için her türlü gayret ve kuvvet sarf edilir. Memleketin ve rejimin selâmeti icabı Silâhlı Kuvvetler bu yolda ikaz ve Silâhlı müdahele yapar.

·        2.  Şu-veya bu şekilde tecellisinde ittilâtlar yaratmayacak veya ihtilâl ve rejimin teminatını tehlikeye düşürmeyecek meselelerin hallinde teşebbüs, teşvik ve tavsiyeden ileri gidilemez, silâhlı müdaheleye değer bir risk olarak kabul edilmez.

·        3.  Ana prensipler:

·        a.  M.B.K. Türk Silâhlı Kuvvetlerinin bölünmez bir uzvudur. Onlara vaki bir tecavüz Türk Silâhlı Kuvvetlerine yapılmış addedilir.

·        b.  M.B.K. âzaları arasında komiteyi yıpratıcı bir ayrılığı Türk Silâhlı Kuvvetleri asla tasvip etmez.

·        c.  Seçimde iktidara gelecek siyasî kuvvet ihtilâl ve in-

kilâba ve bunu yapanlara karşı intikamcı bir hüviyet .taşıyamaz. Seçimlere kadar partilerin durumu yakından takip edilir.

·        d.  Yassıada dâvasında birinci derecedell suçlular için yüksek âdalet divanının verdiği kararlar derhal tasdik ve infaz edilecektir.

·        e.  Genel seçimler Yassıada Mahkemeleri sona erdikten •ve cezaları infaz edildikten sonra yapılacaktır. Bu tarih 29 Ekim 1961 i geçemez.

·        f. Müsbet yoldan ayrılmadıkça seçimlerin sonuna kadar M.B.K. fesih veya başka bir yolla azaltılamaz ve dağıtılamaz.

(İhanetleri Komite tarafından karar altına alınmadıkça)

·        g. Seçimlerden evvel M.B.K. Başkanmın herhangi bir sebeble görevinden ayrılması halinde Devlet Reisi bir numaralı Anayasa Kanununun hükümleri gereğince seçilecektir.

·        h.  M.B.K. nin prensip kararı ve tensikat maksadı ile emekliye sevkedilenler tekrar Silâhlı Kuvvetlere alınamazlar.

·        i.  Atatürk İnkilâpları aleyhine hiçbir şekilde taviz verilemez.

·        j.  Seçimle gelen iktidarca ihtilâli hazırlayan ve yapanlar, ihtilâl hükümeti devammca ihtilâl icabı olan hizmetler ve görevlerde çalışanlar Yüksek Âdalet Divanı Üyeleri bu hizmetlerden mes’ul tutulamazlar ve mahkeme edilemezler.

·        k.  Bu prensip anlaşmasına varanlar ihtilâl ve inkilâbın teminatını sağlamak için birleşmiş olduklarından siyasî bir topluluk ve karşı ihtilâlci olarak vasıflandırılamazlar ve böyle bir gayede taşımazlar.

·        l.  Avdetlerinde bir mahsur olmadığı Silâhlı Kuvvetlerce kanaat hasıl oluncaya kadar 14 1er yurda avdet edemez. Bu hususta karar komitece verilir.

·        m. M.B.K. üyeleri seçimlerden sonra partisiz Cumhuriyet Senatosu üyesi olarak hizmet ettikleri müddetçe Anayasa esasları dahilinde Türk Silâhlı Kuvvetlerinin bir parçası olmakta devam edecektir.

·        n.  M.B.K. çıkardığı kanunlar ve icraatından dolayı seçimle gelen iktidarca sorumlu tutulamaz.

·        o.  Türk Silâhlı Kuvvetleri prensipler tahakkuk ettikten ve siyasî iktidarı vaad edildiği gibi Anayasa esaslarına göre partilere devrettikten sonra siyaset dışında kalacak ve asli görevine dönecektir.

25 Ağustos günü Jandarma Okulu Şeref Salonunda toplandık ve tabanca üzerine ellerimizi koyarak şu yemini ettik:

«Türk Milletinin bekası 27 Mayıs inkılâp ruhunun devamını demokratik bir rejimin kurulmasını temin ile M.B.K. nin müsbet icraatını destekleyeceğime ve Türk Silâhlı Kuvvetlerinin siyasetten uzak kalmasının temini hususunda kendimi şimdiden Türk Milletine feda edeceğime namusum ve şerefim üzerine and içerim.»

İlk toplantımızı bu yemini ettiğimiz günün akşamı yaptık. Toplantıya Jandarma Genel Kumandanı Tuğgeneral Ab-durrahman Doruk Paşa Başkanlık ediyordu. Toplantıya elliden fazla subay iştirak etmiş bulunuyordu. Yemin etmiş olan subaylar masanın etrafını çevirmişlerdi. Doruk Paşa kumandanlarla yaptığı temaslar hakkında bilgi verdi.

Toplantılarımıza ve çalışmalarımıza devam ettiğimiz bir sırada herkesin merakla sonucunu beklediği seçimler. Demokrat Partinin devamı olduğunu her fırsatta söyliyeiı miting meydanlarında sehpalar kurarak konuşmalar yapan cahil halkımızı altında derin anlamlar yatan cümlelerle tahrik eden politikacıların varlığına rağmen yapıldı.

Seçimlerin sonucu bizlerin haklı olduğumuzu bir kere daha açıkça ortaya koymuştu.

DÖRDÜNCÜ KISIM :

Seçimler bilindiği gibi sonuçlanınca Millî İradenin tam olarak gerçekleşmediği inancına varmıştık. Bu anda Türk Silâhlı Kuvvetleri içinde bir fikir ayrılığı belirmeye başladı.

Ordu mensuplarının bir kısmına göre meclisin toplanmasından 1962 başlarına kadar geçen zaman içinde fikirsiz ve derinliği olmayan siyasî atmosfer memlekete hâkim olmaya başlamıştı. Ordunun iyi niyetlerine rağmen siyasiler kaba ve basiretsiz hareketleri ile ihtilâlden yeni çıkmış memlekette politika ortamı değerlendirmekten yoksun görünüyorlardı. Adalet Partisi ağırlık merkezi olarak kapitalist ekonomiye taraftardı. Fakat program itibariyle faşist bir metod sahibi olduğunu gösteriyordu. C.H.P. çeşitli olayları ve dünyada beliren reformları tam anlamı ile halledeme-mişti. Ağırlığı ile sosyalist ekonomiye taraftar, fakat tatbikat itibariyle A.P. ile aynı paralelde bulunuyordu. Bu durum memleket gerçeklerini bilen subayları memleketin geleceği bakımından huzursuzluğa sevkediyordu. Kanaat o idi ki, memleketin muhtaç bulunduğu ekonomik ve sosyal reformlar ilmi tarzda değil, gelişi güzel uygulanacak siyasî kavgalarla memlekette 27 Mayıstan öncesine nisbetle daha gergin bir hava yaratılacak bu durum profesyonel politikacılara maişet endişesine dayanan bir post kavgasından başka bir sonuç vermeyecekti.

Fikirlerle bir gbup subay yol yakın iken memleketin geleceği bakımından idareye el konulması fikrini savunuyordu.

İkinci fikre göre ise, seçimler arzu edilen şekilde olmamıştı, şimdi askerî bir müdahele hareketine de lüzum yoktu. Tecrübe edilmeli, başarısızlıkları görüldükten sonra müdahale edilmeliydi.

Bu fikri savunanlar daha ziyade Hava Kuvvetlerinin temsilcileri olan Kurmay Albay Halim Menteş, Hava Albayı Fevzi Arsın idi, bunlar C.H.P. liler ile devamlı surette temasta oldukları için bu memleketi ancak başta İnönü olmak üzere C.H.P. nin kurtaracağına inanıyorlardı. Bu fikir gerek Ankara Grubunda, gerek İstanbul Grubunda tartışıldıktan sonra birinci fikir ekseriyet kazandığı için İstanbul’da 21 Ekim 1961 günü Harb Akademilerinde yapılan büyük toplantıda 10 General ve 28 Albay şu protokolü imzalamışlardı.

21 EKİM PROTOKOLÜ

Harb Akademisi

21 Ekim 1961

ZABIT VARAKASI (11. Türk Silâhlı Kuvvetleri mensupları «Aşağıda açık imzaları bulunan» 21 Ekim 1961 günü saat 14,30 da toplanmışlar ve gündemlerinde mevcut olan konuları müştereken müzakere etmişler ve ittifakla aşağıdaki karara varmışlardır:

·        a.  Türk Silâhlı Kuvvetleri onbeş ekim 1961 günü yapılmış olan seçimlerden sonra gelecek yeni Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanmadan evvel duruma fiilen müdahele edecektir.

·        b.  İktidarı Milletin hakikî ve ehliyetli mümessillerine tevdi edecektir.

·        c.  Bütün siyasî partiler faaliyetten men edilecek seçim neticeleri ile M.B.K. fesh edilecektir.

·        d. Bu kararın tatbiki 25 Ekim 1961 den sonraki bir güne tehir edilmeyecektir.

·        2. işbu Zabıt Varakası üç nüsha olarak tanzim edilmiş ve bütün üyeler tarafından aynı anda imza edilmiştir.

21 Ekim 1961

21 Ekim 1961 protokolünün altında şu general ve subayların imzaları yer alıyordu :

Korgeneral Refik Tulga, Tümgeneral Fikret Esen, Tümgeneral Rafet Ülgenalp, Tümamiral Bahattin Özülkfer, Tuğgeneral Faruk Gürler, Tuğamiral Celâl Eğicioğlu, Tuğgeneral Yusuf Alpmansu, Tuğgeneral Faruk Güventürk, Tuğamiral Kemal Kayacan, Kurmay Albay Behçet Özdemir, Kurmay Albay Doğan Özgöçmen, Kurmay Albay Suat Aktulga, Kurmay Albay N. Kemal Ersun, Kurmay Albay Burhan Hun-oğlu, Kurmay Albay Halim Kural, Kurmay Albay Recai Baturalp, Kurmay Albay Mehmet Bora, Kurmay Albay Ve-cihi Akın, Kurmay Albay Emin Ay tekin, Kurmay Albay Ferit Erdoğan, Kurmay Albay Necati İşcan, Hava Kurmay Albay Turan Çağlar, Kurmay Albay Fikret Göknar, İs. Albay Rifat Erenulu, Top. Alb. Celâl Baykam, Kur. Alb. Cemal Öcal, Dz. Kur. Alb. Bülent Tarkan, Dz. Kur. Alb. Zarif Çe-tindağ, Kur. Alb. Bedrettin Demirel, Kur. Alb. Celâl Ugan, Kur. Alb. Vahit Gürkan, Kur. Alb. Şerafettin Olcay, Hv. Kur. Alb. Emin Alpkaya, Kur. Yb. Ahmet Gerçeç, Kur. Alb. Necati Ozan, Kur. Alb. Sadeddin Cankır, Kur. Alb. Nihat Arslantürk.

Protokolü imzalayan Refik Tulga, Korgeneral Cemal TuralTn birinci nüshaya imza koyduğunu elyazısı ile protokolün üzerine kaydetmiştir.

21 Ekim gecesi beni ve bir kaç arkadaşımı İstanbul’a çağırdılar. Ben, Merkez Komutam Albay Selçuk Atakan, Hava Kuvvetleri’nden Kurmay Albay Halim Menteş, Albay Fevzi Arsın, Kurmay Yarbay Tufan Akkoç, saat 10’da kalkan bir uçakla İstanbul’a gittik. İstanbul’da Akademi’de yapılan bir toplantıda general ve amiraller bize İstanbul’un kararını bildirdiler. Bu karara yalnız havacılar itiraz etti. Fakat neticede ekseriyete uyduklarını belirttiler ve gece 02.00 de Ankara’ya döndük. Ertesi gün, 22 Ekim günü Mür-ted Hava Alanı’nda Ankara grubuna dahil arkadaşlar ve generaller büyük bir toplantı yaptık. Herkes tasvip etti. Aynı , protokolü orada bulunanlar da imza ettiler.

PROTOKOL

ÇİĞNENİYOR

23 Ekim günü Genelkurmay Başkanı Cevdet Paşa, Kuvvet Komutanlarını, ordu komutanlarını, kolordu komutanlarını ve Kuvvet Kurmay Başkanlarını toplantıya dâvet etti. Toplantıda alman bu kararın uygun olmadığını, Devlet Başkam Cemal Gürsel seçilmek üzere her şeyin düzeleceğini ve İsmet Paşa’nın da Başvekil olmak üzere bu işi kurtaracağını kendilerine empoze etmiş oldukları için, generaller alınmış olan bu karardan, imzaları olduğu halde, döndüler. Ordu içinde generallere karşı bir itimatsızlık belirdi. Ordu bir sarsıntı geçirmeğe başladı. Bilindiği üzere, Silâhlı Kuvvetlerin başları olan dört kuvvetin komutanları, Genel Kurmay Başkanı, köşke giderek dört parti lideri ile bazı şartları ileri sürmek suretiyle hiçbir zaman hukukî değeri olmayan bir belgeyi imza ettirdiler. Bu albaylar kuşağının arzusu hilâfına olmuştur. Duyulduğuna göre, antidemokratik bu karara her zaman şahsiyetini ve bitaraflığın muhafaza etmiş olan Sayın Bölükbaşı itiraz etmek cesaretini göstermiş, diğer demokrasi pehlivanları derhal kabul etmişlerdir.

İHTİLÂL

HAZIRLIKLARI.

Albaylar kuşağı ,demokrasiye gidildiği takdirde, bunun tam mânasıyla tatbikini istemişlerdir. Halbuki, gerek Devlet Başkanı’nm seçimi ve gerekse Başvekilin seçimi, askerî baskı ile olmuştur. Bunda eski M.B.K. üyeleri ile hava kuvvetlerinin rolleri büyük olmuştur. Her istedikleri şeyi, «Ordu böyle istiyor» diyerek partiler üstünde bir umacı rolüne geçmişler ve Ordu’yu âlet etmişlerdir. Halbuki ordunun gövdesi değil, onun başında bulunan bir kaç Kuvvet Komutanı bunun böyle olmasını arzu ediyorlardı.

Nitekim, Meclis açıldıktan sonra cereyan eden hâdiseler ve partilerin tutumları, hiçbir ciddî mesele üzerine iyilinme-mesi ordudaki büyük kitleyi daha çok ümitsizliğe kaptırmış olduğu için yeniden genç ve orta kuşaklardan generaller kademesine tazyikler yapılmakta idi. Gün geçtikçe artan bu tazyik karşısında albaylar kuşağı hakikatleri başlarında bulunan kuvvet komutanlarına ve Genel Kurmay Başkanı’na söylemekten çekinmemişlerdir. Bu cümleden olarak 19 Ocak 1962 günü Genelkurmay Başkanı, Genelkurmay Karargâhında saat 17’de büyük bir toplantı tertip etmiştir. Bu toplantıya Ankara’da bulunan bütün kuvvet komutanları, Genelkurmay da ve Kara Kuvvetlerinde bulunan bütün generaller Ankara’da bulunan birlik ve bütün Okul Komutanları, kritik personel iştirak ettiler. Salonda tahminen 70 kişi kadar bulunuyordu.                                ı

Genelkurmay Başkanı, gidişatın iyi olduğunu, İnönü başta mevcut oldukça her şeyin düzeleceğini ve onun ordu tarafından desteklenmesi gerektiğini kesinlikle belirtti. Konuşması bittikten sonra sırasıyla hava, kara, deniz kuvvetleri komutanlarına söz verdi. Hiçbir fikir beyan etmediler. Sıra ile generallere sordu. Hiçbiri mütalâa- beyan etmedi.

Sıra albaylara geldi. İlk olarak Jandarma Okulu Komutanı Kurmay Albay Necati Ünsalan kalktı. Genelkurmay Başkanı ile aynı fikirde olmadığını, 80 yaşındaki bir liderin bu memleketi kurtaramayacağını ,fizikî yapısı bakımından enerjisi tükenmiş bir insana bel bağlanamayacağını ve memleketin yaşamış olduğu durumda bu zihniyetle bir adım daha ileri gidemiyeceğini belirtti. Sonra Kurmay Albay Emin Arat konuştu. Aynı şekilde Genelkurmay Başkanı’na aksi tezi savundu. Kurmay Albay Selçuk Atakan, Genelkurmay Başkanı ile aynı fikirde olmadığını belirtti.

Cemal Gürsel ve İsmet İnönü Ordu tarafından yapılan baskı sonunda Cumhurbaşkanlığına ve Başbakanlığa getirildiler. Fotoğrafta Gürsel ve İnönü beraber görülüyorlar.

Ben de o gün şu konuşmayı yaptım :

«Paşam, ben size bugünkü durumların bu şekle döneceğini ta Temmuz ayında söylemiştim. Hatırlarsanız, o zaman Güney Kore’ye muvazi gidiyoruz, demiştim. Bu memlekette yüzde yüz ikinci bir ihtilâlin olacağına inanıyorum...»

Nitekim, o sırada hazırlanmakta olan ihtilâller şunlardı :

·        1.  Bizzat Devlet Başkanı Gürsel bir ihtilâl hazırlıyordu. Kabine teşekkül ettikten sonra Aralık ayı içinde bir gün 28. Tümen Komutanı Nuri Hazer’e giderek «İkinci ihtilâlin olacağına inandım. Siyasî partiler artık bu işi yürütecek güçte değildir. Bir ihtilâl yapıp durumu düzeltmek gerekiyor. Ordu birliğini muhafaza etsin. İcab ettiği anda hep birlikte harekete geçeriz» demişti. Olay 19 Aralık’tan önce 28. Tümen Karargâhı’nda Kurmaybaşkanı Kemal Güner, Topçu Kumandanı Agâh Günal’ın yanında geçiyordu. Ordu prensiplerine göre böyle bir konuşmayı Hazer’in derhal Genelkurmay Başkanı’na bildirmesi, gerektiği halde Hazer bundan hiç kimseye bahsetmemiş, konuşulanları dışarıya aksettirmemişti. Durum ben ve arkadaşlarım tarafından öğrenilerek Sunay’a nakledildi. Halim Menteş kanalıyla da İnönü haberdar edildi.

Gürsel fikirlerini ikinci defa köşkte bazı arkadaşların bulunduğu bir görüşmede açıklanmıştı. Konuşmaların geçtiği salonda Gürsel’in oğlu Özdemir de hazır bulunuyormuş. Gürsel, ihtilâlin mutlaka lüzumlu olduğunu söylemiş ve ihtilâl için pazarlığa girişmişti. Hattâ bazı söylentilere göre, Gürsel’in oğlu en az 5 bin kişinin temizlenmesi halinde gene sonuç elde edilemiyeceğini söylemiş, Gürsel ise 500 kişinin x temizlenmesinin yeter olduğunu savunmuştu...

·        2. Eski M.B.K. üyeleri ise, başka amaçlarla ihtilâl hazırlıyordu. İlk ihtilâlin sonucundan memnun olmayan M.B.K. üyeleri Meclisin bir iş yapamayacağına. inanmışlardı. Mucip Ataklı, Fikret Kuytuk, Emanullah Çelebi, Haydar Tunç kanat, Şükran Özkaya, Ekrem Acuner ve Rafet Aksoyoğlu, ihtilâlin başında olanlardı... Hattâ Ataklı’nın Meclis’te tabanca çekme olayından bir süre sonra Jandarma Okulu Kumandanı Necati Ünsalan’ın evinde toplanılmış, Ataklı orada bulunan subaylara «Gürsel ihtilâli yapmadan önce biz harekete geçmeliyiz. Bu iş 28 Şubat’tan önce bitirilmeli» demişti.

·        3. Bazı CHP’liler de Meclis’e karşı hoşnutsuzluk duyuyorlar ve bir ihtilâl ile Meclis’i temizlemek istiyorlardı. MBK’ciler tarafından da desteklenen bir grup CHP’linin başında Cemal Yıldırım ve Sıtkı Ulay bulunuyor, halen millî hizmet başkanı olan Naci Aşkun da onlarla teşriki mesai ediyordu. Bizimle de temasa geçmişlerdi. Bu grubun arzusu, bizim bir ihtilâl yapmamız ve 15 gün içinde idareyi kendilerine devretmemiz şeklinde idi...

'   4. İntikamcı partiler ise bir halk ihtilâli hazırlamakta

idiler. Bu tahakkuk ettiği takdirde ise, bazı zümreye kin duyan insanlar, bunların üzerine çullanacak, kan gövdeyi götürecekti. Örneğin, Taşlıtarla’dakiler İstanbul’a, Eşrefpaşa’ dakiler İzmir’e Altındağ’dakiler de Ankara’ya hücum edeceklerdi. Bu durumda ikinci bir 6-7 Eylül hâdisesi doğacaktı ki, bunu ordu da önleyemezdi. İntikamcı partilerin köylüler arasında propaganda yaptığı ve köylüye «Oğlunu askere gönderirken bir hareket çıktığı takdirde ilk önce subayını vurmasını öğretmesini» telkin ettiği ordu tarafından öğrenilmişti. Nitekim, 9 Şubat protokolü imza edilirken, ki ben protokolün imzasında yoktum, bulunan arkadaşlardan öğrendiğime göre, Refik Tulga «Selâhiyetle konuşuyoruz. Eski Demokratlar Taşlıtarla ve Zeytinburnu bölgelerine bolca kazma kürek yığmaktadır. Bu göz önüne alınarak, süratle harekete geçilmesini ve yeni bir ihtilâl yapılmasını teklif ederiz» demiştir, intikamcı partilerin kurduğu bu cemiyet etrafa dal budak salmıştı.

5. Orduda bir takım parçalanmalar vardır. Çeşitli zümreler ufak cuntalar hazırlamakla meşguldür. Orduda binbaşılar grubu, albaylar grubu, gençler grubu, havacılar grubu gibi grublaşmalar olmuş, gün geçtikçe bu halkalar ^birbirinden uzaklaşmağa başlamıştır. Genç kuşak, Meclis’e karşı en kısa zamanda harekete geçmek istemekte, üst kademeler bu hareketi beklemekte İsrar etmektedir.

Seçim sonrası ortaya çıkan ihtilâl ihtimalleri karşısında ben ve arkadaşlarıma bağlı genç kuşak, en iyi hal çâresi olarak kendimiz harekete geçmesini görüyorduk. Hareket iki şekilde tezahür edebilecekti.

Bir ihtimale göre, Genel Kurmaybaşkanı da genç kuşakla birlik olacak, parti liderleri ve kabine üyelerine durum anlatılacak ve Meclisken puan hesabına göre hazırlanacak yeni bir seçim kanunu çıkartması istenecektir. Kanun çıktıktan sonra, Meclis kendi kendini feshedecek ve en kısa zamanda yeni bir meclis teşkil edilecektir. Bu suretle memlekette aydın kitleyi tatmin edecek bir parlamento doğacak, ordudaki huzursuzluk kalkacak ve kalkınma için gerekli reformlar en kısa zamanda yapılabilecektir. İç huzur tamamen sağlandıktan sonra, ise, puan sisteminden normal seçim sistemine geçilecektir. Bu suretle yer yer çatiamağa başlamış olan ordu da bütünlüğe kavuşacaktır.

İkinci ihtimale göre ise, Meclis bir memorandum ile feshedilmediği takdirde, ordu fiilen harekete geçecektir. Meclis silâh kuvveti ile feshedilecektir ki, ordu mensupları bu ikinci hal çâresini arzu etmektedirler.

Genel Kurmaybaşkanı’nm düzenlediği toplantıda bu ihtimal ve görüşleri belirttikten sonra şöyle devam ettim:

«Saydığım beş ihtimalden ilk dördü tahakkuk edecek oluksa, mutlaka memlekette ikilik doğacaktır. Hiyararşik sisteme bağlı olmak üzere yapılan bir ihtilâl en az zayiatla ve memlekete en az zararlı şekilde olur. Silâhlı Kuvvetler parçalanmaz.»

Bu sözlerim üzerine Sunay derhal yerinde fırladı ve iki elini havaya kaldırarak «Yoo! Beni bu mesuliyet altına sokma» diye bağırdı.

Heyecanlanarak devam ettim :

«Ben sizi ikaz ediyorum. Memleketin gerçekleri bunlardır. Orduda parçalanma vardır. Ayrıca, Tabiî Senatörlerin tutumu sebebiyle ordu ile halkın arası da açılmaktadır.

Orduda alt kademenin tazyiki de artmaktadır. Hiçbir komutan kuvvetine, birliğine tam mânasıyla sahip değildir.

Hangi kuvvet kumandanı kıt’asma hâkim ise ayağa kalksın, açıkça hesaplaşalım...»

Bu teklif içeride bulunanları şaşırttı. O anda gerçekle bir defa daha yüzyüze gelindi. Kumandanlardan hiçbiri ayâ-ğa kalkmak ve kıt’asma hâkim olduğunu söylemek cesaretini gösteremedi. Çünkü orduda halkalaşmalar, kumandanların da malûmu idi.

Sözlerimi şöyle bitirdim :

«İleride olacak herhangi bir hâdisenin mesûlü, hâdiseleri bildiği halde doğru olarak aksettirmeyen ve gene bu hareketleri bildiği halde gerekli tedbirleri almayanlar olacaktır...»

Sunay diğer subayların da fikrini sordu, hemen hemen birbirinin aynı cevaplar aldı. Son olarak 229. Piyade Alay Komutanı Ihsan Erkan birkaç gün önce 13 yaşındaki kızma bir sivilin «Yakında babasız yaşamaya alış kızım...» dediğini naklederek intikamcı unsurların orduya karşı duyduk-dukları kini belirtti, ve en kısa zamanda bu işe bir son verilmesini istedi.

Sunay daha sonra generallerin görüşlerini sordu. Hiçbir fikir söylemediklerini görünce «Ben sizin namınıza İnönü’ye kendisini desteklediğinizi söyliyeceğim» dedi. Albaylar mırıldanarak hoşnutsuzluklarını belli ettiler. Dışarı çıkarken Sunay bana dönerek «Sen çok ateşlisin, çok heyecanlısın» deyince: «Ben sadece gerçekleri söylüyorum, kimin haklı veya haksız olduğunu olaylar gösterecektir.» cevabını verdim...

9 ŞUBAT

PROTOKOLÜ

Bundan sonra kumandanların ve İnönü’nün İstanbul seyahati yapıldı. Genelkurmay Başkanı, Harp Akademisinde aynı şekilde bir konuşma yaptı. Batı Anadoludaki birlikleri dolaştı. Kara Kuvvetleri Komutanı doğudaki birlikleri dolaştı. Ordunun tansiyonu ölçüldır, gittikleri yerlerde «Emrinizde-yim paşam» cevabını aldıkça, ordu alt kademelerinin kendileri ile fikir birliği ettiği kanısına kapılıyor ve İnönü’ye de garanti veriyorlardı.

Dokuz Şubatta İstanbul’da Balmumcu Çiftliğinde Albay Celâl Baykam’m kumandanı bulunduğu Jandarma Tugayın da Refik Tulga Paşanın Başkanlığında bütün Birinci Ordu Birlik Komutanlarının bulunduğu büyük bir toplantı yapıldı. Ankara’dan temsilci olarak Dündar Seyhan, Necati Ünsalan, Selçuk Atakan, Galip Glütekin, Orhan Topçuer, toplantıya katılmak üzere İstanbul’a gittiler.

Sonradan arkadaşların bana anlattığına göre toplantı gündemi şu şekilde tesbit edilmişti :

·        1.  Ankara’dan gelen heyetin dinlenmesi,

·        2.  Silâhlı Kuvvetler Birliği’nin devamına lüzum olup olmadığının teşbiti,

·        3.  Varılması istenen sonuç hakkında kati ve son kararın alınması.

Toplantıya İstanbul Valisi olan Korgeneral Refik Tulga açmış, Ankaradan temsilci olarak gönderdiğimiz, Albay Necati Ünsalan’a söz vermiş. Kurmay Albay Ünsalan uzun bir konuşma yaparak Ankarada’ki durumu belirtmiş ve memleketin bugünkü gidişatı ile ilgili hâdiselerin ışığı altında çıkmaz bir yolda olduğumuzu belirtmiş ve konuşmasının sonunda, riyasete görüşlerini şu cümlelerle açıklamış :

«Silâhlı Kuvvetler Birliği olarak. Bir müdahalenin yapılıp yapılmıyacağını ve birliğin devam ettirilip ettirilmeyeceğim oya koyalım» demiş.

66. Tümen Kumandanı Faruk Güventürk, Hava Kuvvetlerinin durumu hakkında Ankara’nın çok ümitli olduğunu bu hususta daha geniş bir açıklamının yapılmasını istemiş.

Necati Ünsalan cevap olarak Mucip Ataklı’mn hazırlanan plânlar hakkında bir koordine yapılmasını talep ettiğini ve bu maksatla bir randevu .tespit edildiğini, ancak randevu günü bir futbol maçı dolayısıyla görevli olduğu için bulunanca yışı sebebi ile randevu sonraya tehir edildiğini, fakat sonradan bir görüşme yapma imkânının sağlanamadığını ancak telefonla alman bir randevu sonunda «Haydar Tunçkanat’ın muvaffakat etmediğini böylece temaslardan olumlu bir sonuç alınamadığını belirtmiş.

Nihayet Merkez Kumandanı Kurmay Albay Selçuk Ata-kan’a söz sırası gelmiş. Değerli arkadaşım Selçuk burada gayet iyi bir konuşma yaparak Hava kuvvetlerinin aynı fi-

Ankara Merkez Kumandam Kurmay Alb. Selçuk Atakan.

kirde olmadığını bu hususta iyimser olmamak icab ettiğini bunun için Hava Kuvvetleri ile anlaşmaya varılarak üç kuvvet arasında da ahengin kurulmasının şart olduğunu belirterek : «Ankarada’ki arkadaşlar arasında çeşitli gruplara bölündüğümüz söylenmektedir. Bu tamamen asılsız ve mesnetsiz bir görüştür. Fikirler çarpışabilir. Biz ayrı ayrı fikirlerin münakaşasını yapar, fakat sonunda ekseriyetin aldığı karara uyarız. Fikirler ve ayrı görüşler olmuştur. Ancak bu birliğimizi parçalamamıştır.» demiş.

Daha sonra Hava Kuvvetlerinin durumu ile ilgili olarak birbirini tutmayan konuşmalar yapılmış ve bu konuya Kurmay Albay Behçet özdemir yaptığı konuşma ile temas etmiş ve şunları söylemiş :

«Çeşitli ifadeler bizi tatmin etmedi. Ancak yapılacak ve tazelenecek temaslar sonunda Hava Kuvvetlerinin durumunun aydınlanacağı fikrine sahip oldum.»

Daha sonra toplantıya 15. Kolordu Komutanı Fikret Esen paşayı temsilen gelen Albay Aslantürk, konuşarak beni itham etmiş ve hakkımda bazı ithamlarda bulunmuş.

Aslantürk; Tümenine mensup bir üsteğmenin izinli bulunduğu esnada. Harb Okuluna gittiğini ve tesadüfen kendisi ile konuşan Alay Kumandanı Turgut Alpagut’un üsteğmene siyasî durumu nasıl görüyorsun, bu kötü gidişle sizin oradakiler ne düşünüyorlar. Size bir şey söylemiyorlar mı, şeklinde bazı konuşmalar yaptığını ve bizlerin genç subaylara ihtilâlci fikirler telkin ettiğimizi belirterek bu gibi hareketlere son vermemizi ve Harb Okuluna bunu yakıştıramadığını söylemiş. Bundan sonra da 66. Tümene bağlı bir Alay Komutanı da aynı şekilde bir konuşma yapmış.

Bütün bu konuşmalara cevap olarak Kurmay Albay Necati Ünsalan «Talât Aydemir şimdi bizlerden çok uzaktır. Ancak şunu ifade ederim ki, Talât Aydemir en az bizler kadar milliyetçi ve idealist bir arkadaştır onu kendimle mukayese edemiyecek kadar sîzlere lanse edebilirim. Hakkında çıkarılan dedikodulardan son derece müteessirdir.» demiş ve öğrencilerimle bu şekilde hiçbir konuşma yapmış olmadığımı kesinlikle belirttikten sonra «Keşke bizler de onun gibi doğru, dürüst ve tek cepheli bir insan olabilsek, hakkm-daki ithamlardan kendisini huzurunuzda tenzih ederim.» demiş.

Beşinci Kolordu Kumandanı konuşmaların uzatılmamasını ve geçmiş olayların tekrar ele alınmasının bir lüzumu olmadığını ve toplantının bir sonuca bağlanmasının gerekli olduğu fikrine işaret etmiş. Daha sonra Kurmay Yarbay Osman Deniz’de bir konuşma yaparak görüşlerini açıklamış, ve bir ihtilâlin yaşaması için fikir cephesinin tesbit edilmesi gerektiğine işaret ederek «27 Mayıs İhtilâlinin noksan tarafları fikirde kalmıştır. Böylece bizleri ikinci bir ihtilâle sürüklemiştir. Tekrar edilecek bir ihtilâlin fikir cephesi tesbit edilmediği müddetçe yeni bir ihtilâle gebe kalabileceğimiz bir hakikattir. Fransız İhtilâli ve 1917 Rus İhtilâlinin başarıya ulaşması ve yaşamasının sebebi getirdiği yeni fikirlerin eskilerini temelinden yıkmasına ve eski zihniyetleri yerle bir etmesindendir. Aksi halde şimdi olduğu gibi bir İstanbul’da Balmumcu’da Korgeneral Refik Tulga’nın başkanlığın da 54 subayın katıldığı ve imzaladığı 9 Şubat protokolü. 27 Mayıs İhtilâlinin bocalayan nticelerine ulaşmaktan ileriye gidilemez.» demiş.

Osman Deniz bu sözlerden sonra Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Tuğgeneral Zeki îlter’le yaptığı bir teması da açıklayarak şunları söylemiş :

·        a.  Zeki îlter ihtilâli yapan Silâhlı Kuvvetler mensuplarının kilit noktalara getirilmiş olduğunu, şimdi ise bu şahısları yerlerinden oynatmaya imkân olmadığını,

·        b.  Genelkurmay Başkanının yurt gezisine çıkarmak için bir rapor verdiğini bu gezinin müsbet olduğunu.

·        c.  Eğer memleketin durumu bir çıkmazda ise yapılacak olan harekete Genelkurmay Başkanının karar verecek olduğunu, bu maksatla kendisinin bir plânlama grubu meydana getireceğini ve Kurmay Albay Dündar Seyhan ile General Refik Kurttekin’in bu iş için görevlendirildiğini.

·        d.  Kendisininde bir çıkmazda olduğumuza inandığını. Fakat Genelkurmay Başkanının emri ile harekete geçmeye azimli olduğunu ve Kara Kuvvetleri Komutanı ile aynı fikirde olmadığını, Osman yaptığı konuşma ile açıklamış.

Osmanın konuşmasından sonra toplantıda son derece elektrikli bir hava başgöstermiş.

Tuğgeneral Güventürk’te aynı görüşte olduğunu belirtmiş. Bütün bunlara cevap olarak Dündar Seyhan bir konuşma yaparak, bu plânlama faaliyetlerinin ayrı bir cephesi ol-mıyacağını,' mevcut plânlarla yetinileceğim ve bu plânlar Hava Kuvvetleri ile koordine edilerek Genelkurmay Başka-nına sunulacağını kat’i bir lisanla ifade etmiş ve heyecenlı havayı yatıştırmış.

Sonuç olarak toplantıda oya konan karar suret şunlardır :

·        1. Hava Kuvvetleri Komutanı ile ilk temasın Vali Refik Tulga vasıtası ile sağlanması. Bunu Refik Tulga kabul etti ve kendisi ile daha evvel bu konuda bir konuşma yaptığını, böylece zeminin hazırlanmış olduğunu ifade ederek ikna edeceğini söyledi.)

·        2.  Yapılacak hareketin öncelikle hiyerarşiye uygun olarak yapılması ve bunun için her türlü çarelere baş vurularak Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay’m başkanlık yapmasının sağlanması. Kabul etmediği takdirde, grubunda tasvibi alınarak hiyerarşi bozulmadan Cevdet Sunaydan sonraki Kumandanın emrinde harekâtın gerçekleştirilmesi.

·        3. Harekât üç kuvvetin tasvibi ile yapılmalı ve Hava Kuvvetleri ile plânlar koordine edilmelidir.

·        4. Bu hareket bütçe müzakereleri bitmeden yapılmalıdır. En geç 28 Şubat 1962 gününe kadar.

Toplantıda bulunan 59 kişinin 37 si karara iştirak etmiş, ve ekseriyete uyularak Osman Deniz’in el yazısı ile iki suret olarak hazırladığı protokol hepsi tarafından imza edilmiştir. Protokolün biri Akademiler Kumandanı Faruk Gürler’e, diğeri de Dündar Seyhan’a Ankarada’ki gruba da imza atılması için verilmiştir.

PROTOKOL

9 Şubat 1962 Cuma günü yapılan toplantıda aşağıdaki kararlar ittifakla alınarak imza edilmiştir.

·        1. Korgeneral Refik Tulga Ankara’ya giderek Hava Kuvvetleri Komutanı ile temas edecektir.

·        2. Plânlar 10 Şubat 1962 günü İZMÎT’de Ankara’nın mü

messili ile birlikte koordine edilerek protokola bağlanacaktır.                                                                   '          '

·        3.  Harekât için hiyerarşik sistem kabul edilmiştir. Fakat her türlü teşebbüse yapıldıktan sonra Silâhlı Kuvvetler Birliği ekseriyetinin kararı kati ise bu kararı tatbik edecek en kıdemli kumandanın emri ile karar, tatbik mevkiine konacaktır.

·        4.  Silâhlı Kuvvetler bir bütündür. Her karara müşterek varılacaktır.

·        5. Kararın zamanı Silâhlı Kuvvetler Kumandanlığınca emredilecektir. Bu husus İstanbul’daki kumandanlar tarafından temin edilecektir. Harekât 28 Şubatı geçmiyecektir. 090100 Şubat 1962

9 Şubat Protokoluna toplantıdan sonra imza koyan baz'i subaylar şunlardır:

Korg. Refik Tulga, Tümgeneral Fikret Esen, Tümg. Ra-fet Ülgenalp, Tümamiral Bahattin Özülker, Tuğgeneral Faruk Gürler, Tuğgeneral Faruk Güventürk, Tuğamiral İsmail Sarıköy, Tuğamiral Celâl Eğicioğlu, Tuğamiral Kemal Kayacan, Tuğgeneral Zeki İlter, Kurmay Albay Necati Ün-salan, Kurmay Alb. Ferit Erdoğan, Kurmay Albay Selçuk Atakan, Kurmay Albay Dündar Seyhan, Kurmay Albay N. Kemal Ersem, Kurmay Albay Behçet Özdemir, Kurmay Al-baybay Vahit Gürkan, Kurmay Albay Emin Aytekin, Kurmay Albay Doğan Özgöçmen, Kurmay Albay Burhan Hun-oğlu, Kurmay Albay Necati İşcan, Topçu Albay Celâl Bay-kam, Kurmay Albay Turan Çağlar, Kurmay Albay Fikret Göknar, Hava Kurmay Albay Emin - Alpkaya, Albay Rıfat Erenulu, Albay Zarif Çetindağ, Albay Nihat Aslantürk, Albay Halim Kural, Albay Recai Baturalp, Kurmay Albay Ve-cihi Akın, Kurmay Albay Mehmet Bora, Dz. Kur. Alb. Bülent Tarhan, Kurmay Albay Bedrettin Demirel, Albay Halim Kural, Kurmay Albay Mehmet Bora, Kurmay Albay Cemal Öcal, Kurmay Albay Necati Özan, Albay Sadeddin Çan-kır, Yb. Ahmet Gegeç, Yarbay Osman Deniz.

GÜVENTÜRK'ün

HEYECAN'ı

Protokolün imzalanmasından sonra, toplantıyı terk eden subayları General Faruk Güventürk, çevirerek kendileri ile s bir konuşma yapmış ve General Cemal Tural hakkında kesin bir karara varılmasını isteyerek:

«Arkadaşlar nereye gidiyorsunuz. Cemal Tural hakkında .gereken kararı vermediğiniz takdirde ben protokolün altındaki imzamı geri alıyorum.» diyerek bir karara varılmasını istemiş.

Güventürk 21 Ekim Protokolünü imzaladığı halde sonradan imzasını geri alan Birinci Ordu Kumandânı Cemal Tural Hakkında mutlak bir karara varılması gerektiğini teklif ederek bu işin mutlaka kesin bir sonuca bağlanması konusunda herkesin fikrini sormaya başlamış.

Bütün kumandanlar ayakta nasıl bir karara varılması gerektiğini bir süre tartışmışlar, bu sırada gene Güventürk’ün sesi yükselmiş: «Arkadaşlar ben size daha evvelden söyle-memişmiydim? En kısa zamanda ikimizden birisinin karısı dul kalacak diye, işte o gün geldi.» demiş bu sözler üzerine ilk önce Dündar Seyhan «İmzaladığımız protokolün tatbikatına muhalefet'ettiği takdirde bertaraf edilir.» demiş.

Aynı konuda Refik Tulga ise «Bertaraf edilmekle öldürülecek mi demek istiyorsunuz» demiş.

Dündar Seyhan Refik paşaya cevaben : «Bertaraf edilme sözü içine mutlaka öldürmek girer iddiasında değilim. Enterne edilir, zararsız hale getirilir. Bunun uygulama şeklini madem ki istiyor. Garnizon Komutanı General Güventürk’ün takdirine bırakalım o anda ordu kumandanının davranışına göre hareket eder» demiş ve bu teklif kabul edilmiş.

Bu sırada Ankara temsilcilerinden Necati Ünsalan, Faruk Güventürk’e : «İstediğin oldu. Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun» diye sormuş, aldığı cevap şu olmuş.» O... kazığa oturtacağım.» Ünsalan dayanamamış : «Paşam size bu düşünceyi yakıştıramadım. Küfür ettiğiniz ve kazığa oturtacağınızı söylediğiniz zat bu ordunun Korgeneral rütbesini taşır ve Birinci Ordu Kumandanıdır, dâvaya dâvet edilir. Kabul ettiği takdirde her zaman başımızdır. Etmediği takdirde makam ve rütbesine lâyık olarak enterneye tabi tutulur.» demiş. Fakat Güventürk Tural’ın 21 Ekimde imzasını geri aldığını onun bu hareketini hiç bir zaman affedemiyeceğini ve dediğini mutlaka yapmak için kesin karar verdiğini söyliyerek sözlerinde İsrar etmiş.

EK PROTOKOL

Balmumcu Çiftliğinde hazırlanan protokolla ilgili olarak 10 Şubat 1962 günü İstanbul grubundan bir temsilci heyeti Ankara temsilcileri ile birlikte Izmitte 15. Kolordu Kumandanı olan Tümgeneral Fikret Esen'e giderek hazırlanan planlar hakkında kendisinin görüşlerini almışlardır. Fikret Esen paşanın İzmit’teki evinde İstanbul grubundan temsilcilerle harekât sonrası Türkiye statüsünü tesbit eden ek bir protokol tanzim edilerek imza altına alındı.

Fikret Esen paşanın evinde toplanan Kurmay Albay Ferit Erdoğan, Kurmay Albay Vecihi Akın, Deniz Kur. Albay Zarif Çetindağ, Albay Dündar Seyhan, burada tanzim edilen ek protokolün esasları şu şekildeydi:

Buna göre :

Güvenlik Konseyi adı altında kurulacak 25 kişilik asker ve sivil karışımı bir heyet toplanacak ve Yasama yetkisini yürütecektir.

Genelkurmay Başkanı ve dört kuvvet Kumandanı konseyin tabii üyeleridir.

Bir süre sonra Meclis kurulacaktır.

Hükümet kimlikleri güvenlik konseyi tarafından tesbit edilecek olan kişilerden meydana gelecektir.

27 Mayıs İhtilâlinin gerçekleştiremediği reformların uygulanabilmesi için gerekli bütün tedbirler öncelikle alınacaktır. Eski M.B.K. üyeleri 37 kişi olarak kabul edilir, içlerinden seçilenler Millî Mecliste görev alabilirler.

E.M.İ.N.S.U. lardan inkilâp hareketlerinin kilit noktalarında büyük ölçüde faydalanılacaktır.

Ulusal anlaşmalarda da büyük bir değişikliğe gidilmi-yecektir.

İki nüsha halinde hazırlanan bu protokolda Ankara ve İstanbul temsilcileri tarafından imzalanarak sonucu merakla beklenen diğer arkadaşlara duyurulur.

Ankara temsilcileri imzalanan bu protokolü Ankara’ya getirdiler. 28. Tümen Komutanı hariç, bütün güvenilir birlik komutanları, Jandarma Genel Komutanı Abdurrahman Paşa, Deniz Kuvvetleri Komutanı ve Kurmay Başkanı imza ettik. Bu hâdise duyuldu. İnönü ve Genelkurmay Başkanı tarafından mani olunmak için tedbirler alınmağa başlandı.

Hava Kuvvetleri ihtilâle hem taraftardı, hem de çekiniyordu. Partici olan havacılar, mutlak bir CHP. iktidarını arzuluyor lar dı. İktidarın CHP’lilere devredilmesini istiyorlardı. Ancak havacıların bir endişesi vardı. Herhangi bir ihtilâl halinde 14’lerin Türkiye’ye dönmesi ve kendilerini enterne eden havacılarla mücadeleye girişmsi onları korkutuyordu. Bu endişe, Hava Kuvvetleri cuntasını, ordudan gelecek hareketi bekletmeğe sevkediyordu. Bu sebeple, benim ve arkadaşlarımın bir an önce harekete geçme arzumuz, kendilerini ürkütüyordu. Hava cuntasının başında bulunan Halim Menteş durumu organize etmekle görevliydi. Biz ise devamlı temaslar yapıyor, ordunun parçalanmasını önlemek için tedbirler düşünüyorduk. Havacıların Cuntası’na dahil Halim Menteş ve yedi MBK üyesi, İnönü’yü slogan olarak kullanmakta ve bana ve arkadaşlarıma karşı tedbirler tasarlamakta idiler. Nihayet bir çâre de buldular. Aydemir ve arkadaşları öne sürülerek müşkül durumda bırakılacaklar, böylece diskalifiye edileceklerdir. Bu fikir derhal tarafımızdan öğrenildi...

İstanbul ve Ankara’daki kumandanların yeni bir ihtilâle karar vermeleri üzerine 18 Şubat 1962 Pazar günü Genel Kurmay Başkanı, İstanbul’daki bütün Kolordu Kumandanlarını, Harp Akademileri Kumandanını, Harp Filosu Kumandanını, Vali Paşa’yı Ankara’ya çağırdı. Aynı gün Genel Kur-may’da kuvvet kumandanlarının da bulunduğu bir toplantı yapılacaktı.

Toplantıya girilmeden önce Refik Tulga, Faruk Gürler ve Beşinci Kolordu Kumandanı Refet Urgenalp Paşa ile görüştük. «Bu iş 23 Ekim’deki gibi olmasın» dedik, «Tekrar cayılmasın. O takdirde astlarımızın bizlere ve sizlere karşı itimadları sarsılır.»

Bize verdikleri cevap aynen şöyledir :

«Emeklilik istidalarımızı ve rütbelerimizi cebimize koyarak geldik.»

Faruk Paşa ile Refet Paşa’ya «Bunu inşallah toplantıdan sonra göreceğiz» dedim.

Genel Kurmay’da toplantı yapıldı. Genel Kurmay Başkanı yine bu işin yapılmaması için kumandanları ikna etmişti. Vali Tulga bu durumu anlatınca sorduk:

«Siz kararınızda değişiklik yapıyor musunuz?»

«Hayır» dedi, «Ben bu işi sonuna kadar götüreceğim. Yalnız bana müsaade edin. Yarın İstanbul’a gidip oradaki birlik kumandanlarıyla görüşelim. Neticeyi size bildiririz.»

·        19 Şubat günü Genel Kurmay Başkanı beni, Merkez Kumandanı Albay Selçuk Atakan’ı, Jandarma Okulu Kumandanı Necati Ünsalan’ı makamına çağırdı. Şeref salonuna geçtik. Orada Hava Kuvvetleri Kumandanı İrfan Tansel, Kara Kuvvetleri Kumandanı Muhittin Önür, Jandarma Genel Kumandanı Abdurrahman Doruk Paşa da vardı. Saat 17’den 21’e kadar memleket ahvali, gidişatı, alınacak tedbirler müzakere edildi. Fikirler açıkça belirtildi ve bu işin yapılmasının zarureti anlatıldı.

Suriay, ancak İnönü ölürse veya çekilirse bu işin yapılabileceğini belirtti. Bunun üzerine biz, bilhassa Selçuk Ata-kan, şöyle bir teklif ileri sürdü :

Biz ihtilâlin Hiyararşik düzende yapılmasını uygun görüyoruz. Mademki kendinizi kifayetsiz buluyorsanız, denecek bir şey yok. Biz alttan gelen tazyiki güçlükle muhafaza ediyoruz. Yok eğer bu alttan gelen tazyiklerin müşevviki olarak bizleri görüyorsanız, biz şimdi derhal istifamızı verelim. Emekliliğimizi istiyoruz. Yarın, öbürgün bu suçu yükleyerek bizi ordudan şerefsizce ayırmayın...»

Sunay, «Yook! Böyle bir şey düşünmüyorum. Siz benim en kuvvetli dayanaklar imsiniz. Size şeref sözü veriyorum. Benim vücudum çiğnenmedikten sonra sizin kılınıza kimse dokunamaz» dedi.

·        20 Şubat saat 19’da şu haberleri aldım.

Başvekâlette çalışan bir arkadaşım evime yazılı bir not bırakmış, «Talât yarın tevkif edileceksin. Ankara’da bulunan albaylar cuntası İnönü tarafından dağıtılacak. İnönü «İdamlarda MBK’nin kabahati yoktur. Baş sorumlu Harp Okulu Kumandanı ve yakın arkadaşlarıdır. Ben. onları dağıttıktan sonra halka teslim edip, AP’lilere linç ettireceğim» demiş...

Üniversiteli bir genç de gelerek o gece havacıların 13 Kasım harekâtı gibi bir harekât hazırladıklarını, üç kurmay subayın başta Mithat Ceylân olduğu halde Üniversiteye giderek «Size silâh dağıtsak, Harp Okulu’nun yapacağı bir ihtilâle karşı durur musunuz?» diye teklifte bulunduklarını bil-' dirdi.

Aynı anda Milliyet Gazetesi Muhabiri Mete Akyol telefonla «Albayım, tevkif edildiğinizi duyduk, üzüldük. Hakikat mi?» diye sordu.

Bu üç haber de o gece bir şeyler olacağına dair emarelerdi. Merkez Komutanı Selçuk Atakan’ı çağırdım. Aldığım yazılı haberleri kendisine vererek «Bunu hemen götür, Su-hay’a ver, haberdar olsun» dedim ve gayet sıkı emniyet tedbirleri alarak kıt’alarımızın başında yatmamız gerektiğine karar verdik. Ve saat 23.30’da Harp Okulu’na çıktım.

Saat tam 24’te İstanbul’dan 15. Kolordu Kumandanı Tümgeneral Fikret Esen telefon ederek sabah 3’te Ankarada’ki birliklerin bir harekât yapacağını duyduğunu bildirdi ve «Sakın kendi kendinize bir iş yapmayın. İstanbul ile koordineli olacak bu iş. Biz Kasımpaşa’da Deniz. Kuvvetleri Kumandanı, Hava Kuvvetleri Kumandanı ve bütün kumandanlar toplantı halindeyiz» dedi. Kendisine hiçbir şeyden haberimiz olmadığına dair şeref, namus sözü verdim.

Ankara artık kaynamaya başlamıştı. İstanbul grubundan Akademi Kurmay Başkanı Emin Aytekin beni telefonla aradı. Aytekin’le Ankara’daki durumu görüştükten sonra ona şu raporu bildirdim:

·        1. 21/22 Şubat gecesi Mucip Ataklı ile Haydar Tunçka-nat resmî elbiselerini giyerek Fevzi Arsın ve Halim Menteş ile Hava Kuvvetleri karargâhına geldiler.

·        2.  Meclis Muhafız Birliği nöbetçi subayına Meclisin Harb Okulu tarafından sarıldığını bildirerek alarma geçmesini istediler.

·        3. Muhafız alay kumandanı Kurmay Albay Şükrü İlkin ile 229 Piyade Alay Komutanları yerlerine yeni komutanlar tayin edildi.

Tank Tabur Bölük Komutanlarının tayinleri çıkarıldı.

·        4.  Hava Kuvvetlerinin bazı yer birliklerine alarm hazırlık emri verildi.

·        5. Genelkurmay İkinci Başkanı Genelkurmaydaki ve Kara Kuvvetlerindeki subaylara tabancalarınızla görev başı yapın emri verildi.

·        6. Genelkurmay Başkanma bir hareketin başlamak üzere olduğu ve birliklerin alarm yaptığı haberi ulaştırıldı.

·        7. Genelkurmay Başkanı, Hava Kuvvetleri Komutanını da yanma alarak birlikleri dolaştılar. Neticede herhangi bir fevkalâdelik olmadığı anlaşıldı.

Bunun üzerine bizde Genelkurmay Başkanma şu muhtırayı verdik:

·        a. Resmî elbiselerini giyerek harekete geçen Mucip Ataklı ve Haydar Tunçkanat hakkında kanunî işlem yapılması.

·        b. İşbirliği yaptıkları ikinci başkan Memduh Tağmaç-m vazifesinden uzaklaştırılması.

·        c.  Tayinlerin yapılan subayların yerlerine iadesi.

Şimdi Yüksek Kumanda Konseyi toplantı halindeler verecekleri kararı bekliyorum.

Bildirilen bu rapora karşılık Kurmay Albay Emin Ayte-kin bana şunları söyledi:

·        a. Aman Talât dikkatli olun ve sükûnetinizi muhafaza edin.

·        b. İstanbul Grubu sizin harekete geçmenizi desteklemeyecek.

·        c. Şimdi beşinci Kolordu Komutanının raporu önümde duruyor. Ankarada herhangi bir münferit hareketi destekle-yemeyeceklerini bildiriyor.

·        d.  Diğer Komutanlarda öğle, sükûnet ve itidalinizi muhafaza edin.

Bu telefon görüşmesinden sonra Emin Aytekin’e ve Osman Deniz’e «Sükûnetinizi muhafaza edin, dedim. Onlara; harekete geçmiyeceğimiz için teminat verdim. Saat tam 2’de yatağa girdim. Bu sırada 229. Piyade Alayından _ Yüzbaşı Süleyman telefon ederek «Albayım, şimdi buraya Kara Kuvvetleri Komutanı, Hava Kuvvetleri ve Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanları geldi. Alayın ihtilâl için hazırlık yapıp yapmadığını kontrol ettiler. Bütün erat uyuyordu. Hiçbir şeyden haberimiz olmadığını bildirdim. Alay Kumandanını sordular, evde olduğunu bildirdim. Kumandanı Merkez Kumandanlığına istediler'. Kendileri de oraya gittiler. Galiba kumandanımızı tevkif edecekler. Alaya alarm vereyim mi?» «Ben lüzum olmadığını bildirdim. Merkez Kumandanı’na telefon ettim. Selçuk «Yalnış bir haber alınmış, bu gece harekâta kalkılıyor, denmiş. Onu tahkik ediyoruz. Alay Kumandanı dönecek. Merak etme» dedi.

10 dakika sonra aynı alaydan Üsteğmen Ergun Özgen telefon ederek «Albayım havacılar alarma geçmiş. Merkez Kumandanlığını bu anda' kuşatmış vaziyetteler. Alayf* Alarma geçirelim mi?» diye sordu. Ona da «Hayır» cevabını vererek Selçuk’a telefon ettim. O sırada Genel Kurmay Başkanı, Selçuk Atakan’m yanında imiş. Bu arada odaya giren Tank Yüzbaşısı «Sarıldınız, emirlerinizi bekliyoruz» demiş. Gene aynı sırada Tank Taburu nöbetçi Subayı telefonla «Albayım, sarıldınız. Genel Kurmaybaşkanı sizi enterne ediyor, emriniz?» demiş. Bunun üzerine Merkez Kumandanı derhal harekete geçilmesini söylemiş. Ancak Cevdet Sunay telâşla «Harekete geçmeyin, ben şimdi Hava Kuvvtlerine’ne gidiyorum. Meseleyi tahkik edeceğim» diyerek müdahale etmiş ve Merkez Kumandanlığı’ndan ayrılmış. Selçuk olup bitenleri bana nakletti.

Biraz sonra Harp Okulu yanındaki Tank Taburu’nun alarm düdükleri ötmeğe başladı. Yeni Mahalle’de oturan Tank Taburu subayları, hava assubaylarınm alarm yapıp birliklerine gittiklerini görünce hemen kıtalarına koşup gelmişler. O anda birisi tankçılara şöyle demiş:

«Albaylar ve generaller Merkez Kumandanlığı’nda, havacılar tarafından ele geçirilip tevkif edildi. Böyle bir hal zuhurunda işleyecek otomatik plâna göre kıtalar harekete geçip kumandanlar kurtarılacak.».

HAVACILARIN

TERTİPLERİ

20 - 21 Şubat gecesi hazırlanan durumun tertipçileri şunlardır: Hava Kuvvetleri Cuntası’ndan başta Kurmay Albay Halim Menteş, Albay Fevzi Arsın, Hava Kurmay Başkanı General Hüsnü Özkan, Binbaşı Avni Güler, Hava Kuvvetleri Kumandanı İrfan Tansel. Tabiî Senatörlerden Mucip Ataklı, Haydar Tunçkanat, Emanullah Çelebi, Ekrem Acuner, Fikret Kuytak, Rafet Aksoyoğlu, Şükrat Özkaya (CHP’ye hizmet eden tabiî senatörler)... Başrolde İnönü, Turhan Feyzi-oğlu, İsmail Rüştü Aksal ve daha bir çok CHP’liler...

. Plânları ise şöyledir :

Yanlış bir istihbarat neticesinde Hava Kuvvetleri Cuntası Sunay’a gelip «Bu gece (20-21 Şubat 1961) saat 3’de Ankara’daki birlikleri ihtilâl yapacaklardır. Siz bize resmen alarm emri verin. Biz hava kuvvetleri olarak alarma’ geçer, bu ihtilâli yerinde söndürürüz. Ankara’daki ihtilâle taraftar birlik komutanlarının hepsini toplarız.» demişler. O da hava kuvvetlerinin kara kuvvetleri üzerinde kullanmak üzere alarma geçirmiş. Bu emirden bir süre önce Sunay, hava, deniz

ve kara kuvvetleri kumandanlarıyla aynı konuda görüşmüş, alarm söylemlerini tartışmış. Kara Kuvvetleri Kumandanı Muhittin önür, Hava Kuvvetlerinin alarm talebi karşısında boyun eğmiş ve «Eğer Kara Kuvvetlerinde bir hareket olacaksa, önlenmelidir» demiş.

Mucip Ataklı Paşa resmî elbisesini giymiş ve hava kuvvetleri karargâhında emri kumandayı ele almış. Tansel’i bir bahane ile İstanbul’a uçurmuş. Ekrem Acuher de sivil kıyafetle beraberinde imiş. Haydar Tunçkanat ise alarm ile birlikte resmî elbisesini giymiş ve Meclis’e gelmiş. Meclis Muhafız Taburu’nun nöbetçi subayı olan hava üsteğmenine (bu durum oldukça mânidardır) giderek «Harp Okulu Meclisi kuşatıyor. Duvarlarınıza kadar geldi. Ne duruyorsunuz, derhal alarma geçin!» demiş. Bu sırada ise Harp Okulu öğrencileri uyumaktadır, okulda sadece dokuz nöbetçi subay vardır.

Meclis Muhafız Taburu’nun havacılar tarafından alarma geçirilmesi üzerine tank taburu da kontr-alarma geçiyor ve onun civarında bulunan 229. Piyade Alayı ve Süvari Grubu da kontr-alarma katılıyor. Bu anda saat 2.30’dur.

Ben derhal nöbetçi âmiri Kurmay Binbaşı Bahtiyar Yalta’yı çağırdım, «Aman Bahtiyar, bir yanlışlık var. Tank Taburu başını aldı, gidecek şimdi. Git, tank taburunu önle, yerine dönsün, alarmı kaldırsınlar. Herkes yerli yerine gitsin »dedim. Derhal harekete geçen Yalta, Bahçelievler’den Bakanlıklara gelen ve Gülhane kısmında kavuşan yolda tankları yakalıyarak geri çevirdi. Durum 229. Piyade Alayına da izah edilerek orada da alarm tatil ettirildi.

Saat 3’e geldiği sırada havacılar cuntasına mensup olanlar, Sunay’a giderek «îşte, biz size saat 3’te harekete geçecekler, demiştik. Gelin bakın, hareket geçtiler» diyorlar. Bunun üzerine Sunay, Önür, Hüsnü Özkan ve Turgut Özel’den müteşekkil kumanda heyeti olay yerine geliyor. O anda kontr-alarma geçmiş olan kıt’aları ayakta gören kumanda heyeti, kendilerine daha önce kara kuvvetlerinin alarma geçeceğine dair verilen haberin doğru olduğu kanısına kapılıyor. Oysa bu sırada kıt’alar yanlışlığı anladığı için alarmı terketmek üzeredir. Harp Okulu ise mışıl mışıl uyumaktadır. Harp Okulu’na gelen Genel Kurmay İkinci Başkam Mem-duh Tağmaç, öğrencilerin uykuda olduğunu görerek geri dönüyor. Kumanda heyeti ise Harp Okulu’nun nizamiye kapısına kadar gelip durumu gözleriyle gördükten sonra Tank Taburu’na gidiyor. Sunay neden alarma geçtiklerini soruyor. Tabur Kumandanı’ndan aldığı cevap şudur : «Albaylarımızı ve generallerimizi havacılar merkez kumandanlığında tevkif ettiler. Sîzleri kurtarmağa geliyorduk, paşam...» Bu cevap Sunay’ı şaşkına çevirmiştir. Olduğu yere yığılıyor, Tank Taburu Kumandanı Yarbay Haldun Dora’ya «Otur oğlum» diyor. Sunay hatâsını anlamıştır, üzgündür... Hâdise böyle-ce kapanmıştır.

·        21 Şubat sabahı saat ll’de Sunaydan dâvet aldık. Yanında Kara Kuvvetleri Komutanı Muhittin Önür ve Jandarma Kumandanı Abdurrahman Paşa vardı. Ben ve benimle birlikte çağırılan Necati Ünsalan ve Selçuk Atakan ayakta idik. Sunay bana dönüp «Evlâdım, yavrum, Hava Kuvvetleri bana bir ültimatom verdi. Akşam kara kuvvetlerine alarmı sen vermişsin. Yerleriniz değiştirilmedikçe hava kuvvetleri alarmı kaldırmayacak. Sîzleri feda etmek zorundayım. Ancak hepiniz himayemdesiniz. Sîzlerin yerini değiştiriyorum...» dedi.

Kendisine «Ben Allah’tan başka kimsenin himâyesi altına girmem. Bu işte ben suçlu değilim. Suçlu olan hava kuvvetleri ve sîzsiniz. Çünkü bir kuvveti bir kuvvet üzerine tertiplerle kullanmağa kalktınız. MBK’cıların ve CHP’lilerin oyununa geldiniz.» dedim. Tabancamı çekerek masanın üstüne koydum. «Beni ya şimdi bununla temizlersiniz, ya Divanı Harbe verirsiniz. Eğer geceki harekete ben sebep olduy-sam, beni kurşuna dizdirirsiniz. Benim damarlarımda CHP kanı dolaşmıyor, vatanperverlik kanı dolaşıyor. Böyle bir haksızlığa tahammül edemem. Siz şayet kumandansanız, esas suçluları cezalandırınız» dedim.

Sunay müdahale ederek «Hava kuvvetleri alarm halindedir. Üzerinize bomba atacaktır» cevabını verince :

«Biz de kara kuvvetleri olarak yan alarm haline geçmiş bulunuyoruz. Hava Kuvvetleri’nin tahakkümü altına girmeyiz. îcap ederse çarpışırız» karşılığını verdik.

Paşa başa çıkamayacağını anlayınca bizi dışarı çıkardı. Şeref salonuna geçtik.

Sunay’ın alarm teklifini tasdik eden Kara Kuvvetleri Kumandanı Muhittin Önür de şeref salonunda idi. Perişan bir halde idi. Tabancamın kurşunlarını çıkarmış hüngür hüngür ağlıyordu. Yanımızda Abdurrahman Paşa ve Necati ile Selçuk vardı.

«Paşam, neden ağlıyorsunuz?» dedim, «Ben bir albay olarak bir avuç hava kuvvetlerine karşı kara kuvvetletinin prestijini kurtarmak için çalışıyorum. Siz acizlik ifade edip gözyaşı döküyorsunuz. Bize sahip çıkın, hakkımızı koruyun...»

Önür ordunun parçalanmış olmasından endişeli idi. Buna karşı «Kolayı var, dedim. Gelsin Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı, şurada huzurunuzda hesaplaşalım. Eğer ben haksızsam. Hayatta hiç vermediğim bir sözü veriyorum : Ayaklarını öpeyim... Onlar haksızsa tarziye versinler. Sarılalım, kucaklaşalım.

Bunun üzerine hava kuvvetlerine haber gönderildi. Bir süre sonra Tuğgeneral Hüsnü Özkan hışımla içeri girdi ve Önür’e dönerek birbiri ardınca ağza alınmayacak küfürler savurdu. «Siz değil miydiniz? Şimdi paşalar bir kenara çekilip bizi albaylarla karşı karşıya bırakıyorsunuz» dedi. Nihayet bir yalnışhk olduğu üzerinde mutabakata varıldı. El sıkışıldı. Hüsnü Özkan şeref salonundan ayrılmak üzere iken Önür, «Genel Kurmay Başkanı, Hava Kuvvetlerine derhal alarmı kaldırmaları için emir verdi. Tebliğ ediyorum» dedi. Hüsnü Paşa ise, «O bizim bileceğimiz iş. Kuvvet Kumandanı İstanbul’da. O gelsin, ne yaparsa o yapar. Ben karışmam. Genel Kurmay Başkanı’nm emrini dinlemiyorum» dedi. Çünkü sırtını daha büyük bir yere dayamıştı: O da hükümet başkanı idi...

Özkan gittikten sonra Önür Genel Kurmay Başkanı’nm yanına girip çıktı. Sunay şeref sözü veriyor, gidebilirsiniz, dedi.

Eve geldim. Saat. 16’da telefonla Tansel’in Selçuk Ata-kan ile birlikte beni Merkez Kumandanlığı’nda . beklediğini bildirdiler;, Hemen durumu anladım. Selçuk’un ismini vermek

suretiyle beni inandırıp daha yolda iken tevkif edeceklerdi. Harp Okulu’na çıktım. Hasta olduğumu, gelemiyeceğimi bildirdim.                                                        .

Gece 23’te Merkez Kumandanı bana telefon ederek «Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Zeki İlter telefon ediyor. Harp Okulu ihtilâl için iç bahçede bazılık yapıyormuş. Doğru mu?» diye sordu. «Böyle bir şey yok. Kalksın, okula gelsin» dedim. Beş dakika sonra geldiler. Talebe uyuyordu. Yalanları bir kere daha meydana çıktı. Aynı hareket gece saat 3’te de tekrar edildi. Gene boş çıktı. Olay kapanmıştı...

Zeki İlter ayrılırken «Kuvvetler arasındaki ithamlar böyle devam edemez. Buna bir hal çâresi bulalım. Yarın askerî şûrayı toplayalım. Bu mesele hallolsun. Cunta temsilcisini yollasın, kumandanlar seviyesinde görüşelim» dedi. Sözcü olarak Selçuk Atakan’ı seçtik.

... VE 22 ŞUBAT

Son derece hareketli geçen bir günden sonra 22 Şubat 1962 Perşembe sâkin başlamıştı. Ancak hâlâ durumdan emin olmadığım için, hazırlık alarmını kaldırmamıştım.

Saat 11 raddelerinde Jandarma Okulu Kumandanı Necati Ünsalan telefon ederek: «Talât, yanımda Fevzi Arsın var. Hava Kuvvetleri hatasını anlamış. Özür diliyor. Ağhyor. Sen de gel. Seni de görmek istiyor» dedi.

Jandarma Okulu’na gittim. Fevzi Arşın hakikaten, samimî olarak hata yaptıklarını itiraf etti.'Sarıldık, öpüştük, ayrıldık.

Biraz sonra emir subayım telefon etti. «Albayım, Sunay Paşa, sizi ve Alay kumandanını yanma istiyor» dedi. Halbuki bir gece evvel verilen karar gereğince, kumandanlarla Selçuk Atakan görüşecekti. Beni de birlikte çağırmak, oldukça mânalı idi. O sırada Selçuk Atakan telefon etti, «Çağrıldım, gidiyorum» dedi. Oynanan oyunu anlattım ;Sadece onun ve Alay kumandanı Turgut Alpagut’un gitmesine karar verdik. Ve ben Harp Okulu’na çıktım. Biraz sonra öğrendik ki, Selçuk Atakan, Şükrü îlkin, Turgut Alpagut, Tank Taburu Kumandanı Yarbay Haldun tevkif edilmişler.

O sırada subay taburuna çıktım. Asteğmenler bizim bu durumumuzu duymuş olacaklar ki, galeyan halinde idiler. Onları sinema salonuna toplayıp dört gündür oynanan dramı kısaca anlattım. Hiçbir surette beni teslim etmeyeceklerini söylemeleri üzerine okulu ve civardaki kıtaları alarma geçirdim. Saat 13.30.

İstanbul ve Sivas’taki birliklere de durumu bildirdim. Onlar da alarma geçtiler. Ancak kendilerine bir harekette bulunmamaları, sadece başkentte olacakları izlemeleri hususunda sıkı talimat verdim.

Saat 15’te kıt’alar harekete hazırdı. Geceyi bekliyorduk. Genel Kurmay üzerimize bazı kıt’alar sevketmeğe kalktı. 230. Piyade Alayı Çubuk’tan geldi. Fakat Alay Kumandanı okula gelerek emrime girdi. PolatlI’dan kıt’a sevkedildi. Gelenlerden bazıları emrime girdi. Araya bir sürü elçiler girmeğe başladı. Genel Kurmay’dan bir çok heyet gelip gidiyordu. Bu vaziyette iken saat 20’ye doğru Muhafız Alayı’na yeni tayin edilen alay kumandanı Albay Cihat Alpan tevkif edilmek suretiyle Muhafız Alayı’nm da emri kumandası bizim tarafa geçti. Süvari Binbaşısı Fethi Gürcan, Muhafız Alay Kumandanlığı’nı deruhte ediyordu.

O anda bana telefon etti:

«Albayım, şimdi burada kuvvet kumandanları, İnönü dahil bütün kabine köşkte toplantı halindeler... Şimdi hepsini enterne edeyim mi? Hesaplarını göreyim mi?» dedi.

«Hayır» dedim, «Serbest bırakacaksınız. Çıkacaklar.»

O andan itibaren her şeye hâkimdim. Fakat Genel Kurmay karargâhındaki bazı menfaatperest ve memleketin gidişatı hakkında hiçbir fikir sahibi olmayan dalkavuk ruhlu ve «İnönist» bazı subaylar, bize karşı büyük anlayışsızlıklar gösteriyorlardı. Bu meyanda Genel Kurmay karargâhının etrafına tanksavar topları, bazukalar yerleştirdiklerini öğrendim. Karargâhın içinde subaylara tomson tabancalar dağıtılıyor, el bombaları veriliyordu. Bir mukavemet unsuru imiş gibi karşımıza dikiliyorlardı. Bu vaziyetler haber alınınca gerek Tank Taburu subayları ve gerekse Harp Okulu üzerinde büyük infial meydana geliyordu. Saatler de ilerledikçe kıtaların kontrolü güçleşiyordu. Bu sırada Genel Kurmay’dan gelen elçiler Sunay’ın yazılı bir taahhütnamesini getirdiler. Ben «Hukukî değeri olmadığını» söyledim. «İnönü’den getirelim» dediler. Saat 2.30 raddelerinde onu da getirdiler. Yine «Hukukî değeri olmadığını» söyledim. Kâğıdı getiren kurmay Albay, «Onun altındaki imza, Lozan Sulhü’ne imza koyana aittir. Her türlü taahhüdünü yerine getirecektir» dedi. Ben de cevap olarak «O taahhüdlerin yerine gelip gelmiye-ceğini bundan sonraki günler gösterecektir» dedim. Taahhüdlerin yerine getirilmediği hâdiselerle meydana çıkmaktadır.

O andan itibaren bir karar vermek icap ediyordu. Harekâta başlamak veya durdurmak. Yapılan bir durum mahkemesi neticesi, harekâtı durdurmağa karar verdim. Eğer harekât yapılmış olsaydı şu olaylar meydana gelebilirdi: .

·        1.  Hava Kuvvetleri ile bir çatışma olabilirdi. Şöyle ki: Bizzat Hava Kuvvetleri Komutanı îrfan Tansel, 19 Şubat günü Genel Kurmay Başkanlığında Selçuk Atakan, Necati Ün-salan, Muhittin Önür, ben, Abdurrahman Doruk’un bulunduğu ve Sunay’ın dâveti üzerine yapılan toplantıda şöyle demişti : «Şayet koordinesiz bir harekâta girişirseniz, ben ve Deniz Kuvvetleri kumandanı karar verdik, Türkiye’yi kuvvetlerimizle terkedip NATO üslerine çekileceğiz.»

·        2. Hava Kuvvetlerinin NATO üslerine çekilmesi halinde üç ihtimal mevcut idi :              /

·        a.  Hava Kuvvetleri tümü ile İrfan Tansel’i takip eder, biz de muvaffak olursak, Türkiye’ye bir daha dönmeleleri muhal olurdu.

·        b. Hava Kuvvetleri’nin yarısı emre itaat ederse havada çatışma vuku bulacak, büyük kayıplar olabilecekti.

·        c.  Tümü veya bir kısmı ile bizi bombalayabilirlerdi.

·        3.  Üzerimize dışardan sevkedilen birlikler de bize iltihak etmişler, saat 15’ten sabahın 3’üne kadar hepsi harekâta hazır vaziyette beklemekteydiler. Genel Kurmay ise Tanksavar toplarıyla karşımızda mevzi almıştı. Bu durum Tank Taburu’nu galeyana getirmişti. Eğer harekete geçsey-dim, tanklar Genel Kürmay’ı ve Hava Kuvvetleri Karargâ-hı’nı yerle bir edecekti. Buna şu konuşma sonunda kanaat getirdim. Arkadaşlara, yürüyüşe geçmediğimiz takdirde Genel Kurmay’m önünden selâm verilerek geçilmesini söylediğim zaman Orhan Topçuer’den aldığım cevap «Siz an-


cak başla emrini verebilirsiniz. Ondan sonrasını biz biliyoruz, albayım. Dümdüz ezip geçeceğiz, oldu. Hal böyle olunca Genel Kurmay’da ve Hava Kuvvetleri’nde ve hattâ şehir içinde yüzlerce cana-kıyılacak, hem arkadaşlarımızın, hem de masum halkın kanı akacaktı. Çünkü harekât başladıktan sonra kumandayı kaybedecektim.

·        4. Yanlış anlaşılma yüzünden bütün memleket sathında bazı hareketler olacak, ordu her yerde birbirine girecekti Namlunun namluya dönmesi ise, bir iç harp doğuracaktı.

·        5. Bunun sonucunda Amerikalılar füze rampalarını korumak için bir çıkarma ve indirme yaparak Samsun - İskenderun hattına el koyacaktı. Ruslar ise Boğazları ve doğudan Kars’ı zorlayacaklardı. Bu durumda Güney - Kuzey Kore durumuna düşecektik.

·        6. Bütün bunlara rağmen Ankara’da yüzde yüz muvaffak olacaktım. O andan itibaren liderdim. Kan döküldüğü için mecburen dikta rejimine gidecektim. Bizim amacımız ise dikta değil, demokrasi idi. Geçici bir zaman için aydınlar kitlesine dayanacak olan bu demokrasi, köklü reformlar yapıldıktan, İktisadî düzen ve sosyal adalet nizamı kurulduktan sonra yerini normal seçimlerle gerçek demokrasiye bırakacaktı.

·        7.  Her şeye rağmen diktaya gitseydik, ihtilâlin ve diktanın şartlarını yerine getirmek için, her şeyden önce kendi kellelerimizi koruyabilmek için, karşı harekâta girişen ve protokollere imza koyup sonradan ihanet eden kumandanları yok etmemiz gerekecekti. Kısaca geniş çapta bir katliâm olacaktı.

·        8. Bu hareketler genç kuşak arasında yeniden huzursuzluk yaratacak, lider durumuna gelmiş olan bizlerin aleyhine de bir hareket başlayacaktı. Bunun hemen arkasından çorap söküğü gibi bir ihtilâl daha gelecekti.

·        9. Gayemiz ordunun bütünlüğünü muhafaza etmek, namluyu namluya çevirtmemekti. Biz bu hareketi iktidar hırsı ile yapmadığımızı ispat etmek istedik. Yukarıdaki olay- • lardan birinin dahi meydana gelmemesi için kendi hayatımızı feda etmeyi göze aldık. Bizim başımız gitsin, yeter ki Türkiye kurtulsun. Belki partiler de akıllanır, dedik.

Parolamız Halâskâr, işareti fedâiler’di. Parolamıza dahi dikkat edildiği takdirde hangi amaçla harekete geçtiğimiz ve kendimizi neden feda ettiğimiz anlaşılır.

Eğer harekât yapılmış olsa idi, bu şartlar meydana gelebilirdi. Tarihte böyle bir sorumluluk altına girmeğe gönlüm razı olmadı...                                   . .

22 Şubat Harekâtını kardeş kanı akıtılmaması için durdurulduktan sonra harekât sırasında Hava Kuvvetlerine sığınan Başbakan İsmet İnönü 23 Şubat sabahı bir mesaj yayınlayarak Şu açıklamada bulundu :

«Şanlı Ordumuzun şerefli mensupları meşrû Hükümetin Başkanı olarak ve eski bir Ordular Kumandanı olarak sîzlere hitap ediyorum:

Türk Silâhlı Kuvvetleri meşrû Anayasayı Demokratik nizamı tehlikeye düşürülmek istenen vatan bütünlüğünü azimle ve başarı île korumaktadır. Ve koruyacaktın Bu ordu Anayasayı çiğneyen bir iktidarı 27 Mayısta meşrû olarak devirmiştir. Fakat bu ordu Anayasayı çiğnemek yoluna elbette gitmeyecektir.

Hükümetimiz temelinde Türk Ordusunun şerefi bulunan Cumhuriyet Anayasasından ve Milletten ve onun ayrılmaz parçası Türk Silâhlı Kuvvetlerinin vazife ve şeref duygusundan aldığı kuvvetle iş başındadır. Ve duruma hâkimdir. En şırak duygularla asker ve sivil bütün vatandaşlarıma sevgi ve saygılarımı sunarım.»

Bundan sonra da ordu içinde değişiklikler birbirini kovalamaya başladı.

Kara Kuvvetleri Kumandanı Muhittin Onür’de şu açıklama ile emekliye ayrıldı. Halbuki işin aslı hiçte söylendiği gibi değildi.

Açıklama şöyleydi:

«Ankara Garnizonunda vukua gelen olaylardan teessür duyarak Kara Kuvvetleri Kumandanlığından kendi arzusu ile istifa eden Orgeneral Muhittin Önür’ün son makam ve rütbesine uygun bir başka görev bulunamamasından 42. Sayılı Kanun gereğince emekliye sevkedilmiştir.

Kara Kuvvetlerimizde uzun ve şerefli hizmet yılları bulunan Sayın Orgenerale Türk Silâhlı Kuvvetlerinin iyi dilek şükran ve saygıları sunulur.»

GÖREVLERİ DEĞİŞTİRİLEN GENERALLER VE SUBAYLAR

22 Şubat harekâtının, Ordu içindeki tepkileri bir süre devam etti ve emekliye sevkedilen subayların yerlerine yenileri gönderildi. İstanbul Valiliği görevini 27 Mayıstan beri yapmakta olan Korgeneral Refik Tulga 3. Ordu Kumandanlığına, Jandarma Kumandanı Tuğgeneral Abdurrahman Doruk Millî Savunma Bakanlığı İstişare Kuruluna atandılar. Yerleri değiştirilen subaylar şunlardır:

Doğu Menzil Kumandan Vekili Kurmay Albay Cevat Kırca Millî Savunma Bakanlığı İstişare Kuruluna, Kara Kuvvetleri Harekât Başkanlığı Teşkilât ve Eğitim Daire Başkanı Albay Cihat Alpman Riyaseti Cumhur Muhafız Alay Kumandanlığına 5 ci Zırhlı Tugay K. Tank Kurmay Alb. Şükrü Sönmezsoy Zırhlı Birlikler Okul Kumandanlığına, Zırhlı Birlikler Okulu Kurmay Başkanı Tank Kurmay Albay Turan Olcayto Doğu Menzil Kumandanlığı Plânlama Program ve Prensipler Müdürlüğüne, Kara Kuvvetleri Personel Başkanı II. Muavini top. Kurmay Albay Galip Gençer, Millî Savunma Bakanlığı İstişare Kuruluna, L.K. Personel Başkanlığı

S. Müdürlüğü İstihkâm Kurmay Yarbay Sadri Kara Koyunlu 15. Kor. Şube Müdürlüğüne. 8. Tümen Kurmay Başkanı İstihkâm Kurmay Albay Kemal Güner İkinci Kor. Lojistik Şube Müdürlüğüne, Kara Kuvvetleri Lojistik Başkanlığı I. Şube I. Kısım Amiri Top. Kurmay Başkanı Fuat Yılma 39. Tümen Personel Şube Müdürlüğüne, Millî Savunma Bakan-lıği Emir Subayı Top. Kurmay Yrb. Talât Turan, Batı Menzil Kumandanlığı Plânlama Program, Personel Şube Harekât İstihbarat Kısım Amirliğine, Jandarma Subay Tatbikat ve Assubay Hazırlama Okulu Komutan Muavini Süvari Kurmay Albay Sabahattin Köseyiğitoğlu Orta Menzil Komutanlığı Plânlama Personel Şube Müdürlüğü, Genel Kurmay Personel Başkanlığı Birinci Şube Müdürü Topçu Kurmay -Yarbay Safi Tuncay, Sekizinci Kor. Personel Şube Müdürlüğü-ne.

24 Şubatta yerleri değiştirilen bu subayları başka yeni atanmalar takip etti.

Bu sırada bazı rivâyetler ortaya çıkmaya başlamıştı. Dedikodu halini almaktan uzağa gidemeyen bu haberlere göre 200 Subayla birlikte bazı generaller muhakeme edilmek üzere tevkif edilmişlerdi. Diğer bir rivâyete göre bu subayların idam edilmeleri istenecekti.

22 Şubat Harekâtından sonra Sivil Hizmetlerde görevli bulunan Asker idarecileri^ yerlerine sivil idareciler atanarak asker idareciler ordudaki görevlerine döndüler.

22 ŞUBAT HAREKÂTINDAN SONRA

ORDUDA YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER

22 Şubat harekâtından sonra ordu içindeki ilk büyük değişiklik 11 Temmuz Çarşamba günü açıklanarak 22 Şubatçı-lara yakın olduğu sanılan bazı generallerinde, içinde bulunduğu 11 generalin yerleri değiştirildi.

Yerleri değiştirilen generaller şunlardır :

·        1. 15. Kor. K Tümgeneral Fikret Esen Jandarma Genel Kumandanlığına.

·        2.  9. Kor. K. Tümgeneral Kemalettin Gökakın Cento Türk Temsilciliğine.

·        3. 7. Kol. Ordu K. Tümgeneral Nazmi Karakoç Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığına.

·        4. CENTO Türk Temsilcisi Tümgeneral Haydar Sükan

·        5. Kol. Ordu Kumandanlığına.

·        5. SHAPE Teşkilâtı Eğitim Dairesi Başkan Yardımcısı Tümgeneral Raşit Pasin 9. Kor. Kumandanlığına.

·        6. Millî Emniyet Hz. Bşk. Tüm General Naci Aşkun 2. Kolordu Kumandanlığına.

·        7. 4. Tümen Kumandanı Tuğgeneral Yusuf Alpmansu Genelkurmay Harekât Başkanlığına.

·        8. Genelkurmay Harekât Başkanı Tuğgeneral Semih Sancar Harb Akademileri Komutanlığına.

·        9. Harb Akademileri Komutanı Tuğgeneral Faruk Gürler M. S. B. Müsteşarlığına.

·        10. Kara Kuvvetleri Kurmaybaşkanı Tuğgeneral Zeki İlter 15. Kol. Ordu Komutanlığına.

·        11.  M. S. B.' Müsteşarı Tuğgeneral Nüshet Bulca 7. Kolordu Kumandanlığına.

Bu yer değişikliklerinden sonra Ordu içinde daha başka bir değişiklik olmıyacağı sanılıyordu. Fakat 24 Temmuz Çarşamba günü 38 General ve albayın yerleri «Terfi» durumları gerekçesi ile değiştirildi.

Bu tarihten sonrada bazı subaylar münferiden emekliye sevedilmeye başlandı.

YERLERİ DEĞİŞTİRİLEN SUBAYLAR ŞUNİaRDI :

·        1.  Tuğg. Ferit Erkan (Gn. Kur. Personel Başkanlığına)

·        2. Tuğg. Refik Kurtekin (Tümen Komutanlığına)

·        3. Tuğg. Nami Günel (Tümen Komutanlığına)

·        4. Tuğg. Burhan Ercan (Kara Kuvvetleri Harekât Başkanlığına)

·        5. Tuğg. Faruk Güventürk (Doğu Menzil Kumandanlığına)

·        6. Tuğg. Cemalettin Enginsoy (Tümen Komutanlığına)

·        7. Tuğg. Niyazi Bengisu (Kıbrıs Türk Temsil Heyeti G. Bşk.)

·        8.  Tuğg. Reşat Bir (Orta Menzil Komutanlığına)

·        9. Tuğg. Şevket Ozan (Tümen Komutanlığına)

·        10. Tuğg. Şefik Erensü (Tümen Komutanlığına)

·        11. Tuğg. Eşref Akıncı (Tümen Komutanlığına)

·        12. Tuğg. A. Rıza Türkcan (Tümen Komutanlığına)

·        13. Kur. Alb. M. Zeki Erbay (Tümen Komutanlığına)

·        14. Kur. Alb. Necati Oğan (Tümen Komutanlığına)

·        15. Kur. Alb. Süleyman Aşuroğlu (Tümen Komutanlığına)

·        16. Kur. Alb. Orhan Yiğit (Tümen Komutanlığına)

·        17. Kur. Alb. İhsan Gürkan (Genelkurmay İstihb. Bşk. Birinci Muavinliğine)

·        18.  Kur. Alb. Suat Aktulga (Genelkurmay Lojistik Bşk. Birinci Muavinliğine)

·        19. Kur. Alb. Turgut Sunalp (Genelkurmay Harekât Dairesi Bşk.)

·        20. Kur. Albay Ömer Özkan (Kgn. Kur. Eğt. D. Başkanlığına)

·        21. Kur. Alb. Hamza Ünalp (Gn. Kur. Bşk. Emrine)

·        22. Kur. Alb. Vedat Akat (Gn. Kur. Pl. Program. D. Başkanlığına)

·        23. Kur. Alb. İbrahim Ersan (Gn. Kur. İstihkâm D.Bşk)

·        24. Kur. Alb. Fehmi Başar (K. K. Personel Başkanlığına)

·        25. Kur. Alb. Necati Kumruoğlu (K. K. Pd. Dairesi Başkanlığına)

·        26. Kur. Alb. Nihat Arslantürk (2. Ordu Kur. Bşk.)

·        27. Kur. Alb. Samih Günay (1. Ordu. Kurmay Başkanlığı İstanbul)

·        28. Kur. Alb. Burhanettin Hunoğlu (3. Ordu Kur. Bşk.)

·        29. Kur. Alb. Bekir Ecevit. (Tümen Komutanlığına)

·        30. Kur1. Alb. H. Doğan Özgökmen (Kara Harp Akademisi Kumandanlığına)

·        31. Kur. Alb. Zeki Türkmenoğlu (Kara Kuvvetleri Topçu K. Muavinliğine)

·        32. Kur. Alb. Hikmet Akıncılar (Millî Savunma Akademisi K.)

·        33. Kur. Alb. Halim Kural (Harita Genel Müdürlüğüne)

·        34. Kur. Alb. Naci Assutay (Genelkurmay Harp Tarihi Dairesi Bşk.)

·        35. Kur. Alb. Behçet Özdemir (Paris Jhap Karargâhına)

·        36. Kur. Alb. Kemal Taran (Paris NMR Temsil Başkanlığına)

·        37.  Kur. Alb. Recai Baturalp (Gn. Kur. Loj. Bşk. Pl. Program Dairesi Bşk.)

·        38.  Kur. Alb. Mehmet Bora (K. K. Zırhlı Birlik Dairesi Başkanlığına.)

Bir tüfek bile patlamadan harekâta son verilmişti. Yalnız Üsteğmen Oğuz Bakırburç kendisine tokat atan yüzbaşısını bir yalnış anlama neticesinde tabancası ile ateş ederek bir kurşunda öldürmüştü.

Kendi haris emelleri için bize şerefsizce leke sürmekten kaçınmayan Başbakan İnönünün konuşmasında aldatılmış oldukları ileri sürülen bu toprakların gerçekçi evlâtları olan Harbiydiler mecburi sömestr tatilinde bulunuyorlardı. Buna rağmen Harp Okulu öğrencileri İstanbul, Ankara ve İzmir’de Atatürk Anıtlarına birer çelenk koyarak İnönüye cevap verdiler. Evlâtlarımın çelenkleri üzerinde şü kelimeler vardı. «HABİYELİ ALDANMAZ».

Aldığı cevap karşısında yeniden intikam duygularını harekete geçiren İnönünün emri ile bu çelenkleri koyan öğrenciler mahkemelere verildi.

İnönü’nün memleket gerçeklerini tahrif ederek yaptığı konuşma şöyleydi :

«Sevgili vatandaşlarım. Esef verici son olayları neticeleri ve mânâları ile birde ben size anlatmak istiyorum. 22 Şubat akşamı Ankara’da genç ve orta rütbeli bir subay kadrosu masum mektep talebesini ve bazı birlikleri aldatarak harekete geçti. Ve memleket idaresini ele alarak kendi fikirlerine göre bir rejim kurmaya teşebbüs etti. Bunlar demokratik rejimin memlekette huzur tesis etmeğe ve milletin kalkınmasını temine muktedir olamıyacağını iddia ediyorlardı. 27 Mayısın meşruluğunu kaybetmiş bir idareye karşı yapıldığını kabul etmeyen tahrikçilerin mevcudiyetini kendi davranışlarının meşruluğunu sağlamağa yeter sayıyorlardı. Ordunun memleketi meşrû bir idareye kavuşturmak için yaptığı fedakârlığı kötülemeğe çalışanları demokratik rejim aleyhinde tehdit olarak gösteriyorlardı.

Ruhi Sebepler bunlardır :

Anlaşılıyor ki 27 Mayıs askeri ihtilâlinin kolaylıkla muvaffak olması cürete teşvik edici bir misal olmuştur. Düşünmemişlerdir ki 27 Mayıs ihtilâli bütün milletin vicdanında kemale gelmiş bir kurtuluş arzusunun neticesi olduğu için hemen halk tarafından benimsenmişti. 22 Şubat da teşebbüs edilen hareket ise uğradığı tecavüzlere karşı ordudaki infialde ümit besleyen kumanda ettiği kıtaları aldatan ordunun başındaki büyük kumandanları kendileri ile beraber göstererek mektep talebelerini kandıran ve bir ihtilâl hükümetinin başına geçmek isteyenlerin hareketi olmuştur. Kanun dışı zararlı teşebbüse girişen memleketin dertlerini ve bunların hal çârelerini kendilerinin bildiklerine aldattıkları gençleri ve arkadaşlarını inandırmağa çalışmışlardır. Şahsi arzularını perdelemeğe yeltenmişlerdir.

Unutturmak istemişlerdir ki; memleketin dertlerini ve bunların çârelerini biz uzun zamandan beri göstermekte ve anlatmaktayız. Geçmiş idarelerle ihtilâfımız, söylediklerimizin anlaşılmasından ve bunun yanında isabetsiz ve zararlı şahsi tutumlarını devam ettirmelerinden ileri gelmiştir. Yeni Büyük Millet Meclisi çok güç şartlar altında toplandığı halde siyasî partiler iyi niyetle pek âlâ bir araya gelebildiler iktidarı ve mürakabeyi medenî usulle vücuda getirmeğe muvaffak oldular. Demekki en güç şartlar içinde Meclis görevini yapabiliyor ve Meclis içinde türlü fikir ceryanları nihayet idarecilerin mesuliyet duyguları ile doğru bir istikamet alabiliyordu. Bununla herşeyin mükemmel olduğunu söylemek istemiyorum. Unutmamak lâzım ki bu hal Meclis içinde bir alışma devri idi. Buna mukabil dışarıda vukuu bulan tartışmaların çığırından çıkmış görüldüğü doğrudur. Ama bunun karşısında milletçe meclis olarak lüzumlu tepkiler ve karşı koymalar eksik olmamıştır. Sergüzeştçiler bir noktayı hiçbir zaman kavrayamamışlardır. Memleketin meseleleri dışardan görüldüğü kadar basit değildir. Bunların içeriden ve dışarıdan milletçe tesirine maruz olduğumuz unsurları vardır. Bunları derinliğine bilip takdir edecek mevkide bulunuyoruz. 27 Mayıs İhtilâlinden sonra memleket meseleleri ile açıktan karşı karşıya gelinince yeni dertler keşfedildiği sanılmıştır. Aslında memleketin dertleri meşruiyetini kaybetmiş iktidarın suni perdesi kalktıktan/sonra herkesin gözü önüne çıkmıştır. Bunların tedbirleri akşamdan sabaha gürültü ile ve hamiyet yaygarası ile halloluverecek kadar basit değildir. Muntazam bir devletin meşru ve kanunî düzeni ve kurallara işlemek sayesinde memleketin dertleri görülebilir, çözülebilir. Memleket meselelerini halledebilmek ioin mesuliyet mevkilerini çalıştırmakta ve tedbir almakta serbest bırakmak iyi niyetli vatandaşın ilk vazifesidir.

Hülâsa memleket meselelerini biliyoruz. Bunları milletimize bildirerek zamanı gelince tedbir istemek cesaretin-deyiz. Şahsi emellerin mahsulü olan kanun dışı hareketlerin meşru ve inandırıcı hiçbir değeri olmamıştır ve olmayacaktır.

Anayasa Büyük Millet Meclisinin güven oyu verdiği Hükümete sadık kalan ordudaki büyük kumandanların ve o bir avuçun dışındaki subay çoğunluğunun kati red vaziyeti alma lan karşısında -22 Şubat teşebbüsü tam bir muvaffakiyetsiz-liğe uğramıştır. Talih eseri olarak ve evlât kanı akmasına mahal kalmamıştır. Ve anarşi tehdidi karşısında kalan Türk Devleti eskisinden kuvvetli ve itibarlı olarak meydana çıkmıştır. Vatandaşlarımı bir noktada kati kararlı ve samimi olarak temin ederim, vukuu bulan esef verici olay bitmiştir. Bu yüzden ordu ve sivil idarede endişe verecek bir vaziyet kalmamıştır. Hiçbir yersiz ve lüzumsuz telâş idaremizde yoktur. Ve kimsenin emniyeti şüphe ve takip altında olmayacaktır. Geçen esef verici olaydan cemiyetimiz için istifade temin etmez lâzımdır. Geniş ve tedbirlere ihtiyacı olan memleket meselelerimiz vardır. Vatandaşın serbest reyi ile iş başına gelme usulünün, yani demkorasinin bütün feyizlerini temin edec'ek bir iktidar göstermek milletçe hepimizin görevidir. Tecrübelerden ve derslerden sonra selâmet yolu olarak halkın kendi kendini idare etmesi ve mesuliyet duygusu ile seçim yapması sisteminde mutlaka muvaffak olacağımıza güvenim bir kat daha kuvvetlenmiştir. Sergüzeşt arayanları başarı sağlamaktan alıkoyan ve ileride alıkoyacak olan başlıca kuvvet büyük Türk Milletinin anlayışı ve iradesidir. Bu iradeye karşı gelerek şahsi tahakküm, sistemi kurmak her zaman ordumuzun mukavemeti, ile karşılaşacaktır.

Şimdi düşündüklerim şunlardır :

Geçen olayın yararlı diğer tarafıda bir ibret misli vermesi olmuştur. Türk Milletinin sağlam bünyesi bütün tahriklerin üstünde kendini göstermiştir. Türk Milletinin iradesi 27 Mayısta nasıl meşruiyetini kaybetmiş bir idareden kurtulmayı temin etmişse yine bu çetin irade 1962 Şubatında Türk Milletinin yeni bir gayrimeşru idare altına girmesine müsaade etmemiştir. Bu suretle kendimizi emniyette hissedip çalışmamız ve milletçe dertlerimizle kalp huzuru içinde uğraşmamız devri gelmiştir. Bizim gerçek emniyetimiz devamlı huzurumuz bunu başarmamıza bağlıdır. Birkaç gün sonra Millet yeni bütçenin çıkmasıyla kaygıdan uzak olarak geniş bir çalışma sahası bulacaktır. Önümüzdeki yılın verimli ve başarılı bir gelişme başlangıcı olması için ümitlerimiz kuvvetlidir. Elele büyük, küçük, resmî, hususî fert ve teşekküller olarak umumî bir güven içinde çalışma devrine gireceğiz.

Sevgili vatandaşlarım şimdi size demokratik rejimimizin „ feyizli bir gelişmesini haber.vereceğim. Partiler üstü memleket meselelerinde ve büyük Mecliste bulunan bütün siyasî partilerin başları ve idarecileri toplanıp kararlara vardık. Memleketimizde bu geçmişte misali olmayan bir yeni durumdur. İleride de iktidar ve muhalefet kendi görevlerini medenî ölçüde yaparken bütün partiler için müşterek olan memleket dâvalarında her ayrılığı bir tarafa bırakıp Türkiye’nin büyük meselelerine çâre bulmak gayretinde samimi olarak birleşecektir. Bu hal vatandaşlarımızın siyasî hayata ve onun faydalı bir surette işlemesine güvenini arttıracak esaslı bir ilerlemedir. Bugün bütün siyasî partiler mesuliyet mevkiinde bulunan hükümetin verimli ve rahat bir surette çalışmasının memleketin bir numaralı meselesi olduğunda mütabakata varmışlar ve kendi mürakabeleri altında bu imkânı sağlamak için ellerinden geleni yapmak kararına varmışlardır.

Hepimiz için başarılar ilk zamanların güçlüklerini yenmekle başlıyacak ve devamlı bir gelişmeye yüzlerimiz çevrilecektir.                                                  .

Sevgili vatandaşlarım sîzlere selâmlar, sevgiler ve saygılar sunarım.»

ismet İnönü

22 Şubata kadar her fırsatta orduya hakaret etmekten kaçınmayan hareket sırasında da kaçacak yer arayan politikacılar ve oy avcılığı için 27 Mayıs’a hücum etmeyi sanat haline getiren parti liderleride derhal bir toplantı yaparak şimdiye kadar söylediklerini inkâr edip hiç utanmadan bu defada 27 Mayıs’a bağlı olduklarım bir beyanname ile açıkladılar. Müşteterek bildiride şu hususlara yer veriliyordu.

MÜŞTEREK

BEYANNAME

«Son olayların ışığı altında memleket huzurunu bozan tahrikler üzerinde durmak ve bunları önleyecek tedbirleri tesbit etmek üzere Başbakanın daveti ile toplanan Siyasi Partiler ve Hükümet temsilcileri şu hususta fikir birliğine varmışlarda' :

·        1. Meşru nizama karşı girişilen son teşebbüs demokratik rejimin koruyucusu kuvvetlerin ve müesseselerin müşterek anlayış ve gayretleri ile önlenmiştir. Bu netice Türk Milletinin Demokratik Rejime bağlı ve lâyık olduğunu iftihara değer yeni bir delili olmuştur.

·        2.  Kahraman Ordumuzun gerçekleştirdiği 27 Mayıs ihtilâlinin meşruiyeti aleyhine girişilen açık ve kapalı her türlü tahrik ve tecavüzlerin ve Anayasa nizamını bertaraf etmeye matuf hareket ve davranışların kesin olarak önlenmesi.

·        3.  Bu maksatla partiler üstü bir anlayış içinde gerekli esasları hazırlamak üzere hükümet ve partiler temsilcilerinden mürekkep bir komisyon teşkil edilmiştir.

·        4. Mutabık kalınacak esaslardan kanunlaşması gerekenler partilerin yetkili organları tarafından kabul edildikten sonra TBMM ne sunulacaktır.

Bu teklifin müzakere ve intacından önce Büyük Meclisin tatile girmesi hususu parti liderleri tarafından gruplarına teklif edilecektir.»

22 Şubat 1962 gecesi harekâtı durdurmuş. Sabahleyin silâhlı kuvvetlerin almış olduğu tedbir gereğince serbest : bırakılmış evime gitmiştim. Saraçoğlu mahallesi 1. Cadde 6/1. dairede oturuyordum. Benim oturduğum apartmanda Org. C. Sunay (G.K.B.), Org. Muhittin Önür (K.K.K.) Tuğg. Abdurrahman Doruk (J. Genel K.) oturuyordu.

İlk defa eve gazeteciler doldu. Meraklı suallerine çok az cevap verdim. Beşgün, beş gecedir hiç uyumamıştım. Gece istirahate çekildim uyuyordum.. Saat 23.00 de dairemin kapısı hem vuruldu, hem de bağrışmalar. vardı. Eşim yataktan fırlayıp kapıyı açtı. Derhal görülen manzara şuydu... Beş tane Kurmay Sb. (Yb. rütbesinde) karımın göğsüne beş adet tomsonu dayamışlar, beni istiyorlardı. Hemen pijama ile kapıya gittim silâhları bana tevcih ettiler. Apartmanın içi tomsonlu subaylarla dolu idi. Buna neden lüzum vardı anlayamadım. Beni tevkif etmeye gelenler arasında Kur. Yb. Necip Toruntay’da vardı. Akademiyi beraber okumuştuk. Yassıada İrtibat bürosunda çalışmıştı. Bizimle birlikte yeminli subaylar arasında idi. Bana karşı o geceye kadar çok hürmetkâr idi. Fakat ne olmuştu. Canavar kesilmişti, hiç bir isteğimi yerine getirmek istemiyor, dışarda kar yağdığı halde beni pijama ile sürükleyip kapıda bekleyen cipe bindirmek için uğraşıyordu.

Kendisine aynen şu cevabı verdim. Ben henüz Türk Ordusunun bir Albayıyım giyinmeden hiç bir yere gitmem. Hem bu gibi muamelelere ne lüzum vardı, telefon dahi etseydiniz istediğiniz yere gelirdim dedim. Her türlü ısrarlara rağmen kapının önünde zorla elbisemi giydim. Evde eşim kızım birde karımın yengesi vardı.

Giderken tıraş takımımı, pijamalarımı almak istedim. Necip Toruntay bana: «Bunlara lüzum kalmayacak» demekle vahşi hislerini gösterdi. Her halde bizim sabaha karşı kurşuna dizileceğimizi düşünüyordu.

Dışarı çıkınca ne göreyim evin etrafında tomson tabancalı 50’ye yakın subay vardı. Vasıtaya binip Genelkurmaya geldik oradaki manzarada şuydu: Sanki bir Rus Albayı getiri liyormuş gibi koridorlarda iki sıralı, tomsonlu Kurmay subaylar vardı. Hepside büyük bir sevinçle bana bakıyorlardı.

Bu kurmay subayların çoğu birgün önce bir emrin var-mı albayım? diyenlerdi. Ama şimdi devir bir gecede değişmişti. Sonra bu çıkarcıların sıra ile ateşe olarak, Avrupa, Amerika ve Tahrana gittiklerini gördüm. Hepside yepyeni otomobillerle dönüyorlardı. Çünkü 22 Şubatta hemen doksan derece bir dönüş yapıp düşmanımız kesilmekle efendilerine olan sadakatlarını ortaya koymuşlardır. Bir aşağılık duygusu bu tip subaylarda mevcuttur, bunu üzülerek yazıyorum ama realite budur.

Genelkurmay karargâhına benden başka Kur. Alb. Emin Arat, Kur. Alb. Dündar Seyhan, Kur. Alb. Turgut Alpagut’ta getirilmişti. Gece yarısı saat 02,30 da bir odadan çıkarılıp koridora 10’ar adım mesafe ile dizildik. Her iki yanımızdaki tomsonlu subaylar tarafından aşağıya indirilerek bir odaya hapsedildik. Yattığımız karyolanın başucunda da havacı subaylar Tomson ile nöbet tutuyordu. Dört gün bu şartlar altında hapis yattık, bizleri emekliye şevkettiler ve serbest bıraktılar.

Olaylar verilen sözlere uygun bir gelişme göstermedi. Benimle birlik oldukları gerekçesi ile Ordunun bir çok kıymetli, şeref ve haysiyet sahibi personeli o gün canlarını bağışladığımız kişiler tarafından emekliye sevkedilmeye başlandı. Harekâttan hemen sonra emekliye sevkedilen arkadaşlarım şunlardı.

Albay Emin Arat, Albay Selçuk Atakan, Kurmay Yarbay Daniş Çağlar, Kurmay Albay Muammer Şahin, Süvari Binbaşı Fethi Gürcan, Kurmay Yarbay, Fahrettin Ermutlu, Albay İhsan Erkan, Albay Necati Ünsalan, Albay Turgut Alpagut, Kurmay Yarbay Mustafa Ok, Kurmay Albay İhsan Sürek, Kurmay Albay Asım Mutludoğan, Kurmay Albay Orhan Alpakın, Kurmay Albay, Dündar Seyhan, Kurmay Albay Şükrü İlkin, Kurmay Binbaşı Bahtiyar Yalta, Kurmay Binbaşı Kadri Çitak, Yarbay Necdet Efe, Binbaşı Osman Üçok, Yüzbaşı Şükrü İnanç.

İlk önce bu arkadaşlar emekliye sevkedildiler, bunların arkasından askerliğin icablarını yaparak emirlerimizi yerine getiren genç subayların hiç bir gerekçe gösterilmeden emekliye sevkedilmesine başlandı.

Milli Savunma Bakanlığı 2 Mart tarihinde de bir açıklama yaparak emekliye sevkedilenleri açıkladı. Bu listeyi on dokuz Martta emekliye sevkedilen diğer arkadaşlar takip etti. Böylece 69 subay ve dört astsubay emekliye sevkedil-dik. Halbuki bizimle beraber oldukları halde; son dakikada karar değiştiren bir çok yelkenci albay ve general oturdukları yerlerde kalmışlardı. Hepside toplantılara iştirak etmişler, protokollere imzalarını koymuşlar, şeref sözleri vermişlerdi. İnsanların bukadar küçülüp, bukadar şerefsizce hareketlere gireceklerini doğrusu hiç tahmin etmemiştim.

İlk defa evime döndüğüm zaman kapıdan girince aileme söylediğim sözler şöyleydi:

«Şadan ilk önce şerefli elbisemi çıkarayım. Bu iş bitmedi, birgün gelecek muvaffak olacağım, üzülme istesem en kısa zamanda bile halledebilirim». Kendimden hayatta bu kadar emindim, hiç bir şeyden yılmazdım. Hele haksızlığa uğradıkça mücadele hırsım daha çok artardı.

 

Harekâttan sonra Aydemir ilk defa üniformasını çıkarttıktan sonra Eşi ve Kızı ile birlikte.

(.Gene evi gazeteciler sardı merak içinde beyanat istiyorlardı. Yeteri kadar ihtiyatlı olarak cevap veriyordum, ama benimle birlikte emekliye sevkedilmiş yakın arkadaşlarım çok çekingen idiler, beni devamlı surette beyanat vermemek için zörluyorlardı. O sıralarda bizler için AF Kanunu çıkarılması düşünülüyordu. Herkes onu bekliyordu. Ama o AF Kanunu çıktıktan sonra 2-3 ay geçmesine rağmen bazı arkadaşlarda hiç bir kıpırdanma yoktu. 69 Subay 4 Astsubay Emekli olmuştuk, bir çokları hemen uzaklaştılar. Bir kısmı ne olur ne olmaz endişesi ile arkadaşlığı kesmediler. Bir kısmı da 20 Mayıs 963 kadar benimle birlikte çalıştılar.)

22 Şubat öncesi Harb Okulu kumandanı olduğum için iyi bir mevkiim vardı. Okulda veya evimde her kademeden bilhassa yüksek rütbeli subay ve generallerin ziyaretlerinden asli vazifeme bakamaz dereceye gelmiştim. Ama 23 Şubat sabahından sonra arayanlar azalmış bıçak gibi kesilmişti. İnsanlar ne çabuk değişiyor.                     ’

İnsanları ikbal devrinde iyi günlerde hakiki veçheleri ile anlamaya imkân yoktur. Ancak kötü duruma düştüğümüz hakiki dostlar belli oluyor.

(Sırasile kapımızı açan, dostlarım. Eşimin iki yengesi Pakobolar, Prof Perihan Çambel, arkadaşım Hayri Ekinci-Ismail Ergüder- Rauf Gökçe- Yüksek Mühendis Nami Ok-yay- Kadri Kaplan-Dr. Paruğ Erdilek-Dr . Alaettin Er gönenç Ziya Aydemir-Zeki Kıran- Üsteğmen Mikali ve annesi-Mu-amrher Özdağ-Fuat'Azgın- Haldun Doran- Nihat Oğuzer (Şa-danm ağabeysi)- Kudret Bozuter yavaş yavaş tehlikeler zail olduktan sonra bizi eski dostlarda lütfen aramaya başladılar. 22 Şubat emeklileri dahi , (büyük rütbeliler) çekinerek geliyorlardı.

Çünkü artık sıfır olmuştum, yükselmeme imkân olmadığı kanaatinde idiler. Ama zaman ilerleyince işler değişti her devirde olduğu gibi.

Oturduğum evden derhal üçgün içinde çıkmam için K.K. K. lığından yazı geldi hemen verilen mühlet dolmadan çıktım, Çünkü evde diğer katlarda oturan büyükler huzursuzluk içinde idiler evi makinalı tabancalı 4 adet inzibat eri ve polisler bekliyorlardı.

Birde benim o evde oturmam büyükler üzerinde şu bakımdan huzursuzluk yaratıyordu. Ev Müdafaa caddesinin tam başındaydı. Harb Okulu talebeleri her cumartesi izinli çıkınca okuldan itibaren bozulmadan Bölükler halinde evimin önünden geçerken beni pencerede görürlerse selâmlıyorlardı. Öğrencileri gözetleyen inzibat subaylarının ceza vermek için Harb Okulluları götürmelerine rağmen bu hal devam ediyordu. Hattâ genç subaylardan tanıyan, tanıma-mayan aynı hareketi eve karşı yapıyorlardı.

Bunları tesadüfen gazeteciler görmüşlerdi. Tabii bu vaziyet karşısında benim o evde oturmam. C. Sunaya huzursuzluk verdi.

Ben yılmadan mücadeleme devam etmeye kararlı idim. Bir gün yakın arkadaşım, Dündar Seyhan’a gittim. Ne yapmaya karar verdiğini sordum : Bana ben 14’lerin 15’incisi sayılırım. Zaten artık onlar için, bütün gayreti sarf ederek zemini hazırlıyalım, onlar büyük bir kuvvettir, yurda dönünce bir parti kuracaklar bu yolda mücadeleye devam edeceğiz dedi.

Ben de kendisine bu fikrini kabul etmediğimi bildirdim. Seyhan’a şunları söyledim :

·        a.  Bizler Türkiye’de ihtilâlci olarak tanınıyoruz. İhtilâlcilerin siyasî hayatta hele bir parti içinde şansları yoktur.

·        b.  Parti para ile kurulur, parti taraftar ister, CHP’sin-den kimse bu yeni partiye iltifat etmez, diğer partiler de malum her parti memlekette toplıyacağı taraftarı toplamış bu vaziyette yeni bir parti tutunamaz.

Hem beri partili bir siyasetçi olamam dedim.

·        c.  Ancak şu belki olabilir, bazı haklarımızı kurtarabilmek, fikirlerimizi yayabilmek, şahıslarımızı tanıtabilmek için (147) 1er gibi bir dernek kurabilirsek iyi olur dedim. Bu hususu avukatımız Saffet Olgaç ile hukukî veçhelerini de görüşelim dedim.

Gittik, görüştük, derneklerin kuruluş şekillerini, usullerini öğrendik, fakat böyle resmî bir teşekküle nedense gidemedik.

Günler ilerliyordu. 22 Şubat emeklilerinden bir çok teklifler geliyordu. Kendimize bir veçhe verelim, bir baş seçelim, dağınık çalışmıyalım diyorlardı. Çünkü aramızda yavaş yavaş rekâbet başlamıştı Beni kendi başına hareket eden bir insan olarak kıymetlendiriyorlardı. Herhangi bir gazeteci benimle görüşme yaptığı zaman verdiğim beyanat benim adımla Çıkarsa bazı arkadaşlar sinirleniyorlardı, ben işin farkında idim.

Birgüri bir hareket Kh. seçelim diye bir teklif geldi, maksatlarını bilmemekle beraber kabul ettirri. Çünkü o zamana kadar kulis faaliyetleri ile istedikleri sonucu tahakkuk ettireceklerine inanmışlardı.

Ben 69 Emekli subayın da iştiraki ile bir seçim yapılmasını teklif ettim, kabul edildi. Fakat seçim 30-35 kadar subayla yapıldı. Tasnifte en çok reyi ben almıştım. Şu arkadaşlar da idare heyetine seçilmişlerdi. Ben, Kur. Alb. Emin Arat, Kur. Alb. Dündar Seyhan, Kur. Alb. Necati Ünsalan, Kur. Alb. Turgut Alpagut, Kur. Alb. Asım Mutludoğan, Kur. Bnb. Bahtiyar Yalta, Kur. Yb. Mustafa Ok, Sv. Bnb. Fethi Gürcan, Kur. Bnb. Kadri Çitak.

Bunun üzerine bu heyet içinden vazife taksimi yapalım diye teklif yapıldı. Başkan seçelim, idare kurulu seçelim diye İsrar edildi. Ben vaziyetin oynanmak istenen oyunun farkında değildim diyemem, fakat, şahsımı ilgilendiren meselelerde çekingendim. Yalnız şu kadarını söyledim: «Lider seçimle olmaz, hâdiseler çıkarır, eğer seçimle yapılmak isteniyorsa oya 69 kişide iştirak etsin.» dedim/. Bu teklif Dündar ve Necatinin işine gelmedi. Neticede bu seçilen heyet tarafından oyla seçime geçildi.

Emin Arat Başkan - Dündar Seyhan (Genel Sekreter) Necati Ünsalan üye, ben üye, Asım Mutludoğan Muhasip seçildi.

Tabii tertipçiler plânlarında muvaffak olmuşlardı. Maksat beni liderlikten ekarte etmek idi, bu seçimle plmuştu. Çünkü idare heyeti seçiminde en çok oy almama rağmen' burada iki oy zor alabilmiştim.

Hemen Dündar Seyhan, kaleme sarılıp bir beyanat hazırlayarak basma verelim diye İsrar ediyordu. Emrivaki ile bıı işi hallettiklerine memnundular. Ben acele edilmemesini söyledim, çünkü gençler tarafından bu neticenin kabul edilmiyeceğini biliyordum.' Soğuk bir hava içinde dağıldık.

Eve geldim, oynanan oyundan, arkadaşlarımın samimiyetsizliğinden üzgündüm. Derhal iki satır yazı ile seçilmiş olan Bşk. Emin Arat’a müracaat ettim ertesi gün. Böyle bir kadro içinde vazife alamıyacağımı, serbest kalıp köşeme çekileceğimi bildirdim. Emin Arat' dilekçemi kabul etmedi. Sen onu bana vermemiş ol, bu mesele zaten sunidir, hal edilir, üzülme dedi. Bende neticeyi bekledim. Tabii seçim neticesi arkadaşlar arasında yayılınca, infial uyanmıştı. Kimse bu durumu kabul etmiyordu. Benim iştirak etmediğim toplantılarda beni hakikaten seven arkadaşlarım, müdafaa ederek bu oynanan oyunu bozdular. Benim liderliğim esas oldu. Ama buna en çok üzülenlerde Necati Ünsalan ve Dündar Seyhan oldu. Çünkü esas lider diye bel bağladıkları 14’ler-den Orhan Kabibay’a karşı tam hizmetlerini yapamamışlardı. Türkiye’ye dönünce onun, liderlik durumu tehlikeye giriyordu. Kadri Kaplan - Dündar Seyhan - Necati Ünsalan tiriyosu daima 14’lerden Orhan Kabibây için çalışıyorlardı. Ben onlara göre çok katı geliyordum. Çünkü her dediklerine eyvallah diyecek bir tipte değildim. El altından türlü türlü yıkıcı propagandalar yaparlardı. Farkında olmadığımı zannederlerdi ama hepsini biliyor, fakat yüzlemiyordum. Her şeyin tamamen açığa çıkmasını bekliyordum. Tabii bu tutumları ile kendi şahsiyetlerini yiyorlardı ama farkında değildiler.

Çalışmalarımız devam ediyordu, bizler ana fikrimizi ve doktrinimizi ortaya koymak için çalışıyorduk.

Birgün bu maksat için emekli deniz albay Nazım Orhan’ın evinde toplandık. Bu husus münakaşa ediliyordu. D. Seyhan daima 14 lerin fikriyatı olduğunu iddia ediyordu. Nihayet sorduk : «Nedir bu» dedik. Cebinden bir kâğıt çıkarıp okudu. Hiçbir şey anlamadık. Hissi yazılmış birşeydi. Hatırımda kalanlar şudur. «14 der birdir, bütündür, fikirdir, Atatürkçüdür, bayraktır. Parçalanmazlar, herşeydir.» Doktrin anlayışından çok uzak ifadeleri havi kaleme alınmış dört beş satırdan ibaret bir yazı idi. Fena halde ümitsizliğe kapıldık. Daima hazırlıkları olduğundan bahsederlerdi. Şimdiye kadar fikir sahasında ortaya çıkan birşeylerini göremedik. Daima sütün kaymağı gibi üstte kalmak sevdasında idiler. Yurttan ayrıldıktan sonra değirmenlerin altından çok sular geçmişti ama ne kendileri nede bunlara bel bağlayanlar işin farkında değillerdi. Büyüklük kompleksi içinde eriyip gittiklerini göremiyecek kadar hırslı idiler. Ne yazık ki Dündar-Necati-Kaplan triosu da bizi o istikamete sürüklemek için çaba gösteriyordu.

Bizler Emin Arat, Bahtiyar Yalta başta olmak üzere doktrin olarak kabul ettiğimiz «Kemalizmi» dile; ve kaleme getirmeğe çalışıyorduk. Bunda da muvaffak olmuş ortaya selâbetli bir fikir ile çıkmış ve bizlere inananlara da kabul ettirmiştik. Bu çalışmalarda en büyük rol Emin Arat-Bah-tiyar Yalta’ya aitti.

Emin Arat’la, Bahtiyar Yalta’nın hazırladığı Kemalizm Doktrini şöyleydi :

KEMALİZM : Ferdi ve toplumu düşünme ve yaşama seviyesine, kendi bünyesine uygun olarak, içinde bulunduğu ve geleceğin şartlarına göre, Müstakar, Demokratik, Devrimci ve Cumhuriyetçi bir Devlet nizamı içinde yükseltmek ve korumak. ,

1

·        1.  Kemalizmin Özet İfadesi,

·        2. Kemalizm esaslarının açıklanması,

·        3. Kemalizmin gerekçesi.

TÜRKİYE İÇİN KEMALİZMİN ÖZET İFADESİ :

TÜRK DEVLETİNİN TEMEL YASASI VE SİYASİ İNANCI

TÜRK Milletini bugünün ve geleceğin medenî milletleri seviyesine çıkarmak, devlet kudretini, ülkede huzur emniyeti, halkın refah ve saadetini arttırmak maksadı ile :

TÜRKİYE Milliyetçiliğini şuurlandırmak, laik devlet anlayışını Millî Birliğe ve medenî gelişmeye uyar tarzda dine saygılı olarak uygulamak.

Hayata uymayan hayalci, katı ve statik düşünceden ziyade gerçek devrimci bir anlayışa sahip olmak.

Ferdin ve toplumun hak etme esasına göre varhk ve geçim kaynaklarını düzenlemek.

Serbest teşebbüsle toplum menfaatlerini bağdaştırarak halkın yapacağını halka ve devletin yapacağını devlete yaptırmak sureti ile istikrarlı muvazeneli, aktiv ve gelişen bir istikamette demokratik bir CUMHURİYET idaresi ile barış, huzur've emniyet ’ içinde yaşamaktır.

ANA FİKİR :

KEMALİZM Davranış kuralının temel fikirleri :

·        1.  Maksat :

·        a. TÜRK Milletini bugünün ve geleceğin medenî milletleri seviyesine çıkarmak.

·        b. Halkın refah ve saadetini arttırmak, varlık ve geçim

kaynağını düzenlemek.              .

·        c.  Cumhuriyetçi, Demokratik Devlet kudretini arttırmak. Devlet Mekanizmasını süratli ve verimli bir şekilde işletmek, huzur ve emniyeti, Millî Birliği sağlamak, millî menfaatleri hassasiyetle koruyan ve sağlayan barışçı ve aktiv bir dış politika gütmektir.

·        2.  Sosyal Görüş :

·        a.  Laik Devlet anlayışına bağlı ve bünyeye uygun olarak, din inancı ile medenî hayat tarzını biribirile çatışmayacak şekilde ayrı müesseseler halinde tutmak ve teşkilâtlanmak .

·        b.  Medenî gelişmeyi süratlendirmek, Millî Birliği • ve din anlayışını sağlamak için dini ve pozitiv eğitim ve öğretim. Devlet gözetimi altında olmak üzere gençleri kabiliyetlerine ve ihtiyaca uygun plarak yetiştirmek.

·        c. Türk vatandaşını doğuştan ölümüne kadar öğretim ve eğitim, hastalık,' kâza ve ihtiyarlık hallerinde korumak, mesleğe ve meskene sahip kılmak.

·        d. Düşüncede, harekette, metodda, teşkilât ve cihazlan-

mada, hayalden uzak kati ve statik düşünceden devrimci bir anlayışla her sahada ilerlemek ve engelleri kaldırmak için yenilikleri takip etmek ve sarsıntısız olarak kolaylıkla bünyeye almak.                                        •.

’ e. Aile müessesesi devletin özel dikkat ve himayesi altında bulunacaktır.                            . .

·        3.  Ekonomik Görüş :

·        a. Kalkınmayı sağlamak için ferdi, toplumun hak etme esasına uygun olarak yukarı seviyeye çıkarmak -üzere, varlık ve geçim kaynaklarını devletin gözetimi altında düzenlemek ve millî servet dağılışını âdilâne bir surette yapmak.

·        b.  Serbest teşebbüsü teşvik etmek suretile toplum menfaatlerini zedelemeden insan emeğini, zaman ve para israfım önleyerek millî serveti arttırmak.

·        c. Halkın yapacağını halka, Devletin yapacağım Devlete yaptırmak.

·        d. Mülk edinme, miras hakları ve veraset müessesesi korunacaktır.

·        4.  Politik Görüş :

·        a.  Mülki taksimat, coğrafya, ekonomi sosyal yapı bakımından yeni baştan ele. almak ve düzenlemek.

·        b. Devlet mekanizmasını zaman ve insan gücü kayıplarını önleyen işlerin muntazam akımım sağlayan, süratlendiren, imkân, sorun ve yetki dengesini, ehliyete dayanan bir şekilde tanzim etmek.

·        i c. Halkın idareye iştirakini ve alâkasını, tabii hakların eşitlik içinde kullanması, düşünme' ve iradesini serbestçe göstermesi istikrar, huzur ve emniyetin sağlanması demokratik bir Cumhuriyet nizamı içinde olacaktır.

·        d. Manen ve maddeten yükselmiş, konuş,, kuruluş eğitim ve öğretim vasıtası, silâh sekv ve idare itibarı ile dinamik vurucu ve güvenli bir Silâhlı Kuvvete sahip olmak.

·        e.  Karşılıklı saygıya ve eşitliğe dayanan, meselelerin barış ve uzlaşma yolları ile halline komşu devletlerle iyi münasebetlere, İslâm Âlemi ve Balkan Devletleri ile tarih ve kültür bağlarına uyan batı ile dayanışmaya önem veren siyasî sınırlarımız dışında kalan TÜRK’lerin haklarını millî hüviyetlerini insan ve hak ve hürriyetleri muvacehesinde devletler hukuku, uluslar arası anlaşma ve usullere uygun olarak dikkatle korumak devam üzere takip etmek.

·        f.  Uluslar arası ekonomik, sosyal, siyasî ve kültürel münasebetlerde millî menfaat ve şeref esâsına uyan millî bir politika gütmektedir.

SİLÂHLI KUVVETLER İÇİNDE YENİDEN TEŞKİLÂTLANMAYA BAŞLADIK

22 Şubat 1962 hadâseleri üzerinde zaman geçtikçe 22 Şubatın iç yüzüne yapılan haksızlıklar anlışılıyordu. Gün geçtikçe Silâhlı Kuvvet mensuplarının ziyaretleri çoğaltılmıştı. Yapılan İsrarlı teklifler karşısında ben ve Sv. Bnb. Fethi Gürcan zaten eskiden silâhlı kuvvetler içinde kurulu bulunan teşkilâtımızı yeniden daha güvenilir tarzda küçük rütbelerden başlamak üzere yukarı doğru reorganize ediyorduk. .Bu teşkilât Türk Ordusunda (Kara-Hava Dz. J.) olmak üzere dört kuvvet içinde genç kuşaklar arasında çığgibigelişiyor-du. Kısa zamanda çok iyi neticeler almıştık. Hele Kemalizm doktrini yayılıp dağıtıldıktan sonra bu gelişme iki kat daha artmıştı. Çünkü bundan evvel orduda yapılan çalışmalarda böyle esaslı doktrin fikri kaleme alınmış değildi? Bu arada bazı 14 cü subaylar da Türkeş ve taraftarlarının Milliyetçi olduklarını söyliyerek mukaddesatçı icabında nurcu fikirleri yayıyorlardı.

Nasyonal sosyalizm fikirleri revaçta idi. Faşist fikirleri benimsiyenlere rastlıyordum. Gençler doktrinlerin karşılığının neler olduğunu dahi bilmiyorlardı. Askerî idare diye bir-şey tutturmuş gidiyorlardı. Orduda ki bu akımı (Kemalizm) doktrinini yaymakla yüzde doksan önledik.

·        14 LERLE İLK YAPILAN TEMASLAR ONLAR HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİM :

14 lerin 13 Kasım 1960 harekâtı ile nasıl yurt dışına uzaklaştırıldıklarını bilirim. 14 şahıs da kendine has ve fikir ve yaşayış tarzları vardır. Bunlar bir fikir topluluğu değildir. Rastgele bir dolmuşa doldurularak o günkü şartlar içinde MBK since zararlı görüldüklerinden ihraç edilmişlerdir.

Şimdiye kadar tebellür etmiş esaslı bir fikir ve doktrinleri yoktur. Zaten içlerinde fikir sahasında kendisini yetiştirmiş birkaç kişi vardır.

Bunlar yurda döndüğü zaman münasebetlerimizin ne olacağını şu şekilde tesbit etmiştik :

·        1 — 14 leri kül olarak tanırız.

·        2 — Herhangi bir kadro birleşmesi olursa.

·        a) — İlkönce doktrin üzerinde anlaşmamız şarttır.

·        b) — Kadro içinde bazı tekliflerimiz olabilir.

·        3 — 14 lerin hepsi yurda dönmeden hepsinin fikirlerini tam olarak öğrenmeden tek taraflı bir angajmana gidemeyiz.

İlk defa yurda 14 lerden Orhan Kabibay ile Rıfat Bay-kal döndüler. 22 Şubatçılar içinde 14 cü geçinen arkadaşla bunlara büyük kıymet verdiklerinden Edirne hududuna bunları karşılamak için gittiler.

Ben bu hâdiseden evvel 22 Haziran 1962 de yani 22 Şubattan (120) gün sonra ilk defa «22 Şubatın nedenleri» hakkında resmen yazılı olarak gazetecilere beyanat vermiştim. Sebeble de Birinci Koalisyon Hükümeti yıkılmış, bir aydır Hükümet kurulamıyordu. Bu davranış tam zamanında yapıldığı için İsmet Paşayı ve hükümeti sarstı. 22 Şubatçılarm ilk mert sesi yükselmişti. Açıklama Halk Oyundan da çok iyi karşılandı. Türkiye’nin en büyük gazetelerinde çeşitli şekillerde çıktı. Bu beyanat yüzünden T.C. Kanunun 161 inci maddesi gereğince takibata uğradım. Hakkımda dâva açıldı.

Orhan Kabibay ve Rıfat Bayltal’m Ankara’ya gelişinde içimizdeki 14 çüler bir kuvvet gösterisi yapmak istiyorlardı. Kabibay ve Baykal’ı Ankara’nın dışında karşılayıp şehir içine nümayişle sokmak çabasında idiler. Beni de bu karşılama töreninde en ileri safta görmek istiyorlardı. Bu hususta Emin Arat’ın evinde ben - Bahtiyar Yalta - Emin Arat-Rıfat Ertem konuştuk, karar aldık.

Hareket tarzımızı tayin ettik, tanıyan yakın arkadaşlar şehir dışında karşılayacaklar ben ise O. Kabibaya kalacağı eve geldikten sonra nezaket ziyaretine gidecektim, bu kararım Yb. Mustafa Ok tarafından tenkide uğradı -«Albayım hayatınızın en yanlış kararını verdiniz, gidip yoldan karşılamanız lâzım. Eğer daha evvel karar vermeden bende konuşmalarda bulunsa idim, bu kararı size- verdirmez tesir ederdim.» dedi. (Çünkü Mustafa Ok kuvveti nerede görürse o yana sessizce kayacak tinettedir.). 14 1er zamanında itibar görerek Yassıada İrtibat Bürosunda çalışmıştı. Onlara karşı ayrıca da bir vefa borcu vardı. Bizden daha büyük bir kuvvet taşıdıklarını sanıyordu.           .      '

Kendisine ben yaptığımı bilirim, beni bukadar ucuz harcamaya kalkma dedim. Kararında İsrar etmesine rağmen dönmedim. Mustafa Ok ile birlikte yakın arkadaşları Kurmay Yarbay Daniş Çağlar, Kurmay Alb. Muammer Şahin de vardı. Bunlarda ikinci 14-cü tiriyosu idi. Beni çevrilmek istenen manevraları anlamıyacak kadar saf zannediyorlardı. 14 lerin temsilcileri ile Kur. Albay. Necati Ün-salan’m evinde ilk resmî toplantıyı yaptık.

Emin Arat, Orhan Kabibay’a: «Fikriniz nedir.» dedi. Orhan Kabibay: «Fikrimizi bütün dünya ve Türkiye biliyor» diye cevap verince hiç bir fikre sahip olmadıklarını anlamış olduk. Yukarıda yazdığım şartlar altında Türkiye’ye döndükleri takdirde anlaşabileceğimizi söyledik. Kabul ettiler. Bürüksel toplantısına gittiler. Netice orada Alpaslan Türkeş-le liderlik meselesinde anlaşamadıkları için tam aksi oldu. 1/14 olarak parçalandılar. Fikirsiz toplulukların âkibeti zaten böyledir.

Bugünlerde ideal arkadaşlarımdan Kurmay Albay Adnan Çelikoğlu ile Osman Deniz İstanbul’da harekâttan sonra emekliye sevkedilmeleri için uğraşan Cemal Tural’ı kendilerine yazılı olarak hareket ettiği için mahkemeye verdiler. Onların bu davranışından. sonra da Yenisabah Gazetesinde 5 Temmuz 1962 de 21 Ekim Protokolü, , Ergin Konuksever isimli bir gazeteci tarafından, açıklandı. Protokolün, hiç ummadığımız bir zamanda ortaya çıkması başta kumandanlar olmak üzere yaptıkları işlerden korkan bütün rütbe sahiplerini bir anda telâşa düşürdü. Derhal Ankarada ikinci bir ihtilâl yapacağımız söylentileri başladı, ,

7. Temmuz 1962 günü de 2. Koalisyon hükümeti yine İsmet Paşa’nın Başkanlığında kurulmuştu. İsmet Paşa Mecliste güven oyu aldıktan sonra yaptığı konuşmada hepsinin hayatlarını bağışladığımız geceyi unutarak çok ağır ithamlarda bulundu ve şunları söyledi.

«Muhterem arkadaşlar, hükümeti Güven oyu ile teyit ettiniz. Verdiğiniz oylar hükümet için çok kıymetlidir. Çalışmasında başlıca desteği ve başarı mesnedi olacaktır. Hükümet Büyük Meclisin güven oyuna lâyık olmak için bütün

gücünü sarfedecektir. Daima irşadınıza, yardımınıza muhtacız. Pek Muhterem Millet Vekilleri, belki yakında Meclis çalışmalarına bir aralık vermeyi düşüneceksiniz, memleketin huzuru ve rejim istikrarının emniyeti bakımından Büyük Meclisin şimdiye kadar çalışmasının mühim başarılarla geçmiş olduğu şüphesizdir. Bu devrin büyük olayları askerî bir ihtilâlden, demokratik rejime bütün icabları ve fedakârlığı ile geçiş ameliyesinin tatbiki ve bunun tabiatından olan tezahürleridir.                '

Millet olarak büyük bir imtihan vermişizdir. Mesele askerî idarenin kendi rızası ile ihtilâlcilerin hertürlü rizkleri fedakârlıkla üzerine alarak demokratik rejime geçip geç-miyeceklerinin meçhul olması idî, ilk günden beri ihtilâl idaresi bir an önce demokratik rejime geçeceğini ilân etmişti, bu asil düşünce tatbik olununcaya kadar içerde tereddüd vardı. Dışarda büyük ölçüde endişe hüküm sürüyordu, türlü güçlükler atlatılarak sivil ve asker arasında endişeler ve tereddütler yenilerek 25 Ekim de Büyük Meclisin toplanması tahakkuk ettirilmiştir.

22 ŞUBATÇILARA HÜCUM

Buna rağmen ondan sonrada demokratik rejimin Türkiye’ye uygun olmıyacağı ve hükümet kurulamıyacağı iddia olunmuştur. Bu iddiayı bazı mahdut çevreler beslemeğe çalışmışlardır. Ordu içinde bir avuç Demokratik nizam aleyhtarı 22 Şubat’ta vahim bir tecrübeye teşebbüs etmişlerdir. Ordunun kendisi hemen bütünlüğü ile sergüzeştçileri red etmiştir. Kesin olarak sabit olmuştur ki ordu memleketin idaresini ve selâmetini demokratik rejimde ve Anayasa nizamında görmektedir.

Sergüzeştçilerin hareketleri millet nazarında ve ordu içinde tam bir takbihe uğramıştır. Büyük Millet Meclisi rejimi okadar kuvvetli görmüştür ki orduya olan güveninin delili olarak ve ordunun siyasetten kurtulmak için gösterdiği gayreti kolaylaştırmak üzere ağır suçları af etmeyi bile düşünmüştür.

İhtilâlden bugüne kadar siyasetin türlü hâdiselerinden geçmiş bir ordunun milletle bukadar yakın bir beraberlik içinde siyasetten uzaklaşmaya çalışması tarihte emsali güç bulunan büyük vasıflardandır... Memleketin selâmeti Anayasa nizamının işlemesinde Büyük Millet Meclisinin mutlak itibarında hâkimiyetinde ve Büyük Millet Meclisinin Ordusuna güveninin, sevgisinin tamamiyle bilinmesindendir.

Bu mukaddemeden sonra dikkatinizi soğukkanlılıkla bugünkü bazı hâdiseler üzerine çekmek istiyorum. Memlekete hesapsız zararlar vermiş olan 22 - 23 Şubat itaatsizliği şimdi ordu içinde bir nifak yaratmak ve Büyük Millet Meclisinin Orduya olan güvenini sarsmak için bir vesile olarak istismar edilmek isteniyor. Buna âlet olanlar iyi niyetten mahrum olanlardır. Vesika diye neşrolunan yazılar Büyük Millet Meclisi’nin bildiği, tahmin edilen ve nihayet bir ihti-^ lâl rejiminin demokratik rejime intikali esnasında tedavi tedbirlerine bağladığı hâdiselerdir. Büyük Meclisin açılıp açılmayacağının münakaşa edildiği günlerde Ordu ile bütün siyâsî partiler ârasmda vuku bulan temaslar, neticeleri ve demokratik rejimin nihayet kurulmasının başlangıç devresi yüksek heyetinizin meçhulü değildir. Bugün vesika diye neşrolunan yazılar dikkatle okunursa Ordunun emir ve kumandasını elinde bulunduran geniş şevki idare kadrosunun siyasete karışmasının bütün mahzurlarına nihayet vererek memleketi demokratik rejime kavuşturmak için ne kadar büyük güçlükleri yenmeğe çalıştığını insafla göreceklerdir.

Millet büyük meclis ile onun aziz evlâdı olan Ordusu arasında itimatsızlık yaratmak maksadı asla muvaffak olmayacaktır. Asil hissiyatınıza tercüman olduğumu bilerek söylüyorum ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun mesul hükümeti ordunun şerefine ve itibarına ve en yüksek kumandanından erine kadar bu ordu mensuplarının millet nazarındaki yüksek kıymetlerine asla toz kondurmayacaktır. Ordu aleyhine olan bütün tefsirleri ve fesatları kesin olarak men edecektir. Bu mülahazaları şunun için söylüyorum,hiç kimse ordu ile Büyük Meclis’in arasında ayrılık yaratmaya muvaffak olamıyacaktır. Aksine şimdiye kadar itaatsizlik ve memleketi anarşiye götürme teşebbüsüne girişenler nasıl perişan olarak çıkmışlarsa, bundan sonra orduya dil uzatmak teşebbüsünden daha da pişman olarak çıkacaklardır.»

. İnönü’nün Meclisteki bu konuşması 22 Şubat gecesi korku içinde Ankara’yı terkeden, yaptıkları şerefsizce işlerden korku duyan Millet Vekilleri tarafından dakikalarca alkışlanmış.

İnönü’nün bu konuşmasını 22 Şubatçılar olarak nefretle karşıladık. Bende 22 Şubatçılar adına 8 Temmuz 1962 Pazar günü kendisine şu cevabı verdim :

«İNÖNÜ'NÜN İSMİ

ZEKÂSINDAN BÜYÜKTÜR»

«İnönü güven oyu aldıktan sonra uzun senelerden beri malûm ve kendine has taktik ve tabiatını bir kere daha göstermiştir. Bu beyanatındaki 22 Şubatçılar’Ia ilgili hususları şiddetle red ederiz. Senelerdenberi asla Milletin hayrına işlememiş olduğunu bildiğimiz bir takdiğin sahibinin karşısında olduğumuz için sergüzeştçi olarak damgalanıyorsak bu kolaylıkla kabul edeceğimiz bir sıfattır. Bu sebeble asıl takbihe değer husus İnönü’nün siyasî zümre ve şahıs menfaatleri üstüne çıkamayacak aziz ulusumuzun sesine kulak vermi-yen zihniyetidir. Bir hususu açıkça beyan etmek isteriz ki İNÖNÜ’nün İSMİ ZEKÂSINDAN BÜYÜKTÜR. Bu zaviyeden tetkik edilince Atatürk’ün dehasının stratejik yaratıcılığından sonraki reformlardan mahrum statik devrenin asıl sebebi anlaşılacaktır. İNÖNÜ TÜKENMİŞTİR. Reformlara en çok ihtiyacımız olduğu bu devrede bütün hayatı statikoyu muhafaza ile geçmiş İnönü’yü tekrar başında görmek bu milletin talihsizliği olmuştur.

22 Şubat vahim bir tecrübeye teşebbüs değil, memleketin sayısız dertlerini bir tarafa iterek İnönü’nün yarattığı siyasî keşmekeşe karşı bir reaksiyondur. Demokrasinin bir türlü rayına oturtulmak istenmeyişinden ıstırab duyanların bir ikazıdır.

Tahtında vatanperverane bir duygu yatmaktadır. Ordu hakkında bir hayal mahsulü olarak ifade ettiği parçalayıcı ve yıprattcı beyanlarını kendimizi ordudan henüz bir parça addettiğimiz şu anda şiddetle red ederiz. Ordunun partiler üstü bir görüşe sahip olduğu hakkındaki inancımızı 22 Şubatta ortaya koyduk. Bizlerin ağır suçlu olduğumuzu Meclis kürsüsünde söylemek hangi takibat ve mahkeme ilâmına istinat etmektedir. Olay mahkemeye intikal etmiş olsaydı o zaman kimin suçlu olduğu daha iyi anlaşılacaktı. Beyanatta 22 Şubat olaylarını bir taraftan hukuk dili dışında ağır suç olarak belirtirken diğer taraftan itaatsizlik şeklinde tavsifi beyanat sahibini tezada düşürmüştür. Bizlerin hiç bir hareketi ve düşüncesi kendisinden bir parça olmakla gurur duyduğumuz şanlı Silâhlı Kuvvetlerimizi, halkımızı ve paremen-toyu ayırıcı olmadığı gibi birinin diğerine güvenini sarsıcı da değildir.

Kanunî haklarımızın kullanılmasından infial duyulmasını insan hakları muvacehesinde uygun bulmuyoruz. Beyanat sahibinin açık rejim içersinde bulunduğumuzu hatırlaması gerekir. TBMM de temsil edilmediğimiz ve Meclis içinde savunma imkânımızın olmadığının bilinmesine . rağmen güven oyunu müteakip çok ehemmiyetli, bir anda memleketin millî, sosyal, ekonomik ve siyasî bütün meseleleri bir tarafa itilerek baştan sona kadar ithamkâr bir taktikle Orduya ve Ulusuna saygısı, hizmet aşkına cesaretle ortaya koymuş 22 Şubat grubuna Parlemento usulleri dışında yapılan ithamları esefle karşılarız.

Kendilerine o mukaddes kürsüde cevap vermek imkânından mahrum olmamız sebebi ile yaptıkları bu konuşmanın manâ ve güttüğü hedefi Büyük Milletimizin sağ duyusuna terk ederiz.»

Beyanatı verdiğimin ertesi günü Orhan Kabibay’ı sabahleyin yolcu edip eve döndüm. Akşam gazetesi muhabiri, Times, gazetesi muhabiri (İngiliz Dâvid Holme) geldi tevkif edileceğimi bildirdi. «Böyle bir şeyden haberim yok» dedim, öğleden sonra gazetecilerden telefonlar yağmaya başladı. Aynen şöyle söylüyorlardı.» Albayım öğleden sonra tevkif edileceksiniz, ceza evinde Nuri Beşer’in yanında yeriniz bile ayrıldı.» İnanmak istemiyordum, çünkü mahkeme huzuruna çıkmadan böyle peşin hükümlü bir şeyin olacağına ihtimal vermiyordum. Türkiye’de Hukuk Devletinin var olduğunu kabul ediyordum. 27 Mayıs 1960 İhtilâlini bunun için yapmıştık ama ne gezer. Saat 15.00 te savcılığa müracaat etmem için davetiye geldi. Savcı Turhan Bilgin’in yanına çıktım. Biraz beklememi söyledi ve beni tevkif edilmek gerekçesi ile 2. Asliye Ceza Mahkemesine sevk etti. Hâkim beş dakika içinde karar verip tevkif etti. Zaten evvelden herşey hazırlanmıştı. Hâkimlerimiz, memur gibi aldıkları emirlerle hareket ediyorlardı. Hâkimler bu vaziyete düştükten sonra âdaletten bahis edilemez. Bunları yazarken bir şeye dayanıyorum. İnönü, Bakanlar Kurulunda konuşurken» : Emir verdim Aydemir’i Adalet Bakanı Abdullah Kemal Yörük tevkif ettirdi, ne oldu sanki, yer yerinden mi oynadı» demiş, bu sözleri ben hapisten çıktıktan sonra Avni Doğan bey bana nakletmişti. İşte açık rejim şampiyonu İnönü’nün hukuk anlayışı.

Mahkemenin koridorları yakın arkadaşlarım ve meraklılarda dolu idi. Odadan dışarı çıkınca Üstğm. Remzi Kılıç sapsarı bir benizle beni gayet sinirli bir şekilde karşıladı. Ne oldu albayım dedi: «Gayet soğuk kanlı olarak hiç bir şey yok.» dedim. Tevkif edildiğimi söyledim.

Adliyede Ceza Evine gitmek için bekliyordum. Yanımda Alb. Emin Arat, Alb. Necati Ünsalan vardı. Alb. Emin Arat’a: «Ben hapiste kaldığım müddetçe siz bana vekâlet eder işleri çevirirsiniz.» dedim.

Biraz sonra beş tane sivil polisin arasında koridora çıktım, onların elleri ile yapmış oldukları halkanın içinde gidiyordum, etrafım çok kalabalık idi, gazeteciler resim çekmek için hücum ediyorlardı. Fena halde sıkıştım, bu arada polis koridorunu bir anda yardım, onların arasından fırladım. Bu sefer cahil polisin biri kaçıyor diye bağırmaz mı? İşte bundan sonra ne oldu ise oldu, subaylar galeyana geldiler o bağıran polisi yumruk ve tekmelerle dövmeye başladılar.» O kaçacak adam değildir.» diye mukabil bağrışma-lar duyuyordum.

Böyle bir hengâme içinde zorla itile kakıla taksiye bindik ceza evine geldik. Polisler beni Ceza evi müdürüne teslim ettiler. Doğru hapishanede «Hilton» denilen onuncu koğuşa gönderildim. Beni ilkönce, Nuri Beşer karşıladı, «Geçmiş olsun» dedi. «Nuri Beşer Orduya küfür etmekten hüküm giymiş AP Milletvekilidir!»                           -

Aydemir’in tevkifi sırasında cezaevinin önünde bulunan herkes birbirine girmişti.

O gece hakikaten Nuri Beşer’in yanındaki ranzada yattım. Gazetecilerin vermiş olduğu haberler tamamiyle doğru çıkmıştı.

İlk gece saat 21 raddelerinde Sağlı Bakanı Yusuf Aziz-oğlu hapishaneye geldi. Maksat hapishanenin revirinde yatan Yassıada Mahkûmlarından Ahmet Salih Korur, Nedim Ökmen’i ziyaret etmek içindi. Yusuf Azizoğlu malûm Türkiye’de en azından Muhtariyet isteyip çalışan, Kürtlerin lideri durumundadır. Bu gibi insanlar İsmet Paşanın kabinesinde yer almıştır. Cezaevindeki eski efendilerini hava karardıktan sonra ziyaret etmektedir.

Ben hapse girdikten sonra dışarda kalan 22 Şubatçılar arasında liderlik mücadelesi başlamış, Dündar Seyhan, Necati Ünsalan, Kadri Kaplan triosu derhal faaliyete geçerek. Emin Arat’ın vekâletini kabul etmemişler. Yeniden uzun toplantı ve münakaşalardan sonra Dündar seçilmiş. Fakat o sırada üçüncü orduda Erzurum’da genç subaylar arasında hoşnutsuzluk başlamıştı. Genelkurmay Başkanı ve dört kuvvet kumandam aceleyle üçüncü Ordu’ya gitmişlerdi. Arkadan İnönü de gitti. Oradaki genç subaylar kendisini görünce arkalarını dönmek suretiyle pasif mukavemetlerini göstermişlerdir. İnönü birgün kalıp döndü. Avukatım da üst-üste tahliye talebinde bulunuyordu. 9 gün Cezaevinde yattıktan sonra gene emirle zannediyorum (Çünkü İnönü Erzurum dönüşü gazetelere verdiği beyanat şu idi. 22 Şubat bir daha olsa gene de affederim.) Tahliye edildim. O gün tahliye edildiğime üzülen Alb. Necati Ünsalan ile Dündar Seyhan olmuştu. Eve geçmiş olsuna geldiklerinde bu yüzlerinden okunuyordu. Çünkü tasarlamış oldukları plânlar benim çıkmam ile suya düşmüştü. Rekabet, hele siyasî hayatta, insanların gözlerini karartıyor.

Tevkif edilişimin adlî hatasını da anlatayım. Suçum şu idi. «Suç olan bir olayı övmek. Suç olan da 22 Şubat olayları imiş. Bir kere 22 Şubat olaylarının suç olmadığına dair Mecliste tescil edilerek elli sayılı Af Kanunu çıkmıştı. Esasında suç idi. Ama o günün şartlarına göre İnönü esas suçluları kurtarmak için hâdiseyi suç olmıyarak göstererek kanunu öyle çıkartmıştı.

Sonra 22 Şubat 1962 olayı tarihe malolmuştu. Bizim eserimiz idi, insan eserini övmez mi?

İkincisi Ceza Kanununun 312 maddesi mucibince istenilen ceza benim için 3 aydan 1 yıla kadardı. Halbuki aynı maddeye göre bu beyanatı neşreden gazetelerin cezası altı aydan iki seneye kadardı. Beyanatı neşreden bütün gazetelerin neşriyat müdürleri de benimle birlikte mahkemeye verilmişlerdi. Alacakları cezalar benim iki mislim olduğu halde hiçbirisi tevkif edilmemişti. Hâkimlerimizin Hukuk anlayışına bu da iyi bir örnektir. Türkiye de âdalet yalnız Millî Şef İnönü’nün elinde idi. Maalesef hâkimlerde koyun gibi ona itaat ediyorlardı. Çünkü sözlerimle, İsmet Paşa’nın şimdiye kadar duymadığı şekilde kendisine hücum etmiş, şimdiye kadar taşımış olduğu maskeyi Türk Milleti önünde yüzünden cesaretle düşürmüştüm.

İsmet Paşa’nm hayatında görmediği bu harekete tahammül etmesine imkân yoktu. Elinden gelende ancak beni hapishane köşelerine göndermek, sonrada korkudan çıkarmak oldu.

Adalet tarihinde 312 inci madde ile bir şahsı tevkif ilk defa bana tatbik ediliyordu. Avukatım Saffet Olgaç 30 senelik içtihat kararlarını tetkik etmişti. Böyle bir karar Türk Adliyesi için bir yüzkarası idi.

Hapisten çıktıktan sonra uzun müddet mahkemelere gidip geldim. Vermiş olduğum iki sert beyanattan dolayı mahkeme ediliyordum. Birisi 161 inci madde, diğeri 312 maddenin kapsamına girdiği iddia ediliyordu.

161 inci madde yeni anayasaya aykırı olduğu için B.M.M. de iki millet vekili kaldırılması için teklif yaptılar. Bu da calibi dikkatti. Anayasa’ya aykırı tesbit edilen 186 kanun vardır. Şimdiye kadar hiçbirisi kalkmamıştır, hattâ el bile sürülmemiştir. Ama 161 inci madde hemen kaldırılmıştır. Çünkü ben savunmamı mahkeme huzurunda yaparken 22 Şubat hâdiselerinin iç yüzünü anlatmak mecburiyetindeydim. Bu iş İsmet Paşa’nın ve o zaman milleti aldatarak bunu yanlış aksettirenlerin işine gelmezdi. Sırf bu açıklamalar yapılmasın diye bu 161 inci madde kaldırıldı, dâvanın birincisindeki suçtan da beraat ettim.

312 inci madde de son çıkan Af Kanunu içine girdiği için yine müdafaamı yapıp, hakikatleri Türk milletinin gözüne seremeden o dâvada düştü.

Avukatım Saffet Olgaç 10 Temmuz salı günü Asliye Ceza mahkemesine başvurarak, ceza kanununun 117. maddesi gereğince kefaletle tahliyemi istedi. Mahkeme yapılan bu müracâatı kabul etmedi.

Tutuklu bulunduğum sırada da benimle görüşmek isteyen arkadaşlarıma izin vermediler.

Nihayet 18 Temmuz Çarşamba günü saat 17,35 te Toplu Basın Mahkemesinin aldığı kararla tahliye edildim. Tahliye edileceğim haberini duyan bütün arkadaşlarım Cezaevinin i önünde toplanmışlardı. Çıkar çıkmaz hepsi ile kucaklaştım. Orada benimle konuşmak isteyen gazetecilere şu sözleri söyledim :

«Türkiye’de ezelden beri ıstırabını duyduğumuz zihniyetlerde henüz bir değişiklik olmamış. Cezaevinde olduğum müddetçe çok rahattım. Moralim her zaman olduğu gibi ye~ rindeydi. Oradaki içtimai hayatı yakından tetkik etmek benim için çok faydalı oldu. Gazeteciler için yapılan 10. Koğuşun ikinci katında (Hilton Yayla) epey hazırlık yaptım. Çok şükür ben çıkıncaya kadar arkadaşlarımdan kimse gelmedi. İnşallah bundan sonra da kimse gitmez.»

Cezaevinden çıktıktan sonra İstanbul’a gitmeye karar verdim. 24 Temmuz Salı günü Yarbay Rıfkı Ertem, ve Mustafa Pakoba ile birlikte trenle yola çıktık.

Değerli arkadaşım Adnan Çelikoğlu beni gazetecilerle birlikte Pendik’te karşıladı.

Burada da bana gazetecilerin sordukları suallere şu cevapları verdim:

 

BEN ÂSİ BİR ALBAYIM

«— Parti kuracak mısınız?»

«— Politikacı değilim, açık konuşurum.»

«— Floryada bulunan Cumhurbaşkanı ile görüşecek misiniz?»

«— Benim ne alâkam var. Ordu’da .iken komutanlık münasebeti vardı. Şimdi hiçbir şey yok. O Cumhurbaşkanı, ben ise asi bir albayım, protokolde yerim yok.»

« Tekrar Ordu’ya dönseniz hangi görevi isterdiniz?»

«— Tabii ki şerefimiz nerede zedelendi ise oraya dönerdik.»

Birkaç gün İstanbul’da kaldım ve bazı temaslarda bulundum. Ankara’ya dönmeden bir kaç saat önce de gazeteci Ergin Konuksevere bir beyanat vererek bazı konularda sorulan sualleri cevaplandırdım ve şunları söyledim:

Sual «Sizce Türkiye’nin kalkınması için ne yapılmalıdır?»

Cevap «— Ana hedef memleketimizi muasır medeniyetlerin seviyesine ulaştırmaktır.»

Bu hedefe, gerçeklerin ilim süzgecinden geçirilmesi ile yapılması zaruri görülen reformların sürat ve cesaretle tatbiki sureti ile ulaşılabilir.

Statükoculuk yerine hamlecilik ve devrimciliğin kabulü zaruridir. Çok güzel hazırlanmış plânlar ancak bu suretle realize edilebilir. Türk halkının arzularının karşısında değil bizzat halkın içinde olmak halkla: beraber çalışmak en lüzumlu unsurdur.

Süratli bir İktisadi kalkınma ile paralel olarak cemiyetin manevi değerlerini ayakta tutacak ve birlikte inkişafını sağlayacak tertip ve tedbirlerin lüzumuna da inanmaktayız;»

Sual «Sizce ne gibi Reformlara ihtiyaç vardır?»

Cevap «— Bu sualin cevabını hemen ayaküzeri vermek imkânı olmadığını, tahmin edersiniz. Yeni Anayasamızda mevcut reformların dinamizme kavuşturulması şahıs ve zümre menfaatlerinin üzerine çıkılması, küçük hesapların geriye itilmesi ilk şarttır.»

Sual «27 Mayıs İhtilâlinin bu günkü duruma gelmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?»

Cevap «— 27 Mayıs Sosyal Problemlerin su yüzüne çıkmasına vesile teşkil etmiştir. Bununla beraber 27 Mayıs’ın gayesi sadece bir partiyi kapatmak, sonrada yeni bir Ana-?. yasa ve bazı hukukî yahut siyasi kusurlar meydana getirmekten ibaret görülemez.»

i, ? Sual «14 lerle birlikte 22 Şubatçıların bir parti kurmaları düşünülebilir mi?»

Cevap «— Yalnız 22 Şubatçılar ve 141er değil, bütün müs-bet düşünenleri içine alacak bir kadroyu meydana getirmek bakımından parti kurmak belki faydalı olabilir. Fakat bugünkü ortamda yeni siyasi mücadele ve polimiklere yol açabilecek teşebbüslerden kaçınmanın memleket menfaatlerine daha uygun düşeceği kanatindeyiz. Gürültülü kuruluşlara gitmeden de ideallerin mücadelesi yapılabilir. Partili partisi içinde, partisiz çevresinde, yazar basında, millet vekili Mec-; liste, işçi sendikasında bu ideallerin şuurunu duyar ve duyurmaya çalışırsa daha faydalı birleştirici olur. Şartlar müsaade ettiği ve lüzum görüldüğü zaman bu fikrin taraftarları bir siyasi teşekkül haline kolaylıkla gelebilir.»

Sual «Af tasarısı hakkında ne düşünüyorsunuz?»;

Cevap «— Türkler tarihleri boyunca kuvvetsize merhamet göstermişlerdir. Ne Varki Af Kanunu siyasi maksatlarla ve karşılıklı olarak istismar edilmesi üzücü olmaktadır?»

Sual «İşçi hakları sizce ne şekilde verilmelidir?»

Cevap «— İşçi haklarını bütün veçheleri ile Batı Milletleri işçi hakları seviyesinde mütalâa eden ve bu hakların verilmesinde batı milletlerini örnek olarak alan ilerici bir görüşle halledilmesini benimsiyoruz. Teşri ve icra organlarda fiilen işçiyi temsil eden uzuvlarında bulunmasını prensip olarak kabul ediyoruz.

İşçi hakları meyanında medeni insanların ihtiyaçlara kavuşmayı temin edecek yolun açık bulundurulması ve emek karşılığı işçinin bu yolda bırakılması temel görüşümüzdür.» Sual «Toprak işçisi ile sanayi işçisi arasında fark gözetiyor musunuz?»

Cevap «-— Süratle kalkınmanın toprak reformuna bağlı olduğunu inanıyoruz. Bu reformun realist bir görüşle süratle tatbikine azimli ve kararlı bulunulması şarttır.

Köylüyü toprağın sahibi kılmak, geniş ve adilâne bir kredinin iyi plânlanmış bir kontrol sistemine bağlamanın lüzumunu memleket menfaatleri, millî itibar ve refahımız için birinci şart olarak kabul etmekteyiz, işçinin olduğu gibi çift-çininde temsilciliğini uygun görmekteyiz.»

Sual «Faşizmin olduğu yerde ben yokum dediğiniz doğrumudur?»

Cevap «Evet.»

İstanbul’a GELİŞİMİN ASIL SEBEBİ ŞUYDU :

·        a. Orhan Kabibay yurda döndüğünde, temas ettiği muhitlerde (Basın ve Üniversite) 14 lerin propogandası yaparken 22 Şubatçılarm fikirsiz olduğunu, herşeyin, kendilerine ait olduğunu söylemiş, 22 Şubatçılar, kaba bir askeri kuvvet ve 14 1er namına iş görenler diye tanıtmaya çalışmıştı.

·        b.  İkincisi Necati, Dündar, Kaplan triosu maalesef bu fikirleri işliyorlardı.

·        c. Üçüncüsü, İstanbul 'muhitine de 22 Şubatı bir tanıt- b mak istiyordum.

Bu kararım çok ani oldu. Ve hiçkimseye danışmadan verdim. Bazı arkadaşlar arasında iyi karşılanmadı, hele Necati, Dündar İstanbul’a yâlnız gitmemi istemediler, çünkü onlar, Orhan Kabibay’ın bıraktığı izlerin silinmesini istemiyorlardı. Ben işin farkında idim. Hiç kimseyi dinlemeden İstanbul’a gittim. Beraberimde, Rıfkı Ertem ve Mustafa Pakoba vardı. Bu arkadaşları götürüşüm bile tenkit edil- j di. Fakat ne yapayım ki en sadık arkadaşlarım bunlardı.

...İstanbul’daki seyyahatim çok muvaffakiyetli geçti. Bü- -tün matbuatla tanıştım. İleri gelen, gazetecilerle görüştüm, i Fikir münakaşalarını rahatlıkla yaptım. Atatürkçülük görü- - şümüzü bilhassa, Falih Rıfkı bey’e, Nadir Nâdi bey’e izah ettim. Üniversitede ki temaslarım da başarılı oldu. 22 Şu-batçılan su üstüne çıkarmaya gayret ediyordum. Bu durum içimizdeki 14 cüleri her nedense memnun etmiyordu. Gerek Türkeş’ciler, gerek Orhan Kabibay’cılar sinsi sinsi aleyhime çalışıyorlardı, yıkıcı propogandalarma daha şiddetle devam ediyorlardı. Ama hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi hareket ediyor hiç kimseyi drr-yüzlemiyordum. Herşeyin sırası vardı.

Orhan Erkanlı’yı severdim. Çok eski ve komite arkadaşımdı. Zeki ve Enerjikdi. Fakat M.B.K. üyesi .olduğu zaman değişmişti. Kendisine bir büyüklük gelmişti. Burada eski bir anımı hatırlamadan geçemiyeceğim. Kore’den döndüğüm zaman ilk defa B. M. Meclisindeki Sezai Okan’ın odasında Erkanlıy’la karşılaştık. Aynı odada başka bir masada oturuyordu. Belki çok dalgın ve meşguldü, bilmem. Ancak yarım : saat sonra beni tanıyabildi. O zaman yerinden kalkıp hoşgel-din diyebildi. Şu tavizde bulundu. «İşte yarbayım, bizleri t bırakıp Kore’ye gittiniz. Biz bu işleri başardık yürütüyoruz, j Acı acı kendisine bakarak güldüm. «Ya öyle mi oldu, hayır-: lısı olsun» dedim. ’ Yerine oturdu. Çok değişmişti. İnsanlar L. mevkileri büyüdükçe, hazımsızlıkları nisbetinde değişebili-yorlardı. 13 Kasım 1960 harekâtına kadar ne onunla, nede Or-. han Kabibay ile doğru dürüst konuşabildik. Kimseye mete-: lik veren durumları yoktu.

(Türkiye’ye gelişinde eski günlerini unutmuştu. Fethi Gürcan ile nezaket ziyareti yapmak için evine eski bir arkadaş olarak 'gittim. Kendisine şu tavsiyede bulundum. -Sakın Basın ile yakın temasa geçme. Yıpranırsın, yurda ayak bastığından beri yanlış tutumdasın- dedim. Lâkin benim tavsiyemi hafiften aldı. Çünkü halâ kendilerini eski M.B.K. ki zamanındaki gibi selâhiyetli görüyorlardı. Neticede ne olduğu malûmdur. Son Havadis gazetesinde «Sokaktaki Adam» sütununda hakkında yazılanların hesabını görmeden Türkiye’den kaçıp gitmeyi uygun gördü.)

Türkiye’ye geldiği günlerde bazı teşebbüslere girişti. Eski kıta arkadaşlarını yokladı. Zırhlı Birliklere çok güveniyordu, büyük bir telâş ile kuvvet yoklaması yaptı. Netice-, den pek memnun olduğunu zannetmiyorum.

Onlarla ilk resmî toplantıyı gene Necati Ünsalan’ın evinde yaptık. Fikriyat «Doktrin» hususunda esaslı bir hazırlıkta yoktu. Toplantıda 14 lerden, Fazıl Akkoyunlu, Münir Kö-seoğlu’da vardı. Hele onlar fikir sahasında çok boştular.

Toplantıda: Erkanlı ile ordudaki kuvvet ve görüşlerimiz konusunda aramızda şu şekilde bir tartışma da oldu. Erkan-lı bana «—Sen ordudaki ekseriya temasları Binbaşı rütbesindeki subayların aşağısmdâkilerle sağlıyormuşsun. Binbaşılar ve tabur kumandanları bu vaziyeti hoş karşılamıyorlar üzülüyorlar. Sen Harp Okulu’ndan mezun ettiğin 600 Teğme-ninemi güveniyorsun.» dedi. Bunun gibi zavallılar benim ordudaki kuvvetimi ve teşkilâtımı hiçbir zaman takdir edememişlerdi. Bir türlü hakikatleri görmek istemezlerdi.

Bende kendisine: «O belli olmaz. Yalnız, şunu unutma 27 Mayıs’ta Tank taburlarını belki senin gibi binbaşılar çıkardı ama, bundan sonra birlikleri ve Binbaşıları genç subaylar önüne katarak çıkaracaklar, keşke senin söylediğin gibi binbaşılar da bu dâvaya genç subaylar gibi baş koysalar. O zaman ben teğmen, üsteğmen, yüzbaşı ile neden vakit geçireyim.» dedim. Tabii inanmadı. Türkiye’den uzakta, cepte bol para, altta Mercedes ile Avrupa’larda memleket realiteleri görülemez, onlar eski haşmetleri ile Türkiye-deki zinde kuvvetlere hükmedeceklerine inanıyor ve aldanıyorlardı. Samimi tavsiyelerimizden ve bazı kıymetlendirmelerimizden hoşlanmıyorlardı. Çünkü 14 lerin silinmek üzere olduklarını görünce gayet haklı olarak üzülüyorlardı. Halbuki dışarda bulundukça, Türkiye’den kendilerine hulus çakanlar, başka türlü haberler göndermişler, onlarda kendilerini eski Jön Türkler gibi görüp Türkiye’nin yegâne kurtarıcısı olarak beklendiklerini zannetmişlerdi.

KOORDİNASYON TOPLANTILARI

İ4 1er halâ kendilerini M.B.K. si zamanında devlet idare ettikleri için o büyüklük kompleksinden kurtaramıyorlar, halâ uçakla göglerde uçup bir türlü ayaklarının yere değdiğinin farkında olamıyorlardı. Bizler ise hayatta onların çıktığı Devlet idaresi mekanizmasında daima destek görevinde kalmıştık. Zaman zaman memleketin mukadderatına tesir edecek rollerde bulunmuştuk, fakat tevazudan ayrılmamıştık. İcabında hiç olmuştuk. Fakat sıfırdan başlamasını bilmiştik. Hele ihtiras sahibi değildim. Hayatta hiçbir zaman 'şahsımı ilgilendiren meseleler üzerinde durmamıştım. Ama buna da kimseyi kolaylıkla inandıramamıştım. Çünkü inanmak istemeyenlere karşı normal bir hâdise sayılmazdı. Fakat dünyada herşeyin müstesnası da olduğu unutulmamalıdır.

Erkanlı; askeri kuvvet yoklamasından sonra siyasi faaliyetlere girişti. Basın, Üniversite, Parlemento, eski M.B.K. üyeleri devlet reisi ile temaslar yaptı.

İlk defa bu zümrelerin temsilcileri ile İstanbul’da bir koordinasyon toplantısı yapıldı, 22 Şubatçılardan da temsilci istenmişti. Selçuk Atakan, Adnan Çelikoğlu, Mustafa Ok, Kadri Kaplan (O zaman 22 Şubatçı kadrosunda çalışırdı.) katılmışlardı.

İlk Koordinasyon toplantısında şu şahıslar bulunmuştu:

O. Erkanlı, Fazıl Akkoyunlu, Mucip Ataklı, Kadri Kaplan, Muzaffer Yurdakuler, Sezai Okan, Mustafa Ok, Adnan , Çelikoğlu, Bedii Faik, Celâl Sungun, Prof. Dr. Cihat Aba-oğlu, Tıp Fakültesi Dekanı Halit Ziya Konur alp, Hukuk Fakültesi Dekanı Naci Şensoy, Prof. Lütfü Duran, Cemal Yıldırım.

Orhan Erkanlı bu toplantıdan sonra Ankara’ya geldi. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel ile görüştü. Koordinasyon faaliyetlerini anlattı. Kendisinin fahri Başkan ve lider olarak kabul edildiğini söyledi. Cemal Gürsel’de, bu heyet ile ve bizimle gizli teması sağlamak için iki isim üzerinde durmuş. Alb. Adnan Çelikoğlu ile Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel Kontenjanından senatör olan Emekli Kur. Alb. Sadi Ko-çaş. Gürsel neticede de Sadi Köçaş’m üzerinde karar kılmış. Orhan Erkanlı bize gelip sonucu bildirdi. Bizde kabul ettik. Kendisi de Atina’ya tayin olmuştu ,ve gitti. Bu faaliyetlerimizden İnönü hemen haberdar edildi. O da Cemal Gürsel’e giderek kendisini tehdit etti. Bunun üzerine Cemal Gürsel korkarak bütün vekâletlere gönderilmek üzere bir tamim yayınlamak mecburiyetinde kaldı. «Eylül 1962. içinde». Koordinasyon toplantısının İkincisi de Ankara’da yapıldı, o zamanda şu şahıslar iştirak etti.

F. Akkoyunlu, Cemal Sungur, Kenan Esengil Paşa, Av-ni Doğan, Cemal Yıldırım, Sıtkı Ulay Paşa, Sezai Okan, Muzaffer Yurdakuler, Kadri Kaplan, Necati Ünsalan, (Mahkemeler esnasında inkar etti. Zaten çok ciğersizdir. Korkaktır. Nasıl olmuşta böyle bir şerefli heyete göndermişiz. Yazık bize.) Dündar Seyhan, Bedii Faik, Prof. Cihat Abaoğlu.

Bu toplantıda da epey yol alınmasına rağmen, İnönü’nün korkusundan çözülmeler başladı. Koordinasyon grubunu küçültmek mecburiyetinde kaldık. Koordinasyon grubunun üçüncü toplantısı yine Ankara’da yapıldı. 22 Şubatçılardan temsilci olarak Dündar Seyhan, Mustafa Ok gitti.

Burada esas plânlar açıklanacaktı. Ben Mustafa Ok ile oturup plânı beraberce hazırladık. Dündar’a bildirdik. Bu toplantıya şunlar gelmişlerdi. Avni Doğan, Dündar Seyhan, Sıtkı Ulay Paşa, Mustafa Ok, Bedii Faik, Prof. Cihat Aba-oğlu.

Plân izah edildi. Herkes bu ana çerçeve staratejisi ile hareket edecekti. Nitekim ettiler. Ben hiçbir Kooridnasyon toplantısına katılmadım. Çok İsrar etmişlerdi. Ama 22 Şu-batçıları her kuvvetin üstünde tutmak istiyordum. Onun için daima temsilci gönderiyordum. Bunda da muvaffak oldum. Arkadaşlar bunun faydasını ancak neden sonra anlayabildiler.

Plânın ana hattı şunlar idi :

Baş Operasyonu Resisicumhur Cemal Gürsel’e aitti.

·        a.  Etrafını sarmış çıkarcılardan kurtarmak (Tayin su-retile).

·        b. İnönü baskısından kurtarmak.

·        c.  Kooalisyon hükümetlerinin yıkılışında başka bir Başbakanın seçilmesi için empozelerin yapılması.

KURT ADAM OPERASYONU : İnönü.

·        a.  Yıpratılması c Basında, Zinze kuvvetlerde, Partilerde.                                ı

·        b.  CHP içinde karşısına hizip bir kuvvet çıkarmak.

ŞÖVALYE OPERASYONU : Silâhlı Kuvvetler.

·        a.  Çengel tatbikatı, Ordunun alt kademesini, gövdesini generaller kademesine takmak.

·        b. Muşta tatbikat : İcabı halde kumanda kademesinin yapacağı bir ihtilâl harekâtının üzerinden geçmek veya şartlar tahakkuk ettiği zaman insiyatifle hareket etmek.

Basın Operasyonu : Atatürkçü yazarları bir camiada toplayıp 22 Şubatçıları desteklemek.

Üniversite Operasyonu : Başta İstanbul Üniversiteleri olmak üzere (Kemalizm fikirleri yayılacak 22 Şubatçılar desteklenecek.)

Parlemento Operasyonu : Parlementonun Atatürkçü milletvekilleri bir cephede toplanarak, Meclis çalışmalarında faydalı olacak.

Mali Yardım : Bu sahada ordu mensubu küçük rütbeli arkadaşlar ve 22 Şubatçı emeklileri ve birkaç kişi hariç hiçkimseden hemen hemen yardım kabul etmedik.

(24 Mart 1963 hâdiseleri arifesinde bir partili tarafından bana bir milyon lira getirildi. îki milyon daha getireceğini vaadetti. Fakat çantayı kapaması ile koltuğunun altına alıp gönderilmesi arkadaşlarım tarafından sağlandı.) Fakat ne yazık ki 21 Mayıs 1963 ihtilâlinin hemen ikinci günü radyodan bizim bazı şahıslardan 100 binlerce lira aldığımız utanmadan hiçbir esasa dayanmadan ilân ettiler. Hayatta maddiyata bağlı insanlar değildik, Hele benim bu vadide hiç bir zaman en ufak bir isteğim ve hatam olmamıştır. O radyo' konuşmalarını yaptıranlar her insanın kendileri gibi para ile satın alınacağını, zanneden zavallılardır.

30 Ağustos Sulh Taaruzu : Ağustos 1962 ayının sonlarına doğru idi. Memlekette huzursuzluklar gittikçe fazlalaşıyordu. Arkadaşlarla Alb. Turgut Alpagut’un bahçeli evlerde kayınpederinin evinde toplandık. Hâdiselerin kıymetlendiril-melerini yaptım. Durum şöyle idi : 27 Mayısın karşısında olan intikamcı partiler kitle halinde birleşmiş durumda faaliyetlerine devam ediyorlar ve Türkiye’nin cahil kitlesinin ve intikam hisleri besliyorlardı. Diğer tarafta Atatürkçü cephe açılmış bir elin parmakları gibiydi: Şöyleki:

' / a. Silâhlı kuvvetler ,birçok gruplara ayrılmış (22 Şubat hâdiseleri ile).

b. Üniversite aynı durumda.

f c. Atatürkçü geçinen Parlemento üyleri ve CHP aynı durumda.

f d. Basın aynı durumda.

e. Tarafsız münevver vatandaşlar aynı durumda.

Toplantıda bu açıklamadan sonra şu gerçekleri ortaya koydum:

«Gaye : Başta silâhlı kuvvetler olmak üzere bir bütünlüğe varmak esastır. İlkönce silâhlı kuvvetlerde, bilhassa Hava Kuvvetlerinin 22 Şubat olayları sırasında yapmış olduğu hatayı ortadan kaldırmak için esaslar arıyalım. İkincisi 22 Şubat öncesi bizimle birlikte orduda çalışan ve bilhassa 21 Ekim - 9 Şubat protoköluna imza koyan şahıslarla ' bugüne kadar temas edemedik. Onlarda bizleri aramadılar. Çekindiler. Çoğu Albaylığın son senesinde. Paşa olacaklar. Bir kismı da terfi sırasındalar. Ama 30 Ağustostan sonra bu tehlike.kalmaz, herkes eskiden iyi tanıdıkları, ile temas eder. Fikirlerini öğrenebilir, işbirliği yapabiliriz.»

Diğer Atataürkçü cephelerle teması sağlar bütün zinde kuvvetleri birleştirebilirsek yüzde yirmi de olsa organize kuvvet olarak silâhlı kuvvetler destekte olduğuna göre şuurlu ve münevver bir kitle, memleketin mukadderatına daima hâkim olur.» dedim. Bu ana fikir içinde çalışmalara başladık.

Silâhlı kuvvetlerde yeni tayinler yapıldı. İstanbul’da bulunan generaller ve yeni general olanlar, Ankara’da kıta kumandanlıkları hariç, Pasif vazifelere alındılar. Yavaş, yavaş, birer, ikişer bunlarla temas edildi.

İçlerinden Korgeneral Fikret Esen Paşa, Tuğgeneral Faruk Gürler, Tuğgeneral Rafet Ülğenelp, Tuğgeneral Yusuf Akmansu, Tuğg. Suat Aktulga, Tuğg. Recai Baturalp, ?Kor. General Refik Tulga, Hâkim Tuğg. Rıza Tunç ile çeşitli yollardan münasebetler kurduk. En iyi aracılığı da Jandarma Genel Komutanlığı Kurmaybaşkanı Ruhi Ahıskalı yapıyordu.

Senatör Burhanettin Uluç tarafından, Hv. K. K. İrfan Tansel, K.K.K. Kurmaybaşkanı Nazmı Karakoç, yoklandı ’ esaslı bir ses vermediler, çekingen davrandılar. Fakat bu sahada epey yol alındı.

O zamanlarda Hava Kuvvetlerinde, Hava Cuntası hemen hemen her şeye hâkim vaziyetteydi. Bunlar (Hv. K. Kur. Bşk. Tuğ Gnl. Hüsnü Özkan, Kur. Alb. Halim Menteş, Hv. Alb. Fevzi Arsın, Kur. Alb. Tufan Akkoc, Hv. Bnb. Hüsa-mettin Tamer, Hv. Generali Şefik Akay, Hv.; Bnb. Avni Güler, Tabii Senatör Mucip Ataklı, Haydar Tunçkanat, Ema-nullah Çelebi, birde 28 Tüm. K. General Nuri Hazer.)

Bu şahıslar Korgeneral İrfan Tansel’i etkileyerek, CHP kanadı ile çalışıyor, İsmet Paşa’nın gözdesi gibi vazife görüyorlardı. Birde bunlara paralel olarak aynı gayede çalışan Ekrem Acuner grubu vardı, sonradan bu (M.D.Ö.) Millî Devrim Ordusu diye 2 Ekim 1962 hâdiselerinde hortladı. Hava kuvvetlerindeki cuntadan büyük yardım görüyorlardı. Ama harice karşı dargınmış, birbirleri ile hiç alâkaları yokmuş gibi hareket ediyorlar, ama esas hedefte birleşi-yorlardı. Her zaman böyle olmuştur. 13 Kasım 1960 da 22 Şubat 1962 de de aynı ekipler, 27 Mayıs İhtilâlini CHP hesabına dejenere etmişlerdir.

İşte bu cuntanın en kuvvetli zamanında ben herşeyi unutarak memleketin gidişatını iyi görmediğim için (Çünkü Adalet Partisi gemi azıya almış kongrelerini yer yer yapıyor 27 Mayısçılardan intikam almak için taraflarını hazırlıyordu). İş birliği yapmamızı gene eskisi gibi beraber çalışmamızı teklif ettim, bu teklifimi emekli kurmay binbaşı Rauf Gökçe ile Hv. Kuvvetleri Kurmay Başkanı Hüsnü paşaya gönderdim. İlk anda iyi karşılamıştı. Rauf ümitli döndü. Fakat Hüsnü Paşa esas fikirdaşlarına danıştıktan sonra bir tehlike varit olmadığını bildirdi, teklifim red edildi. Fakat başka kanaldan devam ettim. Bu sefer yüksek mühendis Naim Okyay, her iki grubunda müşterek dostu idi, bu sefer o Halim Menteş, Fevzi Arsın, Tufan Akkoç ,Nuri Hazer, Emanullah Çelebi, Avni Güler ile müteakip görüşmeler yaptı. Bazılarında Rauf Gökçe’de bulundu. Bir keresinde emrivaki ile Kur. Alb. Emin Arat’ta bulundu, fakat arkadaşları ikna edemediler. En nihayet, Mucip Ataklı’ya bir temsilci daha gönderdim, fakat netice alınmadı.

Aracılar vasıtası ile bana gelen en son cevapta şöyleydi :

«Talât artık hiçbir kuvvete sahip değildir, tamamile zayıfladığını hissettiği için bizim kuvvetimize sığınmak istiyor. Kendisi ile iş birliği yapamayız.»

Bunu duyduktan sonra aramızdaki farkı anladım ben, zsağduyu sahibi idim onlar gayri samimi idiler. Çünkü o anda büyük kuvvet sahibi olduklarını zannediyorlardı. Küçük dağları yaratmış bir eda ile tekliflerim red edilmişti. Derhal teması kesmekten başka çâre bulamadım. Çünkü görüş ve kıymetlendiriş tarzlarımız uymuyordu. Aksi gibi aleyhimde de yıkıcı bir propagandaya geçtiler. Akıllarınca ordudaki taraftarlarıma beni küçük düşüreceklerdi. Ana netice malûm 11 Havacı meselesi zuhur ettiği zaman akılları başlarına gelmişti. Ama iş işten geçmişti, çünkü siyasiler CHP İsmet Paşa’da kendi cuntası olan bu ekibi bütün çırpınmalara rağmen kurtaramamıştı. Korg. İrfan Tansel onlara da ihanet etmişti, aynen 22 Şubatta bizlere yaptıkları onların da başına gelmişti, o sırada daha emekli olmamışlardı, kararlarını bekliyorlardı. Kur. Alb. Necati Ünsalan vasıtası ile bizimle birlikte bir ihtilâl harekâtı yapmayı teklif ettiler, ama ben red ettim. Bu insanlar ancak menfaatleri sarsıldığı ve mevkileri elden giderken ihtilâl hareketini mübah görüyorlardı, ben aynı düşüncelerde hiç bir zaman değildim. Necati Ünsalan, bana bu yüzden kırgındı. Ö zaten daima havacılar ve 14 lerin Kabibay kanadında rol almıştır. 22 Şubat gecesi de havacılarla olan münasebeti malûmdur. Bu sebebten 22 Şubatta ilk emekliye sevkedilen bizler arasında yoktu. 22 Şubat gecesi hizmetlerinden ötürü havacılar tarafından cemile olarak emekliye sevkedilmemişti. Fakat ertesi gün bir yanlış hareketi yüzünden o da emekli olduğunu söyler. Ünsalan’m anlattığına göre; 22 Şubatta dört arkadaşla Genelkurmay’da tevkif edildiğimiz zaman buraya gelip bizim lehimizde yaptığı bir konuşma yüzünden emekli olmuştu. (Bu olayı da emekli olduktan sonra otuz defa başımıza kakmış çok basit ruhlu bir insandır).

11 Havacının emekliye şevklerinde benim gazetelere verdiğim beyanatın çok büyük tesiri olduğundan, bana hepsi çok kızarlar, bunu bilirim. Bizi zorlamasa idiler, düşenlere Vuracak değildik. Birgün evvel Hava Alb. Fevzi Arsın Cumhuriyet Gazetesine daha asker olduğu halde bir beyanat verdi. 22 Şubatı durduranlar ve demokrasi kahramanları olarak kendilerini tanıttı. 22. Şubatçıları demokrasi düşmanı olarak suçladı.

Bunun altında kalamazdık, nasıl sahte demokrasi kahramanları ve İsmet Paşanın taraftarları olduklarını ispat etmek için bir açıklama yaptım. Bu açıklamadan sonra orduda kalmalarına imkân kalmadı.

Bunların cezalandırılmalarını Cumhurbaşkanı istedi, İsmet Paşa ise aflarını teklif etti. Cevdet Sunay da, Genelkur-may’da vazife görmelerini istiyordu.

Devleti idarede selâhiyetli üç mesul başın görüşleri ve temizlenmek istenen hava cuntasını (Esas ismi Malatyah’lar Cuntasının hava kanadıdır. İsmet Paşa - Malatya Milletvekili olduğu için bunlara bu isim takılmışdır.)

Bunların durumuda Büyük Millet Meclisinde, ve Türk Milletinden İsmet Paşa tarafından saklanılmış ve örtbas edilmiştir. Çünkü kendi sadık adamlarının CHP adına yaptıkları ihtilâl teşebbüslerinin açığa1 vurulması İsmet Paşanın işine gelmemiştir.

30 Ağustos'sulh taarruzundan sonra günler ilerledi, meşhur 2 Ekim 1962 hâdiseleri meydana geldi geçti.

Orhan Kabibay ikinci defa Türkiye’ye geldi, fakat bu sefer birinci gelişindeki vasatı da bulamamıştı. O da sağa sola başvurdu. Bazı kuvvetler aradı, boş çıkmasına rağmen liderlik pozisyonunu elden bırakmak istemiyordu.

22 Şubatçılar olarak onunla yeniden 14 1er konusunda görüşmemiz gerekiyordu. Bu konuşmayı yapmadan önce 22 Şubatçılar kendi aramızda bu konuda bir anlaşmaya varalım diye toplantı yaptık.

Necati Ünsalan’ın evindeki toplantıda şu şahıslar vardı:

Ben, Emin Arat, Deniz Alb. Galip Gültekin, Necati Ün-salan, Dündar Seyhan, Turgut Alpagut, Mustafa Ok, Bahtiyar Yalta, Cevat Kırca, Fethi Gürcan, Daniş Çağlar, P. Bnb. Osman Üçök.

Oturum sinirli bir hava içinde başladı. Dündar Seyhan herzamanki gibi içkili idi, konuşmaları tecavüzkârdı. Nihayet, ağırlığım ortaya koyarak, şu teklifi yaptı:

«14 1er ikiye ayrılmıştır: 1) Türkeş taraftarları, 2) Orhan’lar taraftarları. Türkeş ile birleşmemize imkân yoktur o hâlde Kabibay kanadı ile hemen birleşelim, şartlarım da şu şekildedir.» dedi.

Dündar Seyhan'ın yaptığı teklif :

·        1 — Orhan Kabibay kanadı 22 Şubatçılarla ancak şu şartlarla birleşebilir :

·        a.  Orhan Kabibay 22 Şubatçılarında lideri olacak. «Bu fikirden ben vazgeçirdim.»

·        b. Yahutta Aydemir ile liderlik mevzuunda kendisine eşit hak tanınacak.

·        c. Bunlar kabul edilmezse birleşme olmazsa ben Orhan Kabibay’m liderliğini kabul edip sizlerden ayrılacağım. Tabii giderken de birkaç kişiyi götürürüm.

AYRILMAK İSTEYEN

GİDER

Şayet beni Kabibay’da kabul etmezse ben Aydemir’e karşıda gelmem. Köşeme çekilir otururum. Hiç bir şeye karışmam, dedi. Bunda kararlı idi. Çünkü daha önceden yapılmış bir plâna göre konuşuyordu.

Bunun kabul edilemiyeceği aşikârdır. Liderlik, kumandanlık tecezzi kabul etmez dedim. Toplantıya son verildi. Ayrıldık, yolda arkadaşlarla giderken gecenin muhasebesini yaptık. Dündar ile ayrılışımın hakiki sebebini ortaya koyduk. Dündar, arkadaşlık, vefakârlık duygusu ile hakikaten x Kabibay’a bağlı idi. Takdire şayan bir durumla erkekçe bizden ayrıldı. Bu ayrılıştan sonra pişmanlık duymuştu ama yaptığı bütün yaklaşma teklifleri reddedildi. Çünkü bu olayın ertesi günü şöyle bir prensip kararı vermiştim.

«A — 22 Şubatçı kadrosunda kimse karar alınmak sureti ile ihraç edilemez.

B — Herkes inandığı liderin peşinde gitmekte ve istediği kadroda yer almakta serbesttir. Kendi yerini kendi seçer.

C — Bir şahıs yeni seçtiği kadroda kalır. Pişman olduğuna kanaat getirilirse dahi tekrar eski kadroya dönemez. Bulunduğu yerden müsbet olarak yârdım edebilir.»

Bu prensibe göre Dündar Seyhan’ın geri gelmesine imkân kalmamıştı. Sırası ile Necati Ünsalan, Kadri Kaplan, Daniş Çağlar, Ruhi Soyuyüce, Muammer Şahin, Dündar’ı takip edip ayrıldılar. Asım Mutludoğan sarsıntı geçirdi, onlara iltihak etmedi. İçimizdeki genç subaylardan, Türkeş’çi olarakta, Üsteğmen. Mikael Erk, Teğmen Naci Özcan, Teğmen Acar Okan, Üsteğmen Ergun Özgen, Teğmen Güngör Eraslan ayrıldılar. Geri kalanları da 22 Şubatçı olarak kabul ettik. Yeni bir şevki idare karargâhı ile çılışmalarımıza de-vam ettik. Yeni Karargâh, Ben, Emin Arat, Galip Gültekin, Fethi Gürcan, Mustafa Ok, Turgut Alpagut, Bahtiyar Yalta-dan ibaret yedi kişi idi. İstanbul’da da Cevat Kırca, Osman Deniz, idareci idi.

Bu ayrılmalardan bir müddet sonra 14 lerin her kanadı da çok yıkıcı bir şekilde aleyhimizde kötü propogandalara başladılar.

Bu arada sekiz Kasımda arkadaşlarla bazı görüşmeler yapmak için tekrar İstanbul’a geldim. Basın mensupları ile tekrar görüşmek fırsatı meydana geldi.

Büyük Atatürk’ün ölüm günü İstanbul’dan ayrılırken benimle konuşan gazeteciler, Atatürk’ün ölüm günündeki düşüncelerimi sordular onlara şunları söyledim:

«Atatürk sağ olsa idi, bugünkü memleket gerçekleri karşısında tekrar Samsuna ayak basar ve mücadeleye yeni baştan girişirdi. Bizde kendimizi Atatürk’e af ettiremezdik.»

İstanbul’daki temaslarım hakkında da şunları söyledim:

«Münevver düşünürleri her türlü tesirlerin dışında geleceğin Türkiye’sinin dâvaları ile başbaşa, inançlı ve güvenli buldum. Bütün çözülmesi gereken problemlerin temelini iktisadi doktrinlerin teşkil ettiği konusunda müttefikiz. Halkı işsizlikten şikâyetçi, gittikçe artan ızdırapları ile başbaşa gördüm. Huzur ve emniyetin bekamız için şart olduğunu, halka iş sahaları açmakla iç huzurunun geleceğini, çalışma zevkini, kazanma tadımı olan insan kitlelerinin küçük politika oyunlarından uzak kalacağı inancı içindeyim.

Günün ve geleceğin şartlarına uygun işçi haklarını tanımak ve onları ayakta tutacak müesseseleri kurmak gerçek dâvamızdır.

İktisadi görüşümüz, Kemalizm doktrini içinde ifâdesini bulur. Biz hayata uymayan hayalci katı ve statik düşünceden ziyade, gerçek devrimci bir anlayışa sahip olmak, ferdin ve toplumun hak etme esasına uygun varlık ve geçim kaynaklarını düzenlemek arzusundayız. Serbest teşebbüsle toplum menfaatlerini bağdaştırmak, halkın yapacağını halka, devletin yapacağını devlete yaptırmak suretile istikrarlı, muvazeneli, aktif ve gelişen bir istikamette yaşama seviyesini yükseltmeyi düşünüyoruz. Mevcut iç kaynaklarımızı faaliyete geçirmek ve gittikçe artan bir tempo ile işletmek bütün güçleri bu potansiyel kaynaklara tevcih etmekte fayda görmekteyiz.»

TÜRKEŞÇİLERİN

SÖZLERİ

Türkeşçilerin hakkımda yaptıkları aleyhte propoganda-lar şöyleydi:

1 — Sosyalist şahıslarla konuşuyor. Temasta milliyetçi değildir, komünisttir.

·        2  Hakiki lider Türkeş’tir. Zaten Aydemir hiçbir za

man lider olacak evsafta insan değildir.

·        3 — Yön gazetesi okuyor, Harp Okulu talebelerine Kızı

lay’da selâm aldırıp geziyor.

Bu şekilde ipe sapa gelmez lâflarla ordudaki genç subaylar arasında kesif bir faaliyet yapıyorlardı. Bu fikirleri

 

Muzaffer Özdağ

işliyenler Muzaffer. Özdağ, Kardeşi Muammer Özdağ, Emekli Üsteğ. Mihail Erk (Özdağ’m kayınbiraderi) Emekli teğm. Acar Okan, Teğm. Naci Özcan, Emekli Yzb. Fuat Özgür, Emekli Kur. Alb. Muammer Şahin (Bu herkezden ileri idi.).

22 Şubat Gecesi harekâtı bıraktıktan sonra bende mevcut olan bütün dokümanları çalışma zabıtlarını, harekât için ve harekât sonrası için yapılan plânları ve protokolları havi yazıları o gece Piyade Teğm.. Bekir ile Jandarma Teğm. Cengiz Katum’a teslim etmiştim. Bu iki teğmen emanete hıyanet ettiler. Bu vesikaları ne kadar getirip bana teslim etmelerini istedi isemde getirmediler. Ve Muammer Şahin’e verdiler. O da bunlara güvenip bizi tehdit etti. Güya o vesikalar içinde benim komünist olduğuma dair yazılar varmış sağa sola gerçek olmayan şeyler yaydı. Benim vesikalarımdan, yakın arkadaşlarımda haberdar idiler. 22 Şubat öncesi herkes onları okumuştu. Fakat insanların bu türlüsü her türlü iftirayı herkese sürmekte tereddüt etmezler. Bu şahsın ne kadar kötü fikirler beslediğini de bizzat kendisi tarafından Topçu Albay Agâh Günal’a anlattığı bir açıklamasını buraya yazmadan geçemiyeceğim.

22 Şubat 1962 gecesi Muammer Şahin, Konya’dan gelmişti. Kendisi bunu şöyle anlatmış : «Ben Harp Okulu’na milliyetçilerin, yani Türkeş’çi asteğmenlerin özel (Tanrı Türkü korusun) parolası ile girdim. Ne kadar Türkeş’çi Asteğmen varsa topladım. Eğer Aydemir harekâtı başlatmış olsa idi, derhal Aydemir’i öldürecektik. Ertesi günü Tür-keş’i uçak ile getirip harekâtın lideri yapacaktık.» diye esas gayesini ortaya koymuş. Demekki içimizde arkadaş diye bağrımıza bastığımız ne kara yılanlar varmış. Neler düşünebiliyorlar mış. Bu şahıs kendisini milliyetçi bir subay olarak tanıtır esasında, mukaddesatçı ve nurcu bir şahıstır. Sondadan yaptığım tetkiklerde ne mal olduğunu iyice öğrendim. 27 Mayıs 1960 sonrası 13 Kasım harekâtı oluncaya kadar İstanbul’da Emniyet Müdürlüğü yaptı. Kur. Yarbay Daniş Çağlar’dan o sıradaki vazifesinde yaptıklarının hepsini öğrendim. Bu gibi insanlar 13 Kasımdan sonra hemen bir kenara itilmiş pasif vazifelere getirilmişlerdi. Bunları onöre etmek için çalıştım. Harp Okuluna çağırdım. Aynı ideal uğruna çalışmak üzere kendi tabancamın üzerine yemin ettirdim. Ordu içinde eski şahsiyetlerine kavuşmalarına yardımcı oldum. Şimdi karşılığını da bu şekilde görüyordum. Aynı Muammer Şahin, Orhan Kabibay ile geldiği zaman peşinden ayrılmayan bu seferde, Daniş Çağlar ile birlikte onun liderliğini kabul edenler arasında idi. Halâ nerede olduğunu iyice anlıyamadım. Anladığım bir şey varsa, bir numaralı menfaatperest kuvvet nerede ise o yana kayan nankör bir tip olduğudur. Necati Ünsalan’ında çok iyi arkadaşıdır. İyi uyuşurlar. İstikbalde hepsinin akibetlerini Allah gösterecektir. Şimdiki halde yerini, Dündar Seyhan ve Necati Ün-salan’m dahil olduğu grup içinde seçmiştir.

O. Kabibay Kanadı :

Bu zümreye bizden ayrılarak katılan S Şubatçılara daha evvel ayzmıştım. Bunlar 11 Havacı ekibi ilede birleşecek şöyle yeni bir kadro teşkil etmişler, ve adlarını (27 Mayıs( Cephesi) olarak tescil etmişlerdir. Ben bu gruba (Kokteyl) grup ismini takmışımdır. Çünkü karmakarışıktır. Zorla bir dolmuş kadrosuna itilmiş insanlardır. Mecburiyet tahdmda birleşmişlerdir. Kadrosu ileri gelenleri şunlardır :

1 — 0. Kabibay, 2 — O. Erkanlı, 3 — Dündar Seyhan, 4 — Kadri Kaplan, 5 — Necati Ünsalan, 6 — Halim Menteş, (11 Havacı ve üç havacı tabii senatörü temsil eder. Mucip Ataklı, Emanullah Çelebi, Haydar Tunç Kanat) 7 — İrfan Solmazer, 8 — Muammer Şahin (Türkeş’i bırakmış şimdi buradadır.) 9 — Daniş Çağlar, 10 — Ruhi Soyuyüce.

Bu grubun aleyhimdeki yıkıcı propogandalarıda şöyley-di:

·        1.  Liderlik sevdasında olan hain bir insan hiç bir zaman onun liderliğini kabul etmiş değiliz^ (22 Şubat’tan ay-rılanlar söyler).

·        2. 22 Şubatta bütün kuvvet elinde iken kütlanamamış korkak bir insandır.

·        3.  22 Şubat gecesi korkudan bayılmıştır, harekâtı sabaha kadar Dündar Seyhan, Necati Ünsalan idare etmiştir, harekâtı bunlar durdurmuşlardır.

·        4.  Solcularla temas halindedir.

·        5.  Artık ihtilâl yapabilecek bir kuvvet ve kudrete sahip değildir. Peşinden kimse gitmez. Ona bağlı bütün genç subayları bizler kendimize bağladık.

·        6. Onunla birleşmemize dahi imkân yoktur. Şayet böyle bir şey olsa, içimizde beşinci kademede dahi bir yer alamaz.

En kötüsü şuydu: «Genç Kemalistler Ordusu adı ile beyanname dağıtan, beş subay tevkif edildiği zaman, Necati Ünsalan, Dündar Seyhan, Kadri Kaplan triyosu beni bu subayları Millî Emniyete ihbar eden (Muhbir) olarak, Orduya ve etrafa yaydılar. Hatta benim için ikinci Samet Kuşçu diye bahis ederek beni küçültmek için bütün zehirlerini ortaya koydular. Tutup tutmadığını bilemem, yalnız siyasi hayatta ihtiras sahibi olan insanlar yirmidort senelik arkadaşım’ olan, Necati ve Dündar bu propoğandaları yapmakla nekadar küçüldüklerini sonradan anlamışlardır. Dündar Seyhan hatasını kabul etmiştir. Ama Necati Ünsalan halâ nankörlüğüne devam etmektedir.

Her iki kanadında faaliyetleri de hiç meçhulün olmadı ama ne yaptıysalar zamanla tesirlerini kaybetti.

Ben bu tipleri 22 Şubat gecesi de hakiki hüviyetleri ile bilmeyen bir insan değildim, ama ne yazıkki eldeki kadro bu idi. Hedefimize varıncaya kadar mümkün olduğu kadar 22 Şubatçı diye tanınan kadronun tüm olarak tutulmasını, parçalanmamasını istiyordum. Çünkü bu gibi tiplerden uzaklaşmak, gayet kolaydı. Ama hakiki hüviyetlerini cemiyette henüz belli etmiş değildiler. Şimdi kendiliklerinden tehlike anında çıktılar. Cemiyet içinde kendi yerlerini kendileri seçti demektir, herşeyin zamanı varmış. Düşüncelerim de haklı imişim. Artık bu gibi iki yüzlü tipler benim için bir varlık değillerdir.

TÜRKEŞ'in YURDA

DÖNÜŞÜ

Bu hususlarıda anlatmak yerinde olacak. Türkeş yurda 14 lerin tabii lideri olduğu iddiası ile dönüyordu. Dışarda kaldığı müddetçe Türkiye’deki taraftarları tarafından yanlış beslenmişti. Fakat buna rağmen Türkiye’deki Milliyetçi mukaddesatçı zümre ile CHP’nin karşısında olan ve bilhassa İnönü düşmanı olan kitle üniversitede ilâhiyat fakültesi, imam hatip okulu mensupları, muhafazakâr grupların desteğini sağlayarak, yurda girip rotasını çizdi. Edirne hududundan itibaren eski eserleri ziyaret bahanesi ile camileri gezmekle ilk işe başladı. İstanbul’a Töpkapı’dan, Fatih gibi girmeyi özendi. Karşılayıcıları da o şekilde karşılama programları çizmişlerdi ki tamami ile şark vari idi. Tabii büyük fiyaskolar oldu, İstanbul’da yaptığı büyük basın toplantısında. Kendisini Milletin hadimi olarak tanıtmak istedi. (Türk Milletine Beyanname) diye okuduğu matbu yazı, Basında ve Türk Kamu oyunda büyük bir alâka görmedi, çünkü hiç bir yeniliği ihtiva etmiyordu. Taraftarlarında dahi hayal kırıklı meydana geldi. Basında, geniş tenkitlere uğradı. Bu hale-tiruhiye altında, Ankara’ya geldi. Türkeş; Ankara’ya geleceği zaman 22 Şubatçılar olarak şöyle düşündük: Orhan Ka-bibay’m Ankara’ya gelişinde nasıl karşılamış isek, Türkeş’ ede aynı muamele yapılsın, fark olmasın dedi, Türkeş’i ye-nimahallle civarında otomobil ile Bahtiyar Yalta, Mustafa Ok ve Fethi Gürcan’ın karşılaması için kendilerini görevlendirdik.

Türkeş’in aile efradı Türkiye’ye bir ay kadar evvel dönmüşlerdi. Ailece iyi görüşürdük. Yurda ilk defa dönünce eşimi alıp evlerine hoşgeldinize gittim. Hanımını bulamadık. Çocukları ile oturduk. Konuştuk. Ertesi günü kızım Tülin’de eski arkadaşlarını görmek istedi. Annesi ile tekrar Türkeş’ lere gittiler. Eski bir dostluk vazifemizi yapmıştık.

Türkeş’in Ankara’ya gelişinde üç arkadaşım dediğim gibi kendisini karşıladılar. Bende daha sonra bu üç arkadaşı, Mustafa Ok, Bahtiyar Yalta, Fethi Gürcan, birde Deniz Albayı Galip Gültekin ile birlikte evine nezaket ziyaretine arife günü gittim. 15 dakika kadar oturduk. Samimi hislerle ayrıldık. O da bana eşi ile birlikte Bayram ertesi evimde 15 dakikalık bir iadeyi ziyaret yaptı. Konuşmalarımız gayet resmî şekilde oluyordu. Türkeş’te bir ağırlık, bir büyüklük bir yorgunluk hissediyordum. Kendisini çok değişmiş buldum. Büyüklük pisikozu için de hareketlerini tanzim etmek istiyordu. Etrafındakilerde onu bu yola sürüklüyorlardı. Aradan günler geçti. Aynı hatalı vaziyetinde devam ediyor, Basın tarafından yıpratılıyordu.

Bizim içimizden. Mustafa Ok, ve Bahtiyar Yalta, Muzaffer Özdağ, Rıfat Baykal, Numan Esin ile sık sık konuşuyorlar ve Türkeş kanadına meyyal gözüküyorlardı. Hattâ ikimizin karşı karşıya gelerek konuşmamızı istiyorlardı. Karşı tarafın taktiği şu idi. Türkeş’in lider olduğu fikri ile bir emrivaki yaparak onu tekrar beni ziyaret ettirmek sur etile etrafa, gazetecilere ve taraftarlarına Aydemir Türkeş ile görüştü, haberini yaymak istiyorlardı. Altında çeşitli manâlar yatıyordu.                                                 '

Benim arkadaşlarım anlaşma ve birleşme hususunda samimi idiler. Ama karşı taraf taktik peşinde idi.

Mustafa Ok, Bahtiyar Yalta birgün bana bir teklif ile geldiler. «Kumandan sen bu işe yanaşmıyorsun bari biz ikimiz resmen Türkeş’e bir iyi niyet temsilcisi olarak gidelim. Bir yakınlık temin edelim. Hatâlı yoldalar, ikaz edelim. Son vazifemizi yapalım» dediler. Kabul ettim, gittiler. Mustafa Ok, iyi bir konuşma ile kendilerine iyi niyet temennilerimizi bildirildi. Büyüklük taslaklarından bir hareket görmedik.

Yalnız gizli gizli faaliyetlerle bizim içimizdeki arkadaşların bir kısmını kandırıp kendi kadroları içine çekmek için çaba sarfecliyorlardı. Eh yakında Mustafa Ok, Bahtiyar Yalta’yı ve son zamanlarda da Emin Arat’ı ziyaretlerle yeni bir kadro kuruluşuna gitmekte teşebbüs halinde idiler.

İşte son günlerde Mustafa Ok ve Bahtiyar Yalta ile münasebetlerimin eskisi gibi yakınlıkla devam etmeyişinin sebebi bu, arkadaşlarımın kararsızlıklarından, bocalamalarından nereyi tercih edecek kadar sarsıntı geçirmelerindendi. Faaliyetlerini, yakından takip ediyorum. Yavaş yavaşta itimadım sarsılmıştı. Ben açıklıktan hoşlanırdım. Mustafa Ok’un kısa dönüşlerle yön değiştiren bir tip olduğunu bilirdim. Bahtiyar Yalta’yı hergün tesir altında bırakarak onun da insiyatifini kullanmasına mani oluyordu. Çünkü Mystafa Ok 28 Mart 1963 de Emin bey’in evinde yaptığımız son ihtilâl konuşmasında bambaşka yönde idi. Çok çekingendi. Aradığını bulamamıştı. Bizim kadromuz içinde itimat bahşeden bir insan olarak bulunmadığımı farkına varmıştı. Aşağılık kompleksine düşmüştü. Artık bizden uzaklaşmak çabası içinde idi. Bizlerde bu vaziyetini gayet iyi biliyor, artık kendisine itimat etmiyorduk. Nitekim itimada şayan bir insan olmadığını ilerde kendi kendine ispat etti. Daha önce saydığım ikinci trionun kadrosunda idi. (İkinci trio Kurmay Albay Muammer Şahin, Kur. Yb. Mustafa Ok, Kur. Yb. Da-niş Çağlar.) bu üç arkadaşı 22 Şubat önceside bana yakın arkadaşlarım itimada şayan olmadıklarını söylerdi. Ben iyiliğimden dolayı toz kondurmak istemezdim. Hele Mustafa Ok’un 22 Şubat 962 gecesi son dakikada bana karşı sadakatini görmüştüm. Onun için son aya kadar ona karşı olanlara ayak diremiş hiçbir zaman hakkında yapılan sözlere kulak asmak istememiş daima müdafaa etmişimdir. Artık yakın arkadaşlarım ne kadar eski söyledikleri hatırlatmalar için başıma kaksalar haklıdır. Çünkü mal kendisini belli etti. Demekki insanlar çok geç anlaşılıyor. Hâdiseler hızla birbirini kovalıyarak geliyordu. Bir gece saat 22 de evime Kur. Alb. İsmail Ergüder geldi. (O zaman İstanbul’da 1. Zh. Tüm. de Muh. Grb. K. idi).

«— Talât bugün İstanbul’dan geldim. İlkönce seni aradım, bulamadım. Gündüz başka arkadaşlarla görüştüm. Şim-

di de Halim Menteş, Mucip Ataklı ve Emanullah Celebi’nin yanından geliyorum. Şu hususu rica ediyorum. Hepiniz eski arkadaşlarsınız. Her grubun ordu içinde kendisini takip eden kuvvetleri var. Ordu paramparça, sîzlerin bir araya gelmemesi yüzünden ordudaki genç subaylar üzgün. Ben buraya gelirken 1. Zh. Tüm. de bir toplantı yaptım. Onların fikir ve tansiyonunu aksettiriyorum. Bütün temas ettiğim arkadaşlar birleşmenizi arzu ediyorlar» dedi. Teklifi şu idi: Türkeş kanadı hariç, biz 22 Şubatçıları koktely grup ile yani (11 Havacı, Dündar, Necati, Kabibay kanadı) ile birleşmeyi istiyordu. Uzun boylu münakaşa ettik. Ben o gruptan çok canım yandığı için itimat edemiyordum. Çok İsrar etti, 22 Şubatın kadrosunun zirvesinde olan arkadaşlarla görüşmek istedi, kabul ettim. Ertesi gece Galip Gültekin’in evinde şu arkadaşlarla toplandık. Ben, Galip Gültekin, Emin Arat, Turgut Alpagut, Bahtiyar Yalta, Mustafa Ok, Fethi Gürcan, Adnan Çelikoğlu, Selçuk Atakan, Kur. Alb. İsmail Ergüder saat ikiye kadar çok uzun tartışmalar yaptık. Neticede ordudan temsili olarak gelmiş bir arkadaşı kırmamak için karşı grupla bir resmî toplantıyı kabul ettik.

LÂLE APARTMANI

TOPLANTISI

Birgün sonra İsmail Ergüder’in evinde toplanıldı. Oturduğu apartmanın ismi lâle apartmanı olduğu için bu toplantıya «Lâle Apartmanı toplantısı denmiştir.»

Lâle Apartmanı Toplantısı: 3 Mart 1963

Gayesi : Silâhlı kuvvetler içindeki gruplaşmaları Orta'dan kaldırıp ordunun bütünlüğünü sağlamak. Ordu dışında kalmış ihtilâlci tanınan grupları ilk önce kendi aralarmda birleştirmek ve ordu içindeki taraftarların da otomatikman birleşmesini sağlamak.

’Kur. Albay İsmail Ergüder’in kayınvaldesinin evi olan lâle apartmanında şu arkadaşlar toplandılar: Halim Menteş, Hv. Alb. Tufan Akkoç, Necati Ünsalan, 22 Şubatçılar namına Selçuk Atakan, Bnb. Bahtiyar Yalta, Bnb. Fethi Gün-can, Müşahit olarak ta Yüksek Mühendis Naim Okyay (Müşterek dostu grupların.)

Toplantıtı İsmail Ergüder idare etmiş Ana gaye için ileri bir görüşe varılmış ve bazı sivri noktaların törpülenmiş olduğunu bizim namımıza giden arkadaşlar bildirdiler.

İsmail Ergüder toplantıdan sonra bana geldi: Ankara’da bulunan eski general, arkadaşlarla görüştüğünü bütün ordunun iç durumunu çıplaklığı ile anlattığını genç kuşaklardaki fikir ceryanların neler olduğunu Aydemir’in bir kuvvet olduğunu kendilerine söyledim dedi.

r Kendisinin emekliye ayrılacağını kesin olarak bildirdi. Giderkende bana şu teminatı verdi. «Zırhlı tümende şeninde tanıdığın arkadaşları toplayıp seni desteklemeleri için .elimden geldiği kadar onları ikna edeceğim. Hayat boyunca da seni sevdiğim için muvaffak olmana duâ edeceğim.» diyerek ayrıldı.

— 219 —

Bu toplantıdan sonra karşı grup ile teması muhafaza edemedik. Çünkü kokteyl gruptan çeşit çeşit yıkıcı propagandalar devam ediyordu. İnsanlar yüz yüze gelince birşey yok gibi hareket ediyorlar, sonra arkadan işler değişiyordu. Böyle siyasi kadrolardaki rekabetler gözleri kararmış insanlara herşeyi yaptırıyordu. Bu devrede Dündar Seyhan, Necati Ünsalan İkilisi çok yıkıcı faaliyet sarfediyorlardı, birgün 24 Marttan iki gün sonra' Avukatımız olan Saffet Olgaç’a gelip şöyle bir teklifte bulunmuşlar: «—- Talât yine bir delilik yapıyor. Aybaşında bir harekâta geçmek istiyormuş. Biz içlerinde Mustafa Ok ile Bahtiyar Yalta’ya acıyoruz. Diğerleri ne olursa olsun. Onlar bu kadrodan ayrılsınlar.» evet biz hakikaten 31/1 harekâtına gidiyorduk. Bu harekât deşifre olmuştu. Bunlar da duymuşlardı ama kadromuz içinde yalnız onları kurtarmak istiyorlardı. Çünkü bu iki arkadaş o grup ile sıkı temaslar yapıyorlar, hattâ onların yazıhanelerinde benim aleyhimde yapılan konuşmaları da sabırla dinliyecek kadar tahammül gösteriyorlardı. Onun için onları kendilerine yakın görüyorlardı. Kararsız durumda olan bu iki arkadaş daima yan kuvvetler ile teması kesmeden uzlaştırıcı bir rol oynamak suretile ne olur ne olmaz nazariyesi ile herkese şirin gözükerek vaziyeti idare ediyorlardı. Bunlar benim 'gözümden kaçmıyordu.

Günler ilerledi. Harekâta kararlı idik. 28 Mart 1963 günü Alb. Emin Arat bey’in evinde: Ben, Turgut Alpagut, Galip Gültekin, Bahtiyar Yalta, Mustafa Ok, Fethi Gürcan toplandık. Nihai görüşmeyi yaptık. Tam karar alacağımız sırada Mustafa Ok, yeni bir fikirle ortaya çıkarak ihtilâl kararının tam yetki ile alınmasını söyledi. Fikir şu idi. İki yan kuvvet olan kokteyl grup ile Türkeş kanadını da içimize almak istiyor ve daha ziyade Türkeş kanadı ile anlaşmamızı arzuluyordu. Odada soğuk bir hava esti. Çok mesuliyeti! bir andı. Herkes susmuştu. Yalnız Fethi Gürcan, mertçe ortaya atıldı bu grup ihtilâlci olamaz, ihtilâl kararı veremez diye heyecanlı bir konuşma yaptı. Kimseden ses seda çıkmayınca şuna karar verildi. O halde yarın Mustafa Ok ile Bahtiyar Yalta, Türkeş grubu ile temas etsin. Kuvvet dökümü yapılsın. Kuvvetleri varsa birleşip yapalım dendi. Ben de kabul ettim. Biı arkadaşları vazifelendirdim. Toplantıdan yıkılmış ve çökmüş olarak ayrıldık. Halbuki bütün hazırlıklarımız tamamdı. Harekât plânı Ankara - İstanbul için en ince teferruatına kadar, orada izah edilmişti. Harekât sonrasında yapılacak işlerde kararlaştırılmıştı. Yedi kişilik yetkili şahıslar her şeyi en ince teferruatına kadar öğrenmişlerdi. Eve gelirken yolda, Fethi Gürcan ile beraber yürüdüm her ikimizde çok üzgündük. Şöyle karar aldık : «Bu işe kimse gelmese de biz hazırlıklarımızı bozmayalım, bu ihtilâl karârında İsrar edelim.» dedik, kararlaştırdığımız güne daha üç gün vardı. Ertesi günde İstanbul’a nihai kararı bildirmek için Cevat Kırca’ya bir kurye gönderecektim.

29 Mart 1963 saat 15 te Selçuk Atakan ile Alb. Tevfik Ünlüer eve geldi.

Kendilerinin sabahleyin Dündar, Necati, Halim ile görüştüklerini onların samimi olduğunu, benim itham ettiğimi bildirerek bana adetâ bir poz ile çıkıştı ve «Lâle apartmanı toplantısına beni temsilci olarak gönderdin. Beni har-|   cadın, çünkü ondan sonra hiç temas etmemişsiniz dedi. Bana: «Sen onlara vatan haini demişsin.» diye ipe sapa gelmez dedikodulardan bahsetmeye başladı. İstanbul’da ken-î dişine bir çok subaylar, güya geliyorlarmış, herkes beni r suçluyormuş, ben liderlikten vazgeçmek için her türlü birleşme teklifini red ediyormuşum. Baktım, tamamile sabahleyin görüştüğü insanların tesiri altında kalmıştı. Netice olarak sordum. Ne istiyorsun, ne teklif ediyorsun. «Hep bir ara-[ ya gelip görüşürmüsün.» dedi. Ben evet dedim, «derhal ka-; bul ediyorum,» cevabını verince şaşırdı. Çünkü teklifini kabul edeceğimi hiç tahmin etmiyordu. Yalancı insanların ya-[ lanını çıkartmak istiyordum. Hem de bir harekâta gidiyor-E dum, şayet anlaşabilirsek derhal onları da ihtilâl mes’uliyeti-ş ne iştirak etmek istiyordum. Ama şart koştum; madem bu ar-r kadaşlar birleşmişler, bir kadro, bir grup teşkil etmişler, liderleri veya selâhiyetlileri kim ise gelsin hemen görüşelim dedim. Selçuk şaşkın vaziyette Tevfik ile kalkıp gittiler.Saat 20.00 de kalkan otobüs ile yarbay Rıfkı Ertemi, Cevat Kırca’ya kurye olarak gönderdim.

«Rıfkı Ertem’e şu talimatı verdim. Daha durum kafi değil her iki kanat ile temas halindeyiz bir anlaşma olursa harekâta başlarız. Parolayı kararlaştırdık, o da hareket edip gitti.

29 Mart 1963 saat 21.00 de Selçuk Atakan ile Alb. Tevfik Ünlüer tekrar geldi.

. «Talât görüşme teklifini bildirdim, karşı taraf (Dündar, Halim, Kadri Kaplan) kabul etmediler. Onlar seninle birleşmek istemiyorlar, buna imkân yok. Senin için şunu söyledi-ler.»

«Talât gayri meşrû yoldadır. Biz parti kuracağız, dernek kuracağız, gazete çıkaracağız, o yolda çalışacağız, dediler.

Ben de kendilerine sabahleyin böyle konuşmuyordunuz, ihtilâl yapmayı düşünüyor, birleşriıeyi arzu ediyordunuz ,ne oldu sizlere dedim, deyince: Sabahki fikirlerimizden vazgeçtik, dediler. O grup ile birleşmeye imkân kalmamıştır. Sen artık mecburen Türkeş kanadı ile birleşeceksin, ama o zamanda ben seninle beraber değilim, ayrılıyoruz.» dedi çekip gitti.

 

Selçuk’un temasları fiyasko ile neticelendi. O karşı grubun neden söz değiştirdiğinin iç yüzünü bilemezdi. Halbuki durum şöyleydi. Kokteyl grup o günlerde kendilerinde büyük bir kuvvet olduğuna vehm ediyordu. Şöyleki :

·        1. Kurmay yarbay Talât Turhan’ın yeni bir teşkilât kurmasını (orduda) kendileri hesabına yapılıyormuş gibi ya-yayıyorlar, oradan kuvvet alıyorlardı.

·        2.  24 Marttan beri cereyan eden hâdiseler de bazı MBK üyelerinin sokak nümayişlerinde alkışlanması ve o nümayişlerde vazife aldıklarından muvakkat da olsa zinde kuvvetlerin kendilerini deslediklerini zannediyorlardı. Bilhassa Kadri Kaplan, Mucip Ataklı bu hareketlerden kendilerine büyük pay çıkarıyorlardı. Tabii ki sonunda balori gibi söndü o günlerin heyecanı).

·        3.  Esas teklifimi reddediş sebebleri bizlerin 31-1-Mart da bir harekâta gittiğimiz aynı zamanda hükümetin bundan haberdar olduğunu biliyorlardı. Korkudan benimle konuşmaya gelmediler. Bizim aybaşında, tevkif edileceğimizi kestirmişlerdi. Dört gözle bugünü bekliyorlardı. Çünkü akılla-larmca meydan kendilerine kalacaktı.

İşte bu düşüncelerden dolayı benimle görüşmeyi red ettiler ama 31 Mart harekât hâdiseleri geçti. Her şeyden onlarda haberdardılar. Baktılar hükümet bize birşey yapmadı. Acı kuvvetimizi de biliyorlardı, gene yanaşma çâreleri aramaya başladılar, çünkü artık çok tehlikeli günler atlatılmıştı.

SÖĞÜTÖZÜ TOPLANTISI

İlk haberi Rauf Gökçe ile bana gönderdiler, 5 Nisan 963.

«Selçuk Atakan bizim sözlerimizi Talâta yanlış aksettirmiş, biz böyle bir şey demedik, anlaşmak, görüşmek istiyoruz» dediler. Ben kendilerine müsait bir teklif gönderdim. Biraz sonra Fethi Gürcan ile Bahtiyar Yalta geldiler. «Biz şimdi İrfan Solmazer’in yanından geliyoruz, orada Eman.ul-lah Çelebi, Halim Menteş’te vardı. Birleşme, anlaşma teklifleri görüşüldü. Temas arıyorlar albayım ne olur red etme.»

dediler. Fethi Gürcan çok İsrar etti. Kendisini çok severim, kıramadım kabul ettim, peki dedi. Diğer arkadaşlara da durumu bildirelim, randevu temin edelim, gidip görüşelim dedim. Söğütözü toplantısına bu şekilde gidildi, teklif İsrar ile kokteyl gruptan gelmişti.

Söğütözü Toplantısı: (9 Nisan 1963).

Aramızda bu toplantıya gidecek heyeti kararlaştırdım.

Ben, Bahtiyar Yalta, Fethi Gürcan.

9 Nisan 1963 Sabahı Alb. Emin Arat’a gittik durumu bil. dirdik.                                              .          '                  

Onlarla yapacağımız konuşma taktiğini görüştük, hiç bir surette ihtilâl kelimesinden bahis etmeyecektik, çünkü'gelecek ekibe hiç bir zaman itimadımız yoktu. CHP ne taraftar görünürlerdi. înönü 22 Şubatçılara bir şey yapamıyordu. Bizim içimize bunları sokar, bir komploya getirir diye şüpheleniyorduk. Hattâ gelişlerinde üzerlerinde dinleme cihazları da olabilirdi, ihtiyatla hareket etmek gerekiyordu, çok şüpheci olmuştuk.

Ben görüşülecek olan hususların gündemini yaptım, Bahtiyar Yalta’ya verdim, mutabık kaldık. Ürnin bey ayrılırken, Mustafa Ok’a da haber verin almıyor, o da sizinle gelsin dedi. Bahtiyar öğleden sonra randevuya giderken M. Ok’u da alıp geldi, İrfan Solmazer’in arabası ile Söğütözü’ne gittik.

Toplantıda şu şahıslar avrdı : Halim Menteş, İrfan Solmazer, Kadri Kaplan, Ben, Mustafa Ok, Bahtiyar Yalta, Fethi Gürcan. Karşılaşmamız çok samimi oldu sayılamaz, iki kutup halinde idik. Kırda karşılıklı bir piknik masasına oturduk. Aynen Kuzey Kore, Güney Kore mütareke anlaşma komisyonu gibi, karşımızdakilerin daha samimi olmalarına rağmen, açık söyleyim, biz daima onlardan zarar gördüğümüz için fazla sokulamâdık.

Gündem şu idi : (Ben yapmıştım).

·        1.  Şahıslar kimleri temsil ediyor.

·        2.  Fikriyatınız nedir? (Doktrin)

·        3. Parti mi kuracaksınız? Dernek mi? Metodunuz nedir?

·        4. Memlekete hangi gruplara karşısınız.

·        5.  M.D.O. ile ilginiz var mı?

·        6.  Birleşme şartları nelerdir.

Bahtiyar Yalta, gündemdeki ilk maddeyi sordu:

İrfan Solmazer : Orhan Kabibay ve Orhan Erkanlı’yı temsil ettiğini söyledi.

Halim Menteş : 11 Havacı - üç havacı - Tabii Senatör ve (X) kuvvet dedi.

Kadri Kaplan : Tabii Senatörleri Dündar Seyhan ve Necati Ünsalan’ı temsil ediyorum, dedi.

Bu hususta epey münakaşa ettik. 22 Şubatçılardan kat i olarak bir beyanat verip ayrıldım diyemiyen bu iki arkadaşı temsil edemezsin dedik, sonra kabul ettik.

İkinci suali sorduk: Fikriyatınız nedir? (Doktrin) Atatürkçüyüz dediler. Biz esaslı bir şekilde bunun üzerinde duruyorduk.- Fikir olmadan hiçbir şey olmaz. Bunda da tatminkâr cevaplar alamadık. Onların bütün gayreti şu idi. Birle-şelim, her şey sonradan gelsin. Bizde buna yanaşmıyorduk.

Üçüncü sual soruldu : Metod ne olacak. İktidara gelmek için. Parti mi, Dernek mi kuracaksınız? dedik. Hemen İrfan Solmazer atıldı. «Yok böyle birşey. ihtilâl yapacağız.» dedi. Ben hemen suali Halim Menteş’e tevcih ettim. O da evet dedi. Sonra Kadri Kaplan’a sordum, o da biraz durakladıktan sonra evet dedi. Hemen Halim atıldı. Bana «— Ya siz.» dedi. Ben de gayet ihtiyatlı olarak. Şimdiye kadar parti falan kurmayı hiç düşünmedik, dedim. Esas maksatlarını onların ağzından öğrenmiştik.

Dördüncü suali sorduk: Şu gruplara ve teşekküllere karşı idiler.

Adalet Partisi, Eminsular, Türkeş kanadı, 22 Şubatçılar. Onlara Cumhuriyet Halk Partisine hizmet eden bir gruptan ileri geçmiyorsunuz. Biz hiç bir zümreye karşı değiliz. Ancak otuz milyon için bir iş yapılırsa, memlekette ancak böyle bir millî vahdetin teşekkül edeceğine inanıyoruz.» dedik.

Onlarda bize CHP ile alâkamız yok dediler.

Beşinci Sual : M.D. O. gibi yer altı teşkilâtı ve Ekrem Acuner ile irtibatlarını sorduk. Yok dediler. Halim Menteş, şöyle bir söz sarfetti. Keşke onun gibi bir kaç teşkilâtımız olsa da, altını üstüne getirsek, heryerin dedi. Buradan tasvip ettiğini anladık. İrtibatları da zaten vardı. Biliyordum ama ön plânda çalışanlar başkaları idi.

Birleşme şartlarını görüşmeğe girmedik. Ben öğreneceklerini öğrenmiştim. Biz Türkeş kanadı ile münasebetimizi henüz kati olarak sizin gibi tesbit etmedik. Bize müsaade edin durumu size bildiririz dedik, ayrıldık.

Arkadaşlarıma toplantı neticelerini bildirdim. Kanaatimi söyledim zaten herşeyi (7) kişilik heyete, en küçük teferruatına kadar bildirirdik. Gizlediğim birşey yoktu.

DİKMEN

TOPLANTISI

·        10 Nisan 1963.

Türkeş ile olan münasebetlerimizi de kat’i bir neticeye bağlamak istiyorduk. Onun için Mustafa Ok randevu aldı. 10 Nisan 1963 sabahı saat 10 da Dikmende araziye gittik. Şu arkadaşlar vardı. Türkeş, Ben, Mustafâ Ok, Bahtiyar Yal-ta, Rifat Baykal, Muzaffer özdağ :     ‘

Görüşme Türkeş ile benim aramda yalnız başbaşa bir kayanın üzeritie geçti. Orada on dakika kadar konuştuk. İlk önce ben memleketin panoramasını çizdim. Kendilerinin Basında, Orduda, Üniversitede, Münevverler arasında nasıl tanındıklarını söyledim. Irkçı, Turancı tanınıyorsunuz. Biz gerici tabana basmak istemiyoruz. AP kanadında da gözüküyorsunuz dedim. Kuvvet muvazenelerini anlattım. Atatürkçü tanınmıyorsunuz dedim. İlkönce b udurumu ispat edecek deklerasyonlar verin dedim. Bana vaziyetin benim düşündüğüm gibi olmadığını söyledi. Tamamiyle fikirlerimi reddetti. «Sîzleri çekemiyenlerin CHP nin uydurmalarıdır, bunlar. Ben Türkiye’de ve dünyada tanınmış bir insanım büyük kuvvete sahip bir liderim. Şayet bütün 22 Şubatçılar-da benim liderliğimi kabul eder emrime girerlerse, onlara çalışmak için vazifeler verebilirim. Başka türlü birleşme imkânı yoktur. Kararlıyız.» dedi. Ben böyle bir teklifi hiç beklemiyordum. Çünkü orya birleşme için görüşmeğe gelmemiştik. Fikir yoklaması yapacaktık. Şaşırdım, derhal cevap vererek bugünkü şartlar içinde böyle birşeyin imkân dahi-ünde olmadığını bildirdim. Konuşmamız bitmiştir.» diyerek kalktım.

Hemen geride bizi bekliyen arkadaşlara doğru yürüdük. Türkeş derhal arkadaşlarına hesap vermek mecburiyetini hissetti. Aydemir ile anlaşamadık dedi. Bende neden anlaşamadığımızı liderlik teklifini orada kendisine tekrar ettirdim. Bende verdiğim cevabı söyledim. Muvaffakiyetler diledik ayrıldık.

Eve geldik. Mustafa Ok, Bahtiyar Yalta çok üzgündüler. Ne şekilde hareket edeceğiz dediler. Bende artık o iş bitmiştir, sosyal münasebetlerden ileri geçecek bir görüşme yapılmaz artık. Kati surette birleşemiyeceğimizi bildirdim. Bu kanat halledilmiş oldu. Artık Türkeş’e meyyal olanlarında ümitleri kalmaz.» dedim. Ertesi gün kokteyl grup ile temas için randevumuz vardı. Bizden temsilci olarak Emin Arat, Mustafa Ok, Bahtiyar Yalta gittiler, birleşme hususunda iyi bir netice alamadılar. Karşı tarafın bütün derdi beni ekarte etmek sureti ile herşeye razı idiler.

Hem müzakereler devam ediyor hem de Dündar Seyhan, Avukat Saffet Olgaç’a gelip Necati ile birlikte hakkımda söylemediği lâflar kalmıyordu. Bizim böyle yaklaşmamızı kuvvet zaafı zannediyorlar çok yükseklerden atıyorlardı. Ertesi gün son toplantı yapıldı. Bizim tezimiz şu idi. (Birleşme normal olarak lider kuvvet üzerine kadro birleşmesi olur.) Onlar ise her gruptan ikişer kişi ile koalisyon birleşmesi kabul ediyorlardı. Yani 14 lerden iki, 11 lerden iki, Dündar-Necati’lerden iki, 22 Şubatçı’lardan iki kişi olmak üzere birleşile-cekmiş. Onlar zaten birleşmiş vaziyette idiler. Akıllarınca iki kişi de bizden alarak birleşip bizi kandırmış olacaklardı. Kendilerini çok kuvvetli zannediyorlar ve hiçbir teklife yanaşmıyorlardı. Tabii biz de reddettik. Açıkta kaldılar. Teması da kati olarak kestik. Pişman oldular, ama iş işten geçmişti. Sonradan aracılar ile «bazı teklifler geldi, fakat hepsini reddettim. Artık rahatlamıştım. Çünkü insiyatifimize serbest çalışma imkânına kavuşmuştuk. İçimizde bazı arkadaşlarda bizim hakiki kuvvetimize inanmıyorlardı. Daima gözleri bu yan kuvvetlerde idi. Anlaşamadığımız, kafi alâkamızı kestiğimizi bildirdiğimiz halde onlarla teması kesmeyen bazı arkadaşlar vardı. Mustafa Ok, Bahtiyar Yalta.

Mahkeme safhasında öğrendim ki her tarafla angajman halindeymişler. Bilhassa Türkeş kanadı onlara cazip geliyormuş. Kendi itirafları da bunu gösteriyor.

Bü hâdiselerden sonra 21 Mayıs 1963 İhtilâl hareketine gidişimizde toplantı filân yapmaksızın yakın arkadaşlarımla tek tek temas etmek üzere çalışmalara başladım.

DÖRDÜNCÜ KISIM :

Ankara Asri Cezaevi

20. Temmuz. 1963

21. MAYIS 1963

HAZIRLIKLARI

En güvendiğim arkadaşım Fethi Gürcan, Rıfkı Ertem, Tank Üstğ. İlhan Baş idi. Hazırlık safhasında emekli Albay Yaşar Başaran’ın da çok hizmeti dokundu. Harekât gecesi hepsinin büyük kahramanlıkları vardı. İlk iş Ankara’daki kıtaların hazırlıklarına geçtik. Arkadaşlara vazife taksimi yaptım.

Gizliliğe son derece dikkat ediyordum bu bakımdan her zaman polis ve Millî Emniyet’in takibi altında idim fakat harekât gününe tamami ile baskın ile girdik.

Bir ihtilâl hareketinin muvaffak olması için şu faktörler esastır:

? 1. Baskın: Bu gizlilik ve emniyetten doğar.

·        2.  Kuvvet : Yeteri kadar sağlamıştık, çok idi bile.

·        3.  Vazife alan her şahsın verilen hedefe hiç bir tesir nazarı itibara almaksızın zamanında gitmesi ve elde etmesi.

·        4.  Cesaret : Alman vazifenin sonuna kadar yapılması.

·        5.  Bu işe girmiş olanların ihanet etmemesi.

Bu ihtilâlde hepsini uyguladık, fakat maalesef icra safhasında da 3, 4, 5 maddeleri uygulamıyanları da gördük.

Tank Taburunu : Hazırladı.

229 P. Al. : Başlangıçta Yaşar Başaran, sonra Bilgül Yrb. Rıfkı Erten hazırladı.

Muhafız Al. Sv. Gb. : Fethi Gürcan hazırladı.

Harp Okulu : Hazırdı.

Jandarma Okulu, Muh. Tb. : Bnb. Kemal. Kahyâoğlu’na içlerindeki teşkilâtımızı bağladık. Merkez K. Trafik Kıta K. Emekli Alb. Başaran hazırladı.

Diğer karakol kumandanlıklarım Fethi Gürcan hazırladı.

Genel Kurmay Kışla K. lığı : Bidayette emekli yarbay Hakkı Sümer, sonra ......... hazırladı.

Ord. Başkanlığı Muhafız Tb. : Hakkı Sümer hazırladı.

28. Tüm. Top. K. lığı : Em. Alb. Tevfik Ünlüer hazırladı.

Bu birliklerden resen görüşüp vazifelerini verdiğim şahıslar, J. Bnb. Kemal Kahyaoğlu, Trafik Kıta K. lığı J. Bnb. Necmi Acar, Genelkurmay Kışla K. Yzb. Gökhan Kasapoğlu (Sonradan 14 cü olduğu anlaşıldı). 28 Top. K. lığından Top Yzb. Metin Sürek, Tank Tb. için Üstğm. İlhan Baş, Harb Okulundan emindim.

Havacılar ile teması sık sık yapıyordum. Onlarda hazırdılar. Hv. Kur. Binbaşı İzzet Köz ve Hv. Bnb. Cemal Özde-mir çok faal idiler. Hazırlık safhasında çok kahramanca çalıştılar.

İstanbul’da da harekât plânı hazırdı. Cevat Kırca ve Osman Deniz tatbik ettireceklerdi. Günler ilerliyordu. Ordunun üst kademelerindeki bize yakın generallerle teması Kur. Alb.

 

Rumi Akıskalı ve Hâkim Tümg. Rıza Tunç vasıtası ile yapıyorduk. Onlardan bize gelen en son haber şu idi. «Biz Ankara’da pasif vazifelerdeyiz. Aktiv bir rol oynıyacak durumumuz yok (yani cesaretleri) onlar yapsınlar biz tasvip eder katılırız.

Esas bunların liderliğini yapan Üçüncü Ordu. K. Korg. Refik Tulga ile vasıtalı olarak temas halinde idik. Bedii Faik. Ankara’da ve İstanbul’da Korg. Refik Tulga ile bu hususta çok uzun boylu konuştu. İkna ettiğini ve neticeyi aldığını Millet Vekili Doğan vasıtası ile bana bildirdi. En son haberde 13 Mayıs 1963 te Avni Doğan bey, Alb. Emin Arat ve beni evine çağırdı. Orada uzun uzun Bedii Faik’ten aldığı bu husustaki haberleri anlattı. Hattâ bizim de bu işe muvafakat ettiğimizi icap ederse Erzurum’a Bedii Faik’i gönderip bildirmeyi veya Refik Tulga’nm annesi vasıtası ile mektup yazmayı, hattâ Avni Doğan bey Erzurum’a kendi oğlunu göndermeyi ve Refik Tulga’yı haberdar etmeyi teklif etti. Alb. Emin Arat bunları iyi hatırlar. Ben emniyet bakımından lüzum olmadığını bildirdim. Korg. Refik Tulga’nm harekât sonrası Genel Kurmay Başkanı yapılmasını ve istediği gibi büyük kumanda kademesini tayin etmesini onlara bıraktığımızı söyledik. Siz haberi emniyet mülâhazasını nazarı itibara alarak kendisine bildirin dedik, harekât günü radyoda ilk’ anonsu müteakkip 3. Ordu Kumandanı Refik Tulga’dan tasvip telgrafı veya telefonu, Harb Okuluna gelirse müteakkip radyo anoslarını tebliğleri onun imzası ile yayınlayacağımızı bildirdik. Tamamiyle anlaştık ayrıldık. Bu hususu yani Refik Tulga’dan muvafakat haberi aldığımızı Fethi Gürcan’a ve ayın 15 inde (Mayıs) Osman Deniz İstanbul’dan gelince ona da bildirdim. İstanbul’a bu haber gitti.

Ben İhtilâl gününü ihsari olarak 20 Mayıs 1963 S: 23.30 olarak Fethi Gürcan, Hv. Bnb. İzzet Köz karar altına aldık.

·        15 Mayıs 1963 günü erken saatte yarbay Rıfkı Ertem ile Osman Deniz eve geldi.

Kurmay Yb. Osman Deniz gece otobüs ile geldiğini söyledi. Rıfkı beylerde yatmış. Sabah sabah hayır ola dedim. «Albayım vasat tamamile müsait ben size teklife geldim. İstanbul kıtalarının hepsi hazır. Birinci Zh. 'Tüm. Muharebe Grupları Davutpaşa dahil hepsi tamam. Hattâ eski kuvvetlerimize ilâveten Ömerli’deki 32 P. Alayı ile de temasa geçtik o da hazır. Cevat bey beni gönderdi.» dedi.

·        16 Mayıs 1963 günü harekâta katılacak birliklerde kilit başı vazife alacak genç subayları evimde topladım. Ankara’nın umumi harekât plânını izah ettikten sonra her birliğin de temsilcisine ayrı ayrı vazifelerini söyledim. Fakat gün saat hakkında bir bilgi emniyet mülâhazası ile vermedim. Harekât gününü öğleden sonra bildirdim. Bu genç subaylarla konuşma yaparken tesadüfen Piyade Yb. Hakkı Sümer. Yb. Mustafa Pakoba’da odadaydı. Bu toplantıyı yapmaktan maksat, vazifelilerin hepsinin öndeki büyüklerden birinin herhangi bir suretle yok olması halinde harekât plânım devam ettirmeleri muvaffak olmaları, İkincisi de birbirlerini ve birlikleri tanıyarak yalnız olmadıklarını anlamalarını moral-man yükselmeleri içindi. Aynı tertibi P. Yb. Rıfkı Erten vasıtası ile bir kere daha 18 Mayıs Cumartesi günü daha geniş bir kadro ile şehirde Keçiören mıntıkasında yaptırdım. Her birlik vazifesini ve hedefini biliyordu. Hiçbirşeyi plânlamada ve hazırhk safhasında ihmâl etmemiştim. En ufak teferruata kadar arkadaşlara söylemiştim.

·        17 Mayıs 1963 günü İzzet Köz İstanbul’a sabah uçağı ile gidip oradan emekli Kurmay Albay Fethi Işıklıtepe’yi alıp Bandırma’ya gidecekler. Harekâtta İstanbul üzerine gelecek olan uçaklarm plânını Bandırma’da uçuş Gr. K. Hava Yb. Selâhattin ile görüşeceklerdi. Dönüşde de durumu Cevat Kır-ca’ya bildireceklerdi. Buluşma yeri olarak emekli General Selim Türkan’ın evi kararlaştırıldı. Orada da öğleden sonra toplanılmış, toplantıda olanlar, İzzet Köz, Fethi Işıklıtepe, Cevat Kırca, Osman Deniz, Fethi Gürcan 20 Mayıs 1963 tarihi üzerinde karar kılınmış, oradan Cevat Kırca’nın evine gidilmiş, İstanbul birliklerinin irtibat subayları toplanarak gerekli bilgiler verilmişti. Fethi Gürcan Ankara’ya dönünce bana tekmil haberini verdi.

·        18 Mayıs 1963 Cumartesi günü İzzet Köz, İstanbul’dan döndü. Evinde görüştük. Bandırma’nm durumunu anlattı. 19 Mayıs 1963 sabahı Merzifon’daki Üs de filo kumandanı Hv. Bnb. Cahit (Fedai Filo K.) ile Çorum’da buluşup görüşmek üzere randevulaştığım sabahleyin hareket edeceğini ve akşam dönünce neticeyi bildireceğini söyledi. Ben fazla kalmadım evden ayrıldım. Kendisi çok umutlu idi. Hv. Cemal Özdemir’e de bazı vazifeler vermişti. Çok hızlı idiler, îyi çalışıyorlardı.

·         19. Mayıs 1963 Pazar. Sabahleyin saat 10.30 da Em. Bnb. Tayyar Baransel geldi. Esasında Turgut Alpagut’un yakın arkadaşıdır. Otomobili ile bizi gezdirmeğe götürdü. Baraja gittik döndük. Keçiören’de bir arkadaşına gittik. Avukat Saffet Bey’inde evi orada idi. Ona da beş dakika uğradık. Gazi Çiftliğine gittik. Oradan itibaren arabayı Turgut Alpagut

kullanmağa başladı. Ben de yanında oturuyordum. Harekâtın 20 Mayıs 1963 gecesi 23.00 de yapılacağını Turgut’a bildirdim. Çünkü Turgut Alpagut 28 Mart 1963 toplantısından sonra üzülerek bana demişti ki : «Bir daha sen beni toplantılara karar kesmek için götürme, sen ne karar verirsen ben uyarım. Erkek adamım. O gece elbisemi giyerim, tabancamı alır gelir ne vazife verirsen yaparım. Ben zaten 27 Mayıs 1960 İhtilâli’ne de öyle girdim.» demiştir. Bu sözleri bildiğim için kararı kendisine o gün bildirdim.'Hem altımızda araba varken şehri dolaşalım, Ankara’nın harekât ve işgal plânını, kıtaların yerlerini arazide ve şehirde de birer birer göstereyim dedim. 229 P. Alayının vazifesinden başladım. Birer birer kıtalarının tutacakları yerleri Harp Okulu, Tank Tb., Jandarma, Süvari grubunun yerlerini gösterdim. Plânı en ince teferruatına kadar izah ettim. Hattâ Çankaya’ya doğru çıkarken ben plânda tankları Amerikan B. Elçiliği binasına kadar sürmüştüm. O bana teklif yaptı. «Tankları Çankaya’ya çıkan iki yol ağzına kadar sürelim, aşağıya inen iki yolu birden keselim dedi». Ben de makul gördüm, kabul ettim. Hiç bir tank yalnız kalmıyacak. Harp Okulu talebeleri ile takviye edilecek dedim. Harp Okulundan ilk önce bindirilmiş birlikler Ümit Yavuz Oğuz yüzbaşının kumandasında derhal Hv. K. önünde bırakılmak üzere radyo evine gönderilecek dedim. Bu vazifeyi de ayrıca bizzat Ümit Yzb. şıya verdiğimi kendisine söyledim. Çankaya’dan çok şiddetli bir yağmur altında döndük. Dr. Paru Erdilek beylere uğradık ve eve geldik. O gece saat 21 de gene bizim evde odada oturuyorduk. Ben son hazırlık emirlerini harekât plânına göre eve bazı şahıslar çağırarak veriyordum. O da duyacak mesafedeydi. 20 Mayıs 1963 günü Turgut bey ailesi ile birlikte, bizden ayrılırken gayet sakindi. Birbirimize hayırlı şanslar diledik. Bilmediği birşey yoktu. Çünkü Harp Okulu Alay Kumandanlığını yapacaktı. Bana birşey olursa, vurulursam, ikinci adam olarak harekât için ona her bilgiyi vermiştim.

Onunla beraber Harb Okuluna gelecek ekibe Bahtiyar Yalta, P. Bnb. Osman Üçok’da dahil idi, onlara da haber ver dedim.

·        19 Mayıs 1963 öğleden sonra Alb. Emin Arat’ı alıp, Alb. Galip Gültekin’e gittim ,evde biraz oturduktan sonra harekâtın 20 Mayıs gecesi İhtilâl yapılacağını, bildirdim. Galip hey çok sevindi, bana sarıldı, çünkü bu işin olmasını en çok isteyen geç kalıyoruz diye teşvik eden bir arkadaştı.. Deniz Kuvvetleri" ile teması o sağlar, daima deniz kuvvetlerinin bu sahada çok ileri olduğunu söylerdi. Zaman zaman İstanbul a denizcilere kurye gönderirdik. Hazırlık haberlerini alırdık ve bütün gizli toplantıları da Galip beyin evinde yapardık, çok itimat ettiğim, çok sevdiğim bir arkadaştı. 28 Mart 1963 te İhtilâl için karar alamadığımız günden sonra böyle mühim bir kararın alınması için kendisine haber vermiyeceğimi söyledim. Emniyet bakımından selâhiyetın dar bir kadroda iki, üç, hattâ tek kişide olması icap eder dedim. O da bana her zaman, her yerde yapılacak toplantıda ben yok isem, selâhiyetimi sana bırakıyorum, sen ne karar verirsen aynen

kabul edeceğim diye defalarca söz vermişti. Galip Gül-tekin’e bir de şu hususu söyledim: ihtilâl gününü kestiğim zaman. Kimseye (Vazifeliler hariç) söylemiyeceğim, bazıları da duyduktan sonra (Napolyon’un top sesine gel) tabiye-sı gibi sen de Harb Okulu karargâh olacağı için oraya gelirsin dedim. Bana gücendi. «Eğer benden saklar, böyle bir emrivaki ile karşılaşırsam dünyada gelmem bir daha da yüzüne bakmam, bana itimadın yok mu? dedim. Bu hassas düşüncesini bildiğim için bir gün evvel bildirmeyi uygun görmüştüm, onun için evine gittim, Emin Arat bey daha sakin dinledi, o biraz ihtiyatlı ve çekingendi, hayırlı olsun dediler, onun üzerine radyoda okunacak ilk tebliğe ait hazırlanan bir daktilo sayfalık bir müsvedde uzattım, artık albayım siz bunu doktrinimiz esas olmak üzere retuş eder, düzeltir, güzel bir hale sokar yarın öyleye kadar bana getirirsiniz dedim. Altına konacak imza içinde, Osman Deniz’in imza teklifini hatırlatarak karar vermelerini onlara bıraktım. Şimdiye kadar yaptığım işleri kimseden saklamadım, hele Galip bey’e, Emin Bey’e herşeyi günü gününe bildirdim, işimin olduğunu söyliyerek, yarın akşam Alb. Orhan Alpakm-ı da alarak karargâh olan Harb Okulu’na gelin dedim. Ayrıldık.

Gece saat 21.00 de Yb. Pakoba ile İzzet Köz’ün evine gittik. Çünkü izzet o gün Çorum’a gidip, Merzifon’dan gelecek filo kumandanı ile görüşecekti. Gitmiş görüşmüştü, fakat pek ümitli gözükmüyordu. 25 Uçak Ankara’ya getirecek durum yok. Bazı pilotlar Diyarbakır’a tatbikat için gitmiş, fakat ne bulursa gelecek, dedi. Ayrıca Mürted Üs K. Kur. Alb. Kâzım Kalafat ile de Cemal Özdemir görüştü. Orayı da elde ettik, kati neticeyi yarın öğleye kadar alacağız, ben size bildiririm dedi. Bende yarm saat 14 te Yb. Pakoba senin yazıhanene gelir ,sen ona son haberleri bildirirsin dedim. Ben harekâta yarbay Pakoba’nm evinden çıkarak gideceğim. Hv. Bnb. Cemal Özdemir saat tam 23 te yarın gece orada olsun dedim. Pakoba’nm ev adresini verdim. Pekiyi dedi, ayrıldık ,eve geldim. Gayet sakin heyecansız bir gece geçirdim. Çünkü her şey o ana kadar normal gitmişti hiç bir şey dışarıya sızmamıştı.

20 Mayıs 1963 Pazartesi :

Saat 10.00 da Emin Arat bana gelecek, radyo tebliğini j getirecekti. Ondan evvel Yb. Rıfkı Ertem geldi. 22â P.A. için İ hazır haberini verdi. Tank Üstğ. Ilhan Baş geldi, hazır habe-Irini verdi, onları yatak odasına sakladım. Emin Arat bey zgeldi, tebliği kendi el yazısı ile hazırlamış olarak bana verdi, . imza yerine de benimde imzam konmuştu. Demek Galip Gültekin ile görüşüp en nihayet bu şekle karar vermişler de-dim. Okudum, çok güzel olmuş hayırlı olur inşallah dedim.

; Kendisi hiç durmadı gitti, ben hemen yatak odasına geçtim. Yb. Rıfkı daktiloda üç suret olarak temize çekti. Ilhan Baş’ta

• orada idi. 2 Nolu tebliği de ben yazdım, hepsi hazırdı. Alb. Emin Arat’ın el yazısı ile olanı hâtıra olarak sakladım.

·        20 Mayıs 1963 günü öğleden sonra Turgut Alpagut bana

uğramıştı. Bahtiyar Yalta, Bnb. Osman Üçok, Kadri Çıtak ve Mustafa Ok’a bildirdiğini söyledi. Ben Mustafa Ok’a söy-; lenmemesini istediğim için neden ona bildirdin diye, üzüntü-; mü bildirdim. Sen karışma idare fet ,ben onların hepsini akşama getireceğim dedi. Peki sen bilirsin, mes’uliyet sana ait Turgut.» dedim.

O gün Yb. Rıfkı Ertem ve M. Pakoba’ya şu şahısları çağırmalarını söyledim. Yarbay Hakkı Sümer, Alb. Tevfik Ünlüer, Alb. Yaşar Başaran, hepsi öğleden evvel geldiler.

a. Hakkı Sümer’e şu talimatı verdim: İhtilâl tarih ve saatini söyledim. Ünüformanı giyerek yarbay Saffet’le beraber Harb Okulu’na geleceksin. Harb Okulunda vazifen eskisi gibi bağlı birlikler kumandanlığıdır. Bir de Ord. Bşk. Muhafız Tb. K. Yz. Tacettini haberdar edeceksin, o da harekât plânındaki vazifesine göre hareket edecek dedim. Peki dedi gitti. Mert ve erkek bir, asker olarak gece Harb Okuluna gelmişti. Kahramanca sabaha kadar yanımda kaldı ve vazife gördü. Sabahleyin de birlikte okulu terkettik, mahkeme safhasında yalnız manen çökmüş vaziyette idi ,o geceki fiili durumlarını her sanık gibi sakladı.

b. Alb. Tevfik Ünlüer : Aynı şekilde gün ve saati söyledim. 28 Tüm. Top K. Yzb. Metin Pakel’e durumu bildireceksin. Evvelce yapılan plâna göre Top K. lığı hareket edecek kendisini gördüğümü saat 18.00 e kadar bana bildireceksin dedim.

İkincisi. P. Alb. Cahit Akson’u alıp gece saat 23.00 te 28 Tüm. Kh. civarına gideceksin, harekât başlar başlamaz irtibat subayları Kh. olan Harb Okuluna gelecekler.

O da bana peki dedi gitti. Saat 18.00 de de 28 Tüm. Topçularının hazır olduğunu haberi ulaştırıldığını bana eve gelip bildirdi. Ayrıca da gece saat 21.00 de Pakoba’ya randevu yermiş, Pakoba’da Akay Pastahanesi önüne gidip Tevfik bey. ile Cahit bey’i buldu, topçuların hazır haberi de ikinci defa bana Pakoba kanalı ile geldi. Vazifesini noksanda olsa yaptı.                                                                                 •

C. Piyade Alb. Yaşar Başaran. Ona da gün ve saati bildirdim ve şu talimatı verdim.

·        1.  Em. Sv. Yb. Şükrü İnancı yanma alacaksın inzibat trafik kıta kumandanı piyade Bnb. Necmi Acar ve Jandarmanın vazifesini uygulayacak olan Bnb. Kemal Kahyaoğlu ile beraber sizin evde veya bir yerde yemeğe gideceksiniz. Saat 23.00 e kadar bu iki arkadaşa birşey söylemiyeceksiniz. Saat 23.00 te durumu bildirip kıtalarına alarm çektirmeğe götüreceksiniz. İhanet ederlerse zor - kullanacaksınız Yaşar dedim. (Sanki aklıma gelmiş gibi) «Merak etme» dedi.

·        2.  İkincisi de radyoda okunacak deklarasyon yazılıp ben evde olmasam da zarf içinde eve bırakırım, uğrar alırsın. J. Bnb. Necmi Acar alarmı müteakkip (6) dakikada radyo evine gidebilecekti. (Plan öyle idi). Hemen radyo evine girer okutursunuz dedim. Aynı deklarasyon tank Tb. da var, bakalım yarış edin kim okuyacak diye de şaka ettim. Peki dedi gitti. Öğleden sonra deklarasyonu da gelip evden almıştı

·        3. Üçüncüsü de radyoda anons okunduktan sonra iki trafik Jeepi ile gelip Küçük Esat’ta Pakoba ’nm evinden beni alıp Harbiye’ye emniyet ile çıkaracaktı, öyle plânlamıştık.

Bu hususu izah etmek1 icab ediyor. Çünkü ben o gece elimde olmayan sebeblerden dolayı tam zamanında Harbiye-ye çıkamadım. (Harbiye’ye saat 00.50 de gelebilmiştim.) Bu yüzden hakkımda bilhassa Turgut Alpagut ve onun gibi muğber olan arkadaşlar tarafından beni küçültmek için şu Şekilde haberler yayıyorlardı.

·        1.  Ben harekâtı evden idare' etmişim.

·        2. Harbiye’yi zamanında çıkaracak adam evden en sonra mı gelirmiş?

·        3.  Her iş olup bittikten sonra saltanatla şatafatlı bir kahraman olarak Harbiyeye gelmek istiyormuşum.

·        4. Zamanında Harbiye’ye çıkmaktan korkıhuşum. Tehlikeli yere arkadaşlarımı sürmüşüm.                 ,

Bunları hep hapishane koğuş ve koridorlarında bazı arkadaşlarım yayarak dedikodu yapmaya başladılar.

Hattâ bunlara Cevat Kırca bile inandı. Hapishanede bulunan siyasî rakipler. 14 1er, 11 1er, Dündar, Necati İkilisi ve aşağılık komplekslerine düşmüş yakın arkadaşlarım da maalesef bu kampanyada yer aldılar.

İşin esası şudur:

31. Mart 1863 ihtilâl teşebbüsünde plân benim için şöyle idi. Ben o gece Harb Okuluna girecektim. Arkadaşların ekibi ise Fethi Gürcan’la beraber Zırhlı Birlikler Okuluna girecekti.

31. Mart geçtikten sonra. Alb. Galip Gültekin, Yb. Rıfkı Ertem, Bnb. Fethi Gürcan, hakkımda şöyle düşünmüşler:

Yb. M. Pakoba: «Albayım siz lidersiniz, birinci hatta gitmenize lüzum yok, her şey olabilir vurulabilirsiniz, siz bize lâzımsınız. Onun için bu sefer siz bir evde bulunun biz gider kıtaları çıkarır sonra gelip sizi oradan emniyete alırız.» dediler. İşte bu arkadaşların samimi beni koruma teklifleri ne uyarak 21 Mayıs 963 harekâtında Pakoba’nın evinde beklemeyi uygun gördüm. Yoksa korktuğumdan, yahut saltanatla gelmeyi düşündüğümden değil. Pakoba’lara gideceğimi bu dedikoduyu körükleyen Turgut Alpagut’ta çok iyi biliyordu. Neden o gece son defa saat 20.00 de helâlleşip ayrılırken böyle bir arzum var ise bana bildirmedi. Eğer çıksaydım, onlar gibi de korulukta Harbiye çıkıncaya kadar beklemezdim. Ama ne yapayımki her hareketimde samimi idim. Arkadaşların tekliflerini de kabul edişim hatâ imiş. Bunu şimdi anladım.

Trafik kıta'komutanı ihanet edip gelmeyince tabi Yaşar Başaran’da gelip beni zamanında alamadı.

Yaşar Başaran o gece benim verdiğim talimatı Necmi Acar’a tatbik etmemiş saat 21.00 de deklerasyonu ona teslim edip 23,30 da radyoevi önünde gelmesini beklemiş. O da ne yapsın? Necmi’ye çok itimat etmişti. Yaşar Başaran o gece büyük bir cesaretle çok büyük işler gördü. Çok sadık olarak sabaha kadar çalıştı, öğleden sonra Yb. Pakoba, İzzet Köz’e uğrayıp haber getirecekti onu sabırsızlıkla bekliyordum. Nihayet geldi. Hava kuvvetleri hazır albayım dedi. Şimdi oradan geliyorum. İzzet Köz şifreli olarak bir yerle görüştü ve tamam dedi. O sırada Hv. Bnb. Necdet Öz ile Hv. Bnb. Cemal Özdemir, Mürted üssünden geldiler, oradaki Üs. K. Kur. Alb. Kâzım Kalafat ile anlaştık bu gece Mürted üssünden 4 adet uçak, bir üsteğmen kumandasında hareket edecek dediler dedi. Hv. Bnb. Cemal Özdemir’i alıp otomobille Pakoba Küçük Esat’taki evini gösterdiğini bana bildirdi. Bende kendisine akşam saat 20,00 den sonra ailem ile birlikte yemeğe geleceğimi bildirdim. Gitti.

Artık her şey normaldi, iş saatlere kalmıştı. Şüpheyi dâ-vet etemek için normal hayatımda hiç bir değişiklik yapmadım. Sokağa çıktım. Kızılay’da dolaştım, 22 Şübatçılarm çay bahçesi olarak bilinen Zafer Anıdı karşısındaki (Zafer Çay Bahçesine) gittim, orada Sv. Yb. Şükrü înanç geldi. Ona da durumu bildirdim. Yaşar Başaran, Tevfik Ünlüer, Rıfkı Ertem, M. Pakoba hep orada idik.

Daha önce evden ayrılmadan en son olarak Em. Yzb. Ümit Yavuz ile görüştüm. (Karımın amcasının oğlu idi. 22 Şubatta Harb Okulunda 7 Blk. K. idi Onun için en kiritik vazifeyi de ona vermiştim. Harb Okulu Bindirilmiş Bl. K. idi). Geceki vazifesini bir daha anlattı. Tk. K. olan Top Üsteğ. Arif Hikmet Çelik, Üsteğ. Ayhan Ocal’ı da al gel dedim. Bana aynen şöyle söz vermişti. «Albayım hiç merak etme. Hiç kimse gelmezse ben geleceğim. Dikmen’deki evden çıkıp tam saatinde gelirim, dedi ve gitti.» Fakat ihanet etti. Ne o ne de Üsteğ. Arif Hikmet Çelik o gece vazifelerine gelmediler. Yalnız Üsteğ. Ayhan Öcal geldi.

Eve geldik. Rıfkı Ertem ile helâllaşıp, kucaklaşıp ayrıldık. Ben karımı, kızımı alıp, damadım tank teğmeni Atillâ Altugan da dahil saat 20,30 da Pakoba’larda olduk. Neşe ile oturduk sanki bir şey yokmuş gibi, yemeğimizi yedik.

Damadım Teğ. Atillâ Altugan saat 10.45 te helallaşıp Tank Okuluna gitti. Radyoevine gidecek ilk tankta vazifeli idi.

Saat tam 23.00 te kapı çalındı, Hv. Bnb. Cemal Özdemir geldi. Oturduk, Hava Kuvvetlerinin son durumunu bildirdi. Bütün Üsler hazır dedi. Eskişehir Üssünde Hv. Kur. Alb. Hulusi Kaymaklı, Balıkesir Üs Kumandanı Tuğg. Emin Alp-kaya ve Hv. Alb. Lütfü Güngör, Mürted Üs. K. Kur. Alb. Kâzım Kalafat ile görüştüm.. 4 Uçak üstte bekliyor, her şey hazır dedi. Saat 23.00 oldu, artık tehlike kalmadı dedim. Bu ana kadar hükümet haber almadığına göre harekât başladı dedim.

Heyecan ile beni almaya geleceklerini bekliyordum. Saat 23.55 olmuştu, kapı çalındı. Em. Sv. Yb., Şükrü İnanç geldi. Beni Alb. Yaşar Başaran gönderdi. Tanklar gelmez ise Trafik Kıta K. ben gelmem diyormuş dedi. Ben de «Şükrü merak etme tanklar muhakkak gelecekler, git şöyle gelsinler» dedim, hemen gitti. O gider gitmez. Radyo sustu bir Almanca neşriyat başladı o da kesildi, radyo vınlamaya başladı. Arkasından Dikkat Dikkat diye Üsteğ. İlhan Başın sesi yükseldi. İlk tebliği okumaya başladı:

«DİKKAT DİKKAT :

Şimdi Türk Silâhlı Kuvvetleri İhtilâl Genel Karargâhının bildirisini dinleyeceksiniz:

BÜYÜK TÜRK MÎLLETİNE:

·        1.  Gayesi Ve vazifesi milletimizin kurtarıcısı ve Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Atatürk’ün ilkeleri ile çizdiği yolda yürümek ve milletimizi çağdaş uygarlık seviyesine ulaştırarak rafah, huzur ve güvenlik içinde yaşatma olan Büyük Millet Meclisi ve onun hükümetleri, mevcut Anayasa ve kanunları hiçe sayarak partizan bir zihniyetle hareket etmeleri neticesinde ekonomik, sosyal ve politika hayatımızı tamamen felce uğratmışlar, millet ve devletimizin bekasını tehlikeye düşürmüşlerdir.

Durumu çok yakından ve hassasiyetle izleyen Türk Si-lâhhlı Kuvvetleri bu şartlar altında Büyük Milletimizin isteklerine uygun olarak ve bunu millî vazifesi bilerek idareye el koymak zorunda kalmıştır.

·        2.  Türk Silâhlı Kuvvetleri tamamen Atatürk ilkelerine bağlı olarak Milletimizin muhtaç olduğu kuvvetli, istikrarlı, devrimci ve demokratik Cumhuriyet idaresini kuracak ve muhalefeti amacına ulaştıracaktır.

Bu amaç Türk Milletini refahı ,huzuru hızla çağdaş uygarlık seviyesine yükselmesi, eşitlik, bütünlük, birlik ve güven içinde millî şeref ve haysiyetle bütün hürriyetlerine sahip olarak barış içinde yaşamasıdır.

·        3. Bu maksatla, MİLLET MECLİSİ VE CUMHURİYET SENATOSU fesh edilmiştir. BÜTÜN SİYASI PARTİLER İLE SİYASİ PARTİLERE BAĞLI VEYA SİYASİ MAHİYETTE OLAN BÜTÜN DERNEKLER KAPATILMIŞ VE HER TÜRLÜ SİYASİ FAALİYET MEN EDİLMİŞTİR.

·        4.  Türkiye Cumhuriyeti sınırlan içinde vatandaşlarımızın ve yabancılann mal ve can emniyetleri ile hak ve hürriyetleri mevcut kanunlarımız dahilinde Türk Silâhlı Kuvvetleri ile Emniyet Kuvvetlerinin teminatı altındadır.

·        5. Birleşmiş Milletler Anayasasına tamamen riayetle mevcut anlaşma ve dayanışmalarımıza sadık kalınacaktır. İdare makanizması, âmirleri ve emniyet teşkilâtı mensupları normal vazifelerine devam edecekler, Silâhlı Kuvvetler ve Emniyet teşkilâtı mensupları idare amirlerine her türlü yardımı yapacaklardır.

·        6.  Büyük Türk Milleti, hiçbir şahıs, zümre ve parti adına hareket etmeyen yalnız milletine karşı borçlu olduğu vazifesini yapan senin Silâhlı Kuvvetlerinin zaman zaman yayınlayacağı bildirileri tam bir vakar huzur ve güvenlik içinde bekle, halaskar fedailerin yalnız ve daima senin emrinde ve hizmetindedirler.

TÜRK SİLÂHLI KUVVETLERİ

İHTİLÂL GENEL KARAGÂHI ADINA

TALÂT AYDEMİR

Hv. Bnb. Cemal Özdemir hemen boynuma atladı sarıldık tebrik etti. Eşim, çocuklarım, Pakoba ve ailesi sevinç içinde idik. Arkadan Harb Okulu Marşı çalmaya başlayınca ben şöyle dedim: «Bu günü gördüm, artık ölsem de gam yemem» hemen Pakoba ile Cemal Özdemir’i Harb Okuluna gönderdim. Ben de plân gereğince Yaşar Başaran’m beni gelip almasını bekliyordum. Derken biraz sonra bir jeep geldi içinden iki Harbiyeli ve Yb. M. Pakoba indi. Harbiye^-İllerin biri Erol Ege, diğeri Zihni Çetiner idi. Hemen evdekiler ile helâllaşıp Harbiyeye hareket ettik, yolda Meclis önünde bir tank gördüm, Teğ. Savaş Kilimci bizi durdurdu. Parola sordu. Beni görünce arabayı serbest bıraktı.

Harbiyeye döndük, yokuştan aşağıya Bl. 1er muntazam iniyorlardı, arabadan indim onları selâmladım, hayırlı vazifeler temenni ettim. Hepsi neşe içinde idi. Galip Gültekin beni karşıladı, tekrar arabaya bindik Nizamiyeye on metre kala indim.

Fakat Harb Okuluna çıktığım zaman ne göreyim, Cahit Aksoy ile Tevfik Ünlüer orada değiller mi? Vazife başına gitmemişler, etrafımda vazife ver deyip dolaşıyorlar', herkes kendisini Harp Okuluna atarak garantiye almak istemiş. Tevfik Ünlüer sabaha kadar yanımda kaldı. Arada sırada verdiğim vazifeleri noksan da olsa yaptı.

Beni ilk karşılayan Turgut Alpagut, Bahtiyar Yalta oldu. Hv. Alb. Turhan Çağlar’da boynuma sarıldı öptü ve o anda kayboldu. Mektebin Önü karma karışıktı .Turgut beye iç ve dış emniyet aldın mı dedim. O anda okul' nöbetçi âmiri top Yb. Behsat Tanrı yanıma getirdi elini sıktım. Yarbayım ihtilâl başlamıştır. Vereceğim emirlere harfiyen riayet edilecektir dedim. Okulun bütün nöbetçi heyeti nizamiye önünde idi. Çoğu öğretmen subaylardı, Okul NÖ. Sb. Nö. Amiri A. Nö. Yzb. o anda hiç bir mukavemet göstermediler. Nöbetçi subayı odasına çıktım. Genç öğretmenlere vazife verilmesin bir odada istirahat etsinler dedim. Kendim sağdaki koridordaki Kh. K. nın odasına gittim, yanımda muhafız talebeler, Pakoba, Hakkı Sümer, Galip Gültekin, Selçuk Okyay, Tevfik Ünlüer, vardı. O sırada radyo el değiştirdi. 28 Tüm Kur. Bş. Yb. Ali Elverdi konuşuyor dediler, radyoyu kapattım. Bizimkiler • şimdi alırlar dedim.

Talât Aydemir'in anıları arasında bulunmayan Ali El-verdi'nin konuşması sonradan alınarak bu bölüme eklenmiştir.

Elverdi'nin irticalen yaptığı konuşma Mamak Mahkemesi gerekçeli kararında şu şekilde yer almaktadır:

«Muhterem Türk Milleti :

Burası Ankara Garnizon Komutanlığı, ben 28. Tümenin Garnizon Kurmay Başkanıyım. Yarbay Ali Elverdi. Tekrar ilân ediyorum, bundan evvel yapılan iş yanlıştı, şimdi düzelttik. Radyoevi tekrar muhafaza altına alındı. Ankara sükûnet ve selâmete kavuşturuldu. Bundan evvel yapılan üç-buçuk tane çapulcunun sergüzeştçe hareketi idi. Bu harekete bu anda son verilmiştir.

Birlikler size hitap ediyor : Türk Ordusu herkes kışlalarına dönsün, herkes ikinci emri beklesin. Türkiye Cumhuriyeti şerefli ordusu kara, hava, deniz, ve jandarma Komutanlığı bütün Türk Milletine hitap ediyorum. Ordumuza hitab ediyorum. Herkes kışlalarına çekilsin. Ve istirahatine geçsin. Bundan önce yapılmış olan harekât sergüzeştlerin hareketinden başka birşey değildir. Türk şerefli ordusunun şerefli subay ve mensupları derhal yataklarından kalkmış silâhına sarılmış yapılan bu sergüzeştçe harekete son vermiştir. Türk Ordusu Demokrasinin aşığıdır. Millî irade ordu ve millete husule gelen bizim hepimize gelen evlâdımızdır. Biz Millî İradenin bekçisiyiz. Sonuna kadar kanımızı ve canımızı vermeye hazırız.

Muhterem Türk Milleti :

Tekrar ediyorum, bundan önce yapılan harekât yanlış bir harekettir. Son verilmiştir. Bu hareket onların skandali ile netice bulmuştur. Türk Ordusu duruma hâkimdir. Türk Ordusu derhal kışlalarına dönecek emir bekliyecektir. Yayma arada devam edilecektir.

(Marşlardan sonra) :

Muhterem Türk Milleti size Silâhlı Kuvvetlerin sesini duyuruyorum, Silâhlı Kuvvetler tamamen duruma hâkimdir. Türk Silâhlı Kuvvetleri Hükümetin emrindedir. Bundan önce yapılan anonslar ve yayınlar bir kaç çapulcunun marifetiydi, buna son verilmiştir. Şimdi Silâhlı Kuvvetler bunları toplamakla meşguldür. Türk Silâhlı Kuvvetleri vazifesinin başındadır. Hükümetin emrindedir. Hükümetin icraatına son verilmemiştir. Bundan Önceki yayınlar tamamen yalan ve yanlıştır. Hiç bir kimse tevkif edilmemiştir. Hiç bir Hükümet mensubu toplanmamıştır. Bu harekete hiç bir ordu mensubu katılmamıştır. Türk Ordusu hükümetinin emrinde olarak bu yapılan isyan bereketini, silâh çekme hareketini bastırmış ve iş başına gelmiştir. Bit çok rivâyetler olabilir, bunların hepsi yalandır. Kan dökülmemiştir. Harekâti yapanlar 3.5 çapulcudan ibarettir. Onların da harekâtme son verilmiş ve Türk Silâhlı Kuvvetleri duruma hâkim olmuştur. Hükümet iş başındadır. Türk Silâhlı Kuvvetleri Kara, Deniz, Hava ve Jandarma kuvvetleri emniyet mensupları hükümetin emrinde ve emir beklemek üzere vazife başındadır. (Marşlardan sonra) :

Muhterem Türk Milleti bundan bir buçuk saat evvel Radyoevini bir sergüzeşt ve çapulcular istilâ etmişler ve size yalan neşriyatta bulunmuşlar idi. Türk Silâhlı Kuvvetleri bunları toplamış ve duruma hâkimdir. Endişe edilecek hiç bir mevzuu ortada yoktur. Bu çapulcular tamamen toplanmıştır. Yalanlara rivâyetlere inanmayınız, bunlara Türk Silâhlı Kuvvetleri tamamen duruma hâkim olup, hükümetinin emrindedir. Türk Silâhlı Kuvvetleri vazife başındadır. Muhterem Türk Milleti bundan sonraki yayınlan yalnız uzun dalga üzerinden neşredeceğiz, kısa dalgaya son veriyoruz.

(Marşlardan sonra) :

Muhterem Türk Milleti :

Bundan iki saat önce bazı sergüzeşçiler Radyoevine taarruz ederek istilâ etmişler ve yanlış beyan ve yayınlarda bulunmuşlardır. Bunlar Türk Silâhlı Kuvvetleri tarafından tamamen, toplanmış ve cezası verilmek üzere adalete teslim edilmiştir. Türk Silâhlı Kuvvetleri hükümetinin emrindedir. Hükümet tamamen iş başındadır. Türk Silâhlı Kuvvetleri Millî iradenin bekçisidir. Demokrasinin aşığıdır. Bu yoldan asla hiç bir silâhlı kuvvet mensubu ayrılmamıştır ve ayrılmayacaktır. Türk Silâhlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı-nın emrini bildiriyorum.

Herkes kıt’asmın başında emir beklesin, herkes kıt'asının başında, emir beklesin, herhangi bir fevri harekete tevessül edilmesin; Türk Silâhlı Kuvvetleri duruma tamamen hâkimdir. Yalan neşriyat veya dedikodulara inanılmasın. Hiç kimse tevkif edilmemiştir. Hiç bir kan dökülmemiştir. Silâhlı Kuvvetler tamamen duruma hâkimdir. Durum normale avdet etmiştir. Hükümet iş başındadır. Biraz sonra hükümet başkanı, Devlet Reisi, ve Genelkürmay Başkanının seslerini duyacaksınız.

(Marşlardan sonra) :

Muhterem Türk Milleti :

Burası Ankara radyosu, Türk Silâhlı Kuvvetleri duruma tamamen hâkimdir. Yapılan harekât üç beş çapulcunun harekâtından başka bir şey değildir. Bu harekât tamamen bastırılmıştır. Türk Silâhlı Kuvvetleri bütün subaylar birliğinin başında bulunsun, Ankara Garnizon Komutanlığı birlikleri, Ankara Garnizon Komutanlığı birlikleri, Emassa plânı uygulansın, Emassa plânı uygulansın. Ankara Garnizon birlikleri Emassa plânı uygulansın. Ben Garnizon Kurmay Başkanı Yb. ATİ ELVERDİ, Emassa Plânı uygulansın, Ankara tamamen emniyettedir. Türk Silâhlı Kuvvetleri vazifesinin başındadır. Hükümetinin emrindedir. Başbakan vazifesi başındadır. Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları vazifesinin başındadırlar. Hükümet tamamen duruma hâkimdir. Endişe edilecek hiç bir husus yoktur. (Marşlardan sonra) :

Muhterem Türk Milleti :

Bundan önce yapılan, iki saat önce yapılan bütün yayınlar yalan neşriyattan ibarettir. Türk Silâhlı Kuvvetleri duruma hâkimdir. Ankara’da endişeye mucip bir şey yoktur. Hükümet vazifesi başındadır. Başbakan vazifesi başındadır. Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanlığı hepsi vazifeleri başındadır. Türk Silâhlı Kuvvetleri duruma hâkimdir. Türk Ordusu Milletinin ve Hükümetinin emrindedir. Türk Milleti Millî iradenin bekçisidir. Türk Milleti demokrasinin aşığıdır. Türk Ordusu demokrasinin aşığıdır. Millî iradeye, kimseye el sürdürmiyecektir; Türk Silâhlı Kuvvetleri.

(Marşlardan sonra) :

Muhterem Türk Milleti :

Türk Silâhlı Kuvvetleri duruma hâkimdir. Bundan önce yapılan harekât ve yayınlar yanlıştır, yalandır. Türk Silâh-, lı Kuvvetleri hükümetinin emrindedir. Hükümet iş başındadır. Türk Silâhlı Kuvvetleri hükümetinin'emrindedir. Bundan önce yapılan neşriyat yalan ve yanlıştır. Bütün garnizon birlikleri. Ankara garnizon birlikleri, Genelkurmay Başkanının emrini tekrar ediyorum. Emassa plânı uygulanacak. Emassa plânı uygulanacak... Türk Silâhlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanının emri bütün birlik Komutanları, birliğinin başında emir beklesinler. Ve Emassa plânını uygulasınlar. Genelkurmay Başkanı vazifesinin başındadır. Başbakan ve Hükümet Erkânı vazifesinin başındadırlar. Hükümet duruma tamamen hâkimdir.

Karşımızda hiç bir kuvvet yoktu. Ama nasıl olduğunu anlıyamamıştım,. Meğer Radyoevine ne trafik kıtası gelmiş rie de Harb Okulundan gönderilen bindirilmiş bölük gitmiş. Turgut Alpagut, Bahtiyar Yalta meydanda yok, hemen nizamiyede bindirilmiş olarak bekleyen Blk. aşağıya şevkettim. Üstğ. Erol Dinçer (Gecenin en kahraman subayı). BuSv. Ütğm. Erol .Dinger. gecenin en kahraman şuhaBl. ile gidip radyoevini tekrar zapetti. Ali Elverdi’yi tevkif edip getirdi. Radyo tekrar bizim anonsu vermeye başladı. 02.30 a kadar devam etti.

Erol Dinçer’in Radyoda İhtilâl Karargâhı adına okuduğu anons şöyleydi :                  i

Türk Silâhlı Kuvvetleri İhtilâl Genel Karargâhı iki numaralı tebliği :                                  -

·        1.  21 Mayıs 1963 günü 00 saatten sonra ihtilâl için verilen özel parolayı bilmeyen hiç bir vatandaş sokağa çıkmayacaktır.

·        2.  Aksi hareket eden kim olursa ateş edilecektir. İstanbul, Ankara vilâyetlerinde şu andan itibaren Örfi İdare ilân edilmiştir.

TÜRK SİLÂHLI KUVVETLERİ İHTİLÂL KARARGÂHI

Bu sefer Etimesut istasyonundan radyo irtibatını kestiler. Hükümet kuvvetleri diye Eitmesut’tan anonsa başladılar.

Genelkurmay Başkanı Sunay şu konuşmayı yaptı:

TÜRK SİLÂHLI KUVVETLERİ HÜKÜMETİN EMRİNDEDİR. KARA, DENİZ, HAVA VE JANDARMA KOMUTANLIKLARI HÜKÜMETİ DESTEKLEMEKTEDİR. TALÂT’IN 3-5 ADAMI HÜSRANA UĞRAYACAKTIR. MACERAPERESTLER MUVAFFAK OLAMIYACAKLARDIR. VE CEZALARINI GÖRECEKLERDİR. BUNLAR TOPLANMAKTADIRLAR.

ORGENERAL CEVDET SUNAY GENEL KURMAY BAŞKANI

Bu andan itibaren subaylarda kıta kumandanlarında bir çözülme başladı. Halbuki karşımızda hiç bir kıta yoktu. Subaylar tankları, bölükleri bırakıp kaçmasa idi, hiç bir şey olmayacaktı. Tek radyonun bukadar tesirli silâh olduğunu o zaman anladım. Mağlubiyetimizin tek sebebi radyodur.

Bu saatten itibaren şans artık döndü. İstânbuldan’da hiç bir haber alamadım. Orada da radyö el değiştirince ayağa kalkan birlikler hemen ters, dönmüşler, asayiş plânını uygulamaya başlamışlar. Harb Okulu’na bir çok generaller enterne edilerek getiriliyordu. Hepsine gayet iyi muamele ettim. Silâhlarını aldırmadım. Okulun gazinosunda istirahat ettirdim. Otobüslere doldurup aşağıya vazifelerine gönderiyordum. Bir hayli de her rütbeden subay geliyordu. Çoğu vazife istiyorlardı, güvenip veremedim. Tanımıyordum. Hele \ ikinci defa radyo bize geçince:

Harbiye’ye parolayı bilmiyerek getirildim diye gelen subay akını başladı. Bunlar iki taraflı hareket eden subaylardı. Yaşasın cinsinden. Saat 03.30 raddelerinde çok bunaldım. Bu sıralarda Cevdet Sünay’ın adına radyoda şu bildiri tekrarlanıyordu:

HAVADA UÇAN TÜRK HAVA KUVVETLERİ TAYYARELERİ HÜKÜMETİN VE GENELKURMAY BAŞKANLIĞININ EMRİNDE OLARAK HAVADA VAZİFE BEKLEMEKTEDİRLER. YOLUNU SAPITMIŞ BİR KISIM HARBİ-YELİLERİN VE YANLIŞ YOLDA OLAN AZINLIĞIN DERHAL KIŞLALARINA ÇEKİLMELERİNİ VE SİLÂHLARINI BIRAKMALARINI EMREDERİM. AKSİ TAKDİRDE BÜTÜN SİLÂHLI KUVVETLERLE BİRLİKTE YARIM SAATE KADAR HAVA KUVVETLERİ TAARRUZ EDECEKTİR.

CEVDET SUNAY ORGENERAL GENELKURMAY BAŞKANI

Biraz evvel 2^29 P. irtibat sb. Hâkim Gökalp Pusat geldi. 229 P. A. başta Rıfkı Ertem olmak üzere alay tam plâna göre hareket etmişti. Yb. Rıfkı Ertem o gece tam kendisini gösterdi. % 100 vazifesini yapan çok kahraman bir subaydı. Kendim Hv. Kuvvetleri Kh. kadar aşağıya indim. Çünkü Radyoevine giden Harbiyelilere ateş ediliyor diye bir haber gelmişti. Yb. Rıfkı Ertem’i istettim, ben de gidip müdahale etmekten bizzat oralarda döğüşmekten başka çâre kalmamıştı. Hiç bir yardımcı yoktu. Aslan gibi vazife gören Bnb. Fethi Gürcan, Üstğ. Erol Dincer, Yzb. Tevfik Saltoğlu, Yb. Rıfkı Ertem, Asb. Münip Tepeci ve harbiye talebelerinden başka kimseyi göremiyordum. Tam Hv. K. Kh. meclis arasındaki yol üzerinde Yb. Rıfkı Ertem ile konuşuyorduk. Rad-

yoevine gidecekti. Emir veriyordum, etrafımızda Harb Okulu talebeleri vardı. 30-40 kadar. Hv. Kv. Kh. da dolu gibi bize ateş başladı. Hemen talebeler tam siper yaptırdık, fakat. Rıfkı bey ile biz ayakta kaldık, kendimizi kaybetmiştik hele, ben vurulmayı çok arzu ediyordum. Fakat öldürmeyen Allah öldürmüyor, ayağımın ucuna yere çarpan mermileri çok gördüm. Mucize demekten başka elimden bir şey gelmiyor. O geceyi görmeyen inanamaz. Biraz: sonra ateş kesildi, okula döndük, işler pek iyi gitmiyordu. Sabah olmak üzere idi. Saat 05.30 oldu. Okiıla koşarak îzzet Köz ile Hv. Bnb. Necdet Öz’ün geldiğini gördüm, sevinçle işte albayım nihayet istediğin uçakları getirdik, şimdi Eskişehir Hv. Üssünden (4) adet F—100 uçağı hareket etti, geliyorlar, demeye kalmadı. Uçaklar geldi, nizamiyeye çıktım, dört uçakta Meclis binası üzerine Muhafız A. Köşke dalıyor. Hv. K. K. ve Genel Kh. dalıyorlardı. Epey uçuş yaptılar. îzzet Köz bana Hv. K. Kh. ateş altına bu uçaklarla aldırtacağını söyledi. Harbiyelileri Kh. civarından çekin dedi. Bende Fethi Gürcan’a haber gönderdim, hakikaten biraz sonra uçaklar Hv. K. Kh. ve Genel Kur. makinalı tüfekle tarıyorlardı. Hattâ bir uçakta roket atışı yaptı ama Hv. K. Kh. nın yanındaki araziye düştü, bir müddet sonra bu uçaklar gittiler. Her halde akar yakıtları bitti. Saat 06.00 da bu sefer iki adet F—86 uçağı geldi, bunlar Mürted’ten kalkmış hükümet kuvvetlerine aitti bunlarda Harb Okulunu makineli tüfek ile taramaya başladılar, o anda bir talebe şehid oldu. Epey ateş ettiler, artık vaziyet aleyhe dönmüştü. Baktım Al. Nö. A. Sabahattin Altınok geldi. «Harekâtı durduralım albayım» diyerek yalvarıyordu.

Biraz evvelde bu binbaşı beni tevkif etmek için tertibat almıştı. Bağlı birliklerden 30-40 kadar er toplamış, başında Sadık Yzb. ile Nizamiyeye doğru geliyorlardı, talebeler bana haber verdiler. Hemen iki tomsonlu muhafız ile dışarıya fırladım, gelen askerlere karşı yürüdüm, Yzb. geri dönüp kaçtı. Askerlerin başında bir assb. vardı. Çağırdım emir verdim, askerleri durdurdu. Tüfek çattırdım. Bâşına bir nöbetçi diktirdim ,erleri geldikleri yere gönderttim. Bunun esasını duruşma safhasında öğrendim. Kur. Bnb. Sebahattin Altınok ile Nö. Yzb. Nihat Şendoğan sabaha karşı bâzı tertiplere girdiklerini haber alınca tevkif etmiş bir odaya kapatmıştım. Oradan telefon ile Genelkurmay 2. Başkanı Memduh Tağ-maç ile S. Altınok görüşmüş beni tevkif için emir almış. O ' askerleri meğer Yzb. Ziya emir verip getirtmiş ama muvaffak olamadı. Bu Bnb. yı da mahkeme safhasında iyice \ tanıdım. Çok beceriksiz bir kurmay subay. Hakkında fazla bir şey yazmıyacağım.).

Saat 06.30 olmuştu. Teğmen Atilla Altugan geldi, albayım hükümet kuvvetlerine ait kuvvetler Harb Okulunu kuşatıyor, tanklar yokuştan çıkıyorlar, elli metre kaldı dedi. Baktım çâre kalmamıştı. Okulda kalıp teslim olmak istemiyordum, çarpışa çarpışa göğsümden vurularak ölmek istiyordum. Ni-zamiyeden çıktık, yanımda şu arkadaşlar vardı. Alb. Galip Gültekin, Yb. M. Pakoba ve Hakkı Sümer, Alb. Tevfik Ünlüer, Teğmen Atilla Altugan, Harbiyeli bir kaç arkadaş ve: muhafızım Erol Ege bizde okuldan aşağıya sol taraftaki koruluktan yürüyerek indik, sağımızda tanklar yol üzerinde,, solumuzda 229 P. Al. avcı zincirinde ateş ederek ilerliyorlardı. Bizi ne gören vardı, nede ateş eden, köprüye kadar indik, oradan sağ tarafa geçtik. Harbiyelilere terk etmeleri için, ısrar ettik, onlarda terketiler. Atilla’da Galip Gültekin’de gitti, Erol Ege beni terketmemek için yalvarıyordu, ona üzerimdeki bazı kâğıtları verdim yak dedim, yaktı. O da ayrıldı, geri kalan arkadaşlarla Teknik Üniversite kapısına yürüdük. Yanımızdan kıtalar geçiyordu, aldıran olmadı, geri, döndük. Dikmen’e doğru dere içinden yürüdük geldik. Dikmen’e çıkan yolun kenarında fundalıklar içinde oturduk. Bu Bu sefer sağımızda Muhafız Alayı koruyu tarıyor, ateş ederek Harbiye’ye doğru çıkıyordu. Solumuzdan dört metre kadar ötedeki yol kavşağında jeepler vızır vızır Dikmen’e doğru gidiyorlardı, havada helikopter, topçu uçakları uçuyor^ bizi arıyorlardı. Kimse bizi görmedi. Saat 08.00’e kadar orada oturduk, son durum muhakemesini yaptım.

«Olan oldu mağlup olduk. Mukadderattan başkası olmaz, gidip teslim olalım» dedim. Assubay Münip Tepeci bana yalvarıyordu, albayım dağa çıkalım. Ben sizi kaçırırım diyordu. Ben kabul etmedim. Yb. Hakkı Sümer Genelkurmaya teslim olalım diyordu, razı olmadım.

«Biz siviliz ancak sivillere emniyet (polis) karışır gidip ona teslim olalım» dedim. Kararı uygulamak için oradan geçen bir taksiyi yoldan çevirdik, hepimiz bindik. Doğru Hv. K. Kh. önünden Eminsu mahallesini geçtik, buraya iki askeri barikatı aşarak girdik. Kimse tanımadı. Yarbay hakkı Sümer’i eve bıraktık, oradan Maltepe camisi yoluna indik,, Alb. Tevfik Ünlüer ile Assb. Münip Tepeci’yi bıraktık, Pako-ba ile birlikte tam sekiz tane askeri kordonu aşarak çok dolambaçlı yollardan Küçük Esat’a Pakobalar’a geldik. Eve çıkınca, ailelerimiz bizi görünce şaşırdılar. Çünkü radyo durmadan 22 Şubatçılar, asiler, imha edildiler diye yalan haberler yayınlıyordu. Tabii bizi sağ görünce şaşırdılar, oturduk konuştuk. Çok yorgun idik, birer odaya çekilip uyuduk. Tam saat 12.00 olmuştu, polisler Pakoba’yı tevkif için eve gelmişlerdi. Ben de giyindim, odadan çıkanca polisler hem şaşır-

dılar, hem de «Talât ağabey sen burada mısın» diyerek sevindiler. Polislere şu şartı koştum; «Ben ancak size teslim olurum. Askerlere teslim olmam» dedim. Söz verdiler evden çıktık. Polis arabasına bindim, beni götüren polisler, çok iyi insanlardı, hayatımı kurtardılar.

Çünkü evin önünden hareket ettikten hemen sonra arkamızda beyazlı, sarılı bir hususî araba belirdi, içinde Merkez Kumandanı O. Çokdeğer ve birkaç tane subay ellerinde tomsonlar klakson çalarak bize durmamızı işaret ediyorlardı. En nihayet bizim arabanın önüne geçtiler, kendilerini takip etmemizi söylediler. Ben polislere sakın bizi onlara teslim etmeyin dedim. Arabalar hızla gidiyordu, Genelkurmay istikametine döndük, Jandarma Genel Komutanlığı önünden x geçtik, Merkez Kumandanının arabası Gelenkurmay’ın önüne giden yola girdi ben hemen polise ileri sür dedim, hızla uzaklaştık. Onlar kala kaldılar, arkamıza düştüler ama biz Çankaya Emniyet amirliği önüne geldiğimizde ancak yetişebildiler. İş işten geçmişti. Polisler ve ben arabadan atladık, buraya girdik. Doğru 1. Ş. Md. yanma çıkardılar. Merkez K. Orhan Çokdeğer geldi, beni zorla Genelkurmay’a götürmek istedi ama polisler vermediler. Bir de baktım Sv. Alb.

ı Reşit Çölok (M.D.O. cu )elinde tomson o da orada kahraman gibi dolaşıyordu, bu cins subaylardan nefret ediyordum. Bunlar zamanında yanımıza selâvat ile gelen insanlardı .Sokakta gorüncede selâmlamak için çırpmırlardı. Ama şimdi acaba bu hareketler ile göze girerek bir Avrupa ve Tahran’a gidebilecek miyim diye çırpınıyorlardı. Ekrem Acuner’in (M.D. 0) teşkilâtında çalışanlardan biride buydu...

Polisler usulen üzerimi aradılar ve diğer bir odaya aldılar. Orada kısaca bir ifade verdik biraz sonra odaya muhafız olarak dört tane polis geldi. İkisi resmî, ikisi sivil, sivil olanlardan bir tanesi genç partizan tipli bir kimse ve (CHP) li olduğu da konuşma ve yüzünden akıyor. Hareketin tasvip edilmediğini ,fena olduğunu söyleyerek aklınca beni tenkit ediyor, kızdırmak istiyordu. Haline gülüp soğukkanlı cevaplar veriyordum. Nihayet dayanamadı şu dört suali güya belli etmeden sordu:

·        1. Albayım harekâtın muvaffak olmadığını görünce kaçmayı veya ecnebi bir sefarete sığınmayı düşünmediniz mi?

— Hayır dedim, bir lider hiç bir zaman kaçmaz, sefaretlere girmekte bana yakışmaz, ben yaptığım işin ne olduğunu biliyorum. Milletime hesap vermeye razıyım, sonra hakikatler kayıp olurdu dedim.

·        2. İntihar etmeyi düşünmediniz mi?

— İntihar irade zafiyetidir. Bana yakışmaz, bunun içinde hiç bir sebep görmedim, dedim.

·        3.  Siz idam edileceksiniz, çoluk çocuğunuza, hele askeri okuldaki oğlunuza acımadınız mı?

«— Benim idam edilip edilmiyeceğim belli olmaz bu iş bildiğiniz kadar kolay bir iş değil, biz radyonun söylediği gibi 3-5 çapulcu değiliz, derinliği olan bir kuvvetiz, bu iş daha bitmedi, bizim intikamımızı alacak binlerce insan var, ben memleketin kurtuluşu için bir ideale inanarak hareket ettim. Bu uğurda çoluk çocuk düşünülmez, zaten onlarda benim yaradılışımdadırlar, hiç düşünmedim ve acımam da» dedim.

·        4. Peki kısmet olur kurtulur, çıkarsanız ne yaparsınız?

«— Derhal ilk fırsatta bir yenisini. Ve git seni buraya gönderenlere, raporunu yaz ver.» dedim. Umduğu cevapları, alamadığı için çok memnun olmadı, çünkü gazete bültenlerine hükümet benim ağzımdan nedamet haberlerini yayıp alay edemiyecekti.

Biraz sonra Genelkurmay’dan hâkimler geldiler, kalabalık bir odada ilk hazırlık ifademi aldılar. Kısa ve özlü olarak hiç bir şeyi saklamadan her şeyi açıkça söyledim, gece oldu. İlk konulduğum odada polis nezaretinde bekliyordum. İçeri bir kaç sivil polis girdi, yanlarında yarbay Pakoba’da vardı. İkimizi beraber aldılar «kusura bakma Albayım» diyerek bileklerimize kelepçe taktılar. Bunu Merkez Kumandanı Albay istedi dediler. O anda Ankara, İstanbul, İzmir’de Örfi idare ilân edildiğini duymuştuk. Dışarı çıktık, bizi götürüyorlardı. Koridorda Albay Emin Arat ile Albay Yaşar Başaran Sv. Yb. Şükrü İnanç ile Alb. Orhan Alpakm kelepçeli olarak bekliyorlardı, aşağıya indirildik. Merkez K. Orhan Çok-değer halimize bakarak zevkten gülüyordu, bir hapishane arabasına bindirildik, içerde Yb. Rıfkı Ertem Alb. Turgut Alpagut Bnb. Bahtiyar Yalta vardı. Mamaktaki askeri cezaevine gece yarısından sonra getirildik, 32 Nolu koğuşta ayrı ayrı hücrelere konularak kilitlendik. Uykusuz ve yorgunduk, hemen uyuduk. Sabah olunca koğuşta yanımdaki hücrede Üsteğmen Erol Dinçer yatıyormuş. Izdıraplar içindeydi. Çünkü onu 28 Tüm. Merasim Blk. K. Yzb. Erol Tunçok Ali Elverdi’nin emri ile askerlere cop ile dövdürmüş. Her tarafı çürük içinde idi. Bunu doyunca çok' fena üzüldüm, karşımızdaki insanların ne kadar hain olduğunu anladım. Bizi evden götüren polislerin'elinden eğer Merkez Kumandanı Alb. alıp Genelkurmay’a sokabilmiş olsaydı benim de sağ çıkmam imkân yoktu en azından Erol Dinçer’in durumuna sokarlardı. Çünkü subay subaya fırsat düşünce yukarı kademelere yaranmak için acımadan herşeyi yapıyordu. Bunu hapishane hayatında da gördük, fakat polisler bize çok iyi muamele ettiler, arada çok fark varmış.

Sabahleyin kalktıktan biraz sonra asker karavanası ile çorba geldi, hücreleri açmadan aralıktan köpeklere yemek verircesine yemek dağıtılıyordu, çünkü hapishane müdürü öyle emretmişti. Ali Elverdi’nin sınıf arkadaşı idi. P. Bnb. Nurettin Işıldar insanlıktan çok uzak gaddar, zalim, cahil bir gardiyan başıydı. İnsanlara eziyet etmekten adeta zevk duyar gibiydi. Biraz sonra Tüm. Kur. Bşk. Yz. Ali Elverdi 28. Tüm. bir Kur. Yb. ile beraber geldiler. Hâdisenin en büyük kahramanı olan bu zat teker teker hücrelerin önünden geçerek benim önüme geldi ve: «Gördünmü orduyu kim karıştırıyor-muş, senin kanını bu memlekete değil, Maskofya’ya gömeceğiz diye hitapta bulundu ve (tu) diye hücreye tükürdü.» Bende gayet sakin «O belli değil, daha dedim, benim elim kolum bağlı idi, hücrede kilitli idim, geceyi hatırladım, ayaklarıma kapanmış hayatını kurtarmam için yalvarmıştı. Ona yaptığım iyiliğin karşılığını işte insanlıktan yoksun olarak böyle adice Ödüyordu. Bir Türk subayının esir olan parmaklık gerisinde bulunan eski bir ordu subayına yapacağı muamele değildi bu. Ben tenezzül edip cevap vermedim fakat iş bundan sonra değişti ve lâyık olduğu muameleyi hak etti, benim yanımdaki hücrede P. Alb. Yaşar Başaran} vardı. Ona dönüp «Sen de bu adama inanarak peşinden gittin ha, saman kafalı.» deyince Yaşar Başaran fırladı senin kafan et dolu dedi, Elverdi Yaşar’a eşek dedi, «Yaşar’da Eşşek oğlu eşek, hayvan oğlu hayvan cevabını verdi.» Artık her hücreden küfürler yağıyordu.

Tutunamadı yanında bir Kur. Yb., daha vardı, ardına baka baka çıkıyordu. Yb. Pakoba, Ali Elverdi’ye «Gece albayın ayaklanma kapandığını, unuttunmu.» dedi. Koğuştan ağıza alınmadık küfürlerle yolcu edildi. Geldiğine, geleceğine pişman olmuştu. Elverdi’yi daha önceden de tanırım. Ben Harb Okulu Kumandanı iken, etrafımda pervane gibi dönerdi.

Hapishaneye girmeye selâhiyetide yoktu ama, Cezaevi | Müdürü P. Bnb. Nurettin sınıf arkadaşı idi, ona kendisini i gösterip, fiyaka yapmak istemişti, ama işler tersine dönmüş rezil olmuştu.

Hücrelerde bir ölü sessizliği vardı. Herkes kara kara t düşünüyordu, yanımda yakında yatan hücre arkadaşlarıma şunları söyledim : «Arkadaşlar artık iş bitmiştir. Bize hiç bir şey yapamazlar eğer dün gece hükümet kuvvetli, Ordu bütünlük taşısa ve hükümeti destekliyecek durumda olsa idi bizleri sabaha kadar kurulan bir ihtilâl mahkemesinde karara bağlar hepimizi sabahleyin kurşuna dizerlerdi. Artık bu tehlike geçmiştir. Bizleri Hukuk Mahkemelerine tevdi ettiklerine göre iş kolaylaşmıştı.» Bütün hücredeki arkadaşlara hitap ederek bundan sonraki tutumumuz hakkında ana fikrimi belirttim. Bütün mesuliyeti üzerime alıyorum, mahkemede ifadelerde hakikatlerden ayrılmayalım. Dâvayı kül olarak kurtarmaya bakalıpı, gaye: Ölüm cezasından herke-;           sin kurtulmasıdır. Hapis ne kadar verirlerse versinler kıymeti yoktur, zamanla telâfi edilir, siyasî mahkûmların hapiste yatma müddetleri belli değildir.

Herkes vicdanı ile hareket etsin ,ben bu yolda hareket  edeceğim, kimseye başka türlü bir şey söylemiyeceğim. Burası ne hapishanedir ne mahkemedir, herkes serbesttir deim.

Ben prensiplerimden şaşmadım, bundan sonra da şaşmam bir kaç gün sonra Türkeş, Özdağ, Baykal, Akkoyun’lu, Dündar Seyhan’nın arka taraftaki hücrelere getirildiğini duyduk. Onların bizimle hiç ilgileri yoktu. Bu harekâtın şerefi-| j de günahı da pür, 22 Şubatçılara aitti. Onlar gibi bir iş yapmadan böyle pisi pisine aynı şartlarla hapishaneye düşsey-î ,         dim çok üzülürdüm. Allah bizi onların vaziyetine sokmamıştı.

   24 Mayıs 963 günü savcı hâkim Bnb. Turgut Akan benip çağırdı, ifademi aldı, sorduklarını ve hâdiseleri olduğu gibi ’           anlattım, harekât için kimlere haber ve vazife verdiğimisöyledim. Ben o ifade de yalnız şu şahısları saydım:

«Bnb. Fethi Gürcan, Yb. Rıfkı Ertem, Alb. Yaşar Başaran, Yb. Hakkı Sümer, Alb. Turgut Alpagut, Alb. Tevfik Ünlüer, İstanbul’dan da Alb. Cevat Kırca ve Osman Deniz,


Hava Kurmay Bnb. İzzet Köz, Tevfik Saltoğlu, Ilhan Baş. Bunların yakalandığı malumdu. Sonradan çeşitli dedikodular yayıldı. Bir kısmı benim defterimde isimler varmış o yüzden yakalanıp bigünah olarak gelmişler ben gençleri ele ve-riyormuşum, neler neler.»

30 Mayıs 1963 günü evlerimizden ilk defa çamaşır ve elbiselerimizle diğer ihtiyaçlarımız geldi, ilk defa ailemiz ile irtibat kurmuş, onlarında hayatta olduklarını öğrenebilmiş-tik, ilk (günlerin tesiri altında ailelerimize de herşeyi yapabilirlerdi, çünkü bize karşı duranlar, büyük bir intikam hırsı ile hareket ediyorlardı.

·        1. Haziran 963 günü Cezaevi Müdürü Bnb. Nurettin Işıldar avukat tutmamız için istida ile müracaat etmemizi bildirdi. Koğuşta bir telâştır aldı, herkes ne yapacağını şaşırdı. Ortaya ne fikirler döküldü.

Ben avukat için istida vermiyeceğimi söyledim, sebebini yazarak Ütğ. Erol’a bildirdim. Hücre arkadaşım genç olmasına rağmen en olgun hareket eden bir subaydı. Kendisini severdim. Bunun sebebi şu dedim:

Deftere-yazdığımı okuttum :

·        1.  22 Şubat olayları dolayısıyla dâvamızı kabul etmiş avukatlarım vardır.

·        2.  Böyle bir hal karşısında gerek, avukatların gerekse sevdiğim arkadaşlarım imdadıma kendiliklerinden gelmiye-yecek iseler yenilerini de bulmak için hiç uğraşmam. Çünkü Cemiyetteki insanlara karşı itimadım kalmamıştır. Kendi gücümle yapacağım, savunmamın kıymeti daha büyüktür. İyi gün dostlarıma ihtiyacım yoktur.

·        3.  Hayatta insanlar şu üç prensibe dikkat etmelidir :

a — Birine itimat etmek, inanmak,

b — Sadakati elden bırakmamak ,vefakâr olmak,

c — Vazifesini fedakârca yapmalı, vicdanı ile hareket etmeli geçmiş günleri unutmamalıdır.

Bu satırları bana yazdıran bir haftalık hapishane hayatında dönen kulis faaliyetlerinden edindiğim his idi. Mahkeme safahatında yanılmadığımı anladım.

4/Haziran/1963 günü saat 12 de son tahkikatın açılması, hakkında savcının kararnamesi bizlere verildi. 7/Haziran/ 1963 günü de mahkeme huzuruna çıkarılacaktır.

Savcının iddianemesini okuyanlar, istenen cezaları görenler yavaş yavaş bozulmaya başladılar.

Mahkemede can ve ceza korkusundan herşey inkâr edilmeye başlandı. Mahkemede inkâr hukukî bakımdan şahısların cezalarının azalması için' normal karşılanabilirdi. Fakat hapishane koridor ve koğuşlarında hiç birşey söylenmemiş, plânlamada noksanlık varmış gibi hakikatleri saklıyarak yalanı insanın gözüne baka baka söyleyen şahıslar hakkında dedikodu yapan bizzat harekât plânım benden öğrenen arkadaşlara ne diyeyim bilmemki. Üzüldüğüm nokta bu. Tenkide ve suçluya gelince herkes aslan kesiliyor. Ama o gece vazifesini icra safhasında yapamıyanlar hiç vicdan azabı duymuyor mu? Ama zamanla yaralar soğuyacak,- acılar geçecek neticede mahkemeden ümit ettikleri gibi çıkmayacak. O zaman bu gibi dedikoducular acaba nasıl hareket edecekler merak ediyorum? 0 vakit te ihtilâlci olarak kahramanlıklarını kimbilir nasıl anlatacaklar. Taşıyanlar bunları hep görecekler. O zaman insanlardan daha çok nefret edecekler.

Hayat grafiği her devirde zayıf karakterli insanlar için iböyle inişli çıkışlı olmuştur. Normaldir.

Savcının hakkımızda hazırladığı «İddianame» şu şekildeydi :

GİRİŞ

27 Mayıs hareketi ,meşruiyetini kaybetmiş ve Türk Milletini Demokratik sisteme lâyık görmeyen bir zihniyete karşı milletin direnme hakkını, Türk Silâhlı Kuvvetlerinin aracılığı ile kullanılmasından doğmuştur. Demokrasi inancına samimî olarak bağlı Türk Silâhlı Kuvvetleri, hukuk dışı tutumu bertaraf ederek Demokratik bir rejime girdikten sonra onun tebcile lâyık hareketi bir takım unsurlar tarafından istismar edilmiş, ancak bu zihniyetin temsilcileri demokratik rejime inatla bağlı olanlar tarafından 13 Kasım 960 tarihinde akim bırakılmıştır.

15 Ekim seçimlerinden sonra, 27 Mayısta menfaatleri haleldar olan veya türlü tutumlarından dolayı hesap vermeye mecbur olan grubun haksız taarruzları Ordu içinde, kendi bünyeleri temiz ve vatansever inancı ile bağdaşamamış ve haksızlıklara göğüs germe devrini yaşamağa başlamıştır. Bir kısım siyasîler ve onların mürevviçleri orduyu yıpratmak, parçalamak ve siyasî emellerine âlet etmek istemişlerdir. Bunlardan 22 Şubat 1966 tarihinde patlak veren hâdisenin failleri, bunu silâhlı bir ayaklanma şeklinde yapmağa yeltenmişler, fakat Ordunun büyük kitlesinin azim ve iradesi karşısında emellerine muvaffakı olamamışlardır.

Bu kesin yenilgeden sonra millet iradesinin uyarıcı ve tedavi edici diye vasıflandırdığı af mahiyetindeki âtifeti dahi muhteris kimseleri gafletten ayırmamış, çok geçmeden intikamcı ve gerici unsurların da maksatlı tahrikleriyle orduyu ayırıcı faaliyetleri kesafet peydah etmiştir. Bu devrede diğer bazı ihtilâlci grupların da buna paralel bazı noktalarda birlesen faaliyetleri müşahede edilmiştir.

Üç ayrı kolda çalışan ve birbirleriyle birleşme gayreti içinde olan ihtilâlci grupların, Ordunun genç kuşaklarına nafiz olma teşebbüsleri olmuştur.

Anayasayı tağyir ve ilgaya ve bu kanunla müesses Meclis ve Senatoyu feshe müncer 20/21 Mayıs hareketi de bu gruplardan biri olan 22 Şubatçıların, diğerlerine tekaddüm etme yolundaki aceleci ümitlerinden doğmuş ve yine Ordunun sarsılmaz imanı karşısında bertaraf edilmiştir. Ancak Vatan ve . Millet sevgisinden yoksun kimseler (HARBlYELÎ ALDANMAZ) parolası altında 27 Mayısı yaratan Harbiyeliyi iğfal etmişler, suça teşvik ve iştirakini teminde beis görmemişlerdir.

Türk Silâhlı Kuvvetlerinin Demokrasiye kesin inancı ve mutlak disiplin anlayışı içersinde menşei nereden gelirse gelsin parçalayıcı ,gerici, sinsi faaliyetlerin tam karşısında bulunması sebebiyle gafil teşebbüslerin Ordu içinde makes bulmasına hiçbir zaman imkân olmıyacaktır. Ordu, Vatanın yükselmesi, iç ve dış emniyetin korunması için Anayasaya bağlılığını ve onun kurduğu nizamın yaşatılmasına kararlı olduğunu mükerreren isbat etmiştir.

OLAYIN MAHİYETİ

VE TARİHÇESİ

Yukarıda belirtildiği veçhile menşeini 27 Mayıs sonrası münfesih bir idarenin mütebaki unsurlarının hukuk dışı tutumundan alan ve Ordu içinde asla makes bulmayan ihtilâlci grupların, şahsî ihtiras peşinde koşan kimseleri lider kabul etmesi calibi dikkattir. Demokratik rejimin işleyişini memleket için çıkmaz bir yol kabul eden ve bu bahane ile şahsî emellerini ortaya koyan muhteris kimselerin aslında Anayasa ve Devlet nizamına karşı bulundukları aşikârdır. Yolları ve varılmak istenen dikta rejimi arzuları müşterek olmakla beraber, prensipler ve tatbikat bakımından farklar taşıyan bu grupları teşhis ve tahlil edebilmek için her birinin ayrı ayrı tetkikinde zaruret vardır.

·        1 — BİRİNCİ GRUP :

(22 ŞUBATÇILAR)

22 Şubat 1962 günü Harp Okulu Komutanı ve o günün ihtilâl lideri olduğunu iddia eden Talât Aydemir, mağlup ve aldatılmış olan Harbiyelilere son olarak şöyle söylüyordu :

(İhtilâl durmuştur, fakat bitmemiştir. Yine başınızda ben «olacağım ve ihtilâli beraber yapacağız.)

Talât Aydemir ve 22 Şubatta emekliye sevk edilen arkadaşları; Milletin âtifeti olan af kanunundan sonra ihtilâl arzularını tatmin yoluyla tekrar Orduya dönmek çabasına kapılmışlardır. Bir taraftan açtıkları idari dâvalarla haklarını ararken diğer taraftan teşkilâtlanmaya başlamışlardır. Mucibi memnuniyet olan cihet, 69 kişiden ibaret 22 Şubatçı-larm bir kısmının bu ihtilâl arzusunu daha başlangıç safhasında terviç etmiyerek çekilmiş olmalarıdır.

1 — Teşkilâtın Kurulması :

Teşkilâtın kurulması yolundaki çalışmalar 22 Şubattan 2-3 ay sonra başlamış olup başta Talât Aydemir olmak üzere ihtilâlde vazife alan şahıslardan emekli Kurmay Albay Emin Arat, Dündar Seyhan, Asım Mutludoğan, Necati Ün-.salan; Emekli Binbaşı Bahtiyar Yalta, ve Emekli Dz. Yü. Müh. Albay Galip Gültekin; Emekli Kur. Albay Turgut Al-pagut, Emekli Binbaşı Kadri Çıtak aralarında yaptıklar bir toplantıda takip edecekleri yolu ve plânı hazırlamak istemişlerdir. Bu toplantıda Emin Arat Başkanlığa, Dündar Seyhan Genel Sekreterliğe, Asım Mutludoğan, Muhasipliğe seçilmiş, Turgut Alpagut ile Kadri Çıtak yedek üye olarak tâyin edilmiştir. Ancak, başkanlığa Aydemir’in seçilmemiş olması Teğmen - Üsteğmen - Yüzbaşı - Binbaşı rütbesinde bulunan 22 Şubat emeklilerini tatmin etmemiş ve hoşnutsuzluk, emekli Sv. Binbaşı Fethi Gürcan tarafından ihtilâl Erkânıharbi-yesine duyurulmuştur. Bu mesele, liderlik mevzuatındaki ihtilâfın menşeini teşkil ederek, Aydemir - Dündar ayrılığının doğmasına sebep olmuştur. Necati Ünsalan, Dündar tarafını iltizam etmiş ise de bu ihtilâf ihtilâlcilerin tamamen dağılmasını da intaç etmemiş, münasebet ve diğer ihtilâl grupla-riyle teması sağlamakta bu iki şahıs rol oynamışlardır.

2 — Teşkilâtın genişlemesi :

Aralarında yapılan başkan seçimine rağmen bilfiil liderliği deruhte eden Aydemir’in, kendi arkadaşlarından itimat ettiği şahıslar Ankara’daki birliklere temas için tavzif etmesi birinci safhayı teşkil etmektedir. Bu şekildeki teşkilâtlanmaya (ÇENGEL SİSTEMİ) de denmekte olup mahiyeti itibariyle çengel olan şahsın o birlik içinde bir subayla tanışıp teşkilât kurması ihtilâlden evvel hazırlanan ve ihtilâlde verilen vazifeyi yaptırmaktan ibarettir.

Bu cümleden olarak Ankara içindeki birliklere ve İstanbul teşkilâtına atılan çengel durumları şöyledir:

·        a)  Tank Okulu:

Bu birlikle teması evvelce okula yakın bir yerde olan Süvari Grup Komutanlığı yapmış 22 Şubat Emeklilerinden binbaşı Fethi Gürcan ile emekli Süvari Üsteğmen Erol Din-çer yapmıştır. Fethi Gürcan, Okul Personel Şube Müdürü PRS. Binbaşı Ömer Tekebaş’m kayınbiraderidir. Okulda bu kanalla kurulan teşkilâta Tank Yüzbaşısı Ferudun Ermen Tank Üsteğmeni İlhan Baş, Süvari Yüzbaşı Mehmet Gül,, Süvari Yüzbaşı Sedat Ünal iltihak etmişlerdir.

·        b)  229 ncu Piyade Alayı:

Bu birliğe çengel, eski Merkez Komutan muavini olup-22 Şubat emeklilerinden Albay Yaşar Başaran, emekli Yarbay Hakkı Sümer, emekli Teğmen Tevfik Ecemiş ile emekli Yarbay Rıfkı Erten tarafından eski Merkez Komutanlığı, hâkimi iken 22 Şubattan sonra alaya tâyin edilen hâkim üsteğmen Ziya Gökalp Pusat’a atılmıştır. Bu şahsın alay içinde kurduğu teşkilât P. Binbaşı Hüsamettin Paksoy, P. Yüzbaşı Nüsret Karakaş, P. Üsteğmen Mehmet Erengül, P. Teğmen Metin Akpmar girmiştir.

·        c)  Genelkurmay Kışla Komutanlığı :

Bu birliğe çengel emekli «albay Yaşar Başaran, emekli yarbay Hakkı Sümer ile emekli yüzbaşı Tevfik Saltoğlu tarafından atılmış olup, Tevfiğin sınıf ve samimi arkadaşı P. Yüzbaşı Gökalp Kasapoğlu elde edilmiştir. Kışla dahilinde teşkilâtın genişleyemediği anlaşılmaktadır.

·        d) Jandarma Subay Okulu ve Jandarma Birliği:

Birlikteki kanca Albay Yaşar Başaran, Fethi Gürcan bizzat Talât Aydemir tarafından J. Binbaşısı Kemal Kâhya-oğlu’na takılmış ve bu subay kendi iç teşkilâtına J. Teğmen Abdullah Yılmaz’ı ithal etmiştir.

·        e) 28 nci Tümen Topçu Komutanlığı:

Bu birliğe çengel, evvelce 28 nci Tümen Ağırlıklar Komitanı olup, 22 Şubat Emeklisi, Albay Tevfik Önlüer ve emekli Albay Yaşar Başaran tarafından Top. Yüzbaşı Metin ‘Seüer’e atılmak istenmiş ise de muvaffak olunamamıştır.

·        f)  Riyaseticumhur Muhafız Alayı:

Bu Alayın kritik durumu sebebiyle ondan ziyade bağlı birliği olan Meclis Muhafız Taburuna Fethi Gürcan tarafından çengel atılmış ve bu çengel Fethi’nin eşi itibarile akrabası P. Üsteğmen Kadir Yıldırım’a isabet etmiş ve bu subay tarafından aynı birlikte görevli Güverte Üsteğmen Erol Işıltan teşkilâta ithal edilmiştir.

g) Ankara Merkez Komutanlığı :

Eski Merkez Komutan muavini Alb. Yaşar Başaran ve bizzat Talât Aydemir tarafından, İnzibat Kıt’a K. P. Bnb. Necmi Acar’a çengel takılmak istenmiştir. Ancak buna muvaffak olunamamıştır.

 h)  Harp Okulu Komutanlığı :

Okulun subaylarına çengel atılmasına lüzum görülmediği ifade edilmiş ise de, hakikatte Harp Okulu ikinci sınıf öğrencilerinden Önder Aydınlı, Zihni Çetiner ve Nezihi Fırat ile Aydemir’in çok sıkı teması olduğu ve bu öğrencilerin sistemli şekilde faaliyet gösterip, Aydemir’den okula ve okuldan Aydemir’e haber taşıdıkları anlaşılmıştır.

·        i)  Hava Kuvvetleri Komutanlığı :

Bu kuvvete çengel, emekli Hv. Bnb. İzzet Köz tarafından takılmak istenmiştir, ancak yüksek kademelere nüfuz, imkânı bulunamayınca, Hv. Bnb. Cemal Özdemir ve Hv. Bnb. Necdet Öz’den ileri geçememiştir.

·        j)  Deniz Kuvvetleri Komutanlığı :

Deniz Kuvvetleri, Ankara’da sadece bir karargâh halinde çalıştığından burada bir teşkilât kurulmasına lüzum görülmemiştir. İstanbul teşkilâtına dahil Emekli Albay Cevat Kırca’nm, Deniz. Vurucu Kuvvetleri ile Deniz Harb okulunuı organize ettiği anlaşılmıştır.

·        k) Jandarma Genel Komutanlığı :

Bu komutanlığa çengel, Turgut Alpagut vasıtası ile J. Um. K. lığı Kur. Bşk. Alb. Rumi Ahıskalıya takılma istenmiş ise de, muvaffak olduğunu gösteren bir delile rast-lanamamıştır.

·        l)  28 nci Tümen komutanlığı :

Bu komutanlığın diğer iki birliğine çengel takıldığı için Karargâhına çengel takılmasına lüzum görülmemiş ve biraz: da tehlikeli addedilmiştir.

·        m) Ordonat Ana Depo Komutanlığı :

Bu birliğe çengel emekli P. Yarbay Hakkı Sümer vası-tasiyle P. Yarbay Tacettin Gürler’e takılmak istendiği iddiası sübuta varmamıştır.

·        3 — 22 Şubatçıların kendi iç faaliyetleri:

Birliklere yukarıda açıklandığı şekilde çengel takıldıktan: sonra kendi aralarındaki birlik ve beraberliğin bozulmaması: ve devamı hususuna da ehemmiyet verilmiştir. Bu cümleden | olarak, Orduya dönmelerini temin için müşterek gayret | sarfettikleri gibi, emekliye sevk edilenlere yardım fonu al- I tında toplanan paraları dağıttıkları elde edilen belgelerden anlaşılmıştır. İstanbul’da Cevat Kırca toplanan paralan mer- : keze gönderdiği gibi bazı okulların , ve sivil şahısların ehem-miyetli miktarda yardımda bulunduğu müşahede edilmiştir. S (Aydemir’e ait Verdi Ticaret Ltd. Şirketi başlıklı not teflerinden) bu paraların 22 Şubatçıları birlikten ayırmamaya j matufen dağıtıldığı âşikârdır. Bütün bu gayret ve maddî l avantajlara rağmen bir kısım 22 Şubatçıların bidayette aklı selimlerini kullanarak tertiplere âlet olmadıkları, teşkilât dışı kaldıkları müşahede olunmuştur.

·        4 — 22 Şubatçıların gayesi:

22 Şubatçılardan ihtilâl hazırlayan ve tatbik mevkiine koyanlar, bu hareketlerini Ordu lehine yapılmış gibi göstermek temayülündedirler. Oysa ki, bu faaliyetlerinin çalışma şekilleri ve hazırlık plânlarına göre Anayasayı ilgaya müncer bir hareket olduğu Talât Aydemir ve Fethi Gürcan’ın ifadelerinden ve Aydemir’in evinde yapılan aramada elde edilen 44/A sıra numaralı vesikadan açıkça anlaşılmaktadır. Demokrasi nizamının yıkılması demek olan bu hareket, müs-bet safhaya intikâl edebilmiş olsa idi, mutasavver Devlet idare şekline göre ,başda bir Devlet Reisi ve buna bağlı Askerî idarecilerden müteşekkil Askerî Cunta ve bu cuntaya bağlı sivil şahıslardan müteşekkil bir kukla hükümet ile (M. K.) ifadeli ihtiyaca göre teşkil ve 10 kişiye kadar kadrosu olabilen bir idare sistemi kurulacaktı. Cunta veya güvenlik komisyonu ile M.K. teşkilâtı memur statüsüne tabi olup icabında değiştirilebilir kaydını ihtiva etmektedir. Şu sistem dahilinde işleyecek bir devlet mekanizmasının hangi demokratik anlayışın mürevvici olacağı şüphelerle doludur. (Hâtıra defteri içindeki 44/A sayılı vesika).

Bu vesikalarla birlikte (Türkiye 1963) ajandasında yazılı bir kısmı taayyün etmiş, fakat rumuzla ifade edilen hazır-hyanların, (Biz Orduya dönmek ve eski vazifelerimize tâyin ile şerefimizi kurtarmaktan başka siyasî emelimiz yoktur) demelerinde samimiyet unsurundan zerre yoktur.

Bütün bu izahattan anlaşılacağı veçhile 20/21 Mayıs olayına iştirak ve bu ihtilâli Erkânıharbiyesile sevk ve idare edenlerin Anayasayı tağyir, tebdil ve ilga ile Meclis ve Senatoyu cebren dağıtmaya ve feshe matuf gizli Cemiyet teşkil ettikleri kat’iyetle subuta varmıştır.

·        5 — Hazırlık hareketleri ve Plânlar :

İhtilâlin lideri olan Talât Aydemirin hazırlık hususunda {Çengellere) verdiği emirler haricinde kalan harekât plânlarının doğrudan doğruya kendisi tarafından hazırlandığı ve Fethi Gürcan’a malûmat verildiği anlaşılmaktadır. Fethi Gürcan’ın hazırlık safhasındaki rolü büyük bir önem taşımakta olup, vazife icabı gittiği İstanbul’da, oranın teşkilât başkanı emekli kurmay albay Cevat Kırca ile teması da temin ettiği ve teşkilâtın binbaşı rütbesine kadar olan kısmının rey sahibi ve sözcüsü olması bakımından yapılan hareketleri aşağıya intikal ettirmektedir.

İhtilâle tekaddüm eden aylarda bilhassa Nisan ve Mayıs aylarında Aydemir’in evinde Turgut Alpagut, Galip Gül-tekin, (bu şahsın aslında 22 Şubatçı olmayıp Deniz Kuvvetlerinde çalışmakta iken emekli olmuş ve 22 Şubatçılara iltihak etmiştir), Yaşar Başaran, Fethi Gürcan, Rıfkı Ertenin iştirâkile veya bu şahıslardan bir veya birkaçının huzurunda toplantılar yapıldığı, çengellerin temin ettiği subaylardan bir kısmının Aydemir’e takdim edilip gerekli hazırlık talimatı verildiği; ayrıca Yaşar Başaran’m temas kurduğu ev emekli Yarbay Rıfkı Ertem tarafından dirije edilen 229 ncu Piyade alayından temin edilen şahıslarla Tandbğan meydanı, Gençlik Parkı, Stadyom Kapısı, Keçiören’de buluşma ve tanışma toplantıları yaptıkları, bu toplantılarda gerek harekât plânının tatbiki Ve gerekse muhtelif birliklerden gelen subayların bir birleriyle tanıştırılması temin'edilip hareketin şumulü hakkında bu şahıslara itimat telkin ettirilmek istendiği tesbit olunmuştur.

Talât Aydemir tarafından, açıklanan hareket plânına göre çengel atılan veya muvaffak olunamıyan birliklere verilen vazifeler şöyle idi :

·        a)  Tank okuluna verilen vazife :

20/21 Mayıs gecesi saat tam 23.30 da uçaklar yetişemediği takdirde aynı saatte tankların hareketi ihtilâlin başlangıç saatini ilân etmiş olacaktı. Bu bakımdan Tank Okuluna verilen vazife hem daha fazla önem kazanmış, hem de en çok iştirâkin buradan sağlanması yolu ihtiyar edilmiştir. Buradan hareket edecek tanklardan ikisi Genelkurmay - Hava Kuvvetleri kavşağında, bir tank, Kızılay’da, üç tank, radyo-evinde, üç tank Kavaklıdere Amerikan sefaretinin bulunduğu yerde ve geri kalan tanklar Harp Okulunda ihtiyatta kalarak bulundukları bölgenin emniyetini sağlayacaktı.

·        b)  229 uncu Piyade Alayına verilen vazife :

Alârma ile birlikte şehir dışına çıkacak, Konya - Polatlı yollariyle Yenimahalledeki İstanbul köprüsünü kapatmak suretiyle giriş ve çıkışa mâni olacaktı.

·        c)  Genel Kurmay Kışla Komutanlığına verilen vazife :

Millî Savunma Bakanlığı ile Genel Kurmay’m emniyetini temin ederek dışarıdan içeriye kimseyi bırakmıyacaktı.

·        d)  Jandarma Subay Okulu ve birliğine verilen vazife :

Radyoevi, Başvekâlet, Dahiliye Vekâleti, Elektrik santralı, Trafo merkezini kontrol altına alacaklar; ayrıca bir kısım muhafız erlerle Jandarma Astsubay Okulu öğrencileri bir çok generalin oturduğu Namık Kemal mahallesini kuşatacak, evlerden içeriye ve dışarıya kimseyi bırakmıyacak-tı.                                                                                1

·        c) 28 nci Tümen Topçu Komutanlığına verilen vazife :

Birlikleriyle 28 inci Tümen Garnizonunun emniyetini temin edecek, içerden dışarıya ve dışardan içeriye kimseyi sokmayacaktı.

f) Hava Kuvvetlerine verilen vazife :

Mürted üssü elde edilemediği için Merzifondan kalkacak uçaklar 23.30 da Ankara’da ve Bandırma’dan kalkacak uçaklar yine aynı saatte İstanbul’da ihtilâlin başladığını bildirecekler ve uçuş yaparak moral takviyesinde bulunacaklar veya hususî bir vazife verilirse bunu yapacaklardı.

·        g) Deniz Kuvvetlerine verilen vazife :

İstanbul’da Cevat Kırca’nın temas temin ettiği Deniz Kuvvetlerinin vurucu kuvveti ve Deniz Harb Okulu İstanbul’daki harekâtı destekliyecekti.

20/21 Mayıs harekâtına bu birliklerin aldatılmış elemanları iştirâk ettirilmiştir. İşte 22 Şubatçılar diye vasıflandırılan bu ihtilâlci grupun 21 Mayıstan evvelki durumları ve gayeleri bu şekilde tezahür ediyordu.

·        II — İKİNCİ İHTİLÂL GRUBU : (ONDÖRTLER) :

27 Mayısta Ordu iktidarı ele geçirdikten sonra M.B.K. sini teşkil eden zevatın mühim bir kısmı, verdikleri söze uygun olarak bir an evvel Demokratik düzene girme çabasını gösterirlerken içlerinden 14 kişi seçimsiz olarak iktidarda kalmak arzusunu izhar ettiklerinden 13 Kasım 1960 tarihinden M.B.K. den tasfiyeye tâbi tutulmuşlardır. Hariciye Vekâletinin dış görevlerine müşavir olarak tâyin edilen 14 lerin yurt dışında birbirleriyle temas kurdukları gazetelerde dahi ilân edilmişti. Nitekim 14’lerden bazılarının Bruxel-les’de yaptıkları toplantıda, Türkiye’ye döndükten sonra takip edecekleri hareket tarzı müzakere mevzuu olmuş, ancak Orhan Kabibay ile Alpaslan Türkeş, Türkiye’deki faaliyet için liderlik mevzuunda anlaşamamışlardır. Fakat 14 lülenin bir iç meselesi telâkki edilen bu durum umumî efkâra açıklanmamış ve her ferdin müstakil bir siyasî yol takibinde serbest bulunacakları ilân edilmişti.

14 lülerin ,aslında kendilerini koparan arkadaşlarına kin besledikleri, hem bidayette fikirlerini terviç etmeyen Ordu üst kademesinin ve Hükümetin tutumunu tenkid mevzuu yaptıkları biliniyordu. Nitekim Türkeş, yurda döndükten sonra verdiği 2 Mayıs 1963 tarihli beyanâtında (Bir taraftan Millet çoğunluğunun itimadından mahrum siyasî bir ekip 27 Mayısı istismar etme ve demokrasi rejimini yabancı unsurlarda iktidar ve tahakkümü devam ettirme çabası içindedir) demek suretiyle ve başka bir beyanatında ise, (Millet itimadına mazhar, itibarlı bir hükümet ve âdil, çalışkan, faziletli bir idare istiyor, Millet kaderinde sorumlu olanlar onun dâva, istek ve ıstıraplarına karşı hissiz ve ilgisiz, kendi hasis ve haris emellerini gerçekleştirmek için milleti bölme ve birbirine düşürme ve Devletin teminatı olan müesseseler! kendi zümrevî menfaatlerine âlet etme ve baltalama ' gayreti içindedir.) dedikten sonra ilk çareler olarak, bugünkü Hükümet Başkanınm çekilmesi, Millî Koalisyona gidilmesi tavsiye edilmektedir. Bütün bu konuşmaların, hükümeti iş görmez hâle sokmağa çalışan siyasî ekipleri, gayri memnunları kendi tarafına çekmek ve bölücü faaliyeti devam ettirmek arzusuna maksur olduğu gözden kaçmamıştır.

14 lerin ihtilâlci unsur olarak faaliyetlerinin menşei 13 Kasım olayından sonra başlamakla beraber ,asıl taazzuyu Türkiye’ye döndükten sonra başlar. Bu faaliyetleri şu şekilde hülâsa edilebilir.

·        a) 14 lülerin siyasî faaliyet ve temasları :

Kendilerini kendi bünyelerinden koparıp atan eski M.B. K. ne kinleri olduğu ifade edilen 14 lülerin, bu arada 27 Mayıs istismarcılığından hayli zarar görmüş olan eski arkadaş-lariyle muhtelif temas ve yaklaşmaları olmuştur. Bilhassa 14 lülerin, Haydar Tunçkanat, Mucip Ataklı, Emanullah Çelebi ile münasebetleri ve ihtilâlci gruplarla kapalı veya açık temaslara kadar uzandığı hissini vermiştir.

14 lülerin siyasî faaliyet ortamı, ya bir siyasî partiye intisap veya siyasî bir doktrin derneği kurma şeklinde tezahür etmiştir. Siyasî partilerden birinden teklif alındığı hâlde bunlara iltihaka yanaşılmamış, ,ancak siyasî bir dernek formülü altında ilk ihtilâl teşkilâtı hazırlanmış ve 27 Mayıs 1963 günü bu derneğin Ankara’da açılması kararlaştırılmış idi. Hazırlanan tüzüğe göre bütün Türkiye’ye şâmil, teşkilâtlı bir akademik siyasî dernek şeklinde tezahür edecek olan bu teşekkül, umdeleri geniş halk kütleleri tarafından .anlaşılmaya başlanınca siyasî bir parti hâline ifrağ edilecekti. Haddizatında bu maske altında çalışır görülerek sinsi faaliyetlerde bulunmak isteniyordu.

14 1er de bu gayeyi temin için teşkilâtlanmaya başladılar. Hazırlık plânları Alparslan Türkeş tarafından hazırlanıyor ve perde önü faaliyetleri Muzaffer Özdağ tarafından icra

ediliyordu. Türkeşin evinde yakalanan ve özel dosyasının 45 numaralı evrakını teşkil eden Arap harfleriyle yazılı kuruluş, plânına göre ihtilâl karargahı üç şube hâlinde çalışacaktı:

·        1 — İstihbarat,

·        2 — Harekât,

·        3 — Personel.

Harekât kısmı Kabibay ve Özdağ, istihbarat kısmı Kaplan ve Muammer Şahin, personel kısmı Numan Esin ve Ri-fat Baykal tarafından tedvir edilecek; ayrıca Fazıl Akkoyun-lu ve irfan Solmazer propaganda' işi ile de uğraşacaklardı. Bu uçlu karargâh sisteminde istihbarat ve personel kısımlarına fazlasiyle emniyet verilmişti. Haber kaynakları olarak Başbakanlık başta olmak üzere Komutanlıklar ve hattâ bâzı sefaretlerden bile istifade düşünülüyordu. Keza personel kısmı da keşif faaliyette bulunmayı icap ettiren bir şube olması hasebiyle teşkilâta ithal puvantaj usulüne göre hareket ediliyordu. Nitekim bu plânların tatbikatı cümlesinden olarak aramada ele geçirilen 46 numaralı vesikanın önemi üzerinde durmak lâzımdır. Teşkilâta bilhassa teğmen - üsteğmen- yüzbaşı rütbelerindeki subaylar dahil edilmek istenmiştir. 22 Şubatçılarm (ÇENGEL) sistemi, 14 lerin aynı sisteme yakın bir teşkilâtlanma şekli ile müşabehet arzetmekte-dır.

Mürekkeple yazılı ve isimler karşısına itimat derecesine göre puvan konulmuş bu liste Ankara’daki bazı yerlerde bulunan bilhassa teğmen rütbesinde, olanlar tercih edilmek suretiyle asgarî bir, azamî 10 kişiyi geçmeyen subaylar teşkilatta bilfiil çalıştırılmak istenmiştir, isimleri yazılı subayların hepsinin bu hazırlık safhasında müsbet bir faaliyet, şevketti iddia edilemez. Ancak kuruluş zamanına tesadüf etmesi ıtıbâriyle, Ankara -ve Polatlı gibi civar yerlerdeki elemanlara vazife verilmeye başlandığı tesbit edilmiştir.

İş bu faaliyetlerini çok gizli yürütmek amacında olan 14 lerin kendi aralarında şifre usulü de ihdas ettikleri Türkeş’e ait cep takviminden anlaşılmaktadır. Meselâ Zeynep ismi İnönü karşılığında, Salih ismi Türkeş karşılığında, Ali Haydar ismi Rıfat Baykal için, Mehmet Nuri ismi (T) için Muhlis ismi, Muzaffer Özdağ için kullanıldığı gibi 22 Şubatçılar = Teyzeler; Silâhlı Kuvvetler = Tüccarlar; Kara Kuvvetleri = Demirspor; Hava Kuvvetleri; = GalatasaraylIlar; Deniz Kuvvetleri = Esnaf isimleri ile şifrelendirilmiş olup, bâzı tâbirlere de özel mâna kazandırılmıştır. Bu cümleden olarak (Emniyet işi tamam = Sıhhatimiz rahatımız iyi), (Emniyet yok = Rahat yolculuk), (Gelmeyiniz = Rahatsız yolculuk) , karşılığında kullanılmak üzere tesbit edilmiştir. . (Türkeş’ın yeşil renkte 1/A numaralı îş Bankası cep takviminden):

Ayrıca Türkeş imzası ile dağıtılan gizli, beyannemelerle teşkilâta eleman kazanmak için fikrî sahada bir zemin hazırlanmaya çalışıldığı müşahede olunmuştur.

Siyasî bir Dernek yukarıda açıklandığı veçhiyle asken maksatlar için kullanılan karargâh sistemi ile idare edile-miyeceği gibi askerî şahısların siyasî derneklere. girmesine kanunî mesağ bulunmaması noktasından, isimleri yazılı subayların Dernek faaliyeti ile bir hizmetleri olamıyacağı âşi-kârdır. Bu sebeple 14 lerin siyasî dernek maskesi altında T. C. K. nun 146 ve 147 inci maddelerinde yazılı fiilleri irtikâp için gizlice cemiyet teşekkül ettirdikleri sabit olmuştur.

·        111 — ÜÇÜNCÜ İHTİLÂL GRUBU :

(ON BİRLER) :

Tahkikat evrakında Hava Cuntası diye geçen bir grup, 22 Şubat hâdisesinden sonra meydana çıkmıştır. Aslında Emekli Hv. Generali Hüsnü Özkan, emekli General İbrahim Metel, emekli General Şevket Demirgüç, emekli Albaylardan Yusuf Parmaksız, Halit Elgin, Tufan Akkoç, Refik Yurtse-ven, Halim Menteş, Fevzi Arsın, emekli yarbay Emin Yerli-kan, emekli Dr. Yb. Abdülkadir Yücel’i içine alan bu grubun bir kısmı eski M.B.K. üyeleriyle temas hissini veren teşebbüsleri ve bu teşebbüslerin Hava Kuvvetleri Komutanınca emir ve kumanda zincirine aykırı ve disiplin harici bir tutum olarak katiyetle kabulü sonunda Hava Kuvvetlerinden emekliye sevk edilmişlerdir.

Hava sınıfında önemli vazifelerden ayrılan bu gruptan 'bazılarının havadaki diğer arkadaşlarına güvenerek gizli şekilde calışdığı yolunda müsbet deliller olmakla beraber ta-

azzuv etmiş bir durumu yoktur. Ancak, faal eleman olarak daima sahnede görünen emekli Albay Halim Menteş’in gerek 14 1erle, gerekse 22 Şubatçılarla teması tesbit edilmiştir.

Bu ihtilâlci grubun bazı havacılardan başka dayanak ve desteği olmadığı anlaşılmaktadır. Bu bakımdan ihtilâl için Kara Ordusunun desteğini temin etmek gayret ve çabası içinde faaliyeti müşahede edilmiştir.

İşte 20/21 Mayısdan evvelki ihtilâlci grupların faaliyet ve durumları bu merkezde idi. Bu safhada ihtilâlcilerin birleşme yolunda faaliyetleri de tesbit edilmiştir ki .bunun da ayrıca izahında zaruret vardır:

İHTİLÂLCİ GRUPLARIN BİRLEŞME YOLUNDAKİ FAALİYETLERİ :

·        a)  22 Şubatçıların 11 lerle münasebetleri:

Böyle bir münasebet tesisi bidayette 11 lerden emekli albay Halim Menteş tarafından yapılmak istenmiştir. Yukarıda izah edildiği veçhile henüz uzuvlaşmamış olan 11 lerin, Kara Ordusunun desteğini temin etmeden bir ihtilâl hareketine tevessül etmeleri imkânsız olduğundan 22 Şubatçılarla temas Halim Menteş tarafından Dündar Seyhan ve Necati Ünsalan arasında yapılmıştır. Bu teklif 22 Şubatçılar ve onun lideri Aydemir tarafından 11 lerin 22 Şubat günü Merkez Komutanlığını kuşatmak, Alaylardan makanizma toplamak ve ihtilâl aleyhine alârma geçmek gibi mütezahir menfi tutumları sebebiyle müsbet karşılanmamıştır. Dündar Seyhan grubunun esasen Aydemir ile başka bir noktada da ihtilâfı olduğundan başta liderlik meselesi olmak üzere ana meselelerin üç ihtilâlci grup temsilcileriyle müştereken konuşulup karara bağlanmasına lüzum görülmüştür. İlerde Piyer Loti toplantıları sebebiyle,bu mevzuya yine avdet edilecektir.

·        b)  22 Şubatçıların 14 lerle münasebetleri :

Bir ihtilâlci grup olarak 22 Şubatçılar tarafından bilinen 14 lerin Bruxelles toplantısından sonra peyderpey gelmeleri sebebiyle, orada yaptıkları, toplantıda alman müşterek gizli karar muvacehesinde onlarla temas uygun mütalâa edilmiştir Bu fikrin mürevvici olanlardan Dündar Seyhan ve Necati Ünsalan 14 lerin Kabibay Grubu ile bizzat Orhan Kabibay konuşarak birleşme meselesini müzakere ve neticeyi Ayde-mir’e intikal ettirmişlerdir. Aydemir ve kendisile hemfikir olan Erkânıharbiyeye 14 lerin Bruxelles’de liderlik mevzuunda anlaşamadıklarını, ancak Türkiye’de takip edecekleri hareket tarzı hususunda prensip birliğine varmış olduklarını, bu bakımdan Türkeş grubunun da Türkeye’ye avdetine intizar edilmesini ve 14 lerin bu arada tarnamiyle birleşme zemini aranmasını münasip görmüşlerdir. 14 lerin tarnamiyle anlaşma halinde kuvvet muvazenesi bakımından hayli avantajlı duruma geçecekleri düşünülmüştür.

İşte gerek 11 lerle temas kurulamaması ve gerek 14 lerin yalnız Kabibay grubu ile anlaşma cihetine gidilmemesi Ay-demir-Seyhan grubunun fikir ayrılığına sebep olmuştur.

Türkeş Türkiye’ye döndükten sonra, Kabibay’a yapılan karşılama merasimi ona da yapılmış ve Fethi Gürcan, Bahtiyar Yalta, Mustafa Ok tarafından karşılanmış ve Talât Aydemir için randevu alınmıştır.

Aydemir’in Türkeş’le birinci nezaket ziyaretinden sonra ikinci ziyareti ana mesele üzerinde müzakerelerin ceryanı-m intaç etmiş ve liderlik mevzuunda anlaşmaya varamadıkları, 3 Mart 1963 günü Talât Aydemir’in evinde bulunan şahıslara ifade edilmiştir. (Özel Dosya II, müşterek deliller dosyası sahife 4-5).

22 Şubatçılarm liderler seviyesindeki toplantılarına mü-vazi olarak Muzaffer Özdağ’m, 22 Şubatçılarm bilhassa alt kademesini elde etme yolunda faaliyetleri de şebketmiştir. 28 Şubat 1963 Çarşamba günü Muzaffer Özdağ’ın evinde toplanan emekli P. Teğmen Tevfik Ecemiş, emekli Tğm. Acar Okan, emekli Üsteğmen Naci Özcan ve diğer bazı muvazzaf Teğmenlerin ikna yoluyla kendilerine iltihaka dâvet edildiği ve (22 Şubat bir Cunta hareketidir. 9 Şubat protokoluna imza koyanlar medenî cesaret sahibi olmakla beraber neticeye vasıl olamadıkları için medeni cesaret sahibi değillerdir. Hakiki liderin kim olacağını vakıalar ve zaman tâyin edecektir yolundaki beyanlarla bu grubu yokladığı tes-bit edilmiş ve Özdağ tarafından da bu cihetin toplantıya ait :kısmı itiraf edilmiştir. (Müşterek deliller5 dosyası sahife 5 ve şahitler.)

·        c) 11 ferin 14 lerle münasebetleri:

14 lerle 11 lerin bidayetten beri fikir ayrılıkları, kırgınlıkları ve hele 13 Kasım olayındaki menfi tutumları mevcut

olmakla beraber Türkiye’deki şartların doğurduğu bir kader birliği tesiri altında 3 Mart 1963 tarihinde Lâle Apartmanında 22 Şubatçıları temsilen Bahtiyar Yalta, Fethi Gürcan ve arkadaşları ile 11 leri temsilen Halim Menteş ve D. Seyhan grubunu temsilen Necati Ünsalan’m toplantı yaptıkları ve müteakip büyük toplantının İstanbul’da Piyer Loti Otelinde yapılmasına karar verdikleri anlaşılmıştır. (Gizli rapor — beyaz zarf II, sahife 3).

·        d) Piyor Loti Oteli Toplantısı :

27 Nisan 1963 günü gece yarısından geç vakitlere kadar yapılan bu müşterek toplantının gayesi muhtelif grupları birleştirmek, uzun vadeli de olsa bir hazırlık ve destekleyici, grupları tesbit etmektir. Bu toplantı bilhassa Dündar Seyhan’ın gayretile 14 lerden Orhan Kabibay, 11 lerden Halim Menteş ve 22 Şubatçılardan Dündar Seyhan ve bir kısım siviller tarafından yapılmış olup liderlik hususu hariç olmak üzere' prensip anlaşmasına varılmıştır. Alınan kararlara göre :

·        (a)  Uzun vadeli de olsa bir ihtilâle gitmek zaruridir.

·        (b)  Grupların kendi kanaat ve temaslarına göre ihtilâl . bazı teşekkül ve şahıslar tarafından desteklenecektir.

·        (c)  İhtilâl plânı uzun vadelidir. En son tarihi 1965 seçimleri olacaktır. Fakat buarada her türlü imkân ve fırsattan istifade edilerek maksadın tahakkukuna çalışılacaktır.

·        (d)  İhtilâlin tahakkukuna mâni teşkil eden şahıslar yıpratılarak izale ve tasfiye olunacaktır.

·        (e)  Türkeş ve Aydemir bu faaliyetlere kat’iyyen dahil edilmiyecektir.

·        (f)  Hâlen Atinada bulunan Orhan Erkanlı ihtilâlin hukukî ve İdarî kısmını plânlayacak ve zırhlı birlikleri teşkilâtlandırmak üzere yurda avdeti sağlanacaktır.

Bu karar neticeleri Aydemir tarafından duyulunca liderlik mücadelesi had safhaya girmiştir. Bir taraftan liderlikten kendisinin ekarte edilmesi endişesi, diğer taraftan 14 lerden Muzaffer Özdağ’ın kendi ekibine de el atmış bulunması sebebiyle zayıflayacağını tahmin etmesi yüzünden Aydemir’in ihtilâl ekibi, diğerlerine tekaddüm etmek üzere

20/21 Mayıs ihtilâline karar vermiş ve fiilî safhaya intikal et- i tirmiştir.                                                          "   

20/21 Mayısa tekaddüm eden günlerdeki 22 Şubatçıların E ihtilâle hazırlık hareket ve faaliyetleri :                         1

İhtilâl plânını hazırlayan Aydemir, bunun 20/21 Mayıs I gecesi saat 23.30 da başlamasına da bizzat karar vermiştir. Hareketin başlaması bu saatte Ankara semalarında uçacak jet uçaklarının ses duvarını aşması, hava muhalefeti sebebiyle gecikme halinde Napolyon’un tâbiriyle bir silâh yahut tank gürültüsü, bunlar da işitilmediği takdirde tam 23.00 da hep birlikte verilecek alârm ile duyulmuş olacaktı. Parola: Harbiyeli işareti : ALDANMAZ idi.

Keyfiyeti iki gün evvelinden İstanbul’a Emekli Kurmay .Albay Cevat Kırca’ya da bildirdikten sonra o sırada hasbel vazife İstanbul’da bulunan Fethi Gürcan ve Emekli Süvari Üsteğmen Erol Dinçer’in acele Ankara’ya dönmeleri sağlanmıştır.

19 Mayıs 1963 sabahı Ankara’ya gelen Fethi Gürcan’ın derhal Aydemir’le temasa geçerek kendi emrine verilen 'Tank Okulu ve Süvari grubunun vazifesini ifa etmek üzere başlarında bulunmasını tenbih ettiği; aynı akşam Fethi Gürcan’ın evine çağrılan eniştesi Tank Okulundan PRS. Bnb. ‘Ömer Tekebaş, Sv. Yüzbaşı Sedat Ünal, Sv. Yzb. Mehmet Gül, Tank Üstğ. Ilhan Baş, Emekli Üstğ. Erol Dinçer’e durumu ve ihtilâl komitesinin kararını bildirdiği ve ertesi ak ;şam için yine kendi evinde hazır bulunmaları yolunda talimat verdiği; 20 Mayıs 1963 günü saat 22.00 raddelerinde Erol Dinçer’in hususî arabasiyle Emekli Sv. Üstğ. Turgut Salt-oğlu ,emekli Sv. Assb. Münip Tepeci, Sv. Yzb. Sedat Ünal, .Harita Teğm. Mustafa Altan Ergun’un gelerek bir müddet •oturdukları, müteakiben aynı araba ile çıkıp Yzb. Sedat’ı Tank okuluna hazırlık yapmak üzere bıraktıktan sonra Konya yolu cihetine hareket ettikleri ve getirmiş bulundukları resmî elbiseleri giyerek tekrar 23 sıralarında okula gelip ihtilâle buradan itibaren fiilen başladıkları toplanan deliller ve kendi ikrarlariyle sübuta varmıştır.

Diğer taraftan emekli Yarbay Rıfkı Erten’in 229 uncu ZP. Alayından tanıdığı Hâkim Alp Pusat vasıtasiyle elde edi-

len P. Bnb. Hüsamettin Paksoy, Yzb. Nüsret Karakaş, P. Teğm. Metin ile Tandoğan meydanında, Gençlik Parkı ve 19 Mayıs Stadyom kapısı önünde muhtelif zamanlarda konuşarak kendilerine ihtilâldeki faaliyetleri hakkında görev ve talimat verdiği, P. Üstğm. Mehmet Erengül’ün de kendileri-v ne iltihak etmiş bulunduğu yolunda bilgi aldığı ; bundan başka 18 Mayıs 1963 Cumartesi teşkilât elemanlarından J. Bnb. Kemal Kahyaoğlu, Tank Yzb. Ferudun Erman, Bnb. Hüsamettin Paksoy, P. Yzb. Gökalp Kasapoğlu, Tank Üstğ. Ilhan Baş’ı birbiriyle tanıştırmak maksadiyle Aydınlık Evler Ev Ekonomisi durağında toplıyarak Keçiören’e kadar yü-

' rüdükleri ve kendilerine plân ve harekât hakkında bilgi ver7 diği, vazifelerini hatırlattığı; 20 Mayıs 1963 günü ise, Aydemir’den aldığı son talimat mucibince emekli Tğm. Tevfik

. Ecemiş ile ayni akşam Bnb. Hüsamettin Paksoy’un evine i giderek alayın diğer subaylarına gece yapılacak ihtilâl için » haber vermesini söylediği ve gece tâyin edilen saatte Bahçe-’ lievler—Konya yol kavşağına yakın yerde bir kaç dakika ara

ile gelen Bnb. Hüsamettin Paksoy, Hâkim Pusat, Üstğ. Meh-

• met Erengül, Emekli Yzb. Nihat Sertöz, Emekli Tğm. Tevfik Ecemiş ve P. Teğ. Metin Akpmar ile buluşarak 229 uncu P. Alayını ihtilâle alârm verdirmek suretiyle iştir âk ve alayın bilfiil idaresini üzerine aldığı maznunları yekdiğerini teyit eden ikrar ve şahadetle sübuta ermiştir.

Diğer şahısların ihtilâle tekaddüm eden saatlerdeki durumları ile ihtilâldeki rolleri aşağıda kendi hizalarında gösterilecektir.

FAİLLERİN SUÇA İŞTİRAK DERECELERİ VE FİİLİ DURUM :

ihtilâl hareketine iştirâk eden maznunların iştirâk derecelerini tesbit bakımından gruplara bölmede ve her bölüm içinde şahısların aslî veya fer’i faillik durumlarını izahta zaruret görülmüştür.

22 ŞUBATÇILARIN DURUMU:

Evvelce plânı tesbit ve ihtilâlden 1—2 gün evvel de icra saatinden haberdar edilen maznunların bu vazifelerini Aydemir’in emir ve direktifi dahilinde ifa ve liderliğini kabul etmiş olarak cürmün icrasına birlikte başladıkları, itiraf ve yüzlerce şâhidin beyanı ile sabittir.

Talât Aydemir, Turgut Alpagut, Bahtiyar Yalta, Mustafa Pakoba, Tevfik Ünlüre, Hakkı Aksoy’un ihtilâl saatinde veya bir kaç dakika farklarla ihtilâl karargâhının bulunduğu Harb Okuluna çıktıkları, bunlardan Aydemir, Alpagut, Pakoba; Hakkı Sümer’in aynı zamanda resmî üniforma giydikleri ve buradan Harbiyeliyi aşağıya sevk, gerekli tedbirleri almak, ihtiyat birliklerini kullanmak, radyoyu ele geçirmek, ateş açtırmak suretiyle ihtilâlin bütün safhalarını takip ettikleri ve Talât Aydemir’in ihtilâl lideri olarak çalıştığı :

Turgut Alpagut’un ihtilâl evveli ve ihtilâl sırasında gerek çengel atma, gerekse kararlara iştirak etmek ve Harbi-ye’ye alârm verdirdikten sonra ihtilâli takip ve birlikte icrasını sağladığı;

Bahtiyar Yalta’nm keza sivil elbiseli olduğu halde Harb Okulu karargâhında bulunup askerî vasıtaların ihtilâle gidecek öğrencilere tahsisini sağladığı ve buradan ihtilâli takip ettiği;

Mustafa Pakoba’mn ihtilâl akşamı kendi evine gelen Ay-demir’le birlikte resmî elbise giyip Harp Okuluna geldiği, burada Nöbetçi âmirliğini bilfiil deruhte ederek Harbiyelile-rin sevk işini, şehirden tevkif edilip okula getirilen General ve Subayları enterne işini giriş ve çıkışı kontrol ve okulun dahilî ve harici emniyet tedbirlerini aldırmak suretile ihtilâle iştir âk ettiği;

Tevfik Ünlüer, Cahit Aksoy, Yaşar Başaran'ın Asmaal-tı Lokantasında Jandarma Binbaşısı Kemal Kâhyaoğlu ile birlikte yemek yiyip içki içildikten sonra J. Binbaşı Kemal’in kendi vazife bölgesine, Yaşar Başaran’ın işğâl edilecek olan radyoevini gözetmek ve burada emrü komutayı almaya gittiği; Tevfik Ünlüer ile Cahit Aksoy’un ilk defa evlerine uğradıktan sonra sivil elbiseli olarak Harp Okuluna çıkdıkları, Cahit Aksoy un ihtilâlde fiili bir vazifesi olmamakla beraber, Tevfik Ünlüer.’in iki C.M.S. dolusu ihtiyatta bekleyen 1 nci sınıf talebelerini müsademenin yapılmakta olduğu Bakanlıklarda vazifeli Fethi Gürcan’ın emrine bizzat götürmek ve müteakip hareket buradan ve bilâhare Harp Okulundan takip etmek suretile birlikte icra ettiği;

İhtilâl evveli fiilleri tesbit edilen Emekli Dz. Y. Müh. Albay Galip Gültekin’in. 22 Şubatçılara maddî yardımı evinde yapılan toplantılara ve alman kararlara iştirâk ettiği, ihtilâl gecesi de alârm saatinden evvel Harbiye’ye gelerek harekâtı takip ve direktifler vermek suretile cürmü birlikte icra ettiği;

Hakkı Sümer’in resmî elbiseyi lâbis olduğu halde Harp Okuluna gelerek’ Nöbetçi Hey’etine (bütün emirleri benden alacaksınız, emrim olmadan vasıta çıkarılmayacak, Mustafa Cihangir oğlu şimdi arabaları ve erleri geri teslim alacak demek suretile harekâtı desteklediği Harp Okulunda ve şehir içinde harekâtı bizzat takip edip emirler verdiği ve bilfiil icrasına yardım ettiği;

Emin Araf, Dündar Seyhan, Asım Mutludoğan, Necati Ünsalan’m 20/21 Mayıs harekâtına bilfiil karışmamakla beraber, ihtilâl nüvesini hazırlamak, karargâhın Başkan, Genel Sekreter ve Muhasipi olarak vazife kabul ettikleri, 22 . Şubatçılarm 14 lerle ve 11 lerle birleştirilmesi mevzuunda faaliyet gösterdikleri ve bu sebeple T.C.K. 146 ncı maddesini ihlâl maksadile gizlice teşkil edilen cemiyete dahil bulundukları;

Şükrü İnanç’m harekâttan daha evvel haberdar olmuş bulunarak ihtilâl başladıktan sonra Radyoevine ve Kızılay’a gittiği, Parolayı bilmeyen herkesin yakalandığı bu yerlerde serbestçe dolaşmak suretile gerekli müzaharette bulunup fer’ân iştirâk ettiği;

Kadri Çıtak’m ihtilâlden evvel, onun gizlice teşkil ettiği Erkânıharbiyesinde yedek üye olarak vazife aldığı, Fethi Gürcan’ın ifadesini teyit eden özel raporlardan anlaşıldığı gibi, hâdise gecesi Kızılay, Radyoevi civarlarında dolaşdığı, bilfiil bu ihtilâl için bir vazife almamakla beraber gizli ihtilâl cemiyetine dahil bulunduğu;

Ayhan Öcal’m resmî elbiseli olarak o gece Harbiye’ye gelerek kendi emrine; verilen Harp Okulu talebelerini Radyoevine kadar getirerek buranın işgâl ve radyonun anons yapmasına yardım ve imkân sağladığı, ayrıca 229 ncu Piyade Alayından cephane getirmek için görev aldığı ve ken-

dişile konuşan Süvari Bnb. Fikret Akm’a (Cephane almaya geldik, elbisemi 22 Şubattan beri ilk defa giyiyorum) demek suretile ihtilâlci olduğunu açıkladığı, fakat burada adı geçen subay tarafından Har biyeli ile birlikte nezarete alındığı;

Tevfik Saltoğiu, Remzi Kılıç ve Nihat Conguroğlu’nun 20 Mayıs gecesi Piknikde yemek yiyip içki içtikten sonra bir müddet vakit geçirmek üzere dolaşıp taksi ile Harp Okuluna geldikleri, Emekli Yüzbaşı Tevfik Saltoğiu ve Remzi Kılıç’ın burada resmî elbise giyerek Harp Okuluna girdikleri ve Tokat’da vazifeli olduğu halde Ankara’da izinli bulunan P. Yzb. Nihat Conguroğlu’nun küçük bir radyoyu masa üzerine koyarak harekâtın başladığını bildirdiği, esasen bu sı-

rada emekli diğer subayların da okula gelmiş olarak harekâta bizzat başlattıkları dinlenen şahitlerin beyanı ile sabit olduğu gibi, radyoevine Harbiyelileri götürdüğü ve ayrıca Bölükten tefrik ettiği ve içlerinde Önder Aydınlı’nm bulunduğu 10 Har biyeliyi de Kara Kuvvetleri Komutanının evi-\ ne gönderip Komutanın ve oğlunun, tevkifine mübaşeret et-’tiği; Remzi Kılıç’ın ise emrine verilen bir bölük Harbiyeli ile birlikte Polis Kolleji, Necatibey Caddesi ve Demirtepe Köprüsünü tutarak, hem Jandarma Birliğine yardım, hem de Namık Kemal mahallesinde oturan Generallerin dışarı çıkmalarını sağladığını; Yzb. Nihat Conguroğlu’nun ise Genelkurmay kavşağına gönderilerek oradaki Harbiyelileri kumandası altına aldığı, kendi ikrarları ve şahadetle sübuta varmıştır.

Emekli Yüzbaşı Salim Miman’m ihtilâl haberini öğrendikten sonra bir çok noktalarda yolu kesmiş bulunan Harbi-yelilerin arasından kolayca çıkıp Harbiyeye geldiği, Nöbetçi Amirliğini Mustafa Pakoba’dan alarak beline takdığı kemer ve tabanca ile hem bu karargâhın emniyetini temin, hem de ihtilâl Erkânıharbiyesine uydurma olarak bütün Türkiye’de Silâhlı Kuvvetlerin duruma hâkim olduğu yolunda haberler aldığını söylediği, ihtilâlin akamete uğramasından sonra dahi Harbiyeyi sarmakta olan birliklere karşı Har biyelileri mevzie soktuğu, Harbiyenin müdafii kesilerek biran evvel istirdadını geciktirdiği, Radyoevini ele geçirilmesini sağlayan ve bilâhare yakalanıp Harbiyeye getirilen Kurmay Yarbay Ali Elverdi’nin dışarı çıkmasına mani olmak istediği yakalanacağını anladıktan sonra da siyasetini değiştirerek sanki Hükümet Kuvvetlerine yardım etmiş gibi Genelkurmay İkinci Başkanma kadar çıkmağa muvaffak olduğu, Galip Kazancıoğlu, öğrenci Ünal Cengiz, öğrenci Aydın Uçka, öğrenci Nezihi Fırat ve Halil İribaş’m beyanlarile sabit olup bu suretle maznunun ihtilâli kolaylaştıracak tetbirleri ittihaz ederek bilfiil iştirâk ettiği sübuta varmıştır.

Emekli Hava Binbaşısı İzzet Köz’ün Talât Aydemirin defterinde ismi yazılı olup ihtilâl hareketine Hava Kuvvetlerimde iltihak ettirmek için teşebbüsde bulunduğu, Mürted üssünü elde edemediği için Hava Bnb. Cemal Özdemir ve Hava Bnb. Necdet Öz’ü elde ettiği, diğer tarafdan da İstanbul’u destekleyecek olan Bandırma üssünü harekete iştirâke ikna için 17.5,1963 günü yanında Emekli Hava Binbaşısı Fethi Işıkhtepe olduğu halde uçakla İstanbul'dan Bandırma’yâ gidip Üs Komutanlığında görevli Hava Yarbayı Selâhattin Alpukan ile temas ettiği, ancak bu subayın kendisine nasihat ederek teklifini red etmesinden sonra 20/21 Mayıs gecesi Harp Okuluna çıktığı, uçakların hareketi için Mürted ile görüşen Hava Binbaşısı Cemal Özdemir’e müzahir olduğu, bilâhare Hava Kuvvetlerinin bulunduğu yere inerek Hava Kur. Yarbay Nejat Doğançay’m karargâha girmesi için yaptığı teklifi kabul etmediği, Harbiyeliler arasında serbestçe dolaştığı, bu suretle ihtilâle Hava Kuvvetlerini hazırlamak maksadile iştirâk ettiği;

Hava Binbaşısı Cemal Özdemir’in 20/21 Mayıs gecesi saat 23.00 raddelerinde. Mustafa Pakoba’mn evine giderek orada bulunan Talât Aydemir’e Hava Kuvvetlerinin harekâta hazır olduğunu bildirdiği, müteakiben Harp Okuluna çıkarak Mürted Hava Üssüne uçakların hareketi için emir vermek istediği, Mürted Üssü Nöbetçi Âmiri olan Hava Binbaşısı Hakkı Cebesoy’a bu emrin Hava Kuvvetleri Komutanına ait olduğunu hatırlattığı, sabaha yakın Hükümet Kuvvetlerini destekleyen jet uçaklarının Ankara semalarına gelmesi üzerine, bu uçakların kendilerini desteklemekte olduğu haberini etrafa yaydığı, daha sonra Hava Kuvvetlerine inerek karargâhın durumu hakkında malûmat almak istediğini, kendi inkârına rağmen ihtilâlci maznunların ve öğrencilerin beyanlarıyla sübuta varmıştır.

Hava Bnb. Necdet Öz’ün hâdiseyi İzzet Köz’den daha ha evvel haber alarak başlangıç saatine kadar hususî ara-basile Çankaya sırtlarında kaldıktan sonra, Olgunlar sokaktaki bir büroda gece yarısı bezik marközü aradığını ifade eden İzzet Köz’le birlikte Harp Okuluna çıktıkları ve hava desteğini temine uğraşdığı, daha sonra Harbiyelileri kendi hususî arabisile Ziraat Vekâleti önüne getirdiği, etrafda hiç bir subay dolaşmazken elinde Tomson tüfeği olduğu halde Hava Kuvvetleri Bakanlıklar arasında bulunan Harbiyelilere yolları iyice tutmaları için emir vermek suretile ihtilâle iştirâk ettiği, toplanan delillerle sübuta ermiştir.

İhtilâlde 229 uncu P. Alayındaki maznunların durumu :

İhtilâlde bu alayı sevk ve idare etmek vazifesini üzerine alan Emekli P. Yb. Rıfkı Erten’in Alay Adlî subayı Hâkim Üsteğmen Ziya Gökalp Pusat, P. Binb. Hüsamettin Paksoy, P. Ütğm. Mehmet Erengül, Emekli Yzb. Nihat Sertöz, Emekli Teğmen Tevfik Ecemiş, P. Tğm. Metin Akpmar ile birlikte saat 23.30 raddelerinde Alaya gelerek, Nöbetçi Âmiri P. Bnb. Elmas Gençer’e alârm vermesi için tazyikte bulundukları Elmas’m tereddüt geçirmesine rağmen bilâhare onlara iltihak ederek alârmda geciken birliklerin bereketini tâcir ettiği hazırlanan bölüklerden birinin Emekli P. Ybz. Nihat Sertöz’ün kumandasında Yenimahalleye giderek İstanbul yolunu tuttuğu, oraya gelmiş olan İnzibat Subayı Yarbay

Nurettin. Tolga’ya silâh tevcih ettiği gibi, erlere de süngü taktırdığı, ancak mezkûr subay ve Kurmay Bnb. Feridun. ’ tarafından tevkif edildiği, P. Tğm. Metin Akpınar’m da başka bir bölüğe gelip alârm verdiği ve Yenimahalleye gittiği ,ancak buradaki hareketin âkim kalması üzerine Bölük ile Söğütözü toplanma bölgesine, oradan da Konya kavşağına geldiği, bu suretle ihtilâlde alayın bu bölüğüne verilen vazifeyi ifa ettiği;

P. Yüzbaşı il üs re t Karakaş’m evvelki anlaşmalara mutabık olarak tâyin edilen yere ve bölüğe; geç geldiği, ancak daha evvelki toplantı ve buluşmalara iştirak etmek suretile alay içindeki teşkilâtlanmaya yardım ettiği, fiili hareketi bu bakımdan desteklediği,

P. Üstğ. Mehmet Erengül’ün Alay ikmâl subayı olması sebebiyle cephane ikmâli yapıp, Bölüklere dağıttığı ve Bölük ile birlikte verilen vazife bölgesine gittiği,

Emekli Teğmen Tevfik Ecemiş’in resmî elbise giyerek alaydan itibaren harekâta bilfiil iştirâk ve Harp Okulu, Kızılay cihetlerini dolaştığı, aynı zamanda alaya verilen vazifelerin ifa edilip edilmediğini kontrol ettiği,

Hâkim Üsteğmen Ziya Gökalp Pusat'ın, Rıfkı Erten’in emrine girerek, bir kıt’a subayı gibi, Yenimahalle ve Konya yolundaki birliklerin vazifelerini kontrol ile direktifler verdiği, durum hakkında Rıfkı Erten’e haber ulaştırdığı gibi, Rıfkı Erten île Aydemir arasında irtibat subaylığı yaptığı, Aydemir tarafından verilen bütünvazifeleri de tekabbül ederek Radyoevindeki durumu kontrola da memur edildiği,, ve ihtilâl evvelindeki faaliyetleri ihtilâl sırasindaki gayretleri sebebiyle ihtilâli bilfiil yapanların arasına girdiği anlaşılmıştır.

Keza P. Bnb, Hüsamettin Paksoy’un evvelki anlaşmaların tatbikatı cümlesinden olarak alayın alârm a geçirilmesinde rol oynayıp, alârma geçdikten sonra gelen Alay Komutan Muavininin müdahelesine imkân ve fırsat vermediği sü-butla anlaşılmıştır.

Genelkurmay KıŞÎa Kumandanlığındaki maznunların durumu :

Bilhassa Emekli Yzb. Tevfik Saltoğlu tarafından kendisine çengel atılan kışla komutanlığında görevli P. Yzb. Gök-alp Kasapoğlu’nun ihtilâle tekaddüm eden’ günlerde kendisi-ne verilen vazifeleri kabul edip toplantılarına iştirak ettiği, ancak 20/21 Mayıs günü ise harekete iştirâk etmediği, ancak

' kendisine çengel atıldıktan ve hele Talât. Aydemir’in evine ^götürüldükten sonra hükümet aleyhindeki bu gizli teşekkü-1ün mevcudiyetine muttali olduğu halde Hükümete haber vermediği anlaşılmıştır.

F

/ Jandarma Okulu ve Jandarma Birliğindeki maznunlar :

1 Teşkilâta dahil edilen Jandarma Bnb. Kemal Kâhyaoğ-lu’nun 20 Mayıs 1963 gecesi ihtilâlci 22 Şubatçılarla birlikte

| Asmaaltı Lokantasında aynı masada yemek yiyip içki içtik-| ten sonra vazife alacağı Jandarma Birliğine döndüğü, bura-î da da bir miktar içki içtikten sonra harekât saatine ve radyo-| nun anonsuna kadar etraf da dolaştığı, radyo anonsunda rad-| yo evinin ele geçirildiğini öğrendikten sonra ihtilâlin muvaf-fakiyete ulaşacağını tahmin ederek tekrar birliğine avdet î ettiği, Jandarma Teğmen Abdullah Yılmazla birlikte Jandarma Kuvvetlerini Jandarma Okulu ve Necatibey Caddesi üzerinde toplayarak burada mevcut Harbiyelilere müzahir oldukları ve gelen geçen vasıtaları durdurup Bakanlıklar cihetine bırakmadıkları anlaşılmıştır. Kemal Kâhyâoğlu her ne kadar ifadesinde iştirâki bulunmadığını beyan etmekte ise de sübuta eren evvelki tutumları sebebiyle ifadesinde samimi olmadığına kanaat getirilmiştir.

Avukat Saffet Olgaç'ın Fiili :

22 Şubatçılardan mühim bir kısmının Orduya tekrar dönmeleri zımnında açtıkları idari dâvayı Şûrayı Devlette takiple görevli Avukat Saffet OJgaç’ın sık sık Aydemir’in evine gidip toplantılarına hukuk yönünden ışık tuttuğu, ancak bu arada ihtilâl fikrini tasvip eder şekilde telkinde bulunduğu, 26 Şubat 1963 günü saat 19.00 da Talât Aydemir’in evinde şahitler huzurunda (Beni tanıyanlar ihtilâlin ne zaman yapılacağını soruyorlar/ Ben de bekleyin, 22 Şubatçıların durumunu sağlamlaştıralım, ondan sonra diye cevap veriyorum) şeklinde konuşmasiyle 22 Şubatçıların ihtilâl Cemiyetine ittilâ kesbettiği hâlde Hükümete haber vermediği sabit görülmüştür.

14'lerin durumu

14’lerin bir ihtilâl hazırlığı safhasında bulundukları yukarıda bertafsil izah edilmiş bulunmaktadır. Siyasî bir Dernek maskesi altından çalışan Alpaslan Türkeş, Muzaffer öz-dağ, Fazıl Akkoyunlu’nun, T.C. Anayasasının tamamını veya bir kısmını, tağyir, tebdil ve ilgaya matuf en gizlice ittifâk ettikleri anlaşılmış bulunmaktadır

11 lerden Halim Menteş'in durumu :

Yukarıda geniş şekilde mevcut faaliyetleri ifade edilen U’lerden emekli Hv. Kur. Alb. Halim Menteş’in 20/21 Mayıs olaylariyle doğrudan doğruya ilgisini gösteren bir delile rastlanmamıştır.

Ancak, Türkiye’de, mevcut bir ihtilâl grubunun ferden teşkilâtçısı görünen mumaileyhin gerek 22 Şubatçılarla, gerekse 14 lerle birleşme arzusunu muhtelif şekillerde diğer ihtilâl gruplarının yetkili temsilcilerine intikal ettirdiği gibi birlikte toplantılar da yaptığı, Piyer Loti Oteli toplantısında alman kararların mahiyeti itibariyle Türkiye’deki ihtilâl nüvelerinin mevcudiyetine şahsen geniş şekilde muttali olduğu halde ileride kader birliği yapmasını düşündüğü bu kimselerin Hükümet aleyhindeki faaliyetlerini zamanında hükümete ihbar etmediği kanaatma varılmıştır.

Piyer .Loti toplantısını Halim Menteş ifadesinde teyit ettiği gibi İstanbul Sıkı Yönetim Komutanlığınca hakkmda takibata geçilen Cevat Kırca’nm dahi bu toplantıdan bahsettiği resmen teyit edilmiştir.

14 lerden Alpaslan Türkeş grubunun, 22 Şubatçıların 20/ 21 Mayıs gecesi yapacakları ihtilâl hareketini bir kaç yerden haber alarak saat 23.30 da Hükümete bildirmek üzere dosyada isimleri yazılı Millet Vekillerine söylediği ve keyfiyetin Hükümette, görevli diğer bir yetkiliye haber verildiği teyit edilmiş ise de bu şahısların ihbarının başka bir ihtilâl Cemiyetine matuf bulunması sebebiyle T.C. 171/2 maddesinin son fıkrasında yazılı halden istifade edemiyecekleri tabii bulunmaktadır.

İhtilâlde Harb Okulunun Durumu :

Türk Ordusuna güzide subaylar yetiştiren bu kartal yuvasını, meşru nizamı yıkmaya matuf bir hareket içinde mütalâa ve izah eylemeye başladığımız şu anda içimizde derin- • den, çok derinden acı bir burukluk hissetmekte olduğumuzu ifade etmekten kendimizi alamamaktayız. Asıl vazifesi memleket bütünlüğü ve Anayasası ile kurulmuş müesses nizamı-: nı muhafaza olan ordu camiasının kaynağını teşkil eden bir v yuvanın, müesses nizam aleyhine matuf bir ihtilâl hareketine karışmış veya karıştırılmış olmasından acı duymamak elbette mümkün değildir. Her ne kadar Talât Aydemir, ihtilâlin hazırlık safhasında Ankaradaki çeşitli birliklerle kimler vasıtasıyla ve ne tarzda münasebet kurduğunu ifâde ederken, Harb Okulu ile herhangi bir temas zarureti duymadığını, zira bu okulun kendilerini daima destekliyeceği kanaatinde olduğunu ifade etmiş ise de, yapılan tahkikat iddianın aksine ola-

rak Talât Âydemir’in başta IH. tabur 9. Bl. ten 1375 numaralı Önder Aydınlı olmak üzere III. Tb. 12. Bl. ten 4931 numaralı Nezihi Fırat ve gene III. Tb. dan 4922 numaralı Zihni Çetiner ile temaslarım devam ettirdiği bir vâkıa olarak tezahür eylemiş bulunmaktadır.

Olayların başlaması :

Hâdisenin vukua geldiği 20/21 Mayıs gecesi Harb Okulunda nöbetçi heyeti :

Okul Nöbetçi Âmiri: Top. Yb. Behzat Tanır.

Okul Nöbetçi Subayı : Kur. Bnb, Sadettin Arın.

Alay Nöbetçi Âmiri: IH. Tb. K. Kur. Bnb. Sabahattin Al-tmok.

·        II. Tb. Bl. 1er Nöb. Subayı: Ütğm. Hadi Kantarcı.

·        III. Tb. Bl. 1er Nöb. Yzb. Nihat Şendoğan.

Telefon Nöb. Sb. Yardımcısı: Yd. Tğm. Yekta Şaşeğmez. Revir ve Cezaevi Nöb. Sb.: Tğm. Bekir Garipağaoğlu. Mutfak Nöb. Asb. yı: Asb. Ahmet Demirci.

Ekmek Sebze Asb. yı: Asb. Çvş. F. Alpan. Nöb. Başöğretmen: Öğ. Yb. Necati Taylan. Nöb. Öğretmen: Öğ. Yzb. Hikmet Kıran. Nöb. Öğretmen: öğ. Ütğm. Halit Gülcüoğlu. Nöb. Öğretmen: Öğretmen Üstğ. Erol Kayra.. Krh. Nöb. Sb. yı : Ütğm. Mustafa Cihangiroğlu. Hazır Kıt’a Nöb. Sb. yı : Asb. Şerafettin Taşkıran.

Hdf. Slh. Bl. -Mu. Tk.- İst: Tk: ve Bando Bölüğü Nöb. Sb. yı: Asb. M. Üşer.

Oto Bl. Nöb. Sb. yı : Asb. Aslan Öğretmen.

Erat Mutfağı Nöb. Asb. yı : Asb. S. Atamer. olmak üzere 18 kişiden müteşekkil bulunmaktadır.

Olayın başlangıcına tesadüf eden saatlarda Harb Okulu nöbetçi subayı odasında Yd. Tğm. Yekta Başeğmez, Yzb. Nihat Şendoğan, Ütğm. Hadi Kantarcı ile o sırada okula çıkmış olan öğretmen Yzb. Ahmet Yücetürk oturmakta ve okul Nöbetçi Âmiri Yb. Behzat Tanır ile Alay Nöbetçi Âmiri Bnb. Sabahattin Altmok ise okulun lokalinde bulunmaktadırlar. Okul sükûnet içindedir. İmtihanlar dolayısiyle saat 24.00’e kadar çalışma müsaadesi verildiğinden henüz uyumamış öğrencilere tesadüf etmek mümkündür.

İşte bu hâl içinde ve saat 24.00 sularında, bilâhare ismi tesbit edilen ve 50. Er. Eğt. Tümenine mensup olup senelik izinle Ankara’da bulunan Yzb. Nihat . Çonguroğlu’nun «okul yanından geçmekte iken taksinin lâstiği pâtla'dı, yeniden vasıta celbi için telefon edebilirmiyiz» bahanesiyle okul nöbetçi subaylığına uğradığını ve telefon edilmesi üzerine ayrıldığını, bir müddet sonra aynı yüzbaşının bu defa elinde bir transistorlu radyo olduğu hâlde nöbetçi subaylığına geldiğini ve Harp Okulu Marşının çalınmakta olduğu bu radyoyu nöbetçi subayı masası üzerine bıraktığını.ve tam bu sırada da okula doğru sivil ve subaylardan mürekkep 8-10 kişilik bir grubun yürüyerek okul nöbetçi subay odasına girdiklerini, bu durumdan şüphe eden Yüzbaşı Nihat Şendoğan’ın ise odadan çıkıp yukarıda bulunan Okul ve Alay Âmirlerini keyfiyetten haberdar eylediğini, Yüzbaşı Nihat Çonguroğlu, Yzb. Nihat Şendoğan, Yzb. Ahmet Yücetürk, Ütğm. Hadi Kantarcı, Yb. Behzat Tanır, Bnb. Sabahattin Altmok ve Tğm. Yekta Başeğmez’in ifadelerinden anlamaktayız.

Duruma muttali olan her iki nöbetçi âmirin derhâl okulun iç bahçesine indikleri ve burada III. Tb. silâh deposu önündeki nöbetçi er ile birkaç öğrencinin mücadele etmekte olduklarını görerek müdahalede bulunduklarını ve Nezihi Fırat isimli öğrencinin nöbetçi erin silâhını almış, Önder Aydınlı isimli öğrencinin de ona yardım eder vaziyette olduğunu gördükleri ve aynı mahalde 40 - 50 kadar öğrencinin de toplu hâlde bulunduklarını müşahade edip sebep- sordukları ve alârm: verildiği cevabında bulunulması üzerine böyle bir hâ-ün olmadığından bahisle talebeleri geri çevirdikleri ve kendilerinin nizamiye kapısına geldikleri sırada okul bahçesine iki teğmenin girerek (beklediğimiz an geldi.. Vatanı seven silâhım alsın, bizimle gelsin) diye bağırıp geri dönmek üzere bulunan öğrencileri tahrikle iç bahçeye doğru sevk ettik-'leri ve bu iş için evvelden hazırlanmış olan Önder Aydınlı,

Nezihi Fırat, Zihni Çetiner gibi öğrencilerin de teşvikleriyle okuldaki bütün öğrencilerin ayaklandırılarak hâdisenin içine itildiği ve öğrencilerin bir anda haykırış, çığlık ve silâh sesleri arasında silâh depolarına hücum edip kapıları kırarak silâhlarını almış vaziyette iç bahçede toplanmaya başladıkları ve kendilerinin nizamiyeye çıktıklarında okul mensubu olmayan sivil ve resmî elbiseli kimselerle karşılaştıkları ve , nöbetçi subayı odasında Talât Aydemir ile Turgut Alpagut’u üniformalı ve -Bahtiyar Yalta’yı ise sivil olarak gördükleri ve bu arada Süvari Binbaşısı olarak giyinen aslında 22 Şubat, olaylarında emekliye sevkedilen Fethi Gürcan’ın elindeki tabanca ile etrafını tehdit suretiyle alârm verilmesini temine çalıştığı ve başta Önder Aydınlı ile Zihni Çetiner olmak üzere kapının silâhlı öğrenciler tarafından kontrol altına alındığı ve böylece insiyatifin ellerinden çıkması dolayısiyla herhangi bir şekilde müdahale imkânı bulamadıkları bizzat ' Okul Nöbetçi Âmiri Yb. Behzat Tanır ile Alay Nöbetçi Âmiri Bnb. Sabahattin Altmok tarafından ifade edilmektedir.

Diğer yandan, nöbetçi subayı odasında bulunan Ütğm. Hadi Kantarcı, Yd. Tğm. Yekta Başeğmez ve Öğretmen Yzb. Ahmet Yücetürk’ün beyanlarında, Nöbetçi Subaylığı odasına gelen grubun odaya girdiği anda talebelerin de ayaklanmış olması sebebiyle herhangi bir tedbire tevessül veya bir başka tarzda müdahale imkânı kalmadığı anlatılmak istenmiştir. Ancak hâdiselerin tehlikeli tarzda inkişafına ve Silâhlı Kuvvetler iç hizmet kanun ve tâlimatmın bu gibi ahvalde kendilerine geniş selâhiyetler tanınmış olmasına rağmen nöbetçi heyetine dahil Yb. Behzat Tanır, Bnb. Sabahattin Al-tınok, Yzb. Nihat Şendoğan, Ütğm. Hadi Kantarcı, Öğretmen Yb. Necati Taylan ve Ütğm. Mustafa Cihangir oğlu’nun kendilerine tereddüp eden vazifeleri ifâ etmemiş olmaları bir tarafa, aşağıda izah edilecek faaliyetleriyle fiilen irtikâbında

rol oynadıkları tahkikat sırasında tesbit edilen şahadetlerle sübuta ermiş bulunmaktadır. Şöyle ki :

·        a)  Top. Yb. Behzat Tanır :

Kendisi Okul Nöbetçi Âmiridir. Harekât başladıktan sonra önleyici herhangi bir harekette bulunmamış, aksine III. Tb. 11 nci bölük’ten 4635 İbrahim Memir ve II. Tb. 6 ncı bölükten 2334 Ertaç Turgay’m beyanlarından öğrencilere (keplerinizi giyin teçhizatınızı takın emrimi bekleyin) ve ayrıca Talât Aydemir tarafından kendisine mermi temini hususunda (Yalnız size güveniyorum, acele edin) diye vazife verildiği ve Behzat Tanır’ın bir vasıtaya atlıyarak bu vazifeyi ifa için okuldan ayrıldığı, II. Tb. 6 ncı Bölükten 2342 Merih özgürses in ifadesinden maznun’un Tank Okulun’dan mermi getirilmesi için bir üsteğmene emir verdiği anlaşılmış bulunmaktadır.

·        b)  Kur. Bnb. Sabahattin Altınok :

Kendisi Alay Nöbetçi Âmiridir, ihtilâl sırasında okul ni-zamiyesinde bulunmaktadır. Çıkan öğrencilere (heyecanlanmayın çabuk olun) diye mütebessim bir çehre ile hitapta bulunduğu ve ayrıca üsteğmen Hadi Kantarcı’ya okulun dış emniyetini temin için bir bölüğün vazifelendirilmesi emrini verdiği ve Önder Aydm’lı isimli öğrenciye (Biz başındayız korkmayın) demek suretiyle teşvikte bulunduğu, 7. Bölükten 2676 Özcan Görgülü, 9. Bölükten 4001 Vedat Uzun ve maznun Önder Aydmlı’mn şahadetleriyle sübuta ermiş bulunmaktadır.

·        e) Öğretmen Yb. Necati Taylan :

Kendisi Nöbetçi Başöğretmendir, hâdise sırasında III. Tabur öğrencileri ile birlikte mermi sandıklarının açılmasına fiilen katılmış ve açılmayan sandıkların kırılması için emir vermiş olduğu 8 inci Bölükten 2770 Önder! Karagül ve 2775 Ali Ünlü ve 2777 Basri Eroğlu adındaki öğrencilerin ifade-leriye teeyyüt etmiş bulunmaktadır.

·        d) Yzb. Nihat Şendoğan :

III. Tabur 12 inci Bölük Kumandanı olup hâdise gecesi de III. Tb. Bölükler Nöbetçi Subayıdır. Öğrencilerin bahçede toplanmaları sırasında aralarında dolaşarak sıraya soktuğu ve gösterin kendinizi diye bağırmak suretiyle teşvikte bulunduğu 11 nci Bölükten 4714 Mehmet Şentekin ve 10 uncu Bölükten 4468 Sabrı Öğe ve 10 uncu Bölükten 4464 Oral Argon isimli öğrencilerin ifadeleriyle sübuta ermiş bulunmaktadır.

·        e) Ütğm. Hadi Kantarcı

Hâdise gecesi II. Tb. Bölükler Nöbetçi Subayıdır. Harekât esnasında H nci taburun nizamiyede toplanıp sıraya sokulmasını ve Talât Aydemir tarafından da ihtiyat kuvveti olarak ayrıldığı belirtilen II nci Tabur Bölüklerini okul önündeki korulukta tesbit edilen yerlere sevk edilmesini temin eylediği ve (Harbiyeli aldanmaz) parolasını ikinci tabura bizzat bildirdiği 6. Bölükten 2401 Taylan Elçin, 2404 Ali Keskin, 2407 Tarık Oktay, 4227 Ünal Cengiz, 2430 Behzat Sarol, 5 inci Bölükten Cengiz îşmanoğlu, 2076 İsmet Biran, 6 nci Bölükten 2342 Merih Özgürses ve daha pek çok öğrencinin ifadelerinden anlaşılmaktadır.

·        f)  Ütğm. Mustafa Cihangiroğlu :

Hâdise gecesi Karargâh Nöbetçi Subayıdır. Hâdisenin başlamasından sonra öğrencilere mermi temini için gayret sarfettiği ve hazır kıt’a bölüğünde bulunan bir sandık mermiyi bir er ile bizzat alarak öğrencilerin emrine verdiği Muhafız Bölüğünde Çvş. Ramazan Baykal, maznun Tğm. Ayçan Ünlü, Harb Okulu Karargâhı Kışla subayı P. Bnb. Muharrem Okkanlı, Muhafız Bölüğünden Onb. îsmet Yücel, Onb. Durmuş Kanık tarafından ifade edilmiş bulunulmaktadır.

Bu dâvaya dahil edilmiş bulunan Harb Okulu öğrencilerinin durumuna gelince:

22 Şubat olayları diye anılan hâdise sebebiyle emekliye sevk edilmiş bulunan Talât Aydemir ve rüfekası menfî emellerinin tahakkuku için tasarladıkları hukuk dışı plân ve tertiplerinin tatbik mevkiine konulmasında, genç ve körpe dimağlardan daha kolay istifade edebilecekleri hususunu göz önünde tutarak sistemlerinin icabı olan çengellerini Harp Okulu öğrenci grubuna da atmak suretiyle 9 uncu Bölükten 1375 Önder Aydınlı, 12 nci Bölükten 4931 Nezihi Fırat, 12 nci Bölükten Ramazan Öztürk adındaki öğrencilerle doğrudan doğruya temas teminine muvaffak olmuşlardır. Bu öğrencilerin de kendilerine yakın gördükleri 4922 no. lu Zihni Çetin-er, 4170 Osman Yetkin, 5016 Erol Ege isimli öğrenciler vasıtasıyla, ihtilâlci grubu tarafından yayılmak istenen fikirler öğrencilere intikâl ettirilip okul içinde ihtilâl hareketini benim-seyici bir havanın yaratılmasına gayret göstermişlerdir. Bu husus ismi geçen maznunların yekdiğerini itham edici mahiyetteki ifadeleriyle ve kat’iyyetle sübuta ermektedir. Kaldı ki, hâdise gecesi Nezihi Fırat, Kemal Ülkütanak gibi öğrenciler bu gece ihtilâlin olması mümkündür diye ihtilâl plânı hakkında malûmat vermiş olması da öğrencilerle ihtilâlciler grubu arasındaki temasın kat’î delili olarak karşımıza çıkmaktadır.

Evvelden vaki bu temasların tesiri iledir ki, hâdise gecesi, maznun Önder Aydınlı ve Nezihi Fırat silâh depolarının açılması için depo nöbetçi erine tecavüz ve silâhını almak suretiyle onu ekarte etmekten çekinmemişlerdir.

Bu öğrenci grubuna dahil Zihni Çetiner’in hâdise gecesi bütün birliklerin ihtilâle katıldığı ve her yerde duruma hâkim olunduğu yolundaki beyanlarla teşvikte bulunduğu 4073 numaralı Nevzat Kulu ve 2351 Cengiz Koktekin’in ifadeleriyle ve Ümmet Sarı, Mehmet Aydoğan, Kemal Ülkütanak isimli öğrencilerin. Önder Aydınlı emrinde olarak KaraKuvvetleri Kumandanı Orgeneral Ali Keskiner’in evine tevkif maksadıyla gittikleri, bulamayınca tıbbıye’deki deniz talebesi oğlunu yakaladıkları ve aynı mahalde Önder Aydınlı’mn Genel Kurmay 2 nci Başkanı Korgeneral Memduh Tağmaç’ı görerek yakalamak teşebbüsünde bulunduğu ve bu yüzden zuhur eden münakaşada Önder Aydınlı’mn ateş ettiği ve Kara Kuvvetleri binası önünde bulunan erlerin mukabil ateşi üzerine geri çekilmek mecburiyetinde kaldığı III. Tb. 12. Bölükten öğrenci Yener Konuralp’m ifadesiyle sübuta ermiştir.

Bu grupta yer alan maznun öğrenci Osman Yetkin, harekât sırasında öğrencilerin vazifelere sevk ve İdaresi ile bilfiil meşgul olduğu gibi mermi temini maksadıyla okulun Ordonatım Bölüğünün kapısını kırdığı ve bulduğu bir sandık mermiyi öğrencilerin istifadesine arz etmek suretiyle dâvaya mevzu teşkil eden fiilin irtikabında bizzat rol oynadığıkendi ifadesi ve 9 uncu Bölükten 4063 Sadettin Acar’ın ifadesinden anlaşılmış bulunmaktadır.

İhtilâlde Meclis Muhafız Taburu'nun durumu :

Gv. Kd. li Ütğ. Erol IŞILTAN ve P. Ütğm. Kadir YILDIRIM sanıklardan Güverte Kd. Ütğm. Erol IŞILT'AN’ın olay gecesi nöbetçi âmiri olduğu ve Nöbetçi Subayı Ütğm. Mehmet ÇAMLA oturdukları esnada Tb. Subaylarından olup o gece herhangi bir görevi bulunmayan P. Üsteğmen Kadir YIL-DIRIM’m geldiği, biraz sonra Tank gürültüleri işiterek dışarı çıktıkları ve alarm verdikleri, erlerin kaldırıldığı ve mermi dağıtıldığı Tb. Komutanının şoförünün Erol IŞILTAN tarafından silâhının alındığı ve oradan ayrılmamasını tenbih ettiği Kadir YILDIRIM’ın da elindeki Tomsonu ere tevcih ederek (ayrılırsan seni gebertirim) dediği, keza Ütğm. Kadir tarafından Bl. yatakhanesinin telefonu başına bir nöbetçi dikilerek, kendisi Erol Ütğm. ve Çam Ütğm. den başka kimsenin konuştufulmıyacâğını emrettiği ve Erol IŞILTAN’ın Kumandana olayı haber vermemek için oyalandığı, ancak Ütğm.. Mehmet Çam’m (sen haber vermezsen ben telefon edeceğim) demesi üzerine olayı verdiği ve Assb. İsmail Çe-tintaş’ın (Subaylar için servis çıkaralım mı?) sorusuna (sen nizamiyeye git ben bu işleri hâllederim) dediği bu esnada çıkış nizamiyesinde bulunan Ütğm. Kadir’in akrabası olan emekli Süvari Bnb. Fethi Gürcan, tarafından arandığı ve nöbetçi erlerin kendisini içeri bırakmamaları ve Ütğm. Ka-dir’in o gece nöbetçi olmadığını söylemelerini müteakip sanığın nizamiyeye çıka geldiği, bir şeyler konuştukları Fethi Gürcan ayrılırken kendisinin ve Kadir Yıldırım’m akrabası olan Harp Okulu öğrencisi ve iki arkadaşına Ütğm. nin muhafızı olmalarını emrettiği, Ütğm. Kadir’in kendisini çıkış ni-zamiyesine getiren Hava eri şoför Sami Uygurla, Assb. İsmail Yüksel’e Tb. ra gelecek Tb. Subaylarına dağıtılmak üzere Tomson tabanca ve jarjörü getirmesi için haber gönderdiği, Assb. İsmail Yüksel’in keyfiyeti sormak üzere nizamiyeye gitmek istemesini müteakip Ütğm Kadir Yıldırım’m (ver ver) diye seslendiği ve Tomsonlarla jarjörleri Çvş. Mehmet Emir ve Aydın Selçuk’un getirip nizamiye yakınındaki bulunan jeep’e bıraktıkları, biraz sonra gelen Harb Okulu

öğrencilerine silâh ve dolu jarjörlerin bizzat Ütğm. Kadir Yıldırım tarafından dağıtıldığı ve bu esnada oralarda dolaşmakta olan sanık nöbetçi âmiri Ütğm. Erol Işıltan’ın durumu gördüğü ve nöbetçi subayı olan Ütğm. Mehmet Cam’ın kendisini ikaz etmesine rağmen (sen bu işlere karışma sana verdiğim mıntıkada dolaş )diye yanından uzaklaştırdığı, bir Süvari Bl.’nün Kadir Yıldırım’ın müsaadesi ile Meclîsten geçip Çankaya köşkünü sarmak üzere gittiği, bilâhare Ütğm. Kadir in erleri toplıyarak (bana güveniyor musunuz, ben size güveniyorum, size Harbiydiler kumanda edecek, nöbetçi âmiri bana yetki verdi) dedi ve bu konuşmayı nöbetçi âmirinin dinlemekte olduğu ve Ütğm. Mehmet Çam’ın ikazına rağmen müdahale etmediği ve mezkûr bölüğün çıkış nizamıyesine götürülerek, Harbiyelilere aynı mealdeki bir konuşmadan sonra teslim edildiği ve keza Assb. İsmail Cetintaş’m Muhafız Alay Komutanının telefonla Tarım Bakanlığının civarında bulunan beşinci Bl. le temas temin edilmesi hususundaki emrini Erol Işıltan’a iletmesine rağmen, sanığın hiç bir tedbir ve teşebbüste bulunmadığı, Ütğm. Kadir’in ise Harbiye ’lilere (toplu durmayın, dağınık dürün) tarzında direktifler verdiği, Erol Işıltan’a Deniz Kuvvetlerine kadar gelebilmiş olan Tabur Komutanının müteaddit defalar telefon etmesine rağmen onun Tabura getirilmesi hususunda hiç bir tedbir almadığı ve bilahare Bölüğe iltihak eden Yzb. Kaya-han Özalp’in Bölüklerin bakiyelerinden bir kıt’a yapılması hususunda emir verdiği, bu esnada Tabura gelen Merkez Komutanı Orhan Çokdeğer’in bu birliği alarak Deniz Kuvvetlerine sığınmış bulunan Tabur Komutanının alınmasını istediği ve çıkış nizamiyesine sevk edilen bu Birliğin işitebileceği bir sesle -Ütğm. Erol Iışıltan’ın (Bl. de mermi yok Bl. ğü kırdıracaksınız gitmeyin) dediği, kezâ Ütğm. Kadirî m de (ben bunlara emir veremem bunları kırdıramam) dediği, bunun üzerine Birliğin ilerlemediği've Merkez Komutanlığına, mensup iki subayın Harbiyelilerce yakalanıp götürülmesi üzerine teşebbüsün akim kaldığı, bu suretle Ütğm. Kadir Yıldırım’ın arkabası olan ihtilâl teşebbüsünün elebaş-larmdan Emekli Süvari Bnb. Fethi Gürcan’la önceden anlaşıp, Harbiyelilere Tomson tabanca ve mermi yardımı yaptığı, Kara ve Deniz takımından müteşekkil bir kıt’ayı onların emrine verdiği ve âsi kuvvetlere mensup bir Süvari Bölüğünün Meclisin içinden geçmesine müsaade, ederek ve Harbı-yelilere tâlimat vererek maddî manevî bilcümle yardımla hareketi desteklediği keza Erol Işıltan’ın ise nöbetçi amirliğinin kendisine sağladığı nüfuzdan istifade ile herturlü mukavemet hareketine mâni olduğu gibi emir ve kumandayı o gece hiç bir görevi bulunmayan Kadir Yıldırım’a devrederek ihtilâlci kuvvetlere yardımcı olduğu anlaşılmaktadır.

İhtilâlde Zırhlı Birlikler Okylu ve Muhafız Alayı Süvari Grubunun durumu :

20 Mayıs 1963 gecesi saat 23.30 sıralarında Zırhlı Birlikler Okulunun araç park mahalline içinde ömeklı Süvari Bnb. Fethi Gürcan, subaylar, bir Assb., bulunan şevrole marka sivil bir taksinin yanaştığı bu aracın okulun nöbetçi âmiri personel Bnb. Ömer Tekebaş tarafından karşılandığı, F. Gürcan’ın Ömer Tekebaş kayınbiraderi olduğu, Tekebaş ile Süvari Binbaşısı Fethi Gürcan’ın konuşmalarını müteakip Bnb. Fethi Gürcan’ın okul kursiyer ' subaylarının bulunduğu yatakhaneye çıktığı, kursiyer subaylar ihtilâl hareketine ne şekilde iştirak edecekleri yolunda direktifler verdikten sonra hep birlikte koğuştan dışarı çıkarak aşağı indikleri, nöbetçi âmiri ile müşterek olan eğitim kurulu silâh grubundan 4 adet Tomson tabancayı aldıktan sonra, subaylarının iki gruba ayrılarak bunlardan Süvari Yzb Mehmet Gül ile Sedat Ünal’ın ve Fethi Gürcan’ın bazı Süvari subayları ile birlikte Süvari grubuna gittikleri diğer bir kısım kursiyer Tank subaylarının da başlarında Tank-Kd. li Yzb. Feridun Erman oldukları hâlde okulun Tank Taburuna gittikleri, birinci Tank Bl. Birinci Takım Komutanı Tğm. Erol Kıvılcım ile Tb. Keşif Bl. Tk. K. Tğm. Savaş Kilimci’nin yardım ve iştirakleri ile Tb. Nöb. Sb. İs. Ütğrn. Selâhaddin Öktem’i yakaladıktan sonra Tb. cephaneliğinin kapısını kırarak 10361 adet 7,9 mm. lik sivri fişek, 7005 adet 11,43 mm. lik Tomson fişeği, 1570 adet 7,62 mm’lik Mk. Tf. fişeği, 650 adetxl2,7 mm. lik Mk, Tf. fişeği 30 adet 9 mm. lik tabanca fişeği ve 5 adet talim fişeği aldıkları müteakiben

1 inci Tank Bl. den 11 adet M 47 Tank’ı ile 13 eri, Keşif Bl. den 3 adet M 24 Tank’ı ile 29 adet silâhı tehdid ile alarak ayaklanmaya katılmak üzere saat 24.00’e doğru Bakanlık istikâmetine müteveccihen okuldan ayrıldıkları ve B.M.M. Radyoevi Kızılay ve Sıhhiye gibi önemli geçitlere yerleşmek sureti ile ihtilâl hareketine fiilen katıldıkları, keza Süvari grubuna başta Em. Sv. Bnb. Fethi Gürcan olduğu halde giden subay ve kursiyerlerin nöbetçilerin mümanatlarma rağmen cebren içeri girerek nöbetçi heyetinin müdahelesine meydan vermeden alârm verdikleri ve önceden yaptıkları vazife taksimine göre Bl. rin başına geçtikleri bazılarının motorlu araçlarla muhtelif istikâmetlere dağıldıkları anlaşılmıştır.

Tank Tğm. Savaş Kilimci :

Sanığın kursiyer subayların başında olduğu ve elinde bir tabanca bulunduğu hâlde keşif Bl. koğuşuna girdikleri. (Keşif Bl. kalk alârm var) diye bağırdıkları, bu arada Tğm. Savaş’ın (hiç kimse kıpırdamasın, yoksa vururum ,bütün tank şoförleri ve jeep şoförleri buraya çıksın) diye erleri tehditle dışarı çıkardığı, hattâ vakit kazanmak ve bu vesile ile durumun nöbetçi subaylarına intikalini sağlamak isteyen erlerin bu vaziyetini sezen Teğm. Savaş’m önce iki el havaya ve bir el de Tank’m birine ateş-ettiği, bu kurşunlardan birinin er Mehmet Çetin’in göğsü hizasından sıyrılıp geçtiği erin vurulduğu zan ve korkusu ile yere düştüğü, Tank erlerinin böyle bir tehdit havası içersinde Tanklara bindirilmesinden ve diğer kursiyer subayların da tanklara yerleşmesinden sonra hareketle şehir içinde muhtelif yerlere dağıldıkları, sanığın tank şoförlerinin kaçmasına meydan vermemek maksadı ile onları silâhla sık sık tehdit ettiği ve Radyo-evine giderek işgali hususunda bizzat görev aldığı.

Tnk. Teğm Erol Akkıvılcım :

Sanığın 20 Mayıs gecesi okulun gazinosunda kursiyer subayların ihtilâl olacağından bahsettiklerini duyduğu daha sonra arkadaşları ile birlikte Tank. Tb. na gittikleri kendi Bl. eratını uyandırdığı Tankların başına geçirdiği Tarım Bakanlığı, Sıhhiye, Radyoevi mıntıkalarında Tankları yerleş-

tirdiği kendi birliğinden üst rütbeli bir subayın (Tankların üzerinde ne geziyorsun) sorusuna cevaben (ben Ütğm. den emir alırım onunla konuş) dediği.

Sv. Ütğm Zeki Celep :

Sanığın alârm verilmesi üzerine kursiyer arkadaşları ile birlikte Zırhlı Birlikler Okulunun Tank Tb. na gittiği, temin ettiği bir jeep aracı ile daha önce hareket eden tankların izlerini takip ederek Radyoevi ve Meclis önlerinde ve muhtelif yerlerde dolaşarak ihtilâl hareketine katıldığı.

Sv. Ütğm. İzzet Şener :

• Okulun Tank Tb. na arkadaşlarına katılmak üzere gittiği, arkadaşlarının taburdan ayrıldıklarını görünce, önceden hareket eden tankların izlerini bindiği jeeple takip ederek Kızılay ve Meclis önüne gidip ihtilâle fiilen katıldığı ve gece yoklamalarında okulda bulunmadığı.

Sv. Ütğm. Yaşar Korkut :

Olay gecesi arkadaşları ile birlikte oturdukları okulun subay gazinosunda bütün silâhlı kuvvetlerin katıldığı bir ihtilâlin vuku bulacağı yolunda konuşmalar cereyan etmesinden sonra emekli süvari Bnb. Fethi Gürcan,, Turgut Salt-oğlu ve Em. Etğm. Erol Dinçer’in üniformalı olarak koğuşa girdikleri, ihtilâl yapılacağının adı geçenler tarafından söylenmesini müteakip maznunun da arkadaşları ile birlikte okuldan çıkarak harekâta katıldığı bu arada Meclis civarında bulunan Harb Okulu öğrenci grubunun başına geçerek emirler verdiği, daha sonra Radyoevi binasının civarında elinde silâh bulunduğu halde öğrencilerin arasında dolaştı- ” ğı.

Sv. Ütğm. Yüksel Eral :

Arkadaşları ile beraber tanklara binerek Meclis civarına geldiği, ihtilâl harekâtına katıldıktan sonra Genelkurmay mensubu subaylar tarafından teslim alındığı.

Sv. Ütğm. Özkat Tansal :

Olay gecesi Fethi Gürcan’ın koğuşta ihtilâl yapacağı yolundaki beyanını dinledikten sonra, arkadaşları ile birlikte tank taburuna gittiği alârm emri üzerine tankın birine binerek ihtilâle katıldığı, bu arada Orduevi Önünde yol kavşağında durarak inzibat subay Bnb. Sedat Yenen’in göreve gitmesine mani olduğu.

Tnk. Ütğm. Ferit Kelecek :

Subay koğuşundan arkadaşları arasında yapılan konuşma sırasında ihtilâl yapılacağı açıklandıktan sonra kendisinden diğer arkadaşları ile birlikte Tnk. Tb. dan çıkardıkları tanklardan birine binerek Radyoevinin önüne geldiği ve ihtilâle katıldığı.

Tnk. Ütğm. Metin Turgan :

Arkadaşları ile birlikte Tank Tb. na inerek tanklardan birine bindiği, Hava Kuvvetlerinin önüne geldiği ,harekâta katıldıktan sonra bir müddet sonra Gn. Kur. subayları tarafından tevkif edildiği.

Tnk. Tğm. Alâaddin Açan :

Arkadaşları ile beraber tanklardan birine binerek Radyoevi binasının önüne çıktığı bu suretle ihtilâl hareketine katıldığı.

Sv. Tğm. Yüksel Akar :

Koğuşa gelerek sanığın ihtilâl olacağı haberini Yzb. Feridun Erman’dan aldığı, bu beyandan sonra arkadaşlarının tanklarla hareketini müteakip geçen bir tanka binerek Genelkurmay binasının önüne geldiği, harekâta katıldıktan bir müddet sonra Genelkurmay mensupları tarafından enterne edildiği.

Tnk. Tğm. Agâh Gürer :

Olay gecesi Tank. Taburuna ait bir tanka atlayarak Genelkurmayın önüne geldiği, ihtilâl’ harekâtına katıldıktan bir müddet sonra Gn. Kur. mensubu subaylar tarafından tevkif edildiği.

Tnk. Tğm. Yiğit Erdem :

Olay gecesi arkadaşlarının Taburdan hareketini müteakip bir araca atlayarak Gn. Kur. binası civarına geldiği, bir müddet sonra Gn. Kur. personeli tarafından teslim alındığı.

Tnk. Tğrn. Tuncay Yener :

Koğuşa gelen Yzb. Feridun Erman tarafından Tank Taburunda vazifelendirildiğine dair beyan üzerine Tabura indiği, Ütğm. İhsan Baş’la birlikte bir tanka atlıyarak Radyoevi binası önüne. geldiği ve busuretle ihtilâle katıldığı.

Tğrn. Giihay Tanju :

Tank Tb. na inerek bindiği bir tankla Radyoevinin önüne geldiği ve ihtilâl hareketine katıldığı.

Tğrn. Erkan Mersin :

Tank Tb. dan aldığı bir tankla ve arkadaşlariyle birlikte hareket ederek Radyoevi binasının önüne geldiği, ihtilâle fiilen iştirak ettiği.

Tğm. Haşan Kıran :

Arkadaşlarının Taburdan hareketini müteakip aldığı bir Tomson tabancayla Hava Kuvvetleri binası civarına geldiği, harekâta iştirak ettiği.

Tğm. Duran Uzun :

Gece koğuşa gelen, Tank Yzb. Feridun Erman’ın ihtilâle katılmaları yolundaki beyanı üzerine Tank Taburuna giderek bir tankla harekâta iştirak ettiği.

Tğm. Güven Küçükaksu :

Bindiği bir tankla Kızılay'a geldiği, bilâhare Radyoevi-ne giderek silâhlı dolaştığı ve bu suretle harekâta katıldığı.

Tğm. Erhan. Dağıstanlı :

. Tank Tb. na ait bir tankla Kızılay’a geldiği, ihtilâl harekâtına katıldığı.

Ütğm. Zeki Yılmaz :

Tank Tb. dan aldığı bir tankla, Radyoevi bihasma gelerek ihtilâl harekâtına katıldığı .

Tğm. İhsan Seçgül :

Arkadaşlarının okuldan hareketinden sonra Orduevine geldiği, burada Şevket Sönmez adındaki bir İnzibat Yarbayına silâh çektiği ve ihtilâle katıldığı.

Tğm. Haşan Bilici :

Tank Tb. na ait bir tanka binerek G. Kur. binası civarına geldiği ,ihtilâl hareketine katıldıktan bir müddet sonra Gn. Kur. mensubu subaylar tarafından enterne edildiği.

Tğm. Coşkun Savaş :

Tank Tb.na ait bir tankla Hava Kuvvetleri binası yanına gelerek ihtilâl hareketine katıldıktan bir müddet son Gn. Kur. personeli tarafından enterne edildiği.

Ütğm. Celâl Oğuz :

Tank Taburuna ait bir tankla Sıhhıye’ye geldiği, ve ihtilâl harekâtına iştirak ettiği.

Tğm. Çelil Dağüsfün :

Olay gecesi Radyoevine girerek, ihtilâl fiiline katıldığı.

Sanığın Harp Okulu öğrencilerinden bir grubun başında olduğu halde Tandoğan Meydanına gittiği, orada bir müddet kaldıktan sonra oradan uzaklaşdığı, okul nizamiyesinde öğrencileri harekete sevk hususunda teşvikte bulunduğu.

Tğm. Erbil Yücelten :

Beraberinde P. Yzb. Nihat Conguroğlu, Tğm. Ayçan Ünlü, Emekli Tğm. Tevfik Ecemiş ve Ütğm. Remzi Kılıç olduğu halde bir taksi ile Harp Okuluna çıkdığı, daha önceden Yzb. Nihat’tan gece saat 23.30 dan itibaren ihtilâlin başlıyacağını öğrendiği, Harp Okulunda bir talebe grubunun başına geçerek harekete katıldığı.

Tnk. Tğm. Atilla Altugan :

Sanığın Talât Aydemir’in kızının nişanlası olduğu 22 Şubat 1962 tarihinden sonra Aydemir’in evinde yapılan toplantılara katıldığı 18 Mayıs 1963 günü Ankara’ya geldiği, olay günü Mustafa Pakoba’nın Küçük Esatda’ki evine giderek Talât Aydemir’den direktif aldığı, bü direktif üzerine saat 23.00 de Tank Okuluna giderek Tnk. Ütğm. İlhan Baş’m emrine girdiği, beraberce aynı tanka binerek Radyoevine doğru hareket ettikleri, mezkûr mahalde yolu keserek vasıtaların hareketine mani olduğu bilâhare Harbiyeye çıkarak ihtilâlin sevk ve idaresini temin eden Talât Aydemir, Mustafa Pakoba, Yaşar Başaran, Münip Tepeci grubuna katılarak faal rol oynadığı.

Sv. Ütğm. Ergin Osmanağaoğlu :

Emekli Sv. Bnb. Fethi Gürcan ve arkadaşlarıyla birlikte Süvari grubuna geldikten sonra karargâh Bl. nün emir kumandasını eline aldığı ve bölüğe (Türk Silâhlı Kuvvetleri İdareyi ele almıştır. Bölük Kumandanınız benim. Birinci takıma Sv. Tğm. Mustafa Karazeybek, ikinci takıma Sv. Tğm. Tezcan Atılgan, Üçüncü takıma AsSb. Salim Bayraktar kumanda edecekler, sizlere güveniyorum) dediği ve Süvari grubundan hareketle Kavaklıdere yoluyla Çankaya köşkünün giriş nizamiyesi karşısında mevzilendiği bilâhare duruma hükim olamadıklarını anlayarak orayı terk, edip süvari grubuna döndüğü.

Sv. Kd. Ütğm. Erol Aydın • î'SSEES£-=-’ Aydın, Tğm. Enver Anavdm va m t MuhtG?em »e Muhata Alayl iXmeti« X^?Tha mensubu subaylar taratadan entfrne adüdiî           7

Sv. Tğm. Mustafa Karazeybek-

lara batüd^ Harp Obulû K^da^^Ken^ ÜteSS?’' Kumandm teslim ”p tevkif ederek Harp Okuluna gtaSrfflâ            Sbayi

Sv. Tğm. Mustafa Satıroğlu •

Sv. Tğm. Mehmet Çilingiroğlu:

&s“hhB!5em Ardln Ve Tâm' Enver Apay-kaya-da bakkal durağı civarında^??5 ÜtL"”? Çan' tevkif edilerek Muhata Alayma götürütaüS          d

Sv. Tğm. Enver Apaydın:

Güneş taratadan tevkif edilerek Ataya

Sv. Tğm, Tercan Özalgm:

Sv. Yzb. Mehmet Gül :

Olay gecesi Süvari grubuna Fethi Gürcan’la geldiği ve Üçüncü Bölükle ihtilâle iştirak ettiği, bölüğü Tandoğan Meydanına kadar götürdüğü ve eski bölüğü olması ve erlerin çoğunu acemi eğitimi sırasında tanımış oltiıası sebebiyle bu imkânlardan istifade ettiği, ancak Bölük Astsubayı Erdal Al-kan insiyatifini kullanarak Bölüğe At bindirip Alaya avdet ettiği, bu sırada sanığın bölüğün arka sıralarında görülerek Tank Taburu civarında tevkif edildiği.

Sv. Yzb. Sedat Ünal:

Süvari grubuna Fethi Gürcan’la geldiği, bir süvari bölüğüne kumanda ettiği, bir jeeple bölüğe Yıldırımbeyazıt meydanına kadar götürdüğü ve jeepteki bir sandık mermiyi dağıtmak üzere orada bırakarak ve yanına bir Harp Okulu öğrencisi alarak Çankaya’ya çıktığı, o sırada alârma geçmiş olan birlikler tarafından jeep’i durdurularak Tğm. Selâmi Kızıldemir tarafından tevkif edilip Muhafız Alayına getirildiği.

Em. Sv. Bnb. Fethi Gürcan :

Sanığın Zırhlı Birlikler Okulundan temin ettiği kursiyer Sv. Subaylarla birlikte Muhafız Alayı Süvari grubuna gelerek alârm verdiği, kalabalık kursiyer, subaylar sebebiyle nöbetçi heyetine bir şey yapmadığı ve samğın bölükleri muhtelif istikametlere sevkettiği ve bu birliklerden aldığı vasıtalarla Harb Okuluna gelerek Harbiyelilere emir ve direktifler verdiği, bilâhare Gn. Kur. Meclis, Hava Kuvvetleri önüne gelerek bizzat müsademeye katıldığı Meclis Muhafız Tb. dan silâh ve mermi temin ettiği, orada göreve gitmekte olan Mu- < hafız Alayına ait bir steyşini çevirerek Radyoevine gittiği, ve Radyoevi ile Genelkurmay arasında ihtilâlin devamı müd- . detince telkin, tavsiye ve emirlerle isyanı bizzat idare ettiği, silâhlı çatışmalara katıldığı, sivil giyinmiş 22 Şubatçılarla temas ettiği ve harekâtın akim kalması üzerine Ayrmcı sırtlarında vasıtayı terk ettiği.

Em. Assb. Münip Tepeci :

İhtilâl gecesi Fethi Gürcan’ın evinde bulunduğu ve Erol i Dinçer’in arabasile Süvari grubuna gelerek kursiyer subay-

ların da yardımiyle birliği bastıkları ve Fethi Gürcan’la aynı arabaya binerek Harp Okuluna geldikleri, Genelkurmayın önünde görüldüğü, ve elinde Tomson tabanca ile Talât Ay-demir’in muhafızlığını yaptığı, emirlerini yerine getirdiği.

Tnk. Ütğm. İlhan Baş :

Tank Taburuna diğer sanıklarla birlikte giderek Fethi Gürcan’ın verdiği emir üzerine Radyoevini ele geçirmeğe memur edilen 3 tankdan birisine binip Radyoevine gittiği. Yaşar Başaran’m da iştirakile Radyoevine girip Talât Ayde-mir’in ilk ihtilâl beyannamesini müteaddit defalar okuduğu, bilâhare Kurmay Yarbay Ali Elverdi tarafından tevkif edildiği.

Prs. Bnb. Ömer Tekebaş :

Olay gecesi Zırhlı Birlikler Okulu nöbetçi Âmiri olan sanığın Fethi Gürcan ve diğer ihtilâl arkadaşlarını 20/21

Mayıs gecesi saat 23.00 raddelerinde kapıda karşılıyarak okula aldığı ,ve yukarıda esasen kendi aralarında vazife taksimi yapmış olan Tank ve Süvari Subaylariyle görüşmesine imkân ve zemin hazırladığı, müteakiben bu subayların okuldan çıkarak Süvari grubuna ve Tank Taburuna gitmelerine müsaade ettiği ve kendisi okulda kalarak telefonlara ihtilâlcilerden yana olduğunu açıkça belirtir şekilde cevap verdiği-

Tank. Yzb. Feridun Erman :

ihtilâlden evvel Tank Okuluna Fethi Gürcan tarafından atılan çengel sebebiyle bizzat Talât Aydemir’le görüştüğü ve ihtilâl gününü daha evvel haber aldığından, Fethi Gürcan’ın okula gelmesinden sonra Tank Taburuna inerek 2 nci bölüğün tanklarının hazırlanmasına emir verdiği, ve daha evvel kursiyerlerin bulunduğu koğuşa giderek, (Arkadaşlar, kuvvetler ve Genel Kurmay birlikle alârm verdi. Tankçı subaylar Tank Taburuna gidecek, emniyet vazifesi ifâ edecekler) diyerek onları vazifeye sevk ettiği, kendisi de ilk çıkan tanklara vazifeleri hakkında talimat verdiği sübuta ermiştir.

Sübut delilleri :

·        (a) Radyoda okunan açık ihtilâl beyannamesi,

·        (b)  Sanıkların birbirini tamamlıyan itirafları.

·        (c)  Müşterek suç delilleri dosyası,

·        (d) . Şahadet,                                  '

·        (e)  Ölü muayene raporları ile Tabib raporları,

·        (f)  Şahsî sübut delilleri dosyası,

·        (g)  Birliklerden gelen vak’a raporları,

·        (h)  4 ciltlik görgü raporları dosyası,

·        (i)  Aramada elde edilen sübut delilleri,

·        (j)  Özel raporlar.

Tatbiki İcap Eden Kanun Maddeleri:

·        1 — Talât Aydemir, Fethi Gürcan, Rıfkı Erten, Turgut Alpagut, Bahtiyar Yalta, Tevfik Ünlüer, Hakkı Sümer, Galip Gültekin, Yaşar Başaran, Mustafa Pakoba, Tevfik Salt-oğlu, Erol Dinçer, Turgut Saltoğlu, Münip Tepeci, Remzi Kılıç, Nihat Sertöz, Tevfik Ecemiş, izzet Köz, Cemal Özde-mir, Necdet Öz, Ömer Tekebaş, Feridun Erman, Ilhan ]3aş, Sedat Ünal, Mehmet Gül, Savaş Kilimci, Erol Akkıvılcım, Mustafa Karazeybek,, Atillâ Altugan, Ziya Gökalp Pusat, Hüsamettin Paksoy, Kadir Yıldırım, Önder Aydınlı, Zihni Çetiner, Nezihi Fırat, Nihat Conguroğlu haklarında Türk Ceza Kanununun 146/1, ayrıca aynı kanunun 173/5 ve 31 müteakip maddeleri ve maznun subaylar hakkında Askerî Ceza Kanununun 30/A-l maddelerinin tatbiki.

·        2 — Şükrü İnanç, Ayhan Öcal, Cahit Aksoy, Salim Mi-man, Zeki Celep, Ergin Osmanağaoğlu, İzzet Şener, Yaşar Korkut, Yüksel Eral, Özkat Tansel, Erol Aydın, Ferit Ke-lecek, Metin Turgan, Celâl Oğuz, Alâattin Açan, Yüksel Akar, Agâh Gürer, Yiğit Erdem, Tuncay Yener, Günay Tanju, Ayçan Ünlü, Erbil Yücelten, Erkan Mersin, Haşan Kıran, Cemil Dağüstün, H. Duran Uzun, Güven Küçükaksu, Erhan Dağıstanlı, Zeki Yılmaz, İhsan Seçgül, Haşan Bilici, Mustafa Şatıroğlu, Coşkun Savaş, Mehmet Çilingiroğlu, Enver Apaydın, Tezcan Özalgm, Nusret Karakaş, Elmas Gencer, Mehmet Erengül, Metin Akpmar, Erol Işıltan, Kemal Kâhyaoğ-lu, Abdullah Yılmaz, Behzat Tanır, Sabahattin Altınok, Nihat Şendoğan, Hadi Kantarcı, Mustafa Cihangiroğlu, Necati Taylan, Erol Ege, Osman Yetkin, Ramazan öztürk, Ümmet Sarı, Mehmet Erdoğan, Kemal Ülkütanak, haklarında Türk Ceza Kanununun 146/3 ve 173/3, 31 ve müteakip maddeleri ile maznun subaylar hakkında Askerî Ceza Kanununun 30A-1 maddelerinin tatbiki.

·        3 — Emin Arat, Dündar Seyhan, Asım Mutludoğan, Necati Ünsalan, Kadri Çıtak, Alpaslan Türkeş, Muzaffer Öz-dağ, Rıfat Baykal, Fazıl Akkoyunlu, Halim Menteş haklarında Türk Ceza Kanununun 171/2 ve 173/3 ile 31 ve müteakip maddelerinin tatbiki.

·        4 — Gökalp Kasapoğlu ve Saffet Olgaç haklarında Türk Ceza Kanununun 151/1 ve subay olan maznun hakkında ayrıca 32/B maddelerinin tatbiki icap etmektedir.

Netice ve Talep :

Maznunların türlü saklama çârelerine baş vurarak aydınlatmak istememelerine rağmen Dünya ve Millet önünde açık olarak işlenmiş bu kanlı suçun bulunabilen failleri yüksek mahkemenize arzedilmiştir.

Cumhuriyet Ordusunun şanına gölge getirmeye kadar varan bu sefil hareketin masum kurbanları ve ebediyyen sakat kalmış mağdurları ile asıl dâvacisı olan Türk Milletinin ve Türk Silâhlı Kuvvetlerinin vakur olduğu kadar içli âdalet talebini de yüksek mahkemenize sunuyoruz.

Bu talebin is’afı mağdur edilen Milletimizin ve Silâhlı Kuvvetlerimizin yegâne tesellisi olacaktır.

Bu itibarla yukarda hüviyetleri ve müsnet suçları yazılı maznunlar hakkında son tahkikatın açılmasına ve 7 Haziran 1963 cuma günü saat 9.30 da Ankara Sıkı Yönetim Komutanlığı 1 Numaralı Askerî Mahkemesinde duruşmalarının icrası ile mahkûmiyetlerine karar verilmesi iddia ve talep olunur.

İstanbuldaki olaylarla ilgili olarak yakalanıp mahkemeye sevkedilen subaylar şunlardı. :

 

İstanbul sanıklarından Sv. Yzb. Sabrı Sarıyer, Em. Gnl. Orhan Türkkan.

Orhan TÜRKKAN, Emekli General.

Selim TÜRKKAN, Emekli General.

Cevat KIRCA, Emekli Kurmay Albay.

Osman DENİZ, Emekli Kurmay Yarbay.

Gazi ALANKUŞ, Eyüp Askerî Şube Başkanı Süvari Yb.

Sabri SARIYER, Süvari Yüzbaşı.

Orhan GÜNDAY, Süvari Kıdemli Yüzbaşı.

Muzaffer GÜNEY, Süvari Üsteğmen.

Şeref ULUĞ, Topçu Yüzbaşı.

Sefer SAYILIR, Jandarma Teğmen.

Abdullah GEBEŞ, Jandarma Teğmen.

Hüseyin BİLDİRİCİ, Jandarma Teğmen.

Orhan ŞAHİN, Jandarma Teğmen.

Ahmet GÜÇAL, Tank Kıdemli Binbaşı.

Mustafa ÜSTÜNER, Tank Binbaşı.

Mehmet ÖZMADEN, Tank Yüzbaşı.

Fahrettin ODABAŞI, Tank Binbaşı.

Adnan ÇELİKOĞLU, Emekli Kurmay Albay.

Selçuk ATAKAN, Emekli Kurmay Albay. •

Şinasi ÇAMÇEKEN, Emekli Kıdemli Binbaşı.

Cengiz KINAY, Deniz Güverte Teğmen.

Yaşar SONAKIN, Deniz Güverte Yüzbaşı.

Zeki ALTINSAY, Deniz Güverte Yüzbaşı.

Arif YURTERİ, Deniz Güverte Teğmen.

Feridun ÖZBAY, Deniz Güverte Teğmen.

Sefa SEVEN, Levazım Binbaşı.

Macit ÖTÜGEN, Piyade Binbaşı.

Necmi ÇETİN, Topçu Yüzbaşı.        1

Halit BÜYÜKMENDERES, Emekli Süvari Yüzbaşı.

Turgut ŞENER, Emekli Süvari Üsteğmen.

Melih ÖZKUL, Tank Yüzbaşı.

Mustafa ŞAKAR, Tank Yüzbaşı.

Sacit ULUÇ, Tank Üsteğmen.

Yurdun TÜNCEL, Tank Teğmen.

Tuncel ORHAN, Tank Teğmen.

Recep USLU, Tank Yüzbaşı.

Şükrü ARAL, Tank Assubay.

Fevzi BİNGÖL, Tank Yüzbaşı.

Fahri ERGUN, Tank Üsteğmen.

Uysal Altuğ, Tank Üsteğmen,

Tevfik SARIKAYA, Tank Teğmen.

Gündoğan DOĞANÇAY, Tank Üsteğmen.

Rıdvan METAL, Piyade Binbaşı.

Fethi IŞIKLITEPE, Emekli Hava Albay.

YARGILANAN HARBİYELİLER

2 Nolu Sıkı Yönetim Mahkemesinde yargılanan Harbiydiler için savcı 5-15 yıl arasında hapis cezası istiyordu.

Yargılanmasına başlanan 1459 sanık şunlardı :

Vedat Uzun, Senai Uçar, Habil ŞengÖnül, Necati Özkan, Yusuf Küpeli, Tanju Üstünay, Raşit Tuncel,: Ercan Tezcan, Tansu Çakaloz, İrfan Odabaşı, Mete Türkyılmaz, Dinçer Pe-ker, H. Erdinç Tunalı, Aydın Uçkan, Necati Öztoprak, Bircan Sevgör, Gürcan Türker, Musa Kâzım Kılıç, Ali Riza Ertürk, Ergun Karlı, İlhan Duysak, Fikret Destereci, Yenal Günal, İbrahim Gürbüz Kırşen, Nihat Bostancı, İlhan Özgür, Sümer Avni Savaş, Nedim Mercan, Hüseyin Atıkan, Rüstem Çevik, Mustafa Turan, Bihnam Seyhan, Arman Aybartürk, Kayhan Akduman, Hadi Coşkungüder, Altay Öz, Mehmet Demirel, Ahmet Rıfkı Öğüt, Açlan Yeter, Yılmaz Soyal, ismet Er-gül, Ahmet Gavsi Bayraktar, Gürbüz Atabay, Mustafa Dağdeviren, Süleyman Çınar, Saadettin Acar, Adnan Öksüz, Nail Erhan, Ramiz Öztürk, Metin Güvener, Kemal Genç,

Talât Aydemir - Cevdet Sunay Harb Okulunun bitirenlere diplomalarını verirlerken. (Yetiştirdiği gençler Kumandanlarının peşinden gittiler.)

Şener Özüren, Tuncer Durmaz, Fikret Oktay, Eşref Kurt, Nevzat Kulu, İbrahim Ok, Erol Ulun, Tahsin Denk, Ali Sakallı, Ömer Özyiğit, Tevfik Olcay, Enver Kanlı, Ahmet Ergin, Ferit Çalkal, Bengi Boran, Yüksel Öden, Mustafa Yılmaz Erin, Haşan Fehmi Bostancı, Abdullah Aykurt, Ahmet Anıt, Nihat Ali Erhan, Benal Tanıl, İbrahim Nazlısöz, İbrahim Sermet Altınayar, Işık Ergör, Erdoğan Gülsoy, Haşan Akçay, Kâmil Bülent Denizman, Halim Araş, Halit Araş, Yüksel Ulukal, Adnan Midyat, İlkay Tanzar Kılıç, Ahmet Çıtır, Nevzat Sezer, Zeki Yeğin, Okan Türkölmez, Türker Kalecik, Sadık Mete .Nakiboğlu, Sıtkı Azçetin, Selâhattin Çankaya, Mehmet Atillâ Güler, Eyüp Selvitop, Refah Ceran. Cevdet Ararat, Turan Üngör, İsmet Öztürk, Ali İhsan Yılmaz, Hüseyin Münip Dinçer, Mehmet Gül, Cihangir Ünal, Mustafâ Yerlikaya, Hüseyin Armağan Cartı, Ziya Derya, Atilla Kırdaal, Enver Deniz, Zafer Pazek, Kutsal Şenyurdusev, Aydım Gönültaş, Ahmet Kudret İnce, Süleyman Kansız,. Günur Tecimen, Bedri Timur, Haşan Şenerbay, Yılmaz GÖktekin, Muammer Saraymen, Sıtkı Aşçı, Ülkü Ünal, Mehmet Kâzım Ünsaîan, Burhan Soyköse, Süleyman Sayın, Ahmet Tayfun Gökyılmaz, Suat Sezgin, Dinçer Kaplanoğlu, Mahir Batırer, Ali,Tüfekçi, Abdurrahman Taner, Arif Özer, Hüseyin Atay, Erdinç Şenses, Kâzım Eraslan, Oktay Afacan, Erkan Güler-‘ ce, Haşan Turan Alp, Ünal Kapsal, Erkan Eroktay, Doğan

Yaylalı, İsmail Kurdoğlu, Önder Korkmaz, Mehmet Çolak, Yılmaz Çetin, Mümin Özdü, Süer Ünalan, Hüseyin Yaşar Salih, Hüseyin Dirhem, Eser Birben, Mehmet Altmöz, Er-toz Vahit Suiçmez, Fahri Demiray, Faruk Kurtul, Aydın Karakuş, Uğur Tuncel, Mustafa Süzeri, Fuat Kentel, Gürol De-rnirkol, Atacan Batılı, Sefa Mutlu, Fazlı Albayrak, Ahmet Gediksiz, Ertuğrul Ünlü, Necati Demircan, Nuri Koştu, Sait Kahraman, Kökşâl Başaran, Tarık Uğur, İ, Selçuk Alpay, Tuncay .: Utku, Ferit Yurtsever, Meçit Kocacıklı, Yücel Başaran,. Mesut Ünal, Fevzi Alpaslan, İlmay Teker; Zeki Kılıç,. Argun Üner,Necmettin Altan, Bedri Erdoğmuş, Rahmi Akçelik, Adnan O’flaş, Gelil Aygül, Mehmet Türkmen, Orhan Kemikbaş, Meçdi öndeş, Fahri Altay, Yılmaz Gezgin, Sezer Sabaz,?Fazlı Aklaş,.Dürsün Keçeci, İbrahim İbreküş, Erdal Güngör, Yücel Baysal, Ekrem Keskin, İsmail Kocabaş, Tuncay Yalçmyuva, Coşkun Şengüler, Ali Tarım, Fehmi Özen, Savaş Türen, Muzaffer Mertbir, Zeki Çeükyılmaz,. Salih Oz-çelik, Ümit Mercan, Niyazi Demire!', İbrahim Mutlucan, Nevzat Nesim, Rasim Okumuş, Ahmet Çakır, Erol Algan, Salih Derle, Arman Güner, Yaşar Çınar, Sabahattin Yaz, Husam Cakıroğlu, İbrahim Nebi Barlaş,. Orhan. Atik, Eyüp Özbalcı, Mustafa Erbaşol, Hüseyin Uzunoğlu, Deniz Oymak, Bülent

Aydoğan, M. Tevfik Gündemir, Ahmet Kıran, Mengü Bik-kul, Mükerrem Aşık, Turhan Polatkonak, Ersel Altıparmak, Yılmaz Kutluay, Abdülkadir Şengül, Atillâ Bozdağ, İbrahim Altınay, Mehmet Ortalı, Ünal Bayındır, Cihangir Özer, Nurtekip Gürson, Haşan Barut, Faruk Ekren, Tahsin Kande-mir, Tezcan Özdemirden, Özcan öztuna, Mustafa Yavaş, Müslüm Tunaboylu, Selâhattin Gürsoy, Hüseyin Tunca, Selâ-hattin Akbay, Emin Yanık, Selâhattin Koç, Haydar Aydoğan, Yıldırım Tekin, Mahmut Algıç, Kaya Tekbaş, Faruk Yücelen, Mehmet. Çiçek, Sönmez Perinçek, Necati Ceyhan, Bleda Yeda, Solman Bıçakçı, Atilla Akkartal, H. Faruk Erdoğan, Şanaİ Işık, Zihni Dinçel, Hüseyin Sever, Hüsnü Afacan, Er-güven Şenol, Cengiz Aktaş, Fevzi Kılıç, Hidayet Kök, Naci Karamürsel, Ünal Türker, Erol Arslan, Yılmaz \Evirgen, Necat Çetin, Cengiz Aydemir, Rauf Avcı, Mustafa Karakuzu, Oral Argun, Orhan Akdemir, Şerafettin Koçak, Kâmil Ergin, Sabri Öge, Yusuf Su, Mehmet Kapıcı, Enver Şen, Ersan Erol, Necati Atabey, Süha Görsoy, Hüseyin Arıkan, Ertan Demirci, Giray Öncel, Güngör Kanbaş, Halil Ezgen, Osman Fırat, Şevket Çakır, Refakattin Şengül, Sedat Taşdan, Necini Gülseven, Ahmet Yılmaz, Doğan Keltek, Hüseyin Aydemir, Orhan Kökrüklü, Halil Algül, İsmet Atik, Gürbüz Güner, Harun Öngül, Şahabettin Bağdır, Uğur Dilaver, Akif Memişoğ-lü, Yalçın Altmsoy, Arslan Kiray, Kâmil Kılıçarslan, Şakir Çelikkıran, Cuma Çelik, Ercan Güldü, Ahmet Çeliker, Ünsal Tarhan, Reşit Avonoğlu, Şevket Dumlu, Atalay Altay, Haşan Tutar, Şehsuvar Darcanoğlu, İhsan Seyman, Cahit Örnek, Ali Ürün, Cemalettin Selimoğlu, Fikret Volkan, Mustafa Bulut, Ramazan Anıl, Remzi Ramazan, Tezcan Güngör, Zihni Özmutlu, Ünal Okta, Mehmet Fıçıcıoğlu, Fahri Öztürk, Er-tuğrul Alpdoğan, Ercan Bergiten, Ahmet Kambur, Fikret

Türkmen, Ahmet Tural, Yusuf Şık, Hüseyin, Cevher Gürdal, Cemal Yılmaz, Mustafa Taşkın, Otay Yazgan, Aytekin Karakuş, İsmail Kara, Tarık Almaç, Mustafa Çelebi, Çetin Soysal, Erdoğan Sılay, İlker Köseoğlu, Mehmet Bilgin, Mustâfa Baltacı, Nedim Tekin, Rıfat Kaplan, Sûat Asutay, Cemalettin Taşdan, Orhan Yenal, HakkıYazıcıoğlu,YılmazEroler/Hicadi Öz, Sadık Akın, Nurettin Albayrak, Ahmet Süreyya Bilginj İbrahim Demir, Hamdi Arısoy, Mehmet göz, Atilla Kalkay, Nedim Yılmaz, İsmail. Kumrular, Enver Koyun, Mustafa Çınar, Süavi Dizen, Bekir .Unsal;: Hüseyin Serinova, İzzetin Dayı, Hüseyin Toklu, Salih Dağdelen, Ömer Bucak, İsmail Yavaş, Erkan Kaya, Ekrem Aydın,. Beyazıt Deniz, Faruk Çam, Kemal Aktaş ,Yaşar İlter, Mustafa Şahbaz, Necdet Kaya, Dündar Akçaylı, İsmail Müştak Korulu, Abidin Daver Besler, Derviş Karakuş, Hakkı Suat, Kadri Ediz, Muzaffer Balaban, Mehmet Dündar, Necdet Dinçhıen, İsmet Yalçınkaya, Hüseyin Sulu, Mehmet Sarıkoça, Mustafa Gür son, M. Ali Koçar, Faruk Işık, Cevdet Ağzıtemiz, Sabri Şen, Fikret Filizli, Mümin Orhan, Lâtif Karademir, Ali Durmaz, Aydın Yakar, Niyazi Candan, Mehmet Davarcalı, Mehmet Dönmez, Mahmut Uluğ, Abdullah Gür, Mehmet. Şentekin, Güngör Öcal, Hüseyin Dural, Dursun Günay, Arif Bidin, İbrahim Sevik, Ali Osman Çakır, Şerif Nalçacı, Kemâl Yanık, Hüseyin Aydın, Şeref Topuz, Gülağa Karadağ, İlyas Erdoğan, Fevzi Saçlı, Bülent Aktaş, Uğur Barış, Yusuf Ceylan,^ Abdül-kadir Gündüz, Ercan Çarıkçı, İbrahim Kayıkçıoğlu, Adil Baba, Şerafettin Şeker, Metin Alpaslan, Haydar Keskin,' Oktay Gökçen, Burhan Hoşer, Rıza Bağdatlı, Yusuf Bulur, Muzaffer Sakarya, Celâl Karabulut, Cengiz İlik, Mahmut' Aktuğ, Yılmaz Gülcan, Engin Genç,: Kaya Kucur,; Kemal Tokgö'z, Erdoğan Kısmet, Hüseyin Geçer, SinamEnderin, Aydın Boya cıgiller, Kadri Markoç, Zekâi Hurma, Bedrettin Dağdevi-ren, Zekâi Atalay, Ferhat Gürda!, İ. Cengiz Önen, Erkan Ak-dağ, Halil Terekeci, Nurhan Aydilek, Taner Giirkan, Ahmet Unsal, Ertuğrul Ayyürek, Ünal Çetin, Sezen Tuna, Rüstem Duran, Erol Mestanoğulları, Ahmet İnce, Coşkun . Kökhan, Mehmet Tayyar Çetiner, Mehmet Yüksel, Cengiz Kârahasan-oğlu, Mustafa Tehneldere, H. Doğan Karagöz, Fahamettin Pasos, Oğuz Ünal, Ahmet Erinmez, îdris Memişha, Sadi Kara-mustafa, Süleyman Karadağ, Zeynel Çağlar, Hayrettin İvgin, Gıyasettin Tezer, İsmet Gökmen, Erol Üçöz, Okan Tabuk, Halit Eker, Tayyar Özen, Seçkin Deinir, Mehmet Halistin Kukul, Cevdet Yiğit, Cihangir Dündar, Eftal GemiciHayrettin Gönül, Şefki Keskin, Şeref Baba, İbrahim Kaplan, Yaşar Sezgin, Necati Özkan, Ayhan Kurşun, Vahit Özsoy, Ömer Uğur, Orhan Önen, Erdoğan Yalçınkaya, Güven Güleç, Mustafa Abra, Murat Albayrak, Haşan Karaduman, Kemâl Öz-Koç,Gökalp, Yılmaz Üsküp, Mehmet Çoban, Zeki Ertan, Günay Sürmeli, Mustafa Yıldırım, Hüseyin Ersoy, Niyazi Serttaş, Yaşar Özgüven, Selâhattin Taflıoğlu, Ali Rıza Çılgın, Kadir Akçın, Osman Ağar, Salim Korkmaz, Avni Ergüler, Sencer Öztuna-lı, Turhan Binay, Mehmet Dönmez, Kenan Dikici, Üstün Ak-taş, Kadir Baran, Yetkin Ferizcan, M. Kemal Ulusoy, İsmet Görür, Mesut Turan, Süha Okyay, Yener Konuralp, Ünal Ak-bağ, Sefer Erdem, Bilâl Nair, Yurdakul Başel, Mustafa Dur-kaya, Hüseyin Toylan, N. Kemal Karbay, Şevket Yılmaz, Ertuğrul Özçağlar, Mustafa Emre, Tuncer Karahan, Ahmet Aydemir, Galip Çevik, İhsan Uzungüngör, Mehmet Taşyürek, Hikmet Güleç, Cemil Ergin, Metin Ursavaş, Hüseyin Yavaş’ Aytan Çenber, Mete Altan, Mehmet Kılıç, Nejat Fırat, Eyüp Aktepe, Yılmaz Zorlu, Yunus Akçamur, Fazıl Karaca, Mustafa Turan, Nihat Öner, Adil Erdoğan, Orhan Koçboğa, Aydın Koçer, Metin Bahtiyar, Bahattin Tokgöz, Ümit Altan, İhsan Erdem, Ahmet Çevik, Sabahattin Beyaz, İbrahim Gönel, Yüksel Postacı, Vedat Gürkan, Şerafettin Eröl, Taner Topuz, Fevzi Aydın, Ülkü Özkan, Orhan Turgut, Memduh Akkuş’ Nüsret Közanoğlu, Muammer Eren, Haşan Takay, Ferudun Pınar, Üçler Aksoy, Veysel Demirkazık, Ayhan Karslı, Bilâl Şaka, Yılmaz Emiroğlu, İsmail Bayraktar, ; Şerafettin İçöz, İbrahim Çalıkoğlu, Ertuğrul Adıyaman, Kâzım Tosun, E. Hüseyin Korkut, Fahri Erdoğan, Hüseyin Yaşar, H. Basri Özda-mar, Mehmet Tortum, İsmail Üstüner, Saygı Akyazı, Yılmaz Erdem, A. Yurdakul Cengiz, Salih Kıran, Ali Çelik, Ömer Velioğlu, Yaşar Nogay, Erol Özen, Mehmet Bülbül, Ahmet Savur, İhsan Sayın, Hüseyin Koksal, Zeki Akar, Erol Toros, Hüseyin Şimşek, Alaeddin Dağlı, Hüseyin Gürer, Turgut Ozan, Nuri Güven, Bahri Cinel, Üzeyir Durmuş, Yüksel Sevinç, Hüseyin Zengin, Sabit Ceran, Asım Toksöz, Mehmet Aydın, Erdoğan Özçetin, Haşan Acar, Mustafa Aydemir, İbrahim Gülekim, Lütfi Mutlu, Ali Totan, İbrahim Kırgöz, Bülent Aksoy, Hüseyin Tunalı, Mustâfa Dural, Fikri Bülbül, Akşit Kulaİı, Haşan Öncün, Tevfik Deniz, Fuat Özergün, Y. Ziya İnce, Halit Alpaslan, Önder Gezgin, Erdoğan Güzeltepe, Şerif Kaynatma, Ertuğrul Ersoy, İbrahim Bal, Oktay Selâmet, Münir Yıldırım, Kâmil Kaya, Halil Akçapmar, Adnan Şenocak, Ersan Gür, Mehmet Patel, Avni Alçın, Nüshet Emir-oğlu, Osman Bakış, Atilla Örsel, Turgut Yüksel, Üzeyir Maviş, Feridun Akaslan, İsmet Kaya, Engin Ümit, Ahmet Tun-cel, Ergün Yılmaz, Ali Işık, Cihat Susam, Altan Atamer, Doğan Çakır, Şükrü Polat, Kasım Sarsılmaz, Rüstem, Tüzül, Celâf Er, Hulusi Gürkan, Rıza Sevinç, M. Ruhi Kaplan,

, Ömer Aksu, Süleyman Yayla, M. Ali Özbaşakçı, Oğuz Sarıgül, İsmail Çelik, Kâmil Altmok, İlter Oral, Halil Doğan, Yaşar Kılız, Yaşar Salgar, İbrahim Samyel, Aydın Silivrili, Ertuğrul Dilek, Hilmi Eryıldız, Ruhan Bilgi, Cengiz Şişmanoğlu, Yavuz Süngü, Mehmet Okur, İsmet Biran, Oktay Tosun, Öz-can İsse, Ercan Yılmaz, M. Secat Seyhan, Er gül Hanoğlu, Mustafa Külcü, Yaşar Tatlı, Naci Yıldız, Mustafa Demirli, Oktay Ilgar, Turgut Şentürk, Mehmet Uzun, Özcan Kesgeç, Ali Akın, Sacit Gökduman, Orhan Özcan, Bayram Uçar, Ferruh Tükel, Nurettin Alptekin, Atillâ Tuğsavul, Hüsnü Bo-yeri, Aydın Vurgun, Recep Uran, Yılmaz Mıhçı, Hayri Turan, Yücel Demir, Dündar Erkmen, Kamil Erdoğdu, Aydın Gürkale, Fuat Aksu, Haşan Aydın, Zakir Özcan, Haşan Durgun, M. Ali Öztaş, Tulay Adıyaman, Celâlettin Avşar, Ömer Türe, Tayfun Beken, Şener Gültekin, Haşan Fikir, Ahmet Erdoğan, Necati Bayrak, Hüseyin Demirtaş, Ayhan Demir-taş, Hüseyin Polat, Mesut Aslan, Necdet Özbetoğlu, İzzet Coşgun, Ümit Karabayrak, Turan Tekeli, Mustafa Varlık, Ali Uzunoğlu, Muzaffer Yavuz, Hamit Borazan, Mücahit Çolak, Abdullah Doğan, Cengiz Akıncı, Himmet Koyun, Tamer Soytekin, Haşmet Aylut, Halim Yıldız, Asım Şuşut, Adil Coşkun, Erdoğan Vuruşkan, Ünal Gürsoy, Necmi Coşkun, Hüseyin Doğru, Hakkı Koşar, İbrahim Soysal, Erhan Koçeroğlu, Ahmet Ünal, Erdoğan Yıldırım, Sefa Büyükbaşaran, Ömer Güven, Haşan Akdoğan, A. Hilmi Okutan, Abdülkadir Aslan-pay, Kaya Eke, Asil Şenol, Biron Üstüner, Ergün Ayhan, A. Osman Doğan, Yüksel Salgın, Yaşar Araş, Vecihi Subaşı, Duran Özkan, Süleyman Tarhan, Haldun Kutlu, Kemalettin Zorlu, H. Ata Gülen, Cengiz Canbek, Hayri Tezcan, Yücel Örsçelik, Bülent Eymen, Merih Öner, Mustafa Menteşeoğlu, Kadir Altıntürk, Ergül Bireek, Tuğrul Moral, Bülent Sandu-vaç, Ertunç Altınok, İbrahim Yaprak, Mete Pamir, Dinçer Ataç, Tunçer Erinç, Turgut Öztemel, Ahmet Işık, Gürbüz Özkan, Hüseyin Tekneci, Metin Kırcadağ, Selçuk Anter, Cengiz

Aydın, Kaya Zati Türk, Ercüment Cankurtaran, Salih Bekas-

lan, Faruk Bilgili, Ahmet Ali Dündar, H. İbrahim Mezgit, Dursun Çevik, Ertuğrul Ayvacıktı, Sami Elekon, Necmettin Sunguroğlu, Nidai Ferik, Mustafa Ateş Güdüllüoğlu, Nezih Erseven, Mehmet Cuma, Ünal Aksöz, Cengiz Mutlu, Ali Osman Özyar, Mehmet Cengiz Ataç, Muammer Çevik, Nevzat Birsen, Ali İhsan Gülyaş, Ekin Bayram Koca, Zeki Tekin, Sami Sanal, Muammer Yaren, Hikmet Karanlık, Orhan Erdoğan, Recep Narin, Turgay Erdemgil, İbrahim Süpürtlü, Emin Yaşar, Ersin Asal, Bekir Ayhan Akçadoğan, Alp Özer, Taşkın Ertürk, Remzi Doğru, İlhan Tandoğan, Mustafa Ye-tişmişoğlu, Nurettin Tomar, Yeşar Yapan, Mehmet Acar, Tezcan Kamburoğlu, Mustafa Döker, Mustafa Akman, Ko-ray Oben, Ali Ersin Üngören, Ali İlhami Koksal, Necat Öğreten, Tuğrul Seven ,Turgut Cinbaz, Muammer Ersöz, Haşan Atilla. Tevfik, Söner Kocabıyık, Erdener Doğuer ,Mehmet Nafiz Macarlioğlu, Mustafa Hulusi Yöney, Artam Tekin, Hüseyin Fikri Ören, Emin Tunca, Soner Coşan, Atilla Kırkpmar, Ziya Küley, Hakkı Dinç, Suat Gündüz, Metin Argun, Tarık Erdoğan, Akın Şehirlioğlu, Turan Akçay, İhsan Özgirgin, Mehmet Kandemir, Kemal Erkan Kahraman, Savaş Köker, Erdinç, Aytan, İsmet Uluğ Solak, İsmail Aydın, Güngör Tunguz, Ahmet Servet Korkmaz, Saim Mümtaz: Çeliker, Yaşar Yelbağa, Raşit Ayar, Teoman Tuna, Ertaç ; Turgay, Metin Termal, Atilla Artürk Şenlik, Mustafa Alp, Fevzi Göğül, Işık Ergün, Ergün Çoban, Başar Gürses, Merih Özgürses, Ayhan Doruk, .Osman Keklik, Mustafa Kanarya, Uğur Altan, Ahmet Cengiz Köktekin, Süleyman Genç, Burhan Karagözoğlu, Necati Deniz, Ahmet Aydemir, Kadir Dalgıç, Tamer Akacun, Hüseyin Necmi Ergünol, İbrahim Dere, Lutfi Aktepe, Mustafa Subaşıoğlu, Aydın Ereiyas, Yılmaz Güngör, Şükrü Gedik, Namık Kemal Aktan, Mehmet Kaya, Mustafa Barışkan, Engin Aker, Niyazi-Yaşar, Süha Acar, Aydın Tanyel, Cengiz Kal-paner, Halil İribaş, Metin Çeçen, Hüseyin Ateş, Sami Şaştuğ, BeytuUah Derin, Asım Kubat, Enver Yağan, Kadir Bulut, Mehmet Uysal, Hilmi Güner Özkan, Sadık Serez, Fevzi Daim Akbay, Mehmet Özdil, Adnan Ercan, Ahmet Teoman Önder, Ferruh Uzunkaya, İhsan Yücel, Halit Kaptan, İlter Erten, Taylan Yücetin, -Berk Taylan Elçin, İdris Unsal, Turgut Bingöl,’ Ali Keskin, Atilla Erkaya, Turgut Nadir Erten, Tarık Oktay, Saim. Demirel, Mehmet Osman Sunar, Abdurrahman Önder, Abdüsselâm Kaynak, Tayyip Yenen, Yücel Şengezer, Hüseyin Taşlı, Orhan Özker, Murtaza Özgönemli, Ertuğrul Uluer, Ferhat Seçkin, Aydın Arat, Türker Cengiz, Nurtan Ayılmış, Cemal Avşar, Ahmet Demiray, Cemâl Tuğ, Osman Rıfat Tığ, Mehmet Ali Paşaoğlu, Ünal Cengiz, İlker Tekin, Tanju Kartal, Behzat Sarol, Faruk Öztürk, Enver Oğuz, Volkan Keskiner, Mehmet Kâmil Badoğlu, Kemal Şandan, Mümtaz Okur, Bahattin Kalaycı, Kadir Esen, Yüksel, Çapanoğlu, Güven Çınar, Çetin Ancak, Çetin Demir, Mehmet Sarızeybek, Ayhan Yaşa, Olcay Yalçıner, Yavuz Özkal, Haydar Koyun, Yurdakul Ergun, Münir Tural, Mansur Taşlı, Selâhattin Korkut, Muhittin Ekici, Durmuş Akıncı, Yılmaz Günaltay, Ahmet Dural, Nüsret Nayır, Metin Başarkan, Fevzi Kökka-ya, Osman Dündar, Yusuf Bulut, İsmail Kenan Ödemiş, Beh-ram Eyüboğlu, İsmail Hazarkaya, Erkan Yücel, Cemal Özba-şaran, Salih Tarcan, Cevdet Çetinkaya, Ali Paker, Reşit Kü-çükkaya, Doğan Taşçı, Oral Toros, Şevket Erkek, Mehmet Duraker, Saim Çınar, Abidin Koşay, Emin Karagöz, Ahmet Okay, Doğan Selvi, Cafer Varol, Müfit Sakız, Yusuf Ayhan, Zakir Sönmez, İsmail Arslan, Tahsin Akalp, Süleyman Akman, İbrahim Akpmar, Seyfettin Yurdanur, Elkıran Can, Vural Onan, Zeki Bostancı, Vahdet Emiroğlu, Ersan Tezman, Halit Ergünay, Hulki İşcan, Timur Tezel, Bekir Eyteş, Ertuğrul Başar, Erdal Erbatur, Hüseyin Özyiğit, Salih Tetik, Ünver Anıl, Haluk Birdir, Behzat Odabaşıcılar, Yavuz Yurdakul, Ender Tamer, İzzettin Durmuş, Yücel Üzer, Gürzap Kızılok, Ömer Gürsoy, Özkan Ersoy, Rahmi Altınbilek, Mete Akyol, Rasim Eren, Metin Acar, Şevket Yiğitalp, Vedat Ka-radeniz, Musa Akdeniz, Zeki Yılmaz, Nazif Karacebe, Veli Öztürk, Targan Ülbeyi, Erdal Gökbaş, Yücel Karaduman, Erkan Burma, Ercan Yavuz, Özkan Haşan, Atilla Aydın, Orhun Fişek, Ergun Coşkun, Şahin Polat, Aydın Sezer, Saygın Hencan, Ali Maya, İsmail Alaylı, Cengiz Mutlu, Şehmuz Yakışır, Tevfik Yarımcalı, Haşan Üçer, Doğan Çetin, Cemal Çuhadar, Halil Ceylan, Fatih Gürel, Tolga Akgün, Necip Alev, Ender Alpay, Ali Üpür, Atilla Cengiz, Savaş Uçkan, Savaş Süzal, Erol Polat, Erol Moyan, Hikmet Doğansoy, Süleyman. Köroğlu, Gültekin Türeli, Ercan Ciltlioğlu, İrfan Abuhan, Muammer Doğanay, İsmail İnanç, Halil İbrahim Maral, Şükrü Sökük, Akif Bayraktutar, Metin Karaörs, Ziya İşkan, Namık Aydmoğulları, Şenol Tüzüm, Nadir Santurka-ya, Halim Altay, Ekrem Arabacı, Orhan Aydın, Altan Özalp, İsmet Derici, Fevzi Karanlıkova, Erkin Başal, Salim Öztürk, Zeynel Yıldırım, Erdal Ciritli, Uğur Gönen, Temel Palak, . Özkan Ergun, Kâzım Duman, Ernur Sefa, Sedat Günay, Ersin zÖzcan, Nuh Dündar, Altan Elmas, Ziya Özgün, Yücel Baysal, Faik Özdemir, Kemal Sönmez, Ünal Işıldar, Hamdı Alptürk, Gültekin Göğtan, Metin Yüksel, Yüksel Sözer, Öz-can Oras, Şinasi Dilaver, Ahmet Oğuz, Mustafa Demir, Er-san Sakarya, Maksut Ayyıldızlar, Veli Akçaoğlu, Sinan Mo-dalı, Haydar Baran, Mehmet Ural, Cengiz Kıyıcı, Ahmet Koksal, Ömer Yalçmören, Mehmet Beytekin, Yaşar Yanar, Enver Cüneyt Aytaylı, Mustafa Çarıkçı, Nihat Er, Güngör Yılmaz, Dursun Şekerci, Ersun Duman, Hüseyin Erdem, Mete Gülene, Gökan Cengiz, Ahmet Kalmış, M. Nuri Doğulu, Tuncay Güzelsoy, Mehmet Bardakçıoğlu, Ahmet Turan Yıldırım, Ahmet Yılmaz, Özcan Görgülü, Hulusi Özek, Şamil Baştürk, Ziya Akıncı, Arif î. Köndel, Hayri Karaaslan, M. Ali Albayrak, Halit Çalışkan, Nuri Eğin, Ahmet Düzyol, Sad-rettin İnci, Abdülkadir Eryiğit, İlhan Durak, Selâhattin Kaba, Adem Dalgıç, Abdullah Kurtis, İsmail Yılmaz, Aydın Erdem, Cevdet Ekmekçi, Necat Kılıçoğlu, Mehmet Orhan, Süreyya İnkaya, Adnan Sargın, Faruk Satı, Behiç Küpeli, Oğuz Özkal, Muhittin Kayeri, Sefa Akgül, H. İbrahim Kurt, İzzet Ülker, Fikret Gümüşoğlu, İbrahim Tosun, Musa Özdoğan, Erhan Kesmecioğlu, Mahmut Işıkçı, Mehmet Özen, İsmail Solmaz, H. İbrahim Özer, Savaş Kansu, Mehmet Cangör, Salim Aydoğan, Ali Durgun, Cevdet Tezcan, Murtaza Alpaslan, Aktay Aydın, Emin Delen, Haydar Çam, Mehmet Ala-dağ, Saffet Sektaş, İ. Tali Albayrak, Ali Poyraz, Erdal Coşkun, Kâzım Mermertaş, Hüseyin Önder, Atilla Atalay, Haşan Koksal, Atilla Yorgun, Lâtif Uyan, Turân Çataloğlu, Muham-med Ekti, S. Zeli. İsmailoğlu, Emin Akıncı, Yücel Ünal, Yusuf Kukuni, Mustafa Soytürk, Mehmet Güzel, Osman Kara-arslan, M. Erol Avcı, Rüştü Erdem, Abbas Karadere, Niyazi Meydanlı, Osman Dikmen, Muharrem Özbakır, Orhan Soyalp, A. Rıza Hiçsönmez, Dinçer Kıhç, Zeki Demirtaş, Os-

 

man Kızılkan, Orpen Nemcioğlu, Alaeddin Hancıoğlu, Hüse- w yin Sağlam, Önder Karagül, Şefik Pirici, Ali Bulut, Ahmet ati Şen, Doğan Gürel, Ali Ünlü, Süreyya Aksoy, Vasfi Eroğlu, w Mahir Canpulat, İbrahim Fazlıoğlu, İsmet Çuhadar, Turgay Özbek, Vedat Karaçor, "Cengiz Ersoy, Mehmet Alafta, Erol || Özkan, Cevat Karakaş, Adnan Başol, Yücel Akyüz, Muam- ® mer Emektar, Ümit Şen, Metin Ertaş, Ünver Güllemiz, En- W ver Ataman, Davut Sezen, Ali Tutam, M. Zeki Çığ, Ülkü Güngör, İdris Dinçer, Kadri Kısaoğlu, Erdal Aksuğur, Ayhan t, Erdoğan, Enver Kaya, Adnan Çağlı, Şerafettin Özsoy, Atil- 1 la Akar, Bilâl Öztürk, Osman Özel, Mehmet Abşin, Faik Ak-soydan, Nedim İltar, İhsan Erdal, Hüseyin Felitli, Metin .1 Bildikseven, Şadan Tunçer, Turhan Temelli, Nurettin Tü-   >

mürkaynak, Veli Cantılav, Metin Suna, Özden Etliç, İsmail    j

Okay, Zülfü Güler, Hilmi Kaburgam, Sevim Şaşmaz, Erdal 1 Can, Dinçer Çakır, Ferit Seyhan, İsmet Yaman, Mahmut Gü- I ler, İlhan Uğurlu, Şemsettin Kaya, Ayhan Fırıldak, Ali Sait ' î Arıbaş, Mithat Çevik, Memduh Erdeğer, Şenel Çakır, Metin I Kartal, İbrahim Poray, Zeki Patrona, İzzet Bozoğlu, Adal 1 Atakay, Önder Özerdem, Naci Özen, Hidaverdi Cengiz, Er- j han Sümer, Aydın Coşkun, Gürcan Dere, Ünşal Yazıcıoğlu, 1 Koray Çakan, Yalçın Tepe, Yılmaz Yurtbahar, Bülent Özyo-    

rulmaz, Metin Onay, Nurdoğan Yelman, Güray Yalavaç,Saldıray Öcal, Sabri îkizoğlu, Ömer Kılıç, Ülkü Ertuğrul,Aslan Akmay, Engin Kalkandelen, Erol Vural, Ertaç Sütü-temiz, Ertunç Baykal, Aytaç Ege, Ömer Yüce, Erol Nural,Canip Alpman, Turgut Başaran, Ülkü Kamuran, Hüseyin 1 Uğurtaner, Mevlüt Çelekoğlu, Ahmet Güven, Yusuf Macit, JL Demir Atakan, Yılmaz Atılgan, Cahit Pişkin, Ender Gönül-lü, Mehmet Şahin, Erdoğan Taymaz, Nihat Erkan, BülentArman, Erkin İlgezer, Selçuk Caner, Recep Demirsan, Ne-zih Gökçek, Mehmet Kesiktaş, İlkin Örnek, Ahmet CelâlTan, Aykan Kavunoğlu, Ergun Özatalay, Mustafa Avcı, İb-rahim Bato, Nafiz Ercan, Yılmaz Abbasoğlu, .Bekir Postacı-oğlu, Arif, Aşçıoğlu, Remzi Erakman, Ali İhsan Sargın, Os 1 man Veral, Ali Karateke, Şuayip Yalçın, Ertan Güngör, Öz- 1 men Kendirli, Aytaç Uysal, Üulusi Yıldız, Nüshet Sargın,Kasım Yeni, Osman Pala, Hüseyin Dursun, Sıddık KoksalHüseyin Balı, Erkin Bozkurt, Muhittin Selçuk, Yılmaz Kızıltan, Reyhan Saygın, Cengiz Selçuk, Yılmaz Nezar, Hüseyin Kabasakal, Kâmil îlgin, Sadi Güler, Cemal Yılmaz, Kemal Özdemir, Acar Aziret, İzzet Kamış, Şükrü Tiryaki, Nizamet-tin Çoban, İlker Tansualp, Nazmi Yüncü, Gürol Ulukan, Kemal Aydemir, Murat Yılmaz, Gürel Er gev, Cahit Yalçın, Kemal Çakmak, Tevfik Dinçer, Ahmet Meriçer, Yılmaz Eroler.

İLKDURUŞMA

7. Haziran 1963 ilk mahkemeye gittiğimiz gündür.

Sanıklar otobüslerle kelepçeli olarak bindirildik. Doğru Mamak’taki Muhabere Okuluna götürüldük. Yol boyunca çok sıkı emniyet tedbirleri alınmıştı. Okula geldik, arabalardan indik. Aynen Yassıada Mahkemesi tertibatı tatbik edilmişti. Aynı usuller uygulanıyordu. Mahkeme salonuna iki sıralı tomsonlu asker arasında birerle kolda getiriliyorduk. Mahkeme salonunun içinde parmaklıklar arasında tomsonlu askerler arasında mahkeme,edilecektik. Dinleyiciler ilk gün biz-lere kurbanlık koyun gibi bakıyorlardı.

Saat 00.09 da ilk celse açıldı. İddia makamında Hakim Binbaşı Turgut Akan ve yardımcıları mahkeme heyeti Reis Tuğ. Fevzi Basmacı, Azâ Kur. Alb. Mehmet. Harput. Duruşma Hakimi Dz. Hakim Albay Numan Özdalga olarak takdim edildi, usulen mahkemeye karşı itimatlarımız soruldu. İtimat ettiğimizi bildirdik. Savcıya söz verildi: Açış konuşması çok ağırdı. Bizlere büyük hakarette bulundu. Mahkeme de ilk günler dehşet havası esiyordu. Çünkü hâdise çok taze idi. Öğleden sonra sıra sanıklara geldi. İlk olarak beni sorguya çektiler. Ben konuşmamı gayet açık ve korkusuzca yaptım. Sonra Fethi Gürcan, sonra Yb. Rıfkı Ertem, açıkça konuştular. Sıra Albay Turgut Alpagut’a gelince durum değişti. Ondan sonra ifadeler tevil yollu devam etti. Artık mahkeme ürkekliğide sanıklarda kalmamıştı.

ALPASLAN TÜRKEŞ'in                         '

İHBARI

İddianamede ençok dikkati çeken bir husus vardı. O da o gece yapacağımız harekât saat 20 de Hükümete ihbar edilmişti. Bu yazı Kurmay Albay Halim Mehteşin hanesinde yazılı idi. Hemen koğuşta bulunan herkes ona suçu yükledi. Yalnız Emin Arat bey bu cümle 14 lere aittir dedi. Biraz sonra Turgut Alpagut dışarı çıkmıştı, Muzaffer Özdağ demiş ki, bu ihbar bize, yani 14 lere ait değil. Mahkeme safhasında sıra Alpaslan Türkeş’in sorgulanmasına gelince işin iç yüzü anlaşıldı. Meğer ihbarı yapan Türkeş imiş. Saat 20 de CKMP partisinden Fuat Uluç’a telefon ederek «Gene o namussuz Aydemir bu gece ihtilâl yapıyor.» demiş, durumu CKMP milletvekili Yılahlıoğlu’na bildirmiş. O da hemen CKMP lideri ve Başbakan yardımcısı . Haşan Dinçer’e bildirmiş. O da Başbakan î. İnönü’ye bildirmiş. Yâni bu suretle hükümet haberdar edilmiş. Ama onlar hiçbir tedbir almamışlar, harekât başlamış. İhtilâlin saatini tayin ederken çok münakaşa etmiştik. S: 23.30 olması için onun sebebi de şundandı ,: Hükümet her zaman için bizden bir hareket bekliyordu. Yalnız kıtalarda klâsik ihtilâl saatlerinde sabaha karşı emniyet tedbirlerini alıyordu. Bunu tetkik etmiştik. İkincisi radyo 24 de kapanıyordu. Tekrar faaliyete geçmesi için 45 dakika lâzım demişlerdi. Halbuki maksat bir an evvel deklerasyonu verip ihtilâle katılacak kıtaların moralini düzeltmek, çıkmakta tereddüt gösterenlerin hare-kilde düşünülüp baskın sağlanmasaydı. 14 1er Türkiye’de bazı gruplar ve milliyetçi mukaddesatçılar tarafından büyük ümit beslenen Türkeş efendi zaten bizleri ihbar etmişti. Yani Hükümet erken tedbir alabilse idi bizler kıtalara girerken alman tedbir ile hunharca öldürülebilirdik. O da Türkiye de tek lider olarak kalıp gayesi ne ise (Hâlâ kapalı bir kutu bilinmiyor) tahakkuk ettirirdi. Allah bizle-re acımıştı. Herkes yaptığı ile kaldı. Türkeş ve arkadaşları bızımie birlikte yakın arkadaşlık ediyorlardı. Ama ihtiras gözlerini bürümüştü. Demek siyasî hayat ve rekabet böyle imiş, insanların gözü kararınca en yakın arkadaşlarını ihbar edip onların cesetleri ve kemikleri üzerine basıp yükselmeği bile mübah görebiliyorlardı. Mahkeme safhasında bu durum dinlenen âmme şahidi ile de teyid edildiği gün tüylerim diken diken oldu. Şahitten sonra duruşma hakimi Türkeş ı mikrofona çağırdı. O da doğrudan doğruya tasdik etti. Artık iyice vaziyet anlaşılmıştı.

Türkeş arkadaşımdı, Elâzığ’da tanımıştım. Orada çok iyiliğim dokunmuştu ona. Kendisi de bilir. Fakat bu hareketi bana karşı yapmaktan geri kalmamıştı. İhtiras insanları böyle küçültüyor işte. Milletin yüzüne, kendisine bel bağlayanların yüzüne bir muhbir olarak nasıl bakacak diye düşünüyorum. Ama o hiç oralı bile olmuyordu.

Mikrofona kalktım. Telefon konuşmasındaki «Namussuz kelimesi için kim sarfetmişse teessüf ederim.» dedim. Ancak bu suretle cevap verdim.

Bu durumlarına rağmen Türkeş ’in çömezleri Mahkeme safhasında hâlâ taraftar toplamak için gayretler sarfederek aleyhte dedikodular yaptılar. Tabii hepsini duyup gülüp geçiyordum .Allah dünyada hiç kimseyi 14 1er grubu gibi muhbir durumuna düşürmesin. Bir de hapishanede Necati Ün-salan benim alyhimde çok kesif halde menfi propoganda yapıp genç subayları ve Harbiyeli’leri aklınca bana,düşman etmek istiyordu. Onunda gayesi şu idi. «Biz öleceğiz Veya hapislerde çürüyeceğiz,» Onlar dışarı çıkıp bizim o daki kuvvetimize miras gibi konacaklardı. Butun gayretleri bu idi. İlk soruşturma ifadesinde mikrofon başında koskoca Kurmay Albay göz yaşları dökerek, yalvararak ağladı. Suçsuzluğunu mertçe değil de kadınlar gibi gozyaş arı ile belirtti. Kendini mahkeme heyetine açındırdı. Arka sıralarda oturanlar pek görmemişlerdir. Ama on sırada oturanlar o günkü onun zavıllı halini iyice görmüşlerdir. Akan gözyaşları boşa gitmedi. Mahkemede bir günde âmme şahidi olarak milletvekili Kenan Esengin (CHP) gelmiş şahitlik ediyordu. Necati Ünsalan’a nasıl yardım ettiğini İtalya ya nasıl tavassut edip rakı ihraç ettirdiğini, nasıl çalıştığı şirkete yardımda bulunup plâk _ getirdiğini ipe sapa gelmez şekilde ifadelerle anlatıyordu. İş ciddi idi. Ben mikrofona kalkıp şahitten bir iki sual sordum. Yalan'söylediği meydana çıktı. Bunun üzerine Necati Ünsalan ticarette kendisine kolaylık göstermiş Esengil’e yaranmak için bir hışımla mikrofon basma gelerek benim için aynen: «Aydemir memleketin faziletli evlâtlarına leke sürüyor.» diye hücumlarda bulundu. Cevap vermeğe tenezzül etmedim. Fakat Aydemir e her çatan mükafat görüyordu. Birkaç gün sonra Necatı Un-salan tahliye edildi. Çünkü dışarda CHP. milletvekilleri ve tabii senatörler kendisinin bu sözünü çok beğenmişlerdi. Ben bu hali hapishanede bir espri haline soktum. «Tahliye olmak için reçete.» fiyordum. Bir iki damla gözyaşı, bir de Aydemir’e çatacak bir iki kelime hemen tahliye hazır. Bunu Necati Ünsalan ispat etmiştir. Hapisten çıkar çıkmazda örfi idareye şikâyet edip «hapishane koğuşlarının kapıları kapatılsın. Çünkü bazı arkadaşların birbirlerini dövmeleri, ihtimali var.» demiş.

İçerde yaptığı fenalık yetmiyormuş gibi, dışarda da bize azizliğini gösterdi. Şimdi yalnız bizim 32 no. koğuşun kapısı kilit, altındadır. Bu şahıs benim 24 senelik arkadaşımdır. Ama kendisi dünyanın en korkak, en cebin en hasetkeş bir tıpı imiş. Ufacık bir ceza tehlikesi altında Milletvekili Kenan Esengil için «Çünkü bu şahıs kimin arabasına binerse onun düdüğünü çalın bir tiptir. İyi tanırım. Mikrofonda bana hücum etmekten kendisini alamamıştır. Çünkü o milletvekili ona ticari hayatında yardımda bulunmuştur. Ben Necati’yebugüne kadar çok şeyler vermiştim, ama o farkında değildi. Arkadaş olarak senelerce bağrıma basmıştım. Orduda iken en tehlikeli günlerde yanımda yer almıştı. Aynı ideal uğruna başımı canımı feda etmiştim. Ama o bunları idrak edecek hassasiyette değildi. Menfaati manevî değilmiş.: Bu kere de ne cins olduğunu mahkeme huzurunda da ispat etti. Şu mahkeme insanların bütün karakterini ortaya koymak bakıinın-dan çok faydalı oldu.

HAKİMİ RED

ETTİM

Bir gün duruşma hakimi albay Numan Özdalga mahkemeye çıkmamıştı. Yerine hâkim Bnb. Ali Cesurer çıktı. Bu hakimle Kore’de beraber bulunmuştum .Örfi İdare ilân edildiği zaman da gazetelerde ismini başsavcı olarak okumuştum. Daima işini, fenalığını perde arkasında yapardı. Nasıl yere vuracağımı tasarlıyordum. Çünkü benim birinci düşmanım idi. Bunlar Kore’de beş hakim idi. Bir şebeke halinde 11 ay orada çalıştılar. Tugay K. Tuğg. Fahrettin Önger’ de herşeye göz yuman bir insandı. Kore Tugayını bunlar rezil ettiler. Ben Tugayda dönen uygunsuzluklara dayanamı-yarak Millî Müdafaa Vekiline Tugay kumandanı dahil hepsini şikâyet ettim. Türkiye’den tahkik heyeti istedim. O zaman Tuğgeneral Cemil Uluçevik ile Hakim Yb. Rafet Tü-zün Kore’ye geldiler. Tahkikat yaptılar, herşeyi öğrendiler. İlk olarak baş hakim Bnb. Cebbar arkasından Tugay. Kumandan muavini Kur. Alb. Ekrem Gürkanlı Türkiye’ye geri çağrıldı. Bu arada 27 Mayıs İhtilâli oldu. Tugay tahkikat dosyaları genel kurmaya gönderilmişti.

Onun için hakim Ali Cesur’u iyi tanırdım. O gün mahkeme heyetinde değişiklik olduğu için usulen Ali Cesurer «Mahkeme heyetine itimadınız var mı?» diye sorunca ben zaten yerimde zor oturuyordum. Mikrofona fırladım : «İtimadım yok. Çünkü Binbaşı Hakim Ali Cesurer’le Kore’de beraber bulundum. Çok yakından tanırım. Bu arkadaş orada eşya kaçakçılığı yapmıştır» dedim. Bir tek vakasını anlattım. Japonya’dan izinli olarak dönen kafilesinin eşyaları-^ m muayene komisyonu başkanı olarak ben muayene ettim. 20 dolarlık bir beyanname doldurmuştu. Buna mukabil bavulundan 1500 çift kadın çorabı, kadın kombinezonu, kadın kilotları çıktı. En aşağı 500 - 600 dolarlık eşya vardı dedim. Hakim o zaman Yzb. İdi. İçeriye çağırdım. Nedir bu sen hakimsin. Yanlış beyanname doldurulur mu. Kaçak eşyalar nedir.» dedim. Bana aynen şu cevabı verdi: «Ne yapalım yarbayım bunlar bizim yüz karamız.»

Bizler daha şerefli hakimler huzurunda mahkeme olmak istiyoruz dedim. Mahkeme heyeti dinleyiciler, sanıklar şaşırdılar. Fakat Ali Cesurer o kadar pişkindi ki: «Deliliniz var mı?» diye sormaz mı? Onun üzerine tahkik heyeti raporlarını saydım. Tahkik heyeti isimlerini açıkladım. Bir de üstelik o getirdiği eşyaları satarken Kore polisi tarafından yakalanmıştı. Daha çok bildiklerim vardı. Kafi geldi. Kore’den gelince emekli ettirecektim. Ama rütbesi yüzbaşı idi. Muvaffak olamadım. Savcı dayanamadı. Hemen söz aldı. Ara kararma geçildi. Mahkeme heyeti dönünce duruşma hakimi yerinde gene Deniz Alb. Numan Özdalga vardı. Hakim reddedilmişti. Bir daha da gözükmedi. Bilmiyorum âdalet tarihinde bu kadar büyük bir skandal olmuş mudur? İşte görün Türkiye’de teşkil edilen en sorumlu ve tarihi mahkemeye seçilen askerî hakimi, her işimiz böyle olduğu için bizler isyankâr ve ihtilâlci olduk.

Kore dönüşü Genelkurmaya tayini çıkmıştı. Oradan 28 Jr inci tümene tayin ettiler. 28 Tüm. K. Nuri Hazer’e arkadaş iken durumu bildirdim. Ama inanmadı. Ben zorla tayinini Di-£    yarbakır’a çıkarttım. Hiç olmazsa buralarda siyasî ve gar-

f    nizon mahkemelerinde zararlı olmasın dedim. 22 Şubat oldu

E baktım bir hafta sonra gene Genelkurmaya kendini tayin t ettirmiş. Mağdur durumda zannetmişler. Bu da böyle geç-|:    ti. Fakat o gün mahkeme çöktü. Çünkü bu çok ağır bir darbe idi anlayanlara.

»         Duruşmalar sırasında meydana gelen olayları da kaydetmeden geçemiyeceğim:

İnönü — Avni Doğan (Değerleri ölçüldü)

REFİK TULGA

MESELESİ

Avni Doğan bey benim müdafaa şahidimdi, fakat savcı gene kurnazlık etti, onu amme şahidi olarak dinletti. (Avni Doğan’ın amme şahidliği, ben onu müdafaa şahidi olarak gösterdikten sonra meydana çıktı. Savcının hilesidir. Çünkü müdafaa şahitleri listesi mahkemeye verilirken hangi mevzu hakkında şahitlik yapacağı da yazılıyordu. Bende Refik Tulga meselesini yazmıştım. Mahkemede ispat edileceği korkusu ile bu şekilde anlaşmış olabilirler).

Avni Doğan bey’e mahkeme esnasında bu hususu aydınlatması için bir sual sordum, cevap veremedi. «Hatırlamıyorum» deyince ben mikrofonda açıklamak istedim. Avni Doğan bey’in şahsiyetini ölçmüş, Emin Arat beyin’de cesaretini anlamıştım. Esas teması sağlayan Bedii Faikti, ona söylettiririm ümidi ile yerime oturdum, fakat mahkeme ne-kadar müdafaa şahidi gösterdi isem red edince ondan 'da vazgeçtim. Halen onunda dışarıda nasıl sızlandığını avukatlarımdan öğrenmiştim.

İhtilâlciler kadrolarım bir tek şey üzerine seçerler. O da «İTİMAT» tır, hayatta ölüm yolculuğuna çıkan; ihtilâlcilerin yegâne teminatı budur. Ben de aynı kaidenin tatbikçisi idim. İnsanları ihtilâl gecesi tanımış değildim. İhtilâl muvaffak olsa idi, etrafımdakilerin hakiki hüviyetlerini gene bilemi-yecekmişim, belki de hayırlı olmayacaktı. Ama ihtilâl muvaffak olmayınca herkesin hakiki kıymetleri meydana çıktı. Yegâne kazançlı tarafta bu.

Bu hâdise hakkında fazla bir şey yazmıyacağım, okuyanlar, vicdanlarına sığınarak hüküm verirler herhalde.

Havacılarla temas sağlayan Bnb. İzzet Köz ve Hava Binbaşısı Cemâl Özdemir’inde durumuna temas edeceğim... Her ikisi de dâvaya inançla sarıldılar. Harekât gecesi de öyle, lâkin mahkeme safhasında her şeyi inkâr etmek sureti ile şahsiyetlerini, benliklerini sıfıra düşürdüler. Demek ceza ve ölüm korkusu insanlara şahsiyetlerini kaybettiriyor. Bu arkadaşlar hattı zâtında bu duruma düşecek insanlar değildi, ya geride Hava Kuvvetlerinde kalan arkadaşlarını saklamak için kendilerini feda ettiler. Yahut ta benimle temas-

Aydemir birinci tevkifinden sonra tahliye edilince oğlu Metin i             Aydemir tarafından kucaklanmıştı.

ta oldukları zaman verdikleri bilgilerde yalan söylediler. İkincisini kabul edemiyorum. Harekât gecesi saat 05.30 da Eskişehir Hv. Üssünden dört adet F—100 uçağı getirdiler, şehirde daha evvelden kararlaştırdığımız bölgelerde uçurdular. Hv. Kuvvetleri Kh. ile Genelkurmay binasında makineli tüfek atışı altına aldırttılar. Hattâ Hv. K. Karargâhına roket atışı bile yaptılar, ben bunları gözümle gördüm. Bu arkadaşlar güçleri nisbetinde vazifelerini yapmışlardır. Fakat mahkemede çok yalan söyliyerek indimde küçüldüler.

ANONSUN ALTINDAKİ

İMZA...

15 Mayıs 1963 günü Yb. Osman Deniz İstanbul’dan gelerek son durumları, hazırlıkları bildirilmiş ve... (İkinci bir hususta albayım, radyoda okunan anonsun altındaki imza meselesi. Sizin imzanız olmazsa bizim İstanbul’daki sivil halkı tutmamıza imkân yok.. Zeytinburnu, Taşlıtarla, eğer harekâtın bizim tarafımızdan yapıldığını anlamaz ise şehre dökülecekler, önliyemiyeceğiz, kötü hâdiseler doğacak) demişti: Ben de inandığım için makul gördüm. Çünkü Ankara da da bana müracaat eden sivil, partili, partisiz şahıslar CHP karşısında olanlar, bütün Türkiye’deki vilâyetler için aynı şeyi söylüyorlardı. «22 Şubatçıları tarafsız zümre tanıyoruz ,onların teşebbüsü ile yapılacak bir harekâtta CHP’nin karşısında olan bizler sokağa dökülüp karşı gelmeyiz, aksi takdirde 27 Mayıs’m CHP’si namına yapıldığına inandığımız için oyuna gelmiyeceğiz. intikam alacağız diyorlardı. Bu sözlerini yerine getirirler mi idi, bilemem. Ama memlekette halk iki düşman kampa politikacılar yüzünden ayrılmış olduğu için her şey olabilirdi.

Bir takım ufak misalleri de seçimlerden bu yana görülmüştü. Tokat - Erbaa - Mardin olayları (Bilhassa) Kayseri olayları insana dehşet veren hâdiselerdi, intikamcı partilerde büyük bir subay düşmanlığı vardı, ihtilâl hareketlerinde halkın karşı koyma niyeti varsa, belki Ankara - İstanbul -Erzurum gibi askerî birliklerin çok olduğu vilâyetlerde belki bir şey olmazdı, ama askeri birliklerin az veya hiç olmadığı yerlerde subayların durumu ne olurdu. Siyasi partiler birbirlerine girerse, iç harp başlangıcı olursa, memleketin durumu ne olurdu, bir ihtilâl lideri olarak yapılan her teklifi düşünmem gerekiyordu. Yoksa Radyo anonsu altına imzamı koyma meraklısı değildim.

Şimdi mağlup olduktan sonra bazı yakın arkadaşlar harekât bu yüzden muvaffak olmadı diye dedi-kodu yapıp geziyorlar. İmzamı koymasam da on dakika sonra harekâtın 22 Şubatçılar tarafından yapıldığı anlaşılacaktı.

Bu imza meselesi epey münakaşa edilmiştir. Osman Deniz’e şimdi Ankara’da hiç gözükme, gece doğru İstanbul’a dön, yarın Fethi Gürcan, İzzet Köz ile İstanbul’da olacak görüşüp bir karara varırsınız dedim. Refik Tulga’dan da muvaffaka! haberini aldığımızı bildirdim. Doğru Emin Arat’a gitmesini, ilk anansu hazırlamalarını söyledim ve: «Benim imza koyma meselesini ona da söyle, bir karara bağlayın.» dedim. İmza meselesini teklif eden Osman Deniz olduğu halde, mahkeme safhasında kalkıp mikrofon başında anonsun altında Talât Aydemir imzası olduğu için İstanbul’da harekât muvaffak olamamıştır, çünkü biz harekâtın Silâhlı Kuvvetler tarafından yapılacağını biliyorduk dedi. (İmzanı ne selâhiyetle koydun diye sual sordurdu.)

O anda beynimden vurulmuşa dönmüştüm, insanlar ölüm korkusu ile bu kadar değişebiliyorlardı. Ama oluyormuş, kendisi bir 22 Şubat emeklisi idi. İstanbul’da harekâta iştirak edecek bütün birliklerin irtibat subaylarını Ce-vat Kırca’nın evinde toplayıp, ihtilâlin yapılacağını bildirirken sıfatın ne idi acaba? Evet, harekât Silâhlı Kuvvetler tarafından yapılacaktı ve öyle yapıldı ama, harekâta karar veren sevk ve idare, drije eden 22 Şu-batçılar değilmiydi? Kendisi de İstanbul’da askeri organizasyonu yapan Cevat Kırca’nın Kurmay Başkanı rolünde idi. » Ama bana karşı bu ithamları kolaylıkla yapabiliyordu, çünkü mağlup olmuştuk. İlk gününden itibaren geçmiş hâdiselerin hepsini inkâr ediyor, devamlı olarak kendini ölümden kurtarmak için mahkemede böyle yol tutturmuş, hukuk kaidelerinin açıklıklarından istifade edip kurtulmaya çalışıyordu. Gene kurtulacak ama, şahsiyetini kendi kendine herkesin huzurunda yemek suretiyle.

Bu şekilde âdaletin pençesinden kurtulmak için çabalamaktan ise, şerefle ölmek daha iyidir.

Osman Deniz en güvendiğim arkadaşlarımdan biri idi, harekât öncesi ve harekât gecesi büyük hizmet görmüş cesur hareket etmiş bir insandır. Ama ne yazık ki, mahkemedeki tutumu ile benim indimde bütün mazisini sildi. Fakat onun gibi hareket eden bazı arkadaşlarda, bu şekildeki davranışları erkeklik sayıyorlar.

İHTİLÂL ANONSU VE EMİN ARAT

20 Mayıs 1963 günü Alb. Emin Arat bey eve gelerek kendi elyazısıyla hazırladığı ihtilâl anonsunu bana vermişti.

Fakat bu hususta mahkemeler cereyan ederken Rıfkı Ertem ile E. Arat arasında geçen bir konuşmayı nakletmeden geçemiyeceğim. Çünkü mahkeme önünde herkes inkâr etmek sureti ile yakayı sıyırıp, her şeyi benim üstüme kolaylıkla bırakabiliyordu. Bıraksınlar, ziyanı yok, bundan yılmam, korkmam da, bu. işleri tek başıma yapmış isem, şerefte bana attir.. Yalnız en güvenilir en çok hürmet edilir Emin Arat, bakın nasıl hareket ediyor:

Rıfkı Ertem’e bir gün koğuşta diyorki : «Acaba radyo deklarasyonunu kim yazmış?» Akimca bilip bilmediğini anlayacaktır. Rıfkı beyde siz onu daha iyi bilirsiniz diyor. Bilmiyorum diye cevap vermesi üzerine Rıfkı dayanamayıp, Albayım pazartesi sabahı siz geldiğiniz zaman ben Talât bey’in yatak odasında idim diyor. Yani kendisinin yazıyı getirdiğini ihzaz ettirmek istiyor. Emin bey gene haberi olmadığım Söyleyince: Rıfkı bey; benim o anda kanım çekildi dondum kaldım dedi. Olayı bana anlatınca, bende donakaldım, ama elden ne gelir. Can korkusu insanları bukadar değiştiriyor muş demek. O günden sonra ben ve Rıfkı bey artık Emin bey’in yüzüne bakmak istemiyoruz.

ALB. GALİP GÜLTEKİN'in

KURTULMA ÇABALARI

Bu çok ateşli ve yakın arkadaşımmda durumu şu :

İhtilâl gecesi, Alb. Galip Gültekin, Alb. Orhan Alpakm-la birlikte Emin Arat’ın evine gidiyorlar. Gece yarısı saat.

24 e kadar radyoda anons verilecek mi? diye bekliyorlardı. Demek herkes kendisini garantiye almış saat 24.00 te anons başlıyor. Orhan Alpakm’m arabası ile Galip Gültekin evden çıkıyorlar. Galip beyi Orhan bey evine bırakıyor. Galip bey evine gidince bizim namımıza verilen anonsu dinleyip sevinçle Harb Okuluna geliyor. Fakat o anda Harb Okulu henüz çıkmak üzere, tam o sırada da ben geldim. Galip beye arkadaşları sordum: «Emin Arat, Orhan Alpakın nere-deler» dedim: Bana bu vaziyeti anlattı, tabii kimseler meydanda yoktu. O gece Galip Gültekin sabahleyin Okulu terkedinceye kadar yanımdan hiç ayrılmadı. Bütün hâdiseleri yakından gördü. Fakat hiç bir şeye karışmadı sessiz, sedasız orada oturdu. Mahkeme safhasında bir tek gün mikrofon başında müşkül vaziyette kaldım o anda dahi yerinden kalkıp bana hâdiseyi gördüğü halde yardım etmedi. (Ali Elverdi meselesinde) Ayrıca hiç yoktan bir gün mahkemede celse açıldığı zaman duruşma hakimi Numan Öz-dalga (Dz. Hakim Alb.) tarafından şu suale maruz kaldım. «O gece Galip Gültekin size bu harekâtı durduralım diye tak-lif yapmış, siz kabul etmemişsiniz öylemi?» dedi. Bende evet dedim yaptı. Kabul etmedim zaten saat 05,30 du. Yarım saat sonra da ben harekâtı bırakıp okuldan ayrılmıştım. Galip Gültekin denizci olduğu için dışardan Deniz Kuvvetlerindeki arkadaşları veya bir yakını ile duruşma hakimine bu haberi gönderip cezasını hafifletmek için çâre aramıştı. Mahkemenin bu tutumu da hiç bir sanığın gözünden kaçmadı. Özel muamele yapıldığı da anlaşıldı. Evet bu yaptığı teklif onun cezasını hafifletici bir sebeb teşkil ediyordu, ama beni de ihtilâle muanniden devam eder bir şahıs olarak gösterip cezamı tahfif edecek hiç bir kapı bıraktırmıyordu. Ceza bakımından hiç bir şey düşündüğüm yok ama, arkadaşlarımın vefasını gösterdiği için yazıyorum. İnsanlar tehlike anında belli oluyor.

Bu gibi arkadaşlardan nefret ediyor, yüzlerini dahi görmek istemiyorum, iyigün dostlarından hayatta kimseye hayır gelmez. Hapishanede de şimdi bu tip insanlar , Galip Gültekin, Turgut Alpagut, benim sevmediğim ne kadar insan varsa, bilhassa havacılar ile sıkı dostluk kurup, hakkımda de-di-kodu yapıp geziyorlar.

TURGUT ALPAGUT'un

İNKÂRI

Alpagut son güne kadar gayet hızlı ve açık bir şekilde çalışmıştı. Fakat Mahkeme’ye düşünce, iş değişti. Mahkeme safhası ilerledikçe kendisinde bazı değişmeler sezmeğe başladım. Avukatlığını kayınbiraderi Bülent Ağabeyoğlu yapıyordu. Onun tesiri altında kalarak herşeyi inkâr ve tevil yoluna götürme çabasında idi. Mahkemelere giderken oto-, büse beraber binip, bir koltukda kelepçeleniyorduk. Birgün bana otobüste : «Sen batta harekât plânı hakkında birşey söylemedin ki, ben inkâr ederim.» dedi. Demek avukatından birgün evvel öyle talimat almıştı. «Nasıl olur Turgut.» dedim. Ne yapalım bu müdafaa hakkı dedi. Hem sen bana yazılı emir vermedin ki, ne ile ispat edeceksin deyince o zaman ne cins bir insan olduğunu anladım. İşte iyi gün arkadaşlarımdan biri daha kendisini hakiki hüviyeti ile meydana vuruyordu. Tevekkeli değil, hapse girdiğim ilk günden beri Bahtiyar Yalta ile birlikte fıs-fıs konuşuyorlar, birbirlerine kâğıtlar yazıp, hücrelerde kitap arasında gönderiyorlardı. Gizli gizli anlaşmalar yapıyorlardı. Ogün anladım bunun manasını. Mahkeme ifadelerini tanzim ediyorlarmış. Ben birşey duyacağım diye, her ikisi de dikkatle hareket ediyorlardı. Ama dünyada ne gizli kalmıştı ki, bu gibi ufak kombinezonlar duyulmasın. Yavaş yavaş hepsini öğrendim. Mahkemedeki sorgulama ifadesini dinleyince zaten, herşey belli oldu. İşin içinden sıyrılmak için ne lâzımsa yapıyordu. Harb Okulunda beni saat 01.00 de ilk karşılıyanlar Turgut ile Bahtiyar’dı. Beş dakika bile yanımda kalmadılar. Bahtiyar bana gelip: «Kumandan burası karmakarışık». Hakikaten Harb Okulu’nun önü karmakarışıktı. Kim ne yaptığını bilmez vaziyette idi. Ama bunları tertipleyecek olan ben değil. A. K. Turgut bey ile daha önceden tayin ettiğim tabur ve Bl. Kumandanları idi. Ama kimse işi ciddiye almamış oradan uzaklaşma çâreleri arıyordu. Ben bunun farkında idim. Biz Turgut beyle aşağıya inelim, talebenin bir kısmının cephanesi yok dedi. Ben de: «Siz gidin onları tertipleyin, size cephane ikmali yaparım» dedim.

Gidiş o gidiş, bir daha her ikisininde yüzünü görmedim, hapishane, arabasına bininceye kadar. O gece 01.20 de 229 P.A. nizamiyesinde bir arabanın içinde tevkif edilmişler, kendi ifadelerine göre 229 P. Alayına cephane almaya gidiyorlarmış, yakalanmışlar. Alay K. olan bir subayın alaya bırakıp taksiyle cephane ikmal etmeye gidip gitmiyeceğini asker olan herkes kıymetlendirebilir. Gerisini . okuyanlara bırakıyorum.

 

Bunlar yetmiyormuş gibi Turgut Alpagut birde mahkemeye müdafaa şahidi olarak Tayyar Baranseli getirtti. Ba-ransel şahadeti esnasında Turgut Alpagut’un ailesi ile Dr. Paruğ beylerde iken ihtilâl haberini radyodan duyunca şoke olup kendisini Harb Okuluna arabam ile çıkarmamı istedi, deyince; hepimiz şaşırdık. Fethi Gürcan dayanamadı ,ye-

rinden mikrofona fırladı. Tutmak istedim, muvaffak olamadım. Şahit yalan söylüyor diyerek hakikatleri mahkemeye anlattı. Ben de kalkıp tasdik edince, Turgut’un durumu bütün çıplaklığı ile ortaya çıktı. Kötü bir durum hasıl oldu. O andan itibaren de meşhur akıllı avukatı, kendisi ve hattâ belki de sülâlesi bana, Fethi Gürcan’a düşman oldular. Şimdi de hapishanede aleyhime dedi-kodu yapıp geziyor. îşte insanlardan bir tip daha. Bundan başka : «Generallerle irtibatı sağlayan Kur. Alb. Rumi Ahıskalı’dır» demiştim. O da Turgut Alpagut ile bize haberleri ulaştırırdı. Rumi Ahıskalı yıda tevkif etmişlerdi. O yol ile generaller mahkemede çözüleceklerdi, fakat Turgut Alpagut, Rumi Ahıskalı için verdiği ifadede benim onunla temasım yalnız ticaret mevzuunda idi demiş, savcı Bnb. Turgut Akan benim ifademi alırken onun ifadesini bana gösterdi. İşte gör, yakın arkadaşlarını dedi, ben ne yapayım delil yok, arkadaşlar saklıyor, yalan söylüyorlar dedim. Bir kaç gün sonra da Rumi Ahıskalı tahliye edildi. Dâvanın kül olarak kurtarılması bakımından generalleri dahil ettiremedik ve ben vermiş olduğum ifadelerde yalnız bırakıldım. Hoş savcı ve mahkeme heyeti durumu anlamadı değil, ama resmiyete girmemiş oldu. İşte benim en yakın ve en güvendiğim ve itimat ederek ihtilâl hazırlıklarını yaparken büyük mesuliyetler taşımış arkadaşlarım. Turgut Alpagut 7 kişilik fikir karargâhının istihbarat subayı idi, bütün bilgiler onda toplanırdı. Biz durum mahkemelerini onun istihbaratlarına göre yapar, hareket hattımızı ona göre çizerdik. Şimdi bu şahıs hiçbir şey bilmiyormuş gibi mahkemede hareket ederek vefasızlık ediyor.

ALİ ELVERDİ AYAKLARIMA KAPANMIŞTI...

O gecenin bir numaralı kahramanı tanınan Kur. Yb. Ali Elverdi, mahkemeye amme şahidi olarak gelmiş, kendisini hakiki bir kahraman gibi göstermek için türlü yalanlar söylüyordu. Bu meyanda benim içinde şunu söyledi: (Ali Elverdi Radyoevinde mukabil anons yaparken Üsteğmen Erol Din-çer kendisini tevkif edip, Harb Okuluna getirmişti. Bütün işleri bozan ve bizim mağlup olmamızı sağlayan bu şahsa karşı o anda büyük infial vardı. Talebeler çok heyecanlı bir vaziyette onu Öldürmek istiyorlardı. Ben mani oldum, hattâ talebelerin tomsonlarma karşı ben göğsümü dayadım. Talebelerin heyecanını teskin ettim. Ali Elverdi’nin hayatını o gece kurtardım. Kh. ta odama aldım, ayaklarıma kapanmış, Albayım sen bilirsin, ben durumun böyle olduğunu bilmiyordum, ne istersen emret, yapacağım, diye yalvarıyordu.^ İşte bu şahsiyetsiz insan, mahkemede ifade verirken bana iftira ederek) kendisine odamda tabanca çektiğimi iddia ediyordu, benim hayatta kimseye tabanca çekmediğimi, hele o gece tabanca kullanmaya hiç ihtiyacım olmadığını görenler bilir, etrafımda ateş gibi Har biyeliler den, Tomsonlu muhafızlarım vardı. Böyle bir vaka olmadı. Ben şahidin yalan söylediğini iddia ederken. O beni yalancı duruma sokmaya uğraşıyordu. İşte o anda odada hâdiseleri en yakından gören Galip Gültekin’in, Hakkı Sümer’in, M. Pakoba’nın mikrofona gelip, şahidin yalan söylediğini ispat etmeleri gerekirdi, Pa-koba söz istedi ama, hakim vermedi. Ben Galip Gültekin’den bu hususun aydınlatılmasını istiyordum. Ne gezer, yerlerinden kalkıp mikrofon başına gelmeye korkuyorlardı. İşte vefakâr arkadaş nümunesi, iyi gün dostları.

SORGULARIN SONU

Sorgulamalar amme müdafaa şahitleri dinlenmesi bitti. Savcı esas ha.kkinda.ki mütelâasını okudu, şimdi sıra müdafaalara geldi. 1 Ağustos 1963 Perşembe günü sanıklar müdafaalarını yapacaklar, sonra mahkeme kararını verecek. Bu tarihi kararda herkes nasibini alacak. Mukadderattan fazlası olmaz, fakat buna rağmen halâ eski arkadaşlar endişe içinde ve suçluluğun vermiş olduğu çekingenlikten, hakikatlerden uzak, gene tezvirat makinelerini işletmekten geri kalmıyorlar.

Bakalım ilerki günler Allah gizlere neler gösterecek.

BİRİNCİ CİLDİN SONU

YANLIŞ —DOĞRU

Aydemir’in hatıratının giriş bölümünün IX sahifesinde ve 160 mcı sahifesindeki satırların yayınlanması hukukî bakımdan mahzurlu görüldüğü için sansür edilmiştir.

60 mcı sahifede Aydemir’in fotoğrafı altında, General Fahrettin öngör adı,, Burhanettin öngör olacaktır.

150 sahifedeki «HARBİYELÎ ALDANMAZ» sözü «I-IABİYELİ» olarak yazılmıştır.

16 mcı sahifedeki Kudret Basuter'in soyadı «Bosuter» dir.

198 inci sahifedeki Tank Kıdemli Bnb. M. Fahri Duygun ile Kurmay Yb. Fahrettin Ermutlu’nun fotoğraflarının yeri karışmıştır.

200 üncü sahifedeki P. Yüzbaşı Nihat «Sertiz» Sertöz

Sv. Kd. Yüzbaşı Halit Büyükmenderes «Halil» olacaktır.

218 inci sahifedeki Emin Arat’m fotoğrafı altına Turgut Alpa-gut yazılmıştır.

Elimizde olmadan meydana gelen yanlışlıklan düzeltir özür dileriz.

NOT: Talât Aydemir’in anıları arasında önemli bir yer tutan «Adnan Menderes» in idamı ile ilgili bölüm, bu kitaba konulmamıştır.

Akşam gazetesinde anıların yayınlanması sırasında «Menderes» in idamı ile ilgili bölümü yayınladığı için gazetenin sorumlu müdürleri hakkında «Tedbirler Kanunu» na muhalefet iddiası ile açılan dâva halen devam etmektedir.

Gazete ve yöneticileri hakkında açılan dâva sonuçlandığı takdirde ikinci ciltte bu bölüm yayınlanacaktır.

HARBİYELÎ ALDANMAZ

Emekli General

SITKI ULAY’m

Hâtıraları

27 MAYISTA ÇIKIYOR

 


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar