YÜCE NAKŞİBENDİ TARİKATI
Hazırlayan:Seyyid Abdurrakîb EROL
ÖNSÖZ
Şahı
Nakşibend (kuddise sırruhu) ve Nakşibendi tarikatı üzerine bir çok kitap
yazıldı, bu kitapların bir kısmı Şahi Nakşıbend'in hayatını anlatan tabakat
türü kitaplar bazıları da tarikat adabını, makamları, halleri anlatan
teferruatlı kitaplardır.
Biz
istedik ki, bu tarikatın yapılması gereken halleri özlü bir şekilde derlensin
ve bir el kitabı şeklinde bu işle uğraşanlara yardımcı olsun.
Bu
konuda yazılmış kitapları tarayarak, zikir ve rabıta konusu öncelikle ele
alınmak üzere böyle bir risâle meydana getirdik.
Gayret
bizden, himmet bu yolun sadatlarından, tevfik yüce Allah'tan...
GİRİŞ
Allah'ını,
sana sığınırız; huzurunda kerem yüzleri olan bu eserde geçen büyüklerin
hürmetine... Gayemizi sadece zatın eyle; bize göndereceğin, göstereceğin delil,
sadece zatına ulaştıran olsun. Âmin!...
Bu
vesile ile bir büyük görevi de eda edeyim; salâtlarm en güzelini, selâmların en
tamını peygamberlerin seçkinine, seçkinlerin peygamberine hediye edeyim.
Salâtım
ve selamım yine öyle bir zata olsun ki: Emellerin en şereflisi olan nübüvvet
Asaletinin mühürü olmuştur; üstünlük basamaklarını bir bir aşmış, en yüksek
mertebelere çıkmıştır. Keza onun âline de, ashabına da salât ve selam olsun...
İşin
Başında hidayet eylediği için Allah'a hamd olsun; işin sonunda da inayet
eylediği için Allah'a hamd olsun.
NAKŞI
TARİKATINDA USUL
-
Nakşibendi tarikatında temel esas ehli sünnet akidesine (inanç) sıkı sıkıya
bağlı olmak, ruhsatı bırakıp azimetti olmak. Murakabeye devam etmek daima
Hakk'a yönelik bulunmak. Dünya pisliklerinden uzak kalmak Allah'tan başka
herşeyden kaçınmak huzur alışkanlığı kazanmak çoklukta vahdeti bulmak dini
alimlerden faydalanmak için cemiyetlere katılmakla beraber avam tabasından
olanların teşkil ettikleri topluluklardan kaçınmak Allah'ı zikre gizli olarak
devam etmek zikir esnasında Kerim olan Allah'tan bir nefes bile gafil olmamak
için her nefes alış verişte kendini kontrol etmek en büyük ahlakın sahibi olan
Resulu Ekrem Ahlakı ile ablaklanmak gibi şeylerdir.
NAKŞİLİĞİN
ŞARTLARI
·
1-
Pürüzsüz ehli sünnet itikadı.
·
2-
Sadık bir tövbe
·
3-
her türlü hak sahipleri ile helalleşmek.
·
4-
Zulmetme zalime yardım Ve meyletmemek.
·
5-
Hısım akrabanın gönlünü almak onları memnun etmek.
·
6-
Bütün işlerde sünneti saniyenin gerektirdiği edebi devam ettirmek.
·
7-
Her hususta dikkatli olmak.
NAKŞİBENDİ
TARİKATI
İlim
müşahede ve keşif sahibi kimselerin tecrübeleri ile Nakşibendi tarikatı bütün
tarikatların en kolayıdır. İlahi ahadiyetin tecellisine mazhar olmak için
Nakşibendi tarikatı insanı en kısa yoldan ulaştırır. Çünkü Nakşidc müridin
çalışmasından fazla mürşid çalışır. Mürşid çok çalışır ve kalbindeki feyizleri
müridin kalbin aktarır. Nakşibendi tarikatının önderi ve şahı Hz. EBUBEKİR (radiyallâhü
anh)'dır. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir hadisinde.
Yüce
Allah benim kalbime neyi aktarıyorsa bende Onu Ebubekrin kalbine aktarıyorum
diye buyurmuşlardır.
Nakşibendi
tarikatı Ehli sünnet vel cemaat itikadı üzerinde bulunmak bidat ve
uydurmalardan kaçınmaktır. Kötü ve çirkin huy ve alışkanlıklardan arınmak güzel
ve yüce Ahlak sahibi olmaktır. Bu tarikata cezbe hali herşeyden önce gelir
cezbeden sonra salik perdelerinin ardındaki gizli aleme ulaşmış demektir.
Meczubluk hali iki şekilde olur.
Birincisi
Sulukun başında gelip geçer bu Nakşibendi tarikatında olmaktır.
İkincisi
ise salik bütün makamları aştıktan sonra zuhur eden bir haldir ki bu diğer
tarikatlarda görünmemekdir. Bu sebeple "Nakşibendi tarikatı diğer
tarikatların dolaşıp ulaştıkları son makamı daha yolun başında iken ulaşır ve
müride bunu gösterir." denilmiştir.
Nakşibendi
tarikatının evliyası diğer tarikatların evliyasından daha selahiyetlidir. Fakat
bundan Nakşibendi tarikatının evliyası diğer tarikatların evliyasından daha
faziletlidir manası anlaşılmasın. Anlatmak istediğimiz mana şudur:
Nakşibendi
tarikatı diğer tarikatlardan daha kısa mesafelidir ve daha kolaydır.
Nakşibendi
tarikatının salikleri diğer tarikatların saliklerinden daha faziletli ve daha
talihlidir.
Mesela:
Erkek, kadından yaradılış bakımından daha güçlü ve üstündür dediğimiz zaman bir
gerçeği ifade etmiş oluruz.
Aynen
bunun gibi Nakşibendi tarikatının usul ve temelleri de diğer tarikatlardan
güçlü ve üstündür.
Nakşibendi
tarikatında ilk önce kalb zirkri gelir. Oysa diğer tarikatlarda kalb zikri
ikinci derecede gelmektedir. Nakşibendi tarikatında nonnal olarak yemek, içmek,
uyumak, evlenmek ve çalışmak vardır. Açlık ve Uykusuzluk derecesi diğer
tarikatlara nazaran ikinci planda gelmektedir. Bulundukları her yerde muhabbet
kalplerinin tellerini ilahi merkeze bağlarlar. Elleri işte kalpleri ilahi
tefekürdedir. Halk içinde kalıpları ile bulunurlar.
Kalpleri
ise Hak'la beraberdir.
Kur’an-ı
Kerimde şöyle buyurmaktadır. " (Allah'ın) öyle kullan vardır ki.
Onlan Allah'ı anmaktan ne ticaret ne de alışveriş alıkoymaz. Kısacası
Nakşibendi tarikatı sahabilerin uyguladıktan usul ve kaidelerdir, sahabiler
hangi yolu takip etmişlerse ne fazla ne az o yolu olduğu gibi takip etmektir.
Sünnete bağlı kalmak zahir ve batın işlerini ve durumlarını aynı ölçülerde
düzeltmektir.
Hayat
işlerinden hiç birini ihmal etmeden kalp huzuru bulmak ve manevi alemden feyiz
almaktır. Genç ve yaşlı herkes ölü ve diri bu feyiz ve nurlar karşısında
eşittir. Kolay ve tatlıdır, hiç bir derece ve makamında zorluk yoktur. Bu
tarikatın piri ve önderi Hz. EBUBEKÎR (radiyallâhü anh). Halifelerin öncüsü ve
ilki idi. Bu tarikat da diğer tarikatların önderi ve lideridir. Nurların ve
sırların kaynağıdır. Diğer tarikatlarda olduğu gibi bu tarikatta da bazılan
sünnete aykırı olarak oynama ve benzeri davranışlarda bulunmaktadırlar.
Bunların bu davranışları hiç şüphesiz Nakşibendi tarikatı ile ilgisi yoktur.
Bunlar cahil ve sapık Kişilerin kendi kendilerine uydurdukları safsatalardır.
Özet olarak Nakşibendi tarikatı en güzel ve en olgun, en açık, eh tatlı, en
kısa, en kolay vardımcı ve ulaştırıcı bir tarikattır. Bir şair şöyle demektedir.
"Nakşibendi tarikatının üstün özelliklerini hiç kimse tam olarak
vasıflandıramaz.)
Yüce
Allah cc. onun tatlı şarabını sunsun gizli ilim hâzinelerinin kapılarını bizim
için ardına kadar açsın.
Minhacul-Abidiyn
kitabında şöyle denilmektedir. "Nakşibendi tarikatı uzunluk ve kısalığı
diğer tarikatların ve ayakla yürünen yolların mesafelerine benzemez. Bu tarikat
ruh ayağı ile yürüyen bir tarikattır. Tefekkürlerine çok önem verilen ve iman
lezzetlerini esas kabul eden bir tarikattır. İlahi nurlara mazhar olan bir
mürid bu tarikatta daha erken ermektedir. Kimi bir saat, kimi bir hafta, kimi
bir ay, kimi bir yıl, kimide altmış yılda ermektedir. Bazılarıda yüz yıl
ağlayıp sızlaşmaktadır. Fakat kalbinde hiç bir iz olmamıştır. Samimiyet ve
ihlas her işin başında gelmektedir."
Hadimide:
"
Nakşibendi tarikatı keşif ve kerametler tarikatıdır. Resulullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır:
"Batın
ilmi Yüce Allah'ın sırlarından bir sırdır. Yüce Allah bunu sevdiği kullarının
kalbine tecelli buyurur."
Hiç
şüphesiz bu ilim hangi kalbe girerse orada bir aydınlık ve genişlik meydana
gelir.
Tatarhaniye
kitabında da şöyle denilmeklerdir:
"Keşif
ve Kalb ilmi, öğretmek ve öğrenmek ile elde edilmez; yaşanarak, çalışarak elde
edilir. Bu kalb ilmi değil, hal ilmidir. Kur'an-ı Kerim'de Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır.
"
Bizim için çalışanlara, hiç şüphesiz yolumuzu gösteririz."
îmam-ı
Taftazani Şarhul-Makasid alı kitabında şöyle demektedir:
"
Kul bütün makamları aşıp ilahi tecellilere ulaşınca zati Ahadiyyetin sırlarına
mazhar olur. Bu dereceye erişen bir kul kendi sıfatını ve varlığını, Yüce
Allah'ın varlığında unutur, kaybeder. Varlık dünyasında Yüce Allah'ın
varlığından başka hiçbir şey görmez. Gördüğü, duyduğu ve bildiği sadece O'dur.
Hadis-i Kutside: "Kul nafilelerle bana yaklaşmaya devam eder takiben onun
tutan eli, yürüyen ayağı ve konuşan dili olurum" diye işaret edilen mana
budur. Bu tarikat bilgileri ile elde edilir, kalb ve ruhun sırlarına mazhar
olmak için nefsin kötülüklerinden arınmak gerekir.
TARİKATIN
TEMELİ: Eğer tarikatın temeli nedir diye soracak olursan bende altıdır diye
sana cevap veririm:
Tövbe,
Uzlet,
Zühd,
Takva,
Kanaat,
Teslimiyyet'tir.
Tarikatın
rükünleri nedir diye soracak olursan ben de sana altıdır diye cevap vereceğim:
İlim,
Hilm,
Sabr,
Rıza,
İhlas,
Ahlak,
Eğer
tarikatın vacipleri kaçtır diye soracak olursan ben de sana altıdır diye cevap
vereceğim: Yüce Allah'ı anmak, arzulan bırakmak dünyayı terketmek, dinin
emirlerine uymak, Allah'ın bütün yarattıklarına karşı iyilik yapmak, hayır
işlerine koşmaktır. Eğer tarikatın hükümleri nelerdir diye soracak olursan ben
de sana altıdır diye cevap vereceğim. Yakin, marifet, el açıklığı, doğruluk,
şükür ve düşüncedir. Eğer sana kimin oğlusun diye sorarlarsa sen de tarikatın
oğluyum diye cevap ver. Eğer tarikat kimin oğlu diye sorarlarsa sende tarikat
Muhammed Mustafa (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’nın. Hz. Ebu Bekir (radiyallâhü
anh) ve Hz. Ali (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)'nın oğludur diye cevap
ver. Tarikata bağlanma nikah bağı gibidir. Fatiha, üç ihlaş ve salavat
nikahtaki mehr yerine okunur. Tevekkülün sözlük anlamı ise, bedenini ibadete
kalbini Allah'a bırakmaktır. Bazdan da Tevekkül. her şeyini Allah'a bırakmaktır
derler. Resulullah (salla'llâhü aleyhi ve sellem) bir hadisinde şöyle
buyurmaktadır: "Onu bağla sonra Allah'a tevekkül et."
Nakşibendi
tarikatının temel esaslannın husu-siyyetine gelince:
Mürid
kendisine verilen emirleri zaruret olmadan bırakmamalıdır. Dört mezhebin temel
esas-lanna göre amel etmesi daha uygundur. Kötülük ve çirkinlikten arınarak
güzel alışkanlıklar edinmeye çalışmalıdır.
Bazı
kitaplarda bu temeller uzun uzadıya açıklanmış ve sayılarını bine
çıkarmışlardır.
TARİKATIN
MAHİYETİ:
Tarikatın
mahiyyeti; ibadete devam etmek, belli saat ve zamanlar da zikir yapmaktır.
Tarikat, hakikat ve şeriat hükümlerine göre davranışlarda bulunmaktır.
Allah'tan başka hiçbir gaye ve hedef edinmemektir. İç ve dış dünyasını her
türlü kusurlardan arındırmak ve yüce gayeler peşinde koşmaktır. Kalbini bütün
yalancı sevgilerden temizlemek ve ilahi tecellilere ermekten engel olan her
türlü bağlardan kurtulmaktır. Her zaman Allah'la beraber olarak hırs, kin ve
düşmanlıklardan uzaklaşmaktır. Bunun için de kendini ve nefsini daima kontrol
altında bulundurmaktır. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'ın yolunda
bulunmak ve sünnetine dört elle sarılmaktır. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) bir hadisinde:
"benim
için bir saat vardır ki, o saatte hiç melek-i mukarreb ve nebiyyi mürsel
aramıza giremez" diye buyurmuşlardır.
ŞAHI
NAKŞIBEND
Hayatı:
Asıl
adı Muhammed Bahauddin olan bu büyük veli daha çok Şahı Nakşıbend diye
tanınmıştır.
Hicrî
718 (M. 1317) yılında Buharada Kasr-ı Arifan köyünde dünyaya gelmiştir.
Nakşibendi
silsilesinin büyüklerinden Hâce Muhammed Baba Semmasî (kuddise sırruhu)
Hazretleri Şahı Nakşıbend (kuddise sırruhu) Hazretleri daha doğmadan Kasr-ı
Arifan köyünen geçerken bu topraklarda böyle büyük bir zatın ortaya çıkacağını
müjdelemiş ve Şahı Nakşıbend (kuddise sırruhu) Hazretleri dünyaya gelince onu
manevî terbiyesini halifesi Seyyid Emir Külâl (kuddise sırruhu) Hazretlerine
emanet etmiştir.
Şahıs
Nakşıbend (kuddise sırruhu) Hazretleri Seyyid Emir Külâl (kuddise sırruhu)
Hazretlerinin elinde yetişmesine rağmen yine bu silsilenin sadatlanndan olan
Ab-dulhalık Gucduvânî (kuddise sırruhu) Hazretlerinin ruhaniye-tinden feyz
almış ve bu yüzden kendisine üveysi denilmiştir.
Seyyid
Emir Külâl Hazretlerinin (kuddise sırruhu) hizmetinde 7 yıl kalarak müridlik
yapan Şah-ı Nakşibend Hazretleri onun müridi olmasına rağmen Seyyid Emir Külâl
(kuddise sırruhu) Hazretlerinin aksine gizli zikir (zikr-i hafi) yapmaktaydı.
Seyyid Emir Külâl (kuddise sırruhu) Hazretlerinin müridleri bu durumdan
şikayetçi olmalarına rağmen, Seyyid emir Külâl (kuddise sırruhu) Hazretleri onu
takdir etmiş, bu uruma müdahale etmemiştir.
\
Seyyid Emir Külâl (kuddise sırruhu) Hazretleri vefatından önce müdidlerine Şahı
Nakşıbend (kuddise sırruhu) Hazretlerine bağlanmalarını bildirmiş ve H.772 (M.
1318) yılında vefatından sonra ise Şahı Nakşıbend tarikatın başına geçmiştir.
Yukarıda da belirtildiği gibi Şahı Nakşıbend (kuddise sırruhu) daha çok
Abdulhalık Guc-duvânî (kuddise sırruhu) Hazretlerinin belirlediği esaslara
bağlı kalmış ve tarikatta "rabıta" Şahı Nakşıbend tarafından
canlandırılmıştır^
İki
defa Hacca giden Şahı Nakşıbend Herat, Merv, Nisabur gibi yerlere uğrayarak
büyük velileri ziyaret etmiş ve tarikatım yaymıştır.
Muhammed
Parisa, Alaaddin Attar (kuddise sırruhu) gibi büyük velileri yetiştiren Şahı
Nakşıbend (kuddise sırruhu) Hazretleri Hicri 791 (M. 1389) Pazartesi günü
ahi-ret hayatına göçmüştür. 73 yaşında vefat eden Şahı Nakşıbend hazretlerinin
türbesi Buhara yakınlarındadır.
Eserlerin
başlıcalan şunlardır;
Evrâd-ı
Bahaiyye, Tuhfe, Hediyetü's-salikin, hayatname.
ŞAHI
NAKŞİBEND HZ.'NİN SEYRÎ SULUK SİLSİLESİ
S.
emirKülal (kuddise sırruhu) Muhammed Baba Semma-si (kuddise sırruhu) Ali
Rametani (kuddise sırruhu) Muhammed Fanivi (kuddise sırruhu) Arif Rivegeri (kuddise
sırruhu) Aliydi Femıedi (kuddise sırruhu) Hasanül Herkani (kuddise sırruhu)
Beyaziti Bestami (kuddise sırruhu) Caferi Sadık (kuddise sırruhu) Kasım Bin
Muhammed (radiyallâhü anh) Selmani Farisi (radiyallâhü anh) Ebubekiri Sıddık (radiyallâhü
anh)’dan geçerek Nebiyyina Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimize
ulaşır.
DİĞER
TARAFTAN RUHANİYETLERİ
Abdulhalik
Gücdevani (kuddise sırruhu), Ebul Aliydi Fer-medi (kuddise sırruhu), Ebul
Kasımıl Herkani (kuddise sırruhu), Ebul Osmanıl Makribi (kuddise sırruhu),
Eşşeyh Ali katib (kuddise sırruhu), Ebul Kasım Cüneydül Bağdadi (kuddise
sırruhu), Maruful Kerhi (kuddise sırruhu), İmami Ali Rıza (radiyallâhü anh),
İmami muşa Kazım (kuddise sırruhu), İmami Caferi Sadık (radiyallâhü anh)> İmami
Muhammed Bakır (radiyallâhü anh), İmamı Zeynel Abidin (radiyallâhü anh), İmami
Hüseyin (radiyallâhü anh), İmami Ali (kerrem’allahü veche radiyallâhü anh)’dan
geçerek seyidül Kevneyn Resülüs-sakaleyn Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi
Vesellem efendimize erişir.
Tariki
Nakşibendi ehlinin feyzi Hüdadan, onların nisbeti cümle resuli müctebadandır.
Ebu Bekir ve Ali"dir. bu tarikin Şahı Serdarı. Şeyhu Hacegan hep kibarı
evliyadandır.
Bu
yolda ittibai sünnet oldu baisi vuslat cemi bidati terketme bunda, ihtidandır.
Azimetle ameller işleyip ruhsattan el çekmek bu yolda salike böyle suluk etme
devadandır.
Tariki
cezbedir bunda erer tea menzile salik ki bunda salikin seyri tariki
iktifadandır. Devamlı zikirle sohbet olup Nakşilerin kan anın için bunlann
feyzi hemen kalbi ciladandır.
Tariki
Nakşibendin cümlesi şan durur sanma, bu yolda can feda etmek şurutu
ihtidadandır. Hazır kıl dil yatma gel ruhu Nakşibendine.
Yakın
bil ki manalara tan edenler eşkiyadandır.
ŞAHI
NAKŞIBEND HZ. NAKŞİBENDİ TARİKATINI MANA YOLUNDAN İRŞADA BAŞLADIKLARI AN.
En
az zamanda namı Hind, Afganistan, Endonezya, İran, Azerbaycan ve bütün dünyaya
yayıldı.
Hz.
Pir "Tarikatina tarikülmuhabbet velhayri fil cemiyyeh" (Bizim
tarikatımız toplu olarak muhabbet ve hayır yoludur) buyurmuşlardır.
Nakşibendilik
riyazeti muhabbet ve zikir ile her koldan ayrı bir disipline dayanır,
nakşıbendilik şu esaslar üzerinde kurulmuştur.
a-)
Sünnete uymak
b-)
Bidattan sakınmak
c-)
Kulluğa devam etmek
d-)
Cenaba Hakkı sevmek ve onun muhabbeti cezbesiyle kendisini olgunlaştırmak.
e-)
Kurtuluş yolu olan Cenab-ı Hakkın yolunda yürümek. Bunlardan başka bu yolun
temrinlerinden, salikin, ilahi teelliyi murakabe, kendi hal ve gidişi hakkında
tedbir, zikirde uzunluk, kısalık, kalbi zikre alıştırmak gibi esaslar vardır.
Nakşilik
TÜRK illerinde çok yayılmıştır.
Nakşiler
vücudu bazı manevi merkezlere ayırmışlardır. Letaif adı altında belirtilen bu
merkezler kalb, ruh, sır, Hafi, Ahfa, Nefsi natıka ve le-taifi kül
kısımlarıdır.
Bu,
ruh mertebelerinin geçirdiği safhalara göre tarifi sayılabilir, bunlar bir salikin
seyri suluk esnasında vardıkları seviye ve derecelerin birer remzi ifadesidir.
Şurası muhakkaktır ki tasavvuf bir kalb ve istifa yolu olmakla beraber, önce
ahlak ve halisane ibadete dayanır. Kul kalbi yükselirse
NAKŞİBENDÎLİĞİN
İNCELİKLERİ
Allah
dostlarının seçkinlerinden ve bu yolun en büyüklerinden, öncülerinden Hace
Muhammed Behauddin nakşibend ve O'nun şerefli halefleri şöyle dediler:
peygamberlerin en üstünü Kainatın Efendisi Muhammed Mustafa (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)'in, velilerin en faziletlisi Ebu Bekr Sıddık (radiyallâhü
anh) hazretlerine gizlice talim ettikleri en şerefli ilim olan huzur ve
irfan ilmi avam insanlardan gizlenmiştir. O gizli hâzineye ulaştıncı yolun
usulü ve çeşitli kazançları vardır ki, bu kısımda genişçe yazılmıştır.
Bu
yolun erkanı üç husustur ki; az yemek, az uyumak ve az konuşmaktır. Az
yemek, az uyumağa; az uyumak, az konuşmaya; az konuşmak da kalb zikriyle tam
bir teveccühe yardımcı ve güç vericidir. Bunlardan murad, ancak gönül ve ruhla
yüksek bir huzura varmaktır. Böyle olunca; yemekte, uykuda, konuşmakta orta bir
yol takib etmek gerekli olur.
Murakebe;
Allah'ın, kainatın bütün zerrelerine daima muttali olduğunu kalbten bir an bile
çıkarmamaktır. Bu
yolun gaye noktası, bu huzura ermektir.
Bu
yolun bütün usulü, şu oniki kelimede bildirilmiştir: Nefy-i
vücud (Varlığı yok bilmek), Bezl-i mevcud, (varolanı Cömertçe vermek), terk-i
suret (Sureti terketmek), amel be-azimet (azimetle amel etmek), huş derdem (Her
an Allah'la olmak), nazar ber kadem, sefer der vatan (Mevla'ya gtmek), halvet
der encümen (kalabalıkta halvet), ihtima an-il-bid'at (bid'atleri terketmek),
iktida bi sünnet (Sünnete uymak7, zikr-i müdum (sürekli zikir) ile teveccüh-i
tam."
îşte
vusul yolu bu usulle gelir. Bu
yolun şartı, bir manadır ki, gönül ve candan Mevla'ya muhabbettir. Bir gönül
ki, onda dert isteği, duygusu doğmuştur, onu büyük bir ni'met bilmek; gece
gündüz onun olmasını gayret etmek gerektir. Zira o ezeli sevgidir ki, gönül
aynasında yansır ve parıldar. Onun için, o gönül; istek, muhabbet ve şevkle
doludur. Şu halde, Mevla'yı isteyen, O'nun tarafından da istenecek bir zat
olur. Nitekim mevla, "Allah onları, onlar da O'nu severler" ifadesinde
kendi muhabbetinin, kendine duyulan muhabbetlerin aslı olduğunu duyurmuştur.
İşte,
bu Nakşi yolunda gönülbağlayanlar ve bu istek derdiyle devamh duyanlar, zahirde
halk ile içiçe olup onların hizmetine koşarlar. Batında ise, yalnızca Allah'ı
bilirler ve bulurlar. Kendilerini halka, gönüllerini Hakk'a teslim ederler, bu
düstur ve yolla gizlice Hakk'a doğru giderler. Dışarıdan alakasız, içeride
birlikte olurlar.
Onlann
bedenleri yabancılarla, gönülleri sevgiliyle; kulakları seste, gönülleri
Hûda'da; gözleri rakibinde, gönülleri sevgilide, dilleri sözde, gönülleri
Mevla'da; elleri bir işte, gönülleri O Hazrette; ayaklan yürümekte, gönülleri
O'nu anmakta; bedenleri post üstünde uykuda, gönülleri dostla ayakta; vücudları
rahat halde biryerde, gönülleri seyahatte dolaşmada, cisimleri sebeblerle
boğuşmada, gönülleri Mevla'nın dostluğundadır.
Onlar,
bu yolla gönüllerini mesrur ederler. Yaptıkları herşeyi kalblerinde gizlerler. Muhabbetlerinin
sırlan halka açılmaz ve gönüllerinin şevklerine en küçük bir halel gelmez.
Böylece, onlar, şöhret afetinden kurtulur ve Mevla'nın has kullarından olurlar.
Onlar kalb zikriyle, andıklan Mevla'yı çok tez ve yakın bulurlar. Zira kalb
zikri, Mevla'ya en yakın yoldur. Her felaketten korunmuş ve uzaktır. Vahdet
aleminin sırrının anahtarıdır. İlahi huzurda bulunan topluluklara çekicidir. "İstek,
istekte isteği terketmektir" hikmet ölçüşünce Allah'ta fani olurlar.
Fakr-u fena devletiyle Allah'tasonsuzluğa kavuşurlar. Şeref ve yücelikle iki
alemde de nasiblerine kavuşurlar.
İmami
Rabbani Anlatıyor:
-Yüce
Allah, kıyamet gününe kadar, bizim bu-halka halka yolumuza girecek olan
kadınların, erkeklerin isimlerini bildirdi.
Bendeki
bu bağlılık çocukların vasıtası ile kıyamet gününe kadar devam edip kalacaktır.
Yani kıyamete kadar en üstün Tarikat olarak kalacak. İmam-ı Mehdi dahi, bu
üstün bağlılık yolundan gelecektir.
Nakşibendi
tarikatı'nda sağlamın sağlamı iki esas vardır; bir kimseye bu esasa bağlanmak
armağan edilirse... Ona herşey verilmiş olur şöyle ki;
·
a)
Tam manası ile peygamberimiz Hazret-i Muhammed Mustafa Sallallahu aleyhi ve
sellem'e uymak, yolunu izlemek; Allah ona salat ve selam eylesin.
·
b)
İşinin ehli, yerini yurdunu bilen kamil şeyhine sevgime var ki, ikinci esasta
anlatılan sevgi zorlama ile olmaz, bu işin zorlaması dinden çıkaran
zındıklıktır. Bu sevgi Allah sevgisidir, onu kullanndan kimi dilerse ona armağan
eder.
Şanlarına
uygun sohbet daha önce anlatılan mana boyası ile boyanmaya, büyüklerden
yansıyan nuru almaya, bu iki esas korunursa yeter.
Nakşibendilikte
Altı Rükün
.
1-Zikir
3-Kalbi
vukuf
2-
Murakabe 4- Nisbeti hıfz
5-
Muhabbet rabıtası 6- Mürşid sohbeti
Bu
rükünlerden birisi noksan olursa, salik Nakşibendiliğin sırrına kamil ile vakıf
olmaz.
ZİKİR
Nakşibendi
tarikatında yapılan zikirleri ikiye ayırabiliriz. Müridin ferdi olarak yaptığı
zikir ve toplu olarak yapılan zikir.
Ferdi
yapılan zikir müptedi (yolun başındaki) için lafza-ı Celal (Allah7 zikri ve
kelime-i tevhid (La İlahe illallah) zikridir.
Toplu
olarak yapılan zikrin ise Nakşibendi tarikatına has özel bir adı vardır.
Hatme-i Hecegan.
Önce
lafza-ı Celal zikri ve Kelime-i Tevhid zikri, daha sonra da Hatme-i Hacegan
zikri hakkında bilgi vereceğiz.
LAFZA-İ
CELAL ZÎKRÎ
Gizli
zikir, kalben yapılan gizli zikirdir. Bunda dilin haraketi yoktur; nefes
yardımı ile de yapılmaz. îsm-i Azam olduğunu düşünmeden; yani: Arap dili
kurallarına göre düşünmeden sadece, kalbden:
-
Allah Allah... demektir.
Bu
şekilde gizli zikir, şanı büyük bir iştir, hak yolcusu salikin kalbi bu zikirle
nurlanır. Hak yolcusu salikin alacağı yollar, bu şekilde kısalır; tez zamana
varacağı yere varır.
.
Anlatılan sebepten ötürü; gizli zikir, açıktan yapılan zikirden bir kaç merhale
daha üstün, daha değerlidir.
Anlatılan
gizli zikrin, esas zikir olduğuna dair deliller vardır. Anlatılan şekilde zikre
dalan kimse için:
·
-
Allah'ı zikredip anan...
Denir;
buna dair delil, evliya efendisi Cüneyd-i Bağdadi'den alınmıştır; Allah ondan
razı olsun. Şöyle anlatılmıştır:
·
-
yapılan işler arasında öyleleri vardır ki; onlan hafaza melekleri de bilmezler.
O işlerin başında, kalben Allah'ı anmak gelir. Bir de içi saran bazı özel
hallerdir; mesela: Yüce Hakk'a karşı duyulan heybet, tazim, çekinme duygusu,
emirlerine, yasaklarına boyun eğmek...
Sonra
da şöyle devam etti:
■
- Rüya gördüm; halka konuşma yapıyordum.
O
konuşma sırasına bana bir melek geldi, şöyle sordu;
·
-
Yüce hakk'a yakınlık duygusu kazananlar, en çok ne ile kazanırlar?.
Şöyle
dedim:
·
-
Tam ölçülü gizli iş...
Yine
dedi ki:
·
-
Yüce Allah, kalblere iyiliğinden verir; amma, ettikleri zikirde temiz duygulan
kadar...
Bir
başka yerde şöyle anlattı:
·
-
Tasavvuf, on güzel huy üzerine kurulmuştur.
Daha
sonra onları tek tek saydı; sonunda şöyle dedi:
Kalble
devamlı zikir etmek... yani; Allah'ı kalbden anmak..
Aynı
konuda, Hatim'ül - Evliya-i Muhamme-diyyin Şeyh-i Ekber efendimiz Muhyiddin de
şöyle demiştir.
·
-
Allah'ın zikri ile meşgul ol; amma, zikirlerin hangi çeşidinden istersen...
Özellikle en yükseği ile
Üstteki
görüş, Fütuhat-ı Mekkiye'nin babında geçer. Arif Ceyli ise, bu görüşleri,
Kitab-ı Esfar'a almıştır. Şeyh-i Ekber'in risale-i Envar'ını şerh ederken, o
görüşe de yer vemıiştir.
Şerh
eden zat, ayı cümlenin sonuna eklemiştir:
·
-
Kıymet, rütbe, sonuç olarak zikirlerin en güzeli ism-i azam zikridir ki, o da
şudur: Allah Allah... Bunun üzerine, daha başka bir şey ekleme...
Şerh
eden zat, Muhyiddin-i Arabi'nin şöyle dediğini de anlatmıştır.
·
-
Yapacağın zikir, her şeyi özünde toplayan bir zikir olsun ki, o da şudur: Allah
Allah Allah... istersen:
-Hu
hu...
Dahi
diyebilirsin, amma, bu zikirden daha ileri gitme...
Dikkat
et, dilinden hep bu zikir çıksın, kalbin dahi, bu zikri okuyan olsun. Kulağın
dahi, hep bu zikri dinlesin. Ta ki, özünden bir konuşan ortaya çıksın.
Eğer,
özünde zikri söyleyen bir dilin ortaya çıktığını duyarsan; o zaman o halini
bırakma. Olduğun halde kalmaya çalış. Şunu unutma ki: O hal, sonradan olmuştur;
eğer onda bir gedik açarsan, derli toplu gönül alemini bozarsan o hal durmaz,
tezce elden gider.
Muhyiddin-i
Arabi daha sonra şöyle dedi; Allah ondan razı olsun:
·
-
Zikir, İlahi bir sıfattır, bazan içte olur, bazan da dışta... Hem gizli Hak'ta
olur; hem de açık halkta... Şayet, Yüce Hak içte zikredildiği halde, dışa taşan
bir durum olursa... İlahi bir sıfat olarak, edilen zikre bir mükafat olur.
Yüce
Allah, Kur'an'da 2. sırayı alan Bakara süresinin 152. ayetinde şöyle buyurdu:
·
-
"Beni anın ki, sizi anayım."
Bu
ayet-i kerime ile yüce Allah, zikrin varlığını, kendi zikir varlığı ile bir
tuttu; ondan bir parça saydı. Zikir halini yaşamanın kendisi de böyledir. bunun
için de Yüce Hak, bir kudsi hadisi şerifte şöyle buyurdu: .
·
-
" Bir kimse beni kendi özünde anarsa, ben de onu özümde anarım, yine
bir kimse beni bir topluluk içinde anarsa, bende onu, topluluğundan daha
hayırlı bir topluluk içinde anarım."
Böylece
zikrin sonucu zikir oldu; zikir hali de yine zikir oldu.
Burada
zikrin anlamı şu değildir: Onu adı ile anmak...
Elbette
onun adını anacaksın; ancak, onun için bir övgü, bir hamd söz konusu olduğu
için...
Şayet
isim olarak anılırsa... fayda kalkar. Zira başkasına delalet eder. Böyle
olunca, ne senin için zikir olur; ne de onun için...
Burada
şöyle bir şey diyebilirsin:
·
-
Madem durum dediğin gibidir; öyle ise, neden ehlüllah, lafza-i celal olan Allah
adını ismen zikretmeyi tercih etmişlerdir?
.
Bu arada:
·
-
Hu...
Diye
de zikir etmişlerdir. Zira bu:
-Hu...
Kelimesi,
sıfatları anlatan zikirlere delalet eder. Kaldı ki, onlar, bu türlü zikirlerin,
yani; îsim isim yapılan zikirlerin faydalarını da görmüşlerdir.
'
Bu soruya şöyle derim:
·
-
Onlar, bu yaptıktan ile, benim doğru söylediğimi tasdik etmişlerdir. Ne
var ki onlar:
·
-
Allah Allah....
derken,
sırf isme delalet eden manayı anmamışlardır. Onların, bu ismi söylerken
kasıtları, ayrıca:
·
-
Hu...
^Zamirini
söylemekten muradlan şudur: O isimle, o zamirle isimlenen zat öyle bir ulu
zattır ki; vücudu tam var görünen de, kainatın hiç bir şeyi de onu bağlayamaz.
Bu durumu o büyükler çok iyi bilirleri
O
ismi zikreden kimse anlatılan manayı özünde bulursa; zikrin faydasını görür;
çünkü bu türlü zikir, herhangi bir isme veya zamire bağlı bir zikir değildir.
Şayet
bir kimse, zikrettiği zaman, o zikrini:
·
-
La İlahe İllallah...
Kelime-i
tevhidine bağlarsa, o zaman alacağı sonuç, ancak onun için verilecek olan
kısıtlı sonuçtur.
Bir
kimse, zikrini:
·
-
Sübhanellah (Allah noksan sıfatlardan münezzehtir.)...
-
Diyerek bağlarsa, onun huzur bulması mümkün değildir; meğer ki, bu teşbihin
hakikatinin verdiği mana ile ola... bunun için sırf kelime ile kalmamalı, işin
iç yüzüne geçmeli...
Allah-u
Ekber, Elhamdülillah, vela havle vela kuvveti illa billah (Allah en büyüktür,
Allah'a hamd olsun, güç kuvvet ancak Allah'ındır) zikirlerinin durumu da
yukarıdaki hükme tabidir.
Hangi
zikir olursa olsun, bir kayda tabi tutulduğu zaman; ancak kaydı kadar sevap
getirir; faydalı olur. Ondan hiç bir zaman, genel bir verim elde edilemez.
Zira, sözde kalan kimsenin zikir hali, bağlandığı duruma göredir, söz ise söz,
mana ise mana...
Yüce
Allah, bize şunu anlattı: Vereceği ihsan, ancak zikredenin haline göre olacaktır,
bunu da şu kudsi hadis-i şerifte bildirdi.
·
-
"Bir kimse beni kendi özünde anarsa, ben de onu özümde anarım..."
İşte
bu anlatılanlar, evliya zümresinin:
·
-
Allah...
Lafza-i
Celal zikrinden, zamirinden tercihle çıkardıkları manadır; bu zikir, herhangi
bir kayda tabi değimir. Onlar, bir ismi anarken, ondaki içli manaları da
düşünürler. Onlar, birismi anarken, o ismin hak ettiği manaları da düşünmeden
edemezler.
İşbu
anlatılan mana iledir ki: Hak zikri kulu için bütün değerleri özünde toplar; bu
türlü zikir de kulun rabbı'ını andığı Allah isminin karşılığıdır.
kuldan
gelen zikir, huzur aramak içindir; Yüce Hakk'ın zikri ise huzurludur. Zira ona
göre biz. görülmekte, bilinmekteyiz. O ise, bizce sadece bilinmektedir, o
kadar; onu müşahade edemiyoruz. Bunun içindir ki: bize düşen huzuru aramaktır,
huzur ise onun hakkıdır.
Büyük
alimler, Yüce Allah'ı zikir kuvveti ile hazır bulmaya bakarlar; avam ise hayal
kuvveti ile onun huzurunu ararlar.
Yüce
allah'm alim kullarından bazdan da, her iki kuvvede özlerinde hazır etmeye
bakarlar. Bu iki kuvvetin biri akla, şeriata uygun zikir kuvvetidir, diğeri ise
şeriata, keşfe bağlı hayal gücüdür. Böylesi zikir ise... zikirlerin en
tamamıdır, zira, böyle bir zikir haline gelen kimse, bütünüyle zikir eder. îşbu
kapıdan girilince Yüce Hakk'ın o kimseyi zikri gerçekleşir.
Sonra
Yüce Allah, hiç bir şey için:
-
"Çokça"
Buyurmadı,
bu türlü bir emir de vermedi. Ancak zikir için bu emri verdi, öyle
vasıflandırdı, bu manada gelen ayet-i kerimeleri alalım.
Yüce
Allah. Kur'an'da 33. sırayı alan Ahzab suresinin 35. ayetinde şöyle buyurdu:
·
-
"Allah'ı çokça zikreden kadınlar ve çokça zikreden erkekler"
Aynı
surenin 41. ayetinde ise şöyle buyurdu:
·
-
"Ey iman edenler, Allah'ı çokça zikr edin."
Sonra
zikr ise... sadece, özel olarak Allah adı ile geldi; herhangi bir kaynağa
bağlanmadı. Şöyle buyurdu:
·
-
"Allah'ı zikredin."
Dikkat
edilince görülecektir ki:
·
-
Şöyle zikredin...
Diye
bir emir yoktur.
Yüce
Allah, Kur'an'da 39. sırayı alan Ankebut suresinin 45. ayetinde şöyle buyurdu:
·
-
"Allah zikri en büyüktür."
·
-
Burada dahi, yine:
·
-
Şöyle böyle büyüktür...
Buyurulmadı.
Ayrıca, Kur'an'da 6. sırayı alan En'am suresinin 118. ayetinde yüce Allah şöyle
buyurdu:
·
-
"Üzerine Allah adı zikredilmiş şeyleren yiyin."
Aynı
şekilde burada dahi, Allah adını bir kayda bağlamadı.
Resulullah
elendim iz Hazret-i Muhammed Mustafa dahi, bir hadis-i şerifinde şöyle buyurdu:
·
-
"Yeryüzünde:
·
-
Allah Allah...
Diyen
baki kaldıkça kıyamet kopmaya-caktır."
Burada
dahi, Allah lafza-i celali üzerine bir şey eklenmedi. Zira bu zikir, Allah'ın
seçme kullarının zikridir; burada anlatılmak istenilen onlardır. Onlar da öyle
zatlardır ki; Yüce Allah, din alemini onlarla korur, hangi evlerde olurlarsa o
evleri de korur.
Öyle
zikreden kimselerden kalmayınca; artık yüce Allah, dolayısı ile dünyayı koruyacağı
kimse kalmamıştır; dünyada kayar, yıkılır gider.
Bu
zamanda nice:
-
Allah Allah...
Diyen
kimseler vardır, ne vardır ki, onlar, bizim anlattığımız manada huzur arayıp
bulan kimseler değillerdir. Bu nedenle, huzursuz isim anmaya itibar yoktur.
Yüce
Allah, Kur'an’da 17. sırayı alan İsra suresinin 46. ayetindeyse şöyle buyurdu:
·
-
"Kur'an’da tek başına Rabb'ini andığın zaman, nefretle arkalarını dönüp
giderler."
Bunun
nedeni ise, putlarının adlarının geçmemesidir. Putlarının adlarını duymayınca
da kalpleri burkulur, çeker giderler. Halbuki onları putlar haline getirenlerin
kendileri olduklarını da bilirler.
Yüce
Allah, Kur'an’da 13. sırayı alan Rad suresinin 32. ayetinde şöyle buyurdu:
·
-
"Şöyle söyle onlara:
·
-
Öyle ise, o putlara ad takın..."
Eğer
onlar, o putlara ad takarlarsa... verdikleri isimlere göre belgeleri göstermek,
üzerlerine borç olur.
Şunu
da unutmamak gerekir ki:
-Allah...
Adını
söylemek, ancak Allah'a yakışır.
Ceyli'nin
anlattıkları bu kadar.. Allah ondan razı olsun.
GİZLİ
ZİKRİN FAZİLETİ
Gizli
zikrin daha fazla faziletli olduğuna dair deliller vardır, özellikle cehri,
yani: Açıktan yapılan zikirlere bakarak.
Burada.
Allah zikrinin kalben, gizli yapılışında daha fazla fazilet olduğunu anlatmak
için; bir büyüğün yazdıklarını anlatacağız, Allah sırrının, kudsiyetini
artırsın. O, Behcet'üs Seniye kitabının zikirler bölümünde şöyle dedi:
·
-
Bilsin ki:
Zikir
iki şekilde olur... Şöyleki:
·
a)
Kalble
·
b)
Dille...
Nitekim,
bu manayı, İmama Nevevi, Zikirler Kitabında şöyle anlattı; Allah ona rahmet
eylesin:
·
-
Zikir, kalb'le de olur; dille de.... ama en fazi-letlesi, hem kalb'le hem
dille, yani: İkisi ile birden yapılan zikirdir.
Nevevi'nin
anlattıkları bu kadar.
her
iki şekilde, yani: hem dille, hem kalble yapılan zikrin delilleri hem
Kur'an'da, hem de hadis-i şeriflerde vardır.
Nakşibendi
efendilerimizin, zikirler işinde tercih ettikleri: Kalb yolundan yapılan gizli
zikirdir. Onların bu hususta Kur'an ve Hadis-i Şeriflerden aldıklan delilleri
vardı; İmam olarak kabul edilen alimlerin bu manada anlattıkları da olmuştur.
Kur'an'dan
anlatılacak şu iki ayet-i kerime kesindir:
"
Rabbini kendi içinde tazarru ile (Titreyerek) ve korkarak zikret..."
(A'raf S. Ayet 205)
•Hadis-i
şeriflere gelince, sahih kitaplarda şu manalar gelmiştir:
·
-
"Yüce Allah şöyle buyurdu:
·
-
Ben, kulumun zannına göreyim. Beni zikrettiği zaman, onunla beraberim. Beni
keni içinde zikrederse, ben de onu, onun topluluğundan hayırlı bir topluluk
içinde zikrederim."
Üstteki
kudsi hadis-i şerif olup Buhari ve müslim'in rivayetidir.
Hazret-i
Aişe, şöyle dedi; Allah ondan ve babasından razı olsun:
,
Resullullah efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa şöyle buyurdu; Allah ona salat
ve selam eylesin:
·
-
"Zikir, zikir üzerine yetmiş kata kadar sevap kazandırır.
Kıyamet
günü oldukta, Yüce Allah, yaratılmışları hesaba çekmek için toplar. Bu sırada,
koruyucu melekler de, yazıp koruduklarını getirirler. İşte o zaman Yüce Allah
şöyle buyurur:
Hele
bir araştırın; bu kulumun, yazdıklarınızdan ayrı bir şeyi kalmasın.
Melekler
şöyle derler:
·
-
Hiç bir şeyi bırakmadık. Ne bildiysek, ezberimizde ne kaldıysa onları
sayıpyazdık.
Bunun
üzerine yüce Allah, okuluna şöyle hitab eder:
·
-
Katımda, senin bir iyiliğin var; sana onunla mükafat vereceğim. Katımda olan o
şey, gizli zikirdir."
Bu
hadis-i şerifin başında geçen ilk:
·
-
"Zikir..."
Kelimesi,
gizli zikir olup onu koruyucu melekler duymamışlardır. Ondan sonra gelen
»"Zikir
üzerine..."
Tabirinden
ise, açık zikir anlaşılmaktadır ki: Bu türlü zikri koruyucu melekler
duymuşlardır.
Camiüssağir'deyse,
Resulullah efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa'nın şöyle bir hadis-i şerifi
rivayet edilmiştir; Allah ona salat ve selam eylesin:
·
-
"Zikrin hayırlısı, gizli zikirdir. Rızkın hayırlısı da yeteri kadar
olandır."
Hasılı:
Gizli zikrin daha faziletli olduğunu anlatan hadis-i şerifler çoktur.
Kadı
lyaz şöyle anlattı; Allah Ona rahmet eylesin:
·
-
Yüce Allah'ı zikretmek, yani: Anmak, iki çeşittir, şöyle ki:
·
a)
Kalble yapılan zikir...
·
b)
dille yapılan zikir.
Ayrıca,
kalble yapılan zikir dahi, iki çeşittir. O iki çeşidin en güzeli şudurO Yüce
Allah'ın büyüklüğünü, celalini, ceberutunu, zatını anlatan ayetlerini kalben
duymak; yerdeki, gökteki ruhlar alemini düşünmektir.
·
-
îbn- îmad Hanbeli...
Diye
meşhur olan büyük alim, Abbüllah Salihi tarafından Hanbeli fıkhına dair yazılan
Gayet-i Münteha şerhi Buğyet-ü Ül'in Nüha adlı eserde şöyle anlatıldı.
·
-
Nafile namaz, bedenin en faziletli nafile iba-detir, kalbin değil...
Burada:
·
-
Kalbin değil...
Demenin
anlamı şudur:
·
-
Kalb ameli daha faziletlidir.
Şeyh
Takiyüddin de şöyle anlattı; Allah ona rahmet eylesin.
·
-
Kalben yapılan zikir, kalbsiz Kur'an okumaktan daha faziletlidir.
Bu
cümle, aynı zamanda, îmam-ı Cevzi'nin kelamından çıkarılan bir manadır. O şöyle
anlattı.
·
-
İşlerin en doğrusu, kalbi temizleyen işe bak-mandır. Kalbi; zikirle, ilahi
alışkanlık temizleme yoluna gitmelisin. Bu yola tutunup hiç bırakmamalısın.
Bu
arada, şu dahi anlatılmıştır:
·
-
Tefekkür, nafile namazdan, nafile oruçtan daha faziletlidir.
Allame
İmam ahmed B. Hacer Heytemi Mekki'nin yazdığı Fetava-i Hadisiye kitabında:
·
-
Melekler bir kerede mi yaratıldılar yoksa aralıklı zamanlarda mı?
Sorusuna
verilen cevap bölümünde dahi, zikir üzerine yazılanlar vardır. Orada demiştir
ki:
·
-
En faziletli zikir, şu cümledir ki, lafza-i celalden daha faziletlidir.
·
-
La İlahe İllallah (Allah'tan başka ilah yoktur.)
Bu
mana, orada kesin delilleri ile anlatılmışltır. Ne var ki, bu durum, zahir
imamların dili iledir. Batın ehli, mana erleri yanındaysa, durum başkadır.
Mana
erleri yanında, Hak yolcusu salikin hallerine göre durum değişir.
Bir
kimse ilk işindeyse, yabancıları görmek sureti ile katı durumdaysa, o yabancı
olan maddi şeylere olan bağlantısı kopmamışsa, iradesinden şehvete dair
işlerinden geçmemişse, nefsi ile kalıp gitmişse... o zaman kelime-i tevhide
ihtiyacı vardır. Her şeyi nefyedip;
·
-
Yoktur...
Dedikten
sonra, Yüce Allah'ı var bilip:
·
-
Ancak Allah vardır...
Demesi
gerekir. Şunu niçin ki: zikrin sultanı onu alt ede, Yüce Hakk'ın cezbeleri ona
gele; bu cezbeler o türlü zikre bağlıdır.
',
Bir kimseyi anlatılan cezbeler sarıp onu şehvet duygularından, iradesindn,
bazlarından, bütün nef-sani isteklerinde ayırırsa... o kimse yabancıları
görmekten uzak olur. O zaman onu. Yüce Hakk'ın yakınlık duygusu, onu görmek
sarar.
Anlatılan
duruma gelen bir kimse, teklik haki-katlarına dalar, sonsuz, teklik
müşahedesine geçer.
Hak
yolcusu salikin haline en uygunu, kendisine Yüce Hakk'ın zatına yabancı şeyleri
hatırlatan işlerden uzak durup yine haline uyan lafza-i celal olan Allah
zikrine dalmaktır. Zira bunda tam bir lezzet vardır, sonsuz sürür, sonsuz
nimetin devamı vardır, son arzusunu, gayesini dahi bu dalışında bulur.
Hak
yolcusu salik, lafza-i celal zikri olan Allah zikrini edip onun tadına
varırsa.... tekrar başkalarını görüp nefsini ezme yoluna girmek istese. aklına
gelen Yüce Hakk'ın zatına yabancı şeyler silmek istese ortada böyle bir şey
bulamaz; mutmainne makamına çıkan nefsi, ona başka yol göstermez, emrine
girmez. Zira o mutmainne nefis, kendisine Yüce Hak tarafından bağışlana
hakikatleri, irfana dayalı zevkleri, ledünni bilgilri bulup görmüştür; tekrar
geri dönmeye ne gerek var. Nefsinden, hazlanndan, bütün nefsani isteklerinden
ayırırsa... O kimse yabancıları gömlekten uzak olur. O zaman onu, Yüce Hakk'ın
yakınlık duygusu, onu görmek sarar.
sana
bir kapı açtık. Bu kapıdan delilini al, daha ötedeki kapılı kapılan açıp
gitmeye bak.
Tasavvuf
ehli zatların gayelerini de anlamaya çalış. Onlar, hertürlü sakıncalı işlerden
kurtulmuşlardır. Onların işlerinde ayıplanacak taraf da yoktur; en iyisi onlara
teslim olmandır, teslim ol kurtul. Olmaya ki, o büyüklerin bulduklan
gerçeklerin birini tenkit etmeye yeltenesin; sonra pişman olursun. Eğer,
onların sözlerinden anlamadığın bir kısım varsa, şöyle söyle.
·
-
En iyisini Allah bilir.
Denilmiştirki:
·
-
Zikir, hem kalble, hemde dille olur; sadece dille de olabilir.
Sadece
dille zikir etmek, zahir ehlinin zikridir. Hem dille, hem de kalble zikir
etmek, en faziletlisidir; bunda şüphe yok.
Bu
hususta, tarikat ehli zatların tutumu ise, daha önce anlatıldı; iyi dinleyip
düşündüysen, anlamışsındır.
Lafza-i
celal olan Allah zikrine dalanlara bazan öyle haller gelir ki: dilleri tutulur,
son derecede hayret makamına geçer, dehşete kapılırlar. Bundan sonra hiç
konuşmaya güçleri yetmez. Bazan da, daldıkları hal aleminin yüksekliğinden
ötürü dağılır giderler. Daldıkları mükemmemlik alemi, irfan denizi de olan
anlatılan hale getirir.
Sözün
özü odur ki; Hak yolcusu bir salik, üstte anlatılan yüksek duygulara erişmeden
önce, üstadı kendisine ne emretmişse onu yerine getirmeye çalışa.... Ancak bu
üstad; şeriat, hakikat taraflarını bilen biri olmalıdır, zira o, en büyük
doktordur; kendi maarif zevkine, rabbani hükmüne göre bedene, nefse, şifa
olarak hangi ilaç uygunsa onu verir. Nefsin erimesine yarayan neyse onu seçer.
İbn-i
Hacer Heytemi daha sonra şöyle anlattı:
-
Zikr-i hafi (Gizli zikir)...
Derken,
çoğu zaman ondan murad olan mana sadece kalb zikridir. Ancak, başkalarının
duyama-yacâğı şekilde hem kalble, hem dille yapılan zikir, gizli zikirden daha
hayırlıdır.
'
Bu hayırlı oluşun anlamı şudur. Ona gösteriş karışmaz.
Bir
kimse, ettiği zikri duymazsa, dili de hareket etmemiş sayılır.
Ne
olursa olsun; itibar kalbdeki duyguyadır.
Kendi
imamlarımızdan bir cemaat şöyle demiştir:
·
-
Sadece kalben yapılan zikre sevap yoktur; nefesini duymayacak kadar sadece
dille yapılan zik-rede öyle...
Burada:
·
-
Sevap yoktur...
Cümlesini
şu manaya yormak gerekir: Sadece, belli bir şeyi zikretmk, söz ötesine
geçmemek... Şayet kalb bir zikrin manasını düşünüyor, onunla meşgul oluyor,
ondaki müşahade makamına dala-biliyorsa... delillere göre, onun sevabı vardır,
hem de diğer zikirlere göre yetmiş kat...
îbn-i
Hacer heytemi'nin anlattıkları bu kadar...
Bazılarının
dediğinden anlaşılan odur ki:
-
Zikrin mutlak dille de olması gerekir... Yahut cümle-i ismiye veya cümle-i
fiiliye ile olması yenindedir.
Demeleri,
bir sevap almak içindir; dilinde bir sevab alması içindir. Yoksa, sadece kalble
yapılacak zikir için bir engel yoktur.
Hace
Bahauddin ve onun güzide halefleri şöyle demişlerdir: Yolumuzun üç kısmından
İkincisi; kalble teveccüh yoludur ki, zakir kalbiyle Celal ismine devam
edip, o mübarek ismin tesirinden doğan o eşsiz manayı mülahaza eder. O manayı
olduğu gibi muhafaza edip bütün idrak yetenekleri ve kuvvetiyle vücudtaki kalb
merkezine teveccüh eder. Bu teveccühe devam edip o manayı güçlükle de olsa
hıfzedip o güçlük ortadan kayboluncaya kadar gider. Eğer o mana, cezbenin
tasarrufundan önce zakirin vücudunu tamamiyle tesiri altına alırsa, ona layık
olan odur ki;o manayı bütün bu varlık alemini kuşatan basit ve kamil bir nur
suretinde kendi basiretinin karşısında tutup onunla ve bütün idrak kuvvetiyle
kendi kalbine teveccüh eder. O zamana değin ki, o suret aranan kalkıp gitsin ve
maksud mana onda meydana gelsin. îşte bu zakir, kalbiyle "Allah"
dediği haldeyken O'nu şekilsiz olarak bütün alemin zerrelerini dahi kuşatıcı
bilip bu fikirle o kadar zikreder ki, kendinden tamamıyla geçer. Ordan öyle
bir mertebeye gelir ki, bu hal onun kalbinde zati bir vasıf olur -ve bütün ruhu
o nurla dolup pek büyük bir zevk bulur. Gönlü bu zikr ile meşgulken onu
böyle bir hayret ahr ki, ruhlar aleminin sırları ona açılır. İşte; bu halde
o, zikri gönülde kalsın, elbette o gizli sırrı halka açıklamasın, şeriat
ölçülerinden dışarı çıkmasın. O hayret hali ondan gittikten sonra yine zikre
devam etsin. O hal yine gelince, onunla olup zikirle meşgul olmayı
bıraksın. Zira, zikir, mana kapısını vurmaktır. Hayret, mevla kapısının
açılmasıdır. Şu halde, kapı açılınca onu vurmaya hacet kalmaz ki! Bu halde
kalbin sükutu daha uygundur, bu hayret, gittikçe artar; Öyleki zakir çoğu
vaktinde bu hayret hali içinde olur. Bu halde öyle dalar ki, kendi vasıflarından
fani olup zikrettiği Mevla'nın sıfatlarıyla kalır. Beşeriyet köleliğinden
kurtulup kendi aleminde saltanata kavuşur. "İyi ve yüksek ruhlu
olanların kalbleri sır hâzineleridir." hikmeti ölçüşünce gönül
hallerini gözler. Bu hayrete dalan zakir kuvvet sahibidir, bu faniliği bulan
kamil de saadete erer. Kalabalık ona i'tifak ve halvettir, çokluksa vahdet
ve uzlet. Teneffüsü teşbih ve ibadettir. Konuştuğu hikmettir. Bütün işi, itaat
ve hizmettir. Adeti, yumuşaklık, incelik ve sevecenliktir. Bakışı saf ve
ibarettir. Fikri, hakikat bilgisidir. Ahlakı, bütün yaratıklara acıyıp şefkat
göstermektir. Zira o, vahdet şarabıyla mest olmuş ve muhabbet denizine
dalmıştır. Her halinde Mevla'nın huzurundadır. Bütün zıdlıklarla anlaşır, her
nerede bulunsa gönül safadan bir an bile ayrılmaz, gönülden dışarıya hiç bir
şeye meyi edip yaslanmaz. Kimseden korku ve ümidi kalmaz. Hatta içine masiva
bulunmaz. Gözünü yumsa fena fillah "Allah'ta fani olmak"
mertebesinde, eğer açarsa beka billah "Allahla'la baki olmak"
mertebesindedir.
Bu
hal ve makamlar, bu mertebe ve kemaller bir yılda, belki kırkgünde, belki on
günde, belki bir gün, belki bir saat, hatta bir anda bil inayet ve istidada
göre kazanılır. Gönül
doğrulukla yaptığı teveccühe göre dostuna kavuşur.
"Allah'a
giden yol, yaratıklarının nefesleri sayısmcadır" müjdesi
buna işarettir. Eğer zakir, hiç bir an mevla'yı düşünmekten geri durmazsa,
kendine uyku bastırdığı anda bile Hakk'ı zikretmekten ayrılmazsa, onun uykusu
da, gündüzde olduğu gibi hep huzurda olur. Fakru fena devletini çok tez bulur.
Zira, bu zat isminin hususiyetleri ve tesirleri pek çoktur, bundaki tesirler
sıfatların isimleriyle meşgul bulunmakta yoktur. Bu isme devam eden; yani "Allah,
Allah, Allah" deyip giden zakir, huzur dolu olarak O'ndan güç kazanır,
bu alemde de ruhlar aleminde de tasarruf sahibi olur ve her muradını alır.
KELİME-İ
TEVHİD ZÎKRİ
Hace
Bahauddin Hazretleri ve onun şerefli, güzide halefleri şöyle dediler: İ'tikadı
sağlamlaştırdıktan, emirlere uyduktan, yasak ve çirkinlerden kaçındıktan sonra
bu yolumuzun kazancı, Mevla ile sürkli huzurda olmaktır ki, her an O'nu bilip
O'nunla olmak ve gaflen kurtulmadır. Ne zaman bu huzur, nefste bir meleke
olur ve gönüle yerleşirse, onun ismi müşahede olur. Bu devlete ermenin yolu
üçtür: îlki, kalble zikir yoludur ki; zakir, kalb huzuruyla "La
îlahe İllallah" kelimesini tekrar eder. Allah'tan başka herşeyi yok
ifade eden "La" nefyini söylerken bütün yaratıkları yokluk ve fanilik
nazarı ile mütalaa eder, yalnızca Allah'ı var ifade eden kısmında da o tek
Ma'bud'u da öncesizlik ve sonsuzluk nazarıyla müşahede eder. Bu kelime,i
tevhidi tekrar ederken dilini üst damağına yapıştırır ve hakiki kalbe bitişik
olan vücudtaki kalb merkeziyle, mevla'ya teveccüh eder. Habs-i nefesle
(nefesini tutarak) bütün soluklarını içine çekip var kuvvetiyle öyle zikre
dalar ki, onun eseri bütün azasına sirayet edip büyük bir zevk duyar.
Mesela,
bir kimsenin yanında oturuyor olsa, bu tekrarından haberdar olmaz. Bütün
vakitlerini bu zikirle geçirip hiç bir meşguliyet onu bundan alıkoymaz. Hatta
oturup kalkmak, dinlemek, konuşmak, yemek, uyumakla bile bu zikir son bulmaz.
Eğer bazı meşguliyetlerden dolayı ona bir kesiklik gelirse, o zakire ondan
tümüyle gaflete düşmeyip basiretle ona devam etmek gerekir. Eğer seher
vaktinde bu kelime-i tevhidi çokça tekrar ederse, onun bereketi de o gecenin
sonuna kadar devam eder ve uyku halinde bile kalbi o zikri sürdürür. İşte
zakir bu minval üzere zikrine devam eder. Bazı vakitler, ona kendinden geçme
ve şuurunu yitirme halleri gelir ki, bu hal cezbenin başlangıcıdır. O'na bu
durumda, kendini bu hale bırakması lazımdır. Gücü yettikçe o hali
muhafazaya çalışmalı. O keyfiyet ve o hal, azalmaya yüz tutarsa, hemen o zikri
tekrara başlamalı. Böylece o hayret hali tekrar meydana gelir. Nihayet, zakir
öyle bir meleke kazanır ki, her ne kadar o hal. bilfiil hali olmayıp onun
bilgisinde olsa da, onu ne zaman istese cüz'i bir teveccühle o hali
gerçekleştirebilir. Eğer zakirin mizacı habs,i nefese (nefesi tutma) tahammül
edebilirse, hataları yok etmekte ve kendinden geçmekle hayrete varmakta bu ona
yeter. Bunda, vicdani olan o büyük zevk süreklidir. Bunu isteyen zakir,
yukarıda bahsettiğimiz zikre anlattığımız gibi evam ederek nefeslerini tutup
içine öyle kuvvetlice çeker ki, vücudun bütün hücreleri ondan tesir alırlar,
kelime-i Tevhidin bahsettiğimiz manasını kalbinde tutar ve başka fikirleri
büsbütün silip kelime-i tevhidi sayarak üçte, beşte, yedide, tek sayılara
böylece nefes alarak nihayet bir nefeste kelime adedi yimıibire yükselince,
işte o zaman zikrin nuru onun kalbine doğar ve ondan Allah'tan başka bütün
fikirler gider. Böylece gönül genişliğine kavuşarak büyük bir zevke erer. Eğer
yirmibirde bu hal gelmediyse ve gönül o zevke ermediyse baştan tekrar sayarak
teklerde bir kez nefesle yükselerek ve manasını kalbinde tutup nefeslerini
içine çekerek yirmibire gelsin. Ta ki, kalb genişliğiyle zevki bularak onunla
dolsun ve o halle fakru fena devletini bulsun, kalbi daima Mevla huzurunda
hazır bulunsun. Nihayet öyle bir mertebeye yerleşsin ki, o bu derece hassaslığı
gidermek istese de güç yetiremesin.
Yine
gönülde fikri, hayali hep Hak olup kendini bulmayı murad etmesi de şudur ki,
zakir, kendi sıfatlarından fani olup Mevla'nın sıfatlarıyla baki kala, nihayet
zikretmekten de ayrılıp hep O'nunla meşgul olan ve O'nun dostluk huzuruyla
ebedi bir devlet ve sonsuz bir saade kavuşa, Nasib et Ya Rabb!
(Hep
ifade ve izah defteri aşk ateşinde yandı; gönül ve can neşe doldu, hakikatler
de apaçık ortaya çıktı, damla ve derya birleşti de, bulut çekildi ortadan; nurunu,
hoş, bulunca mum duman çıktı aradan, bu tütsünün yayılan kokusu, canlara neş’e
saçtı, bütün cihan ışık doldu da bu kokuyu yayan ud ve buhurdanlık gizli
hala.... Papağana aynadan konuşmayı öğreten hocadır, ayna yoksa, neden kuşla
konuşur? Elbiseyi çıkar at, canı al, hayrete var, aşka dal; bırak gönülsüz ve
nesilsizde kal, kazancın bizzat ziyan olsun. Fakru fenayı bulan, aşkın
kanından, soluğundan dolan; o güzele hayran olan hep diri olur, o sonsuzca. Aşk
ki, keyfiyetsiz, kemmiyetsiz herkeste çok yüksek ve gizlidir; akla o
hikmetlerden söylese Hakkı, tercüman olur.
HATME-İ
HACEGAN
Nakşibendi
tarikatında toplu olarak yapılan zikre hatme-i hacegan dendiğini daha önce
söylemiştik. Hatme-i haceganın çok önemli bir özelliği bu zikir halkasına
yabancı, yani bu tarikata mensup olmayanların alınmamasıdır.
KAPIYI
KİLİTLEMEK (İğlak-ı bab)
Bunun
yapılış zamanı, zikre oturulacağı zamandır; kapı arkadan kilitlenecek, zikre
oturulacak.
(
Kapıyı kilitleyip zikre oturmak; gönülü perişan olmaktan kurtarmakta, duyguları
toplu bir yöne vermekte çok çok faydalıdır. Nakşıbendiye Halidi-ye
efendilerimize göre, bu işi yapmak bu yolun en önemli esaslarından biridir. Bu
yoldaki senetleri, delilleri, ise... İmam-ı Şa'rani'den Nefahat'ta
anlatılandır.^
Adı
geçen eserde anlatıldığına göre; Teberani, İmam-ı Ahmed, Bizar ve daha
başkaları hasen usulüyle şöyle anlattılar:
-
Allah, kendisine salat ve selam eylesin; Resulullah efendimiz Hazret-i Muhammed
Mustafa, bir gün ashabı ile toplanmıştı. Onlara şöyle sordu:
·
-
"Aranızda garib var mı?.."
Burada;
·
-
"Garib..."
Buyururken,
Yahudiler'den, Nasara'dan ehl-i kitabı soruyordu.
Onlar
da şöyle dediler:
·
-
Yoktur, ya Resulallah...
Bundan
sonra, kapının kapanmasını emretti ve şöyle buyurdu:
·
-
"Ellerinizi kaldırın, şöyle okuyun: La İlahe İllallah (Allah'tan başka
ilah yoktur.)"
Bundan
sonrasını Şeddad b. Evs'ten dinleyelim; şöyle anlattı:
·
-
Ellerimizi kaldırdık, bir saat kadar:
·
-
La İlahe İllallah (Allah'tan başka ilah yoktur).
dedik,
bundan sonra Resulullah efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa şöyle dua etti;
Allah ona salat ve selam eylesin:
·
-
"Allahım, beni bu cümle için peygamber olarak gönderdin; onu söylemeyi
bana emrettin. Onun söylenmesi üzerine bana cenneti vaad buyurdun, sen
vaadinden dönmezsin."
Daha
sonra şöyle buyurdu:
·
-
"Dikkat edin, sizi sevindireyim; sevinin, Allah sizi bağışladı."
İmam-ı
şa'rani şöyle anlattı:
·
-
Resulullah efendimiz Hazret-i muhammed Mustafa, kapının kapanmasını neden
emretti, biliyor musunuz? Allah ona salat ve selam eylesin. Ki bu kapama
işini,ashabından bir cemaate zikir telkini yaparken emretti, bunun sebebi ancak
şudur: tasavvuf yolu, gizlilik, yabancı varlıklardan uzaklışış, temiz vakit,
huzur üzerine kurulmuştur; kendilerinden olmayanların, kendi yollarına
inanmayanların orada bulunmaması gerekir.
·
-
Aranızda garib var mı?
Buyurup
sorması da bunun içindir; durumun önemini anlatmak, dikkati çekmek içindir.
Orada
bir yabancı olursa, bilmeden onların halleri ile alay edebilir; bu alay edişi
yüzünden, Allah'ın gazabına uğrar.
Reşehat'ta
anlatıldığına göre, Şeyh Ubeydüllah Ahrar efendimiz şöyle anlattı; Allah
sırrının kudsi-yetini artırsın:
·
-
Yadlarla sohbet etmek, gönül perişanlığına sebeb olur.
Manası
gerçektir; şöyleki:
Beyazid'i
Bestami, bir gün, içinde bir perişanlık duydu, bir türlü kenisini toplayamadı,
arkadaşlarına şöyle dedi:
·
-
Hele bir bakın, meclisimde yabancı biri var mı?
Araştırdılar,
kimseyi bulamadılar. Fakat, Beyazıd-i Bestami, ısrar etti:
Hele
iyi araştırın... Eğer öyle biri olmasaydı, içimde böyle perişanlık olmazdı...
dedi.
Bundan
sonra daha iyi araştırdılar, bir yabancının asasını buldular. Tutup o asayı
sokağa attılar, Beyazid-i Bestami'nin gönül huzuru da yerine geldi.
Birgün,
Hace Ubeydüllah efendimizin huzuruna biri geldi. O gelen kimseye şöyle dedi:
·
-
Senden yabancı kokusu alıyorum.
Sonra
şöyle devam etti:
·
-
Şimdi gerçeği buldum'; bu koku senden geliyor. Galiba sen, yabancı birinin
elbisesini giymişsin.
O
kimse şöyle dedi:
·
-
Evet, öyle...
Bundan
sonra, o kimse hemen huzurdan çıktı, o elbisesini çıkarıp geri geldi; Hace
Ubeydüllah ahrar efendimizin yanında oturdu. Allah, onun bereketinden bizi
faydalandırsın.
Denilmiştir
ki:
•
- Mevlana Halid efendimizin müşridi Gavs Abdullah Dehlevi kapıların kapanmasını
emret-mezdi.
Böyle
bir söz, makbul değildir. Çünkü o, Nakşıbendiye zikirlerini; kendisine ve
müridlerine has olan zaviyede yapardı; cami mescidinde değil. O zaviyesinde
Nakşıbendiye zikrini yapmakla, huzuruna yabancıların girmesinden yana güven
içinde olurdu.
Aynı
durum, mevlana hali efendimizden de anlatılmıştır.
İmam-ı
Rabbani'nin soyundan gelen büyükler ve diğerleri mekke-i Mükerreme haremi'nde
ve diğer açık yerlerde, şahidlerin huzurunda zikir, teveccüh işlerini
yapmamışlardır. Böyle bir şey, onların edeplerine aykırı bir durumdur; cahilin
gözü üzerlerinden eksik olmaz.
Yüce
Allah'a hamd olsun; biz de bu güzel bahçelerin kapılarını burada kapatıyoruz.
Hem de, her yanı güzelleştirip yabancılardan yana koruma altına aldıktan
sonra... Bu esere alınan büyüklerin, efendilerin teveccüh bereketleri ile eser,
her yanı sağlam tamam oldu.
Yüce
Yaratandan dileğimiz o ki; O zatların kabulünü, hoş karşılamalarını bize ihsan
eyleye; hal olarak, söz olarak her türlü kötülük etmek isteyen bu eseri
koruya...
HATMENİN
YAPILIŞI
Hatme-i
hacegan yani hatme, yapılan bir zikrin sevabının peygamber (A.S.) efendimizin,
ulu ashabının ve bu tarikatın sadatlannın, müntesip-lerinin ruhlanna hediye
edildiği zikir meclisidir, îkindi ve yatsı namazından sonra yapılır.
Hatme,
zikir meclisinde bulunanların içerisinde "inşirah" (Elem neşrahleke)
suresini bilenlerin sayısına göre "büyük hatme" ve "küçük
hatme" olmak üzere ikiye aynlır.
Zikir
meclisinde bulunanlar içerisinde "İnşirah" suresini bilenlerin sayısı
imam hariç olmak üzere 10 kişinin altında ise o cemaat küçük hatme yapar. 10
kişinin üzerinde ise büyük hatme yapar.
Yukanda
belirttiğimiz gibi hatme meclisine yabancılar alınmazlar. Zikir faslı bitip
hatme duası denilen dua kısmı başladığında ise tarikata mensup olanlar da içeri
giremezler.
Hatme
meclisinde hatme başlağı andan itibaren gözler kapatılır, kesinlikle, bitene
kadar açılmaz.
Küçük
Hatmenin Yapılışı:
Küçük
hatme, hatme başlamadan evvel 100 adet sayı taşı cemaate eşit ağırlıklı olarak
dağıtılır. Yine hatme başlamadan evvel kimin kaç fatiha okuyacağı belirtilir.
İmamın estağfurullah demesiyle gözler kapatılır ve 25 estağfurullah çekilir.
Hat-meyi idare eden kimsenin manen sadat.ı kiram olduğu düşünülür ve biraz
istimdad rabıtası yapılır.
(^Daha
sonra imam "Fatiha-i Şerife" komutunu verir. Birinci fatihada kim kaç
fatiha okuyacaksa onlar o kadar fatiha okurlar. Birinci fatihada 7 adet fatiha
okunur. Bu fatihaların okunuş sırası imam dahil sağ taraftan 7 kişidir.
Fatihalardan sonra imam salavat-ı şerife der. herkes elindeki taş ade-dince
salavat (Allahümme salli ala seyyidina mu-hammedin ve ala Ali Mahammed"
okur. 100 tane salavat okunmuş olur. Sonra imam "Ya baki entel Baki"
der. Yine herkes elindeki taş adâdince "Ya Baki Entel Baki" der. İmam
bu komutu beş defa tekrar eder, her tekrar edişinde cemaat "Ya Baki Entel
Baki" der. Böylece 500 defa "ya baki Entel Baki" demiş olur.}
Sonra
imam "Fatiha-i Şerife" komutunu verir, bu sefer imamın solundaki 7
kişi birer fatiha okur. Bundan sonra imam salavat-ı şerife der. herkes elindeki
taş adedince salavat okur, böylece 100 salavat daha getirilmiş olur.
Küçük
hatmede 14 fatiha, 200 salavat, 500 defa da "Ya Baki Entel Baki"
zikirleri yapılmış olur.
Bundan
sonra imam elindeki taşlan kutuya koyar ve kutuyu sağındaki kişinin önüne
sürer, o da kutuya taşları koyar, böylece kutu herkesin önüne giderek taşlar
toplanır.
Bu
esnada imam Hatme duası adı verilen duayı okur. Bu dua içerisinde Hz. Peygamber
(A.S.)'m ismi geçtiği zaman (Sallalahu aleyhi ve sellem) sahabelerin ismi
geçtiği zaman radyallahu anhüm, sadatların ismi toplu olarak geçtiği zaman
Kadde-sallahu taala esrarehüm ecmain, tek tek geçtiği zaman ise Kaddesallahu sırrehul
aliyye veya Kud-dise sırrehu denilir.
Hatme
duası okunurken ismi geçen zat-ı ki-ramların manen hatmede hazır olduklan ve
manevi hediyeler getirdikleri, bu hediyeleri hatmayi idare eden sadat-ı kirama
verdikleri sadat-ı kiramın ise bu hediyeleri taleplerine göre sofilere
dağıttığı düşünülür. Bu esnada sofilerin gaflet içerisinde olmayıp, manavi
hastalıklarına göre ilaçları mürşidinden talep etmeleri gerekir. Bu ilaçlar,
sıkıntı ve belalara sabır, muhabbetullah, tevazu v.s.dir.
Hatme
duasının okunması bittikten sonra imam, hatme ikindiden sonra yapılmışsa Nebe
suresi (Amme), yatsıdan sonra yapılmışsa Mülk suresini (Tebareke) okur, bu
sureleri bilmiyorsa inşirah suresini veya bildiği bir sureyi okur. Ondan sonra
imam estağfurullah der.
Hatme
meclisindekiler de 25 Estağfurullah çekip bir müddet rabıta yaptıktan sonra
gözlerini açarlar. Estağfurullah çekilirken gaflet içinde hatme yaptığını
düşünerek istiğfar edilir.
Tarikatın
büyükleri küçük hatmede 133 Kur'an hatim sevabının olduğu söylediler.
Büyük
Hatmenin Yapılışı:
Hatme
cemaatinde bulunanlar içerisinde "İnşirah" suresini bilenlerin sayısı
10 kişinin üzerindeyse büyük hatme yapılır. Büyük hatmede bir de imana
yardımcılık yapan görevli vardır.
Büyük
hatmede 100 küçük, 10 büyük işaret taşı kullanılır. İmamın yardımcısı hatme
başlamadan önce 21 tane küçük taşı ayırıp imama verir. İmam
"estağfirullah" dediği zaman cemaat gözlerini kapatır ve 25 tane
estağfîrullah çeker. Elem neşrahleke bilenler sağ ellerini açıp beklerler. İmam
yardımcısı biraz rabıta yaptıktan sonra, gözlerini açar. 79 tane kalan küçük
işaret taşını imamın sağından itibaren elem neşrahleke bilenlere dağıtır. Sonra
imamın önündeki 10 büyük taştan 6 tanesini alır ve imamın sağındaki 6 kişiye
verir, dönerken de loplar, İmam "Fatiha-i şerife" deyince bu allı
kişi ve imam birer Fatiha okur sonra imam salavatı şerife deyince elinde taş
bulunanlar ve imam taş adedince salavat getirirler. 100 tane sala-vat okunur.
Sonra imam "Elem neşrahleke-i şerife" deyince imam hariç elinde taş
bulunan kişiler "Elem neşrahleke" okurlar. 79 adet "elem
neşrahleke" okunur. Bu arada "elem neşrahleke" suresini
bilmeyenler ellerini açarlar. İmam elindeki taşların tamamını salavat okur.
İmam elindeki taşların bir kısmını, yardımıcısına verir. Yardımcı da aldığı bu
taşları imamın solundan itibaren öncelikle "elem neşrahleke"
bilmeyenlere olmak üzere dağıtır, sonra imam "İhlas, şerife" der.
Elinde taş bulunan kaşiler taş adedince ihlas (kulhuval-lahu ehad) suresi okur.
İmam bu komutu 10 defa tekrar eder, böylece 1000 (bin) adet ihlas suresi
okunmuş olur. Sonra imam, yardımcıya 7 büyük taşı verir. Yardımcı da bu taşlan
imamın solundaki 7 kişiye verir, dönerken de toplar. İmam, fatiha-ı şerife
deyince bu 7 kişi birer fatiha okur, sonra imam salavat-ı şerife der elinde taş
bulunanlar taş adadince salavat-ı şerife der, elinde taş bulunanlar taş
adedince salavat okurlar, sonra imanı elindeki taşları yardımcısına verir.
Yardımcı imamın sağından itibaren herkesin elindeki taşları toplar. Kutuyu
imamın önüne koyup yerine oturur. İmam da bu arada hatme duasını okumaya
başlar, hatm duası ve sonrasında okunan sure kısmı küçük hatme ile aynıdır.
İmamın "Estağfirullah" demesiyle hatme sona erer.
Büyükler
büyük hatmeden 333 Kur'an hatim sevabı alındığını söylediler. Buna delil olarak
da Hz. Peygamber (A.S.)'ın ihlas bir Kur'an hatmidir mealindeki hadis-i
şerifini örnek verdiler.
HATME
ADABI
·
1.
Bir sofi bir günde iki hatmeye katılamaz ve iki hatme idare edilmez.
·
2.
Diğer nakşi kollarındakiler hatmemize katılabilir. Biz de onların
hatmesine katılabiliriz.
·
3.
Diğer Nakşi kollarının hatmelerine katılan sofiler aynı gün kendi Tarikatımızın
hatmesine katılamazlar. Çok büyük adabsızlıktır.
·
4.
Abdest bozukluğu zaman hatme terk edilir.
·
5.
Hatme idarecisinin abdesti bozulduğu takdirde hatmeye devam edemez, hatme
yaptırmasını bilen bir başkası devam eder.
·
6.
Abdesti bozulanlar hatme duası başlamadan abdest tazeleyip tekrar hatmeye
katılabilirler.
·
7.
Tarikat tazeleyen sofiler 8 şartı yapmasalar dahi hatmeye katılabilirler.
·
8.
Hatme de taş ve teşbih temini mümkün ise sayılan dil ile paylaştınnak
adabsızıktır.
·
9.
hatme duası okunurken Hz. peygamberin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sahabi ve
saadatın isimleri zikredilirken onlara ilgili salat ve (kuddise sırruhu)'yı
hafif bir dille söylemelidir.
·
10.
hatme taş, teşbihle veya buna benzersert bir cisimle yapılır. Fakat herkesin
elinde bağlı teşbihle yapılmaz.
·
11.
Hatme duası okunmaya başlanmamış ise sofi hatmeye katılabilir. Başlamışsa
katılmaz.
·
12.
hatme başından sonuna kadar gözler kapalıdır. Açılması kesinlikle
yasaktır. İkaz edildiği halde gözlerin açan olursa taş dağıtıcısı onu hatme
yerinden çıkarır.
·
13.
Hatmeye küçük çocuk, tarikat almayan, tarikat alıp 8 şartı yapmayan, 8 şart
yapıp talimat almayanlar katılamazlar.
·
14.
Hatme görevlisi hatmede kıbleye sırt dönüp oturmalıdır.
·
15.
Hatme acil bir ihtiyacı olan sofi hatmeden çıkabilir (hastalık v.s.).
·
16.
Hatme başlamışsa hatme duasından önce hatmeye giren kişi uygun bir yere oturup
gözlerini yumarak 25 Estağfirullah der. Hatme sonunda 25 Estağfîrullah der,
gözlerini açar. Bu durumda taş almadığından hatme hiçbir şey okunmaz.
·
17.
Hatme için karahat vakti yoktur.
·
18.
Hatme yaptıracak kabiliyette sofiye ihtiyaç varsa vekil seçebilir.
·
19.
Hatme yaptıracak yer dışardan seyredilebi-liyorsa açık yerlere perde
çekilmelidir.
·
20.
Açık arazide açık havada hatme yapılmaz. Kemse olmayıp etraftan görülmezse
yapılabilir. Etrafın ötrü ile çevrilmesi mümkün ise etraf çevrilmelidir.
·
21.
İkindi hatmesinde Amme suresi okunur, yatsıdan sonraki hatmede Tebareke suresi
okunur. Şayet her ikisi de bilinmiyorsa bilinen bir sure okunur.
·
22.
Cemaatle hatme olduğu gibi tek başına da küçük hatme yapılabilir.
·
23.
Tek kişi hatme yaparken hatmede geçen bütün tesbihatı kendisi okumalıdır.
·
24.
Tek kişi küçük hatmeyi teşbihe yapamaz. Teşbih bağı koparılıp teşbihin tane
şeklinde olması gerekir. Çok çok zaruret varsa o vakit bağlı teşbihle yapılır.
·
25.
Hatme idare eden hatme duasını ezbere bilmiyorsa göz açıp kitaptan okuyabilir.
·
26.
Küçük hatmede ilk ve son Fatihaları okuyacak olanlar hatmeden öne tesbit
edilir.
·
27.
Küçük hatmede hatme idare eden elindeki taşlan önündeki taşa bırakır. Ve
sağındakine verir. O da taşları bırakır, yine sağındakine verir ve böylece
taşlar sıra ile toplanır.
·
28.
îki kişi hatme yaparken hatme idarecisi her iki Fatihada da fatihaları okur,
hatme idare eden ilk Fatiha’dan dört fatiha okur. İkinci Fatiha'dan üç fatiha
okur. Diğer birincide üç, İkincide dört fatiha okur.
·
29.
Uç kişi hatme yaparken idarecisi birinci Fatiha'dan aldığı gibi ikinci
Fatiha'yı da kendinin solunan başlamak üzere hatmede bulunanlara taksim edilip
kendisi de alır.
·
30.
Hatme 7 kişiden çok ise hatme idarecisi birinci Fatiha'dan alır, ikinci
Fatiha'dan almaz.
·
31.
Büyük hatme taş dağıtıcısı bulunması adab-tandır.
·
32.
Büyük hatmede taş dağıtıcısı taş dağıtmaya sağdan itibaren başlar, ihlası
şerife taşlarını ise sol taraftan dağıtmaya başlar.
·
33.
Büyük hatmede hatme duası okunmaya başlanınca taş dağıtan taşlarısağdan
itibaren toplar.
·
34.
Büyük ve küçük hatmede 100 hatme taşı kullanılır.
·
35.
Büyük hatme 10 adet işaret taşlan kullanmak adabtandır. Kullanmamak
adabsızlıktır.
·
36.
İkindi ve yatsıdan sonra hatmee katılamayan kimse 24saat içinde
imkana göre o günkü hatmesini yapabilir.
·
37.
Sofi nikahı düşmeyen kadınlarla hatme yapılabilir (ana, kardeş, teyze vs.).
·
38
Cehri zikirli tarikatlara intsaplılar 8 şart yapmadan hatmeye giremezler.
·
39.
İmamın dizlerine yanındakilerin dizleri değdirmemeli.
·
40.
Mümkünse imam halkadan birayak boyu geride oturmalı.
·
41.
Taşlan en az ikişer üçer adet dağıtılmalı.
·
42.
Taş dağıtan 25 estağfîrullah deyip gözlerini yumduktan sonra taş dağıtma anı
geldiğinde estağfîrullah deyip kalkar, vazife bittiğinde yeni bir sefer
estağfîrullah der edep oturuşuyla oturur, her vazife esnasında böyle yapar.
·
43.
Cezbe hal v.b. birzahurat olduğunda mümkün mertebe kendini muhafaza
etmesi adab-tandır.
·
44.
hatme taşı dağıtılrken ve toplanırken almaya ve venneyemünasip şekilde hazır
tutulur.
·
45.
8 şartı yapmayan hiç kimse hahteye giremez.
·
46.
8 şartı yapan büyük ve küçük hatme talimatı alır.
·
47.
Abdestsiz hatmeye oturulmaz.
·
48.
Hatmede halka şeklinde adab üzere oturulur (mazereti olanlar istisna).
·
49.
Hatmede dizler birbirine bitişik ve aynı hizada olmalıdır.
·
50.
Hatmede arkaya, sağa, sola veya herhangi bir yere yaslanmak, dayanmak terki
edebtir.
·
51.
Hatmede imam estağfirullah çekilir ve kesinlikle hatme bitene kadar bir daha
gözler açılmaz.
·
52.
Hatmede imam haricinde kimse konuşamaz.
RABITA
Gizli
zikirden sonra, Nakşıbendiye halidiye Tarikat-ı Aliyye'nin ikinci sırada esas
olan bir işi de şudur. Rabıta.... aşağıda onu anlatacağız.
Rabıtanın
anlamı şudur:
·
-
Bir müridin gördüğü kamil şeyhinin suretini zihnine hazır etmesi...
Bunun
sebebi de, o müridin tam olarak fenaya ve bekaya ulaşması içindir. Oralara
ulaşmak için şeyhinin ruhaniyetinden, nurlarından yardım isteyecektir.
İlahi
cezbenin elde edilmesi, hak yolcusu sali-kin kemal mertebelerine yükselmesi
için; rabıtanın tesiri, zikirden daha fazladır.
Bu
işin aslına şer'an bir delil olarak bize; alimlerin velisi, velilerin alimi
Mevlana Halid efendimizin özel bir risalede rabıtayı yazıp İstanbul'a
Dar’ül-Hilafet-i Aliyye'ye göndermesi yeter. Bir başlıktan sonra, onda şöyle
yazdı;
·
-
Bize ulaşan haberlere göre; Yüce Hakk'm sırlardan gafil gezen bazıları,
rabıtayı tarikatta bid'at sayıyorlar, yine onlar sanıyorlar ki: Böyle bir şeyin
ash, hakikati yoktur.
Durum,
hiç de onların sandıkları, saydıkları gibi değildir, Nakşıbendiye-i Aliyye
tarikatımızda asıl olan işlerde onun büyük bir aslı vardır. Hatta o, en büyük
vüsul sebeplerinden biridir. Tam manası ile. Kitab-ı Aziz'e (Kur’an’a),
Sünnet-i Resul’e tutunduktan sonra rabıta gelir.
^Büyüklerimizden
bazıları, sülukü, Hak yoluna girmeyi, rabıtadan ibaret saymıştır. Onlar
arasında rabıtadan başka emirler veren dahi vardır. Hem de onun, fenafışşeyh
makamına ulaştıran yolların en yakını olduğu kesin iken... Fenafışşeyh ise,
fenalîl-lah makamının öncüsüdür^
Büyüklerimizden
bazıları da, Kur'an'da 9. sırayı alan Tevbe suresinin 119. ayeti ile gelen şu
emri, rabıtaya işaret saymışlardır:
·
-
"Ey iman edenler, Allah'tan çekinin; özü sözü doğru kimselerle olun."
Büyük
efendilerden:
·
-
Hace Ahrar.
Nami
ile meşhur olan Şeyh Ubeydüllah Ahrar özetle demiştir ki:
·
-
"Özü sözü doğrularla olmak..."
İşi,
hem surette, hem de manada onlarla olmaktır.
Daha
sonra:
-"Olun..."
Emrindeki
oluşu da şöyle tefsir etti:
·
-
Bu, rabıtadır.
Bu
türlü tefsir ise, bilenlere gizli bir şey değildir.
Reşahat'ta
dahi, bu rabıta işi ayrıntıları ile yazılmıştır.
Her
halde onlar, rabıtanın manasını istilah olarak hiç düşünmemişlerdir; eğer
düşünselerdi. rabıtayı inkar yoluna kesinlikle sapmazlardı. Zira rabıta,
tarikatta şu demeğe gelir:
·
-
Müridin, fenafillah makamına ulaşan şeyhinin ruhaniyetinden yardım
istemesidir.
Müridin,
şeyhinin suretine rabıta edip onun gibi olmaya çalışması; huzurunda nasıl feyz
alıyorsa... huzurunda olmadğı zaman dahi aynı şekilde feyz alması içindir. Onun
rabıta yolu ile şeyhinin suretine girmesi de kendisi için huzuru ve nuru
tamamlar, bu rabıta sebebi ile de, düzeni bozuk işlerden ayrılır; kötü işlerden
çıkar.
Rabıta
işi, öyle bir şeydir ki; Onu ancak alnında, Yüce Allah'ın hüsran yazdığı
kimseler inkar edebilirler. Böyle bir hale girmekten, manadan yana yoksun
kalmaktan Allah'a sığınırız.
Eğer
rabıtayı inkar edenkimse, evliyaya inanan kimselerden ise onları dinlemelidir.
Zira onlar açıkça rabıtanın faydalarını saymışlardır; büyük faydalarını
anlatmışlardır. Hatta rabıtanın faydası üzerine görüş birliği etmişlerdir, bu durum
onların güzel sözlerini inceleyenlere gizli değildir; onların huzur dolu
nefeslerini koklayanlar bu güzel kokuyu alırlar.
Eğer
rabıtayı inkar eden kims, onlara inanmıyorsa, mutlaka şeriat imamlarına
inanmaktadır. Onlar, dinde asıl sayılanların, aynntılann da inamlarıdırlar.
Onlar, dinde asıl sayılanların, ayrıntılarında imamlarıdırlar. Dört mezheb
imamlarından her biri, rabıta işine açık açık işaret etmişlerdir. Onların
görüşlerinin geçtiği yerleri kaynak göstererek işaret edeceğim, kalbinde
hastalığı olmayanlar oraya başvursunlar.
Sırf
nefis atına binip gitmekle evliya inkar edilemez; nefsani bir gaye ile de onlan
inkar etmek mümkün değildir.
Şimdi,
Yüce Allah’tan başarı dileyerek, söze başlayacağım, ondan doğru yola iletmesini
dileyip şer'i alimlerin sözlerine geçeceğim.
Müfessirlerin
çoğunluğu, Kur'an’da 12. sırayı alan Yusuf suresinin 24. ayetine buyurundan:
·
-
"Eğer o, Rabbı'nın burhanını görme-seydi."
Şu
şekilde yorumlamışlardır. Tasarruf, ruhanilerin yardımları...
Anlatılan
görüşe sahip olanların biri de, Keşşaf tefsirinin sahibidir. Normal yoldan
ayrılmasına inkara bürünmesine, kaçamak yapmasına rağmen şöyle demiştir:
·
-
Yusuf aleyhisselam da kadına yaklaşmak isterken. şöyle bir ses duydu:
·
-
Sakın ha, olmaya ki, o kadına yaklaşasın!
Bu
söze önem vermedi, ikinci kere aynı sesi yine duydu. Yine bu sözün gereğini
yapmadı; üçüncü kere aynı sesi duyunca o kadından uzaklaştı.
Halta
derler ki:
·
-
O anda Yakup peygamber göründü, oğlu Yusuf a parmağı ile işaret etti:
·
-
O kadından sakın...
dedi.
Bu
hususta daha başka şeyleri de anlatmıştır.
Hanefi
imamlarından Şeyh Ekmelüddin, Şerh-ü Meşarık kitabında:
·
-
"Beni gören Hakk'ı görmüş olur."
Manasına
gelen hadis-i şerifi yorumlarken şöyle demiştir.
·
-
Bir şahısla, uykuda, ayık olarak buluşmanın, ondan faydalanmanın beş esası
vardı; şöyle ki;
·
a)
Zatta ortaklık...
·
b)
Sıfatlarda ortaklık...
·
c)
İşlerde ortaklık...
·
d)
Halde ortaklık...
·
e)
Mertebelerde ortaklık...
Tam
manası ile buluşmak için, anlatılan beş şeyde ortak yan bulunması gerekir. Akla
yatkın olan münasebetler, iki şey arasında, daha fazla şeyler arasında ancak
sayılan beş şekilde olur; başka türlü olmaz.
İhtilaflı
meselelerin kuvvetine, zayıflığına göre buluşma artar veya eksilir. Bu
ortaklık, karşı cinsten birine karşı kuvvetlenirse, sevgi artarsa... iki şahıs
birbirinden ayırd edilemeyecek duruma gelir, bazan da iş aksine olabilir.
-
Bir kimse, üstte sayılan beşesası elde eder de, kendisi ile geçmişte yaşayan
kamil zatların ruhlan arasında bağlantı kurulursa, istediği zaman onlarla
buluşabilir.
Yine
şeriat alimlerinden biri olan Ahmet b. Muhammed Şerif Hamevi, Nefahat-ı Kurb
Vel-îlttisal kitabında; öldükten sonra evliyanın kerametinin, tasarrufunu
anlatan Şerh-i Eşbah bölümünde şöyle dedi:
·
-
Veliler, değişik suretlerde görünürler. Çünkü, onların ruhaniyet durumları,
suret durumlarına ağır gelmiştir.
Bu
manada, bazı hadis-i şerifler getirmiş, yorumunu yapmıştır. Demiştir ki:
·
-
Resullullah efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa şöyle buyurmuştur; Allah ona
salat ve selam eylesin:
·
-
"Cennet ehli kimselerin bazıları, cennet-kapılarının hepsinden
çağırılacaklardır."
Bu
sırada Hazreti-i Ebu Bekir sordu; Allah ondan razı olsun;
·
-
Ya Resulullah, çağınlan o kapıların hensin-den içeri girecek kimse var mıdır?
Resulullah
efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa şöyle buyurdu; Allah ona salat ve selam
eylesin;
·
-
"Evet olacak; umarım onların biri de sen olacaksın...."
Dediler
ki:
·
-
Bütün olarak ruh, dünya evinde yetmiş bin surette görülür; berzah alemine
değişik suretlerde görülmesidaha da uygun iştir. Zira berzahtaki ruh, daha
güçlüdür, intikal kabiliyeti daha çoktur; çünkü, bedenden ayrılmıştır.
Şafii
imamlarından Imam-ı Gazali'ye bakalım, namaz rükünlerinin her birinde kalbde
hazır edilmesi gerekenlerin en faziletlisini anlatırken şöyle demiştir;
·
-
Kalbinde, Resulullah efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa'yı, onun güzel şahsını
hazır et; Allah ona salat ve selam eylesin. Ona şöyle selam ver;
·
-
Ey peygamber, sana selam olsun.
Şunu
da tam, doğru olarak ümid et. Senin selamın ona ulaşacaktır. Ondan dahi, senin
selamından daha yeterli selam sana gelecektir.
İmam-ı
Gazali’nin anlattıkları da bu kadar...
Rabıta
işini .tasdik yolu beyanlarda bulunanların biri de, Allame Şehab İbn-i Hace
Mekki'dir. Bu zat:
·
-
Şeyh Şehab Huffaci...
Olarakda
bilinir. Teşehhüd kelimelerinin manalarını anlatırken, Şerh-i Ibab'da şöyle
dedi:
·
-
Resulullah efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa'ya hitab olundu... Bunda öyle
bir işaret vardır ki: Resulullah'ın ümmetinden namaz kılan herkese Yüce Hakk'ın
açıkça görüleceği anlatılır gibi....
O
kadar ki, onlarla hazır olur; en güzel amellerinde nların şahidi olur.
Onun
bu şekilde hazır olduğunu anlamak, namaz kılanların huzurunun huşuunun daha da
artmasıdır.
Bu
zat, daha sonra, İmam-ı Gazali’nin üstteki görüşünü anlattı.
Şeyhler
Şeyhi İmam Arif Sühreverdi Şafii ise, Avarif kitabının Salat-ı Ehl-i Kurb
babında anlattığına göre, kendisinin Resulullah efendimizin huzurunda durur
gibi ibadet ettiğini anlatır. Bu arada, Resulullah efendimiz Hazret-i Muhammed
Mustafa'ya selam verirdi; kalb gözlerinde onu canlandırırdı.
Allame
Şehab îbn-i Hacer dahi, Şemail Şerhi'nin sonlarında, Hafız Celal Süyuti'ni
görüşüne uygun olarak Tenvir'ül-Halek Fi Rüyet'in-Nebiyy-i Vel-Melek kitabında
şöyle anlattı.
·
-
İbn-i Abbas, rüyasında Resulullah efenimiz Hazret-i Muhammed Mustafa'yı gördü;
Allah ondan ve babasından razı olsun, Resulullah efendimize de salat ve selam
eylesin. Daha sonra, müminlerin anası zevcelerindenbirinin evine gitti.
Resulullah efendimizin aynasını çıkardılar. Ayna Resulullah efendimizin
Hazret-i Muhammed Mustafa'nın suretini gördü; kendi suretini görmedi.
Anlatılan
durum, tasavvuf ehli zatların dillerinden rabıta işinde tam bir lena (yok
olmak) halidir, şöyle bir şey söylenemez:
·
-
Resulullah efendimizin sureti için söz yok... Allah ona salat ve selam eylesin.
Çünkü,
biz şöyle diyoruz.
·
-
Bu şekilde görülmek, sadece peygamberlerin özelliği sayılmaz. Her kim, öyle bir
suret alırsa... onunla peygamberler arasında, evliya arasında ortak yanı
vardır. Bilenlere göre, anlatılan manada şek şüphe yoktur.
Evet...
Her kim namazında, Resulullah efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa'dan başkasına
hitab ederse... onun namazı boş olur. Allah ona salat ve selam eylesin. Namazda
onun suretini hazır bilmek, o suretin sahibine selam vermek, o varlık ruhunun
özellikleri arasındadır; makam-ı mahmud sahibi için özel bir şereftir. Allah
ona, onun aline, ashabına salat ve selam eylesin, Kerim Vedud ismi ile...
Her
ne ise... bizim muradımız, burada onu anlatmak değildir.
Rabıtanın
meşru olduğunu anlatan şeriat alimlerinden biride Hafız Celal Süyuti'dir. Bu
manada güzel bir risale yazmış, adına da:
·
-
Kitab-i Münceli Fi Tatavur'ül-Veli...
Demiştir...
Bu kitapta, Sübki, Şafii'nin Taba-kat'ül-Kübra'sından alıp şöyle demiştir:
·
-
Kerametler çeşit çeşittir.
Onları
saya saya gelmiş, sonunda şöyle demiştir.
·
-
Yirmi İkincisi de, değişik suretlere girmektir. Bu çeşit keramet işine tasavvuf
ehli zatlar şöyle derler:
·
-
Misal alemi..
Ruhların
cesede bürünmeleri, değişik suretlerde ortaya çıkmaları, hep bu misal aleminde
olur.
Anlatılan
manaya, Kur'an'da 19. sırayı alan Meryem suresinin 17. ayetindeki mana uyar.
·
-
"Ona, güzel erdemli bir insan olarak göründü."
Sonra:
·
-
Kadıyb'ül-Ban'ın hikayesi de buna uyar...
Dedi
anlattı; daha başkalarım da anlattı.
O
büyük şeriat alimlerinden biri de İmam Arif Şa’rani’dir. O da, zikr edeplerini
sayarken, Nefa-hat-ı Kudsiye kitabında şöyle dedi.
·
-
Yedincisi; bir kimsenin, şeyhini gözlerinin önünde canladırmasıdır. Zira bu
tasavvuf ehli zatlar yanında en kuvvetli edeptir.
İmam
Arif Şa'rani'nin anlattığı burada bu kadar...
Derim
ki:
·
-
Nakşıbendiye topluluğu olarak bize gör rabıta ancak budur. Nitekim, onların
muteber, itimad edilen bütün kitaplarında yazılanlarla da anlatır.
Allame
Sufeyri Halebi Şafii de Buhari Şerhi'nde şöyle dedi.
Şeytan,
nasıl Resulullah etenimiz Hazret-i Muhammed Mustafa’nın suretine giremezse,
kamil velilerin suretine de giremez. Allah Resulullah efendimize salat ve selam
eylesin; kamil velilerden de razı olsun.
Bu
arada, bazı şartlar da anlattı.
Hanefi
Mezhebi büyüklerinden sayılan Allame şerif Cürcani de Mevakıf şerhi sonunda
İslami fırkaları anlatmadan az önce şöylededi:
Evliyanın
müridlerine görünmesi, müridlerinin de onlardan feyz almaları yerindedir. Hatta
ölümlerinden sonra da.
Şerh-i
Metali üzerine yazdığı şerhin baş kısımlarında dahi aynı görüşünü anlattı.
Rabıta
için işaret veren şeriat imamlarından biri de şu zattır:
îmam
Arifi Billahi teala Şeyh Taceddin Hanefi Nakşibendi Osmani... Allah, sırrının
kudsiyetini artırsın.
Bu
zat, Taciy, olarak tanınan risalesinde, Yüce Allah'a ulaşma yollarını
anlatırken şöyle dedi:
-
Üçüncü yol ise, müşahade makamına ulaşan ve zata bağlı sıfatlarla tahakkuk eden
şeyhe rabıtadır.
Böyle
bir zatı görmek, bir hadis-i şerifte anlatılan manadır:
·
-
"Onlar, görüldükleri zaman, Yüce Allah'ı andırırlar."
Zikrin
faydası da o yolla gelir. O büyüklerle sohbetin faydası da şu hadis-i şerifte
geçer:
·
-
"Onlar, Yüce Allah'ı huzurunda olan kimselerdir."
Bunun
sonu ise, zikri edilen zatın sohbetine ulaşmaktır.
Daha
sonra şöyle dedi:
·
-
Sana düşer ki şeyhin suretini hayalinde tutasın. Kalbinide ona çeviresin. Böyle
etmelisin ki: kendinden geçme haline, yok olma haline ulaşasın.
Şayet
biraz daha yükselme halini anlarsan, o zaman sana düşer ki: Şeyhin suretini sağ
omuzunda göresin, oradan da kalbine geçiresin, onu kalbine yerleştiresin. Böyle
edersen, gıybet ve fena halinin sana gelme ümidi vardır.
Taciyede
anlatılanlarda bu kadar.
Kudvet'ül-Muhakkikin
Zübdet'ül-Müteahhirin Şeyh Arif Abdülgani Nabülüsi Hanefi de şöyle dedi: Allah,
sırrının kudsiyetini artırsın:
·
-
Hanbeli İmamlarından Gavs-ü Azam İmam-ı Efham efendim Şeyh Abdülkadir Geylani
şöyle dedi; Allah onan razı olsun:
·
-
Hak yolcusu salik, tasavuf yoluna girince, ona düşer ki: kalben evliyaya rabıta
ede, bu rabıta sebebi ile içten onlardan faydalanmaya baka... Rabıta eden
kimsenin dışta, pek keremli kimse olmasında veya olmamasında bir sakınca
yoktur.
Ancak,
o büyüklerle bir rabıtası olmayan yabancılar hali ile onlardan faydalanamazlar.
Abdülkadir
Geylani'nin anlattıktan da bu kadardır; Allah ondan razı olsun.
Üstteki
görüşler, İmam sühreverdi'nin Ava-rifinden alınmıştır ki: Müridin şeyhi ile
edepleri, bölümünde geçer.
■
Rabıtaya işaret eden büyüklerin biri de şu zattır. Allame Şemseddin İbn-i
Kayyim... bu zat, Ruh kitab'ında şöyle demektedir.
·
-
Ruhun, bedenle görülen işi vardır. Ruh, Refık-i Ala’dadır, amma, bir yandan da
ölünün bedenine yapışıktır. Şöyleki: O ruhun sahibine selam verilecek olsa,
kendisi asıl yerinde iken, selam verilen yerden karşılık verir.
Hatız
üuyuti'nin Kitab-ı Münceli'sinden alınarak, îbn-i Kayyim tarafından
anlatılanlar burada bu kadar.
Rabıta
üzerine gelen işaretli emirler sayılmayacak kadar çoktur.
Bu
görüşte de açık delil odur ki: Evliya, öldükten sonra da tasarruf eder.
Derim
ki:
·
-
Tahkik ehli zatlardan pek çoklan, bu hususta nice risaleler yazmışlardır.
Onları inkardan kurtulanlar, kendilerini korumalılar, zira bu manada inkar
yolları korkuludur.
Maliki
îmamlanndan büyük imam, meşhur Muhtasar sahibi Şeyh Halil, delilleri şöyle
anlattı; Allah ona rahmet eylesin:
·
-
Bir velinin velayeti gerçekleşirse, onun ruhani suretlere girmesi emümkün
olur.Ona bir kudret, bir güç verilir, bu kudretle, bu güçle değişik suretlere
girebilir. Böyle bir şey de olmaz şey değildir.
Zira,
o sayılı suretler, dıştaki cismin değildir; ruhaniyet durumundadır. Yüce Hakk'a
büyük irfanı olan zatlara göre bu durum bilinen birşeydir.
Üstteki
durumu, İmam-ı Süyuti dahi, adı geçen kitabında anlatmıştır. Aynı kitabında,
iki maliki İmamı olan Şeyh Abbas Mürsi'nin, onun talebesi îbn-i Ataullah'ın
durumları anlatılmıştır.
Şimdi
durumu düşünelim; namlı alimlerden, keremli velilerden açıkça bu gibi hükümler
gelmişken, avam sayılan kimseler rabıta işini nasıl inkar edebilirler!... O
büyükler bütün meseleleri çözme yolundadırlar; işi, kesine yakın delillerle
bağlarlar.
Öyle
büyük zatlar vardır ki; arada vasıta olmadan, hiç uyumayan Hayy isminin sahibi
Yüce Hak'tan ledün ilmi almışlardır. Onları anlatmıyorum; sözü bu kadarla
kapatıyorum; yormaktan, bıktırmaktan korkuyorum. Böyle olmasaydı, Yüce Hakk'ın
yardımı ile ciltler dolusu yazardım.
Din
kardeşlerine de şefkat duygulan olmasaydı; evliya üzerine onların davranışlan
üzerine inkara sapmalanndan endişem olmasaydı, bu gibi sırları da hiç açmazdım,
yazmazdım.
Beni
bu işe iki şey itti; şöyleki:
a)
Bu Tarikat-ı Aliyye gelecek iftira yollu kötülemeleri defetmek. Bu yol, bu
tarikatı Aliye vuslat halkasıdır; selamet bağıdır. Burası, Yüce Allah'ın
rızasına, Resul'üne tabi olma basamağıdır. Bu yolun aslı ise, ehli sünnet
inancına sımsıkı bağlamaktır. O ehli sünnet ki kurtuluşu bulan zümredir.
Yine
bu yol, ruhsat yolların bırakmak, esaslı, güç sayılan işlere girmektir.
Bu
arada, devamlı Yüce Hakk'ı gözetmeyi. Yüce Mevla'ya yönelmeyi,dünya
süslerinden, hatta, Yüce Hakk'ın zatından başka her şeyden uzak durmak dahi bu
yolun gerekleri arasındadır.
Huzurun
esası, şu hadis-i şerifte anlatılmıştır:
-
"Allah'ı görür gibi ibadet edeceksin, sen onu görmesen de o seni
görür."
Bu
türlü huzur dahi, bu yolda esastır.
Ayrıca,
kalabalık içinde, gönülü Allah'a bağlamak olan celvette halvet dahi bu yolun
gereğidir. Ancak, bunun şartı da genel olarak müminler gibi giyinmek, dini
ilimlerden faydalanmak, faydalı olmak halleri ile süslenmektir.
Gizli
zikir dahi bu yolda esastır.
Alınıp
verilen nefesleri de korumalıdır; Kerim Allah'ın zikri olmadan ne bir nefes
alınmalı, nede bir nefes verilmelidir.
Bu
arada, bu yolda en büyük devlet olarak; en güzel huyların sahibi Resulullah
efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa'nın huyunu içi dışa sindirmek kabul
edilmelidir, Allah ona salat ve selam eylesin.
Sözün
özü olarak diyelim ki:
·
-
Bu yol, aynen ashab-ı kiramın yoludur; Allah onlardan razı olsun. Onların
yolundan ne fazlası vardır; nede eksiği,
Yine
bu yol, Kur'an'ın ve hadis-i şeriflerin esaslarına bağlanıp tam manası ile amel
etmektir.
Anlatılan
manadan ötürüdür ki; yaratılmışlann manevi yardımcısı Şeyh Beha-ül-Hakkı Veddin
Muhammed Buhari Şahı Nakşıbend şöyle demiştir.
·
-
Bizim yolumuzdan çıkanın sadece şu durumu vardır: Dininde tehlikededir.
b)
Bu rabıta risalesini bana yazdıran ikinci sebebe gelince, onu da şöyle
açıklayayım:
·
-
Gafillerin yalanlarına kanmaktan, onların uydurmaları peşine düşmekten
korunmak...
Ta
ki, onların peşine düşülüp bu yol inkar edilmeye... Onların kederleri,
uğursuzlukları buraya bu kapıya gelmeye.... Allah korusun... Özünde sözünde
doğru olan sadık dervişler, bu kapıyı beklemektedirler. Onu hasudlann
fitnesinden, düşmanların hilesinden korumaktadırlar.
Bu
Fakir de size şunu tavsiye eder: Anlatılan edep yollarını gözetseniz. Şunu da
size haber verir ki: O, Kur'an'da, hadis-i şeriflere ters düşen şeylerden Yüce
Allah'a sığınmaktadır. Keza, Hidayet Peygamberi'ne, ashaba uymayanlardan da... Bu
arada, size emreder ki: Sabah akşam dua edesiniz; Devlet-i Aliyye-i Osmaniye'ye
dua edesiniz. Zira îslam çarkı onun üzerinde döner. Mel'un nasa-ra'dan din
düşmanlarına karşı dine yardım ondan gelmektedir. Keza mürted acemlere karşı
yardı-mıda onlar yapacaklar.
Selam
size keza Allah'ın rahmeti, bereketleri de... önden sona kadar...
Rabıta
için, Mevlana Halid efendimizin yazdıklarıda bu kadardır.
Anlattıklarımıza
baktığın zaman, amma anlayış gözü ile., sana şu hususlar açılır: Bu zamanın
halkından bazı ilim mensuplarının ve onlara tabi olanların rabıtanın caiz
olduğu babında duraklamaları, üzerinde durulucak şey değildir.
Hâce
Bahauddin ve onun güzide halefleri şöyle demişlerdir: Bu tarikatın önemli bir
rüknü de rabıtadır. Mürid, kamil, şeref ve yücelik sahibi bir mürşide kalbini
bağlar ki, o mürşid müşahede makamına vatmış; Esma ve sıfatların tecellilerine
muttali olmuştur. O en kıymetli madenden daha kıymetli olan o kamil Zat'ın pak
yüzü "Onlar, o kimseler ki onları gördüklerine Allah'ı anarlar." ifadesinin
işaret ettiği gibi, Allah'ı zikre götürür. Onun pek latif sohbeti de, "Onlar,
Allah'la birlikte olanlardır" ifadesi gereğince, Mevla ile sohbet
zevki verir. Ne zaman, böylesi bir azizin devletli yüzü ve hikmetli sözü
müyesser olursa, o mürid bu sırlan ve o azizin eserlerinekal-bine gizli bir
nakış halinde işlesin ve gücü yettiğince onu koruyup kollasın. Eğer o manaya
bir an kesiklik gelirse, tekrar onun sohbetine gitsin, ta ki, nun sahbeti bere
ki tiyle o mana tekrar parıldasın. îşte böylesi azizin huzuruna giderek
defalarca ona müracaat, o müride bu mana melekesini kazandınr. Nihayet, öyle
bir mertebe yerleşir ki, o'aziz ondan kaybalsa bile, onunsuretini hayalinde
tutabilir, bütün iç ve dış kuvvetiyle kalb merkezine teveccüh eder. Kalbine
gelen her olumsuz düşünceyi silip, yalnızca onun hayalin yer verir, nihayet,
ona bir gayret keyfiyeti ve hayret hali gelir. Bu muameleyi tekrar etmekle o
hal ve keyfiyeti e meleke olarak kazanır, böylece fakirlik ve fanilik devletini
bulur. Bundan yakın yol bulunmaz. Eğer o Mevla tutkulusu olan mürid,
kabiliyetli olursa, o mürşid onu, tasarrufuyla müşahede makamına yükseltebilir.
Böylece kabiliyetli bir mürid, kamil bir mürşid marifetiyle öyle bir mertebeye
varar kri, mürşidin şekli artık onun kalbine nakşolur ve her an onu zahmetsiz
tahayyül edebilir. Ehadiyete dair gayb ve sır aleminden mürşidin kalbine
gelen her marifet bu yolla o müridin de kalbine geçer. Eğer bir an edebi
terkederse bu hal ve feyiz kesilir. Onun için bu rabıta pek zahmetlidir.
Bu
zamanda onlar gibi azizlerin sohbetlerini bulmak, en değerli madenden daha
kıymeti yüksektir. Şuhalde, irfan yolunun isteklisi olana lazım gelen şey
bahsedilen bu üç yoldan birine girmesidir. Ta
ki veliler mertebesini kazanmış olsun. Sonraya uzlete çekilen bir veli olup,
yalnızlığa bürünür, ya da halk içinde veli olup onlarla kalır. Zira Allah
dostları veliler iki sınıftır; bir sınıfı, azimetle amel etmeyi tercih
ederler, diğer sınıfı da, ruhsatla ameli kısaltırlar. Gerçi uzlet ehli veli
hal yönüyle daha şereflidir. Lâkin, halk içinde veli olan kemal yönünden daha
marifetlidir. Uzlet ehli veli de olsa, halk içinde veli e olsa her ikisinin de
muradı halka, yarar ve hizmet sağlamaktır. Zira onlar benliklerden geçşmişler
ve muhabbet kadehiyle vahdet şarabını içmişlerdir. Onlar, dostu tenha bulmuşlar
ve onun dostluğundan zevk almışlardır. Onların fiilleri, gönüllerine asla mani
olmaz. Gönülleri hep huzurdadır ki, bir an bile ondan gafil olmaz. Bu makamda
iman aşikar olur. Öyle bir aşikarlık ki bu , o gözlerden gizlidir. Onlar için
aynlıkda kavuşmak da farklı şeyler değildir. Onların yaşamları da, ölmeleri de
kolayca olur.
Onlardan
birinin sohbetine erene,onların kıymet ve hürmet makamlarını bilene ve onlara
içten bir bağlılıkla hizmet edip, emirlerine teslim olana müjdeler olsun!
(Gaye
ilmini verdiğine Allah çok selam etsin; gizli sultandır, Mevla'nın simdir, ruha
yol göstericidir. Onun söyledikleri. Hakikat kutbu, yaratıkların deryası ve
kuşatıcı ferttir hep işaretleri; o en büyük nokta, göremez ama, gizlidir zira
herkesten zatı. Kalbini keşşaf kılmış, bütün halk ona şeffaf görünür; onu
arayıp bulan, ona kul olan, telkinini alan bütün ilahi hallere kavuşur. Ey
nice, canlar, yanında beklerler, bunda hiç lezzet bulmadık derler; öğretmek
neye yarasın, o teslim olamaz, peki o nasıl bulsun o kemal hallerini. Sevgisi
canımda, sırrı zatımda üstümden hep belalan savar; pir yüzündendir Hakk'ın
hidayetleri.)
MÜRİDE
LAZIM OLAN BAZI ŞEYLER
Mal,
evlat, rütbe, makam, riyaset sevgisinden-temiz kılmalı. Ne olursa yemeli,
giymeli ve içini dışım tutmalıdır, sadık da olsa ahral iddiasında
bulunmamalıdır. yani eserde müessiri hakiki olan Allah'u Tealayı gönnck
kendisine kerametler görmemesine ehemmiyet vennemek. Sünnet-i Muhammedi'ye
uymağa kıymet vermek ancak Allah için sevmek, Allah için bugz etmek ferah iken
mahzun olmak, mahzun ikin sevinçli olmak (yani sevinçli zamanlarda mahzun olmak
için günahlarımızı düşünerek, mesala sekerattâ, kabir, mahşer, sırat gibi
geçitlerde halim nice olacak diye kederlenmek.) Hüzünlü zamanında sevinçli
olmak için Cenab-ı Hakk'ın buyurduğu şu hadisi kudsiyi düşünmek gerek "Ben
kalbi kırılmış olanlarla beraberim."
Hangi
tarikattan olursa olsun temiz ve takva sahibi sofilerin hepsine muhabbet etmek
mensuplarla alay ve münakaşa etmemek, onları ancak Allah'a havale ederek
iyileri için duayı tekrarla-malıdır.
Kabul
ve icabetine ümit beslemelidir. Bu duaları Allah'ı zikir ederek ve onu meht ve
sena ile peygamberimize selavatı şerife getirerek bitirmek her zaman duasını
umumileştirmek işlediği amellerde Allah ile bereber olmak, hatta alışveriş ve
ticarette takdiri ilahiye razı olmak, öldükten sonra kendisine sevap getirecek
amel ve sevapları çoğaltmak,
Allah'ın
kendisine verdiği nimetlerle güzel bir şekilde bütün uzuvlarıyla ve fiileriyle
fikir etmeli.
Hallerini
daima kontrol edip bu edepleri elden bırakmamalı kalbini marazlarını tedavi
edip kendini aşağı duygulardan kurtarmalıdır. Ruhunu da yüksek duygularla
bezemelidir.
Vazifelerine
gayret etmek ve onlara sakatlık veren sebeblerden yüz çevinnek Allah’a
yönelmede son derece ciddi ve gayretli bulunmak lazımdır servete kıymet
vermemekyanına toprak ile altını müsavi tutmak, safa'yı terk etmek. Bir hadise
karşısında tesir altında kalma, o hadiseyi bulundurmamak bilikis düzeltmeğe ve
doğrultmağa çalışmalıdır.
Üzerine
gübre atılan ve bundan bitkiler meydana getiren toprak gibi olmağa
çalışmalıdır.
Her
ne kadar elde edilmesi zahmetli olsa da işlerin en güzeli ile beraber olmak.
Dünyaya
ibret gözüyle ahirete müjde gözü ile Allah'u Teala Hazretlerine de muhtara
olduğumuz bir gözle bakarak Allah için ağlaması en azından evladı ölmüş bir
ananın ağlaması gib olmalıdır. Yemeği hasta gibi yemeli, acele etmemelidir.
İnsan
nasıl ki bedeninde mevcut hastalıkları tedavi etmezse helak olur, bunun gibi
insan ruhunda mevcut, riya, hased vs. manevi hastalıklanda tedavi etmezse
elbette helak olur. Beden has-tahklannda olduğu gibi kalb marazları içinde
ta-bibler vardır. Allah'u Teala veli kullarına bu hastalıkların ilacını ve şifa
usullerini bildirmiştir, bunlar kamil ve mükemmil mürşitlerdir.
Hace
Bahauddin ve onun güzide halefleri şöyle demişlerdir: Mezkur üç yolun
izahındanortaya çıkan şudur. Topyekun kalb merkezine teveccüh ki, ona kalbi
vukuf denilmiştir- bütün vakitlerde zaruri bir iş olmuş ve bu yolun vazgeçilmz
gereklerinden kılınmıştır. Zamani vukufa gelince; o, ya ayrılıkla ya da
birlikte geçen vakitleri muhasebeden ibarettir. O bu yolun gereklerinden
değildir. Aded-i vukuf ki, şu miktar adet zikr etmenin netice verip
vermediğini mülahazadan ibarettir, buna lazım değildir. Öyle olur ki, bu üç
yolun
her birinden geçilirken, bu yolun yolcularına bir takım nurlar ve hadiseler
tecelli etmeye başlar. İşte o esnada, o yola girmiş olana, olardan yüz çevirip
gerçekte istek gayesine yönelmek ve hep onunla meşgul olmak gerektir. Zira bu
tecelliler, yalnızca müridin itaatinin kabulüne dair alametlerdir. Onları
gördükten sonra artık onların bir faydası kalamaz.
Her
kime Mevla'nın tevfiki refakat edip bu yolla hakikat erdiys, ona gerekli olan
şudur ki kendini bu yönüyle avama tanıtmasın. Mümkün
oldukça onu gizlemeye gayret ve özen göstersin. Onu mahremden de, namahremden
de saklamasını bilsin. Zira, bu yakın binası, zahirde halk ile olmak ve batma
Hakk’ın huzurunda olmaktır.
(Sen
içten aşina ol, dışarıdan seni ilgisiz sansınlar: Çok güzel bir davanış bu, sen
arifol, divane sansınlar.)
Yine
bu yolun latif perdesi istifade ve ifad suretidir ki, o suretle alimler rahat,
esenlik ve safada olurlar. İşte
bu ilin ehli olanlar da, vusul ve huzur halini bu suretlegizlemek, onu halkın
nazanndan uzak tutup, onlara yalnız kitapla söylmekle emr olunmuşlardır.
Bu
yola girenlere bir de şu gereklidir; Kendinden olmayanlarla sohbet ve
arkadaşlık etmemelidir. Özelllikle,iman nurunu tabiatın karanlığıyla örtüp
gûya onur feyzini dağıtmak davası uğuruna fakirlikelbisesini giyerek,
yalancılıkla ömrünü geçiren muhabirler (herşeyi mubah görenler)'den yüz
çevirmeli, onlardan uzak olmalıdır ki böylece bahtsızlığa düşmeyip saadete
erilsin. Onların o iğrenç inançlarından ve tuzaklarından şerrinden Allah'a
sığınırız?)
Yine
bu yola girenlere bir de şu gereklidir ki; geçmiş işlere ve gelecek hallere sırt
çevirip onları hatırlayıp, düşünmemeli. Bulunduğu halden biran-bile ne ileri ne
geri gitmemeli. Her halde Mevla'yı tefekürle iki cihanı unutup her bir nefeste
hep O'nu zikretmeli. Ta ki O’nun dostluğunu ve huzurunu bulsun ve kendi
beşeriyet sıfatlarından geçip O'nunla kalsın.
("Ha"
harfi, gayb sininin hakikatidir, ey harflerden haberdar olan; nefeslerki hep
esası o harf olmuştur. O harften her an haberin olsun da gör; bir harf dedim,
anla da Hakk'a hamd ve şükür kıl.)
Yine
bu yolun edepleri ve temel ölçülerinden en mühim olanı şu vasıyitlerdir: her
halde 101 faydalı ilim, iyi güzel amelyoluna gidip ehl-i sünnet izinden asla
zerrece şaşmayasın. Tefsir, hadis, fıkıh öğrenip cahil ve kaba sofulardan
olmayıp onlardan uzaklaşasın. Ne müezzin ne de imam olmayıp namazı cmaatle
kılasın. Şehvetin felaketlerine düşmeyesin. Hiç bir makama bağlanmayıp gürültüden
uzak olasın. Hakimlerin huzuruna çıkmaktan, delil için adını şahid olarak
yazdırmaktan kaçınıp adını gizli tutasın. Kimseye vekil, kefil olmayıp halkın
vasiyetlerine karışmayarak rahat bulasın. Yüksek rütbeli adamlarla, onların
çevresi çocuklarıyla dostluk kur-mayıp; sema ve benzeri merasim gösterilerinin
bulunduğu tekkelerde eğlenmeyip ilim meclisine katılasın. Avamdan, zenginlerden
kaçıp kadınlar ve toy gençlerle sohbetten uzak durarak yalnız kalasın. Gücün
yettikçe başlangıçta yalnız kalıp kadın düşkünü olmayasın, evlenmeyi
geciktiresin, ta ki, sende dünya tutkusu kalmasın ve kain peşinde koşarken
inini elden çıkarmayasın. Erkenden çoluk-çocuğa karışıp aşağılara kalmayasın,
helal ile kanaat edip hakir görmeyesin. Kimseden bir şey istemeyip kimsenin hizmetine
girmeyesin. İhtiyaç ve sıkıntıların, zevk ve neş'eni gizleyip halka
duyurmayasın. Dışını güzelliştirmeyi bırakıp 102
güzel
ahlak ile içini süsleyip donatmaya bakasın. Kamil veliler ve şer’i ölçülerle
hassas alimleri görünce onları hünnetle selam verip ellerini öpesin.
Huzurlarında boynun bükük ve gayet edepli urasm. Sana düşen hizmetlerini
malınla, bede-ninlecan ve gönülden göresin. Hizmetlerini saltanat, sohbetlerini
, ganimet ve muhabbetlerini de saadet bilesin. Onların yolunda can ve baş
veresin. Ki, dua ve rızaları devletine eresin. Olann söz ve davranışlarını kuru
akıl ölçüleriyle kıyaslayıp inkar yoluna gitmeyesin. Hızır ile Musa (A.S.) ’nın
kıssasını unutmayasın. Zira inkarın sonu kötüdür. Evliyayı inkar eden onların
muhabbet ve hikmet bilgilerinden mahrumdur. Hiç kimseyle mücadele etmeyip
zıdlaşmayasın. Halkı, Yaratıcıya ısmarlayıp kimseyi gıybet etmeyesin. Dünya
süsüne, gösterişine itibar ve dünya ehlinede itimat etmeyesin. Zira dünya ehli,
dünya gibi vefasızdır, onların sohbetleri de huzurdan uzak zevksiz ve koftur.
Şu halde senin bütün sermayen mutlaka mukaddes şeriat ölçüleri; mekanın
mescidler ve yalnız olacağın gözden ırak yerler ve dostunda Hazret-i Mevla
olsun.
MÜRİDİN
ŞEYHİN HUZURUNDA RİAYET ETMESİ GEREKEN EDEBLER
·
1-
İstek ve maksatlarının ancak mürşidinin tavassutu ile olacağına inanmalıdır.
Eğer muhabbeti başka bir şeyhe dönerse mürşidinin tassarrufundan mahrum kalır
(feyz) alamaz.
·
2-
Mürşidin tasarrufatını elde etmek için teslim olmalıdır. Ayrıca edepli olmalı
ve her hususta mürşidine hizmet etmelidir. Çünkü muhabbetin usulude bu yoldan
bilinir.
·
3-
Bütün işlerde mürşidin isteğini feda etmelidir.
·
4.
Mürşidin sevdiği şeylerden kaçınmamalıdır. Mürşidin iyi ahlak ve kemalatına
hürmetten böyle hareket etmek gerekir.
·
5.
Mürid müşahede ettiği her türlü makam ve keşfe kendi kendine hüküm vemıeyip
itimat etmemelidir.
·
6.
Halini mürşide arz ettikten sonra talepsiz olarak verilecek cevabı beklemelidir.
Bir kimse mürşidine bir şey sorduğu zaman mürid cevap vermeye kalkmamalıır.
C
7. Mürşidin meclisinde yüksek sesle konuşmamalı. Böyle konuşmak edep dışıdır.
Şöyle nakı olunur. Bir gün îmamı Züfer abdest alıyordu. İmamı Azam Ebu Hanife (radiyallâhü
anh) onun yanına uğradı. Talebesi olan İmamı Züfer ona kıyam etmedi ve hürmette
zaif kaldı. Eğer böyle olmasa idi İmamı Züfer ilmen İmamı Azamin en büyük
talebesi olurdu?)
·
8. Kalbinde mürşidinin
hallerine bir itirazda bulunmamalı ve su izinna düşmemelidir. Mürşidin söz ve
hallerinden anlamadığı durumları hayra yorup teslim olmalı. Musa (A.S.) Hızır
(A.S.)'nm kıssasını hatırlamalıdır. Çünkü itiraz etmek çok çirkindir. Bundan doğacak
perde için ilaç yoktur. Bu müridin feyiz yollarını kapatır.
·
9- Hayır ve şer gibi bütün
hadiseleri mürşidine arz etmelidir. Tâki mürşidi tedavi etsin çünkü o tabib
gibidir. Mürşid müridin haline agah olduğu vakit onun İslahına ve hastalığına
tedavisine yönelir.
Bu
sebepten benim halim mürşidime malum diye hallerini ona bildirmemek doğru
değildir çünkü bazı kere mürşid keşiflerinde hata edebilir. Zira Evliyanın
keşfinde hata yapması ulemanın içtihatta hata yapması gibidir. İçtihatta hata
yapan dahi bir sevap kazanır.
Zahiri
şeriatta uymadıkça bu keşiflerde amel yapılmaz tâki sahih dahi olsalar. Bunlar
üzerine hüküm ile bina edilmez.
·
10-
Talibe de sadakat, sıddık, nimet ve maşakketi bozulmamalıdır. Maneviyatı bozan
şeyleri dedikoduları ümitsizlik vermemeli. Allah'tan murat ettiği feyzin elde
edilmesini ancak mürşidin (aracılığı) ile olabileceğini itikat ederek mürşide
olan muhabbeti ve bağlılığı nefsinden, malından evladından daha ziyade
olmalıdır.
·
11-
Mürşidin adet fiillerin hepsini taklit etmeğe veya yapmağa kalkşmamahdır. Çünkü
mürşidi makam ve hal icabı bazı amellerde bulunur ki mürşidin bu ameli mürid
için uygun olmayabilir.
·
12-
Mürşidinin emrettiği şeyleri yorumsuz ve geciktirmeden yerine getirmelidir.
Aksi hareket feyzin kesilmesine en büyük etkendir.
·
13-
Zikir, teveccüh ve murakebeden mürşidinin telkin ettiği şeylerle
amel etmelidir. Mürşidinin telkin ettiği virdlerle bağlı bulunmak gerekir.
·
14-
mürşidi ile beraber olduğu zaman itidali elden bırakmamalı, fiilde, sözde,
sualde ve cevapta ileri gitmemelidir. Çünkü böyle şeyler şeyhin büyüklüğünü
müridin kalbinden giderir.
·
15-
Kelam vakitlerini bilmeli, mürşidindn gelecek cevaba tamamamen yönelerek
dinleyici olduğu halde derecesi ve hali miktannca luzumünden ziyade olmaksızın
eep ve müşaherrette riayetle söz etmelidir.
·
16-
Mürşidinin esrarını gizlemelidir.
·
17-
Cenabı hakkın mürşid vasıtasıyla hediye ettiği kerametler, keşifler, haller ve
hatıraları mürşitten gizlememelidir.
·
18-
Ehli olmayan insanların yanında mürşidi-den sohbet nakletmemelidir. Onların
akıllan ve lehimleri (Anlayışları) derecesinde nakil etmek mümkün olabilir.
·
19-
Mürşide bağlanmak hasıl olduğu zaman "Allah'u tealanın marifetlerini taleb
etmek için size geldim" demelidir. Mürşidin kabulünden sonra bir şey
istemeyip meyil ve rağbeti mürşidine hizmet eder. Ta ki, mürid için mürşid
yanında kabulul tam hasıl olsun. Eğer mürşidi birşey telkin ederse ve-levrki
biliği daha olsa hatırına birşey getirmeksizin o şey ile iştigal etmelidir.
·
20-
Başkasının selamını mürşidine tebliğ etme vazifesini üzerine almamalıdır.
·
21-
Mürşidi ile karşılaşınca gözünü başka şeylerden çevirerek tam manasıyla
teveccüh etmelidir.
·
22-
Mürşidinin gözü önünde abdest bozmamak tükürmemek, sümkürmemek, huzurunda
nafile namazı kılmamak gerekir. (Ancak beraber kılabilir.)
.
23- Mürşidin emrettiği vazifeleri ihmal etmeden yapmalı, sükun ve istirahat
etmeksizin derhal yerine getimeye gayret etmelidir.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar