Print Friendly and PDF

HURUFİLİKTE RÜYA TABİRLERİ

Bunlarada Bakarsınız



Prof. Dr. Fatih USLUER

 

Farsça uyku anlamına gelen “hâb” ve kitap anlamına gelen “nâme” kelime­lerinden oluşan Hâbnâme, birden fazla yazarın aynı adı taşıyan eseri olmasın­dan hareketle, bir kitap isminden çok rüya tabirlerinden bahseden eserlerin genel adı olarak kabul edilebilir.

Hurufi metinlerinde, akımın ku­rucusu Fazlullah Esterâbâdî (740- 796/1340-1394)’den bahsedilirken çoğu zaman “sahib-i tevil” kelimesi kullanıl­mıştır. Zira Fazlullah’a Allah tarafından Kuran’ı, hadisleri, varlığı ve rüyaları te­vil etme ilmi verilmiştir. Hâbnâme adını taşıyan eserler, Fazlullah’ın yaptığı bu geniş tevil yelpazesinden özellikle rüya­lar üzerine yapılan tevilleri içermekte­dir.

Hâbnâme kelimesiyle aynı anlama gelen ve Fazlullah tarafından yazıldığı öne sürülen Nevmnâme adlı eserin asıl isminin Nevnâme olduğunu kapsamlı bir şekilde göstermiştik (Usluer 2009:52- 55). Hurufi literatüründe yer alan Hâbnâme adlı eserlerde de Fazlullah’ın böyle bir eserine atıfta bulunulmamış bilakis mevcut rüyaların Şeyh Ebu’l Ha- san tarafından toplanıldığı söylenmiştir (Firişteoğlu 2916:1b).

Bu araştırmamızda genel ola­rak, Fazlullah tarafından yapılan ve Hâbnâme adlı eserlerde derlenen rüya tabirlerinin, Hurufiler tarafından Fazlullah’ın ilminin sınırsızlığını ve da­vasındaki haklılığını ispatlamak için birer delil olarak kullanıldığını göster­meye çalışacağız. Bunun yanında elbet­te rüyayı anlatan şahıslardan, anlatılan rüyalardan ve bunların yorumlarından bahsedilecektir.

Rüya ve Rüya Tevili

Elimizde bulunan Hâbnâmelerden biri, Nasrüddin Hasan Ali b. Mecduddin Hasan Naficî tarafından, diğeri de Sey- yid İshak tarafından yazılmıştır. Bu iki eserin birer nüshası vardır. Naficî’nin Hâbnâme’si Vatikan Kütüphanesin­de, Farsça Yazmalar, no: 17’de, Seyyid İshak’ın Hâbnâme’si de Millet Kütüp­hanesi, Ali Emîrî Farsça, no: 1042’de bulunmaktadır. Bu eser, Abdülmecid b. Firişte (Firişteoğlu) tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir. Bu eserin elimizdeki nüshaları, Mevlana Müzesi, Türkçe Yaz­malar, no: 2916, İstanbul Üniversitesi, Türkçe Yazmalar, no: 9685 ve İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Er­gin Yazmalar, no: 1321’de bulunmakta­dır.

Naficî’nin Hâbnâme’si ile Seyyid İshak’ın Hâbnâme’si arasında, ilk olarak Fazlullah’ın hayatını anlattıkları bölüm ve beş rüyanın tevili dışında ortak nokta yoktur. Farklı rüyaların tevillerini ak­tarmışlardır.

Abdülmecid b. Firişte’nin Tercüme-i Hâbnâme’si aslına uygun ve neredeyse, çevrilen kısımlar itibariyle, kelime ke­lime yapılmış bir tercümedir. Bununla birlikte Seyyid İshak’ın Hâbnâme’si 84 rivayet üzerine kurulu iken bu eserin Fi- rişteoğlu tarafından tercümesinde 99 ri­vayet aktarılmıştır. Eldeki tek nüshadan hareketle Seyyid İshak’ın Hâbnâme’sini tercüme ederken Firişteoğlu’nun bazı tasarruflar ve eklemeler yaptığını söy­leyebiliriz. Örneğin Seyyid Atâî’nin Fazlullah’a yaptırdığı tevili bizzat Sey- yid Atâî’den işiten Firişteoğlu, bu riva­yeti tercümeye dahil etmiştir. Bunun gibi Tercüme-i Hâbnâme’deki 24 rivayet, Seyyid İshak’ın Hâbnâme’sinde bulun­mamaktadır. Buna karşılık Firişteoğlu, Seyyid İshak’ın Hâbnâme’sinin on altı varak uzunluğundaki giriş bölümünü çe­virmemiş, çeviriye vr. 16a’daki

كلمهء جند از حكايت و سبب اختيار سلوك و قاعدهء ،، اوراد و ذكر خلوت حضرت ايشان cümlesinden başlamıştır.

Firişteoğlu tarafından çevrilmeyen bu uzun giriş bölümünde Seyyid İshak, ilm-i tevilden, bunun mahiyetinden, Al­lah katından gelen bir ilim olduğundan bahseder. Böyle bir giriş bölümü, eserin içeriğini oluşturan, Fazlullah tarafından yapılmış rüya tabirlerinin inandırıcı kı­lınması, daha da önemlisi Fazlullah’ın “sahib-i tevil” olduğunun gösterilmesi adına önemlidir.

Seyyid İshak bu bölümde rüyaları dört kısma ayırır: Birincisinde, hissedi­lir alemde olan hal ve vaziyetlerin sureti görülür. Rüyayı gören onlara muttali de­ğildir. Hakk’ın meşiyyetinde olup henüz gerçekleşmemiş şeyler de bu kısma da­hildir. Erbâb-ı süluk buna dîd-i vâ-dîd (görülenin olması) derler.1 İkinci kısım rüyada ise görülen suretin meali henüz gerçekleşmemiştir ve Hakk’ın meşiyye- tindedir. Örneğin Yusuf peygamberin gördüğü rüyadaki güneş, ay ve on bir yıldızın kendisine secde etmesi bu kabil­dendir ki bu, daha sonra babası, annesi ve kardeşlerinin kendisine secde etme­siyle gerçekleşmiştir.

Üçüncü kısımda ise, rüya görenin, gerçekleşmiş olan veya Hakk’ın meşi- yetinde olan fiil, söz ve fikrinin sureti görülür. Bu suret, rüyayı görenin veya gayrısının mertebesine, doğruluğuna, yalanına, safasına ve kederine işaret eder. Dördüncü kısımda da rüyayı gö­renin veya gayrısının fiil, söz, fikir ve sureti, ahiret aleminde, beden harap ol­duktan sonraki sureti olarak görülür (vr. 6a).

Rüyaların teviliyle ilgili açıklama­lardan önce, ilm-i tevilin öneminin Seyyid İshak tarafından nasıl irdelendiği­ne bakmak gerekir. Seyyid İshak, ilm-i tevilin önemini, “ilahi ilimler içerisinde en edakk ve eşrefi ilm-i tevildir” diyerek vurgular. Bu ilim, her şeyi aslına çevir­me ilmidir ve ilm-i tevil her cüzün me­alini hakkıyla bilmektir (vr. 1b). Bu ne­denledir ki Allah, Kuran’da geçen “Sana Kitabı indiren O’dur. Onun bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar Kitabın esasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. ..Onun tevilini ancak Allah ve ilimde râsih olanlar bilir” (3/7) ayetinde, müteşabihatın tevilini kendine ait kılmıştır (vr. 2a).

İlm-i tevilin, Allah katındaki aza­met ve celaletini gösterme noktasında, Rabbü’l erbâb ile konuşmuş olan, kıbleyi vaz’ eden Hz. Musa’nın, ilm-i tevilde bir teyit ediciye duyduğu ihtiyaçtan daha açık bir delil olamaz (vr. 2b).

İlm-i tevil, vahiy ve ilham, talim-i ilahî ve iradet-i gaybî iledir; aklî çıka­rımlar ve nazarî delillerin tevil ile ortak noktası yoktur. Temeli kıyas ve delil çı­karmaya dayanan nazarî akılla Kuran’ı, hadisleri ve peygamberlikten geriye ka­lan salih rüyaları tevil etmeye girişen kişi helak olmaya yüz tutmuştur. Açıktır ki her gözde, tüm yıldızların ışıklarını görme ve her kulakta mele-i a’lânın söz­lerini duyma ve idrak etme gücü yoktur (vr. 2a).

Aynı şekilde her biri özel bir manayı ifade eden şer’î emirleri vaz’ edenin mak­sudunu bilmek de akıl yolu ile mümkün değildir; onu düşünmek de şekavet ve helak sebebidir. Bu ancak sahib-i tevile, uyku ve uyanıklık alemindeki mevcuda­tın suretlerini vaz’ eden Rabbü’l erbâb’ın talimiyle mümkün olur. Zira tüm eşya, sesler, şekiller ve vücutlar O’nun ile, O’nun sayesinde konuşmaktadırlar (vr. 5a-5b).

Nasıl ki söz, yazı, işaret ve hare­ketin her biri, bir mana ifade ettiği için kelamdır, aynı şekilde tüm varlığın suretleri, hareketleri ve sesleri de bir manayı ifade ettiği için kelam olarak kabul edilir. Dolayısıyla aslında her şey konuşmaktadır. “Her şeyi konuştu­ran Allah, bizi de konuşturdu” (41/21) ayeti buna işaret etmektedir (vr. 4b). Hissedilir alemde olsun, rüya aleminde olsun tüm suretler, sesler ve hareketler bir mana mukabilinde yani bir manayı ifade etmek için konulmuştur, Hakk’ın kelime ve kelamıdır. Böyle olmasaydı, Süleyman (as), kuşların seslerini anla­yamaz, Hızır (as), çocuk, duvar ve gemi hakkındaki, kıssada geçen yorumlarını yapamazdı (vr. 5b).

Şer’î emirlerde olduğu gibi, “Mümi­nin rüyası öyle bir kelamdır ki onunla kul uykuda konuşur” hadisi mucibince kelam olduğu ifade edilen rüyanın da de­lalet ettiği bir takım manalar vardır (vr. 5a). Okumayı bilen kişi yazıdan, onu ya­zanın maksadını anlar. Tevili bilen kişi için de rüyadaki nakışlar, gaybî manala­ra delalet etmektedir. (vr. 4b).

Görüldüğü gibi Seyyid İshak, aslın­da bugün hiç de yabancısı olmadığımız göstergebilimi kendine has bir şekilde ifade etmiştir. Buna dinî bir kimlik de giydirerek, mevcut olan veya vuku bulan her şeyi bir gösterge, kendi ifadesiyle ke­lam olarak kabul etmiştir. İlm-i tevilin de konusu tam olarak bu göstergelerden biridir.

Burada dikkat edilmesi gereken di­ğer bir nokta, Fazlullah’ın yaptığı rüya yorumlarına “tabir” yerine “tevil” denmiş olmasıdır. Zira, Fazlullah’ın hayatında yaptığı yorumlar sadece rüyalarla sınırlı olmayıp, ayet, hadis ve varlıkla da ilgili olduğu için, tüm bu yorumlar “tevil” baş­lığı altında toplanmış olmaktadır. Akılla ve delille kazanılan veya ortaya konulan bir ilim olmayan ilm-i tevil Fazlullah’a, tüm varlığı ve ondaki göstergeleri yara­tan Rabbü’l erbâb tarafından öğretildiği için sahib-i tevil denmiştir.

Tevil bilgisinin her şeyi kapsama­sıyla ilgili olarak Seyyid İshak bir kıssa nakleder. Kendisine İmam Ali tarafın­dan hırka giydirilen tabiinin büyükle­rinden Hasan Basri, Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] ’nin şehadetinden sonra Bağdat’ta kürsüde “Bana sorun” demiştir. Bu söz, Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] ’nin bir sözüdür ki bu sözünde Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]   “Arş’ın al­tındaki şeylerden bana sorun” demiştir. Hasan Basri, Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] ’ye ait olan bu sözü söylediğinde, orada bulunan Hz. Hasan, “Sakalının kılları sayısı tek mi çift mi­dir” diye sormuştur. Bunun üzerine Ha- san Basri, “Bana sorun” demenin haddi olmadığını anlamış ve minberden aşağı inmiştir. Çünkü Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] , sakalındaki kıl­ların tek veya çift sayıda olduğunu dahi bildiği halde bu sözü söylemiştir (14b). Bu da, tevil ilminin camiiyetini göster­mektedir.

Bu ana fikir çerçevesinde Seyyid İshak diğer bir hikaye aktarır. Hikayeye göre bir kişi, üç yumruk vurarak duvar­dan deve çıkarabileceğini söylemiştir. İlk yumruğu atar, bir şey çıkmaz. Orada­kiler, ilk yumrukta, devenin hiçbir azası çıkmadıysa, diğerlerinde de çıkmayacak­tır diyerek, ikinci yumruğu atmasının gereksiz olduğunu söylerler.

Dolayısıyla, bir mürşit veya bir muktedî, uzak gelecekten haber ver­diğinde bunu tasdik edebilmemiz için, onun yakın gelecekteki haberlerinde hiç yanlışlık olmaması lazımdır. Bazı söyle­diği doğru, bazıları yanlış olan münec­cimleri, bu nedenle Hz. Peygamber yalancı olarak nitelemiştir (15a).

Bazıları yıldızların konumundan, remelden ve koyunun kürek kemiğinde­ki siyah ve beyazlıklardan haberler ve­rir. Her ne kadar bu haberlerden bazısı yanlışsa da bazısı doğrudur. Bu nedenle bu kişilere de itibar edilmemelidir. Te­vil eden kişinin verdiği tüm haberlerin doğru olması ilahî teyide bağlıdır. Yıldız ve remel şekillerini, İdris ve Danyal pey­gamberler ilahi teyit ve talim ile yorum­lamışlardır. Bu, kıyas, delillendirme, kitap okuma, sûrî ilimler ve ıstılahları çalışmakla ulaşılacak bir şey değildir (7a).

En önemli özelliği Allah tarafından öğretilmesi olan ilm-i tevile ve bu ilmin sahibi olan sahib-i tevile inanılmasının gerekliliği de Seyyid İshak tarafından bu giriş bölümünde açıklanmıştır. Seyyid İshak, Allah’ın insanlarla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından veyahut bir elçi ile konuştuğu söylenen (42/51) ayetten hareketle, insanın bu üç şekil­den biri vasıtasıyla Allah’ın kelamını duyması gerektiğini, duymayanlarında da hayvandan da aşağı bir konumda ola­cağını söylemiştir (7b).

Rabbü’l erbâbın kelamını duyan kişi, onun tabir ve manasını anlar veya anlamaz. Anlayan kişi, ehl-i derecat ve muhsinîndendir. Anlamayan kişi, alem-i hâbın nakış ve satırlarından olan sözle­ri tasdik ve onlara iman etme şartıyla, erbab-ı necat ve mümindir (7b).

Bazıları alem-i hâbın nakışları hakikat-i külliyeyi kapsamaz belki on­ların bir çoğu “karmakarışık rüyadır ve vehimdir” derler. Oysa bilmezler ki Kuran’da bu cümleyi söyleyenler (12/44) ehl-i hidayet ve ilham ve Yusuf’un dahil olduğu muhsinînden olmayan kişilerdir (7b).

İndirilmiş Kitab’ın sarih manaları­nı kabul edip, ilmi Allah tarafından ve­rilen sahib-i tevilin tevilinin manasını kabul etmeyenler de ayette (4/150) zik­redilenler gibi, bir kısmına iman ederiz, bir kısmına inanmayız diyen kafirler­dendir (13b).

Tabir Edilen Rüyaların Ana­lizi

Fazlullah, on sekiz yaşında med­resede, Nâficî’ye göre dâru’l kazâdan eve dönerken pazarda (Nâficî 17:4b), Mevlana’nın bir beytini2 duyarak riya­zet yoluna girer. Bir senesini medrese­de, az yiyip, az uyuyarak ve gecelerini ibadetle ihya ederek geçirir. Cezbesi günden güne artınca akraba ve diyarını bırakarak sefere çıkar. Harezm’de hal­vette iken, bir gece rüyasında kendini Esterabad’da bir çınar ağacının altında görür. Orada oturan bir yaşlı adam, rem- mallik ederek rüya ve hadislerin teviline başlar. Birden, Hz. Muhammed gelir ve o yaşlı adama, başladığın bu iş zordur ve tahkiki müşküldür der. Öyle olur ki bir kişi rüyada kendini görür, oysa onun tevili başka bir kişiyle ilgilidir, veya dünyadan birini görürsün ancak onun tevili ehl-i kubur ve ehl-i ahiretten biriy­le ilgilidir der. Daha sonra Hz. Muham- med, Fazlullah’a dönerek, rüya tevili bir yıldızın katındadır, on sekiz bin alemi kapsayan o yıldız otuz bin yılda bir kez doğar. Şu anda onun doğma zamanıdır, belki de doğmuştur. Eğer o yıldızı gör­mek istersen, benim bahçeme gir, orada­ki narenciye ağacı dibinde dur ve gökteki yedi yıldızdan en parlak, en büyük olan ve konuşabilen yıldıza bak der. Fazlul- lah, denildiği gibi yapar ve o büyük yıl­dızın ışığı sağ gözüne gelir. Hadis tevi­linden söylediği sözler, inci gibi dizilmiş olarak Fazlullah’ın sağ gözüne ulaşır. İşte bu rüyayla, rüya ve diğer şeylerin tevili bilgisi Fazlullah’a verilmiş olur. Tercüme-i Hâbnâme’nin tüm nüshala­rında bu rüyanın hicrî 760 tarihinde, Seyyid İshak’ın Hâbnâme’ sinde ise 765 tarihinde gerçekleştiği söylenir (Firişte- oğlu 2916:vr 2a-5a, İshak 1042:19a).

Nâficî,             Hâbnâme’sinde, Fazlullah’tan ilk rüya tevili dinleyen ki­şinin Seyyid Muhammed isimli Nânvây adıyla meşhur bir tacir olduğunu söyler. Daha sonra Derviş Ali, Derviş Bayezid ona rüya tevil ettirmişlerdir. Fazlul- lah Isfahan’a geldiğinde de orada ona ilk bağlanan kişinin Mevlana Muinüd- din Şehristânî olduğunu söyler (Nâficî 17:13b-15a).

Fazlullah’ın rüyaları tabir edişi, Firişteoğlu’nun tercümesiyle, Seyyid İshak’ın Hâbnâme’sinde şöyle anlatılır:

“Ba’dehû hazret-i sahib-i kemalin âdâbı ol idi ki kaçan meclise bir şahıs gelse suret-i hâb arz etmeğe, evvel hazret­leri söylerdi ol şahsın hâbını; gâh olurdu ki mübarek yenini alnına kordu ve mü­barek gözünü yumardı, vechinin rengi mütegayyir olurdu. Çün yine kendi hali­ne gelirdi, mecliste hazır olanlar bilirdi ki tevil söyleseler gerek.3

Gâh olurdu ki bir şahıs gelirdi ayıdırdı ki ben bir hâb gördüm demeden bil­mek olur mu ne suret gördüm derdi. Haz­retleri ayıdırdı ki bilmek olur. Badehû ol gördüğü hâbını ona arz ve takrir ederler­di ve tevilini söylerlerdi. Bu kısım, keramattan ve hem ilhamattandır. Kerametle ilham ve ilm-i tevil arasında hususen umûmen min vechin vardır. Yani her kimse ki ilm-i tevil ile müeyyed olsa el­bette lazımdır ona ki keramet ve ilham-ı rabbani ile müeyyed ola. Amma bir kişi­de kim keramet ilham ola, lazım değildir ki müeyyed ola ilm-i tevil ile.

Ve gâh olurdu ki bir şahıs suret-i hâbını arz ederdi. Hâbda gördüğünden nesne unuturdu, binende feramuş ettiği­ni hazret söylerdi, binendenin hatırına gelirdi.

Ve gâh olurdu ki bir şahıs bir hâb söylerdi, bazısını müteammiden söyle­mezdi kordu, hazret azze fadluhû onu tamam takrir ederdi.

Ve gâh olurdu ki bir şahıs meclise gelirdi ve hiç hâb ve hiç söz söylemezdi. Hazretleri dahi ona nazar ederlerdi onun sırr-ı ahvalinden ona haber verirlerdi. Ol şahıs ayıdırdı ki çün ben hâb söyleme­dim ve hiç söz dahi söylemedim ve benim gayrım dahi söz söylemedi, bu haber ne­den malum oldu derdi. Hazret-i sahib-i tevil buyururdu ki gitmek, gelmek, dur­mak, oturmak ve dahi her hareket ki ki­şiden sadır olur, onun geçmiş ahvaline yâ ahval-i sırrına yâ gelecek ahvaline de­lalet eder. Bu ilim, suret-i hâbın tevilini bilmeğe mahsus değildir derdi” (Firişte- oğlu 2916:8a-8b).

Özetlemek gerekirse Fazlullah, in­sanların rüyalarını onlar hiçbir şey söy­lemeden dahi bilmektedir. Doğal olarak da, rüyalarındaki bir noktayı unuttuk­larında veya bilerek sakladıklarında da onun ne olduğunu bilmektedir. Ancak ri­vayet edilenler arasında, buradaki açık­lamalara örnek teşkil edecek rüya sayısı oldukça sınırlıdır. Örneğin Fazlullah’ın, yanına gelen kişi rüyasını söylemeden rüyanın ne olduğunu bilmesi yedi riva­yette geçmektedir (8, 48, 64, 68, 80, 98, 994). Şahsın, rüyasından bir kısmını bi­lerek sakladığı duruma dair elimizde sadece bir örnek vardır (63). Bir kısmı unutulmuş rüyanın Fazlullah tarafın­dan hatırlatılması da yine sadece bir ri­vayette geçmektedir (84).

Bunlardan farklı olarak Fazlul- lah Şeyh Ebu’l Hasan’a göreceği rüyayı söylemiş ve Ebu’l Hasan da Fazlullah’ın söylediği şekilde bir rüya görmüştür. Bu rivayete göre Şeyh Ebu’l Hasan Fazlullah’ın meclisinde otururken, Faz- lullah onun yüzüne bakar ve rüyasında üst dudağında beni olan bir huri göre­ceğini ve yanına gelen o güzeli müşahe­de edeceğini söyler. Bir ay kadar sonra Şeyh, Fazlullah’ın tarif ettiği şekliyle bir rüya görür. Fazlullah’ın yanına gelerek, bunu nasıl bildiğini sorar. Fazlullah, “se­nin hüsnün ol vakit hüsn-ü amele muka- rin idi, iktiza-yı hal onu delalet etti” di­yerek cevap verir (Firişteoğlu 2916:23b).

Diğer bir müstakil örnek de Tebrizli birinin anlattığı rüyadır. Ancak rivayet­te geçtiğine göre Fazlullah, bu kişi rüya gördüm diyerek geldiğinde Fazlullah o kişiye, rüya görmediğini üç kere söyle­mişse de şahıs her seferinde gördüğünü söylemiş ve anlatmıştır: Bir karga uçar­ken gagasındaki ciğeri bir kuyuya dü­şürdü ve ciğer gözden kayboldu. Fazlul- lah, şahsın rüyada gördüğünü söylediği bu olayı tevil eder: Tebriz’de Meydan mahallesinde otururken, dul bir kom­şun hasta oldu ve ölüm döşeğindeyken, buluğ çağına ulaştığında kızına vermen için sana yirmi tenge iki buçuk miskal altın emanet etti. Kadının kızı, buluğ ça­ğına ulaşınca senden emaneti istedi, sen inkar ettin. Kadıya gittiniz, sen böyle bir emanet almadığına dair Kuran üzerine yemin ettin. Rüyayı gören, Kuran’ın na­sıl olduğunu ve hattını sorar. Fazlullah bunları doğru olarak söyler, devamında 20 tengenin birisini aldın, kalanını kır­mızı bir kumaşa sarıp kuyunun içine defnettin der. Kabul etmezse, birini gön­derip aldırabileceğini söyleyince şahıs kabul eder ve altınları getirir. Fazlullah, bunları kıza vermesini söyler (İshak 1042:67b-68a).

Hâbnâme’de rivayet edilen rüya­ları, tevilleri itibariyle daha kapsayıcı sınıflandırmalara tabi tutmak müm­kündür. Öncelikle, rüyaların Fazlullah tarafından yapılan tevillerine genel ola­rak bakıldığında, zannedildiğinin aksine gelecekten ziyade, geçmiş olaylar veya durumlara işaret ettiği görülecektir. Ör­neğin 99 rivayet içerisinde gelecekten haber veren tevillerin sayısı on beştir (5, 6, 10, 21, 22, 32, 44, 53, 54, 56, 69, 72, 89, 94, 98). Nâficî’nin Hâbnâme’sinde ise tevil edilen yirmi rüyadan altısı (NH 1, NH 2, NH 4, NH 8, NH 9, NH 13) ge­lecekle ilgilidir ki bunlardan 1. rüyanın tevili S. Ishak’ın Hâbnâme’sinde de (21. rüya tevili) mevcuttur. Fazlullah’ın ge­lecekten haber verdiği bu rüyalardan Mevlana Kemaleddin’in rivayetini örnek olarak aktarabiliriz. Mevlana Kemaled- din rüyasında ağzının kulağına kadar yırtıldığını görür. Bu rüyayı anlattığın­da Fazlullah, İsfahan mescidinin imam­lığını sana vereceklerdir der. Bunu takip eden günlerde Mevlana Kemaleddin İs­fahan camiinin imamlığına getirilir ve otuz yıl orada görev yapar (Firişteoğlu 2916:43a).

Rüyaların tevillerinden geçmiş olaylar veya durumlar ile ilgili olanlara bakıldığında ise bunların bir kısmının rüyayı anlatan kişinin hayatıyla ilgili bir takım bilgiler içerdiği görülmektedir (4, 14, 15, 17, 24, 31, 34, 35, 37, 38, 40, 49, 50, 51, 58, 60, 75, 81, 88, 90, 91, 92, 95, NH 6, NH 7, NH 14, NH 17, NH 18, NH 19). Bunlar daha çok günlük, sıradan olaylara işaret eden rüyalardır. Örneğin, Mevlana Mehdi-i Rehvâr’a rüyasında haccının kabul olmadığı söylenir. Faz- lullah rüyanın tevilinde, rüyayı gören şahsa, hacca gitmek için yola çıktığını, hac ibadetleri hakkındaki kitabını unut­tuğunu, üç dört ferseng gittikten sonra aklına gelip, geri dönerek kitabı aldığını ve tekrar yola koyulduğunu söyler. Şa­hıs da böyle olduğunu kabul eder (Firişte 2916:16b-17a).

Bu tevillerden biri, bir rüyayı beş farklı açıdan yorumlaması itibariyle di­ğerlerinden farklıdır. Bir tacir rüyasın­da, yağmur yağdığını, yolda çamurlar olduğunu ve kendisinin havada uçarak barbut çaldığını görür. Fazlullah bu rüyayı şöyle tevil eder: “Buraya gelir­ken yolda def ve ney sesi işittin. İkinci olarak, hacca gitmek için yola çıktın, mîkâta geldiğinde bir engel çıktı haccını yerine getiremedin. Üçüncü olarak, bir hastan vardı. Onunla çok ilgilendin, fay­dası olmadı ve öldü. Dördüncüsü, yolda gidiyordun ve üzerinde çok altının vardı. Eşkıyalardan korktuğun için onları yut­tun. Beşincisi, siyah bir esirin vardı. On­dan memnun değildin. Sopayla döverek onu yaraladın, sonunda da dayanamayıp sattın” (İshak 1042:40b-41a).

Bu ve diğer örneklerde görüldüğü gibi, rüyada görülenler ile Fazlullah’ın tevili arasında doğrudan bir ilişki yok­tur. Nitekim rüyayı gören tacir de bir rüyasından hareketle, hayatıyla ilgili birden fazla bilginin Fazlullah tarafın­dan söylenmesi karşısındaki hayretini dile getirir. Fazlullah cevaben, “Eğer istersem, Allah’ın izni ve hidayetiyle, Cuma günü caminin kapısında otur­sam, birinin anlatacağı tek bir rüyadan camide olan herkesin geçmiş ve gelecek halinden haber veririm” demiştir, “zira hakikat-i insan tektir” (İshak 1042:41b).

Geçmiş olaylarla ilgili rüya teville­rinin diğer bir kısmında Fazlullah rüya­ları, rüyayı anlatan kişinin hayatındaki bazı hatalarla tevil eder. Bunlar, nezrin tutulmaması (19), sözün tutulmaması (20, 46) emanete riayet edilmemesi (52, 55, 59, 76) bir şeyi izinsiz alma (H4), şa­rap içme (7, 73), Fazlullah’a inanmayıp onu imtihan etme düşüncesi (NH 5) gibi konuları kapsamaktadır.

Sultan Üveys’in veziri Emir Zekeriyya’nın gördüğü bir rüyayı bu gru­ba giren bir örnek olarak aktarabiliriz. Emir Zekeriyya rüyasında dişlerinin düştüğünü görür. Fazlullah’a rüyasını anlatır. Fazlullah, bu rüyanın geçmiş­te olan bir şeye delalet ettiğini söyler ancak anlatmak istemez. Israr üzeri­ne kalkar ve Emir Zekeriyya’yı alarak halvethanesine götürür. Bir süre sonra dışarı çıkar ve halvethanenin eşiğini öperek ayrılır. Daha sonra, rüyanın tevi­lini, mahremlerden bir kimse öğrenir ki şöyledir: Emir Zekeriya’ya, vezir olma­dan önce bir şahıs kıymetli dizilmiş inci emanet eder ve seyahate çıkar. Bu şa­hıs seyahatte ölünce, vârisi vezir olmuş olan Emir Zekeriyya’ya gelerek dizilmiş inciyi ister. Emir Zekeriyya, o şahısla ilgilenmez. Söz konusu şahıs da bırakıp gider ve bir süre sonra arkasında vâris bırakmadan ölür.

Fazlullah bu tevili Emir Zekeriyya’ya söyleyince, oldukça üzülür. Ortada başka vâris olmadığı için Fazlul- lah ona, emanet edilen inci değerindeki malı tasadduk etmesini söyler (Firişte- oğlu 2916:33a-33b).

Fazlullah’ın yaptığı tevillerden en önemli ve en büyük kısmı, rüyayı gö­ren şahısların hayatlarındaki mahrem olaylar oluşturur (9, 13, 16, 18, 23, 25, 26, 27, 29, 36, 39, 41, 42, 43, 47, 61, 65, 67, 70, 74, 77, 79, 82, 93, 97, NH 10, NH 11, NH 12, NH 15). Bunlar, diğer tevil­lere göre bilinmesi en imkansız olan ve rüyayı gören şahsın itiraz etmesi en muhtemel tevillerdir. Ancak her tevilin sonunda, ya şahıs kendiliğinden gerçeği kabul etmekte veya haberi doğrulamak için Fazlullah’ın birilerini görevlendir­mesi üzerine, belki rüyayı görenin başka şansı kalmadığı için, kabul etmektedir.

Bu son grupta yer alan rüya ve te­villeri de, rüyayı gören şahsın mahrem halleri ve cinsel zaafları üzerine olanlar olarak iki grupta değerlendirebiliriz. Şa­hısların mahrem hallerini dile getiren teviller için şu örnekleri verebiliriz:

Hâce Hasan Baştînî rüyasında iç çamaşırına ateş düştüğünü ve çamaşı­rını yaktığını görür. Fazlullah tevilinde, Hâce Hasan’a geçen gece ihtilam oldu­ğunu ancak bunun farkında olmadığını söyler. Hâce Hasan dışarı çıkar, iç ça­maşırına bakar ve meninin çamaşırına bulaşmış olduğunu görür ve gider gusül alır (Firişteoğlu 2916:17b).

Diğer bir rivayette Derviş Tevek­kül Seyyid Şehinşah Beyhakî, rüyasında ayakları birbirine bağlı uçan bir leylek gördüğünü söyler. Fazlullah bunu, rüya­yı gören şahsın, geceleyin şehveti fazla olduğundan, ihtilam olmamak için uçku­ruyla tenasül uzvunu bağlamış olduğu­nu söyleyerek açıklar. Rüyayı gören kişi de böyle yaptığını kabul eder (Firişteoğ- lu 2916:25a).

Bu gruba dahil olan rüyalara son bir örnek olarak, Tebrizli bir tacirin rüyasını zikredebiliriz. Tacir, seferden döndüğün­de, rüyasında bir koçun iki boynuzuyla karısının dişilik organına vurduğunu görür. Üzgün bir şekilde uyanır ve ka­rısının kendini aldattığını düşündü­ğünden ona yaklaşmaz. Kadının ailesi, aralarındaki soğukluğun nedeninin ta­cirin gördüğü rüya olduğunu öğrenince, Fazlullah’a gidip rüyasını tevil ettirme­sini isterler. Nâficî’nin Hâbnâme’sinde, bu rüyayı gören kişinin ismi Hasan ola­rak zikredilir. Aynı kaynağa göre, taci­rin sıkıntısını fark eden Tebrizli bir seyit olan Mahmut isimli arkadaşı, bu sıkın­tının söz konusu rüyadan kaynaklandı­ğını öğrenince rüyayı tevil ettirmek için Tebriz’de bulunan Fazlullah’ın yanına gitmeyi önerir (Nâficî 17:40a-41b).

Fazlullah rüyayı şöyle tevil eder: Sefere gittiğinden beri, eşin önündeki kılları kesmedi. Sen gelince, aceleyle bir makas alıp önündeki kılları kesti ve ke­serken cinsel uzvunu yaraladı. Rüyanda gördüğün iki boynuzlu koç, makasın iki kanadıdır. Ancak rüyayı gören kişiyi bu açıklamalar sakinleştirmeye yetmez. Fazlullah, tacirin eşinin saliha biri oldu­ğunu söyler. Buna tacirin inanması için de, tacirin karısının uyluğunda bir beni olduğunu söyler. Bunun üzerine tacir ra­hatlar (Firişteoğlu 2916:44b-45a, Nâficî 17:42a-42b).

Fazlullah’ın yaptığı tevillerden, rüyayı anlatan kişilerin cinsel zaafları üzerine olanlar da ciddî bir yekün oluş­turmaktadır. Bu grupta yer alan teviller, rüyayı gören şahıs tarafından kabulü en zor olan kısımdır. Ayrıca bu teviller, ki hemen hepsinde rüyayı gören kişi söyle­nenleri kabul etmiştir, insanın zaman ve mekana göre değişmeyen cinsel zaafları konusunda döneme ışık tutmaktadır.

Örnek olarak, Seyyid Sainüddin Beyhakî’nin tevil etmesi için Fazlullah’a anlattığı şu rüyayı zikredebiliriz: Sainüddin Beyhakî yolda giderken beli hi­zasında bir sıpa görür. Yayan gitmekten yorulup sıpaya bindiğinde ilerleyemediğini, sıpadan inip yayan gittiğinde iler­lediğini görür. Fazlullah, tevilini şöy­le yapar: Küçük bir hizmetçi almışsın ancak, henüz ergenliğe ulaşmamıştır. Ona yaklaştığın zaman, o çekinir ve in­ler. Sen de elini ondan çekersin. Seyyid Sainüddin’in kabul ettiği bu tevilin so­nunda Fazlullah ona, hizmetçinin ergen­lik çağına girmesini beklemesini söyler (Firişteoğlu 2916:14b-15a).

Nâficî’nin naklettiği rivayete göre, bir şahıs rüyasında su dolu bir havuzun kenarındaki bir filin hortumuyla havuz­dan siyah çamurlar5 çıkarttığını söyler. Fazlullah rüyayı tevil ederken bu şahsa, helaliyle aybaşı olduğu halde birlikte ol­duğunu söyler (Nâficî 17:43b).

Diğer bir tevilde de, rüyayı anlatan­lardaki oğlancı eğilimleri görmekteyiz. Bununla ilgili üç farklı rüya tevili var­dır. Bunlardan biri, Derviş Necibüddin Beyhakî’nin gördüğü bir rüyadır. Derviş Necibüddin rüyasında kara bir yılanın ayağına dolaşıp halka olduğunu görür. Fazlullah, Derviş Necibüddin’e rüyanın Hâce Mansur Esterabadî ile ilgili oldu­ğunu söyler. Hâce Mansur, Fazlullah’ın meclisine geldiğinde tevili sorar. Fa- zullah ona, pazardan geçerken, terzi dükkanında oturmuş ve çıplak ayağını dükkandan sarkıtmış bir oğlan gördü­ğünü, ve onun bacağına baktığını söy­ler. Gördüğü o manzarayı unutamayan Hâce Mansur’un zihnindeki o fikrin su­reti, Necibüddin’in rüyasında kara yılan olarak görülmüştür. Fazlullah, Hâce Mansur’a tövbe ederek yılanı öldürmesi­ni söyler (Firişteoğlu 2916:17b-18a).

Bu gruba dahil olan diğer bir ör­nek, Hıristiyan bir bilginin gördüğü rüya üzerine Fazlullah’ın yaptığı tevil­dir. Hıristiyan bilgin, Hz. İsa’nın Hz. Muhammed’den daha üstün olduğu ko­nusunda dönemin alimleriyle Sultan Üveys’in huzurunda münazara yapar. Ancak, Müslüman alimler onu ilzam edemezler. Mevlana Mecdüddin, onu Fazlullah’ın ilzam edeceğini söyler ve birlikte Fazlullah’ın yanına giderler. Fazlullah, onu ilzam eder ve İslam’a davet eder. Hıristiyan bilgin bir gün müsaade ister. Ertesi gün Fazlullah’ın yanına geldiğinde, rüyasında yemiş ağacının budağını tutup yemiş almak istediğini ancak ağacın, budağını çekti­ğini ve yemiş toplayamadığını gördüğü­nü söyler. Fazlullah cevaben, “eğer dün sen Muhammed’in dinine girmiş olaydın bu hareket senden sadır olmazdı” der. Hangi davranış diye sorunca, Fazlullah rüyanın tevilini şöyle yapar: Yatağına uzandığında, üvey kızına, gel şu çarşafı ört dedin. Kız örtmek için geldiğinde eli­ni tuttun ve kendine çektin. Kız çekindi, kabul etmedi. Bu tevil üzerine Hıristiyan bilgin, eğer dün Müslüman olmuş olsay­dım ve bunu yapmasaydım, bu tevili Hz. Muhammed’in ümmetinin aliminden dinlememiş olurdum ve onun dininde itminan-ı kalp hasıl olmazdı der ve Müs­lüman olur (Firişteoğlu 2916:37b-39a).

Bu gruba dahil edeceğimiz son ör­nek de Nâficî’nin Hâbnâme’sinde aktarı­lan bir rüyadır ki Fazlullah bunu şahsın ensest ilişkisiyle tevil etmiştir. Hace-i Bezzâz bu rüyada kendisinin mescide gittiğini ve mescidin mihrabına işediği­ni görür. Sabahleyin Fazlullah’a giderek rüyasını tevil ettirir. Fazlullah tevilinde, adamın kızıyla aşk yaşadığını ve bir gün evde kimse yokken zina yaptıklarını söy­lemiştir. Adam bunun üzerine utanmış ve tövbe etmek istediğini söylemiştir. Fazlullah, yalan sözden uzak durmasını söylemiştir zira yalandan uzak durmaz­sa tövbesinin bir kıymeti olmayacaktır (Nâficî 17:42b-43a).

Hâbnâmelerde nakledilen rüyaları gören ve rivayet eden kişilerin isimleri çoğu zaman zikredilmiştir. Bununla bir­likte rüyaların üçte birlik kısmının kim tarafından görüldüğü bilinmemektedir. Bu, halktan birçok kişinin rüya tevili için Fazlullah’ın yanına geliyor olmasıy­la açıklanabilir. Bu kişiler, “bir şahıs, bir tacir, yalın yüzlü bir yiğit, bir talib, bir Tebrizli, Tebrizli bir tacir, bir bezirgan, bir zahit” gibi tanımlamalarla tarif edil­mişlerdir.

Fazlullah’a rüya tevil ettiren kişi­ler arasında özellikle devlet adamları ve dönemin alimleri dikkati çekmekte­dir. Nâficî, Isfahan’da Tokçı mescidinde iken Fazlullah’a, ulemâdan, sâdâttan, ekâbirden, emirlerden, vezirlerden, kadılardan ve askerlerden bir çok ki­şinin gelerek rüya tabir ettirdiklerini belirtmiştir (Nâficî 17:17a). Nâficî’nin Hâbnâme’sinde bu meslek grupların­dan kişilerin rüyalarını içeren örnek­ler bulunmasa da Seyyid Ishak’ın ve Firişteoğlu’nun Hâbnâme’lerinde şu ki­şilerin rüyalarından örnekler verilmiş­tir: Sebzevar’ın hakimi Hâce Fazlullah (10, 95), Timur’un emiri (13), Kaverd Kalesi valisi Emir Bistam (7), Sultan Üveys’in veziri Emir Zekeriya (52), Şir­van valisi Emir Şeyh İbrahim (58), Kadı Bayezid Şimahî (53), Emirzade Mu- hammed Kandharî (70), Meşhed nakibi Seyyid Abdülhayy (5), Sebzevar valisi Hâce Cemaleddin (22, H7), İsfahan’da muhtesip (49), Sultan Ahmed’in kaynı Cellad Han Rumi (59), Timur’un cariyesi (79), Irak ulemasının önde gelenlerinden Derviş Reis Hâce Sadreddin nam-ı diğer Mevlana Sadreddin Türkih (2, 83), Teb­riz ulemasının büyüklerinden Mevlana İzzeddin Halvayî (3), müellihelerin ha­lifesi Mahmut Rasadî (11) zikredilebilir.

Seyyid Sainüddin Beyhakî (8, 9), Seyyid Kutb Şihab (65), Seyyid Haşim Gülistanî (73), Seyyid Fahreddin Gazvinî (28), Seyyid Muhtar (H48), Seyyid Muh­tar (H49), Seyyid Ali İsfahanî veya Ali-i Alevî (29, 82) ve Seyyid Hasan A’rec Amolî (15), Seyyid Muhammed Külahdûz (17), Seyyid Taceddin Köhenbâtî (20) gibi seyyidler de Fazlullah’a rüya tabir ettiren kişiler arasında yer almaktadır.

Fazlullah’a rüya tevil ettiren Hurufilerden de Derviş Ali Mağzayiş (H74), Derviş Ali-yi Hindu-yı Meşhedî (H25), Derviş Tevekkül Seyyid Şehin- şah Beyhakî (36), Şeyh İsa Zahrânî (80) gibi dervişler ile Şeyh Ebu’l Hasan (21, 30, 31, 32, 37, 38, 39, 40), Aliyy-i Alânın kardeşi Emir Seyyid Hüseyin (99), Mev- lana Hacı Muhammed Kumî (75, H69), Mevlana Kemaleddin Seyyid Mahmut İsfahanî (69), Fazlullah’ın eşi Hazret-i Âliye (46), Hafız Hasan Beyhakî (35), Şeyh İsa İsfahanî (48) Fahreddin Kazvinî-i külahdûz’u (63) sayabiliriz.

Hâbnâme metinlerinde, rüya tevili dışında bir takım rivayetler de bulun­maktadır. Bunlar da yine Fazlullah’ın sahib-i tevil oluşuna birer delil olarak aktarılmıştır (28, 32, 45, 56, 64, 66, 68, 85). Örneğin Seyyid Fahdreddin Gazvinî, Damgan’da bulunan Fazlullah’ın yanına gitmek için Esterabad’dan yola çıkar. Çahardeh kasabasında konaklar, o gece ihtilam olur ve boy abdesti alır. Kış ol­duğu için iç çamaşırını yıkamaz, meni iç çamaşırında kurumuş olduğundan eliyle ovmakla yetinir. Fazlullah’ın meclisine ulaştığında, Fazlullah konuşması esna­sında Seyyid’den yana dönüp “Allah te­mizdir, temizleri sever. Dervişlerin gön­lü temiz olmalıdır. Gönlü temiz olduğu gibi, vücutları da temiz olmalıdır. Vücut­ları temiz olduğu gibi elbiseleri de temiz olmalıdır.” der. Seyyid Fahreddin, mec­listen ayrılıp iç çamaşırını değiştirir ve geri gelir. Oturduğunda, Fazlullah ona dönerek “işte böyle gerektir” der. Aka­binde Seyyid Fahreddin, kendisi veya bir başkası her hangi bir rüya anlatmadığı halde bu manayı nasıl bildiğini sorunca Fazlullah, “İlm-i tevil, rüyaya veya söze bağlı değildir. Gitmek, gelmek, durmak, oturmak gibi her bir hareketin tevili var­dır ve sırr-ı ahvale delalet eder” diyerek cevap verir (Firişteoğlu 2916:22b-23a).

Fazlullah’ın rüya tevili dışındaki bu yorumlarının çoğu, Fazlullah’ın ke­rametleri üzerine kuruludur. Örneğin Mevlana Ahmet Rüstemdari, o esnada Bakü’de olan Fazlullah’ın yanına gider­ken, gemi fırtınaya tutulur ve Mevlana Ahmet denize düşer, bilincini kaybeder. Birden Fazlullah’ı elinde bir mumla gö­rür, onu elinden tutup denizden çıkarır. Mevlana Ahmet, Fazlullah’a bir bohçası olduğunu söyleyince Fazlullah elini uza­tarak denizden bohçayı çıkarır. Mevlana Ahmet, sahilde kendine geldiğinde elin­deki bohçayı görür. Kazadan sağ çıkan birkaç kişiyle Fazlullah’ın yanına gider­ler. Fazlullah, Mevlana Ahmet’i kucak­lar ve ağzını onun kulağına yaklaştıra­rak “Nasıl, denizin ortasında senin elini tutup kenara çıkardım, nasıl istediğin o bohçayı da çıkardım” der (Firişteoğlu 2916:28b-29a).

Sonuç

Seyyid İshak, gösterge olan daha doğrusu bir çeşit kelam olan rüyaların işaret ettiği manaların bilinmesini en şerefli, Allah tarafından verilmiş, Hz. Musa’nın ilminin bile kendisine ihtiyaç duyduğu ilim olan ilm-i tevile bağlaya­rak ve bunu reddedenlerin Kuran’daki “...kimine inanırız, kimini inkar ederiz diyenler... işte onlar gerçekten kafirler­dir” hükmünce kafir olacaklarını belirterek ilm-i tevilin çevresine yıkılması zor bir zırh koymuştur.

Bu noktadan sonra geriye kalan şey, Fazlullah’ın bu ilme sahip olduğunu yani sahib-i tevil olduğunu ve sahib-i te­vilin bilgisinin her şeyi kuşattığını gös­termek olmuştur. Seyyid İshak bu bağ­lamda önce Hasan Basri’nin başından geçen kıssayı anlatarak ilm-i tevilin kap- sayıcılığını ortaya koymuştur. Bu, ilm-i tevile sahip olan kişinin aslında her şe­yin bilgisine sahip olduğu anlamına gel­mektedir. İkinci olarak da Fazlullah’ın, bu ilme sahip, sahib-i tevil oluşunun anlaşılması için bir takım kriterler orta­ya koymuştur: Yakın gelecekten verdiği haberlerin doğru çıkması ve verdiği her haberin, yaptığı her tevilin doğru olma­sı. Aslında Hâbnâme adlı eser(ler) de, Fazlullah’ın “verdiği haberlerin doğru çıktığı” ve “hiçbir zaman yanılmadığı” fikrini ispatlar özellikte tertiplenmiştir. Dolayısıyla eser, bu kriterleri sağla­yan bir Fazlullah portresi çizerek, onun sahib-i tevil olduğunu göstermiş, buna bağlı olarak da her bilgiye sahip olduğu ve bundan sonra söylemiş olduğu her şe­yin de doğru olacağı sonucuna ulaşmaya çalışmıştır.

Firişteoğlu’nun tercümesinde yer almasa da Seyyid İshak’ın bu açıklama­ları, tevilleri değerlendirirken gözden uzak tutulmaması gereken ipuçlarıdır. Fazlullah’a rüyasında, ilm-i tevilin Hz. Muhammed’in işaretiyle verilmesi de onun sahib-i tevil oluşuna diğer bir delil olarak aktarılmıştır.

Yukarıda yaptığımız sınıflandır­malarda görüleceği gibi Hâbnâmelerde, Fazlullah’a rüya tabir ettiren toplumun her kesiminden kişilerin isim ve/veya mesleklerinin, birçoğunda nereli olduk­larının açıkça belirtilmesi, Fazlullah’ın yaptığı rüya yorumlarını da rüyayı gö­renlerin kabul etmeleri veya bu yorum­lara, şahitler bulunabileceği için, itiraz edememeleri anlatılan olayların doğru­luğunu ispatlama gayreti olarak değer­lendirilebilir. Doğruluğu ispatlanamayacak bir rüyanın tabirinin reddedilmesi gibi bir örneğe ki karşılaşılması çok ola­ğan bir durumdur, Hâbnâmelerde rast- lanılmaması da bu düşünceyi güçlendirmektedir.

Fazlullah’ın rüya tabiri dışında, çevresindeki kişilerin özel hayatlarına ilişkin bazı durumlardan da kerametvari haberler vermesi ve bu haberlerin de şahıslar tarafından onaylanması veya devamında gelişen olaylardan takip edil­diği kadarıyla doğru çıktığının belirtil­mesi, Hâbnâme’nin Fazlullah’ın sahib-i tevil oluşuna ve ilminin derinliğine bir delil olarak yazıldığının en önemli kanıtlarındandır.

Anlatılan rüyalarda gizlenen nok­taların, hatta görülecek rüyaların Faz- lullah tarafından bilinmesi, yanlış bir şekilde anlatılan rüyanın yanlışlığını bilmenin yanında şahıs hakkında isa­betli yorumlar yapılması da Fazlullah’ın sahib-i tevil oluşuna dair işaretlerden­dir. Fazlullah’ın kendi ifadesiyle, bir rüyadan hareketle tüm bir cami cema­atinin geçmiş gelecek hallerinden haber verebileceğini söylemesi ve bir rüyayı beş farklı şekilde yorumlaması aslında yapılan tabirlerin rüyalarla birebir iliş­kili olmamasından kaynaklanmasının yanında elimizdeki Hâbnâmelerin, rüya tabirleri hakkında bilgi vermekten zi­yade Fazlullah’ın sahib-i tevil oluşunu, rüya tabirleri üzerinden göstermeye çalışan eserler olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Bununla birlikte Hâbnâmelerdeki burada bir kısmını örneklediğimiz rüya tabirlerinden dönemin sosyal ve cinsel yaşantısı, insanların değişmeyen zaaf­ları, zevkleri ve hataları hakkında da oldukça zengin veriler elde edilebileceği açıktır. Bu anlamda bu metinler, farklı açılardan yapılacak araştırmalara mü­sait birer kaynak olarak önümüzde dur­maktadır.

NOTLAR

1 Buna örnek olarak Mevlana İzzeddin Şamî’nin rüyasını verebiliriz. Bu rüyada İzzeddin Şamî, Şah Mansur’un Şiraz’dan gelip, İsfahan’ı kuşat­masına rağmen ele geçiremediğini ve geri dön­düğünü görür. Fazlullah’a rüyasını aktardığın­da, gördüğün şekilde olacaktır der. Üç ay sonra (tercümede üç gün) da rüyada görüldüğü gibi olaylar cerayan eder. Bir müddet sonra İzzeddin Şamî rüyasında Şah Mansur’un tekrar gelerek İsfahan’ı aldığını görür. Fazlullah’a gelip sordu­ğunda, Fazlullah rüyada görülenin gerçekleşe­ceğini söyler. Birkaç gün sonra da Şah Mansur gelerek, İsfahan’ı Sultan Zeynelabidin’den alır. Fazlullah bu rüyanın dîd-i vâ dîd kısmından olduğunu söyler (Seyyid İshak, Hâbnâme, vr. 32a-32b). Firişteoğlu’nun tercümesine göre Faz- lullah bu kısım rüyayı muhkemat olarak tanım­lar (Tercüme-i Hâbnâme, Mevlana Müzesi, TY, 2916, vr. 16b).

2

3      اوراد و ذكر خلوت حضرت ايشان از مرك جه انديشى جون جان بقا دارى

4      Bu cümleden sonra, Seyyid İshak’ın Hâbnâme’sinde vr. 22b’de olup da Firişteoğlu tarafından çevrilmeyen şu cümle vardır:

و كاه بودى كه خواب عرض كردندى و ايشان تأويل كردندى. بينندهء خواب كفتى كه من اين را نديده بودم. ايشان فرمودندى كه تأويل اين سخن كه كفتى آنست كه شنيدى.

(Ve gâh olurdu ki rüya arz ederlerdi ve Fazlul­lah tevil ederdi. Rüyayı gören ben bunu görme­dim derdi. Fazlullah buyururlardı ki söylediğin sözün tevili,işittiğindir.)

5      Bu rakamlar, Tercüme-i Hâbnâme’deki rüyala­rın sırasıdır. Seyyid İshak’ın Hâbnâme’sindeki rüyalar H, Nâficî’nin Hâbnâme’sindeki sırala­malar NH ile gösterilmiştir.

6      كلها değil de گلها olarak okursak “siyah çiçek­ler” olur.

KAYNAKLAR

Firişteoğlu (Abdülmecid). no: 2916, Tercüme-i Hâbnâme, Mevlana Müzesi, Türkçe Yazmalar, vr. 1b-60a.

_ . no: 9685, Tercüme-i Hâbnâme, İstanbul Üniver­sitesi, Türkçe Yazmalar, vr. 1b-52a.

_ . no: 1321, Tercüme-i Hâbnâme, İBB Atatürk Ki­taplığı, Osman Ergin Yazmalar, vr. 36a-94b.

İshak (Seyyid). no: 1042, Hâbnâme, Millet Kütüpha­nesi, Ali Emîrî Farsça, vr. 1b-69b.

Nâficî (Nasruddin Hasan). no: 17, Hâbnâme, Vati­kan Ktp, Farsça Yazmalar, vr. 1b-92a.

Usluer (Fatih), 2009, Hurufilik, İstanbul, Kabalci.

 


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar