Print Friendly and PDF

MÜSLÜMAN DÜŞÜNÜRLERİN SAYI HARF İLİŞKİLERİ HAKKINDA YAPMIŞ OLDUĞU ÇALIŞMALAR

 


Sayı-harf ilişkileri Müslüman âlimlerden hadis, tefsir veya fıkıh gibi alanlarda çalışanlar tarafından çok dikkate alınmamıştır. Oysa mutasavvıflar tarafından sıklıkla kullanılmıştır. Tasavvuf erbabı ebced olarak uygulanan sayı-harf ilişkilerine farklı anlamlar da ekleyerek kullanmışlardır. Özellikle harflerin özel anlamlar barındırdığına yönelik düşüncelerinden söz edilebilir.

İslâm âleminde harflerin bazı özelliklere sahip olduğu inancı oldukça eskidir. Huruf- u mukata’a denilen ve anlamı üzerinde ihtilaflı fikirler olan bu harfler hakkındaki yorumlar da bu gibi çalışmalara örnek verilebilir. Ancak sayılar ile bağlantı kurularak harflerin anlamlandırılması fikri Pythagorasçı geleneğin İslam dünyası içerisinde hızla yayılmasına yardımcı olan İhvan-ı Safa Risaleleri ile sağlanmıştır.[1]

Sayı - harf ilişkisi üzerinde duran İslam düşünürleri arasında İbn-ül Arabî (1165­1240) ve ibn-i Haldûn (1332-1406) öne çıkmaktadır. [2]Fakat İbn-i

Arabi klasik sayı harf ilişkisinin dışında harflerin farklı anlamlar içerdiğinden söz eder ve harfleri hem etkilendiği unsurlar hem de etkilediği varlıklarla açıklamıştır. İbn-i Haldun da benzer biçimde harflerin anlamları üzerine yoğunlaşmıştır.[3] Oysa yaygın görüş, sayılar ve harflerin ilişkisinde sayıların gizemi üzerinde durulmasıdır. Bunların yanı sıra İhvan- Safa ve Hurufilik akımları da bu konuda farklı fikirler ileri sürmüşlerdir.[4]

Bu bağlamda sayı-harf ilişkisinin İhvan-ı Safa tarafından nasıl ele alındığını incelemekte fayda vardır.

İHVAN-I SAFA’NIN GÖRÜŞLERİ

Pythagoras’tan önemli ölçüde etkilene[5] İhvan-ı Safa düşünürleri Südur teorisini sayılar yardımı ile açıklamaya çalışmışlardır.[6] Bu ekolden etkilenen düşünürlerin kaleme aldığı eserlerde sayılara yüklenen anlamlar aşağıdaki gibidir:

Bir: Âlemin kaynağıdır. Ondan südur etmiştir. Asla bölünemez bu özelliği de kaynaklığına işarettir. Bir’in sahip olduğu ilim tevhid ile açıklanır. İhvan-ı Safa’ya göre bir Allah’ı temsil eder.[7]

İki: Sayıların temeli olan birin bire eklenmesi ile oluşur. Kur’an-ı Kerim’deki ‘ Herşeyden çift çift yarattık ki düşünüp öğüt alasınız.’[8] ayetinde iki sayısı önemle vurgulanır. Her nesne en az iki boyutu ile (olumlu- olumsuz, iç- dış, yüksek- alçak, ince- kalın, vb) ele alınır.

Üç: Tek sayıların ilkidir. 1’i sayı kabul etmediklerinden tek sayıları üç ile başlatırlar. İhvan-ı Safa risaleleri üç sayısını kâinatın üç boyutuyla ilişkilendirirler. Zamanı da benzer biçimde üç boyutlu olarak geçmiş, şu an ve gelecek şeklinde incelerler.

Dört: Kare sayıların ilkidir ve mükemmelliği simgeler. Allah’ın kâinatta her şeyi dört unsur ‘hava-ateş-toprak-su’ üzere yarattığından söz edilir. Aynı zamanda kâinat üstü varlıkları Tanrı - Külli Akıl- Külli Nefs- İlk Madde olarak dört sayısı ile ilişkilendirirler. Tabii şeyleri de ‘kuruluk-yaşlık-sıcaklık-soğukluk’ benzer biçimde dört ile açıklarlar.[9]

Beş: Beş ilk dairesel sayıdır. Doğurgan veya dönüşlü sayı olarak da adlandırırlar.

Altı: İlk tamsayıdır. Bunun nedeni ise çarpanlarının toplamı kendisini verir.

Yedi: İlk Kamil sayıdır. İlk tek sayı ile ikinci çift sayının toplamı olması dolayısı ile bu şekilde adlandırılırlar.

Sekiz: İlk kübik sayıdır. İlk çift sayının küpü olduğu için bu şekilde adlandırılır.

Dokuz: İlk tek kare sayı olarak adlandırılır.

Dört varlığı ve dört prensibi de sayılar vasıtası ile aşağıdaki gibi açıklarlar.

1

Tanrı

1+1=2

Külli Akıl

1+2=3

Külli Nefs

1+3=4

İlk Madde

4+1=5

Tabiat

4+2=6

Cisim

4+3=7

Felek

4+3+1=8

Unsurlar ve elementler

4+3+2=9

218

Bileşikler: Madenler, bitkiler, hayvanlar.

 

İhvan-ı Safa düşünürlerinin sayılara dair öne sürdükleri fikirlerin Pythagorasçılığa benzer olduğu farkedilmektedir. Bu bağlamda edebiyatçıların veya mutasavvıfların kullandıkları yöntemlerden ayrışarak sayı-harf ilişkilendirmesi yerine evrenin yaratılışını ve yaratıcıyı sayılar yardımı ile açıklamaya çalışmışlardır.

İBN-ÜL ARABÎ’NİN GÖRÜŞLERİ

İbn-ül Arabî 7 Ağustos 1165'te (H. 27 Ramazan 560'da) İspanya'nın Mürsiye (Murcia) şehrinde doğan İbn-ül Arabî, saygın ve eğitimli bir aileden gelmektedir. [10] [11] Saygın bir kişi olan babası Ali b. Muhammed hem hükümdarın hem de ünlü filozof İbn-i Rüşd'ün dostuydu. Annesi ise dindarlığıyla meşhur biriydi. Ailenin diğer fertleri gibi dindar olan amcası Abdullah b. Muhammed seksen yaşından sonra 219

tasavvuf yoluna girmişti.

Sekiz yaşına kadar doğduğu yer olan Mürsiye'de ilk eğitimini alan İbn-ül Arabî, daha sonra İşbiliye'ye (Sevilla) geldi. İlerleyen yaşlarda babasıyla Kurtuba'ya giderek İbn-i Rüşd (ö. 1198) ile tanıştı. Onun sorduğu felsefî sorulara tasavvufî cevaplar verdi. Yine bu yıllarda Salih Adevî'nin öğrencilerinden Ebu Ali Hasan Şekkaz isimli bir şeyhle tanıştı. 1185 senesi İbn-ül Arabî'nin tasavvufu bir hayat tarzı olarak belirlediği dönüm noktası oldu.[12] [13] [14] Tasavvuf yoluna giren İbn-i Arabi düşünsel olarak da İhvan-ı Safa nın yeni Eflatuncu görüşlerinden etkilenmiş ve bunu birçok eserinde ortaya 221

koymuştur.

Tarihin önemli mutasavvıflarından ve düşünürlerinden olan İbn-ül Arabî kaleme aldığı eserlerle yaşadığı dönemi aşarak günümüze kadar ulaşmıştır. Tasavvufu felsefe ile harmanlayan İbn-i Arabi, özellikle harflere yüklenen mistik anlamların onların büyülerinden tamamiyle arınık olduğundan söz eder.[15] İbn-ül Arabî’ye göre: “Sayı, ilahî hazrette bilkuvve mevcut ilahî bir sırdır. Bu sırra muttali olup onunla amel edene sayının sırları, ruhları ve menzilleri açılır.”[16] Yazmış olduğu birçok eserin yanı sıra Fütuhât-ı Mekkiyye’de yer verdiği harfler ve anlamları konulu kısım ise bu çalışmada Müslüman düşünürlerin sayı ve harf ilişkileri açısından değerlendirmelerine ışık tutacaktır.

Yukarıda yer verilen ifadede İbn-ül Arabî sayılarda var olan mistik anlamlardan söz etmektedir. Ancak bununla birlikte ona göre harfler de özel anlamlar içermektedir.

İbn-i Arabi her bir harfin özel bir mertebesi, evrende etki ettiği bir varlık ve Allah ile ilişkisi olduğuna vurgu yapar. Aşağıda her harfin mertebesine, tabiatına ve dâhil olduğu feleğe yer verilecektir. Harflerin gruplanma biçimi Arabî’nin sınıflandırmasına özgüdür. Ebcedde yer verilen gruplandırma burada görülmemektedir. Ortak özellikleri sırası ile mertebeleridir.

Harfler: Mertebeleri, Felekleri, Tabiatları

İbn-ül Arabî’ye göre harfler dört mertebeden oluşur. Elif, Ze ve Lam harfleri birinci mertebededir ve yedi felekten oluşur. İkinci mertebe harfleri Nun, Sad ve Dat’tır ve sekiz felekten meydana gelmiştir. Üçüncü mertebe dokuz felek olan harflerdir. Bunlar Ayn, Ğayn, Sin ve Şın’dır. Dördüncü mertebe ise on felek olan harflerdir. Bunlar ise diğer harflerdir. Bu harfler on sekiz tanedir ve her birisi on felekten meydana gelmiştir. Bu harflerin meydana geldiği feleklerin toplamı iki yüz altmış birdir.[17] [18]

Yedi mertebeden meydana gelen Elifin dışında Ze ve Lam harflerinin tabiatı sıcaklık ve kuraklıktır. Elifin tabiatı ise sıcaklık, yaşlık, soğukluk ve kuruluktur. Yani hepsini kapsamaktadır. Elif komşu olduğu âlemlere göre tabiatını değiştirir. Yani sıcakla beraber sıcak, yaşla yaş, soğuk ile soğuk ve kuru ile kuru olarak etkisini gösterir. Sekiz felekten meydana gelen harflerin tabiatı sıcak ve kurudur. Dokuz felekten meydana gelen Ayn ve Ğayn harflerinin tabiatları soğukluk ve kuruluktur. Sin ve Şın’ın tabiatları ise sıcaklık ve kuruluktur. On felekten meydana gelen Ha ve Hı harfleri soğuk ve kuru diğerleri ise sıcak ve kurudur. Ayrıca He ve Hemze soğuk 225 ve yaştır.22

Feleklerde girişiklik ve iç içe geçmeler söz konusu olmakla beraber hareketinden sıcaklığın meydana geldiği feleklerin sayısı iki yüz üç felektir. Hareketinden kuruluğun meydana geldiği felekler ise iki yüz kırk bir felektir. Hareketinden yaşlığın meydana geldiği feleklerin sayısı ise yirmi yedi felektir.

Yedi feleğin hareketinden ilk dört unsur meydana gelmiştir. Onlardan özellikle Elif harfi var olmuştur. Yüz doksan altı feleğin hareketinden bilhassa sıcaklık ve kuruluk özellikleri taşıyan Ba, Cim, Dal, Vav, Ze, Ta, Ze, Kef, Lam, Mim, Nun, Sad, Dat, Kaf, Re, Sin, Ta, Se, Zal, Zı ve Şın harfleri meydana gelmiştir. Seksen sekiz feleğin hareketinden soğukluk ve kuruluk tabiatından olan Ayn, Ha, Ğayn, Ha harfleri oluşmuştur. Yirmi feleğin hareketinden, yaşlık ve kuruluk vasfı taşıyan He ve Hemze ortaya çıkmıştır. Lam-Elif ise yedi, yüz ve doksan altı feleğin karışımından meydana gelmiştir. He ve Hemzeyi dördüncü felek döndürür ve uzak feleği dokuz bin senede kat eder. Ha, Hı, Ayn, Ğayn’ı ise ikinci felek döndürür ve uzak feleği on bir bin senede kat eder. Diğer harfleri ise birinci felek döndürür ve uzak feleği yirmi bin senede kat eder. [19] Verilen bu benzerlikler kozmik olan evrenin sembolik manalarının söze yansıması olarak görülebilir. İlk etapta hiçbir anlam ifade etmeyen bu ifadeler kâinat ile insanın harf simgesi yardımı ile Bâtıni olarak karşılaştırılması olarak yorumlanabilir.

Harfler Âlemindeki Mertebeler

Kendisine ait harfler Ze, Elif ve Lam olan yedili mertebeye yani ilahi mertebeye aittir. İlahi mertebeyi oluşturan Elif, Ze ve Lam harfleri “ezel” başlangıcın reddine işaret eder. Bu harflerin basitleri ise sayıca birdir. Nun, Sad ve Dat harflerinin ait olduğu ikinci mertebesi ise insanın harfler âlemini temsil eder. Bunlar da beşeri mertebeyi temsil eder. Ayn, Ğayn, Sin ve Şın’ın ait olduğu dokuzlu mertebesi ise harfler âleminden cinlerde etkisini gösterir. On felekten oluşan harfler mertebesi ise meleklerde kendini gösterir.[20]

İlahi mertebe ile beşeri mertebeler arasındaki karşılaştırma harfler üzerinden yapılamaya çalışılmıştır. Bu karşılaştırma özellikle Arabi ekolünü takip eden düşünürler tarafından oluşturulan metinlerde kullanılacak eşanlamlı kelimelerin seçilimi açısından harflerin mertebeleri dikkate alınarak kullanılmasına sebebiyet vermiştir. Böylece birebir sayı harf eşleştirmesi yerine sayılarla harf grupları arasında bu eşleştirme yapılmıştır. Ayrıca harfler hakkında yapılan eşleştirme sayılarla sınırlandırılmamış daha kapsamlı yorumlanmıştır.

Harfler Hakkında

Ebced’in kullanım sahalarından olan isim belirlemede Arabi’nin harflerin anlam ve mertebelerinin önemine dikkat edilmiştir. Ancak sayısal değerlerin ebcedden farklı olması bazen kafa karışıklığına neden olmuştur. Ayrıca ifadelerin tasavvuf terimleri ile de örtüşmemesi anlaşılırlık açısından sıkıntı teşkil etmiştir. Bu nedenle çok yaygın bir kullanım haline dönüşememiştir.

FAZLULLAH-I HURUFİ’NİN GÖRÜŞLERİ

İslâm Dünyası'nda Hurufilik adında bir inanç sistemi geliştiren ve bunu bir fırka halinde yayan Esterâbâdlı Fazlullâh-ı Hurufi (1339-1394)’dir. XIV. asrın sonlarında Hurufi, İran'ın Esterâbâd şehrinde görüşlerini yaymaya başlamıştır. Eski devirlerden beri ezoterik düşüncelerin kolaylıkla muhatap bulduğu İran'da, Fazlullâh-ı Hurufi batıni yorumlarıyla bilinen Şeyh Hasan-ı Cûri (ö. 743/1342-3) ve onun halifelerinin tesiri altında kalarak kendi fikirlerini oluşturmaya çalışmıştır. Fazlûllâh, Bâtınilerin te’vil metotlarını değerlendirerek, harflerin önemini ve onların sayılarla olan ilişkilerini ortaya koymuştur. Bu çerçevede dini emir ve hükümleri Arap ve Fars alfabelerindeki yirmi sekiz ve (yirmi sekiz+dört) otuz iki harfe uyarlamıştır.[21] Hurufiler, Allah'a ait sırların harf ve sayılarda gizlendiği kabul edilen manalarına ulaşmaya çalışmışlardır.

Ortadoğu’da doğmuş olmasına rağmen Helenistik ve Gnostik öğelerle süslenen bir akım olan Hurufilik sayılar ve harfler arasındaki ilişkileri temeline alarak çeşitli tılsım, sihir ve büyü gibi uygulamalarda kullanılmıştır. Tarih boyunca insanların ilgisini çeken gizil güçlere yüklenen mistik anlamlar Hurufilikte kendini net bir biçimde gösterir.

Hurufilik, bağımsız bir mezhep olarak şekillenmemiş ancak fikirsel anlamda bir yorum ekolü olarak lokal etkiler göstermiştir. Hurufiliğin Osmanlı’da da özellikle Fatih Sultan Mehmet döneminde saraya kadar etki ettiğinden söz edilebilir. Ancak kaynaklardan edindiğimiz bilgiler ışığında Hurufiliğin genel olarak müslümanlar arasında kendisine çok sağlam bir yer bulamadığı söylenebilir. [22] Fazlullah-ı Hurufi’nin aşırı görüşleri sebebiyle idam edilmiş olması ve taraftarlarının hemen her dönemde çeşitli baskılar görmesi bunun başlıca nedeni olarak değerlendirilebilir.

Fazlullâh-ı Hurufi, otuz iki yaşında iken kurduğu fırkayı, önceleri Tebriz ve İsfahan'da yaymaya başlamış ve yaptığı rüyâ tabirleriyle büyük şöhret kazanmıştır. Kurduğu Hurufilik fırkası kısa bir zamanda İran'ın her tarafına yayılmıştır. Fazlullâh Arap Alfabesindeki yirmi sekiz harfe ek olarak Fars alfabesinde yer alan dört harfi dikkate alarak çeşitli yorumlar yapmıştır.[23] Ancak onun İslam dünyasında tepki toplamasının en önemli gerekçesi Kur'ân-ı Kerim'i saf dışı bırakarak kendi fikirlerinin ana kaynak kitabı olan Câvid-nâme isimli eserini telif etmiş olmasıdır. [24]

Böylece akımın kurucusu olan Fazlullâh-ı Hurufi özel bir konuma oturtulmaktadır. Bilhassa yazmış olduğu Câvid-nâme adlı eseri kutsal bir metin olarak görülmekle birlikte Kuran’ın da Fazlullah’ı işaret ettiğine inanılmaktadır. Bu bakımdan Kuran’da geçen Fazl sözcüğü üzerinde özellikle durulmaktadır. Zira bu kelime Hurufilere göre Fazlullah’ı göstermektedir. "Bu Rabbimin faziletindendir" (en-Neml, 27/40) ve "Bu Allah'ın faziletidir" (el-Maide, 5/54) ayetlerinde olduğu gibi, Kuran-ı Kerim'de geçen (Fazl:^-^-d) kelimesinden kastedilenin Fazlullâh-ı Hurûfi olduğu ve insanın yüzünde de (Fazl:^-^-d) isminin okunduğu iddia edilir.[25]

Hurufiliğin kurucusu Fazlullâh’a göre, mutasavvıfların da belirttiği gibi, Allah gizli bir hazinedir (kenz-i mahfı). Ancak Allah yarattıklarında tezahür eder. Gizli bir hazine olan Allah’ın ilk tecellisi kelâm şeklinde tezahür eden seslerdir. Sesin kemâli ise kelâmdır. Kelâm da ancak insanlarda zuhûr eder ve kendisini sözle gösterir. Söz de harflerden meydana gelmiştir. Ses canlılarda bilfiil; cansız varlıklarda bilkuvve 233 mevcuttur.

Fazlullah-ı Hurufi çeşitli mistik yöntemlerle kendisine harflerin anlamlarının bildirildiğinden söz eder. Arap alfabesinin 28 harfine ilaveten 4 Farisi harfin de anlamının kendisine bildirildiğini söyler.[26] [27]

Hurufilere göre Allah, tüm varlıkları yedişer hatlı iki surette yaratmıştır. Evrendeki bu yaratılış kaidesinin en bariz yansıması da insandır. Bu iki hat hutût-ı ebiyye (baba hatları) ve hutût-ı ümmiyye (ana hatları) olarak adlandırılmıştır. Ayrıca bu yansımalar insan suretinde 28 ve 32 sayıları ve bunların katları veya bu iki sayının toplamı olarak kendini gösterir.[28]

28 sayısına atfedilen örnek kısaca şu şekilde özetlenebilir: İnsan iki kaş, dört kirpik, bir saç olmak üzere toplam yedi hatla doğar. Bu hatlar mahâlleri ile birlikte on dört olur. Zamanla bu on dört hatta iki yanak hattı, iki sakal, iki bıyık, bir çene altı ve bunların da mahâlleri eklenir. Böylece 28 hat ile Allah’ın bir sureti olan insan tamamlanmış olur. Burada sadece erkeksi hatların varlığı üzerinden bir gönderme yapılması ve 14 hattın eksikliği ile kadının da burada göz ardı edilmesi dikkat çekicidir. Bunun dışında Kuran’ın yazıldığı Arap dili alfabesinin 28 olmasını da Allah’ın başka bir tecellisi olarak değerlendirirler.[29] Bu yedi hat hava, su, ateş ve toprak gibi dört unsurdan meydana geldiği için her biri dört farklı özelliğe sahip hat gibi kabul edilerek yedi ile çarpılırsa yine yirmi sekiz elde edilir.

Eğer saçı ortadan ikiye bölersek, bu yedi hat sekiz olur. Dört unsur ile çarpımı otuz iki olur. Âlemde her ne varsa otuz ikiye tatbik olunur. Bütün kâinat dokuz felek, on iki burç ve yedi seyyareden ibaret olup, bunlara dört unsuru ilave edersek otuz ikiyeçıkar. Otuz ikinin dışında başka bir şey mevcut olamaz.[30]

Hurufi gelenekte temel alınan 28 harfin katları ve toplamları üzerinden de çeşitli yorumlar yapılmıştır.[31] Hurufilere göre 28’in dörtte biri olan 7, Fatiha suresinin ayet sayısına denk olması Allah’ın Kuran’da tecelli ettiğini gösterir. Benzer biçimde Besmele de yedi harften oluşur. Hurufiler bunun dışında yedi sayısının işaret ettiği belli sözcüklerle sayı harf ilişkilerine göndermede bulunurlar.[32]

Hurûfiler, Kuran'da manası açık ve kesin (muhkem) ayetler ile sûre başlarındaki (huruf-ı mukatta’a) ve manası anlaşılamayan yani çeşitli tevile müsait (muteşâbih) ayetler hakkında, tefsir âlimleriyle aksi görüştedirler. Hurufilerce Kuran'ın sırrının yirmi dokuz surenin başında yer alan huruf-ı mukatta’ada toplandığı kabul edilmiştir. Bu harfler on dört adettir: ( ). Bu on dört mukatta’a harflerine Hurufiler “huruf-ı muhkemât” adını verirler. Huruf-ı mukatta’a telaffuz edildiği gibi yazılırsa huruf-ı muhkemat on yedi tane olur. Bu harflerin imlâlarında 14 mukatta’a harfi arasında yer almayan elifde “f’, sad'da “d” ve nun'da “v” harfleri bulunur. Bu üç harfin ilâvesiyle hurûf-ı muhkemât on yedi olur. Hurufi gelenekte Arap Alfabesindeki bu on yedi harfin dışında kalan on bir harfe ( ) “huruf-ı müteşâbihât” adı verilir.[33]

Hurufîlerce asıl kelam-ı İlâhi bu on dört huruf-ı mukata’adır. İnsan yüzü de ondan oluşturulmuştur. İnsan yüzündeki ana hatlarının kendileri ve bulundukları yer itibariyle toplam sayıları olan on dört ile hurûf-ı mukattaa’nın on dört eşitliği buna delil gösterilir.[34]

Yaratılmış olan herşeyi alfabede bulunan harf adedi, belli sayılar ve bu sayıların katları ile açıklamaya çalışan Hurufilerde birebir sayı-harf eşleştirmesine rastlanmamaktadır. Eşleştirmenin aksine antik kültürlerde var olan kutsal yedi inancından hareketle yedinin katları ile alfabedeki harf sayısını açıklamaya çalışmışlardır. Hatta sadece bununla yetinmemişler bu sayıyı evreni ve insanı açıklamak için de kullanmışlardır.

Kaynak: Canan AĞYÜREK, Çeşitli Dinlerde Sayı- Harf İlişkileri



[1]    Bayram Ali Çetinkaya, “İhvan-ı Safa Felsefesinin İbnü’l-Arabî Düşüncesindeki İzdüşümleri”, İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi( İbnü’l Arabî Özel Sayısı-2), S. 23, 2009, ss.131-147.

[2]    Hilmi Ziya Ülken, İslam Felsefesi “Eski Yunan’dan Çağdaş Düşünceye Doğru”, İstanbul, Ülken Yayınları, 1983, s.2.

[3]      İbn-i Haldun, s. 286-290.

[4]    Gernot Wındfuhr, “Jafr”, Encyclopaedia Iranica, Vol. XIV, New York, 2008, s.369.

[5]    Ömer Faruk Altıparmak, “İhvan-ı Safa ve Tasavvuf’, Tasavvuf: İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, C: IX, S. 22, 2008, ss. 81-102.

[6]    Bayram Ali Çetinkaya, Sayıların Gizemi ve Tasavvufun Dinamikleri-İhvan-ı Safa Modeli, İstanbul, İnsan Yayınları, 2008, ss: 64-74.

[7]     Bayram Ali Çetinkaya, “İhvan-ı Safa Felsefesinde Sayıların Gizemi Üzerine Bir Çözüm Denemesi”, Felsefe Dünyası, S.1, 2003, ss.87-120.

[8]    Zariat 49

[9]    Çetinkaya, Sayıların Gizemi, s. 72.

217  Çetinkaya, Sayıların Gizemi, ss: 64-74.

218  Çetinkaya, Sayıların Gizemi, s. 72.

[12]  A.E.Afifi, Muhyiddin İbnu’l- Arabî’nin Tasavvuf Felsefesi, çev: Mehmet Dağ, Ankara, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1975, ss. 15-16.

[13]  Afifi, ss. 15-16.

[14]  Bayram Ali Çetinkaya, “İlk Ansiklopedik Metinler Olarak İhvan-ı Safa Risalelerinin Bilimsel ve Entelektüel Anlamı, Dini ve Felsefi Metinler”, Yirmibirinci Yüzyılda Yeniden Okuma, Anlama ve Algılama Sempozyumu, C. I, İstanbul, 2012, ss. 201-229.

[15]Pierre Lory, “İbn-i Arabî Eserlerinde Dil ve Harfler Sembolizmi”, Bilimname X, çev: M. MustafaÇakmaklıoğlu, S.1, 2006, ss.173-182.

[16]    Osman Nuri Küçük, “İbn-ül Arabî Düşüncesinde Varlığın Tasavvufi Yorumunun Sayı Metafiziğine Uzanan Yorumları”, İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, S.23, İstanbul, 2009, ss. 373-411.

[17]  Muhyiddin İbn-i Arabî, Fütuhat-ı Mekkiyye 1, çev: Ekrem Demirli, İstanbul, Litera Yayıncılık, 2015, ss. 138-140.

[18]  İbni Arabî, Futuhat, s.141-144.

[19]  İbni Arabî, Futuhat, s.143.

[20]  İbni Arabî, Futuhat, s. 144.

[21] Hasan Hüseyin Ballı, “Hurufilik”, e-makâlât Mezhep Araştırmaları, C: IV, S: 2, 2011, ss. 31­48.

[22]  Ballı, s. 31-48.

[23]   Mehmet Atalan, “Şia’da Cifr İlminin Yeri”, Dini Araştırmalar, C: 9, Mayıs-Ağustos 2006, ss.109-123.

[24]   Abdulbaki Gölpınarlı, Hurufilik Metinleri Kataloğu, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1989, ss. 2-12.

[25]  Gölpınarlı, ss. 2-12.

[26] Gölpınarlı, ss. 16-24.

[27]Ahmet Akdağ, Özer Şenödeyici, “Hurufilikte Ebced Hesabının Kullanımına Dair Bir Risale”, Mediterranean Journal of Humanities, C. IV, S. 2, 2014, ss.227-237.

[28]  Fuzuli Bayat, “Hurufilik Merkezleri ve Anadolu’da Hurufilik”, Uluslararası Türk Dünyası İnanç

Merkezleri Kongresi Bildirileri, Ankara, 2004, ss. 261-277.

[29]  Bayat, ss. 261-277.

[30]  Gölpınarlı, ss. 16-24.

Bayat, ss. 261-277.

Bayat, ss. 261-277.

Gölpınarlı, ss. 25-33.

Gölpınarlı, ss. 25-33.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar