Print Friendly and PDF

İlişkiler ve Düşünceler Arasında İnsanlık Biçimleri...Vanya Dayı

 

Sonya:
Tanrı bize acıyacak ve parlak, güzel, mutlu bir hayat yaşayacağız.

 Bu dünyadaki hayatımıza, mutluluk ve sevecenlikle bakacağız.

 Ve gülümseyeceğiz.

 Ve yeni yaşamımızda dinleneceğiz, dayıcığım.

 Kalpten inanıyorum.

 Meleklerin şarkıları eşliğinde dinleneceğiz elmaslarla kaplı göğün altında.

 Aşağı baktığımızda kötülüğü göreceğiz,

dünyadaki tüm kötülükleri ve çektiğimiz acılar,
mükemmel merhamet karşısında silinecek.

 Hayatımız bir okşayış kadar tatlı olacak.

 Bu dünyada mutluluğu hiç tatmadığını biliyorum.

 Ama azıcık bekle.

 Biraz bekle, dayıcığım.

 Dinleneceğiz.

 Dinleneceğiz.

42. Caddedeki Vanya (1994) Vanya on 42nd Street

 119 dk

Yönetmen:Louis Malle

Senaryo:Anton Chekhov, David Mamet, Andre Gregory

Ülke:ABD

Tür:Komedi, Dram, Romantik

 Vizyon Tarihi:13 Eylül 1994 (Kanada)

Dil:İngilizce

Müzik:Joshua Redman

Oyuncular

Phoebe Brand

Lynn Cohen

George Gaynes

Jerry Mayer

Julianne Moore

Özet

Rus yazar Anton Çehovun Vanya Dayı adlı oyununu beyaz perdeye uyarlayan Vanya 42.Caddede, oyunun, harcanmış hayatlar, yalnızlık, umut ve umutsuzluk temasını öne çıkartan bir yapım. Eski dostlar bir araya gelir ve Manhattan sokaklarından geçerek ilk buluşmalarına giderler. Daha biz ne olduğunu anlamadan oyun sahnelenmeye başlar. Oyuncular hâlâ sokak kıyafetleri içindedir ve fakat seyirci kendini bir anda Rusyada bulur. Vanya Dayı, yıllardan beri ölmüş kızkardeşinin kocası Serbryakovun malikanesini idare etmiştir. Şimdi, yeni karısı Yelenayla eve gelmektedir.

Kitap Özeti

Emekli Profesör Serebryakov ve genç eşi Yelena,köyde bulunan ölen karısının çiftlik evine gelirler. Profesör, emekli olunca buraya gelmişlerdir. Burada ilk eşinden olan kızı Sonya, ilk eşinin erkek kardeşi Vanya, eski kayınvalidesi ve dadı yaşamaktadır. Profesör, eski yaşamını özler, hastalıkları ve buna yaşlılık da eklenince hayat çekilmez olur. Yelena, genç ve güzeldir. Vanya Dayı ve Sonya, çiftliğin tüm işlerini canla başla yıllarca yapmış, kazandıkları parayı profesöre yollamışlardır. Ancak Vanya görür ki eski eniştesine verdiği değer boşunadır. Profesörün yaptığı çalışmaları yararsız bulur. Onlar eve geldiğinden beri düzenleri bozulmuştur. Yemek saatleri değişmiştir. Profesör Serebryakov, odasında çalışır, çiftliğin işleriyle ilgilenmez. Eşi Yelena da pek iş yapmaya meraklı olmayan, amaçsız biridir. Vanya Dayı, eski eniştesinin bir karizma oluşturup kadınları etkilemesine şaşırır.

Vanya Dayı ve aileye belli aralıklarla uğrayan Doktor Astrov, Yelena’ya aşıktır. Sonya da doktora aşıktır. Profesör ve eşi geldiğinden beri işlere dokunmuyorlar, aktif çalışmıyorlardır. Doktor ise ağaçlarla ilgileniyordur.İnsanların dünyayı tüketip kaynakları kuruttuğunu anlatır.

Bir gün profesör salonda toplantı yapacağını duyurur. Bu toplantıda profesör, oradan yeterince para kazanılmadığını söyler. Satıp, başka bir şekilde değerlendirmek istiyordur. Vanya Dayı, buna şiddetle karşı çıkar. Çünkü:orası ölen kız kardeşinden kalmıştır. Vanya Dayı, profesöre ateş açar. Bunu nasıl yaptığına şaşırır.

Profesör ve Vanya barışır. Evdekilerle vedalaşıp profesör ve Yelena başka bir yerde yaşam sürmek için giderler. Doktor da uzun bir süre gelmemek üzere oradan ayrılır. Yelena, gitmeden önce doktora olan ilgisini itiraf eder.

Sonya ve dayısı çalışma masasına oturup işe koyulurlar.

Karakterler

Vanya; Her şeyden umudunu yitirmiş gibi görünse de Yelena‟ya olan aşkıyla umudunu belli eder.

Astrov; Mesleğinin bilincindedir. Yetiştirdiği ormanlarla gelecek nesillere iyi ve güzel bir dünya bırakmak ister.

Serebriyakov; Taşradan nefret eder, kent yaşamına dönmek ister.

Sonya; Sabreder belki bir gün her şey düzelecektir. Astrov belki onu sevecektir.

Yelena; Can sıkıntısını geçirmek için değişik şeylerin hayalini kurar.

Yorum

Vanya Dayı,  toplum ahlakının çökmüş yönlerini, insanların arasındaki ilişkileri, insanların sadakatsizliğini acıklı bir şekilde anlatmaktadır. Filimdeki karakterler, çırpındıkları umutsuzluk çıkmazında geleceğin daha iyi olacağı umuduyla yaşama tutunmaya çalışsalarda birbiriyle olan ilişkilerinin düşüncelerinden  farklı olduğunu görmekteyiz.

Herkes içindekilerini dışa vurunca mutluluk veya mutsuzluk arasında kaldıklarını da ortaya çıkıyor.

Filimde hatırda saklanacak düşünceye yön verecek çok güzel sözler var. Sonuçta insan çürümüşlükle, edilgenlikle, ruhsal körlük ve çöküntü ile mücadele etmeli. Bunu içinde  önce kendi yaşamından memnun olmalı, bu bilinçle hareket  gerçek yaşama adım atabilirler.

Altyazı

- NasıIsın?

 - İşte Wal!

 - Selam, Wal.

 - Prova beşte değil miydi?

 Beşi çeyrek geçe.

 - Nedir bu?

 - "Knish".

 Ah!

 işte, Wally!

 Selam.

 Sizi görmek ne güzel.

 Andre, bu Bayan Chao.

 Bu yaz Berlin'de tanıştık.

 Provayı izleyebilirler mi?

 Tabi, memnuniyetle.

 Tam gününde geldiniz.

 Bütün oyunu prova edeceğiz.

 Harika!

 Bu, arkadaşım Flip Inonu.

 Biliyor musun, Bayan Chao bana büyükbabasının, Çehov'u Bengal diline çevirdiğini anlatıyordu.

 - Bu çok zaman önceydi.

 - Vay canına!

 Biliyor musun, ben 'Vanya Dayı'yı hiç izlemedim.

 Sahi mi?

 Şüphesiz Andre kimi oynuyor?

 O yönetmen.

 - Selam, Phoebe.

 - Selam.

 Seni, kuzenimin yeğeni Tucker'le tanıştırayım, Toledo'dan.

 Ne muazzam bir yer.

 Ne zaman inşa edilmiş?

 YüzyıIın başlarında.

 Uzun süre boş kalmış.

 Aslında biz de bundan faydalanıyoruz.

 Sahneyi kullanamıyoruz çünkü ipleri fareler yemiş.

 Yorgunluktan bittim.

 Larry, 25 yıIdır senin dinlendiğini hiç görmedim.

 Selam, Jerry.

 Selam Andre, nasıI gidiyor?

 Bu kabartmaları seviyorum.

 Bu yüzler, gerçek Shakespeare oyunlarından kalma.

 Tanrım, korkunç yorgunum.

 Dün gece hiç uyuyamadım.

 Burada, Ziegfeld revülerinin temsilleri olurmuş.

 Dediklerine göre soyunma odaları 500 oyuncuya hizmet edebiliyormuş.

 Oldukça tehlikeli, çünkü tavandan su sızıyor ve sıvaların dökülmesini engellemek için bu örtüleri germişler.

 - Adımına dikkat et, Phoebe.

 - Ben iyiyim.

 - Sen yorgun görünüyorsun.

 - Aklımı kaçırmak üzereyim.

 İki oyunda daha oynuyorum.

 Ekstra provalara çağırıp duruyorlar.”

 Hearts and Minds Cafe"deki oyunun ezberleri için sabah altıda kalktım.

 O tiyatroyu hiç duymadım.

 Gerek de yok zaten.

 Teşekkürler, Liz.

 İIk perdedeki performansım iyi miydi?

 - NasıI hissediyorsun?

 - Çok gerginim.

 İşin özü de bu!

 - Bugün yüzmeye gittin mi?

 - Hayır, akşam gideceğim.

 - Yüzmezsem kımıIdayamıyorum.

 - Benimle gel, kahve alacağım.

 - Annen mi?

 - Evet, annem.

 Çok zor biriydi.

 Beni deli ederdi.

 Harabeye dönmüş ama yine de çok güzel.

 - Wally soyunacak mı?

 - Hayır, hayır, ben sadece Ben yapabilirdim, biliyorsun.

 - İçer misin?

 - Hayır, teşekkürler.

 Canım istemiyor.

 Peki ya biraz votka?

 Bugün olmaz.

 Her gün içmek bana iyi gelmiyor.

 - Birbirimizi ne zamandır tanıyoruz?

 - Ne zamandır mı?

 Bir düşüneyim.

 - 11 yıIdır.

 - Ne kadar değiştim, peki?

 - Ne kadar mı?

 - Evet.

 Sanırım, çok fazla.

 O zamanlar gençtin, artık yaşlandın.

 Eski yakışıklıIığından eser yok.

 Hem artık içiyorsun.

 - On yıIda bambaşka biri olup çıktım.

 - Doğru.

 Neden?

 Neden?

 Çünkü çok çalışıyorum.

 Bütün gün ayaktayım.

 Her gece yatarken, hastaya çağıracaklar diye korkuyorum.

 Seninle tanıştığımızdan beri tek bir boş günüm olmadı.

 Böyle bir hayat yaşarken insan nasıI yaşlanmaz?

 Daha ölmedim gerçi hâlâ biraz coşkum, bazı düşüncelerim var ama duygularım köreldi.

 Sıkıcı biri oldum.

 Hiçbir şey istemiyorum sevdiğim hiç kimse yok bir şeye ihtiyacım yok.

 Seni seviyorum, şüphesiz.

 Büyük Perhizin 3.

 haftası Malitskoi'ye çağırdılar.

 Tifüs salgını.

 Bir sürü kulübe var insanlar yerlerde, yan yana yatıyorlar.

 Dana ve domuz yavrularıyla hastalar aynı odada.

 Bütün gün tek lokma yemeden çalıştım.

 Eve geldim, dinlenmek için uzanmıştım ki bir makasçı getirdiler.

 Tren çarpmış.

 Ameliyat etmek için masaya yatırdım ve adam öldü.

 Kloroform yüzünden.

 Onu kasten öldürmüşüm gibi vicdanım sızlamaya başladı.

 Oturdum, gözlerimi kapadım ve düşündüm: Bundan yüz yıI sonra bizden sonra gelenler yollarını açtığımız o insanlar bizi iyi anacaklar mı, yaptığımız iyi şeyleri hatırlayacaklar mı?

 Dadıcığım, hiç sanmıyorum.

 İnsanlar hatırlamaz ama Tanrı hatırlar.

 Teşekkürler.

 Ne güzel söyledin!

 - İyi uyudun mu?

 - Evet, oldukça.

 Bir şey diyeyim mi, profesörle karısı geldiğinden beri hayatım tamamen alt üst oldu.

 Gündüz uyuyorum, gece ayaktayım adını bilmediğim şeyler yiyorum şarap içiyorum.

 Eskiden düzenli bir hayatım vardı çalışırdım bu Sonya hâlâ çalışıyor ama ya ben ne yapıyorum?

 Modern yaşam!

 Kesinlikle haklısın!

 Evet, profesör öğlene kadar uyuyor.

 Semaveri o kalkana kadar kaynatmaya devam ediyorum.

 Eskiden herkes gibi biz de öğlen yemek yerdik.

 Şimdi saat altıdan sonra.

 Bütün gece yazıyor, okuyor.

 Gecenin ikisinde zili çalıyor.

 Ne var?”

 Özür dilerim!

 " Beyefendi çay istiyor.

 Ev halkını uyandır, semaveri koy - Modern yaşam!

 - Daha ne kadar kalacaklar?

 Yüz yıI!

 Buraya taşınmak istiyor.

 Hayır!

 Muhteşem!

 Çok güzel bir manzara!

 - Çok güzel.

 - Gerçekten güzel, Ekselansları.

 Yarın da sana fidanlığı gösteririm baba.

 İster misin?

 Hanımefendiler, beyefendiler.

 Çay hazır.

 Benim çayımı odama yollar mısınız?

 Yapacak işlerim var.

 Fidanlığı çok seveceğinden eminim, baba.

 Boğucu, sıcak bir hava var ama büyük bilginimiz Aralık ayına göre giyinmiş.

 Tedbirli bir adam.

 Bugün çok mutluyum.

 Kuşlar cıvıIdıyor, güneş parlıyor.

 Biliyor musunuz, ne yaparsam yapayım bahçede dolaşırken ya da burada durup şu masaya bakarken mutlulukla doluyorum.

 - Tanrı seni korusun!

 - O gözleri - Vanya?

 - Evet?

 - Bize bir şeyler anlat.

 - Ne anlatayım?

 - Yeni bir şey.

 Yeni bir şey mi?

 Yeni ne var ki?

 Her şey eski.

 Değişen bir şey yok.

 Ben de aynıyım.

 Belki biraz daha kötüyüm çünkü tembelleştim.

 Bütün gün sızlanıyorum.

 Yeni ne var?

 YaşIı geveze annem bile, bir gözü mezara bakarken kadın haklarından bahsediyor diğer gözüyle de kitaplarda hayatın sırrını arıyor.

 Ya profesör?

 Profesör de eskisi gibi.

 Sabahtan gece yarılarına kadar masasına oturuyor ve yazıyor.

 Neyin üstünde çalışıyor ki?

 Neden, muhteşem bir işe kalkışıp otobiyografisini yazmıyor?

 İşte kitap: Akademik bir çalışma.

 Gut, romatizma, migren kıskançIık ve hasetten hasta bir karaciğer.

 İIk karısından kalma bir köy evinde yaşıyor.

 Bir tercih mi?

 Hayır.

 Çünkü taşra yaşamı çok ucuz.

 Ve bu adam devamlı olarak talihsizliğinden yakınıyor.

 Nedir onlar?

 Hiçbir şey.

 Fakir bir zangocun oğlu.

 İlahiyat fakültesinde burslu öğrenci diploma ve kürsü sahibi olunca birden "Ekselansları" diye çağrıIıyor bir senatörün kızıyla evleniyor, falan filan Ama bunları boş verin, çünkü bu adam o kadar şanslı ki sanattan hiç anlamadığı halde 25 yıIdır sanat üzerine yazıyor.

 25 yıIdır, bu bilge adam, bize sanattan bahsediyor.

 25 yıIdır, başkalarının çalışmalarını tekrarlıyor realizm ve natüralizm gibi eğitimlilerin zaten bildiği aptallarınsa umursamadığı konularda dersler veriyor.

 Bir Tanrının kulu onu tanımıyor, umursamıyor.

 25 yıIda geldiği yerde onu tanıyan yok.

 25 yıIdır, bu adam, başkalarının hak ettiği yerleri işgal etmiş.

 Ama ona bir bakın!

 Sanki şöyle diyerek dolaşıyor: "Evet, burada, aranızdayım " Biliyor musun, bence onu kıskanıyorsun.

 Evet, kıskanıyorum.

 Adam tam bir Don Juan.

 Kadın konusunda başarıIı biri varsa, bu adamdır!

 İIk karısı benim mavi gök kadar berrak, güzel kız kardeşimdi cömert ve asildi.

 Kocasının öğrencilerinden daha çok seveni vardı.

 Ne hikmetse, saf, meleksi bir aşkla bu adamı sevdi.

 Annem onun kaynanası, hâlâ ona tapıyor.

 Huşuyla karışık bir saygı duyuyor.

 İkinci eşi, demin gördüğümüz o güzel ve zeki kadın bu geçkin yaşına rağmen onunla evlendi.

 Bu adam için hayatından güzelliğinden, tutkularından vazgeçti.

 Ne uğruna?

 Niçin?

 Sorarım size.

 Peki ona sadık mı?

 - Ne yazık ki, evet.

 - Neden yazık dedin?

 Evet, açıklayayım.

 Çünkü böylesi bir sadakat baştan sona sahte.

 Saçmalıktan ibaret.

 İğrenç bulduğun yaşIı bir adamı aldatmak, ahlâksızlıktır.

 Gençlik, güzellik ve mutluluğunu içine gömmeye çalışmaksa takdire şayan bir davranış.

 Hayır, Vanya!

 Böyle şeyler söylememelisin!

 Yani, karısına ya da kocasına ihanet eden bir sonraki aşamada vatanına bile ihanet eder.

 Lütfen!

 Beni öldüreceksin!

 Hayır, Vanya, izin ver.

 Biliyorsun, karım beni düğünden bir gün sonra terk etti.

 Sanırım, beni sevmemişti.

 Ama ben sorumluluklarımı unuttum mu?

 Hayır!

 Ona karşı dürüstlüğümü ve saygımı korudum bugüne kadar da hep sadık kaldım.

 Onun için elimden geleni yaptım, neyim varsa verdim bu sayede o da sevdiği erkekten olan çocuklarını yetiştirebildi.

 Mutluluğumdan vazgeçtim.

 Evet, ama onurumu korudum.

 Peki ya o?

 Artık genç değil.

 Güzelliğinden eser kalmadı.

 Sevgilisi öldü.

 Onun elinde ne kaldı?

 Dadı!

 Gidip tavuklara bakıver, çayla ben ilgilenirim.

 Tamam.

 Biliyorsunuz, kocanızı görmeye geldim.

 Romatizmadan ölmek üzere olduğunu yazmışsınız ama bana sağIıklı göründü.

 Dün gece çok hastaydı.

 Bacaklarındaki ağrıdan yakınıyordu.

 Bugünse, haklısınız, iyi görünüyor.

 Evet, iyi görünüyor.

 Bense 70 km.

 yolu dörtnala geldim.

 Neyse boş verin, ilk defa olmuyor.

 Pekâlâ, sakıncası yoksa bu gece burada kalırım.

 - İyi bir uyku çekerim.

 - Memnuniyetle.

 Pek gece yatısına kalmıyorsunuz zaten.

 - Yemek de yememişsinizdir.

 - Teşekkürler.

 Hayır, yemedim.

 Öyleyse önce dinlenin, sonra yeriz.

 Bugünlerde, saat altıdan önce yiyemiyoruz.

 Çay buz gibi!

 Evet, semaverin ısısı düşmüş.

 Olsun, İvan İvanoviç, biz de soğuk içeriz.

 Hayır, hayır, adım İvan İvanoviç değil, İlya İlyiç.

 - İlya İlyiç.

 - Belki de Çopur'u tercih edersiniz.

 Bazıları yüzümdeki izlerden dolayı, beni öyle çağırır.

 - Çopur.

 - Kocanızı iyi tanırım.

 O da beni biz eski dostuz.

 Yandaki çiftlikte yaşıyorum.

 Muhtemelen, her akşam beni yemek masasında görüyorsunuzdur.

 İlya İlyiç bizim sağ kolumuzdur.

 - Çay ister misin, vaftiz baba?

 - Hayır, hayır.

 Ne oldu, büyükanne?

 Aleksander'a söylemeyi unuttum bugün, Pavel Alekseyeviç'ten mektup aldım.

 Yeni kitabını yollamış.

 - Sahi mi?

 İIginç mi bari?

 - Evet.

 İIginç, evet hatta tuhaf.

 Sanki bundan yedi yıI önce savunduğu şeyleri çürütmeye çalışıyor.

 Ne kadar ne kadar Ne kadar ne?

 Ne kadar korkunç!

 Hiç de korkunç değil.

 Her zaman olan şeyler.

 Sen çayını iç, anne.

 Konuşmak istiyorum.

 Hepimiz konuşmak istiyoruz.

 Konuşuyoruz da

 Konuşuyoruz, okuyoruz, kitaplar yazıyoruz tam elli yıIdır Ve ben artık "yeter" diyorum.

 Neden benim konuşmam seni rahatsız ediyor?

 Kusura bakma ama Jean, son yıllarda çok değiştin seni tanıyamıyorum artık.

 Eskiden karakter sahibi biriydin ilkeleri olan, parlak bir adamdın.

 Şimdiyse Evet, çok parlak bir adamdım ama ne yazık ki, hiç kimseyi aydınlatamıyordum.

 Parlak bir adam.

 Daha kötüsünü söyleyemezdin.

 47 yaşındayım.

 Bir yıI öncesine kadar aynen sizin yolunuzda ilerliyordum.

 İkimizin de inandığı skolastik felsefeyle beynimi bulandırıp gerçek hayatı görmüyordum.

 Doğru şeyi yaptığımı sanıyordum.

 Ne harika bir adam!

 Şimdi kusuruma bakmazsanız, tek bildiğim Bize anlatmazsan nasıI bilebiliriz?

 Şimdi elimden kaçıp giden hayatı düşünerek gecelerimi tarifsiz bir korkuyla geçiriyorum.

 Hayattan zevk alabilirdim!

 Her şeyden zevk alabilirdim!

 Hiçbir şeyden zevk almıyorum!

 Artık çok yaşIıyım.

 Dayı, çok karamsarsın.

 Eski inançlarını suçluyor gibisin.

 Bunlar inançlarının suçu değil.

 Senin suçun!

 Hepsi senin suçun!

 İnançlar tek başına bir anlam taşımaz.

 Paletteki boyalar gibidir gerçek dünyanı hangi renge boyayacağını sen seçersin.

 Sen!

 Gerçek dünya mı?

 Herkes senin saygıdeğer Profesörün gibi durmadan konuşan, yazan, sözcükler tüküren kurulmuş bir makine değildir!

 - Ne demek istiyorsun?

 - Büyükanne!

 Vanya dayı!

 Lütfen!

 Affedersiniz.

 Bitirdim.

 Susuyorum!

 Özür dilerim.

 Bugün ne güzel bir gün.

- Ve bugün hava güzel ... Hava sıcak değil..

- Böyle havalarda kendini asmak güzel ... Dadı?

 Hangisini çağırıyorsun?

 Çilli tavuğu.

 Civcivleriyle kayboldu.

 Kargalar yakalasın istemiyorum.

 - Doktor, sizin için gelmişler.

 - Kim?

 Fabrikadan.

 Size ihtiyaçları varmış.

 Gitmem gerek.

 Kahretsin.

 Yazık.

 Çok üzüldüm.

 Neden fabrika dönüşü yemeğe gelmiyorsunuz?

 Çok geç olur.

 NasıI geleyim nasıI geleyim?

 Çopur, bana bir bardak votka verir misin?

 Bir bardak votka.

 Bir ara Sofya ile birlikte bana uğrarsanız çok mutlu olurum.

 30 dönüm, küçük bir arazim var ama ilginizi çekerse civarda benzerini göremeyeceğiniz güzellikte devlet ormanlarıyla çevrili bir bahçem var.

 Ormancı hep hastadır işleri çoğu zaman kendim yaparım.

 Evet, ormanı sevdiğinizi söylemişlerdi.

 Evet.

 Çok zevkli bir iş olmalı.

 Evet, çok fazla.

 Ama asıI mesleğinizi yapmanıza engel olmuyor mu?

 AsıI mesleğim mi?

 AsıI mesleğimin ne olduğunu Tanrı bilir.

 Orman.

 İIginç bir uğraş mı bari?

 İIginç mi?

 Büyüleyicidir, evet.

 Evet, büyüleyici.

 Fazla yaşIı görünmüyorsunuz.

 Tahmin edeyim.

 Otuz altı Otuz yedi Öyle mi?

 Sizin yaşınızda, ormanda tek başına olmanın nesi ilginç?

 - Bana çok monoton gelirdi.

 - Hayır!

 Gerçekten çok ilginçtir.

 Her yıI kesilen eski ağaçların yerine yenilerini dikiyor.

 Çalışmaları için bronz madalya ve bir sertifika aldı.

 Eğer iyi dinlerseniz, ne demek istediğini anlarsınız.

 Ormanların yeryüzünü güzelleştirdiğini insanlara güzelliği anlamayı öğrettiğini moral verdiğini söylüyor.

 İklimi ıIımanlaştırıyor.

 İklim yumuşadıkça insanlar doğayla daha az savaşıyor, daha yumuşak, nazik oluyor.

 Daha güzel konuşup, daha zarif hareket ediyorlar.

 Bilim ve sanatla uğraşıyor, eğlenmeyi amaç ediniyorlar.

 Kadınlara daha saygıIı davranıyorlar.

 Bravo!

 Bunlar harika!

 Ama çok inandırıcı değil, dostum ben hâlâ sobamı odunla yakıyor ambarımı tahtadan yapmayı sürdürüyorum.

 Sobanda kömür yakabilir, ambarını taştan yapabilirsin.

 Anlıyor musun?

 Evet, bazen zorunluluktan ağaç kesiyoruz.

 Ama barbarlık niye?

 Niye?

 Ormanlar balta sesiyle inliyor.

 Milyarlarca ağaç yok oluyor.

 Hayvanların, kuşların yuvaları bozuluyor.

 Nehirlerin debisi düşüyor, kuruyorlar.

 Güzelim manzaralar kayboluyor çünkü eğilip, yakacağımızı topraktan çıkarmaya üşeniyoruz.

 Öyle değil mi?

 İnsanoğlu yaratamadığı şeyi neden yok eder?

 Tanrı bize düşünme yetisini hayatımızı geliştirelim diye vermiş.

 Ama biz onu yok etmek için kullanıyoruz.

 Ormanları yok ediyoruz nehirler kuruyor, yabani hayvan nesli tükeniyor iklim bozuluyor ve her gün, her gün nereye baksanız, hayatımız daha çirkinleşiyor.

 Görüyorum, beni komik, fikirlerimi tuhaf buluyorsun.

 Belki benim açımdan da safça olabilir.

 Böyle düşünebilirsin ama ben baltadan kurtardığım her ağacı gördüğümde ormanın iç çekişini duyuyorum.

 Bu ormanı ben diktim ve bence her şeyi kontrol edebiliriz.

 Anlıyor musun?

 Belki, iklimin kontrolü bile elimizdedir.

 Neden olmasın?

 Bin yıI sonra insanlar mutlu olacaksa o mutlulukta benim de payım olacak.

 Küçük bir parça.

 Bir akağaç diktiğimde köklenişini izliyorum büyüyor, rüzgârda sallanıyor ve ben müthiş gurur duyuyorum.

 Zamanım doldu.

 Gitmeliyim.

 Teşekkürler, Çopur.

 Tuhaf biri olma ihtimalim var, elbette.

 Misafirperverliğiniz için teşekkür ediyorum.

 - Sizi tekrar ne zaman göreceğiz?

 - Bir şey diyemem.

 Yine bir ay sürmez, umarım.

 Siz!

 Ne?

 Yine tersliğiniz mi üzerinizde?

 - Affedersiniz?

 - İnanıImazsınız!

 - Öyle miyim?

 - Evet, öylesiniz.

 Annenizi neden kızdırdınız?

 Sabah, kahvaltıda da Aleksander'la tartıştınız.

 Evet.

 - Özür dilerim.

 Bunlar Iüzumsuz.

 - Lüzumsuz mu?

 - Ya ondan nefret ediyorsam?

 - Niçin nefret edeceksiniz?

 Başkalarından bir farkı yok.

 Sizden daha kötü değil.

 Kendinize bir bakın!

 Yüzünüzü, bakışlarınızı bir görseniz!

 Yaşamaktan bıkmışçasına tembelsiniz.

 - Yaşamaktan bıkmışçasına tembel mi?

 - Evet, öylesiniz.

 Evet, öyleyim.

 Çok sıkıIıyorum.

 Biliyor musunuz?

 Herkes kocamı hor görüyor.

 Herkes ona kızıyor.

 Bana acıyorlar: "Zavallı kadın, yaşIı bir adamla evlendi.”

 Benimle uğraşıyorlar, bağışlayın ama bu rahatsız edici.

 Öyle değil mi?

 Size ait değilse, neden bir kadına kayıtsız kalamıyorsunuz?

 Neden?

 Çünkü doktor haklı.

 Çünkü hepinizin içinde yok edici bir şeytan var ağaçlara, kuşlara, kadınlara birbirinize bile acımıyorsunuz.

 Biliyor musunuz, bu felsefe umurumda değil.

 İIginç bir yüzü var.

 - Kimin?

 - Doktorun.

 - Evet.

 - Sinirli bir yüz.

 Yorgun bir yüz, sanırım.

 Sonya onu çekici buluyor.

 Sanırım ona aşık.

 Bunu anlayabiliyorum.

 Ben geldiğimden beri buraya üç kez geldiğini biliyor musunuz?

 Ve ben onunla yeterince konuşamadım bile.

 Ne düşünüyor acaba?

 Benim kaba biri olduğumu düşünüyordur.

 Öyle mi?

 Ona hiç nazik davranmadım.

 Sizinle neden bu kadar iyi arkadaşız, biliyor musunuz?

 Çünkü ikimiz de çekilmez insanlarız.

 Can sıkıcıyız.

 Lütfen, bana öyle bakmayın.

 Hoşlanmıyorum.

 Başka nasıI bakmamı beklersiniz?

 Sizi seviyorum!

 Size baktığımda, hayatımı gençliğimi ve mutluluğumu görüyorum.

 Duygularımın karşıIık görme şansının sıfır olduğunu biliyorum.

 Sadece sıfır.

 Ama hiçbir şey istemiyorum.

 Sadece size bakmama izin verin.

 - Sesinizi duyayım.

 - Sizi duyacaklar.

 Sadece sizinle konuşayım, yanınızda olayım.

 Tanrım!

 Bu çok korkunç!

 Güzel!

 Tamam.

 İkinci perde, iki hafta sonrası.

 Yemek odası, gece çok geç bir saat.

 Beni izleyin.

 Kim var orada?

 Sonya, sen misin?

 - Benim.

 - Lenoçka, çok ağrım var.

 Yardım et.

 Battaniyen düşmüş.

 Pencereyi kapatayım.

 Hayır, burası çok boğucu.

 İçim geçmiş.

 Rüya görüyordum.

 Bacağım başkasına aitti.

 Acıyla uyandım.

 Bence bu gut değil, romatizma!

 Saat kaç?

 On ikiyi yirmi geçiyor.

 Sabahleyin kitaplıkta Batyuşkov'un kitabını arayıver.

 Bizde olması lazım.

 Sabah, Iütfen, Batyuşkov'un kitabını bul.

 Bizde olacaktı.

 Neden nefes alamıyorum?

 İki gecedir uyumuyorsun.

 Çok yorgunsun.

 Tugrenyev'in gut hastalığı nefes darlığına dönüşmüş diyorlar.

 Benimki de öyle olacak.

 Kahrolası yaşIıIık!

 Kahrolası, iğrenç, aciz yaşIıIık.

 Kendimden iğreniyorum.

 Eminim, bana bakınca sizler de iğreniyorsunuz.

 Biliyor musun, sesinin tonuna bakınca, sanki yaşlanmanın suçlusu bizmişiz gibi konuşuyorsun.

 En başta da sen beni iğrenç buluyorsun.

 Haklısın, elbette.

 Gençsin, güzelsin, sağIıklısın.

 Yaşamak istiyorsun.

 Bense bir ayağı çukurda, yaşIı bir adamım.

 - Doğru değil mi?

 - Tanrım!

 Elbette, doğru.

 Hâlâ yaşıyor olmam aptallık.

 - Lütfen!

 - Sabırlı ol.

 BayıImak üzereyim.

 Ne yapayım?

 Lütfen sus.

 Evet, evet, benim yüzümden hepinizin sabrı tükendi.

 Hepinizin.

 Herkes sıkıIdı.

 Gençliklerini harcıyorlar.

 Tek halinden memnun olan benim.

 - Beni yıpratıyorsun!

 - Evet.

 Elbette!

 Herkesi yıpratıyorum.

 Benden ne istiyorsun?

 Hiçbir şey.

 Öyleyse, sessiz ol.

 Güzel, şöyle düşünelim: Ben iğrencim.

 Zorbayım, düşündüğünüz gibi hasta, bencil bir ihtiyarım.

 Ama buna hakkım yok mu?

 Yaşamımı bilime adadım.

 Saygın ve onurluydum.

 Şimdi bu çukura düştüm bir neden yokken, bu mezara, bu aptalların arasına!

 Her gün saçmalıklarıyla kulaklarımı şişiriyorlar.

 Yaşamak istiyorum.

 Burada sürgündeyim.

 Hayatımın her dakikası geçmişi özlüyor, başkalarının başarılarını kıskanıyor ya da ölmekten korkuyorum.

 - Hayatımın üç seçeneği bunlar.

 - Sabırlı ol.

 Beş altı yıI sonra ben de yaşlanacağım.

 Baba!

 Baba, Doktor Astrov'u sen çağırdın.

 Şimdi burada ve görmek istemiyorsun.

 Ona ne diyeceğim?

 Adamı boş yere çağırdık.

 Astrov'u ne yapayım?

 Ben arıcıIıktan ne anlıyorsam o da o kadar tıp biliyor.

 Ne diyeceğim peki?

 Onu biz çağırdık.

 O aptalla konuşacak bir şeyim yok.

 NasıI istersen!

 Harika!

 Saat kaç?

 Bire geliyor.

 Nefes alamıyorum.

 Lütfen, Sonya, bana masadan damlamı ver.

 Hemen.

 Hayır, bu değil!

 Ne istiyorsam onu getir!

 Bu aksi tavırların, kimilerinin hoşuna gidebilir, ama benim değil!

 Beni ayrı tut.

 Bundan hoşlanmıyorum!

 Benim dinlenmem gerek.

 Yarın iş günü.

 Dışarıda fırtına kokusu var.

 Şimşekleri gördünüz mü?

 Yelena ve Sonya!

 Yataklarınıza!

 Nöbeti ben devralıyorum.

 Lütfen, beni onunla bırakmayın.

 Konuşmaları beni öldürüyor.

 - Dinlenmek zorundalar.

 - Hayır!

 Dinlenmeliler, iki gecedir uyumuyorlar.

 Tamam, hepiniz yatmaya gidin.

 Siz de, Iütfen.

 Ciddiyim.

 ArkadaşIığımızın hatırı için Iütfen, beni yalnız bırakın.

 Beni onunla bırakmayın.

 Çok ciddiyim.

 Komik olmaya başladı!

 Dadı, ne yapıyorsun?

 Çoktan yatmış olmalıydın.

 Güzel!

 Semaver hâlâ masada.

 Yat demesi kolay!

 Herkes ayakta, herkes son derece yorgun bir benim keyfim yerinde.

 Çok mutluyum.

 Neyiniz var, babacık?

 Bacaklarınız mı?

 Benim bacaklarım da öyle.

 Nevraljim var.

 Bütün gün sızlıyor.

 Sonyacığımın annesi de sizin için pek üzülürdü.

 O kadın sizi çok severdi.

 YaşIılar çocuk gibidir.

 Herkes onlara acısın isterler ama kimse yaşIılara acımaz.

 Hadi artık yatağa gidin, babacık.

 Size ıhlamur yaparım.

 Ayaklarınızı ısıtırım.

 Sizin için dua ederim.

 Gidelim.

 Hadi, yatağa gidelim.

 Tamam.

 O kadar yorgunum ki ayakta zor duruyorum.

 Siz onun yüzünden yorgunsunuz, bense kendimden usandım.

 İki gecedir uykusuzum, tükendim.

 Bu evde mutluluktan eser yok.

 Anneniz her şeyden nefret ediyor, kitapları ve Profesör hariç.

 Profesör bana güvenmiyor.

 - Sizdense korkuyor.

 - Korkuyor mu?

 Evet, korkuyor.

 Sonya babasına kızgın bana surat ediyor.

 Son iki haftadır benimle konuşmuyor.

 Tek kelime bile.

 Siz de kocamdan nefret ediyorsunuz.

 Annenizi küçümsüyor ve bunu gizlemeye gerek görmüyorsunuz.

 Günde yirmi kere içimden ağlamak geliyor.

 Kimse bana burasının mutlu bir ev olduğunu söylemesin.

 Böyle konuşmayı bırakın, olmaz mı?

 Siz eğitimli bir adamsınız.

 Düşünceli bir adam.

 Dünya hırsızlar ya da yangınlar yüzünden batmayacak.

 Anlıyor musunuz?

 Nefret yüzünden.

 Dünyayı nefret yok edecek.

 Önemsiz şeyler.

 Size düşen güçIü olmak etrafınızdakileri eleştirip, sızlanmak yerine anlamaya çalışıp, barış yapmak.

 - Önce sizinle barışalım.

 - Kesin şunu!

 Gitseniz iyi olur.

 Şimdi, Iütfen!          

 Yağmur durmak üzere.

 Her şey canlanacak.

 Dünya oh çekecek.

 Ama gelip geçen fırtınalar bir tek beni canlandırmayacak.

 Hayatım boyunca, gece gündüz, böyle hissettim.

 Geçmişimi boşa harcadım.

 Bugünümse anlamsız ve iğrenç bir halde.

 Sadece sizi hissediyorum.

 Bundan nasıI vazgeçerim?

 Hayattaki tek duygum çukura vuran güneş ışını gibi kayboluyor.

 Bana aşktan mı söz ediyorsunuz?

 Ne yapmamı bekliyorsunuz?

 Bağışlayın.

 İyi geceler.

 Bu evde benimkiyle birlikte bir insanın daha hayatı ziyan oluyor.

 Kim olabilir?

 Neyi bekliyorsunuz?

 Hayatınızın bitmesini mi?

 Hangi saçma sapan prensip size engel oluyor?

 Ne söylemeye çalıştığımı anlıyor musunuz?

 Sarhoş musunuz siz?

 Fazlasıyla mümkün.

 Doktor nerede?

 Benim odamda dinleniyor.

 Olabilir olabilir Her şey olabilir.

 - Neden içiyorsunuz?

 - Neden mi?

 Çünkü yaşadığım yalanına inanmamı sağIıyor.

 Beni azarlamayın.

 Eskiden hiç içmezdiniz.

 - İçerdim.

 - Hayır.

 Bu kadar çok da konuşmazdınız.

 Öyle mi?

 Belki de Yatın artık.

 Beni sıkıyorsunuz.

 Öyle mi?

 Meleğim benim

Sevgilim sevgilim

 Hayır!

 Tanrım!

 Beni iğrendiriyorsunuz!

 On yıI önce onu kız kardeşimin evinde görürdüm.

 On yedi yaşındaydı.

 Bense otuz yediydim.

 Ona evlenme teklif edebilirdim, karım olabilirdi.

 Fırtına çıkınca birlikte uyanırdık.”

 Gök gürültüsünden mi korktun?”

 "Korkma!

 Ben yanındayım.”

 Aman Tanrım!

 NasıI yaşlandım?

 Bana ne oldu böyle?

 Kahrolası sahte ahlakıyla uyuşuk, aptal entelektüel!

 Dünyanın sonunun geldiğine dair aptal fikirleri!

 Kim olduğunu zannediyor?

 Beni aldattı.

 O adama tapardım.

 Sonya da, ben de, bu çiftlik için köleler gibi, ölesiye çalıştık.

 Boğazımızdan kesip, ona binlerce ruble gönderdik.

 Neden yapmayalım ki?

 Adam dahiydi.

 Onunla nefes alıyorduk.

 Şimdi emekli oldu her şey o kadar açık ki!

 Şimdi bize ne bırakacak?

 Büyük eserlerinden çalışmalarından?

 Ne bırakacak?

 Hiçbir şey bırakmayacak.

 Tek bir sayfa bile.

 Hiçbir şey!

 Koca bir yalan!

 Tam bir hayal kırıklığı kendisini seven adamı aldattı.

 Bir şey çal.

 - Hayır, ev halkı uyuyor.

 - Sen çal!

 Tek başına mı kaldın?

 Hanımlar yok, ha?”

 Ev uçuyor, ocak uçuyor" "Efendi nerede yatacak?”

 Fırtınadan uyandım.

 İyi yağdı.

 Yelena'yı duydum.

 Mümkündür.

 Çok çekici bir kadın.”

 Tanrı bizi, doktorların ihtilâfından korusun. " Reçetesiz ne çok ilaç var burada!

 Bütün bölge halkı gut hastası, galiba.

 Söylesene Hasta mı, numara mı yapıyor?

 Hasta.

 Senin şikayetin ne?

 Sempatik mizacın mı?

 Yoksa hastanın karısına mı aşıksın?

 - Biz sadece arkadaşız.

 - O aşamada mısınız?

 Ne demek bu şimdi?

 Kadın erkek dostluğunun belli aşamaları vardır:

Önce tanışma faslı gelir, sonra aşık olunur ve sonra da, "ArkadaşIık".

 Ne güzel, ne hoş bir felsefe!

 Öyle değil mi?

 Evet, kabul ediyorum, bayağılaşmaya başladım.

 Üstelik sarhoşum.

 Böyle sarhoşken, son derece küstah ve yüzsüz olurum.

 Hiçbir şeyden çekinmem.

 En zor işlere girişir, iyi sonuçlar alırım.

 Geleceği görür ve en detaylı planları yaparım.

 Böyle zamanlarda, artık kendimi işe yaramaz ve tuhaf biri gibi görmem.

 Tam tersine, kendine özgü düşüncelerim ve felsefemle, kendimi öylesine güçIü hissederim ki sizler gözüme değersiz böcekler gibi görünürsünüz!

 Öylesine önemsizsinizdir!

 - Bir şey çalar mısın, Iütfen?

 - Ne istersen.

 Çal!

 Çal!

 Hadi, bir şeyler içelim.

 Gün ışıyınca da bana gideriz!

 "Hodri meydan!

 " Hizmetçim hep öyle der: "Hodri meydan!

 " Özür dilerim Gidip giyineceğim.

 Vanya dayı yine doktorla içki mi içtiniz?

 Gece vakti iki özgür ses birleşip, ittifak yapıyor.

 Bunu neden yapıyorsunuz?

 Sizin yaşınızda.

 Fazlasıyla yakışıksız.

 - Bunun yaşımla ilgisi yok.

 - Yok mu?

 Hayatta hiçbir şeyi olmayan insanlar gerçek bir hayatı olmayanlar, hayallerle avunurlar ve bu hayatlarına bir şeyler katar.

 Otlar kesildi.

 Her gün yağmur yağıyor, her şey çürüyor sen hayallerle yaşıyorsun.

 Çalışmayı bıraktın, tek başıma çalışıyorum ve yoruldum.

 İşlerini ihmal ediyorsun.

 Biliyor musun, şu an, bana bakarken tıpkı annene benziyorsun.

 Sevgili kız kardeşim.

 Şimdi neredesin?

 Canım benim.

 Eğer bilseydi

Neyi bilseydi?

 Yok bir şey.

 Yok bir şey.

 Önemli değil.

 Ben gidiyorum.

 Konuşabilir miyiz, Iütfen?

 Eğer içmek istiyorsanız, için ama Iütfen, dayıma içirmeyin.

 Ona dokunuyor.

 AnlaşıIdı.

 Artık içmeyeceğiz.

 Size güvenebilir miyim?

 Sözüm senettir.

 Eve gidiyorum.

 Neden sabaha kadar kalmıyorsunuz?

 Yağmur yağıyor.

 Fırtına dinmek üzere.

 Hayır, gideyim en iyisi.

 Artık beni babanız için çağırmaktan vazgeçin.

 Gut diyorum, romatizma diyor.

 Yatın diyorum, kalkıyor.

 - Geliyorum, benimle görüşmüyor.

 - Zor bir adam.

 Size yiyecek bir şeyler getireyim mi?

 Evet, bir şeyler yiyebilirim.

 Teşekkürler.

 Dediklerine göre, gençliğinde kadınlarla arası iyiymiş ve onu kadınlar şımartmış.

 Bugün hiçbir şey yemedim, bugün sadece içtim.

 Evet, babanız zor adam.

 Biliyor musunuz burada yalnızız.

 Açık konuşalım.

 Bu evde bir ay bile yaşayamam.

 Boğulurum.

 Babanızın gut hastalığı, dayınızın nedir o?

 Bunalım mı?

 Büyükanneniz Üvey anneniz.

 Üvey annem!

 Güzellik katışıksız olmalı.

 Yüz, giysiler ve akıI.

 İşte, güzel ve sevgi dolu bir kadın!

 Ama sadece yiyor, uyuyor, etrafta dolaşıp güzelliğiyle bizi büyülüyor.

 Ne bir görevi, ne de sorumluluğu var.

 Onun yerine başkaları çalışıyor.

 AtıI bir yaşam nasıI saf olabilir?

 Çok mu acımasızım?

 Belki de öyleyim.

 Vanya dayınız gibi ben de hayata küskünüm ve herkesi eleştiriyorum.

 Hayata küskün müsünüz?

 Tüm hayata değil.

 Bu yaşadığımız hayata.

 Bu taşra hayatına.

 Tüm gücüme rağmen nefret ediyorum.

 Kendi hayatıma.

 Evet özel hayatımda, Tanrı şahit tek bir güzel şey yok.

 Ormanda yürürken gece, karanlık ormanda yürürken uzakta, hafif parlak bir ışık görürsünüz o anda, geceyi, karanlığı, yorgunluğu yüzünüze çarpan dalları unutursunuz.

 Ama bildiğiniz gibi, yalnız çalışıyor, yalnız yaşıyorum.

 Hiç kimsem yok.

 Diyebilirim ki uzakta bana yol gösterecek önümü aydınlatacak bir ışık yok.

 Bir beklentim yok.

 Kendime ait bir şeyim yok.

 Hem biliyor musunuz?

 İnsanları sevmiyorum.

 Uzun zamandır hiç kimseyi sevmedim.

 Hiç kimseyi sevmiyorsunuz.

 Hiç kimseyi.

 İçimde bazı duygular var örneğin, dadınıza karşı bir sevgi besliyorum.

 - Öyle mi?

 - Evet.

 Köylülerimiz sefil ama hayat dolular.

 Ya biz nasıI yaşıyoruz?

 Ya Aydınlarımız?

 Dobra konuşan, iyi kalpli ve vefalı dostlarımız?

 Sıradan kaygılar, sıradan fikir ve duygular.

 En iyi durumdakiler daha da kötü.

 Kendilerini inceleyip tahlil etmekten mahvolmuşlar.

 Bu dünyaya ne oldu?

 Sızlanmalar, iftiralar, dedikodular "Bu adam psikopat", "Bu adam çok basmakalıp" sokacak bir kategori bulamadıkları kişiler için de "Çok tuhaf biri" derler.

 Ormanı severim, ağzıma et koymam.

 En tuhaf insan benim.

 Dünya ile aramızdaki gibi basit, dolaysız ve doğal bir ilişkiyi nerede bulacağız?

 Nerede?

 Dünyanın hiçbir yerinde, sizi temin ederim.

 - Lütfen, daha fazla içmeyin.

 - Neden?

 Size yakışmıyor da ondan.

 Böyle mi düşünüyorsunuz?

 Zarif bir inansınız.

 Yumuşak bir sesiniz var.

 Konuştuğunuzda tanıdığım herkesten daha etkili, daha güzelsiniz.

 Neden bu kadar sıradan davranıyorsunuz?

 İçiyorsunuz, kumar oynuyorsunuz.

 - Öyle mi?

 - Lütfen yapmayın.

 Yaratmak yerine Tanrının Iütuflarını yok ediyoruz, diyen sizdiniz.

 Öyleyse neden yapıyorsunuz?

 Buna mecbur değilsiniz.

 Lütfen, içmeyin.

 Lütfen!

 İçmiyorum.

 - Artık içmeyecek misiniz?

 - Hayır.

 Şeref sözü verir misiniz?

 - Veriyorum.

 - Teşekkürler.

 Bakın, artık ayığım.

 Şimdiden ayıIdım ve hep öyle kalacağım.

 Hayatımın sonuna kadar.

 Peki öyleyse.

 Benim zamanım geçti.

 Yaşlandım, yıprandım çok çalıştım.

 Duygularım köreldi.

 Birine bağlanma yetimi kaybettim.

 Beni cezbeden ne var?

 Beni cezbeden ne var?

 Güzellik beni etkiler.

 Kayıtsız kalamam.

 Yelena, örneğin, bir günde başımı döndürdü.

 Ama bu aşk değil, öyle değil mi?

 Neyiniz var?

 Bir şey yok.

 Hayır, neyiniz var?

 Bir hastamı kloroform yüzünden kaybettim.

 Bunu unutun artık.

 Bir şey sorabilir miyim?

 Eğer bir arkadaşım olsaydı ya da küçük bir kız kardeşim ve siz bu kızın sizi sevdiğini fark etseydiniz, o zaman ne hissederdiniz?

 Hiç fikrim yok.

 Herhalde hiçbir şey hissetmezdim.

 Hiçbir şey mi?

 Sanırım, onu asla sevemeyeceğimi anlamasını sağlardım.

 Bunu sonra konuşabilir miyiz?

 Artık gitmek zorundayım.

 Vakit geldi.

 Elveda, güvercinim.

 Devam edersek, bu sohbet öğleye dek sürer.

 Hoşça kalın.

 Bana hiçbir şey söylemedi ama yine de mutluyum.

 Kalbi ve ruhu bana kapalı.

 Ama mutluyum ve aldırmıyorum.

 Güzel bir adamsınız, yumuşak sesiniz var, dedim.

 İleri mi gittim?

 Umurumda değil.

 Sesine bayıIıyorum.

 Niye söylemeyeyim ki?

 Üstelik ona bir arkadaşım var, dedim.

 Küçük kız kardeşim, dedim.

 Ama tek kelime anlamadı.

 Tanrım, neden beni böyle çirkin yarattın?

 Geçen hafta, kilisede bir kadın arkamdan şöyle dedi: "Çok kibar ve akıllı bir kız.

 Böyle çirkin olması ne yazık.”

 "Çok çirkin "

 Fırtına durdu.

 Burası ne huzurlu.

 - Doktor nerede?

 - Gitti.

 - Sophie?

 - Ne var?

 Bana daha ne kadar surat asacaksın?

 Aramızda bir sorun yok.

 Düşman olmamıza ne gerek var?

 Ne düşünüyorsun?

 Yeter!

 - Ben - Evet?

 - Ben de bunu istiyorum.

 - Ben de.

 Barışalım, öyleyse.

 Tüm kalbimle isterim.

 Güzel.

 Teşekkür ederim.

 Babam henüz yatmadı mı?

 Hayır Hâlâ oturuyor.

 Kaç haftadır birbirimizle konuşmuyoruz.

 Nedenini Tanrı bilir.

 Benimle bir içki iç.

 Dostluğumuza!

 Aynı kadehten.

 Ne zamandır barışmak istiyordum ama utanıyordum.

 Neden ağIıyorsun?

 Yok bir şey.

 Bana kızgınsın çünkü babanla çıkarlarım için evlendim sanıyorsun.

 Yeminlere inanıyorsan sana yemin edebilirim.

 Onunla aşk için evlendim.

 Çok ünlü biriydi.

 Bilgili bir adamdı.

 Ona kapıImıştım.

 Oysa gerçek değildi.

 Bu aşk gerçek değildi.

 Ama gerçek sanıyordum.

 O zamanlar öyle sanmıştım.

 Benim suçum değil bu.

 Sophie, evlendiğim günden beri beni suçlamaktan vazgeçmedin.

 - Suçladım mı?

 - Evet.

 Bunu gördüm.

 Gözlerinde.

 Bir daha olmayacak.

 İnsanlara öyle bakmamalısın.

 Sana yakışmıyor.

 Güvenmeliyiz.

 Başka türlü nasıI yaşarız?

 - Sana bir şey sorabilir miyim?

 - Evet.

 - Ama dürüst, dostça cevapla.

 - Evet.

 - Mutlu musun?

 - Hayır.

 Olmadığını biliyordum.

 Bir şey daha sorabilir miyim?

 Daha genç bir kocan olmasını istemez miydin?

 Ne yaramaz kızsın sen!

 - İstemez miydin?

 - Evet.

 Evet, bunu isterdim.

 Pekâlâ, başka?

 Doktordan hoşIanıyor musun?

 Oldukça.

 Komik mi görünüyorum?

 Sanki az önce gitmemiş gibi hâlâ sesini duyuyorum.

 Sanki pencereden baksam onu görebileceğim.

 Tanrım, söyleyeceğim işte!

 Yüksek sesle konuşmamalıyım.

 Odama gidelim mi?

 Beni aptal mı buluyorsun?

 Tabi ki öyleyim.

 Bana onu anlat.

 - Ne söyleyeyim?

 - Çok zeki, öyle değil mi?

 Bir şeyler yapıyor.

 İnsanları iyileştiriyor, ağaç dikiyor - Canım, bundan daha fazlası var.

 - Öyle mi?

 Ağaç dikiyor ve ağaç diktiğinde bu ağaçların bin yıI sonraki etkisini görmeye çalışıyor.

 Bin yıI sonrasını!

 İnsanların mutluluğunu düşünüyor.

 Böyle güzel insanları bulduğunda - Ne?

 - Onları sevmek gerekir.

 İçiyor.

 - Evet, içiyor.

 - Kabalaşabiliyor.

 Onun hayatını düşününce tedavi ettiği kaba, ilkel insanlar etrafını çeviren yoksulluk ve cehalet.

 Hastalıklar Böyle hayatı olan bir adam Sana mutluluk diliyorum.

 Tüm ruhumla.

 Mutluluğu hak ediyorsun.

 Benim sıkıcı, sıradan bir kişiliğim var.

 Tüm hayatım boyunca böyle hissettim.

 Böyle düşünecek olursan, oldukça mutsuz biriyim.

 - Neden gülüyorsun?

 - Çok mutluyum.

 Sana bir şeyler çalayım mı?

 Evet, çok isterim.

 - Öyle mi?

 - Evet, uyuyamıyorum.

 Git, babana sor.

 Hastayken bazen müzik sesine kızar.

 Tamam derse o zaman çalarım.

 Pekâlâ.

 Uzun zamandır çalmıyorum.

 Hem çalacağım, hem de aptal gibi ağlayacağım.

 Çalamayacağımızı söylüyor.

 Kısa bir ara verelim.

 Sen de sigara içerken iyiydi.

 Şimdi yalnız kaldım.

 Özür dilerim, Jerry.

 Milwaukee'yi seviyorum.

 Harika restoranlar var.

 Hartford'da yemek yiyecek bir yer bulabildin mi?

 Max'ın yeri oldukça iyiydi.

 - Hint gurusu bir arkadaşım var.

 - Öyle mi?

 Harika bir öğretmendir.

 Her neyse, sonraki iki perde üç ay sonrasında geçiyor.

 Eylülde.

 Önceki sahnelerde olanların üç ay daha sürdüğünü düşün.

 Pek sayın Profesör, saat bire doğru hepimizin burada, yemek odasında toplanmamızı buyurmuşlar.

 Bire çeyrek var.

 Dünyayla paylaşmak istediği bir duyurusu varmış.

 Muhtemelen işle ilgilidir.

 Artık bir işi yok ki!

 Saçmalıklar yazmak, sızlanmak, kıskanmak.

 Onun hayatı bu.

 - Dayı!

 - Tamam.

 Tamam.

 Sen haklısın.

 Şunun haline bakın!

 Marazi bir tembellik.

 Üşengeçlik manzarası.

 Bütün gün bunu söylüyorsunuz.

 Yapacak hiçbir şey yok ki.

 Sıkıntıdan patlıyorum.

 İstedikten sonra yapacak bir sürü iş var.

 - Birini söyle.

 - Öğretmek.

 Hastalara bakmak, çiftlikle ilgilenmek.

 Siz gelmeden önce, dayımla ben pazara gider, un satardık.

 Ben bunları nasıI yapayım?

 Ayrıca ilgimi çekmiyor.

 Köylülerin eğitimi, hastaların tedavisi, siyasi romanlarda olur.

 Ben bunu nasıI yapayım?

 Öyle, birdenbire

Bir kere denesen, seversin.

 SıkıIdığını biliyorum.

 Öyle bulaşıcı ki Vanya dayıma da geçti.

 Hiçbir şey yapmıyor sadece gün boyu, gölge gibi seni izliyor.

 Ben de işi gücü bırakıp muhabbete geldim.

 Gittikçe tembelleşiyorum.

 Eskiden, ayda bir gelen doktor bile her gün burada.

 Ormanı, hastalarını unuttu.

 Senin büyünün etkisinde yaşıyor.

 Neden böyle isteksizsiniz, sevgilim?

 Bir tanem?

 Kendinize gelin!

 Yaşamla dolun!

 Damarlarınızda bir denizkızının kanı dolaşıyor denizkızı gibi yaşayın.

 Hayatınızda bir kez olsun kendinizi bırakın.

 Yükseklere tırmanın sonra dalgaların köpüklerine bırakın kendinizi.

 Suların derinliklerinde bir aşk mükemmel su perisi kostümüyle sizi bekliyor.

 Profesör de, bizler de, hepimiz size şöyle bir bakıp, haykıralım: "Kim bu güzel peri?”

 Susar mısınız?

 Çok zalimsiniz!

 Affedin beni, neşe kaynağım.

 Affedin beni.

 Özür diliyorum.

 Bağışlayın beni.

 Lütfen!

 - Bir azizin bile sabrını taşırırsınız.

 - Lütfedin, barışalım.

 - Kabul edin!

 - Barışmamızın ifadesi olarak size bir buket gül getireceğim.

 Öngörülü davranıp, bu sabah toplamıştım.

 Kederli güller.

 Sonbahar gülleri.

 Sizin için.

 Kederli sonbahar gülleri.

 Eylül de geldi.

 Kışı burada nasıI geçireceğiz?

 Doktor nerede?

 Vanya dayımın odasında, bir şeyler yazıyor.

 Seninle konuşmak için dayımın gitmesini bekledim.

 Hangi konuda?

 Hangi konuda?

 Ben çirkinim.

 Çok güzel saçların var.

 Güzel gözlerin var.

 Hayır!

 Çirkin kadınlara hep, güzel saçları güzel gözleri olduğu söylenir.

 Altı yıIdır ona aşığım.

 Onu, öz annemden daha çok seviyorum.

 Sesi kulaklarımda, elini elimde hissediyorum her dakika gözüm kapıda.

 Onu konuşmak için sana geliyorum ve o beni fark etmiyor bile.

 Bütün gece dua ettim.

 Benim için hiç umut yok.

 Dün Vanya dayıma itiraf ettim.

 Onu sevdiğimi hizmetçiler dahil, herkes biliyor.

 O ne düşünüyor?

 Beni fark etmiyor.

 O tuhaf bir adam.

 İzin ver, ağzını arayayım.

 Ne dersin?

 İhtiyatlı olurum.

 Usulca, fark ettirmeden

Bu bilinmezlik daha ne kadar sürecek?

 Seviyor mu, sevmiyor mu?

 Evet mi, hayır mı?

 Hayır derse bir daha buraya gelmesine izin vermem.

 Evet mi?

 Bana haritalarını göstereceğini söylemişti.

 Onu görmek istediğimi söyle.

 - Bana gerçeği söyleyecek misin?

 - Söyleyeceğim.

 Çünkü, bence gerçekler ne kadar acı da olsa bilinmezlik kadar kötü değildir.

 Sana söz veriyorum.

 Bilmemek daha iyi Çünkü hâlâ umut var demektir.

 Ne dedin?

 Hiçbir şey.

 Tanrım  birinin sırrını bilip de ona yardım edememekten kötü ne var?

 Sonya'yı sevmediği çok açık.

 Ama neden onunla evlenmesin?

 Onun yaşında bir kasaba doktoru.

 Saf, zeki, kibar bir kız

Onun karısı olmasına engel olan ne var?

 Hiçbir şey.

 Hiçbir şey.

 Zavallı çocuk.

 Bu ucuz muhabbetlerle dolu gri dünyada  bu adam ortaya çıkıyor.

 Yakışıklı bir adam

Çekici bir adam

Böyle bir adama teslim olmak Vanya ne demişti?”

 Damarlarında denizkızı kanı var.”

 "Hayatında bir kez kendini bırak.”

 Neden yapmayayım?

 Hayatımda bir kez olsun

Hayatımda bir kez

Adam her gün buradayken  her gün burada ve ben neden geldiğini biliyorum.

 Tanrım!

 Şimdiden günahkârım.

 Sonya'nın ayaklarına kapanıp af dilemeliyim.

 Günaydın.

 Günaydın.

 Çizimlerimi görmek istemişsiniz.

 Dün bazı haritalar üstünde çalıştığınızı söylemiştiniz.

 - Getirdim.

 - Müsait misiniz?

 Evet.

 Nerede doğdunuz?

 Petersburg'da.

 Nerede okudunuz?

 Konservatuarda.

 İIginç bulmayabilirsiniz.

 Öyle mi?

 Neden?

 Doğru.

 Taşrayı bilmiyorum topografyayı - Gerçekten mi?

 - Ama çok ilgileniyorum.

 Vanya'nın odasında kendime ait bir masam var çok yorgun olduğumda her şeyi bırakır, buraya koşarım bir ya da iki saat, haritalarım üstünde çalışırım.

 Vanya ve Sonya hesaplarla uğraşırken ben de kendi masamda bir şeyler çizerim, boyarım.

 İçim ısınır.

 Her taraf sessizdir.

 Huzur bulurum.

 Dışarıda cırcır böcekleri bütünüyle huzur dolu belki, ayda bir kez.

 Pekâlâ.

 Bu, bölgenin elli yıI önceki haritası.

 Yeşiller orman alanları.

 Bölgenin neredeyse yarısı.

 Kırmızıyla çizilmiş yerlerde geyikler, dağ keçileri yaşarmış.

 Burada bitki örtüsü ve hayvanları gösteriyorum.

 Göllerde; ördekler, kazlar, kuğular yaşIıların dediğine göre sayısız kuş sürüsü varmış.

 Burada: kasaba, tek tük evler, çiftlikler köyler, manastırlar, değirmenler Çok sayıda sığır.

 Atlar Maviye boyalı.

 Her evde büyük baş hayvan ve bir düzine at varmış.

 Ve burada da 25 yıI sonrası.

 Gördüğünüz gibi ormanlık alan üçte bire inmiş.

 Dağ keçisi kalmamış ama hâlâ geyik var yeşil ve mavi giderek soluyor.

 Üçüncü olarak günümüz haritasına bakalım.

 Koyu yeşil yok.

 Geyikler, kuğular, ördekler kaybolmuş.

 Eski yerleşimlerden eser yok.

 On, on iki yıI içinde yavaş yavaş ama mutlaka tamamlanacak olan bir yozlaşma bu.

 Dünya yok olacak.

 Bunun kültürel bir değişim olduğunu eskinin yerini, yeninin aldığını söyleyebilirsiniz.

 Size katıIırım eğer yok olan ormanların yerine fabrikalar, tren yolları, okullar yapıIsaydı, halk daha mutlu, daha sağIıklı olurdu.

 Oysa ne var?

 Hâlâ bataklıklar, sivrisinekler, yetersiz yollar tifüs, difteri, aynı hastalıklar, sefalet ve yangınlar var.

 İnsanın direnme gücünün ötesinde bir varoluş savaşı bu.

 Bu yozlaşmanın nedeni yoksulluk ve cehalettir.

 Üşüyen, acıkan, hastalanan, yaşamaya ve çocuklarını korumaya çalışan insan hayvani korkularla, içgüdüsel olarak yakıp yıkıyor.

 Yarınını düşünmüyor.

 Yerine yenisi konulmadan her şey yok ediliyor.

 Görüyorum ki, bu sizi ilgilendirmiyor.

 Çok azını anlayabiliyorum.

 Ama ilginizi de çekmiyor, belli ki.

 Doğrusu aklımda başka şeyler var.

 - Anlıyorum.

 - Bağışlayın.

 - Hiç önemli değil.

 Aklımı meşgul eden şey

Aslında nasıI başlayacağımı bilmiyorum.

 Lütfen.

 Sizi sorgulamak istiyordum.

 - Sorgulama mı?

 - Evet.

 Masum bir sorgu.

 İzniniz olursa.

 Oturalım mı?

 Mesele bir arkadaşımla ilgili.

 Genç bir arkadaşım.

 Dürüstçe konuşabilir miyiz?

 Elbette.

 Ve sonrasında bunları hiç konuşmadığımızı farz edelim.

 - Anlıyor musunuz?

 - Anlıyorum.

 Konu üvey kızım Sonya.

 Evet?

 Onun için ne hissediyorsunuz?

 Saygı duyuyorum.

 Bir kadın olarak ona karşı hisleriniz?

 - Ona karşı hislerim mi?

 - Evet.

 Hiçbir şey.

 İki şey daha söyleyip bitireceğim.

 - Onun size olan hislerini fark etmediniz mi?

 - Hayır.

 Öyleyse, hepsi bu kadar.

 Sonya'yı sevmiyorsunuz sevemeyeceksiniz de.

 Kızcağız acı çekiyor.

 Ona merhamet etmenizi istiyorum artık buraya gelmeyin.

 Sanırım geç oldu

- Buraya gelecek vaktim yok.

 - Tanrım!

 Çok tatsız bir konuşmaydı.

 Bu konuşmayı hiç yapmadığımızı farz edelim.

 Şimdi gitmelisiniz.

 Anlarsınız.

 Bunları bana bir ay önce söyleseydiniz belki o zaman dikkate alabilirdim.

 O acı çekiyorsa zavallı kız acı çekiyor Anlıyorum.

 Neyi anlıyorsunuz?

 Niyetiniz çok açık.

 Sorgulama bahanesiyle beni buraya çağırdınız ve tuzağınıza düştüm, öyle değil mi?”

 Bir erkek olarak ne hissediyorsunuz?”

 "Gerçek duygularınız nedir?”

 Bu saçmalığa son verip size söyleyeyim.

 İtiraf ediyorum.

 - Sizinim.

 Teslim oluyorum.

 - Siz aklınızı mı kaçırdınız?

 - İtiraf ettim.

 Numaranız beni buna zorladı.

 - Size söyleyeyim ben sandığınızdan daha iyi, daha soyluyum.

 Yemin ederim.

 Peki, gidiyorum, ama nerede görüşeceğiz?

 Söyleyin ve bir öpücük

- Yemin ederim

- Ne kadar güzelsiniz.

 Yüzünüz

- Lütfen gidin!

 - Yarın fidanlıkta buluşalım, olur mu?

 - Lütfen, bırakın beni.

 - Yarın saat ikide, fidanlıkta, evet.

 Bırakın beni.

 Tanrım!

 Çok güzel.

 Hiç önemli değil.

 Bugün, sevgili dostum hava sabah bulutluydu, yağacak gibiydi şimdi değişti, güneş çıktı, harika bir öğleden sonra.

 Ekinler oldukça iyi.

 Tek olumsuzluk günlerin kısalmaya başlaması ama elimizden ne gelir?

 Size yalvarıyorum, Iütfen nüfuzunuzu kullanın ve kocamla benim bugün acilen buradan gitmemizi sağlayın.

 Bu öğleden sonra.

 - Duyuyor musunuz?

 - Evet.

 Söylediklerimi duydunuz mu?

 Biliyorsunuz, her şeyi gördüm.

 Söyleyin, ne dediğimi duydunuz mu?

 Bugün buradan ayrıIıyoruz.

 Ben de öyle ekselansları, son günlerde kendimi pek iyi hissetmiyorum.

 Ancak benim sorunum başımda.

 Başım öyle ağrıyor ki

Diğerleri nerede?

 Neredeler?

 Bu evden nefret ediyorum.

 Labirent gibi.

 26 odası var.

 Herkes birbirini arıyor

Anneme gelmesini söyleyin.

 Bayanlar, baylar, Iütfen oturun.

 Ne dedi?

 Şimdi olmaz.

 Ne oldu?

 Taşra hayatına alışamadım.

 Artık buraya gelmeyecek, değil mi?

 Söylesene, öyle mi?

 Sonya!

 Beni duymuyor bile.

 Dadı, gelir misin, Iütfen.

 Şimdi, bayanlar, baylar zahmet edip, ayçiçeği gibi ilginizi bana çevirirseniz İşte, annem de geldi.

 Şimdi bayanlar, baylar sizleri buraya toplama nedenim çiftliğe bir denetçi geleceğini haber vermekti.

 Şaka bir yana, sizlerin yardım ve tavsiyelerinizi istiyorum umarım, beni geri çevirmezsiniz.

 Ben bir bilim adamıyım, kitaplardan anlarım.

 İş hayatının iniş çıkışlarına ve kurnazlıklarına yabancıyım.

 İşten anlayan dostlarımın yardımı olmadan yaşayamam.

 O yüzden size soruyorum İvan Petrovich, Yelena İlya İlyich, anne Ben yaşIı bir adamım, yaşının farkında olan yaşIı bir adam "manet omnex una nox" yani; zamanı gelince hepimiz gideceğiz.

 Hayatımın sonuna geldim.

 Ama karım henüz çok genç.

 Burada, köyde yaşamayı sürdürmemiz imkansız.

 Köy hayatına uygun değiliz.

 Ama çiftlikten gelen para olmadan şehirde de yaşayamayız.

 Ormandaki ağaçları satabiliriz.

 Bu da son çare ve yenilenmesi mümkün değil.

 Bir kez satıIdı mı artık para getirmez.

 Peki, bize tatminkâr ve kalıcı bir gelir getirecek bir çözümü nasıI bulabiliriz?

 Araştırdım ve sanırım kalıcı bir yol buldum ve şimdi sizlere öneriyorum.

 Kaba bir hesapla, çiftliğimizin ortalama geliri yüzde iki civarındadır.

 Çiftliği satmayı öneriyorum.

 Çiftliği satar ve parasını devlet tahviline yatırırsak yıllık kazancımız yüzde 4- 5 olacaktır.

 Yüzde 4- 5.

 Sanırım bu fazladan gelen parayla Finlandiya'da bir villa alabiliriz.

 Bağışla.

 Özür dilerim.

 Bir daha tekrarlar mısın?

 Parayı tahvillere yatıralım fazladan gelecek parayla da Finlandiya'da küçük bir villa alalım.

 Evet.”

 Finlandiya" kısmını sormuyorum.

 Bir gelirden söz ettin.

 - Neyin geliri?

 - Çiftliği satalım, dedim.

 Evet, dikkatimi çeken bölüm buydu.

 Çiftliği mi satacaksın?

 Peki ben nereye gideceğim?

 Ya Sonya?

 Ya annem?

 Sorabilir miyim?

 Elbette.

 Zamanla hallolur.

 - Her şey bir anda olmaz ki.

 - Elbette olmaz.

 Biliyor musun, cehaletimi bağışla ama satmak istediğin bu çiftliğin Sonya'nın olduğunu sanıyordum.

 İzin ver!

 Babam bu çiftliği, drahoma olarak kız kardeşime vermişti.

 Yasaları bilmediğimden olsa gerek çiftliğin, kız kardeşimden, Sonya'ya kaldığını sanıyordum.

 Elbette!

 Aksini kim söylüyor?

 Tabi ki Sonya'ya ait.

 Onun izni olmadan satmayı düşünmüyorum ki hem satıIması onun yararına olur.

 Aklımı mı kaçırıyorum?

 Bunları niye dinliyoruz?

 Lütfen, Aleksander'a itiraz etme!

 Lütfen, inan bana o neyin daha iyi olduğunu bilir.

 Ben bir bardak su içerken sen de bize ne istediğini söyle.

 Neden sinirleniyorsun?

 Planım mükemmel dedim mi?

 Sadece bir plan.

 Uygun bulunmazsa vazgeçerim.

 - Ekselansları - Evet?

 Sizin bilim adamı kişiliğinize duyduğum saygının ötesinde size yakın olmamı sağlayan akraba ilişkilerim var.

 Kardeşim Grigori İlyiç'i tanırsınız.

 Onun kayınbiraderi Fustian Trofich Lakidomov'u bilir misiniz?

 O da bilim adamıydı.

 Şimdi olmaz, Çopur!

 Lütfen!

 Burada iş konuşuyoruz.

 - Pekâlâ.

 - Ona sor!

 - Neden ona sorayım?

 - Çiftliği onun amcasından almıştık.

 - Öyle mi?

 - Evet, o zamanın parasına.

 Evet, öyle.

 Fiyatı 95 bin rubleydi.

 Babam onlara 70 binini ödemişti.

 Ardında ödenmemiş bir borçla öldü.

 Takip ediyor musun?

 Ben sevgili kız kardeşimin hatırı için miras hakkımdan vazgeçmeseydim çiftliği alamayacaktık.

 Ayrıca kalan borcu ödemek için - on yıI öküz gibi çalıştım.

 - Konuyu açtığım için özür dilerim.

 Bütün borç, benim çabalarım sayesinde ödendi.

 Benim gayretlerimle.

 Şimdi sen benden, kendimi sokağa atmamı istiyorsun.

 Bu çiftliği 25 yıIdır idare ediyorum.

 25 yıI boyunca çalıştım ve sana para yolladım.

 Bu sürede, bir kere bile senin için çalışan insanları düşünmedin.

 Bir kere bile!

 25 yıI boyunca bana yıIda 500 ruble gibi muhteşem bir para ödedin.

 YıIda 500 ruble.

 Bir kere bile tutarı arttırmayı önermedin.

 İvan Petroviç, ben pratik bir adam değilim.

 İstediğin zaman kendin arttırabilirdin.

 Anlıyorum.

 Çalmalıydım.

 Şimdi de beni hırsızlık yapmadım diye küçümsüyorsun.

 Evet, çalsaydım, bugün yoksul biri olmazdım.

 - Jean, Iütfen!

 - Vanya!

 Vanya!

 Kırıcı sözler söyleyip, güzelim ilişkinizi bozma.

 Annemle ben fareler gibi yaşadık.

 Bütün düşüncelerimizde sen vardın.

 Çalışmalarından söz ederdik.

 Seninle gurur duyduğumuzdan Adını hayranlıkla anardık.

 Akşamlarımızı, makalelerini okuyarak geçirirdik.

 Senin "yayınlarını" şimdiyse iğreniyorum.

 Artık gözlerim açıIdı.

 Sanat üzerine yazıyorsun ama sanattan anladığın yok.

 Çünkü senin ruhun yok.

 Cahilsin!

 Sahtesin!

 Ustalarının artıklarıyla beslenen bir domuzsun!

 - Ben gidiyorum!

 - Bizi aldattın.

 - Sus, Iütfen!

 - Hayır, susmayacağım!

 Hayır!

 Daha sözüm bitmedi!

 Hayatımı mahvettin!

 Hayatımın en güzel yıllarını sana harcadım.

 Hırsız herif!

 Sen bir katilsin!

 Hayatımı mahvettin!

 Hayır Ben gidiyorum.

 Benden ne istiyorsun?

 Benimle nasıI böyle konuşursun?

 Bu hakkı sana kim verdi?

 Sen bir hiçsin!

 Hiçsin!

 Çiftliği mi istiyorsun?

 Senin olsun.

 Al.

 Al senin olsun!

 Benim ihtiyacım yok.

 Dayanamıyorum, duyuyor musunuz?

 Artık dayanamıyorum.

 Ben gidiyorum.

 Hayatım mahvoldu.

 Yetenekliydim, zekiydim, cesurdum.

 Bir Scopenhauer, yeni bir Dostoyevski olabilirdim.

 Yeni bir felsefe yaratabilirdim.

 Neler saçmalıyorum?

 Aklımı yitirmeye başladım.

 Anne acı çekiyorum anne.

 Aleksander'ın dediğini yap.

 Ne yapacağım?

 Ne yapacağım?

 Tamam, tamam, tamam.

 Biliyorum, biliyorum!

 Beni unutacağını mı sanıyorsun?

 Jean!

 Lütfen!

 Neler oluyor?

 Alın şunu gözümün önünden!

 Onunla aynı çatı altında kalamam.

 Tam dibimde yaşıyor.

 Bu adamla aynı evde yaşayamam!

 Onu buradan götürün yoksa ben giderim.

 Bugün buradan gidiyoruz.

 Lütfen, hazırlıkları başlatır mısın?

 Lütfen!

 Baba!

 Dayım da, ben de çok mutsuzuz.

 Senin için çalıştığımız geceleri hatırlıyor musun?

 Kitaplarını temize çekerdik.

 Metinlerini tercüme ederdik.

 Hiç dinlenmeden çalıştık, baba.

 Kendimize bir peni harcamadan hepsini sana gönderdik.

 Ekmeğimizi kazandık.

 Biliyorum yanlış, yanlış ama Iütfen anlamaya çalış ve merhametli ol.

 Aleksander, onunla aranı düzelt.

 Hemen, sana yalvarıyorum.

 Yalvarıyorum.

 - Tamam.

 - Teşekkürler.

 Onunla konuşurum.

 - Onu suçladım mı?

 - Hayır.

 Neyle suçlayacağım ki?

 Hiçbir şeyle.

 Ona davranışları için bile kızmadım.

 Bana karşı tavır yaptı.

 Söylemem gerek biraz tuhaf davrandı.

 Senin hatırın için, onunla konuşacağım.

 Aleksander, nazik davran.

 Sakin olmaya çalış.

 Sus, sus, benim yavrucuğum.

 Kazlar bağırır, bağırır, sonra susarlar.

 Bağrışırlar ve sonra susarlar.

 Zavallı öksüz kızım.

 Titriyorsun.

 Üşüdün mü?

 Sana ıhlamur ya da böğürtlen çayı yaparım.

 Bir şeyciğin kalmaz.

 Sizi gidi kazlar!

 Kesin şunu!

 Tamam, tamam!

 Uzaklaşın!

 Durdurun şunu!

 Durdurun!

 ÇıIdırdı!

 O silahı bana ver!

 Ver dedim!

 Kahretsin!

 Beni buradan götür.

 Artık dayanamıyorum!

 Ne düşünüyordum ki?

 Bitirmek istiyorsan acele et.

 Fazla bir şey kalmadı.

 Birazdan bizi çağırırlar.

 Vedalaşmak için.

 Atları arabaya koştular bile.

 Fazla bir şey kalmadı.

 Kharkov'a gidiyorlar.

 Orada yaşayacaklar.

 Böylesi çok daha iyi.

 Evet, burada kötü bir travma yaşadılar.

 Biz yine yaşayacağız.

 Biliyorum.

 Eskiden olduğu gibi.

 Eski günlere döneceğiz.

 Saat yedide çay, öğlen on ikide yemek.

 Akşamları da eskisi gibi sofraya oturacağız.

 Tüm Hıristiyanlar gibi.

 Biliyor musun ne zamandır sade erişte yemedim ne kadar günahkârım.

 Evet, bize erişte yapmayalı çok uzun zaman oldu.

 Doğru.

 Çok uzun zaman.

 Bu sabah köyden geçiyordum bakkal seslendi: "Bakın asalak geçiyor.

 Hey, beleşçi!

 " Bunları kafana takma, canım.

 Tanrı katında hepimiz beleşçiyiz.

 Ayrıca sen çalışıyorsun.

 Sonya çalışıyor, Vanya çalışıyor.

 Hatta ben bile.

 Sürekli meşgulüz.

 Sonya nerelerde?

 Bahçede doktorla birlikte, Vanya'yı arıyorlar.

 Kendisine bir şey yapmasından korkuyorlar.

 Tabancası nerede?

 Tavan arasına sakladım.

 Tanrıya şükür!

 Beni yalnız bırakır mısınız, Iütfen?

 Lütfen, sen de gider misin?

 Benim için büyük zevk olurdu.

 Çok önce gitmeliydim zaten.

 Ama dediğim gibi, önce benden aldığın şeyi geri ver.

 Ben senden bir şey almadım.

 Pekâlâ.

 NasıI istersen.

 Burada biraz oturacağım ve ısrar edersen seni bağlayıp, üstünü arayacağım.

 Sözüme inanabilirsin.

 En kötüsü de, en büyük aptallık iki kez ateş edip ikisinde de ıskalamamdı.

 Ateş etmek hevesin varsa, neden kendini vurmadın?

 Kendimi İIginç bir şey söyleyeyim.

 Ben bir cinayete teşebbüs ettim.

 Tutuklandım mı?

 Hayır.

 Peki niye?

 Açıkçası deli olduğuma inandılar.

 Kaçık olduğumu düşündüler.

 Öte yandan, zalimliğini maskeleyen kalpsizliğini, cimriliğini, adiliğini sahta başarıların ardında saklayan, bu hokkabaz bu dahi ve üç kâğıtçı adam deli sayıImıyor.

 Ve bu yaşIı adamla evlenen genç kadın tüm dünyanın gözü önünde onu aldatmaya karar veriyor Ne yaptığını gördüm.

 Doğru.

 Yaptım.

 Cehenneme gidebilirsin.

 Ve sen!

 Sen de deli değilsin.

 Hâlâ sizi üstünde taşıyan dünya deli.

 Çok şiirsel.

 Bildiğin gibi ben deliyim, sorumluluğum yok.

 - Ne istersem söylerim.

 - Deli değilsin, biliyorsun.

 Sen aptalsın.

 Eskiden aptalları, dengesizleri, sorumsuzları hasta zannederdim.

 Hasta değil, normaller.

 Sen gayet iyisin.

 - Ne yapacağım?

 - Hiçbir şey.

 47 yaşındayım.

 Altmışıma kadar yaşarsam daha yaşayacak 13 yıIım var demektir.

 Ne yapacağım?

 NasıI dayanacağım?

 O kadar yıI yapacağım hiçbir şey yok.

 Hiçbir şey.

 Yeni bir başlangıç yapabilsem hayatımın kalanını farklı yaşayabilsem, bu mümkün Bazıları bunu yapıyor, her sabah kalkıyorlar ve "Bugün yeni bir gün" diyorlar.

 Geçmişimden kurtulabilsem İnsan bunu nasıI yapar?

 Yeni bir hayata nasıI başlar?

 Kapa çeneni!

 Yeni hayata başlamak mı?

 Biz yeni bir başlangıç yapamayız.

 Sen ve ben.

 Tek yaşayacağımız hayat, kendi hayatlarımız.

 - Öyle mi?

 - Öyle.

 Bizden yüz, iki yüz yıI sonra gelecek olanlar ne hissedecekler, biliyor musun?

 Aptal hayatlarımız yüzünden bizi hor görecekler.

 Belki onlar mutlu olmayı öğrenirler.

 Seninle benim içinse tek umut var.

 O umut da ölüp mezarlarımızda dinlenmeye çekildiğimizde huzurlu hayallerin bizi ziyaret etmesi.

 Evet, dostum.

 Hep bu bölgedeki, eğitimli, yegâne iki insan olduğumuzu söylerdik.

 Kendimizden bahsederdik.

 Son on yıIda işimiz bitti.

 Bu kokuşmuş ve cahil hayat, bizi içine çekti yozlaştırdı.

 Ne şok edici bir sürpriz!

 Diğerlerine benzedik.

 Konuyu değiştirme.

 Benden aldığın şeyi geri ver.

 - Bir şey almadım.

 - İlaç çantamdan bir şişe morfin aldın.

 Kendini öldürmek istiyorsan, silahını alıp ormana git.

 Ama ilacı bana ver.

 Sana onu benim verdiğimi sanacaklar.

 ÖIümünü ilan edip, otopsini yaparken eğleneceğimi mi sanıyorsun?

 Dayınız çantamdan morfin aldı ve geri vermiyor.

 - Bu doğru mu?

 - Doğru, tabi.

 Geri vermesini söyler misiniz, Iütfen?

 Dönmek zorundayım.

 Dayı, geri ver şunu.

 Geri ver, dayı.

 Dayı, sanki ben çok mu mutluyum?

 Ama umudumu yitiriyor muyum?

 Hayata katlanıyorum ve doğal yollardan bitene kadar da dayanacağım.

 Sen de öyle yap, Iütfen.

 Geri ver.

 Onu bana ver.

 Nazik ol.

 Sen çok iyisin.

 Bana acırsın.

 Şişeyi geri ver.

 Teşekkürler.

 Teşekkürler.

 Tamam.

 Çalışmam lazım.

 Bir şeyler yapmam gerekiyor.

 Onlar gider gitmez, oturup çalışmaya başlarız.

 Hesapları çıkarırız.

 Vanya, burada mısınız?

 Lütfen, Aleksander'ın yanına gidin.

 Size bir şey söylemek istiyor.

 Hadi, dayı.

 Onunla barışmak zorundasın, biliyorsun.

 Hadi, ben de seninle geleceğim.

 - Ben gidiyorum.

 Hoşça kalın.

 - Gidiyorsunuz.

 - Araba hazır.

 - Güle güle.

 Bugün gideceğinize söz vermiştiniz.

 Evet, aklımda.

 Gidiyorum.

 Hemen.

 - Korktunuz mu?

 - Evet.

 Gitmeyin, kalın.

 Kalın.

 Yarın, fidanlıkta

 Hayır, karar verildi.

 Bu yüzden yüzünüze bakabiliyorum.

 Tek bir isteğim var.

 Beni düşünürken iyi şeyler hatırlayın.

 Mümkünse.

 Bana saygı duyun.

 Kalmanız için yalvarıyorum.

 Kabul edin.

 Buradan başka gidecek yeriniz yok.

 Er ya da geç bu gerçekle yüzleşeceksiniz.

 Kharkov, Kursk başka bir yer.

 Neden burası değil?

 Tam şimdi.

 Her şeyi boş verin ve yeniden başlayın.

 Tam şimdi!

 Ha?

 Böyle güzel bir sonbahar.

 Meyveliklerimiz var.

 Turgenyev'in anlattığı gibi köy evlerimiz var.

 Komiksiniz.

 Ve ben size kızgınım.

 Özür dilerim.

 Ama sizi mutlulukla hatırlayacağım.

 Neden peki?

 Orijinalsiniz.

 Söyleyeyim, ben size tutulmak üzereydim.

 Baştan çıkmıştım.

 Öyle işte.

 Güzel.

 El sıkışalım.

 Beni kötü hatırlamayın.

 Güle güle, o zaman.

 Bir şey söyleyeceğim.

 Çok tuhaf.

 Görünüşte iyi, sıcak kalpli bir insansınız, bundan eminim.

 Yine de doğanızda bir şey var.

 Öyle ki kocanızla buraya geliyorsunuz, insanlar işlerini bırakıyor görevlerini unutup, aylarca size hizmet ediyor sizi konuşuyor, dedikodunuzu yapıyor kocanızın gut hatalığıyla uğraşıyor sizin isteklerini karşıIıyor Tembelliğinizi bize bulaştırdınız.

 Bir aydır hiç bir iş yapmadım.

 Hasta insanlar arıyor.

 Değer verdiğim her şey çürüdü.

 Kocanız ve siz, gittiğiniz her yere yıkım götürüyorsunuz.

 Biraz abarttım ama kalsaydınız hissediyorum ki benim için de sizin için de korkunç bir şey olacaktı.

 Bunu siz de biliyorsunuz.

 O nedenle: "Komedi sona erdi.”

 Gidin.

 Güle güle.

 Bunu bir anı olarak alıyorum.

 Ne garip!

 Geldiniz, tanıştık ve aniden gidiyorsunuz.

 Dünya böyle bir yer işte.

 Son bir şey Vanya elinde bir buketle gelmeden önce bir öpücük.

 Tek bir öpücük, evet.

 Veda öpücüğü.

 Evet?

 Tamam o zaman.

 Bu da bitti.

 Hepsi bu kadar.

 - Size mutluluklar dilerim.

 - Ben de size.

 Ne olursa olsun.

 Ne olursa olsun.

 Hayatımda bir kez olsun

- Gitmeliyim.

 - Çabuk gidin!

 Sanırım geliyorlar.

 Bırakalım, geçmiş geçmişte kalsın.

 Son birkaç saat içinde öyle şeyler yaşadım ve düşündüm ki sanırım, yaşama sanatı üzerine bir kitap yazabilirim.

 Özrünü memnuniyetle kabul ediyorum, sen de benimkini et.

 Daha önce aldığın parayı almaya devam edeceksin.

 Düzenli ve zamanında.

 Her şey eskiden olduğu gibi.

 Yeni bir fotoğraf çektirip bana yollayın.

 - Benim için çok kıymetlisiniz.

 - Yollarım.

 Güle güle, Ekselansları.

 - Bizi unutmayın.

 - Elveda.

 Hepinize elveda.

 Ve size de samimi dostluğunuz için teşekkürler.

 Düşüncelerinize, heyecanınıza ve coşkunuza saygı duyuyorum.

 Ama Iütfen vedalaşırken, bu yaşIı adamın küçük bir gözlemine kulak verin.

 Sadece düşünmek yetmez.

 Çalışmak gerek.

 Anlıyor musunuz?

 Ne de olsa dünyada çalışmaktan daha büyük bir zevk yoktur.

 En iyi dileklerimle, bayanlar, baylar, en iyi dileklerimle, hoşça kalın.

 Çopur!

 Adamlara söyle, benim arabamı da hazırlasınlar.

 Söylerim, dostum.

 Beni bağışlayın.

 Bir daha görüşemeyeceğiz.

 Elveda, canım.

 Hoşça kalın.

 Yolcu etmeyecek misin?

 Bırakalım, nereye isterlerse gitsinler.

 Bu çok zor.

 Ben bir şeylerle uğraşmalıyım.

 Gittiler.

 Profesör sevinmiştir.

 Bir daha buralara ayak basmaz.

 Gittiler.

 Gittiler.

 Tanrı yardımcıları olsun.

 Evet, dayı, biz ne yapacağız?

 - Çalışacağız.

 - Evet.

 Kesinlikle!

 Uzun zamandır burada toplanmamıştık.

 Sanırım, mürekkep bitiyor.

 Gittiler diye hüzünlendim şimdi.

 Gittiler.

 Hesaplarla başlayalım.

 Bunlar gelenler.

 Bize üçüncü kez yazıp, bakiye soruyorlar.

 Sen bunu al, diğerini de ben alayım.

 Bu gönderilen hesap Kalemler karanlıkta cızırdıyor.

 Cırcır böcekleri ötüyor.

 Sıcak.

 Samimi.

 Hiç gidesim yok, nedense.

 Atlarım!

 Sanırım, veda vakti geldi.

 Ben gidiyorum.

 - Biraz daha kalın.

 - Kalamam.

 - Atlar hazır.

 - Evet, duydum.

 Teşekkürler.

 Bunu arabama koyar mısın?

 Çok özen göster.

 Ve evrak çantam.

 Sizi bir daha ne zaman göreceğiz?

 Yazdan önce olmaz sanırım.

 Belki kışın da uğrarım bana ihtiyacınız olursa tabi.

 Misafirperverliğiniz ve nezaketiniz için teşekkürler.

 Her şey için teşekkürler.

 YaşIı bayan hoşça kalın.

 - Daha çayınızı içmediniz.

 - Canım istemiyor.

 Biraz votka?

 Ama az bir şey.

 Benim atlardan biri biraz topallıyor.

 Dün gelirken fark ettim.

 Nallarını yenilemelisin.

 Rojdestvieni'de nalbanda uğrarım.

 - İyi olur.

 - Önemli değil.

 Şimdi Afrika sıcaktan kavruluyordur.

 Sanırım.

 İşte, buyurun.

 - Afiyet olsun, babacık.

 - Teşekkürler.

 Yanında biraz ekmek yiyin.

 Hayır, teşekkür ederim.

 Hoşça kal.

 Her şey gönlünce olsun.

 Hoşça kal.

 15 Şubatta, nebati yağ için 16 ruble 20 Şubatta 5 ruble kara buğday

 Gitti.

 Gitti.

 Toplam olarak on beş yirmi yirmi beş Tanrı yardımcımız olsun.

 Benim için öyle zor ki

Ne kadar zor olduğunu bilemezsin.

 Ne yapabiliriz, dayı?

 Tek yapabileceğimiz yaşamak.

 Uzun günler boyunca yaşayacağız.

 Ve sonsuz geceler boyunca.

 Katlanacağız alnımıza yazıImış tüm sınavları göğüsleyeceğiz.

 Durmadan başkaları için çalışacağız.

 Bugün de, hayatımızın geri kalanında da.

 Ecel saati geldiğinde de alçakgönüllülükle öleceğiz.

 Öteki dünyada; çok acı çektik diye ifade vereceğiz çok ağladık mutluluk nedir bilmedik diyeceğiz.

 Ve Tanrı bize acıyacak.

 Sana ve bana, dayıcığım.

 Tanrı bize acıyacak ve parlak, güzel, mutlu bir hayat yaşayacağız.

 Bu dünyadaki hayatımıza, mutluluk ve sevecenlikle bakacağız.

 Ve gülümseyeceğiz.

 Ve yeni yaşamımızda dinleneceğiz, dayıcığım.

 Kalpten inanıyorum.

 Meleklerin şarkıları eşliğinde dinleneceğiz elmaslarla kaplı göğün altında.

 Aşağı baktığımızda kötülüğü göreceğiz, dünyadaki tüm kötülükleri ve çektiğimiz acılar, mükemmel merhamet karşısında silinecek.

 Hayatımız bir okşayış kadar tatlı olacak.

 Bu dünyada mutluluğu hiç tatmadığını biliyorum.

 Ama azıcık bekle.

 Biraz bekle, dayıcığım.

 Dinleneceğiz.

 Dinleneceğiz.

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar