Print Friendly and PDF

Sapkın Bakma Dürtüsü ve Korku

 
Psikiyatri alanında derslik filmlerden fırsatı olan kaçırmasın.

Röntgenci (1960) Peeping Tom

Yönetmen:Michael Powell

Senaryo:Leo Marks

Ülke:İngiltere

Tür:Dram, Korku, Gerilim

Vizyon Tarihi:01 Mart 1961 (Türkiye)

Dil:İngilizce

Müzik:Brian Easdale

Çekim Yeri:London, İngiltere, Birleşik Krallık

Nam-ı Diğer:Face of Fear

Oyuncular

Karlheinz Böhm

Moira Shearer

Anna Massey

Maxine Audley

Brenda Bruce

Tüm Kadro

Özet

Michael Powell'in kariyerini mahveden kötü şöhretli filmi Peeping Tom'da (Röntgenci), kameranın saldırgan bir obje olarak kullanımı filme rahatsız edici bir hava katmıştır. Mark Lewis (Carl Boehm) isimli bir genç, kendisini kadınlara belgesel yönetmeni olarak tanıtır. Ancak kamerasının içinde, filme aldığı kişiyi öldürmek için kullandığı sivri uçlu bir metal vardır. Bu durumu, filmin başında kameranın vizöründen görerek tanık olduğumuz sinir bozucu cinayet kaydıyla öğreniriz.

Hiç şüphesiz Mark bir canavardır ancak Powell onu en azından biraz daha sempatik gösteren sorunlu çocukluğuna alt parçaları ifşa eder. Sadist babası, Mark üzerinde psikanalitik deneyler uygulamak üzere, uyurken filme almak, uykusundan uyandırmak için gözüne ışık tutmak ve yatağına kertenkele atmak gibi metotlarla ona eziyet etmektedir. Daha sonra Mark'ı, babasının ikinci evliliğinin görüntüleriyle birleştirdiği ölü annesiyle poz verdiği görüntülerle görürüz. Mark için seks, ölüm, aşk ve nefret tek bir duygudur ve kamera bu geçici duyguları yakalayabilen tek nesnedir. Mark, bilinçaltından gelen şiddet ve onunla çatışmakta olan tahrik hissini sadece bu duyguların bileşimi ve kamerasıyla bağdaştırabilmektedir.

Belki de izleyiciyi filmden soğutan etken, filmin konusunun muğlak dürtüleri ya da Powell gibi sevilen bir yönetmenin yüzünü karanlık ve şaşırtıcı konulara çevirmiş olması gerçeğiydi. Ancak bu etken, filmin izleyiciyi Mark'ın cinayetlerine kolaylıkla suç ortağı yapması ve sapkın iğrençliklerini onaylatmaya kadar ileri götürmesi olarak da kabul edilebilir.

Esasen, Powell bu sapkın hikayesini, diğer nispeten masum filmlerine eklediği maharetiyle sunmuştur. Filmin renkleri, öyle olmasını en az istediğimiz anda dahi canlıdır. Film, Alfred Hitchcock'un sarsıcı siyah-beyaz filmi Sapık'la (1960) karşılaştırıldıysa da "güçlü" Peeping Tom daha güncel ve korkutucudur. Bir çılgının zihninin derinliklerine doğru itiliriz, ancak Powell bize oradan çıkacak kolay bir yol sunmaz

Altyazı

İki kâğıt.

Kapıyı kapat.

- Neler oluyor?

- Cinayet.

Kızlardan biri.

Hangi gazete?

- Affedersiniz?

- Hangi gazetedensin?

The Observer.

Haydi.

Bir resminizi çekelim.

- Zavallı kız aklımdan çıkmıyor.

- Çok kötü olmalı.

- Geciktin.

- Özür dilerim, efendim.

Sana bir sorum var, Mark.

- En çok hangi dergi satar?

- Kapağında kızlar, kızlarda giysi olmayanlar.

Çok doğru.

Aynısı bana yaptığın işte de geçerli.

Meşgul görün.

The Times, lütfen.

- Başka bir şey var mıydı?

- Bir de the Telegraph.

Başka?

Bir arkadaşım sizde bazı görüntülerin satıldığını söyledi.

Ne gibi görüntüler, efendim?

- Bunlardan mı?

- Evet, teşekkür ederim.

- Günaydın, Bay Peter.

- Günaydın.

- Bir Crunch, lütfen.

- Alabilirsin, canım.

Teşekkürler.

- Tanesi ne kadar?

- Beş şilin.

Bunu alıyorum.

Ve bunu da.

- Hepsi ne kadar acaba?

- Sizin için beş dolar, efendim.

Beş dolar ?

Ne diyeceğim?

4 pound 10 peni.

Gazeteler de yanında bedava.

- Çok teşekkürler.

- Rica ederim.

Bir saniye, paketleyeyim.

- Sizi posta listemize ekleyelim mi?

- Yoo! - Hayır.

Tekrar gelirim.

- Peki, efendim.

"EĞİTSEL KİTAPLAR"

- Gazeteleriniz, efendim.

- Gazete mi?

- Times ve Telegraph.

- Evet.

Tabii ya.

Ne şapşalım.

Çok sağ olun.

Bugün bulmaca çözmeyecek.

Kimler de gelmiş.

Cecil Beaton.

İsmi Lorraine.

Durma, evlat.

Bizi meşhur et.

Dün gece öldürülen kızla ilgili haberi okudun mu?

Aynısı başıma geliyordu.

- Sahi mi, ne zaman?

- Geçen gece.

Erkek arkadaşımlaydım.

Gelecek ay evleniyoruz.

Nişanlıma yakalandık.

Morluklar görünmeyecek şekilde ayarlayabilir misin?

- Yapabilir misin?

- Öyle zannediyorum, Milly.

Elini çabuk tut, evlat.

Eriyorum.

Bak yine girdi oraya.

Ne var orada, kız arkadaş falan mı?

Herhalde kız arkadaşın vardır.

- Hayır, Milly.

- Duydun mu, Lorraine?

Boşmuş.

- Başınızı kaldırın ve denize bakın, lütfen.

- Ne denizi?

- Sadece şaşırmış bir ifadeni istedim.

- Ah, öyle mi?

Tekrar istiyorsan, seni düşüneyim.

- Bozma.

- Bir bulmacadan da ötesin.

- Bu işi boş zamanlarında yapıyorsun, değil mi?

- Evet, Milly.

Ne iş yapıyorsun peki?

- Resim çekiyorum.

- Böyle resimler mi?

Hayır, Milly.

- Otelimizin ikramı.

- Ne otelmiş ama! Umarım ciddiye almaz.

Sıra sende şekerim.

İlk tecrübesi.

Rahat ol, şekerim.

Utangaç olma.

Dedi ki, yüzümü çekmen gerekmiyormuş.

Çok isterim.

Belki benim morluklarımı da düzeltirsin.

- Çok isterim.

- Müşteriler ne olacak?

Benden utanmana gerek yok.

Benim için de ilk.

İlk mi?

Böylesine dolu gözler önünde ilk.

Yirmi bir! Mutlu yıllar sana Mutlu yıllar sana Mutlu yıllar sana, Helen Mutlu yıllar sana - Teşekkürler.

- Üfle! Bir, iki, üç! Bu da ne?

Kızınızla gurur duyuyor olmalısınız, Bayan Stephens.

Üst katta oturan çocuk.

Merhaba.

Kaç kere birbirimize selam vermeden geçtik bilmiyorum,  bu sefer en azından merhaba diyeceğim.

Adım Helen Stephens.

Diğer kiracılar ve birkaç arkadaşla birlikte bir parti veriyoruz.

Sizin de katılmanızı isteriz.

- Mark.

- Efendim?

- Adım Mark.

- Merhaba, Mark.

Buyurun lütfen.

Diğerleriyle de tanışırsınız, hem  Özür dilerim, ama  iş güç.

Partiyi bitirmeye niyetim yok, işin bitince gelmeye ne dersin?

Haydi, Helen.

Herkes bekliyor.

Mutlu yıllar.

Bir dakika.

Umarım rahatsız etmiyorumdur.

Aşağı inmeyeceğinizi biliyordum, bu yüzden  bunu size getirdim.

- Çok teşekkürler.

Neyse, işinizi yapmanıza engel olmayayım.

- Buyurmaz mısınız?

- Teşekkürler.

- Size bir içki ikram edeyim.

- Teşekkür ederim.

- Hiç kalmamış.

- Su çok makbule geçerdi.

Ev sahibi kendi verdiği partide su içemez.

Misafirler üstü kapalı algılayabilir.

- Dilerseniz süt de var.

- Zahmet olmazsa.

- Elbette olmaz.

- Teşekkürler.

- Buyurun.

- Çok teşekkür ederim.

Odanız çok şirin, içeride bir tane daha mı var?

- Evet.

- Ne zamandır burada yaşıyorsunuz?

- Ben bu evde doğmuşum.

- Sahi mi?

- Babama ait.

- En sonunda ev sahibimi buldum demek.

Yani babanız?

Hayır.

Kendisi öldü.

Ev sahibi benim.

- Siz mi?

- Evet.

Ama adeta kirayı ödememiş gibi geziyorsunuz.

- Ödemedim.

- Demek istediğim  Biliyorum.

Ev babamın, ve asla satmayacağım.

Ama masrafları karşılayamadığımdan odaları kiraya verdim.

Eğer aşırı kira alıyorsam, lütfen söyleyin.

Emlakçıya haber vereyim.

Kira son derece makul, ama sakın diğerlerine söylemeyin, yoksa huzurunuz kalmaz.

- Huzur.

- Mark, ne iş yapıyorsun?

Zamanımım çoğunu film stüdyosunda geçiriyorum.

İşin fotoğrafçılık tarafındasın sanırım.

- Çok yakında bir yönetmen olmayı umuyorum.

- Ne kadar heyecanlı! - Geldiğim sırada filmlere mi bakıyordunuz?

- Evet.

Kendinizinkilere mi?

- Evet.

- Görmek istiyorum.

Kaba davrandığımın farkındayım, ama gerçekten çok istiyorum.

Benim için bir doğum günü hediyesi olurdu.

Öyle mi?

Ama biliyorum işiniz gücünüz var, ve siz  Aslında  - Şimdi görmek ister misiniz?

- Çok teşekkürler Yolu göstereyim.

Çok karanlık.

Şimdi nasıl?

Ne kadar da geniş.

Çok özür dilerim.

- Bunlar nedir?

- Kimyasallar.

Burada çok fazla şey var, ama  her şeyden öte, daha önce görmediğim şeyler.

- Hepsi sana mı ait?

- Evet.

Yani, burayı tek başına mı hazırladın?

Bu odadan bahsetsene.

Babama aitti.

- Mesleği neydi?

- Bilim adamı.

- Bütün bu aletler onundu demek.

- Hayır, onunkileri satıp bunları aldım.

Oturun.

Bütün bunlar son derece teknik görünüyor.

Eğer çalıştığınız yer buraysa, kim bilir çalıştığınız şeyler nasıldır.

- Size ne göstersem acaba.

- Kapıyı çaldığımda baktığın şeyleri.

Peki.

Bu verdiğim ilk 21.

yaş günü hediyesi.

Bu da benim ilk ricam.

Teşekkürler.

Ne tatlı bir çocuk.

- Kim o?

- Ben.

Bunu düşünmeliydim.

- Peki filmi kim çekti?

- Babam.

Ne güzel bir fikir.

Çocuklarına bile gösterebileceksin.

Bir kabus görmüş olmalısın.

Gözündeki ışık da ne?

Kameradır, herhalde.

Neyin peşindesin öyle?

Edepsiz çocuk.

Dilerim şaplağı yemişsindir.

Kameraya çekmek çok tuhaf şeyler.

- Kapatayım mı?

- Hayır.

Yine mi?

Mark, bu bir tür şaka mı yoksa?

Hayır, Helen.

Bu da ne?

- Mark, ne yapıyorsun?

- İzlerken seni çekmek istiyorum.

Hayır.

Lütfen bunu açıklar mısın?

 Kâfi, Mark.

 Yaramazlığı bırak ve sil gözyaşlarını.

Açıkla bana, Mark.

Bütün bunlar da neydi?

Kertenkeleydi değil mi?

Yoksa  Bir kerten  Ama  Oraya nasıl geldi, Mark?

Oraya nasıl geldi?

Evde mi besliyordunuz?

- Benim değildi.

- Açıklayamaz mısın?

- En iyisi gitmen.

- Gördüklerimi anlamak istiyorum.

Baban gece vakti seni çekerek ne yapmaya çalışıyordu?

En iyisi gitmen.

O da ne?

Elveda diyorum  anneme.

Bunu mu kaydetti?

Evet.

Bunu da: Cenazesi.

Ve bunu da: Gömülüşü.

- Ve bunu.

- O da kim?

Annemin vârisi.

Vârisi mi?

İzlediğin bölümden altı hafta sonra  onunla evlendi.

Bunu o çekti.

Doğru odaklanmamış.

Baban mı?

O sabah balayı için ayrıldı.

Ne yapıyor orada?

Bana bir armağan veriyor.

Nedir o?

Tahmin edemiyor musun?

Kamera.

Kapat şunu! Kapat dedim! Hemen buradan çıkalım.

Yani bilim adamıydı?

Ne tür bir bilim adamıydı öyle, Mark?

- Biyolog.

- Sana ne yapmaya çalışıyordu?

Mark, sana ne yapmaya çalışıyordu?

Gelişimimi izlemek istiyordu.

Bir çocuğun gelişimini tüm detaylarıyla kaydetmek istedi.

Ama bu mümkün değildi.

Mümkün kılmak için üzerime bir kamera tuttu, durmaksızın.

Çocukluğumda asla bir mahremiyet sahibi olamadım.

Peki gözlerine tuttuğu o ışık ve de, o şey?

Sinir sisteminin vereceği tepkileri araştırıyordu  Korkuya.

Korku mu?

Evet.

Özellikle de çocukların korkuları ve onlara tepkileri.

Benden çok şey öğrenmiş olmalı.

Bazen çığlık atarak uyanırdım.

Orada not alıp, resim çekiyor olurdu.

Bu sayede bazılarına iyiliği dokunmuştur.

- Bir dahîydi.

- Çocuğunun yatağına kertenkele atan bir bilim adamı,  iyilik neresinde bunun?

Affedersiniz, ben  İşte buradasın.

Parti sona ermek üzere, acaba aşağıya  Geliyorum.

- Keşke sen de katılsaydın.

- Sağ olun.

iş güç.

Umarım  tatlı seviyorsundur.

Hediye için teşekkürler.

İyi geceler, Mark.

İyi geceler, ahbap.

Kes! 

Bakın Bay Jarvis, bu film bir televizyon reklâmı   bu teklifi size yapıyorum, çünkü sizin ilgi alanınıza giren bir iş.

 Johnnie'yle konuştum ve bu işi almak için can atıyor.

İstediğiniz rakamlar burada, Bay Jarvis.

 Senaryo müthiş, Bay Jarvis.

Hâlâ programın gerisindeyiz.

 Paramount'un bunu istediğini de biliyorsunuz.

 Evet.

Paramount, MGM, Columbia.

Hepsi de istiyor.

- Ticari mi peki?

- Anglo da istiyor.

Bana yazılı bir not gönder.

Haftaya görüşürüz bunu.

Not alın, Bayan Simpson.

Bütün yapımcı ve yönetmenlere.

Yeni ekonomi hamlesinin ışığında,  görebiliyor ve duyabiliyorsanız, ilk adım başarılıdır.

Sahne 99.

Çekim 49.

"Gevezelik diz boyu" Hayatım, bir kere olsun,  baş döndürücü olduğunu unutup başın dönmüş gibi davranır mısın?

Rica etmen yeter.

Pekâlâ.

Yerlerinize.

Kes.

Bir kez daha.

Hayır, tatlım.

Kes.

Kes.

Sahne 99.

Çekim 53.

Kes! Bir kez daha, lütfen.

Bir kez daha bayılmam lazımsa, bayılırım.

- Sahne 99.

Çekim 57.

- Sessizlik lütfen.

Başla! Yo, yo, yo.

Kes! Kes! Umutsuz vaka! - Bayan?

- Kes! Kes! Nasıldı?

Phil?

Sam?

Mark?

Kayda geçin! - Pekâlâ.

Bu günlük yeter.

- Bayanlar ve baylar.

Bugünlük bu kadar.

Sabah 8:30'da buradayız.

Harikaydın, hayatım.

Rolünle bütünleşmiştin.

- Otobüse mi yetişeceksin?

- Hayır.

Birisiyle içki içeceğiz.

Everyman'de filmi konuşuruz demiştim.

- Yarın uygun mu?

- İnşallah.

- Gözde dublörüm nasıllar bugün?

- İdare ediyor.

Sabah 8:30'da buradayız.

- Viv, eve gitmeden önce bir içkiye ne dersin?

- Randevum var, Bay Tate.

İyi geceler, Bayan Vivian.

Bu gece hangi film oynuyor?

Şu Kızılderili filmi; "İki Kuyruklu Fil" - Biraz sıkışık gibisiniz.

- Gerekirse sekiz kişi bile alır.

- Sanki gerekecek gibi.

- Haydi canım sen de! Benim için fark etmez.

Ha arabada sıkışmışım, ha otobüste.

"SAHNE" Mark?

Burada mısın?

- Neredesin?

- Buradayım, Viv.

Korkuttun beni.

Dinle beni.

Geç saate kadar çalışıyorlar.

Biliyorum.

Bu sahneyi böldüler.

- Elektriği onlardan alıyoruz.

- Durdurmalıyız.

Bizi kesin görürler.

Olabilir, ama film çekersek engel olmazlar.

- Uyarı lambasını yaktım.

- Ne yaptım dedin?

- Uyarı lambasını yaktım.

Şurada  - Ama  - Şurada ayakta durur musun, lütfen?

- Ama burada olduğumuzu anlayacaklar.

- Gelen olmayacak.

- Dışarıda bekleyecekler.

Bir fark mı var?

Fark, kusursuz bir film.

Uzun zamandır bu anı bekledik.

İkimiz de.

- Kimse rahatsızlık vermemeli.

- Yakalanacağız.

- Ne önemi var ki?

- Var tabii! - Sen ek bir işi kaybetmeye hazırsın.

- Ek iş?

Dublörlük mü?

Bense hiçbir şey kaybetmeye hazır değilim.

Sonuç o kadar mükemmel olmalı ki  aldığımız risklere değsin.

O kadar mükemmel olmalı ki  o bile  o bile şöyle demeli;  Kimden bahsediyorsun?

Don Jarvis mi?

Derdi ki; "Şurayı imzalayın, çocuklar  Kalemimi kullanabilirsiniz, ama mürekkebinizi kendiniz getirin.

" Buna değeceğinden eminsen, neden olmasın.

Öğrenme zamanı, Viv.

- Biraz ısınmamın sakıncası var mı?

- Rahatına bak.

Sen oraya aitsin.

Kamera önünde kendimi yapayalnız hissediyorum.

- Yıldızlar böyle hissetmese gerek.

- Onlar, yokluğunda yalnız hissederler.

Büyük oyuncular ise  daima yalnızdırlar.

Demek ki büyük oyuncuymuşum.

Nasıl bir rol yapmamı istiyorsun?

Korkudan öleyim mi?

Hatırladın mı?

Evet, bir deneyelim.

- Ne yapıyorsun?

- Bize bir set hazırlıyorum.

Hazır başlamışken bütün stüdyoyu çek istersen?

Seni olsa olsa bir kere asabilirler.

Kesinlikle.

Keşke Don Jarvis beni böyle görseydi.

Keşke şu anda Don Jarvis'i görebilseydim.

Seni uyarıyorum, Mark.

Aşırı heyecanlıyımdır.

Senin için fark etmeyecekse, gülmekten ölme rolü yapmayı tercih ederim.

Bu şahane pembeyle günden güne daha hoş olacağım.

GİRMEK YASAKTIR!

- Ne yapıyorsun?

- Sabırlı ol, Viv.

Buna değecek.

Stüdyo kamerasının karşısına geçmiş tek başıma dikiliyorum.

Bunu pek yapan olmasa gerek.

Daha önce hiç kullandın mı?

- Hayır.

- Kendi malınmış gibi kullan.

- Seni görebiliyorum.

Kusursuz.

- Ne güzel.

İddiaya girerim sektördeki en iyi bayan kameraman benim.

Peki şimdi ne yapıyorsun?

Beni çekişini çekiyorum.

Çok zekisin.

Kaybettim seni.

Hoş geldin, yabancı.

- Tekrar kaybettim.

- Sıkma canını.

Hazırım, Viv.

- Gidip  gidip yerine geçer misin lütfen?

- Nasıl isterseniz, yönetmen bey.

Birinin beni oraya tıkacağını mı hayal etmeliyim?

- Evet, Viv.

- Umarım seni hayal kırıklığına uğratmam.

Ortamı benim için ayarlamaya çalıştığının farkındayım, ama  ne yapayım korkmuyorum işte, elimde değil.

Hoşuma giden bir şey yapsam daha iyi olmaz mı?

Sonra.

Sorun şu ki, kendimi çok rahat hissediyorum.

Senin sayende tabii.

Kamerayla o kadar rahatsın ki, bu beni de rahatlatıyor.

Bu senin kanında var, evlat.

Hazır mısın, Viv?

Eh bir deneyelim.

Beni korkudan öldürecek bir şey?

Biraz yardımcı olamaz mısın, Mark?

Düşün ki  seni öldürmek isteyen biri  sana doğru yaklaşıyor  ne pahasına olursa olsun.

- Bir deli?

- Evet.

Ama bunu o biliyor, sen bilmiyorsun.

Seni öldürmek onun için yeterli değil.

- Ama nasıl oluyor da  - Kıpırdama.

Öyle kal.

Ama ne düşündüğünü bilmiyorum.

Bunun  silahlarından biri olduğunu hayal et.

- O mu?

- Evet.

- Bu.

- Mark! Evet, bu korkutucu olurdu.

Dahası var.

Öyle mi, nedir o?

Bu şey! Mark, hayır! Yapma! Çek şunu! Mark! Mark!! Haberler bu kadar, şekerim.

Tabii maç sonuçlarıyla ilgilenmiyorsan.

- Nereye bakıyorsun?

- Tavana.

- O delikanlı geldi mi diye düşünüyorsun.

- Evet.

Evet, geldi.

Dört haber önce geldiğini duydum.

Bugün gecikti.

- Ondan hoşlanıyor musun?

- Evet.

- Neden?

- Nitelikli biri.

Keşke öyle olsa! Kitabım konusunda bana yardım edebilir diye düşünmüştüm.

- Helen?

- Evet?

- Boş ver.

- Anne, neden tedirginsin?

- Viski fiyatları.

- Başka?

- Daha ne olsun?

- Mark’tan hoşlanmıyor musun?

Tanımıyorum.

Hoşlanmıyorsun.

Neden peki?

Ses çıkarmadan yürüyen bir adamdan hoşlanmam.

Ama, o utangaç biri.

- Adımları öyle değil ama.

Çok sinsiler.

- Yapma Allah aşkına! - Onu görmeye gidecek misin?

- İzin veriyor musun?

İkimizin de anahtarı var.

Benimkinin yağlanmaya,  seninkinin kullanılmaya ihtiyacı var.

Haydi.

- Sağ ol.

Unutma iddiayı ben kazandım.

- Helen?

- Evet?

Beş dakika içinde dönersen, elimdekini bile bitirmeyeceğim.

Anlaştık.

Kim o?

Ben Helen.

İçeri gel, Helen.

Orada bekleyebilir misin?

Tablarla uğraşıyorum.

Annem girerken sesini duymuş, daha yatmamışsındır diye düşündüm.

Müsait bir zaman olduğuna emin misin?

Fazla sürmez!  Aşağıdaki isimlere değerli katkılarından dolayı teşekkür borçluyum.

 New York Üniversitesi'nden, Profesör A.D.Smith   Sinir Hastalıkları Enstitüsü'nden ,Bay Edward Paton   ve oğlum, Mark Lewis.

- Merhaba.

- Merhaba, Mark.

Umarım sakıncası yoktu?

Sıkıntı verdiğimin farkındayım, ama seni görmeyi gerçekten  - Mutlu yıllar.

- Mark, çok tatlısın, gerçekten.

Biliyorum sana layık değil.

21.yaş gününde  ne alınacağını da bilmiyorum, ama sabah bunu gördüm ve, düşündüm ki  - Umarım beğenirsin.

- Mark! Çok teşekkürler.

Harikulade.

Kendim beğendim.

- Biraz daha süt?

- Biraz daha mı?

- Süt?

- Hayır, teşekkürler.

Şimdi takacağım.

Buraya mı, yoksa şuraya mı?

- Birincisi.

- Bence de.

- Seni tutuyor muyum?

- Yoo, hayır.

Gerçekten tutmuyorsun.

Akıl danışmaya geldim.

- Bana mı?

- Lütfen.

Bir halk kütüphanesinin çocuk kitapları bölümünde çalışıyorum.

Bunu sana anlatışımın nedeni, kafamdaki dertten bir süre uzaklaşmak.

Boş zamanlarımda, yazarım.

Kısa çocuk öyküleri yazıyorum, gerçi Grimm, Hans ve Lewis de yazmıştı.

- Hiçbiri yayımlandı mı?

- Bazıları.

- Okumayı çok isterim.

- Bugün öğrendim ki, ilk kitabım baharda yayımlanacakmış.

Helen  Bu harika bir haber.

- Konusu ne?

- Sihirli bir kamera ve çektikleri.

Bunu nasıl düşündün?

Bir gün anlatacağım.

Söz veriyorum.

- Neyi kameraya alıyor?

- Bunu da anlatırım.

Zaten sorun da burada başlıyor.

Kitabı okuyan çocuklar kameranın çektiği resimleri görmek isteyecek,  ama yayınevi bu resimlerin çekilemeyeceğini, bu nedenle çizim kullanılmasını öneriyor.

- Ama ben bunu kabul etmiyorum.

- İmkânsız diye bir şey yoktur.

Ben de bunu duymayı ümit ediyordum.

Ne kadar zor olursa olsun, bir yolu olmalı.

- Diyordum ki, acaba sen  - Ah, tabii.

- Bu konuda görüşecek miyiz?

- Ben çekeceğim.

Bunu senden isteyemem.

Yayın evi karşı çıkabilir.

- Senin için çekmek istiyorum.

- Peki ya para?

Bazı şeyler vardır ki,  çekmek için karşılık beklemem.

- Seni kırmak istemedim.

- Kırmak mı?

- O zaman bu konuda görüşür müyüz?

- Ne zaman, söyle yeter?

- Sana bağlı.

- Yarın gece boş musun?

- Evet.

- İnşallah ben de.

- Müsait olmazsan da sorun değil.

Elimden geleni yaparım.

Dinlediğin için teşekkürler  ve hediye için de.

- İyi geceler.

- İyi geceler.

- Sandıklara mı bakmıştınız?

- Evet.

Şunu görebilir miyim?

Elbette, hanımefendi.

Yo, yo, yo.

Bu sahnede mizah olmalı.

- Bugün tekrar çekeceğiz.

- Tamam, efendim.

Mesele şu ki, bu sahnede komedi olsun istiyorum.

Anlıyorsun değil mi, hayatım?

İlk gördüğün sandığı almak yerine, kırmızı renkte bir tane istiyorsun.

Getirdiğinde, etrafa bakıyorsun  ve beyaz var mı diye soruyorsun, beyaz sandık gelince de,  başka bir renk istiyorsun  mesela bu, mavi sandık.

Michael sen de, sandıkları getirmekten gına geçiriyorsun.

- Kendimi zorlamam.

- Öyle yap.

Ve olay, sonunda bir tür şakaya dönüşüyor.

- Anladın mı?

- Hissetmiyorum.

- Ne?

- Hissetmiyorum.

- Hissetme, sadece dediğimi yap! - Tamam.

Yerlerinize.

- Viv'i gören oldu mu?

- Kim dedin?

- Diane'in dublörü.

Işığın ayarlanmasını istiyorum.

- Önce görmek istiyorum.

- Sessizlik lütfen.

Hazır! Başla.

- Buyurun, hanımefendi.

- Kırmızı olana bakabilir miyim?

Elbette, hanımefendi.

 Nasıl yapıldığı hatırında mı?

 Evet.

İşte böyle, ve şimdi tekrar.

- Burada yakın çekim yapıyoruz.

- Beyaz var mıydı acaba?

Elbette, hanımefendi.

 Tam arkanda bir tane beyaz var.

 Tam burada.

Tekrar.

 Aferin, Michael.

 Şimdi tekrar geri.

- Mavi var mıydı acaba?

- Elbette, hanımefendi.

 İşte böyle, tekrar başlıyoruz.

 Güzel.

Elinden geldiğince, aşırıya kaçmadan.

 Kendini zorlama, Michael.

 Güzel.

Sıkı tut ve yerleştir.

 Çok güzel.

Aptal fahişe! Yanlış sahnede bayıldın! Amirim, bakar mısınız?

Geçitte inecektim.

Kısa bir süre park edebilir misiniz?

- Ufaklıkların kitabı mı alacaksın?

- Evet, Amirim.

- Yumurcak buradan geçtiğimi bir öğrenirse  - Duydun, Dawson.

Komisere yardımcı olalım.

Komiserden yardım almanın tam sırası.

Soho cinayetlerinde bir yere varamıyoruz.

Ya ev sahibesinin merdivende karşılaştığı adam?

Tarif edecek kadar hatırlamıyor.

Sadece o sırada elinde bir şey varmış.

- Bu işe yarayabilir.

- 30 yıldır teşkilattayım,  ve daha önce, bu kızın yüzündeki korku gibisini görmedim.

- Gördüğü neydi acaba?

- Kesici bir aletle yaklaşan bir adam.

Bu korkuyu bilirim.

Ama böylesini ilk kez görüyorum.

Peki nedir bu?

Bu sandıktı, efendim.

- Yüz ifadesi, tamamen aynısı  - Biliyorum.

Bir şey söyleme.

Çalışanlarla tek tek görüşmemiz gerekecek  bunu işinizi engellemeyecek şekilde planlasak iyi olur.

Teşekkürler, Baş komiser.

Bir günlük gecikmenin açtığı zararı ah bir bilseniz.

Tahmin edebiliyoruz.

- Merhaba, Mark.

- Merhaba.

- Hey, bunu yapmak zorunda değilsin.

- Pardon, efendim.

- Neyi?

- Meşhur etmek.

Beni filme alıyordu.

Gerry, senin sıran.

Korkma öyle, seni yemezler.

Hava bugün erken kararacak gibi.

Seni izliyordum.

Polisleri filme mi alıyorsun?

Birkaç ilginç sahne yakaladım.

- Beklemediğim bir fırsattı.

- Ne fırsatı?

Bir soruşturmayı filme almak  ya da büyük bölümünü, elimden geldiğince.

- Neden bunu yapasın ki?

- Bir belgeseli tamamlayacak.

Belgesel mi?

Konusu ne?

- Hı?

- Konusu ne?

Bitinceye kadar söylemesem daha iyi,  ve fazla sürmeyecek.

- Ya seni yakalarlarsa?

- Yakalarlar.

İşlerini biliyor gibiler.

- Bunu takmıyor musun?

- Hayır.

- Mark, sen deli misin?

- Evet.

Fark ederler mi dersin?

- Mark, sıra sende.

- Tanrı aşkına başını belaya sokma.

Bu filmi Everyman çalışanlarıyla tartışmak istiyorum.

Evet, çok iyi olur.

Girin! Bay Lewis mi?

Sevgili Fotoğrafçım.

Filmi almak istersiniz diye kamerayı yanımda getirdim.

- Amirim?

- Sorun yok, Bay Lewis.

Gazetede karikatür yerine biz çıkmadığımız sürece sorun değil.

Baş komiser Gregg, ve yardımcım Miller.

Oturun.

Anlatmak istediğin bir şey var mı?

- Hayır, efendim.

- Kızı tanır mıydın?

- Evet, efendim.

- Ne kadar tanırdın?

Sima olarak.

- En son ne zaman gördün?

- Dün öğle paydosundan önce.

- Onunla konuştun mu?

- İyi geceler dedim.

Beni duydu mu bilemiyorum.

- Orada ne işin vardı?

- Bazı çekimler yapıyordum.

Film çekiyorum.

- Nerede?

- Orada burada.

Bir belgesel.

Yanında kimse var mıydı?

Hayır, efendim.

Sadece  Sadece kameram vardı.

Komiser Miller.

Tamam.

Söylerim.

Doktor otopsiyi tamamlamış,  seninle görüşmek istiyor.

- Tamam.

Sen önden git.

- Peki, efendim.

Yakaladım seni.

- Çok güzel.

- Sağ olun, efendim.

- Dün eve ne zaman vardınız?

- On, on buçuk gibi.

- Sizi kimse gördü mü?

- Evet.

Alt kattakiler.

Pekâlâ.

Tamam.

Bu kadar.

Teşekkürler, Bay Lewis.

Sağ olun, efendim.

Bir dakika! Beni stüdyoya götürür müsün, lütfen?

Muhtemelen yolu bulamam.

- Peki, efendim.

- Teşekkürler.

Uyarmıştım.

Bundan sonrasını ben hallederim.

Getirdiğin için teşekkürler.

Şüphe yok.

Yaralar aynı araçla açılmış.

İki kadın da fena bir şoka maruz kalmış.

- Ne gibi bir şok?

- Bunu bulmak size kalmış.

Bizim işimiz değil.

- Cesedi hareket ettirebilir miyiz?

- Evet.

Bitirdim.

Arkadaşlar.

Altındaki de ne?

- Kasetçalar.

- Bir mendil verin.

Baxter!  Parmak izi testi yapılsın.

 Bandı başa sarın.

 Herkes sessiz olsun! "Bir kedi gördüm sanki.

" Eğlencenizi bozmak istemem, ama bir manyakla karşı karşıyayız.

Elimizi çabuk tutmazsak, emniyet müdürüne bildirmemiz gereken üçüncü bir cinayet olacak.

Bu yüzden biraz acele edelim, olur mu?

 "Ünlü yıldız Pauline Shields'ın da yer aldığı Arthur Baden'in son filmi   'The Walls Are Closin In'de rol alıyordu.

 Stüdyodaki bir sözcü, performansının çok büyük gelecek vaat ettiğini,   bu nedenle rolünün baştan oluşturulduğunu söyledi.

" - Şuna bak, "Başbakan  - Mark da film işindeydi, değil mi?

- Evet, anneciğim.

"Sör Lav " - Acaba tanıyor mu?

- Bu gece sorarım.

- Bu gece çıkıyor musunuz?

- Evet, müsaitse.

- Ne kadar da centilmen.

- Nereye götürecek?

- Fikrim yok, eminim o da düşünmemiştir.

Hangi stüdyoda çalışıyor?

- Bilmiyorum.

Sorarım ona.

- Müsaitse tabii.

Buraya getirip seninle tanıştırayım mı?

- İçimden bir ses onu tanıyorum diyor.

- Aman, şekerim! Burada.

Neden o pencereyi ona hediye etmiyoruz?

Nasılsa orada yaşıyor.

- Orada olduğunu nereden bildin?

- Kuşlar söyledi.

Bundan vazgeçmeni söyleyenler.

Merhaba.

Boş musun?

- Evet.

- Güzel.

Ben de öyle.

İçeri gelip annemle tanışmak ister misin?

Evet, lütfen.

Bu Mark.

- Memnun oldum, Bayan Stephens.

- Merhaba, Mark.

Koşuyor muydun, delikanlı?

Evet.

Helen'ı bekletmek istemedim.

Eksik olma.

Bir içkiyi hak ettin.

- Ne istersin?

- Sağ ol.

Almayayım.

- Anlat bana, delikanlı,  - Anne, yemeğini fırında unut-- hangi stüdyoda çalışıyorsun?

Chipperfield Stüdyosu.

Zavallı kız, nerede çalışıyordu o?

 Sanırım Brookwood.

Onu tanıyor muydun merak ettik.

Hayır.

Hayır.

Tanımıyordum.

Tüh! Haberi ilk elden almayı severim.

Şekerim, yemekte ne olduğunu öğrenmek ister misin?

Hayır.

Gidip kendinizinkini öğrenin.

- Hoşça kal.

Dilerim tekrar görüşürüz.

- İnşallah, Bayan Stephens.

Anne, desteyi bölmeyi unuttuk.

Sofra mutfakta hazır.

- Gecikirsen, beni de sofrada serilmiş bulacaksın.

- Geç kalmayız.

- Güle güle, şekerim.

- Hoşça kalın.

- Sana özel bir soru sorabilir miyim?

- Evet?

- En son ne zaman bu olmadan çıktın?

- Ne olmadan?

Kamera.

Ben  Hatırladığımı sanmıyorum.

Kesinlikle! Seni onsuz gördüğümü hiç sanmıyorum.

Peki bu gece ihtiyacın var mı?

Evet, var mı?

Eğer öyleyse, ben de yanıma bazı aletler alayım.

- Bu gece ihtiyacım olmayacak.

- Güzel, o hâlde bana ver.

- Bir yere kaldırayım.

Güvende olacak.

- Olmaz.

Madem bana güvenmiyorsun, üst kata çıkaralım.

Sana güveniyorum.

Buraya kaldıralım.

Gel kendin gör.

İçeri koyup kilitliyorum.

Burası  annemin odasıydı.

Ciddi misin?

Çok patavatsızım, değil mi?

Düşündüm ki, sanki üzerinde fazladan bir organa dönüşüyordu, ve  Ama istiyorsan yanına alabilirsin.

- Sende kalsın.

- Teşekkürler.

- Şu anda  - Evet?

Hissettiğim şeyi anlatamam.

Sadece resmini çekebilirim.

- Ben ne hissediyorum biliyor musun?

Açlık! - Harika.

Köşeyi geçince güzel bir mekân var.

- Noel günleri harikadır.

- Gerçekten mi?

Evet.

Noelde çok fazla açık yer bulamazsın.

Öyle mi?

Kulağa hoş geliyor.

- Helen?

- Evet?

Gel.

Bu taraftan.

- Sihirli kameran neleri çekiyor?

- İnsanları.

Küçük bir çocuğa ait, ve yetişkinleri çocukluklarındaki gibi gösteriyor.

Düşünmüştüm ki, sen  Nerede bu restoran?

- Köşeyi dönünce.

- Gidelim haydi.

Teşekkür ederim.

Kalabalıkta bir çocuğa benzemeyen tek bir yüz bile yok.

- Öyle deme.

- Yeter ki doğru zamanda çek.

- Bu yüzleri seninle beraber bulmak istiyorum.

- Deneyelim o hâlde.

Annem yatmış olmalı.

Harika bir akşamdı.

Ben de aynısını söyleyecektim.

Harika bir akşamdı.

Ve onu harika yapan sendin  kameran olmaksızın.

Kameranı getireyim.

Hâlâ burada,  sihirli kameran.

Acaba yetişkinleri nasıl gösteriyor.

- Mesela beni.

Mademki yetişkinim.

- Sen değil! Neden?

Seni asla çekmeyecek.

Kameramla neyi çeksem,  daima yitirdim.

Nasıl olur?

Annemi uyandıracak.

Akşam için tekrar teşekkürler.

Gidip yat şimdi, bu filmlere takılıp geç vakte kalma.

Ben  Yapmam gereken bazı işler var.

Sonra yatar,  sana yüzlerini bulmaya çalışırım.

Öyle yüzler ki, ben-- Öyle yüzler ki-- - İyi akşamlar.

- İçeri nasıl-- Banyo yapan delikanlı beni kapına kadar getirdi.

Geri kalan macerayı kendim hallettim.

Kilitli bulmayı umduğum odalardandı.

Anahtar taşımama asla izin verilmedi.

Onlara alışamıyorum.

Kızınızı eve erken getirdim.

Teşekkürler.

- Benden istediğiniz bir-- - Konuşmalıyız.

- Yan oda daha uy  - Bu  Burada sanki evimdeymiş gibiyim.

Her gece bu odayı ziyaret ederim.

Ziyaret mi?

Körler daima altında yaşadıkları odalarda yaşarlar.

Her gece bu film cihazını çalıştırıyorsun.

Bakmaktan kendini alamadığın bu filmler de neyin nesi?

Şu anda açtığın film ne?

Neden yalan söylemiyorsun?

- Nasılsa bilemem.

- Anında bilirsiniz.

- Beni sinemana götür.

- Peki.

Şu anda ne izliyorum, Mark?

Neden cevap vermiyorsun?

İşe yaramıyor.

Bunun gerçekleşmesinden korkuyordum.

- Ne?

- Işıklar erken kararıyor.

- Daima öyledirler.

- Ben  Tekrar denemek zorundayım.

Yok ettiğin şeyin ne olduğunu düşünüyorsun?

Bir fırsat.

Şimdi bir tane daha bulmam gerekecek.

Ne yapıyorsun?

Neredesin?

Neredesin?

Neden yüzüme ışık tutuyorsun?

Mark?

Lütfen, tamamlamama izin verin.

Helen için.

Ne demek, "Helen için"?

- Çektiğim bir filmi görmek istedi.

- Yüzümü fotoğrafsız da yeterince gördü.

Lütfen korkmayın.

Korkmuyorum.

Sıcak bastı! Hemen uzaklaştır o kamerayı! Peki.

- Biraz aceleci davranmadın mı?

- Yorgun oluşumdandır.

Geç oldu.

Bir anda beni başından savmaya karar verdin.

Bencil davranmayacağım.

Arzu edersen biraz daha çekebilirsin.

Hayır, teşekkürler.

Neden?

Filmim kalmadı.

Helen'ı mutlu etmek için bulamaz mısın?

Hayır.

Devam edecek kadar,  kendine güvenmiyorsun, değil mi?

İçgüdü harika bir şey, öyle değil mi?

Ne yazık ki resmi çekilemiyor.

Yıllar önce kulak verseydim,  şimdi görüyor olabilirdim.

İnanmadığım birinin operasyonu yapmasına fırsat vermezdim.

Bu yüzden artık onu dinliyorum.

Diyor ki; "bu film işi sağlıksız, ve senin de tedavi görmen gerek.

" Tedavi gör, Mark.

Acele et.

Ve bunu yapana kadar, Helen'la görüşmenizi istemiyorum.

- Onu kameraya çekmeyeceğime yemin ederim.

- Hiç şansın olmamasını yeğlerim.

Bu konuda ciddiyim, Mark.

Dediklerime kulak vermezsen,  içimizden biri bu evden ayrılacak.

Yazık olur, çünkü buradan daha ucuzunu bulamayız.

Asla benim yüzümden taşınmayacaksınız.

Söz veriyorum.

Aferin.

Asıl zorluk merdivenler.

Buradan kendim bulabilirim.

Teşekkürler.

Resmimi mi çekiyorsunuz?

Evet.

Birisi resmimi çekeli uzun zaman oldu.

Seni rahatsız eden ne?

İyi geceler, Bayan Stephens.

Birine açılmak zorundasın.

Zorundasın.

 Bu tarafa.

Bana doğru yürü.

Pekâlâ, başlıyoruz.

Başlangıç pozisyonu.

Sette sessizlik.

 - Hazır mısın, Phil?

- Tamam.

Bu aksıran bunak bir psikiyatrmış.

Dedikodu yaparlarken duydum.

Bayanlar baylar.

Herkes başlangıç pozisyonuna.

Rahat ol, tatlım.

Harika oynayacağından şüphem yok.

- Önemli olan  Yoldan çekilir misiniz?

- Pardon.

- Alex, bu da kim?

- Dedektif, efendim.

Ah, tabi ya! Buradaki herkes sana yardıma hazır, tatlım.

Bir öncekiyle tamamen aynı,  bir iki ufak tefek değişiklik dışında.

Bu sefer sandık yerine  şey  şapka alıyorsun.

- Yardımcı olursun, Michael, değil mi?

- Tabii, efendim.

Tatlım, kendine güven.

Sen harikasın ve hepimiz yanındayız.

Pekâlâ.

Seti boşaltın! Sakin ol, tatlım.

Rahat ol.

Ve kamera! - Şapka mı bakmıştınız?

- Evet, şuradakine bakabilir miyim?

Tabii, hanımefendi.

Teşekkürler.

- Kırmızısı var mıydı?

- Elbette, hanımefendi.

Kırmızı! Kırmızı mı?

Mavisi var mı?

Mavi! Ya sabır! - Yarım saat mola verelim mi?

- Hayır.

Sonsuza kadar verelim! Pekâlâ, bayanlar baylar.

Yarım saat mola.

- Şey, acaba bir öneriniz var mı?

- Bu bayağı ilginç.

Ona yardım etmeyi kastettim  psikolojik olarak.

Bırakın doğru dürüst dinlensin.

Yarım saat bir şeye yaramaz.

Teşekkürler.

Sen hangi görevdesin?

- Odak ayarcısıyım.

Meslektaş sayılırız.

Acaba  Acaba babam, Profesör Lewis'i tanır mıydınız?

A.N.Lewis.

Tabii ki tanırdım.

Ondan ders almıştım.

Olağanüstü biriydi.

Çok zekiydi! Ölümünden önce ilgilendiği konuyu biliyor musunuz?

Hayır.

Anlatın bana.

Ne isim verdiğini anımsayamıyorum, ama  her ne etkisi varsa, insanları  birer röntgenci haline getiriyordu.

Skopofili, bu konuya ilgiliydi.

Çok verimli bir beyindi.

- Skopo ?

- Fili.

Sapkın bir bakma dürtüsü.

Durmadan türetilir.

Tuttuğu notlardan geriye kalan var mı?

- Tedavisi mümkün sanıyordum.

- Genellikle mümkün.

- Notlarını sormuştum?

- Kısa mı sürüyor?

Tedavi?

Evet, çok kısa.

Bir saat süren analizler, birkaç yıl boyunca  üç haftada bir yapılır ve fazla sürmeden kökü kazınır.

Notlarından geriye kalan oldu mu?

Görebilirsem minnettar olurum.

Size adresimi vereyim.

Pekâlâ, Doktor.

- Acaba bu da neyin nesi?

- Bilmiyorum.

Sonra öğreniriz.

Göstermek için sabırsızlanıyordum.

Sana fatura kesmeliyim.

Sinema dergilerinde göremezsin.

Harika biri.

İlgilendiysen dahası var.

Aklıma  bir fikir getirdin.

Eminim öyledir.

Babasını tanıyor muyum diye sordu, ki tanırdım onu.

- Çok zeki biriydi.

- Başka bir şey istemedi mi?

Evet.

Bir de skopofili konusunda biraz konuştuk.

- Ne konusunda?

- Dikizcilik.

- Ha?

- İnsanları röntgenci haline getiren  babasının üzerinde çalıştığı konulardan biri, ve

 -Röntgenci mi?

İlginç bir çocuk.

Gözlerini babasından almış.

- Ondan kuşkulanmıyorsunuz ya?

- Herkesten kuşkulanıyorum.

- Çekim başlasın! - Ya sen?

Kızı getiren bu sıra dışı adam ilgimi çekti.

Aklından bir şey geçiyor olmalı.

Şaşmamak lazım.

Kendisi filmin yönetmeni.

Cumartesi olmaz, efendim.

Ama bugün erken paydos ediyoruz.

Bugün öğleden sonra olmazsa, başka fırsat bulamayabilirim.

Öyleyse, saat 6'da burada ol.

Milly'i bekleteceğim.

- Saat altıda.

- Dakikası dakikasına.

Yoksa gider.

- Orada olacağım.

- İyi olur.

Bugünkü son çekim.

Güzel bir iş çıkaralım.

- Listeyi aldınız mı, Komiser?

- Evet, efendim.

Bazıları boşken neler yapıyor öğrenelim.

- Hangileri?

- Çok doğru, Komiser.

- Nihayet gelebildin! Bunu alışkanlık haline getirme.

- Getirmem, efendim.

- Milly üst katta.

- Sağ olun, efendim.

Gitmem gerek.

Ben dönmeden bitirirsen kapıyı kilitle ve bunu posta kutusuna at.

Ne bakıyorsun?

İlk kez mi anahtar gördün?

Para çekmecesinde bir şey olmayacak, eğer sırıttığın buysa.

Dediğimi unutma.

Bir daha bu fantezi olmayacak.

Akşamım mahvoldu senin yüzünden.

- Yeni erkek arkadaşımla buluşacaktım.

- Affedersin, Milly.

Ne yapmaya çalışıyorsun?

- Yarın gelemeyebilirim.

-Neden?

İzci dostlarınla manevra mı yapacaksınız?

Yine ne yapıyorsun?

- Düşündüğüm gibi.

- Haydi! Bütün gece bekleyemeyiz.

Bizi bekleyen onca çıplak poz var.

Her şey bir  Tamamen aklını mı yitirdin?

Sadece belgeseli tamamlıyorum.

İçin dışın belgesel zaten.

Sen caddeyi çekesin diye  randevuma gitmek yerine buraya gelip soyunmadım.

Bir zombiyle konuşsam fark etmezdi.

Seninle yalnız kalmak güvenli mi acaba?

Tersi daha eğlenceli olabilirdi.

Dümdüz devam et.

- Merhaba.

- Merhaba, Tony.

- Nereye gidiyorsun?

- Mark'a bir şey bırakmaya.

Bana vakit ayırmaz oldun.

Sorun değil.

İstersen burada kalacağım.

Aklıma gelmişken, sen gelmeden önce annen bir şeyler haykırıyordu.

Mark'ın fotoğrafını çekişiyle ilgili.

Annemi mi?

Yanlış duymuşsundur.

- Öyle olmalı.

Görüşürüz.

- Tamam.

Mark?

Ne düşüneceğimi bilemiyorum.

Önce halk kütüphanesine, sonra da gazete bayiine gitti.

Bana özel fotoğrafçılık gibi geldi.

Evin etrafında dolanmamı ister misiniz?

Hayır.

Ben de sanmıyorum.

Peki, efendim.

Döndüğümde daha fazla bilgi veririm.

Hoşça kalın.

Seni korkarken görmeme izin verme.

- Git.

Acele et!

- Hayır! Git!

Öğrenene kadar gitmeyeceğim.

- Hemen.

- O film  O film  normal bir film, değil mi?

Korkunç.

Korkunç.

Ama normal bir film, değil mi?

Hayır.

Hayır.

Onları öldürdüm.

Seni korkarken görmediğim sürece güvendesin.

O yüzden gölgede dur, lütfen.

Lütfen.

Dedektif Gregg.

Ne?

Telefona ver.

Peters ben.

Yukarı çıktığımda onu yerde yatarken buldum.

Adres?

Gazete bayii mi?

Annen haklıydı.

Birine açılmak zorundayım.

Sen olduğu için üzgünüm.

Burası onun atölyesiydi.

Yaptıklarından bazılarını biliyorsun,  ama hepsini değil.

Beş yaşındayım.

Sekiz yaşındayım.

Bütün odalara dinleme cihazı yerleştirilmişti,  ve hâlâ duruyorlar.

Senin odan.

- Mutlu yıllar.

- Bunu aç.

- Hayal meyal.

- Annen.

- Tony.

- Hayatım inan bana kimse görmeyecek.

- Bana ne! - Ama, hayatım.

- Tony, yapma! - Kapı kilitli.

Bana ne! Korkuyorum işte.

Kapat.

- Bana bak, Mark.

- Eğer korkmuyorsan.

Bana bak! Ne yaptın o kızlara?

Ne yaptın?

Bana ölene kadar işkence yapmak istiyorsan, bırak hayal edeyim.

Ne yaptın o kızlara?

Yapamam.

İzlememe izin ver.

Ya korkarsan?

Göstermezsen hayatımın sonuna dek korkacağım.

Haydi! Dünyanın en korkutucu şeyi nedir biliyor musun?

Korkudur.

Ben de çok basit bir şey yaptım.

Çok basit.

Gırtlaklarına dokunan  demiri hissettiklerinde,  ve onları öldüreceğimi anladıklarında,  onlara kendi ölümlerini izlettim.

Demir gırtlaklarına girdiğinde,  onlara dehşeti gösterdim.

Ve ölümün bir yüzü varsa,  onu da gördüler.

Ama sana yapamam.

Seni kameraya çekmeyeceğime yemin ettim.

Sana yapamam.

Senin için korkuyorum.

- İçerdeler mi?

- Evet, efendim.

- Gidelim.

- Dikkat edin! Sadece bir kameraymış.

- Teslim ol, Mark!

- Çok uzun süredir bu anı bekliyordum.

- Ne yapıyorsun öyle?

- Endişelenme.

Tamam.

İçerde! Haydi.

Başlıyoruz! Daha iyisini yapabilirim! Teslim ol, Mark! İzle onları, Helen.

Elveda deyişlerini izle.

Birer birer.

Ardı sıra ayarladım.

Keşke sana yüzlerini bulabilseydim.

Helen! Helen! Korkuyorum! Yapma, Mark! Ve korktuğum için çok mutluyum.

"Yardıma ihtiyaç duyan sihirli bir kameradan diğerine!" Kız yaşıyor.

Ambülâns çağırın.

Bir şey yok.

Geçti artık.

Yaramazlık yapma!  Korkacak bir şey yok.

 İyi geceler, Babacığım.

Elimi bırakma.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar