Sapkın Bakma Dürtüsü ve Korku
Röntgenci (1960) Peeping Tom
Yönetmen:Michael
Powell
Senaryo:Leo
Marks
Ülke:İngiltere
Tür:Dram,
Korku, Gerilim
Vizyon
Tarihi:01 Mart 1961 (Türkiye)
Dil:İngilizce
Müzik:Brian
Easdale
Çekim
Yeri:London, İngiltere, Birleşik Krallık
Nam-ı
Diğer:Face of Fear
Oyuncular
Karlheinz
Böhm
Moira
Shearer
Anna
Massey
Maxine
Audley
Brenda
Bruce
Tüm
Kadro
Özet
Michael
Powell'in kariyerini mahveden kötü şöhretli filmi Peeping Tom'da (Röntgenci),
kameranın saldırgan bir obje olarak kullanımı filme rahatsız edici bir hava katmıştır.
Mark Lewis (Carl Boehm) isimli bir genç, kendisini kadınlara belgesel yönetmeni
olarak tanıtır. Ancak kamerasının içinde, filme aldığı kişiyi öldürmek için
kullandığı sivri uçlu bir metal vardır. Bu durumu, filmin başında kameranın
vizöründen görerek tanık olduğumuz sinir bozucu cinayet kaydıyla öğreniriz.
Hiç
şüphesiz Mark bir canavardır ancak Powell onu en azından biraz daha sempatik
gösteren sorunlu çocukluğuna alt parçaları ifşa eder. Sadist babası, Mark
üzerinde psikanalitik deneyler uygulamak üzere, uyurken filme almak, uykusundan
uyandırmak için gözüne ışık tutmak ve yatağına kertenkele atmak gibi metotlarla
ona eziyet etmektedir. Daha sonra Mark'ı, babasının ikinci evliliğinin
görüntüleriyle birleştirdiği ölü annesiyle poz verdiği görüntülerle görürüz.
Mark için seks, ölüm, aşk ve nefret tek bir duygudur ve kamera bu geçici
duyguları yakalayabilen tek nesnedir. Mark, bilinçaltından gelen şiddet ve
onunla çatışmakta olan tahrik hissini sadece bu duyguların bileşimi ve
kamerasıyla bağdaştırabilmektedir.
Belki
de izleyiciyi filmden soğutan etken, filmin konusunun muğlak dürtüleri ya da
Powell gibi sevilen bir yönetmenin yüzünü karanlık ve şaşırtıcı konulara
çevirmiş olması gerçeğiydi. Ancak bu etken, filmin izleyiciyi Mark'ın
cinayetlerine kolaylıkla suç ortağı yapması ve sapkın iğrençliklerini
onaylatmaya kadar ileri götürmesi olarak da kabul edilebilir.
Esasen,
Powell bu sapkın hikayesini, diğer nispeten masum filmlerine eklediği
maharetiyle sunmuştur. Filmin renkleri, öyle olmasını en az istediğimiz anda
dahi canlıdır. Film, Alfred Hitchcock'un sarsıcı siyah-beyaz filmi Sapık'la
(1960) karşılaştırıldıysa da "güçlü" Peeping Tom daha güncel ve
korkutucudur. Bir çılgının zihninin derinliklerine doğru itiliriz, ancak Powell
bize oradan çıkacak kolay bir yol sunmaz
Altyazı
İki
kâğıt.
Kapıyı
kapat.
-
Neler oluyor?
-
Cinayet.
Kızlardan
biri.
Hangi
gazete?
-
Affedersiniz?
-
Hangi gazetedensin?
The
Observer.
Haydi.
Bir
resminizi çekelim.
-
Zavallı kız aklımdan çıkmıyor.
-
Çok kötü olmalı.
-
Geciktin.
-
Özür dilerim, efendim.
Sana
bir sorum var, Mark.
-
En çok hangi dergi satar?
-
Kapağında kızlar, kızlarda giysi olmayanlar.
Çok
doğru.
Aynısı
bana yaptığın işte de geçerli.
Meşgul
görün.
The
Times, lütfen.
-
Başka bir şey var mıydı?
-
Bir de the Telegraph.
Başka?
Bir
arkadaşım sizde bazı görüntülerin satıldığını söyledi.
Ne
gibi görüntüler, efendim?
-
Bunlardan mı?
-
Evet, teşekkür ederim.
-
Günaydın, Bay Peter.
-
Günaydın.
-
Bir Crunch, lütfen.
-
Alabilirsin, canım.
Teşekkürler.
-
Tanesi ne kadar?
-
Beş şilin.
Bunu
alıyorum.
Ve
bunu da.
-
Hepsi ne kadar acaba?
-
Sizin için beş dolar, efendim.
Beş
dolar ?
Ne
diyeceğim?
4
pound 10 peni.
Gazeteler
de yanında bedava.
-
Çok teşekkürler.
-
Rica ederim.
Bir
saniye, paketleyeyim.
-
Sizi posta listemize ekleyelim mi?
-
Yoo! - Hayır.
Tekrar
gelirim.
-
Peki, efendim.
"EĞİTSEL KİTAPLAR"
-
Gazeteleriniz, efendim.
-
Gazete mi?
-
Times ve Telegraph.
-
Evet.
Tabii
ya.
Ne
şapşalım.
Çok
sağ olun.
Bugün
bulmaca çözmeyecek.
Kimler
de gelmiş.
Cecil
Beaton.
İsmi
Lorraine.
Durma,
evlat.
Bizi
meşhur et.
Dün
gece öldürülen kızla ilgili haberi okudun mu?
Aynısı
başıma geliyordu.
-
Sahi mi, ne zaman?
-
Geçen gece.
Erkek
arkadaşımlaydım.
Gelecek
ay evleniyoruz.
Nişanlıma
yakalandık.
Morluklar
görünmeyecek şekilde ayarlayabilir misin?
-
Yapabilir misin?
-
Öyle zannediyorum, Milly.
Elini
çabuk tut, evlat.
Eriyorum.
Bak
yine girdi oraya.
Ne
var orada, kız arkadaş falan mı?
Herhalde
kız arkadaşın vardır.
-
Hayır, Milly.
-
Duydun mu, Lorraine?
Boşmuş.
-
Başınızı kaldırın ve denize bakın, lütfen.
-
Ne denizi?
-
Sadece şaşırmış bir ifadeni istedim.
-
Ah, öyle mi?
Tekrar
istiyorsan, seni düşüneyim.
-
Bozma.
-
Bir bulmacadan da ötesin.
-
Bu işi boş zamanlarında yapıyorsun, değil mi?
-
Evet, Milly.
Ne
iş yapıyorsun peki?
-
Resim çekiyorum.
-
Böyle resimler mi?
Hayır,
Milly.
-
Otelimizin ikramı.
-
Ne otelmiş ama! Umarım ciddiye almaz.
Sıra
sende şekerim.
İlk
tecrübesi.
Rahat
ol, şekerim.
Utangaç
olma.
Dedi
ki, yüzümü çekmen gerekmiyormuş.
Çok
isterim.
Belki
benim morluklarımı da düzeltirsin.
-
Çok isterim.
-
Müşteriler ne olacak?
Benden
utanmana gerek yok.
Benim
için de ilk.
İlk
mi?
Böylesine
dolu gözler önünde ilk.
Yirmi
bir! Mutlu yıllar sana Mutlu yıllar sana Mutlu yıllar sana, Helen Mutlu yıllar
sana - Teşekkürler.
-
Üfle! Bir, iki, üç! Bu da ne?
Kızınızla
gurur duyuyor olmalısınız, Bayan Stephens.
Üst
katta oturan çocuk.
Merhaba.
Kaç
kere birbirimize selam vermeden geçtik bilmiyorum, bu sefer en azından merhaba diyeceğim.
Adım
Helen Stephens.
Diğer
kiracılar ve birkaç arkadaşla birlikte bir parti veriyoruz.
Sizin
de katılmanızı isteriz.
-
Mark.
-
Efendim?
-
Adım Mark.
-
Merhaba, Mark.
Buyurun
lütfen.
Diğerleriyle
de tanışırsınız, hem Özür dilerim,
ama iş güç.
Partiyi
bitirmeye niyetim yok, işin bitince gelmeye ne dersin?
Haydi,
Helen.
Herkes
bekliyor.
Mutlu
yıllar.
Bir
dakika.
Umarım
rahatsız etmiyorumdur.
Aşağı
inmeyeceğinizi biliyordum, bu yüzden
bunu size getirdim.
-
Çok teşekkürler.
Neyse,
işinizi yapmanıza engel olmayayım.
-
Buyurmaz mısınız?
-
Teşekkürler.
-
Size bir içki ikram edeyim.
-
Teşekkür ederim.
-
Hiç kalmamış.
-
Su çok makbule geçerdi.
Ev
sahibi kendi verdiği partide su içemez.
Misafirler
üstü kapalı algılayabilir.
-
Dilerseniz süt de var.
-
Zahmet olmazsa.
-
Elbette olmaz.
-
Teşekkürler.
-
Buyurun.
-
Çok teşekkür ederim.
Odanız
çok şirin, içeride bir tane daha mı var?
-
Evet.
-
Ne zamandır burada yaşıyorsunuz?
-
Ben bu evde doğmuşum.
-
Sahi mi?
-
Babama ait.
-
En sonunda ev sahibimi buldum demek.
Yani
babanız?
Hayır.
Kendisi
öldü.
Ev
sahibi benim.
-
Siz mi?
-
Evet.
Ama
adeta kirayı ödememiş gibi geziyorsunuz.
-
Ödemedim.
-
Demek istediğim Biliyorum.
Ev
babamın, ve asla satmayacağım.
Ama
masrafları karşılayamadığımdan odaları kiraya verdim.
Eğer
aşırı kira alıyorsam, lütfen söyleyin.
Emlakçıya
haber vereyim.
Kira
son derece makul, ama sakın diğerlerine söylemeyin, yoksa huzurunuz kalmaz.
-
Huzur.
-
Mark, ne iş yapıyorsun?
Zamanımım
çoğunu film stüdyosunda geçiriyorum.
İşin
fotoğrafçılık tarafındasın sanırım.
-
Çok yakında bir yönetmen olmayı umuyorum.
-
Ne kadar heyecanlı! - Geldiğim sırada filmlere mi bakıyordunuz?
-
Evet.
Kendinizinkilere
mi?
-
Evet.
-
Görmek istiyorum.
Kaba
davrandığımın farkındayım, ama gerçekten çok istiyorum.
Benim
için bir doğum günü hediyesi olurdu.
Öyle
mi?
Ama
biliyorum işiniz gücünüz var, ve siz
Aslında - Şimdi görmek ister
misiniz?
-
Çok teşekkürler Yolu göstereyim.
Çok
karanlık.
Şimdi
nasıl?
Ne
kadar da geniş.
Çok
özür dilerim.
-
Bunlar nedir?
-
Kimyasallar.
Burada
çok fazla şey var, ama her şeyden öte,
daha önce görmediğim şeyler.
-
Hepsi sana mı ait?
-
Evet.
Yani,
burayı tek başına mı hazırladın?
Bu
odadan bahsetsene.
Babama
aitti.
-
Mesleği neydi?
-
Bilim adamı.
-
Bütün bu aletler onundu demek.
-
Hayır, onunkileri satıp bunları aldım.
Oturun.
Bütün
bunlar son derece teknik görünüyor.
Eğer
çalıştığınız yer buraysa, kim bilir çalıştığınız şeyler nasıldır.
-
Size ne göstersem acaba.
-
Kapıyı çaldığımda baktığın şeyleri.
Peki.
Bu
verdiğim ilk 21.
yaş
günü hediyesi.
Bu
da benim ilk ricam.
Teşekkürler.
Ne
tatlı bir çocuk.
-
Kim o?
-
Ben.
Bunu
düşünmeliydim.
-
Peki filmi kim çekti?
-
Babam.
Ne
güzel bir fikir.
Çocuklarına
bile gösterebileceksin.
Bir
kabus görmüş olmalısın.
Gözündeki
ışık da ne?
Kameradır,
herhalde.
Neyin
peşindesin öyle?
Edepsiz
çocuk.
Dilerim
şaplağı yemişsindir.
Kameraya
çekmek çok tuhaf şeyler.
-
Kapatayım mı?
-
Hayır.
Yine
mi?
Mark,
bu bir tür şaka mı yoksa?
Hayır,
Helen.
Bu
da ne?
-
Mark, ne yapıyorsun?
-
İzlerken seni çekmek istiyorum.
Hayır.
Lütfen
bunu açıklar mısın?
Kâfi, Mark.
Yaramazlığı bırak ve sil gözyaşlarını.
Açıkla
bana, Mark.
Bütün
bunlar da neydi?
Kertenkeleydi
değil mi?
Yoksa Bir kerten
Ama Oraya nasıl geldi, Mark?
Oraya
nasıl geldi?
Evde
mi besliyordunuz?
-
Benim değildi.
-
Açıklayamaz mısın?
-
En iyisi gitmen.
-
Gördüklerimi anlamak istiyorum.
Baban
gece vakti seni çekerek ne yapmaya çalışıyordu?
En
iyisi gitmen.
O
da ne?
Elveda
diyorum anneme.
Bunu
mu kaydetti?
Evet.
Bunu
da: Cenazesi.
Ve
bunu da: Gömülüşü.
-
Ve bunu.
-
O da kim?
Annemin
vârisi.
Vârisi
mi?
İzlediğin
bölümden altı hafta sonra onunla
evlendi.
Bunu
o çekti.
Doğru
odaklanmamış.
Baban
mı?
O
sabah balayı için ayrıldı.
Ne
yapıyor orada?
Bana
bir armağan veriyor.
Nedir
o?
Tahmin
edemiyor musun?
Kamera.
Kapat
şunu! Kapat dedim! Hemen buradan çıkalım.
Yani
bilim adamıydı?
Ne
tür bir bilim adamıydı öyle, Mark?
-
Biyolog.
-
Sana ne yapmaya çalışıyordu?
Mark,
sana ne yapmaya çalışıyordu?
Gelişimimi
izlemek istiyordu.
Bir
çocuğun gelişimini tüm detaylarıyla kaydetmek istedi.
Ama
bu mümkün değildi.
Mümkün
kılmak için üzerime bir kamera tuttu, durmaksızın.
Çocukluğumda
asla bir mahremiyet sahibi olamadım.
Peki
gözlerine tuttuğu o ışık ve de, o şey?
Sinir
sisteminin vereceği tepkileri araştırıyordu
Korkuya.
Korku
mu?
Evet.
Özellikle
de çocukların korkuları ve onlara tepkileri.
Benden
çok şey öğrenmiş olmalı.
Bazen
çığlık atarak uyanırdım.
Orada
not alıp, resim çekiyor olurdu.
Bu
sayede bazılarına iyiliği dokunmuştur.
-
Bir dahîydi.
-
Çocuğunun yatağına kertenkele atan bir bilim adamı, iyilik neresinde bunun?
Affedersiniz,
ben İşte buradasın.
Parti
sona ermek üzere, acaba aşağıya
Geliyorum.
-
Keşke sen de katılsaydın.
-
Sağ olun.
iş
güç.
Umarım tatlı seviyorsundur.
Hediye
için teşekkürler.
İyi
geceler, Mark.
İyi
geceler, ahbap.
Kes!
Bakın
Bay Jarvis, bu film bir televizyon reklâmı
bu teklifi size yapıyorum, çünkü sizin ilgi alanınıza giren bir iş.
Johnnie'yle konuştum ve bu işi almak için can
atıyor.
İstediğiniz
rakamlar burada, Bay Jarvis.
Senaryo müthiş, Bay Jarvis.
Hâlâ
programın gerisindeyiz.
Paramount'un bunu istediğini de biliyorsunuz.
Evet.
Paramount,
MGM, Columbia.
Hepsi
de istiyor.
-
Ticari mi peki?
-
Anglo da istiyor.
Bana
yazılı bir not gönder.
Haftaya
görüşürüz bunu.
Not
alın, Bayan Simpson.
Bütün
yapımcı ve yönetmenlere.
Yeni
ekonomi hamlesinin ışığında, görebiliyor
ve duyabiliyorsanız, ilk adım başarılıdır.
Sahne
99.
Çekim
49.
"Gevezelik
diz boyu" Hayatım, bir kere olsun,
baş döndürücü olduğunu unutup başın dönmüş gibi davranır mısın?
Rica
etmen yeter.
Pekâlâ.
Yerlerinize.
Kes.
Bir
kez daha.
Hayır,
tatlım.
Kes.
Kes.
Sahne
99.
Çekim
53.
Kes!
Bir kez daha, lütfen.
Bir
kez daha bayılmam lazımsa, bayılırım.
-
Sahne 99.
Çekim
57.
-
Sessizlik lütfen.
Başla!
Yo, yo, yo.
Kes!
Kes! Umutsuz vaka! - Bayan?
-
Kes! Kes! Nasıldı?
Phil?
Sam?
Mark?
Kayda
geçin! - Pekâlâ.
Bu
günlük yeter.
-
Bayanlar ve baylar.
Bugünlük
bu kadar.
Sabah
8:30'da buradayız.
Harikaydın,
hayatım.
Rolünle
bütünleşmiştin.
-
Otobüse mi yetişeceksin?
-
Hayır.
Birisiyle
içki içeceğiz.
Everyman'de
filmi konuşuruz demiştim.
-
Yarın uygun mu?
-
İnşallah.
-
Gözde dublörüm nasıllar bugün?
-
İdare ediyor.
Sabah
8:30'da buradayız.
-
Viv, eve gitmeden önce bir içkiye ne dersin?
-
Randevum var, Bay Tate.
İyi
geceler, Bayan Vivian.
Bu
gece hangi film oynuyor?
Şu
Kızılderili filmi; "İki Kuyruklu Fil" - Biraz sıkışık gibisiniz.
-
Gerekirse sekiz kişi bile alır.
-
Sanki gerekecek gibi.
-
Haydi canım sen de! Benim için fark etmez.
Ha
arabada sıkışmışım, ha otobüste.
"SAHNE"
Mark?
Burada
mısın?
-
Neredesin?
-
Buradayım, Viv.
Korkuttun
beni.
Dinle
beni.
Geç
saate kadar çalışıyorlar.
Biliyorum.
Bu
sahneyi böldüler.
-
Elektriği onlardan alıyoruz.
-
Durdurmalıyız.
Bizi
kesin görürler.
Olabilir,
ama film çekersek engel olmazlar.
-
Uyarı lambasını yaktım.
-
Ne yaptım dedin?
-
Uyarı lambasını yaktım.
Şurada - Ama
- Şurada ayakta durur musun, lütfen?
-
Ama burada olduğumuzu anlayacaklar.
-
Gelen olmayacak.
-
Dışarıda bekleyecekler.
Bir
fark mı var?
Fark,
kusursuz bir film.
Uzun
zamandır bu anı bekledik.
İkimiz
de.
-
Kimse rahatsızlık vermemeli.
-
Yakalanacağız.
-
Ne önemi var ki?
-
Var tabii! - Sen ek bir işi kaybetmeye hazırsın.
-
Ek iş?
Dublörlük
mü?
Bense
hiçbir şey kaybetmeye hazır değilim.
Sonuç
o kadar mükemmel olmalı ki aldığımız
risklere değsin.
O
kadar mükemmel olmalı ki o bile o bile şöyle demeli; Kimden bahsediyorsun?
Don
Jarvis mi?
Derdi
ki; "Şurayı imzalayın, çocuklar
Kalemimi kullanabilirsiniz, ama mürekkebinizi kendiniz getirin.
"
Buna değeceğinden eminsen, neden olmasın.
Öğrenme
zamanı, Viv.
-
Biraz ısınmamın sakıncası var mı?
-
Rahatına bak.
Sen
oraya aitsin.
Kamera
önünde kendimi yapayalnız hissediyorum.
-
Yıldızlar böyle hissetmese gerek.
-
Onlar, yokluğunda yalnız hissederler.
Büyük
oyuncular ise daima yalnızdırlar.
Demek
ki büyük oyuncuymuşum.
Nasıl
bir rol yapmamı istiyorsun?
Korkudan
öleyim mi?
Hatırladın
mı?
Evet,
bir deneyelim.
-
Ne yapıyorsun?
-
Bize bir set hazırlıyorum.
Hazır
başlamışken bütün stüdyoyu çek istersen?
Seni
olsa olsa bir kere asabilirler.
Kesinlikle.
Keşke
Don Jarvis beni böyle görseydi.
Keşke
şu anda Don Jarvis'i görebilseydim.
Seni
uyarıyorum, Mark.
Aşırı
heyecanlıyımdır.
Senin
için fark etmeyecekse, gülmekten ölme rolü yapmayı tercih ederim.
Bu
şahane pembeyle günden güne daha hoş olacağım.
GİRMEK
YASAKTIR!
-
Ne yapıyorsun?
-
Sabırlı ol, Viv.
Buna
değecek.
Stüdyo
kamerasının karşısına geçmiş tek başıma dikiliyorum.
Bunu
pek yapan olmasa gerek.
Daha
önce hiç kullandın mı?
-
Hayır.
-
Kendi malınmış gibi kullan.
-
Seni görebiliyorum.
Kusursuz.
-
Ne güzel.
İddiaya
girerim sektördeki en iyi bayan kameraman benim.
Peki
şimdi ne yapıyorsun?
Beni
çekişini çekiyorum.
Çok
zekisin.
Kaybettim
seni.
Hoş
geldin, yabancı.
-
Tekrar kaybettim.
-
Sıkma canını.
Hazırım,
Viv.
-
Gidip gidip yerine geçer misin lütfen?
-
Nasıl isterseniz, yönetmen bey.
Birinin
beni oraya tıkacağını mı hayal etmeliyim?
-
Evet, Viv.
-
Umarım seni hayal kırıklığına uğratmam.
Ortamı
benim için ayarlamaya çalıştığının farkındayım, ama ne yapayım korkmuyorum işte, elimde değil.
Hoşuma
giden bir şey yapsam daha iyi olmaz mı?
Sonra.
Sorun
şu ki, kendimi çok rahat hissediyorum.
Senin
sayende tabii.
Kamerayla
o kadar rahatsın ki, bu beni de rahatlatıyor.
Bu
senin kanında var, evlat.
Hazır
mısın, Viv?
Eh
bir deneyelim.
Beni
korkudan öldürecek bir şey?
Biraz
yardımcı olamaz mısın, Mark?
Düşün
ki seni öldürmek isteyen biri sana doğru yaklaşıyor ne pahasına olursa olsun.
-
Bir deli?
-
Evet.
Ama
bunu o biliyor, sen bilmiyorsun.
Seni
öldürmek onun için yeterli değil.
-
Ama nasıl oluyor da - Kıpırdama.
Öyle
kal.
Ama
ne düşündüğünü bilmiyorum.
Bunun silahlarından biri olduğunu hayal et.
-
O mu?
-
Evet.
-
Bu.
-
Mark! Evet, bu korkutucu olurdu.
Dahası
var.
Öyle
mi, nedir o?
Bu
şey! Mark, hayır! Yapma! Çek şunu! Mark! Mark!! Haberler bu kadar, şekerim.
Tabii
maç sonuçlarıyla ilgilenmiyorsan.
-
Nereye bakıyorsun?
-
Tavana.
-
O delikanlı geldi mi diye düşünüyorsun.
-
Evet.
Evet,
geldi.
Dört
haber önce geldiğini duydum.
Bugün
gecikti.
-
Ondan hoşlanıyor musun?
-
Evet.
-
Neden?
-
Nitelikli biri.
Keşke
öyle olsa! Kitabım konusunda bana yardım edebilir diye düşünmüştüm.
-
Helen?
-
Evet?
-
Boş ver.
-
Anne, neden tedirginsin?
-
Viski fiyatları.
-
Başka?
-
Daha ne olsun?
-
Mark’tan hoşlanmıyor musun?
Tanımıyorum.
Hoşlanmıyorsun.
Neden
peki?
Ses
çıkarmadan yürüyen bir adamdan hoşlanmam.
Ama,
o utangaç biri.
-
Adımları öyle değil ama.
Çok
sinsiler.
-
Yapma Allah aşkına! - Onu görmeye gidecek misin?
-
İzin veriyor musun?
İkimizin
de anahtarı var.
Benimkinin
yağlanmaya, seninkinin kullanılmaya
ihtiyacı var.
Haydi.
-
Sağ ol.
Unutma
iddiayı ben kazandım.
-
Helen?
-
Evet?
Beş
dakika içinde dönersen, elimdekini bile bitirmeyeceğim.
Anlaştık.
Kim
o?
Ben
Helen.
İçeri
gel, Helen.
Orada
bekleyebilir misin?
Tablarla
uğraşıyorum.
Annem
girerken sesini duymuş, daha yatmamışsındır diye düşündüm.
Müsait
bir zaman olduğuna emin misin?
Fazla
sürmez! Aşağıdaki isimlere değerli
katkılarından dolayı teşekkür borçluyum.
New York Üniversitesi'nden, Profesör A.D.Smith Sinir Hastalıkları Enstitüsü'nden ,Bay
Edward Paton ve oğlum, Mark Lewis.
-
Merhaba.
-
Merhaba, Mark.
Umarım
sakıncası yoktu?
Sıkıntı
verdiğimin farkındayım, ama seni görmeyi gerçekten - Mutlu yıllar.
-
Mark, çok tatlısın, gerçekten.
Biliyorum
sana layık değil.
21.yaş
gününde ne alınacağını da bilmiyorum,
ama sabah bunu gördüm ve, düşündüm ki -
Umarım beğenirsin.
-
Mark! Çok teşekkürler.
Harikulade.
Kendim
beğendim.
-
Biraz daha süt?
-
Biraz daha mı?
-
Süt?
-
Hayır, teşekkürler.
Şimdi
takacağım.
Buraya
mı, yoksa şuraya mı?
-
Birincisi.
-
Bence de.
-
Seni tutuyor muyum?
-
Yoo, hayır.
Gerçekten
tutmuyorsun.
Akıl
danışmaya geldim.
-
Bana mı?
-
Lütfen.
Bir
halk kütüphanesinin çocuk kitapları bölümünde çalışıyorum.
Bunu
sana anlatışımın nedeni, kafamdaki dertten bir süre uzaklaşmak.
Boş
zamanlarımda, yazarım.
Kısa
çocuk öyküleri yazıyorum, gerçi Grimm, Hans ve Lewis de yazmıştı.
-
Hiçbiri yayımlandı mı?
-
Bazıları.
-
Okumayı çok isterim.
-
Bugün öğrendim ki, ilk kitabım baharda yayımlanacakmış.
Helen Bu harika bir haber.
-
Konusu ne?
-
Sihirli bir kamera ve çektikleri.
Bunu
nasıl düşündün?
Bir
gün anlatacağım.
Söz
veriyorum.
-
Neyi kameraya alıyor?
-
Bunu da anlatırım.
Zaten
sorun da burada başlıyor.
Kitabı
okuyan çocuklar kameranın çektiği resimleri görmek isteyecek, ama yayınevi bu resimlerin çekilemeyeceğini,
bu nedenle çizim kullanılmasını öneriyor.
-
Ama ben bunu kabul etmiyorum.
-
İmkânsız diye bir şey yoktur.
Ben
de bunu duymayı ümit ediyordum.
Ne
kadar zor olursa olsun, bir yolu olmalı.
-
Diyordum ki, acaba sen - Ah, tabii.
-
Bu konuda görüşecek miyiz?
-
Ben çekeceğim.
Bunu
senden isteyemem.
Yayın
evi karşı çıkabilir.
-
Senin için çekmek istiyorum.
-
Peki ya para?
Bazı
şeyler vardır ki, çekmek için karşılık
beklemem.
-
Seni kırmak istemedim.
-
Kırmak mı?
-
O zaman bu konuda görüşür müyüz?
-
Ne zaman, söyle yeter?
-
Sana bağlı.
-
Yarın gece boş musun?
-
Evet.
-
İnşallah ben de.
-
Müsait olmazsan da sorun değil.
Elimden
geleni yaparım.
Dinlediğin
için teşekkürler ve hediye için de.
-
İyi geceler.
-
İyi geceler.
-
Sandıklara mı bakmıştınız?
-
Evet.
Şunu
görebilir miyim?
Elbette,
hanımefendi.
Yo,
yo, yo.
Bu
sahnede mizah olmalı.
-
Bugün tekrar çekeceğiz.
-
Tamam, efendim.
Mesele
şu ki, bu sahnede komedi olsun istiyorum.
Anlıyorsun
değil mi, hayatım?
İlk
gördüğün sandığı almak yerine, kırmızı renkte bir tane istiyorsun.
Getirdiğinde,
etrafa bakıyorsun ve beyaz var mı diye
soruyorsun, beyaz sandık gelince de,
başka bir renk istiyorsun mesela
bu, mavi sandık.
Michael
sen de, sandıkları getirmekten gına geçiriyorsun.
-
Kendimi zorlamam.
-
Öyle yap.
Ve
olay, sonunda bir tür şakaya dönüşüyor.
-
Anladın mı?
-
Hissetmiyorum.
-
Ne?
-
Hissetmiyorum.
-
Hissetme, sadece dediğimi yap! - Tamam.
Yerlerinize.
-
Viv'i gören oldu mu?
-
Kim dedin?
-
Diane'in dublörü.
Işığın
ayarlanmasını istiyorum.
-
Önce görmek istiyorum.
-
Sessizlik lütfen.
Hazır!
Başla.
-
Buyurun, hanımefendi.
-
Kırmızı olana bakabilir miyim?
Elbette,
hanımefendi.
Nasıl yapıldığı hatırında mı?
Evet.
İşte
böyle, ve şimdi tekrar.
-
Burada yakın çekim yapıyoruz.
-
Beyaz var mıydı acaba?
Elbette,
hanımefendi.
Tam arkanda bir tane beyaz var.
Tam burada.
Tekrar.
Aferin, Michael.
Şimdi tekrar geri.
-
Mavi var mıydı acaba?
-
Elbette, hanımefendi.
İşte böyle, tekrar başlıyoruz.
Güzel.
Elinden
geldiğince, aşırıya kaçmadan.
Kendini zorlama, Michael.
Güzel.
Sıkı
tut ve yerleştir.
Çok güzel.
Aptal
fahişe! Yanlış sahnede bayıldın! Amirim, bakar mısınız?
Geçitte
inecektim.
Kısa
bir süre park edebilir misiniz?
-
Ufaklıkların kitabı mı alacaksın?
-
Evet, Amirim.
-
Yumurcak buradan geçtiğimi bir öğrenirse
- Duydun, Dawson.
Komisere
yardımcı olalım.
Komiserden
yardım almanın tam sırası.
Soho
cinayetlerinde bir yere varamıyoruz.
Ya
ev sahibesinin merdivende karşılaştığı adam?
Tarif
edecek kadar hatırlamıyor.
Sadece
o sırada elinde bir şey varmış.
-
Bu işe yarayabilir.
-
30 yıldır teşkilattayım, ve daha önce,
bu kızın yüzündeki korku gibisini görmedim.
-
Gördüğü neydi acaba?
-
Kesici bir aletle yaklaşan bir adam.
Bu
korkuyu bilirim.
Ama
böylesini ilk kez görüyorum.
Peki
nedir bu?
Bu
sandıktı, efendim.
-
Yüz ifadesi, tamamen aynısı - Biliyorum.
Bir
şey söyleme.
Çalışanlarla
tek tek görüşmemiz gerekecek bunu
işinizi engellemeyecek şekilde planlasak iyi olur.
Teşekkürler,
Baş komiser.
Bir
günlük gecikmenin açtığı zararı ah bir bilseniz.
Tahmin
edebiliyoruz.
-
Merhaba, Mark.
-
Merhaba.
-
Hey, bunu yapmak zorunda değilsin.
-
Pardon, efendim.
-
Neyi?
-
Meşhur etmek.
Beni
filme alıyordu.
Gerry,
senin sıran.
Korkma
öyle, seni yemezler.
Hava
bugün erken kararacak gibi.
Seni
izliyordum.
Polisleri
filme mi alıyorsun?
Birkaç
ilginç sahne yakaladım.
-
Beklemediğim bir fırsattı.
-
Ne fırsatı?
Bir
soruşturmayı filme almak ya da büyük
bölümünü, elimden geldiğince.
-
Neden bunu yapasın ki?
-
Bir belgeseli tamamlayacak.
Belgesel
mi?
Konusu
ne?
-
Hı?
-
Konusu ne?
Bitinceye
kadar söylemesem daha iyi, ve fazla
sürmeyecek.
-
Ya seni yakalarlarsa?
-
Yakalarlar.
İşlerini
biliyor gibiler.
-
Bunu takmıyor musun?
-
Hayır.
-
Mark, sen deli misin?
-
Evet.
Fark
ederler mi dersin?
-
Mark, sıra sende.
-
Tanrı aşkına başını belaya sokma.
Bu
filmi Everyman çalışanlarıyla tartışmak istiyorum.
Evet,
çok iyi olur.
Girin!
Bay Lewis mi?
Sevgili
Fotoğrafçım.
Filmi
almak istersiniz diye kamerayı yanımda getirdim.
-
Amirim?
-
Sorun yok, Bay Lewis.
Gazetede
karikatür yerine biz çıkmadığımız sürece sorun değil.
Baş
komiser Gregg, ve yardımcım Miller.
Oturun.
Anlatmak
istediğin bir şey var mı?
-
Hayır, efendim.
-
Kızı tanır mıydın?
-
Evet, efendim.
-
Ne kadar tanırdın?
Sima
olarak.
-
En son ne zaman gördün?
-
Dün öğle paydosundan önce.
-
Onunla konuştun mu?
-
İyi geceler dedim.
Beni
duydu mu bilemiyorum.
-
Orada ne işin vardı?
-
Bazı çekimler yapıyordum.
Film
çekiyorum.
-
Nerede?
-
Orada burada.
Bir
belgesel.
Yanında
kimse var mıydı?
Hayır,
efendim.
Sadece Sadece kameram vardı.
Komiser
Miller.
Tamam.
Söylerim.
Doktor
otopsiyi tamamlamış, seninle görüşmek
istiyor.
-
Tamam.
Sen
önden git.
-
Peki, efendim.
Yakaladım
seni.
-
Çok güzel.
-
Sağ olun, efendim.
-
Dün eve ne zaman vardınız?
-
On, on buçuk gibi.
-
Sizi kimse gördü mü?
-
Evet.
Alt
kattakiler.
Pekâlâ.
Tamam.
Bu
kadar.
Teşekkürler,
Bay Lewis.
Sağ
olun, efendim.
Bir
dakika! Beni stüdyoya götürür müsün, lütfen?
Muhtemelen
yolu bulamam.
-
Peki, efendim.
-
Teşekkürler.
Uyarmıştım.
Bundan
sonrasını ben hallederim.
Getirdiğin
için teşekkürler.
Şüphe
yok.
Yaralar
aynı araçla açılmış.
İki
kadın da fena bir şoka maruz kalmış.
-
Ne gibi bir şok?
-
Bunu bulmak size kalmış.
Bizim
işimiz değil.
-
Cesedi hareket ettirebilir miyiz?
-
Evet.
Bitirdim.
Arkadaşlar.
Altındaki
de ne?
-
Kasetçalar.
-
Bir mendil verin.
Baxter! Parmak izi testi yapılsın.
Bandı başa sarın.
Herkes sessiz olsun! "Bir kedi gördüm
sanki.
"
Eğlencenizi bozmak istemem, ama bir manyakla karşı karşıyayız.
Elimizi
çabuk tutmazsak, emniyet müdürüne bildirmemiz gereken üçüncü bir cinayet
olacak.
Bu
yüzden biraz acele edelim, olur mu?
"Ünlü yıldız Pauline Shields'ın da yer
aldığı Arthur Baden'in son filmi 'The
Walls Are Closin In'de rol alıyordu.
Stüdyodaki bir sözcü, performansının çok büyük
gelecek vaat ettiğini, bu nedenle
rolünün baştan oluşturulduğunu söyledi.
"
- Şuna bak, "Başbakan - Mark da
film işindeydi, değil mi?
-
Evet, anneciğim.
"Sör
Lav " - Acaba tanıyor mu?
-
Bu gece sorarım.
-
Bu gece çıkıyor musunuz?
-
Evet, müsaitse.
-
Ne kadar da centilmen.
-
Nereye götürecek?
-
Fikrim yok, eminim o da düşünmemiştir.
Hangi
stüdyoda çalışıyor?
-
Bilmiyorum.
Sorarım
ona.
-
Müsaitse tabii.
Buraya
getirip seninle tanıştırayım mı?
-
İçimden bir ses onu tanıyorum diyor.
-
Aman, şekerim! Burada.
Neden
o pencereyi ona hediye etmiyoruz?
Nasılsa
orada yaşıyor.
-
Orada olduğunu nereden bildin?
-
Kuşlar söyledi.
Bundan
vazgeçmeni söyleyenler.
Merhaba.
Boş
musun?
-
Evet.
-
Güzel.
Ben
de öyle.
İçeri
gelip annemle tanışmak ister misin?
Evet,
lütfen.
Bu
Mark.
-
Memnun oldum, Bayan Stephens.
-
Merhaba, Mark.
Koşuyor
muydun, delikanlı?
Evet.
Helen'ı
bekletmek istemedim.
Eksik
olma.
Bir
içkiyi hak ettin.
-
Ne istersin?
-
Sağ ol.
Almayayım.
-
Anlat bana, delikanlı, - Anne, yemeğini
fırında unut-- hangi stüdyoda çalışıyorsun?
Chipperfield
Stüdyosu.
Zavallı
kız, nerede çalışıyordu o?
Sanırım Brookwood.
Onu
tanıyor muydun merak ettik.
Hayır.
Hayır.
Tanımıyordum.
Tüh!
Haberi ilk elden almayı severim.
Şekerim,
yemekte ne olduğunu öğrenmek ister misin?
Hayır.
Gidip
kendinizinkini öğrenin.
-
Hoşça kal.
Dilerim
tekrar görüşürüz.
-
İnşallah, Bayan Stephens.
Anne,
desteyi bölmeyi unuttuk.
Sofra
mutfakta hazır.
-
Gecikirsen, beni de sofrada serilmiş bulacaksın.
-
Geç kalmayız.
-
Güle güle, şekerim.
-
Hoşça kalın.
-
Sana özel bir soru sorabilir miyim?
-
Evet?
-
En son ne zaman bu olmadan çıktın?
-
Ne olmadan?
Kamera.
Ben Hatırladığımı sanmıyorum.
Kesinlikle!
Seni onsuz gördüğümü hiç sanmıyorum.
Peki
bu gece ihtiyacın var mı?
Evet,
var mı?
Eğer
öyleyse, ben de yanıma bazı aletler alayım.
-
Bu gece ihtiyacım olmayacak.
-
Güzel, o hâlde bana ver.
-
Bir yere kaldırayım.
Güvende
olacak.
-
Olmaz.
Madem
bana güvenmiyorsun, üst kata çıkaralım.
Sana
güveniyorum.
Buraya
kaldıralım.
Gel
kendin gör.
İçeri
koyup kilitliyorum.
Burası annemin odasıydı.
Ciddi
misin?
Çok
patavatsızım, değil mi?
Düşündüm
ki, sanki üzerinde fazladan bir organa dönüşüyordu, ve Ama istiyorsan yanına alabilirsin.
-
Sende kalsın.
-
Teşekkürler.
-
Şu anda - Evet?
Hissettiğim
şeyi anlatamam.
Sadece
resmini çekebilirim.
-
Ben ne hissediyorum biliyor musun?
Açlık!
- Harika.
Köşeyi
geçince güzel bir mekân var.
-
Noel günleri harikadır.
-
Gerçekten mi?
Evet.
Noelde
çok fazla açık yer bulamazsın.
Öyle
mi?
Kulağa
hoş geliyor.
-
Helen?
-
Evet?
Gel.
Bu
taraftan.
-
Sihirli kameran neleri çekiyor?
-
İnsanları.
Küçük
bir çocuğa ait, ve yetişkinleri çocukluklarındaki gibi gösteriyor.
Düşünmüştüm
ki, sen Nerede bu restoran?
-
Köşeyi dönünce.
-
Gidelim haydi.
Teşekkür
ederim.
Kalabalıkta
bir çocuğa benzemeyen tek bir yüz bile yok.
-
Öyle deme.
-
Yeter ki doğru zamanda çek.
-
Bu yüzleri seninle beraber bulmak istiyorum.
-
Deneyelim o hâlde.
Annem
yatmış olmalı.
Harika
bir akşamdı.
Ben
de aynısını söyleyecektim.
Harika
bir akşamdı.
Ve
onu harika yapan sendin kameran
olmaksızın.
Kameranı
getireyim.
Hâlâ
burada, sihirli kameran.
Acaba
yetişkinleri nasıl gösteriyor.
-
Mesela beni.
Mademki
yetişkinim.
-
Sen değil! Neden?
Seni
asla çekmeyecek.
Kameramla
neyi çeksem, daima yitirdim.
Nasıl
olur?
Annemi
uyandıracak.
Akşam
için tekrar teşekkürler.
Gidip
yat şimdi, bu filmlere takılıp geç vakte kalma.
Ben Yapmam gereken bazı işler var.
Sonra
yatar, sana yüzlerini bulmaya çalışırım.
Öyle
yüzler ki, ben-- Öyle yüzler ki-- - İyi akşamlar.
-
İçeri nasıl-- Banyo yapan delikanlı beni kapına kadar getirdi.
Geri
kalan macerayı kendim hallettim.
Kilitli
bulmayı umduğum odalardandı.
Anahtar
taşımama asla izin verilmedi.
Onlara
alışamıyorum.
Kızınızı
eve erken getirdim.
Teşekkürler.
-
Benden istediğiniz bir-- - Konuşmalıyız.
-
Yan oda daha uy - Bu Burada sanki evimdeymiş gibiyim.
Her
gece bu odayı ziyaret ederim.
Ziyaret
mi?
Körler
daima altında yaşadıkları odalarda yaşarlar.
Her
gece bu film cihazını çalıştırıyorsun.
Bakmaktan
kendini alamadığın bu filmler de neyin nesi?
Şu
anda açtığın film ne?
Neden
yalan söylemiyorsun?
-
Nasılsa bilemem.
-
Anında bilirsiniz.
-
Beni sinemana götür.
-
Peki.
Şu
anda ne izliyorum, Mark?
Neden
cevap vermiyorsun?
İşe
yaramıyor.
Bunun
gerçekleşmesinden korkuyordum.
-
Ne?
-
Işıklar erken kararıyor.
-
Daima öyledirler.
-
Ben Tekrar denemek zorundayım.
Yok
ettiğin şeyin ne olduğunu düşünüyorsun?
Bir
fırsat.
Şimdi
bir tane daha bulmam gerekecek.
Ne
yapıyorsun?
Neredesin?
Neredesin?
Neden
yüzüme ışık tutuyorsun?
Mark?
Lütfen,
tamamlamama izin verin.
Helen
için.
Ne
demek, "Helen için"?
-
Çektiğim bir filmi görmek istedi.
-
Yüzümü fotoğrafsız da yeterince gördü.
Lütfen
korkmayın.
Korkmuyorum.
Sıcak
bastı! Hemen uzaklaştır o kamerayı! Peki.
-
Biraz aceleci davranmadın mı?
-
Yorgun oluşumdandır.
Geç
oldu.
Bir
anda beni başından savmaya karar verdin.
Bencil
davranmayacağım.
Arzu
edersen biraz daha çekebilirsin.
Hayır,
teşekkürler.
Neden?
Filmim
kalmadı.
Helen'ı
mutlu etmek için bulamaz mısın?
Hayır.
Devam
edecek kadar, kendine güvenmiyorsun,
değil mi?
İçgüdü
harika bir şey, öyle değil mi?
Ne
yazık ki resmi çekilemiyor.
Yıllar
önce kulak verseydim, şimdi görüyor
olabilirdim.
İnanmadığım
birinin operasyonu yapmasına fırsat vermezdim.
Bu
yüzden artık onu dinliyorum.
Diyor
ki; "bu film işi sağlıksız, ve senin de tedavi görmen gerek.
"
Tedavi gör, Mark.
Acele
et.
Ve
bunu yapana kadar, Helen'la görüşmenizi istemiyorum.
-
Onu kameraya çekmeyeceğime yemin ederim.
-
Hiç şansın olmamasını yeğlerim.
Bu
konuda ciddiyim, Mark.
Dediklerime
kulak vermezsen, içimizden biri bu evden
ayrılacak.
Yazık
olur, çünkü buradan daha ucuzunu bulamayız.
Asla
benim yüzümden taşınmayacaksınız.
Söz
veriyorum.
Aferin.
Asıl
zorluk merdivenler.
Buradan
kendim bulabilirim.
Teşekkürler.
Resmimi
mi çekiyorsunuz?
Evet.
Birisi
resmimi çekeli uzun zaman oldu.
Seni
rahatsız eden ne?
İyi
geceler, Bayan Stephens.
Birine
açılmak zorundasın.
Zorundasın.
Bu tarafa.
Bana
doğru yürü.
Pekâlâ,
başlıyoruz.
Başlangıç
pozisyonu.
Sette
sessizlik.
- Hazır mısın, Phil?
-
Tamam.
Bu
aksıran bunak bir psikiyatrmış.
Dedikodu
yaparlarken duydum.
Bayanlar
baylar.
Herkes
başlangıç pozisyonuna.
Rahat
ol, tatlım.
Harika
oynayacağından şüphem yok.
-
Önemli olan Yoldan çekilir misiniz?
-
Pardon.
-
Alex, bu da kim?
-
Dedektif, efendim.
Ah,
tabi ya! Buradaki herkes sana yardıma hazır, tatlım.
Bir
öncekiyle tamamen aynı, bir iki ufak
tefek değişiklik dışında.
Bu
sefer sandık yerine şey şapka alıyorsun.
-
Yardımcı olursun, Michael, değil mi?
-
Tabii, efendim.
Tatlım,
kendine güven.
Sen
harikasın ve hepimiz yanındayız.
Pekâlâ.
Seti
boşaltın! Sakin ol, tatlım.
Rahat
ol.
Ve
kamera! - Şapka mı bakmıştınız?
-
Evet, şuradakine bakabilir miyim?
Tabii,
hanımefendi.
Teşekkürler.
-
Kırmızısı var mıydı?
-
Elbette, hanımefendi.
Kırmızı!
Kırmızı mı?
Mavisi
var mı?
Mavi!
Ya sabır! - Yarım saat mola verelim mi?
-
Hayır.
Sonsuza
kadar verelim! Pekâlâ, bayanlar baylar.
Yarım
saat mola.
-
Şey, acaba bir öneriniz var mı?
-
Bu bayağı ilginç.
Ona
yardım etmeyi kastettim psikolojik
olarak.
Bırakın
doğru dürüst dinlensin.
Yarım
saat bir şeye yaramaz.
Teşekkürler.
Sen
hangi görevdesin?
-
Odak ayarcısıyım.
Meslektaş
sayılırız.
Acaba Acaba babam, Profesör Lewis'i tanır mıydınız?
A.N.Lewis.
Tabii
ki tanırdım.
Ondan
ders almıştım.
Olağanüstü
biriydi.
Çok
zekiydi! Ölümünden önce ilgilendiği konuyu biliyor musunuz?
Hayır.
Anlatın
bana.
Ne
isim verdiğini anımsayamıyorum, ama her
ne etkisi varsa, insanları birer
röntgenci haline getiriyordu.
Skopofili,
bu konuya ilgiliydi.
Çok
verimli bir beyindi.
-
Skopo ?
-
Fili.
Sapkın
bir bakma dürtüsü.
Durmadan
türetilir.
Tuttuğu
notlardan geriye kalan var mı?
-
Tedavisi mümkün sanıyordum.
-
Genellikle mümkün.
-
Notlarını sormuştum?
-
Kısa mı sürüyor?
Tedavi?
Evet,
çok kısa.
Bir
saat süren analizler, birkaç yıl boyunca
üç haftada bir yapılır ve fazla sürmeden kökü kazınır.
Notlarından
geriye kalan oldu mu?
Görebilirsem
minnettar olurum.
Size
adresimi vereyim.
Pekâlâ,
Doktor.
-
Acaba bu da neyin nesi?
-
Bilmiyorum.
Sonra
öğreniriz.
Göstermek
için sabırsızlanıyordum.
Sana
fatura kesmeliyim.
Sinema
dergilerinde göremezsin.
Harika
biri.
İlgilendiysen
dahası var.
Aklıma bir fikir getirdin.
Eminim
öyledir.
Babasını
tanıyor muyum diye sordu, ki tanırdım onu.
-
Çok zeki biriydi.
-
Başka bir şey istemedi mi?
Evet.
Bir
de skopofili konusunda biraz konuştuk.
-
Ne konusunda?
-
Dikizcilik.
-
Ha?
-
İnsanları röntgenci haline getiren
babasının üzerinde çalıştığı konulardan biri, ve
-Röntgenci mi?
İlginç
bir çocuk.
Gözlerini
babasından almış.
-
Ondan kuşkulanmıyorsunuz ya?
-
Herkesten kuşkulanıyorum.
-
Çekim başlasın! - Ya sen?
Kızı
getiren bu sıra dışı adam ilgimi çekti.
Aklından
bir şey geçiyor olmalı.
Şaşmamak
lazım.
Kendisi
filmin yönetmeni.
Cumartesi
olmaz, efendim.
Ama
bugün erken paydos ediyoruz.
Bugün
öğleden sonra olmazsa, başka fırsat bulamayabilirim.
Öyleyse,
saat 6'da burada ol.
Milly'i
bekleteceğim.
-
Saat altıda.
-
Dakikası dakikasına.
Yoksa
gider.
-
Orada olacağım.
-
İyi olur.
Bugünkü
son çekim.
Güzel
bir iş çıkaralım.
-
Listeyi aldınız mı, Komiser?
-
Evet, efendim.
Bazıları
boşken neler yapıyor öğrenelim.
-
Hangileri?
-
Çok doğru, Komiser.
-
Nihayet gelebildin! Bunu alışkanlık haline getirme.
-
Getirmem, efendim.
-
Milly üst katta.
-
Sağ olun, efendim.
Gitmem
gerek.
Ben
dönmeden bitirirsen kapıyı kilitle ve bunu posta kutusuna at.
Ne
bakıyorsun?
İlk
kez mi anahtar gördün?
Para
çekmecesinde bir şey olmayacak, eğer sırıttığın buysa.
Dediğimi
unutma.
Bir
daha bu fantezi olmayacak.
Akşamım
mahvoldu senin yüzünden.
-
Yeni erkek arkadaşımla buluşacaktım.
-
Affedersin, Milly.
Ne
yapmaya çalışıyorsun?
-
Yarın gelemeyebilirim.
-Neden?
İzci
dostlarınla manevra mı yapacaksınız?
Yine
ne yapıyorsun?
-
Düşündüğüm gibi.
-
Haydi! Bütün gece bekleyemeyiz.
Bizi
bekleyen onca çıplak poz var.
Her
şey bir Tamamen aklını mı yitirdin?
Sadece
belgeseli tamamlıyorum.
İçin
dışın belgesel zaten.
Sen
caddeyi çekesin diye randevuma gitmek
yerine buraya gelip soyunmadım.
Bir
zombiyle konuşsam fark etmezdi.
Seninle
yalnız kalmak güvenli mi acaba?
Tersi
daha eğlenceli olabilirdi.
Dümdüz
devam et.
-
Merhaba.
-
Merhaba, Tony.
-
Nereye gidiyorsun?
-
Mark'a bir şey bırakmaya.
Bana
vakit ayırmaz oldun.
Sorun
değil.
İstersen
burada kalacağım.
Aklıma
gelmişken, sen gelmeden önce annen bir şeyler haykırıyordu.
Mark'ın
fotoğrafını çekişiyle ilgili.
Annemi
mi?
Yanlış
duymuşsundur.
-
Öyle olmalı.
Görüşürüz.
-
Tamam.
Mark?
Ne
düşüneceğimi bilemiyorum.
Önce
halk kütüphanesine, sonra da gazete bayiine gitti.
Bana
özel fotoğrafçılık gibi geldi.
Evin
etrafında dolanmamı ister misiniz?
Hayır.
Ben
de sanmıyorum.
Peki,
efendim.
Döndüğümde
daha fazla bilgi veririm.
Hoşça
kalın.
Seni
korkarken görmeme izin verme.
-
Git.
Acele
et!
-
Hayır! Git!
Öğrenene
kadar gitmeyeceğim.
-
Hemen.
-
O film O film normal bir film, değil mi?
Korkunç.
Korkunç.
Ama
normal bir film, değil mi?
Hayır.
Hayır.
Onları
öldürdüm.
Seni
korkarken görmediğim sürece güvendesin.
O
yüzden gölgede dur, lütfen.
Lütfen.
Dedektif
Gregg.
Ne?
Telefona
ver.
Peters
ben.
Yukarı
çıktığımda onu yerde yatarken buldum.
Adres?
Gazete
bayii mi?
Annen
haklıydı.
Birine
açılmak zorundayım.
Sen
olduğu için üzgünüm.
Burası
onun atölyesiydi.
Yaptıklarından
bazılarını biliyorsun, ama hepsini
değil.
Beş
yaşındayım.
Sekiz
yaşındayım.
Bütün
odalara dinleme cihazı yerleştirilmişti,
ve hâlâ duruyorlar.
Senin
odan.
-
Mutlu yıllar.
-
Bunu aç.
-
Hayal meyal.
-
Annen.
-
Tony.
-
Hayatım inan bana kimse görmeyecek.
-
Bana ne! - Ama, hayatım.
-
Tony, yapma! - Kapı kilitli.
Bana
ne! Korkuyorum işte.
Kapat.
-
Bana bak, Mark.
-
Eğer korkmuyorsan.
Bana
bak! Ne yaptın o kızlara?
Ne
yaptın?
Bana
ölene kadar işkence yapmak istiyorsan, bırak hayal edeyim.
Ne
yaptın o kızlara?
Yapamam.
İzlememe
izin ver.
Ya
korkarsan?
Göstermezsen
hayatımın sonuna dek korkacağım.
Haydi!
Dünyanın en korkutucu şeyi nedir biliyor musun?
Korkudur.
Ben
de çok basit bir şey yaptım.
Çok
basit.
Gırtlaklarına
dokunan demiri hissettiklerinde, ve onları öldüreceğimi anladıklarında, onlara kendi ölümlerini izlettim.
Demir
gırtlaklarına girdiğinde, onlara dehşeti
gösterdim.
Ve
ölümün bir yüzü varsa, onu da gördüler.
Ama
sana yapamam.
Seni
kameraya çekmeyeceğime yemin ettim.
Sana
yapamam.
Senin
için korkuyorum.
-
İçerdeler mi?
-
Evet, efendim.
-
Gidelim.
-
Dikkat edin! Sadece bir kameraymış.
-
Teslim ol, Mark!
-
Çok uzun süredir bu anı bekliyordum.
-
Ne yapıyorsun öyle?
-
Endişelenme.
Tamam.
İçerde!
Haydi.
Başlıyoruz!
Daha iyisini yapabilirim! Teslim ol, Mark! İzle onları, Helen.
Elveda
deyişlerini izle.
Birer
birer.
Ardı
sıra ayarladım.
Keşke
sana yüzlerini bulabilseydim.
Helen!
Helen! Korkuyorum! Yapma, Mark! Ve korktuğum için çok mutluyum.
"Yardıma
ihtiyaç duyan sihirli bir kameradan diğerine!" Kız yaşıyor.
Ambülâns
çağırın.
Bir
şey yok.
Geçti
artık.
Yaramazlık
yapma! Korkacak bir şey yok.
İyi geceler, Babacığım.
Elimi
bırakma.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar
Yorum Gönder