Print Friendly and PDF

Tam Zamanında (1995) Nick of Time

 

 90 dk

Yönetmen:John Badham

Senaryo:Patrick Sheane Duncan

Ülke:ABD

Tür:Aksiyon, Suç, Dram

Vizyon Tarihi:22 Kasım 1995 (ABD)

Dil:İngilizce

Oyuncular

Johnny  Depp

Courtney   Chase

Charles S.    Dutton

Christopher   Walken

Roma   Maffia

Özet

Gene Watson, 6 yaşındaki kızı Lynn'le birlikte Los Angeles'ta bir gara gelir. Smith ve Jones adında iki kişi, kendilerini polis olarak tanıtıp kızını kaçırır. 1 saat 15 dakika içinde Kaliforniya vali adayı Bayan Grant'i öldürmesi için zorlanan Gene'nin (Johnny Depp) hayatı bir anda değişir

Altyazı

Los Angeles'a geldik.

  Los Angeles'a geldik.

  Lütfen dikkat.

  771 nolu Amtrak treni, 771 nolu Amtrak treni 9 nolu platforma yanaşıyor.

  San Diego, Solano Beach, San Clemente, San Juan Capistrano, Irvine, Santa Ana, Anaheim, Fullerton ve Commerce'den gelen, San Diegan treni 9 nolu platforma yanaşıyor.

  Gözlerini dört aç.

  Uyuma.

  - Tamam, tamam  - Hamal!

  Hamal!

  İstasyondakilerin dikkatine.

  Bayan Joan Beary, lütfen Amtrak istasyon bürosuna gidiniz.

  Bayan Joan Beary  Ne yapıyorsunuz?

  Burada kayamazsınız, biliyorsunuz.

  Benim, George.

  Neredesin?

  Defolun buradan.

  Burada ne işiniz var?

  Haydi, çantaları unuttun.

  Oradaki.

  Tam orada.

  Hayır.

  Karısından nefret ediyor.

  - Lanet olsun!

  - Patencilerden nefret ederim.

  Aptalca giyinmelerine rağmen kayakçıları umursamam,  ama patencileri gördüğümde onları ezesim geliyor.

  Gözlerini dört aç.

  Lynn, hayatım.

  Lynn.

  Uzaklaşma tatlım.

  Babaya yakın ol, tamam mı?

  Tamam.

  - Sonunda geldik.

  - Sonunda geldik.

  Onlar nasıl?

  Tam oradakiler.

  - Fazla yaşlılar.

  - Ya onlar?

  Hiç fikrin yok.

  Bana bırak.

  İnsanları tanırım.

  Bu benim işim.

  İnsan sarrafıyım.

  Aradığın ne, söyler misin?

  - İşte onları arıyorum, oradakileri.

  - Nerede?

  Ah evet.

  Gördüm.

  Tatlım, bir telefon etmem gerekiyor.

  Telefon görebiliyor musun?

  Hey, haydi gel.

  Böyle öpüşenleri hiç görmedin mi?

  Televizyonda.

  Annenle beni hiç böyle öpüşürken görmedin mi?

  Hey.

  Beni dinle.

  Bu konuda konuşabilirsin.

  Bunu biliyorsun, değil mi?

  Pekala.

  Söyle bakalım, annenle beni hiç böyle öpüşürken görmedin mi?

  - Asla.

  - Hiç mi?

  Nasıl öpüştüğümüzü gördün?

  Bu kadarcık mı?

  Küçücük bir öpücük mü?

  Tatlım, sen çok öpücük kaçırmışsın.

  Gel buraya.

  Ah Tanrım, tatlım.

  Baba geç kaldı.

  Gitmeliyiz.

  - Bak.

  Onun için herşeyi yapar.

  - Genç aşıklar.

  Lanet olsun.

  Yabancılar.

  Blucinlerimizi kopya ederler ama Kuveyt'te yardımcı olmazlar.

  - Şunlara bak.

  - Selam bay Conners, Gene Watson  Bana o ayıyı versene.

  Bir saniye.

  Hey!

  Hey.

  Tatlım, buraya gel.

  Buraya gel tatlım.

  Ondan uzak dur.

  Buraya gel.

  Özür dilerim efendim.

  - Ayıyı istiyordum.

  - Uzaklaşma.

  Birkaç patenci.

  Geç kaldım ama en kısa zamanda oradayım.

  - Hey serseri.

  Buna ne dersin?

  - Bas git buradan.

  Onu rahat bırak.

  Hoşçakalın.

  Hazır mısın hayatım?

  Gidelim.

  Tüh!

  Bak  Bu yüzden mutlaka kask takmak gerekiyor.

  Asla ne zaman düşeceğini bilemezsin, değil mi?

  - Doğru.

  - Haydi gel.

  Gidelim buradan.

  Bastığın yere dikkat et.

  Haydi.

  - Mükemmel.

  - Mükemmel.

  - Kimliğinizi görebilir miyim?

  - Pardon?

  - Kimlik görebilir miyiz?

  - Tabii.

  Tabii.

  Ehliyet olur mu?

  - Olur.

  - Sorun nedir?

  Ah şu herifler  - Santa Maria'dan mısınız?

  - Evet.

  - Orası neresi?

  - Kuzeyde, Lompoc'a yakın.

  Niye?

  Bizimle gelin bayım.

  - Neler oluyor?

  - Ortalığı velveleye vermeyin.

  - Benimle gel.

  - Hanımefendi, kızımı ben alırım.

  Endişelenmeyin.

  Ortağımın çocuklarla arası iyidir.

  - Onu çaldın.

  - Hayır el koydum.

  - Farklı şeyler.

  - Hayır değil.

  - Neler oluyor?

  - Açıklayacağım.

  Memur bey, neler oluyor?

  Öne geçin.

  Minibüse binin bay Watson, teşekkür ederim.

  Kemerini bağlayalım.

  Her zaman bağlamak gerekir, değil mi?

  - Babamı istiyorum.

  - Baban burada.

  - Baba burada.

  - Biz babanın dostlarıyız.

  Doğru.

  Polisler dostunuzdur.

  Öyle değil mi baba?

  - Baba?

  - Doğru.

  Polisler bizim dostumuz.

  Bir randevum var.

  Neler olup bittiğini bilmek istiyorum.

  - Bunun adı Jack.

  Jack'e "Merhaba" de.

  - Merhaba Jack.

  - Ve bu da şu küçük deliğe girecek.

  - Ben yapayım.

  - Sesi çok açık.

  - İşe başlayalım.

  - Sizler de kimsiniz?

  - Tüm dikkatini ver bay Watson.

  Ve böylece kızına zarar gelmez.

  Hayatım, babana gel.

  Bay Watson, dikkatini vermiyorsun.

  Kızının hayatı senin elinde.

  Anlıyor musun?

  - Anlıyor musun?

  - Evet.

  Güzel.

  Bu senin için.

  Zarfın içinde bir kadın resmi ile o kadının programını bulacaksın.

  - Kendisi şu an  Dinliyor musun?

  - Evet.

  Kendisi şu an Bonaventure Otelinde.

  Buradan uzak değil.

  Minibüsten in ve Bonaventure Oteline gitmek için  yoldan bir taksi çevir.

  Sonra zarfın içinde resmi bulunan o kadını bununla öldür.

  Sadece ateş etmiş olma, öldür.

  Silahı kafasına boşaltmanı tavsiye ederim.

  Bütün bunları anladın mı?

  - Aklını kaçırmışsın.

  - Ne demek istiyorsun?

  - Böyle birşeyi yapmam.

  - Evet yapacaksın bay Watson.

  Merak etme.

  Çocuğa iyi bakarız.

  Saat şu an 12.

  16.

  Resimdeki kadın saat 1.

 30'da hala yaşıyor olursa,   ortağımı ararım ve kızın ölür.

  - Ya seni aramazsam?

  - Yine de öldürürüm.

  Duydun mu bay Watson?

  Anlıyor musun?

  Ya resimdeki kadın, ya da kızın.

  - Tanrım!

  - Ona Tanrı değil, sen yardım edebilirsin.

  - Sadece sen.

  - Zaman harcıyorsun.

  - Gidelim.

  - Hayatım, baba bir yere gitmek zorunda.

  Yakında dönerim.

  Tamam mı?

  Cici bayanın yanından ayrılma.

  Kımılda.

  - Şunu test edelim.

  Duyuyor musun?

  - Duyuyorum.

  Nakte ihtiyacın olacak.

  İşte al.

  Şimdilik cüzdan bende kalsın.

  Bunlara ihtiyacın olacak.

  Taksiler bu tarafta.

  Kımılda Bay Watson.

  Zaman harcıyorsun.

  Haydi bakalım.

  Babam nereye gidiyor?

  Baban bir kahraman olacak.

  - "Power Rangers" gibi mi?

  - Evet, aynı "Power Rangers" gibi.

  Bir saat sonra uğrarım.

  Memur bey  Polisle konuşursan veya göz göze bile gelirsen, kızın ölür.

  - Geç oraya.

  İşe koyul.

  - Konuş şekerim.

  Lynn babayı arıyor.

  Cevap ver baba.

  - Lynn.

  - Seni net duyabiliyorum.

  - Beni duyabiliyor musun?

  - Evet.

  Neredesin?

  - İyi misin?

  - Yeter artık.

  Babanın işi var.

  - Baba, "tamam anlaşıldı" demelisin.

  - Tamam anlaşıldı.

  Saatine bak.

  Saat 1:30'da küçük kızın ölecek.

  Tekrar et.

  "Küçük kızım ölecek" de.

  Söyle.

  Söyle.

  Tekrar et.

  - Saat 1.

 30'da küçük kızım ölecek.

  - Söylenenleri yapmazsan.

  Git ve işi bitir.

  Unutma, seni izliyorum.

  Bonaventure Oteli'ne gitmem gerekiyor.

  - Bonaventure mi?

  - Nerede olduğunu biliyor musun?

  Buradan bile görebiliyorum.

  - Amtrak ile mi?

  - Ha?

  - Neyle geldin, Amtrak ile mi?

  - Ah  Evet.

  Ticaret mi, ziyaret mi?

  Ticaret.

  - Nereden geldin?

  - Ne?

  - Nereden geldin?

  - San Diego'dan.

  Ah, San Diego.

  Bir aralar San Diego'ya taşınmayı düşünmüştüm.

  Bu şehirde para kazanmak zor.

  Kısa mesafelerde kuruş bile yapamazsın.

  - Ne dersin?

  - Ne hakkında?

  San Diego.

  Daha iyi imkanlar var mı?

  Bilemem.

  Orada oturmuyorum.

  Oraya sadece cenaze için gitmiştim.

  Yakın biri miydi?

  - Pardon?

  - Sana yakın biri miydi?

  Evet.

  Evet.

  Eşimdi.

  Eski eşimdi.

  Yakında öyle olacaktı.

  Boşanmak istiyordu.

  Dinle, bir sorunum var.

  Gerçekten büyük bir sorunum var.

  Öyle mi?

  Manyak, ne yapıyorsun?

  Kusura bakma.

  Sorununu dinlemek isterdim ama yolculuk bitti.

  Ücret 3.

 50 dolar.

  Umarım sorununun 3.

 50 dolarımla bir ilgisi yoktur.

  Hayır, hayır.

  Çek mi yazıyorsun?

  İMDAT.

  KÜÇÜK KIZIM KAÇIRILDI.

  GRİ MİNİBÜSTE.

  - Çok teşekkür ederim.

  - Tamam.

  Teşekkür ederim.

  Buldum bayım.

  Burada.

  - Havaalanı yolcusu.

  Boş musun?

  - Kesinlikle.

  Mali müşavir mi?

  Müşavirle ne işim var?

  Merhaba.

  Ben!

  Ben!

  İniyor, iniyor.

  Bırak insin.

  ELEANOR S.

  GRANT'I BUGÜN TEKRAR VALİ SEÇİN Lanet olsun.

  VALİ ELEANOR GRANT'IN LOS ANGELES GEZİSİ Emerald Bay salonunun nerede olduğunu söyler misin?

  Üçüncü katta sarı bölüme gidin.

  Tabelaları takip edin.

  - Teşekkür ederim.

  - Birşey değil.

  VALİ GRANT VE EŞİ Vali hanım ve ben sizin gibileri çok takdir  - Pardon.

  İyi misiniz?

  - Evet.

  Emin misiniz?

  İyi numara!

  Her neyse, aydınlatıcı, teşvik edici  Pardon hanımefendi, bitti mi?

  Birşey kaçırmadın.

  Yiyecek olarak pörsümüş krep  - Vali hanım buradan ayrılmış olmalı.

  - Güzel konuşma yaptı.

  Hep aynı şeyler.

  Pekala.

  Programa göz at ve bir sonrakine yetiş.

  İşte burada.

  "Sadece davetlilere" diyor.

  Kampanyaya büyük katkısı olmuş birisin.

  Elbette davetlisin.

  Seni seviyorlar.

  Bu seni her yere sokar.

  Kimsin sen?

  Sallanmaya devam edersen kızını öldürecek olan adamım.

  Kimse söylenenleri duymadı.

  Mikrofonun sesi kısıktı.

  - Salon kaça mal oldu?

  - Parasını biz ödemedik.

  İyi ama birileri ödedi.

  Melvyn, PA sistemini baştan kontrol etsin.

  Bu asansör vali için.

  Diğerine binin.

  Hayır Franco.

  En büyük iştirakçilerimizden biri.

  Kimliğine baksana.

  Buyurun, sorun değil.

  Selam, Eleanor Grant, eyalet valisi.

  Ağız kalabalığı ama söylemeye bayılıyorum.

  Kahvaltının arkasına öğlen yemeğini kim planladı?

  Aralarından geçip gideriz ve basına hazırlanırız.

  - Vali hanım?

  - Evet.

  - Yardımınıza ihtiyacım var.

  - Nasıl yardımcı olabilirim?

  - Kızım hakkında  - Bir kişilik daha yer var mı?

  - Sanırım.

  - Benim için bir zevk vali hanım.

  Teşekkür ederim.

  Şey diyordunuz  Kızınız.

  Evet?

  Aslında  Benden imzanızı almamı istemişti.

  Tabii!

  Keşke herşey bu kadar kolay olsa.

  Sizde kağıt varsa, bende kalem var.

  Bu olur mu?

  Kıymetli birşey mi?

  Hayır.

  İsmi?

  - İsmi ne?

  - Lynn.

  İsmi Lynn.

  Ben bile artık not defteri taşımıyorum.

  Herşey elektronikleşti.

  İyi misiniz?

  Biliyorum.

  Beni de asansör tutar.

  Buyurun.

  İyi şanslar.

  Pekala, işte geldik.

  Teşekkür ederim.

  Çok teşekkür ederim.

  Tam burnunun dibindeydi.

  Neyin var senin?

  Benimle oyun mu oynuyorsun?

  Kalk ayağa.

  - Silah dolu değildi.

  - Değil mi?

  Ver şunu.

  Böyle fırsat her zaman ele geçmez.

  Bay Watson.

  Hayat böyledir.

  Geriye dön.

  Şimdi oraya bak.

  Görüyor musun?

  Bir sonraki fırsatı kaçırmayacaksın.

  Beni duyuyor musun?

  Pekala.

  Silah dolu.

  Avlamaya hazır ve biz de hazırız.

  Vurduğum için üzgünüm.

  Tabii.

  Derin bir nefes al.

  Haydi gidelim.

  - Tuvalete gitmem gerek.

  - Bu tarafta.

  Kötü bir gün mü geçiriyorsunuz?

  Tabanlarınız mı şişti?

  Ayakkabılarınızı boyatın.

  Yeterince parlamamışsa, para ödemeyin.

  ERKEKLER TUVALETİ - Çok güzel.

  - Çok daha güzellerini yaptım.

  - Öyle mi?

  - Evet, sonra gösteririm.

  - Evde çeşitli renklerde kalemlerim var.

  - Çok güzel.

  Çok güzel şekerim.

  Haydi gidelim.

  Yarına bırakmayın.

  On dakika ara verin.

  Oturun.

  Rahatınıza bakın.

  Ayakkabılarınızı boyatın.

  On dakika ara verin.

  Oturun.

  Rahatınıza bakın.

  Gündelik işlerinize ara verin.

  - Turist misiniz?

  - Hayır, sadece ziyaretçiyim.

  Ne işle meşgulsünüz?

  Sormamda sakınca yoksa.

  - Efendim?

  - Ne işle meşgulsünüz?

  - Mali müşavirim.

  - Kendinizi aşağılamayın.

  Müşavirler olmasa hükümet ne yapardı?

  Bize ne kadar kemer sıktıracaklarını bilemezlerdi.

  Değil mi?

  Bahşiş almak.

  Bir aralar bahşiş müessese ile müşteri arasındaydı.

  Artık değil.

  Bir formül buldular.

  Satış rakamlarına bakıp, bir yüzde tokatlıyorlar.

  Yalanlarınla kötü talih arasında bir rakam.

  "Ortalama" dedikleri rakamı alıyorlar.

  "Ortalama" sabit bir ortalama.

  İster eline zarzor bir kuruş geçsin,

  isterse avuç avuç para yap, bir farkı yok.

  Tokatladıkları rakam tamamen o formüle bağlı.

  - Adil değil.

  - Hey Bay Huey.

  - Nasıl gidiyor?

  - Ne olsun, yük altında ezilip duruyoruz.

  Bayım, bayım.

  Yardımına ihtiyacım var.

  Anlamadım.

  Yüksek sesle konuş.

  Minibüste küçük bir kız var.

  O benim kızım.

  Bu kulağım biraz ağır işitir.

  Bütün vücudum perişan durumda.

  Amerikan ordusunun topçu taburu sağolsun.

  Beni dinle.

  İstasyonda bir adamla bir kadın vardı.

  Bana bir kimlik gösterip, kızımı benden aldılar.

  Aldılar çünkü onlar için birşey yapmamı istiyorlar.

  Kızımın başı dertte.

  İşim neredeyse bitti.

  Lütfen, fazla zamanım yok.

  Yardımına ihtiyacım var.

  - Beni izliyor.

  - Kim izliyor?

  Adam.

  Ayakkabıda kalite denince Wing-Tip'in üzerine yok.

  Çelik gibi.

  Sen akıllı bir adamsın.

  İşte oldu.

  İki kağıt ver yeter.

  - Bozukluk yok mu?

  - Üstü kalsın.

  - 20 dolar?

  - Sorun değil.

  - Bu ne caddesi?

  - Çiçek.

  Barı geçip yolu takip et.

  Oraya götürür.

  Bana bir iyilik yap.

  Bana herhangi birşey olursa, minibüsü unutma.

  Kızım minibüsün içinde.

  - On dakika sonra bir fırsat daha olacak.

  - Birşeyler içeyim.

  Pekala.

  Sadece bir tane iç bay Watson.

  Seni kaybetmek istemem.

  - Nerede kalmıştım?

  - Valinin yeni yönetim şeklinde.

  Ah evet, eski kurtları dünkü gazete gibi bir kenara atıyor.

  - Neden ağlaştıkları ortada.

  - Liberalleşeceğini düşünmemişlerdi.

  Demek canları sıkkın.

  Ofisini, Birleşmiş Milletler'e çevirdi.

  Bunu ona fena ödettirirler.

  Canları cehenneme.

  Bunlar adamı mahveder.

  Doğru.

  Doğru.

  Personelinde olmayan yok.

  Önüne geleni işe aldı.

  Kim bunlar?

  Seni beni temsil etmiyorlar.

  Bebeği uyandıracaksın.

  Buna Meksika usülü bekleme deriz.

  Kendine sorman gereken soru şu: Koltuğun arkasında ne var?

  Normalde 22'lik delip geçer.

  Ama bir düğme dahi 22'liğin yönünü değiştirebilir.

  Dolayısıyla hedefini şaşırabilir.

  Ya 38'lik?

  Metale denk gelmediği sürece normalde 38'lik delip geçer.

  Sonra küçük parçalara bölünüp, yoluna devam eder.

  Ama gittikçe yavaşlar.

  Pekiyi, ya 357'lik?

  357'lik bu koltuğu, kızını ve konsolu delip geçer.

  Hatta herhangi bir hedefi bulmadan önce bütün motoru delip geçer.

  Sonunda gider üç sokak ötedeki bir yayaya saplanır.

  Ne dersin?

  Sence elimdeki hangisi?

  O aleti çekme cesaretinin olduğunu görmek sevindirici.

  Ama tetiği çekmeye kıçın sıkıyor mu yoksa sıkmıyor mu, bunu göreceğiz.

  Kapıyı kapa.

  Dışarısı sıcak.

  Geri geliyor.

  Onu görebiliyorum.

  - Pardon, havuz katı nerede?

  - Dördüncü katta.

  Şu asansöre binin.

  Sahneye yakın yerlerinizi alın.

  Gözlerinizi dört açın.

  Herhangi bir olay olmasın.

  Tamam.

  - Metal birşey var mı?

  - Anahtarlarım.

  Görebilir miyim?

  Teşekkür ederim.

  Bayım, sizi bu taraftan alabilirim.

  Beklemeniz gerekmez.

  Bayım.

  Evet siz.

  Sizi bu taraftan alabilirim.

  Buraya gelin.

  KAPALI

Tamam bitti.

  Devam edebilirsiniz.

  Buraya gelin.

  - Efendim, herkes yerini aldı.

  - Oradaki girişi de kontrol edin.

  Memur bey.

  Ne düşündüğünü biliyorum.

  Kurtulacağını sanarak oltanın ucunda sallanıp duran solucan gibisin.

  - Sen ne yapardın?

  - Kadın ölmüştü.

  Söyleneni yap.

  Hemen yap.

  Hey, ne yapıyorsun?

  - Memur bey.

  - Evet.

  Valiyi öldürmek istiyorlar.

  Bana inanmıyorsanız, o adamın üzerini arayın.

  Üzerinde silah var.

  Sende de var bay Watson.

  - Bu iş kontrol altında mı?

  - Evet.

  - Hiç öyleye benzemiyor.

  - Ama kontrol altında.

  Umarım öyledir, çünkü bunlar tükenmeye başladı.

  Seni o telsizin arkasından atmalıyım ama bir fırsat daha vereceğim.

  Çünkü sen bir amatörsün.

  - Beyler?

  - Evet teşekkürler.

  Bir kanepe al bay Watson.

  Teşekkür ederim.

  Sende yürek var.

  Bir adam vardı.

  İrlanda asıllı bir İtalyan, iri, yüzü kızarık, kara saçlı, neşeli bir orospu çocuğu.

  Kimse beni onun gibi güldüremedi.

  Şaka biriktirmeyi ilim haline getirmişti.

  Birlikte barlar kapanana kadar kafayı çekerdik.

  İyi bir dosttu.

  O çılgını severdim.

  Ama şunu itiraf etmeliyim ki, herşeyi mahvederdi.

  Hep bir imaj peşindeydi.

  Kendini başarılı bir dolandırıcı sanırdı.

  Hep yontmaya bakardı.

  Ufak hesaplar peşindeydi.

  Onu her zaman özleyeceğim.

  Bana sebebini söyle.

  - Neyin sebebini söyleyeyim?

  - Onu neden özleyeceğimin sebebini.

  - Öldü mü?

  - Evet, doğru.

  - Ama sebebini söyle.

  - Nereden bileyim?

  Neden öldüğünü söyle.

  - Çünkü onu öldürdün.

  - Evet.

  Eline yüzüne bulaştırınca, gözüne önce bir kurşun, sonra iki kurşun daha sıktım.

  Bu sevdiğim biriydi.

  Onu sevmiştim.

  Ama emir gelince, onu hasta bir hayvanmış gibi öldürdüm.

  Eğer gerekeni yapmazsan, başına neler gelebilir  diye düşünüyorsan, sana şunu söyleyeyim: Küçük kızından sos yapar,

  o İrlandalının etine dökerim.

  Yapman gerekeni yap.

  Hemen yap.

  Lütfen dikkatinizi buraya verin.

  Saygıdeğer Tom Bradley'yi alkışlarınızla davet ediyorum.

  - Selam.

  - Selam.

  Daha iyi misin?

  Asansörde iyi hissetmiyordun.

  Şimdi iyi misin?

  Ah evet, çok daha iyiyim, teşekkürler.

  Şimdi hepimizin dostunu çağırıyorum.

  Sayın vali Eleanor Grant.

  Eşim her zaman insanlara güvenme konusunda sorunum olduğunu söylerdi.

  Bu güzel takdim için teşekkür ederim Tom.

  - Eleanor Samara Grant'a güvenebilirsin.

  - Evet.

  Sana güveneceğim.

  - Bana güveneceksin.

  - Anlamadım.

  Sana zarar vermek istemiyorum ama küçük kızımın yardımına ihtiyacı var.

  Bana yardım etmezsen, ölecek.

  Pekala, sana yardım edeceğim.

  Güvenlik müdürü Bay White'ı çağırayım.

  Hayır, herşey yolunda, sadece benimle yürü.

  Bu taraftan.

  Şu anki yaşam tarzı, çocuklarımız ve kendimiz için istediğim yaşam tarzı değil.

  Silahı cebime geri koyuyorum.

  Ama birşeye kalkışma, çünkü hala sana çevrili.

  Hiç birşey olmamış gibi davran.

  Kızım kaçırıldı.

  Valiyi öldürmezsem, onu öldüreceklerini söylediler, ki bunu yapmak istemiyorum.

  - Güvenlikle konuşalım.

  - Olmaz.

  Konuşamayız.

  Onlar da işin içindeler.

  Bunu anlayamıyorum.

  Özel olarak seçildiler.

  O zaman bunu içeri nasıl sokabildim?

  Bilmiyorum.

  Bana yardım etmezsen, vali ölmüş olacak.

  - Lütfen bana güven.

  - Bu şartlar altında biraz zor.

  Pekala o zaman, işte.

  - Şimdi bana güveniyor musun?

  - Sanırım güvenmek zorundayım.

  - Güzel.

  - Pekala, gidebileceğimiz bir kişi var.

  Beni takip eden adamın arkasında bile gözleri var.

  Burada olmadığımı görürse, kızım ölür.

  Konuşma bitene kadar kalabalığa karıştığını sanır.

  Bekle.

  - Tahminen on dakikamız var.

  - Emin misin?

  Evet, konuşmayı biliyorum.

  Haydi gel.

  Hayır bekle.

  Bana güven.

  Yardımımı istedin.

  Etmeme izin ver.

  Haydi gel.

  - Dinle, şunu ortadan kaldır.

  - Ah evet.

  Tamam.

  Suçları kontrol altına alıp, toplumların insanlara ait olduğunu ispatlamalıyız.

  Okullara silah sokulmasına göz yumup, ıslah olunmayı engelleyen  bozulmuş sistemi değiştirmeliyiz.

  Çözüm yolu eğitimdir.

  - İçeride mi?

  - Evet efendim.

  Bu insanlara güvenebilir miyiz?

  Hem kocası, hem de seçim kampanyası müdürü.

  - Bir sorun mu var?

  - Görüşmemiz gerekiyor.

  - Aşağıda olman gerekmez mi?

  - Acele etmeliyiz.

  - Biri Eleanor'u öldürmeye çalışıyor.

  - Neden bahsediyorsun?

  Güvenebileceğimiz insanlara ihtiyacımız var.

  Bunu nasıl biliyorsun?

  Çünkü onu öldürmesi gereken benim.

  - Karımı öldürmen mi gerekiyor?

  - Evet.

  - Ve onu odamıza mı getirdin?

  - Getirmek zorundaydım Brendan.

  Güvenlik görevlileri de işe bulaşmış olabilir.

  - Bir sorun mu var Brendan?

  - Öyle denebilir.

  - Eleanor'u öldürmek için kiralanmış.

  - Kiralamadılar, şantaj yaptılar.

  - Kim onlar?

  - Tanımıyorum.

  Acele etmeliyiz.

  Küçük kızımı kaçırdılar.

  Eşiniz ciddi bir tehlike içinde.

  Bir dakika.

  Anlattıklarına dayanarak bu adamı bay Grant'ın odasına mı getirdin?

  Sence bu iyi bir muhakeme mi?

  Brendan'ın sadece dostu olabilirim ama  - Havuz katına silah sokabildi.

  - Ne?

  Havuz katına silahla girebildi.

  Bu silahla güvenliği nasıl geçebildi?

  - Bunu bilmek isterdim.

  - Gerçek mi?

  - Hakkında birşey biliyor muyuz?

  - Gerçeğe benziyor.

  - Görebilir miyim?

  - Silah gerçek.

  Kesinlikle gerçeğe benziyor.

  Senin fikrin ne?

  Uzman olan sensin.

  Evet, bence gerçek.

  Lanet olası aklını mı kaybettin?

  - Ne yapıyorsun?

  - Onu buradan götürün.

  Tanrım, bana ne yaptın?

  Seni piç kurusu!

  İşin içine sıçtın.

  Çocuğunu öldürmemi ister misin?

  Seni öldürmemi ister misin?

  Yeter.

  Yeter dedim.

  Kaçmasına izin verme.

  - Seni öldürmüştüm.

  - İşin içine sıçtın.

  Hayır, lütfen.

  Lütfen, hayır.

  Yardım et baba!

  İndir onu, derhal!

  - Neredeyse onu öldürdün salak.

  - "Neredeyse" geçerli değil.

  Bu bir kabus.

  Güya temiz ve basit olacaktı.

  Uzun menzilli bir tüfekle iş bitecekti.

  Ama yok, illa yaratıcı olacaksın.

  Sokaktan bir serseriyi bulaştırıp, eline silah verdin.

  - Ne düşünüyordun ki?

  - Sakin ol.

  Artık akademik oldu.

  Onu dolaba mı kilitleyecektim?

  Bütün otelde görüldüler.

  Kaçığa benziyorlardı.

  Videoya çektik.

  İşe yarayacak.

  Endişelenme.

  Kalk bakalım.

  Kalk, gidelim.

  Sana birşey göstereceğim.

  - Bence vazgeçmeliyiz.

  - Artık çok geç.

  Odamdaki kadın cesedini nasıl açıklayacağım?

  Eleanor'un yardımcısıydı.

  Aynı silahla ve aynı adam tarafından vurulmuş olacak.

  Aklını kaçırmış ve kimliği belirsiz biri tarafından.

  Pekala.

  Şuna bir bak.

  Buna benzeyecek.

  Biraz önce yaşıyordu ama şimdi bir ölü çünkü   sana söylediklerimi yapmadın.

  Temizlen.

  Haydi.

  Birkaç dakikamız kaldı.

  Bak şuna.

  Haydi gidelim.

  Kadının seçilmesini sağladığımız zaman bize verilen sözlerin hiç biri tutulmadı.

  O kadını kimin kontrol etmiş olması gerektiğini hatırlatmam gerekmez.

  Hey Albert.

  Bir saniye telefonunu kullanayım.

  - Nasıl olması gerektiğini biliyorum.

  - Öyle mi?

  - Ben onu öldüreceğim, sen de beni.

  - Sessiz ol.

  Sen olmazsan, güvenlik öldürecek.

  Nasıl kaçacağım?

  Bu benim derdim değil.

  Cevap ver.

  - Çocuğumu öldürmeyeceğini ne bileyim?

  - Cevap ver.

  Ona bir zarar gelmeyecek.

  Sen işine bak.

  - Sana güvenmem mi gerekiyor?

  - Başka ne seçeneğin var?

  Buyur.

  Gene, oraya bak.

  Minibüsü görüyor musun?

  - Evet.

  - Cevap ver.

  - Evet.

  - Yap.

  Baba!

  Yardım et baba!

  Hayır!

  Orospu çocuğu!

  Güvenlik, diğer asansöre binin.

  Teşekkürler.

  - Tekrar yap.

  - Baba!

  Hayır!

  Son bir şansın daha var.

  Yarım saat sonra çocuk ölecek.

  Kafasını gözlerinin önünde ben koparacağım.

  Haydi kalk.

  Baba, çığlığımı duydun mu?

  Bana çığlık atmamı söyledi.

  Beni duydun mu?

  Ah Tanrım!

  Bir dahaki sefere ne diyorsam onu yap.

  Bir dahaki sefere trafik içinde çocuğa sen bak.

  Mesajı almış olması önemli.

  Gelin, oturun.

  Ayakkabılarınızı boyatın.

  Ayakkabılarınıza bir iyilik edin.

  Ayakkabılarınızı boyatın.

  Bugün boyatın.

  Oturun.

  Rahatınıza bakın.

  Gündelik işlerinize on dakika ara verin.

  Ne işle meşgulsünüz, sormamda sakınca  - Bir şikayetin mi var?

  - Beni hatırladın mı?

  Evet, bol bahşişçi.

  Güzel.

  Dinle, bir olay olacak.

  Bittiğinde ne demek istediğimi anlayacaksın.

  Ne olacak?

  Kıyamet mi kopacak?

  Deli saçmalığı duymak istemiyorum.

  Barmen değilim.

  Bilmek istemiyorum.

  Bu pis işi yaparak aile geçindiriyorum.

  Git buradan.

  Büyük bahşiş sana kafamı şişirme hakkını vermez.

  Paranın üstünü mü istiyorsun?

  20 dolar mı vermiştin?

  Özel bir yerde konuşalım.

  Adam sağır.

  - Beni kandırmıyorsun ya?

  - Hayır.

  Yazıyı oku.

  SAKAT SAVAŞ GAZİSİ Bu doğru mu?

  Boyacı, beni duyamıyor musun?

  Merhaba.

  Vay canına.

  Müşteri sayısı ikileşti.

  Buna ne buyurulur?

  Bağışlayın.

  Geldiğinizi duymadım.

  Mesele şu ki, duvar gibi sağırım.

  Ayakkabı mı boyatacaktınız?

  Parlamazsa, para ödemezsiniz.

  Tabii, ayakkabılarımı boya.

  Günlük programı çıkartalım.

  Tut şunu.

  Sakın atma.

  Oyuncağını cebine geri koyuyorum.

  Hazır durumda.

  Şimdi şu günlük programa bir göz atalım.

  - Tam orada.

  - 1.

 30'da, California Salonunda.

  Kendini toparlaman için 28 dakika zamanın var.

  Onunla tekrar konuşayım.

  Vazgeç.

  - Ya konuşurum, ya da bu işi unutursun.

  - Beni tehdit etme.

  Onunla konuşmama izin verirsen, çok daha az sorun çıkar.

  - Zaman harcıyorsun.

  - Cevap ver.

  - Evet.

  - Telsizi ona ver.

  - Neden?

  - Telsizi ona ver.

  Baba?

  - Evet tatlım.

  - Yoruldum.

  Artık gitmek istiyorum.

  - Biliyorum tatlım.

  Ben de.

  - Artık gidebilir miyiz?

  Henüz değil bebeğim.

  Önce babanın birşey yapması gerekiyor.

  - Kahraman olmak için mi?

  - Hayır, kahraman olmak için değil.

  - Asla unutmamanı istediğim birşey var.

  - Pekala.

  Baba bunu senin için yapıyor.

  Kim ne derse desin.

  Çünkü baba seni seviyor.

  - Tamam.

  - Bana söz ver?

  - Söz veriyorum.

  - Tamam, seni öptüm.

  Hayır.

  Ben seni öptüm.

  Ben seni öptüm.

  İşin bitti mi?

  - İki dolar, eğer sizi memnun ederse.

  - Etmez.

  İki kuruş olduğu zamanları hatırlıyorum.

  - 27 dakika.

  - Bahşiş için teşekkürler.

  Bayım, beni neyin içine sürüklüyorsun?

  - Ben  - Ağzını gizle.

  - Ne?

  - O pislik izliyor, değil mi?

  - Evet.

  - Benimle konuştuğunu görmesin.

  - Telsizdeki kızın mıydı?

  - Evet.

  Onlar için birşey yapmazsam, onu öldüreceklermiş.

  - 27 dakika sonra California salonunda?

  - Evet.

  - Ne yapman gerekiyor?

  - Valiyi öldürmem gerekiyor.

  20 doları alır almaz eve gitmeliydim.

  - Ne yapabilirim ki?

  - Ya ben ne yapabilirim?

  Kızım ellerinde.

  En ufak bir hatalı harekette ölür.

  Kime güvenebileceğimi bilmiyorum.

  Herkes bu işe bulaşmış, şey hariç.

  - Kim hariç?

  - Valinin kendisi.

  Ah Tanrım!

  Küçük kızım için doğru olanı yapmalıyım.

  Kendimi düşünmüyorum.

  Kızım önemli.

  Bak, bu ayakkabılarla oynayıp duramam.

  Garip gözükecek.

  Git kendine bir içki al.

  Godzilla'nın seni takip etmesini sağla.

  - Sen ne yapacaksın?

  - Bilmiyorum.

  Haydi, git.

  Haber yollarım.

  - Olaydan uzak dur.

  Üstü kalsın.

  - Pek sanmıyorum.

  Gidip bir içki alacağım.

  - Jack ve kola lütfen.

  - Jack ve kola.

  Şiddete karşı olduğunu sanıyordum.

  "Şiddete karşı" zırvalığını bir kere daha duyarsam, birini vuracağım.

  Politikacılar.

  Hepsi aynı.

  Tanrı ona yardım edemez bay Watson.

  Tekrar et.

  Saat 1.

 30'da küçük kızım ölecek.

  Küçük kızından sos yapacağım.

  Sallanmaya devam edersen kızını öldürecek olan adamım.

  - Jack ve kolanız bayım.

  - Teşekkür ederim.

  ERKEKLER TUVALETİ - HUEY  saçmalık bu çünkü öyle biri yok.

  240 milyon özel ilgi alanları olan kişilerden oluşan bir milletiz.

  Parasını ödemediniz.

  Barın öbür ucundaki özel ilgi alanı olan kişi ısmarlıyor.

  Bayım, bayım.

  Polis çağırmak zorunda bırakmayın.

  Adam nerede?

  - İzini mi kaybettin?

  - Kapa çeneni.

  YEMEĞE GİDİYORUM DÖNECEĞİM Umarım öyledir.

  Çabuk ol.

  Ayakkabılarını ve pantolonunu Gustino'nunkilerle değiştir.

  Dediğimi yap.

  - Neden bahsediyorsun?

  - Merak etme.

  Utanma zamanı değil hanımlar.

  Dediğimi yapın.

  Acele edin!

  Godzilla geliyor.

  Acele edin.

  Tamam.

  Haydi, kapıyı kapa.

  Gitti.

  - Bu, Irene.

  - Merhaba.

  Irene yardımcı olacak.

  - Beni takip edin.

  - Nereye gidiyorum?

  Yalnız bir kişi bu işe bulaşmadı demiştin.

  - Onunla görüşeceksin.

  - Ne?

  - Uyuduğundan emin misin?

  - Konuşmadan önce şekerleme yapıyor.

  - Ona ne diyeceğim?

  - Aklına gelir.

  Bu işi başlamadan önce bitir.

  Bizi rezil olmaktan kurtar.

  Beni kurtarmak zorunda değilsin.

  Bu işle bir ilgim yok.

  Anahtarı da vermeyeceğim.

  - Vermeyeceğim dedim.

  - Haydi lrene.

  - Selam Albert.

  Nasılsın?

  - Selam.

  Sen nasılsın?

  Gelip biraz temizlik yapayım dedim.

  Teşekkür ederim.

  - Tertemiz bir masaya layıksın.

  - Teşekkür ederim.

  Ver onu bana.

  Teşekkür ederim.

  İşler nasıl?

  Çok çalışıyor musun?

  - Çok çalışıyorum.

  - Evet, anlıyorum.

  - Burada kaça kadar kalacaksın?

  - 5'e kadar.

  - Öyle mi?

  Görüşürüz.

  - Dikkatli ol.

  Sizi incitmek istemiyorum.

  Güvenlik görevlileri hemen kapının dışında.

  Fazla birşey yapamazsın.

  Birşey yapmak isteseydim, çoktan yapmıştım.

  - Bu biraz rahatlattı.

  - Bir sorunum var.

  - Görebiliyorum.

  - Aynı zamanda sizin de sorununuz.

  - Seni asansörden tanıyorum.

  - Evet öyle.

  - Sinirlerin bozuktu.

  - Silahlar sinirlerimi bozar.

  - Benim de.

  - Fazla zamanımız yok.

  Dikkatle dinleyin.

  Üç kişinin hayatı ne kadar iyi dinleyeceğinize bağlı.

  Anlıyor musunuz?

  Evet.

  Söylediklerini de duymak istiyorum.

  Ama Krista Brooks'u çağırmama izin ver.

  Yardımcınız öldü.

  - Öldü mü?

  Bunu nereden biliyorsun?

  - Onu ölürken gördüm.

  - Onu sen mi öldürdün?

  - Hayır.

  Ya kim?

  Kocanızla iş birliği yapan çok tehlikeli bir adam.

  Kocanız da bir başkasıyla iş birliği yapıyor ve sizi öldürmek istiyorlar.

  Dinleyeceğim dedim.

  İnanacağım demedim.

  Adamlarımın bana karşı pusu kurduklarını söylüyorsun.

  Kocam beni öldürtecek diyorsun.

  Ne beklerdin ki?

  Biliyorum.

  Sizi suçlamıyorum.

  İspatım yok.

  Ama bunu öğrenmenin bir yolu var.

  - Son konuşmayı iptal etmeye çalışın.

  - "Son" deme.

  Sizi öldürmeden önceki son fırsatınız.

  Vazgeçmenize izin vermeyeceklerdir.

  Programı değiştirmeye çalışın.

  Haklı olduğumu anlarsınız.

  O konuşmayı yapmayın.

  Bana güvenin.

  Bu "güven" konuşmalarına bayılıyorum.

  Ömrümde hiç silah kullanmadım ama gerekirse kullanırım.

  Anlıyorum.

  Dokuz dakika kaldı vali hanım.

  Franco!

  Franco!

  Ne var vali hanım?

  Ne oldu?

  Şey  Çok kötü bir kabus gördüm.

  Çok kötü bir kabus gördüm.

  - Ne haber?

  - Bilmiyorum.

  - Ne yapacaksın?

  - Geri dönmeliyim.

  İyi ama ne yapacaksın?

  Ne yapmam gerekiyorsa onu yapacağım.

  - Aman Tanrım, gitmeliyiz.

  - Haydi acele edin, haydi.

  - Nerede?

  - Tuvalette.

  - Vakit geldi.

  Şimdi.

  - Sakin ol, herşey kontrol altında.

  - Nereye gidiyoruz?

  - Uzağa değil tatlım, uzağa değil.

  Çık oradan.

  Bay Watson, vakit geldi.

  Gidelim.

  Çık oradan!

  - Bak unuttun.

  - Neyi?

  Ellerini yıkamayı.

  - Bana neden bunu yapıyorsun?

  - Seni çocuğunla birlikte gördüm.

  Onun için herşeyi yapacağını biliyordum.

  Sana güveniyorum.

  Sıradan biri değilsin.

  Bunun farkındayım.

  Sen bile farkında değilsin.

  Belki bu yüzden  Buraya gel.

   seni seçtim.

  Yapmam gerekeni biliyorum.

  Ve yapacağım.

  Gidelim.

  - Eleanor, aşağı insek iyi olacak.

  - İyi günler Eleanor.

  Başım çok kötü ağrıyor.

  Saçlarım da rezil durumda.

  Konuşmayı iptal etmeyi düşünüyorum.

  - Ama bu önemli bir konuşma.

  - Bence kritik bir konuşma.

  Tabii, beni ilgilendirmez.

  Sıradan konuşmalardan biri.

  Boş laflarla dolu.

  İptal edip adıma özür dileyiver.

  - Bize biraz izin verir misin?

  - Tabii.

  Görüştüğümüze sevindim Eleanor.

  Kampanya sırasında her konuşma önemlidir.

  Bültenlerde bedava gösterilecek.

  Parayla alamayız.

  - Onun burada ne işi var?

  - Kim, o mu?

  - Evet o.

  - Ben çağırdım.

  Bilgisine ihtiyacım vardı.

  İşler değişti.

  Farkındasın sandım.

  Eleanor, yine başlama.

  Tabii ki farkındayım.

  Tepkilerle boğuşan benim.

  Onun gibi seçilmene yardımcı olan kişilere verdiğin  boş sözlerin cezasını da ben çekiyorum.

  Hatırlatman gerekmez.

  Beni dinle.

  Ya bu konuşmayı yaparsın, ya da mahvoluruz.

  Ne diyorsun?

  Gerçek şu ki  Karnıma sancılar girdi Brendan.

  Kendimi hasta hissediyorum.

  Konuşmayı iptal etmek istiyorum.

  Bu, sen olamazsın.

  Sen usta bir oyuncusun.

  Tamam, gidip Pepto bulayım.

  Sen de millete şu meşhur hünerini sergile.

  Ondan sonra Sacramento'ya dönelim.

  Anketler ne derse desin, bu işi yarım bırakamayız.

  Sacramento konuşmasını mahvetmek istersen, sorun değil.

  Ama bu konuşmayı yap ki, dedikodudan kurtulalım.

  Pekala.

  Yapacağım.

  Aferin.

  Konuşmada bazı değişiklikler yapmak istiyorum.

  Krista'yı acele yollar mısın?

  Ah, Tanrım, onu küçük bir işe yolladım.

  Benim yardımcımı başka bir işe mi yolladın?

  Evet.

  Niye durmadan bana bakıyorsun?

  - İşim bu.

  Bebek bakıcısıyım.

  - Ben bebek değilim.

  - Kocaman bir kız mısın?

  - Hayır ama bebek değilim.

  Bayanlar ve baylar, sayın basın üyeleri,

  kampanya gönüllüleri,

  ve işten sıvışmak için mazeret arayanlar  Bugünkü kampanya ziyafetine ilk ben hoş geldiniz demek istiyorum.

  Sayın vali Eleanor Samara Grant.

  Hakkında, eve döndüğümde başımı derde sokmayacak ne söyleyebilirim?

  Şaka bir yana, kendisi eyaletimizi çok seven bir kadın.

  Onu yardımsever ve aydın bir lider olarak kabul ettiğinizi biliyorum.

  Californialıların yaşamını geliştirecek yasaları meclisden geçirmek için Cumhuriyetçileri ve Demokratları gerçekten de bir araya getirdi.

  Charlie.

  Hey Charlie.

  Charlie, beni duyuyor musun?

  Charlie?

  Charlie, beni duyuyor musun?

  Cha  Lanet olsun, aptal telsiz.

  Terry, etraf beton olduğundan telsiz burada çalışmıyor.

    California'nın en büyük valisi!

  Saygıdeğer valimizi ve sevgili eşimi  sizlere gururla takdim ediyorum.

  Eleanor Samara Grant.

  Silah!

  Yere yatın vali hanım!

  Doktor çağırın!

  Vali vuruldu!

  Başardılar.

  Sızlayan yürek kolay hedeftir vali hanım.

  Tanrım!

  Franco!

  Ah Tanrım.

  İyi misin?

  Şu lanet olası kurşun geçirmez yeleklere kol taksalardı fena olmazdı.

  Vakit geldi.

  Beni duyuyor musun?

  Seni duyamıyorum.

  Artık işi bitireceğim.

  Hey!

  Hey!

  Demek benimle oyun oynuyorsun.

  - Gözlerini kapa.

  - Niye?

  - Sana birşey vereceğim.

  - Sürpriz mi?

  Çok soru soruyorsun.

  Sürprizi istiyor musun, istemiyor musun?

  Gözlerini kapa.

  İyi günler efendim.

  Merhaba küçük kız.

  - Ne yapıyorsun?

  - Camınızı temizliyorum.

  - Temizlenmesini istemiyorum.

  - İstemediğinizi sanıyorsunuz.

  İstemediğimi biliyorum.

  Git buradan.

  Böyle davranmayın.

  Ben kirli cam düşmanıyım.

  Size dünyayı tertemiz göstereceğim.

  Son kez söylüyorum.

  Git buradan.

  Yaptım artık.

  Parasını ödemelisiniz.

  Hiç birşey ödemiyorum.

  Size temiz bir cam sunmama rağmen benden bir doları mı esirgiyorsunuz?

  - Lanet olası herif!

  - Sanmam!

  - Bence bu bir dolara değer.

  - Ver onu bana!

  Daha iyisini yapacağım.

  Seni nankör şıllık   kıçını sopalayacağım!

  - Ver onu bana!

  - Kalk üzerimden!

  Baban işi mahvetti.

  Hayır!

  Çok güzel bay Watson, onlara senden iyi bir katil olabileceğini söylemiştim.

  Baba!

  İyi misin tatlım?

  Kaliteli Wing-Tip'in üzerine yok.

  İyi misin?

  İyi misin?

  İyi misin?

  İyi misin?

  - Ben iyiyim.

  - Bebeğim.

  Şu an Bonaventure'ın lobisindeyim.

  Birkaç dakika önce valiye ateş açıldı.

  Polisler henüz gelmeye başladılar.

  Bu girişimin ayrıntıları gelmeye devam ediyor.

  Bu olay yılın en garip olaylarından biri olacak.

  Kaynaklarımız, valinin kocası Brendan Grant'a kadar uzanan  bir suikast girişimini kesin olarak doğruluyor.

  Bu çok garip bir olay ve ayrıntıları ulaştıkça, aktarmaya devam edeceğiz.

  Stephen Schuster, JBN.

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar