Aziz Mahmud Hüdâyî ve Johann Wolfgang von Goethe
Hazırlayan: Sabri Balta
Aziz Mahmud Hüdâyî (k.s.)1541-1628 yılları arasında
Osmanlı Devleti döneminde yaşamış olan maneviyat sultanlarının en önde
gelenlerinden veli bir şahsiyettir. Asıl adı Mahmud olmakla birlikte “Hüdayi”
ismi ve “Aziz” sıfatı kendisine hocası Üftâde tarafından verilmiştir.
Nesli ise Cüneyd-i Bağdadî (k.s.) üzerinden Hz. Muhammed’e salla’llâhü aleyhi
ve sellem dayanmaktadır. Dolayısı ile Aziz Mahmud Hüdâyî “Seyyid”dir.
Hz. Peygamber soyuyla olan irtibatını bir şiirinde şu şekilde dile
getirmektedir: “Ceddimi pirim sultan sensin ya Resülallah”. Hüdâyî
seksen yedi yıllık bir ömür sürmüştür.
Yaşadığı dönemde sekiz padişah hüküm sürmüştür. Bir
gönül adamı olmadan önce Bursa’da kadıdır, hukukçudur, müderristir, ilim
adamıdır. Üftâde’ye bağlandıktan sonra ise bir gönül adamıdır. Eserleri,
sohbetleri, irşadları, vaazları ve nasihatları bulunmaktadır. Tasavvuf ve
edebiyat sahalarında parlak bir kişiliğe sahiptir. Liyakat sahibidir. Yaşamış
olduğu devrin padişahlarına ve devlet adamlarına yol göstermiştir. Devlet
ricalinin ve halkın gayretli, maneviyatlı, güçlü ve zinde olabilmeleri için
âdeta bir manevî hekim durumundadır. Onun yamacı, kendisine koşanlar için adeta
bir ferahlama, huzur ve saadet mekânı durumundadır. Dergâhı adeta bir
sığınaktır. Zîra, o dönemde onun dergâhı kadar hiçbir mekân emin kılınmamıştır.
Öyle ki, adeta kimsenin zarar veremeyeceği dokunulmaz bir ihtirama ve hürmete
lâyık pozisyondadır.
Aziz Mahmud Hüdâyî çok sıkı bir riyazattan geçmiştir.
Kadılığı bırakmıştır. Müderrisliği bırakmıştır. Bütün malını ve mülkünü
fakirlere dağıtmıştır. Muazzam bir nefis terbiyesi sınavına tabi tutulmuş ve bu
sınavı başarıyla geçmiştir. Gurur, kibir ve ucub gibi kötü hasletlerden arındırılmıştır.
Kadılık kaftanıyla Bursa sokaklarında ciğer satabilmiştir. Hatta, dergâhın
tuvalet temizliği bile kendisine yaptırılmıştır.
Hüdâyî, girmiş olduğu bu çok sıkı riyazat döneminde
kendisine mânen helâl olanlardan bile istifade etmeyi en asgariye indirerek
gönül âlemini tamamen Allah’a ram etmiştir. Efendisine hediye ettiği solgun bir
çiçek vesilesiyle “Hüdayi” ismini
almıştır. Zîra, Üftâde’nın öğrencileri bir kır gezisi
esnasında hocalarına kırın en güzel çiçeklerini getirmişler; Hüdâyî ise sapı kırık,
solgun bir çiçek getirmiştir. Hocasının niçin böyle yaptığınn sorması üzerine,
o da, çiçeklerin “Allah” zikriyle teşbihte bulunduklarını söylemiş ve
çiçekleri bu yüzden koparamadığını ifade etmiştir. Bu hadise üzerine kendisine “Hüdayi”
ismi verilmiştir, çünkü o artık kâinattaki ilâhî esrarlara ve kudret akışlarına
âşina bir duruma gelmiştir. Bu üstün ve manevî mertebeden dolayı da ismine bir “Aziz”
sıfatı eklenerek Aziz Mahmud Hüdâyî diye yâd olunagelmiştir (Hüdayivakfı,
2018:1).
Johann Wolfgang von Goethe 1749-1832 yılları arasında
Deha Çağı (Sturm und Drang) diye adlandırılan dönemini yaşamış olan bir
dehadır. Yaşamış olduğu dönemde, özellikle çocukluk yıllarında Fransa’nın
Almanya’yı işgal ettiği zaman dilimini yaşamıştır. Yine, yedi yıl savaşları olarak
bilinen zaman dilimi de onun yaşadığı döneme tekabül etmiştir. Hatta evleri
Fransız askerleri tarafından karargâh olarak da kullanılmıştır. Tarihteki
önemli dönüm noktalarından olan Fransız İhtilâli de Goethe’nin yaşadığı zaman
dilimi içerisinde yer almaktadır. Her iki şahsiyet de birbirlerini hiç
görmemelerine, tanımamalarına rağmen her ikisinin de yaşamış olduğu dönemler
itibarıyla dünyada önemli hadiselerin vuku bulduğu anlar yaşanmıştır. Yani,
Osmanlı Devleti ihtişâmın doruğundan yavaş yavaş gücünün zayıfladığı döneme
girerken, Goethe’nin yaşamış olduğu dönem ise Fransız İhtilâli’nin vuku bulmuş
olması hasebiyle dünya için dönüm noktasının olduğu dönemdir.
Goethe de tıpkı Hüdâyî gibi hukukçudur. Tıpkı Hüdâyî
gibi disiplinli ve ciddi yaratılışlı bir yapıya sahiptir. Ayrıca akıl unsurunu,
hayal gücü yeteneğini, anlatma zevkini ve duygularını geliştirme imkânı bularak
dengeli bir çocukluk dönemi yaşamıştır. Hem Goethe, hem de Aziz Mahmud Hüdâyî
çocukluklarından itibaren ilme, irfana çok yatkın olmuşlardır. Hüdâyî ilim
için, o dönemin ilim merkezi olan İstanbul’a gelirken, Goethe ise babasının
isteğiyle Leipzig’te hukuk öğrenimine başlamıştır. Osmanlı Türkçesinin yanında
Arapça ve Farsça da bilmektedir. Goethe ise ilköğretmeni olan babasından
Latince, Yunanca, İtalyanca, Fransızca ve İbranice öğrenmiştir. Dolayısıyla her
iki şahsiyet de dile yatkındırlar.
Aziz Mahmud Hüdâyî medrese eğitiminin gerektirmiş
olduğu tüm ilimleri öğrenirken, Goethe de Ezop’u, Homeros’u, Vergilius ve
Ovidus’u tanımış, bir yandan da doğuya olan merakını Bin Bir Gece Masallar!yla
gidermiştir. Bir yandan da Alman halk efsanelerini okumuştur. Dolayısı ile
Goethe ve Hüdâyî çok okuyan ve çok öğrenen, aşırı meraklı ve merakının
arkasından giden şahsiyetlerdir.
Hüdâyî, Bursa, Edirne, İstanbul, Mısır ve Şam gibi
beldeleri gezip görürken, oralarda naiblik, kadılık, müderrislik ve vaizlik
yapmıştır. Goethe de, Leipzig, Strasburg, Weimar, Karlsbad, İtalya, Roma,
Napoli, Sicilya, Aschersleben, Harz, Venedik, Jena, İsviçre, Pyrmont, Göttingen,
Kassel gibi beldelere hem seyahatlerde bulunmuş, hem oralarda bir yandan
çeşitli araştırmalar yapmış, bir yandan da hukuk doktorasını tamamlamaya
çalışmış, ancak başarılı olamamıştır. Yine, Goethe gittiği yerlerde botanik
üzerine araştırmalar da yapmıştır. Alt çene kemiğini keşfetmesiyle de Goethe
bir nevi kâşiftir.
Aziz Mahmud Hüdâyî cami, medrese ve dergâhla irtibatlı
olup Kur’an-ı okurken, Goethe de çocukluğundan itibaren kiliseye gidip İncil’i
okumuştur ve etkilenmiştir. Bu manâda ikisi de hakkaniyetli ve hakikât peşinde
koşan kişiliklerdir. Aziz Mahmud Hüdâyî hukuk ilminde ilerleyip kadı olurken,
Goethe de hukuk tahsili almıştır. Aziz Mahmud Hüdâyî Ferhad Paşa ile birlikte
İran seferine katılıp Tebriz’e giderken, Goethe de Dük Karl August’un yanında Fransa’daki
mücadeleye katılmış, Mainz kuşatmasında ise gözlemci olmuştur.
Aziz Mahmud Hüdâyî sekiz padişah dönemini yaşayıp,
padişahları mânen yönlendirip Osmanlı Devletinin gidişatına yön tayin ederken,
Goethe devletin müşavir-i has görevine (sır kâtipliği) tayin edilmiştir.
Dolayısıyla, her iki şahsiyet de devletlerinin devamlılığı açısından önemli
vazifeler yürütmüşlerdir. Aziz Mahmud Hüdâyî bir velidir, Allah dostudur,
Celveti Tarikatı’nın Pirîdir. Bir manâda Hz. Peygamber’in yolunun yolcusu
durumundadır. Goethe ise, bir hezerfandır, herşeye karşı meraklıdır, özellikle
metafiziğe olan ilgisi onu ileride önce spiritualist yapmış, daha sonra hocası
Herder’in teşvikiyle İslâm’la, Kur’an’la tanışmıştır. Yapmış olduğu Kur’an
okumaları neticesinde, Doğu’ya ve Doğu Edebiyatı’na merak sarmış, Hafız’ı
okumuştur. Bunun neticesinde, Hz. Muhammed’i salla’llâhü aleyhi ve sellem övücü
Mahomet Gesang (Muhammed’in Nağmesi) gazelini yazmıştır. Bu vesile ile
Arapçayı
öğrenmiş ve Kur’an-ı Kerim’den bazı sûreleri ve
ayetleri bizzat kendi el yazısıyla yazmıştır. Yani, Goethe tasavvufa
meyletmiştir.
Aziz Mahmud Hüdâyî devlet hizmetini Bursa kadısı
olarak devam ettirirken, Goethe Weimar’da devlet hizmetine girmiş, Dük Karl
August ile Berlin’e, Postdam’a, İsviçre’ye diplomatik seyahatlerde bulunmuştur.
Goethe, savaş ve yol inşaatı komisyonun yönetimini üstlenmiş, başdenetçiliğe
tayin edilmiş; Dükalığın bilim ve sanat kurumlan yüksek yönetimini yüklenmiş ve
Jena’da doğa bilimleri enstitüleri yöneticiliği ile görevlendirilmiştir. Yine,
Jena’da tüm bilim ve sanat kurumları baş denetçiliğine ve devlet bakanlığına
tayin edilmiştir.
Aziz Mahmud Hüdâyî yapmış olduğu evliliklerle Osmanlı
sarayına dolaylı olarak girerken, Goethe’nin de pek çok kadınla münasebeti
olmuştur. Hüdâyî’nin yetişmiş olduğu çevreler daha ziyade cami, medrese, tekke,
ilim meclisleri ve saray muhitleridir. Goethe ise, Frankfurt çevresinde
yetişmiş, Susanna Katherina von Klettenberg isimli bir kadın vesilesiyle dinî
ve mistik eserlere merak sarmış, Herder’den etkilenmiş, Friedrich von Schiller
ile dostluk yapmış, Jena ve Weimar muhitlerinden çok etkilenmiştir. Her ikisi
de ilim meraklısıdır.
Aziz Mahmud Hüdâyî Muhittin Üftâde’ye intisap ederek
kendisine bir manevî yol tayin ederken, Goethe de Herder’in teşvikiyle Kur’an-ı
Kerim okumalarına yönelmiştir. Hüdâyî, ledün ilmine sahipken, Goethe dâhiyane
bir akla sahiptir. Hüdâyî, evrensel bir dinin mensubu iken, Goethe inancında
evrenseldir. Hüdâyî, zahirî ilimlerin yanında, manevî ilimlerde ve rüya ilminde
keşif ve keramet sahibidir. Goethe tabiat bilimlerinde, botanikte, renk
ilminde, tıbta daha araştırıcı bir meraka sahiptir. Her iki şahsiyet de şiir,
edebiyat, musıkî dallarına oldukça vakıftırlar. Goethe, antik kültür
anlayışından hareketle Weimar Klasizmine yön tayin ederken, Aziz Mahmud Hüdâyî
İslâm kültüründen hareketle, devrin ulemâsına etki etmiştir. Aziz Mahmud
Hüdâyî’nin manevî etki alanı pek geniştir. Çok insan yetiştirmiştir. Goethe
ise, Alman edebiyatçıları ve Dünya edebiyatçıları tarafından gerek ilmi
yetkinliği açısından, gerek edebi şahsiyeti açısından ve gerekse evrenselliği
açısından takip edile gelen örnek bir şahsiyettir.
Hüdâyî, Müslüman Türk coğrafyasını manevî olarak
etkilerken, Goethe de Alman muhitlerini ve kendisinden sonra gelen
edebiyatçıları etkileyen bir şahsiyet
durumundadır. O, Alman ulusal kimliğiyle Alman
Kraliyetinde taçlandırılırken, Aziz Mahmud Hüdayi de padişahların nezninde
mânen taçlandırılmıştır. Goethe, bugüne kadarki en önemli Alman Edebiyatçısı
olarak kabul görürken, Aziz Mahmud Hüdâyî de manevî etkisi bugün dahi devam
eden büyük bir sufidir. Ayrıca müntesiplerine olan duası da kıyamete kadar
müstecap olarak görülmektedir. Her iki şahsiyet de temkin ehlidir.
Hz. Yusuf’un (AS) rüya tabiri ilminden son derece
nasibdar olar Hüdâyî’nin bu yönüyle cihan sultanlarını yönlendirmesi ve
tâbirlerdeki isabeti, onun liyâkat ve selâhiyetinin bir nişanesidir. Goethe
ise, Doğu-Batı Divanı’nda Hz. Yusuf’u (AS) ve Züleyha’yı yazmış olduğu
şiirleriyle övmektedir.
Her iki şahsiyeti edebiyat açısından
değerlendirdiğimizde, Hüdâyî Yunus Emre’nin takip ettiği yoldan giderek,
gönülleri maneviyat ile yoğurmuştur. Şiirlerinde irşad edici ve ıslahatçı bir
metod takip etmiştir. Hüdâyî bir teorisyen, âlim ve bir eğitmen olarak da
karşımıza çıkmaktadır. Zühdi halk edebiyatını geliştirerek, tekke edebiyatının
oluşmasında önemli bir yere de sahiptir. Şiirlerinde kafiyeden ziyade, manâyı
ön plana çıkartmıştır. Her ne kadar vahdet-i vücut düşüncesini dile getirse de,
dinin zahirine ters düşecek ifadelere yer bırakmamıştır. Amacı, masivayı değil
de, Allah arzusunu ön planda tutmaktır.
Şiirlerinde vermiş olduğu bilgiler ve ahlâki öğütler
dünyanın hakîki yönüyle tanıtılması istikametindedir. İnsanın dünyaya değil,
bilakis fizik ötesi âleme gönül vermekle isabetli bir iş yapmış olacağı
düşüncesini benimsemiştir. Halk edebiyatı tarzındaki şiirlerinde aynı zamanda
Ahmet Yesevî üslûbunu da kullanmıştır. Aruz kalıpları içerisinde şiirlerini
büyük bir üslûpla ifade ederken, manâyı kaybetmemek için, gerektiğinde kafiye
ve vezni terketmiştir. Şiirleri fikirlerini yansıtmaktan öte, ahlâkî ve dinî
içeriklidir, didaktikdir. Şiirleri bestelenip dergâhlarda okunmuş ve okunmaya
devam etmektedir. Bu yönüyle musıkîşinastır. Na’atları ve ilâhîleri tevhid
içeriklidir. Yine şiirlerinde Allah sevgisini ve peygamber sevgisini, aşk-ı
ilâhîyi ileri derecede işlemektedir. Edebiyat onun için bir vasıta olmakla
birlikte, şiirlerinde sanat endişesi taşımamaktadır. Şiirlerinde itidal de
görülmektedir. Şiirin estetiği için ifade etmek istediği şeyden asla ödün
vermemekle birlikte, zarif nüktelerle de kendisini sevdirmiştir.
Özellikle, Allah’a ve Peygamber’e duymuş olduğu derin
muhabbet ve aşkı, muhataplarını derin bir tefekküre davet edici niteliktedir.
Johann Wolfgang von Goethe ise, edebî şahsiyet olarak
edebiyatın neredeyse tüm alanlarını bünyesinde barındıran şiir, nesir, dram ve
tiyatro alanlarının da dışında, botanik, anatomi, dil, renk kuramı, teoloji,
musıkî, resim, felsefe, siyaset, sosyoloji, filoloji, tabiat bilimleri, hukuk
gibi pek çok ilmî alanda kendisini geliştirmiş tam bir hezerfandır.
O, bugüne kadarki en önemli Alman edebiyatcısı olarak
kabul görmüş ve eserleri ile de dünya edebiyatında zirve teşkil etmiş bir
kişiliktir. Maddi hiçbir sıkıntı çekmemiştir. Araştırmacı ve geniş bir bilgi
birikimine sahip bir kişiliktir. Güçlü, azimli ve etkileyicidir. Babası gibi
disiplinli, ciddî ve akıllıdır. Tıpkı, annesi gibi hayâl gücü pek kuvvetlidir.
Aynı zamanda, yazma ve anlatma zevkine de sahiptir. Duygulu ve dengeli bir
bütünlüğü vardır. Çok özel ve kapsamlı bir eğitimden geçmiştir.
Pek çok dil bilmektedir. Bu demektir ki, Goethe diğer
kültürlere çok açıktır. Çello ve piyano gibi enstürmanları çalabilmektedir.
Sportif bir kişiliktir. Zîra binicilik, eskrim ve dansı daha çocukken
öğrenmiştir. Asil bir sınıfa mensuptur. Güzel sanatlara çok düşkündür. İncil’i
erken yaşlarda okumuştur ve iki bin ciltten oluşan bir kütüphane sahibidir.
Goethe, kılık-kıyafet ve görgü kuralları konusunda çok
şık bir hayat tarzına alışıktır. Sanat anlayışı ve kabiliyeti çok yüksektir.
Antik dönemin bakır sanatına, oymacılık ve gravür tekniklerine pek meraklıdır.
Özgürlüğün tadını sonuna kadar yaşayan birisidir. Maceracı ve aşk meraklısıdır.
Duygusaldır, özgürdür ve coşkuludur. Mistik tarza çok yatkındır. Bu yüzden
dindarlık düşüncesiyle yakından ilgilenmiştir. Halk edebiyatıyla da yakından
teması olmuştur. Organik doğaya düşkün birisidir. Sık sık âşık olmak onun en
önemli özelliklerindendir. Gotik mimari meraklısıdır. Hayal gücü muhteşem olan
Goethe, kendi ruhunun yaratıcısı pozisyonundadır.
Düşünceleri çok asilcedir ve tam bir karakter adamdır.
Hatta, ifade ve düşünce tarzlarında kendi canını bile sıkacak farklılıklara
sahiptir. Çocuklara ve bayanlara karşı davranış tarzı takdire şayandır.
Hayranlık uyandıran çok tesirli bir
kişiliktir. Bütün hal ve hareketlerinde tamamıyla
kendisine özgü bir prototiptir. Zorluklara hiçbir zaman aldırmamıştır.
Melankoliktir. Şiirlerinde tabiatın coşkun duygularını ve övgüyü kullanmıştır.
Belirli kalıplardan hep uzak kalmıştır. Manzumeleri serbest vezinli ve ses
ahengine sahiptir. Bu şekildeki manzumeleri dünya edebiyatına kazandıran
Goethe’dir.
Goethe siyasetle de yakından ilgilenmiştir. Dük Karl
August’un danışmanlığını yapmıştır. Josef von Hammer’in Kur’an çevirilerini
mütemadiyen okuyan Goethe, döneminde İslamiyet’e olumlu yaklaşan ilk edebiyatçı
olması açısından da çok saygıdeğerdir.
Goethe, kendi işinin delisidir. Asil bir sınıfa mensup
olmasına rağmen, aristokrasiye çok direnmiştir. Maliye bakanı olarak çalıştığı
dönemde tüm resmi harcamaları sınırlandırmış, devletin mali durumunun
düzeltilmesini sağlamıştır. Yenilikçidir, özgürlükçüdür. Yapmış olduğu resmî
faaliyetlerin yanında, resmî mükâfatlar da almıştır. Aristokrasiye direnmesine
rağmen aristokrat ünvanına lâyık görülmüştür. Edebi açıdan antik çağdaki
mitolojik kahramanlara düşkündür. Rönesans ve antik yapı-sanat çalışmalarına
hayrandır. Düzyazı ve kafiye tarzındaki çalışmalarının yanında, tiyatro
eserleri de mevcuttur.
Goethe, Fransız Devrimini desteklememiştir. Hep
yenilikçi düşünce tarzından yana olmuş ve güç aşırılıklarından hep nefret
etmiştir. Tam bir adalet ve barış adamıdır. Antik dönemin erotik edebiyat
formundaki erotik şiir derlemesi de mevcuttur. Mizahi şiirleri de olan Goethe,
altı vezin ölçümlü dize şeklindeki Reineke Fuchs destanını da düzenlemiştir.
Bir tarih profesörü olan Friedrich von Schiller ile dostlukları pek meşhurdur.
Her iki şahsiyet, karakter ve çalışma tarzlarıyla birbirlerinden çok etkilenmiş
ve yoğun bir işbirliği içerisine girmiştir. Her iki yazar da birbirlerinin
eserlerindeki canlı teorik ve pratik kısımlardan faydalanmışlardır. Goethe’nin
epik şiir şeklindeki eseri ve baladları da mevcuttur.
Goethe, kendisinden önceki şairlerin geliştirip lirik
olgunluğa ulaştırmış oldukları bir Almanca ile şiirler yazarak, kendisinden
önceki şairleri aşmayı başarmıştır. Bu yönüyle de evrenselliğe yükselmiştir.
Okura doğrudan hitap etmiştir. Goethe’de aşk, ilkbahar, sonbahar ve ayışığı
gibi konular kendine özgü bir canlılık kazanarak, Alman dilinde yumuşak bir
tarz oluşmasına sebep olmuştur. O, şiirde
sentezi de sevmektedir. Tabiat şiirleri, övgü şiirleri
ve baladlarında bunu yapmıştır. Böylelikle yepyeni bir dil ortaya çıkartmıştır.
Cümlelerdeki yapıları ve noktalamayı geleneksel
çizgiden ayırarak müşahhas konuları canlandırmış, alışılmamış türde benzerlikler
kurarak yeni yeni kelimeler ortaya çıkarmıştır. Alman şiirine ferdilik
kazandıran ilk şairdir. Günce ve mektuplarında kendi ruh dünyasındaki
dönüşümlerden de sıkça bahsetmiş, tabiatla ilgilenirken maneviyatla ilişki
kurmuş, kâinatın sırrını madde-ruh bağlantısı şeklinde ortaya koyma maksadını
gütmüştür. Ona göre hayat madde ve biçim birlikteliği içerisindedir. Bunlar onu
kâinatın büyüklüğündeki ahenk ve büyük ruha saygı duymaya yöneltmiştir.
Goethe, tabiatın dini yorumlarla ifade edilmesi
tarzına karşıdır. O, her şeyin kendi kendinin amacı olduğu hakikati ile hareket
etmiştir. Goethe tam bir dil ustasıdır. Bazen eserlerindeki ilişkiler çapraşık
olabilmektedir. Böylelikle o bir kimya formülü üzerinden de okuyucuya mesaj
verebilmektedir[I]
Aziz Mahmud Hüdâyî irşad ve terbiye vazifesini
şiirleriyle devam ettirmiş bir şahsiyettir. Her ne kadar Bayramiyye tarikatinin
bir devamı niteliğinde de olsa müstakil bir tarikat haline gelmiş olan Celveti
tarikatinin öncüsüdür (Yılmaz, 2009 298). Müderrisliğini Bursa’da Ferhadiye
Medresesi’nde yapmıştır (Yılmaz, 2008:1). Âlimdir, şairdir, mutasavvıftır.
Hakikat ilminin kâşifidir. Ledün ilmine sahiptir. Hadis ve tefsir ilminin
nakledicisi durumundadır. Abid, zahid ve kâmil bir mürşiddir. Hz Muhammed’in salla’llâhü
aleyhi ve sellem sırlarının mirasçısıdır (Kayaokay, 2017:41-48). Birkaç kez
evlenmiştir (Yılmaz, 2008:2).
Hüdâyî ve Goethe, her ikisi de uzun yaşamıştır. Her
ikisi de seksenli yaşlardan sonra vefat etmişlerdir. Hüdâyî seksensekiz
yaşında, Goethe ise seksen üç yaşında vefat etmiştir.
Aziz Mahmud Hüdâyî’nin ilâhî aşka kapılmasının en
önemli unsuru, tezimizin daha önce yukarıda işlediğimiz Hüdâî kısmında, onun
görmüş olduğu bir davadır. Bu davanın neticesinde ilâhî aşkın rüzgârına
kapılmış ve Üftâde’ye intisap etmiştir. Goethe ise, tabiat araştırmaları ve
Susanna Katharina von Klettenberg adında dindar bir bayanla tanışması sonucu
dine, mistiğe ilgisi artmıştır. Hele Herder’le tanıştıktan sonra Kur’an-ın
Hammer tercümelerini okuması, bir yandan da Hafız Divanı’na olan merakı,
Goethe”yi ilâhî aşk duygusuna yöneltmiştir.
Aziz Mahmud Hüdâyî’nin Dîvân’ı tasavvufi hikmet ve
nasihatları içeren Ahmet Yesevî tarzı bir dîvândır. İfade bakımından ise Hüdâyî
Yunusça bir dil kullanmıştır. Bu söyleyiş tarzları çok güçlü, coşkulu olmamakla
birlikte hikmet ve sır doludur (Yılmaz, 1990:115). Dîvân, Hüdâyî’nin eserleri
içinde en çok okunanıdır. Eserin yurtdışı dâhil olmakla beraber, pek çok
nüshası bulunmaktadır. Eser, Müslüman Türk muhitlerinde pek çok rağbet
görmektedir. Yine eser ölü gönülleri diriltici bir nefes hükmü taşımaktadır.
Dîvânda 234 ilâhî Türkçe olarak, 4 şiir de Arapça olarak yer almıştır.
Şiirlerde aruz ve hece birlikte kullanılmış, gazel, koşma, kıt’a ve müfreden
oluşan bu şiirler genel itibarıyla ilâhî formundadır. Şiirler ilâhi aşk ve irfana
davet edici, züht ve marifet makamlarını telkin edici muhteva arzetmektedir.
Hüdâyî, şiirlerinde vahdet-i vücut hakkında temkinli davranmaktadır
(Tatcı-Yıldız, 2005:7-24).
Molla Murad (1788-1848), Aziz Mahmud Hüdâyâ’nin
kişisel özelliğini “Hüdâyîdir” redifli bir kasidesinde övmektedir. Bu kasideye
göre Hüdâyî Hz. Ali (RA) neslinden meşhur, şerefli ve kâmil bir insandır.
Hakikat burcunun güneşidir. Bu dünyada dengi yoktur ve Allah’tan gelen bir
pirdir. Hüdâyî, gizli yolun gizli sultanıdır. Kalbi, Ebu Hanife’nin müstesna
ilmiyle doludur. Allah ilminin gizli pınarı onda mevcuttur. Onun kapısına
gelenler, ondakileri bildikleri için gelirler. Onun kapısı padişahların
kapısıdır. Hz. Hızır bile o zikrederken nur gibi kapıdan girmiş ve ayakta
beklemek istemiştir. Ancak, Hüdâyî onu oturtmuştur. Onun diz üstü oturması bile
sırdır. Onun eserlerini ancak ilim yolunda ilerleyenler yazıp okuyabilirler.
Düşünceleri, âşıkları şevklendirir. Zîra o aşkın ve şevkin aslı ve kanıdır. O
yalnız padişahlara değil, herkese feyz vermiştir. O, herkese yardım eder.
Hüdâyî sırların mirasçısıdır. Onun kapısında nice
büyükler şaşa kalmış ve susmaya mecbur olmuşlardır. Şeyhülislam bile onun
yanında ebced’i okuyan bir çocuk gibi kalmıştır. Hüdâyî sıkı bir riyazetle
dünyevî şeyleri bırakarak nefsini ayaklar altına almış, mal ve mülkünü
fakirlere dağıtmış, memuriyeti bırakıp bir lokma bir hırka ile derviş olmuştur.
O bir incidir ve çok vakarlıdır. Dervişliğin kaf dağıdır. Dünyanın resmi
muamelelerine kayıtsızdır. Onlara aldanmaz. Teferruatın bağından kurtulmuştur.
Manevî nefesi öyle zevklidir ki, eğlencenin sembolü
olan Cemşid bile onun nefesiyle hased ve gıptaya düşer. O tam bir yol
göstericidir. Halkı 40 yıl Allah yoluna davet etmiştir. İhtiyacı olanların
çaresidir. Dertler onda deva bulur. Fütûhatın büyük iskelesidir. Makam ve mevkî
onun yanında bir hiçtir. Yüzlerce saltanat ve mertebeler, makamlar onun bir
himmetinin dalgasında yer bulur. Tacı tahtı olmamasına rağmen padişahlar ona
muhtaç kalmışlardır. Padişahlar onun ayağını öpmeden tahtlarına oturmamışlar ve
ona hizmet etmeye yetişememişlerdir, zîra kapısındaki gariplerden dolayı
padişahlara sıra gelmez (Kayaokay, 2017:40-56).
Hüdâyî, Dîvân-ı İlâhîyat’ında Allah’ı (Celle Celâluhû)
şu şekilde telâkki etmektedir:
“Bütün hamdler Allah ’adır. O, Rahman ve Rahimdir, din
gününün sahibidir”. “De ki: O Allah birdir, Allah sameddir. O doğurmamış ve
doğmamıştır. O’nun hiçbir dengi yoktur”. “Hiçbir şey O’nun gibisi değildir”.
“O’nun zatından başka her şey yok olacaktır”. “O evveldir, âhirdir, zâhirdir,
bâtındır. O, her şeyi bilendir”.”Allah, ancak bir tek Allah ’tır”. “O, her an
bir iştedir”.”O gökleri ve yeri hak ile yaratandır. Ol dediği gün her şey
oluverir. O’nun sözü gerçektir...”. “Allah, onların söylediklerinden
münezzehtir, son derece yüce ve uludur”. “Allah göklerin ve yerin nurudur.”.
“Biz yeryüzünü bir döşek, dağları da bir kazık yapmadık mı?”. “Doğu da batı da
Allah ’ındır. Nereye dönerseniz Allah ’ınyüzü oradadır”. “Öyleyse O’na ibadet
edin, işte dosdoğru yol budur”. “Allah kimi saptırırsa artık onu doğru yola
iletecek yoktur”. “.Sen dilediğini aziz eder, dilediğini zelil edersin”.
“Doğrusu benim planım çok sağlamdır”. “Allah plan yapanların en hayırlısıdır”.
“Deki: Ey kendi aleyhlerinde haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin”.
“Allah’ın nimetini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız”. “Şayet yeryüzündeki
ağaçlar kalem, deniz de arkasından yedi deniz
katılarak mürekkep olsa yine Allah ’ın sözleri yazmakla tükenmez” (Akpınar, 2005: 4-39).
Aziz Mahmud Hüdâyî, dîvânında ‘Allah’ kavramını
yalvarma, sığınma ve arz etme makamı olarak ifade etmiştir. Aynı zamanda ‘Allah’
şükredilmesi, övülmesi ve kendisinden yardım istenilmesi gereken bir makamdır.
Yine “Rabbena” ve “Meded” ifadeleriyle de ‘Allah’, bir
şükür, bir yalvarma ve yardım isteme makamı olarak görülmüştür. “Hak”
kelimesi de dîvânda kullanılan kelimelerdendir ve Allah’ın isimlerindendir. “Hakk”
gerçek hakikattir ve bunun tersi ise bâtıldır. Dîvânda “Mevla”, “ihsan”,
“kerem” ve “inayet” kavramları da bulunmaktadır. Mevla, “Allah”
kavramı karşılığında kullanılırken, “ihsan” kelimesi Allah’ın kuluna
yapacağı iyilik ve yardım gibi manâlarda kullanılmıştır. “Kerem” kavramı
ise, maddi ve manevî lütuflarda bulunan ve karşılıksız yardım eden anlamında
ifade edilmiştir (Akçay, 2005:478-483).
Hüdayi’nin divandaki şiirlerinde dikkat çekici
hususlardan bazıları da onun her daim Allah’a karşı samimi olmasıdır. O,
Allah’a daha samimi olan rab manasına gelecek şekilde efendi diye
de seslenmiştir. Aynı zamanda ayet ve hadislerden yaptığı iktibasları da
şiirlerinde kullanmıştır (Tavukçu, 2003:279-282).
Aziz Mahmud Hüdayi dîvândaki şiirlerinde Allah’ın
gönülden gelen duygularla anılması gerektiğini, gösteriş ve art niyetten
arınmış bir anmanın gerekli olduğunu dile getirmiştir. Allah’a şükretmek gerektiğini
hatırlatmış, O’nun vermiş olduğu nimetlere dikkat çekmiş, O’ndan yardım gelince
de, kulun Allah’a vasıl olduğunu söylemiştir. Kuluna yardım edip onun yollarını
açan sadece Allah’tır. Kul talep ettiği müddetçe Allah’a erer ve gönlü safaya
kavuşur. Hüdâîyi’ye göre karanlıklardan kurtulmanın tek yolu Allah’ı anma
neticesinde elde edilir. O’na yalvarmak rahmete ulaşmanın yoludur. O’nun
keremini, ihsanını, cömertliğini, lütfunu ümit edenle,r gaflet perdelerinden
kurtulup Allah’a dönerlerse, kurtuluşları gerçekleşecektir. Şiirlerde hep bir
Allah’a yönelişe, O’ndan yardım istemeye, O’nu aramaya bir çağrı vardır.
Hüdâyî, mü’minlerin Allah’ı cennette göreceği inancını kabul etmektedir. Her
halükârda Allah’in güzel isimlerini anmaktadır (Yüceer, 2005 142-160)).
Hüdâyî’nin Hz. Peygamber’le salla’llâhü aleyhi ve
sellem ile ilgili ifadeleri de şu şekildedir :”Doğrusu sen yüce bir ahlak
üzeresin”. “Ey peygamber, Biz seni, Allah’ın izniyle bir davetçi ve nur saçan
bir kandil gönderdik”. “Gecenin bir kısmında kalkarak, sanamahsus bir nafile
olmak üzere namaz kıl. Böylece Rabbinin seni övgüye değer bir makama
göndereceğini umabilirsin”. “Bir gece kulunu, kendisine ayetlerimizden bir
kısmını gösterelim diye, Mescid-i Haram ’dan, çevresini mübarek kıldığımız
Mescid-i Aksa ’ya götüren Allah ne yücedir! Elbette O, işiten ve görendir”.
“Sonra kuluna vahyettiğini vahyetti”. “Sonra yaklaştı, daha da yaklaştı. O
kadar ki iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu”. “Andolsun onu,
Sidretü’l- Müntehâ’nın yanında önceden bir defa daha görmüştü” (Akpınar,
2005:40-42).
Aziz Mahmud Hüdâyî, dîvândaki şiirlerinde Hz.
Muhammed’in salla’llâhü aleyhi ve sellem beşerî yönünü, ahlâkını, sahip olduğu
üstün meziyetleri ele alırken, O’nun peygamberlik yönünü ön plana çıkarmak
suretiyle de O’nun sünnetine uymanın önemine dikkat çekmiştir. Hüdâyî,
dîvânında Peygamberimizin en meşhur isimlerini “Ahmed”, “Muhammed”,
“Mustafâ”, “Muhammed Mustafâ”, “Muhammedü’l-Mustafâ”, “Mustafâ Muhtar””
şeklinde kullanmıştır. O’nun en güzel ahlâkın sahibi olduğunu dile getirmiştir.
Hz.Peygamberi “sevgili””, “Allah’ın sevgilisi””, “Hak’ın sevgilisi””,
“Medine”nin sevgilisi” ifadeleriyle dile getirmiştir. Hz. Muhammed (salla'llâhü
aleyhi ve sellem) bütün yaratılmışların en hayırlısıdır ve O’nun gelişiyle hem
sıradan insanlar, hem de seçkinler de şeref bulmuşlardır. O en övülendir,
kâinatın övüncüdür, peygamberlerin övüncüdür. Peygamberlik müessesesinin de
övüncüdür. Dünya ve ahiret varlığının en değerlisidir, iki cihanın sultanıdır.
O, karanlıkları aydınlatan bir ay, sabah vakti doğup dünyayı aydınlatan bir
güneş, Allah’ın gül bahçesinin gülüdür. O, Hz. Âdem’le (AS) başlayan
peygamberlik halkasının son halkasıdır ve kendisinden sonra peygamber
gelmeyecektir. O, kitap verilen peygamberlerdendir, Resûlu’llahtır
O,Nebiyu’llahtır ve son peygamber Hâtem-i Enbiyâdır. O, imâm-ı enbiyâ ve enbiyânın
serveridir. O, bütün resullerin başı/sadr-ı cemi’mürselîn, peygamberlik
müessesesinin mücevheridir/gevher-i kân-ı risâlettir. O’nun sünnetine bağlanmak
kurtuluş sebebidir. Ancak, O’nun sünnetine uyularak hakikat yoluna girilebilir
ve vahdet sarayına ulaşılır. O, iyiliğin, cömertliğin simgesidir, günahkârlara
şefaatçıdır. O, mürşid-i pirdir. O, bütün velilerin zirvesi ve Allah’ın (Celle
Celâluhû) seçkin kullarının başıdır. Hakikat sırlarına sahip bir hazinedir, bir
hakikat mahzenidir, Allah’ın (Celle Celâluhû)
sırlarının tecelli ettiği bir aynadır. Allah’ın (Celle
Celâluhû) temiz ruhu, Fâtîha Sûresi’nin ve Allah’ın zatının ayn ve ilim
mertebelerindeki yedi çeşit zuhurunun sırrıdır. O salla’llâhü aleyhi ve sellem,
şahid-i leyl-i isra, sahib-i tâc u mi’râc, hâdi-i ehl-i yakîn, câmi cümle esmâ,
küntü kenz sırrının miftahı ve li me’allah kasrının mihmanıdır (Zülfikar,
2005:438-446).
Hüdâyî, dîvândaki bazı şiirlerinde kâinatın nurundan
yaratıldığı Hz. Muhammed’e salla’llâhü aleyhi ve sellem olan medh ü senasını ve
tam teveccühünü ilan etmiştir. O’na geda olmanın ve bunu mütemâdiyen
dillendirmenin mertebeler üstü bir mertebe ve pek yüksek bir pâyenin kabûlü
olduğu düşüncesini dile getirmiştir. O salla’llâhü aleyhi ve sellem,
yıldızların ışık kaynağı ve nur membaıdır, güneşler güneşidir (Yılmaz, 2008:
6).
Hüdâyî’ye göre Hz. Muhammed salla’llâhü aleyhi ve
sellem varlık ağacının tohumudur. Arş, kürsî, levh-ü mahfuz kalem, O’ndan salla’llâhü
aleyhi ve sellem sonra gelmektedir. O salla’llâhü aleyhi ve sellem, kâinat için
olmazsa olmazdır, asıldır. Arş, ferş ve aralarında olanlar, O’ndan salla’llâhü
aleyhi ve sellem yaratılmıştır. Böylelikle O salla’llâhü aleyhi ve sellem,
hakîki âdem ve hakîkî insandır, yani hakikatü’l- muhammediye’dir. O salla’llâhü
aleyhi ve sellem, sûreta insan şeklinde görülse de, aslı Hakk’tandır. Allah’ın
(Celle Celâluhû) nurundandır. Hz. Adam’den (as) önce yaratılmıştır. Allah
(Celle Celâluhû) katında en sevgili ve en değerlidir. Bütün varlıklar, nurlar
ve nebiler O’nun salla’llâhü aleyhi ve sellem gerçeğinin tafsil ve beyan için
yaratılmıştır. O salla’llâhü aleyhi ve sellem,insanlığın manevî babasıdır.
O’nun salla’llâhü aleyhi ve sellem, zuhuruyla âlemler tamamlanmış ve âlemlerin
yaratılmış olmasındaki gâye ortaya çıkmıştır.
salla’llâhü aleyhi ve sellem, tüm ruhların babasıdır,
ebu’l-ervahtır. Hüdâyî, O’nu salla’llâhü aleyhi ve sellem “Küntü kenz
esrarının miftâhı,”, “Mazhar-ı tâmm-ı Hudâ”, “Arş-ı a’zâmın cilve-gâhı”,
“Sidrenin seyrine dayamadığı zât”, “Hâkîkat bağının serv-i bülendi”, “Gevher-i
kân-ı risâlet”, “Bedr-i dücâ”, “Şems-i dûha”, “Verd-i gülestân-ı Hudâ”,
“Hakk’ın Habibî Mustafâ”, “Mahbûb-ı Hakk”, “Hayru’l-beşer”, ve “iki
cihan sultânı” diyerek anmıştır. O’nun salla’llâhü aleyhi ve sellem özünü
anlamayan kimse, yaradılış sırrına ulaşamamaktadır. O salla’llâhü aleyhi ve
sellem, insanlık mefhumunun ilk örneği ve madde âlemiyle gerçekleşen ilk ilâhî
irtibattır. Bütün oluşumlar ve âlem, bu kozmik insandan zuhur etmiştir. Hz.
Muhammed’ten salla’llâhü aleyhi ve sellem sonra ilâhî nur insan-ı kâmillerde
tecelli etmiştir. O’nunsalla’llâhü aleyhi ve sellem batınî ve zahirî varlığı
insanlığa şifa ve dermandır (Özköse, 2005:233-237).
Hüdâyî’nin ifadesiyle yine, Hz. Muhammed salla’llâhü
aleyhi ve sellem en güzel ruhla ve en güzel sûretle yaratılmıştır. Mübârek başı
hidayetten, mübârek boynu tevazudan, mübârek gözleri hayâdan, mübârek yüzleri
yakîndendir. Mübârek yanağı muhabbetten, mübârek lisanı sıdktan, mübârek ağızı
sabırdan yaratılmıştır. Mübârek göğsü nasihatten, mübârek karnı zühttendir.
Kalb-i şerifleri verâdandır. Mübârek dizleri havftan, mübârek ayakları
istikamettendir (Aksu, 2009:83).
Aşka düşen kişi, bu sevdadan dolayı nasıl yanıp
tutuşuyorsa, Allah’ı (Celle Celâluhû) görmek isteyenler de, haşir zamanına
kadar bu sevdadan ayrılmayacaklardır. İnsanda aşk sevdası varsa, elbette bunun
bir dışa vurumu da olacaktır. Bu sevdayı gizlemek de mümkün değildir. Nitekim
Aziz Mahmud Hüdâyî de kendisini gizleyememiştir. Allah’a (Celle Celâluhû)
duyduğu özlemini, aşkını, sevdasını dile getirmiştir. O, Allah’a yalvararak,
aşk cazibesinin kişiyi Allah’a (Celle Celâluhû) doğru çekmesini istemiştir. Ona
göre aşk, Allah’a (Celle Celâluhû) uzanan, kopmayan bir ip olmalıdır. Ancak, Hüdâyî’nin
beklediği aşkın zirvesi görünmemektedir. O, aşığın maksadını tespit etmiş,
isteğinin çok ileri düzeyde olduğu sonucuna varmıştır. O, Allah’ın (Celle
Celâluhû) ‘ol emriyle
Anka’nın
bölgesinde ele geçirilebilmesi mümkün olanı
istemektedir. Ona göre arifin ruhu bunu elde edebilmektedir. O, gönlüne hitapla
hakkın temiz nurunu şuhut etmesini istemektedir. Bu dünyada bunu görmeyenlerin
de, ahirette kör olacağını belirtmiştir. İnsan şâyet sâdıksa, isteği ancak
Allah (Celle Celâluhû) olur ve o artık bir başkasıyla ilgilenemez olur ve
mütemadiyen sır âleminde dolaşıp durur.
Hüdâyî, tüm perdeleri geçip vasıl olmanın
gerçekleşmesini istemektedir. Elinden tutulup kaldırılma talebi içerisindedir.
Şayet Allah (Celle Celâluhû) kerem etmezse, her hangi bir ilerlemenin de mümkün
olamayacağının da itirafı içerisindedir. Allah’ın (Celle Celâluhû) fiil ve
sıfatlarının keşf olmasını, zâtının nurunun tecelli etmesini ve bâkî olan
hayatı bulmanın gerçekleşmesini dilemektedir. Şayet, bu dilek Allah (Celle
Celâluhû) tarafından kabul görürse, kulun her hâli tevhid olmaktadır. Hüdâyî,
Allah’ın (Celle Celâluhû) cemâline ermekle kendisi için bir bayram olacağını
dile getirmektedir. Bu büyük muammanın açılmasını ve bu büyük zevke ermeyi
dilemektedir.
Hüdayi, şiirlerinde Allah’ı (Celle Celâluhû)
kendisinde denk bulunmayan vahid, ferd, samed özellikleriyle anmaktadır. Bütün
perdelerin karanlık ve nurlu kısımlarını ayırmaktadır. Allah’ın (Celle
Celâluhû) kapılarının kendisine açılmasını, Allah’ın yüzünün
perdelerinin kalkmasını dilemektedir. Hüdâyî dertli ve
âvâredir, çâresizdir. Allah’tan (Celle Celâluhû) mütemâdiyen yardım talep
etmektedir. Allah’ın (Celle Celâluhû) kendisine temiz bir sevgi talep etmesini
istemektedir. Günahların kalbinden gitmesini istemektedir. Şayet Allah (Celle Celâluhû)
tecelli ederse gönlü teselli bulacaktır. O, Allah’ın (Celle Celâluhû) cemâlinin
tecellisinin arzusu içerisinde yanıp kavrulmaktadır. Visal ile teselli olmak
istemekte ve bayram yapmak istemektedir. O, Allah’ın (Celle Celâluhû) cemâlinin
vasıflarını işittiğinden dolayı, gönlünü başka şeylerle eylendirememektedir.
Gönlü sadece Allah’ı (Celle Celâluhû) istemektedir. Şaşkındır, çok özel bir
sevda içerisindedir. Allah’tan (Celle Celâluhû) başka hiçbir şey
düşünememektedir. Allah’ın (Celle Celâluhû) özlemiyle gönlü bitap düşmüştür.
Şayet Hüdâyî Allah’a (Celle Celâluhû) kavuşamazsa, dünya ve ahiret kendisi için
bir kuru sevdadan ibaret kalacaktır.
Onun sermayesi Allah’a (Celle Celâluhû) yakınlıktır.
Bunun için de canın terk edilmesi zarurettir. Ancak o şekilde sevgilinin
huzuruna varılabilmektedir. Arzu edilen yolda ilerlemek ise çok zordur.
Öncelikle yolu bilmek lazım gelmektedir. Bunun için de edep, erkân bilmek ve
doğru bir kul olmak gerekmektedir. Şayet Allah lütfederse, ancak o şekilde
benliğinden uzaklaşarak nura kavuşacaktır. Hüdâyî bu nurun gelmesini ve gönlüne
nida olunmasını arzulamaktadır (Yüceer, 2005:161-163).
Hüdâyî, aşkı din olarak kabul etme hususunda da
belirgin bir beyanda bulunmamıştır. Ancak, o aşkı dinin bir emri olarak
nitelerken de onu dinin tamamlayıcı bir unsuru olduğunu da ifade etmiştir.
Anadolu âşıklarına ilgisiz kalmamış, aşk konusundan hiçbir zaman uzak durmamış,
platonik aşka ise katiyyen iltifat etmemiştir (Ertan, 2005:456). Hüdâyî,
şiirlerinde dîvân edebiyatının unsurları olan gül, bülbül, tâvus, mihr, zerre,
Vâmık ile Azrâ, Leylâ ile Mucnun, Ferhâd ile Şirin, bâde, sahbâ, bezm
kavramlarını şiirlerinde kullanarak Allah’a (Celle Celâluhû) duyduğu derin
aşkını ifade etmiştir (Tavukçu, 2003:283).
Hüdâyî dost olarak yalnızca Allah’ı (Celle Celâluhû)
görmüştür. O’nun aşkı ve sevdası içerisindedir. O’nun (Celle Celâluhû) dostluğu
sayesinde kötülüklerden ve cehennem ateşinden korunacağına inanmaktadır. Gece
gündüz Allah’a (Celle Celâluhû) kavuşmak için O’nun aşkıyla yanmaktadır. Hüdâyî’ye
göre sevgilinin yüzü cennet mâhiyetindedir. Bu amaca ulaşmak için ise bütün
mihnetlere katlanmak gerekmektedir. Dünyanın cazibesine
aldanmadan hakikat denizine dalmalmak gerektiği
tavsiyesinde de bulunmaktadır (Güneş, 2005:427-429).
Goethe’nin Dîvânı’nda ise, onun Allahı tefekkürü,
peygamberi tefekkürü ve ilâhî aşkı dile getirişi de enteresandır. O, Allah
(Celle Celâluhû) ile zihnî ve kalbî bir ilişki içerisindedir ve bu ilişkiyi de
sürekli geliştirmek istemektedir. Dîvânı’na hicret şiiriyle başlayan Goethe,
içinde bulunmuş olduğu zamanın şartlarından dolayı âdeta Allah”a hicret etme
zorunluğuyla işe başlamanın gerektiği düşüncesindedir. Zîra, insan ancak O’ndan
(Celle Celâluhû) gelen bir ilâhî emirle hareket edebilir. Hicret doğuda
olmuştur. Allah (Celle Celâluhû) da yalnızca doğuda tecelli ederek insana hitap
etmiştir. Ona göre ‘Doğu’ olabildiğince bir iman mefkûresidir. Goethe”ye
göre, Allah nasıl ki doğuda insana tecelli etmişse, yine Goethe’ye de burada
tecelli edecektir. O, bunun beklentisi içerisindedir. Goethe, doğuya, yani
Allah’a olan hicreti bir kaçış değil de bir saadet olarak görmüş ve böylelikle
onun düşünce, kültür ve sanat dünyasında açılımlar olmuştur.
Goethe o yıllarda ateizm ve skeptisizme karşı bir
savunma yapma ihtiyacı hissetmektedir. Çünkü, şüphecilik Alman gençliğini
Volter’in ve B. von Holbach’ın tesiriyle tehdit etmeye başlamıştır. Goethe ise,
Allah’ın varlığına ve inanca dair kanaatlerini sebepsiz yere beyan
etmemektedir. O, bütün dünyayı ruhsuzlaştıran bu hezeyan ve fikir cereyanlarına
gayet dindarane bir tavır takınmıştır (Özkan, 2006 123).
Goethe’ye göre, insan Allah’ın yardımıyla hikmete ram
olur. İnsan da, Allah’ın yaratmış olduğu en üstün varlıktır. Dolayısıyla, onun
dış tabiatı kadar iç tabiatı da bilinmelidir. Öznede olan herşey nesnede de
vardır, nesnede olan herşey de öznede vardır, yani madde ile manâ iç içedir.
Goethe, hakikati ilâhî olanda aramaktadır (Yakıt, 1995:12). Allah’ın birliği ve
O’nun (Celle Celâluhû) iradesine teslimiyet, bir peygamberin aracılığı konusu, Goethe’nin
inancı ve düşünce tarzıyla uyuşmaktadır. Hakikat bir sivrisinek bile olsun-daha
büyüğü olsun-herhangi bir şeyi Allah (Celle Celâluhû) bir misal getirmekten
çekinmemektedir. Deha şairi Goethe, ilâhî hakikatin etrafında pervane olmuş bir
‘Hakk aşığı’ durumundadır. Mum alevinde kanatlarını yakmış, maddi
varlığını eriten bir pervane gibi arınmak istemektedir (Özkan, 2009: 76-77).
Goethe, Allah’ın (Celle Celâluhû) doksandokuz ismiyle
tecelli etmesi fikrini kendi düşüncesine çok yakın hissetmektedir. Allah’ın
(Celle Celâluhû) 99 ismi oluşu, muazzam bir perspektif olmakla beraber, ilâhî
tabiatın sonsuz değişimini ortaya koyan bir analogtur. Goethe, Allah’ı (Celle
Celâluhû) yarattığı görüntülerde ve tabiattaki ebedî değişimlerde görmek
istemiştir. Allah (Celle Celâluhû) âdildir, hakk’tır ve herkes için hakkı
istemektedir. Goethe de bir şükür edası içerisindedir.
Goethe, her ne kadar Allah (Celle Celâluhû) kendisini
binlerce surette gizlese de, O’nu (Celle Celâluhû) tanıdığını, O’nun (Celle
Celâluhû) her yerde hazır ve nazır olduğunu ifade etmektedir. Bir tek Allah’a
iman, onun ruhunu her zaman yüceltmiş ve onu içindeki iç birliğine ve ahenge
kavuşturmuştur. Goethe’ye göre, Allah(Celle Celâluhû) irade ve takdir sahibidir
ve O’nun (Celle Celâluhû) bu iradesine ve takdirine mutlaka teslim olunmalıdır.
Goethe, bu düşünce tarzına katiyyen itiraz etmemiştir. O’nun (Celle Celâluhû)
iradesine teslim olmak ve sığınmak insana tahammül gücü vermekte ve insanı
yüceltmektedir. Ona göre, Allah (Celle Celâluhû) şifa kaynağıdır ve her şeyi
yönetir. O’nun (Celle Celâluhû) izni olmadan hiçbir şey yapılamaz.
Goethe’ye göre, Allah( CC) kaderi yaratmıştır. Kader
O’nun (Celle Celâluhû) indindedir ve herkes buna baş eğmek mecburiyetindedir.
Allah (Celle Celâluhû) Kadir-i Mutlaktır, sebepleri ve neticeleri takdir eden
ve yaratandır. Ona göre, Allah’a (Celle Celâluhû) iman edilmeli ve O’nun
kaderine teslim olunmalıdır. O, Allah’ı (Celle Celâluhû) lütûf sahibi olarak
görmüştür.
Doğu-Batı, Güney-Kuzey hep Allah’ındır (Celle
Celâluhû). Nasıl ki, bir sürü çobansız ve rehbersiz olamazsa, gözle görülemeyen
ezelî ve ebedî olan Allah’ı (Celle Celâluhû) tanımak ve takdis etmek
gerekmektedir. Allah (Celle Celâluhû) bütün hükümdarların ve hâkimlerin en
yücesi ve üstünüdür. O (Celle Celâluhû), kudretiyle bütün mevcudâtı ve
mükevvenâtı yaratıp vücûda getirmiştir. Allah (Celle Celâluhû) gökleri ve yeri
yaratmıştır. O (Celle Celâluhû), gece ile gündüzü birbiri peşinden getirir.
İnsanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın
gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit
canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök örasında emre hazır bekleyen
bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için Allah’ın varlığını ve
birliğini ispatlayan birçok deliller vardır.
Goethe,inayet belgesi şiirinde Müslümanların
Allah’ın 99 isminden birini taşıyarak kendilerini manevî olarak sürekli ilâhî
yörüngede hissettiklerini ve böylelikle kötülüklerden uzak durduklarını dile
getirmiştir, zîra, Allah (Celle Celâluhû) koruyucudur (Özkan, 2009:326).
Tılsım
şiirinde ise, Bakara sûresindeki ayetleri vererek, kendi iman ve inanç
konusundaki tavrını ortaya koymuştur. Aynı şiirde ilâhî irâdenin
belirleyiciliğini dile getirerek, Allah’ın kendisini doğru yoldan ayırmamasını
dilemiş, ilâhî adalete ve mutlak iradeye teslim olunması gerekliliğini, aynı
zamanda şükredilmesi gerektiğini ortaya koymuştur (Özkan. 2009:327-330).
Dört lütuf
şiirinde, Allah’ın iyilik sahibi olduğunu; yaratmak ve canlandırmak
şiirinde, Allah’ın insanı balçıktan yaratıp soluklandırdığını ve onu topraktan
halkettiğini ifade etmiştir. Bununla birlikte aşikâr sır şiirinde ise,
Allah’ı sessiz çalılıkta ve suda temaşâ edişi dile getirilir (Özkan,
2009:332-368). Pazarlar seni alış-verişte heveslendirir şiirinde, bir
ilâhî alana ve bu ilâhî alanın, yani kapının Allah oluşuna vurgu yapılırken; hangi
kapıdan girdiğini sorma şiirinde de, Allah’ın hükümran olduğunu
belirtmiştir (Özkan, 2009:397-398).
Emir verebilen metheder şiirinde, Allah’ın gerçek âmir olduğunu, O’nun
karşısında kim olursa olsun gayret göstermesi gerektiğini ifade ederken; firdevsi
der ki şiirinde ise, Allah’ın gerçek Hâmi olduğunu belirtmiştir.
Bu bir isme isnat ediyormuş gibi şiirinde Goethe panteist inancı gereği, her şeyin
Tanrı’dan neş’et edip şekillendiğini söylemiştir. inanıyor musun ki, rivayet
yoluyla adlı şiirinde ise, Allah hakkında bir bilgiye ulaşılması için
rivayet inancının bir tarafa bırakılması gerekliliğini belirtmiştir (Özkan,
2009:408-410). Peygamber der ki şiirinde, Goethe Allah’ın Hz. Muhammed’i
salla’llâhü aleyhi ve sellem koruyup, O’na yardım etmesinden kimsenin şüphe
etmemesi gerektiğini, O’nun gerçek koruyucu olduğunu belirtmiştir. Hikmetler
kitabında ise, yaratılışın sahibinin her şeyi eksiksiz yarattığını, büyük
Allah’ın her şeyi gördüğünü, O’nun gazabından korunması gerektiğini, O’nun
takdir sahibi olduğunu, O’nun nur olduğunu, herkesi kendi sofrasına
topladığını, O’na şükredilmesi gerektiğini ifade etmiştir (Özkan, 2009:412-
425).
Züleyha
şiirinde, Goethe Allah aşkının hayat verici olduğunu, Vuslat şiirinde,
Allah’ın ebediliğini; binlerce şekilde şiirinde ise, Rahman, Rahim,
Melik, Kuddüs, Vedüd, Şehid, Alemi renkli yıldızlarla donatan, her şeyi
kucaklayan, gönülleri ferahlatan, âlimlerin âlimi oluşunu ve bu isimlerin de
yüzüncüsünün ‘Allah olduğunu dile getirmiştir (Özkan, 2009:470-480). Sâki
şiirinde, Allah indinde her şeyin muhteşemliğini, Bülbülün gece şarkısı
şiirinde, Allah’ın tahtının nurundan; Allah’la gerçekleştirilen vuslat
halinden; mucize inancı şiirin de ise, Allah’ın merhametinden
bahsetmektedir.
Goethe’nin tavus kuşu tüyü şiirinde, Allah’ın
âlemleri temâşa eden gözünü tavus kuşunda gördüğünü, O’nun azâmetinin küçük
varlıklarda bile idrâk edildiğini ifade etmiştir (Özkan, 2009:500). Küçük ve
büyük tüm insanlar şiiri ise, Allah ile bir örümceği ve dünya ile bir
örümcek ağını karşılaştırma zevksizliğinden bahseder (Özkan, 2009:502). iyi
oldu şiirinde ise, Allah’ın yarattığı insanın yaratılış olarak
mükemmelliğini dile getirir (Özkan, 2009:503). Pers inancından kalan
miras’ta ise, O’nu arşda idrak ettiğini, O’nun Hakim-i Mutlak olduğunu
ifade etmiştir.
Goethe’nin, dîvânında Hz.Peygamberi tefekkür edişi de
şu şekildedir:
Goethe hicret şiirinin son kısmında, Hz.
Muhammed’in salla’llâhü aleyhi ve sellem Mekke’den Medine’ye hicret etmesi
gibi, kendisi de tıpkı peygamber gibi dışarıdaki vahşilikten ve kargaşadan
kaçtığını, Doğu’ya sığındığını; doğunun onun için tıpkı bir emniyet subabı
niteliği taşıdığı konusunu işlemiştir.
Cesur ve mahir
şiirinde ise, Hz. Muhammed’in salla’llâhü aleyhi ve sellem yaşlılarla ilgili
bir ifadesini dile getirmiştir. Onlara karşı alçakkgönüllü ve saygılı
olunmalıdır (Özkan, 2009:343). Evrende yeni hayat şiiri ise, Hz.
Peygamberin eşiğindeki tozun ve toprağın hiçbir fânînin hediyesi ile bile
değişilmeyeceği hususunu anlatmıştır. Hanımlara hoşgörülü olun şiiri
ise, Hz. Muhammed’in salla’llâhü aleyhi ve sellem bir hadisine atıftır. Bu
hadiste şöyle denmektedir: “Kadınlara iyi davranınız, zira kadın erkeğin
eğri kaburgasından yaratılmıştır. Onu düzeltmeye çalışırsanız kırılır; olduğu
gibi bırakırsanız eğri kalır. Kadınlara iyi davranınız.” (Özkan, 2009:399).
Hatem
şiiri ise, Hz. Muhammed’in salla’llâhü aleyhi ve sellem kabrini işaret etmekle
birlikte, kast olunan şey Kabe’dir (Özkan, 2009:488.). Bunun yanında Hâtem
ismi, Hâtem-ül Hâtem şekliyle, Hz. Muhammed’in salla’llâhü aleyhi ve sellem
Tevrat’taki zikredilen ismidir (Yılmaz,
2006:10). Yine başka bir şiiri olan Yankıda,
Goethe sevgilisinin şahsında Hz. Muhammed’e salla’llâhü aleyhi ve sellem
seslenmektedir. Dolunay şiirinde ise, yine sevgilisinin şahsında Hz.
Peygambere seslenmektedir. Sâki şiiri ise, Hz. Muhammed’in salla’llâhü
aleyhi ve sellem Kur’an’daki alkollü içkiyi yasaklamasını anlatmaktadır. Şair
şiiri ise, yine Hz. Muhammed’in salla’llâhü aleyhi ve sellem şarâbı
yasaklamasını dile getirmiştir (Özkan, 2009:490-491).
Goethe, ilk haz şiirinde, Hz. Muhammed’in salla’llâhü
aleyhi ve sellem Batı’da yanlış tanıtıldığını, O’nun Kur’an müellifi olmadığını
ve akl-ı selim sahibinin rahatlıkla bu tür iddiaların ön yargıdan ileriye
geçemeyeceği hususunu anlatmaktadır (Özkan, 2009:511). Muhammed der ki
şiirinde ise, Bedir Savaşı’nda Hz. Peygamber’in salla’llâhü aleyhi ve sellem
Kur’an’da: “Allah yolunda öldürülenlere ‘Ölüler’ demeyin. Hayır, onlar
diridirlir. Ancak bunu siz bilemezsiniz” ayetini ifade edişini dile
getirmiştir. Yine Hz. Peygamber’insalla’llâhü aleyhi ve sellem Kur’an’da”Gökyüzünde
ne varsa hepsini sizin için yaratan, göklere doğrularak yedi kat göğü tastamam
vücuda getiren O’dur ”, ayetini ifade edişini belirtmektedir. Goethe ayrıca
bu şiirde Ölsener’in Hz. Muhammed’le salla’llâhü aleyhi ve sellem ilgili
kitabını pekiştirmiştir (Özkan, 2009:512-514).
Goethe’nin seçilmiş hanımlar şiiri ise, Hz.
Muhammed’in salla’llâhü aleyhi ve sellem zevcesi Hz. Hatice’nin sadakatinden,
imânından, Hz. Peygamber’e salla’llâhü aleyhi ve sellem mutluluk verişinden
bahsetmektedir. Şair şiirinde ise, Hz. Peygamber’den salla’llâhü aleyhi
ve sellem, Burak’tan ve Miraç’tan bahsetmektedir. Yine Huri şiirinde,
peygamber tarafından cennetle müjdelenenlerden ve miraçtan bahis söz konusudur.
Kısmetli hayvanlar şiiri ise, peygamberin sırtını okşamış olduğu Ebu
Hüreyre’nin (RA) kedisinden ve onun cennete girişinden söz etmektedir.
İlâhî aşk bahsinde ise Goethe, şiirlerinde şunları
dile getirmiştir:
Hicret
şiirinde, ilâhî aşkın merkezinin doğu olduğunu ifade ederek, oraya olan aşkını
dile getirmiştir, itiraf şiirinde ise, aşkın hiçbir şekilde
gizlenilemediğini ifade etmiştir. Gerçek şiir kısmında ise, aşkın dile
getiriliş şeklini, şiirin içten söylenmesi gerektiğini, ancak bunun neticesinde
güçlü ve güzel yankıların çıkabileceği hususunu belirtmiştir. Evrende yeni
hayat şiirinde Goethe, ilâhî yağmurların hasreti içerisindedir. Mutlu
özleyiş’te ise içindeki aşkı kimseye söyleyememenin ıstırabını
yaşamaktadır. Bu ifadeler O’na göre ancak ehline söylenilebilmektedir. Goethe,
içini ancak Allah’a (Celle Celâluhû) açabilmektedir.
Örnek çiftlerde
Goethe, Yusuf ve Züleyha’dan, Ferhad ve Şirin’den, Mecnun ve Leyla’dan,
Süleyman ve Belkıs’tan, Zal ve Rudabe’den, Cemil ve Botayna’nın aşklarını dile
getirirken; Bir çift daha şiirinde ise, Goethe Wamik ve Azra’nın meşhur
aşk hikayesini dile getirmiştir (Özkan, 2009:371-377). Okuma kitabında’’nda
ise, aşkın kitabının, kitapların en üstün olduğunu, onu okurken kitabın
sayfalarının aşk acısıyla, çileyle, ıstırapla dolu olduğunu ve bunun çözülemeyen
bir mesele olduğunu dile getirmiştir. Aşk acısının bir düğüm olduğunu ifade
ederken, aşıkların günün birinde kavuşacağına dair ümidi de vardır.
Evet, o gözlerdi
şiirinde, Goethe sevgilinin bakan gözlerinden ve kendisini öpen dudağından
bahsisle, onun tıpkı cennetteki gibi bir haz verişinden söz etmektedir. Sevgili
bu haliyle onu mest edip esir etmiştir. ihtar şiirinde ise, sevgilinin
zülüflerinin bilerek esiri olduğunu; bir zamanlar bunun Hâfız’ın başına geldiği
gibi kendisinin de başına geldiğini söylemektedir. İstiğrak’ta ise,
Goethe sevgilinin kıvrım kıvrım lüle saçları arasında dolaşmaktadır. Ancak
onları okşarken kendisini kendisini sıhhat ve afiyette hissettiğini
belirtmektedir. Sevgilinin kaşını, gözünü, alnını, dudaklarını öptükten sonra
ise kendisinin bir genç gibi gençleştiğini ifade etmiştir.
Kuşkulu
şiirinde ise, Goethe Marianne von Willemer’den kopmanın acısını ve hüznünü
ifade etmektedir. Şâir, gecelerin kendisine bir teselli vermediğini, hicran,
hıçkırık ve gözyaşlarına boğulduğunu bildirmektedir (Özkan, 2009:367). Kötü
teselli şiiri de şâirin, sevgilinin yokluğundan geceleri iç çekip
ağladığını ve kendisini afakanlar bastığını dile getirmektedir. Şair
şiiri ise, Goethe’nin sevgiliye sahip oluşunun kendisini hoşnut kıldığını
yansıtmaktadır. Sevgiliye gönüllü bir şekilde aşık olmanın kendisine bir
armağan kılındığını dile getirmektedir.
Selam’da
ise, Goethe sevgilisinden dolayı ne kadar mutlu olduğunu bildirmektedir. Onun
seyahat ettiği diyardaki sevgilisi kendisi için Süleyman Peygamber’in (AS)
Hüdhüd’ünün Belkıs’a haber vermesi gibi, o sevgiliye haber uçuran bir kuştur. Teslimiyet’te
ise, eriyip giderken bile halâ mütebessim kalabildiğini; yanıp tutuştuğunu ve
ağzından güzel nağmeler çıktığını ifade etmektedir.
Goethe, dîvândaki bir başka şair şiirinde ise,
aşkın kendisine düşmanca tavrından bahsetmektedir. Mumun dahi erirken etrafını
aydınlattığını, ancak aşkın kendisine acı ve ıstırap verdiğini ifade
etmektedir. Aşk ıstırabı onun ıssız kalbinde yer bulmuş ve oraya yerleşmiştir. Esrarengiz
şiiri, sevgilinin füsunkâr gözlerini ve onun herkesi hayran edişinden
bahsetmektedir.
Goethe, şiirlerinde Allah’ın huzurunda olmak ve O’nun
aşkıyla yanmanın kendisini mutlu ettiğini söylemektedir. Aşk, şâirler sultanını
abad etmektedir. Aşkın ilâhî yankısını kendi kalbinde hissetmektedir. Bir ilâhî
buseye kendisini armağan etmektedir. İlâhî aşkın büyüsüyle ebedî âlemde her
yere nüfûz edebildiğini dile getirmektedir. O, âlemdeki ilâhî kelâmın saf ve
canlı oluşunu ve tesirli olduğunu ve bunun kendisini dizginlenemeyen bir
hasrete garkettiğini söylemektedir. Ona göre, dizginlenemeyen bu ilâhî aşk
ateşinin nihayeti yoktur. Şâir, bu ebedî aşkı temaşa edinceye dek bir boşluk
içinde yüzmektedir.
SONUÇ
Tasavvuf, kaynağı Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in salla’llâhü
aleyhi ve sellem sünneti olan bir ilimdir. O, Hz.Peygamber’in salla’llâhü
aleyhi ve sellem hayatında zühd, hadislerinde ise ihsan olarak
ifadesini bulmuştur. Hicrî 6., Milâdî 12. yüzyıldan itibaren de günümüzdeki
manâsıyla tarikatlar şeklinde teşkilatlanmış ve hem İslâm beldelerinin, hem de
dünyanın her tarafına nüfûz etmiştir. Tasavvuf, İslâm dininin tebliğinde ve
yayılmasında çok önemli bir rol de oynamıştır. Özellikle, Selçuklular ve
Osmanlılar döneminde pek çok isim altındaki tarikatların çok geniş halk
tabakalarına tesir etmek suretiyle büyük hizmetler deruhte ettikleri
görülmektedir.
Tasavvuf, sadece İslâm beldelerini etkilememiştir.
Günümüz dünyasında tasavvuf dünyanın muhtelif bölgelerinde etkisini giderek
sürdürürken, hem Doğu’da, hem de Batı’da gerek Allah dostlarına ve gerekse
şâirlere ilham kaynağı olmaya devam etmektedir. Şâir mutasavvıflar, bu ilimin
vermiş olduğu ilhamla büyük eserler vücuda getirirken, Avrupa ve Batı’da da
büyük şairler, insaflı ilim adamları ve mütefekkirler bu ilim dalından çok
etkilenmişlerdir, hatta bazıları büyük eserler vermişlerdir.
Çalışmamızın konusunu teşkil eden ve Celvetiye
Tarikatının Pirî durumunda olan Aziz Mahmud Hüdâyî’nin Dîvânı İlâhîyatı ile,
Batı’nın en büyük mütefekkirlerinden birisi olan ve şairliği ön plana çıktığı
için, Şâirler Sultanı diye de adlandırılan Johann Wolfgang von Goethe’nin
Doğu-Batı Dîvânları her iki şahsiyetin de yazmış oldukları en büyük
eserleridir.
Yaşamış olduğu devrin sekiz padişahından altısıyla
yakın münasebetlerde bulunarak onlara mektuplar yazan ve içinden çıkılamayan
birçok meselede yol gösterici talimatlar vererek onların hürmetine mazhar olmuş
bulunan Aziz Mahmud Hüdâyî, ilim, irfan ve hikmet yuvası haline gelen
tekkesinde ilmî ve manevî faaliyetlerini sürdürerek, eserleri, nasihatları ve
sohbetleriyle insanları ihya etmiştir.
Johann Wolfgang von Goethe ise, yaşamış olduğu
toplumda çocukluğundan itibaren her an bir manevî arayış içerisinde olmuş
hakikatli bir şahsiyettir. Bir
hezerfan olan Goethe, hayatın hemen hemen tüm
alanlarına ilgi duyarak, bu alanlarda eserler vücuda getirmiştir. Goethe, aynı
zamanda devlet başkanlarıyla da temas içinde olan, onların sır kâtipliğini
yapan bir şahsiyettir. Bununla beraber, devlet hizmetinde de bizzat yer alarak,
şairliği, mütefekkirliği, ilim adamlığının yanında devlet adamlığını da sonuna
kadar konuşturmuş muhteşem bir kişidir. Goethe sadace Almanların dikkatini
çekmemiştir, o bütün dünyaya mâlolmuş evrensel bir kişiliktir.
Mürşid-i Mükemmil olan Aziz Mahmud Hüdâyî, hem kendi
devrinde, hem de daha sonraki devirlerde ve günümüzde eserleri, tarikatı,
asitanesi, mensuplarına olan duası, menkîbe ve İlâhîleriyle adeta
ölümsüzleşmiştir. Her ne kadar vefat etmiş olsa dahi, manevî olarak ruh-i
azîziyle hayatımızın rehberlerinden olmuş bir mükerrem zattır. Aziz Mahmud
Hüdâyî’nin hizmetleri, bugün dahi Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı adı altında tüm
dünyayı sarmalamaktadır.
Johann Wolfgang von Goethe ise günümüz edebiyat
çevrelerinde etkisi günden güne artarak devam eden, ihtirama lâyık bir muhterem
kişidir. Yazmış olduğu eserlerle günümüz edebiyat dünyasına ışık tutmaktadır.
Özellikle, onun yazmış olduğu Doğu-Batı Dîvânı edebiyat çevrelerini çok
derinden etkilemiş ve onun düşünce dünyasının nasıl olduğuna dair pek çok
çalışmanın önünü açmıştır. Yine, İslam Peygamberi Hz. Muhammed’le salla’llâhü
aleyhi ve sellem ilgili yazmış olduğu “Muhammed’in Nağmesi” na’atıyla da
edebiyat çevrelerini hayretler ve dehşetler içerisine düşürmüştür. Zîra,
Batı’da pekçok kişinin Hz. Peygamber’e salla’llâhü aleyhi ve sellem sözleriyle
sataştığı bir dönemde, o İslâm Peygamberini muazzam derecede övmüştür. Bu
yönüyle de ihtirama layık muhterem bir şahsiyet olarak görülmelidir. Yazmış
olduğu dîvânında, o müslüman olduğunu söylemekten kaçınmadığını dile
getirmiştir.
Aziz Mahmud Hüdâyî’nin Dîvân-ı İlâhîyatı ile Johann
Wolfgang von Goethe’nin Doğu-Batı Dîvânı’nda Tasavvuf adı altında yapmış
olduğumuz çalışmamızda elde ettiğimiz neticeleri şu şekilde sıralamak
mümkündür:
Hüdayi, hem kimya, hem de simya ilmiyle yoğrulmuştur,
Ledünni ilim sahibidir. Mutasavvıftır, şairdir, musıkîşinastır ve eserleriyle
edebiyat dünyamızı süslemiştir. İçinde yaşamış olduğu devrin en önemli
isimlerinden biridir. Çok iyi
bir tahsil görmüştür. Kadılık ve müderrislik
payelerine ulaşmıştır. Görmüş olduğu bir dava vesilesiyle mürşidi Üftade ile
tanışıp onun manevî terbiyesine girerek tasavvuf yoluna sülûk etmiştir.
Hüdâyî’nin yazmış olduğu dîvânın ana teması tasavvuf
içeriklidir. Bu dîvânında fikirlerini şiir yoluyla ortaya koyarken, edebiyatı
bir vasıta olarak kullanmıştır. Dili kolaydır. Fikirlerini açıklarken de
şeriatın dışına çıkmamıştır. Şiirleri sanat endişesinden uzaktır. Onun için
estetikten ziyade şiirin ifade ettiği anlam ve muhteva önemlidir. Sözler kısa
ve özdür. Devrin edebî üslûbunu eserde görmek mümkündür. Şiirlerinin çoğunluğu
Ahmet Yesevî ve Yunus Emre tarzındadır, coşkuludur, heyecan vericidir. Hüdâyî
şiirlerinde okuyucuyu gafletten uyandırmak istemektedir. Dünya ona göre
aldatıcıdır, bu yüzden günahlardan el etek çekmek ve sakınmak gerekmektedir.
Büyük bir samimiyetle Allah yoluna girmeyi öğütlemektedir.
Hüdâyî, hem kendi dönemini fikren, zikren etkilemiş,
hem de kendisinden sonraki dönemlerde gelmiş olan pekçok şairi tesiri altına
almıştır.
Goethe ise, çocukluğundan itibaren muazzam bir eğitim
almıştır. Ebeveynleri onun için bir örnek teşkil etmişlerdir. Goethe şairdir,
mütefekkirdir, devlet adamıdır, musıkîşinasttır ve hayatın tüm alanlarıyla
ilgili çalışmalar yapmış ve bunlarla ilgili eserler vermiştir. İçinde yaşamış
olduğu toplumda çalışmaları ve fikirleriyle tebarüz etmiştir. Hukukçudur. Aynı
zamanda bakanlık yapmıştır. Devletine büyük hizmetleri geçmiştir. Özellikle,
Herder ile beraberliği onu İslâm’ın kaynaklarına açmıştır. Samimi, dürüst ve
kendince dindar bir kişiliğe sahiptir. Özgürlüğü ve evrensel olmayı ön planda
tutmaktadır. Kur’an-ı bizzat okuyabilme ve yazabilme adına Arapça da öğrenmiştir.
Goethe’nin Doğu nazım biçimlerine yönelmesinde
Viyana’lı şarkiyatçı Joseph von Hammer Purgstall’ın yayınlanan Hafız dîvânı çok
etkili olmuştur. Dîvân’ın en önemli figürlerinden ikisi Züleyha ve Marianne von
Willemer’dir. Hatem’in kişiliğinde ise Goethe kendi portresini çizmiştir.
Goethe, eserin ana bölümünü oluşturan şiirlere daha sonra birçok mısralar ve
özdeyişler eklemiştir. Eserde, o Hafız’ın biçim ve kafiye özelliklerini sadece
birkaç şiirde taklit etme çabasını göstermiştir. Gazellerin ise ruhunu örnek
almaya çalışmıştır. Dîvân’ın
özelliği kutupluluk üzerine oluşudur. Gençlik ve
ihtiyarlık, sır ve itiraf esere ilginç bir gerilim havası vermektedir.
Goethe’nin Doğu-Batı Dîvânı’nın ana teması bir takım
ahlakî, dinî ve felsefî vecizeler oluşturmuştur. Bunlar, Murakaba, Hikmet ve
Temsil bahisleri şeklinde dîvânda işlenmiştir. Dîvânı besleyen en önemli kaynak
bizzat Kur’an-ı Kerim’dir. Dîvân oniki bölümden oluşmuştur. Ayrıca, İslâm
dünyası, cennet tasavvuru dîvân için edebî bir malzeme niteliğindedir.
Dîvândaki Şarkılar Kitabı onun siyasî huzursuzluk ortamından kaçışını gösteren
Doğu kültürüyle karşılaşmasıdır. Hafız Kitabı Bahsinde Goethe, Doğu şiirinin
din ile bağlantılı karakteristik özelliğini konuları ve biçimleriyle ele
almıştır. Aşk Bahsi, Murakaba Bahsi, Sıkıntı Bahsi, Hikmetler Bahsi, Timur
Bahsi, Züleyha Bahsi, Saki Bahsi, Mecazlar Bahsi, Persler Bahsi ve Cennet Bahsi
konuları da divanın diğer içeriğidir.
Divanda Timur Bahsi, Hafız’ın çağdaşı Timur’la,
Goethe’nin çağdaşı Napolyon’un kışın çıktıkları birer sefer olan Çin ve Moskova
seferleri arasındaki bağıntıyı dile getirmektedir. Züleyha Bahsi ise dîvânın en
önemli bölümlerindendir. Aşk ve sevgi bu bölümde en tesirli bir biçimde
kendisini göstermektedir. Cennet Bahsinde ise ilâhî ve mecazî aşkın
birlikteliği dile getirilmiştir. Bu bahiste cennet tasavvurlarının imajlarından
hareket söz konusu edilmiştir. Bu bahiste şair huriler tarafından cennete
sokulmuştur. Onun bu bahiste cennete duhul edişi ise Züleyha’ya yazmış olduğu
şiirler neticesinde olmuştur. Goethe’nin bu eseri Alman edebiyatında Şark nazım
biçimine olan ilgiyi uyandırmıştır. Bununla birlikte pekçok şair Şark
edebiyatının biçim ve konularına yönelmiştir.
Ablay, M. N. (1987). Mevlana ve Goethe Panteizmin İki
Büyük Temsilcisi, Selçuk Üniversitesi, 1. Milletlerarası Mevlana Kongresi,
3-5 Mayıs, Konya, 147158.
Akçay, Y. (2005). Aziz Mahmud Hüdayi Divanında
Tasavvufi Terimler, Aziz Mahmud Hüdayi Uluslararası Sempozyum Bildiriler
Cilt 1, İstanbul, 20-22 Mayıs, 465-484.
Akpınar, A. (2005). Aziz Mahmud Hüdayi’nin Kur’an’a
Vukufiyeti ve Ayetlerden İstifade Metodu (Divan Örneği), Aziz Mahmud Hüdayi
Uluslararası Sempozyum Bildiriler Cilt 1, İstanbul, 20-22 Mayıs, 31-53.
Aksu, İ. (2009/2). Aziz Mahmud Hüdayi Adına Kayıtlı
Mevlid-i Şerif ve Mi’raciye Risalesi, Tasavvuf ilmi ve Akademik Araştırma
Dergisi, 24, Ankara, 81-96.
Alperen, A. (2009). Goethe, Faust ve İslamiyet, Eskiyeni,
Sayı 14 Yaz, 106-111.
Altıntaş, H. (1986). Tasavvuf Tarihi, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları. No 171, Ankara, 1-24.
Araz, R. (2007). İlahi Aşk Çağrışımlarına dönüşen Tutku,
Bizim Külliye, Üç Aylık Kültür Sanat Dergisi, Mart-Nisan-Mayıs, 39-43.
Arpaguş, S. (2005). Aziz Mahmud Hüdayi’nin
Hatiplik-Vaizlik Hizmetleri ve En- Nâsâyıh Ve’l-Mevâiz Eseri, Aziz Mahmud
Hüdayi Uluslararası Sempozyum Bildiriler Cilt 1, İstanbul, 20-22 Mayıs,
101-113.
Aydın, S. (2016). İslam Düşüncesi 1, Külliyat
Yayınları: İstanbul.
Aytaç, G. (1992). Yeni Alman Edebiyatı Tarihi,
Gündoğan Yayınları: (3. Basım) Ankara.
Aytaç, G. (1982). Goethe Der ki, Kültür ve
Turizm Bakanlığı Yayınları, Başbakanlık Basımevi: Ankara.
Aytaç, G. (2010). Goethe, Say Yayınları: (2.
Baskı) İstanbul.
Ayvazoğlu, B. (2014).
Aşk Estetiği, Kapı Yayınları: (2. Basım) İstanbul.
Azamat, N. (2012). İslam
Ansiklopedisi, Cilt 42, İstanbul.
Banarlı, N. S.(1997). Resimli Türk Edebiyatı
Tarihi, Milli Eğitim Basımevi: Cilt I, II, İstanbul.
Bardakçı, M. N. (2005). Aziz Mahmud Hüdayi’nin
Tasavvufi Düşüncesinde Ölüm ve Ölüm Sonrası Hayat, Aziz Mahmud Hüdayi
Uluslararası Sempozyum Bildiriler Cilt 1, İstanbul, 20-22 Mayıs, 245-259 .
Beşirli, M. (2001). Aydınlanma Dönemi Felsefesinin
Alman Birliğinin Kurulması Sürecine Etkisi, Liberal Düşünce Kış, 48-55.
Brodbeck, R. C.
(2011). Hazreti İnsan, Sufi Yayınları: (6. Baskı) İstanbul.
Brodbeck, R. C.
(2010a). Sonsuz Kulluk, Sufi Yayınları: (3. Baskı) İstanbul.
Brodbeck, R. C.
(2010b). Fakra Övgü, Sufi Yayınları: (1. Baskı) İstanbul.
Bursalı, M. N. (1980). Yunus Emre, Hayatı ve Bütün
Şiirleri, Erhan Yayınları: İstanbul.
Çelik, Z. (2006). Mevlana’da Akıl-Aşk
İlişkisi(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi) DEÜ, SBE Felsefe ve Din
Bilimleri ABD, İzmir.
Çınar, F. (2014).
Somuncubaba, Kültür Şubat 56-58.
Çıtlak, M. F. (2014) Aşkın
Bir Noktası, Sufi Yayınları: (1. Baskı) İstanbul.
Dağlar, A. (2015). Yunus ve Hafız ile Goethe ve Nüzhet
Erman Dörtgeninde Ebussuud Efendi, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi,
Cilt 8, sayı 41 Aralık, 144-153.
Dallmayr, F. (2000). Doğu-Batı Divanı: Goethe ve Hafız
Diyaloğu, Divan, 113-131.
Demirel, Ş. (2004). Tasavvufun Boyutları, çev. Ender
Gürol, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:14, sayı.1,
Elazığ, 301-309.
Derin, S. (2006). İngiliz Oryantalizmi ve Tasavvuf,
Küre Yayınları: (1. Basım) İstanbul.
Doğan, M. N. (2011). Fatih Divanı ve Şerhi, Yelkenli
Yayınları: (3. Baskı) İstanbul).
Doğan, M. N. (2011). Şeyh Galip Hüsnü Aşk,
Yelkenli Yayınları: (7. Baskı) İstanbul.
Doğan, M. (2014). Cemalnur Sargut’la Söyleşi, Her
Nefes, Tasavvuf Kültür Dergisi, Sayı 55, Nisan, 1-33.
Doğan, N. (2012). Alman Sosyoloji Geleneği,
Kitabevi Yayınları: İstanbul.
Ertan, M. E. (2005). Seyyid Aziz Mahmud Hüdayinin
Edebi Şahsiyeti, Aziz Mahmud Hüdayi Uluslararası Sempozyum Bildiriler Cilt
1, İstanbul, 20-22 Mayıs, 449-463.
Eşmeli, M. A. (2005). Bir Lahzaya Bin Asır,
Yüzakı Yayıncılık: Kasım, İstanbul
Gençdoğan, İ. (2010). Aziz Mahmud Hüdayi Divanında
Dini Muhteva(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara Üni. Sos. Bil. Enst.
İslam Tar. San. A.B.D. Ankara.
Goethe, J.W. von (1988). West-östlicher Divan,
İnsel Taschenbuch Verlag: Frankfurt am Main.
Güneş, M. (2005). Aziz Mahmud Hüdayi Divanında Dostluk
Kavramı Üzerine, Aziz Mahmud Hüdayi Uluslararası Sempozyum Bildiriler Cilt
1, İstanbul, 20-22 Mayıs, 423-436.
Güngör, Z. (2005). Aziz Mahmud Hüdayi Divanında Hz.
Muhammed İmajı, Aziz Mahmud Hüdayi Uluslararası Sempozyum Bildiriler Cilt 1,
İstanbul, 20-22 Mayıs,437-448.
Gürer, B. (2017). Ahmed Yesevi’nin Divan-ı Hikmeti
Ekseninde Tasavvufi Düşüncede İlahi Aşk, Billig, Kış, Sayı 80, 15-41.
Hegel, J. W. F. (2016). Tarih Felsefesi 1, Çev.
Yusuf Kaplan,Külliyat Yayınları: (1. Baskı) İstanbul.
Işık, E. (2011). Aşkı Meşk Etmek, Sufi
Yayınları: (2. Baskı) İstanbul.
Işıktaş, B. (2015). Avrupa’da Devrimler Çeğında
Toplumsal Değişim, Kültür ve Müzik Yaşamına Dair Notlar, Beykent
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Volüm 8, 158-172.
Izutsu, T. (2001). İslam Mistik Düşüncesi Üzerine
Makaleler Çev. Dr. Ramazan Ertürk, Anka Yayınları: (1. Baskı) İstanbul.
Kahraman, A. (2003). Goethe’nin “Mahomets Gesang”
Şiiri: Türkçe Çevirileri Üzerine, Diyanet ilmi Dergi, Peygamberimiz Hz.
Muhammed salla’llâhü aleyhi ve sellem Özel Sayı 2. Baskı Ankara, 575-588.
Kanık, M. (2005) İbn Arabi İlahi Aşk (Çeviri),
İnsan Yayınları: (10. Baskı) İstanbul.
Kayaokay, İ. (2017). Kafzade Faizi’nin Aziz Mahmud
Hüdayi Hakkında Yazdığı Bir Medhiyye, International Journel of Language
Academy, Volum 5/1 Spring, 40-61.
Kısakürek, N. F. (2010). Batı Tefekkürü ve İslam
Tasavvufu, Büyük Doğu Yayınları: (16. Basım) İstanbul.
Kısakürek, N. F. (2012). Çöle İnen Nur, Büyük
Doğu Yayınları: (44. Basım) İstanbul.
Kuşpınar, B. (2007). Mevlana’da Akıl ve Aşk, SÜİFD/23 Necmettin
Erbakan Üni. İlahiyat Fak. Der. 7-22.
Küçükbatur, Y. T. (2013). 19. Yüzyılda Türk ve Alman
Toplumlarında Sosyal Yapı ve Değişim Olgusu, A.Ü. Türkiye Araştırmaları
Dergisi (TAED) 49. Erzurum, 415-422.
Lukacs, G. (2011). Goethe ve Çağı, Türkçesi:
Ferit Burak Aydar, Sel Yayıncılık: (1. Baskı) İstanbul.
Maksudoğlu, B. (1967). Goethe ve İslam, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 15, Ankara, 187-212.
Mcneill, W. (2015). Avrupa Tarihinin Oluşumu,
Çev. Yusuf Kaplan, Külliyat Yayınları: İstanbul.
Mommsen, K. (2012). Goethe ve İslam, Türkçesi:
Senail Özkan, Ötüken Neşriyat: İstanbul.
Nar, C. (2008). Aydınlanma Yolunda Tasavvuf,
Erkam Yayınları: İstanbul.
Öke, M. K. (2015). Aşkın Ekolojisi, Sufi Kitap:
(1. Baskı) İstanbul.
Ökten, S. (2015). Gelenek Sanat ve Medeniyet,
Sufi Kitap: (1. Baskı) İstanbul.
Özdamar, M. (2008). Yaman Dede, Kırk Kandil
Yayınları: (6. Baskı) İstanbul.
Özdemir, M. T. (1970). Goethe’nin Şiirinde Hz.
Muhammed, Ankara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 18,
Ankara 137-140.
Özemre, A. Y.,& Şahinler, N. (2004). Kamil
Mürşidin Mirası, Timaş Yayınları: (1. Baskı) İstanbul.
Özervarlı, M. S. (2005). Aziz Mahmud Hüdayi’ye Göre
İlim ve Marifet, Aziz Mahmud Hüdayi Uluslararası Sempozyum Bildiriler Cilt
1, İstanbul, 20-22 Mayıs, 115-119.
Özkan, S. (2008). Mevlana ve Goethe, Ötüken
Neşriyat: (1. Baskı) İstanbul.
Özkan, S. (2009). Çev. Doğu-Batı Divanı, Ötüken
Neşriyat: İstanbul.
Özkan, S. (2006). Aşk ve Akıl, Ötüken Neşriyat:
İstanbul.
Özköse, K. (2005). Aziz Mahmud Hüdâyi’de Nûr-ı
Muhammedî Telâkkisi, , Aziz Mahmud Hüdayi Uluslararası Sempozyum Bildiriler
Cilt 1, İstanbul, 20-22 Mayıs, 231-238.
Öztürk, R. T. (2014). Erzurumlu Emrah Divanında
Divan Edebiyatı Etkileri ve Tasavvuf (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi),
YYU, Sosyal Bil. Enst. T.D.E.A.B.D, Van.
Pıcthall, M. M. (2014). İslam Medeniyetinin
Dinamikleri, Çev. Yusuf Kaplan, Külliyat Yayınları: (2. Baskı) İstanbul.
Rabbani, İ. (2014). Mektubat-ı Rabbani’de Şeriat ve
Tasavvuf, Terc. Necdet Tosun, Süleyman Derin, Ahmet Hamdi Yıldırım, Erkam
Yayınları, İstanbul.
Saklı, A. R. (2012). Fransa ve Almanya’da Ulusallaşma
Süreci ve Ulus Bilincinin Oluşumu, Akademik Bakış Dergisi, 32
Kırgızistan, 1-19.
Salihoğlu, H. (1988). Alman Edebiyatında Fırtına ve
Tepke, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 3, 199-208.
Salihoğlu, H. (1993). Alman Kültür Tarihi, İmge
Kitabevi: (1. Baskı) Ankara.
Sarıçam, İ. (2014). Hz. Muhammed’in Mesajının Batı
Şairlerine Etkisi: Goethe Örneği, İslami İlimler Dergisi Yayınları
Ekim,521-530.
Schimmel, A. (2005). Türkiye’de Tasavvuf ve Manevi
Hayat, çev. Süleyman Gökbulut, D.E.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı
22 İzmir, 185-195.
Şasa, A.,& Demirci, B. (2006). Ömer Tuğrul
Inançer, Vakte Karşı Sözler, Keşkül Yayınları: İstanbul.
Şekur, M. (2009). Su Üstüne Yazı Yazmak, İnsan
Yayınları: (15. Baskı) İstanbul.
Şimşek, S. (2011). Nasrettin Hoca ve Tasavvuf,
Buhara Yayınları: (2.Baskı)
İstanbul.
Tarnas, R. (2015). Batı Düşüncesi Tarihi I,
Çev. Yusuf Kaplan, Külliyat Yayınları: (3. Baskı) İstanbul.
Taşcı, Ö. (2013). Aydınlanma, Oryantalizm ve İslam,
Sentez Yayıncılık: (1. Basım) Ankara.
Tatcı, M.,& Yıldız, M. (2005). Aziz Mahmud
Hüdâyî, Divan-ı İlahiyat, Sahhaflar Kitap Sarayı: İstanbul.
Tavukçu, O. K. (2003). Aziz Mahmud Hüdayi’nin Edebi
Kişiliği, Üsküdar Sempozyumu I, 23-25 Mayıs Cilt 2 İstanbul, 276-284.
Tek, A. (2005). Aziz Mahmud Hüdayi’nin Seyru Sülûk
Anlayışı, Aziz Mahmud Hüdayi Uluslararası Sempozyum Bildiriler Cilt 1,
İstanbul, 20-22 Mayıs, 179-191.
Tezcan, N. (2003). Aydınlanma Çağında Bir Kaderci,
Kanat, Sayı 42, Ankara, Bahar, 2-3.
Topbaş, O. N. (2002). İmandan İhsana Tasavvuf,
Erkam Yayınları: İstanbul.
Tosun, N. (2012). Derviş Keşkülü, Erkam
Yayınları: İstanbul.
Uzunçarşılı, İ. Hakkı (1988). Osmanlı Tarihi,
T.T.K. Basımevi: (5. Baskı) Cilt II, Ankara.
Ünal, M. (2012). Tasavvuf Tarihi İçinde Celvetilik, SDU
Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Isparta, Ağustos, 91-104.
Whıtehead, A. N. (2011). Düşüncelerin Serüveni,
Çev. Yusuf Kaplan, Külliyat Yayınları: (2. Baskı) İstanbul.
Yakıt, İ. (1995). Mevlana ve Goethe’de Hikmet ve
Felsefe, Süleyman Demirel Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, sayı
2 İsparta, 1-14.
Yılmaz, B. (2006). Goethe
ve Tasavvuf, NKM: (Birinci Baskı) İstanbul.
Yılmaz, H. K. (1996). İslam Tasavvufu, Ebu Nasr
Serrac, El-Lüma, Altınoluk Yayınları: İstanbul.
Yılmaz, H. K. (1990). Azîz Mahmûd Hüdâyî,
Hayatı-Eserleri-Tarikatı, Erkam Yayınları: İstanbul.
Yılmaz, H. K. (2009). Anahatlarıyla Tasavvuf ve
Tarikatlat Ensar Neşriyat: (12. Baskı) İstanbul.
Yılmaz, Ö. (2014). Alman Mistik Düşüncesi,
İnsan Yayınları: (1. Baskı) İstanbul.
Yüceer, İ. (2005). Aziz Mahmud Hüdayi’nin Metafizik
Dünyası, Aziz Mahmud Hüdayi Uluslararası Sempozyum Bildiriler Cilt 1,
İstanbul, 20-22 Mayıs, 121-170.
İNTERNET
KAYNAKLARI
Ateş, S. Goethe’de İslam ve Kur’an Sevgisi, www.suleyman- ates.com/index.php?option=com
content&view=article&id=889.2013-12-15- 13-30-40&cadid&59:aralık-2013&temid=46,
14:48, 1-4. (12.12.2014).
Altıntaş, H. İslam Düşüncesinde Tasavvuf,
dergiler,ankara.edu.tr/dergiler/37/772/9832.pdf, s.15.59, 111-122.
(12.10.2016).
Cebecioğlu, E. “Prof. Nicholson’un Kronolojik Esaslı Tasavvuf
Tarifleri”,
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/770/9803.pdf
, , 15:21, 387-406.
Hüdayivakfı, Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerinin Hayatı,http://hudayivakfi.org/aziz-
mahmud-hudayi-hazretlerinin-hayati.html s.13:58, 1-15. (13.11.2013).
Kemal, N. Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri ve Dönemin
Siyasal Ortamına Etkisi,http://www.hudayivakfı.org/aziz-mahmud-
hudayihazretleriZhudayisempozyumu.html, 15:02, 5169. (31.12.2014).
Özgü, M. Goethe ve Hafız, dergiler.ankara.
edu.tr./dergiler/37/742/9470. pdf., 14:43, 89-103. (12.12.2014).
Schimmel, A. Garbın Mevlana Görüşü, dergiler; ankara.
edu.
tr/dergiler/37/741/9457/pdf
, 14:16 ,27-29. ( 12.12.2014).
Şahin, N. Aziz Mahmud Hüdayi Döneminde Üsküdarda Aile
Hayatı ve Sosyal Yapılanmada Celvetiye Tarikatinin Yolu, http://www.hudayivakfi.org/aziz-
mahmud-hudayi-hazretleri/hudayi-sempozyumu.html, 14:49, 167-178.
Vikipedi, Mahmud Hüdayi,
tr.wikipedia.org/wiki/Mahmud_Hüdayi, 14:18 .
Wıkıpedia, Johann Wolfgang von
Goethe,https//tr.wikipedia.org/wiki/Johann_Wolfgang_von_Goethe,
, s.16:31, ^1-17. (19.11.2018).
Yılmaz, M. (2008). Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri
Hayatı ve Divanı, http://www:yagmurdergisi.com.tr/archives/yazdir/aziz-mahmud-hudayi-
hazretleri-hayatı-ve-d sayfa 1-9 Ekim-Kasım-Aralık, 1-9.
[I] Karşılaştırmayla ilgili ayrıca bu
kaynaklara da bakılabilir.Hüdâyîvakfı,
2018:1-15; Yüceer, 2005:133- 134; Özervarlı, 2005:115; Gençoğlan, 2010: 32;
Yılmaz, 1990:90-95; Yılmaz, 2008:8; Zülfikar, 2005:438; Ertan, 2005:449-462;
Tavukçu, 2003: 284; Wıkıpedia, 2018:1-17; Aytaç, 1992:134-169; Aytaç, 1982:
9-13; Aytaç, 2010: 22-25).
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar