Gel Gel
XXXIX
Üç gün oldu ki sevgili bir başka türlü; şeker ekşi olmaz, o şeker
mi şeker güzel, nasıl oluyor da böyle yüzünü ekşitiyor?
Abıhayat kaynağına vardım, testimi götürdüm, fakat bir de gördüm
ki kaynak kanlarla dopdolu.
Yüz binlerce gül biten bahçede meyve, çiçek yerine diken var, taş
var, çöle dönmüş o canım bahçe.
Afsunlar okuyayım da o perinin yüzüne üfüreyim; çünkü peri davet
edenlerin işi gücü boyuna afsun okumaktır.
Fakat benim perim afsunlarla şişeye girmedi gitti; onun işi
afsundan da dışarı bir iş, efsaneden de.
Kaşlarını çatması eski öfkeleri yüzünden; fakat
Leylâ’nın kaş çatması Mecnun’u helâk eder gider.
Gel, gel ki sensiz yaşayış haram bana; gör,
gör ki sen olmadıkça gözlerim ırmak âdeta.
Suçum bütün halkın suçundan artık bile olsa
lûtfet, bağışla da o ay yüzünü göster, gözlerim ay dınlansın.
Gönlüm, acaba suçum nedir diye kendini
yiyor, kıvranıp duruyor; çünkü her sebep bir sonuca bağlıdır.
Ezelî hükmü bildiren çavuştan bana bir ses
gelmede; diyor ki: Kıvranıp durma, bu sebep şimdicek olmuş bir şey değil.
Tanrı bağışlar, suçlandırır, verir, alır;
onun işi akıl terazisiyle ölçülemez ki.
* Gel, gel, şimdicek “ol dedi mi oluverir”
lûtfuyla nimetleri başa kakılmayan cennet, kapı açar sana.
Kapı açar da dikenin ta kendisinde şaşılacak
çiçekler görürsün; taşta görürsün ki Karun
definesi var.
* Lûtuf, ebede dek sürer gider, bu yüzden de kâf’la nun gemisi
arasında binlerce kilit gizlidir.
CXLVII
Gel, gel ki sen semâ’ın canının canına cansın; semâ’ın soyuna
sopuna, semâ’ topluluğuna binlerce aydın mumsun.
Yüz binlerce yıldızın gönlü senin yüzünden aydındır; gel, semâ’
göğüne doğan aysın sen.
Gel ki can da güzelim yüzüne hayrandır, cihan da; gel ki semâ’
âleminde şaşılacak bir güzelsin, görülmemiş bir yaraşıksın sen.
Gel ki sensiz aşk pazarında peşin bir alışveriş y oktur; gel ki
semâ’ madeni senin gibi bir altını görmemiştir.
Gel ki iştiyak çekenler kapında oturakalmışlardır; semâ’
merdivenini daya aşağıy a, in damdan.
Gel ki aşk pazarının parlaklığı dudağından gelmede; şu semâ
dükkânında da paralı bir güzel var.
Anlam peşin paralarını Tebrizli Şems’ten
getir; çünkü dudağının aşkıyla semâ’ın ağzı açık kalmıştır.
Gel, gel ki sen semâ’ın canının canına
cansın; gel ki semâ’ bahçesinin yürüyen servisisin sen.
Gel ki senin gibisi ne ge lmiştir, ne gelir;
gel ki semâ’ın gözleri senin gibisini ne görmüştür, ne görür.
Gel ki güneş kaynağı bile gölgendedir senin;
semâ’ göğünde binlerce Zühre’n var senin.
Semâ’, açık, düzgün, yüzlerce dille sana
şükretmededir; semâ’ın dilinden bir iki nükteceğiz söyleyeyim bâri.
Semâ’a girdin mi iki dünyadan da dışarı
çıkarsın; semâ’ın şu âlemi, iki âlemden de dışarıdır.
Yedinci göğün damı yüce bir damdır amma,
semâ’ merdiveni bu damı da aşar, geçer, bu
damdan da yücedir.
Ondan gayrı ne varsa ayağınızın altına alın, vurun ayağınızı,
ezin; semâ’ sizin malınız mülkünüz, siz de semâ’ın malısınız, mülküsünüz.
Aşk, kollarını boynuma dolarsa ne yapabilirim ben? İşte böylece,
semâ’ ederken kucaklarım onu, bağrıma basarım.
Zerrelerin kucakları güneş ışığıyla doldu mu, hepsi de semâ’ın
feryadı olmaksızın oyuna girer, oynamaya koyulur.
Gel ki Tebrizli Şems, şekle bürünmüş aşktır; semâ’ın ağzı aşktan
açık kaldı gitti.
CXLIX
Gel, gel ki savaş arslanlarının arslanısın sen; ormanlıktan çık da
saflar yar.
Seni överlerken neler derlerse, neler söylerlerse hiçbiri yalan
değildir; sana ait ne söylerlerse doğrudur, hiçbiri kuru lâf değildir.
Acaba bir kere daha şu gözlerim görecek mi; sen tahta geçip
kurulmuşsun, padişahlar da çevrende el pençe dîvân durmada.
Fakat sen gene kendi makamındasın, hattâ yerin dediğimden de
üstün; ancak ayrılıktan gözlerimde fer de kalmadı, arılık da.
Yürü be dokumacı, git be örücünün gayreti, istediğiniz kadar perde
dokuyun, örtü örün; onun yüzünün yalımları hiçbir türlü gizlenmez ki.
Sen de gönül aldatırsın, senin hakkındaki övüşler de gönlü
aldatır; evet, bu böyle; fakat gönlümdeki ateş, seni övmemi b ıraktırab ilir mi
bana?
Âşıklar dünyada canlar feda ettiler sana; bense canımı feda ettim,
üstesine canımın canını da uğruna verdim.
Devlet, ikbal Kâbe’si canımdır amma binlerce can Kâbe’si, senin
çevreni dönmede, seni tavaf etmede.
Öyle bir gam içindeyim ki ağzımı yummuşum, sırrını söylemiyorum;
çocuklar da ana karnında göbeklerinden gıda alırlar.
Sen aklın da aklısın, bense hatalarla dopdolu bir sarhoşunum ki
senin, aklın aklı yanında elbette sarhoşun suçuna bakılmaz, hatası bağışlanır
gider.
Benim mahmurluğumu gidermeye denizler gerek; senin sarho şun
sağraklarla, testilerle kanmaz.
Senin aşkından başka bir yerlere sığamıyorum; aşk
Zümrüdüanka’sının yeri ancak Kafdağı’dır.
Kendi sözüme, kendi soluğuma âşık değilim
amma yüzlerce defa, binlerce defa gamından bahsettim mi sözümden,
soluğumdan senin kokun geliyor.
* Bin kere Liîlâfi sûresini okusalar vücudumun cüzleri senden
başkasıyla uzlaşamaz, senden başkasını sevemez.
Yüzünün aşkına dalmışım, bu aşkla gözümün nuruyla ahdetmişim,
sözleşmişim; kulağımı geçmişlerin hikâyelerine açmayacak, hep güzel yüzünü
seyredip duracağım.
Tebrizli Şems’in hallaç yayıyım ben, şu hallaç dükkânına ateşi
düştü onun, tutuştu pamuklar.
Kaynak:
Cilt 3
Mevlânâ
Celâleddin-Divân-ı Kebîr-Hazırlayan : Abdülbâkiy GÖLPINARLI
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar