KÎTAB’ÜL CÎHAD
ABDULLAH İBN’ÜL-MÜBAREK
(Doğumu 118 H. / Vefatı 181 H.)
Telif ve Tercüme: Muhammed Adil Teymur
Rahman ve Rahim olan Allah adıyla
ÖNSÖZ
«Cihad», lügat bakımından «Kendini fedâ edecek kadar ve düşmanını karşı koymaktan men edecek derecedeki gayret ve faaliyete denir.
Bu işin, Allah yolunda (Fî sebîlillah) olmasına Âhirette en yüksek mükâfât verilmiştir. Bu gayreti gösterene «şehîd» bu hâle ve makama «şehâdet» denir.
Eski Fıkıh ve Hadis kitaplarında «Cihad konusuna» özel kısımlar ayrılmıştır. Fakat asrımızın ilmihal kitaplarında «bu konuda bir kısım» hemen hemen görülmemektedir.
Bunun Sebebi, herhalde; cihadın cemiyete ait bir vazife ve devletin idare edeceği bir hizmet sayılmış olmasıdır. Böylece de şahsın bu konuda teşvik ve eğitimi, sanki ihmal edilmiştir.
Son zamanda İslâm devletleri arasında olan çatışmalar, savaş haline gelince Kur’anı Kerîm’deki Allah’ın hükmünü ve Hadîslerdeki Peygamberin açıklayıcı emrini bilmeyenler, şaşırıp sorular sormaktadırlar.
Savaş, ancak Allah’ı inkâr eden kâfirlerle ona ortak koşan müşriklere karşıdır.
Türk askerinin müşrik Korelilere karşı gösterdikleri cesaret, hem milletimize hem de dinimize karşı, Güney Kore’de bir sevgi ve saygı meydana getirmişti. İşte bu, savaşın önemini en güzel bir şekilde ifade eder.
İslâm dîni, insan yaradılışına en uygun olan dindir. Onun emirleriyle hem dünyada tam sıhhatli, hem de âhirette mes’ut yaşanır.
Müslümanların, biri binlerini affedip, ikaz edip, hakkı söyliyerek eğitmeleri vazifeleridir. Sonra da top-yekûn, yek vücud olarak din düşmanlarına karşı koymaları, Allah’a karşı borçtur.
Cihad Kitabımızın yazan, Abdullah İbnü’l-Mübarek, Anadolumuzun hudud vilâyetlerinde, hem dîni öğretmiş, hem de savaşmıştır. Onun bizlere hediye olarak bıraktığı «Kitab’ül-Cihad»ını ona rahmet okuyarak okuyalım.
ABDULLAH İBNÜL-MUBAREK’İN ŞAHSİYETİ
Onun şahsiyetini, kendisini tanıyan kimselerin hakkında söyledikleri sözlerle tanıyabiliyoruz. Rivayetler de onun üstünlüklerini kavramamıza yardım etmektedir.
Abbas b. Mus’ab, onun hakkında:
«Hadisi, fıkhı, Arapçayı, şecaati, ticareti, cömertliği ve yanında olmadıkları zaman da arkadaşlarına muhabbeti, nefsinde toplamış olan bir insandı.» demiştir.
Bu güzel özellikleri kendisinde toplayabilmesinin amillerinden en önemlisinin, ilim dallarından hangisini gâye edindiyse, bütün işini ona hasretmesi olduğunu, zamanının iki büyüğü, ifade etmişlerdir.
Azim ve gayretinin, herkese nasib olmıyacak bir derecede olduğunu da kendisinin hocası, Süfyan’üs-Sevrî: «Bütün ömrümde bir sene Abdullah İbnü’l-Mubarek gibi olmayı isterdim. Fakat buna gücüm yetmez. Hatta, üç gün bile» diyerek ifade etmiştir.
Süfyan’üs-Sevrî gibi zahid ve abid bir insanın güç yetiremediğini söylediği husus, Abdullah İbn’ül-Mübarek’in bazı sıfatlarım burada saymamızı gerektirmekte-(Bu kısım Adil Teymur’un «Asrı Saadetin Köprüsü» adlı kitabından alınmıştır) dir. İkisinin de talebesi olan Abdurrahman b. Mehdi, «Onun bir gün bile Abdullah İbn’ül-Mübarek gibi ola-mıyacağını» zikreder...
Bu sözünü işitenler, Süfyan ile kıyasına insanların itiraz edeceklerini söylemeleri üzerine Abdurrahman b. Mehdi: «İtiraz edecek olan bu insanlar, bu iki âlimle benim gibi doğrudan doğruya temas etmemişlerdir» diye cevap vermiştir.
«Onun üstünlükte mislini görmediğini» söylediği zaman «Şûbe ve Süfyan’ı da mı?» sorusuna İbnü Mehdi: «Ne Süfyan, ne de Şû’be.. Abdullah İbn’ül-Mubarek, âlim, ilminde fakîh, hafız, zâhid, âbid, zengin, her zaman hac eden ve gazâya çıkan, nahvi iyi bilen ve şair olan bir insandır. Onun gibisini görmedim...» diye cevap vermiştir.
Abdullah b. İdrîs’in: «Onun tanımadığı her Hadîsle bizim alâkamız yoktur» demesiyle, Sünneti de nasıl tesbit ettiğini anlıyoruz. îbn’ü Mehdî’nin: «Sünnette, ondan daha fazla toplayanı görmedim.» Esved b. Salim’in de: «İnsanların, sünnetde en sabitidir, kendisine uyulan bir imamdır. Her kim onu ayıplarsa, o kimsenin İslâmiyetinden şüphelenirim.» demelerinden bize nakledeceği hadîs ve sünnetin önemini ve sıhhatini kavrıyor ve şahsiyetinin de ilmiyle dengede olduğunu müşahade ediyoruz.
Abdullah İbnü’l-Mubarek’in, sünnete uymayı prensip edindiği gibi, sünnete uymayan tarzda yaşayan — Bid’at Ehli— ile de oturmadığı ve oturanları da menettiği görülmektedir. O, sünnete uymayanlarla oturup kalkmanın münafıklık alâmetlerinden olduğunu da söylemekteydi.
Bir kere, Horasan âlimlerinden, kendi arkadaşı, Abdullah b. Ömer As-Serahsî: «Bid’at ehliyle bir kere yemek yedim. A. Îbn’ül-Mübarek bunu Öğrenince bana, seninle otuz gün konuşmıyacağım dedi» diyerek, onun bu husustaki titizlğinii, pek güzel izah etmiştir. O, insanın îmanını ancak amelle geliştirebileceğini, hem sözleriyle hem de hareketleriyle anlatmış, Allah’ın sıfatı, zâtı, kaderi ve kelâmı ile meşgul olarak, kendilerini «Nazarî İlâhiyata» verenlerin de imanlarının zındıklığa döneceğini açıklamıştır.
O, Allah’dan çok korkardı.. Ve arkadaşı Fudayl da, A. İbn’ül-Mübarek’i sevmesinin asıl sebebi olarak, onun bu sıfatını zikretmiştir.
Hocası İbn’ü Cüreyc, kendisini Mekke’de yolcu ederken, Allah’a olan îmanı ve aşkım bildiği için ona: «Sen, Mümin, yani Allah tarafından sevildikçe, Allah da senin sahibin olsun!» diye dua etmiştir. Bununla beraber A. İbn’ül-Mübarek, hayat tecrübeleriyle şunu anlayıp söylemiştir ki, insan şu üç şeyden kurtulamaz:
1 — Kendisini çağıran bir nefis. 2 — Kendisini arayan bir şeytan. 3 — Nimetini kıskanan bir münafıktan.
A. Îbn’ül-Mübarek, ilmin insana ne gibi faydalar sağlıyabileceğini de şu zincirleme sözleriyle anlatmıştır. Bunu, Salih b. Abdullah nakletmiştir: «Kim ilmi ararsa, öğrenir. îlmi öğrenen günahdan korkar. Günahdan korkan, ondan kaçar. Günahtan kaçan ise hesaptan kurtulur.»
îlmi öğretmeyi de eh büyük vazife sayarak: «Başkasına ilim öğretmede cimri olan, üç şeyle imtihana uğrar: 1 — Ölmekle. 2 — Unutmakla. 3 — Sultana yakın olmakla.» demiştir.
Başka bir sözünde de: «Hadîsi söylemede cimrilik yapan, üç şeyden biriyle imtihan olunur: Ya, sultanın yakını olur, ilmi gider, yahut hadîste yalan söyler, yahut da ölür.» demektedir.
O, «Habbakımmdan eserleri en güzel olan kimdir?» diye sorulduğu zaman: «Azîz ve Celîl olan Allah’a,, her şeyden kesilip de dönendir» diye cevap verir.
Abdullah İbnü’l-Mubarek, arkadaşları anılınca, onları yükselterek: «Nerede, filan gibisi!..» der. Sonra da:. «Yükseltilen, Allah’ın kendine itaate yükselttiği kimse,, alçaltılan da Allah'ın bıraktığıdır» buyurmuştur.
Yüksek makam sahiplerinin, herşeyden kesilip, Allah’a dönemiyecekleri fikrine sahip olduğu için, Merv Valisi, Tarsus’lu Abdullah İbn’ü Ebi’l-Abbâs’a şöyle davrandığı rivayet ediliyor:
«Merv valisi, Tarsus’lu Abdullah b. Ebi’l-Abbâs, Abdullah İbnü’l-Mubarek’in evine, kâtibiyle birlikte,, kâğıt ve diviti (kalem takımı) ile, bir gece hadîs yazmağa gelir. Sorduğu üç hadîsi rivâyet etmemesi üzerine, vali kâtibine: «Kâğıttan topla! Anlaşılan Abdullah İbnü’l Mübarek bizi hadîs rivâyetine ehil görmedi» deyip, kalkar.
Giderken, Abdül-Mubarek’in kendilerini bahçe kapısına kadar uğurladığını gören vali, şaşkınlığım belirterek: «Bizi hadîs rivâyet etmeğe ehil görmediğin halde, niçin uğurluyorsunuz?» der.
Abdullah İbnü’l-Mubarek de: «Ben, bedenimi sizin için alçaltmyı istedim. Fakat Resulullahın hadîsini al-çaltmayı değil» diye cevap verir.
Abdullah İbnü’l-Mubarek’in, şu sözü de söylediği rivâyet edilmektedir:
«İnsanları görüyorsun. Dinin en azıyla yetiniyorlar. Fakat yaşamada az ile yetindiklerini görmüyorum. Dine yapış ve dünyayı meliklere terket!.. Nasıl ki melikler dünyaya yapışıp, dini bırakmışlarsa..»
Hakikaten insanlar, dünyaya ve onun lezzetine kapılıyorlar, ona daldıkça dalıyorlardı...
Abdullah İbnü’l-Mubarek, bu lezzetin arkasındaki maksadı şöyle ifade ediyordu: «Kederlerin, yaşamakla bağlantılıdır. Bu yolu, ancak kederle geçebilirsin. Dünyanın lezzeti zehirlidir. Zehiri ancak tatlıyla yiyebilirsin...» İşte bu tip düşüncelerle zahidler —Belli bir ölçüde— dünyadaki nasiplerini unutmuyorlardı. Maişetlerini temin dolayısıyla da kendilerini istedikleri kadar ibadete veremiyorlardı. Düşmana karşı bekçiler için, hududlarda «RİBAT» denilen yerler yapılmıştı. O devrin meşhur âbidlerinden, Abdulvahîd b. Zeyd’in Aba-dan’da, Küfe yakınlarında ilk RİBAT’ı veya «SAVMA-A»yı âbidler için inşa ettiği rivayet edilmektedir.
O asırda, başka RÎBAT’lar da kurulmuştur. Her yıl Atâ-ül-Horasanî, Askalan’da kırk gece murabıt kalırdı.
Fadl b. Yahya’l-Bermekî de Horasan’da . Ribatlar inşa ettirmiştir.
Merv yakınlarında Abdullah İbnü’l-Mubarek adına bir rıbatm olduğu da zikredilmektedir.
Ribatın ve hudud beklemenin faziletine ait bir çok hadis, bizzat A. İbn’ül-Mubarek’in Kitab-ül Cihad’ında rivâyet edilmiştir.
Yine, Ribat mevzunundaki bazı hadîsler Sünen-i Saîd b. Mansûr’da zikredilmiştir.
Kütüb’ü Sitte’de ve diğer hadîs kitaplarında ekseriya RİBAT’a ait bölümler konulmuştur.
— HADÎS RİVAYETİ VE CİHADI —
Abdullah îbnü’l Mubarek’i Suğur (Hudud) vilâyetlerinde de görüyoruz. Tarsus’a gidip gelirken de Rakka’ya uğradığını, Misis’de kaldığını ve Tarsus’da hadîs rivayet ettiğini öğreniyoruz.
«Misis»de ikindi namazında Cuma mescidine gelir, güneş batana kadar, kıbleye doğru oturarak Allah’ı zikr ile meşgul olur, kimseyle de konuşmazdı.
«Kim gündüzünü zikr ile bitirirse, o bütün gününde zikretmiş olarak yazılu’...» derdi.
Görülüyor ki Abdullah Îbnü’l-Mubarek, iş saatinin bitmesinden sonraki zamanda kendisini zikr ile meşgul ediyor, bütün gün çalışmaktan ise geri kalmıyordu. Küfeli Ebû İshak’ül-Fîzârî ile hatıraları bir yekûn teşkil eder. Muhammed b. Abdurrahman b. Sehm’den rivayet edildiğine göre o, Misis’de 17 bin hadîs rivayet etmiştir.
Misis’de (talebesi), çocuk yaştaki Abdet b. Süleyman’a hadîs yazdırıyordu. Buna, karşılık vermesin diye, her sefer çocuğa bir lira verdi.
Bu hareketinden Abdullah İbnü’l-Mubarek’in hadîs öğretirken maddî menfaatten ne kadar uzak olduğunu görüyoruz.
— HUDUD BEKLEMESİ VE CİHADI —
Tarihçi Vakidî’ye göre, Hârûn’ur-Reşîd, H, 180 senelerinde Ayn’ü Zerbe şehrinin kurulmasını ve oranın korunmasını emretmiştir.
(Aynü Zerbe, Misis nahiyesinden bir hudud beldesidir.) Hârûn’ur-Reşîd, Horasan ve başka yerlerin aha tisinden bir kısım imanların oraya göçmelerini teşvi'.' etmiş ve evler tahsis etmiştir.
Buraya hicret, Al Mutasım zamanında da devam etmiştir. Abdullah İbnül Mübarek, H. 181 senesinde vefat ettiğine göre, bu hâdiseler arifesinde orada bulunuyordu.
İbnü Havkal: «Misis, esasda iki şehirdir. Birisi Ceyhan nehrinin bir tarafında, diğeri öbür tarafında-dır. Birisine «Misis» diğerine «Kefer Beyya» denilir. Aralarında bir taş köprü bulunur. Arazisi yüksek olup, çok münbittir. Cuma mescidinde oturan bir insan, denize yakın, dört fersahlık bir mesafeyi görebilir» demiştir.
O zaman, Misis, Şam’ın hudud vilâyeti olup Antakya ile Rumlar arasında bulunmaktaydı. îslâm hudud vilâyetlerinin meşhurlarındandı.
Eskiden, burada salih kimseler, hudud bekçisi (Mu-rabıt) olarak kalırlardı. Orada Ceyhan nehrinin suladığı birçok bostan bulunuyordu. Beş kapılı bir sûr’u vardı. Ehli-Siyer’in zannına göre, orayı mamûre haline getiren Masîse b. Rum İbnül Yemen (İbnü Sam îbnü Nuhdan) bu «Masisa» (şimdiki adıyla Misis) adını almıştır.
«Tarsus» Antakya - Halep Ve Rum beldeleri arasındadır. Orada iki sûr ve geniş bir hendek bulunuyordu. Sûr’un altı kapısı vardı. Abdullah Îbn’ür-Raşîd El Me’mûn (Harun-ur-Reşid’in oğlu) bir gazâ esnasında orada vefat etmiştir.
Tarsus’da normal hayat devam ederken gazâ îcâbe-dince «Nefir!.. Nefir!» diye bağırılırdı.
Abdullah İbnü’l-Mubarek, Mûtamer İbnü Süleyman, Abdullah İbn’ü Sinan da yanında olarak, beraberce savaşa çıkarlardı.
Rumlara karşı toplu gazâların olduğu bu zamanda, büyük yararlıklar gösterirdi. Abdullah b. Sinan'ın naklettiğine göre, Abdullah Îbn’ül-Mübarek, daima yararlıklarım gizler ve tanınmak istemezdi. Bir defasında, birçok müslümanı şehid eden, karşısına kimsenin çıkamadığı bir savaşçıyı katletmiş, bunu müteakiben de beş savaşçıyı öldürmüştü.
O, bu kahramanlıklarından dolayı kendisini tanımak isteyenlerden de kimliğini gizlemişti. Hatta Abdullah b. Sinan’a kendisini tanıyınca «kimseye söylememesi için» yemin vermişti. Böyle bir cihaddan döndükten sonra, Fudayl İbn’ü-İyâz’a Mekke’ye yazdığı «manzum bir mektupta» cihadın faziletlerini övmüş, orada (ibadetle meşgul olmak için kalan) arkadaşına, gazanın faziletini anlatan, Peygamberimizin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir hadîsini, «Hakem olarak» göstermiştir.
O, bu şiirini, Muhammed b. İbrahim (Ebû Sekmeye) Tarsus’da yazdırmış ve (H. 177) senesinde Fudayl b. lyâz’a göndermişti.
Bundan başka Mervli Abdet b. Süleyman’dan Ebû Hâtim’ür-Razî’nin rivayetine göre: İkisi de Anadolu’da bir savaş kafilesi içerisinde düşmanla karşılaşmışlardı. Düşmandan bir savaşçı, müslümarilardan birçok kişiyi çarpışmaya çağırıp, arkası arkasına onları şehid etmişti.
Nihayet müslümanlar, aralarından birinin çıktığını görmüşler. O, bu savaşçıyı bir müddet kovaladıktan sonra, yaralayarak öldürmüştü.
Herkes bu müslüman kahramanın kim olduğunu öğrenmek için etrafını sarmışlardı. Bu, Abdullah İbn’ül-Mubarek’ti. Kolunun yeniyle yüzünü kapatarak gizlenmeğe çalışıyordu.
Abdet b. Süleyman onun kolunu çekince kim olduğunu görmüşlerdi.
Abdullah İbnü’l-Mubarek ise ona:
«Yâ Ebâ Amr! Sen bizim kusurumuzu yüzümüze vuranlardansın» diye üzüntüsünü belirtmişti. Onca iyiliklerini göstermek bir kusurdu.
Ömrünün son yıllarında, yolculukları esnasında bile, ibadetle meşgul olup, kendisini tamamiyle Allah’a verdiğini görüyoruz.
Sefer arkadaşı Muhammed b. Âyun şöyle der: «Sefer esnasında bir gece, Abdullah İbnü’l-Mubarek yatmıştı. Ben ise, mızrağıma dayanmış, oturuyordum. O, benim uyuduğumu zannediyordu. Fecre kadar namaz kıldı. Beni, sabah namazına kaldırmağa geldi. Ona uyumadığımı söyleyince, kendisini görmemden hoşlanmadı. Sefer boyunca yüzü düzelmedi.»
Cihadları esnasında, ara sıra Bağdad’a gider, Merv’e uğrardı. Bir sene Haccedip, bir sene cihâd ederdi.
— ABDULLAH İBNÜ’L-MUBAREK’İN VEFATI —
Abdullah İbn’ül-Mubarek, rivayetlerden birine göre deniz, diğerine göre ise, Tarsus’dan gaza dönüşü, Hît’de vefat etmiştir. Doğumu H. 118’de «Merv»dedir.
Vefatının H. 178, 180, 181, 182 senelerinde olduğuna dair rivayetler vardır. En sağlamı, Ahmet b. Han-bel’in takdir ettiği 181 senesidir.
Talebesi Haşan b. Rabî anlatıyor: «Bağdad’a uğramıştım. Ayrılacağımız zaman, hadîs âlimleri beni teşyî ettüer. Tam onlardan ayrılmıştım ki: «Biraz dur!.. Ahmet b. Hanbel geliyor!..» dediler. Durdum. Ahmet b. Hanbel geldi, oturdu ve kâğıtlarını çıkardı: «Ey Ebâ Alî!.. Bana Abdullah İbnü’l-Mubarek’in vefâtını yazdır. Vefâtı hangi senedeydi?» dedi. Ona cevap verdim: «81» (yani Hicrî 181 senesinde)..
Ehl’i-Hadîs ona «Ne kastettin?» diye sordular. O da: «Yalancıları kastettim» diye izah etti. Hicri 181 senesinde Ramazan ayının 10’undan sonra, 63 yaşmda olduğu halde vefat etmiştir.
Mezar taşında şöyle yazılıdır:
Ölüm bir denizdir, dalgalan galiptir
Her yüzücü orada kaybolur gider
Tertemiz olan amel müstesna
Kişiye kabrinden başka arkadaş kalmaz.
Vefatından sonra, insanlann bir kısmı, onu rüyalarında mağfirete ve Cennete nail olmuş görerek sevindiler. Bir kısmıysa, hakkında türlü türlü takdirkâr sözler söylediler.
— HAKKINDA SÖYLENENLER —
İbnü Hibban: «İbn’ül-Mübarek’te, kendi zamanında, ilim ehlinden hiç bir kimsede bir araya toplanmamış olan güzellikler vardır» demiştir.
***
İsmail İbnü Ayyaş da onun hakkında: «Yeryüzünde Abdullah İbn’ül-Mübarek gibisi yoktur. Allahu Teâlâ yarattığı her güzel hasletten ona da vermiştir.» dedi.
Fudayl İbnü İyaz’ın oğlu Muhammed diyor ki; İbnü’l-Mübarek’i rüyamda gördüm. Ona: «En üstün iş nedir?» dedim.
«İçinde bulunduğumdur» dedi.
«Rıbat ve Cihad mı?» dedim.
«Evet» dedi.
«Rabbm sana ne yaptı?» diye sordum.
«Beni sonsuz bir mağfiretle mağfiret etti» dedi.
***
Misisli İsmail İbn’ül İbrahim: «Ben Hâris İbn’ü Atiyyeyi rüyada gördüm. Ona halini sordum. «Mağfiret olundum» dedi. İbn’ül-Mübarek, «nerdedir?» dedim.
«Ne diyorsun? O illiyyînde, hergün Allah’ü Teâlâ Hazretlerinin huzuruna girenlerdendir» dedi.
Ebû Haşim ur-Rıfâî bize Leys İbnü Harun’dan rivayet ediyor ki, Nevfel dedi:
Abdullah Îbn’ül-Mübarek’i rüyamda gördüm. «Rab-bın sana ne yaptı?» dedim. O da: «Benim, hadîse olan göç’ümü bana bağışladı» dedikten sonra: «Sana Kur’an ile tavsiye ederim» dedi.
«Süfyan’üs-Sevri’ye ne yaptı?» diye sordum. «O şe-hidlerin içinde, yüksek makamdadır» buyurdu.
Zekeriya İbnü Adî diyor ki: Abdullah İbn’ül-Mü-barek’i rüyada gördüm: «Rabbm sana ne yaptı?» dedim. «Hadîse göç ve onda Taassubumu mağfiret etti» dedi.
İbn’ül-Mübarek’in elinde, Hıristiyanlıktan Müslümanlığa dönen El-Hasan İbnü İsa Masercis anlatır:
«Abdullah İbn’ül-Mübarek’in ashabından El Fadl İbnü Musa ve Muhalled İbnü Hüseyin ve başkaları, bir araya geldiler. «Haydi, İbn’ül-Mübarek’in güzel sıfatlarını sayalım.» dediler. Sonra hepsi de O’nun «İlmi, edebi, Fıkhı, nahvi, lügati, şiiri, fesahati, Zühtü, Vera’ı, insafı, gece kalkmayı, haccı, gazayı, biniciliği, kahramanlığı, bedenine şiddet göstermeyi ve faydasız konuşmayı terketmeyi, arkadaşlarına az muhalefet etmeyi, bir arada toplamıştır» dediler. Abbas İbnü Mus’ab da şunları ilâve etmiş: İbn’ül-Mübarek, «hadîsi, Fıkhı, Arapça’yı, Şecaati, Ticareti, cömertlik ve yanlarında yokken, arkadaşlarına muhabbeti bir araya getirmişti» demiştir.
Abdullah İbn’ül-Mübarek buyurdu ki:
Yemen’deyken, Mamer’in yanından ayrılmak istediğim zaman, bir köle ve bin dirhem göndermiştim. Eşyalarımı hazırladığım zaman, hadis araştıranlardan bir genç geldi. Bana, Mamer’den işitmediğim bir hadis zikretti. Ayrılmadan, Mamer’den sormamı söyledi. Ben de bir hadis âlimine bana rivayet etmediği bir hadisi, ona ihsanda bulunduktan sonra tekrar sormak için gitmem» dedim.
Bu sözünden, Abdullah Îbn’ül-Mübarek’in, hadisin Allah rızasından başka bir dünyalıkla öğrenilip, öğre-tilmemesi hususunda titizliği, bir kere daha anlaşılmış oluyor.
Abdurrahman’ul-Ahvel, A. İbn’ül-Mübarek’den rivayet etmiştir:
«Bir adam Ebu İshak’ul Fizari’ye bir hususda sormuştu. O da, (Abdullah İbn’ül-Mübarek’i kastederek) :
Bu hususda «Müslümanların imamına» sordum demiştir. İbn’ü Mehdî Onu, as-Sevri, Malik, Hammad İb-nü Zeyd yanında, dördüncü imam olarak kaydetmekledir.
***
Abdullah Îbn’ül-Mübarek’in hocalarından biri olan Ebû Usame’den rivayeten Ali îbnü sadaka da onun hakkında: «Ashab-ı hadis arasında Îbn’ül-Mübarek, insanlar arasında Emirül mü’minin gibidir» demiştir.
***
Yahya Îbnü-Main, hadisteki ihtilâflar konusunda, Îbn’ül-Mübarek’in değeri sorulduğunda «O, mü’minle-rin emiridir» buyurmuştur. El-Museyyip İbn’ül-Vazıh da, Ebû îshak’dan naklen: «Îbn’ül-Mübarek, bütün ımüslümanlarm îmamı’dır» demiştir.
Abdullah îbnü Muhammed-Addafîf diyor ki: «Ben Îbn’ül-Mübarek’i dinledim. O, bize göre insanların en yücesi ve onların içinde kendi zamanındaki ihtilâfları en iyi bilendir.»
A. Îbn’ül-Mübarek’in talebesi, Nuaym îbnü Ham-mad anlatır: «Abdurrahman îbnü Mehdi’ye «Sana gör re, Îbn’ül-Mübarek mi, Sûfyan us-Sevrî mi daha üs* tündür?» diye sordum. O, «A. Îbn’ül-Mübarek’tir» dedi. Ona:
«İnsanlar muhalefet ederler» dedim.
«İnsanlar, tecrübe etmemişlerdir. Ben Îbn’ül Mübarek gibisini görmedim. O, sanki eşi olmayan, özel »olarak dokunmuş bir kumaş gibidir. Kimseye kıyas edilemez» dedi.
'***
Şuayb İbn’ü Harb der ki: «Abdullah Îbn’ül-Mübarek’le kim karşılaşırsa, şeref kazanır. Çünkü, o, zamanındakilerin hepsinden üstün vasıflara sahip bir insandı». Bu zat, Sûfyan üs-Sevrî’nin şu sözünü de rivayet etmiştir: «Bütün ömrümde, tek bir sene, Abdullah İbn’ül-Mübarek gibi olmayı arzu ederim. Maalesef, üç gün bile öylesine gücüm yetmez.»
***
Kütüb-ü Sitte ehlinden En-Nesaî, şöyle buyuruyor; «Biz, asrında İbn’ül-Mübarek’den daha kuvvetli olanını, ondan daha üstününü, her övülen sıfatı ondan daha fazla bir arada toplamış olanı tanımıyoruz.»
***
Ali, babası Haşan Îbnü-Şakik’den rivayet ediyor:
«Kûfe’de, İbn’ül-Mübarek’in kapışma gelmiştim.. Orada azametli bir şeyh gördüm.
«Neredensin?» diye sordu.
«Merv’denim» diye cevap verdim.
Bana: «Bu adamı, hakkıyla tanıyor musun? Bu öyle bir adamdır ki hangi ilim dalını tutsa, bütün işinin onda olmasına gayret eder.» buyurdu.
Bir de baktım ki, bu ihtiyar, Haşan îbnü Ayyaş’tır.
(Vefatı, Hicrî 198 olan) talebesi Yahya îbnü Said el-Kattan, Abdullah Îbn’ül-Mübarek hakkında: «İlminde anlayış sahibi, hafız, Zahid, Abid, zengin, çok hac ve gaza eden, nahiv bilgisi olan, şair bir insandı. Onun gibisini görmedim» demiştir.
Abdullah İbn’ü İdrîs de: «Abdullah İbn’ül-Mübarek’in tanımadığı her hadisle bizim alâkamız yoktur» demiştir.
Esved İbnü Salim demiştir ki: «Abdullah İbn’ül-Mübarek, kendisine uyulan bir önderdi. Sünnette insanların en sabitiydi. Ben, bir şey sebebiyle bir kimsenin onu dedikodu ettiğini görsem, onu, müslümanlı-ğmda itham ederim.»
***
Abdullah İbn’ül-Mübarek anıldı. Bir adam: «O, hafız değildir.» dedi.
Yahya İbnü Mâîn cevaben: «Abdullah İbn’ül-Mübarek, zeki, iyi tesbit edici, güvenilir (sika), Hadisleri sahih olan bir âlimdi. Rivayet ettiği yazılı hadisleri yirmi veya yirmi bir bindir» dedi.
Muhammed îbnü Nasr, ibnü Müşavir, babasından rivayetle şöyle söylüyordu: «Abdullah İbn’ül-Mübarek’e: «Ey Abdurrahman’ın babası, hadisi ezberler misin?» dedim. Bir de baktım ki, rengi değişti. Şöyle buyurdu: «Bir hadisi ezberlemeğe asla çalışmadım. Lâkin yazılan bir hadisi alır bakarım. Onun, kalbimde muallakta kalmasını arzu etmem.»
Bu söz, daha önce, Abdullah İbn’ül-Mübarek’in hadisi ezberlemeden önce, onunla iş yaptığını, böylece, sadece kalbinde kalmadan hazmedip, hadisi özüne sindirdiğini, ancak, ondan sonra ezberleyip neşrettiğini, bir kere daha öğrenmiş oluyoruz.
Başka bir teşbihle, Abdullah İbn’ül-Mübarek, hadisi bir «nakış» gibi varlığına işliyor. Sonra onu kendine «bend», ediyordu. Bundan sonra hadis ezberinde, göğsünde kalmış oluyordu.
ABDULLAH İBN’ÜL-MÜBAREK’İN KİTAPLARI
İbn’ün-Nedim, Kitab al Fihrist, sayfa 319’da, onun şu kitaplarını sayar:
· 1 — Kitab al - sünen fil Fıkh.
· 2 — Kitab, At - Tefsir.
· 3 — Kitab, At - Tarih (Hadis âlimlerinin doğum ve vefatları tarihi olabilir.)
· 4 — Kitab Az - Züht.
· 5 — Kitab Al - Birr ve As - sıla.
· 6 — Keşfüzzünün müellifi, onun bir «Al - Arbaîn» isminde kitabı da olduğunu bildiriyor. Bu kitaba «kırk önemli hadisi» toplamıştır. İmam - An Nevevî, «Ar-bain» mevzuunda, bilinen ve tasnif edilen ilk eserin, bu olduğunu söyler.
· 7 — Keşfüzzunun’da onun «Kitab, al-Cihad»ını kaydeder ve bu mevzuda ilk telif olduğunu zikreder.
îbn’ü Saad, hadis âlimlerinin derecelerini yazdığı «Tabakat» adlı kitabında, onun ilmin birçok sınıf ve bölümlerinde kitaplar yazdığım, Zühd ve Cihadı teşvik hususunda şiirler söylediğini zikreder.
İbnü Hacer el-Askalanî’nin Tehzib at-Tehzib adlı ansiklopedik eserinde, Abdullah Îbn’ül-Mübarek’in Mü-teaddid babh yani çeşitli fen ve bölümleri olan eserlerinden başka, hadisin birçok, münferid mevzularında da kitaplar meydana' getirdiği ve bu kitapların, çok rağbet gördüğü anlatılır.
Abdullah Îbn’ül-Mübarek’in ismi, hadisi ilk tasnif edenler arasında, «Horasan âlimlerinden olarak» kaydedilmiştir. Onun tek mevzulu kitaplarından bazıları, bize kadar gelmiştir:
· 1. Kitap Az-Zülıt ve r. Rekaik: Almanya’da Leip-zig kütüphanesinde el yazması iki nüshası vardır. Numaraları 295-296’dır.
Faşta: Karaviyyin kütüphanesinde 286 no. lu bir nüsha, Mısır’da İskenderiye Belediye kütüphanesinde 1331 no. lu.
İstanbul’da: Carullah (Süleymaniye’de) kütüphanesinde 834 numaralı, Şam’da Zahiriya’da 237 no. lu, İngiltere: Ch. Beatty kütüphanesindeyse, 2327 numaralı nüshalar mevcuttur.
Onu, Abdullah İbn’ül-Mübarek’in Talebesi Hibban b. Musadan Ebu’l-Abbas Al-Hasen, b. Sûfyan rivayet eder. Ondan da torunu Ebu Yakub İshak, b. Sa’d İbn’al-Hasan b. Sûfyan rivayet eder)
Bu eserlerinden Kitab Az Züht ver-Rekaik, «Veli-yüddin Carullah nüshası no: 834 (İstanbul) nüshası, Zahiriye ve İskenderiye nüshaları ile karşılaştırılarak Habîb’ur-Rahman al-Âzamî tarafından tahkik ve notlarla 1966’da Malegon (Hindistan’da) basılmıştır.
Bu kitap tarafımdan tercüme edilmiş olup İnşaAl-lah neşr edilecektir (Bu tercümenin yapılmasında, Le-ipzig nüshasının fotokopileri baskısı ile de karşılaştı-nhnıştır.)
BU KİTABIN HAZIRLANMASINDA FAYDALANILAN KİTAPLAR
Şezerat al-Zeheb (fîahbar-i man zahab) İbn’al-’İmâd Abd al-Hayy’al-Hanbalî (1089 H.) (Kahire 1350 -1351) (C. 1-8)
***
Kitap ar-Radd ala’l-Cahmiyya: Abu Sa’id. Osman b. Sa’id ad-Darimî Leiden 1960.
Lex (Massignan) = Essai Sur les origines du lexique technique... Paris 1922.
Kitap al-ilel = (Va Ma’rifat al-Rical) Ahmad b. Han-bel. (V. 240 H.) 1 Cilt Talat Koçyiğit ve İsmail Cerrahoglu neşri. Ankara 1963 İlahiyat Fakültesi 2. Ayasofya Kütüphanesi 3380.
K. al Nur’al Kabas (al Muhtasar min’al Muktabas fi ahbar an Nuhât’w’al-Udaba w’aş-şu’arâ, w’al-Ulama Abu Ubayd’Allah. Muhammed b. İmran al-Marzubani ihtisar Ab’ul-Mahasin Yusuf b. Ahmed b. Mahmud al-Hafız al yağmurî.) Wesba-den 1964.
As-Sâ’adet va’l-îs’âd: M. b. Yusuf, al-Amiri an-Nişabû-rî (V. 381) Minovi. Wisbaden. 1336.
***
Ta’wil’u Muhtalif al Hadis = İbn Kutayba Abû Mu-hammed Abdullah b. Müslim ad-Deynewen (V.:. 276 H.)
· 1. Kürdistan îlmiyye 1326.
· 2. Mektebetu Azheriyye 1966.
Kût al-Kulûb — Abu Talib Muhammed îbn. Abi’l Kasen Alî b. Abbas al-Mekkî (V. 366 H./966 M.) Kahire 1310. Al-Meymaniyye.
***
Asar al-Bilad wa ahbar al-İbâd — Zekeriyya b. Mu— hammed b. Mahmud al Kazwinî. (682 H.) Wus-tenfeld: 1848. Beyrut 1960/1380.
Mirat al-Cinan ve ibrat al-Yakzan = Abu Muhammed? Abdullah b. Esad b. Aliyy b. Süleyman al-yâfiî (V. 768). Beyrut 1337 (Or: Haydarabad 1337).
***
Tezkirat as-sami = îbn Cama’a. Bedrettin Abû İshak: İbrahim b. Sa’d. b. Cema’a al-Kinanî (V. 733)? Haydarabat 1953.
***
Amali al Murtadâ = aş-Şarif al-Murtada. Ali b. al Hu-sayn al-Musavi al-Alevi (V. 436.)' Dar’al-İhy» 1954/1373.
Tabakat as-Sufiyye = Abu Abdurrahman Muhammed b. al-Huseyn as-Sülemî (V. 412 H./1021 M.) Kahire 1953.
***
As. Sıla beyn’at-Tasavvuf wa’t teşeyyû = Dr. Kâmil Mustafa aş-Şaybî. Bağdad 1964.
***
Marifat al-ulum al-Hadis = al-Hakim. Abû Abdillah Muhammed b. Abdillah b. al-Beyya’al-Hafız an-Nîşabbûrî (V. 405 H.) As Seyyid Muzam Husain. Kahire 1337 1957.
***
îmam-ı Malik = Muhammed Abu Zühre.
Kitab al-Fihrist = Ibn an-Nadîm Muhammed b. îshak (V. 835) îbn. Alî Ya’kub’an-Nadîm. Flugel Leip-zig 187.1.
Al-Hadîs w’al Muhaddisûn = Muhammed Abu Zuhw (Kahire 1958/1378).
***
Tehzib’al-Kemal (fi asma’ir-Ricâl) = Cemalûddin. Abu’l-Haccac. Yusuf al-Mizzî al-Kalbî. (V. 772 H.) Kutubu sitte ricalini bir araya getirmiştir. (Köprülü Kütüphanesi Nr. 407).
***
Wefayat al-A’yân = îbn Hallikan. Ahmed b. Muhammed. Kahire 1367. (Wüstenfeld. Gottingen 1835 2. Cilt.)
İkd al-Farid: İbn. Abdi Rabbihî = Abû’Umar Ahmed b. Muh. b. Abdullah. al-Andalüsî. (V. 328 H.) Kahire. 1367 (1940-1949).
Uyun al-Ahbâr = İbn Kutayba (V. 276 H.) Kahire 1925/1343.
Kitab al-Ansab = al-Sam’anî Abd’al Kerim b. Muham-med (V. 262 H.). C. M. S. Fak. Leiden - London 1912 (British Museum Add. 23, 355. Gibb. Me-morial Series XX.) Haydarabad. 1964.
Asar al-Bilad va. Ahbar al-îbâd = Zekeriyya b. Mu-hammed b. Mahmud al-Kazwînî (628). Vustenfeld. 1848.
Takvim al-Buldan = Ab’ul Fida Îmâd’ad-Dîn. İsmail (V. 732/1331).
Tarih (Tabari) = Abû Ca’fer Muhammed b. Carîr al Tabarî (V. 320/M. 932). Tarih ar-Rusul va’l-Mu-lûk. Leiden 1879).
Kitab al-Awrak = Al-sulî. Abu Bakr Muhammed b. Yahya (V. 335 H.) J. H. Dunne Mısır 1935 -1938).
Al-Bidaya wa’n - Nihaya mail b. 'Umar İbn. trz ve 1358-1939).
İmadaddin-Abu’l Fida İs-Kesîr. al-Kuraşî 1-14 Kahire
Kitab al Macrûhîn (minal Muhaddisin) İbn Hibban = Muhammed b. Ahmed b. Hübban at-Taymî (V. 354 H. 965 M.) Ayasofya.
***
K. al-Luma fi’t-Tasavvuf = Abu Nasr as-Sirac at Tû-sî (V. 378 H.) Gibi Memorial Nşr.
Mu’cam al-Buldân = Yakut al-Hamavî (b. 626 H.) Le-ipzig 1866 (7 cilt) Mısır 1906-7 (X cilt)
Cami-i Beyan al-ilm = İbn’u Abd al-Berr (V. 463 H.)
Al-Varaka = Abu Abd Allah Muhammed b. Davûd. İbn.
Al-Carrah. Kahire 1958.
Ulum ul-Hadis — İbnu as-Salah (V. 643 H.) aş-Şahra-zûrî aş-Şafiî. Kahire 1336.
Ulum ul-Hadis ve Mustalahuhu = Dr. Suphi as-Sâlih.
Şam: 1959/1379 ve (1969 Beyrut).
K. al-Ağanî = Abû'l-Farac al-İsfahanî (V. H. 356).
***
At-Tarih ul-Kabir = Abu Abdullah Muhammed b. İsmail al-Buharî (V. 256) (Haydarabad 1958).
Hilyat ul-Evliya = Abû Nuaym Ahmed b.. Abdullah al-Îshafanî (V. 430 H.) Kahire 1938.
Tazkir’at’ul-Evliya = Ferîd’uddîn Attar. Nişâburî (V.
625 H.) Tahran 1321.
***
İrşad ul-Erîb = Yakut. al-Rumî (V. 626) (Kahire, 1923-
1929. VII Cüz).
ar-Risalat ul-Kuşayriyye = Abûl-Kasım al-Kuşayrî (V.
565 H.) Kahire, trs.
Tarih u Bağdad = Al-Hatib ul-Bağdadî (V. 463 H.) Kahire, 1931.
K. al-Maârif = İbn’u-Kütaybe (V. 276) Dairat ul-Maâ-rif. 1969 Mısır.
at-Tabakat ul-Kubra = Abd’ul-Vehhab aş-Şâran) (V
973 H.) Kahire trs. ve Mısır 1299.
at-Tabakat ul-Kebîr = Muhammed îbn Sa’d (V. 230 H.) Leyden. 1918.
Anbah ur-Ruvat = Abû’l-Hasan Ali b. Yusuf al-Kıftî (V. 646 H.) Kahire. 1950.
Tabakat us-Seniyye (Tabakat ut-Temîmî) — at-Tamî-mî (V. 1010 H.) (Takiyyuddîn b. Abd’al-Kadir.)
Tehzîb ul-Esmâ — Abû Zekerriyya: Yahya an-Navavî (V. 677 H.) Vüstenfeld. 1842-47.
Tezkiret’ül-Huffaz = Şemsüddîn az-Zahabî. (V. 748 H.) Haydarabad 1956.
* *
Tabakat al-Huffaz (Hulasa tû Tazkirat al-Huffaz) as-Suyûtî).
al-Bais’ul Hasis = Şarhu İhtısar-ı ulum’il Hahis. îbnü Kesir (V. 774 H.) Ahmed Muhammed Şakir Şerh ve neşri.
al-Muhaddis al-Fasıl = Ramahürmüzî (V. 360 H.) Köprülü, 397.
Tahzib’üt-Tehzîb = Şehabüddîn Ahmed b. Alî b. Ha-cer. al-Askalânî (V. 852 H.) Haydarabad, 1327.
***
K. Şerh’ul-İbane ... = İbnu Batta (V. 387) Nzr. Laust. Damascus.
at-temhîd Lima fi’l-Muvatta’ minel meânî ve’l-esanîd (İbnu Abd’il-Berr) (V. 463 H.) Köprülü. 343.
Tertib’üs-Sükat (İclî V. 261) = Nureddin Ali b. Ebî Bekr al-Haysemî (V. 757) Şehid Ali (Mecmua) : 2747.
Lubab’ul-Udebâ = Üsamet’ibn Munkız (V. 584) Ahmed Muhammed Şakir nşr. Kahire 1935.
K. al-Kâmil fî mecruhîn min er-Ruvât = İbnu Adî (V.
365 H.) Ahmet III. 2943.
Tarih’ul-İslâm = az-Zehebî (V. 748) III Ahmed: 917 Topkapı: 2910 Ayasofya: 3005-3016. Köprülü: 1079. Paris. 2072.
Mizan’ul-İtidâl = az-Zehebî Kahire: 1325-1374.
***
Kitab’ul-Hayavan = al-Cahiz. (V. 255 H.) Kahire trz.
Takdim at’ül-Carh va’t-Tâdil = Abû Muhammed Abd ur-Rahman. îbn. Ebî Hatim (V. 328). Hayda-rabad 1952.
Kitab’ül-Cerh ve’t-Ta’dil = îbn. Ebî Hatim (V. 328) Haydarabad. 1953.
al-Kifaye fî ilm’ir-Rivaye = Hatîb’ul-Bağdadî (V. 463 H.) Haydarabad 1357.
***
Tertîb’ul-Kitab al-Medarik = al-Kadî îyaz (V. 544) Matbu.
***
K. Adab’ül-İmlâ ve’l-îstimlâ = as-Sam’ânî (V. 562 H.) Leiden, 1952.
Futuf-ul-Buldân = al-Balazurî (V. 279 EL) Brill 1866.
**
Sahih’ul-Müslim Muhaddimesi (Muhtelif tabıları).
Sahih’ut-Tirmizî = Ebu Bekr İbn al-Arabî şerhi ile Kahire, 1934.
***
Tarih’u Dımışk = İbn Asakir. (V. 571 H.) Damat İbrahim Paşa (Süleymaniye) No. 877.
***•
Tefsir’ul-Kur’ân = İbn. Teymiyye al-Harranî (V. 728 H.) Bombay, 1954.
an-Nucûm’az-Zahira = Cemal ûd-Din Yusuf. İbn Tag-ribirdî. Kahire, 1929-1930.
/
* *
Misbah’ul-Hidaye = İzz’ûd dîn Mahmûd b. Ali Kâşânî (V. 735) 1323-25 Tahran.
* *
Miftahüs-Saâde — Ahmed b. Mustafa Taşköprüzâde (V. 962 H.) Haydarabad, 1329.
W*k
Keşfüzzunûn = Katip Çelebi. (V. 1068 H.) Maarif Matbaası, 1941.
***
Hadiyyet’ül-Arifîn = İsmail Paşa al-Bağdadî (V. 1920) İstanbul, 1915.
***
Arap Devleti ve Sukutu = Welhausen’den terceme Prof. Dr. Fikret Işıktan, 1960.
Mucam’ul-Muellifîn = Ömer Rıza Kahhala (1958) Dımışk (1958).
GAL ve SUP — Brackelman. Leiden 1937 - 1943.
*** '
SCHR = Fuat Sezgin Liden 1967.
* *
Encyclopedie de L’İslâm — Leiden 1968.
Metnin anlaşılmasında ayrıca:
Kutub’ü Sitte’nin çeşitli baskılan
Tefsir-i Ibn’i-Kesîr.
El-İstîab. ’
Al - îsabe
Sünen-i Sa’id’îbn’i Mansûr (Köprülü K.) No: 439.
Makâyîs’ül-Lüğa.
Tefsir’üt-Tabarî.
Müsnad-i Ahmed İbn’i-Hanbel.
Sünen-i Beyhakî.
Tarih-i Med. Dumeşk.
Feth’ul-Bâtrî (al-Hafız İbn’ü Hacer).
Kitab-ül Cihad F.: 3
KİTAB’ÜL - CİHAD I TAKDİM
Hicri 1400 yılındayız. Cihad hakkında yazılmış kitapların en eskisi, cihad hadîslerini bir arada takdim eden ilk kitap.. Hicri 118-181 arasında ömür sürmüş bir âlimin, savaşçı bir edibin seçip sıraladığı hadîs ve enteresan cihad olaylarını bildiren rivayetler, iman sahiplerine şehadeti sevdirmektedir.
Kitab’ül-Cihad el yazması olup, Dünyada tek nüsha halinde Leipzig Kütüphanesindedir. Bu tercüme, el yazması olan kitabın foto-kopisinden okunmuş ve Lübnan’da yakın zamanda yapılmış olan baskısı ile de karşılaştırıldıktan sonra, türkçeye çevrilmiştir.
Okuyucuların, 12 asır gibi uzun bir zaman evvel yazılmış bir kitaptaki tâbir ve tarifleri göz önünde tutarak garip gelenleri bu yönden hoş görmeleri rica olunur.
Kitab’ül-Cihad’ın müellifi, hayatıyla cihad için örnek olmuştur.
Onun cihad hakkındaki görüşlerini de özet halinde görelim:
ALLAH İÇİN YAPILAN EN ÜSTÜN VAZİFE
O, âlimleri, hadîs toplayanları takdir etmekle, hatta kendisi de bizzat o yolda, bir hayli servet ve ömür harcamış olmakla beraber, Allah için yapılacak en üstün vazifenin, «Allah yolunda Cihad» olduğunu kabul ederdi. «Allah yolunda öldürülenlerin ölü olmayıp bilâkis hayat sahibi ve Allah yanında rızklanmakta olduklarına» dair âyetle (Bakara: 154), «Bu yolda kanını vermenin en üstün bir vazife» olduğunu teyit ederdi. Fakat o, bu cihada «Takvâ» yani günahlardan sakınmak ve dünya sevgisini kalbinden çıkarmakla gidebileceğini anlamış olacak ki (sözleriyle bunu ifade ettiği gibi) cihad dışındaki hayatında da pehrizkârane, hatta uzun zaman oruçla yaşıyor, misafirlere ikram ulemaya infak etmek suretiyle mânevi azık hazırlıyordu.
Meselâ hacca çıkış sebebini şöyle izah etmektedir: «İnsan, Allah’ın âhirette vereceğine karşılık, ancak nefsini satabilir. Allah’ın dünyadaki nimetleri de o kadar çoktur ki, onu satın alacak karşılık da yoktur.»
Abdullah İbn’ül-Mübarek’in: «Dünya sevgisinin kötü sonucu, cihada teşvik, güzel ameller, edep ve îslâm ahlâkı konusunda» bir çok şiirleri vardır.
İBADET VE CİHAT
Haremi şerifte, (H. 177) senesinde Fudayl ibadet ederken, Abdullah İbn’ül-Mübarek’in onu cihad’a teşvik edici manzum mektubu gelmişti. Mektubu okudu:
«Ey Haremeynin Abid’i bir bizi gör sen!»
Sen ibadetle zevkleniyorsun.
Kim boynunu gözyaşlanyla boyuyorsa, Bizim boyunlarımız, kanlarımızla boyanıyor. Yahut, kim atını boş yere yoruyorsa,
Bizim atlarımız da, sabah saldırılarında yoruluyor.
Abîr kokuları sizin olsun.
Bizim amberlerimiz de atların ayaklarının saçtığı ve en güzel tozlardır..
Bize, peygamberimizin, doğru olan ve yalanlanamayan şu sözü geldi:
«Allah yolunda savaşan atların sıçrattığı tozlar bir kişinin burnunda, Cehennem ateşinin dumanıyla birleşmez.» îşte Allah’ın Kitabı aramızda konuşuyor.. Onun: «Şehid ölü değildir» sözü yalanlanamaz!...»
Fudayl, mektubu gözyaşlanyla bitirdi:
«Ebû Abdurrahman doğru söylüyor, ve bana nasihat ediyor.» dedi, mektubu getirene: «Hadîs yazanlardan mısın?» diye sordu. «Evet!» deyince, «Şu hadîsi yaz, Ebu Abdurrahman’m mektubunu getirmenin mükâfatı olmak üzere..» dedi ve imlâ ettirdi:
1 ' '
Mansur b. Mu’tamar bize, Ebû Salih’den o da Ebu Hüreyre’den rivayet etti ki:
Bir adam, «Ya Resulallah! Bana onunla,'Allah yolunda mücadele edenlerin sevabına nail olacağım bir amel öğret» dedi.
Peygamber (salla'llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Hiç fütûr etmeden namaz kılmağa, iftar etmeden oruç tutmağa gücün yeter mi?»
Adam da: «Yâ Resulallah, buna güç yetirmekten acizim» dedi.
Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Nefsimi elinde tutana, yemin ederim ki, buna gücün yetseydi bile, Allah yolunda mücadele edenlerin faziletine ulaşamazdın. Bilmiyor musun ki, mücahidin atı, gücüyle ileri geri gider de, bununla ona haseneler yazılır.»
Bundan anlaşılan: Fudayl b. îyad, cihadın faziletini bilmiyor değildi. Fakat o, buna güç yetiremediğini idrak etmişti.
· I NCÎ KISIM
RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAHIN ADIYLA
Abdullah İbn’ül Mubarekin Kitab’ül-Cihad’mdaki Hadisi Şeriflerin Tercümeleri
· 1) Abdullah îbnü Selâm dedi ki: Aramızda tartıştık ve: «İçinizden hanginiz Resulullaha (salla’llâhü aleyhi ve sellem)e gidip hangi amelin Allah katmda daha sevimli olduğunu onudan sorar?» dedik.
Fakat aramızdan hiç birimiz cesaret edemedik. Bunun üzerine efendimiz bize teker teker haber gönderdi. Nihayet toplandık biribirimize işaretle soruyorduk ki, Efendimiz: Rahman ve rahim olan Allah adıyla, «Göklerdekiler ve yerdekiler, Allahı teşbih eyledi.
O Aziz ve hâkimdir.
Ey iman edenler, niçin yapmıyac'ağınız şeyleri söylüyorsunuz?» diye başlayan (Saf sûresini), bize başından sonuna kadar okudu. (Her râvî bu hadisi rivâyet ederken saf sûresini baştan sona okumuştur.)
· 2) Ebu Salihten: «Hangi işin daha faziletli veya Allah yanında daha sevgili olduğunu bilseydik!» dediler. Bunun üzerine: «Ey iman edenler! Sizi elemli azaptan kurtaracak bir ticarete yol göstereyim mi?»
«Allaha ve onun elçisine inanırsınız, Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edersiniz» âyeti nazil oldu. (Saf sûresi: 10-11).
Onlar (bunu kendileri istedikleri halde) hoş bulmadılar.
Bunun üzerine: «Ey iman edenler niçin yapmıya-cağmız şeyi söylüyorsunuz?» Allah indinde yapmıyaca-ğmız şeyi söylemeniz, gadaba sebep olmak bakımmdah, büyüktür. Muhakkak Allah, kendi yolunda sağlam binalar gibi savaşanları sever» (Şâf sûresi 1-4) âyetleri nâzil oldu.
· 3) Mücahid’den:
Demiştir ki: Allahu taâlanın «Yapmıyacağmız şeyi niçin söylüyorsunuz?» sözü, «Sağlam binalar gibi» sözüne kadar, içlerinde İbnü Ravaha’nm da bulunduğu bir grup ensar hakkında nazil olmuştur.
Onlar bir mecliste: «Amellerin Allah indinde en sevgili olanını bilsek, ölünceye kadar onunla amel ederdik» dediler. Haklarında âyet nazil olunca İbnü Rava-ha (radiya’llâhü anh) «ölünceye kadar, kendimi Allah yoluna adamaktan ayrılmıyacağım» dedi. Ve nihayet, savaşta öldürülerek şehid oldu.
· 4) Katade (R.H.) buyurdu:
«Allah müminlerden kendilerini ve mallarını, Cennetin onlara ait olması karşılığında satın aldı» (Tevbe: 111) âyetini okudu. «Allah onlara kıymet biçti. Onların değerlerini'yüksek tuttu.» buyurdu.
· 5) Ebu d-Derda hazretlerinden: «Salih iş gazadan öncedir. Çünkü siz, ancak, işlediğiniz (iyi) işleriniz’e (uygun olarak) savaşırsınız.»
· 6) Ebu d-Derda’dan: «Allah yolunda öldürülmek günah kirini yıkar.» «Kati edilmek ikidir. Biri kefarete, diğeri derecenin artmasına sebeb olur».
· 7) Resulullahm ashabmdan olan Ukbe ibnü Abd Es-Selemî’den: Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Öldürülen üç tip adamdır.
Birincisi, mümin bir adamdır. O, canı ve malıyla Allah yolunda mücahade etti. Nihayet düşmanla karşılaştı, öldürülühceye kadar onlarla savaştı. Bu imtihanı kazanan şehid, Allahın Arşının altındaki haymasmda-dır. Nebiler ondan ancak, bir nübüvet derecesiyle üstün olurlar.
İkincisi ise, mümin bir adamdır, nefsine günah ve hatalarla kötülük etmiştir. O da canı ve malıyla Allah yolunda mücadele etti. Nihayet düşmanla karşılaştı, öl-dürülünceye kadar savaştı. Bu, onun günahlarım ve hatalarını, içinden atan, bir yıkanma gibidir. Elbette kılıç, hataları ortadan kaldırıcıdır. O, artık cennetin hangi kapısından isterse, o kapısından sokulur.
Cennetin sekiz kapısı vardır. Cehennemin de birebirinden aşağıda olan yedi kapısı vardır.
Üçüncü adam münafıktır. Canıyla, malıyla Allah yolunda mücahede etmiştir. Nihayet düşmanla karşılaşmış, öldürülünceye kadar savaşmıştır. İşte bu da Cehennemdedir. Çünkü kılıç münafıklığı mahvetmez.»
· 8) Abdullah İbnü Ömer (radiya’llâhü anh) buyurdu:
«İnsanlar gazada iki kısımdır. Bir kısmı Allahı çokça anarak ve hatırlatarak ve yürüyüşlerinde de fesattan sakınarak, arkadaşlarına yardım ederek, mallarının en kıymetlilerini infak ederek, savaşa çıktılar. Onlar, dünyalarından istifade ettiklerinden daha çok mallarından infak ettiklerine gıpta ederlerdi. Savaş meydanlarına geldiklerinde de bu yerlerde kalplerindeki bir şüpheye, yahut müslümanlarm biribirine yardımı ter-ketmelerine Allahu Taalânm haberdar olmasmdan, ha-yâ ederlerdi. Haksız ganimet almağa muktedir olduklarında, kalplerini ve işlerini bundan temizlerler, şeytan da onları fitneye düşürmeğe ve kalplerine vesvese vermeğe güç yetiremez. îşte Allah dinini onlarla kuvvetlendirir ve düşmanlarını zelil eder.
Savaşa çıkan diğer kısma gelince. Çıktılar, fakat Allahı anmayı, O’nu hatırlatmayı çok yapmadılar. Fesattan da sakınmadılar. Mallarını ancak hoşlanmıya-rak infak ettiler (Tevbe: 54). Mallarından infak ettiklerine ancak pişmanlık duydular. Şeytan onları bununla mahzun etti. Onlar savaş mevkilerine geldiklerinde, sonuncuların sonuncusu ve firarilerle oldular. Dağların tepelerine sığındılar. İnsanların ne yaptıklarına bakıyorlardı. Allah müslümanlara başarı verince, onların içinde yalanla en çok çekişenler oldular. Ganimet malında hıyanete güçleri yetince, bu hususda, Allaha cüret gösterdiler. Şeytan onlara bunun bir ganimet olduğunu haber verdi.
Onlara bir genişlik isabet edince, taşkınlık gösterdiler. Bir mâni zuhur ettiği zaman ise, şeytan onları geçici dünya menfaatıyla imtihan etti. Bunlar için müminlerin ecrinden hiç bir şey yoktur. Cesetleri ve yürüyüşleri onlarla beraber olsa da niyetleri ve amelleri farklıdır. Nihayet Allah Taâlâ Hazretleri onlan Kıyamet günü bir araya getirir. Soma da aralarını açar.»
· 9) Abdullah (radiya’llâhü anh)’ın yanında, Allah yolunda öldürülen bir kavmi andılar.
Dedi ki: İş sizin bildiğiniz ve gördüğünüz gibi değildir. İki grup karşı karşıya gelince melekler iner. İnsanları derecelerine göre «Şu dünya için savaşıyor, filân adam mal mülk için savaşıyor, filan da anılmak için (v.s.) filan da Allahın yüzünü isteyerek savaşıyor» diye yazarlar. Kim de Allahın yüzünü isteyerek savaşmış, öldürülmüşse, işte o, Cennetdedir.
· 10) Halife Hazreti Ömer İbnü’l Hattab, Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)ın mescidindeki bir toplulukla karşılaştı. Onlar Allah yolunda helak olan bir savaş grubu hakkında konuşuyorlardı. Biri: «Onlar Allahın işçileridir, Allah yolunda helak olmuşlardır, ecirleri de Allah üzerine vâcip olmuştur» diyordu. Bir başkası da: «Onların ne ecir beklediklerini Allah en iyi bilir» dedi. Hazreti Ömer onları görünce, «ne konuşuyordunuz?» diye sordu. Onlar da: «Şu savaşçılar hakkında konuşuyorduk. Birimiz şöyle, diğerimiz böyle diyor» dediler. Hz. Ömer bunun üzerine: «Allaha yemin ederim ki insanlardan bir kısmı dünya menfaati arayarak savaşır. Diğer bir kısmı da görünüp işitilmek için savaşırlar. Bir kısmı da savaş başlarına gelince savaşırlar ve ancak, ona güçleri yeter. İnsanlardan bir kısmı da Allahın rızasını (yüzünü) temenni ederek savaşırlar. İşte onlar şehid-lerdir. Onlardan her biri ne üzere öldüyse, onun üzerine diriltilir. Allaha yemin ederim ki hiç bir nefis ken-dişine ne yapılacağını (neyle deneneceğim) bilemez. Bize, geçen ve gelecek günahı kendisine bağışlanmış görünen adam, bu (adam) değildir.» buyurdu.
· 11) Ebu Hüreyre (radiya’llâhü anh) hazretleri: Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) in şöyle buyurduğunu işittim, dedi: «Muhakkak Allah yolunda cihad edenin dengi -—Allah kendi yolunda cihad edeni en iyi bilir — Namaz için ayakta duran, oruç tutan, Allaha karşı huşû sahibi, rükû ve secde eden kimsedir.»
· 12) Tavus hazretlerinden: «Bir adam, Ya Resu- -lullah, ben bir savaş yerinde Allahın yüzünü isteyerek duruyorum, savaştaki yerimin de görülmesini arzu ediyorum» dedi. Efendimiz ona hiç bir cevap vermedi. Nihayet şu âyet nazil oldu: «Kim Rabbıyla karşılaşmayı istemekteyse yararlı iş yapsın ve Rabbma kullukta O’na hiç bir ortak koşmasın» (Kehf sûresi: 110).
· 13) Ebu Hureyre(radiya’llâhü anh) Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)den şöyle rivayet eder:
«Allah yolunda cihad edenin misali: O, oruç tutan, gece ve gündüz zamanlarında Allahın âyetleriyle, şu direk gibi ayakta duran kimse gibidir.»
· 14) Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir ordu gönderdi. İçinde Abdullah İbnü Ravaha da vardı. Ordu çok erken gitti. Abdullah İbnü Ravaha, Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile namazda beraber bulunmak için kaldı. Efendimiz namazı eda edince: «Ya İbnü Ravaha! Sen orduda değil miydin?» diye sordu. O da: «Evet, Ya Resûlallah! Fakat namazda, sizinle bulunmak istedim. Onların duraklarını biliyorum. Erkence gider, onlara ulaşırım» dedi. Efendimiz de: «Nefsim elinde olana yemin ederim ki yer yüzünde-kileri infak eylemiş olsaydın bile, onların erken çıkmalarının faziletine ulaşamazdın» buyurdu.
· 15) Muavine, İbnü Kurra’dan: «Her ümmetin bir ruhbaniyeti vardır. Bu ümmetin ruhbaniyetiyse, Allah yolunda cihad’dır.» denilirdi. '
· 16) Enes İbnü Malik’den: Resulûllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Her ümmet için (elini eteğini dünyadan çekme usulü) yani bir ruhbaniyet vardır. Bu ümmetinki ise, Allah yolunda cihad’dır.»
· 17) , İbnü Luhaya’dan: Umara İbnü Gaziyye, bana anlattı ki: Nebi (salla’llâhü aleyhi ve sellem)in yanında ibadet ve ruhbanlık için seyahat etmek zikredildi.
Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: «Allah Taâlâ hazretleri, bizim için, Allah yolunda cihad ve her yüksek yerde tekbir getirmeyi bununla değiştirdi.»
· 18) Ebu Hüreyra (radiya’llâhü anh)den: Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Allah yolunda gece veya sabahleyin yolculuğa çıkmak, dünyadan da onun üzerinde olanlardan da daha hayırlıdır.»
· 19) Nebi (salla’llâhü aleyhi ve sellem) den, al-Hasan’ul-Basrî vasıtasıyla, buna benzer bir de hadis rivâyet edilmiştir.
· 20) Ebu Hüreyre’den: Nebi (salla’llâhü aleyhi ve sellem) in yanında şe-hidler anıldı. Bunun üzerine Efendimiz «Yerde onun kanı kurumadan, iki zevcesi, yavrusunu kaybetmiş şefkatli iki süt annesi gibi, her birinin elinde, dünyadan da, içinde olanlardan da daha hayırlı birer elbise olduğu halde onu karşılarlar.» buyurdu.
· 21) Abdullah îbnü Ubeyd, îbnü Ümeyr El Leysî dedi ki: «İki saf karşı karşıya geldiğinde, Allah Taâlâ güzel gözlü hûrîleri dünya semasına indirir. Bir adamı görüp ileri geçmesini beğendiklerinde «Allahım! Onu savaşında tesbit et (ayağını kaydırma!)» derler.
Eğer arka çevirecek olurlarsa, ondan gizlenirler. Öldürülecek olurlarsa, ona iner, yüzünden toprağı siler «Allahım!. Onu toprağa bulayanı toprağa bula! Üzerine toprak atanı toprağa göm!» derler.»
· 22) Mücahidden (R.H.) Yezid İbnü Şecere (R. A.) m hatırlatıp ağladıklarındandır. O, fiiliyle de ağı-dmı tasdik ederdi. Ve derdi: «Ey insanlar!.. Allahın üzerinize olan nimetini hatırlayın» (Fatır âyet 3). «Üzerinizdeki Allahın nimetinin eseri ne kadar güzel!.. Sa-ti, kırmızı, beyaz ve siyah arasında, ev eşyalarında veya binek hayvanlarında benim görmüş olduklarımı görseydiniz!..
Elbette namaz için kamet getirildiğinde, gök, Cennet ve Cehennem kapılan açılır. İki saf da karşı karşıya geldiğinde, gök, Cennet ve Cehennem kapıları açılır ve güzel gözlü hûrîler süslenir ve yukardan aşağıya bakarlar. Bir adam yüzünü (düşmana) çevirince «Allahım, ona yardım et, onu tesbit et!» derler.
Arkasını dönecek olursa, ondan gizlenirler ve «Allahım onun günahını mağfiret et!.. Düşmana şiddetle saldırınız!.. Annem, babam size feda olsun! Güzel gözlü hûrîleri bedbaht etmeyiniz» derler.
Öldürülünce, kanından çıkan ilk kokuyla, ağaç dallarından yaprakların döküldüğü gibi, hataları dökülür ve ona iki kadın inip, yüzünün topraklarını silerler ve şöyle derler: «Biz elbette şeniniz». O da ikisine cevap verir: «Ben de elbette sizinim.» Sonra ona yüz elbise giydirilir.
O 'elbiseleri, iki parmağı arasına koysa, elbette sığar. İnsanların dokumasından değil, fakat Cennet nebatlarından yapılmıştır.»
· 23) Enes îbnü Malik (radiya’llâhü anh): «Allah yolunda sabah erken veya gece yola çıkmak, dünyadan ve dünyada olan şeylerden daha hayırlıdır.
Cennetten birinizin okunun veya kamçısının boyu kadar bir yer, gene dünyadan ve dünyada olan şeylerden daha hayırlıdir.
Cennet kadınlarından biri, yukardan arza baksa, gökle yerin arasındaki şeyleri aydınlatır ve arzı güzel bir korkuyla doldurur. Onun baş örtüsü ise dünyadan da onda olan şeylerden de daha hayırlıdır;» buyurdu.
· 24) Said İbnü Amir (radiya’llâhü anh): «Eğer Cennet güzellerinden biri, gökten (arza) baksa elbette onunla arz aydınlanır ve yüzünün ışığı, güneşi Ve ayı kapatır. Ve örtündüğü baş örtüsü, dünyadan ve onda olanlardan daha hayırlıdır» buyurdu. Sonra hanımına: «Seni onlar için terketmem, onları senin için terketmemden daha doğrudur» dedi.
· 25) El Muttalip ibnü Hintab (radiya’llâhü anh) anlatır:
«Şehid için, San’a ile, El-Cabiye arası kadar, özel bir üst kat oda vardır. Üzeri inci ve yakut, içi misk ve kâfur.
Rabbı (Tebareke ve Taâlâ)dan bir hediye ile melekler onun huzuruna girerler. Ve bekleyen diğer melekler, öteki kapıdan Rabbmdan bir hediye ile girince^ ye kadar çıkmazlar.»
· 26) Enes İbnü Malik (radiya’llâhü anh) den:
Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Allah yanında kendisi için bir hayır olduğu halde vefat eden hiç bir nefse, dünya ve içindekiler kendisinin olsa bile, Dünyaya geri dönmek ona sürür vermez. Ancak Şehid, Şehadetin faziletinden gördüklerinden dolayı, dönüp bir kere daha öldürülmeyi temenni eder.»
· 27) Ebu Hüreyre (radiya’llâhü anh) den. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: Ümmetime (veya insanlara) meşakkat vermem olmasa, Allah yolunda savaşa çıkan hiç bir gruptan geri kalmamayı arzu ederdim. Fakat onlara bindirecek birşey bulamam, onlar da binecek bulamazlar ve gerek benim ardımdan, gerekse ondan sonra, savaştan geri kalmak da onlara ağır gelirdi. Halbuki ben, Allah yolunda savaşmayı, öldürülmeyi, sonra dirilmeyi, sonra öldürülmeyi, sonra yine dirilmeyi, sonra öldürülmeyi arzu ederdim.»
· 28) Enes İbnü Malik (radiya’llâhü anh), Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) efendimizden nakleder. Şöyle buyurdular: «Cennete giren hiç bir kimse yoktur ki dünyada olan herşey kendisinin olsa bile, Dünyaya dönmeyi arzulasın. Yalnız Şehid müstesna.. Çünkü o, on defa geri dönmeyi temenni eder.»
· 29) En-Nûman İbnü Beşir buyurdu: «Allah yolunda cihad edenin misali; o, savaştan dönünceye kadar, gündüz oruç tutup, gece namaz için ayakta duran bir adam gibidir.»
· 30) Ebu Hüreyre’den. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Allah yolundaki toz ve Cehennem ateşinin dumanı, müslüman bir kulun burnunda asla bir araya gelmez.»
· 31) Muaz îbnü Cebel (radiya’llâhü anh) den. Nebi (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Nefsim elinde olana yemin ederim, farz namazdan sonra, kendisiyle Cennet dereceleri istenilen hiç bir (işde) Allah yolunda cihadda olduğu gibi, yüz değişip, ayak tozlanmadı. Bir .kulun da tartısında hiç bir şey Allah yolunda (cihad için) infak edilen, yahut Allah yolunda üzerine bindirilen bir hayvan kadar ağır gelmedi.»
· 32) Ebu Musbih El-Hımsî dedi: «Malik Îbnü Ab~ dillah El-Has’amî’nin üzerine Emir olduğu bir yaz seferinde, Rum diyarında yürürken, Malik, Cabir îbnü Ab-dillah (radiya’llâhü anh) a rast geldi. O yürüyor ve katırını yanında sevkediyordu. Malik ona: «Ey Ebâ Abdillah, Allah sana binek vermişken bin» dedi. Cabir: «Bineğimi İslah-ediyorum (dinlendiriyorum) ve kavmimden bir şey istemiyorum. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) in şöyle dediğini işittim: «Kimin Allah yolunda iki ayağı tozlanırsa, onu ateşe haram kılar.» Onun bu sözü Malik’e hoş geldi. Sesini ona ulaştıracak bir yere kadar yürüdü. En yüksek-sesiyle ona bağırdı: «Ey Ebâ Abdillah!... Allah sana binek vermişken bin.»
Cabir (radiya’llâhü anh) onun muradını anladı ve sesini yükselterek ona cevap verdi: «Hayvanımı dinlendiriyor^ kavmimden de bir şey istemiyorum. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) in, «kimin Allah yolunda ayaklan tozlanırsa, Allah onu Cehenneme haram kılar» dediğini işittim.
Bunun üzerine, insanlar hayvanlarından indiler. O günden daha fazla yayan yürüyenin çok olduğu bir gün görmedim.» --—
· 33) Ebû Musbihden: Malik İbni Abdillah El-Ha-samî ile Rum diyarına gazaya çıktık. Bir adam insanların önüne geçti, sonra bineğinden indi. Yürüyor ve hayvanını yanında sevkediyordu. Malik (R.A;): Ya Ebâ Abdillah, binmiyecek misin? dedi. O da Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) in, «kimin ayaklan Allah yolunda, gündüzden bir zaman toza bulanırsa, onlar ateşe haramdır.» dediğini işittim. «Beni kavmime muhtaç etmemesi için hayvanımı dinlendiriyorum.» dedi.
Ebu Musbih: «Bunun üzerine, insanlar bineklerinden indiler ve ben bugünkinden daha fazla bineğinden inen görmedim» diye ilâve etti.
· 34) Mesruk (R.H.) dan: «Hiç bir hal, içinde kulun duasının kabul edilmesi için, Allah yolunda cihad-da olması müstesna, secde ederken yüzünü toprağa sürmesi halinden daha lâyık değildir.»
· 35) Selman (radiya’llâhü anh) buyurdu: «Kulun kalbi, Allah yolunda savaşta titrediğinde, hurma salkımının hurmalarının döküldüğü gibi, hataları dökülür.» Namazdan dolayı da bunun gibisi zikrolunmuştur.
· 36) Said İbnü Ebi Hilâl’e şu haber ulaşmıştır. «Abdurrahman İbnü Avf (radiya’llâhü anh), insanların hayret ettiği bir sadaka verdi. Nihayet bu (sadaka) Nebi (salla’llâhü aleyhi ve sellem) in yanında anıldı. Bunun üzerine efendimiz: «İbnü Avf’m sadakasını çok mu beğendiniz?» dedi. «Evet ya Resulallah» dediler.
Efendimiz: «Muhacirlerin fakirlerinden bir fakirin bineği olmadığından kamçısını yerde sürüyerek erken-ce savaşa çıkması, İbnü Avf’ın sadakasından daha üstündür» buyurdu.
· 37) Ebu Hüreyre (radiya’llâhü anh) dan. Nebi (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Allah yolundacihad edenin misali: O, (gazi) savaştan dönünceye kadar orucundan ve namazından ayrılmayan Allaha itaatkâr bir kul gibidir.»
· 38) Ebu Hüreyre’den. Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Muhammedin nefsi elinde olana yemin ederim. Allah yolunda bir kimse yaralanmaz ki—Allah kendi yolunda yaralananı en iyi bilir — Kıyamet günü yaralandığı gibi gelir. Rengi, kan renginde, kokusu misk kokusu.».
· 39) Ebu Hüreyre (radiya’llâhü anh) den. Efendimiz Nebi (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Evinden Allah yolunda mücahid olarak çıkan, Allah yolunda cihad veya O’nun sözünü tasdikten başka bir niyetin çıkarmadığı bir kimseyi, Allah’u Taâlâ Cennetine dahil etmeyi yahut ecir ve ganimetten elde ettiğiyle, çıktığı evine tekrar döndürmeyi tekeffül eder.»
· 40) Ebu Hüreyre’den (radiya’llâhü anh). Nebi (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Allah yolunda müslümanm aldığı yara, kıyamet gününde, vurulduğundaki hey’eti gibidir. Kanı fışkırır. Rengi kan, kokusu Misktir.»
· 41) Ebû Hüreyre (radiya’llâhü anh) buyurdu: «Cüretli, tam cüretli, düşman hazır olduğunda, arkasını dönüp kaçandır. Korkak, tam korkak ise, düşman hazır olduğunda, Allah’ın dilediği oluncaya kadar, onlara saldırandır.»
«Ey Ebâ Hüreyre, bu nasıl olur?» denildi. O da «Kaçan, Allah’a karşı cürette bulunup kaçtı. Korkak ise, Allah’tan korktu» buyurdu.
· 42) İbnü Abbas (radiya’llâhü anh) buyurur: Allah Tebareke ve Taâlâ bulutlardan gölgelikler içinde ve Melekler gelir. Sonra bir münâdî: «Bugün topluluk, ikramın kime olduğunu birazdan bilecekler!» diye nida eder. Bunun üzerine (Allah’u Taâlâ) buyurur: «Benim rızamı aramak için kanlarını döken dostlarımı size takdim ederim.»
Bunun üzerine insanlar onları görmek için dikkat kesilirler. Nihayet onlar yaklaşırlar..
· 43) Muaz îbnü Cebel: (Kıyamet günü), «Allah yolunda varım yoğunu kaybedenler nerede?» diye bir münâdî nidâ eder.
Bunun üzerine hiç bir kimse kalkmaz, ancak mü-cahidler kalkarlar» buyurdu.
· 44) Ebu îmran El-Cunî rivayet etti. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Cesur ve korkak düşmanla savaşırken, ikisinden ecri fazla olan, korkaktır.
Cömert ve cimri tasadduk ettiğinde, ikisinden ecri daha büyük olan, cimridir.»
· 45) Said İbnü Cübeyr (radiya’llâhü anh), Allah Taâlâ Hazretlerinin «Allah’ın dilediği müstesna, göktekiler ve yerdekiler, bir gök gürültüsüyle helak oldular (Zümer: 68)» sözü hakkında: «Onlar şehidlerdir.» Arşın etrafında, kılıçlarını kuşanmış oldukları halde duran, Allah'ın medhettiği müstesna kullarıdır» buyurdu.
· 46) Ebû Hüreyre’den (radiya’llâhü anh). Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Bana Cennete girenlerin ve Cehenneme girenlerin ilk üçü arzolundu.
Cennete giren ilk üç kişi: 1) Şehid. 2) Rabbma ibadeti güzel yapan, efendisine de samimi olan bir köle. 3) Ailesi çok olan, buna rağmen kötü iş ve sözden uzak duran namuslu bir adamdır.
Cehenneme giren ilk üçe gelince: 1) Zorba bir emir. 2) Malı olup hakkını vermeyen zengin. 3) Allah'ın emrinden dışarı çıkan fakir.
· 47) Ebu’l Ahmesten. Ebû Zer (radiya’llâhü anh)ın «Üç kişiyi Allah sever, üç kişiden de nefret eder» dediği bana ulaştı. Onu buldum ve: «Ya Ebâ Zer! Bu ne hadis! Bunu doğrudan doğruya Resulullah’dan rivâyet ettiğin bana vasıl oldu. Onu senden işitmek istiyorum» dedim. Ö: «Hangisi?» dedi. «Üç kişiyi Allah sever. Üç kişiden de •nefret eder» dedim.
«Evet!. Ben bunu işiterek söyledim» diye cevap verdi. Ben yine: «Öyleyse Allah’ın sevdikleri hangisidir?» dedim.
Şöyle buyurdu: «Bir grup veya savaş topluluğunda bulunan bir adam, arkadaşları düşman tarafından aniden keşfedildiğinde nefsini siper ve feda eder. Nihayet «öldürülür veya Allah ona bir fetihle yardım eder. Diğeri, bir kavim ile seferdedir. Onlar gece yolculuklarını uzatırlar. O kadar ki onlara kuru yere yatmak hoş gelir. Bunun üzerine bineklerinden inerler. O ise hemen 'kalkar, arkadaşlarını tekrar harekete uyandırıncaya kadar, bir tarafa çekilir, nöbet bekler.
Diğeri, kötü komşusu olan bir adamdır. Onun ezâ-îarına, ölüm ve ayrılık aralarını açmcaya kadar, sabreder.» «Bunlar, Allah’ın sevdiği kimselerdir. Nefret ettikleri kimlerdir?» dedim. O da: «Çok çok yemin eden tüccar veya satıcı, daima minnet altında bırakan cimri ve kibirli fakir.» buyurdu. --
· 48) Yahya İbnü Ebî Kesîr’den. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Allah yanında şehidlerin en üstünü, saf içinde düşmanla karşılaştıklarında, öldürülünceye kadar yüzlerini dönmiyenlerdir. İşte onlar, Cennetin yüksek odalarında, hayranlıkla dolaşırlar. Rabbın onlara güler. Muhakkak Rabbm bir kavme gülünce de, onlar için hesaba çekilmek yoktur.»
· 49) Abdullah İbnü Amr (radiya’llâhü anh) buyurdu: «Dikkat edin. Size Allah yanında kıyamet günü şehidlerin derece bakımından en efdalini haber vereyim mi?» (Onlar) «Saf içinde düşmanla karşılaşan, düşmanlarıyla yüz yüze gelince de kılıcını omuzuna koymuş olduğu halde, sağa sola dönmeyenlerdir.» «Allahım! Boş günlerde geçirdiğime karşılık, bugün nefsimi sana icara veriyorum» der ve bu esnada öldürülür.
«İşte bu. Cennetin yüksek odalarında diledikleri yerde hayranlıkla dolaşan şehidlerdendir.»
· 50) Hezzaz İbnü Malik’ten. K’âb bana: «Ey Hez-zaz İbnü Malik! Kıyamet günü Allah yanında şehidle-rin en efdalini sana haber vereyim mi?» dedi. «Evet» dedim. O da: «Nefsi karşılığında mükafatı Allah’tan bekleyendir» dedi.
Bundan sonra: «Yâ Hezzaz İbnü Malik! Derecede onları takip edenleri de sana haber vereyim mi?» dedi. «Evet» dedim.
O da: «Düşmanı öldürmekte ileri gidendir» dedi. Sonra: «Ey Hezzaz İbnü Malik! Ehl’i cumanın mükâfatı en az olanını sana haber vereyim mi?» dedi. «Evet» dedim. O da: «Ancak son rek’ata veya son secdeye ulaşandır» dedi. Sonra: «Vallahi kıyamet günü insanlar şehidlere ancak şöyle bakarlar» dedi ve gözünü göğe kaldırdı.
· 51) Abdullah İbnü Übeyd İbnü Ümeyr’den: «Yâ Resulallah, hangi cihad en efdaldir?» denildi. O da: «Kimin atı öldürülmüş, kanı dökülmüşse» buyurdu.
· 52) Halid İbnü Mıdan’dan: «Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Şehidler Allah'ın emin kıldığı kimselerdir. İster öldürülsünler, isterlerse yataklarında ölsünler.»
· 53) Ebû Vâil’den. Halid İbnü’l-Velîd vefat ederken şöyle dedi: «Şehadeti onun en çok bulunduğu yerde aradım. Bana, ancak yatağımda ölmek takdir olunmuş. Yanımda Lâ ilahe illallahdan sonra, aniden saldırmak için sabahı beklediğimiz, gök üzerime yağmurunu yağdırırken, kalkanımla korunarak geçirdiğim bir geceden fazla ümitli olduğum hiç bir amel yoktur.» Sonra: «Ben ölünce, silâhıma ve atıma bakınız. Onları Allah yolunda hazırlıklı kılınız!» dedi. Vefat edince Ömer (radiya’llâhü anh) cenazesinde bulundu. Onun şu sözünü zikretti: «Velîd ailesinin kadınlarına Halid üzerine gözyaşı dökmek yoktur! Başa toprak atmak, feryat ve fiğan da olmadıktan başka...»
· 54) Sabit’ül-Bünnanîden: Ebu Cehil’in oğlu İkri-me, bir savaşta bineğinden indi. Halid İbn’ül-Velîd ona: «Yapma! Senin öldürülmen müslümanlara ağır gelir» dedi. Bunun üzerine Ikrime: «Bırak beni yâ Halid! Senin Resulullahla (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir geçmişin var. Halbuki ben ve babam, insanların içinde Ona karşı en şiddetli olanlardandık» dedi. Yürüdü, nihayet şehid oldu.
· 55) Ebu Bekir İbnü Abdurrahman İbn’il Haris’-desı. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Rüyada gördüm. Sanki, Ebû Cehil bana geldi ve hemen biat etti». Halid İbnü’l Velîd müslüman olunca «Allah rüyanı tasdik etti ya Resulellah. Bu, Halid’in İslâmiyeti kabulüdür» denildi.
Efendimiz ise: «Ondan başkası olacak» buyurdu.
Nihayet Ebu Cehil’in oğlu İkrime îslâmı kabul etti ve bu hadise, Resulullahm rüyasının tasdiki oldu.
· 56) İbnü Ebi Müleyke’den: Ebu Cehil’in oğlu İkrime Mushafı alır, yüzüne sürer ve «Rabbımın kitabı, Rabbımm Kelâmı» diye ağlardı.
· 57) Salih ibnü Abdillah’a: «Emirden sana herhangi bir şey yok» âyeti (Ali İmran: 128) ne hakkında nazil oldu? diye soruldu. O da: «Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Saf-van İbnü Ümeyye, Süheyl İbnü Amr ve El-Haris İbnü Hişama beddua ediyordu. Bunun üzerine, şu âyet «Emirden sana bir şey yok» (yani sana herhangi bir emir yok) ister onların tevbelerini kabul eder, ister cezalandırırsın, çünkü onlar zâlimlerdir» (Ali İmran: 128 âyeti) nâzil oldu, buyurdu.
· 58) Salim babasından rivâyet etti ki: O Resulul-lah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) in sabah namazının ikinci rekâtinın rü-kûundan başını kaldırdığında «Semi Allahu limen hamide. Rabbenâ leke’l hamd» dedikten sonra «Allahım! Filana ve filana lânet et» dediğini işitti. Bunun üzerine de Allahu. Taâlâ hazretleri (Ali İmran 128) âyetini indirdi: «Sana emirden birşey yok. İster onların tevbele-rini kabul eder, ister cezalandırırsın. Çünkü, onlar zâlimlerdir.»
· 59) îbnü Cüreyc’in Mücahid’den kıraatına göre: «Allah yolunda öldürülenleri ölüler zannetmeyiniz. Bilakis hayat sahibidirler. Rabları yanında rızklandırılır-lar» (Ali îmran 169) Kelâm’ı İlâhisi hakkında Mücahid (R.H.): «Onlar, Cennet meyvelerinden nzıklandırılır-lar. Orada olmadıkları halde, Cennet kokusunu duyarlar.» buyurmuştur.
60-61) İbnü Abbas, Kâb’dan rivayet eder. «Me’vâ Cenneti, öyle bir Cennettir ki (orda) şehidlerin ruhlarının içinde gıdalandıklan, yeşil bir kuş vardır.»
· 62) İbnü Abbas (radiya’llâhü anh) dan. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Sizin kardeşleriniz Uhud’da ölüm musibetine uğradıklarında Allah (C.C.) onların herbirinin ruhunu yeşil kuşların içine koydu. Onlar Cennet nehirlerine su içmek için gelir, Cennet meyvelerinden yer, Arşın gölgesindeki altın kandillere tünerler. Yiyeceklerinin güzel kokusunu duydukları ve döndükleri yerin güzelliklerini gördüklerinde: «Kardeşlerimiz cihadda azla yetinmemeleri, harpten çekinmemeleri için, Allah’ın bize ikram ettiklerini ve ne halde bulunduğumuzu keşke bilselerdi» dediler. Bunun üzerine Allah Taâ-lâ Hazretleri: «Ben sizin yerinize onlara tebliğ ederim» buyurdu. Mütaakiben, Allah Tebareke ve Taâlâ şu âyetleri inzal etti: «Sen Allah yolunda öldürülenleri ölüler zannetme! Aksine (liridirler. Rablarmm yanında rızklandırılırlar» (Ali İmran: 169).
Not: (170 - 171 âyetleri de bu âyetin tamamlayıcısıdırlar).
· 63) Hayyan îbn’ü Cebele’den: Resulullah (S A.
S.) buyurdu: «Şehid şehadetine ulaştığında Allah onun için cesetlerin en güzeline benzer bir ceset çıkarır. Sonra, onun ruhuna emreder de o cesede sokulur. İçinden çıkarıldığı cesede nasıl muamele yapıldığına, etrafında kabri üzerine bir şeyler koyan kimselere bakar. Onların kendisini işittiklerini ve gördüklerini zan eder. Nihayet onları bırakıp, zevcelerinin yanma gider.»
· 64) Enes İbnü Malik (radiya’llâhü anh), Bi’r-u Maûnede şehid edilenler hakkında, sonradan kaldırılıncaya kadar okuduğumuz, şu Kur’an âyeti nâzil olmuştur dedi: «Kavmimize tebliğ ediniz. Muhakkak biz Rabbımızla kavuştuk. O, bizden razı oldu. Biz de ondan razı olduk.»
· 65) El Kasım ve El Hakem rivayet ettiler ki: «Harise İbnü’n-Nûman (radiya’llâhü anh) Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’e geldi. O da Cibril Aleyhisselam’la gizlice konuşuyordu. Selâm vermeden oturdu. Bunun üzerine Cibril: «Ya Resulullah! Eğer şu, selâm verseydi, selâmına karşılık verirdik» buyurdu. Efendimiz: «Onu tanır mısın?» diye sordular. O da: «Evet. Bu, Huneyn günü, seninle sabreden seksen kişidendir. Onların ve evlâtlarının rızkları, Cennette Allah’a aittir.» dedi.
· 66) Fudâle İbnü Ubeyd, bir deniz seferinde iki cenazeyle beraber bulundu. Birisine mancınık isabet etmiş, diğeri de vefat etmişti. Fudâle (radiya’llâhü anh) vefat edenin kabri yanında oturdu. Ona: «Şehidi bıraktın. Onun yanında oturmadın!» denildi. O da: «Hangisinin mezarından kaldırılırsam kaldırılayım önem vermem. Çünkü Allah Tebareke ve Taâlâ: «Allah yolunda cihad için çıkanlar, sonra öldürülür veya ölürlerse, elbette Allah onları güzel bir rızk ile rızklandıracaktır. Ve elbette Allah rızk verenlerin en hayırlısıdır. Elbette onları razı olacakları bir şekilde dahil edecek. Elbette Allah ilim ve Hilim sahibidir.» (Hac sûresi: 58-59) buyurur. «Ey Allah’ın kulu! Razı olacağm şekilde dahil edildiğinde ve güzel bir rızkla rızklandırıldığmda daha ne istersin? Vallahi ben, ikisinden hangisinin çukurundan tekrar diriltileceğime önem vermem.» dedi.
---
· 67) Yahya İbnü Ebî Kesîr’den. Resulullah (salla'llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu:. «Kim Allah yolunda cihad kastederek ayağını üzengisine koşa, bunun arkasından onu bir hayvan soksa, yahut bir binek hayvanı onu düşürüp boynunu kırsa, yahut her hangi bir şekilde ölse, o şehid’dir.»
· 68) Cabir’ İbni Atik (radiya’llâhü anh), kendisine ait yazılı bir nüshada haber verdi ki, Atik îbn’ü Câbir ona şöyle haber verdi: Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Abdullah İbnü Sabit’i hastalığında ziyârete geldi. Onu ölüm halinde buldu. Ona seslendi. Fakat cevap vermedi. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), «İnnâ lillah ve inna ileyhi raciûn» dedikten sonra: «Ey Ebâ-Rabî! Artık Allah’a karşı boynumuz eğri» dedi. Bunun üzerine, kadınlar feryad edip ağladılar. İbnü Atik onları susturmaya başladı. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) «Bırak onları, vacip olunca hiç bir ağlayan ağlımaya-caktır» buyurdu.
«Vacip olma nedir ya Resulallah?» dediler.
O da: «Ölünce» buyurdu.
Kızı: «Vallahi ben senin şehid olmam umardım. Çünkü sen cihazını hazırlamıştın» dedi. Resulullah (S. A.S.): «Allah Tebareke ve Taâlâ onun ecrini niyetine göre verdi. Siz neyi Şehadet sayıyorsunuz?» buyurdu.
. Onlar da: «Allah yolunda Öldürülmeyi.» dediler. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem): «Şehidler yedi’dir:
· 1 — Allah yolunda öldürülen (den başka)
· 2 — (Allah yolundayken) karın hastalığından ölen de şehid’dir.
· 3 — Boğulan da şehid’dir.
· 4 — Salgın hastalıktan ölen de şehid’dir.
· 5 — Üzerine bir şey yıkılarak ölen de şehid’dir.
· 6 —- Yanarak ölen de şehid’dir.
7— Karnında çocuk olarak ölen kadın da şehid’dir.» buyurdu.
· 69) Abdullah İbnü Mesut (radiya’llâhü anh)’m yanında şehidler anıldı ve «Filan kimse, filanca gün şehid olarak öldürüldü» denildi.
Bunun üzerine Abdullah (radiya’llâhü anh): «Şehidleriniz ancak öldürülenler ise, şu takdirde şehidlerinizin sayısı pek azdır. Muhakkak ki dağlardan düşen, denizlerde boğulan, kuşların yediği de kıyamet günü Allah yanında şehidlerdir» buyurdu.
· 70) Ebu Hüreyre (radiya’llâhü anh): «Sizden biriniz aralık vermeksizin ayakta durmağa, iftar etmeksizin oruç tutmağa, yaşadığı müddetçe gücü yeter mi?» buyurdu. Bunun üzerine ona: «Ey Ebâ Hüreyre! Buna kim güç yetirebilir?» denildi.
O da şöyle buyurdu: «Nefsim elinde olana yemin ederim. Muhakkak ki Allah yolunda cihad edenin bir günü, ondan daha faziletlidir.»
· 71) Osman îbnü Affân (radiya'llâhü anh), kavmi Kureyşe: «Vallahi ben sizi cihaddan alıkoymuşum. O kadar ki nihayet meşgûliyet benim de sizin de üzerimizi kapladı. Dileyen Şam ordusuna, isteyen Irak, isteyen de Mısır ordusuna katılsın! Çünkü Allah yolunda cihad edenin bir günü, iftar etmeden oruç tutan, ara vermeden namaz kılan bir kimsenin bin günü gibidir.» buyurdu.
· 72) Osman İbnü Affân (radiya’llâhü anh) Mina’daki El-Hayfi mescidinde: «Ey insanlar! Ben Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) den bir hadis işittim. Size karşı cimrilik ederek onu saklamıştım. Allah’a ve size karşı samimi olmak için, oru size açıklamam bana lüzumlu göründü. Efendimiz (S. A.S.)’in: «Allah yolunda bir gün, ondan başka bin günden daha hayırlıdır» dediğini işittim. Öyleyse, sizden herbiriniz kendine baksın.» dedi.
· 73) Ed-Dehhâk, Allah Taâlâ Hazretlerinin: «Size hoş görünmediği halde, savaş size farz kılındı» (Al-Ba-kara: 216) âyet’i Kerîmesi hakkmda şöyle buyurdu: «Savaş âyeti nazil oldu, ondan hoşlanmadılar. Ne zaman ki Aziz ve Çelil olan Allah savaş ehlinin sevabı ve faziletini, hayat ve rızktan onlara neler hazırladığını beyan etti, yakın sahihleri, bunun üzerine cihada hiç bir şeyi tercih etmediler. Onu, o kadar sevdiler ve rağbet ettiler ki nihayet Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) den binek istediler. Onları bindirecek binek bulamayınca da: «infak edecek bir şey bulamadıklarına üzülüp, gözleri yaş dökerek, geri döndüler» (Tevbe 92). «Cihad, Allah’ın farzlarından bir farzdır» buyurdu.
· 74) Osman İbnü Ata babasından, O da îbnü Ab-bas’tan rivâyet etti: «Allah Taâlâ Hazretlerinin, Allah yolunda niçin savaşmıyorsunuz?» (an-Nisa: 75) âyetinin devamını okurken, «Zayıf görünenlerin de yolunda» şeklinde izah ederek okumuştur.
· 75) Katade, Allah Taâlâ Hazretlerinin: «Müminler ahzabı (yani kâfir partileri) gördüklerinde: «Şu bize Allah ve Resulunun vaad ettiğidir. Allah ve Resulu doğru buyurdu» (Ahzap: 22) âyeti kerîmesi hakkında dedi ki: Allah Taâlâ (Bakara sûresi: 214) deki: «Sizden evvel geçenlerin şu misali size gelmedikçe, Cennete gideceğinizi mi zannettiniz? Onlara kötülükler, sıkıntılar İsabet etti. Öyle ki Allah’ın Resulü ve onunla beraber iman edenler, «Allah’ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar salsıldılar. Dikkat edin! Allah’ın yardımı yâkın-/ dır» âyetini inzâl eyledi.
Müminler kâfir partileri görünce (yukardaki) «Cennete gireceğinizi mi zannedersiniz» âyetini hatırla-dıklanndan dolayı: «Şu, Allah’ın ve O’nun elçisinin bize vaad ettiğidir» dediler. (Ahzap: 22. âyeti).
· 76) Enes İbnü Malik’den: «Bana ismi verilen amcam, Enes İbn’ün-Nadr (radiya’llâhü anh), Bedir’de Resulullah (S. A.S.)’le beraber bulunamamıştı. Bu amcama ağır geldi ve: «Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in bulunduğu ilk savaşta bulunamadım. Ama, bundan sonra, Allah’a yemin ederim ki, Allahu Taâlâ Resûl (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’le bir savaşı bana gösterirse, elbette Allah, nasıl hareket edeceğimi görecektir» dedi. Bundan başka bir şey demekten de korktu.
Nihayet ertesi yıl, Uhud günü, Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile beraber hazır bulundu. Savaş esnasında, Saad İbnü Mûaz, onun karşısına çıkmıştı. O, Saad’a: «Ey Ebâ Amr! Ah! Cennet kokusu ne güzel!.. Ben onu, Uhud’un arkasından geliyor buluyorum.» dedi. Ve şehid oluncaya kadar savaştı. Cesedinde; kılıç, ok, ve mızrak yaraları arasında, seksen küsur yara izine rastlandı. Nadr’m kızı, Halam Er-Rübeyyâ, «kardeşimi ancak parmak uçlarından tanıdım» demiştir.
(Bunun üzerine) Enes şu âyetin nâzil olduğunu söyledi: «Müminlerden, Allah ile yaptıkları muahedeyi tasdik eden kimseler vardır. Onlardan bir kısmı eceline ulaşmış, bir kısmı da niyetlerini değiştirmeden beklemektedirler» (Ahzap: 23).
· 77) Ebû Bekir îbnü Hafs’dan. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Bedir günü: «Rabbmızdan olan bir mağfirete ve göklerle yer genişliğindeki Cennete koşuşunuz» (Ali İm-ran: 133) âyetini okudu.
Ensardan îbnü Kasham denilen bir adam! «Bah, bah!» dedi. (Ebû Bekir îbnü Hafs: Bah, iki şekilde, hem hayret, hem inkâr mânâsında kullanılır dedi). Bunun: üzerine Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem): «Bah, bah demekle ne kas-dettin?» buyurdu.
O da: «Ya Resulüllah, oraya girersem, orada benim; için bir genişlik olacağını anladım» dedi. Efendimiz de: «Evet» buyurdu. Sonra îbnü Kasham: «Ya Resulallah, benimle onun arasında ne kadar var?» dedi. Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) «İnsanlar gelmeden oraya ulaşacak ve Allah’ım doğru söylediğini tasdik edeceksin» buyurdu.
Resulullahm bu sözü üzerine o, elinde bulunan bir kaç hurmayı attı ve dünya taamını bıraktı. Sonra öne; geçip savaştı, nihayet şehid oldu.
· 78) îbnü Abbas’ın kölesi îkrime’den: Amr îbnü Camuh (radiya’llâhü anh), Ensann yaşlılarından topal bir ihtiyardı. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Bedir savaşma çıkınca, o iki oğluna «Beni de çıkarınız» dedi. Fakat onlar Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’a onun topallığını ve halini hatırlattılar. Efendimiz de onun oturmasına izin verdi. Uhud günü geldiğinde, insanlar savaşa çıktılar. O yine oğullarına; «beni çıkarınız» dedi. Fakat onlar: «Resulullah (S.A.. S.), sana kolaylık gösterdi ve izin verdi»dediler. O da: «Yazık! Cenneti benden Bedir’de men ettiniz, Uhud’da da men ediyorsunuz» dedi ve çıktı.
İnsanlar karşı karşıya gelince o: «Ya Resulullah!’ Bu gün öldürülürsem şu topallığımla Cennete ayak basacağım görüşünde misin?» dedi. Efendimiz: «Evet» buyurdular. O da: «Seni hak ile gönderene yemin ederim ki İnşâAllah bu gün topal topal Cennete ayak basacağım» dedi.
Bunun üzerine kendisiyle beraber olan, Süleym adındaki kölesine: «Ailene dön» dedi. O da: «Bu gün seninle bir hayra nail olmamın, sana ne zararı var?» dedi. «Öyleyse, sen öne geç!» dedi. Köle öne geçti, savaştı ve nihayet şehid oldu.
Sonra kendisi öne geçti, savaştı ve nihayet şehid oldu.
· 79) Süleyman İbnü Eban’dan: «Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Bedir savaşma çıktığında Saad, babası Hayseme’y-le beraberce çıkmak istedi. Bunu Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’a söylediler. Onlara ikisinden birinin çıkmasmı emretti. Bunun üzerine okla. Kur’a çektiler. Saad’m oku çıktı. Babası «Nefsine, beni tercih et oğulcuğum» dedi. O da: «Babacığım, o Cennettir. Başka bir şey olsaydı, seni nefsime tercih ederdim» dedi. Bunun üzerine, Saad savaşa Nebi (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile çıktı ve Bedir savaşında katledilerek şehid oldu. Ertesi sene, Uhud günü, babası Hayse-me katledilerek şehid oldu.»
· 80) Enes İbnü Malik diyor ki: Dayısı, Haram İb-nü’l Milhan, (Necid’de) Bi’r-u Maûne günü yaralanmıştır. Kan ile şöylece deyip, onunla yüzünü ve başını ıslattı. Sonra: «Kâbenin Rabbma yemin ederim ki kazandım» dedi.
· 81) Ez-Zühri (R.H.)’den. Urve Îbn’üz-Zübeyr zannediyor ki; «Amir İbnü Füheyre, o gün (Bi’r-u Maûne) de katledilmişti. Fakat, gömmek için cesedini bulamamışlardı. Meleklerin onu gömdüğünü zannederler.»
· 82) Enes İbnü Malik’ten: Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Bi’r-u Maûne ashabını katledenlere Allah ve Resulüne isyan eden Ril, Zekvan ve Usayye kabilelerine, otuz sabah namazında beddua etti. Bi’r-u Maûne’de şehid edilen (Kariler) hakkında, neshedilinceye kadar okuduğumuz «Kavmimize bildirip tebliğ ediniz ki, biz Rabbımı-za, ulaştık. O bizden razı oldu. Biz de ondan razı olduk» âyet-i kerîmesi indirildi.
· 83) Enes İbni Malik’ten: «Halam Er-Rübeyyî’nin oğlu Hâris’e, Bedir günü gözcü olarak gitmişti. Savaş için hareket eder etmez, bir ok isabet edip onu öldürdü. Annesi Halam, Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) geldi: «Ya Re-sulallah! Oğlum Harise Cennette ise sabreder ve ecrini Allah’tan beklerim. Yoksa pek yakında ne yapacağımı göreceksin» dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
«Ey Hârise’nin anası! Bir çok Cennet vardır ve Harise Firdevs’ü âlâdadır» buyurdu.
· 84) Enes İbnü Malik’ten: Ebû Talha (radiya’llâhü anh) Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) in önünde ok atıyordu. Nebi (salla’llâhü aleyhi ve sellem) de, onun arkasından okunun nereye düştüğünü görmek için, başım kaldırıyordu. Bunun üzerine Ebû Talha göğsünü uzatıyor ve onunla Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ı koruyor ve şöyle diyordu: «İşte böyle ey Allah’ın Resulu! Allah beni sana fedâ kıldı. Boynum boynunun önündedir!..»
· 85) Said İbnü Müseyyib’den. Abdullah İbni Cahş, Uhud günü: «Allah’ım!.. Düşman karşımıza çıktığında, onu karşılamayı, beni öldürüp karnımı yarmalarını, Müsle yapmalarım (ağzını, burnunu kesmek) seninle karşılaştığımda «Bu ne yolunda?» diye sorduğunda: «Senin yolunda» demeyi, yemin ederim.» dedi. Düşmanla karşılaştı. Dediğini yaptı. Kendisine de böyle yapıldı. İbnü’l Müseyyib ilâve etti: «Allah’ın (C.C.) yemininin evveline icabet ettiği gibi, sonuna da icabet etmesini umarım.»
· 86) Müslim İbnü Sabîh’den. Amr Îbnü’l-Camûh, iki oğluna: «Bedir’de beni Cennetten men ettiniz. Eğer kalırsam, Allah’a yemin ederim» diyerek, (savaşa çıkacağım söyledi). Bu, Hz. Ömer’e ulaştı. Ona gidip: «Böyle, böyle söyleyen sen misin?» diye sirdu. O da «Evet» diye cevap verdi.
Uhud günü geldiğinde, Ömer (radiya’llâhü anh): «Endîşem sadece o idi ve onu aradım. Bir de baktım ki o, en ileri gidenlerin içerisinde» buyurmuştur.
· 87) Abdurrahman İbnü Zeyd îbni Eşlem babasından rivayet eder: «Ömer İbn’ül-Hattab (radiya’llâhü anh) insanlara tahsisatta bulunurken, Abdullah İbnü Hanzala’ya ikibin dirhem tahsis etmişti. Bundan sonra Talha (R. A.) ona kardeşi oğlunu getirdi. Hz. Ömer ona bundan daha az tahsisatta bulundu. Talha da: «Ya Emîr’el-mü-minîn! Bu ensariyi, kardeşim oğluna üstün kıldın» dedi.
Hz. Ömer de: «Evet.Çünkü ben onun babasını, Uhud günü, kılıcıyla düşmanın içine, devenin akışı gibi aktığını gördüm» cevabını verdi.
· 88) Yezîd İbn’s-Seken (radiya’llâhü anh) den: «Bugün, yani Uhud muharebesinde savaş Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ’e kadar ulaşıp (zarar verdiğinde), kendisi bir ara kaybedilmişti. Sonra, o gün iki zırh ile ortaya çıkmış, düşman ona iyice yaklaşmıştı. El Mus’ab îbnü Umeyr, onu müdafaa etmiş, nihayet öldürülmüştü. Ebû Dücane, Simak îbnü Harşe de, yaralan artmcaya kadar onu korumuştu. Resulullah efendimizin yüzüne isâbet vaki olmuş, ön dişi kmlmış, dudağı yarılmış, yanağı yaralanmıştı. Bu esnada efendimiz: «Nefsini bizim için satacak kim var?» dedi. Ensardan beş genç yerinden fırladı. İçlerinde Zi-yad Îbnüs-Seken de vardı. Hepsi de şehid oldular. So-nunculan Ziyad Îbnüs-Seken’di. O da savaştı. Hareket edemiyecek kadar yaralandı. Sonra, müslümanlardan diğerleri onlann yerine geçti. Hepsi de Resulullahı müdafaa edip düşmanı ondan uzaklaştırdılar. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), kalkamıyacak derecede yaralı durumdaki ona: «Bana yaklaş» dedi ve ayağını ona yastık yaptı. Nihayet ayağında vefat etti. îşte bu zat, Ziyad Îbnüs-Seken’-dir (radiya’llâhü anh).»
· 89) Süfyan îbnü Üyeyne’den: Uhud günü Efendimizle beraber otuz kadar kişi yaralandığında herbi-ri onun önünde ayak parmaklan üzerine dikiliyor veya düşmana saldırıyor, sonra: «Yüzüm yüzüne siper, canım canına fedâ ve Allah'ın selâmı, hiç ayrılmaksı-zm üzerine olsun» diyordu.
· 90) îbnü Ebî Nüceyh babasından rivayet eder: Bir adam, ensardan kanlar içinde çırpınan birine rastladı. Ona: «Ya filan! Muhammed’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) katledildiğini Biliyor musun?» dedi.
Ensarî ise: «Eğer Muhammed katledildiyse, ulaşmıştır. Öyleyse siz dininizi müdafaa ediniz.» dedi.
· 91) Ayşe (radiya’llâhü anha) validemizden: «Babam bana rivayet ederek dedi: Uhud günü ilk yardıma gelenlerdendim. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile, onu koruyan bir adam gördüm. Onu gözden kaybettiğim zaman, «Talha olmalı» dedim. Benimle müşriklerin arasında bir adam olduğu halde, Resulullaha yaklaşıyordum. Fakat o, öyle hızlı koşuyordu ki, tanıyamıyordum. Nihayet Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’e ulaştırıldım. Bir de baktım ki, miğferinden iki halka efendimizin yüzüne batmış. O zaman baktım ki o (tanıyamadığım adam) Ebu Ubeyde îb-nü’l Cerrah imiş. Nebi (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Talha’yı kastederek «kardeşinize dikkat edin» buyurdu. Kan kaybından bayılmıştı. Fakat Ebu Ubeyde ona bakmadı. Nebi (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ’e yöneldik. Ebu Ubeyde, benden Efendimizi kendisine bırakmamı istedi ve o kadar İsrar ettiki, nihayet bıraktım. Efendimizin üzerine eğildi, yüzüne batmış olan halkayı tuttu ve dişini sarsmak istemedi. Nebi (salla’llâhü aleyhi ve sellem), sşikâyet ediyor, o ise dişin üzerine eğilip doğruluyordu.
Nihayet ön dişlerinden biri düştü ve halkayı çıkardı. «O dişi bana bırak!» dedim. Kabul etmedi, İsrarla benden istedi. Diğer halka ile meşgul oldu. Ona da ayni şeyi yaptı ve çıkardı. Diğer ön dişi de düştü. Ebu Ubeyde bu iki ön dişe çok önem verirdi.»
92) Musa îbnü Talha anlattı: «Talha (radiya’llâhü anh) kılıç, mızrak, ok yaraları olmak üzere otuz yedi veya yet-mlşbeş yarayla dönmüştü. O savaşta, alnı dört köşe şeklinde yarılmış, kaba etinden topuğa kadar olan daman kesilmiş, şehadet parmağı da çolak olmuştu.»
· 93) Yahya İbnü Ubbad babasından, o da kendi dedesinden, o da Zübeyr’den: «Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’i işittim ki, o gün (Uhud)da, Talha’ya Cennet vacip oldu, buyurdu.»
· 94) Abdullah İbnü Abdirrahman İbni Ebî Sasa’a (radiya’llâhü anh)’den: «Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Said İbnü Rabî’nin ne yaptığına benim yerime kim bakar?» buyurdu. Ensar-dan bir adam: «Ben, yâ Resulallah!» dedi. Maktuller arasında dolaşmaya çıktı. Nihayet Sa’adı, yaralı, son nefeste, hareket edemez buldu. «Ey Sa’ad, Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bana, kendisinin yerine, senin hayatta mı yoksa ölüler arasında mı olduğuna bakmamı emretti.» dedi.
O da: «Ben ölüler arasmdayım. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’e benden selâm ulaştır. Ve ona: «Sa’ad, Allah seni, her nebiyi ümmetinden dolayı mükâfatlandırdığı şeyin en hayırlısıyla, bizden dolayı mükâfatlandırsın, diye dua ediyor, de! Kavmine de benden selâm tebliğ et ve onlara da sizin için Sa’ad: Düşman nebinize ulaşacak olur ve sizden de gözünü kıpırdatacak bulunursa, Allah yanında sizin için kabule şayan hiçbir mazeret yoktur diyor, de!» demiştir.
· 95) Ubeyd İbnü Umeyr (radiya’llâhü anh)’den: Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Uhud günü şehid düşerek yüzü üzerine kapanmış olan. Musap İbnü Ümeyr’in başında durdu. O Re-sulullah’m bayraktarıydı. Efendimiz: «Müminlerden Allah ile yaptığı muahedeyi tamamlayan kimseler vardır. Onlardan bir kısmı ecelini tamamlamış bir kısmı da niyetini değiştirmeden beklemektedir» (Ahzap 23) âyetini okudu. Sonra da: «Resulullah kıyamet günü, sizin Allah yanında şahidler olduğunuza şehadet eder.» dedi. Sonra insanlara dönüp: «Ey nâs! Onlara geliniz ve ziyaret ediniz ve onlara selâm veriniz! Nefsim elinde olana yemin ederim ki kıyamet gününe kadar kendilerine her selâm verene, onlar da muhakkak karşılık verirler.» buyurdu.
· 96) Saad İbnü İbrahim babasından rivâyet etti: Abdurrahman İbnü Avf oruçken iftar yemeği getirildi. Bunun üzerine şöyle söyledi:
«Musap İbnü Umeyr, benden daha hayırlı durumdayken şehid edildi.' Üst elbiseleriyle kefenlendi. Başı örtülünce ayaklan açılıyor, ayaklan örtülünce, başı açıkta kalıyordu.» Zannedersem, yine şöyle dedi: «Ham-za (radiya’llâhü anh) da, benden hayırlıyken şehid edildi. Sonra dünyadan bize verildikçe verildi. Öyle ki ben, iyiliklerimizin mükâfatının hemen verilmesinden korktum.» dedi. Ağlamaya başladı, o kadar ki yemeği bıraktı.
· 97) Ebu Ubeydeyn, Abdullah îbnü Mesud’a (R. A.): «Ey Muhammed ashabı, ihtilâf etmeyiniz bize meşakkat verirsiniz» dedi. Sonra îbnü Mesud «Allah sana merhamet etsin ey Eba’l Ubeydeyn!.. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in asıl ashabı, efendimizin zamanında, kefensiz olarak, elbiseleriyle gömülenlerdir.» diye cevap verdi.
· 98) Cabir İbnü Abdillah’dan. Halîfe Muaviye, vaadinin ağzını açmak istediğinde «(Uhud’da) kimin maktulü varsa, başına gelsin» dedi. Biz onları, birbiri üzerine katlanmış, terü taze çıkardık. Onlardan birinin parmağına kazma isabet etti. Kan fışkırdı. Ebü Saîd’ül-Hudrî (radiya’llâhü anh): «Bundan sonra sizden kimse şunu asla inkâr edemiyecektir» buyurdu.
· 99) İbnü Abbas (radiya’llâhü anh)’dan: Uhud’da şehidler şe-hadete erip, menzillerine indiklerinde, şehadete ermemiş fakat ermek isteyen arkadaşlarından bir kısım insanların makamlarını gördüler: «Arkadaşlarımızın Allah yanında hayırdan bize isabet edenleri bilmeleri nasıl olur?» dediler^ Allahu Taâlâ Hazretleri de bunun üzerine: «Allah yolunda öldürülenleri ölüler zannetme. Bilakis onlar hayat sahibidirler ve Rabları yanında rızk-lanmaktadırlar» (Ali İmran: 169)» âyetini sonuna kadar inzâl eyledi.
· 100) El Hasen (R.H.)’den «İnsanlar Ömer (radiya’llâhü anh) kapısında hazır durumdaydılar. İçlerinde Süheyl İbnü Amr ve Harb’oğlu Ebu Süfyan gibi Kureyşten ileri gelenler de vardı. Ömer’in izni çıktı. Bedir ehline izin veriyordu. Süheybe, Bilâle ve diğer ehli Bedre.. Allah’a yemin ederim ki, Ömer de Bedir’de bulunanlardandı ve onları severdi. Onlara hayırla muamele etmeyi tavsiye etmişti. Ebu Süfyan: «Bugün gibisini görmedim. Biz burada otururken şu kölelere izin veriliyor, bize iltifat edilmiyor» dedi. Bunun üzerine Süheyl İbnü Amr: «Ne tuhaf, anlamadığım adamlar!.. Ey kavim! Vallahi ben sizin yüzünüzde olanı görüyorum. Eğer kızgınsanız, kendinize kızınız. Bütün insanlar İslâma çağrıldı. Siz de çağrıldınız. Onlar koştu. Siz ağır davrandınız. Allah’a yemin ederim, elbette görmediğiniz şeylerde üstünlükten, sizi geçtikleri şey, şu kapıdan girmekteki yarışı kaybetmenizden sizin üzerinize daha da ağırdır.» dedi. Ve devam etti: «Şu kavim, gördüğünüz gibi sizi geçtiler. Vallahi sizi geçtikleri şeye ulaşmanıza hiç bir yolunuz yoktur. Şu cihada bakınız ve Onu (kendinize) elzem kılınız. Allah’ın bir şehidlikle sizi rızklandırması mümkündür.» dedi. . Süheyl, sonra elbisesini çıkardı ve Şam’a gazâya gitti. El Haşan: «Vallahi doğru yaptı. Al-lahu Taâlâ kendine koşan bir kulu, ağır davranan gibi kılmaz.» buyurdu.
· 101) Ebu Nevfel îbnü Ebî Akrab’dan: «El Haris İbnü Hişam, Mekke’den çıktı, halk buna dayanamadı ve onu uğurlamaya çıkmayan kimse kalmadı.
El Batha’mn tepesine geldiklerinde durdu. Etrafındaki insanlar da, ağlayarak durdular. Halkın sabırsızlandığını görünce: «Ey nas! (ey insanlar!) Vallahi ben, size kendimi tercih ettiğimden, sizin beldeniz yerine başka bir beldeyi tercih ettiğimden çıkmış değilim. Fakat «emir» buydu. Kureyşten bir çok insan, bu maksatla Mekke’den ayrıldı. Vallahi onlar, Kureşin nesebine sahip olanlardan ve ailelerinden değillerdi. Vallahi biz öyle olduk ki, Mekke dağları altın olsa, biz de onları Allah yolunda infak etseydik, onların günlerinden bir günün sevabına ulaşamazdık. Vallahi eğer onlar bizi dünyada cihadla geçtilerse, Ahirette onlarla ortak olmayı arayacağız. Öyleyse kişi Allah’tan ittika etsin!..» dedi. Ve gazi olarak Şam’a yöneldi. Eşyaları arkasından gitti. Yaralanarak şehid oldu.»
· 102) Saîd İbn’ül-Müseyyib’den: «Ebû Bekir (radiya’llâhü anh)’ m hilâfeti vuku bulunca, Bilâl Şam’a gitmek için hazırlandı. Ebû Bekir (radiya’llâhü anh): «Senin bizi bu halde terkede-ceğini zannetmezdim. Bizimle beraber kalsan da bize yardım etsen.» dedi. Bilâl (radiya’llâhü anh) bunun üzerine: «Beni ancak Allah için azat ettinse, bırak Allah’a gideyim. Eğer beni, ancak kendin için azat ettinse, beni yanında hapis et» dedi. Bunun üzerine (Hz. Ebûbekir) ona izin verdi. Bilâl (radiya’llâhü anh) Şam’a çıktı ve orada çok geçmeden vefat etti.
· 103) Abdurrahman îbn’ü Cübeyr İbn’i Nefir babasından nakleder: «.Şam’da El-Mikdâd İbnü’l Esved’in etrafında oturuyorduk. Yanından ayrılmayan bir kuyumcu sandığı üzerinde oturarak, bize hadîs anlatıyordu. Namaz kıldı. Bir adam: «Bu sene gazaya çıkmasanız» dedi. O, Tevbe sûresini kastederek: «Bize teşvik geldi. Allah Tebareke ve Taâlâ: «Hafif iken de, ağır iken de savaşa çıkınız (âyet: 41) buyurdu.» dedi.
Ebû Osman da: «Münafıklan teşvik etmiştir» dedi
· 104) Enes İbnü Malik’ten: «Ebû Talha şu: «Hafif iken de ağır iken de savaşa çıkınız» âyetini okudu. Ve: «Allah Tebareke ve Taâlâ, bizden ihtiyarken de gençken de savaşa çıkmamızı istedi. Beni teçhiz ediniz!..» dedi.
Oğulları: «Allah sana merhamet etsin! Nebi (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Ebû Bekir ve Ömer devrinde gazaya çıktın. Şimdi de biz senin yerine gazaya çıkıyoruz» dediler. Bundan sonra, deniz gazâsma çıktı ve vefat etti. Gömecekleri bir ada a-radılar. Adayı ancak yedi gün sonra bulabildiler. Buna rağmen o, değişmemişti.»
· 105) Tavus El-Yemâni’deri. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Kıyametten önce, Allah beni kılıçla gönderdi. Rızkımı mızrağımın gölgesi altında kıldı. Zilleti ve küçüklüğü de bana muhalefet üzerine kıldı. Kim kendini bir kavme benzetmeye çalışırsa, onlardandır.»
· 106) Halid İbnü’l Velîd buyurdu: «Bilmiyorum, hangi günden firar ederim? Allah’ın, içinde bana şeha-deti hediye edeceği günden mi? Yoksa içinde bana bir ikramda bulunmak istediği bir günden mi?..»
· 107) Halid İbnü’l Velid buyurdu: «Sevdiğim bir gelinin bana hediye edileceği veya bir oğlan çocukla müjdeleneceğim hiç bir gece, bana, bir ordu içinde ertesi sabah düşmanla karşılaşacağım, soğuğu şiddetli, buzlu bir geceden daha sevgili değildir.»
· 108) Semûre îbnü Fâtik el Esedî buyurdu: «Ne, karımın bir oğlan çocukla sabahlamasını, ne de atımın şefkatle bir tay üzerine eğilmiş olarak sabahlamasını arzu etmem de, elbette müşriklerden şecaatta denk silâhlı bir kişinin üzerime saldıracağı bir günün bana gelmesini arzu ederim. Eğer beni öldürecek olursa öldürür. Ben onu öldürürsem onun gibisi ölene kadar bana saldırır.»
· 109) Semure (radiya’llâhü anh)’den. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem): «Semure ne güzel bir gençtir. Eğer favorisinden alsa, eteğini biraz kısaltsa.» buyurdu. O da bunu yaptı; favorisinden aldı, eteğini kısalttı.
· 110) Atiyye (İbnü Ebî Atiyye) haber verdi ki: «O, Ümmü Mektum’un oğlunu, Küfe savaşlarından birinde, üzerinde, saff içinde sürüdüğü geniş ve uzun bir zırh olduğu halde gördü.«
· 111) Ebû Hüreyre (radiya’llâhü anh) den. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Bir adamda bulunan şeylerin en şerlisi, onu sabırsız hale getirici bir oburluk ve ümidini kaybettirecek derecede bir korkudur.»
· 112) El Heysem İbnü Malik, ordunun yaşlılarından çok kahraman birisinden rivâyet eder ki: O, ölüm halinde şöyle söylemiştir: «Nice savaşlar gördüm ve nice harplerde bulundum. Şehâdete nail olamadım. Korkakların gözlerine uyku girmesin!»
· 113) Aliyy’ İbnü Rebah’dan: «Rum ve Hıristiyan arapl ardan müteşekkil bir ordunun, başlarında (Baş Patrik) olduğu halde, beni karşıladığı gün Rumlara doğru ilerledim. İnsanların bir kısmı diğerlerine «Size büyük bir topluluk hazırlanmıştır. Şam’ın yüksek yerlerine ve Kudüs’e kadar çekilmeyi Ebû Bekir’e yazmayı uygun görürseniz, o da size imdat edecektir.» dediler. Buna Hişam İbnü’l As: «Yardım, ancak Azîz ve Hakîm olandan olduğunu biliyorsanız, karşınızdaki düşmanla savaşınız. Eğer, Ebû. Bekir’den bir yardım bekliyorsanız, ben bineğime biner,nihayet o’na (Allah’a) a kavuşurum» dedi. Başka biri: «Hişam İbnü’l As, size söz konusu bırakmadı» dedi. Bunun üzerine şiddetle savaştılar. Müslümanlardan bir çok kimse şehid edildi. Hişam îb-nü’l As da şehid edildi. Allah, Rumu hezimete uğrattı. Baş Patrik de öldürüldü. Katledildiği zaman biri, Hişam Îbnü’l-As’m yanından geçiyordu. «Allah sana Rahmet etsin!.. Aradığın buydu» dedi.
· 114) Ubeyd İbnü Ümeyr’den: Amr İbn’ül As geçip, Beytullah’ı tavaf etti. Kureyşten oturur halde bir halka gördü. Onlar da onu görünce biribirlerine «As’m oğlu Hişam mı yoksa (kardeşi) Amr mı daha üstündür?» dediler. Amr tavafını bitirince, gelip onların başına dikildi: «Beni gördüğünüzde bir şey söylemiş olduğunuzu biliyorum. Ne söylediniz?» dedi.
«Seni ve Hişam’ı anıp, ikisinden hangisi afdaldır? dedik» dediler. O da: «Bunun cevabını size bildireyim. Biz, Yermuk savaşında bulunduk. Ben de o da, şehade-ti isteyerek geceyi geçirdik. Sabah olduğunda, o nâil oldu, ben mahrum oldum. îşte bunda, onun bana üstünlüğü size görünmektedir.» dedi.
· 115) Muhammed İbnü’l Esved El-Huzâî dedi: «Kureşyten bir kısım insanla beraber Haceri Esved’in yanında oturuyorduk. «Amr İbnü’l-As bu gece Mısır’dan geldi» denildi. Onun Beytullah’a girişi ne azametli oldu!. Gözlerimizle onu takip ettik. Tavaf edince içeriye girdi. İki rekat namaz kıldı. Sonra: «Sanki beni rahatlıkla kesmiş gibisiniz.» dedi. İnsanlar da: «Ancak hayır söyledik. Seni ve Hişam’ı andık. Bir kısmımız, şu üstün, diğerimiz de bu üstün dedik» dediler. Amr: «Bunun cevabını size vereyim. Biz İslama girdik, Resulul-lah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ı sevdik, ona samimiyetle davrandık» dedi. Sonra, Yermuk savaşını andı. Şöyle dedi: «O, ordugâh çadırının direğini tuttu, gusul etti, kefen kokuları süründü ve kefene büründü. Sonra, ben de çadır direğini tuttum, yıkandım, kokulandım ve kefenlendim. İkimiz de kendimizi Allah’u Tebareke ve Taâlâya arz edip, günahlarımızı itiraf ettik. Onu kabul etti. O, benden daha hayırlıdır» diye, üç defa tekrar etti. Amr İbnü’ Şuayb dedi ki: «Yermük günü Amr, ordugâhının direğine, Sehm oğullarından, şehid edilen yetmiş kişinin kılıçlarım astı.»
· 116) Huzeyfet’Ül-Adevî’nin oğlu Ebu’l-Cehm’den: «Yermuk günü, yanımda bir kırba su ve bir kap olduğu halde, amcam oğlunu aramaya çıktım. Eğer henüz ölmemiş ise, ona bir parça su vereyim ve yüzünü ıslatayım, dedim. Bir de baktım ki o, sık sık, son nefeslerini veriyor. «Su vereyim mi?» dedim. «Evet» diye işaret etti. Bir de baktım, bir adam «âh» diyor.
Amcam oğlu, «ona götür» diye işaret etti. Baktım ki o, Amr İbn-ül-As’m kardeşi Hişâm. Ona geldim: «Sar na su vereyim mi?» dedim. «Âh» diyen başka birini işitti. Hişâm da suyu ona götürmemi işaret etti. Hemen ona geldim. Baktım ki ölmüş. Hişam’a döndüm, baktım o da ölmüş. Amcamın oğluna geldiğimde, onun da ölmüş olduğunu gördüm.
· 117) İbnü Ömer (radiya’llâhü anh)’dan: «Ben, Abdullah İb-nü Mahreme ve Ebû Hüzeyfe’nin kölesi Salim ile, El-Yemame savaşının olduğu sene arkadaşlık etmiştim. Bizden her birine nöbet bir gündü. Düşmanla karşılaşıldığı zaman nöbet benimdi. Döndüm, Abdullah İbn’ü Mahremeyi, yere yıkılmış buldum. Üzerine eğildim. «İftar oldu mu?» dedi. «Hayır» dedim. «Şu kalkana benim için su koy da belki orucumu açarım» dedi. Dediğini yaptım, döndüm. Fakat onu, ruhunu teslim etmiş bul-dum.
· 118) İbrahim İbnü’l Hanzala, babasından rivâ-yet eder: «Ebû Hüzeyfe’nin kölesi Salime, o gün, yani Yemâme savaşında, sancak için bir teklifte bulunulmuş, yani «onu sen tut» denilmişti. Bir başkası da: «Nefsinden korkuyorsun. O halde sancağı başkası alsın» dedi. O da: «Öyleyse ben ne kötü bir hamili Kur’-anım!» dedi. Mütaakiben, sancağı tutan sağ eli kesildi. Sol eliyle tuttu. Sol eli de kesildi. Sancağa, boynuyla sarıldı: «Muhammed ancak bir elçidir»den başlıya-rak (Ali İmran: 144), «Nice peygamberler vardır ki onunla beraber nice Allah’a bağlı olanlar savaşmışlardır» (Ali İmran: 146) âyetlerini okuyordu. Yere düşünce, arkadaşlarına: «Ebu Huzeyfe nasıl» diye sordu. «Şe-hid oldu» denildi. İsmini verdiği bir kimse için: «Filan ne yaptı?» diye sordu. «O da şehid oldu» denildi. «Öyleyse beni ikisinin araşma yatırınız» dedi.
· 119) El-Hasan’ül-Basrî’den: «Nebilerden niceleri vardır ki Allah’a hağlı olan birçokları, onunla beraber savaşmışlardır» (Ali İmran: 146) âyeti hakkında Rib-Kitab-ül Cihad F.: 6 biyyün kelimesini Cafer İbn’ü Hayyân: «Sabırlı âlimler» İbnü’l-Mubarek de: «Sabırlı müttakîler» diye açıklamıştır.
· 120) İbn’ü Sabit’ten: Ayşe (radiya’llâhü anh), Resulullah (S. A.S.) ’e karşı bir ara sükût etti.
Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem): «Seni konuşmaktan men eden, nedir?» buyurdu. O da: «Birinin Kur’ân okuduğunu işittim, güzel okuyuşundan dolayı Allah’ı andım» dedi. Efendimiz derhal üstünü alıp dışarı çıktı. Baktı ki or Ebu Huzeyfe’nin kölesi Salim!.. Bunun üzerine efendimiz: «Ümmetim arasında senin gibisini koyan Allah’a, hamdolsun» buyurdu.
· 121) Enes İbnü Malik (radiya’llâhü anh)’den: Yemâme günü, Sabit İbn’ü Kays îbn’ü Şemmâs’a uğradım: Kokular sürünüyordu. «Ey amcam! Müslümanların neyle karşılaştığını görmüyor musun? Ve sen de hâlâ buradasın?» dedim. Tebessüm etti. Şimdi, ey kardeşimin oğlu!» dedi-
Silâhını kuşandı, atma bindi, nihayet müslüman-ların safına kadar geldi: «Kavme de bana da, yaptıklarına da yazıklar olsun» dedi. Düşmana karşı: «Onlara da bana da taptıklarınıza da yazıklar olsun!» dedi. Atını kastederek: «Çekilin önünden!.» dedi. Atının boynuna sarıldı, bir hamle yaptı ve savaştı. Nihayet şehid düştü.
KİTABÜL CİHAD
II inci Kısım
· 1) Mûsa îbnü Enes’den: «Ey iman edenler!. Seslerinizi Allah’ın peygamberinin sesinden daha fazla yükseltmeyiniz. Onunla biribirinizle konuştuğunuz gibi, serbestçe konuşmayınız ki bilmeksizin amelleriniz değerini kaybetmesin. Allah'ın Resulü yanında seslerini alçaltanlara gelince, işte onlar, Allah’ın kalplerini takvâ için imtihan ettiği kimselerdir. Onlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır» (El hücurat: 2-3) âyeti nazil olduğunda, Sabit îbnü Kays evine çekildi:
«Bana, Resulullahın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yanında sesimi yükselttiğim gösteriliyor» dedi.
Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) onu yokluğunda aradı ve hakkında sual sordu.
Kavimden biri: «Yâ Resulallah, dilerseniz, sizin için onu arayayım.» dedi.
Derhal ona geldi. Yüzünü değişmiş, mahzun buldu. Ona: «Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) seni aradı ve hakkında sual sordu» dedi.
Sabit îbnü Kays da, şöyle cevap verdi:
«Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’e karşı, sesimi yükseltir durumdaydım. Bu gibilerin ateş ehli olduklarına dair âyet nazil oldu.»
Haberci, Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ’in yanına geldi ve O’na söylediğini nakletti.
Râvi Mûsa îbnü Enes, onun ikinci sefer, ona büyük bir beşaret getirdiğini ve ona: «Sen ateşlik değil, bilakis Cennet ehlindensin» dediğini söylemiştir.
· 2) İsmail İbnü Sabit’ten: «Sabit İbn’ü Kays’il-Ensarî: «Yâ Resulallah! Helâk olmuş olmaktan korktum» dedi.
Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem): «Niçin?» buyurdu. O da: «Allah Taâlâ yapmadığımız şeyle övülmeyi yasak etti. Halbuki ben, kendimi «övülmeyi sever» buluyorum. Kibir-den bizi nehyetti. Halbuki ben, kendimi «güzelliği sever» buluyorum. Allah Tebâreke ve Taâlâ, sesimizi senin sesinden fazla yükseltmeyi bize yasakladı. Halbuki ben, gür sesli adamın biriyim» dedi. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem): «Yâ Sabit! Medhedilerek yaşamaya, şehid olarak öldürülmeye ve Allah’ın seni Cennete sokmasına razı değil misin?» buyurdu.
O da: «Evet, yâ Resulallah!» dedi. Övülerek yaşadı, Müseylemet’ül-Kezzab savaşında şehid olarak öldürüldü.
· 3) İbn’ü Abbas’ın kölesi Muksimden: Al-Beyt’ül Mukaddeste, yanımda bir adamla oturuyordum. Biri bize doğru yöneldi. Arkadaşım ona: «Ebû İshak hoş geldi» dedi. Oturunca: «Bu kim?» dedim. «Kâb’ul-Ahbar-dır» cevabım verdi:
— Anlat bize!.. Allah sana rahmet etsin! dedik. O da: «Günah, kulun Allah’a şirk koşması ve anasım ni-kâhlamasına kadar ulaşır. İyilik de kulun Allah yolunda kanının dökülmesiyle son bulur.»
Şehidler üçtür: 1 — Bir adam evinden «Şehadeti» de geri dönmeyi de severek çıkar. Allah (C.C.) ona: «Bir yakınlık oku» hediye eder. Kanından dökülen ilk damlayla, Allah Tebâreke ve Taâlâ, yapmış olduğu her hatayı mağfiret eder. Kanından dökülen her bir damlayla, kaninin son damlası kalıncaya kadar, onu bir devrece yükseltir.
· 2 — Diğer bir adam, evinden «şehadeti» ve «geri dönmeyi» severek çıkar. Sonra savaşa başlar. İşte, böy-lesinin, derece bakımından, dizleri İbrahim Aleyhisse-lâmm dizine değer.
· 3 — üçüncü adam, evinden «şehadeti» isteyip, dönmeyi istemîyerek çıkar; savaşa başlar... İşte şu, Cennette kılıcını çekmiş bir melik gibidir. Orada, dilediği yere oturur. İstediği verilir, şefaat ettiğine şefaat olunur.
· 4) Cüveyriye İbnü Kudame’den: O ve Kâb gittiler. Yahudi âlimlerinden bir âlimin evine girdiler. Kâb ona: «Hadisini anlamamış değilim. Fakat onu, şuna da ifşa et!» dedi.
Evinde bulunan bir çömleğe uzandı. Bir defter çıkardı. Onda üç satır yazı vardı:
Birinci satır: «Bir adam Allah yolunda gazaya çıktı. Öldürmek de ölmek de istemiyordu. Ona bir ok isabet etti. Ondan dökülen ilk damla, yaptığı her günah için bir kefarettir. Her damla karşılığında onun için, Cennette dereceler vardır.»
İkinci satıra gelince: «Bir adam, gazaya çıktı. Öldürmek istiyor, ölmek istemiyordu- Ona bir ok isabet etti. Kanından dökülen ilk damla, yaptığı her günahın kefaretidir. Her damla karşılığında, onun için dereceler vardır. O kadar ki, dizi İbrahim Aleyhisselâmın dizine değer.»
Üçüncü satıra gelince: «Bir adam, Aziz ve Çelil olan Allah yolunda savaşa çıktı. Hem öldürmek, hem de ölmek istiyordu. Ona, bir ok isabet etti. Ondan dökülen ilk damla, günahlarına kefarettir. Onun için her damla karşılığında, Cennette dereceler vardır. Kıyamet günü, kılıcını çekmiş olarak gelir, şefaat eder.»
· 5) Ömer İbnü’l-Hattab (radiya’llâhü anh), Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu nakleder:
Şehidler dörttür: 1 — İmam iyi olan bir mümin. Düşmanla karşılaşır. Öldürülünceye kadar Allah’ı tasdik eder... İşte bu öyle bir adamdır ki insanlar kıyamet günü, ona başlarım kaldırarak bakarlar.» dedi. Ve «şöyle» diyerek, örtüsü düşecek kadar başını kaldırdı.
· 2 — İmanı iyi olan bir mümindir. Düşmanla karşılaştığında, korkudan, cildi dikenli bir dalla dövülüyor-muş gibi olur. Keskin bir ok ona ulaşır ve onu şehid eder. Bu ikinci derecededir.
· 3 — «İyi amelle kötü ameli karıştıran» mümin bir adam. Düşmanla karşılaşır. Şehid edilinceye kadar Allah’ı tasdik eder... İşte bu da üçüncü derecede şehidedir.
· 4 — Nefsine karşı israfta bulunan bir adamdır. Düşmanla karşılaşır, şehid edilinceye kadar Allah’ı tas--•dik eder. İşte bu da dördüncü derecede bir şehiddir.
· 6) Osman İbnü Ebî Şevde: «Yanşta önde gidenler... Yanşda önde gidenler!.. İşte onlar, Allah’a yakın kılınmış kimselerdir» (El-Vakıa: 10) âyeti hakkında: «Bana, bu kimselerin, mescide en önce giden ve Allah yoluna en önce çıkan kimseler olduğu vasıl oldu» demiştir.
· 7) Muhammed İbn’üz-Ziyad’dan: Ebu Ambet’il-Havlanî, mescidde, Havlan meclisinde oturuyordu. Abd’ul-MeUk’in oğlu Abdullah, salgın hastalıktan kaçarak, olduğu yerden çıkmıştı. Onun hakkında sordu. İnsanlar onun hakkında: «Salgından kaçıyor» dediler. Bunun üzerine, o: «Hepimiz Allah'ınız ve O’na dönücüleriz» (Bakara: 156) âyetini okudu ve «Böyle bir şeyi, işitinceye kadar yaşayacağımı zannetmezdim. Size, kardeşlerinizin ‘ özelliklerini haber vereyim mi? Bu özelliklerin birincisi: Allah’la karşılaşmak, onlar için petekli baldan daha tatlıydı.
İkincisi: Çok olsun, az olsun, düşmandan korkmazlardı...
Üçüncüsü: îhtiyaçdan, (dünyadaki hallerinin bozulmasından) korkmazlardı;
Allah’ın onları nzklandıracağına karşı kat’î bilgi sahibi idiler.
Dördüncüsü: Onlara umumi bir salgın isabet ettiğinde, Allah-u Taâlâ onlar hakkında hükmünü verinceye kadar, yerlerinden kımıldamazlardı» dedi.
· 8) Mesruk (R.H.)’den: Ömer İbn’ül-Hattab (R. A.)’m yanında, «Allah Tebâreke ve Taâlânm kendisine şehâdeti rızk olarak verdiği kimseye ne mutlu!» dedik.. O da: «Şehadet saydığınız nedir?» dedi. Onlar da: «Allah yolunda gazadır» dediler.
O: «Bu çokdur!» dedi. «O halde, şehid kimdir?» dediler.
O da: «Nefsi karşılığında «Allah bana yeter!» diyendir» buyurdu.
· 9) Ebû Cuheyfe’den: «(Sind’de) Mihran’a yönelmiştik.. Bizimle beraber, Ezd kabilesinden Ebû Usame denilen bir adam vardı... Ağlamaya başladı. «Bu sabırsızlıktan mı?» dedik.
Ebû Usame: «Hayır. Fakat (oğlunu kastederek^ Usame’yi evde bıraktım. İsterdim ki o da benimle beraber olsaydı da Cennete beraber girseydik..» dedi.
· 10) Avf İbnü Abdillah rivâyet eder ki:
O, Kadisiye Muharebesinde bir adama rastladı. Bağırsakları dışına çıkmıştı. Yanından geçen birine r «Şunları içime koy da, Allah yolunda belki bir iki mızrak boyu daha giderim.» dedi.
Ona, ikinci defa uğradığında, düşmana «bir iki mızrak boyu» daha ilerlemişti. ............"
· 11) Nuaym İbnü Ebî Hind’den: «Kadisiye savaşının olduğu gün, bir adam, karısını kastederek: «Allahım!.. Bugün beni, Hudbe Sevda Bîzîh yerine, güzel gözlü bir Huriyle evlendir» dedi. Ona rastladıkları zaman onu, büyüklüğü anlatılan bir süvariyle gırtlak gırtlağa boğuşuyor buldular. O da şu âyeti okuyordu: «Müminlerden, Allah’la yaptığı muahedeyi tasdik edenler vardır» (El-Ahzab: 23). Ayeti bitirdiği zaman, ikisi de ölmüşlerdi.
· 12) Saad, Cisir savaşında, «Ebû Ubeyd’in şehid edildiği gün» bir adama rastladı. îki eli ve iki ayağı kesilmiş olduğu halde: «... Allah Taâlâ Hazretlerin)in, nebilerden, doğrulardan ve şehîdlerden kendilerine nimet verdiği kimselerle beraberdirler, onlar ne güzel arkadaştırlar» (Nisa: 69) âyetini okuyordu... Ona rastlayan başka biri: «Sen kimsin?» dedi. O da: «Ensardan bir adam» cevabını verdi.
· 13) Abdullah İbnü Amir İbni Rabia’dan: «Saîd İbnü Zeyd İbni Nefîl ile çıkmıştım. Seniyyet’ül Veda’-dan (Veda tepesi) inince, onun için bir deve çöktürüldü. Ona bindi. Deve ayağa kalktığında: «Ey Medine!.. Sana selâm olsun!.. Senin şanın «Temin» dir. (Emin kılmaktır) dedi.
· 14) îbnü Ebî Utbet’il-Kindî’den: «Nevf el Bükkâ-liye görüşmeğe giderdik. Ben yamadayken bir adam ona geldi: «Ey Eba Yezîd! Senin hakkında bir rüya gördüm» dedi. O da: «Anlat!» dedi. Anlatmağa başladı: «Seni, bir orduyu sevkeder gördüm. Yanında, da ucunda insanları aydınlatan bir mum olan, uzun bir mızrak vardı.» dedi.
Nevf: «Eğer rüyan doğru çıkarsa, elbette şehid olacağım» dedi.
Yaz gazasında ordular, Muhammed îbnü Mervan ile sefere çıktılar. O da çıkmaya hazırlanınca, onu uğurlamaya gittim... Ayağını üzengiye koyunca: «Allahım!.. Kadmı dul, çocuğu yetim bırak!.. Ve Nevf’e de şehâde-ti ihsan eyle!» dedi. Savaş için çıktılar. Avnlıp da Ku-baykıbe geldiklerinde düşman sür’atle karşılarına çıktı. O, bineğine ilk binen oldu. Onları görünce üzerlerine saldırdı. Evvelâ bir adam, sonra başka birisi öldürüldü.. Nihayet kendisi de şehid edildi.»
Yanında olan biri şöyle dedi: «Onun yanma vardık. Her ikisi de öldürülmüş olduğu halde, atıyla onun kam, biribirine karışıyordu.»
· 15) Es-Süddî’den: Amr îbnü Utbet’ Îbn’i-Ferkat bir gazaya çıktı. «Dört bine» bir at satın aldı. Onu pahalı bularak kınadılar. O da şöyle söyledi: «Onun (atın) düşmanıma yaklaşarak attığı her adım, benim için dört bin’den daha sevgilidir.»
· 16) Es-Suddî’den: Amr îbnü Utbe, içinde babasının bulunduğu bir gazâya çıktı. İbrişimden yapılmış, beyaz bir cübbe giydi. Ve: «Bu elbise üzerinde en güzel ne yakışır?» dedi. (Mütarrif onu; şöyle., şöyle bir ibrişim kumaş, diye tarif etti.)
Amr İbnü Utbe devamla: «Bana göre, onun üzerinde benim için, hiçbir şey, «kandan» daha güzel değildir.» dedi.
· 17) El-Âmeş’den: Amr îbnü Utbet’îbn’i Ferkat: «Allah’tan üç şey istedim, ikisini verdi. Şimdi üçüncü-sünü bekliyorum. Ondan, dünyada bana zâhidlik vermesini istedim. Şimdi dünyadan gelene de gidene de ehemmiyet vermiyorum. Ondan, namaz için bana kuvvet ihsan etmesini istedim. Onu da bana ihsan etti. Ondan, şehadeti de istedim. Şimdi de onu ümit etmekteyim» dedi.
· 18) Es-Süddî’den. Amr İbn’ü Utbe’nin amcası oğlu anlattı:
«Savaşta geniş, güzel bir otluğa indik. Amr İbnü Utbe: «Şu otlak ne kadar güzel! Şimdi, bir münâdî çıksa da (Ey Allah’ın süvârileri binin!) dese, ne iyi olurdu» dedi.
Derhal bir adam çıktı. O, düşman karşısına çıkanların ilkleri içinde bulundu. Çok geçmeden yaralandı. Sonra bir tarafa uzaklaştırıldı ve bu otluğa gömüldü..
Râvî ilâve etti: «Münadinin «Ey Allah'ın süvarileri, bininiz!» demesi için çok geçmedi. İki taraf, biribi-nin büyüklerini kâfirlikle itham etti.. Amr ve insanla-nn önde gidenleri, ilk çıkanlar arasında ortaya çıktılar.
Amr’ın babası Utbe’ye bu durum bildirildi. O da: «Amr’a dikkat edin!» dedi ve onları aramaları için adam gönderdi. Fakat ancak yaralandığı zaman ona ulaşılmıştı.
Râvi as-Süddî ilâve etti: «Zannedersem, mızrağının saplandığı yere defnolundu. Babası Utbe de o gün insanların kumandanıydı» As-Suddî’den başkası ise şöyle söyledi: [Yaralanmıştı. (Babası Utbe): Vallahi sen küçüksün. Allah Taâlâ da küçüğü mübarek kılar» dedi. (Amr ise): «Beni bu yerimde bırakınız, geceyi geçireyim. Yaşarsam beni kaldırınız» dedi. Fakat bu yerde vefat etti.]
· 19) «Es-Süddî İbn’ü Yahya»dan: Yahya’nın kumandan olduğu bir gazada bulunuyorlardı. Amr: «Kanın kırmızılığı, beyaz üzerinde ne kadar güzel!» dedi. Babası bunu işitti. «Sana yemin veriyorum, (atından) ineceksin!» dedi. O da inip, saf dan uzaklaştı. Kalkıp, namaza durdu. Dua etmeğe başladı. Babası Utbe ona döndü ve yanında bulunana: «Şu Amr, bana karşı Rab-bından şefaat istiyor» dedi.
Sonra: «İstersen kalk bin evlâdım!» dedi. O da bindi.. Ve çok geçmeden şehid oldu.
Onu katleden (kâfir) yakalanıp getirildi. Utbe, yanında olan birine (zannedersem Mesruk’a): «Kalk!.. Kardeşinin katilini öldür!» dedi.
O da onu öldürdü...
· 20) Humeyd îbnü Abdurrahman’dan: Humeme adında, Nebi (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ’in ashabından olan bir kişi, Ömer (radiya’llâhü anh)’m hilâfetinde, gazi olarak, İsfahan’a doğru se'-fere çıkmıştı. [İsfahan, Ömer (radiya’llâhü anh)’in hilâfetinde fet-holundu]. Şöyle dua etti: «Allahım! Humeme sana kavuşmayı sevdiğini zannediyor. Eğer o kanaatmda sadıksa, doğruluğu sebebiyle, maksadına ulaşmada ona sabır ve kuvvet ihsan eyle! Eğer yalancıysa, hoşlanmasa bile, gâyesine ulaşmada ona sabır ve kuvvet ihsan eyle!.. Allahım, Hümeme’yi, şu seferinden geri çevirme!» dedi.
Onu bir karın hastalığı yakaladı. İsfahan’da vefat etti.
Ebû Musa’l-Eş’arî buyurdu: «Ey insanlar !z Nebiniz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) (den işittiğimize ve ilmimizin ulaştığına göre, Allaha yemin ederim ki, dikkat edin! Hümeme muhakkak ki şehiddir.»
· 21) Abdullah İbn’ü Kays’dan: «Bir gazâya çıkmıştım. Rüzgârı şiddetli bir günde insanlar savaş menzillerine çağrıldılar. Herkes menziline akıyordu... Bir de baktım ki at üzerinde bir adam... Benim atımın başı, onun atının kuyruğunun hemen arkasında. Beni hissetmeden, sanki şöyle söylüyordu: «Ey nefsim!.. Filan, filan savaş meydanlarında bulunmadın mı?.. Bana: «Çocuğunu ve aileni düşün!» dedin. Ben de sana itaat ettim ve bir zaman sonra (gazi olarak) döndüm. Yine, filan, filan savaşlarda bulunmadım mı? Bana: «Aileni ve ehlini düşün!» dedin. Ben de itaat ettim ve savaştan (şehid olmadan) döndüm. Fakat Allaha yemin ederim ki, bugün seni, Aziz ve Celîl olan Allaha arz edeceğim. Seni alır veya terkeder.» diyordu.
Bu adamı takip edeyim dedim ve gözetledim: «İnsanlar, sıraya girdiler ve düşmana hücûm ettiler. O, ilklerin içinde bulunuyordu.. Sonra, düşman saldırıya geçti... İnsanlarla düşman arasında koruyucu hiç bir mania kalmadı. Fakat o adam, kavmi koruyanların arasındaydı. Sonra, müslümanlar, düşmana karşı hamle ettiler.. Bu sefer de onların öncüleri arasındaydı. Sonra, düşman yine saldırıya geçti. Yine insanlar, düşmanın karşısında himayesiz kaldı... Fakat o, yine koruyucular arasındaydı. Vallahi, bu onun âdeti olmakta devam etti.
Nihayet, yanından geçtim, onda ve hayvanında, altmış veya daha fazla mızrak yarası saydım.»
· 22) Abdurrahman İbnü Yezîd İbn’ü Muaviye’den: «Biz, Anadolu’da seferdeyken, bir bağdan geçiyorduk. Yanımızdaki bir adama, şu sofrayı al, şu üzümden doldur!.. dedik. Sonra onunla ilerideki menzilde buluştuk. Bize başından geçenleri şöyle anlattı:
«Bağa girdiği zaman, altından bir kerevet üzerinde, Hûrilerden bir kadına gözü ilişmiş. Ondan gözünü çevirip, bağın başka tarafına bakmış.. Bir de görmüş ki onun gibi bir başkası... Ondan da gözünü çevirince: «Bak!.. Bakmak sana helâl oldu!.. Ben ve gördüğün, senin- Hûrilerden iki eşin’iz.. Sen bize bugün geleceksin!» demiş. Adam dönmüş, arkadaşlarına hiçbir şey getirmemişti. Ona: «Nen var?.. Cinnet mi getirdin?» dedik. Onda yanımızdan ayrıldığmdakinden başka bir yüz nuru ve hal güzelliği gördük. Ve ona: «Neden getirmedin?» diye sorduk. Bize karşı yabancı gibi davranınca, ona yemin verdik. Bunun üzerine: «Bağa girdiğim zaman...» deyip hikâyeyi anlattı.
Çok geçmedi ki insanlar savaşa çağınldılar. Onun atını, baş ucumuzda tutup bekleyen muhafızına emrettik. Ve hep beraber atlarımızı eğerledik.. Ona şehadetin isabet edeceğini umarak, o da biz de bindik. Gözümüzün önünde ileri geçti. O gün şehid olan insanların birincisi oldu.
· 23) Muhammed İbnü Mutarrif’ten. Ebu’l-Ecdel mescidleri sahilde olan bir kavme uğramıştı. Onu gördüklerinde, başlarını kaldırıp dikkatle bakarak: «Bu adam filancaya ne kadar da benziyor!» demişlerdi.
O, bu hâdiseyi şöyle anlatıyor: «Beni benzetiyorsa^ nız salih bir adama benzetiniz» dedim.
Onlar da: «Yanımızda, bineklere bakan, onları otlatan bir adam vardı. İnsanlar düşmana karşı savaşa davet edildiler. O da savaştı.. Ve nihayet şehid düşdü. Nafakası, üzerinde olduğu halde gömülmüştü. Emir ile mezarının açılıp, nafakanın alınması hususunda konuşuldu. O da izin verdi. Kabrine kadar gittik. Üzerindeki toprağı kaldırdık. Bizi bir misk ve amber kokusu karşıladı.
Toprağı açmakta devam ettik, nihayet lahtine ulaştık.. Onda hiç bir şey bulamadık.» dediler.
· 24) Ebu İdris (El-Havlânî’den). Medine ehlinden, Ziyad adındaki biri yanımıza geldi: «Rum arazisinden Sicilya’ya gaza etmiş ve bir şehri muhasara etmiştik» dedi ve devam etti:
«Üç arkadaştık. Ben, Ziyad ve Medine ehlinden başka biri.. Şehri muhasara ettiğimiz bir gün, içimizden birini yiyecek getirmesi için göndermiştik. Bir mancınık taşı geldi, Ziyad’a yakın düştü. Ondan bir parça dağılarak Ziyad’m diz kapağına isabet etti ve Ziyad bayıldı. Onun yerini değiştirdim. Arkadaşım döndü. Ona nida ettim. Yammıza geldi. Yaralı (arkadaşımızı, savaşın ve mancınığın ulaşmadığı bir yere çıkardık. Gündüzün ortasından itibaren uzun zaman eyleştik. Hiçbir âzâsı hareket etmiyordu. Sonra, hafifçe göz kapaklan, gülerek aralandı. O kadar ki azı dişleri göründü. Sonra sükûnet buldu.. Daha sonra ağladı... O kadar ki göz yaşları aktı. Sonra yine sakinleşti. Sonra, bir kere daha güldü... Bir müddet eyleşti ve iyileşti.. Kalkıp oturdu. «Neden buradayım?» dedi.
Biz de: «Başına ne geldiğini bilmiyor musun?» dedik.
«Hayır» dedi. «Mancınık taşının yanma düştüğünü hatırlamıyor musun?» deyince:
«Evet, evet!...» dedi.
«Onun bir parçası sana isabet etti. Bayıldın.. Şöyle, şöyle, yaptın» dedik.
O da: «Evet, size anlatayım: Yakut veya zebercetten bir odaya götürüldüm. Üst üste konmuş bir döşeğe getirildim. Bunun önünde de iki sıra yastık vardı. Yatağın üzerine oturarak doğrulduğumda, sağ tarafımdan gelen bir ses işittim. Bir kadın çıka geldi. Bilmiyorum, o mu, elbisesi mi, yoksa süsleri mi daha güzel. Yastığa yaslandım. Bana yüzünü dönünce: «Hoş geldin! Sefalar getirdin!. Aziz ve Çelil olan Allahtan, bizi talep etmemiş olan sevgiliye hoş geldin! Biz (karısı) filanca gibi değiliz.» dedi.
Bu sözüyle hatırlattığını hatırlayınca, güldüm. Bana yöneldi, sağımda oturdu. «Kimsin?» dedim.
«Ben, zevcen olan bir hûriyim» dedi. Elimi uzatmaca: «Yavaş!.. Sen bize öğle vakti geleceksin» dedi. Ben rde~ ağladım. O sözünü bitirince, sol tarafımdan bir ses işittim. Bir de baktım ki onun gibi bir kadın. (Ayni şekilde onu da tarif etti). O kadın da arkadaşının yaptığı gibi yaptı. Bir kere daha karımı hatırlatınca güldüm. sSol tarafıma oturdu. Elimi uzattım. «Yavaş! Sen bize <öğle vakti geleceksin.» dedi. Ben de ağladım.
Rivâyet eden arkadaşı ilâve etti: «Bizimle oturuyor ve bize olayı anlatıyordu. Müezzin öğle ezanım okuyunca döndü ve vefat etti.»
Râvi Abd’ul-Kerim’den: Bir adam bana yukarıdaki hadisi, Ebû İdrîs-i Medenî’den rivâyet ediyordu. Sonra bu adam bana gelip «Bu hadîsi, Ebu İdrisi el Medenî’-«den işitmek ister misin?» dedi. Ben de ona giderek biz- zat işittim.
· 25) Abdurrahman îbnü Yezîd’ Îbn’i-Câbir’den: İb-mü Ebî Zekeriyya bize anlattı. Yanımızda Mekhûl de bulunuyordu.
Bekir kabilesinden bir adam, Rum diyarına uğradı. Kölesine: «Sepetimi ver de size şu bağdan üzüm getireyim» dedi. Sepeti alıp atını bıraktı. Bağda iken bir rde baktı ki; bir döşek üzerinde, benzeri görülmemiş bir kadın! Ondan yüzünü çevirdi..
O kadın: «Benden yüzünü çevirme!.. Ben senin zevcenim. İleriye doğru yürü!.: Orada benden daha gü-'zelini göreceksin.» dedi. Yürüdü... Bir de baktı ki, onun ;gibi başka biri... O da ayni sözü söyledi.
Râvi: «Bu adamın Ebû Mahreme olduğunu zannediyorum» demiştir.
· 26) Abdurrahman İbni Yezid’den: «Bana, Ata îbnü Kurra haber verdi»:
«Ebu Mahzûre (radiya’llâhü anh) ile oturuyorduk. Bize üzümw getirip koydu.. Kâğıt ve divit istedi; vasiyetini yazdı.. Onu görünce, Ebû Küreb de vasiyetini yazdı. Sonra,, Mukatil en-Nebatî de kalkıp vasiyetini yazdı. Ondan’ sonra Ammar îbnü Ebî Eyyûb de kalkıp vasiyetini yazdı.. Avf El-lahmî de kalkıp vasiyetini yazdı...
İki savaşla karşılaştık. Bu beş kişiden hiç birisi7 kalmadı, hepsi de şehid oldu.
Râvi: «Biz, vasiyetimizi yazmamıştık. Şehid olamadık» dedi.
· 27) Yine Abdurahman rivayet etti: O gün bize, İbn’ü Ebî Zekeriyya şöyle anlattı: «Kardeşlerimizden1 biri bana söyledi ki Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Cennet Hûrîle--rini Miraç gecesine kadar görmemişlerdi. O gece olunca, mescidin sofasında yürürken, Cibril-i Emîn, onum karşısına çıktı. Cennet Hûrîlerini görmek ister misin?» dedi. Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) de: «Evet!» buyurdu.
Cibril Aleyhisselâm da «Kayaya gir, sonra sofaya-çık!» dedi. Onlara yöneldiğinde Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) oturan kadınlar gördü. Selâm verdi. Onlar da: «Allah’ım selâmı, Rahmet ve bereketi senin de üzerine olsun!» dediler.
Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem): «Allah size rahmet etsin, siz’ kimsiniz?» diye sordu.
Onlar da: «Hayırlı, güzel kadınlar... Düşmanı vu-ramadan, genç yaşta ölüp, pislenmeden temiz kalan Eb-ra’nn (Allah’a itaatli olanların) eşleriyiz.» diye cevap verdiler.
· 28) Es-Süddî Îbn’ü-Yahya, Sabit’ül-Bünnânî’den: «Bir genç, bir müddet gazada bulunarak kendini şehid olmağa sundu. Fakat ona nail olamadı. Kendi kendine: «Vallahi bana artık ailemin yanma dönüp evlenmem münasip görünüyor» dedi.
Sonra çadırda öğle uykusuna daldı. Arkadaşları onu, öğle namazı için kaldırdılar.. Bunun üzerine ağladı.. O kadar ki, arkadaşları ona, birşey isabet etmiş olmasından korktular. O, onların bu halini görünce: «Bende bir fenalık yoktur. Fakat uykudayken biri bana geldi ve zevcen Aynâ’ya git!» dedi.
Onunla beraber kalktım. Beni, bembeyaz bir yere götürdü. Bir bahçeye geldik ki ondan daha güzelini görmemiştim. Karşıma, eşlerini görmediğim güzellikte, on cariye çıkıverdi. Onlardan birisi olacağını umarak: «Ay-nâ içinizde mi?» diye sordum.
«îlerimizdedir.. Biz onun cariyeleriylz» dediler. Arkadaşımla yürüdüm.. Bir de baktım ki güzelliği, bırak-tığımmkinden kat kat güzel olan başka bir bahçe.. Orada, daha evvelkilerden kat kat güzel olan yirmi cariye var. Onlardan birisi olduğunu umarak: «Ayna içinizde mi?» dedim. «O, ilerimizde! Biz onun cariyeleri-yiz.» dediler. «Otuz cariye» saydıktan sonra, nihayet dedi ki: îçi boş kırmızı yakuttan bir kubbeye vardım. Etrafını aydınlatmakta.. Arkadaşım: «Gir!» dedi. Girdim.. Bir de baktım ki, bir kadın ki, onunla beraber kubbeyi aydınlatan başka bir ışık yok.. Oturdum, bir müddet konuştum. O da benimle konuşmaya başladı.
Arkadaşım: «Çık git!» dedi. Ona isyan etmeğe gücüm yetmiyordu. Kalktım. Kadın elbisemin bir tarafını tuttu:
«Bu gece, iftarı yanımızda yap» dedi. Beni uyandırdığınız zaman, onun ancak bir rüya olduğunu anladım ve ağladım.»
Çok geçmeden, süvariler arasmda nidâ olundu.. İnsanlar bineklerine bindiler.. Güneş batmcaya ve oruçluya iftar helâl oluncaya kadar hücüma devam ettiler. Oruçlu idi. İşte bu (iftar) saati geldiğinde vuruldu. Onun ensardan olduğunu, Sabit’in de onun nesebini bildiğini zannediyorum.
· 29) Abdurrahman’m babası El-Kasım İbnü Ab-dirrahmân’dan: «Fudale İbn’ü Ubeyd ile beraber, Rum diyarına, kara savaşma çıkmıştık. Fudale, bundan başka kara savaşma çıkmamıştı. Biz yürümekteyken, kumandan olan Fudale, sür’at gösteriyordu. O zaman valiler, tab’alanm dinlerlerdi. Biri: «Ey Emir!.. İnsanlar parça parça oldu.. Dur da sana ulaşsınlar!..» dedi. Bunun üzerine bir otlakta durdu. Orada, üzerinde sûru olan bir kalenin bulunduğu bir tepe vardı. Bir kısmımız ayakta, diğerimiz bineğinden inmiştik ki kırmızı renkli, bıyıklı bir adam, ortamızda!.. Onu, Fudale’ye getirdik. «Şu adam, kaleden bir ahid ve söz almaksızın indi» dedik. Ona halini sordu. O da: «Ben, dün gece domuz eti yiyip, şarap içip, aileme gelmiştim. Uyurken, bana iki adam geldi. Karnımı yıkadılar. Ve beni, biri-birini kıskanmayan iki kadınla evlendirdiler. Bana: «Müslüman ol!» dediler. «Ben müslümamm.» dedi.
Sözü bitmemişti ki, sür’atlr bir ok'yağmuruna tutulduk. Eğildi, bütün insanların arasından ok, onun boynu üzerine isabet etti. Fudale: «Allahu Ekber!.. Az iş yaptı, çok mükâfat gördü.. Kardeşinizin namazını kılınız!» dedi. Namazını kıldık, sonra onu, bu menzilde defnedip gittik.
Ravi Abdurrahman El-Kasım: «Bu hâdise anılmaktadır ve bizzat şâhid olduğum bir şeydir» demiştir.
· 30) Süheyl Îbn’ü-Ebî Sâlih’den: Nebi (salla’llâhü aleyhi ve sellem) UHUD GÜNÜ savaşa çıktığında: «Bu gece, şu gediği kapamayı kim kabul eder?» dedi. Veya buna benzer bir söz söyledi.
Ensârdan, Benû Züreyk’den Zekvân İbnü Abd’i-Kays denilen, «Ebu’s-Seb’» künyesindeki bir adam: «Ben!» diye cevap verdi.
Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) «Sen kimsin?» diye sordu. O: «İbn’ü-Abd’i-Kays» deyince, «Otur!» buyurdu. Sonra, döndü, ayni sözleri söyledi. Yine Zekvan kalktı.
Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ona: «Sen kimsin?» diye sordu. O da: «Yedi babasıyım» diye cevap verdi. Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem): «Filân, filân yerde bulununuz!» buyurdu.
Zekvan: «Yâ Resulallah! Ancak ben varım ve müşriklerin bir casusu olmasından emin olamayız» dedi.
Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem): «Yarın, Cennet yeşilliklerini iki ayağıyla çiğneyecek olan adamı kim görmek isterse, buna baksın!» buyurdu. Zekvan, ailesine vedalaşmak için gitti.. Kanlan, onu elbisesinden tuttular: «Ey yedi babası!.. Bizi bırakıp gidiyorsun ha?..» dediler. Elbisesini, onlardan çekti. Onlardan ayrılınca, dönüp: «Buluşacağımız yer Kıyamet günüdür» dedi.. Sonra, şehid oldu.
EBU’S - SAHBÂ = SILA HAKKINDA
· 31) Hümeyd İbn’ü-Hilâl’den: «Sıla (İbnü Eşyem Ebu’s-Sahbâ) dedi ki: «Rüyamda kendimi gördüm. Sanki bir kavim içindeyim ve arkamızda kılıcını çekmiş olan bir adam duruyordu. Bizden kimin karşısına geldiyse, onun kafasına vurmaya ve olduğu yere dönmeğe başlamıştı. «Onlara yaptığını, bana ne zaman yapacak?» diye, beklemeğe başladım. Üzerime geldi.. Başıma vurdu. Başım olduğum yere düştü. Başımı tuttuğum zaman, iki dudağımdan toprağın fışkırdığını, sonra, onu iade ettiğimde tekrar çıktığını görür gibiyim.»
· 32) Yine Humeyd İbnü Hilâl’den: Sıla, içinde oğlunun ve Hay Kabilesinden bir Ârâbinin bulunduğu bir ordu içerisinde savaşa çıkmıştı. Ârâbî ona: «Seni rüyamda gördüm. Sanki, çok gölgeli bir ağaca geldin. Ve onun altında üç petek bala nail oldun. Birisini bana verdin, ikisini tuttun. Diğerlerini benimle bölüşmediğine üzüldüm.» dedi. Düşmanla karşılaştılar.. Sıla, oğluna: «İleri geç!» dedi. Oğlu ve Sıla şehid oldular. Sonra da Ârâbî şehid oldu...
· 33) Alâ İbn’ü-Hilâl’il-Bahilî’den: Sılanın kavmin-den bir adam ona: «Yâ Eba’s-Sahbâ bana bir petek bal, sana iki petek verildi..» dedi.
Sıla ona: «Gördüğün hayırdır. Sen şehid olacaksın, ben de oğlumla beraber şehid olacağım» dedi.
«Yezid İbn’ü Ziyâd günü» olduğunda, Türkler Si-cistan’da onların karşısına çıktı. Müslümanlardan mağlûp olan ilk ordu, bu Ordu’dur...
Sıla, oğluna: «Ey oğulcuğum! Annene dön!..» de- di. O da: «Babacığına, hayrı kendin için istiyor da bana «dönmeyi mi emrediyorsun?.. Vallahi sen, annem için benden daha hayırlısın» dedi. Babası da: «Bunu diyorsan öne geç!» dedi. Derhal öne geçti.. Savaştı ve nihayet şehid oldu. Sıla, onun cesedini ok atarak korudu. Nişancı bir adamdı. Nihayet, oğlunun etrafından dağıldılar. Yürümeye başladı. Nihayet oğlunun başı üzerin-?de durdu ve onun için dua etti. Sonra, şehid oluncaya kadar savaştı.
· 34) Hammad îbnü Seleme, Sabit’ten. O da Sıla’-nm karısı Muâze’den rivâyet eder: Eşinin ve oğlunun beraberce şehid edildiği acı haberi şu şekilde geldiğinde... «Sıla oğluna: «Öne geç!..Ben seni Allah’a tahsis ediyorum» dedi. Ve şehid oldu.. Sonra da baba şehid oldu...»
İkisinin de ölüm haberi geldiğinde, kadınlar geldiler. O, kadınlara: «Eğer Allah'ın bize ikram ettiği şeyi kutlamak için gelelinizse buyrun!.. Yoksa, dönün!» de-«di.
Râvi Sabit dedi ki: Sıla, bir gün yemek yiyordu.. Ona bir adam geldi: «Kardeşin öldü!» dedi. O da: «Ya-:zık!. Onun ölüm haberi bana bildirildi. Otur!..» dedi.
Adam: «Benden evvel, sana kimse gelmedi!» dedi. Sıla, şu cevabı verdi: (Kur’ân-ı Kerîm’de) Allah Azze ve Celle: «Sen de ölücüsün, onlar da ölücüdürler.» (Zü-mer: 30) buyurdu.
· 35) Hümeyd îbnü Hilâl’den: El Esved îbnü Gülsüm, yolda yürürken, iki ayağına, yahut parmaklarının ucuna nazar ederdi. İnsanların perdelerine gözlerini çevirmezdi. Bu yürüyüşünde bir tevâzû vardı. Kadınlar, âniden karşısına çıkarlar ve bazıları baş örtülerini çıkarmış olabilirlerdi de.. Karşılarına çıkıveren adam onları korkutabilirdi. Biribirlerine bakarlar: «Asla! O, Es-ved îbnü Gülsümdür.» (yani korkmayın) derlerdi'. Onun, kendilerine bakmadığını öğrenmişlerdi.
Gazaya çıktığında: «Allahım şu nefsim, genişlikte’ seninle kavuşmayı sevdiğini zannediyor. Eğer doğruysa, ona bunu rızk kıl!. Eğer yalancı ise, onu buna zorlat Hoşlanmasa bile... Ve onu, kendi yolunda maktul kıl!... Etimi yırtıcı hayvanlara ve kuşlara yedir.» dedi.
Bu ordudan bir taife içerisinde hareket etti. Nihayet bir yarığı olan duvardan girdiler. Düşman geldi, o» yarık üzerinde durdular.. Arkadaşları çıktı.. Yarık üzerinde düşman çoğalıncaya kadar o, çıkmadı. Atından-indi.. Gitmesi için atm yüzüne vurdu. O, çekip gitti... Düşman da ona yol verdi. Çıktı, duvarda olan suya yönelerek abdest aldı. Sonra, namaz kıldı.. Düşman:: «Araplar teslim olmak istediklerinde, teslim olma tarzları böyledir»diyordu.. Namazını bitirince, onlarla şe-Jtıid oluncaya kadar savaştı.
Bu müslüman ordusunun kumandam bu duvarın yanından geçiyordu... Onların içinde, şehid olanın kardeşi de vardı. Ona: «Duvara girer de kardeşinin kemiklerinden bulabildiğini defneder misin?» denildi. O: «Birşey yapacak değilim.. Kardeşim böyle dua etti. Duasına icabet olundu» dedi. Onun elemine dayanamadı.
EBÛ RİFÂ’A (radiya’llâhü anh) HAKKINDA
· 36) Hümeyd İbni Hilâl’den. Ebû Rifâa, namazını, kılıp duasını bitirdiğinde, son duası şöyle olurdu: «Allahım!. Hayat benim için hayırlı olduğu müddetçe bana hayat ver! Benim için hayırlısı olduğunda, bana temiz, müslüman kardeşlerimden işitenlere, iffetinden, temizliğinden ve iyiliğinden dolayı bana gıbta edecekleri bir ölüm ver! Bu ölümü de senin yolunda bir şeha-det kıl! Beni, nefsime hizmetten alıkoy!» Sonra, başlarında Abdurrahman İbn’ü Samure’nin kumandan bulunduğu bir ordu içinde sefere çıktı. Hepsi de Benî Ha-nîfe kabilesinden olan bir müfreze, bu ordudan ayrıldı. Ebû Rifâe: «Ben, bu müfrezeyle gideceğim» dedi.
Ebû Katade: «Adî kabilesinden burada kimse yoktur. Evin de yalnızdır.» dedi.
O: «Bu benim için, üzerinde karar verilen bir şeydir. Mutlaka gideceğim!» dedi. Ve onlarla beraber hareket etti. Bu müfreze, içinde düşman bulunan bir kaleyi, gece çevirdi. Ebu Rifâe ise geceyi, namaz kılarak geçirdi. Gecenin sonu geldiğinde, kalkanını yastık yapıp uyudu.
Arkadaşları, sabahleyin bu kaleye nereden çıkacaklarına ve nereden geleceklerine bakıyorlardı. Ebu Ri-fâe’yi olduğu yerde uyur vaziyette unuttular.
Düşman, onu gördü... Ve aralarından üç kişiyi onun üzerine gönderdiler ve kılıcını aldılar. Arkadaşları, Ebu Rifâe’yi olduğu yerde unuttuk» dediler. Ve ona, döndüler. Kâfirleri, onu soymak ister buldular.. Kâfirleri kaçırarak ondan uzaklaştırdılar...
Abdurrahman İbn’ü Samure: «Benî Adi’nin kardeşi Ebu Rifâe, «şehadeti» kendisine gelinceye kadar fark-etmedi» dedi.
· 37) Humeyd İbnü Hilâl’den. Sıla dedi ki: «Rüya gördüm. Sanki, Ebû Rifâe sür’atli bir deve üzerinde ve ben ise yavaş yürüyen bir deve üzerindeyim... O, bineğini benim üzerime çeviriyor ve «şimdi ona, sesimi du-yarabilirim diyebileceğim kadar» bana yaklaşıyor. Sonra, bineğini serbest bırakıyor ve gidiyor... Ben de onu takip ediyorum...»
Bu rüyayı şöyle tevil ettim: «O takip ettiğim yol, Ebû Rifâa’nın yoludur ve ben de ondan sonra, ayni işi, muhakkak yapacağım» dedi.
· 38) Hümeyd İbnü Hilâl’den. Ebu Rifâa dedi ki: Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ’e hutbe okurken ulaştım. Ve ona: «Ya Resulallah!.. Garip bir adam, dininden sual etmek İçin geldi... Dîninin ne olduğunu bilmiyor» dedim.
Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), hutbesini bırakarak bana döndü.. Yanıma kadar geldi. Ayaklarının demir olduğunu zannettiğim bir kürsî getirildi. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) üzerine oturdu. Azîz ve Çelil olan Allah'ın kendisine öğrettiğini, bana öğretmeğe başladı... Sonra, hutbesine dönerek, tamamladı.
Ebû Rifâa, şöyle derdi: «Allah’ın bana öğrettiği günden beri, sûre-i Bakara benden uzaklaşmadı. Onunla beraber, Kur’ândan alacaklarımı da aldım. Gece namazlarından sırtım doğrulmadı...»
O, yolculuklarda, arkadaşları için suyu ısıtır ve: «Siz şununla, abdestinizi güzelce âlın!.. Ben de bununla güzel bir abdest alacağım» der, kendisi soğuk suyla abdest alırdı.
· 39) Esir İbnü Cabir’den: ' «Ben Kûfe’deyken, bir arkadaşım bana: «Kendisine nazar edilen bir adam hakkında merakın var mı?» dedi. «Evet!» dedim. O: «Şu, onun kâğıt tomarı... Zannedersem, şimdi bize uğrayacak» dedi. Onun için oturduk... Adam geçti...
Baktım ki, üzerinde yırtık kadifeden elbise olan bir adam.
İnsanlar onu takip ediyor, o ise, insanlara dönüyor ve onlara sertlik gösteriyor, takip etmemelerini söylüyordu. Fakat onlar vazgeçmiyorlardı. Biz de insanlarla beraber yürüdük... Nihayet, Küfe mescidine girdi. Biz de beraber girdik... Bir sütuna yaklaştı. İki rekat namaz kıldı... Sonra yüzünü bize çevirdi: «Ey insanlar!.. Ne var ki, her sokakta beni takip ediyorsunuz?.. Ben de zayıf bir insanım. İhtiyacım oluyor, sizin yanımzda yapamam.. Yapmayın!.. Allah size merhamet etsin!.. Bana ihtiyacı olan, bana burada söylesin!.» dedi. Sonra, ilâve etti: «Bu mecliste üç çeşit insan bulunur: 1 — Anlayışlı mümin. 2 — Anlayışsız mümin. 3 — Münafık. Bunun dünyadaki misâli, yağmurdur. Gökten arza iner... Yapraklı, parlak meyveli bir ağaca isabet eder. Yapraklar güzelleşir.. Parlaklığı artar, meyvesi daha da iyileşir. 2 — Yapraklı, parlak, fakat meyvesiz bir ağaca isabet eder. Onun parlaklığını arttırır.. Yapraklarının da güzelliğini arttırır.. Onun da meyveleri olur ve bir evvelkine katılır.. 3 — Kurumuş bir ağaca isabet eder. Onu kırar, ortadan kaldırır» dedi. Sonra, «şu âyeti kerîmeyi»: «Biz Kur’ân-ı Kerîm’de müminler için şifa ve rahmet olanı indiririz. Halbuki o, zalimlerin ancak mahrumiyetini arttırır» (İsra: 82) âyetini okudu. Ve: «Allahım! Bana, müjdesi eziyetini, emniyeti korkusunu geçen, kendisiyle bana tam bir hayatın ve rızkın verileceği bir şehadeti rızık kıl!» diye dua etti.. Sonra, sustu...
(Râvi Esîr, şöyle devam etti): Arkadaşım, «adamı nasıl gördün?» dedi.
«Ona rağbetim arttı.. Ondan niçin ayrılalım?» dedim. Ona, bağlandık.. Çok geçmeden, insanlara toplanmaları nidâ olundu. Kadife elbiseli adam, bu topluluk içerisinde savaşa çıktı.. Biz de onunla beraber çıktık. Onunla konup, onunla göçüyorduk. Nihayet, düşman karşısında konakladık.
· 40) Esîr îbnü Cabir’den: «Bir münâdî, ey Allah ordusu!.. Bininiz!.. Ve size müjdeler olsun!» dedi. Elbisesini sürüyerek geldi. İnsanları saf haline soktu.. Kadife elbiseli adam, kılıcını kınından çekti ve kınım kırıp attı.. Sonra, şöyle demeğe başladı: Temenni ediniz!.. Temenni ediniz de yüzler tam dönsün!.. Sonra da Cenneti görünceye kadar çevrilmesin!.. Sonra tekrar: «Ey insanlar, temenni ediniz!.. Temenni ediniz!..» dedi. Bunu, hem böyle söylüyor, hem yürüyordu... İnsanlar da onunla beraber olduğu halde, böyle, söyler ve yürürken, bir ok geldi ve kalbine isabet etti. Ve olduğu yerde söndü. Sanki bir zaman evvel ölmüş gibi de soğudu.» dedi.
Hammad ise hadîsinde: «Biz onu, toprakta gördük» demektedir.
· 41) Enes (radiya’llâhü anh)’dan: Hâlid İbn’ül-Velid (radiya’llâhü anh) insanları Yemâme günü yöneltti.. Bir nehre geldiler. Heybelerini yukarıya kaldırarak nehri geçtiler.. Bir müddet savaştılar.. Müslümanlar arkalarım çevirerek, geri döndüler.
Halid İbn’ül-Velîd, başım eğerek bir müddet yere baktı. — Ben, onunla El-Berâ İbn’ü Mâlik arasında bulunuyordum— sonra başını kaldırdı. Bir müddet göğe baktı.
Bir iş ona zor gelince, bir müddet yere bakar, sonra bir müddet göğe bakar.. Sonra, görüşü kendisine belirirmiş.
Biri Bera’ya: «İşi Allah’a bıraktın! Bunun üzerine (dizlerini) yere koydun» dedi. O: «Ey kardeşim, vallâ-hi ben bekliyorum» dedi.
Halid, başını göğe kaldırıp, fikri kendisine açıklanınca: «Ya Berâ! Kalk!» dedi. O da: «Şimdi mi?» diye sordu. O ise: «Evet, şimdi» diye cevap verdi.
Berâ, kısrağına bindi. Allah’ı (C.C.) övdü. Arkasından, insanlara hitaben: «Ey Nâs! Muhakkak ki bu savaş Cennete götürücüdür ve benim için Medine’ye bir yol yoktur.» dedi. Ve onları, bir müddet teşvik etti. Sonra atma bir kaç kamçı vurdu... Atının, kuyruğunu hareket ettirmesine bakar gibiyim..
Bunun üzerine, insanlar da şiddet gösterdiler... Allah müşrikleri hezimete uğrattı.
· 42) Enes İbnü Malik (radiya’llâhü anh) den: «Medine’de bir gedik vardı. Muhkemüssümame iki ayağım bu gedik üzerine koydu.. İri bir adamdı. Serbest vezinle (recez-le) şiir söylemeğe başladı:
Ben Muhkem’üs Sümame’yim.
Ben Muhkem’ül Yemame’yim.
Ve ben gedik kapatanım... (ila ahir).
Al-Berâ, ona geldi. Onu öldürdü.
Kısa boyluydu. Bu adam vurma imkânını bulunca, Berâ’ya vurdu. O, kalkanıyla karşıladı. Sonra da Berâ, onun bacağına vurup kesti ve onu öldürdü.
Muhkem’in yanında geniş ağızlı bir kılıç vardı. Berâ, kendi kılıcını bırakıp, onu aldı... Onunla, kın-lıncaya kadar vurdu: «Allah senden kalanın belâsını versin!» dedi. Ve onu attı..
Sonra gelip, kendi kılıcını aldı.
· 43) Çölden gelen bir adam Ömer’e: «Ey insanların en hayırlısı!» diye nida etti. Ömer (radiya’llâhü anh) bunun üzerine: «Ne diyor?» diye sordu. Ona; «Ey insanların en hayırlısı!» diyor, denildi.
Ömer (radiya’llâhü anh): «Yazık sana!.. Ben, insanların en hayırlısı değilim» diye cevap verdi.
Adam: «Vallahi, ey müminlerin Emir’i, ben seni, insanların en hayırlısı görüyorsam?» dedi. Ömer (R. A.) da: «Sana, insanların en hayırlısını haber vereyim mi?» diye sordu.
Adam: «Evet!» dedi.
Hz. Ömer: «İnsanların en hayırlısı, evi, ailesi ve malı içerisinde olduğu halde, İslâm kendisine ulaşınca, develerinden bir kısmına dönüp, onları hicret edilecek yurtlardan bir yere indirip satan ve karşılığını, Aziz ve Çelil olan «Allah yolunda hazırlık» yapan, sabah akşam, «müslümanlarla onların düşmanları arasında bulunan» adamdır. İşte, bu, insanların en hayırlısıdır.» dedi.
Bu sefer adam: «Yâ Emîr’al müminin!. Ben bedeviyim. Meşguliyetlerim ve bir sürü işlerim vardır. Bana, itimad edeceğim ve maksadıma ulaşacağım bir iş tavsiye et!.» dedi.
Hz. Ömer: «Elini bana göster!» buyurdu. Adam, elini ona verdi.
Hz. Ömer (radiya’llâhü anh): «Aziz ve Çelil olan Allah’a ibadet edecek, ona hiçbir şeyi şirk koşmıyacaksm! Namazı kılıp, zekâtını verip, Ramazan orucunu tutup, Hac edip Ümre yapacaksın!.. Dinleyip, itaat edeceksin!. Sonra, açık olanı tavsiye eder ve gizlilikten sakındırırım. Sana söylendiği ve yayıldığı zaman utanmıyacağm ve seni rezîl etmeyen herşeyi tavsiye ederim. Söylendiği ve yayıldığı zaman haya edeceğin ve seni utandıracak olan herşeyden sakın!» dedi. Adam: «Ya Emîr’al müminin!. Bu işi yapar da Allah’ın huzuruna çıkarsam Ömer bana bunları emretti» diyeceğim.» dedi. Ömer (radiya’llâhü anh): «Bunları tut!. Rabbınla karşılaştığında söyleyeceğini söyle!» dedi.
· 44) Hişâm İbn’ü Amr’el-Fizârî, birisi vasıtasıyla Ömer (radiya’llâhü anh)’den rivayet etti: «Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in yanındaydım. Yanında başkaları da vardı. Bir adam geldi: «Yâ Resulallah! Allah indinde, enbiyası ve seçtiği kimselerden sonra, makam bakımından insanların en hayırlısı kimdir?» dedi. Rasulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) de:
«Aziz ve Çelil olan Allah’ın dâveti, kendisine — atının sırtmdayken veya yularını tutmuşken—, gelinceye kadar, malı ve canıyla Allah yolunda mücahe-de edendir» buyurdu.
O adam: «Ey Allah’ın Peygamberi!.. Ondan sonra kim (hayırlı)?» dedi.
Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) eliyle vurup: «Bir adam ki Allah’a güzel kulluk yaparak dua ediyor ve insanlara, şerli bir harekette bulunmuyor» diye cevap verdi.
Adam: «Aziz ve Celîl olan Allah yanında insanların en şerlisi kimdir?» diye sordu.
Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem): «Allah’a ortak koşan» diye cevap verdi.
Adam: «Bundan sonra?» deyince de, Efendimiz:
«Zulmeden ve gücü yettiği halde Hakdan meyleden Sultan» buyurdu.
· 45) Mücahid’den: Ummu Mübeşşir (radiya’llâhü anh): «Yâ Resulallah! İnsanların hangisi Aziz ve Celîl olan Allah yamnda derece bakımından daha hayırlıdır?» diye sordu. Efendimiz:
«Düşmanlar onu korkuttuğu halde, atı üzerinde düşmanı korkutandır» buyurdu.
Sonra eliyle Hicaz tarafım işaret edip: «Namazını kılan ve malından, Azîz ve Celîl olan Allah'ın hakkını veren kimsedir» buyurdu.
· 46) Ebû Saîd el-Hudrî (radiya’llâhü anh)’den: Resulullah (S. A.S.) Tebuk gazvesinde, arkasını bir hurma ağacına dayayarak bir hutbe irâd etti ve:
«İşte size, insanların en hayırlısını ve en şerlisini haber veriyorum!.. Muhakkak ki insanların en hayırlısı: Atının, yahut devesinin sırtında veya iki ayağının üzerinde olduğu halde, ölüm ona gelinceye kadar, Azîz ve Celîl olan Allah yolunda bulunandır. Elbette insanların en şerlisinden birisi de günahkâr ve cür’etli olup, (Azîz ve Celîl olan) Allah’ın kitabını okuyan ve ondan hiçbir şey hakkında anlayış sahibi olamıyan (yani kulak verip, kötülükleri terketmiyen) kimsedir» buyurdu.
· 47) Ebû Saîd el-Hudrî (radiya’llâhü anh)’den: Resulullah (S. A.S.) bize bir hutbe îrâd etti. Ve: «İnsanların en hayırlısı, cihad eden adamdır.» buyurdu. Ve yukarıdakinin benzerini nakletti.
· 48) İbnü Abbas (radiya’llâhü anh)’den: «Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem), ashab bir mecliste otururken, onların anîden karşısına •çıktı. Ve: «Size insanların en hayırlısını haber vereyim mi?» dedi.
Biz de: «Evet, yâ Resûlallah» dedik. Efendimiz bunun üzerine: «Ölünceye veya öldürülünceye kadar, atının başını tutan adamdır.» buyurdu. Sonra: «Size on? dan sonrakini de haber vereyim mi?» buyurdu.
Biz de: «Evet yâ Resûlallah!» dedik. Efendimiz: «Bir vadide inzivâya çekilen, namazım kılıp zekâtım verip, insanların şerh olanlarından da uzaklaşan kimse-dir.»
«Size, insanların en şerlisini de haber vereyim mi?» buyurdular.
«Evet ya Resûlallah!» dedik.
Efendimiz de: «Allah’ı vasıta kılarak isteyen, fa-Ikat onun için vermeyendir» buyurdu.
· 49) El-Hasen (radiya’llâhü anh)’den, El-Mubarek Îbn’ü-Fuda-;ie: «Azîz ve Celîl olan Allah Taâlânın: Ey iman edenler
Kitab-iil Cihad F.: 8 sabrediniz! Beraberce hudud bekleyiniz! (Âli İmran: 200) âyeti hakkında işittiklerini şu şekilde ifade eder: «Allah Taâlâ onlara, dinleri üzerinde sabır göstermelerini, -darlık ve genişlik, sevinç ve sıkıntı sebebiyle, dinlerini bir yana bırakmamalarını, kâfirlere karşı beraberce sabredip müşrikleri gözetlemeyi emretti.»
· 50) Mâmer, Katade’den rivayet etti ki O,: «Müşriklere beraberce sabrediniz ve Allah yolunda da hudud bekleyiniz!» derdi. (Âl-i îmran: 200 âyeti hakkında).
· 51) Şam ehlinden bir adam rivâyet etti: Şürah-bîl îbnü Sammat El-Kindî, dedi ki: «Bir kalede rıbatı-mız ve eyleşmemiz uzamıştı. Elbisemde beni rahatsız eden şey nedir, diye bakmak için, askerden uzaklaştım. Selmân (radiya’llâhü anh) yanımdan geçti ve: «Yâ Ebâ Sem-mat! Ne yapıyorsun?» dedi. Ona bildirdim. O da: «Zannedersem hanımının (Ümmü Semmatm) yanında olup, onun senin yerine bunu (tedaviyi) yapmasını arzu e-diyorsun» dedi.
Ben de: «Evet vallahi!» diye cevap verdim. Bu sefer Selmân (radiya’llâhü anh) —Yapma! Ben Resulullahm (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini işittim. «Birgün ve bir gecelik ribat, yahut birgünlük veya bir gecelik ribat, bir ay oruç tutmak ve onu ayakta ibadetle geçirmek gibidir. Herkim* murabıt olarak ölürse, ona böyle bir ecir verilir. Ve rızkı da ona ihsan olunur. Fitneciden de (Şeytandan) e-mîn olur, isterseniz okuyunuz!» Ayet:
«Allah yolunda hicret eden ve sonra öldürülen yahut ölenleri, Allah güzel bir şekilde rızklandıracaktır. Muhakkak ki Allah, rızk vereceklerin en hayırlısıdır. Onlan, razı olacakları şekilde cennete sokacaktır. Muhakkak ki Allah ilim ve hilim sahibidir. (El-Hacc: 58-59) buyurdu.
· 52) Fudale İbn’ü Ubeyd, Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’den şu hadîsi rivayet eder: «Kim şu mertebelerden birisi üzerine ölecek olursa, Aziz ve Çelil olan Allah, onu kıyamet günü o mertebeler üzerine tekrar kaldırır.»
Hadisin râvii Hayve: «Ribat, hac ve bunun gibi» diye ilâve eder.
· 53) Fudale İbn’ü Übeyd’den: «Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ in şöyle dediğini işittim: Her ölenin, ölürken üzerinde bulunduğu şey üzerine (ameline) son mührü vurulur. Azız ve Celîl olan Allah yolunda hudud bekleyen müstesna!.. Çünkü onun ameli, kıyamete kadar artar ve kabir imtihanından emîn olur.»
· 54) Fudale (radiya’llâhü anh)’den, Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu işittim: «Mücahid, kendi kendisiyle ci-had edendir.»
· 55) Hayvet’ Übnü-Şüreyh’den. «Bekr İbnü Amr, bana şöyle rivayet etti ki: Muaviye, İbnü Ebi Süfyan, Fudale İbn’ü-Ubeyd (radiya’llâhü anh)’ı İdarî bazı işler için tayin etti. Fudâle ise kendisiyle beraber yardımlarını dilediği bazı kimseleri yazdı. Bunun üzerine ona «Kardeşlik ve muhabbette ihlas gösterdiği adamlardan biri» geldi.
O adam, ashabından hatırladıklarının ilki içinde kendisini yazmış olduğunu zannetmişti. Fudaleye : «Kendinle beraber beni de yazdın mı?» dedi.
Fudâle: «Hayır» dedi. O, bu sefer: «Sahi mi?» diye sordu.
Fudâle: «Evet! İsmini senin için daha hayırlı olacak şey için terkettim. Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in ashabından bir adama şöyle dediğini işittim: «Herhangi mümin bir kul, şu amellerden bir mertebe üzerinde olduğu halde ölürse, Aziz ve Çelil olan Allah, onu kıyamet günü, o mertebe üzerine diriltecektir.» Ben de Aziz ve Çelil olan Allah’ın seni, «kendi yolunda cihad» mertebesinden diriltmesini arzû eyledim.» dedi. Bunun üzerine adam, sevinerek ayrıldı.
· 56) Urve’t-İbnü Ruveym’den. Resulullaha (salla’llâhü aleyhi ve sellem). bir kısım insanlar gelip: «Yâ Resulallah!. Biz cahiliye devrine çok yakın idik. Günahlardan, zinâdan isabet alıyorduk, Biz nefsimizi, içinde ölünceye kadar ibadet edeceğimiz evlerde hapsetmek istedik.» dediler. Bunun üzerine Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in yüzü parladı. Ve: «Siz yakmda ordular edineceksiniz ve sizin zimmetiniz ve haracınız olacak ve yine deniz kıyısında şehirleriniz, köşkleriniz olacak. Kim bu devre ulaşırsa ve nefsini şu şehirlerden birinde veya köşklerden birinde ölünceye kadar hapsetmeye gücü yeterse yapsın!» buyurdu.
· 57) Ubeydullah îbnü Ebî Hüseyn’den. Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Her kim, müşriklerin kendisine korku vermelerine rağmen, onları korkutan bir yere, ölünceye kadar kalmak üzere inerse, onun için, kıyamete kadar babını kaldırmadan secde edenin, oturmadan Allah’a ibadet edenin, iftar etmeden oruç tutanın ecri gibi bir ecir yazılır.»
· 58) 1 — Ubâde İbnüs-Samit (radiya’llâhü anh) buyurdu: «Hiç bir adam yektur ki canı çıkmadan gideceği yeri görmemiş olsun... Cihad için hudud bekleyen müstesnadır. Ecri (veya rızkı) beklediği müddetçe ona akıtılır.»
· 2 — Ukbe îbnü Amir (radiya’llâhü anh)’den. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Her ölenin ameline mühür vurulur. Allah yolunda ölen müstesna.. Çünkü onun işinin ecri, tekrar diriltilinceye kadar ona akıtılır.»
· 59) Abdullah îbnü Amr (radiya’llâhü anh), Murabıt olarak vefat eden hakkında: «O, kıyamet günü, büyük korkudan emin olur» dedi.
· 60) Ebu Salih’il-Hımısî’den. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Allah Taâlâ kıyamet günü, Sırat üzerinden rüzgâr gibi geçen kavimler diriltir. Onların üzerinde hiçbir hesap ve azap yoktur.»
Dediler: «Yâ Resulallah! Onlar kimdir?»
Buyurdu: «Ölümleri kendilerine rıbatta ulaşan kavimlerdir.» (Rıbat = Hudud bekçiliği demektir).
· 61) Mekhûl, rivâyet eder: «Kâb’İbnü Ucre (radiya’llâhü anh) İran’da murabıt idi. Selman (radiya’llâhü anh) ona rastladı:
«Niçin buradasın?» dedi.
O da: «Murabıt olarak geldim» cevabını verdi. Selman (radiya’llâhü anh) ona: «Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’den işittiğim, hu-dudda kalmana yardım edecek bir şeyi sana haber vereyim mi?» dedi.
O da: «Allah saha merhamet etsin. Evet» dedi. Selman (radiya’llâhü anh):
«Resulullah efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: «Azız ve Çelil olan Allah yolunda bir gün ribat; «bir ay tutulan oruç ve onun gece ibadetlerinden» daha hayırlıdır. Kim, Aziz ve Çelil olan Allah yolunda ölürse, kabir imtihanından korunmuş olur. Yapmış olduğu ameli, kıyamet gününe kadar ona yazılır.»
· 62) Ebû Hureyre (radiya’llâhü anh)’den. Nebi (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «İnsanlar için, bir zamanın gelmesi yaklaştı ki, o zamanda derece bakımından, insanların en hayırlısı, atının yularından tutup, her şiddetli bir ses işitişinde, atının üzerine binip ölümü, kaynağından (içmek) isteyen kimsedir. Ve birde şu vadilerden bir vadide, bir miktar koyun arasında namazını kılıp, zekâtını veren, ölünceye kadar; hayır iş yapmak müstesna, insanlardan uzaklaşan kimsedir.»
· 63) Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in ashabından olan, Abdullah İbnü’l-Harîs İbn’i Cez’iz-Zebîdî (radiya’llâhü anh)’den. Huzuruna iki kişi girmişti. Onlara «hoş geldiniz!» dedi ve dayanmış olduğu yastığı onlara verdi. Bu iki adam: «Biz bunu istemiyoruz. Biz ancak sizden istifade edeceğimiz bazı şeyler işitmek için geldik» dediler. O da: «Misafirine ikram etmeyen, Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ve İbrahim (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ümmetinden değildir.» dedi. Sonra:
«Aziz ye Çelil olan Allah yolunda, atının başma sarılmış olarak geceleyen, bir kaç parça şey ve soğuk suyla iftar edene müjdeler olsun!.
Ve inek gibi, çeşit çeşit şeyleri çabucak yutarak: «Oğlum! Bunu kaldır, şunu koy!» diyen ve bu arada, Aziz ve Celîl olan Allah’ı anmıyan kimselere de yazıklar olsun!» dedi.
· 64) Yezîd’ül-Uklî’den. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Ümmetim içerisinde kendisiyle hududların kapatıldığı kimseler olacak. Onlardan haklar alınacak, fakat hakları verilmiyecek. İşte onlar, bendendir.. Ve ben <de onlardanım.» Ve «İşte, onlar bendendir.. Ve ben de sonlardanım» diye tekrar etti.
· 65) İbnü Muhayriz’den: «Her kim Aziz ve Celîl olan Allah yolunda bir gece bekçilik yaparsa, onun için beklediği her insan ve hayvan karşılığında, kırat kırat ecir vardır.»
· 66) Abdullah îbn’ü Amr (radiya’llâhü anh) buyurdu: «Azız; ve Celîl olan Allah yolunda, bekleyerek ve korkarak bir gece geçirmem, yüz binek devesi tasadduk etmemden,., benim için daha sevgilidir.»
· 67) Ebû İmrân’el-Ensârî’den. Resulullah (S.A.S'.> buyurdu: Üç göz’e ateş asla zarar vermez:
· 1 — «Allah korkusundan dolayı ağlayan göz.»
· 2 — «Allah’ın kitabını okuyarak uykusuz kalan", göz.»
· 3 — «Aziz ve Celîl Allah’ın yolunda bekçilik yapan: göz.»
· 68) Câbir (radiya’llâhü anh)’den: Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile Zâ-tur-Rikâ gavzesine çıkmıştık. Müşriklerden birisinin* karısına bir ok isabet etti. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’i, seferden geri dönerken, kadının kocası gördü. Muhammed’ (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ashabından kan dökmedikçe dönmiyeceğine* yemin etti. Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in izini takip etmek için çıktı. Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir yerde konakladı: «Bu gecemizde bizi kim bekleyecek?» buyurdu. Muhacirlerden bir adam, ensardan da bir başkası çıktı: «Biz,, yâ Resulallah!» dediler.
Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem): «Vadinin ağzında bulununuz!» dedi. Vâdî yoluna inmişlerdi,. îki adam vadinin arzına, çıktıklarında ensarî, muhacire: «Gecenin hangi zamanı senin için sevgili? Ben senin yerine bekliyeyim. îlki mi? Sonu mu?» dedi.
O da: «îlkinde benim yerime nöbet tut!» cevabım verdi. Muhacir uzandı ve uyudu.. Ensarî kalktı, namaz kılmağa başladı... Takip eden (müşrik) adam geldi. Bekçinin karaltısını görünce onun, kavmin gözcüsü olduğunu anladı. Ona bir ok attı, isabet ettirdi... Gözcü onu çekti bıraktı ve ayakta durmaya devam etti. Adam ona bir ok daha attı. Onu da isabet ettirdi. Gözcü, onu da çıkarıp koydu.. Ve ayakta durmaya devam etti... Bu sefer üçüncüsünü attı.. Onu da isabet ettirdi. Gözcü, onu da çekip koydu. Arkasından rükû ve secdesini yapıp, arkadaşını uyandırdı. «Otur!.. Yaralandım!» dedi. Arkadaşı yattığı yerden fırladı...
Müşrik, ikisini de görünce tanındığını anladı. Ve kaçtı.
Muhacir, ensarinin kanını görünce: «Sana ilk ok attığında beni uyandırsaydm ya!..» dedi.
O da: «Bir sûre okuyordum.. Bitirinceye kadar kesmek istemedim. Ok atmakta devam edince rükû ettim ve seni uyandırdım... Allah’a yemin ederim ki, Resu-lullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in bana muhafazasını emretmiş olduğu vadinin ağzını kaybetmekten korkmasaydım, sûreyi kesmeden nefesim kesilir, ya da bitirirdim..» dedi.
· 69) Ebû İdris (radiya’llâhü anh)’den: Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Siz, yakında ordular edineceksiniz.. Bir ordu Şam’da, diğeri Irak’ta, bir ordu da Yemen’de.»
îbn’ü Havâlî (radiya’llâhü anh): «Benim için seç! Yâ Resu-lallah!..» dedi.
O da: «Sana, Şam’ı tavsiye ederim. Kim imtina ederse, Yemen ordusuna katılsın! Özrünü ortadan kal-dirsin!. Çünkü Allah Taâlâ hazretleri, benim için Şam ve onun ehline kefil oldu.» buyurdu.
· 70) Rabi’a İbnü Yezîd, Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’den bunun gibi bir hadîsi rivayet eder.
· 71) Safvân İbnü Abdullah’ İbni Safvân’dan. Sıf-feyn muharebesi günü bir adam: «Allahım, ehli Şam’a lanet et!.» dedi.
Bunun üzerine Ali (R. A.): «Ehli Şam’a topluluk halinde sövmeyiniz!. Çünkü onların içerisinde, gördüğünüzden hoşlanmayan bir kavim vardır. Ebdâl, onların arasındadır.» buyurdu. ---
· 72) Abdullah İbnü Amr (radiya’llâhü anh): «İnsanlar üzerine bir zaman gelecek ki, Şam’a gitmeyen hiç bir mümin kalmayacak.» buyurdu.
· 73) Osman (radiya’llâhü anh) buyurdu: «Hicret arazisinde nafaka yedi yüz kat katlanır. Ey Şam ehli! Siz ey mu hacirler! Sizden bir adam bir dirhemle çarşıdan bir alış verişte bulunsa, onu yese ve ailesine yedirse, onun için yediyüz misli vardır.»
· 74) Ebû Kılabe’den. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: «Şu tip yedi kişi ümmetim içinde bulunmakta devam eder; Allah’tan birşey istemezler ki onlara verilmesin. Onlar sebebiyle yardım olunursunuz. Onlar sebebiyle size yağmur verilir. [Zannedersem, şöyle ilâve etti]: Ve onlarla müdafaa olunursunuz.»
· 75) Alkarna İbn’ü Şihâb’il-Asîrî’den. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: Kim benimle gazaya çıkmağa ulaşamamışsa, deniz savaşma çıksın!.. Çünkü denizdeki bir gün savaş, karadaki iki gün savaştan daha hayırlıdır. Denizde şehid olamn ecri, karada iki şehidin ecri gibidir. Aziz ve Çelil Allah yanında, şehidlerin en hayırlısı «Ashâb-ı Eküfdür» buyurdular.
«Ya Resulullah!. Ashab-ı Eküf kimlerdir?» dediler. Efendimiz: «Denizde binekleri, üzerlerine alabora olanlardır» buyurdular.
· 76) İbn’ü Hüceyre’den. Resulullah Efendimiz (S. A.S.) buyurdu: «Kim benimle gazaya ulaşamamışsa, ona, deniz gazasını tavsiye ederim.»
· 77) Ukbe İbnü Amir, Nebi (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’den şu hadîsi zikretmiştir: «Beş şeyden dolayı ruhu kabzolunan kimse şehiddir.
· 1 — Allah yolunda öldürülen şehiddir.
· 2 — Allah yolunda boğulan şehiddir.
· 3 — Allah yolunda mızrakla öldürülen şehiddir.
· 4 — Allah yolunda karın hastalığından ölen şe-hiddir.
· 5 — Allah yolunda loğusa olarak ölen de şehiddir.
· 78) Ehu’l-Esved’den: Muaviye (radiya’llâhü anh) zamanında deniz gazasına çıkmıştım. Med yılı, Ebû Eyyûb’Ül-En-sârî de bizimle beraberdi. Ebû Kubeyl’den: Osman (R. A.) zamanında; Muaviye Rodos’daydı. Yanında Kâb’ul-Ahbâr’da vardı.
· 79) Muhammed İbnü Yahya İbn’i-Hibban’dan: «Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) çok zaman, Ümmü Haram’ı ziyaret eder ve onun yanında öğle istirahatı yapardı. Bir gün onun yanında uyudu. Uykudan uyandı. Gülüyordu. Ümm’ü Haram ona: «Yâ Resulallah! Ne hususta güldünüz?» diye sordu.
Efendimiz de: «Biraz önce, bana arzolunan bir kısım insanlardan dolayı taaccüp ettim. Onlar, Melikler gibi şerirler üzerinde idiler. Allah yolunda, şu yeşil denizde sefere çıkıyorlardı» buyurdu. Dedim ki: «Yâ Resulallah! Aziz ve Çelil olan Allah’a, beni onlardan kılması için dua et.»
Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem): «Sen ilklerdensin, sonlardan değilsin..» buyurdu. Ben onun ölüm şeklini bilmiyordum ve bu hadîs bana, Resulullah Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) den ulaşmıştı.
Nihayet, Enes îbnü Malik çıkageldi. Ümmü Haram, onun teyzesiydi. «Bu haberin Enes îbnü Malik’in yanında olacağına yemin ederim» dedim. Onax gelip, Üm-mü Haram hakkında sordum:
«ölümü nasıl oldu?» diye.
O da: «Cennete düştü» cevabını verdi. Yine devam etti: Onun mühim ahvalinden biri şudur. (Ümm’ü Haram) amcası oğlu Ubâdet-Übn’üs-Samit ile evlendi. O da onu Şam’a götürdü. Muâviye (radiya’llâhü anh) deniz gazasına çıkınca, kendisiyle beraber Ümmü Haram’ı da götürdü. Gazalarını bitirince, denizden çıktı. Sahildeyken ona bineği getirildi.. Bindi, birazcık gitti. Hayvan onu yere attı. Düşüp, ailesine ulaşamadan vefat etti.
· 80) Enes İbnü Malik (radiya’llâhü anh)’den. Reşuiullah (S. A.S.) Kubâ’ya gittiği zaman Milhân’m kızı Ümmü Ha-ram’ın evine girer, o da Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ’e yemek yeddirildi. Ümmü Haram, Ubâdet-Übn’ü s-Sâmit’in nikâhı altındaydı. Bir gün Reşuiullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ onun yanma .girmiş o da Efendimize yemek ikram etmiş ve namaz kılarak oturmuştu...
Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) uyudu. Sonra gülerek uyandı. Ümmü Haram: «Yâ Resulallah! Seni güldüren ne?» diye sordu.
Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem): «Ümmetimden bir kısım insanlar...» diyerek (79 daki hadisi) zikretti.
· 81) Abdullah îbnü Amr (radiya’llâhü anh) buyurdu: «Denize yapılan bir sefer bana, kabul edilmiş bir kantar sadakadan daha sevgilidir.»
· 82) îbnü Hübeyre’den: Muaviye (radiya’llâhü anh), Ömer (R. A.)’den deniz savaşma çıkmaya izin istemek üzere yazdı. Ona şöyle bilgi veriyordu:
«Kıbrıs'la arası iki günlük yoldur. Eğer Emir ül Müminin oraya gaza etmemi uygun görürlerse, Allah Tebareke ve Taâlâ orayı, onun eliyle fethedecektir.»
Hz. Ömer, deniz savaşı hakkında insanların en bilgininin kim olduğunu sordu. «Amr İbnü’l-Âs» dediler. «O, deniz yoluyla Habeşistan’a gidip gelirdi...» Ona sordu. O da: «Ey Emir el-Müminin! Denizciler, denize göre, çöp üzerinde olan bir tırtıla benzer. Binekleri sabit durursa sallanır. Meylederse, boğulur» dedi.
Bunun üzerine Ömer (radiya’llâhü anh): «Vallahi, kaldığım müddetçe, müslümanlardan hiç birini, buna bindirmi-yeceğim» dedi.
· 83) Abdullah îbn’ü Amr Îbnü’l-Âs’m kölesi, kendisine gelip: «Ben deniz gazasına çıkmak istiyorum, bana tavsiyede bulun!» dedi.
O da: «Sana kara’yı tavsiye ederim. Ne eziyet eder, ne de eziyet olunursun» dedi. O: «Ben, (denizi) istiyorum..» dedi.
Bunun üzerine Abdullah şöyle buyurdu:
«Altı şeyi muhafaza edersen, Cennet hurilerinden sekiz tanesine hak kazanmış olursun.»:
· 1. Harp ganimetinde haksız bir şey alma!
· 2. Başkasının yaptığı haksızlığı da gizleme!
· 3. Bir komşuya veya başka milletten olana da eziyet etme!
· 4. «İmama» da sövme!
· 5. Asla kaçma!
· 6. Kork! (Allahtan..)
· 84) Nâfi’den. İbnü Ömer (radiya’llâhü anh) şöyle derdi: «Benim için, dilsiz, baş eğici bir dişi deve üzerinde savaşa çıkmam, deniz yolculuğuna çıkmaktan daha sevgilidir.»
· 85) Musa İbnü Alî İbni Rebah, babasından nakleder ki: Resulüllah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) arkadaşlarına yardım ederken gördüğü kişiye teveccüh ve duâ ederdi.» Ab-durrahman İbnü Zeyd İbn’ü-Eslem; babasından rivayet etti. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem): «Kavmin efendisi, seferde onlara hizmet edendir.» buyurmuştur.
87) Mücâhit şöyle derdi: «İbnü Ömer’e (radiya’llâhü anh) hizmet etmek için (yolda) arkadaşlık ettim. Halbuki o bana hizmet ediyordu.»
' ---o0o——
88/1) Ömer İbnü Hattap (radiya’llâhü anh): «Sanatları öğreniniz. Bir adam şan’atma muhtaç olursa, ondan faydalanır.» buyurdu.
88/2) Muaviye İbnü Ebi Süfyan (radiya’llâhü anh): «Sizden her biriniz, elbisesini yamasın!.. Onu tamir etsin!.. Çünkü, eskisi olmayanın yenisi yoktur» derdi.
· 89) Havt îbn’ü Râfî’den. Amr İbnü Ubeyd, (yol) arkadaşlarına, onların hadimi olmayı şart koşardı. Şiddetli sıcak bir günde hayvan otlatmaya çıktı. Arkadaşlarından biri ona gelmişti. Bir de baktı ki o uyurken bir bulut kendisini gölgelendiriyor. Ona: «Müjdeler olsun ey Amr!» dedi. Amr ise, bunu kimseye haber vermemesi için, söz aldı.
· 90) Abdullah İbn’ü Amr buyurdu: «Kim Aziz ve Çelil olan Allah yolunda arkadaşlarına hizmet ederse, onlardan her insan üzerine, ecirden bir kıratla üstün kılınır.»
· 91) Bilal İbnü Saad, Amr İbnü Abd’i-Kays’ı, Rum diyarında muhacirlerle nöbetleşe bindiği bir katır üzerinde gören kimseden rivayet eder ve şöyle der: «Amr İbn’ü Abd’i-Kays, gazaya çıktığı zaman, arkadaş bulmak için durur bakar, ona muvafakat eden bir arka-. daş gurubu görünce: «Ey insanlar! Kendiliğinizden üç özelliği bana vermeniz şartıyla sizinle arkadaşlık etmek istiyorum» derdi.
Bunun üzerine onlar da: «Bunlar nedir?» diye sorarlar. O da: «Sizin hizmetkârınız olacağım. Hizmette kimse benimle çekişmiyecek. Müezzin olacağım, ezanda da hiçbiriniz benimle çekişmiyecek. Ve sizin için gücümün yettiği kadar infak edeceğim» derdi.
Onlar «Evet!» diye kabul ederlerse onlara katılırdı. Onlardan biri, bunlardan bir şey üzerine çekişecek olursa, onlardan uzaklaşıp, başkalarına giderdi.
· 92) Sâlimden. Abdullah İbnü Ömer bir adamla yola çıktığı zaman ona, şunları şart koşardı:
«1 — Kendisine zıt bir yolculuk yapmamayı. ' 2 — Ezanda ve hayvan kesmede kendisiyle çekiş-memeyi.»
· 93) Ebû Kılabeden: Nebi (salla’llâhü aleyhi ve sellem) seferde asha-bmdan bir kısım insanlarla arkadaşlık ediyordu. Onlardan bir grub, içlerinden bir adamı son derece övüyorlardı: «Ya Resulallan! Onun gibisini görmedik. İner inmez namaz kılar, hareket edince (Kur’an) okumağa başlar, ara vermeden oruç tutar» dediler.
Bunun üzerine Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem): «Bu hususda »onun ihtiyacını kim giderir?» diye sordu. «Biz» dediler. ..Efendimiz: «Hepiniz de ondan daha hayırlısınız» buyurdular.
· 94) Recâ İbn’ü Hayve’den: «Selmân (radiya’llâhü anh)'a arkadaşları: «Bize tavsiyede bulun!» dediler. O da:
«Sizden kim, hacca giderken, yahut Umre yaparken, gazada olarak veya gazileri nakletme esnasında • ölebilirse ne alâ!. Yoksa tüccar veya vergi toplayıcı «olarak ölmeyin!» buyurdu.
· 95) 1. Abdullah İbnü Arnr’dan. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: Aziz ve Celîl olan Allah yanında en hayırlı arkadaş, arkadaşı için en hayırlı olandır. Aziz ve Celîl olan Allahın yanında komşuların en hayırlısı,, komşusu için en hayırlı olanıdır» buyurdular.
· 2. Abdullah İbn’ü Anır (radiya’llâhü anh): «Bugün işlemiş olduğum bir hayır, geçmişte onun iki katı olandan, benim için daha sevgilidir. Çünkü biz Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile beraber iken himmetimiz Âhiret idi. Dünya bize keder vermiyordu. Bugün ise, Dünya bize dönmüş bulunuyor» derdi.
· 3. Abdullah İbnü Ömer (radiya’llâhü anh) ise: «İnsanların fesadı esnasında salih olan garip kişilere müjdeler olsun!» derdi.
· 4. Ebû Bekir es-Sıddîk (radiya’llâhü anh) • «Muhakkak ki birbirini Allah yolunda seven kardeşin duası, Allah yanında kabul olunmuştur.» demiştir.
· 96) Zeyd İbnü Eşlem, babasından zikreder kî Ömer Îbnü’l-Hattab (radiya’llâhü anh)’a şu haber ulaştı:
«Ebû Ubeyde (radiya’llâhü anh), Şam’a gelmiş ve düşman da ona her taraftan hücum etmiştir.»
Bunun üzerine Ömer (radiya’llâhü anh) ona, şu mektubu yazdı: «Evvelâ selâm... Bundan sonra. Mümin bir kula şiddetli bir belâ inmez ki Allahu Taâlâ Hazretleri, ondan sonra ona elbette bir açıklık kılar. Ve muhakkak ki bir zorluk iki kolaylığa galebe çalamaz. «Ey iman-edenler! Sabrediniz, beraberce sabrediniz!. Ve beraberce hudud bekleyiniz. Allahtan ittika ediniz ki felah-, bulasınız!» (Ali îmran 200).
Ebû Ubeyde de ona şu mektubu yazdı: «Evvelâ selâm... Bundan sonra Aziz ve Celîl olan Allah kitabında buyuruyor: «Biliniz ki Dünya hayatı, ancak oyun ve eğlence, süs, aranızda övünme, mallar ve çocuklarda arttırmadır. Bir yağmur gibidir ki bitirdiği, çiftçinin hoşuna gider. Sonra, iyice gelişir arkasından onun, sapsarı, daha sonra da kuru ot olduğunu görürsün. Âhirette ise şiddetli bir azab ve Allah’tan bir mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı ancak aldanma metaldir» (El Hadîd 20).
Bunun üzerine Hz. Ömer, makamına çıktı, minbere oturdu ve bu mektubu Medine halkına okudu. Ve sonra şöyle buyurdu: «Ey Medine halkı! Ebû Ubeyde size târiz ediyor. Yahut, cihada rağbet gösteriniz!» demek istiyor, dedi.
· 97) Kays İbn’ü Ebî Hâris’den: «Halid İbnü Vel’d’i, Hîrede, kavme şöyle haber verirken işittim: «Kendimi Mutada görüyorum! Elimde dokuz ,kılıç kırılmış ve ancak geniş ağızlı bir Yemen kılıcı dayanabilmiş» diyordu.
· 98) Ebû Nüceyh es-Sülemî’den: «Resulullah (S.A.
S.) ile beraber Tâif kalesini muhasara ettim. Ve Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu işittim.
«Kim bir ok atar ve onu yerine ulaştırırsa, onun için Cennette bir derece vardır» buyurdu.
Bir adam: «Ey Allahın peygamberi! Eğer ben bir ok atarsam ve hedefine ulaşırsa, benim için de bir derece var mı?» diye sordu.
Efendimiz: «Evet!» buyurdu.
Bunun üzerine attı ve hedefine ulaştırdı. «O gün o, onaltı oku hedefine ulaştırdım» dedi.
· 99) Ebû Nüceyh es-Sülemî’den: Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu işittim: «Kimin Aziz ve Çelil olan Allah yolunda saçı ağarırsa 100) Ebû Nüceyh es-Sülemî’den: Hangi müslü-man bir müslümanı azat edecek olursa, Azîz ve Celîl olan Allah, kemiklerinden her kemiğin ecrini onu ateşten azat edilmiş kılarak ödeyecektir.
Hangi müslüman kadın, bir müslüman kadım azat edecek olursa, elbette Azîz ve Celîl olan Allah, kemiklerinden her birini, onun kemiklerinin karşılığı olarak, ateşten koruyacaktır.
· 101) Ömer İbn’ül-Hattab (radiya’llâhü anh) buyurdu: Eğer üç şey; «Azîz ve Celîl olan Allah yolunda sefere çıkmam, yahut secdelerde almmın tozlanması veya meyveyi seçer gibi, «sözün iyisini seçen» bir kavm ile oturup kalkmam» olmasaydı, elbette Azîz ve Celîl olan Allaha kavuşmuş olmayı isterdim.
· 102) El-Hasan ül-Basrî’den: «Asrı Saadet» devrinden kalmış bir adama baygınlık geldi. Sonra ağladı ve, ağlaması gittikçe arttı.
Ona: «Muhakkak ki Allah (C.C.) Rahimdir. Muhakkak ki O, mağfiret edicidir.. Ve muhakkak ki O...» dediler.
Adam ise: «Vallahi kendimden sonra üzerine ağ-lıyacağım hiçbir şey bırakmadım. Üç şey müstesna... Bu üç şey de:
· 1 — İki ucu uzun bir günde öğle vaktinin aşırı susuzluğu.
· 2 — Alnıyla iki ayağı arasında gecelemek. Yani, secdeyle geçirilen bir gece.
3. Aziz ve Çelil olan Allah yolunda, sabah erken veya gece yola çıkmak.» dedi.
· 103) Ebû Eyyûb’ül-Ensârî (radiya’llâhü anh)’den. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu: Aziz ve Çelil olan Allah yolunda sabah erken veya gece yola çıkmak, güneşin üzerine doğup battığı yerlerden daha hayırlıdır.»
111 ——
· 104) Hz. Ömer’in oğlu (Abdullah) (radiya’llâhü anh) şöyle buyurur: «Aziz ve Çelil olan Allah yolunda bir yolculuk, elli hacdân daha, faziletlidir.»
s 105) îbn’ü Mes’ûd (radiya’llâhü anh) büyürdü: «Aziz ve Celi! olan Allah yolunda bir kamçıyı, savaş hazırlığı olarak vennem, hac arkasından hacca gitmekten, benim için daha sevgilidir.»
· 106) Ebû Hüreyre (radiya’llâhü anh)’den: «Bir adam, yâ Re-sulallah, bir kişi, Aziz ve Çelil olan Allah yolunda cihad istiyor ve o, aynı zamanda dünyadan da menfaat arıyor!» diye sordu.
Bunun üzerine Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem): «Onun için hiç bir ecir yoktur» buyurdu.
Bu, insanlara büyük geldi. Adama «Resulullah efendimize suali tekrar et. belki de anlamamışlardır» dediler.
O adam bunun üzerine: «Yâ Resulallah! Bir adam, dünya menfaati talep ettiği halde, Aziz ve Çelil Allah yolunda cihad murâd ediyor!» dedi. Yine Resulullah efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
«Onun için hiç bir ecir yoktur!» buyurdular.
Bu, insanlara ağır geldi. Adama yine: «Resulul-lah’a dön!» dediler. Bunun üzerine Efendimize üçüncü defa: «Bir adam, dünya menfaati istediği halde, Aziz ve Çelil Allah yolunda cihad murad ediyor?» dedi.
Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem): «Onun için hiç bir ecir yok!» buyurdular.
-107) 1 — Mekhulden, Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem): «Allahın sizi mağfiret etmesihi ve Cennete sokmasını ister misiniz?» diye sordu.
«Evet!» dediler. Bunun üzerine Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem): «Öyleyse, Aziz ve Çelil olan Allah yolunda sabah er-kence sefere çıkınız i » buyurdu.
2 — Mekhul’den. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem): «Gazâ ediniz, sıhhat bulursunuz!» buyurdu.
· 3 — Abdurrahman îbn’ü Ganem’ül-Esadî buyurdu: «Gazadan evvel Hacc, on gazadan daha hayırlıdır. Ve hacdan sonra gaza ise seksen hacdan daha hayırlıdır.»
· 108) Ebû Bekr İbn’ü Abdillah îbni Kays’den. Düşman karşısmdayken, babamdan işitmiştim. Resu-lullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: «Muhakkak ki Cennet kapıları, kılıçların gölgesi altındadır.»
Bu hadîsi duyar duymaz, düşkün kıyafetli bir •adam kalktı: «Yâ Ebâ Mûsa! Sen Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in bunu dediğini işittin mi?» diye sordu. O da: «Evet!» dedi.
Bunun üzerine o adam arkadaşlarına geldi: «Size selâm olsun!» dedi. Sonra kılıcının kınını kırıp attı.. Sonra kılıcıyla öne, ileri yürüdü, öldürülünceye kadar, •düşmana kılıç salladı.
· 109) Ebû İmran El-Cûnî'den: Biz İsfehan’da düşman karşısmdayken Ebû Mûsâ’ El-Eşa’rî (radiya’llâhü anh) Resulullah (S. A.S.) in şöyle buyurduğunu işittiğini söyledi: «Muhakkak ki Cennet kapılan, kılıçların gölgeleri altındadır.»
Bunun üzerine yıkanmaktan elbisesinin yenleri yıpranmış olan bir genç kalktı: «Yâ Ebâ Mûsâ? Nasıl söyledin?» dedi. O da hadîsi tekrar etti. Bunun üzerine •genç, arkadaşlarına dönüp selâm verdi. Sonra kılıçların altına girdi.
· 110) İbn’ü Avn’den: «Nâfi’ Allah Tebâreke ve Taâlâmn «Kim o gün, arkasını onlara (kâfirlere) çevirirse» (Enfal 16) âyeti hakkında sormak maksadıyla kendisine yazdığım mektuba şöyle cevap verdi: «Bu. Bedir günüdür.»
· 111) El-Hasen’ül-Basrî: Savaş hilesi yaprriak veya başka bir gruba yer vermek müstesna, kim o gün* arkasını düşmana çevirirse, Allah’tan elbette bir gada-ba uğramıştır. Ve onun sığmağı Cehennemdir ve o; ne kötü bir dönüş yeridir!..) (Enfâl: 16) hakkında, «Bugün bulundukları yeri (daha iyi) başka bir gruba, yahut başka bir şehre bırakırlarsa., (onlara vebal yoktur..)» diye izahatta bulunmuştur.
· 112) Muhammed İbnü Sîriri’den; Ebû Ubeyde (R. A.) ’m haberi, Ömer İbnül Hattab (radiya’llâhü anh) ’a ulaşınca «Eğer yerini bana terketseydi, onun grubu ben olurdum» dedi.
2 — Ebû Osman (En-Nehdî’den): Ebû Ubeyde şe-hid olunca, Ömer (radiya’llâhü anh)’a haber geldi. Bunun üzerine Ömer (radiya’llâhü anh): «Ey insanlar, değiştireceğiniz grubunuz1 benim» dedi.
· 113) Bir gurup insan (savaşta) öldürülünçeye kadar sabrettiler. Bunun üzerine Ömer (radiya’llâhü anh): «Allahını rahmeti onların üzerine olsun!.. Bana dönselerdi, elbette yer değiştirecekleri grupları ben olurdum» buyurdu.
· 114) Atâ’dan: İbn’ü Abbâs (RA.): «Eğer sizden
yirmi sabırlı kimse olsa...» (Enfâl 65-66) âyetleri hakkında: «Eğer bir adam üç adamdan kaçarsa, firar etmiş sayılmaz. Lâkin iki adamdan kaçmışsa firar etmiş sayılır» buyurdu
· 115) Kays İbn’ü Saad’deri. Atâ İbn’ü-Rebâh’tan: «Aziz ve Çelil olan Allah'ın «O gün kim düşmanlara arkasını çevirirse» (Enfâl 16) âyeti hakkında sordum.
O: «Bu âyet, Enfâl sûresindeki: «Şimdi, sizin üzerinizdeki yükü hafifletti ve sizde bir zayıflık olduğunu bildi. Sizden sabreden yüz kişi olursa, iki yüz kişiye galebe çalar» (âyet 66) ile mensuhtur. (Hükmü kaldırılmıştır.) Hiçbir kavme, kendilerinin iki katı olan düşmandan kaçmak yoktur. Bu âyeti (Enfâl: 16’yı) şu sayı neshetmiştir.» bu yurdu.
· 116) İbn’ü Abbâs (radiya’llâhü anh) ’den: «Sizden sabırlı yirmi kişi olursa, iki yüz kişiye galebe çalar.» (Enfâl sûresi 65’inci âyet) nâzil oldu. Bu, müslümanlara meşakkat verdi. O zaman, bir kişinin on kişiden kaçmamaları, onlara farz kılınmıştı.
Sonra hafifletme geldi: «İşte şimdi, Allah sizde bir zayıflık görerek, üzerinizden yükü hafifletti. Eğer sizden yüz sabırlı kimse olursa, iki yüz kişiye galebe çalar» buyurdu. (Enfal 66);
İbn’ü Abbâs ilâve ederek: «Allah onlardan sayıyı hafifletince, hafiflettiği kadar da sabırdan noksanlaştırdı.» buyurdu.
· 117) Humeyd, El-Hasan’ül-Basrî’den rivayet eder ki: «Bir adam, içkiden dolayı, dövülme cezasına uğramıştı. Peygamberleri bu cezayı tatbik etmedi. Sonra, bu cezayı tatbik etme fikri kendisine uygun göründü. Fakat adam, bu cezanın infazına mânı oldu.
Peygamber ona bir kuvvet gönderdi. Kuvveti hezimete uğradı. «Rabbim! Bir cezadan kaçan bir kimseye ordu gönderiyorum —haddi yerine getireyim diye — sen benim ordumu mağlup ediyorsun!» dedi.
— KORKU NAMAZI HARKINDAKİ BÖLÜM —
· 118) Nâfî, Abdullah’dan korku namazı hakkında şöyle nakletti: «îmam, insanlardan, yanında bir gurub olduğu halde namaza kalkar. Başka bir taife, kendileriyle düşman arasındadır. İmam ve yanındakiler bir tek secde yaparlar.. Sonra, bir secde yapanlar ayrılır, kendileriyle düşman arasında olan arkadaşlarının yerine gelirler. Namaz kılmayan grub, imamla beraber, bir secde yaparlar.
Sonra, imam selâm verir. İki taifeden herbiri, kendisi için bir secde yaparlar (yani, bir rekat kılarlar)», Abdullah Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile karşılaştığı günlerde böyle yaptığını haber vermektedir.
· 119) Salim, İbnü Ömer (radiya’llâhü anh)’dan rivayet eder ki: «Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) iki taifeden birine bir rekat namaz kıldırdı. Diğeri, düşmana karşı yüzünü dönmüştü. Sonra, Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile bir rekat namaz kılan bu tâife ayrılıp, düşman karşısmda olan arkadaşlarının yerinde durdular. Düşman karşısında olan birinci taife ayrıldılar. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) onlara diğer rekatı kıldırdı. Sonra onlara selâm verdi. Sonra onlardan her taife kalktılar, diğer rekatlarım tamamladılar.»
· 120) Malik îbn’ü Enes, (korku namazı hakkında) Nafî’nin: «Abdullah onu sadece Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’den mi nakletmiştir, bilmiyorum» dediğini rivâyet etmiştir.
· 121) Ebû’l-Âliye’den: «Ebû Mûsâ El-Eşarî, îsfe-han’da iken, ashabını iki saf haline getirdi. Halbuki o gün onlar için büyük bir korku yoktu. Fakat ashabına dinlerini öğretmek istiyordu. Bir taifeyle bir rekat namaz kıldı. Silâhlan olan diğer grub, yüzlerini düşman-ianna dönmüşlerdi. Namaz kılanlar arkadaşlannm yerine geçinceye kadar geri çekildiler. Diğerleri, aralann-dan geçerek, arkasına geldiler. Onlara da diğer rekatı kıldırdı. Selâm verdi, sonra onlan takip edenler kalkıp, tek başlanna birer rekat kıldılar.
Hadîste «tek başma» kelimesi yoktur. İmam için cemaat halinde iki rekat tamam olmuştur. İnsanlar için ise cemaatle birer rekat.
· 122) Ebû Ubeyde’den. Abdullah İbnü Mes’ûd buyurdu: «Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bize şu şekilde namaz kıldırdı; arkasına bir saf yaptı, düşmana karşı bir saf hazırladı. Hepsi de namazda oldukları halde o, tekbir aldı. Beraberce tekbir aldılar. Onlara bir rekat namaz kıldırdı. Sonra, bunlar, diğerlerinin saf oldukları yere gittiler.. Ötekiler geldiler. Onlara da bir rekat kıldırdı. Sonra, arkasındakiler, yerlerinde (kendi kendilerine) birer rekat olarak namazlarını tamamladılar. Sonra diğerlerinin saf olduktan yere gittiler. Ötekiler geldiler ve üzerlerinde olan rekatı tamamladılar.»
Şüfyan şöyle söyledi: «Biz Hammad’ın sözünü kabul ediyoruz; ilk gelenler, namazlarını ilk defa tamamlarlar.»
· 123) Süfyan, İbrahim’den şöyle rivayet eder: «Bir saf namazda olmadıkları halde düşman karşısında saf haline getirir. İmamın arkasında da bir saf yaparak onlara bir rekat namaz kıldırır. Sonra bunlar, diğerlerinin saf olduktan yere giderler, ötekiler gelir, onlara da bir rekat namaz kıldırır. Selâm verir. Sonra bunlar, diğerlerinin saf oldukları yere giderler. Ötekiler gelip, bir rekat daha kılarlar. Daha sonra bunlar diğerlerinin saf olduktan yere gidip ötekiler gelerek bir rekat kılarlar.»
· 124) İbn’ül-Mübarek, Abd’ül-Melik, İbn’ü Ebî Süleyman’ın, Allah Taâlânm «Eğer korkuyorsanız yürüyerek, yahut binekte olarak» (Bakara: 239) âyeti hakkında: Binekli' olarak veya yaya, hangi tarafa dönersen, ve hayvanın seni hangi tarafa dönderirse işaret ve ima ile farz namazları kılar gibi namaz kılarsın» dediğini rivayet etti.
· 125) İbn’ü-Avn, Recâ İbn’ü-Hayve’den rivâyet eder ki: Emirleri Es-Saht İbnü Sabit (yahut, Sabit İbn’ü s-Saht) olan bir orduda bulunuyorlardı. Korku vardı... Binek üzerinde namaz kıldılar. Onlara baktı, EI-Eşteri, inmiş olarak namaz kılarken gördü: «İnmesine sebep ne?» dedi.
«İndi, namaz kılıyor» dediler.
«Niçin aksine hareket etti? Ona da muhalefet edilecektir!» buyurdu.
· 126) Habib’in oğulları «Damra ve Muhâsır» rivayet ettiler: Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) küçük bir savaş yolculuğunda iken namaz vakti geldi. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) hayvan sırtında olduğu halde, namaz kıldı. İbn’ü Ra-vaha ise, yere inip namaz kıldı. Peygamberimize geldiğinde, efendimiz: «Ey İbnü Ravaha! Benim kıldığım gibi kılmaktan imtina mı ettin?» buyurdu.
O da: «Ben sizin gibi değilim. Siz, at üzerinde sür’atle gidersiniz, biz mutedil gidebiliriz» dedi. Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bunun üzerine, onun yaptığını kınamadı.
Yine Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) küçük bir grubla savaşa çıkmıştı. Resulullah efendimizin ashabı, binekte namaz kıldılar. Fakat bir adam, kendisini tehlikeye atıp, yerde namaz kıldı. Bunun üzerine Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) : «Muhalefet etti, Allah da ona muhalefet etti» buyurdu. Ve bu adam İslâmdan çıkmadan ölmedi.
· 127) al-Hasen’ül-Basrî’den: «Hişâm, düşmanı takip namazı hakkında şöyle rivayet etti: îki secdeli bir rekat namaz... İşaretle kılar.»
· 128) Yine al-Hasen’ül-Basrî (Bakara: 239’daki, Allah Taâlâ hazretlerinin «yaya iken») sözü hakkında: «(Kılıçla) döğüşürken, bir tek rekattır. Ancak rükû ve secde vardır. Yürürken... At’m koşarken... Yahut deveni hangi tarafa sürüyorsan» o tarafa demiştir.
· 129) Şûbe, «El Hakem, Hammad ve Katade»den rivâyet eder: «Vuruşma esnasındaki namazdan onlara soruldu: «Yüzünün olduğu tarafa bir rekattır» dediler.
· 130) 1 — Îbn’ü-Ebî Nüceyhten. Mücahit: «Vuruşma esnasındaki namazda, bir tekbir kâfidir» dedi.
· 2 — Süfyan: «İkişer rekat işaretle kılar» dedi,
· 3 —- Yahut Cuveybir’in, Ed-Dahhâk’tan rivayetine göre: «îki tekbirle» kılar buyurmuştur.
· 131) Yezîd’ül-Fakîr’den: «Câbir İbn’ü Abdillah’-tan (radiya’llâhü anh) seferdeki iki rekat hakkında» «Bu, iki rekat kısaltma mıdır?» diye soruldu.
Şöyle buyurdu: «Kısaltma» savaş esnasında bir rekattır. İki rekat, «Kasır» (yani kısaltma) değildir.
· 132) Hammad’dan: «Kendisi düşmanı takip ederken, veya düşman tarafından takip edilirken namaz vakti kendisine ulaşan bir adam hakkında» İbrahim’e sordum. Şöyle cevap verdi:
«Yüzü hangi yöneyse işaretle kılar. Secdesini rü7 kûundan biraz daha aşağı yapar. Abdestli olmayı ve Kur’an okumayı terketmez.»
· 133) Ez-Zührî, Aziz ve Çelil olan Allah Taâlâ hazretlerinin: «Eğer , korkarsanız, yaya olarak veya binekte olarak» (Bakara 239) âyeti hakkında: «Eğer düşman takip ediyorsa, onlara hangi yöne olursa olsun, yaya veya binekli olarak işaretle iki rekat namaz kılmaları helâl olmuştur.» buyurdu. Katâde ise: «Bir rekat kâfi gelir» dedi.
· 134) Mekhulden: Şurahbîl İbn’ü Hasene (radiya’llâhü anh) Şemmâse üzerine bir baskın yaptı. Bu hadise sabah vaktiydi. Askerlerine: «Bineklerinizin üzerinde namaz kılınız!» buyurdu. Yerde namaz kılan bir adamın yanından geçiyordu: «Bu, neden muhalefet ediyor?.. Allah da ona muhalefet etsin!» dedi. Bir de baktı ki o, Eş-ter..
· 135) Sâbik’ul-Yezîdî’den: «Mekhûl, Hasen’ül-Bas-rî’ye bir mektup yazdı. Onun mektubu, biz Dabık’tay-ken geldi». «Düşman dağılırken takip eden bir adam namaz vakti geldiğinde, atı üzerinde mi namaz kılar?» diye soruyordu.
O, şöyle dedi: «Aksine iner ve kıbleye yönelir. Eğer düşmanlan onlan takip ediyorsa, atının üzerinde imâ ile namaz kılar.»
· 136) Hâlid İbn’ü Ebî Navf’den: Atâ, şöyle buyurdu: «Sen düşmanı takip ediyorsan, in namaz kıl’.. Takip olunuyorsan, işaretle namaz kıl!»
. 137) Muhammed ibn’ü Ismâil; «Saîd ibn’ü Cü-beyr ve Atâyı gördüm, İmam hutbe okurken îmâ ediyorlardı..» dedi. (Yani imâ ile namaz kılıyorlardı).
· 138) Ebû Hişâm El-Vasıtî: «Ebû Vâil» Haccac hutke okurken, imâ ederdi..» dedi.
· 139) İbn’ü Cüreyc, Atâ’dan rivâyet eder ki: «El-Velîd (Hükümdar) namazı^ (Mîna’da) Hayf mescidinde geciktirdi. «Ne yaptın?» diye Atâ’ya sordum. O da: «îmâ ettim» cevabını verdi.
Davud dedi ki: «O gün, kurbandan sonra, (birgün) hutbe okudu. O kadar ki, bir adam, elbisesiyle güneşin
(batıp) görünmediğini işaret vermiş, o ise «siz namazdasınız» demişti.
· 140) Ebû Bekr İbnü Abdillah İbni Huvaytap dedi ki: Abdullah îbn’ü Abd’il-Melik’in yanında oturuyor?-dum. Şam şeyhlerinden, «Ebû Bahriyye» denilen bir »adam, iki gence dayanarak içeri girdi. Abdullah onu 'görünce, «Ebû Bahriyye! Merhaba» dedi. Benimle kendisi arasmda ona yer verdi.
«Gelmenize sebep ne? Yâ Ebâ Bahriyye? Seni sev-kiyattan çıkarmamızı mı istiyorsun?» dedi.
O da: «Hayır. Beni sevkiyattan alıkoymam istemiyorum. Fakat benim yerime, şu ikisinden birini kabul et!» dedi (oğullarını kastederek). Sonra da: «Bu yânındaki kimdir?» diye sordu.
O da: «O, kendisini sana tanıtır.» dedi.
Bunun üzerine bana: «Sen kimsin?» diye sordu. Ben de: «Ebû Bekr İbn’ü Abdillah İbni Huveytabım.» dedim.
«Hoş geldin!.. Sefâlar getirdin ey kardeşimin oğlu!.. Bana gelince. Ben, ordunun başlangıcında Ömer îbn’ü Hattab zamanında, Rum arazisine girdim. Başımızda amcanın oğlu Abdullah İbn’üs-Sâdî bulunuyordu. Azığımızın çoğu, boynumuzda asılıydı. Mızraklarımıza takdığımızın çoğu boynuzdu. Kur’andan emirlerimizin yanında hafızasında bulunan şeyin çoğu, Nâs ve Felâk sûresi ve uzun sûrelerden de kısa olanlar...
İnsanlardan karşılaştığımız her insan, bize hürmet İçin kalkacağım bilirdi. Fakat, ey kardeşimin oğlu!
Bizde zulüm, hıyanet ve ganimet hırsızlığı yoktu.» buyurdu.
· 141) Mücahid’den. Ömer (radiya’llâhü anh): «Ben her müs— lüman için, yer değiştireceği grubum» dedi.
Kitab’ül-Cihad’ın içindeki Rivayetlerin Numaralarına Göre Özetleri
KÎTAB’ÜL-CİHAD’IN BİRİNCİ KISMINDAKİ HADİSLERİN ÖZLERİ :
1. Hangi amel daha efdaldır Saff sûresinin iniş se- * bebi.
2. Hangi işin daha faziletli olduğunu, Ashabın bilmek istemeleri.. Ve Saff sûresinin iniş sebebi.
3. Ashabın en iyi işi yapmak için arzuları. Saff sûresinin iniş sebebi.
4. Allah tarafından, nefis ve malların, Cennet karşılığında satın alınması (Tevbe sûresi: 111.)
5. Ameli-salih gazâdan evvel yapılmalı.
6. Allah yolunda ölüm, günah kirini yıkar.
7. Savaşta , öldürülen üç tip insan ve kılıcın münafıklığı mahvetmemesi.
8. Görünüşleri ayni, fakat halleri ve niyetleri farklı iki kişinin savaşmalarının Allah indindeki değeri.
9. Allah yolundaki bir savaşta ölen veya öldürülen herkes şehid midir?.. Kim Allah’ın yüzünü isteyerek savaşmış ve öldürülmüşse işte o, Cennettedir.
10. Allah yolunda savaş esnasında, savaşanların ecri niyetlerine göre yazılır. Ancak Allah’ın rızası için savaşan şehittir.
11. Allah yolunda cihad eden çok çok ibadet eden kimse gibidir.
12. Cihadı Allah'ın yüzü için yapan ve Cenneti de uman bir kimseye (Kehf sûresi: 110’uncu) âyet ile verilen cevap.
13. Allah yolunda cihad eden, namaz ve oruçla devamlı ibadet eden kimse gibidir.
14. Allah yolunda savaşa erken çıkmanın faziletine yer yüzündekileri infak eylesen bile ulaşamazsın.
15. İslânun ruhbaniyeti, Allah yolunda cihad etmektir.
16. (15’inci hadîs gibidir).
.17. İbadet ve ruhbanlık için seyahat etmek, cihad etmek ve her yüksek yerde tekbir getirmek ile değiştirildi.
.18. Allah yolunda gece veya sabahleyin erkenden yolculuğa çıkmanın hayrı çok büyüktür.
xl9. (Onsekizinci hadîs gibidir.)
20. Şehidler, toprakta kanlan kurumadan Allahın mükâfatına nâil olurlar.
21. Şehidlere zevce olacak Cennet Hûrîlerinin, savaş esnasında onlar için duaları.;.
22: Cennet Hûrîlerinin duaları... Şehid düşenlere davranışları... Şehidlere giydirdikleri kat kat zarif elbiseler...
23. Allah yolunda sabah erken veya gece yola çıkmanın hayrı... Cennet kadınlarının tasavvur edile-miyecek derecedeki güzellikleri...
.24. Cennet Hûrîlerinin güzelliklerine inanan her savaşçı, onlan dünyadaki eşlerine tercih eder.
25. Şehidler için, inci ve yakut odalar... Allah tarafımdan meleklerle gönderilen hediyeler.
26. Hiç bir hayır sahibi mümin, öldükten sonra, dünyaya dönmek istemiyecektir. Şehidler müstesna.. Onlar, gördükleri muamele sebebiyle, dünyaya, dönüp bir kere daha öldürülmeyi temenni ederler.
27. Allah yolunda savaşa çıkmak, Resulullah (S.A.S.> tarafından çok sevilen bir işdir. O, savaşta tekrar1 tekrar öldürülüp dirilmeyi arzu ederdi.
28. Cennete giren bir mümin, dünyada olan herşey kendisinin olsaydı da, dünyaya geri dönmeyi istemezdi. Şehidler ise, on defa geri dönüp, yeniden; öldürülmeyi isterler.
29. Allah yolunda cihad eden, gündüz oruçlu, gece* de ayakta namaz kılan kimseye benzer.
30. Allah yolundaki toz ve Cehennem ateşinin dumanı, bir müslümanın burnunda birleşmez.
31. Farz namazdan sonra, Cennet dereceleri aranan; en hayırlı iş... Allah yolunda cihad için nafaka; vermek ve üzerine bindirilen hayvan temin etmek, sevap tartısı en ağır olan iyi işlerdir.
32. Savaş için sefere çıkıldığında, bineği dinlendirmek için yürümenin ve ayakları tozlamanın mükâfatı nedir?.
33. Seferde yaya yürüyüp, bineği dinlendirme işinde insanları teşvik etmek...
34. Kulun duası ne halde kabul olunur?..
35. Savaşta korku, günahların dökülmesine yarar.
36. En büyük sadakaların sevabını, bir fakirin bineği olmadığı halde erkence savaşa çıkması geçer.
37. Yine, cihad etmenin faziletinin izahı...
38. Allah yolunda yaralanan, kıyâmet günü nasıl gelecek?..
39. Kalbindeki niyeti halis olarak Allah yolunda cihad için çıkan, ya ganimetle gazi olarak evine döner, ya da Cennete girer..
40. Şehidin kıyamet günü Allah’ın huzuruna gelişinin manzarası.
41. Allah yolundaki korkağın ve cüretlinin tarifi.'.
42. Allah Taâlânm rızasını aramak için kanlarını dökenler, «Allah’ın dostlarındır.
43. «Allah yolunda» varını yoğunu kaybeden ve acı çekenler ancak mücahidlerdir.
44. Cesur mu, korkak mı en çok ecir kazanır?.
45. Allah'ın Arşı etrafında kıyamet günü şehidlerin duruşu..
46. Cennete giren ilk üç tip ile Cehenneme giren ilk üç tip insan.
47. Allah’ın sevdiği üç tip insanla Allah’ın ğadab ettiği üç tip kimse...
48. Şehidlerin en üstünü kimlerdir? Allah’ın güldüğü kimlerdir?. Kıyâmet günü onların güzel hali.
49. Boş günlerde geçirdiğine karşılık, nefsini Allah’a icara verip savaşan şehidin ulaşacağı mükâfat.
50. Şehidlerin en üstünü ve Cuma namazı kılanın mükâfatı en az olam kimdir? .
51. Hangi cihad en efdaldir?..
52. Şehidler emin kılınmış kimselerdir. İster savaşta, ister yatakta öldürülmüş olsunlar.
53. Şehid olmayı savaşta arayan yatağında ölse de şehiddlr. Yeter ki «Allah’dan başka tapacak yok» dedikten sonra görevini beklesin.
54. Ebû Cehil’in oğlu îkrime nasıl cihad etti ve şehid oldu?.
55. Ebû Cehil’in oğlunun İslama girişi rüya ile nasıl bildirildi?
56. Ebû Cehil’in oğlunun «Allah’a ve Kur’anı Kerime» yürekten sevgisi.
58. 57’inci hadîsi açıklar.
59. Âl’i-İmran sûresinin (169’uncu âyetinin) tefsiridir.
60-61) Kur’anı-Kerîmde medhedilen «Me’vâ Cennetinde» şehidlerin ruhlarının gıdalanması..
62. Şehidlerin ruhlarına yapılan ikramı ve Âl’i-îm-rân sûresinin (169’uncu âyetini) açıklayıcı bir hadîs.
63. Bir şehidin, ruhunun terkettiği cesedine insanların nasıl muamele yaptığından haberdar olduğunu anlatmaktadır.
64. «Bi’Ru-Maûne»de şehid edilenlerin, durumlarından hoşnut olduklarım açıklayan hadîs. (Necid’e Kur’ân-ı Kerîm öğretmek için gönderilmiş Hafızlardı).
65. Hüneyn Günü şehid olanlar hakkında..
66. Hac sûresinin (58-59. âyetini) açıklamaktadır.
67. Kalbinde niyeti cihad olanın, atının üzengisine ayağım koymasından sonraki ölümü şehâdettir.
68. Savaşta öldürülenden başka şehid olma nasıl olur?
69. Yine «şehid olmanın» çeşitleri.
70. Allah yolunda cihad edenin fazileti hakkında.
71. Hz. Osman (radiya’llâhü anh)’ın kavmi Kureyşe cihadı tavsiyesi.
72. Yine Hz. Osman (radiya’llâhü anh)’ı ncihadı tavsiyesi.
73. Tevbe sûresi (92’inci âyetin) iniş sebebini açıklar.
74. Cihadı emreden âyetin izahı hakkındadır.
75. Ahzab sûresinin (22’inci âyeti) ve Bakara sûresinin (214’üncü âyeti) izah edilmiştir.
76. Ahzab sûresinin (23’üncü âyetinin) iniş sebebini anlatmaktadır.
77. Al’i îmran sûresinin (133’üncü âyetinden) ibret alıp şehid olanın halini anlatır.
78. Allah yolunda cihad etme aşkıyla yanan topal bir mücahidin oğullarına kendisini savaşa götürmeleri için yalvarışı.
79. Oğulların, babalarından önce şehid olup Cennete gitme arzu ve gayretlerini anlatmaktadır.
80. Allah yolunda akan kanın, mücahid yanındaki sevinç veren değeri.
81. Şehid’in cesedinin Allah dileyince Melekler tarafından kaldırılışını isbât eder.
82. Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in şehidleri katledenlere karşı buğzu ve Allahın ona cevabım anlatan hadîs.
83. Savaş için hareket eder etmez katledilen bir «şehid annesi» ile Resulullahm konuşmasını nakleder.
84. Ebû Talha’nın kendi vücûdunu Peygamberimizin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ’e siper yapışını anlatan hadîs.
85. Allah’a olan sevgisinden dolayı, en ezâ verici bir katle razı olan Abdullah İbnü Cahş’ın Uhud’da dilediği gibi şehid oluşunu anlatan hadistir.
86. Şehidlere verilen müjde, kendisinden endişe edilen sakatlan bile atılmaya teşvik ediyordu...
87. Hz. Ömer (radiya’llâhü anh) ’ın bir şehidin oğluna verdiği değeri anlatır.
88. Uhud savaşında ayağa kalkamıyacak derecede yaralanan Resulümüz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in korunmasına vücudunu siper yapanlardan Ziyad’ Ibn’ül-Seke’nin vefatı..
89. Uhud savaşında Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’i korumak için vücudlarını siper yapanlar...
90. Mücahid’i Resulün katledildiği haberi dahi, «din müdafaası» için savaş yapmaktan alıkoymaz.
91. Uhud savaşında, yaralanmış olan Peygamberimizin iki ön dişini kaybedişini anlatır.
92. Talha (radiya’llâhü anh)’ın ağır yaralar ile gazi oluşunu nakleder.
93. Talha (radiya’llâhü anh)’m Uhud’da şehid oluşunu anlatır.
94. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in ashabıyla nasıl ilgilendiğini, ağır yarah olarak şehid olmaya yakın birinin Ona olan sevgi ve duasını ve kavmine nasihatim anlatan hadîs..
95. Resulullahın, Uhud günü şehid düşen bayraktarı «Mus’ab İbnü Ümeyr»in başı ucunda okuduğu (Ahzâb sûresinin 23’üncü âyetini) ve Peygamberin şehidler hakkındaki tavsiyesini nakleder.
96. Ashab, şehidlerin fakirlik içinde dünyayı terk etmelerine imrenir, kendilerine dünya nimeti verilmesinden korkarlardı. Hadîs buna bir misaldir.
97. Kefensiz olarak, elbiseleriyle gömülen şehidlerin ashab yanında değerli oluşu.
98. Uhud şehidlerinin gömülü vücudlarının terü-taze kalışı...
99. (Al’i-îmran’m 169’uncu âyetini) izah eder.
100. Allah yolunda acele edip koşanlarla, ağır davrananların halini anlatan hadîs...
101. Ne Mekke şehri... Ne insanların, aşkın sevgisi, «Peygambere (salla’llâhü aleyhi ve sellem) biât edenler için» savaştan daha sevgili değildi..
102. Hz. Bilâl (radiya’llâhü anh)’in Şam’a gidip orada vefat edişi.
103. (Tevbe: sûresi: âyet 41) in tesiri ile savaşa gidenlerin bir misali...
104. Allah yolunda gazaya çıkmak, Allah sevgisiyle yanan bir mücahide o kadar sevgili idi ki... Hadîs, bir kaç kere gazi olmuş bir şehidin deniz gazasında vefatından yedi gün sonra gömüldüğün-. de, cesedinin değişmediğini izah eder.
2105. 'Hesûl’e muhalefet eden küçülür ve zillete uğrar.
106. Hakiki mücahid, ya şehid olur, ya gazi..
107. Gerçek mücahid, düşmanla karşılaşmayı, sevgili bir gelinle karşılaşmaktan veya bir oğlan çocukla. müjdelenmekten daha sevgili görür.
108. Kahramanlıkta kendine denk bir düşmanla karşılaşmayı ve şehâdeti temenni eder.
109. Resulullahm favori kısaltmayı tavsiyesi..
110. Eteğiskısaltmayı isteyen peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) zırhın.yerde sürünecek gibi uzun olanına izin vermiştir.
111. Peygamberimizin (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in ifadesinde, sabır ve ümidi ikesmemenin değeri.
112. Çok kahraman bir gazinin, savaştan korkanlara-verdiği cesaret dersi.
113. Mücahidler, şehid düşenlere imrenerek bakarlardı..
114. Mücahid, şehid olmamayı mahrumiyet sayıyordu...
115. Şehidlik arayan bir mücahidin, günahına tevbe* edip, gusül edip, kefen kokulan sürüp, kendini-Allaha arz edişi.
116. Yaralıların, şehadete ulaşmadan önce, biribirleri-ne su ikram etmeleri.
117. Oruçlu iken, suyunu içemeden ruhunu» teslim > eden bir şehidin halini anlatır.
118. Al’i İmrân (144. ve 146’mcı âyetlerin), mücahidle-re cesaret verişi.
119. Al’i îmrân sûresinin (146’ıncı âyetinin)' açıklanması.
120. Efendisine sadık, (118’inci hadîsde adî geçen köle Salim’in) güzel Kur’ân okuyuşu ile ResluullahT hoşnut etmesi.
121. Müslümanların biri birini savaş için teşvik etmeleri... Teşviki dinleyen şehadetle mutlü olüyordüi-
KİTAB’ÜL-CİHAD’IN İKİNCİ KISMINDAKİ HADÎSLERİN ÖZLERİ
1. El-Hücürat sûresinin (2-3 âyetleri üzerine) kendisini suçlu bulup mahzun olana verilen müjde.
2. Yapmadığımız şeyde övülmeyi sevmek yasaklandı.. Allah'ın emir ve yasaklarına önem veren as-habtan birinin Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'den aldığı müjde.
3. Günahın son dereceleri.. İyilik etmenin son derecesi.. Şehidlerin dereceleri.
4. Şehidlerin, niyetlerine göre dereceleri vardır.
5. Şehidlerin dört derecesini izah etmektedir.
6. El Vakia sûresinin (10’uncu âyetini) izah eden hadîs.
7. Öz sahibi müslümanlann özellikleri nelerdir?.
8. Hz. Ömer’in şehadeti tarifi...
9. Babasıyla el ele Cennete gitmeyi şehidlikte arayan bir mücahid...
10. Bağırsakları dışına çıkan bir mücahidin Allah yolunda bir kaç adım daha atmak arzusu..
11. El-Ahzap (23. âyetinin) tesirini bildiren hadîs.
12. Nisa sûresinin (69’uncu âyetinin) mücahidlere verdiği şevk...
13. Medine şehrinin «Emin» oluşu..
14. Şehid olanların şehâdetlerini, arkadaşlarının rüyalarıyla olsun, önceden haber alışları.. Dua île şehidlik isteyişleri...
15. Ashab, gazâ için harcadığı paraya acımaz, paranın gördüğü işe göre sevinirlerdi.
16. Savaşa çıkanlar, yaradan akan kam, ibrişimden beyaz elbisede, süs gibi düşünürlerdi.
17. Allah’a yakın bir kulun üç arzusu: 1 —Dünyada zahidlik. 2 — Namaz için kuvvet. 3 —- Şehid olmak..
18 - 19. Şehidlik, mücahidler için öyle sevgiliydi ki.. Orduya kumandanlık eden bir baba, oğlunu şehid olarak gördüğünde sarsılmıyordu..
20. Savaşta ölenler, ve onların vefatını haber alanlar,
Resulullahm tarifi ve işareti üzerine şehid olduklarına inanırlardı.
21. Canını Allah Azimüşşana şehidlik için arz eden bir gâzi, savaşta yararlıklar gösteriyor.
22. Savaşta ilk şehid olan mücahide, önce Hurilerden eşleri gösterilmişti. Bunu anlatan da savaşanları imrendirip teşvik ediyordu.
23. Şehidlerin gömülü bedenleri rahatsız edilmemeliydi... Mezarı açılan bir şehidin bedeni orada bulunmamıştı..
24. Bu hadîs de şehid olmazdan evvel, yaralı bir mücahidin gördüğü Hürîleri anlatır.
25. Şehid olmazdan evvel Hûrîlerden iki zevcesini gören biri hakkında.
26. Şehid olanların, önceden vasiyet yazabildiklerini anlatmaktadır.
27. Miraç gecesi, Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ’in şehidlere eş olacak Hûrîler hakkında görüşü ve haberi.
28. İftar vakti şehid olmazdan evvel öğle rüyasında eşini ve Cennetteki yerini görüp, arkadaşlarına haber veren bir mücahid.
29. Allahtan hidâyete ulaştırılan bir Rum müslüman olduğunu söyleyip, hemen şehid düşüyor...
30.. Uhud günü yedi çocuk babası bir mücahidin karılarının alıkoymasına aldırmayıp şehidliğe koşmasını anlatır.
31. Şehidin şehâdetini önceden rüyada görüşü (Sıla R.A.)
32. Başkalarının şehid Olacak kimseyi önceden rüyada görmesi (Sıla R.A.)
“33. Arkalarında kalanlar için hiç bir korku ve endişe olmıyacağı müjdesi, şehidlik için oğlunu, babası- nın önünden gitmesi için teşvik ediyordu.
34. Zümer sûresi (30’uncu âyet’inin) mücahidler üzerindeki tesirleri. Şehid hanımının kocasının ve oğlunun şehadetlerini kutlaması.
: 35. Hayâlı bir müslümamn şehid olmak için duası ve dua ettiği şekilde şehid oluşu.
:36. Hayatı da ölümü de nefsine hizmetten uzak olarak, Allah yolunda isteyen bir müminin duası, ci- hadi ve şehid oluşu.
*37. Bir rüya ve tâbiri... örnek bir işi yapmak azmi.. (Sıla R.A. hakkında).
*38. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in, kendisine dinini öğrenmek için gelene muamelesi.. Ondan ders alan o öz müs-lümamn hareketi..
.39. îsra sûresinin (82 inci âyetini) ve onun tesirini bildirdiği gibi, insanların üstüne düşmesini kendisine rağbet etmesini istemiyenin ancak şehidliğe talip olacağını gösterir.
40. 39’uncu hadisde örnek gösterilen kimsenin şehid J oluşunu anlatır.
41. İşi Allaha bırakan kimseye teşvik fayda verir. O,. Allahı överek insanlar! teşvik eden kendisi harekete geçince de örnek olur ve hadisde görüldüğü' gibi, arkasını dönen bir ordu, onun yüzünden zafer kazanır.
42. (41’inci hadisdeki) işi Allah’a bıraktıktan sonra; kendisine söylenen hak sözü dinleyen kimsenin^, savaşmasını anlatır.
43. İnsanların en hayırlısı nasıl bir adamdır?. Hz. Ömer (radiya’llâhü anh)’m bir bedeviye nasihati..
44. İnsanların en hayırlısı kimdir?.. İnsanların en. şerlisi kimdir?.
45. Allah (C.C.) yanında insanların hangisi, derece bakımından daha hayırlıdır?..
46. Bu hadîste: Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in Tebük gazvesinde irad ettiği hutbede insanların en hayırlısı: ve en şerlisi tarif edilmiştir.
47. Yine, insanların en hayırlısı hakkında.
48. İnsanların en hayırlısı ve şerlisi hakkında başka bir tarif.
49. Âl’i îmrân sûresi (200’üncü âyetin) açıklaması.
50. Müslümanların birlikte sabretmelerini emreden Âl’i îmrân (200’üncü âyetin) başka bir açıklaması.
51. El-Hacc sûresi (58-59’uncu âyetin) mücahidler üzerindeki tesiri.. Resulün tavsiyesini tutan bir ashab, başkasını nasıl teşvik ediyordu.
52. Allah yanında kıymetli mertebeler..
53. «Allah yolunda hudud beklemenin» diğer güzel işlerden üstün durumu.
54. Mücahidin tarifi.
55. Cihad mertebesinin en yüksek oluşu.
56. Büyük günat işleyen kimseler için, ordular içinde cihad etmek, evlere çekilip ibadetle tevbe etmekten daha hayırlıdır.
57. Müşriklerle savaşmak, bilinen ibadetleri devamlı yapmaktan farksız, ecri çok büyük bir kulluktur.
58. «Cihad için hudud bekleyenin Murabıt’ın» ecri bütün ecirleri geçecektir.
59. Kıyamet günü büyük korkudan emin olacak kimdir?.. .
60. Ölümleri, hudud beklerken kendilerine ulaşanlar hesap ve azap görmezler..
61. ’ Kabir imtihanından korunmuş olan kimdir?..
62. Hudud ^bekleyenden başka, derece bakımından en hayırlı insan.
63. Misafire hizmet etmenin fazileti ve az şeyle yetinenin sevgili oluşu.
64. Resulullah’ın saydığı kimseler kimlerdir?
65-66-67. Allah yolunda bir gece bekçilik yapan, beklediği her insan ve hayvan karşılığı ecir alır.
68. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in emri üzere vadi ağzında hudud bekleyenin orayı kaybetmek korkusu, ve namaz sevgisi canım kaybetmek korkusundan daha şiddetliydi.
69. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) gazâ için çıkacak olanlara Şam’ı tavsiye etmişti.
70. 69’uncu hadîs gibidir.
71-72-73. Şam’ın Resulullah ve ashabı yanında sevgili oluşu.
74. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in ümmeti içinde bulunmakta devam edecek olan 7 tip müslüman.
75-76-77-78-79. Deniz gazasının ecir bakımından kara gazâsmdan fazla oluşu... Resulullahın (salla’llâhü aleyhi ve sellem) deniz gazasına çıkanları methedişi..
80. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’e bazı müjdeler rüya içinde verilirdi. Bunların içinde deniz gazasına çıkan mücahitlerin mükâfatlan da vardı.
81-82-83-94. Ashaptan Amb b. As (radiya’llâhü anh), Muaviye (R. A.) ve Hz. Ömer (radiya’llâhü anh) ’ın deniz gazâsı hakkmda-ki fikir ve tavsiyeleri.
85-86-87. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in seferde arkadaşlarına hizmet edenlere karşı teveccühü.. Hizmet edilen. lerden, hizmet edenlerin daha üstün oluşu.
88. San’at öğrenmenin gereği.
89. Arkadaşlarına seferde yardım için hizmet edenin dünyadaki mükâfatı.
90. Allah yolunda arkadaşlarına hizmet eden ecirde onlardan üstün kılınır.
91-92. Bu hadis de seferde arkadaşlarına hizmet ede- -cek olan bir kimsenin önce onlara teklif etmesi ve kabul edenlerle çekişmeksizin bu işi yapması anlatılmaktadır.
93. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in, ibadet eden bir kimseden, seferde ona hizmet edenlerin daha hayırlı oluşuna hükmetmesi.
94. Müslümanların hangi halde ölmeleri güzeldir. Hangi halde ölmeyi de arzû etmemek gerektir? .
95. Düşman ile cihad savaşta, yakınlar, arkadaşlar ve komşular ile cihad, normal hayatta olmaktadır. Lâkin Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu cihadın güzel bir şekilde olmasını isterdi.
96. Mümin bir kula inen ' şiddetli bir belâdan sonra bir ferahlığın geleceği müjdeleniyor. Âl’i-İmrân sûresi (20’inci âyeti) ile felah bulmanın yolu öğretiliyor. Bir de Hadîd sûresi (20’inci âyeti) ile müslümanlar dünyadan soğutulup Allah’a döndürülüyor..
97. Hâlid İbn’ü-Velîd gibi bir kumandan ancak başkalarına mertlik dersi vermişti...
98. Atılan ve hedefine ulaşan her ok için, Cennette bir derece olduğu müjdesi.
99. Allah yolunda olduğu halde, saçı ağaran kimsenin ecri.
100. Müslümanlar için köle azat etmenin fazileti.
101. Hz. Ömer (radiya’llâhü anh)’ın yanında ölümü istetmiyen işler, hangileriydi?..
.102. Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in izinden gidenler için ölümü istetmiyen ibadetler.,.
103. Peygamberimizi evinde misafir eden Ensardan Hz. Ebû Eyyûb (radiya’llâhü anh)’ın naklettiği bir hadis.
104. Cihâd etmenin, nafile hacdan ecirce üstün oluşu.
105. Cihâd için en ufak sadaka, fazladan hac yapmaktan hayırlıdır.
106. Bir kimse, hem cihâd etmeyi, hem de dünyadan bir menfaat elde etmeyi düşünmemeli.
107. Allahtan mağfiret ve Cennet ummak hangi işe tahsis olunmuştur.
108. Müslümanlar Resulullah’m emrini duyar duymaz cihada koşuyorlardı.
109. «Cennetin kılıçların gölgeleri altında» oluşunu bildiren hadîsin mücahidlere tesiri..
110. Enfâl sûresi (16’ıncı âyeti) hakkında.
111. Enfâl sûres (16’ıncı âyetin) açıklaması.
112. Savaşta grup değiştirmenin önemi.
113. Hz. Ömer (radiya’llâhü anh)’in grup değiştirmeye verdiği önem.
114. Enfâl sûresinin (65-66’mcı âyetlerinin) açıklanış:.
115. Cihâd hakkında indirilen âyetler hakkında.
116. Enfâl sûresinin (65’inci âyeti) indiğinde ne oldu? Bu hadîste önemli nokta: yük hafifleyince sabır da noksanlaşıyor.
117. İçkiden dolayı dövülme cezası. Bu cezayı tatbik etmeyenlere gelen yenilgi.
118 - 119 - 120 - 121 - 122 - 123 - 124 - 125 - 126 - 127 -128 - 129 - 130 - 131 - 132 - 133 - 134 - 135 - 136 -137 - 138 - 139 - 140. Bu hadîsler savaşta kılman korku namazının imamla nasıl kılınacağı. Korku olmadığı sırada, dinî öğretme vazifesinin tatbiki. Yürürken ve binekte iken kılınan korku halindeki namazda hangi tarafa dönüleceği.. Nasıl kılınacağı.. Korku namazına riâyet etmeyenin kınanması.. Düşman dağılırken takip edenin kılacağı namaz... Zalim hükümdar hutbeyi uzatırsa nasıl namaz kılınacağı.. (139)
140. Hz. Ömer (radiya’llâhü anh) zamanında Rum arazisine giren bir ordunun halini anlatmaktadır.
141. Hz. Ömer (radiya’llâhü anh) grup değiştireceklere, kendisine müracaat etmelerini emrederdi.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar