Print Friendly and PDF

GOETHE’NİN DOĞU-BATI DÎVÂN’I

Bunlarada Bakarsınız

 


Hazırlayan: Sabri Balta

Doğu-Batı Dîvânı’nda İlâhî Aşk

İlâhî aşk konusu, her ne kadar Allah dostlarının, velilerin, büyük İslâm şairlerinin ve edebiyatçılarının yazmış oldukları pek çok dîvânında ve eserlerinde gündemi belirlemiş olsa da, tıpkı onlar gibi batılı pek çok şairin de eserlerinde kendi inançları doğrultusunda işlenegelmiştir. Bu duygu sınırlanamayan, herhangi bir ölçüye sığmayan, aşırı muhabbetten neş’et eden sırr-ı ilâhîdir. Çünkü aşk, insanı insan kılmaktadır, insanı ateşlemektedir, onu faal duruma getirmektedir. İnsan bu ilâhî ateş olmadan adeta hareket edemez, hayatını anlamlı ve bereketli kılamaz. Zaten, pek çok kişi istese de istemese de hayatının herhangi bir döneminde bu duyguyu bazen mecazî, bazen de ilâhî aşk şeklinde yaşar. Çünkü, bu duygu hayatın tetikleyici unsurudur.

Allah’ın(Celle Celâluhû) yarattığı âlem dahi sevgiden ibarettir. Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Leyla ile Mecnun, Süleyman ile Belkıs, Yusuf ile Züleyha, Arzu ile Kamber gibi pek çok âşıklar bu yakıcı ürpertinin cereyanına kapılmışlardır. Ancak, burada önemli olan insanın mecazi aşktan ilahi aşka doğru tutulup gitmesidir. Zira mecazi aşkta gönül alemi katiyyen sükun bulamaz, kişi kendisini harap eder, içi içine sığmaz. Aslında mecazî aşk ilâhî aşkın çok cüz’i bir yansıması gibi görülmelidir. Mecazi aşk kişiyi dönüştürür ve aşkın gerçek kaynağı olan Allah’a (Celle Celâluhû) götürür. Bunun neticesinde insanın kalbi itminana erer ve tatmin olur. Burada önemli olan kalbin Allah’a (Celle Celâluhû) bağlanmasıdır. Kişinin kendisinin devreden çıkmasıyla bir teslimiyet hali vuku bulur. İlâhî aşka ulaşan kişi artık Allah’ın(Celle Celâluhû) diliyle konuşmaya başlar.

Johann Wolfgang von Goethe’de hayatında pek çok mecazî aşk yaşamıştır. Bununla birlikte Goethe, il âhî aşkı temsil eden mecazi şarabı övmüş ve aşkın meleklerden önce yaratıldığını dile getirmiştir (Ateş, 2014:3). Ancak, şairler sultanı diye isimlendirilen Goethe hayatı boyunca hep bir gayret, çalışma ve arayış içerisinde olmuştur. O bir hakikat ve insaf şairidir. Batı şiiri ve edebiyatı içerisinde bir karakter model, bir rol modeldir. Kendisinden sonraki şairlerin pek çoğu onu kendilerine örnek almışlardır. Onun hezerfan oluşu, hayatın tün katlanlarına olan

ilgisi onu önemli kılmıştır. Çocukluğunda almış olduğu mükemmel eğitim onu özgür ve insaflı bir kişilik kılmıştır. Musıkîye olan hayranlığı onun hayal gücünü sonsuz kılmıştır. Aslında, Goethe mütemadiyen ilâhî olanın peşinden koşmuştur. Hep bir arınma içerisinde olmuş ve vuslatı aramıştır.

Büyük Allah dostu Hz.Mevlana, “sadece susayan suyu aramaz, su da susayanı arar” buyurmaktadır. Yine, büyük Alman sofistlerden Meister Eckart, “Allah ’ın beni gördüğü göz, benim O ’nu gördüğüm gözdür; benim gözüm ve O ’nun gözü birdid” demektedir. Dolayısıyla, insan kozmik ve metafizik bir alemin içnde yaşamaktadır. Zıtlıklar âleminin içerisindeki şüphenin bayrağını dalgalandırdığı kozmik oyunun seyircisi, yorumcusu ve oyuncusu durumundadır. Yani, insan âlemde olup bitenlerden kendisini katiyyen tecrit edemez. İnsan sorumludur. Başıboş değildir. Bir amaçla dünyaya gönderilmiştir. Mamafih, o önce kendisine, bilâhare topluma, tarihe, kâinata ve Allah’a(Celle Celâluhû) karşı bir mes’uliyet içerisindedir (Özkan, 2006:33).

Goethe, hem kendince bir dindarlığn içerisindedir, hem de müthiş bir tefekkür şairidir. Kendi toplumunda yaşamış olduğu tüm gerilimler ‘onu doğnun manevi âleminin iklimine itmiştir. O bu vesileyle İslâm’a çok büyük bir ilgi duymuş ve İslâmla ilgili kaynakların tercümelerini okumaya başlamıştır. Bunun neticesinde Batı’da, tıpkı Müslüman şairler gibi bir divan yazma gerekliliği hissetmiş ve o zamanın Almanya’sında hiçbir şairin yapamadığı, yazamadığı dîvânı vücuda getirerek hayatının tüm duygularını şiirleriyle ifade etmiştir.

Onun yazmış olduğu Doğu-Batı Dîvânı’nda ilâhî aşkla ilgili tespit edebildiğimiz şiirleri şunlardır:

“Hegire.

Nord und West und Süd zersplittern,

Throne bersten, Reiche zittern,

Flüchte du, im reinen Osten

Patriarchenluft zu kosten,

Unter Lieben, Trinken, Singen,

Solldich Chisers Quell verjüngen”(Goethe, 1988: s.9).

“Hicret

Kuzey, Batı ve Güney paramparça oluyor,

Tahtlar çöküyor, imparatorluklar sallanıyor,

Pederşahilerin havasını soluklanmak istersen,

Şu tertemiz Doğu’ya hicret et,

Orada aşk, işret ve musıki meclisinde,

Hızır’ın ab-ı hayat menbaından içer, gençleşirsin ”.(Özkan, 2009:173)

“Hegire

Will in Badern und in Schenken,

Heilger Hafis dein gedenken,

Wenn den Schleyer Liebchen lüftet,

Schüttlend Ambralocken düftet.

Ja des Dichters Liebeflüstern

Mache selbst die Huris lüstern”. (Goethe, 1988:10).

“Hicret

Hamamlarda ve meyhanelerde,

Sevgilinin yaşmağı havalanıp da

amber kokusu dağıldığında,

ilahi Hafız, seni yadedeceğim.

Öyledir şairin aşk fısıltıları,

Hurileri bile aşka getirir” (Özkan, 2009:173).

“Gestandniss.

Was ist schwer zu verbergen? Das Feuer!

Denn bey Tage verrath’s der Rauch,

Bei Nacht die Flamme, das Ungeheuer.

Ferner ist schwer zu verbergen auch

Die Liebe, noch so stille gehegt,

Sie doch gar leicht aus den Augen schlagt.

Am schwersten zu bergen ist ein Gedicht,

Man stellt es untern Scheffel nicht.

Hat es der Dichter frisch gesungen,

 So ist er ganz davon durchdrungen,

 Hat er es zierlich nett geschrieben,

Will er die ganze Welt soll ’s lieben.

Er liest es jedem froh und laut,

Ob es uns qualt, ob es erbaut”(Goethe, 1988:13).

“İtiraf

Saklaması zor olan nedir? Ateş!

Gündüz dumanı ele verir, Gece alevi o canavarı,

Ayrıca aşktır bir de saklanması zor olan:

Her ne kadar sakin gibi görünse de,

Pek kolay okunur gözlerden.

En zoru ise bir şiiri saklamaktır:

insan meziyetlerini göstermeden edemez.

Eğer şair onu yeni söylemişse,

zaman bütün varlığı onunla doludur;

Şayet onu edalı ve zarif yazmışsa,

Bütün dünya onu sevsin ister.

Herkese okur onu sesli ve mes’ut,

Istırap verse de ihya etse de yahut”. (Özkan, 2009:176-177).

“Elemente

Liebe sei vor allen Dingen

Unser Thema, wenn wir singen;

Kann sie gar das Lied durchdringen,

Wird’s um desto besser klingen ”(Goethe, 1988:14).

“Gerçek Şiir

İçten söylediğimizde şarkımızı,

Evvela dile getirmeliyiz aşkımızı;

Ne kadar içten söylersek şiirde aşkı

kadar güçlü ve güzel yankılar şarkı ” (Özkan, 2009:177).

“All-Leben

Doch schon langst, dass liebe Pforten

Mir auf ihren Angeln schwiegen!

Heile mich, Gewitterregen,

Lass mich, dass es grunelt, riechen!”(Goethe, 1988:20).

“Evrende yeni hayat

Bana kendiliğinden açılan lütufkâr kapılar

Artık uzun zamandan beri sükûta daldılar!

Müjdeler olsun bana, sağnak sağnak yağmur,

Sonra taptaze bir yeşillik,

bırak koklayayım doya doya!” (Özkan, 2009: s.183).

“Selige Sehnsucht

Sagt es niemand, nur den Weisen,

Weil die Menge gleich verhöhnet:

Das Lebendige will ich preisen,

Das nach Flammentod sich sehnet.

In der Liebesnaechte Kühlung,

Die dich zeugte, wo du zeugtest,

Überfallt dich fremde Fühlung,

Wenn die stille Kerze leuchtet.

Nicht mehr bleibest du umfangen

In der Finsternis Beschattung,

Und dich reiŞet neu Verlangen

Auf zu hoeherer Begattung.

Keine Ferne macht dich schwierig,

Kommst geflogen undgebannt,

Und zuletzt, des Lichts begierig,

Bist du Schmetterling verbrannt.

Und so lang du das nicht hast,

Dieses: Stirb und werde!

Bist du nur ein trüber Gast

Auf der dunklen Erde.

Tut ein Schilf sich doch hervor,

Welten zu versüŞen!

Moege meinem Schreiberohr

Liebliches entfliessen! ” (Goethe, 1988:21).

“Mutlu Özleyiş

Yalnız bilgeye söyle, kimseye değil,

Zira nadanlar alaya hazırdır:

Hayat dolu olanı övmek isterim;

Aleve atılıp ölmeye hasret duyanı.

Seni yaratan, içinde senin de yarattığın,

O aşk gecelerinin serinliğinde,

Bir mum, ışıldarken sessizce,

Bir garip duygu çöker üstüne.

Artık zifiri karanlıklarda

Kuşatılmış halde kalmazsın

Ve daha ulvi bir birleşme için

Yeni bir arzuyla kanatlanırsın.

Uzaklar zor gelmez sana,

Uçarak gelirsin büyülenmiş,

Ve ışık hasretiyle sonunda,

Ey pervane yanar kül olursun.

Sırrına ermemişsen halen,

Sen şu: Öl ve Ol! Halinin

Garip bir misafirsin ancak,

Şu kasvetli dünyada.

Bir kamış boy atar çıkar

Dünyaları tatlandırmak için!

Benim de şu kamış kalemimden

Tatlı nağmeler dökülsün isterim! ” (Özkan, 2009:184).

“Musterbilder

Hör und bewahre

Sechs Liebespaare!

Wortbild entzünden, Liebe schürt zu:

Rustan und Rodawu.

Unbekannte sind sich nah:

Jussuph und Suleika.

Liebe, nicht Liebesgewinn:

Ferhad und Schirin.

Nur für einander da:

Medschnun und Leile.

Liebend im Alter sah Dschmil auf Boteinah.

Süfie Liebeslaune:

Salomo und die Braune!

Hast du sie wohl vermerkt?

Bist im Lieben gestarkt” (Goethe, 1988:29).

“Örnek Çiftler

Dinle ve unutma

Şu altı çift aşıkı!

Sözle tasvir tutuşturur, aşk alevlendirir:

Rustan ile Ruoevu

Tanımadan birbirine yakınlaşan:

Yusuf ve Züleyha.

Aşk lazım, aşktan yararlanmak değil:

Ferhad ve Şirin.

Sadece birbiri için varolan:

Mecnun ve Leyla.

ihtiyarlık günlerinde baktı aşkla

Cemil, Botayna’ya

Tatlı aşk keyfi:

Süleyman ile esmer güzeli Belkıs

Kulağına küpe ettinse bunları?

Güçlendin demektir aşkta” (Özkan, 2009:197).

“Noch ein Paar

Ja, Lieben ist ein grof Verdienst!

Wer findet schöneren Gewinnst?-

Du wirst nicht mactig, wirst nicht reich,

Jedoch den gröften Helden gleich.

Man wird so gut wie vom Propheten

Von Wamik und von Asra reden.-

Nicht reden wird man, wird sie nennen:

Die Namen müssen alle kennen.

Was sie getan, was sie geübt,

Das weif kein Mensch! Daf sie geliebt,

Das wissen wir. Genug gesagt,

Wenn man nach Wamik undAsra fragt! ” (Goethe, 1988:29-30).

“Bir Çift Daha

Evet, aşk büyük bir liyakattir!

Kim bundan daha iyi bir lütuf ve itibar bulur?-

Bununla sen güçlü ve zengin olmazsın ama,

En büyük kahramanlar olur dengin.

insan nasıl bahsederse Peygamberden iyi sözle,

Öyle bahseder Vamık ve Azra’dan yine sözle-

Onların hakkında konuşulmaz, yalnız adları anılır.

Kaldı ki onların adları herkes tarafından bilinir.

Ne yaptıklarını, ne ettiklerini kimse bilmez onların,

Lakin sevdiklerini hepimiz biliriz,

Fazla söze ne gerek,

Vamık ve Azra bizzat izahat demek! ” (Özkan, 2009:197).

“Lesebuch

Wunderlichtest Buch der Bücher

Ist das Buch der Liebe.

Aufmerksam hab ich’sgelesen:

Wenig Blatter Freuden,

Ganze Hefte Leiden;

Einen Abschnitt macht die Trennung.

Wiedersehn! Ein klein Kapitel,

Fragmantarisch! Bande Kummers,

Mit Erklarungen verlangert,

Endlos, ohne Maf.

Nisami!-doch am Ende

Hast den rechten Weg gefunden:

Unauflösliches, wer löst es?

Liebende, sich wiederfindend” (Goethe, 1988:30).

“Okuma Kitabı

Kitapların şaheseri

Aşkın kitabıdır.

Pür dikkat okudum onu:

Pek az yaprağı neş ’e,

Tüm metin ıstırap;

Bir bölümü ise hicran ile dolu.

Visal! Küçük bir fasıl,

Parça halinde! Lakin cildler dolusu gamın

Şerhini uzatmış,

Binihayet, bihesap.

Ey Nisami!- ahir

Doğru yolu buldun:

Hallonulmaz mes’ele, kim çözer bu düğümü?

Âşıklar elbet kavuşur birbirine ” (Özkan, 2009:198).

“Ja, die Augen waren ’s

Ja, die Augen waren's, ja, der Mund,

Die mir blickten, die mich küften.

Hüfte schmal, der Leib so rund,

Wie zu Paradieses Lüsten!

War sie da? Wo ist sie hin?

Ja, sie war's, sie hat's gegeben, Hat gegeben sich im Fliehn

Undgefesselt all mein Leben” (Goethe, 1988:30).

“Evet, o gözlerdi

Evet, o gözlerdi bana bakan, Evet, o dudaklardı beni öpen.

Kalça dar, beden pek kıvrak, Tıpkı cennetteki şehvet gibi!

Burada mıydı? Nereye gitti?

Evet, oydu, o verdi bana,

Kaçmak isterken verdi bana kendini

Böylece bütün hayatımı esir etti ” (Özkan, 2009:198).

“Gewarnt

Auch in Locken hab ich mich

Gar zu gern verfangen.

Und so, Hafis, war's wie dir

Deinem Freund ergangen.

Aber Zöpfe flechten sie,

Nun aus langen Haaren;

Unterm Helme fechten sie, Wie wir wohl erfahren.

Wer sich aber wohl besann,

Laflt sich so nicht zwingen:

Schwere Ketten fuerchtet man,

Rennt in leichte Schlingen” (Goethe, 1988:30-31).

“İhtar

Esir-i zülfün oldum bile bile

Memnuniyetle

Ve işte böyle, Hafız, sana olanlar

Dostunun da başına gelmiştir aynen.

Lakin onlar örer zülüflerini,

Şimdi uzun saçlarından;

Öğrendiğimize göre onlar

Miğferleriyle kılıç sallarlar.

Doğrusu iyi düşünen kimse,

Başkasına itaate zorlanmaz:

İnsan ağır zincirlerden korkar,

Ama hafif tuzaklara koşar ” (Özkan, 2009:199).

“Versunken

Voll Locken kraus ein Haupt so rund!

Und darf ich dann in solchen reichen Haaren

Mit vollen Handen hin und wider fahren,

Da fühl ich mich von Herzensgrund gesund.

Und küŞ ich Stirne, Bogen, Auge, Mund,

Dann bin ich frisch und immer wieder wund.

Der fünfgezackte Kamm, wo sollt er stocken?

Er kehrt schon wieder zu den Locken.

Das Ohr versagt sich nicht dem Spiel,

Hier ist nicht Fleisch, hier ist nicht Haut,

 So zart zum Scherz, so liebeviel!

Doch wie man auf dem Köpfchen kraut,

Man wird in solchen reichen Haaren

Fuer ewig auf und nieder fahren.

So hast du, Hafis, auch getan,

Wirfangen es von vornen an ” (Goethe, 1988:30-31).

“İstiğrak

Kıvrım kıvrım saçlar lüle lüle, baş pek toparlak!

Ve sonra o gür saçlara dalmak

Arasıra onlara okşamak isterim.

zaman sıhhat ve afiyet hissederim sinemde.

Öperim alnını, kaşını, gözünü, dudaklarını da,

O zaman gençleşirim, sonra yine yaralanırım.

Ya o beş dişli tarak saçının neresine takılsın?

O çoktan döndü bile buklelerine saçlarının.

Kulak da alamıyor kendini bu eğlenceden,

Bu taptaze et değil, bu ten değil,

Latife için pek taze, öylesine pür aşk!

Lakin bu küçücük başı hafiften okşamak için, insan bu gür saçlarda dolanır ebedi

Yukardan aşağı, aşağıdan yukarı.

Ey Hafız, işte sen de böyle yaptın,

Biz de başlayalım yeni baştan ” (Özkan, 2009:199).

“Bedenklich

Soll ich von Smaragden reden,

Die dein Finger niedlich zeigt?

Manchmal ist ein Wort von nöten, Oft ist's besser, dass man schweigt.

Also sag ich, dass die Farbe

Grün und augerquicklich sei!

Sage nicht, dass Schmerz und Narbe Zu befürchten nah dabei!

Immerhin! du magst es lesen!

Warum uebst du solche Macht! "

So gefahrlich ist dein Wesen

Als erquicklich der Smaragd."

Liebchen, ach! im starren Bande

Zwangen sich die freien Lieder,

Die im reinen Himmelslande

Munter flogen hin und wider.

Allem ist die Zeit verderblich, Sie erhalten sich allein!

Jede Zeile soll unsterblich,

Ewig wie die Liebe sein” (Goethe, 1988:31-32).

“Kuşkulu

Parmağında pek hoş duran,

Zümrütten söz edeyim mi?

Kaçınılmaz ise de bazen bir kelime,

Çoğu zaman sükût daha iyidir.

Yani ben derim ki rengi yeşil olsun,

Gözü güçlendirsin ve dinlendirsin!

Demem o ki yakın çevresinde onun

Istırap ve yara izinden korkulsun!

Öyle olsun! Elbette okumalısın!

Neden böyle zorlamaktasın!

“Nasıl teskin edeci ise zümrüt

kadar tehlikelidir varlığın.”

Ah, sevgilim! En serazat şiirler

Sert ve abus ciltlere sıkışırlar,

Oysa onlar berrak göklerde

Neş’eyle her yana uçuşurlar.

Zaman herşeyi mahveder,

Yalnız onlar korur kendini!

Her satırı ölümsüz,

Aşk gibi ebedi kalmalı” (Özkan, 2009:200).

“Schlechter Trost

Mitternachts weint und schluchzt ich,

Weil ich dein entbehrte.

Da kamen Nachtgespenster

Und ich schamte mich.

"Nachtgespenster", sagt ich,

"Schluchzend und weinend

Findet ihr mich, dem ihr sonst

Schlafende vorüberzogt.

Grosse Gueter vermiss ich.

Denkt nicht schlimmer von mir,

Den ihr sonst weise nanntet,

Grosses Übel betrifft ihn!"—

Und die Nachtgespenster

Mit langen Gesichtern

Zogen vorbei,

Ob ich weise oder törig,

Voellig unbekümmert” (Goethe, 1988:32).

“Kötü teselli

Hissedince yokluğunu,

İç çekip ağladım gece yarısı.

İşte o anda geldiler gulyabaniler

Ve ben mahcup oldum, utandım.

“Gulyabani” dedim,

“Beni buldunuz böyle

İç çekip ağlarken,

Oysa siz uykudakileri

Tercih ederdiniz.

Büyük servet kaybettim.

Hakkımda kötü şeyler düşünmeyin,

Zaten bilge derdiniz ona siz,

Büyük belayı ona veriniz!

Ve gulyabaniler

uzun suratlarıyla

Geçip gittiler,

Bilge miyim yoksa kaçık mı;?

Aldırış bile etmediler” (Özkan, 2009:200-201).

“Dichter

Ich bin zufrieden, dass ich's habe!

Mir diene zur Entschuldigung:

Liebe istfreiwillige Gabe,

SchmeicheleiHuldigung” (Goethe, 1988:33).

“Şair

Ona sahip olmaktan hoşnudum!

Mazur görmeme vesiledir bu:

Aşk gönüllü bir armağandır,

Dalkavukluk ve kur yapmak değildir” (Özkan, 2009:201).

“Grup

wie selig ward mir!

Im Lande wandl ich,

Wo Hudhud über den Weg lauft.

Des alten Meeres Muscheln

Im Stein sucht ich, die versteinten;

Hudhud lief einher,

Die Krone entfaltend,

Stolzierte, neckischer Art,

Über das Tote scherzend

Der Lebendge.

"Hudhud", sagt ich, "fürwahr!

Ein schoener Vogel bist du.

Eile doch, Wiedehopf!

Eile, der Geliebten

Zu verkünden, dass ich ihr

Ewig angehöre. Hast du doch auch

Zwischen Salomo

Und Sabas Königin

Ehemals den Kuppler gemacht!" (Goethe, 1988:33).

“Selam

Ah ne kadar mutluyum!

Öyle bir diyarda seyahat ediyorum ki,

Orada bir Hüdhüd çıktı yoluma.

Kadim deniz midyelerini

Fosilleşmiş taşlarda ararken ben;

Hüdhüd geldi koşarak,

Tacını açarak,

Şuh bir edayla arz-ı endam etti,

Mağrur, ölümle alay edercesine

Hayat dolu.

“Hüdhüd” dedim, gerçekten!

Güzel bir kuşsun.

Koş, acele et, Hüdhüd!

Koş, haber ver sevgiliye,

Ona ram oldum ebediyyen.

Sen ki, olvechile

zamanlar da

Süleyman ile Saba Melikesi

Arasında Çöpçatanlık yaptın!” (Özkan, 2009:201).

“Ergebung

"Du vergehst und bist so freundlich,

Verzehrst dich undsingst so schön?" (Goethe, 1988:33).

“Teslimiyet

Eriyip gidiyorsun ve hala öylesine mütebessimsin,

Yanıp tutuşurken bile güzel nağmeler mi söylersin? ” (Özkan, 2009:202).

“Dichter

Die Liebe behandelt mich feindlich!

Da will ich gern gestehn:

Ich singe mit schwerem Herzen.

Sieh doch einmal die Kerzen!

Sie leuchten, indem sie vergehn.

Eine Stelle sucht der Liebe Schmerz,

Wo es recht wüst und einsam ware;

Da fand er denn mein ödes Herz

Undnistete sich in das leere ” (Goethe, 1988:34).

“Şair

Aşk bana düşmanca davranır!

Memnuniyetle itiraf etmek isterim:

Mahsun bir gönülle şiirler söylerim.

Buna rağmen sen mumlara bir bak!

Eriyip giderken etrafını aydınlatırlar.

Aşk ıstırabı bir yer arar kendine,

Büsbütün ıssız ve yalnız bir yer;

Derken orada bulur ıssız kalbimi,

Ve onun boşluğuna kurar yuvasını” (Özkan, 2009:202).

“Geheimes

Über meines Liebchens Augeln

Stehn verwundert alle Leute,

Ich, der Wissende, dagegen

Weiss recht gut, was das bedeute.

Denn es heisst: ich liebe diesen,

Und nicht etwa den und jenen,

Lasset nur, ihr guten Leute,

Euer Wundern, euer Sehnen!

Ja, mit ungeheuren Machten

Blicket sie wohl in die Runde,

Doch sie sucht nur zu verkünden

Ihm die nachste süfe Stunde” (Goethe, 1988:34-35).

“Esrarengiz

Sevgilimin o füsünkar gözleri

Herkesi hayran eder kendine,

Mamafih ben, bilge adam,

Bilirim bunun ne demek olduğunu

Zira bu demektir ki bunu ben severim,

Takriben ne onu ne şunu kasdederim,

Artık iz, ey iyi insanlar! Bırakınız şimdi

Hayret etmeyi ve şiddetle arzulamayı!

Evet, korkunç bakışlarıyla o,

Bu topluluğu süzüyor muhakkak,

Lakin beraber olacağı tatlı zamanı,

Paylaşacağı kişiyi arıyor sadece ” (Özkan, 2009:202-203).

“Geheimtes

"Wir sind emsig, nachzuspüren,

Wir, die Anekdotenjager,

Wer dein Liebchen sei und ob du

Nicht auch habest viele Schwager.

Denn dass du verliebt bist, sehn wir,

Moegen dir es gerne gönnen;

Doch, dass Liebchen so dich liebe,

Werden wir nicht glauben können.

Ungehindert, liebe Herren,

Sucht sie auf. Nur hört das eine:

Ihr erschrecket, wenn sie dasteht;

Ist sie fort, ihr kos't dem Scheine.

Wisst ihr, wie Schehab-eddin

Sich auf Arafat entmantelt,

Niemand haltet ihr für törig,

Der in seinem Sinne handelt.

Wenn vor deines Kaisers Throne

Oder vor der Vielgeliebten

Je dein Name wird gesprochen,

Sei es dir zu höchstem Lohne.

Darum war's der höchste Jammer,

Als einst Medschnun sterbend wollte,

Dass vor Leila seinen Namen

Man forthin nicht nennen sollte ” (Goethe, 1988:35-36).

“Gizli Şey

“Biz, nükte avcıları, iz aramada,

Pek çalışkan, pek gayretliyizdir:

Yok efendim sevgilin kimmiş, Başka isteyenlerin var mıymış?

Zira âşık olduğunu görüyoruz, Bunu da senden esirgemiyoruz;

Lakin sevgilinin seni sevdiğine, Pek inanasımız yok.”

Beyefendiler, onu bildiğiniz gibi araştırın!

Yalnız şu bir hususa da kulak verin:

Onu karşınızda bulursanız korkacaksınız,

Çekip gittiyse şayet, yazıkparacıklarınıza.

Bilir misiniz nasıl Şehabeddin,

Arafat”ta çırılçıpla soyundu,

Çıldırmış sanmayın onu,

Çünkü o kendi itikadınca davranır.

ister kralın tahtı önünde isterse sevdiğirir huzurunda, isminin zikri her defasında,

Senin en büyük mükafatındır.

Bu yüzden en büyük ah-ü figandır,

Mecnunun ölürken son dileği,

Bundan böyle Leyla'nın önünde

Doğrusu anılmamalıydı adı habire” (Özkan, 2009: 203).

Die Jahre nahmen dir

“Die Jahre nahmen dir, du sagst, so vieles:

Die eigentliche Lust des Sinnespieles;

Erinnerung des allerliebsten Tandes

Von gestern, weit-und breiten Landes

Durchschweifen frommt nicht mehr; selbst

Nicht von oben

Die Ehren anerkante Zier, das Loben,

Erfreulich sonst. Aus eignem Tun Behagen

Quilt nicht mehr auf, dir fehlt ein dreister

Wagen!

Nun wüft ich nicht, was dir besondres

Bliebe!”

Mir bleibt genug! Es bleibt Idee undLiebe! ” ( Goethe, 1988:42).

“Yıllar senden çok şey alıp gitti

Yıller senden çok şey alıp gitti diyorsun:

Şehvet oyunlarının gerçek hazzı giti:

Diyar diyar dolaşarak memleketi

Mazinin aşk lakırdılarını hatırlamanın faydası yok!

Hatta onurlandıran iltifatlar gelmez artık!

Yaptıklarından bile huzur duymazsın;

Ne cesaretin kalmıştır ne cüretin!

Şimdi bilmem ki nen kaldı senin! ”

Kâfidir bana kalan! Aşk ve idedir geri kalan! ” (Özkan, 2009:213).

“Suleika spricht

Der spiegel sagt mir: ich bin schön

Ihr sagt: zu altern, sei auch mein Geschick.

Vor Gott muŞ alles ewig stehn;

In mir liebt ihn für diesen Augenblick! “(Goethe, 1988:45).

“Züleyha der ki

Ayna bana güzel olduğumu söyler,

Siz dersiniz ki yaşlanmak da kaderimdir.

Allah ’ın huzurunda her şey ebedidir,

Bu an içim gönlüm O’nu sevmektedir! ” (Özkan, 2009:216).

“An Suleika

Die mit Wohlgeruch zu kosen,

Deine Freuden zu erhöhn,

Knospend müssen tausend Rosen

Erst in Gluten untergehn.

Um ein Flaschen zu besitzen,

Das den Ruch auch ewig halt,

Schlank wie deine Fingerspitzen,

Da bedarf es einer Welt.

Einer Welt von Lebensstrieben,

Die in ihrer Fülle Drang

Ahneten schon Bulbuls lieben,

Selerregenden Gesang.

Sollte jene Qual uns quelan,

Da sie unsre Lust vermehrt?

Hat nicht Myriaden Seelen

Timurs Herrschaft aufgezehrt? ” (Goethe, 1988:64).

“Züleyha’ya

Hoş kokularla okşamak seni,

Ve yükseltmek için neş ’eni,

Önce binlerce gonca gül

Harlı ateşinde erimeli.

Kokuyu ebedi muhafaza eden,

Senin parmak uçların gibi zarif,

Küçük bir şişe gül yağı için

Bir dünya güle ihtiyaç vardır.

Tomurcuklarına hayat suyu yürüyen,

Bir dünya ki goncalar filiz atmak ister,

Çoktandır bülbülün aşkını hissedip,

Ruhlarını coşturan şarkılarını duydular.

Neş’emizi artırırdı bu acı,

Şimdi azap mı vermeli bize?

Yiyip bitiren on binlerce canı,

Timur ’un hükümdarlığı değil mi? ” (Özkan, 2009:242).

“Einladung

Musst nicht vor dem Tage fliehn;

Denn der Tag, den du ereilest,

Ist nicht besser als der heutge:

Aber wenn du froh verweilest,

Wo ich mir die Welt beseitge,

Um die Welt an mich zu ziehen,

Bist du gleich mit mir geborgen:

Heut ist heute, morgen morgen.

Und, was folgt und was vergangen,

Reisst nicht hin und bleibt nicht hangen,

Bleibe du, mein Allerliebstes,

Denn du bringst es und du gibst es.

Dass Suleika von Jussuf entzückt war,

Ist keme Kunst.

Er war jung, Jugend hat Gunst.

Er war schoen; sie sagen: zum Entzuecken,

Schön war sie, konnten einander beglücken.

Aber dass du, die so lange mir erharrt war,

Feurige Jugendblicke mir schickst,

Jetzt mich liebst, mich spater beglückst,

Das sollen meine Lieder preisen,

Sollst mir ewig Suleika heissen ” (Goethe, 1988:65).

“Davet

Günden kaçmamalısın;

Zira senin yakalamak istediğin gün,

Daha iyi değildir bugünkünden:

Benim dünyayı benimseyip de

Onu aşmak istediğim yerde

Sen kalırsan dünyada neş’eyle,

Aynen emniyettesin sen de benimle,

Bugün bugündür, yarın yarın,

Gelecek ve geçip gitmiş olan,

Sürükleyip götürmez, takılıp kalmaz,

Sen geçip gitme kal, benim biricik sevgilim,

Zira getiren de sensin, sunan da sensin.

Züleyha’nın Yusuf’a hayran olması,

Hüner değildir.

gençti, gençlik gözde olur.

güzeldi; derler ki: Züleyha da güzeldi.

Birbirlerini büyülercesine, mesut edebilirlerdi,

Fakat o kadar zamandırözlediğim sen,

Ateşli genç bakışlarını bana gönderirsin,

Beni şimdi sever, sonra mesut edersin.

işte bunu övmelidir şiirlerim,

Adın ebedi Züleyha olsun derim ” (Özkan, 2009:245).

“Hatem

Dir hat sie ihn übergeben,

Meines Lebens Vollgewinn,

Dass ich nun verarmt, mein Leben

Nur von dir gewartig bin.

Doch ich fühle schon Erbarmen

Im Karfunkel deines Blicks

Und erfreu in deinen Armen

Mich erneuerten Geschicks”(Goethe, 1988:66).

“Hatem

Hayatımın tüm kazancını,

Sana sundu büsbütün,

Şimdi ben yoksulum, hayatım

Yalnız senden intizardır.

Yine de merhamet hissederim,

Çoktandır yakut kızılı bakışlarında, O kaderin gençleştirmesinden dolayı

Sevinir, mutlu olurum senin kollarında” (Özkan, 2009:246).

“Suleika

Hochbeglückt in deiner Liebe

Schelt ich nicht Gelegenheit,

Ward sie auch an dir zum Diebe.

Wie mich solch ein Raub erfreut!

Und wozu denn auch berauben?

Gib dich mir aus freier Wahl,

Gar zu gerne moecht ich glauben:

Ja, ich bin's, die dich bestahl.

Was so willig du gegeben,

Bringt dir herrlichen Gewinn;

Meine Ruh, mein reiches Leben

Geb ich freudig: nimm es hin!

Scherze nicht! Nichts von Verarmen!

Macht uns nicht die Liebe reich?

Halt ich dich in meinen Armen,

Jedem Glück ist meines gleich” (Goethe, 1988:67).

“Züleyha

Aşkınla pek mutluyum

Ayıplamam fırsat için,

sende hırsız oldu

Sevindirir beni böyle bir hırsızlık!

Ne gerek var kalbini çalmaya?

Sen kendi isteğinle gel bana,

Seve seve inanmak isterim ki:

Evet, benim o, benim senden çalan.

Böylesine istekle verdiğin şey,

Sana büyük kazanç getirir;

Huzurumu ve dopdolu hayatımı

isteyerek veriyorum: Al senin olsun!

Şaka değil! Fakirlik ne kelime!

Aşk değil mi bizi abad eden?

Sen kollarımdayken,

Mutluluğum her mutluluğa bedeldir” (Özkan, 2009:247).

“Der Liebende wird nicht irre gehn

Der Liebende wird nicht irre gehn, War's um ihn her auch noch so trübe.

Sollten Leila undMedschnun auferstehn,

Von mir erführen sie den Weg der Liebe ” (Goethe, 1988:62).

“Âşık yolunu şaşırmayacak

Aşık yolunu şaşırmayacak,

Etrafını sisler sarsa da,

Leyle ile Mecnun dirilselerdi,

Aşk müşkülünü benden öğrenirlerdi” (Özkan, 2009:247).

“Ists möglich

Ists möglich, daf ich, Liebchen, dich kose, Vernehme der göttlichen Stimme Schall!

Unmöglich scheint immer die Rose, Unbegreiflich die Nachtigall” (Goethe, 1988:62).

“İmkân var mı?

Mümkün mü, sevgilim seni okşayayım.

Sesinin ilahi yankısını duyayım!

İmkânsız görünür her zaman, Anlaşılmaz bülbül hiçbir an” (Özkan, 2009:247).

“Hatem

Mich vermahlst du demem Flusse,

Der Terrasse, diesem Hain,

Hier soll bis zum letzten Kusse

Dir mein Geist gewidmet sein ” (Goethe, 1988:68).

“Hatem

Beni ırmağınla, şu setli bağırlarınla,

Şu ormancıkla sımsıkı bağladın,

Burada son buseye kadar ruhum

Varsın hepten sana armağan olsun” (Özkan, 2009:248).

“Suleika

Kenne wohl der Manner Blicke,

Einer sagt: "Ich liebe, leide!

Ich begehre, ja verzweifle!"

Und was sonst ist, kennt ein Madchen.

Alles das kann mir nicht helfen,

Alles das kann mich nicht rühren; Aber, Hatem, deine Blicke

Geben erst dem Tage Glanz.

Denn sie sagen: "Die gefaellt mir,

Wie mir sonst nichts mag gefallen,

Seh ich Rosen, seh ich Lilien,

Aller Garten Zier undEhre,

So Zypressen, Myrten, Veilchen,

Aufgeregt zum Schmuck der Erde,

Und geschmueckt ist sie ein Wunder,

Mit Erstaunen uns umfangend,

Uns erquickend, heilend, segnend,

Dass wir uns gesunder fühlen,

Wiedergern erkranken möchten."

Da erblicktest du Suleika

Und gesundetest erkrankend

Und erkranketest gesundend,

Laecheltest und sahst herüber,

Wie du nie der Welt gelachelt.

Und Suleika fuehlt des Blickes

Ewge Rede: "Die gefallt mir,

Wie mir sonst nichts maggefallen” (Goethe, 1988:68-69).

“Züleyha

iyi anlarım erkeklerin bakışlarından,

Birisi der ki: “Seviyorum, ıstırap çekiyorum!

Gönlüm seni istiyor, işte ümitsizim!”

Bunun altında yatanı anlar genç kız.

Bunların hiçbiri bana fayda etmez,

Bütün bunlar derdime derman olmaz;

Lakin Hatem, senin bakışlarındır,

Henüz günleri aydınlatan.

Zira bakışların der ki: “Budur beğendiğim,

Hoşlanmam bunun kadar hiçbir şeyden,

Güllere bakıyorum, zambakları görüyorum,

Tüm bahçelerin süsü ve iffeti,

işte şu serviler, mersin ağaçları, menekşeler,

Heyecanla yeryüzünü süsler,

Ve süslü yeryüzü bir harikadır,

Hayranlıkla sararak, arındırarak,

Şifa vererek, mes’ud ederek bizi

Sıhhatte hissettiğimizde kendimizi,

Tekrar hasta olmak isteyelim seve seve.”

İşte o zaman öyle bir baktın ki Züleyha,

Hasta ederek şifa verdin,

Ve şifa verirken hasta ettin,

Tebessüm ettin ve buraya baktın,

Dünyaya böylesine hiç gülümsemedin.

Ve Züleyha hissetti bakışının

Sonsuz sözünü:”Budur beğendiğim,

Hoşlanmam bunun kadar hiçbir şeyden” (Özkan, 2009:248-249).

“Suleika

Die Sonne kommt! Ein Prachterscheinen!

Der Sichelmond umklammert sie.

Wer konnte solch ein Paar vereinen?

Dies Raetsel, wie erklart sich's wie?” (Goethe, 1988:70)

“Züleyha

Güneş geliyor! Muhteşem bir görüntü!

Hilal onu kucaklıyor.

Kim böylesine bir çifti birleştirebilir?

Nasıl izah edilir bu muamma, nasıl?” (Özkan, 2009:250).

“Die schön geschriebenen

Die schön geschriebenen,

Herrlich umgüldeten

Belachelst du,

Die anmaflichen Blatter,

Verziehst mein Prahlen

Von deiner Lieb und meinem

Durch dich glücklichen Gelingen,

Verziehstanmutigem Selbstlob” (Goethe, 1988:73).

“Pek güzel yazdığım

Altın yaldızla süslediğim

iftiharım olan sayfalarıma

Gülümsüyorsun,

Bağışla böbürlenmemi,

Senin aşkın ve ilhamınla

Kazandığım galebeden ötürü

Övünsem de hoş görmelisin ” (Özkan, 2009:253).

“Lieb um Liebe, Stund um Stunde

Lieb um Liebe, Stund um Stunde,

Wort um Wort und Blick um Blick,

Kuss um Kuss vom treusten Munde,

Hauch um Hauch und Glück um Glück.

Soam Abend, soam Morgen.

Doch du fuehlst an meinen Liedern

Immer noch geheime Sorgen:

Jussufs Reize moecht ich borgen,

Deine Schoenheitzu erwidern” (Goethe, 1988:74).

“Aşka aşk, saate saat,

Söze söz ve bakışa bakış

Buseye buse en iffetli dudaktan,

Nefese nefes ve mutluluğa mutluluk,

Akşam böyle, sabah böyle,

Amma sen şiirlerimde benim

Hala gizli endişeler hissedersin:

Ödünç isterim Yusuf’un güzelliğini,

Mukabele edeyim diye güzelliğine” (Özkan, 2009:254).

“Hatem

Locken, haltet mich gefangen

In dem Kreise des Gesichts!

Euch, geliebten braunen Schlangen,

Zu erwidern hab ich nichts.

Nur dies Herz, es ist von Dauer,

Schwillt in jugendlichsten Flor;

Unter Schnee und Nebelschauer

Rast ein Atna dir hervor.

Du beschamst wie Morgenröte

Jener Gipfel ernste Wand

Und noch einmal fühlet Hatem

Frühlingshauch und Sommerbrand.

Schenke her! Noch eine Flasche!

Diesen Becher bring ich ihr!

Findet sie ein Haufchen Asche,

Sagtsie: Der verbrannte mir” (Goethe, 1988:77-78).

“Hatem

Yüzünün çevresine dökülen

Zülüfler esir etti beni!

Kahverengi sevimli yılan örgüler,

Hiçbir şeyim yok size karşılık verecek.

Yalnız şu kalbim, odur daim olan,

O, gençliğin en taze feyziyle açar;

Karların ve sisli havaların altında,

Sana doğru fışkıran bir Etna var.

Sen o dağ yamaçlarına düşen

Sabah kızıllığı gibi mahcupsun,

Ve bir kez daha hisseder Hatem,

Bahar soluğunu ve yaz ateşini.

Bir kadeh, bir kadeh daha sun!

Bu kadehi de ben sunayım ona!

Bir avuç kül yığını bulduğunda,

Desin ki, işte benim için yanıp kül olan” (Özkan, 2009:258).

“Suleika

Nimmer will ich dich verlieren!

Liebe gibt der Liebe Kraft.

Magst du meine Jugend zieren

Mit gewaltger Leidenschaft!

Ach! Wie schmeichelt(s memem Triebe,

Wenn man meinen Dichter preist!

Denn das Leben ist die Liebe

UnddesLebensLeben Geist” (Goethe, 1988:78).

“Züleyha

Asla kaybetmek istemem seni!

Aşkı güçlendiren yine aşktır.

Şiddetli ihtiraslarınla sen

Gençliğimi süslemelisin!

Ah! Nasıl da hislerime hitap ediyor,

Şairimin övülmesi hoşuma gider!

Zira hayat aşktır,

Hayatın hayatı ise ruhtur” (Özkan, 2009:258).

“Lap dein süpen Rubinenmund

Lap dein süŞen Rubinenmund

Zudringlichkeiten nicht verfluchen!

Was hat Liebesschmerz andern Grund,

Als seine Heilungzu suchen? ” (Goethe, 1988:78).

“O tatlı yakut dudakların

Bıktırıcı ısrarlardan dolayı

yakut dudakların feleğe lanet etmesinler!

Aşk acısının başka sebebi mi olur,

Derdine deva aramaktan başka?” (Özkan, 2009:259).

“Wenn ich dein Gedenke

Wenn ich dein Gedenke,

Fragt mich gleich der Schenke:

“Herr, warum so still?

Da von deinem Lehren

Immer weiter hören

Saki gerne will.” (Goethe, 1988:79).

“Seni yad ettiğim zaman

Seni yad ettiğim zaman

Saki sorar bana heman:

“Efendi, bu suküt neden?

Zira senin o hikmetli sözlerini

Saki hep duymak ister” (Özkan, 2009:260).

“Behramgur, sagt man

Hast mir dies Buch geweckt, du hast’s gegeben;

Denn was ich froh aus wollem Herzen sprach,

Das klang zurück aus deinem holden Leben,

Wie Blick, dem Blick, so Reim dem Reime nach.

Nun tön es fort zu dir, auch aus der Ferne,

Das Wort erreicht; und schwande Ton

Und Schall:

Ist’s nicht der Mantel noch gesater Sterne?

Ist’s nicht der Liebe hochverklartes All? ” (Goethe, 1988:82).

“Kafiyeyi Behramgur bulmuş

Bana bu kitabı sen ilham ettin, sen verdin;

Zira tüm kalbimle terennüm ettiğim şey,

Senin lütufkâr hayatından bana aksedendir,

Tıpkı bakışa bakış, kafiyeye kafiye gibi.

Şimdi yankılansın sana doğru ta uzaklardan,

Söz erişir, ses ve yankı kaybolur gider

Hala gökyüzü yıldızlar serpilmiş bir manto değil mi;

Büsbütün arınmış bir kâinat değil midir aşk? ” (Özkan, 2009:264).

“Deinem Blick mich zu bequemen

Demem Blick mich zu bequemen,

Deinem Munde, deiner Brust,

Deine Stimme zu vernehmen,

War die letzt un derste Lust.

Gestern, ach! War sie die letzte,

Dann verlosch mir Leucht und Feuer;

Jeder Scherz, der mich ergetzte,

Wird nun schuldenschwer und teuer.

Eh es Allah nicht gefallt,

Uns aufs neue zu vereinen,

Gibt mir Sonne, Mond und Welt

Nur Gelegenheitzum Weinen” (Goethe, 1988:83).

“Bakışının arzusunu yerine getirmek

Bakışındaki arzuyu yerine getirmek,

Kendimi dudağına ve yüreğine vermek

Senin sesini duymak,

Benim ilk ve son emelimdi.

Ah! Daha dün buradaydı,

Sonra içimdeki ateş ve ışık söndü;

Beni mutlu eden her latife,

Şimdi ağır ve pahalı bir bedeldir.

Bizi yeniden birleştirmeyi,

Murad etmeden Allah,

Güneş, ay ve dünya ancak,

Vesile olurlar ağlamama” (Özkan, 2009:264).

“Suleika

Was bedeutet die Bewegung?

Bringt der Ost mir frohe Kunde?

Seiner Schwingen frische Regung Kühlt des Herzens tiefe Wunde.

Kosend spielt er mit dem Staube, Jagt ihn auf in leichten Wölkchen, Treibt zur sichern Rebenlaube Die Insekten frohes Völkchen

Lindern sanft der Sonne Glühen,

Kühlt auch mir die heiŞen Wangen, Küflt die Reben noch im Fliehen, Die auf Feld und Hügel prangen.

Und mich will sein leies Flüstern

Von dem Freunde lieblich grüŞen, Eh noch diese Hügel düstern,

Sitz ich still zu seinen FüŞen.

Und so kannst du weiter ziehen; Deine Freunden und Betrübten.

Dort, wo hohe Mauern glühen,

Find ich bald den Vielgeliebten.

Ach, die wahre Herzenskunde,

Liebeshauch, erfrischtes Leben

Wird mir nur aus seinem Munde,

Kann mir nur sein Atem geben ” (Goethe, 1988:83-84).

“Züleyha

Nedir yüreğin bu kımıldanışı?

Doğu rüzgarı bana müjde mi getiriyor?

Bu esen serin havalar

Derin gönül yarasını hafifletiyor.

Okşarcasına toz kümecikleriyle oynuyor

Onları hafif bulutçuklar halinde kovalıyor,

Ve sonra şen böcek kümelerinin içerisine,

 Sağlam asma çardaklarına doğru sürüyor.

Kızgın güneşin hafifletirken sıcağını,

 Serinletiyor benim de kızgın yanaklarımı;

Uzaklaşırken ovalardan tepelerden

Üstelik öper asma bağlarını kaçarken.

Onun tatlı hafif fısıltısı bana

Hoşça dost selamı getirmek ister;

Çökmeden daha karanlık tepelere

Ayakucuna oturacağım sessizce.

Ve böylece devam edebilirsin yoluna;

Hizmet et kederlilere ve dostlara.

Ateşten duvarların yükseldiği yerde,

Bulurum cananımı hemen orada.

Ah, asıl gönlümden geçen,

Aşk soluğu ve şu yeni hayat,

Yalnız onun ağzından çıkan,

Nefesle sunulur bana” (Özkan, 2009:264-265).

“Wiederfinden

So mit morgenröten Flügeln

Rif es mich an deinen Mund,

Und die Nacht mit tausend Siegeln

Kraftigt sternenhell den Bund.

Beide sind wir auf der Erde

Musterhaft in Freud und Qual,

Und ein zweites Wort: Es werde!

Trennt uns nicht zum zweitenMal” (Goethe, 1988:87).

Vuslat

Böylece o şafak al kanatlarıyla

Beni celbetti sana geldik dudak dudağa,

Ve gece gökyüzünde parlak yıldızlarıyla

Binlerce mühür vurdu, kuvvet verdi bu bağa.

Artık şu yeryüzünde her ikimiz

Sevinç ve acıda numuneyiz Ve ikincibir “Ol! ” emri

Bir daha ayırmaz bizi” (Özkan, 2009:268).

“Sitz ich allein

Sitz ich allein

Wo kann ich besser sein?

Meinem Wein

Trink ich allein;

Und niemand setzt mir Schranken;

Ich hab so meine eignen Gedanken ” (Goethe, 1988:92).

“Yalnız otururken

Yalnız başıma oturuyor

Şarabımı

Yalnız içiyorum.

Bundan iyisi can sağlığı!

Kimse benle uğraşmıyor,

Böylece kalıyorum fikrimle baş başa” (Özkan, 2009:277).

“Trunken müssen wir alle sein

Da wird nicht mehr nachgefragt,

Wenn ist ernstlich untersagen.

Soll denn doch getrunken sein,

Trinke nur vom besten Wein!

Doppelt warst du ein Ketzer

In Vedammnis um den Kratzer” (Goethe, 1988:93).

“İçip sermest olmalıyız hepimiz

Artık lüzum yok fazla tahkike,

Kesinlikle yasaklanmıştır şarap.

Yine de içilmek istenirse eğer,

zaman şarabın en güzelini iç!

Yoksa iki kat günahkâr olursun

Cehennemi boylarsın kötü şarap yüzünden ” (Özkan, 2009:278).

“Solang man nüchtern ist

Denn meine Meinung ist

Nicht übertrieben:

Wenn man nicht trinken kann,

Soll man nicht lieben,

Doch sollt ihr Trinker euch

Nicht besser dünken:

Wenn man nicht lieben kann,

Sollman nicht trinken” (Goethe, 1988:93).

“Ayık olduğu müddetçe

Zira mübalağa yoktur

Bu fikrimde:

Içemiyorsa insan

Sevmemelidir o zaman,

Lakin siz bade nuş edenler için

Doğrusu şudur ki,

Sevemiyorsa insan,

İçmemelidir o zaman” (Özkan, 2009:278).

“Höheres und Höchstes

Und nun dring ich aller Orten

Leichter durch die ewgen Kreise,

Die durchdrungen sind vom Worte Gottes rein-lebendger Weise.

Ungehemmt mit heissem Triebe

Lasst sich da kein Ende finden,

Bis im Anschaun ewger Liebe

Wir verschweben, wir verschwinden”(Goethe, 1988:120).

“Daha yüce ve en yüce

Ve şimdi o ebedi âlemde her yere

Daha kolay nüfuz ederim.

âlemde saf ve canlı bir tarzda

Müessirdir ilahi kelam derim.

Dizginlenemez ateşli bir hasret

Bulamaz orada hiçbir nihayet,

Ebedi aşkı temaşa edinceye dek

Boşlukta yüzer, yok oluruz elbet” (Özkan, 2009:313).

Doğu-Batı Dîvânı’nda Tefekkür

Doğu-BatıI Dîvânı’nda Allah’ı Tefekkür

Goethe, Doğu-Batı Dîvânı’nda Allah’ı tefekkür konusunu şu şekilde şiirleştirmiştir:

“Hegire

Dort im Reinen und im Rechten

Will ich menschlichen Geschlechten

In des Ursprungs Tiefe dringen,

Wo sie noch von Gott empfingen

Himmelslehr' in Erdesprachen

Undsich nicht den Kopf zerbrachen”(Goethe, 1988:9).

“Hicret

Hakkın ve meşruiyetin hâkim olduğu o yerlerde

Derinliklerine inmek isterim insan soyunun.

zamanlar ki henüz insanlar,

Dünyevi dillerinde Tanrıdan ilahi emirler alır,

Ve pek de kafa yormazlardı” (Özkan, 2009:173).

“Segenspfander

Talisman in Karneol,

Glaubgen bringt er Glueck und Wohl;

Steht er gar auf Onyx' Grunde,

Küf ihn, mit geweihtem Munde!

Alles uebel treibt er fort,

Schuetzet dich und schützt den Ort:

Wenn das eingegrabne Wort

Allahs Namen rein verkündet,

Dich zu Lieb und Tat entzündet.

Und besonders werden Frauen

Sicham Talisman erbauen” (Goethe, 1988:10).

“İnayet Belgesi

Tılsımlıdır akik taşı,

İnananlara mutluluk ve iyilik verir;

Hatta alaca bir kuvarsta ise,

Öp onu kutsanmış dudaklarla

Eğer bu nakşedilmiş söz

Tanrının adını hatırlatırsa

Seni de nakşedildiği yeri de korur:

Bütün kötülükleri def eder.

Çalışma şevki ve aşk ateşi verir sana,

Ve özellikle hanımefendiler

Bu nazarlığı pek beğenirler ” (Özkan, 2009:174).

“Talismane

Gottes ist der Orient!

Gottes ist der Occident!

Nord- und südliches Gelande

Ruht im Frieden seiner Hande!

Er, der einzige Gerechte,

Will für jedermann das Rechte.

Sei von seinen hundert Namen

Dieser hochgelobet! Amen.

Mich verwirren will das Irren,

Doch du weisst mich zu entwirren.

Wenn ich handle, wenn ich dichte,

Gib du memem Weg die Richte!

Ob ich Ird'sches denk' und sinne,

Das gereicht zu hoeherem Gewinne.

Mit dem Staube nicht der Geist zerstoben,

Dringet, in sich selbst gedrangt, nach oben.

Im Atemholen sind zweierlei Gnaden:

Die Luft einziehn, sich ihrer entladen.

Jenes bedrangt, dieses erfrischt;

So wunderbar ist das Leben gemischt.

Du danke Gott, wenn er dich presst,

Unddank ihm, wenn er dich wieder entlaŞt! ”(Goethe, 1988:12).

“Tılsım

Doğu da Allah’ındır!

Batı da Allah’ın!

Şimal ve Cenüp dahi

O’nun kudretiyle sulh içindedir.

O, yegâne Âdil olandır,

Herkes için murad edir.

O’nunyüz isminden biri de budur

Ham-ü senalar olsun! Âmin.

İğvâ beni şaşırtmak ister,

Lâkin sen iğvadan esirgersin beni.

İş görürken ve şiir yazarken,

Beni doğru yoldan ayırma!

Gerçi fikrim ve zikrim dünyevî olsa da,

Yüce mükâfatlar için yeterledir.

Toz-toprak ile karıştırılmasın ki ruh,

Arşa yücelir,

Kendi içine nüfuz ederek,

Nefes alıp vermede iki rahmet vardır

Havayı içine çekmek ve sonra boşaltmak

Birisi insanı daraltır öteki ferahlatır;

Böylesine harikulâde bir karışımdır hayat.

Allah ’a şükret seni bunalttığı zaman,

Ve şükret O’na tekrar bıraktığı zaman! ” (Özkan, 2009:175-176).

“Vier Gnaden

Dass Araber an ihrem Teil

Die Weite froh durchziehen,

Hat Allah zu gemeinem Heil

Der Gnaden vier verliehen” (Goethe, 1988:12-13).

“Dört Lütuf

Neş’eyle uzaklara açılmak

Arapların payına düştü ki;

Allah onların iyiliği için

Onlara dört şey lütfetti ” (Özkan, 2009:176).

“Erschaffen und Beleben

Hans Adam war ein ErdenkloŞ,

Den Gott zum Menschen machte,

Doch bracht' er aus der Mutter SchoŞ

Noch vieles Ungeschlachte.

Die Elohim zur Nas' hinein

Den besten Geist ihm bliesen,

Nun schien er schon was mehr zu sein

Denn er fing an zu niesen.

Doch mit Gebein und Glied und Kopf

Blieb er ein halber Klumpen,

Bis endlich Noah fuer den Tropf

Das Wahre fand--den Humpen.

Der Klumpe fühlt sogleich den Schwung,

Sobald er sich benetzet,

So wie der Teig durch Sauerung

Sich in Bewegung setzet.

So, Hafis, mag dein holder Sang,

Dein heiliges Exempel

Uns führen bei der Glaeser Klang

Zu unsres Schöpfers Tempel” (Goethe, 1988:14-15).

Yaratmak ve canlandırmak

Bir toprak yığnğyken Âdem, insan olarak yarattı onu Tanrı,

 Lâkin insan da ana rahminden

Daha nice nâdan dünyaya getirdi.

Elohim burnuna nefes etti,

En güzel ruhu ona üfledi,

Şimdi o daha da değerlendi, Zira artık hapşırmaya başladı.

Bununla birlikte kemikler, uzuv ve baş

Bir yarı külçe halinde kaldığında

Nihayet Nuh bir damla için

Gerçek olanı buldu-kâseyi.

Balçık hissedince bir atılış,

Kendini ıslatır ıslatmaz hemen,

Tıpkı mayalanması gibi hamurun,

Başladı hareket etmeye daha o an.

Hâfız senin lütufkâr şiirlerin,

Senin o kutsal misallerin,

Böylece bizi kadeh çınlamalarında,

Yaradanın mabedine götürür” (Özkan, 2009:178).

“Offenbar Geheimnis

Sie haben dich, heiliger Hafis,

Die mystische Zunge genannt

Und haben, die Wortgelehrten,

Den Wert des Worts nicht erkannt.

Mystisch heissest du ihnen,

Weil sie Narrisches bei dir denken

Und ihren unlautern Wein

In deinem Namen verschenken.

Du aber bist mystisch rein,

Weil sie dich nicht verstehn,

Der du, ohnefromm zu sein, selig bist!

Das wollen sie dir nicht zugestehn ” (Goethe, 1988:26).

“Aşikâr Sır

ilahi Hafız, onlar sana,

Gaybın dili dediler

Ve söz âlimleri

Sözün değerini bilmediler.

Mistiktin sen onların nezninde,

Bazı ahmaklıklar var sanırlar sende

Ve hileli şaraplarını

Senin adına sunarlar.

Oysa sen mistikten arınmışsın,

Bundan ötürü seni anlamazlar, Sen ki sofu olmadan da mutlusun!

işte bunu kabul etmek istemezler” (Özkan, 2009:191).

“Markte reizen dich zum Kauf

Markte reizen dich zum Kauf;

Doch das Wissen blahet auf.

Wer im Stillen um sich schaut,

Lernet, wie die Lieb erbaut.

Bist du Tag und Nacht beflissen,

Viel zu hoeren, viel zu wissen,

Horch an einer andern Tuere, Wie zu wissen sich gebühre.

Soll das Rechte zu dir ein,

Fühl in Gott was Rechts zu sein:

Wer von reiner Lieb entbrannt,

Wird vom lieben Gott erkannt” (Goethe, 1988:39).

“Pazarlar seni alışverişe heveslendirir

Çarşılar alışverişe heveslendirir;

Lâkin bilgi böbürlendirir.

Kim ki etrafını seyrederse sessizce,

Öğrenir nasıl yüceltiğini ruhu aşkın.

 Gece gündüz gayret eder çalışırsan,

Çok dinlemek ve bilmek için,

Başka bir kapıya da kulak vermelisin,

Tıpkı böyledir olmazsa olmazı ilmin. içine işlemesini istersen hakkın,

Hisset neye hak ettiğini Allah’ın:

Ancak saf bir aşkla yanıp tutuşan,

Bilinir Cenab-ıHak tarafından” (Özkan, 2009:209).

“Frage nicht, durch welche Pforte

Frage nicht, durch welche Pforte Du in Gottes Stadt gekommen,

Sondern bleib am stillen Orte, Wo du einmal Platz genommen.

Schaue dann umher nach Weisen

Und nach Machtgen, die befehlen;

Jene werden unterweisen, Diese Tat und Krafte staehlen.

Wenn du natzlich und gelassen So dem Staate treu geblieben,

Wisse! niemand wird dich hassen,

Und dich werden viele lieben.

Und der Fürst erkennt die Treue,

Sie erhalt die Tat lebendig;

Dann bewahrt sich auch das Neue

Nachst dem Alten erst bestandig” (Goethe, 1988:40).

“Hangi kapıdan girdiğini sorma

Allah ’ın hükümranlığına,

Hangi kapıdan girdiğini sorma,

Bilakis bir kez yerleştiğin,

sessiz yerde kalıver.

Sonra etraftaki bilge zatları araştır,

Ve bir de muktedirleri;

Onlar ders vermekle meşgulken,

Bunlar kâr-u kisbinde.

Eğer faydalı ve mûtedil olursan

Devlete böyle sâdık kalırsan,

Bil ki, hiç kimse nefret etmez senden

Ve birçokları sever seni kendiliğinden.

Prens fark eder bu sadâkatini,

Sadâkattir ki muhafaza eder işini,

Sonra güvenilirlik yenisini getirir

Eski işin peşinden hep yenisi gelir” (Özkan, 2009:210).

“Wer befehlen kann, wird loben

Wer befehlen kann, wird loben,

Und er wird auch wieder schelten,

Und das muss dir, treuer Diener,

Eines wie das andre gelten.

Denn er lobt wohl das Geringe,

Schilt auch, wo er sollte loben:

Aber bleibst du guter Dinge, Wird er dich zuletzt erproben.

Und so haltet's auch, ihr Hohen,

Gegen Gott wie der Geringe:

Tut und leidet, wie sich's findet,

Bleibt nur immer guter Dinge! ” (Goethe, 1988:43).

“Emir verebilen metheder

Emir verebilen, metheder

Aynı zamanda tekdir de eder,

Ey sâdık hizmetçi bil ki,

Fark etmez senin için ikisi de.

Zira o önemsiz şeyleri de över,

Methedecek yerde azarlar da:

Ancak sen bunlara aldırma,

Velhası o sırf seni yoklar.

Ey yüce şahsiyetler, siz de,

Yoksullar gibi davranın Allah ’a karşı:

Kaderiniz ne olursa olsun, çalışın, gayret edin!

Sadece müspet düşünün!” (Özkan, 2009:214).

“Ferdusi spricht

Welt! wie schamlos und boshaft du bist!

Du nahrst und erziehest und tötest zugleich.

Nur w er von Allah begünstigt ist,

Der nahrt sich, erzieht sich, lebendig undreich” (Goethe, 1988:44).

“Firdevsi der ki

Ah dünya! Ne kadar garazkâr, ne kadar utanmazsın!

Beslersin, eğitirsin ve ardından öldürürsün,

Yalnız Allah’ın himaye ettiği kişi

Besler ve eğitir kendini, zengin ve zindedir” (Özkan, 2009:215).

“Als wenn das auf Namen ruhte

Als wenn das auf Namen ruhte,

Was sich schweigend nur entfaltet!

Lieb ich doch das schoene Gute,

Wie es sich aus Gott gestaltet! ” (Goethe, 1988:50).

“Bu bir isme istinat ediyormuş gibi

Sanki bir ismi varmış gibi der,

Yalnız sükût halinde inkişâf eder!

iyi ve güzel olanı severim lâkin

Nasıl şekil almışsa yaratandan!” (Özkan, 2009:223).

“Glaubst du denn: von Mund zu Ohr

Glaubst du denn: von Mund zu Ohr

Sei ein redlicher Gewinnst?

ueberliefrung, o du Tor,

Ist auch wohl ein Hirngespinst.

Nun geht erst das Urteil an:

Dich vermag aus Glaubensketten

Der Verstand allein zu retten,

Dem du schon Verzichtgetan”(Goethe, 1988:53).

“İnanıyor musun ki, rivayet yoluyla

İnanıyor musun ki, rivayet yoluyla

Güvenilir bir ilâhi ilim varolsun?

Rivayet ey zavallı budala,

Kuruntudan başka bir şey değildir,

Bir kere evvela hükümle başlanır:

Yalnız başına akıldır muktedir,

Seni iman zincirlerinden kurtarmaya,

Lâkin ondan da sen çoktan vazgeçtin” (Özkan, 2009:226).

“Der Prophet spricht

Argerts jemand, dass es Gott gefallen,

Mahomet zu gönnen Schutz und Glück,

An den starksten Balken seiner Hallen,

Da befestig' er den derben Strick,

Knüpfe sich daran! Das halt und tragt.

Er wird fühlen, dass sein Zorn sich legt” (Goethe, 1988:54).

“Peygamber der ki

Tanrı ’nın Muhammed’i korumasına

Ve gönendirmesine kızan kişi,

En sağlam kirişine evinin

Kuvvetli bir ip bağlasın!

Kendini onunla raptetsin! Ip dayanır, çeker,

işte o zaman görür ki, öfke de geçer ” (Özkan, 2009:228).

“Buch der Sprüche

Was machst du an der Welt? Sie ist schon gemacht.

Der Herr der Schoepfung hat alles bedacht ”(Goethe, 1988:56).

“Wenn Gott so schlechter Nachbar ware,

Als ich bin und als du bist,

Wir hatten beide wenig Ehre;

Der lasst einen jeden, wie er ist” (Goethe, 1988:57).

“Verschon uns, Gott, mit deinem Grimme!

Zaunkoenige gewinnen Stimme ”(Goethe, 1988:57).

“Als ich einmal eine Spinne erschlagen,

Dacht ich, ob ich das wohl gesollt?

Hat Gott ihr doch wie mir gewollt

Einen Anteil an diesen Tagen!

"Dunkel ist die Nacht, bei Gott ist Licht."

Warum hat er uns nicht auch so zugericht?

Welch eine bunte Gemeinde!

An Gottes Tisch sitzenFreundundFeinde” (Goethe, 1988:58-59).

“Wofür ich Allah höchlich danke?

Dass er Leiden und Wissen getrennt.

Verzweifeln müŞste jeder Kranke,

Das Übel kennend, wie der Arzt es kennt” (Goethe, 1988:59).

“Hikmetler Kitabı

Ne yapıyorsun dünyada? O çoktan yapılıp bitte.

Hilkatin sahibi Allah her şeyi eksiksiz takdir etti' (Özkan, 2009:231).

“Şayet Tanrı kötü bir komşu olsaydı,

Benim gibi, senin gibi,

ikimiz de daha az şerefe nail olurduk;

Çünkü O herkesi olduğu gibi bırakır” (Özkan, 2009:232).

“Gazabından esirge bizi Tanrı

İtibar kazanıyor çalı kuşları ” (Özkan, 2009:233).

“Bir örümcek öldürdüğümde bir defasında,

Düşündüm hakkım var mıydı buna?

Elbette Tanrı benim için takdir ettiği gibi,

Bir pay da ona ayırdı bu günlerden tabii.

Gece zulmettir, Tanrı ’da ise nûr,

Niçin bize de vermedi böyle bir nûr!

Ne renkli bir topluluk!

Dost ve düşman oturmuş Tanrı’nı sofrasına.

Ne için mi şükrederim Allah’a özellikle?

Istırap ve ilmi birbirinden ayırdığı için.

Umutsuzluğa kapılırdı elbette her hasta,

Bilseydi aslında bildiklerini doktorun” (Özkan, 2009:234).

“Deinem Blicm mich zu bequemen

Eh es Allah nicht gefallt,

Uns aufs neue zu vereinen,

Gibt mir Sonne, Mond und Welt

Nur Gelegenheitzum Weinen” (Goethe, 1988:83).

“Bakışının arzusunu yerine getirebilmek

Bizi yeniden birleştirmeyi,

Murad etmeden Allah,

Güneş, ay ve dünya ancak,

Vesile olurlar ağlamama” (Özkan, 2009:264).

“Suleika

Sag ihm, aber sag's bescheiden:

Seine Liebe sei mein Leben!

Freudiges Gefühl von beiden

Wird mir seine Nahe geben ” (Goethe, 1988:86).

“Züleyha

Söyle ona, fakat ihtiramla söyle:

Onun aşkıdır bana hayat veren!

Neşeli bir duygu her ikisinden

Onun yakınlığıdır bana hissettiren” (Özkan, 2009:267).

“Wiederfinden

Stumm war alles, still und öde,

Einsam Gott zum ersten Mal!

Da erschuf er Morgenröte,

Die erbarmte sich der Qual;

Sie entwickelte dem Trüben

Ein erklingend Farbenspiel,

Und nun konnte wieder lieben,

Was erst auseinanderfiel” (Goethe, 1988:87).

“Vuslat

Her şey susmuş, sessiz ve ıssızdı etraf,

Yalnızdı Tanrı ilk defa olarak!

Bu yüzden yarattı şafağı o anda,

Şafak merhamet etti çekilen acıya,

Bulanık ve donuk olan varlığa,

Yankılanan renk oyunları gösterdi.

Ve şimdi ise sevinebilirdi yeniden

Evvelce ayrı düşen birbirinden” (Özkan, 2009:268).

“In tausend Formen

In tausend Formen magst du dich verstecken, Doch, Allerliebste, gleich erkenn ich dich;

Du magst mit Zauberschleiern dich bedecken, Allgegenwartge, gleich erkenn ich dich.

An der Zypresse reinstem jungem Streben, Allschöngewachsne, gleich erkenn ich dich.

In des Kanales reinem Wellenleben, Allschmeichelhafte, wohl erkenn ich dich.

Wenn steigend sich der Wasserstrahl entfaltet, Allspielende, wie froh erkenn ich dich!

Wenn Wolke sich gestaltend umgestaltet, Allmannigfaltge, dort erkenn ich dich.

An des geblümten Schleiers Wiesenteppich,
Allbuntbesternte, schoen erkenn ich dich;

Und greift umher ein tausendarmger Eppich, O Allumklammernde, da kenn ich dich.

Wenn am Gebirg der Morgen sich entzündet,

Gleich, Allerheiternde, begrüf ich dich,

Dann über mir der Himmel rein sich ründet,

Allherzerweiternde, dann atm ich dich.

Was ich mit auflerm Sinn, mit innerm kenne,

Du Allbelehrende, kenn ich durch dich;

Und wenn ich Allahs Namenhundert nenne,

Mit jedem klingt ein Name nachfür dich” (Goethe, 1988:91).

“Binlerce şekilde

Binlerce surette saklasan da kendini,

Sevgililer sevgilisi, hemen tanırım seni;

Büyülü örtülerle kapasan da kendini,

Her yerde Hâzır ve Nâzır olan, anında tanırım seni.

Servilerin tomurcuklaşan saf ve yeni gayretlerinde,

Yüceler yücesi, anında tanırım seni;

Su kanallarındaki billur dalgaların canlılığında,

Büyük lütufkâr, elbette tenğrğm seni.

Fıskiyenin yükselip dağılan suyunda,

Ebedî oyuncu, ne mutlu ki tanırım seni;

Bulutun kendinden değişip şekillenmesinde,

Sûretler âleminin yaratıcısı, orada tanırım seni.

Bir halı misali çiçeklerle donanmış çimlerde,

Ey âlemi renkli yıldızlarla donatan, pek güzel görürüm seni;

Etrafı kaplamış bin kollu sarmaşıklarda,

Ey her şeyi kuşatan, orada tanırım seni.

Sabahları şafak söktüğünde dağlarda,

Ey neş’e kaynağı, hemen selamlarım seni;

Sonra üzerimde şu berrak gök kubbeleştiğinde,

Ey gönül ferahlatıcı, o an seni solurum.

Zahiri anlamıyla bâtınî mânâsını anlarım,

Sen ey âlemlerin öğreticisi, senden seni bilirim;

Ve söylesem yüz ism-i celâlini Allah’ın,

Yankılanır senin için her biri ile bir isim ” (Özkan, 2009:273).

“Schenke

Denn vor Gott ist alles herrlich

Eben, weil er ist der Beste;

Und so schlaft nun aller Vogel

In dem gross undkleinen Neste ” (Goethe, 1988:101).

“Sâki

Allah indinde her şey muhteşemdir

Şu sebepten ki O iyilerin en iyisidir;

Ve şu anda bütün kuşlar uykudadır,

Hepsi küçük ve büyükyuvalarındadır” (Özkan, 2009:286).

“Bulbuls Nachtlied

Bulbuls Nachtlied durch die Schauer

Drang zu Allahs lichtem Throne,

Und dem Wohlgesang zu Lohne

Sperrt er sie in goldnen Bauer.

Dieser sind des Menschen Glieder.

Zwar sie fühlet sich beschranket,

Doch wenn sie es recht bedenket,

Singt das Seelchen immer wieder ” (Goethe, 1988:103).

“Bülbülün gece şarkısı

Bülbülün gece şarkısı ürpertiyle

Ulaştı Allah ’ın nurdan tahtına,

Ve ödül olsun diye bu hoş nağmelere,

Kapattı onu altın kafese.

Bu kafes insanın bedenidir,

Bağlanmış hissetse de kendini,

Aslında düşünürse hakkıyla,

minik ruh şakımakta her zaman” (Özkan, 2009:291).

“Wunderglaube

Zerbrach einmal eine schöne Schal

Und wollte schier verzweifeln;

Unart und uebereil zumal

Wünscht ich zu allen Teufeln.

Erst rast ich aus, dann weint ich weich

Beim traurigen Scherbelesen.

Das jammerte Gott, er schuf es gleich

So ganz, als wie es gewesen” (Goethe, 1988:103).

“Mucize inancı

Bir defasında kırılmıştı güzel bir kâse,

Ve ben ümitsizliğe kapılıyordum neredeyse;

Hiddet ve şiddetle acele edip,

Lânet okudum herkese

Önce çileden çıktım, sonra rikkatle ağladım

Üzülerek kırılan camları topladım.

Merhamet etti Allah, hiç kırılmamış gibi

Aynı eski halinde yarattı onu tümden” (Özkan, 2009:291).

“Pfauenfeder

Ich sah mit Staunen und Vergnügen

Eine Pfauenfeder im Koran liegen,

"Willkommen an dem heilgen Platz,

Der Erdgebilde hoechster Schatz!

An dir, wie an des Himmels Sternen

Ist Gottes Gröfsse im kleinen zu lernen

Dass er, der Welten überblickt,

Sein Auge hier hat aufgedrückt,

Und so den leichten Flaum geschmückt,

Dass Koenige kaum unternahmen,

Die Pracht des Vogels nachzuahmen.

Bescheiden freue dich des Ruhms!

So bist du wert des Heiligtums ” (Goethe, 1988:104).

“Tavus kuşu tüyü

Neşe ve hayretler içerisinde gördüm ki

Bir tavus teleği Kur’an yaprakları arasında, “Yeryüzünde oluşan pek değerli hazine Hoş geldin bu mukaddes yere!

Nasıl donanmışsa gökyüzü yıldızlarla

Allah’ın azameti de idrak edilir minik varlıklarda bile, O’nun âlemleri kuşatan bakışı

Şu tavus kanadında remzedilmiştir,

Ve hafif tüylerin süslediği,

Şu kuşun ihtişamını taklide

Teşebbüs etmedi krallar bile.

Tevazu ile sevin şöhretine!

Bu kutsal yere lâyıksın böylesine” (Özkan, 2009:292).

“Alle Menschen groft und klein

Alle Menschen, gross und klein,

Spinnen sich ein Gewebe fein,

Wo sie mit ihrer Scheren Spitzen

Gar zierlich in der Mitte sitzen.

Wenn nun darein ein Besen fahri,

Sagen sie, es sei unerhöri,

Man habe den gröfsien Palasi zersiöri ” (Goethe, 1988:105).

“Küçük ve büyük tüm insanlar

Küçük ve büyük iüm insanlar,

Örümcek gibi incecik bir bez dokurlar,

Sonra kıskaçlarının uçlarıyla oraya kurulurlar,

Ördükleri ağın ortasında pek mağrur dururlar.

Ancak bir süpürge girince içeri bu ağdan,

Bu görülmemiş bir şey derler o zaman,

Muhteşem köşkü harap eiii birisi” (Özkan, 2009:293).

“Es ist gut

Bei Mondenschein im Paradeis

Fand Jehovah im Schlafe tief

Adam versunken, legte leis

Zur Seit ein Evchen, das auch entschlief.

Da lagen nun in Erdeschranken

Gottes zwei lieblichste Gedanken—

"Gut!!!" rief er sich zum Meisterlohn, Er ging sogar nicht gern davon.

Kein Wunder, daf es uns berückt,

Wenn Auge frisch in Auge blickt,

Als hatten wir's so weit gebracht, Bei dem zu sein, der uns gedacht. Und ruft er uns, wohlan, es sei! Nur, das beding ich, alle zwei! Dich halten dieser Arme Schranken, Liebster von allen Gottesgedanken” (Goethe, 1988:105-106).

“İyi oldu

Derin uyku halinde buldu Jahova Âdem’i ay ışığında Cennet’te,

Sessizce yanıbaşına hemen Bir Havvacık koydu uyuyan.

Şimdi mahdut bir dünyada orada,

Allah ’ın iki sevimli fikri bir arada-

“İyi!!! ” diye bağırdı bu şahesere,

Pek isteyerek ayrılıp gitmedi bile.

Şaşılacak bir şey yok bunda,

Öylesine bir şey başarmışız ki Sanki bizi düşünenin yanında

O’nunla göz göze gelmişiz gibi bir anda

Ve şimdi bize sesleniyor, haydi artık, ol!

Her ikinize can veriyorum!

Ey sevgili, bu kollar seni öylesine kollar ki,

Uzak tutar tüm Tanrı düşüncelerinden seni” (Özkan, 2009:294).

“Vermachtnis altpersischen Glaubens Kadim

Gott auf seinem Throne zu erkennen,

Ihn den Herrn des Lebensquells zu nennen,

Jenes hohen Anblicks wert zu handeln

Und in seinem Lichte fortzuwandeln ” (Goethe, 1988:107).

“Regt ein Neugeborner fromme Hande,

Daf man ihn sogleich zur Sonne wende,

Tauche Leib und Geist im Feuerbade!

Fühlen wird er jeden Morgens Gnade ” (Goethe, 1988:108).

••

“Ihr, von Mueh zu Mühe so gepeinigt,

Seidgetrost! nun ist das All gereinigt,

Und nun darf der Mensch als Priester wagen,

Gottes Gleichnis aus dem Stein zu schlagen ” (Goethe, 1988:108).

“Pers inancından kalan miras

Hissettim ki, Allah’ı arş-ı âlâda idrak etmek

O’na hayat pınarının Hâkim-i mutlak ’ı demek,

yüce bakışa yaraşır biçimde hareket etmek,

O’nun ışığında durmadan ilerlemek demek.

Yeni doğan kımıldatsa masum ellerini,

Anında döndürülür yüzü güneşe,

Beden ve ruh çıkarılır kızgın güneşe!

Artık her sabah hissedecektir rahmet.

Zahmet üzerine zahmetle pek yoruldunuz,

Şimdi ise her şey arındı, mutmain olunuz!

Şimdi bir muğ olarak cür’et etmelidir insan

Temsilini Tanrı’nınyontmalı taştan” (Özkan, 2009:297-298).

Doğu-Batı Dîvânı’nda Peygamberi Tefekkür

Doğu-Batı Dîvânı’nda Goethe Hz. Peygamberi(salla'llâhü aleyhi ve sellem) şiirleriyle şu şekilde tefekkür etmiştir:

“Hegire

Wolltet ihr ihm dies beneiden

Oder etwa gar verleiden,

Wisset nur, dass Dichterworte

Um des Paradieses Pforte

Immer leise klopfend schweben,

Sich erbittend ewges Leben ” (Goethe, 1988:10).

“Hicret

Sakın kıskanmayın onu

Yahut çok görmeyin,

Şunu biliniz ki, şair sözleri,

Süzülerek, etrafta, usulca

Cennet kapılarını tıklatıp,

Kendilerine ebedi bir hayat dilerler ” (Özkan, 2009:174).

“Derb und tüchtig

Auch ist gut Bescheidenheit,

Spricht ein weiser Mann,

Der von Zeit und Ewigkeit

Mich belehren kann” (Goethe, 1988:19).

“Cesur ve mahir

Alçak gönüllülük hoştur,

Böyle der bir bilge kişi,

Ki zaman ve sonsuzluk hakkında

Beni irşâda muktedirdir o ” (Özkan, 2009:182).

“All-Leben

Denn der Staub auf ihrer Schwelle

Ist dem Teppich vorzuziehen,

Dessen goldgewirkte Blumen

Mahmuds Guenstlinge beknieen”(Goethe, 1988:20).

“Evrende yeni hayat

Zira sevgilinin eşiğindeki toz toprak,

Elbette tercih edilir değerli bir halıya,

Kaldı ki çiçekleri altın işlemeli bir halı,

Diz çöktürür Mahmud’un gözdelerine ” (Özkan, 2009:183).

“Behandelt die Frauen mit Nachsicht

Behandelt die Frauen mit Nachsicht!

Aus krummer Rippe ward sie erschaffen;

Gott konnte sie nicht ganz grade machen.

Willst du sie biegen, sie bricht;

Laft du sie ruhig, sie wird noch krümmer:

Du guter Adam, was ist denn schlimmer?-

Behandelt die Frauen mit Nachsicht:

Es ist nichtgut, daŞ euch eine Rippe bricht” (Goethe, 1988:41).

“Hanımlara hoşgörülü olun

Hanımlara hoşgörülü davranınız!

Eğri bir kaburgadan yaratıldı onlar;

Tanrı onları tam düz yapamadı.

Kırılırlar düzeltmek isterseniz,

Kendi haline bırakırsan daha da eğrilirler.

Ey Âdem, nedir bundan daha beteri?

Hanımlara hoşgörülü davranınız:

Hoş olmaz, sizin de kırılsa bir kaburganız” (Özkan, 2009:211).

“Hâtem

Mich, der von den Indostanen

Streifte bis Damaskus hin,

Um mit neuen Karawanen

Bis ans Rote Meer zu ziehn ” (Goethe, 1988:68).

“Hâtem

Yeni kervanlarla birlikte

Kızıl Deniz’e varmak üzre,

Indostan’dan başladım

Ta Şam’a kadar dolandım ” (Özkan, 2009:248).

“Hâtem

Auch sei's ein Bild von unsrer Wonne!

Schon seh ich wieder mich und dich,

Du nennst mich, Liebchen, deine Sonne;

Komm, suesserMond, umklammre mich!” (Goethe, 1988:70).

“Hatem

Sevincimizin bir nişanesi olsun bu!

Çoktandır tekrar görüyorum kendimi ve seni,

Sen bana, sevgilim, güneşinim diye hitap edersin;

Gel, ey tatlı hilal, tümden sar beni, kucakla dersin ” (Özkan, 2009:250).

“Nachklang

Lass mich nicht so der Nacht, dem Schmerze,

Du Allerliebstes, du mein Mondgesicht!

du mein Phosphor, meine Kerze,

Du meine Sonne, du mein Licht! ” (Goethe, 1988:85).

Yankı

Terketme beni böyle geceye, acıya

Ey sevgililer sevgilisi, ey ay yüzlüm!

Ey benim ışığım, ey benim kandilim,

Sensin benim güneşim, sensin nurum! ” (Özkan, 2009:266).

“ Vollmondnacht

Herrin, sag, was heiflt das Flüstern?

Was bewegt dir leis die Lippen?

Lispelst immer vor dich hin,

Lieblicher als Weines Nippen!

Denkst du deinen Mundgeschwistern

Noch ein Paerchen herzuziehn?

"Ich will küssen! Küssen! sagt ich."

Schau! Im zweifelhaften Dunkel

Glühen bluehend alle Zweige,

Nieder spielet Stern auf Stern,

Und smaragden durchs Gestrauche

Tausendfaltiger Karfunkel;

Doch dein Geist ist allem fern.

"Ich will küssen! Küssen! sagt ich."

Dein Geliebter, fern, erprobet

Gleicherweis im Sauersüssen

Fühlt ein unglückselges Glück,

Euch im Vollmond zu begrüssen,

Habt ihr heilig angelobet,

Dieses ist der Augenblick!

"Ich willküssen! Küssen! sagt ich” (Goethe, 1988:87).

“Dolunay

Sultanım, söyle nedir bu fısıltı?

Dudaklarını hafifçe kımıldatan nedir?

Bir şeyler söylüyorsun kendi kendine sürekli,

Şarap tadından daha sevimli!

Yoksa dudaklarına kardeşlerinden

Bir çift dudağı çekmek mi istiyorsun?

Öpmek istiyorum! Öpmek! diyorum.

Bak! Kızarıyor bütün dallar

Çiçeklenip alaca karanlıkta,

Yıldız akıyor aşağı yıldız üstüne,

Ve, zümrüt yeşili çalılıklar arasında

Bin çeşit tecellide kor alevler;

Ama senin ruhun bunlara uzak.

“Öpmek istiyorum! Öpmek! diyorum.

Sevgilin ırak, sınanmış

Hem öyle ekşi-tatlı da

Talihsiz bir mutluluk duyuyor,

Selamlamak için sizi dolunayda

Mukaddes bir söz veriniz,

işte bu an tam da bu andır!

“Öpmek istiyorum! Öpmek! diyorum” (Özkan, 2009:269).

“Schenke

Mahomet verbietet’s” (Goethe, 1988:99).

“Sâki

Muhammedyasaklıyor onu” (Özkan, 2009:284).

“Dichter

Horch! Wir andern Musulmanen,

Nüchtern sollen wir gebückt sein,

Er, in seinem heilgen Eifer,

Möchte gern allein verrückt sein! ” (Goethe, 1988:99).

“Şair

Kulak ver! Biz diğer Müslümanlar,

Ayık olarak eğilip bükülmemelidirler,

ise, kutsal davasında gayretle,

Tek başına kafayı bulmak ister! ” (Özkan, 2009:284).

Vorschmack

Doch der Prophet, Verfasser jenes Buches,

Weiss unsre Mangel droben auszuwittern,

Und sieht, dass trotz dem Donner seines Fluches

Die Zweifel oft den Glauben uns verbittern ” (Goethe, 1988:110).

“İlk haz

Lâkin Peygamber, ol kitabın müellifi,

Cennet’te sezgiyle bilir eksiklerimizi,

Ve lânetinin şiddetine rağmen görür ki,

Şüphe karartır imanımızı umumiyetle ” (Özkan, 2009: 303).

“Mahomet spricht

Seine Toten mag der Feind betrauern:

Denn sie liegen ohne Wiederkehren;

Unsre Brueder sollt ihr nicht bedauern:

Denn sie wandeln über jenen Spharen.

Die Planeten haben alle sieben

Die metallnen Tore weit getan,

Und schon klopfen die verklarten

Lieben Paradieses Pforten kühnlich an.

Finden, ungehofft und überglücklich, Herrlichkeiten, die mein Flug berührt, Als das Wunderpferd mich augenblicklich Durch die Himmel alle durchgeführt. Weisheitsbaum an Baum, zypresseragend, Heben apfel goldner Zierd empor; Lebensbaume, breite Schatten schlagend, Decken Blumensitz und Krauterflor.

Und nun bringt ein süŞer Wind von Osten Hergeführt die Himmels-Madchen-Schar; Mit den Augen fangst du an zu kosten, Schon der Anblick sattigt ganz und gar.

Forschend stehn sie, was du unternahmst? Grosse Plane? fahrlich blutgen Strauss? Dass du Held seist, sehn sie, weil du kamest; Welch ein Helddu seist, sie forschen's aus.

Und sie sehn es bald an deiner Wunden, Die sich selbst ein Ehrendenkmal schreibt.

Glueck und Hoheit, alles ist verschwunden, Nur die Wunde fuer den Glauben bleibt.

Führen zu Kiosken dich und Lauben, Saulenreich von buntem Lichtgestein, Und zu edlem Saft verklarter Trauben Laden sie mit Nippen freundlich ein.

Jüngling, mehr als Jüngling, bist willkommen!

Alle sind wie alle licht und klar;

Hast du eine dir ans Herz genommen, Herrin, Freundin ist sie deiner Schar.

Doch die allertrefflichste gefallt sich Keineswegs in solchen Herrlichkeiten;

Heiter, neidlos, redlich unterhaelt dich Von den mannigfaltgen Trefflichkeiten.

Eine führt dich zu der andern Schmause,

Den sich jede auŞerst ausersinnt;

Viele Frauen hast und Ruh im Hause,

Wert, dass man darob das Paradies gewinnt,

Und so schicke dich in diesen Frieden:

Denn du kannst ihn weiter nicht vertauschen;

Solche Madchen werden nicht ermüden, Solche Weine werden nicht berauschen.

Und so war das Wenige zu melden,

Wie der selge Musulman sich brüstet:

Paradies der Manner Glaubenshelden

Ist hiemit vollkommen ausgerüstet” (Goethe, 1988:110-112).

“Muhammed der ki

Varsın düşman kendi ölülerine matem etsin

Çünkü onlar ölüp gittiler bir daha geri dönmemek üzre;

Kardeşlerimiz için ise sakın üzülmeyiniz:

Zira onlar gezinirler arş-ı âlâ’da.

Yedi kat göklerin hepsi birden

Açtılar ağır kapılarını sonuna kadar,

Ve daha şimdiden nuranî âşıklar

Vakarla cennet kapılarını çalarlar.

Umulmadık ve pek bahtiyar halde,

Letâfetlerle karşılaştım mirâcımda,

Bir lahzada vardım tüm semâvâta

Burak beni uçurup çıkardığı anda.

Yan yana hikmet ağacı, sanki yükselen serviler,

Tüm zarafetiyle altın elmalarını sunmadalar;

Hayat ağaçları yaymış geniş gölgelerini

Çiçekli ve yemyeşil bahçeler üzerine.

Ve şimdi tatlı bir doğu rüzgârı

Grup grup cennet hurileri getirir;

Ki seyrinden zevk alırsın,

Bakmak bile hoşnutluk verir insana.

Orada hesaba çekerler ne yaptığını Ulvî niyet mi?

Tehlikeli kanlı cihad mı?

Geldiğin için bir kahraman olduğunu görürler;

Nasıl bir kahraman olduğunu ise araştırırlar.

Ve bir şeref nişânesi olan yaralarından,

Bakınca tanırlar seni çok geçmeden,

Mülk, makam, her şey kaybolup gider,

Geriye yalnız imanın için aldığın yara kalır.

Rengârenk ışık sütunlarının üzerine kurulu,

Köşklere ve çardaklara götürürler seni,

Ve nurlandıran o asil üzüm şarabından

Muhabbetle tatmaya devam ederler seni.

Ey genç, gençten de genç, hoş geldin!

Tıpkı nur gibi şeffaf bunların hepsi;

Bağrına basınca birini içlerinden

Eş, arkadaş kısmetindir tümü senin.

Lâkin en uygunu bile hiç hoşa gitmez

Bu ihtişam üzre bu kesinlikle yetmez;

Kıskanmadan neş’e ve samimiyetle,

Eğlendirir seni bu fevkalâdelikler.

Birisi seni başka bir ziyafete götürür,

Herkesin en iyisini hayal ettiği bir ziyâfet;

Birçok hanımın ve huzur vardır bu evde

Bu yüzden cennet’te olmaya değer öte dünyada.

Böylece sonsuz huzur ve sükûna erersin:

Artık böyle bir hayatı hiçbir şeye değişmezsin;

Bu kabilden kızlar hiç yorgunluk vermez orada,

Şaraplar sarhoş etmez, neş’e verir.

Mutlu bir Müslümanın övüneceği,

Pek az haber kaldı verilecek:

Şehitler için cennet’te

Herşey eksiksiz hazırlanmıştır” (Özkan, 2009:303-305).

“Auserwahlte Frauen

Mahoms Gattin auch, sie baute

Wohlfahrt ihm und Herrlichkeiten,

Und empfahl bei Lebenszeiten

Einen Gott und eine Traute ” (Goethe, 1988:112).

“Seçilmiş hanımlar

Bir de Muhammed’in zevcesi,

Destekledi onu ve mutluluk verdi,

Ve yaşarken Allah ’a iman etti

Ve sâdık eşi oldu[Hatice]” (Özkan, 2009:305).

“Dichter

Ewig Geliebte! wie zart

Erinnerst du dich deines Trauten!

Was auch in irdischer Luft und Art

Fuer Toene lauten,

Die wollen alle herauf;

Viele verklingen da unten zu Hauf;

Andere mit Geistes Flug und Lauf,

Wie das Fluegel-Pferd des Propheten,

Steigen empor und flöten

Draussen an dem Tor.

Kommt deinen Gespielen so etwas vor,

So sollen sie'sfreundlich vermerken,

Das Echo lieblich verstarken,

Dafi es wieder hinunter halle,

Und sollen Acht haben,

Dass in jedem Falle,

Wenn er kommt, seine Gaben

Jedem zugute kommen:

Das wird beiden Welten frommen.

Sie mögen's ihm freundlich lohnen,

Auf liebliche Weise fügsam;

Sie lassen ihn mit sich wohnen:

Alle Guten sindgenügsam.

Du aber bist mir beschieden,

Dich lass ich nicht aus dem ewigen Frieden;

Auf die Wache sollst du nicht ziehn.

Schick eine ledige Schwester dahin! ” (Goethe, 1988:114-115).

“Şair

Ebedî îevgili! Pek zarif

Hatırlamaktasın Sevgilini?

Dünyevî bir üslupla

Akseden sesler,

Yukarılara yükselmek isterler;

Birçoğu aşağılarda kaybolup gider,

Diğer bazılarıyla ruhun kanatlarıyla hızlıca,

Tıpkı Burak misâli Peygamberin,

Yükselirler Miraca ve neye üflerler

Cümle kapısında.

Senin eşinin kulağına böyle bir ses gelirse,

Kaydetsin bunu da hafızasına,

Sesi lâtif bir halde yankılansın ki,

Duyulsun aksisedası aşağılara,

Ve de dikkat kesilsinler ki,

Gelirse eğer o,

Her halükârda, herkesi

Lütuflandırır:

Her iki dünyada da hayırlı olur,

Cömertce mükâfatlandırmaklar onu,

Sevgi ve saygıyla;

Kendileriyle oturmasına müsaade ederler.

Tüm iyiler zaten kanaatkârdırlar.

Fakat sen bana yazılmışsın,

Ebedi huzurdan asla alıkoymam seni:

Nöbet tutmak zorunda değilsin.

Oraya bakire birini gönderiver!” (Özkan, 2009:308).

“Huri

Denn, siehst du, wie die Glaubigen kamen,

Von dem Propheten so wohl empfohlen,

Besitz vom Paradiese nahmen,

Da waren w ir, wie er befohlen,

So liebenswürdig, so charmant,

Wie uns die Engel selbst nicht gekannt.

Nun war uns himmlisch Hochgebornen

Ein solch Betragen ganz zuwider;

Wir aufgewiegelten Verschwornen

Besannen uns schon hin und wieder,

Als der Prophet durch alle Himmel fuhr,

Da passten wir auf seine Spur.

Rückkehrendhatt' er sich's nicht versehn,

DasFluegel-Pferd, es musste stehn” (Goethe, 1988:116).

“Huri

Zira müminlerin nasıl geldiklerini görüyorsun,

Peygamber tarafından müjdelenenler, Cennette yerlerini aldıklarında,

Peygamberin emriyle orada idik

Öylesine sevimli ve caziptik

Neredeyse melekler bile tanımadı bizi

Bizim gibi ilâhi yaratıklara şimdi

Böylesine bir davranış pek tersdi;

Biz ayartılmış yeminli kişiler

Çoktan düşünmeye başlamıştık yeniden,

Peygamber Mi’rac ’a yükseldiğinde,

Onun izini takip ettikpur-dikkat.

Geri dönerken de yanılmadı,

Mecburdu burada durdu Burak” (Özkan, 2009:308-309).

“Begünstige Tiere

Halb schuechtern kommt ein Wolf sodann,

Dem Mahomet befohlen:

"Lass dieses Schaf dem armen Mann!

Dem Reichen magst du's holen."

Abuherriras Katze hier

Knurrt um den Herrn und schmeichelt.

Denn immer ist's ein heilig Tier,

Das der Prophet gestreichelt ” (Goethe, 1988:119).

“Kısmetli Hayvanlar

Sonra bir kurt geldi tüm çekingenliğiyle

TabiîMuhammed’in emriyle:

“Fakirin koyununu bırak,

Zenginin koyununa bak! ”

Ebu Hureyre ’nin kedisi de burada

Mırlar, kuyruk sallar efendisine

Zira o kutsal bir hayvandır daima

Peygamber sırtını okşadı bir defasında ” (Özkan, 2009:311).

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar