Print Friendly and PDF

Kanlı Gözyaşlarını, Derdinle Yırtılan Yüzlerce Gömleği Gör

 



XXII

*                  Ey ecel meleği, savaşımızdan kaç, savaşımızdan kaç. Çünkü sen bizim rengimize boyanamazsın, boyanamazsın bizim rengimize sen.

Savaşımıza girersen, bizimle savaşmaya kalkışırsan onun erlerinin saldırışlarından, onun açacağı ağır yaralardan bir tek damarın bile sağlam kalmaz senin.

Önce öylesine bir şarap çekmelisin, öylesine bir hoş sarhoş olmalısın ki kendinden geçmelisin de sonra katılmalısın âhengimize, sonra katılmalısın âhengimize.

Bu şarabı içmek istersen yürü, önce şişe gibi daral, şişe oldun mu da vur kendini taşımıza, vur taşımıza kendini.

Kim o kızıl şarabı içerse gelişir, murada erer, daralmış gönlümüzden ferahlıklar elde eder, daralmış gönlümüzden ferahlıklara kavuşur.

*           Çavuşumuz o ırmakta çok curalar çalar, altı telli çok berbatlar çalar, çok padişahlara omuz vurur çavuşumuz.

*          Burda, şu hançer vuruşta zamanenin Mirrîh’i bile dişidir. Başörtüsüyle gelinmez bizim savaşımıza, gelinmez başörtüsüyle savaşa bizimle.

*            Güneşten ok istiyorsan dolunaydan kalkan edinmelisin; kaysersen yürü, geç ışığımızdan, geç ışığımızdan.

*               Seni kesersek İshak ol bize karşı, dal denizimize de sus, sus da gücümüz kuvvetimiz kırıp dağıtmasın gemini, parçalamasın gemini gücümüz kuvvetimiz.

Vefa ve mürüvvetin coşar da belki bir kapı açarsın, kalk gel dersin ümidiyle kapında oturmuşum.

Ey güzel yüzünde daima yüzlerce lûtuf, yüzlerce merhamet nuru parlayan güzel, canım kapında, senden gelen misk kokularına, amber kokularına gark olmuşum.

Sarhoşuz biz, başımız dönmede, başkalarının işleriyle alışverişimiz yok. Dünya altüst olsa gene umurumuzda değil, tek senin aşkın ebedî olsun.

Aşkın el çırpmada, yüzlerce başka başka âlemler yaratmada, boşluktan, göklerden dışarı yüzlerce yepyeni asırlar meydana getirmede.

Ey gül gibi gülen aşk, ey Akl-ı Küll gibi güzel bakış; ey “Hel etâ” meydanının eşsiz binicisi, güneşi tut, koy çuvala.

Bugün konuğuz sana, güler yüzünün sarhoşuyuz. And olsun Tanrı’ya yüzünü andım

mı gönlüm benden gidiyor.

Damından başka dam nerde? Adından başka ad hani? Ey tatlı, güzel edalı sâkî, ne gezer kadehinden başka kadeh?

Bir uyanık can bulursam eteğine yapışacağım, himmet isteyeceğim. Ah, keşke uyuyabilseydim de rüyada yüzünü gösterseydin.

Ey kapısında kulları köleleri toplanmış ulu er, dışarı çık, salın. Çünkü o gönüller kapan sarhoş gözler yüzünden sarhoşum, kendimden geçmişim.

Kanlı gözyaşlarını, derdinle yırtılan yüzlerce gömleği gör, feryadları duy, boynuma, yüzüme, önüme, ardıma bulaşan ciğerimin kanlarını seyret.

Yüzünü gören ilden ile gezer, bir mecnun olur. Ona ne diye ileneyim? Ne diye belâya çatmasını isteyeyim? Zaten taşları, topaçları yiyecek.

Ey insanların padişahı, bundan beter belâya da senden haberi olmayan can uğrar. Aman, beni seni görmez bir hale düşürme, körlük belâsına uğratma.

Kanlar can denizinin kıyısına sel gibi akıp gidiyor; denizle bilişmişler, başka bildiklerden kesilmişler.

*          Bir sel var, hayran hayran akıp gidiyor; bir sel var, yolunu yitirmiş. O hamd olsun Tanrı’ya demede, bu ah edip “Lâ havle” okumada.

Ey bir güneş gibi doğup yok-yoksul kişilere âşık olan, lûtfet, bâri kullarına bir ihsanda bulun, bir kerem et.

Gül seni ansızın görmüş de canından geçmiş, elbisesini paralamış. Çeng, senin çengini duymuş da feryada gelmiş, utanıp başını önüne eğmiş.

*          Zühre’nin, senin nağmelerinden başka daha hoş, daha makbul nağmesi mi var, onun çaldığı ney de nedir? O, senden nağme öğrenmek için dudağını senin dudağına koymada.

*          Bütün kamışlar, hele şekerkamışı, bu ümide bel bağlamışlar, bu emeğe karşılık da oynayıp durmadalar: Yâni sen dilediğini yüceltirsin, onlar da yücelmek istiyorlar.

Çeng sensiz kötü, ney sen olmadıkça hüzünlere gark oluyor. Onu kucağına al, öbürünü öp. Tef de vur, vur yüzüme de diyor, yüzüm değerli bir hale gelsin.

Bu paramparça gönlü bir güzelce sarhoş et, dağıt gitsin. Dağıt da, dün kaybettiğini bâri şimdi bulsun.

Ey yüce padişah, bundan böyle ayık olmak yazıktır doğrusu, and olsun Tanrı’ya, artık ayık olarak Tanrım seni anlatamam, senden bahsetmem ben.

Ya şarap ver, delil getirme; yahut kalk, sen söyle, lûtfunla seni bulan kişi, sûfîce maceralara düşüp gitti.

 

Kaynak: Cilt 1

Mevlânâ Celâleddin-Divân-ı Kebîr-Hazırlayan : Abdülbâkiy GÖLPINARLI

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar