Print Friendly and PDF

AZİZ MAHMUD HÜDÂYÎ’NİN DÎVÂN-I İLÂHÎYAT’I


 


Hazırlayan: Sabri Balta

Dîvân-ı İlâhîyat’ta İlâhî Aşk

Geçmişten günümüze İslâm büyükleri, mutasavvıflar, Allah dostları, veliler, şairler, büyük edebiyatçılar, büyük bestekârlar ve bunlar gibi pekçok değerli şahsiyet gerek yapmış oldukları sohbetlerinde ve gerekse yazmış oldukları nadide eserlerinde ilâhî aşk konusuna büyük önem atfetmişlerdir. Zîra, aşk olmadan meşk olmayacaktır. İlâhî aşk, bir yandan insanı hakikî manâda insan kılarken, diğer yandan da onu gerçek manâda menbaına, menşeine, yani Allah’a (Celle Celâluhû) bağlamaktadır. Bu aşk, herhangi bir ölçüye sığmayan, sınırlanması mümkün olamayan aşırı muhabbettir, sevgidir.

Pek tabii ki, insanın ruhu yaratılıştan itibaren ilâhî kaynakla sürekli bir irtibat halindedir. Dolayısıyla kendi özüne bir akış söz konusudur. Bu yüzdendir ki ilâhî aşkın kaynağı Allah’tan başkası değildir. İlâhî aşk ulaşılabilecek en yüksek makamdır. İlâhî aşkın odaklaştığı nokta ise Hakk’ın cemalidir. Bu hale ulaşan kişi acziyete ve hayrete gark olur. Bu halin sahibi manaya ve hakikat bilgisi olan tevhide ulaşır. Tevhid ise Allah’ın (Celle Celâluhû) huzurunda yokolup erimektir. Manâ Allah’tır. İlâhî aşka ulaşanlar ise hep Allah’tan diliyle konuşur, zîra kişi Allah’ın boyasıyla boyanmıştır (Kuşpınar, 2007:13-20). Artık Allah’ın boyasıyla boyanan kişi öyle bir makama ulaşır ki, fena olma halinden çok daha ileri bir hâl olan Allah aşkında yok olur. Kişinin vecdi ve şevki artar. Artık O’nunla duyar, O’nunla konuşur, O’nunla görür. Allah bizi hem bizim için, hem de kendisi için sever. Böylelikle kul asıl yaratılış ve tabiatının özüne uygun düşmeyen işlerden kurtulur, yani Allah o kimseyi ödüllendirmiş olur. Artık kişi Allah’tan başka hiçbir şeyi görmeyecek kadar körleşmiştir. Bu durum insanın bedenine ve ruhuna öylesine işlemiştir ki, insanda artık O’ndan başka bir şey kalmamıştır.

İlâhî aşka garkolmuş kişi artık erimektedir, harap olmaktadır. Daimi bir sevgiyle ortaya çıkan sevgilide helak olmak ister. Kişinin sevgiliye kavuşma şevki artar. Bu aşka tutulanlar artık çılgınca âşık olurlar, ne yapacaklarını bilemezler, yönsüzdürler, bir karara varamazlar. Bu aşka yakalanan kişinin aşkı her yerde ve

her durumdadır. Hangi durumda olursa olsun Hakk kendisinde tecelli eder (Kanık, 2005:31-93). Böylelikle kişi iç yangınlarıyla sevgisini, aşkını, sevdasını gönül dili ve hal lisanıyla âlemlere duyurmak ister. Bu ilâhî aşka kapılan sufi gönlü aracılığı ile görür, duyar, düşünür. Artık o Allah’a ilm’el yakin, Hakk’al yakin ve ayn’ el yakin mesafelerinde yakin olmuştur (Araz, 2007:1-3). Kişinin ilâhî aşkta kendisinden geçmesi ve müşahade ettiği her şeyde Allah’ı görmesi onun birlik âlemine ulaşmasıdır, artık hiçbir şekilde zarar görmez, insanın göklerden inişinin tam tersine yeniden göklere çıkar (Çelik, 2006:40-41). Aşk ve söz bir kıvılcımla başlar (Eşmeli, 2005:5).

İlâhî aşk Hakk’a kavuşma yoludur. Ancak, bu yol aşk ehli olmayı, nefisle mütemadiyen mücadele etmeyi; gerçek manada dünya ve dünyevi olan her şeyi kalpten, gönülden terketmeyi icap ettiren bir yol olduğu için, tasavvuf dilinde seyr ü süluk diye adlandırılan ve sadece daha önce bu yoldan geçmiş bir mürşitin yol göstericiliğinde gerçekleştirilebilen manevi eğitim yoluyla aşılabilir. Bu yolu aşmada sorumluluk kalptedir. Kalp aşk için yaratılmıştır, âşık olmayan bir kalp ise boşluktadır. Bu yol çetindir ve rehbersiz gidilemez (Gürer, 2017:15-33). İbnü’l- Arabi’ye göre Allah’ın isimlerinin ve sıfatlarının çokluğunu sağlayan aşk ilâhîdir, yani asli sevgi Allah’tandır. Mutlak güzelliğin kaynağı O’dur (Ayvazoğlu, 2014: 56). İlâhî aşk hiç bitmeyen bir ateş, bir ızdıraptır (Bursalı, 1980:9). Sûfîlere göre aşk, öyle tesirli bir şeydir ki, bu deryaya dalan vahdet-i vücudun hakikatine erer. Bu durumda da maşuk, âşıkla aralarındaki perdeleri kaldırır. İlâhî aşka eren kişi Allah’tan başka herşeyden yüz çevirir.

İlâhî aşkı tarif edebilmek mümkün değildir, ancak tecrübe edilebilir bir hâldir. İlâhî aşka ulaşmak ancak riyazet ve mücahede ile nefsin meyil ve arzularını azaltarak, gönülden Allah’tan başkasını çıkarmak suretiyle mümkün olabilir. Bunun için ise ibadet ve taati artırmak gerekmektedir (Çınar, 2014:56-58). İlâhî aşk ruhun aşk mertebesine erişmesiyle hâsıl olur, yani bu tasavvuf yolunun son basamağı, zirvesidir (Işık, 2011:140). Amaç varlıktan geçmek, yanmaktır. İlâhî aşkın makamı da kalptir. Kalp rahmet yağmurunun suladığı bir bahçedir, ilâhî ilhamların meltemiyle daima canlıdır (Özkan, 2006:52-65). Kalp ilâhî ilhamların canlılığıyla Allah’a muhabbet besler. Bu muhabbetten doğan teslimiyetle kişi artık iradesini kurban etmiştir (Brodbeck, 2010a:249).

Nitekim, tertemiz bir aşkla birine tutulan ve bu aşkını açıklamaya bile fırsat bulamadan ölen kişinin şehit olduğu bile söylenmektedir, kaldı ki, hakiki aşka tutulan kişi kendi varlığını Allah’ın varlığında fani kılarak fenafillaha ulaşmaktadır. İnsanı hayvanattan ayıran en önemli husus kişinin bir gönle sahip olması ve âşık olmasıdır (Şimşek, 2011:212). Nitekim, Necip Fazıl aşk adlı şiirinde aşkı şöyle nitelemektedir:” Rabbim, rabbim, bu işin, bildim neymiş Türkçesi, Senin aşkın ateştir, ateşin gül bahçesi” (Kısakürek, 2010:51).

Manâda yetişkin olanların kalbi zevk-i ilâhî ile dolar ve kalp sevdiğinin izinde gitmek ve ona ulaşmak için tüm gücüyle yollara revan olur ve her türlü fedakârlığı yapar. İnsanda aşk yoksa o kişi ham bir çamurdan ibarettir. İnsan olana aşk lâzımdır. Aşkı olmayan nurdan mahrumdur. Gerçek hüviyet ancak ilâhî aşkla kazanılır. Nitekim Fuzûli “Aşk imiş her ne var âlemde, ilim bir kil u kal imiş ancak” buyurmuştur (Çıtlak, 2014:95-96)).

İlâhî aşka tutulan cehennem korkusu ve cennet beklentisiyle hareket etmez. Amaç rahmânî nefesin bir parçası olumak ve asıl vatana geri dönmektir. Âşık Allah’ın (Celle Celâluhû) sınırsız kudreki karşısında acziyetini ve fakrını ilan eder. O saf bir tevazu içindedir ve açlık kapısının sınırları içerisinde dolaşır. İlâhî aşka eren kişi Hz. Muhammed’i(SAV) görmek ve hissetmek ister. İlâhî aşk sahibi ölmeden önce ölür, varlığın kokusunu duyar, benliksiz ve diğergamdır. O, artık hiçbir korku ve endişeye mahal vermez, susuzluğun arayışı içerisindedir; kendi hiçliğinin, rabbın yüceliğinin farkındadır. Kalp gözüyle duyar ve görür.

Dünyevî varlığın sınırlarından sınırsız olan ilahi güzellik âlemine kaçmak için şiddetli bir arzu içerisindedir. Açlık onun gıdasıdır. Dünyadaki hayat tarzını ahiret hayatı tarzına çevirir, kusurlarının farkına varır. Varlığının Allah’ın sevgisinden dolayı olduğunun idraki içerisindedir. Her an hayrettedir ve O’nun (Celle Celâluhû) nuruyla görür. Muhtaçlara canla başla koşar, ancak kendisine karşı lâkayttır. Hakkın kapısında her an ağlar, O’ndan başka her maksattan sıyrılmaya çalışır (Brodbeck, 2011:49-51). İlâhî aşk mü’minin hayatının kutu ve gıdasıdır (Şekur, 2009:333). İlâhî aşka tutulanlar dünyayı Allah’tan, yaratıcılarını yaratılanlardan ayırt edemezler (Brodbeck, 2010b:118-119).

İlâhî aşk feragat ister, iradeyi yakıp eritir, ihtirasları yok eder. İlâhî aşkta farklı bir derinlik ve şaşmayan bir bakış söz konusudur. İlâhî aşkın marifeti sayesinde yeni kapılar aralanır, saf sezgiye ve murakabeye dayanan arifane ve manevî bilgiyle benliğin sırları çözülür ve ruh varoluşun tüm kayıtlarından kurtulur. İnsan artık başsız, elsiz, ayaksız tıpkı bir gül yaprağı üzerine düşen çiğ damlası gibi varlığının nerede ve nasıl olduğunun farkına varamaz hale gelir. Artık o konuşmaz. Konuşan onun içindeki varlığın bizatihi kendisidir (Özkan, 2006:53-54). Böylece, ruh gayb âleminde sermest olarak dolaşır. Dilden dökülenler Hüsn-ü Mutlaktan hissolunan ilhamlardır. Bu ilhamlarda dünyevi unsurlar söz konusu değildir. Gerilim ve bunalım da yoktur. Bu ilhamlar varlık âleminden yokluğa uzanan iştiyak ve ürperiş köprüleridir. Bu ilhamlara mazhar olan kişi nasipli ruhlara gayb âleminden haberler verir, bu âlemin güzelliklerini ve huzurunu aktarır, onun işi artık dâvalı olmak değil, bilakis muhabbetli olmaktır. İnsanlara artık kırmayı değil yapmayı, dirilmeyi öğretir (Ökten, 2015:14-15). Gözlerden yakıcı damlalar fırlar, ruh neşterlenir ve kaynamaya başlar. İleri bir derecede heyecan içerisindedir (Özdamar, 2008:58-208).

Aşk gönlün dinamosudur. İnsanı insan eder. İnsanı hırs, kibir, varlık ve benlikten kurtarır. Her şey sevgiliden ibarettir. Ham kişiyi pişirir, olgunlaştırır, onu ikiyüzlülükten kurtarır. Kişi ayrılık ve fîrak ateşiyle yanıp kavrulur ve sevgilinin cemalini görmek için yanık iniltilerle ona dil dökmeye başlar (Yılmaz, 2008:25-81). İlâhî aşkın en büyük tetikleyici unsuru ise âlemlerin efendisi Hz. Muhammed’tir. (SAV). Zîra, önce O’nda bitmek gerekmektedir. Çünkü, Allah’a götüren aşkın en büyük talimcisi bizzat O’dur (Kısakürek, 2012:111). O (SAV), öyle bir padişahtır ki, mekânsızlık âlemi onun tahtı; en büyük melekler hizmetkârlarıdır ve yine O (SAV) öyle bir padişahtır ki; ay bile ayağına yüz sürmek için yıldız gibi parça parça etmiştir. O’nun tertemiz zatı “Sen olmasaydın'” hitâbı ile övülmüştür (Doğan, 2011:25).

Hüdâyî’ye göre Allah, âlemi yaratıp insana beden verdikten sonra, onu aşk ile ihya etmiştir. Hüdâyî’ye göre aşk diriliktir. Onun kanaatine göre akıl Allah’ı kavramakta âcizdir. Ona göre aşk, hakikat Kafının doruğundaki "Anka’dır”. Hüdâyî, ilâhî aşkı yüceltmiştir ve ilâhî aşk herkes tarafından anlaşılamaz. Yine Hüdâyî’ye göre Allah’a ancak aşk ile ulaşılabilir. Bunun için de bir mürşide bağlanmanın ve ondan manevî feyz almanın zorunluluğunu dile getirmektedir. Ona göre aşkın gizli

kalması mümkün değildir ve dünya âşıklar nazarında kıymetsizdir. Hüdâyî’ye göre, bekayı bulmanın yolu fenayı bulmakla mümkündür(Gençdoğan, 2010:177-183).

Mürşid-i Mükemmil olan Aziz Mahmud Hüdâyî’nin eserleri içerisinde en çok okunanlarından biri de onun ilâhîlerini toplamış olduğu dîvânıdır. Onun bu eseri Müslüman-Türk çoğrafyasında rağbet gören en önemli eserlerden birisidir. Aziz Mahmud Hüdâyî’nin Dîvân-ı İlâhîyatı’nda ilâhî aşkla ilgili şiirlerini şu şekilde tespit edebildik:

“Gelin diyelim şevk ile

Lâ ilâhe illa'llah

Aşk ile sıdk u zevk ile

Lâ ilâhe illa'llah

Kanı bir kalbi uyanık

Kanı bir ciğeri yanık

Doğru yol isteyen âşık

Lâ ilâhe illa'llah “(Tatcı-Yıldız, 2005:31).

“Ey zâhir ü pinhân olan

Âşık seni bulsa n'ola

Âlemlere sultân olan

Sâdık seni bulsa n'ola

Gökçek cemâlin gizleyen

Uşşâkı hayretde koyan

Ey Semme vechu'llâhdiyen

Âşık seni bulsa n'ola

Mi'râc'a edip da'veti

Veren Habîb'e vuslatı

Tâlibden alsan gafleti

Âşık seni bulsa n'ola

Kimi sıfâta irgüren

Kimini zâta irgüren

Bakî hayâta irgüren

Âşık seni bulsa n'ola” (Tatcı-Yıldız, 2005:35).

“Bin cân ile âşık olan

Yolunda hoş sâdık olan

Dost bezmine lâyık olan

Dost güllerinin bülbülü” (Tatcı-Yıldız, 2005:39).

“Aşkın şarâbından içip

Fânî alâyıkdan geçip

Vaslın hevâsından uçup

Seyrân ederler Hû ile

Bülbül gibi aşk bâğına

Kim düşe şevk ırmağına

Derd-i muhabbet dâğına

Dermân ederler Hû ile ” (Tatcı-Yıldız, 2005:43).

“Tâliblere kuvvet ver

Âşıklara kurbet ver

Sâdıklara vuslat ver

Esirge inâyet et”(Tatcı-Yıldız, 2005:47).

“Aşkınla içim doldur

Çok ağlamışım güldür

Ben düşmüşü sen kaldır

Lutf et mededAllah'ım

Cân ile olup âşık

Yolunda olan sâdık

Kıl vuslatına lâyık

Lutf et mededAllah'ım” (Tatcı-Yıldız, 2005:49-51).

“Bayrama ol âşık erer

Kim Hak cemâlini görer

Dost bezminin zevkin sürer

Pür-nûr olur dil-hânesi” (Tatcı-Yıldız, 2005:53).

“Geçir âşıkların savt u sadâdan

Güzer kılsın cemî'-i mâsivâdan

Hayât ersin ana bûy-ı bekâdan

Meded ey pâdişâhlar pâdişâhı” (Tatcı-Yıldız, 2005:63).

“Nefs ü şeytâna zebûn eylemeye kullarını

Âşık u sâdıka âsân getire yollarını

Vara bülbülleri seyrân ede dost illerini

Umarız lutf u inâyet ede Mevlâ-yı Kerîm ” (Tatcı-Yıldız, 2005:77).

“Ere mi âşık cemâlin nûruna

Rahmetin gufrânın ayıdır senin

Vara mı sâdık visâlin Tûr'una

Lutf ile ihsânın ayıdır senin” (Tatcı-Yıldız, 2005:81).

“Kuldan sana lâyık n'ola

Âşık seni kanda bula

Meğer senden ihsân ola

Yâ Rabbenâ yâ Rabbenâ

Senden kerem senden atâ” (Tatcı-Yıldız, 2005:85).

“Gül gibi yakan çâk eyle

Aşk ile varın hâk eyle

Su gibi yolun pâk eyle

Dost dîdârını göregör” (Tatcı-Yıldız, 2005:93).

“Hak kelâmın gûş edip

Deryâ gibi cûş edip

Câm-ı aşkı nûş edip

Yudalım şimdengerü” (Tatcı-Yıldız, 2005:105).

“istemez âkilfânî dünyâyı

Sensin ey Mevlâ matlab-ı a'lâ

Neylesin âşık gayrı sevdâyı

Sensin ey Mevlâ matlab-ı a'lâ

Aşk-ı Şîrîn'e cân verir Ferhâd

Leylâ yâdına Kays eder feryâd

Seni arzûlar bu dil-i nâ-şâd

Sensin ey Mevlâ matlab-ı a'lâ

Verd içün bülbül derdile nâlân

Oldupervâne şem' ile sûzân

Âşıkınsensin derdine dermân

Sensin ey Mevlâ matlab-ı a'lâ

Âşıkın aşkı kudretinledir

Sâdıkın sıdkı rahmetinledir

Cennetin zevki vuslatınladır

Sensin ey Mevlâ matlab-ı a'lâ” (Tatcı-Yıldız, 2005:121-123).

“Aşk ile dolan

Arayıp bulan

Nefsini bilen

Bildi Gaffâr'ın” (Tatcı-Yıldız, 2005:125).

“Hudâyâ cümle-i âlem

Sana âşık seni özler

Melek cinn ü benî-Âdem

Sana âşık seni özler

Zemîn olmuş yolunda hâk

Eder deryâ yakalar çâk

Dün ü gün raks eder eflâk

Sana âşık seni özler

Seherde açılan güller

Öten şûrîde bülbüller

Benefşelerle sünbüller

Sana âşık seni özler

Eğer mihr ü eğer zerre

Eğer bahr ü eğer katre

Eğer Tûbâ eğer Sidre

Sana âşık seni özler

Eğer Hûrîeğer Gılmân

Eğer Mâlik eğer Rıdvân

Sekiz cennet yedi nîrân

Sana âşık seni özler

Eğer gâib eğer hâzır

Eğer bâtın eğer zâhir Eğer mü'min eğer kâfir

Sana âşık seni özler

Kamunun matlabı birdir

Yâ niçün ba'zı kâfirdir Aceb hâlât aceb sırdır

Sana âşık seni özler

Kimine kapı açılmaz

Kimi geçer gider ilmez

Kimi bilir kimi bilmez

Sana âşık seni özler

Eğer dağlar eğer beller

Ayağa yüz süren yollar

Akan sular esen yeller

Sana âşık seni özler

Eğer Mecnûn eğer Leylâ Eğer Vâmık eğer Azrâ

Eğer kûh u eğer sahrâ

Sana âşık seni özler

Eğer kâ’im eğer kâ ’id

Eğer zâhid eğer âbid

Eğer râki' eğer sâcid

Sana âşık seni özler

Eğer bâğ u eğer bustân

Eğer sünbül eğer reyhân

Efendi hep bahâristân

Sana âşık seni özler

Hüdâyî'ye erip hâlât

Visâlinden bula lezzât

Efendi cümle mevcûdât

Sana âşık seni özler” (Tatcı-Yıldız, 2005:127-129).

“Bir âşık erişse sana

Ol ıyd-ıekberdir ana

Budur murâd önden sona

Rabb'im mededMevlâ'm meded” (Tatcı-Yıldız, 2005:131).

“Neye iltür bilmezem bu hâl bizi

Kendikendimize koma al bizi

Aşkın şevkin deryasına sal bizi

Sen esirge kerem eyle yâ Mevlâ” (Tatcı-Yıldız, 2005:133).

“Ezelden aşk ile biz yana geldik

Hakîkat şem'inepervâne geldik” (Tatcı-Yıldız, 2005:141).

“Kimi olmuş visâl-i Hakk'a lâyık

Kiminin dîde-i kalbi uyanık

Kimi nûr-ı cemâl-i Hakk'a âşık

Bu hây u hûy-ıgulguller nedendir

Kimisi aşk ile nâlân olurlar

Kimisi gül gibi handân olurlar

Kimi bende kimi sultân olurlar

Bu sultân ile bu kullar nedendi” (Tatcı-Yıldız, 2005:143-145).

“Aşk-ı ma'şûku edelden ihtiyâr

Aşk ile hoş zindedir şeydâ gönül

Yerde gökde eylemez oldu karâr

Bir kapıya bendedir şeydâ gönül” (Tatcı-Yıldız, 2005:145).

“Kimini saldın Kâ'be'ye kimi eder Arş'ın tavâf

Uşşâka vaslın kıl atâ ey herkese ihsân eden ” (Tatcı-Yıldız, 2005:149).

“Şu âşık kim aşkın dolusun içdi

Kendiden el yuyup gayrıdan geçdi

Gönül mürgü eski yuvadan uçdu

Var ise sevdiğim sendedir sende

Gerçek âşık olan cândan el siler

Vahdet sarâyına erişmek diler

Hüdâyî çokdan ol yollarda yeler

Deli gönlüm meger sendedir sende ” (Tatcı-Yıldız, 2005:151).

“Kasr-ı kurba irgürüp ihsâna mazhar olmağa

Âşıka varlık cibâlin kesdirip Ferhâd eden ” (Tatcı-Yıldız, 2005:159).

“Aşkın oldu âşikâre

Kaldı Hüdâyî âvâre

Tâ olunca derde çâre

Ağlayalım senin ile” (Tatcı-Yıldız, 2005:173).

“Âşıkları bîmâr eden

Sâdıkları tîmâr eden

Ey cânı yokdan var eden

Kuldan nedem senden kerem” (Tatcı-Yıldız, 2005:175).

“Hakk ile her kim bilişdi

Vâdî-i hayrete düşdü

Aşk deryası başdan aşdı

Neyleyeyin gönül seni

Âşık olaldan dîdâra

Derd ile kaldın âvâre

Döymez oldun intizâre

Neyleyeyin gönül seni

Aşk ile hoş oldu başın

Ma'şûk ile oldu işin

Kalmadı gayrı teşvîşin

Neyleyeyin gönül sen” (Tatcı-Yıldız, 2005:183-185).

“Yâ Rabbenâ yâ Rabbenâ

Eyle bize a'tâ-yı aşk

Çeksin bizi senden yana

Bu urve-i vüskâ-yı aşk

Kimde kim aşk ede karâr

Varlığını eyler nisâr

Komaz kişide ihtiyâr

Aklın alır sevdâ-yı aşk

Aşkın ayân oldu ayân

Doldu zemîn ü âsumân

Canlarda yapdı âşiyân

Sayd eyledi Ankâ-yı aşk

Çün aşk erişdi bülbüle

Arz-ı niyâz etdi güle

Âfâka düşdü gulgule

Fâş oldu hûy ü hây-ıaşk

Aşk iledir şevk usürûr

Aşk iledir zevk u huzûr

Bu kâinât etdi zuhûr

Mevc urdu çün deryâ-yı aşk

Aşk ile zinde her melek

Aşk ile devreder felek

Ayılmaya tâ haşre dek

Kim nûşede sahbâ-yı aşk

Budur yakîn bil ki haber

Koma vücûdundan eser

Pervâneye eyle nazar

Cân terkidir ednâ-yı aşk

Aşkın n'ola olsa ayân

Çün aşk u müşk olmaz nihân

Bir zerrece gelmez cihân

Vâsi' durur sahrâ-yı aşk

Bulan fenâ-ender-fenâ

Bulur Hüdâyî ol bekâ

Olmağanefy-i mâsivâ

Fetvâ verir Monlâ-yı aş” (Tatcı-Yıldız, 2005:197-199).

“Derûnun ser-te-ser aşk ile dolsun

Dil ü cân matlab-ı a'lâyı bulsun

Vücûdun mülkü ko Allah'ın olsun

Sarây-ı sırrına sultân ola Hak” (Tatcı-Yıldız, 2005:205).

“Pâdişâhâ sen bilirsin sâdıkı

Sen bilirsin bezm-i vasla lâyıkı

Hüsnüne pervâne etdin âşıkı

Ger murâdın yakmak ise yanayın ” (Tatcı-Yıldız, 2005:209).

“Fenâ bulup hayât alam şu dem kim aşk-ı yârimden

Mahabbet isteyen gelsin haber sorsun mezarımdan”(Tatcı-Yıldız, 2005:211)

“Gayra bakmaz âşık gözü

Sana doğrulmuşdur özü

Budur Hüdâyî’nin sözü

Cânım seni özler sen” (Tatcı-Yıldız, 2005:219).

“Çün ki maksûdumuz sensin

Gayrın sevdasını kaldır

Pâk eyle gönül hânesin

Kendi aşkın ile doldur

ister seni cânım velî

Neylesin erişmez eli

El sanır âşıkı deli

Kimse bilmez bu ne hâldir” (Tatcı-Yıldız, 2005:221).

“Aşkın bu gönlüm şehrini

Gele gide yol eyledi

Dahi Âdem halk olmadan

Sen sultâna kul eyledi” (Tatcı-Yıldız, 2005:245).

“Âşık k'ere maksûda

Cân bezl ede cânâna

Atsa özünü oda

Pervâneye pervâne

Dünyâda çeker her ferd

Hâlince belâ vü derd

Ol âşıka derler merd

Baş eğmeye nâdân

Âşık sararıp soldu

Bin cân ile kul oldu

Âhir dileğin buldu

Bak Yûsuf-ı Ken'ân'a” (Tatcı-Yıldız, 2005:261-263).

“Şol ki Hakk'a kuldur gayra kul olmaz

Âşık ma'şûkdan gayra tapu kılmaz

Bâb-ı Hak'dan özge bir kapı bilmez

Hakk'ın Dîvânına durup gelenler ” (Tatcı-Yıldız, 2005:267).

“Derd ile giryân olayın bir zamân

Aşk ile sûzân olayın bir zamân ” (Tatcı-Yıldız, 2005:287).

“Yakmasın âşıkları nâr-ı celâl

Yâ ilâhî sen inâyet eylegil” (Tatcı-Yıldız, 2005:311).

“Aşkıyla ser-mest olduğun

Gülden nice bûy aldığın

Anda ne hâlet bulduğun

Bülbül haber vergil bize ” (Tatcı-Yıldız, 2005:325).

“Zâhire bakdı gaflet ehli kişi

Sana vuslat seninledir Mevlâ

Âşıkın mâsivâda neyler işi

Sana vuslat seninledir Mevlâ ” (Tatcı-Yıldız, 2005:329).

“Âşıkın maksûdu ol mahbûb-ı bî-hemtâ imiş

Himmeti gayet bülendü matlabı bâlâ imiş” (Tatcı-Yıldız, 2005:357).

“Tînet-i Âdemde konmasa eğer sevdâ-yı aşk

Cenneti bir dâneye satmazdı ol dânâ-yı aşk

Kenz-i mahfîden zuhûra geldi eşya lâ-cerem

Bâd-ı Hubb ile temevvüc etdi çün deryâ-yı aşk

Tâlib-i dîdâr olup ayılmaya tâ haşre dek

Kim ki nûş ede ezel bezminde ger sahbâ-yı aşk

Aşk u meşk olmaz nihân anı bilir halk-ı cihân

Âşık-ı bî-çâreye mümkin midür ihfâ-yı aşk

Bülbülün hâlin bilenler gûş ederler nâlesin

Bir gül-i bî-hâr içindir bunca hûy ü hây-ı aşk

Aşk-ı Şîrîn oldu feryâdına Ferhâd'ın sebeb

Ey nice dânâyı Mecnûn eyledi Leylâ-yı aşk

Ey Hüdâyî hâlet-i aşkı ne bilsin her meges

Kulle-i Kâf-ı hakîkat mürgüdür Ankâ-yı aşk” (Tatcı-Yıldız, 2005:381-383).

Dîvân-ı İlâhîyat’ta Tefekkür

Allah’ı Tefekkür

Dîvân-ı İlâhîyat’ta Allah tefekkürü ile ilgili şiirler şu şekilde ifade edilmektedir:

“Ey pâdişâh-ı bî-vezîr

îhsân cenâbından senin

Ey bî-şebîh ü bî-nazîr

îhsân cenâbından senin” (Tatcı-Yıldız, 2005:37).

“Mevlâ'msenin âşıkların

Devrân ederler Hû ile

Yolundaki sâdıkların

Cevlân ederler Hû ile” (Tatcı-Yıldız, 2005:43).

“Islâh ediver hâli

Esirge inâyet et

Âsân ediver yolu

Esirge inâyet et

Sen sâbit ü kâ’imsin

Hem Bâki vü dâ’imsin

Ahvâlime âlimsin

Esirge inâyet et” (Tatcı-Yıldız, 2005:47).

“Gayrıyı gönülden sür Lutf et mededAllah'ım

Maksûduma sen irgür Lutf et mededAllah'ım

Envâr-ı şerî‘atdan Etvâr-ı tarîkatdan

Esrâr-ı hakîkatdan

Lutf et mededAllah'ım

Her şâm ü seher zârem Kalmadı dahi çârem Ayruk kime yalvaram

Lutf et mededAllah'ım

Aşkınla içim doldur

Çok ağlamışım güldür Ben düşmüşü sen kaldır

Lutf et mededAllah'ım

Cân ile olup âşık Yolunda olan sâdık

Kıl vuslatına lâyık Lutf et mededAllah'ım

Her yana akın saldım

Âhir kapına geldim

Gâyet de zebûn oldum

Lutf et mededAllah'ım” (Tatcı-Yıldız, 2005:49-51).

“Bizi varlık hicâbından halâs et

Meded ey pâdişâhlar pâdişâhı

Kerem kıl bâde-nûş-ı bezm-i hâs et

Meded ey pâdişâhlar pâdişâhı

Münevver eyleyip nûr-ı şerî'at

Sırât-ı müstakîm olsun tarîkat

Ihâta eylesin bahr-ı hakîkat

Meded ey pâdişâhlar pâdişâhı

Tarîkatpotasında nefsi kâl et

Bu kâl içinde koma ehl-i hâl et

Esirge lâyık-ı bezm-i visâl et

Meded ey pâdişâhlar pâdişâhı

Geçir âşıkların savt u sadâdan

Güzer kılsın cemî'-i mâsivâdan

Hayât ersin ana bûy-ı bekâdan

Meded ey pâdişâhlar pâdişâhı

Esirge bu Hüdâyî derd-mendi

Ki zîrâ mahz-ı fazlına dayandı

Sarây-ı vahdete irgür efendi

Meded ey pâdişâhlar pâdişâhı” (Tatcı-Yıldız, 2005:61-63).

“Kuldan sana lâyık n'ola

Âşık seni kanda bula

Meğer senden ihsân ola

Yâ Rabbenâ yâ Rabbenâ

Senden kerem senden atâ

Sugrâ senin kübrâ senin

Ûlâ senin uhrâ senin

Dünyâ senin ukbâ senin

Yâ Rabbenâ yâ Rabbenâ

Senden kerem senden atâ

Nefse bizi ısmarlama

Çiğnetme derd ile gama

Irgür sana yolda koma

Yâ Rabbenâ yâ Rabbenâ

Senden kerem senden atâ

Ey lâ-yezâl ü lem-yezel

Kanı sana lâyık amel

Abdin işi sehv ü zelel

Yâ Rabbenâ yâ Rabbenâ

Senden kerem senden atâ

Koma Hüdâyî'yi garîb

Vaslın ana eyle nasîb

Yessir merâmîyâ Mücîb

Yâ Rabbenâ yâ Rabbenâ

Senden kerem Senden atâ” (Tatcı-Yıldız, 2005:85-87).

“Bizi insân eden sensin

Şükür yâ Rabbi yâ Rabbi

Kemâl ihsân eden sensin

Şükür yâ Rabbi yâ Rabbi

Cihânı eyleyip peydâ

Bize kıldın vücûd i'tâ

Hem etdin aşk ile ihyâ

Şükür yâ Rabbi yâ Rabbi

Bu zâtı kanda bulurduk

Sıfâtı kanda bulurduk

Hayâtı kanda bulurduk

Şükür yâ Rabbi yâ Rabbi

İbâdı eyleyip îcâd

Kulûbu eyleyip âbâd

Edersin kendine irşâd

Şükür yâ Rabbi yâ Rabbi

Şenindir kudret ü kuvvet

Aradagayrılar âlet

Bulunmaz lutfuna gâyet

Şükür yâ Rabbi yâ Rabbi

Hüdâyî'ye hüdâ geldi

Cenâbından atâ geldi

Mahabbetden safâ geldi

Şükür yâ Rabbi yâ Rabbi” (Tatcı-Yıldız, 2005:109-111).

“N'eyleyeyin dünyâyı

Bana Allah'ım gerek

Gerekmez mâsivâyı

Bana Allah'ım gerek

Ehl-i dünyâ dünyâda

Ehl-i ukbâ ukbâda

Her biri bir sevdâda

Bana Allah'ım gerek

Derdli dermanın ister

Kullar sultânın ister

Âşık cânânın ister

Bana Allah'ımgerek

Fânî devlet gerekmez

Dürlü zînet gerekmez

Hak'sız cennet gerekmez

Bana Allah'ım gerek

Mecnûn ister Leylâ'yı

Vâmık ister Azrâ'yı

N'idem gayrı sevdâyı

Bana Allah'ım gerek

Bülbül güle karşı zâr

Pervâneyi yakmış nâr

Her kulun bir derdi var

Bana Allah'ım gerek

Beyhûde hevâyı ko

Hakk'ı bulagör yâ hû

Hüdâyî’nin sözü bu

Bana Allah'ım gerek” (Tatcı-Yıldız, 2005:111-113).

“Kapından gayra muhtâc olmayalım

Sen yaratdın yine sen keremeyle

Hân-ı vasla doyur aç olmayalım

Sen yaratdın yine sen kerem eyle

Gülşende bülbülü zâr eden sensin

Düşmeni dost edip yâr eden sensin

Âlemleri yokdan var eden sensin

Sen yaratdın Mevlâ sen kerem eyle

Cânıma cânânı kimden umayın

Derdime dermânı kimden umayın

Lutf ile ihsânı kimden umayın

Sen yaratdın yine sen kerem eyle

Sensiz bir kişinin işi bitmedi

Kimse buyruksuz gelip gitmedi

Halk edicek kimse yardım etmedi

Sen yaratdın yine sen kerem eyle

Bilmeyenler gayrın nefi var sandı

Bilicek gayra bakmakdanusandı

Sen esirge Hüdâyî-i derd-mendi

Senyaratdınyine sen kerem eyle ” (Tatcı-Yıldız, 2005:119-121).

“Ey derdime dermanım

Rahm et dil-i müştaka

Cân tahtına sultanım

Baksan n'ola uşşâka

Bülbül oluban öten

Cân oynayuban üten

Aşkın eteğin tutan

Çâk etmeye mi yaka

Ihsânını küllî et

Bizi mütesellî et

Lutfulatecellî et

Kahrın koma kim yaka

Sîb aşlayıcak bîde

Evvelki resim gide

Bâkî ki zuhûr ede

Fânîeriyip aka” (Tatcı-Yıldız, 2005:125-127).

“Cümle hicâblardan geçir

Rabb'im mededMevlâ meded

Vaslın şarâbından içir

Rabb'im mededMevlâ'm meded

Aşkın ile doldur bizi

Çok ağladık güldür bizi

Tut elimiz kaldır bizi

Rabb'im mededMevlâ'm meded

Olmayıcak senden kerem

Yol varamazız bir kadem

Budur sözümüz dem-be-dem

Rabb'im mededMevlâ'm meded

Keşf olup efâl ü sıfât

Kılsın tecellî nûr-ı zât

Tâ bulavuz bâkîhayât

Rabb'im meded Mevlâ'm meded

Senden eğer te'yîd ola

Her hâlimiz tevhîd ola

Göster cemâlinıydola

Rabb'im meded Mevlâ'm meded

Bir âşık erişse sana

Ol ıyd-ıekberdir ana

Budur murâd önden sona

Rabb'im meded Mevlâ'm meded

Feth et bize mu'ammâyı

Tâ bulavuz müsemmâyı

Erişsin zevka Hüdâyî

Rabbi'm mededMevlâ'm meded” (Tatcı-Yıldız, 2005:131-133).

“Allâhumme yâ Hâdî

Âsân eyle yolumuz

Sehhil ‘ubûre'l-vâdî

Tîz geçir tut elimiz

Esip mahabbet yeli

Vecde getirsin dili

Söylesin cân bülbülü

Handân olsun gülümüz

Ya Rab fazl u cûd eyle

Kemâl-i şühûd eyle

Hakkânî vücûd eyle

Islâh eyle hâlimiz

Dergâhına sürüp yüz

Kelâmın işitevüz

Cemâlini görsevüz

Vasla erse elimiz

Varlık defterini dür

Benliği aradan sür

Vahdet-i zâta irgür

Gider kîl ü kâlimiz

Hüdâyî der yâ Mevlâ

Ente 'l-aliyyu'l-a‘lâ

Gencîne-i Ev-ednâ

Olsun re's ü mâlimi” (Tatcı-Yıldız, 2005:13-139).

“Açıver lutf eyledoğru yolunu

Allah'ım Allah'ım güzel Allah'ım

Sensin esirgeyen âşık kulunu

Allah'ım Allah'ım güzel Allah'ım

Nice bir dünyâdan usanmayalım

Nice bir gafletden uyanmayalım

Irgür sana hasretle yanmayalım

Allah'ım Allah'ım güzel Allah'ım

Ger bizde yoğise sana liyâkat

Fazlınla ey Mevlâ eyle inâyet

Hüdâyî kulunda kalmadı tâkat

Allah'ım Allah'ım güzel Allah'ım ” (Tatcı-Yıldız, 2005:147).

“Bağışlagıl kullarının günâhın

Ey Allah'ım el şenindir kul senin

Rahmeylegil işidip âh ü vâhın

Ey Allah'ım elsenindir kul senin

Kimi hayrân ise kimi ayıkdır

Kimi hayvân ise kimi âşıkdır

Kimi yalan ise kimi sâdıkdır

Ey Allah'ım el senindir kul senin

Kimin dîvânına karşı dursunlar

Kimin eşiğine yüzler sürsünler

Mevlâların koyup kande varsınlar

Ey Allah'ım el senindir kul senin

Kimi mecnûn ise kimi âkildir

Kimi nâkıs ise kimi kâmildir

Kimi mahcûb ise kimi vâsildir

Ey Allah'ım el senindir kul senin

Hüdâyî’nin her günâhın bağışla

Ol kemlik etdiyse sen iylik işle

îhsân eyle lâkin etme sağışla

Ey Allah'ım el senindir kul senin” (Tatcı-Yıldız, 2005:153-155).

“Ey Vâhid ü Ferd ü Samed

Senden meded senden meded

Ey Lem yekun küfven Ahad

Senden meded sendenmeded

Zulmânî nûrânî hicâb

Açılsın olsun feth-i bâb

Ref et cemâlinden nikâb

Senden meded senden meded

Ey katreyi ummân eden

Ey nutfeyi insân eden

Ey derdlere dermân eden

Senden meded senden meded

Kurtarmayınca Yaradan

Dil kurtulur mu yaradan

Döndürme yüz bî-çâreden

Senden meded senden meded

Yâ Rab Hüdâyî derd-mend

Âvârekaldı müstemend

Vaslından olsun behre-mend

Senden meded senden meded” (Tatcı-Yıldız, 2005:187).

“Sensin Evvel sensin Âhir

Varlık senin buyruk senin Sensin Bâtın sensin Zâhir

Varlık Senin buyruk Senin

Ger orada ger burada irgüren sensin murâda

Gayrın nesi var arada

Varlıksenin buyruk senin

Kime kim etdin inâyet

Ol oldu ehl-i sa'âdet

Bir oldu gâyet bidâyet

Varlık senin buyruk senin

Kimi sultândır kimi kul

Âhir bir yere çıkar yol

Reddin red kabûlün kabûl

Varlık senin buyruk senin

Hüdâyî olıcak takdîr

Kâr eylemez ana tedbîr

Ente'l-Alîm ente'l-Habîr

Varlık senin buyruk senin” (Tatcı-Yıldız, 2005:201).

“Mâsivâ kaydından et bizi halâs

Kudrete gâyetyok Allah'ım meded

Fazlın ile eyle ehl-i ihtisâs

Kudrete gâyet yok Allah'ım meded

Sana âsân mahv ü isbât eylemek

Arş ü ferş arz ü semâvât eylemek

N'ola olsa vâsıl-ı zât eylemek

Kudrete gâyetyok Allah'ım meded

Pâdişâhâ lutf-ı bî-pâyân senin

Hem kamu derd ehline dermân senin

Bu Hüdâyî bendene ihsân senin

Fazlına gâyet yok Allah'ım meded” (Tatcı-Yıldız, 2005:235).

“Ey Vâhid ü Ferd ü Ahad

Senden sana sığınırın

Ey Kâdir ü Hayy ü Ebed

Senden sana sığınırın

Varlık senindir ser-te-ser

Sen halk edersin hayr ü şer

Yok gayrıdan nef ü zarar

Senden sana sığınırın

Dedin sen ey keydi metîn

Va'llâhü hayrü'l-mâkirîn

Zabtındadır dünyâ vü dîn

Senden sana sığınırın

Yâ Rabbenâ izzet senin

Kesretdeki vahdet senin

Kudret senin kuvvet senin

Senden sana sığınırın

Göster Hüdâyî’ye cemâl

Men' etmeyip dest-i celâl

Lutf et sarây-ı vasla sal

Senden sana sığınırın” (Tatcı-Yıldız, 2005: 235).

“Kulların oda yakma

Kerem eyle yâ Mevlâ

Eksiklerine bakma

Kerem eyle yâ Mevlâ

Birer eksikli kuldur

Ihsânın ile doldur

Senin rahmetin boldur

Kerem eyle yâ Mevlâ

Tutalım kul le'îmdir

Efendisi Kerîmdir

Adın Rahmân

Rahîmdir

Kerem eyle yâ Mevlâ

Yoluna tevfîk eyle

Fazlını refîk eyle

Rahmete garîk eyle

Kerem eyle yâ Mevlâ

Hâlimize a'lemsin

Afv edersin ekremsin

Anamızdan erhamsın

Kerem eyle yâ Mevlâ

Çünki insân eyledin

Ehl-i îmân eyledin

Bunca ihsân eyledin

Kerem eyle yâ Mevlâ

Ihsânını tetmîm et

Yollarını ta'lîm et

Gufranını ta'mîm et

Kerem eyle yâ Mevlâ

Derdli âşıklar içün

Yolda sâdıklar içün

Bağrı yanıklar içün

Kerem eyle yâ Mevlâ

Kutb-ı evliyâ içün

Sadr-ı asfiyâ içün

Fahr-i Enbiyâ içün

Kerem eyle yâ Mevlâ

Dâ'im sebâtın içün

Bunca sıfâtın içün

Şol güzel zâtın içün

Kerem eyle yâ Mevlâ

Hüdâyî'ye ihsân et

Rahmet ile gufrân et

Her işini âsân et

Kerem eyle yâ Mevlâ” (Tatcı-Yıldız, 2005:239-243).

“Yoğiken âlemleri var eylemek

Hep şenindir pâdişâhım hep senin

Bir tecellî ile izhâr eylemek

Hep şenindir pâdişâhım hep senin

Istesen deryâ edersin katreyi

Kudretin hûrşîd eder her zerreyi

Cümle âlem senden alır behreyi

Hep senindir pâdişâhım hep senin

Ger nesîm-i rahmetin ede hübûb

Açılır ebvâb-ı cennât-ı kulûb

Zâhir ü bâtın eğer gayb-ı guyûb

Hep senindirpâdişâhım hep senin” (Tatcı-Yıldız, 2005:275-277).

“Alan sensin veren sensin kılan sen

Ne verdinse odur dahi nemiz var

Hakîkat üzre anlayıp bilen sen

Ne verdinse odur dahi nemiz var

Tutan el ü ayak senden gelipdir

Gören göz ve kulak senden gelipdir

Efendi dil dudak senden gelipdir

Ne verdinse odur dahi nemiz var

Hudâyâ biz bu zâtı kande bulduk

Yâ efâl ü sıfâtı kande bulduk

Fenâyı yâ sebâtı kande bulduk

Ne verdinse odur dahi nemiz var

Bizim ahvâlimiz ey Hayy u Kayyûm

Cenâb-ıpâkine hep cümle ma'lûm

Buyurdun oldu illâ kaldı ma'dûm

Ne verdinse odur dahi nemiz var

Hüdâyî'yi sen erişdir murâda

Senindir çünki hükm arz ü semâda

Efendi dahli yok gayrın arada

Ne verdinse odur dahi nemiz var” (Tatcı-Yıldız, 2005:279-281).

“Medet et hey Kâdir Allah

Derdlere dermân senindir

Kulun işi cürm ü günâh

AfV ile gufrân senindir

Hüsnünü vasf edicek gül

Ana âşık oldu bülbül

Çünki sensin muhît-i kül

Zâhir ü pinhân senindir

Bir kez etmekle tecellî

Buldu âlemler tesellî

Dahi lutf umarız küllî

Lutf ile ihsân senindir” (Tatcı-Yıldız, 2005:315-317).

“Ey Aliyy ü Azîm olan Mevlâ

Ey Azîz ü Hakîm olan Mevlâ

Ey vücûdu Kadîm olan Mevlâ

Ey atâsı amîm olan Mevlâ

Ey cevâd ü Kerîm olan Mevlâ

Ey Ra'ûf ü Rahîm olan Mevlâ

Kulların kimi ehl-i tâ'atdır

Kimisi mazhar-ı inâyetdir

Kimi mest-i mey-i mahabbetdir

Sana lâyık efendi rahmetdir

Ey cevâd ü Kerîm olan Mevlâ

Ey Ra'ûf ü Rahîm olan Mevlâ

Âşık erişse ger Habîbe n'ola

Gül nasîb olsa andelîbe n'ola

Vatan anılsa bir garîbe n'ola

Hastalar varsalar tabîbe n'ola

Ey cevâd ü Kerîm olan Mevlâ

Ey Ra'ûf ü Rahîm olan Mevlâ

Nice bir ehl-i kîl ü kâl olalım

Bedre irgür yeter hilâl olalım

Vâsıl-ı şems-i bî-zevâl olalım

Sâkin-i suffe-i kemâl olalım

Ey cevâd ü Kerîm olan Mevlâ

Ey Ra'ûf ü Rahîm olan Mevlâ

Şol ki etmez seni özünde taleb

Bâridâhen döğüp çeker o ta'ab

Varlık cümleten senindir heb

Sen esirge Hüdâyî'yi yâ Rab

Ey cevâd ü Kerîm olan Mevlâ

Ey Ra'ûf ü Rahîm olan Mevlâ” (Tatcı-Yıldız, 2005:363-367).

“Hak'dan özge nesne yokdur gayrıdan ümmîdi kes

Aç gözün merdâne bak Allah bes bâkî heves

Kande akl-ı kâsırın kande hayâl-i vasl-ı dost

Mürg-i Ankâ'yı şikâr etmek ola mı birmeges

Mâye-i ömrü yeter ednâya harc et her zamân

Matlab-ı a'lâyı bulmak kasdın eyle her nefes

Ey hevâ-yı nefse düşmüş gaflet ehli derd-mend

Tut elin bir kâmilin bulmak dilersen dest-res

Bahr-ı irfânda yedi deryâ değil bir katrece

Kande kaldı ey HüdâyîNil ü Ceyhûn u Ares” (Tatcı-Yıldız, 2005:367-369).

“Derdli olan kullarına kıl devâ

Yâ Ahad ü yâ Samed ü yâ Kerîm

Tâ ki seni zikr edeler dâ'imâ

Yâ Ahad ü yâ Samed ü yâ Kerîm

Aldamasın halkı bu gaflet meded

Gâfile tevfîk ü hidâyet meded

Kullarına lutf ü inâyet meded

Yâ Ahad ü yâ Samed ü yâ Kerîm

Bir kul efendiden olıcak ırak

Cânına te'sîr eder anınfirâk

Derdlilere ayn-ı inâyetle bak

Yâ Ahad ü yâ Samed ü yâ Kerîm

Âşık u sâdık kulu koma garîb

Gülden ırak olmaya tâ andelîb

Eyle ana gülşen-i vaslın nasîb

Yâ Ahad ü yâ Samed ü yâ Kerîm

Müznib olan gâfile gufrân senin

Derdlilerin derdine dermân senin

Kullarına lutf ile ihsân senin

Yâ Ahad ü yâ Samed ü yâ Kerîm

Mevce gelib bahr-i kerem yemm-i cûd

Lutfun ile âleme verdin vücûd

Fazlın ile ver yine nûr-ı şühûd

Yâ Ahad ü yâ Samed ü yâ Kerîm

Lutf ile göster bize yâ Rab cemâl

Tâ olavuz lâyık-ı bezm-i visâl

Fazlın ile bula Hüdâyî kemâl

Yâ Ahadüyâ Samed üyâ Kerîm ” (Tatcı-Yıldız, 2005:435-437).

“Ey derdlilerin derdine dermân eden Allah

Müznib kuluna rahmet ü gufrân eden Allah

Âşıklarına vuslatın ihsân eden Allah

Kullarına yollarını âsân eden Allah

Mevce gelicek bahr-ı kerem lücce-i rahmet

Hazırladı taliblerine gülşen-i cennet

Sâdıklarına umarız ihsân ede vuslat

Kullarına yollarını âsân eden Allah

Çokdur keremi lutfu o Rahmân uRahîm'in

Ihsânına gâyet mi var ol Hayy u

Kadîm'in Bî-hadkeremin gördü Hüdâyîo Kerîm'in

Kullarına yollarını âsân eden Allah” (Tatcı-Yıldız, 2005:443).

“Yâ Mâlik-iyevmi'd-dîn

İhsân ü kerem senden

Yâ Râhime 'l-evvâbîn

İhsân ü kerem senden

Kullarına rahmet et

Fazlınla inâyet et

Tevfîk ü hidâyet et

İhsân ü kerem senden

İnsânı edip îcâd

Etdin yoluna irşâd

Oldu kereme mu'tâd

İhsân ü kerem senden

Lutf eyleyipey Mevlâ

Kıl vuslatını i'tâ

Et kalbimizi ihyâ îhsân ü kerem senden

Bî-çâre Hüdâyî ger

Vaslına ola mazhar

Bu izzet ana yeter

îhsân ü kerem sende” (Tatcı-Yıldız, 2005:455).

“Ey kâ'inâtı var eden îhsân senin gufrân senin

Âlemleri izhâr eden îhsân senin gufrân senin

Toprağı insân eyledin

Enva'-ı ihsân eyledin

Yolları âsân eyledin îhsân senin gufrân senin

Şâhâ eğer bay ü gedâ îhsânın umar dâ'imâ

Yâ Rabbenâ yâ Rabbenâ

Rahmet senin gufrân senin

Erse hidâyet askeri

Kullar olur gamdan berî

Eyle inayet mazharı

îhsân senin gufrân senin

Erip Hüdâyî'ye kerem

Fazlınla olsun mugtenem

Gitsin aradan derd ü gam

Rahmet senin gufrân senin”(Tatcı-Yıldız, 2005:467).

“Buyruk senin fermân senin

Derd ehline dermân senin

Müzniblere gufrân senin

Yâ Rabbenâ yâ Rabbenâ

Lutf u kerem ihsân senin

Sensin bizi îcâd eden

Doğru yola irşâd eden

îhsânına mu'tâd eden

Yâ Rabbenâyâ Rabbenâ

Lutf u kerem ihsân senin

Kullarına eyle nazar

Gitsin gönüllerden keder

Kalmaya varlıkdan eser

Yâ Rabbenâ yâ Rabbenâ

Lutf u kerem ihsân senin

Ref et cemâlinden nikâb

Zâ'il ola tâ ki hicâb

Ihsânın olsun bî-hisâb

Yâ Rabbenâ yâ Rabbenâ

Lutf u kerem ihsân senin

Ey Vâhid ü Ferd ü Ahad

Ey Kâdir ü Hayy ü Samed

Eyle Hüdâyî’ye meded

Yâ Rabbenâ yâ Rabbenâ

Lutf u kerem ihsân senin” (Tatcı-Yıldız, 2005:475).

“Te ‘âlev eyyuhe ’l- ‘uşşâk

Fe mâ fî’l-kevni mevcûd

Fe ğayru’l-Hakki ma ‘dum

Ve ‘aynu’l-Hakki maksûd

Huve ’r-Râfi‘u Huve ’l-Hâdî

Huve ’l-Mu‘tî Huve ’l-Mâni‘

Fe men kânet lehu ‘aynun

Fe bâbu’ş-şirki mesdûd

Teftinu eyyuhe ’s-sâlik

Ve ‘indî kullu şey ’in hâlik

Huve ’l-Bâkî Huve ’l-Mâlik

Lehu’l-fadlu lehu’l-cûd

Tu‘izzu men teşâ’u ve

Tuzillu men teşâ yâ Rab

Fe men vâleyte makbulu

Ve men ‘âdeyte merdûd

Lehu’d-dunyâ lehu ’l-ukbâ

Lehu’l-ûlâ lehu’l-uhrâ

Lehu’s-suğrâ lehu’l-kubrâ

Ve Rabbu’l- ‘arşi Mahmûd” (Tatcı-Yıldız, 2005:550).

“Li-zâti ’llahi lezzâtu

Ve nûru’l-Hakki mir’âtu

Fe câhid fî sebîli’r-Rabbi

Fe zikru’llahi mirkâtu

Isbir kalîlen fe ‘inde ’l- ‘usri yusru

Ve kullu emrin lehu vaktun ve tedbîru

Ve li ’l-muheymini fî ahvâlinâ nazaru

Ve fevka tedbîrinâ li ’llahi takdîru

Te ‘âlâ Rabbunâ’r-Rahmânu

‘Ani’l- ‘aczi ‘ani’n-nuksâni

Lehu’l-fadlu lehu’l-ihsânu

Lehu’l-cûdu lehu’l-imdâdu

Yâ men yu‘tî ve yemna ‘u

Lâ a‘rifu mâ asna‘u

Necnî min vartati hayretin

Ve ’hdinâ sirâta mâ yenfa ‘u

el-Hamdu leke ve ’ş-şukru

Yâ men lehu’l-fadlu’l- ‘azîmu

Yessir lenâ zevka’l-visâli

Yâ Muste‘ânu yâ Kerîmu

Şera‘nâ’l-yevmefîemrin ‘azîmi

Tevekkelnâ ‘ale ’l-Hayyi’l-

KadîmiLehu’l-fadlu lehu’l-lutfu lehu’l-cûdu

Ve nercû rahmete’r-Rabbi’r-Rahîmi

Lâha lî en lâ felâha fî’l-hevâ

Fa‘budi’llahe ve kun ehle ’t-tukâ

Ve ’ctehid fî kesbi hayrin dâ ’imâ

Leyse li ’l-insâni illâ mâ se ‘â

Leke ’l-hamdu leke ’ş-şukru

Leke ’l-ezkâru yâ Rahmânu

Fe minke ’l-fadlu ve ’l-cûdu

Ve minke ’l-lutfu ve ’l-ihsânu

Fe leyse ’l-kâlu ke ’l-hâli

Ve leyse ’l- ‘ilmu ke ’l- ‘ayni

Ve eyne ’n-nâkisu’l-a‘mâ

Ve eyne sâhibu’l-a‘yni

Tih ‘ale’t-tâhî ve kun zâ fitna

Key yetihe tîhuhu fî tîhik

Rabbenâ el-hamdu leke ve ’ş-şukru lek

Fevka a ‘dâdi mâ tahte ’l-felek

Ente Mahmûd Ente Ma ‘bûd

Ente Matlûb Ente Maksûd

Ente Ma‘bûd Ente Maksûd

EnteMevcûdEnteMa‘bûd” (Tatcı-Yıldız, 2005:550-551).

Peygamber’i Tefekkür

Dîvân-ı İlâhîyat’ta Hz. Peygamberi tefekkür ile ilgili şiirler şöylece ifade edilmiştir:

“Sultân-ı kevneyn doğduğu

Mâh-ı mübârekdir gelen

Âlem münevver olduğu

O1 mevlid ayıdır gelen

Dâ’im Hakk'ı zikr eylegil

ihsanını fikr eylegil

In'âmına şükr eylegil

Mâh-ı mübârekdir gelen

Ma'mûr iken mülk-i beden

Kasd et kazan hulk-ı hasen

Ey Hakk'ı bulmak isteyen

Mâh-ı mübârekdir gelen

Geldi çün olHayrü'l-enâm

Oldu müşerref hâs ü âm

Hak'dan ana bin bin selâm

Mâh-ı mübârekdir gelen

Envâra er etvâra er

İrfana er esrâra er

Kasd et Hüdâyîyâra er

Mâh-ı mübârekdir gelen” (Tatcı-Yıldız, 2005:41).

“Kudûmun rahmet ü zevk ü safâdır yâ Resûla'llah Zuhûrun derd-i usşşâka devâdır yâ Resûla'llah

Nebî idin dahi Âdem dururken mâ'vü tîn içre

Imâm-ı enbiyâ olsan revâdır yâ Resûla'llah

Kemâli zümre-i kümmel senin nûrunla bulmuşdur

Vücûdun mazhar-ı tamm-ı Hudâ'dır yâ Resûla'llah

Seninle erdiler zâta dahi envâ'-ı lezzâta

İşin erbâb-ı hâcâta atâdır yâ Resûla'llah

Hüdâyî'ye şefâ'at kıl eğer zâhir eğer bâtın

Kapuna intisâb etmişgedâdıryâResûla'llah” (Tatcı-Yıldız, 2005:87-89).

“Sadr-ı cemî' mürselîn

Sensin yâ Resûla'llâh

Rahmeten li'l-âlemîn

Sensin yâ Resûla'llâh

Nûrun sirâc-ı vehhâc

Âlemler sana muhtâc

Sâhib-i tâc ü mi'râc

Sensin yâ Resûla'llâh

Âyine-i Rahmânî

Nûr-ı pâk-i Sübhânî

Sırr-ı Seb'u'l-mesânî

Sensin yâ Resûla'llâh

Şâhidin leyl-i İsrâ

Subhâne 'l-lezî esrâ

Câmi'cümle-i esmâ

Sensin yâ Resûla'llâh

Ey menba'-ı lutf u cûd

Yerin makâm-ı Mahmûd

Yaradılmışdan maksûd

Sensin yâ Resûla'llâh

Cânlar içinde cânân

Ma'den-i ilm ü 'irfân

Ceddim ü pîrim sultân

Sensin yâ Resûla'llâh

Açan râh-ı tevhîdi

Bulan sırr-ı tefrîdi

Hüdâyî'nin ümmîdi

SensinyâResûla'llâh” (Tatcı-Yıldız, 2005:107-109).

“Nice bir hicr âteşine yanalım

Yâ Resûla'llâh şefâ'at eylegil

Kevser-i vahdetden içir kanalım

Yâ Habîba'llâh şefâ'at eylegil

Zenbini fânî vücûdun yumağa

Hân-ı bî-pâyân-ı vasla doymağa

Sırr-ı ev-ednâ'yı bilip duymağa

Yâ Resûla'llâh şefâ'at eylegil

Mürşidim pîrimsin ey kân-ı kerem

Pes tapundan gayrı kime yüz uram

Umarım ki arş-ı maksûda erem

YâHabîba'llâh şefâ'at eylegil” (Tatcı-Yıldız, 2005:159-161).

“Sayd ederken hümâ-yı irfânı

Uçdu ol şâhbâz-ı sultânî

Yûsufu çâha atdı ihvânı

Kodu hasretde Pîr-i Ken'ân'ı

Neyledin Mustafâ'yı ey fânî

Kande gitdi Muhammed'im kanı

Terk edip bu sarây-ı vîrânı

Belki cümle sivâ-yı Sübhânî

Arzu etdi (o) vech-iRahmânı

Katreden geçdi buldu ummânı

Neyledin Mustafâ'yı ey fânî

Kande gitdi Muhammed'im kanı

Tan mıdır bülbül etse efgânı

Zayi' etdi o verd-i handânı

N'ola ger dökse gözlerim kanı

Görmez oldu o Mâh-ı tabânı

Neyledin Mustafâ'yı ey fânî

Kande gitdi Muhammed'im kan ” (Tatcı-Yıldız, 2005:181-183).

Ey gönül ayru değilsin yârdan

Sırr-ı pâk-i Mustafâ Muhtârdan

Mâsivâya bakma âşık ârif ol

Yâri istersen sakın ağyârdan

Varlığın bâr-ı girândır ey refîk

Âkil isen kurtul erken bârdan

Fânîyi tebdîl ede gör bakîye

Kaçma ey dil assılı bâzârdan

Verd-i bî-hemtâyadır şevk u tarab

Bülbülün zârı değil gülzârdan

Gösterip kesretde vahdet sırrını

Bir aceb terkîb olupdur çârdan

Kenz-i sır eşbâh ile mahfûf olup

Gülşene havlu çekilmiş hârdan” (Tatcı-Yıldız, 2005:335-337).

“Ey Resûl-i Mustafâ vü Müctebâ

V'ey Habîb-i Murtazâ vü Muktedâ

Küntü kenzesrârının miftâhısın

Zat-ı pâkin mazhar-ı tâmm-ı Hudâ

Arş-ı a'zam cilve-gâh iken sana

Seyrine Sidre ola mımüntehâ

Lev denevtüdeyicekRûhü'l-emîn

Sen revân oldun pes ey Hayrü'l-verâ

Bârgâh-ı vahdete erdin hemîn

Kaldı Mevlâ gitdi cümle mâ-sivâ

Böyle bir nûr etdi neslinden zuhûr

Tan mı Ismâîl ederse cân fedâ

N'ola eylersen Hüdâyî'ye nazar

Ceddim üpîrimsin ey kân-ı atâ” (Tatcı-Yıldız, 2005:337).

“Elâ ey gevher-i kân-ı risâlet

Sana bin bin salât ile tahiyyet

Hakîkat bâğının serv-i bülendi

Gül-i sad-berg-i gülzâr-ı sa'âdet

Fekâne kâbe kavseyni ev-ednâ

Uluvv-ı şânına eyler şehâdet

Nebîler gerçi halkı da'vet edip

Kamusu etdiler irşâd-ı ümmet

Velî sen geçip efâl ü sıfâtı

İbâdı etdin asl-ı zâta da'vet

Anınçün hâtem oldun enbiyâya

Seninle bitdi bünyân-ı nübüvvet

Habîbâ ger Halîl olduysa ceddin

Sen oldun kutb-ı eflâk-ı muhabbet

İki şakk oldu mâh engüştün ile

Çü gördü sende nûr-ı şems-i vahdet

Meded eyle Hüdâyî derd-mende

Şefâ'atyâResûla'llâh şefâ'at” (Tatcı-Yıldız, 2005:339).

“Eyâ reh-nümâ-yı gürûh-ı kirâm

Aleyke's-salâtü aleyke's-selâm

Seninle bulundu tarîk-i hüdâ

Seninle bilindi sıyâm ü kıyâm

Habîb-i Hudâ'sın sivâdan ne gam

Güneşden sakınsa aceb mi gamâm

Nice nâkıs etdi çü burhân taleb

dem bedrin etdin işini tamâm

Hüdâyîgarîbe şefâ'at meded

Sana çünkiMahmûdolupdur makâm ” (Tatcı-Yıldız, 2005:339-341).

“iki cihân sultânının

Doğduğu ay geldi yine

İlm ü maârif kânının

Doğduğu ay geldi yine

Gelsin şefâ'at isteyen

Bulsun safâ anı seven

Ol sâhib-i hulk-ı hasen

Doğduğu ay geldi yine

Bedr-i dücâ şems-iduhâ

Verd-i gülistân-ı Hudâ

Hakk'ın Habîbi Mustafâ

Doğduğu ay geldi yine

Bir âşık-ı sâdık kanı

Râhat bula cân ü teni

Sırr-ı hakîkat mahzeni

Doğduğu ay geldi yine

Anı Hüdâyî kim sever

Matlûba bulmuşdur zafer

Fahr-i cihân Hayrü'l-beşer

Doğduğu ay geldi yine” (Tatcı-Yıldız, 2005:379-381).

“Nebiyy-i müctebâ geldi

Resûl-i murtazâ geldi

Habîb-i bâ-safâ geldi

MuhammedMustafâ geldi

Gönüllere şifâ olan

Kamu derde devâ olan

Bize Hak'dan atâ olan

Muhammed Mustafâ geldi” (Tatcı-Yıldız, 2005:522).

“Zulmet-i şirk ü hevâyı def içün

Nûr-ı pâk-i Mustafâ ola şefi’

Aradan cümle hicâbı ref içün

Nûr-ı pâk-i Mustafâ ola şefi'

Âleme rahmet şefâ'at kânıdır

Lî-ma'a’llahkasrınm mihmânıdır

Âşık-ı dil-bestenin dermânıdır

Nûr-ı pâk-i Mustafâ ola şefi'

Mustafâ'dır hâdî-i ehl-iyakin

Müstafâ'dır şâdi-i kalb-i hazin

Oldurur çün kim Şefi'ü'l-müznibin

Nûr-ipâk-iMustafâ ola şefi” (Tatcı-Yıldız, 2005:523-524).

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar