Tanrım, Şu Ormanda Düşünce Ne De Kaybolmuş Gitmiş
CXXXI
* Ne de efendice meclis, ne de padişahlara lâyık şaraplar; ne
güzel yağma bu ki Kıpçak padişahı Türk’çesine çapmış, getiriyor.
O hokka gibi ağız, lûtuf kucağını açar diye lâ’l
dudakları yüzünden gönlüm demir zincirini geveleyip duruyor.
O neliğe-niteliğe sığmaz hal yüzünden deli
divane olan canı sürme tapından; artık bu afsunla, bu masalla nerelerde karar
edebilir ki?
O büklüm büklüm saçlarını âşıka karşı çözer,
açar ya; bilir ki zincir şakırtısından büsbütün coşar, köpürür deli.
O kıvırcık, o simsiyah, büklüm büklüm saçlar
yüzünden gönlüm tarağın dişleri gibi yarılmış, diş diş olmuş.
Gönül arkadaşları sarhoşlukla nasıl da
altüst olmuşlar, yıkılıp gitmişler; a ay yüzlüm, canın için olsun, şu evin
kapısından bir baş sok da bak.
A gönül, sâkî sana şarap vermedi diye neden
balçığa düştün? O tulumu açmadıy sa, kadeh ne diye şarap la doldu?
Tanrım, şu ormanda düşünce ne de kaybolmuş
gitmiş; canla canan arasında bedenin bedenliği mi kalır?
Gel a Tebrizli Şems; yücelikte Süleyman’sın
sen; aşkınla bütün kuşlar tuzaktan da oldular, yemden de.
Kaynak:
Cilt 5
Mevlânâ Celâleddin-Divân-ı Kebîr-Hazırlayan :
Abdülbâkiy GÖLPINARLINot: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar