Print Friendly and PDF

Gönülden Başka Nem Varsa Yak, Yandır

Bunlarada Bakarsınız

 



CII

Salına salına gidiyorsun gönülde; canın da ışığını yakan sensin, bedenin de; ne de güzel göz ışığısın, ne de hoş gönül aydınlığısın; gözlerim ne de hoş aydınlanıyor senden.

Ne de incilerle dopdolu deniz, ne de yıldızlı gök; ne hoş nerkislerle dolu ova, ne güzel süsenlerle dolu bahçe.

Bedenler senden çevik, canlar senden sarhoş a topraktan yaratılmış dünyanın eteğini incilerle dolduran.

Ne söylüyorum ben, iki üç suyu kesilmişi sana benzetiyorum ha; fakat başka neye benzeteyim seni, nem var, ne bilirim ben?

* Söyle şu şaşkın göze; de ki: Mademki sevgilinin lûtfunu gördün, halkı ne diye görürsün; Ehrimen’in çevresinde ne döner durursun?

Arslan avlanmayı bırakırsın da domuz avlanmaya koyulursun; bu ne biçim tedbir, ne çeşit akıllılık; bu nasıl savaş, ne çeşit can çekişme?

Yardımları, hitapları, ağırlamaları, ışıkları, buluşmaları, boynumda bir gerdanlık benim.

O ihsan sahibinin tatlılıkları, alımları, gönülden sabrı aldı gitti; ondan başka ne gördüm ki şu konakta eğleneyim, esenleşeyim.

O ululuk, o üstünlük ancak onda, başkasında asla yok; ileri olsun, geri olsun, kadın olsun, erkek olsun, herkes aciz içinde kalakalmış.

Odun nasıl alev alev yanarsa ben de aşkla öyle yanıyorum; aşktan başka herkese, her şeye yabancıyım; hani suyla yağ gibi.

Gönülden başka nem varsa yak, yandır; gönülden başka diyorum; çünkü her solukta gönlü şanınla, şerefinle bir gül bahçesine döndürüyorsun.

Zenci bir köle olan geceyi halka sâkî eden sensin; Rum bir kul olan gündüze o debdebeyi, o hüneri veren gene sensin.

Ondan sonra da bu iki lalayı erkeğe, kadına gözcü, bekçi dikersin de bu harmanda buğdayı samandan ayırır gibi onların içinden dilediğini seçersin.

Gönül sahibi olanların hepsi de özlü, lezzetli buğday; bedene mensup olanlarsa dövüm yerindeki özsüz saman âdeta.

Gönül sahibi din bağının ortasında yemyeşil ağaç, gülüp durur; kuru, anlamsız ağaç ne olur? Külhana odun.

Hayalin Eymen’de Mûsa’ya gelen Tanrı vahyi gibi gönülde yürümede; tıpkı can vermeye giden îsa gibi hani.

Hayalinin izleri, e serleri var, inciler saçmada; diş onun yüzünden gülüyor, dilsiz onun yüzünden konuşuyor.

İki gammazım daha var; biri aşk, öbürü sarhoşluk; bu iki gözcüyü söyleyemem, anlatamam ki; biri öbüründen güzel.

A benim gözüm, a benim dinim, senden binlerce lûtuflar görüyorum; fakat neyleyeyim ki âşıkın gönlü kötü düşünür, kötü sanır.

Gündüzün gözünden korkuyorum; gözünde büyüler var. Gecenin saçlarından ürküyorum; gece fitnecidir, gebedir.

Bana diyor ki: Ne korkuyorsun; mihnet, ezer, döver seni; sürme havanda dövüldü mü, göze ışık verir.

Bütün korku varlıktan gelir; yürü, az titre, geç varlıktan; bütün ürküntü, kırılma düşüncesinden gelir, kırıl, dökül de emniyet yurdunu seyret.

Unsurlardan altın çaldım da keseye koydum, büzdüm ağzını kesenin; şu saklanış yerinde geriye verme korkusuy la hırsızlara dönmüşüm.

Kepek de hırsızlar gibi unda gizlenir amma adalet şahnesi her yandan çeker onu eleğe.

Odun gibi haberin yoktu, aşktan bir ateştir düştü sana; şimşek gibi, kıvılcım gibi sıçra ateşten, tütün gibi çık pencereden.

* Ne diye hançer çekersin burda, hançere boynunu ver; koskoca oldukça iğne y ordamından geçemezsin ki.

Cennet kapısı mademki iğne yordamı gibi dar;girmek istiyorsan ibrişim gibi ol, bükül de bükül.

O iplik bükülmedikçe iğneye girmez; çünkü sen tutmuşsun, beden yükünü eğiriyorsun, boz renkli kumaş dokuyorsun.

Boz renkli kumaş pamuk yünüyle olmaz; meğerki şu pamuk mahzenin iksiriyle ibrişim haline gelsin.

İbrişim gibi oldun mu, onun vahiy büküntüsü gelir de hadi der sana, artık soluğunla güzelim haberler bükmeye bak.

Arapça vahiy sözü ne demektir? Kulağa söz söylemek. Halbuki senin kulağın davul sesini bile duymuyor; çalış, gayret et, nöbet çaladur.

*              Hem kulağın ağır, hem tutuyor, pamuk tıkıyorsun kulağına. Hani, “Başlarını örttüler” dediği gibi gömleği de başına sarıy orsun.

Kulağın da ağır, gözün de az görüyor, canın da tez değil, korkutucu geliyor da a huysuz diyor sana, emin olma.

*       Kulağın delikse, gözün iyi görüyorsa

*       muştucu gelir de sana, a benim arslanım der, mahzun olma sen.

İlkbahara dön de bağa bahçeye seyrana çıkan güzeller sana gelsinler, sende eğleşsinler; çünkü bu güzeller karakışın soğuk şeklinden kaçarlar.

İlkbahar değilsen bâri yaz ol, ateşlere dal; çünkü o güzellik, o aşk olmadıkça pek aşağılık, pek çirkin görünür adam.

Her kılının söze gelmesini, şâir yüzlü görünmesini istiyorsan şu sözden vazgeç de sus, ne nazma dayan, ne nesre.

Söze başladın mı düşüncen dağılır gider; gönül düşüncesinden kendini çek; şu dilin sözünden çek kendini.

Kaza ve kader, erler ahitler ettiler; fakat ben padişahların bile ahitlerini kırdım döktüm; hadi, mümkün olduğu kadar çabala bakalım diye dümbelek çalmada.

A ahmak diyor; bundan sonra şöyle olacağım, böyle davranacağım diye kendinle inatlaşıp duruyorsun; inatla kazaya, kadere karşı mı koyacaksın?

Gönülle her solukta gayb âlemine ait biri nikâhlanır; fakat erkekliği olmayanla kısır birleşse bile çocuk olmaz ki.

Erliği olmayan kişiyi yalancı şehvet nasıl çekerse gönül de şekilleri, sûretleri çeker; fakat erliği olmayan, güzellere ancak bağışlarda bulunabilir, yer yurt sağlar.

Gel a Tebrizli Şems, padişahsın sen, kan dökücüsün sen; kaza ve kadere yücelerden buyur, dünyayı belâlara salma de.

 

Kaynak: Cilt 5

Mevlânâ Celâleddin-Divân-ı Kebîr-Hazırlayan : Abdülbâkiy GÖLPINARLI

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar