Zaten Afsun Okumada Tatlı Dudakların Var
“Tercî-i Bend”
Hem yüzün hoş,
hem huyun hoş; hem zülfündeki büklümler, kıvrımlar güzel, hem başın, yüzün
güzel. Hem şiven, edan hoş, hem meyven. Lûtfun da güzel, kahrın da, cefan da.
Ey ebedî aşk
sûreti, ey güzelliği hadden aşkın. Ey ay yüzlü, selvi boylu, ey cana canlar
katan, gönüllere neşeler veren dilber.
*
Ey bağın bahçenin, yaseminin canı, ey göklerin de ışığı,
yeryüzünün de. Ey âşıkların feryadlarına yeten, ey “Hel etâ” meydanının eşsiz atlısı.
Ey lûtuf
sofrasını yayan, ey kötü kişilere, nekeslere bile ihsanda bulunan, dudu da seni
övüyor, keklik de, üveyik de.
*
Ey Çin güzellerinin iki gözü, ey kaşlarını çattığı,
yüzünü eğdiği görülmemiş güzel, yoksullardan çekme eteğini, yırtma razılık yüzünü
tırnaklarınla.
Ey padişahları
kendisine kul köle eden güzel, padişahlar bile sana karşı yoksul, başlarını
tapına koymuşlar, hepsi de seni övmede, övecek sözler düşünmede ey övülmeye
değer padişah.
Ey zahitlere
sabır veren, ibadet edenlere ihlâs bahşeden. Ey gönül genişliğine eriştikleri,
sevgiliyle buluştukları vakit ariflerin gül bahçesi kesilen. Aşıklarla eşim, bu
gece uyumak istemiyorum, ta seher çağına dek ey dost, sana dua edeceğim ben.
*
Dışarda yoldaşlarım var, gönlümde iş erleri. Evde bir
bölük dilber hepsi de tertemiz kardeşler (İhvân-ı Safâ) sofasında.
Ey bahçenin,
yeşilliğin aydınlığı, ey selvinin, yaseminin sâkîsi, seni andım da ağzım
tatlılandı, tercî söyleyeceğim ben:
Yapayalnız
seyrana çıkmadasın, yahut sarhoşların yanına, yahut da sevgiliye gidiyorsun,
hem de salına salına gidiyorsun.
Kader çevgeninin önünde
başsız-ayaksız bir top oldum; meydana gidiyorsan bâri beni al da kendime getir.
Öylesine aydınsın ki güneşin
nurunu bile ayıplamadasın, ay kara görünür sana; dönüp dolaşacaksan gökler bile
dar gelir sana.
Öylesine eşi, dengi bulunmaz
bir sevgilisin, öylesine güzelsin, dilbersin ki; çok geç, çok güç geldin amma
çok çabuk, çok kolay gidiyorsun.
*
Ey güneş yüzlü güzel, ey hastaları arayan İsa; hangi
topluluğun yanına gidiyorsan ne mutlu o topluluğa.
Sen ya baştan başa cansın,
yahut zamanenin Hızır’ı, yahut da abıhayat; onun için de halktan gizlenmedesin.
*
Ey düşünceler kıblesi, ey ormanlıklardaki Tanrı arslanı,
ey hünerler kılavuzu, akıl gibi can içinde yürüyüp gitmedesin.
Ayrılık yoluna saptın mı,
âşık gâh akıl fikir kadehini kaybeder, âr, hayâ perdesini yırtar, gâh da rûha
akıl adını takar.
Ayrılık şöyle dursun, bir
şey arayıp bulmak için ne yana gitsen bulut gibi yaşlı gözlerle yanından
ayrılmayan o aydın ayla gitmedesin.
Ey her aklın, her gözün
nuru, ey aydan da aydın, günden de; üçüncü tercîe bak, onu güzelce bir süz:
*
Ey aydınlıklar içinde
aydınlık, sana bir mesele soracağım; ne afsun okuyup üflüyorsun da gamı neşe
haline getiriyorsun?
*
Zaten afsun okumada tatlı dudakların var, Davud Peygamber
gibi senin de elinde demir muma döner, onu eritir, dilediğin şekle sokarsın.
Hayır, olsa olsa sen hiçbir kayıtla bağlanmayan bir padişahsın.
Tanrı ülkesinin
beylerbeyisin; yaratıcının has çırağısın, bütün afsunlara boş vermedesin.
Seni tanıdım tanıyalı nice
devlet atı sürdüm de sonucu kendimi dertlerden dışarı attım, korkulardan
kurtuldum, emniyet yurduna eriştim.
Her an yeni bir
canım ben, her dem başka bir bahçeye gidiyorum; bana el attın mı ne elim
kalıyor benim, ne gönlüm.
*
Ne gökyüzünü bilirim, ne Sühâ yıldızını. Ne kumaş
bilirim, ne pahasını. Hiçbir şey bilmem amma, ay parçası güzelim, şunu bilirim
ki sen benim rahatımsın, huzurumsun.
Ey insanların da
rızkını veren, meleklerin de; ey şu düşünen gökyüzünün mili; bu kadar
güzellikle, bu kadar alımla tutup konuğu gönlünden çıkarasın, imkân yok buna,
hâşâ.
Ne güzel andır o
an ki selvi boylum, yeşillikte yeşerip gelişsin, ben de onun önünde sevgi
yeliyle söğüt gibi titreyip durayım;
*
Lâle kanla yıkansın, nerkis hasretle bakakalsın, gonca
başından külâhını atsın, süsen, süsenliğinden geçsin.
Ey kerem
meclisinin sâkîsi, senin sarhoşunum, senin perişanın. Ey gül bahçesi, ey İrem
bağı, bugün konuğunum senin.
Şuh gözlerine
bak, meyhaneden sarhoş gelmiş, âşıkların kanlarını dökmek için eteğini beline
çemremiş.
O güzeller
güzeli and içmiş, şu şarabı boyuna sunacağım, ne baba, ne ana, bir tek akıllı
bırakmayacağım;
Şu şaraptan
öylesine sunacağım, bu şarapla onlara bir oyun oynayacağım ki demiş, hepsini
deli divane edeceğim, sen de sonucu şu adam yurdunda bir tek akıllı bile
bulamayacaksın.
*
Leylâ’mız can sâkîsi, bütün dünya onun Mecnun’u; Leylâ
ile Mecnun’dan başka her şey beyhude, her şey faydasız.
Menzil atımızı
elimizden alır, yahut da ılgar eder, varımızı yoğumuzu yağmalar; ister
konuşulup görüşülen yer olsun, ister ibadet edilen yer; nerden aşkımızdan
canını kurtaracak, imkân mı var buna?
Seni sarhoş
görmezsem varlığını ateşlere yakarım, bağırır çağırırım, kavga gürültü, sana
şarap sunarım, sarhoş ederim seni.
Akıllıların devranı geçti,
sâkîlerin buluştukları çağ geldi; bu töreyi inkâr edene koca bir sağrak sun.
Bahar geldi, kış geçti. İçme
zamanı, ney dinleme çağı gelip çattı. Kadehle şarabın buluştuğu an geldi, yemek
yeme zamanı geçip gitti.
O düzenbaz kocakarı gitti,
kış da geçti, yağmur çamur da. Bahar geldi, ondan yüzlerce güzeller, yüzlerce
dilberler doğdu.
Haydi sâkî, tekrar sun o
kıpkızıl şarabı; sun da kulaklar açılsın, ben de bir tercî daha söyleyeyim:
*
Ne kadar dilersen o kadar
savaş, kızgınca alabildiğine tehdit et; şunu bil ki külhan dumanı asla göğe ağmaz.
Ağsa bile gökyüzünü nasıl
olur da karartır? Zaten gökyüzü o kadar arılığı, o kadar ışığı dumandan elde
etmiştir.
A babam, kendini incitme,
başını taşlara vurma; yanıp yakılan nefsinle savaşıp durma.
Ay’a tükürürsen o tükürük
kendi yüzüne gelir; onun eteğini çekersen senin elbisen daralır.
Senden önce de başka hamlar
şu dünya kazanında kaynayıp coştular, çok çarpınıp çırpındılar amma razılıktan
başka bir çare bulamadılar.
Bir oklu kirpi yılanın
kuyruğunu ağzıyla yakaladı, başını içeri çekip dertop oldu o düzenbaz.
Ahmak yılan boyuna kendisini
kirpiye vurmaya başladı, oklarına vura vura delik deşik oldu.
O kötü yüzlü,
sabırsızlığından, düzen bilmezliğinden, tez canlılığından kendisini öldürdü;
bir müddet sabretseydi o belâdan kurtulurdu.
*
Sen de aklını başına al da her belâ oklu kirpisine
kendini vurma, rahatça otur da kaza geldi mi hava boşluğu bile daralır de dur.
Alemlerin Rabbi, ben sabırlılarlayım buyurdu; ey sabırlılarla oturan, sen
başımızdan aşağı dök sabrı, sen bize sabırlar ver.
Ben bir başka vadiye gittim,
geri kalanını sen söyle babacığım; sabırlılara her an yeniden yeniye selâm
söyle bizden.-
Kaynak:
Cilt 1
Mevlânâ
Celâleddin-Divân-ı Kebîr-Hazırlayan : Abdülbâkiy GÖLPINARLI
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar