Print Friendly and PDF

Dolandığımız Düğümü Açsan Veya Biraz Gevşetsen Olmaz mı?

 

 

O, sabah kalktığında, yine aynı şeyler ile kendini bulmuştu. Sevgilisini rüyasında görmüştü. Gözünden iki damla yaş, akmak için hareket etse de, onları havanın soğuk rüzgârı dondurdu. İki damlacık ok gibi battı. Gece boyu uyumasına rağmen, kanlı gözleri dinlenmemiş, sınır nöbetçisi gibi sabahı beklemişti. Vücut dayanamaz uyur. Ancak onun gönlü uyumayı unutmuş, hayalinde aranan, körler misali, nerde olduğunu bilmeden, anlamadan, sevgilisini bulmaya çalışmıştı. Hiçbir zaman görmek nasip olmadı. Nedense sevgili onun şansını güldürmemişti. Dertlendi,

" Seninle, gördüğümü, mutlu olduğumu bildiğin halde, neden göremiyorum seni? Nerelerdesin?"

Ne zaman bu sözlerine cevap geldi ki …şimdi gelsin.

O unutmak gerektiğini düşündüğü her şeyin içine onu da koysa yine de unutamıyordu. Bir kere dudaklarından

"Her kapı kapanabilir, lakin benim merhamet, mağfiret ve şefaat kapılarım sana kapanmayacak," dediğini duyduğundan bir umutla onu bekliyordu.

İçi çok yandı, "hani nerde…kapı mı koydun, ev mi koydun, hepsi viran" dedi.

Onun bir suçu varsa , güzel insanları duymuş, onlar gibi olmak istemişti. Nefsimi terbiye edeyim diye yoluna düştüğü tekkenin şeyhi bile "Nefse galebe etmek için tek yol aşktır ; aşk, ruhu arındırır sonra hakikat ve marifet yüzünü gösterir" demişti.

Evet… aşık olmalı, çile çekmeli… ama, hakikat yüzünü göstermekten imtina ederse, bu bela üstüne bela değil miydir?

Ona demişlerdi ki "aradığın sevgili şu ileriki çölün sular vadisinde oturuyor. Şansın yaver giderse görebilirsin." O da, "çöl geçilmez bir yer değil ya, giderim, bulurum" diye yola çıktı. Çok aradı. Ancak bir türlü vadiyi bulamadı. Sonunda bayıldı, kaldı.. Kendi hayal mi ediyordu bilinmez ama, başına  gelen kişi, "aradığın benim" dedi. Yüzünden peçesini kaldırdı. Baktı ki, kendisi. "Tutsan ayna bu kadar akseder, aynen benim" dedi. "Aradığım sevgilim, kendim nasıl olabilir". O güzel ona dedi ki "Zat da, sıfat da hep beraberiz. Ayrımız ve gayrımız yok." dedi. Tekrar bayıldı…uyandığında aklı başına geldi, olanlar rüya mı, ayniyle vaki mi, sanki kafa birden uçmuş ve sersem gibi donuklaştı. Ne var ki, açlık ve susuzluk yurdundan ayrılması gerekiyordu. "Burası çöl sevgilimi gördüğüm yer… candan ve cihandan ayrılmak güç gelmezken, onu gördüğüm  yerden ayrılmak!"

"Nasıl bir sadakat bu bendeki,  göreyim dediğim yer bir cehennem yurdu, gitmek istiyorum.. Gitmeyi istemek… nasıl bir hal" diye düşününce, çıldıracak gibi oldu.

Ruhu için olmayacak bir şey, ancak beden dinler mi, bir kuvvetle onu yerinden kaldırdı ve yürütmeye başladı. Epeyce yürüdü. Bitmiş tükenmiş haline rağmen düşünmeden gitmek arzusunu anlayamıyordu.

Düşünüyordu.  Şaşkın…

Sevdiğinin onu andığını hiç duymamıştı. O ise her zaman o dudaklarını onun adını anıyormuş gibi oynatırdı.  Sesiz sessiz.  Birisi dese ki  "o dudaklar ne söylüyor?" diyeceği söz, "sevgilimi anıyorum" , yine

"adı ne?"

" dudaklarımın hareketinden çıkan ses"

"nasıl bir ses biz duyamıyoruz"

"Onu anmak için açıp kapıyorum... bir gün karşılık verirde sesini  duyarım diye…çünkü insan aşık olunca sevgilisinin ismini kendi ağzından işitmeye can atarmış…

beni kim tanırdı, kim bilirdi, ben onunla meşhur oldum…bana onun aşığı dediler."

Sevgiliye tarifsiz  olan aşkını anlatmak için devamla:

"Sevgilim ilahi esrar  hazinesidir.

İncilerle dolu, ucu bucağı bulunmayan denizdir.

Ben bir avuç topraktım, şimdi gönül mekânı oldum.

Gönlüme gelsin misafir edeyim diye çilelere katlanmam gerekiyor.!

Etrafındakiler, mecnun… kafayı yedi, görmediğine aşık olmuş…deselerde." 

 

Gönül kırılır, yen içinde kalır, gibi üzgün hali bitmiyordu. Atılan oklar yüreğine saplansa da, o davasından vazgeçmiyordu.  Söylemese de,  "siz benim  kalbimdeki hayalini görseydiniz. Siz de ona âşık olurdunuz. Benim bu halimi az görüp "Kapan ayaklarına, ona tapın! derdiniz."

 

Sevdiğim!

Gönlüm süruru!

Ömrümün sermayesi!

Ey gül yüzlü güzel!

'Sana doyamıyorum, dudaklarım sensizlikten kurudu,

Beni ırmağa atıp, orada boğsalar! İçime dolan sular beni kandırmıyor"

"bir defa yüz gösterip beni bir öpseydin"

Dilinden dökülen sözler kitaba yazıya sığmaz şekilde karışıp gitti. Yine bayıldı. Orada bulunanlar sözlerini dinleyenlerde acıdılar ve söz etmeden gittiler. O yine dalgın dalgın, uzak bir diyarın yolcusu gibi duruyordu.

"Hakikatte ne ben varım, ne benden başkası, zaten sen de bensin!...dediğime aklını kaybetmiş aldanmış diyorlar. Ben seviyorsam seni sende beni sevebilirsin… benim için sevildiğimi bilmem yeterlidir. Ancak seni doyasıya sevebilmek için bu hayat yetmeyecek, ona üzülüyorum. Herşeye beni bırakın gidin diyorum. Çünkü ben aciz bir kapıkulundan daha öte ne olabilirim. İçerisine giremeyeceğim evin sahibini arzuluyorum." Dedi.

Kapı açıldı ancak bitkin olduğu için ölmüştü.

Sorun burada, ölecek kadar seveni varken… naz etmenin manası nedir?

Saklı durmanın… yüzü çevirmenin.

Kiminden kaçtın… ama kimine fazla açıldın

Şimdi sevindin mi… aşığın öldü diye

Sevenim çok var   veya sevmedim demenin manası var mı?

İşte geldik… gidiyoruz.

Yüzümüze karalar sürdük, utançta 

Adını bilmeden, yurduna gelemeden

Birer taş misali atılmak/attın

Kendi sırrını açacağına açmıştın,

Oldu mu, dediklerin… "hepsi öldü" mü olmalı

Karışık ve gizem dolu yolun içinde kurduğun bu tuzaklar…

Biraz da sen sevseydin…

Bunca zamandır böyle geldi, böyle gitti… demen Anlamsız geliyor.

Sevenlerine acı… sevmeyenlerine neşe dağıtırken

Aradaki fark nedir?

Sonunda sözü kara kalemin, kara kağıda, yazdığı kara cümle mi…

Senden başka kim okudu bu yazını…sorgusuz olan kudretine karşı cevap verecek kimse var mı?.

Yine kendin olacak ve ancak sen duyacaksın.

Bizde varsın diye dolanıyoruz.

Olana olana dolandığımız düğümü açsan veya biraz gevşetsen iyi olmaz mı?

Diyorum.  


İsmail Hakkı Altuntaş

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar