Print Friendly and PDF

Kara Köpeği Unuttular

 


 

Mecnûn çölde dolaşıyordu…

Bir inilti duydu uzaktan.

Yorgun da olsa, kendi hali değil mi, iniltiye meyletti ve  o tarafa gitti.

Bir uyuz köpek…

” Ah” , halime benzeyen yok zannederdim, sende benim gibiymişsin”

diyerek ona yaklaştı.

Bir de ne görsün…

Kara köpek değil mi…

Leylânın kapısında dolaşan, gördüğünde eteğine dolanan…

Dertlendiğinde üzülme der gibi havlayarak gönlünü alan…

Nerden nereye… nasıl düştün bu hale diyerek, içi cız etti.

Mecnûn’da  bir ah….sanki alevler çıkıyordu.

Ciğeri yandı kavruldu.

Olmaz böyle şey…

“Karam seni bu halde görecek miydim? Ne oldu” dedi.

Hali kalmamış kara köpek, sadece, başını hafifçe kımıldattı.

Bu kadar…

Kara köpeğin gözlerinden akan kanlı yaşlar iz yapmış…

Bitkin bedeninde, tüyler yer yer dökülmüş, üstad elinden çıkmış…sevgilisinin lâ hattı …

“Senden başkası yok” diyordu…

Mecnûn durdu, düşündü.

Sevgilisi Leylâ bu kadar acımasız olamazdı.

O âşktan anlar ve merhamet sulardı…

“Karam, bu işte bir yanlışlık olmalı, Leylâ seni bu hale düşürmez” dedi.

Sessizlik…

Kara köpek boyun büküp yığılıp kaldı.

“Derdim bana yeter” dermiş gibi.

 “Ya Rahman” diyerek inledi.

Anlar geçti…

Mecnûn durur mu, Leylâ’nın yurduna doğru gitti.

Semtine geldiğinde, Leylâ’nın kaldığı köşkün etrafına yüksekçe bir duvar çekilmiş, kapılarda bekçilerini gördü…

“Olur mu?”

“Ben Leylâ’mın kokusunu duyar, gölgesine bakardım.

 Şimdi bu aymaz duvarlar nereden çıktı.”

“Ah etmekle yıkılır mı, söylemekle laf anlar mı, bu bekçiler?”

“Vay başıma… vay başıma..” diyerek, çığlıkla yığılıp kaldı.

“Aramıza giren duvarlar, aramıza giren engeller.”

Birden gözüne kara köpek geldi.

“Sana da uyuz demişler, duvar dışına atıvermişler.”

Bak.. bende giremeyeceğim karam senin gibi, Leylâ yurduna…”

Bekledi, bekledi çok bekledi.

Leylâ’sından haber hiç gelmedi.

Eskiden evin duvar diplerinde kara köpek havlar.

 Leylâ’da “Hoşt” demek için pencereye çıkardı.

Bu azar kara köpek için yeter ve artar….

Sevincinden kuyruğunu kovalardı.

Mecnûn’da  onun gibi bağırırdı, Leylâ kızınca pencereden başını sallardı…

“Bağırma deli adam… anladık seviyorsun… ama ben Leylâ’yım…

Seninle olmaz bu dava” derdi.

Mecnûn bu kadar duydu mu şarap küpüne düşmüş gibi…heyecandan yığılıp olduğu yere sızardı.

Üzerine doğan sabah ışıklarının sıcaklığını, Leylânın okşayışı gibi hissederek uyanırdı.

Sonra oyuncağını bulmuş çocuklar gibi uzaklaşır, çekip giderdi.

Bu bir zevk…

Kaç gün oyalanırdı… bilinmez ama…

Mecnûn bir süre kaybolup giderdi.

Şimdi duvarlar, ayıran hain duvarlar…

“Karam seni yeni anladım…ben de çaresizim”  dedi.

Mecnûn, senelerini kaybetmiş,  ayı ve haftayı hepten unutuvermişti..

Bir gün bilirdi…

O da Leylânın yemek dağıttığı Cuma günü ve ikindisi…

O’nunla diğer günlerini sayardı.

Cumaya altı gün var, beş var…

Cumadan önce, cumadan sonraki gün, derdi.

Bu senesi  bayram, yine Cuma günü idi…

Leylâ’sı cömert… halka  aş yedirirdi.

Bayram günüyse Leylâ, aşını bizzat dağıtıverirdi….

Mecnûn seviniyordu.

Leylâ’sı duvarlı köşkten halkın huzuruna çıkacaktı.

Engeli kalmamıştı.

Sevgilisinin kokusunu alacak, saçlarının rüzgârına yaprak olacaktı. 

Bayram günü geldi.

Sıra olmuş kişiler aşın önüne,  o da onların ardlarına durdu…

Sıra aktı, Mecnûn’a son kepçeler kaldı.

Ancak kapıdaki bekçiler talimat almış, Mecnûn’u içeri sokmamıştı.

Ne yaptıysa onları ikna edemedi.

Dışarıya atıldı.

 Ağladı…ağlayışına da ağladı.

 “Ah Leylâ aramıza koyduğun bu duvarlar yetmedi mi…

Merhamet de etmiyorsun.” 

“Halimi arzedecek bir imkânım da yok, sende beni görmek istemiyorsun” dedi.

Mecnûn, mecburen  yine çölüne döndü.

Serseri ve baygın dolaşırken uyuz kara köpeğe rastladı.

Yanına geldi.. Son demleriymiş.

“Karam” dedi, “seni anlıyorum kaderini bende yaşıyorum.”

 “Ayrılık bizim, yazgımız” dedi.

Kara köpek anlamış gibi güçlükle doğruldu, Leylâ’nın memleketine doğru başını çevirdi…

Bir uluyuşla uludu ki, sessiz bir seda …ama alev gibi… bir şuleye karışıp ah etti.

Sonra, yığıldı kaldı.

Tükenmiş, dert bitmişti.

Mecnûn, aşkından ölen kara köpeği, üstüne bir baş taşı dahi koymadan  gömüvermişti.

Rüzgar alırda götürür.. demedi…

Düşündü… nasıl olsa bedeni cılız, birkaç zaman sonra toprak olur, dedi

Kara köpek sırlandı.

Mecnûn, ” Âşk yolunda sevmek yetmiyor mu, her şey boşu boşuna mı”

Leylâ… Leylâ seni seven kara öldü.

Yüreğin sızlamaz mı?

Nedir bu vefasızlık?

Karam’a köpek olduğu için, değer mi vermedin?

Baksana…öldü, gitti.

Bende gideceğim.

Aramıza bu engelleri koymasaydın…

Sen duvarlar  arkasında… Mecnûn’un çöllerde

Herkes bilse, yahut bilmese.. n’olur

Senden ayrı, uzaktan uzağa”

 

Âşıklar Leylâ’yı anarlar…

Mecnûn’u da Leylâ ile söylerler.

Ancak Kara köpekten şimdiye kadar hiç bahseden olmadı.

Ah karam, ölmek sana yakışıyor.

Seni  bilmesinler…

Bir köpek olsan da… seni bir bilen var.

Toprak…

Seni candan kucaklar…

Tozunu kendine karıştırır…

Gam etme… Leylâ sormuyor diye…

Savuran rüzgâr, bir gün duvarları aşırıp Leylâ’nın köşküne…oradaki taşlarına yapıştırır.

Öylece kalırsın.

Üzülme, ayrılıkları bitiren ölümü… sen benden önce yaşadın.

İsmail Hakkı Altuntaş

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar