Şeyh Öldü
2 Ağustos 2016
Bir zamanlar bir şeyh
varmış. Celâlli imiş derler. Celâlli melâlli, gam yok. Talebelerinin önünü
çabuk açar, yetmiş yıllık işi yetmiş günde ikmâl eder, bir anda kuş yuvasından
uçsun der gibi aceleciydi.
Talebelerde vefalı olan
az olur derler, onunda yetiştirdikleri şeyhlerini birden beğenmez olmuşlar.
Şöylenin böylenin olmazsa olmazında kalmışlar.
Şeyh, iyi adamdı,
canımadamdı, onlara tuzak kurmazdı. Fakat talebeleri ona erken tuzak kurdular.
Çünkü talebe yetişmek için girer bir yola, o da olmanın peşindedir. Olmak ve
olmamak tercihinde, nefse hoş olanı bulmak fıtratından ayrılığı gözlemişlerdi.
Şeyhin öğretmediği bir
ince yolu vardı. Onu yalnız o bilirdi. Öylede gerekliydi. Tabutunda saklı
duranı kim bilirdi ki?
Talebeler olduk gölgesinde,
kendi başlarına kaldılar. Ayrılmışlardı. Aldatan ayrılık değil, yolun çok geniş
ve kolay oluşuydu. Bilmiyorlardı, bol gibi görünenin geleceği dardı, duymuş
olsalar da unutmuşlardı..
Talebeler şeyhe ölmüş
dediler. Ölmese de öldürmüş gibi.
Her şeyi öğrendik, o da
uyuyor, fazla bildiği neydi ki? dediklerini şeyh duyardı, bir şey söylemezdi.
Ancak bir gün şeyh ölmüş denilen sözle gitmişti. Nerde kaldı o güzel imalar,
hoş sözler, göz önünde ayan, cahile saklı sırlar. Hepsi bitmiş birden
tükenmişti. Kaldılar. Yalnız kaldılar. Onların yolu karardı. Sancıları arttı,
dindirecek bir söz söyleyenleri de kalmamıştı.
İşin garip tarafı
hayvanlar da ağladı. Eşekler bile “Şeyh öldü, şeyh öldü.” dediler.
Bir daha gelir mi
umuduyla bekleyenleri olsa da, şeyh bir ölüşle ölmüş idi.
Şeyh öldü.
Ebedi yaşayacakmış
zannettikleri şeyh öldü.
Bitmeyen sonsuzlukta
güller ve dikenlerle olsan, bülbülsüz bahçenin neşesi kalır mı?
Şeyh öldü.
Şeyhin hatırası
tozlandı, külünü rüzgârlar savurdu. Gelmemiş gibi, kalmamış gibi.
Talebeler üzüldü. Belki
buluruz. Bir başka şeyh diye, aramaya gittiler. Ne bulsunlar buldukları asıl
şeyhlerinden kalmış ve çalınmış bir mirasın parçalarıydı. Tamı varken, olur mu
parçalar ile idare etmek. Fırsat varken kaçırmak.
Şeyh öldü veya ölmedi,
ne önemi var ki. Onlar şeyhin yolunda değillerdi.
Aradılar, bulmak için
çok uğraştılar. Düşünüyorlardı, belki şeyh yerinde kuyusunda oturuyordu.
Gitmeliydi. Ancak kuyu korkunç bir karanlık içindeydi. Yanına gitmek mi? Hangi
cesaretle, önceden ışık vardı, yardımda. Şimdi ise hepsi kaybolup gitmişti.
Öldü dedikleri şeyh ölmüş olsa belki daha iyiydi. Bu ayrılık ise ölümden beter
idi. Geçekten şeyh ölmemişti. Ancak var mı, yok mu arasında bir yerdeydi.
Ağla sen, gül sen,
değişen bir şey yok, şeyh durmuş, ölmüş çok mu önemliydi.
Herşey bir rüya.
Uyandığında dört duvar
ve karşıda duran bir saat ve başı ağrıyan bir beden vardı. Talebe kalktı,
pencereyi açtı. Düşündeki şeyh ölmüştü. Ötesindeki ise o şeyh duruyordu. Her
zaman olduğu gibi bir daha gitmeyeceğim, gelmeyeceğim, diye karar verdiği
canımadam gerçekten ölmüş müydü? Bir ses duyuyordu. Ötelerden gelen….
İsmail Hakkı Altuntaş
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar