Dokuz Sayısının Sırrı
Eski Türklerde dokuz, kutsal ve önemli bir sayıdır.
Türk kağanlarının dokuz tuğu bulunurdu. Osmanlı
Türklerinde de görülen, verilen armağanın dokuz sayısı ile ölçülmesi geleneği
çok eskilere dayanır.
‘‘Dokuz’’ kelimesinin Eski Türkçedeki söylenişi tokuz’dur. Eski Türk
boylarının kimilerinin adlarında dokuz sözcüğü geçer.
Mesela; Tokuz Oguz (Dokuz
Oğuz), Tokuz Ogur (Dokuz Ogur),
Tokuz Tatar (Dokuz Tatar).
Dokuz sayısı, Türkler’in destanlarında da çokça geçer:
dokuz ağaç, dokuz boy, dokuz dallı ağaç, dokuz dev, dokuz felek, Dokuz Oğuz
gibi.
“Rivayetlere göre Ahmed Yesevi kuddise sırruhu’l-azîz dergâhında
yetiştirildikten sonra Hind kıtasından İdil boylarına, Çin seddinden Tuna
kenarlarına kadar uzanan geniş bir coğrafyaya tebliğ ve irşad göreviyle
gönderdiği dervişlerinin sayısı doksan dokuz bindir. Bu doksan dokuz bin rakamı, sayı olarak tam tamına olmasa bile çokluğu
ifade etmesi yönünden gerçeğe işaret eder.”[1]
Sonuç olarak dokuz ve dokuzun katları olan doksan, dokuz
yüz, dokuz bin sayıları Türk kültüründe önemli bir yere sahiptir. Bu sayılar,
kutsal olan varlıklar için kullanıldığı gibi kahramanlar için de
kullanılmıştır. Ayrıca Türkler’in önemli kutlama günlerinin tarihlerinde de
dokuz sayısına rastlarız. Devlet yönetimine de işleyen dokuz sayısı coğrafi
adlarda da görülmüştür.
Kimi tarihçiler Türkler’in atası olan Yafes’in oğullarını
da dokuz sayarlar. Bundan dolayı Türkler uğur dileyerek dokuz üzerine
hesaplarını yaparlar.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin şeriatına
uygun olarak da ‘‘dokuz’’ sayısının öteki sayılara üstünlüğü açıktır. Çünkü
Allah Teâlâ’nın güzel adları doksan dokuzdur ki, dokuz ondan ve dokuz birden meydana gelmiştir. Âlemlerin
sayısı on sekiz bindir.
Ashabın arasında yapılan derecelendirmede dokuz tabakadan oluşur.[2]
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin nübüvveti
tamamlandığı zaman eşlerinin sayısı
dokuz idi.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin savaşlarda
kullanmak üzere 9 kılıcı, 7
zırhı, 6 yayı, 2 kalkanı, 5 mızrağı, 2 miğferi vb. silâh ve teçhizatı vardı.[3]
Rasûlüllah
sallallâhü aleyhi ve sellem 12 yıl 5 ay 13 gün Mekke’de, 9 yıl 9 ay ve 9 gün Medine’de olmak üzere toplam 23 yıl
peygamberlik yapmıştır.[4]
Dokuz sayısının İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Efendi
Hazretlerinin hayatında önemli bir yer tuttuğunu, hatim hocası olan Mesudiyeli
Cavit Kayhan’ın banttan kendi sesinden bizzat dinlediğimiz menkabeden duyduk.
Menkabe şöyledir.
“Bir
tarihte İstanbul’a Şeyhime harçlık olarak dokuz
altın gönderdim. Şeyh Efendimde birinin dokuz altın borcuna kefil olmuş.
Kefalet parası için dokuz altın istendiği an bizim gönderdiğimiz dokuz altının
havalesi eline gelmiş. Şeyhim bu halden gayet memnun ve mesrur olmuşlar. Âlem-i
vakıada (manevi halde) iki elini kaldırmış ve bir parmağının kapalı olduğunu gördüm.
Emanet yerini buldu. Dokuz parmak dokuz altın olduğu işareti ile emanet yerini
bulmuş olduğunu kabul ettim.
Bu arada
ziyaret arzusu gönlümü yaktı ve ziyarete teşebbüs ettim. Veznedarım, yanımdaki
arkadaşın elide eğri (hırsızlık halleri olan) acil durumda parayı sayıp teslim
etme mümkün olmadı. O zaman seferi zamanı (1.Dünya
Savaşı) olduğundan bir lira için bir adam asılıyordu.
Arkadaşa;
“Ben Şeyhimi ziyarete
gidiyorum. Senin vicdanına bırakıyorum” dedim.
Maaşım üç altın idi. Birinden üç altın daha aldım. Ziyarete
niyetlendim. Bende gidiyorum diyenlerle dokuz
arkadaş olduk. Karda kışta vasıta yok. Samsun’a yaya geldik. Vapura bindik.
Vapur lebaleb (çok kalabalık) dolu oturacak bir yeri ancak kademhaneler
(tuvalet) yanında bulduk. Ve orada İstanbul’a geldik. Şeyhimi ziyarete
gidiyorum diye oranın husumeti (kötü kokusu) bana misk-ü amber gibi geldi.
İstanbul’a geldik. Dokuz gün kaldık
ve yolcu olduk. Bu gidiş gelişimiz mecbûri ve mebrur idi.
“Gardaşlarım! Sizi buraya
getirip götüren o gidişimizdir. Ne oldu ise, o gidişimizde oldu. İşte şeyh
sevgisi ve nişanı olan dokuz altın, dokuz arkadaş, dokuz gün
ziyaret ve dokuz gün yolculuk; dört dokuz bir araya geldi. Bunun
manası Ciharyâr Güzin (Dört Halife radiyallâhü anhüm) gelmeleri ile kırka buluğ (ulaştı) etti.
Bunun sırrı kitaplara sığmaz.”
[1] Hz. Sultan Hoca Ahmed Yesevi kuddise sırruhu’l-azîz Divan-i
Hikmet, TDV Yayınları, 2003, s.3
[2] İslâm’ın yayıcısı ve müjdecisi muhterem Rasûlüllah sallallâhü
aleyhi ve sellem olduğu için onun sohbet şerefine erenler, müslümanlar arasında
büyük bir kıymet ve itibara sahiptir. İşte ashab dediğimiz kimseler, ümmetin bu
bahtiyarlarıdır. Ancak ashâbında derecesi bir değildir. Bu derece, onların
kendi kişiliklerine ait faziletlere, İslâm’a ettikleri hizmete ve İslâm’ı
kabul hususundaki sıralarına göredir.
Buna göre Ashab mertebelerine göre dokuz tabakaya
ayrılmıştır.
Birinci tabaka: cennetle müjdelenen on kişi, bütün ashabtan üstündür. İlk dört
halife, yâni Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali, Hz. Talha, Hz.
Zübeyr, Hz. Sa’d, Hz. Saîd, Hz. Abdurrahman ve Hz. Ebû Ubeyde radiyallâhü
anhüm.
İkinci Tabaka: Hz. Ömer radiyallâhü anh’ın İslâm
olmasından sonra müslümanlığı kabul edenler oluşturur.
Üçüncü Tabaka: Akabe’de ilkönce biat eden Ensar,
Dördüncü Tabaka: Akabe’de ikinci kez biat eden Ensar.
Beşinci Tabaka: Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve
selleme hicretinde Küba’da yetişen Muhacirler.
Altıncı Tabaka: Bedir savaşında bulunan Muhacirler ve Ensar.
Yedinci Tabaka: Bedir Savaşıyla Hudeybiye Seferi arasında hicret edenler.
Sekizinci tabaka: Şecere-i Rıdvan (Hoşnutluk ağacı) altında biat eden Ashab.
Dokuzuncu Tabaka: Hudeybiye Antlaşması’ndan sonra gelen muhacirler.
Bu tabakaların içinde ulu ashabdan bazıları, Suffe Ashabı arasında
seçkin kişiler vardı. Bu kişiler Ashab arasında yiyecek, giyecek gibi şeylerden
veya yatacak yerden mahrum bazı fakirlerdi. Bunlar için her akşam Efendimiz
sallallâhü aleyhi ve sellemin kutlu evinin avlusunda bir sofra kurulur ve
önlerine kavrulmuş arpadan meydana gelen bir kap yemek konurdu. Bunlar,
geceleri Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellemin mescidinin kuzey yanındaki
sofasında yatarlardı. Suffe (sofa) ehlinin sayısı hakkında rivayetler
çeşitlidir. 10, 30, 70, 92, 93, 400 kişiydi diyenler vardır. Bunlar içinde
Medine’de hemşerisi olmayanlar vardı: Bazıları;
Hz. Ebu Zer Gıfârî, Hz. Ebu Saîd Yemenî, Hz. Huzeyfetü’l-Absî, Hz.
Vesîletü’l-Leysî radiyallâhü anhüm,
Bazıları da köle iken müslüman olanlar Hz. Ebu Mevhîbe, Hz.
Ammâr, Hz. Bilâl Habeşi, Hz. Habbâb, Hz. Selman Farisî, Hz. Suheyb Rumî
radiyallâhü anhüm.
Hz. Sa’d bin Ebi Vakkas radiyallâhü anh’ın da bir aralık Suffe ehli arasında bulunmuş olduğunu rivayet
ederler. (AYNÎ, Mehmet Ali, Tasavvuf Tarihi, sadeleştiren H.Rahmi YANANLI,
İstanbul, 2000, s.182)
[3] İbn Kayyım, Zâdu’l-Meâd, 1/120–121.
[4] ÖZDEŞ, Talip, Vahiy ve İslâm Tebliğinin Krono Cetveli, Sivas,
1994, s.7
-----------
Mevlevîlerce kutsal
bilinen 9 ve onun katı olan sayılar, mistik öğretinin âdeta temelini meydan
getirmiştir. Bu inancın temeli, akl-ı küll ile nefs-i küll’ün 9 kat göğü
meydana getirmesine dayanır. Bu göğün hareketiyle 4 unsur oluşmuş ve bütün
bunlardan cansızlar, bitkiler ve canlılar doğmuş, böylece hepsi birden 18
sayısıyla kodlanan kâinat tasavvurunu şekillendirmişlerdir. Bütün bunların
dışında özellikle Mesnevî’nin ilk onsekiz beytinin Mevlânâ kaddese’llâhü
sırrahu’l-azizin elinden çıkmış olması, sayı sembolizminin manevî plandan,
bütün maddî plana yön vermesine sebep olmuştur.
Mesnevî’nin ilk onsekiz
beyti düşünülerek de, onsekiz rakamı üzerinde kutsal bir halka oluşturulmuş
olabilir. Semâ’ya katılan semâ’zenlerin sayısı dokuz veya katları olmalıdır;
kapıdan geçen derviş onsekiz gün hücresinde kapalı kalır; tarîkate yeni sülûk
etmiş bir cân, ilk onsekiz gün üstünde getirdiği elbiseleriyle çalışır; hayderî
cübbesinin yakasına, güğüs hizasına kadar inen ve istivâ denilen iki parmak
eninde dokuz veya onsekiz sıra makine dikişi çekilir; tekbir edilen sikke, Hz.
Mevlânâ kaddese’llâhü sırrahu’l-azizin sandukası altında onsekiz gün kaldıktan
sonra başa giyilir; cezalandırmada bile küstahın arkasına hafif darbelerle
dokuz veya onsekiz değnek vurulurdu. Hulâsa, tarikat içinde sayının söz konusu
olduğu her alanda, bunun dokuz[1],
katları ve özellikle onsekiz olmasına özen gösterilirdi.[2]
Âlemler
yirmisekizdir, kezâ ilâhî mertebeler de
Yirmisekizdir. Bu beyitte Niyâzî-i
Mısrî Efendi ne için Onsekizbin diye söyledi? Şunun için;
Bu
mertebelerin en evvel: “Nur-i Muhammedî” olmak üzere Nefs-i Kül, Tabiat,
Heyûlâ, Arş, Kürsîdir.
Bu altı mertebe manevîdir.
Yirmisekizden çıkarılırsa Yirmiiki kalır. Bunlardan Arş bütün âlemleri kaplamış bir
kubbedir. Muhaddep; yani yumru olan
kısmına arş, muka’ar, yani çukur olan kısmına Felek-i atlas ve
Felek-il burûc denilir. Çukur olan
kısmında hiçbir şey yoktur,
sâdedir, düzdür. Bu iki kürsînin dahi muhaddebi ve maka’arı
var. Bunlar ikişerden dört eder, kezâ yirmiikiden çıkarılınca onsekiz
kalır. Anın için Mısrî Efendi onsekiz
âlem dedi. Kürsînin çukur kısmına Felek-il menâzil ve Felek-i mükevkep dahi
denilir. Felek-il menâzilde ise kamer (ay) bulunmaktadır. Semâda görülen
yıldızların hepsi bu Felek-i mükevkeptedir.
Çeşit cihetiyle onsekiz asıldır.
İşte onsekizbin âlemi ki, bunlar
ilâhî mertebelerdir. Bunları tutan
nedir, Hakk’ın vücûdudur. “Kâf” ve “Nun” ilmi, yani “Kün” ile.
Kur’ânı Kerîmin Yâsin
suresinin son âyetlerinden biri olan:
اِنَّمَا اَمْرُهُ اِذَا اَرَادَ شَيًْا اَنْ يَقُولَ لَهُ
كُنْ فَيَكُونُ “O
Allah Teâlâ bir şeyin olmasını irâde ettimi,
emri “ol” demektir, o da hemen
olur” [3]
buyurulmuştur.
Bu
âlemi dört melek mazharından tutarlar. Bunlar:
Cebrâil aleyhisselâm Mikâil aleyhisselâm,
İsrâfil aleyhisselâm Azrâil aleyhisselâm dır. Çünkü melekler Allah Teâlâ’nın kuvvet
isminin mazharıdırlar. Melekler
mazharlarıyla bu âlemleri tutarlar ve bunlar âlemlerin rükünleridirler
(destek, mesnetleri). Fekat bu mezâhirden zâhir olan
kendisidir, mazharla olunca demek “kâf”
ve “nun” ile “kün” emriyle olur
demektir.
[1]
Dokuz sayısının İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Toprak
Efendi Hazretlerinin (hyt: 1969) hayatında da önemli bir yer tuttuğu
rivayetleri bu sayının ehli tasavvuf tarafından önemli olduğunu açıklamaktadır.
[2]
DURU, Necip Fazıl; Mevlevî Şeyhi
Ağa-zâde Mehmed Dede ve Mesnevî’nin İlk Onsekiz Beytini Şerhi Makale, Bu
makale, Tasavvuf ( yıl: 4, sayı: 11, Temmuz-Aralık 2003, ss. 151-175)
dergisinde yayımlanmıştır.
[3]
Yasin, 82
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar