AKŞEMSEDDİN’İN DİNÎ - TASAVVUFÎ ŞİİRLERİ
Prof.
Dr. Kemal Eraslan
XV. yüzyılın önde gelen ilim ve irfan sahibi ulemasından, mutasavvıf ve
evliyaullahtan Akşemseddin, kaynaklara göre Hicrî 792-Milâdî 1390 yılında
Şam’da dünyaya gelmiştir. Babası Hz. Ebubekir soyundan, Abbasîler devrinde
yaşamış olan ünlü sûfî Şihabeddin-i Suhreverdî’nin ahfadından Şerefüddin
Hamza’dır. Babası ile Anadolu’ya göç edip Amasya’da yerleşen Akşemseddin’in
annesinin bazı kaynaklarda Osmancık’lı gösterilmesinde her halde bir yanlışlık
bulunmaktadır. Akşemseddin’in Arap diyarında Şemseddin veya Mehmed Şemseddin
olarak anıldığı da bazı kaynaklarda kaydedilmiştir.
Akşemseddin klâsik öğrenimini Amasya’da tamamladıktan sonra bir süre
Osmancık medresesine müderris olmuştur. Daha sonra tasavvuf akidesini
benimseyerek kâmil bir mürşit aramış, o sıra Haleb’de büyük bir şöhreti olan
Zeynüddin-i Hâfi’ye intisap etmek üzere Haleb’e gitmiştir. Ancak orada gördüğü
bir rüya üzerine geri dönmüş ve Ankara’ya gelerek zamanın büyük sûfîsi ve mürşidi
Hacı Bayram-ı Velî’ye intisap etmiştir. Hacı Bayram dergâhında sülük erkânını
tamamlayan Akşemseddin, şeyhin halifesi mertebesine yükselmiştir. Bir süre
Beypazarı ve İskilip’ te bulunan Akşemseddin, daha sonra Göynük kasabasına
yerleşerek irşat ve tedrise burada devam etmiştir. Milâdî 1429 yılında şeyhi ve
pîri Hacı Bayram’ın vefatından sonra halife olarak irşat postuna oturmuş ve
tari- katin Bayramiye kolunu devam ettirmiştir.
Fâtih Sultan Mehmed’in dileği ile İstanbul kuşatmasına katılan Akşemseddin,
fethi gerçekleştiren askerin mânevî terbiyesi ve moral gücünün yükseltilmesiyle
meşgul olmuştur. Daha önce İstanbul’u kuşatan Emevî ordusuyla birlikte
kuşatmaya katılan ve şehit düşen Ebâ Eyyub-i Ensarî’nin bilinmeyen kabrini
keşfiyle de mânevî mertebesinin yüceliğini ortaya koymuştur.
Fetihten sonra Göynük’e dönen Akşemseddin, burada Hicrî 863- Milâdî 1459
yılında Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Kabri Göynük’tedir.
Vefatından sonra Bayramiye kolunu Göynük’te dört oğlundan biri olan
Fazlullah, Anadolu’nun diğer şehirlerinde.ise halifeleri devam ettirmişlerdir.
Hakkında biri Emir Hüseyn-i Eııisî’nin, diğeri de Eyüp’lü Müez- zinzade
Abdurrezzak’m olmak üzere iki menakıb - nâme yazılmıştır. Gerek menakıb -
nâmelerde gerek çeşitli kaynaklarda Arapça ve Türkçe pek çok eseri
zikredilmiştir. Bir kısmı henüz ele geçmeyen bu eserlerin adları şöy- ledir :
2. Hall-i müşkilât;
3. Risâletü’n - nûriyye;
4. Def’-i matâ'in;
5. Telhis-i Def’-i matâ’in;
6. Risâle-i Zikrullah;
7. Risâle-i şerh-i ahvâl-i Hacı Bayram-ı Velî;
8. Makamât-ı evliya;
9. Nasihat - nâme-i Akşemseddin
Bu eserlerin bir İdsmı tasavvufa, bir kısmı tıbba, diğerleri ise çeşitli
din ilimlerine aittir.
Akşemseddin’in yukarıda belirtilen’ eserlerinden başka dinî - tasavvuf!
şiirlerinin bulunduğu kaynaklarda zikredilmiş, Osmanlı Müellifleri, Türk
Şairleri gibi eserlerde bazı beyitleri verilmiş ise de, şimdiye kadar bu
hususta yeterli bilgi edinilememişti. Oysa Türkistan’da Ahmed-i Yesevî ile
başlayan, Anadolu’da Yunus Emre ile en mükemmel örneklerini veren dinî -
tasavvufî şiir geleneğini Hacı Bayram-ı Velî gibi halifesi olan Akşemseddin’in
de devanı ettirmesi gayet tabiî idi.
Nihayet Millî Kütüphane müdiresi saym Dr. Müjgân Cunbur’un lütfederek varlığından bize haber verdiği merhum
Fahri Bilge’nin kitapları arasında bulunan bir mecmuada Akşemseddin’in bu
türdeki 45 kadar şiirini tespit edebildik. Genellikle aruz vezniyle yazılmış
olan şiirler, gerek muhteva gerek ifade yönünden oldukça başarılı
ve güzel eserlerdir. İlmî yayıma hazırlamakta olduğumuz bu değerli şiirleri ve
Akşemseddin’in bilinmeyen bu yönünü tanıtmak maksadıyla bu yazımızda altı
tanesini edebiyat araştırıcılarına sunmayı yerinde bulduk. Şiirlerin yer
aldığı yazmayı geniş şekilde tanıtmayı da hazırlamakta olduğumuz yazıya
bıraktık.
I
1 Ölümdür
yârdan ayru zindegânî
Belâdur ansuz olan şâdumânî
2 Belâsı
âşıktın ayruksı olur
Ne bilsün ışkı yok kimseler anı
3 Belâlar âşıka cân râhatıdur
Belâlu kişilerdür kâmurânî
4 Güzîn
itdüm belâsın başum açdum
Habîbün yolma kurbânı cânı
5 Nedür
cân kim yolında minnet idem .
6 Yolında
sâdıkısan Şemsiyâ ger
Buhnur da’vîsine ma’nî kânı
7 İlâhî
lûtfınun pâyânı yokdur
1 Sevgiliden (Hak’tan) ayrı olan dirilik ölümdür; onsuz olan
mutluluk ise belâdır.
2. (Hak) âşıkınm belâsı başka
türlü olur; aşkı olmayan kimseler bunu ne bilsin?
1 (Hak) âşıkma belâlar can rahatlığıdır; gerçek mutluluğa erenler
belâya uğramış kişilerdir.
2 Belâsmı üstün tuttum, başımı açtım; sevgilisinin yoluna kurban
olarak camını sundum.
3 Can nedir ki (Hakk’ın) yolunda esirgeyeyim; vücudumu, hatta iki
cihanı (uğrunda) terk edeyim.
4 Ey Şemsî, eğer (Hak) yolunda sadık isen, onun meselesine mâna
kaynağı bulunur.
5 İlâhi, senin lûtfunun sonu yoktur; kendini bana daimî olarak gizlice
dost kıl.
II
1 Sâkiyâ
gel bizi hayrân eylegil
Ben garîbi ışka mihmân eylegil
2 Derd-i
yârı cân içinde saklaram
Ol kadar kim derde dermân eylegil
3 Işk-ı
ma’şûk gönlümi yağmâladı
Gel benüm karşuma ceylân eylegil
4 Bilmezem
ma’şûk ben mi yoksa sen
Gel benüm müşkilüm âsân eylegil
5 Âşıkısan
ma’şûka ey Şems eğer
1 Ey sâki, gel, bizi hayran eyle; ben garibi
aşka misafir eyle.
2 Sevgilinin derdini can içinde saklarım; o şekilde ki onu derdime derman
eyle.
3 Sevgilinin aşkı gönlümü yağmaladı; karşıma gelip dolaş.
4 Bilmem ki sevilen ben miyim, yoksa sen misin; gel, benim bu müşkülümü
kolaylaştır.
5 Ey Şems, eğer sevgiliye âşık isen, bu sırrı gönlünde sakla!
III
I Düşelden
ten kuyusına gözüm Yûsuf’layın ağlar
Kalup kurbet diyârında gözüm
Ya’kûb’layın ağlar
1 Bana
döştüm belâ saldı meğer inildimi sevdi
Direm “Messeniye’z-zurru” gözüm
Eyyûb’layın ağlar
3 Bu
cân kuşı kafes tende diler uça gide anda
Sanasın batn-ı balıkda gözüm Yûnus’layın
ağlar
4 Ezel
görüp biz işidüp “Terânî” va’desin dostun
Yine görem diyü dün gün gözüm
Mûsâ’layın ağlar
5 Bu
Şemse’d-dîn diler canı içe ol âb-ı hayvanı
Temâşâ eyleye anı gözüm
ırmaklayın ağlar
1 Ten
kuyusuna düşeli beri gözüm Hz. Yûsuf gibi ağlar; kurbet diyarında kalıp gözüm
Hz. Yakup gibi ağlar.
2 Dostum beni belâya saldı, meğer iniltimi sevdi; “Bana zarar (hastalık)
dokundu” (bk. Kur’ân-ı Kerîm, El-Enbiyâ sûresi, 83. âyet) gözüm Hz. Eyyûb gibi
ağlar.
3 Ten kafesinde olan bu can kuşu uçup gitmeği diler; sanasın gözüm
balığın karamdaki Hz. Yûnus gibi ağlar.
4 Ezelde görüp, dostun (Hz. Allah’ın) “Göremezsin” (bk. Kur’ân-ı
Kerîm, El-A’raf sûresi, 143. âyet) vadesini işitip, tekrar göreyim diye gözüm
gece gündüz Hz. Mûsâ gibi ağlar.
5 Bu Şemseddin’in canı ebedî hayat suyunu içmeği diler; onu (Hakk’ı)
seyr eyleye, gözüm ırmak gibi ağlar.
IV
1 Bu
ışkı ben bilmezidüm bu bir aceb sevdâyımış
Bir zerresi ay u güneş bir
katresi deryâyımış
2 Bahşişde
kemter bahşişi bu akl u fehm ü cân u ten
Himmetde ednâ menzili ol çerh-i
heftüm tâyımış
3 Bu
ışkımış varlık kamu eyü yavuz uçmak tamu
Girü kalanı ey amû dek bir kuru
gavgâyımış
4 Geh
yil gibi dönenmiş gâh od olup yananmış
Gâh toz olup tozanmış gâhî yağmur
gâh kayımış
5 Tan
mı eğer Belkîs’e taht ile Süleymân gönllni
Kem nökeri İskender ü kemter kuh
Dârâ’yımış
6 Bu
ışka ders idememiş Ebû Hanîfe, Şâfi’î
Hikmetleri şâgirdi hem ol Bû Alî
Sînâ’yımış
7 Ey
Şemse’d-dîn gel Hüdhüd’e uy kim bulasın ışkı sen
Kim lâ-mekân Kaf’ında ol bir
bî-nişân Ankâ’yımış
1 Ben bu aşkı bilmez idim, acep bir sevda imiş; bir zerresi ay ve
güneş, bir katresi derya imiş.
2 İhsanda en az bağışı bu akıl, anlayış, can ve tendir; himmette en
aşağı menzili o yedi tabaka (kat) gök imiş.
3 Bütün varlık, iyi, kötü, cennet ve cehennem hep bu aşk imiş; ey
amca, geri kalanı sadece boş bir kavga imiş.
4 Bazen yel gibi döner imiş, bazen ateş olup yanar imiş, bazen toz
olup savrulur imiş, bazen yağmur, bazen de bora imiş.
5 Eğer Belkis’e taht ile Hz. Süleyman’ın gönlü verildiyse, şaşılacak
şey mi? Onun en değersiz hizmetçisi İskender, en âdi kulu Dârâ imiş.
6 Ebû Hanîfe ve Şâfi’î bu aşka ders edememiş; hikmetlerinin çırağı o
Ebû Alî Sînâ imiş.
7 Ey Şemseddin, Hüdhüd’e gel ki aşkı bulasm; çünkü Lâ-mekân (mekânsızlık)
Kaf’ında o nişansız bir Ankâ imiş.
V
1 Cânı
terk itmek gerek bu evde cânân isteyen
Kahrı nûş itmek gerek derdine
derman isteyen
2 Ma’şûkun
yolında âşık nâ-murâd olmak gerek
Ma’şûka vasi olmaya hicrinde
pâyân isteyen
3 Ben
ki ma’şûkun rızâsın (isteben) buldum bu gü,n
Sâdıku’l-kavl olmaya küfrine îmân
isteyen
4 Ben
bu sûret milkini kıldım harâb anuniçün
Genci buldısa aceb olmaya vîrân
isteyen .
5 Şems
firâkı ağusın nûş eyle vasl-ı yâr içün
Hâr çevrini çeker şol gül-i
handân isteyen
1 Bu
evde (bedende) sevgiliyi isteyenin canını terk etmesi gerek; derdine derman
isteyenin de kahrı içmesi gerek.
2 Âşıkm sevgilisinin yolunda muradına ermemiş olması gerek; ayrılığının
sona ermesini isteyen için sevgiliye (Hakk’a) kavuşmak mümkün olmaya.
3 Ben ki sevgilinin (Hakk’ın) rızasını isteyerek bu gün buldum; küfrüne
iman isteyen sözüne sadık olmaya.
4 Ben bu suret milkini (maddî varlık) onun için harap kıldım; viraneyi
isteyenin hâzineyi bulmasında şaşılacak bir şey yoktur.
5 Ey Şems, sevgiliye kavuşmak için ayrılık zehrini iç; çünkü açılmış
gül isteyen diken eziyetine katlanır.
VI
I Sinelerin ışk elinden itdi
biryân sûfîler
Dîdelerin hicr elinden kıldı
giryân sûfîler
2 Perde-i nefsi geçüben Ka’be-i
kalbe irüp
Ol haremde nefslerini itdi kurbân
sûfîler
3 Baş
u canlar terk idüben dostlarını gördiler
Şol cemâl-ı lâ-yezâlî cân u cânân
sûfîler
4 Kendülerden
kendülere seyr ü seyrân itdiler
Kendülerde gördiler hem nûr-ı
Yezdân sûfîler
5 Hem
cihânı gördiler kim cümle esmâ zıllıdur
Zılh koyup buldılar hoş dâr-ı
Sübhân sûfîler
6 Ayn-ı
tevhîd açıluban gördiler kim kâinât
Cümle esmâ vü mezâhir zât-ı
Sübhân sûfîler
7 Mâ-sivâyı
terk idüben buldılar ma’şûkların
Pes anunla bâkî kalup itdi cevlân
sûfîler
8 Her
neye kim bakdılarsa gördiler şehlerini
Enfüsî âfâk içre mest ü hayrân
sûfîler
9 Kendülere
âşık oldı fi’l-hakîka kendüler
Pes anunçün kendülere itdi seyrân
sûfîler
10 Câri u cismi çün münevver itdiler envârıla
Dü cihânda oldılar hoş şems-i
tâbân sûfîler
11 Çünki mir’ât oldılar esmâ vü zâta âşikâr
1 Sûfîler, aşk
elinden göğüslerini kebap ettiler; ayrılık elinden de gözlerini ağlayıcı
kıldılar.
2 Sûfîler, nefis perdesinden geçerek kalp Kâbe’sine varıp, o haremde
(kutsal yerde) nefslerini (Hak yolunda) kurban ettiler.
3 Sûfîler,
baş ve canlar terk ederek zevalsiz (sonu olmayan) güzelliğe sahip can ve canan
(sevgili) olan dostlarını (Hakk’ı) gördüler.
4 Sûfîler,
kendilerinden kendilerine dolaşıp (varıp) Hakk’ın nurunu (İlâhî nuru)
kendilerinde gördüler.
5 Sûfîler,
cihanın Hakk’ın isimlerinin gölgesi olduğunu gördüler; gölgeyi terk edip hoş
(bir yer olan) Hakk’ın huzuruna vardılar.
6 Sûfîler, Tevhid (Hakk’ın birliği) gözü açılınca kâinatın tamamen
Hakk’ın zâtının isim ve tecellisinden ibaret olduğunu gördüler.
7 Sûfîler, Hak’tan gayrı olan her şeyi (dünya ile ilgili şeyleri) terk
ederek sevgililerini (Hakk’ı) buldular; onunla ebedî hayata erip cevlan
laldılar (dolaştılar).
8 Nefis ufuklarında mest ve hayran olan sûfîler, her neye
baktılarsa, padişahlarını (Hakk’ı) gördüler,
9 Hakikatte kendilerine yine kendileri âşık oldular, onun için
sûfîler yine kendilerine döndüler.
10 Sûfîler, can ve cisimlerini İlâhî nurla aydınlattılar, iki cihanda
parlak bir güneş haline geldiler.
11 Sûfîler, açık bir
şekilde Hakk’ın zatına ve isimlerine bir ayna oldukları için cihanda Hakk’ın
varlığına delil oldular.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar