İBN MEYMUN’UN ESERLERİNDE İSLAM VE MÜSLÜMANLAR
T.C.
ANKARA
ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL
BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE VE
DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
(DİNLER TARİHİ)
İBN
MEYMUN’UN ESERLERİNDE İSLAM VE MÜSLÜMANLAR
DOKTORA
TEZİ
YASİN
MERAL
T.C.
ANKARA
ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL
BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE VE
DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
(DİNLER TARİHİ)
İBN
MEYMUN’UN ESERLERİNDE İSLAM VE MÜSLÜMANLAR
DOKTORA
TEZİ
YASİN
MERAL
DANIŞMAN
PROF. DR.
BAKİ ADAM
ANKARA
ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL
BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
(DİNLER TARİHİ)
İBN
MEYMUN’UN ESERLERİNDE İSLAM VE MÜSLÜMANLAR
Doktora
Tezi
Tez
Danışmanı: Prof. Dr. Baki Adam
Tez Jürisi Üyeleri
İmzası
Adı ve Soyadı
Prof. Dr. Baki Adam
Prof. Dr. Ahmet Hikmet Eroğlu
Prof. Dr. Halis Albayrak
Prof. Dr. Mehmet Özdemir
Doç. Dr. Nuh Arslantaş
Tez Sınavı
Tarihi: 12.10.2012
İslam kaynaklarında Yahudiler hakkında pek çok bilgi yer
almaktadır. Buna mukabil Yahudi kaynaklarında İslam ve Müslümanlarla ilgili
bilgiler sınırlıdır. İslam kültürüyle temas halinde olan Yahudi bilginler,
diğer Yahudi bilginlere kıyasla eserlerinde İslam’la ilgili bilgilere daha
fazla yer vermişlerdir. Bu bilginler, Kur’an ve hadislere doğrudan atıflarda
bulunmaktadırlar. Ayrıca Yahudi bilginlerin eserlerinde genellikle
Müslümanların Yahudilere yönelttiği eleştirilere cevap verdikleri
görülmektedir. Bunların arasında Saadya Gaon, Yehuda Halevi, Natanel ben
Feyyumî, İbn Meymûn, Şlomo ibn Adret ve Şim‘on ben Tsemah Duran gibi isimler
zikredilebilir. Bu bilginlerden İbn Meymûn, Yahudilerin İslam’a bakışındaki
etkisiyle öne çıkmaktadır.
İbn Meymûn, felsefe ve Yahudi hukuku alanında eserler
kaleme alarak Yahudi kültürü üzerinde çok büyük etkiler bırakmıştır. O, bugün
dahi Yahudiler arasında, mezhep fark etmeksizin, itibar edilen bir bilgindir.
Orta Çağ Yahudi bilginlerinin eserleri incelendiğinde İslam’ın tevhid dini
olduğunu, İbn Meymûn kadar açık bir şekilde vurgulayan bilgin yoktur. İslam’la
ilgili hükümler, ilk defa onun tarafından açık ve net bir şekilde
belirtilmiştir. Bu çerçevede İbn Meymûn’un, dönüm noktası olduğu görülmektedir.
Onun İslam’la ilgili düşünceleri daha sonraki dönemlerde Yahudilerin İslam
algısının oluşmasında temel teşkil etmiştir. Bu durum, günümüze kadar etkisini
devam ettirmiş ve günümüz Yahudilerin İslam algısı İbn Meymûn’un görüşleri
üzerinden şekillenmiştir. Günümüzde İsrail, Avrupa ve Amerika’da yaşayan Yahudi
dini liderler ve akademisyenler İslam’la ilgili konularda İbn Meymûn’un
düşüncelerini esas almaktadırlar. Bu nedenle Yahudilerin İslam algılarının
kökenini kendi kaynaklardan öğrenmek ve araştırmacıların dikkatine sunmak için
İbn Meymun’un İslam ve Müslümanlar hakkındaki düşüncelerini tez konusu olarak
seçtik.
Tez, giriş ve dört bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde,
metod, kaynaklar ve Orta Çağ İslam toplumunda Yahudilerin durumu ele
alınmıştır. Ayrıca Orta Çağ Yahudi bilginlerinin eserlerinde İslam ve
Müslümanlarla ilgili anlayışlar ortaya konmuştur. Tezin birinci bölümünde, İbn
Meymun’un hayatı, eserleri ve Müslümanlarla olan ilişkisi incelenmiştir. Bu
bölümde İbn Meymun’un Müslüman filozoflardan hangi konularda etkilendiği
araştırılmış ve Müslüman olduğuna dair iddialar analiz edilmiştir. Tezin ikinci
bölümünde, İbn Meymun’un eserlerinde Hz. Muhammed hakkında yer alan bilgiler
irdelenmiştir. Bu bölümde öncelikle İbn Meymun’un eserlerinde Hz. Muhammed için
kullanılan sıfatlar tespit edilmiş, daha sonra Tevrat’taki beşâirü’n-nübüvve
iddialarına İbn Meymun’un cevapları incelenmiştir. Son olarak, İbn Meymun’un
Hz. Muhammed’in peygamberliği konusundaki değerlendirmeleri tartışılmıştır.
Tezin üçüncü bölümü, İbn Meymun’un eserlerindeki İslamî
kavram ve değerleri konu edinmektedir. Bu bölümde, İbn Meymun’un eserlerinde
geçen İslam, Kur’an ve bazı fıkhî terimler incelenmiştir. Bu bölümde ayrıca İbn
Meymun’un, İslam’ın statüsü, Tevrat’ın tahrifi, Kâbe ve hac uygulamaları
konusundaki görüşleri ele alınmıştır. İbn Meymun’un Müslümanlara bakışının ele
alındığı dördüncü bölümde, önce İbn Meymun’un Müslümanlar için kullandığı
terimler incelenmiştir. Daha sonra onun Araplar, İslamî yönetimler ve Türkler
hakkındaki düşünceleri tartışılmıştır.
Doktora tez çalışmam sırasında farklı açılardan desteklerini
gördüğüm bazı kişilere teşekkür borçluyum. Öncelikle tezin her aşamasında
desteğini gördüğüm danışman hocam Prof. Dr. Baki Adam’a teşekkür ederim.
Orijinal kaynakların kullanılmasındaki katkılarından dolayı Dr. Uri Melammed’e
teşekkür borçluyum. Çalışmam sırasında beni teşvik eden hocalarım Prof. Dr.
Ahmet Hikmet Eroğlu’na, Prof. Dr. Halis Albayrak’a, Prof. Dr. Abdurrahman
Küçük’e, Prof. Dr. Mehmet Katar’a, Prof. Dr. Ali İsra Güngör’e, Prof. Dr.
Durmuş Arık’a teşekkür ederim. Ayrıca tezi okuyarak önemli katkılarda bulunan
Doç. Dr. Salime Leyla Gürkan,Dr. Necmettin Pehlivan, Dr. Mehmet Alıcı, Dr. Esra
Gözeler, Dr. Eldar Hasanov ve Dr. Mehmet Kalaycı’ya teşekkürü borç bilirim.
ÖNSÖZ...................................................................................................................... i
KISALTMALAR....................................................................................................... v
GİRİŞ....................................................................................................................... 1
I.
Metod
ve Kaynaklar........................................................................................... 1
A-Araştırmanın
Metodu....................................................................................... 1
B-Kaynaklar......................................................................................................... 2
II-
Orta
Çağ İslam Toplumunda Yahudiler......................................................... 17
III-
Orta
Çağ Yahudi Kaynaklarında İslam ve Müslümanlar.............................. 25
A.
Anonim
Kaynaklar...................................................................................... 25
B.
Saadya
Gaon............................................................................................... 29
C.
Yehuda
Halevi............................................................................................ 33
D.
Natanel
ben Feyyumî.................................................................................. 37
E.
Şlomo
ibn Adret......................................................................................... 40
F.
Şim‘on
ben Tsemah Duran......................................................................... 45
I.
BÖLÜM................................................................................................................ 51
İBN MEYMÛN’UN HAYATI, ESERLERİ VE MÜSLÜMANLARLA
İLİŞKİSİ . 51
I.
Hayatı
.............................................................................................................. 51
II.
Eserleri............................................................................................................ 58
A.
Dinî-Felsefî
İçerikli Eserler........................................................................ 58
B.
Tıpla
İlgili Eserler....................................................................................... 70
III.
Müslüman
Bilginlerin İbn Meymûn Üzerindeki Etkisi................................ 76
IV.
İbn
Meymûn’un Müslüman Olduğuna Dair İddialar.................................... 92
II.
BÖLÜM.............................................................................................................. 98
İBN MEYMÛN’UN
ESERLERİNDE HZ. MUHAMMED..................................... 98
I.
İbn
Meymûn’un Hz. Muhammed için Kullandığı Sıfatlar.............................. 100
A.
Meşuga...................................................................................................... 100
B.
Pasul.......................................................................................................... 104
C.
Şahs/ha-İş.................................................................................................. 106
D.
Yişmaelî.................................................................................................... 107
E.
Pulonî........................................................................................................ 108
F.
Meliku’l-Arab........................................................................................... 109
II.
Beşâirü’n-Nübüvve
ve İbn Meymun’un Görüşleri........................................ 110
A.
Goy
Gadol................................................................................................. 114
B.
Bim’od
Meod............................................................................................ 115
C.
Hofia
mi-Har Paran................................................................................... 119
D.
Navi
mi-Kirbeha me-Aheyha.................................................................... 121
III.
Peygamberlik
Vasıfları Bağlamında Hz. Muhammed................................ 128
III.
BÖLÜM........................................................................................................... 141
İBN MEYMÛN’DA İSLAMÎ
KAVRAM VE DEĞERLER................................... 141
I.
İbn
Meymun’un Eserlerinde İslamî Terimler................................................ 141
A.
İslam.......................................................................................................... 141
B.
Kur’ân....................................................................................................... 142
C.
Diğer
Terimler.......................................................................................... 144
II.
Kâbe
ve Hac ile İlgili Görüşleri................................................................... 150
III.
İslam’ın
Statüsü ile İlgili Görüşleri............................................................. 158
IV.
Tevrat’ın
Tahrifi ve Neshi ile İlgili Görüşleri............................................ 165
V.
İbn
Meymûn’a göre Allah Kelimesinin Kutsallığı..................................... 173
IV.
BÖLÜM........................................................................................................... 176
İBN MEYMÛN’A GÖRE
MÜSLÜMANLAR....................................................... 176
I.
Yahudilikte
Yahudi Olmayanlar İçin Kullanılan Kavramlar........................ 176
II.
İbn
Meymûn’un Müslümanlar için Kullandığı İfadeler............................... 182
A.
Yişmaelîm................................................................................................. 183
B.
Muslimûn.................................................................................................. 186
C.
Hagrîm...................................................................................................... 187
D.
Milletü’l-İslam/Milletü Yişmael................................................................ 188
E.
Bney
Ketura.............................................................................................. 190
F.
Poş‘ey
Yisrael / Riş‘ey Yisrael................................................................. 191
III.
İbn
Meymun’un Müslüman Araplar ve Yönetimlerle İlgili Görüşleri....... 193
A.
Müslüman
Arap Toplumuyla İlgili Görüşleri........................................... 193
B.
Müslüman
Arap Yönetimleriyle İlgili Görüşleri...................................... 198
IV.
İbn
Meymûn’un Eserlerinde Türkler........................................................... 205
SONUÇ.................................................................................................................... 210
BİBLİYOGRAFYA................................................................................................. 213
ÖZET........................................................................................................................ 246
ABSTRACT............................................................................................................. 247
AÜİFD: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi
Bkz. : Bakınız
c. : Cilt
çev. : Çeviren
DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi
DTCF: Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
ed. : Editor
EJ: Encyclopedia Judaica
Fak.: Fakültesi
HUCA: Hebrew Union College Annual
IOS: Israel Oriental Studies
İSAM: İslam Araştırmaları Merkezi
İSTEM: İslam, Sanat, Tarih, Edebiyat ve Musiki
Dergisi
JQR: The Jewish Quarterly Review
MGWJ: Die Monatsschrift für Geschichte und
Wissenschaft des Judentums
ö. : Ölüm Tarihi
PhD: Philosophy of Doctor
s. : Sayfa
SBE.: Sosyal Bilimler Enstitüsü
ss. : Sayfadan sayfaya
t. y. : Tarih
yok
tahk. : Tahkik eden
TB: Talmud Bavli
trans.: Translated
Üniv. : Üniversitesi
vb. : Ve benzeri
vol.: Volume
Yay.: Yayınları
ZDMG: Zeitschrift der Deutschen
Morgenlandischen Gesellschaft
Araştırmamızda orijinal metinlerin kullanılması,
mektupların bağlamı, farklı edisyonların karşılaştırılması, Yahudi geleneğinin
öncelik hakkı, Rabbanî geleneğin esas alınması ve kavramların kullanımı
metodolojik prensipler olarak benimsenmiştir.
Orijinal Metinlerin Kullanılması: İbn Meymûn’un eserleri
tezin temel kaynaklarını oluşturmaktadır. Tez boyunca İbn Meymûn’un konumuzu
ilgilendiren bütün eserlerinin orjinal metinleri kullanılmıştır. Konuyla ilgili
diğer kaynakların da asıl metinlerine başvurulmuştur. Ancak Aramice metinler
başta olmak üzere gerekli görülen yerlerde İngilizce tercümelerden
yararlanılmıştır.
Mektupların Bağlamı: İbn Meymûn’un birçok mektubu günümüze
ulaşmıştır. Bunlarda bazen birbiriyle çelişkili gibi görülen ifadelere
rastlanmaktadır. Bazı mektuplarda onun Müslüman toplum ve yönetimlerle ilgili
farklı değerlendirmelerde bulunduğu görülmektedir. Bunun temel sebebi, bu mektupların
farklı zaman dilimlerinde ve farklı kişilere hitaben yazılmış olmasıdır.
Tezimizde kullanılan bu mektuplar, yazılış amaçları ve muhatap kitleleri
dikkate alınarak değerlendirilmiş ve yorumlanmıştır.
Farklı Edisyonların Karşılaştırılması: İbn Meymûn’un bazı
eserlerinin birçok edisyonu yapılmıştır. Bu edisyonlar arasında bazen çok bariz
farklar bulunmaktadır. Bu yüzden araştırmamız boyunca İbn Meymûn’un eserlerinin
bütün edisyonlarını görmeye çalıştık. Özellikle tezin içeriğiyle ilgili olarak
en fazla malzemeyi barındıran Iggeret Teyman (Yemen Mektubu) adlı mektup
iki farklı edisyon karşılaştırılarak kullanılmıştır.
Yahudi Geleneğinin Öncelik Hakkı: Orta Çağ Yahudi
geleneğinin İslam kültüründen etkilendiği tartışma götürmez bir gerçektir. Bu
etkilenmeleri tespit sırasında bazen isabetsiz yargılara varılabilmektedir.
Örneğin İbn Meymûn’un İslamî gelenekte kullanılan bir kavrama benzer bir ifade
kullanması, onun bu kavramı İslam’dan aldığı anlamına gelmez. Zira söz konusu
ifadenin İslam’dan önce derlenen Mişna ve Talmud’da da geçiyor olması
muhtemeldir. Bu yüzden bu gibi hususlarda ihtiyatlı davranılarak önce kavramın İslam
öncesi Yahudi kaynaklarında bulunup bulunmadığı araştırılmış, daha sonra İslam
etkisi olup olmadığına karar verilmiştir. Bu hususta alanın uzmanı Yahudi
araştırmacıların konuyla ilgili değerlendirmeleri dikkate alınmıştır.
Rabbanî Geleneğin Esas Alınması: Tez boyunca Yahudi
geleneği ile ilgili bilgiler, Rabbanî gelenek esas alınarak verilmiştir.
Örneğin “Yahudi inancına göre Hz. Muhammed peygamber olarak kabul edilmez.”
veya “Yahudilikte yazılı Tevrat’ın yanında Sözlü Tevrat da vahiy mahsulu kabul
edilmektedir.” gibi cümlelerde Rabbanî geleneğin görüşü esas alınmıştır. Orta
Çağ Yahudi mezheplerinden Samirîler, Karaîler ve İsevîyye gibi diğer Yahudi
fırkaları bu tür değerlendirmelerde dikkate alınmamıştır.
Kavramların Kullanımı: Ülkemizde İbranice kaynaklara dayalı
Yahudilik araştırmalarının başlamasından bu yana kavramların kullanım ve
yazımıyla ilgili sorunlar ortaya çıkmaya başlamıştır. İbranice kavramlar, bazen
İngilizce transkripsiyonları esas alınarak, bazen de İbranice telaffuzları esas
alınarak yazılmaktadır. Hahambaşılık tarafından yayınlanan kitaplarda ise
Türkiye Yahudilerinin geleneğine has yazım usulü takip edilmektedir.[1] Tezimizde
İbranice kavramlar, telaffuzları esas alarak kullanılmıştır; rabbinik yerine rabbanî,
Tanakh yerine Tanah, halakha yerine halaha şeklinde yazılması
gibi.
İbn Meymûn, ilim geleneğinden gelen bir ailenin üyesi
olarak genç yaşta eserler üretmeye başlamıştır. O, Yahudi geleneğini derinden
etkileyen Mişne Tora ve Delâletü’l-Hâirîn gibi hacimli
eserlerinin yanı sıra birçok risale, fetva ve mektup kaleme almıştır.[2] Onun
eserlerinin neredeyse tamamı günümüze ulaşmıştır. Bununla birlikte zaman zaman
Geniza dokümanları[3] arasında İbn
Meymûn’a ait olup daha önce hiç bilinmeyen metinler de ortaya çıkmaktadır. Bu
yeni metinler alanın uzmanları tarafından araştırmacıların dikkatine
sunulmaktadır.
İbn Meymûn’un en önemli eseri Mişne Tora’dır. Mişne
Tora, İbn Meymûn’un Yahudi hukuku alanındaki başyapıtıdır. Bu eser, Hz. İsa
ve Hıristiyanlıkla ilgili olumsuz ifadelerinden dolayı, Orta Çağ’da Kilise
tarafından sansüre tabi tutulmuştur. Bu eserin sansürsüz edisyonları son
dönemde yaygınlaşmıştır. Bu yüzden daha önceki akademik çalışmalarda sansürsüz
edisyonlardan alıntı yapıldığı özellikle vurgulanmıştır.[4] Son dönemlerde Mişne Tora’nın
sansürsüz pek çok basımı yapılmış ve bu sorun ortadan kalkmıştır. Bunlar
arasında Şabtay Frankel[5], Yosef Kafih[6], Yitshak
Şilat[7] ve Yohay
Makbili[8] tarafından
yapılan çalışmalar zikredilebilir. Bu edisyonların yanında machon-mamre
isimli internet sitesinde Mişne Tora’nın sansürsüz metni yer almaktadır.
Çalışmamızda Yohay Makbilî tarafından yapılan edisyon ile www.mechon-mamre.org sitesindeki Mişne Tora metni kullanılmıştır.
Tezimizle ilgili önemli malzemeler içermesi sebebiyle bu esere sıkça müracaat
edilmiştir.
İbn Meymûn’un bir başka önemli eseri Şerhu’l-Mişna'’dır.
O, bu çalışmasında Mişna’da müphemlik olduğunu düşündüğü konuları izah etmiş,
ayrıca Mişna bölümlerine giriş mahiyetinde uzun mukaddimeler kaleme almıştır.
Bu mukaddimelerden en meşhuru, Avot bölümüne yazdığı Semâniye Fusûl’dür.
Bu mukaddimenin müstakil pekçok baskısı yapılmış ve üzerine birçok şerh
yazılmıştır. Yitshak Şilat, sadece bu mukaddimelerin Judeo-Arabic (İbrani
harfleriyle Arapça) metinlerinin edisyonlarını yaparak Hakdamot ha-Rambam
(İbn Meymûn’un Mukaddimeleri) adıyla bir kitapta toplamıştır.[9] Mukaddimeler
de dâhil olmak üzere Şerhu’l-Mişna'’nın tamamının Judeo-Arabic tek
edisyonu ise Yosef Kafih tarafından yapılmıştır.[10] Tezimizde Kafih ve Şilat
edisyonları kullanılmıştır.
İbn Meymûn’a ait bir diğer eser kelâm alanındaki başyapıtı Delâletü’l-
Hâirîn’dir. Bu eserin Judeo-Arabic ilk edisyonu, Salomon Munk tarafından
hazırlanmıştır.[11] Onu takip
edisyon ise büyük ölçüde Munk edisyonuna dayanarak Isaac Joel tarafından
yapılmıştır.[12] Delâletü’l-Hâirîn
daha sonra Yosef Kafih tarafından Judeo-Arabic orijinal metin ve İbranice
tercümesiyle birlikte yayınlanmıştır.[13] Delâletü’l-Hâirîn’in
Arap harfleriyle tahkiki ise Hüseyin Atay tarafından yapılmıştır.[14] Atay’ın bu
tahkiki Yahudi ilim çevreleri tarafından da itibar görmektedir. Tezimizde Delâletü’l-Hâirîn’in
Hüseyin Atay tarafından yapılan edisyonu kullanılmıştır.
İbn Meymûn’a ait diğer bir eser de Sefer ha-Mitsvot
(Kitâbu’l-Ferâiz)’tur. İbn Meymûn, Yahudilikteki 613 emri düzenlediği bu
eseri, Mişne Tora adlı eserine giriş olarak hazırlamıştır. Eserin
Judeo-Arabic tek edisyonu, Yosef Kafih tarafından yapılmıştır.[15] Kafih, bu
edisyonda hem Judeo-Arabic metin hem de İbranice tercümeyi bir arada
vermektedir.
İbn Meymûn’un fetvaları ile ilgili birçok eser kaleme
alınmıştır. Iggerot, Şeelot u-Teşuvot[16], Kovets
Teşuvot ha-Rambam ve Iggerotav[17] ve Teşuvot ha-
Rambam[18] bu türün en önemli
eserlerdendir. İbn Meymûn’un fetvalarının orijinal metinleri ise Joshua Blau
tarafından Teşuvot ha-Rambam adıyla yayınlamıştır.[19] Blau, bu
çalışmasında fetvalarla ilgili nüsha farklılıklarını ve İbn Meymûn’un Mişna ve
Talmud’dan yaptığı alıntıların Yahudi kaynaklarındaki yerlerini de vermiştir.
Tezimizde Blau tarafından hazırlanan Teşuvot ha-Rambam adlı edisyon esas
alınmıştır.
İbn Meymûn’un mektupları da tezimiz açısından önemlidir. O,
çeşitli vesilelerle pek çok mektup kaleme almıştır. Bu mektupların edisyonları
da yapılmıştır. Bunlardan en önemlileri David Baneth[20], Mordehay Rabinovitz[21], Yosef Kafih[22] ve Yitshak
Şilat’a[23] ait
edisyonlardır. Bu edisyonlar, mektupların bazısının orijinal metnini, bazısının
da İbranice tercümelerini içermektedir. Bunlar arasında Şilat edisyonu, en son
ve en muteber edisyondur. Şilat çalışmasında, İbn Meymûn’un Yemen mektubu başta
olmak üzere Iggeret ha-Şemad, Thiyat ha-Metim ve İbn Tibbon’a gönderdiği
mektup gibi uzun mektuplarına yer vermektedir. Tezimizde Şilat tarafından
yapılan Iggerot ha-Rambam adlı edisyon kullanılmıştır.[24]
İbn Meymûn’un Yemen Mektubunun müstakil edisyonu da
yapılmıştır. Yemen Mektubu, hem orijinal Judeo-Arabic metin hem de Orta Çağ’a
ait İbn Tibbon, Nahum ha-Maaravi ve Abraham ibn Hasday tercümeleri ile birlikte
basılmıştır.[25] Bu edisyon
Yahudi akademi çevrelerinde en muteber edisyon olarak kabul edilmektedir.
Çalışmamızda Yemen Mektubu’nun bu edisyonu esas alınmış ve mektubun Şilat
tarafından hazırlanan diğer Judeo-Arabic edisyonu ile karşılaştırılarak
kullanılmıştır.
b.
İbn Meymûn ve
Yahudilerden Bahseden Orta Çağ İslam Kaynakları
Orta Çağ’a ait İslam tarihi kaynakları, İbn Meymûn’un
hayatı ve Yahudilerin İslam toplumundaki yaşamları ile ilgili önemli bilgiler
sunmaktadır. Nakledilen bilgilerden en ilginç ve kayda değer olanı, İbn
Meymûn’un Müslüman olduğu bilgisidir. Bu eserlerin yazarlarının İbn Meymûn’un
çağdaşı veya hemen sonraki dönemlerde yaşamış olması kaynak olma değerlerini
artırmıştır.
İbn Meymûn’un Müslüman olduğuna dair bilgilere yer veren
kaynaklar; İbnü’l-Kiftî’nin (ö. 1248) İhbâru’l-ülemâ[26] [27] [28],
İbnü’l-Adim’in (ö. 1262) Buğyetu’t- Taleb fî Târihi Haleb21,
İbn Ebi Usaybia’nın (ö. 1270) Ûyûnu’l-Enbâ’fî Tabakâti’l- Elıbbn’23,
Zehebî’nin (ö. 1348) Târihu’l-İslam ve Vefâyâtu’l-Mesâhir ve’l-A‘lâm[29], Safedî’nin (ö. 1363) Kitâbu’l-Vâfi
bi’l-Vefâyât[30] [31],
Kütübî’nin (ö. 1363) Fevâtu’l- Vefâyât3 adlı eserleridir.
Yahudilik ve Yahudilerle ilgili Orta Çağ İslam kaynakları
arasında reddiye türü eserler de yer almaktadır. Reddiyeler, genelde beşariü’n-nübüvve[32] konusu itibarıyla önem
arz etmektedir. Tezde kullanılan reddiyelerin başında Samuel Mağribî’nin (ö.
1175) İfhâmu’l-Yehûd adlı eseri gelmektedir.[33] [34] Yahudilikten İslam’a geçen ve
İbn Meymûn’un çağdaşı olan Mağribî, hem gemalrnı'3 tekniğini kullanarak Tevrat’tan Hz. Muhammed’e işaretler
çıkarması, hem de Yahudiler arasında Hz. Muhammed ve Kur’an için kullanılan
küçük düşürücü ifadelerden bahsetmesi itibariyle önemli bir kaynaktır.
Reddiye türü eserler arasında zikredilmesi gereken önemli
kaynaklardan biri de İbn Hazm’ın (ö. 1064) Kitâbu’l-Fasl fi’l-Milel
ve’l-Ahvâi ve’n-Nihal adlı eseridir. İbn Hazm’ın bu eserinde Tevrat’a
yönelik ciddi eleştiriler yer almaktadır.[35] İbn Kayyım el-Cevziyye’ye (ö.
1350) ait Hidâyetü’l-Hayârâ[36] ile Ahkâmu Ehli’z-
Zimme[37] adlı eserler de
Yahudiler hakkında önemli bilgiler vermektedir. Yine İbn Teymiyye’nin (ö. 1328)
el-Cevâbu’s-Sahîh[38], Karâfî’nin (ö. 1285) el-Ecvibetü’l-
Fâhire[39], Ali b. Rabban
et-Taberî’nin (ö. 861) Kitâbu’d-Din ve’d-Devle[40] adlı
eserleri, özellikle beşairü’n-nübüvve konusuyla ilgili kısımları
itibariyle önemli kaynaklardır.
Reddiyelerin dışında, Yahudilerin İslam egemenliği
altındaki statüleri ve yaşamları ile ilgili eserler de tez açısından önem
arzetmektedir. Bu konudaki en önemli kaynak, Hz. Ömer’e nispet edilen eş-Şurûtu’l-Umeriyye
denen düzenlemedir. Fayda, bu düzenlemenin Hz. Ömer’e nispet edilmesinin ve
gayrimüslimlerin men edildikleri konuların maddeler halinde listelenmesinin ilk
olarak Turtûşî’nin (ö. 1126) Sirâcu’l-Mulûk adlı eserinde geçtiğini
belirtmektedir.[41] Bu kaynağa,
gayrimüslimlerin Kur’an okumalarının İslam devletleri tarafından yasaklandığına
dair iddiaların tartışıldığı bölümde müracaat edilmiştir.
Yahudilerin Muvahhidler[42] hanedanı altındaki yaşamları
ile ilgili Marakuşî (ö. 1265) tarafından kaleme alınan Kitâbu’l-Mû’cibfî
Telhisi Ehli’l-Mağrib adlı eser birinci el bir kaynak konumundadır. Bu
eser, Muvahhidler zamanında Fas bölgesinde Yahudilerin durumları hakkında
kıymetli bilgiler içermektedir.[43] [44] İbn
Meymûn’un da beş yıl kadar Fas’ta kaldığı bilinmektedir.
c) İslam’ı Konu alan
Orta Çağ Yahudi Kaynakları
Orta Çağ Yahudi kaynakları arasında İslam’la ilgili
bilgiler içeren - muhtemelen- en eski kaynak, sekizinci yüzyıla ait Nistarot
Rabbi Şim ’on bar Yohay’dır.44 Bu risalede,
İsrailoğullarının, İsmailoğulları (Müslümanlar) eliyle Edomluların
(Hıristiyanların) elinden kurtuluşu anlatılmakta ve Hz. Muhammed’e işaretler
yer almaktadır. İslam’la ilgili malumat içeren bir diğer kaynak da sekizinci
veya dokuzuncu yüzyılda oluşturulduğu tahmin edilen Pirke Rabbi Eliezer’dir.[45] Bu eserde, İslam
geleneğindekine benzer bir anlatımla Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i görmek için
Mekke’ye gitmesi anlatılmaktadır. İslam’la ilgili malzeme içeren erken dönem
kaynaklardan biri de, Tevrat’ın Targum Yonatan adlı Aramice tefsirî
çevirisidir.[46] Bu kaynakta
da, Pirke Rabbi Eliezer’dekine benzer şekilde İbrahim’in oğlu İsmail’i
ziyareti anlatılmaktadır.
Orta Çağ Yahudileri arasında İslam’la ilgili ilk yoğun
bilgiler Saadya Gaon’un (ö. 942) eserlerinde görülmektedir. Saadya, Kitâbu’l-Emânât
ve’l-Itikâdât adlı eserinde neshle ilgili çok uzun açıklamalar yapmaktadır.[47] Ayrıca onun
Arapça Tevrat tercümesi de pek çok İslamî kavram içermektedir.[48] Saadya’nın,
Tanah’ın değişik kitaplarına yaptığı şerhlerde de İslamî terminolojiyi
kullandığı görülmektedir.
Yehuda Halevi’ye (ö. 1141) ait Kitâbu’r-Red
ve’d-Delilfi’d-Dini’z-Zelil adlı eser de İslam’la ilgili bilgiler
içermektedir.[49] Bu eserde
Hazar Kralı’nın Aristocu bir filozofa, Hıristiyana, Müslümana ve son olarak da
Yahudi bir bilgine sorduğu sorular ve aldığı cevaplar konu edilmektedir. Halevi
bu eserde, Yahudi din bilgini aracılığıyla Yahudiliğin savunmasını yapmakta ve
Hıristiyanlık ve İslam’dan üstün olduğunu ispatlamaya çalışmaktadır. O,
Müslüman bilgini konuştururken Kur’an’ın i’cazı, Allah’ın cismanî
özelliklerinin olmayışı, Hz. Muhammed’in son peygamber olduğu, cennette insana
her istediğinin verileceği ve cehennemin azap yeri olduğu gibi değişik
konularda bilgi vermektedir.
İslam’la ilgili malzeme içeren bir diğer eser de Yemen
Yahudilerinin lideri Natanel ben Feyyumî’ye (ö. 1165) ait Bustânu’l-Ukûl’dur.[50] Feyyumî,
özellikle Kur’an’dan yaptığı alıntılarla dikkat çekmektedir. O, Tevrat’ın nesh
olmadığını ve Yahudilerin seçilmiş millet olduğunu Kur’an ayetlerine dayanarak
ispat etmeye çalışmaktadır. Feyyumî’nin düşünce sistemi bazı araştırmacılar
tarafından İsmailî düşüncenin Yahudiliğe uyarlanmış hali olarak görülmektedir.[51]
Orta Çağ’da İslam’la ilgili bilgilere rastlanan diğer bir
metin de Şlomo ibn Adret’e (ö. 1310) ait Maamar al Yişmael adlı
risaledir.[52] Bu risalenin
tamamı Tevrat’taki aklî ve ahlakî açıdan sıkıntılı anlatımları izaha
yöneliktir. İbn Adret, Tevrat’ın tahrif olmadığını ve aklın almadığı
anlatımların da bir hikmete mebni olduğunu belirtmektedir. İslam’la ilgili
malzemeler barındıran diğer bir risale de Şim‘on ben Tsemah Duran’a ait Keşet
u-Magen’ dir [53] Bu risale, İslam’a
yönelik müstakil tek reddiye olması hasebiyle Yahudi dini literatüründe
istisnaî bir yere sahiptir. Duran, Kur’an’dan onlarca ayet nakletmekte ve
İslam’daki birçok uygulamanın kökeninin Yahudilik olduğunu iddia etmektedir.
İslam’la ilgili zengin malzeme barındıran diğer bir eser de Yitshak Sambari’ye
ait Sefer Divrey Yosef tir.[54] İslam’ın
ortaya çıkışından on yedinci yüzyıla kadar Yahudilerin İslam toplumundaki
durumu ile ilgili önemli bilgiler içeren bu eser, İbn Meymûn’la ilgili de
ilginç ayrıntılara yer vermektedir.
d) İbn Meymûn ve Orta
Çağ Yahudileriyle İlgili Araştırmalar
İbn Meymûn’la ilgili pek çok bilimsel çalışma yapılmıştır.
Bunlardan bazıları biyografi türünde iken, bazıları da İbn Meymûn’un belli bir
konudaki görüşlerini incelemektedir. Biyografi türü eserler bir asrı aşkın bir
süredir araştırmacıların dikkatine sunulmaktadır. Başta Geniza dökümanları
olmak üzere ortaya çıkan yeni belgeler İbn Meymûn’un hayatına dair birçok
eksiği kapatmakta ve önemli bilgiler sunmaktadır.
David Yellin ve Abrahams Israel tarafından kaleme alınan
biyografi çalışması bu türün ilklerindendir.[55] Israel Slotki’nin hazırladığı
muhtasar biyografi de bu çerçevede zikredilebilir.[56] Herbert Davidson’un yakın
zamanda yayınlanan eseri de, İbn Meymûn’un doğum tarihi başta olmak üzere
hayatına dair kapalı birçok konuyu yeni bilgiler ışığında yeniden
değerlendirmektedir.[57] Sara
Stroumsa da İbn Meymûn hakkında yazdığı biyografi türü eserinde hayatını,
yaşadığı ilmi çevreyi ve İslam toplumundan etkilenmesini incelemektedir.[58] Moşe
Halbertal’ın İbn Meymûn’un hayatı ve kültür ortamı hakkındaki İbranice eseri de
önemli bilgiler sunmaktadır.[59] Joel Kraemer’inMaimonides660', Nuland’ınMaimonides[60] [61], Hoffman’ın The
Wisdom of Maimonides[62] [63] [64] ve İsrail Wilfinson’un
Musa bin Meymûn Hayatuhu ve Musannafatuhu6 adlı eserleri de
bu türün önemli çalışmalarındandır.
İbn Meymûn’un farklı konulardaki görüşleri de inceleme
konusu olmuştur. Beş cilt halinde yayınlanan Maimonidean Sludıes'6
adlı derleme, içerisinde İbn Meymûn’un değişik konulardaki görüşleri hakkında
önemli makaleler içermektedir. Bunun yanında İbn Meymûn’un farklı yönlerinin
inceleme konusu yapıldığı Cambridge Companian to Maimonides[65], Maimonides[66], Maimonides and His
Heritage[67] ve Maimonides after
800 Years[68] adlı eserler bu
çerçevede zikredebilir.
Tezde başvurulan modern araştırmalardan bazıları da
polemik/reddiye türü çalışmalardır. Steinschneider’e ait Polemische und
Apologetische Literatur in Arabischer Sprache[69] adlı
eser Müslümanlar, Yahudiler ve Hıristiyanlar arasındaki reddiye literatürüyle
ilgili başyapıttır. Yitshak Avişur tarafından kaleme alınan “Kinuyey Gınay
İvriyim le-Goyim ve-le-Yahudim be-Aravit Yahudit (Judeo-Arabic Kültürde
Yahudiler ve Goylar için Kullanılan Hakaret Sıfatları)” başlıklı makale de kısa
fakat önemli bir çalışmadır. Avişur bu makalede, Yahudi geleneğindeki Hz.
Muhammed, Kur’an ve mühtedi Yahudiler için kullanılan küçük düşürücü ifadeleri
incelemektedir.[70] Bunların
dışında Eliyahu Strauss’a ait “Darhey ha-Pulmus ha- İslamî (İslamî Reddiyelerin
Usulleri)”[71] ve Moşe
Zucker tarafından kaleme alınan “Berurim be-Toldot ha-Vikuhim (Reddiyelerin
Tarihinde Tetkikler)”[72] [73] adlı
makaleler reddiye literatürü açısından önemli bilgiler içermektedir. Yine Fahad
Torki tarafından doktora tezi olarak çalışılan Al-Qirqisani andMaimonides’
Polemics against İslam ' adlı çalışma doğrudan tezimizi ilgilendirmektedir.
İslam-Yahudi reddiye literatürü açısından Mustafa Göregen tarafından hazırlanan
“İslam-Yahudi Polemiği ve Tartışma Konuları”[74] adlı doktora tezi de önemli
bir kaynaktır.
İbn Meymûn’un İslam’a bakışı konusunda da birçok modern
çalışma mevcuttur. Eliezer Schlossberg’e ait “Yahaso şel ha-Rambam el ha-Islam
(Rambam’ın İslam’a Bakışı)” adlı İbranice makale, içerdiği bilgiler ve İbn
Meymûn’un bütün eserlerine başvurulması sebebiyle değerlidir.[75] David
Novak’ın “The Treatment of İslam and Muslims in the Legal Writings of
Maimonides” adlı makalesi İslam’ın İbn Meymûn düşüncesindeki hukukî statüsünü
incelemektedir.[76] Yakov
Blidstein de “Maamad ha-Islam be-Halaha ha-Meymonit (İbn Meymun’un Halaha’sında
İslam’ın Statüsü)” adlı makalesinde, benzer şekilde İbn Meymûn’a göre İslam’ın
konumunu incelemektedir.[77] Marc Shapiro
tarafından kaleme alınan “İslam and Halakhah”[78] adlı makale de kısa olmasına
rağmen içerdiği önemli bilgiler ve zengin dipnotları sebebiyle kıymetli bir
çalışmadır. Esperanza Alfonso’ya ait Islamic Culture through Jewish Eyes[79] adlı eser ve Henry
Gehman tarafından kaleme alınan “Maimonides and İslam”[80] adlı makale de kayda değer
bilgiler içermektedir.
Türk akademi çevrelerinde Yahudi düşüncesinde İslam algısı
ile ilgili çalışmalar sınırlıdır. Baki Adam’a ait “Yahudiliğin Hıristiyanlığa
ve İslam’a Bakışı” başlıklı makale, konumuzu doğrudan ilgilendirmekte ve önemli
bilgiler içermektedir.[81] Bu makale,
daha sonra yazarın Yahudilik ve Hınslıyanlık Açısından Diğer Dinler adlı
kitabında “Yahudilik Açısından Hıristiyanlığın ve İslam’ın Değeri”[82] başlığıyla
yeniden yayınlanmıştır. Türkçe kaleme alınan ve Yahudiliğin diğer dinlere
bakışını özetleyen bir diğer çalışma da Kürşat Demirci’ye ait Yahudilik ve
Dini Çoğulculuk[83] adlı kitaptır.
Demirci, bu kitabında Yahudilerin diğer insanları ifade etmek için kullandığı
kavramları ve kullanım alanlarını açıklamaktadır.
Konumuzla doğrudan ilgili başka bir Türkçe kaynak da Nuh
Arslantaş’a aittir. Arslantaş, Yahudilere göre Hz. Muhammed ve İslamiyet
adlı çalışmasında Yahudilerin Müslümanlarla Medine döneminden başlayan ve tarih
boyunca devam eden ilişkilerine değinmektedir. Yazar ayrıca İslam ve Hz.
Muhammed’den bahseden on iki Yahudi kroniğini tanıtmaktadır.[84] Kitabın asıl
kısmını ise İbranice ve Judeo- Arabic orijinal metinlerden tercüme edilen
kronikler oluşturmaktadır. Bu eser, okurlara birincil kaynaklara ulaşma adına
önemli bir avantaj sunmaktadır.
İbn Meymûn’un Müslüman kültürden etkilenmesi de
araştırmacılar tarafından inceleme konusu olmuştur. Alfred Ivry tarafından
kaleme alınan “Islamic and Greek Influences on Maimonides’ Philosophy” adlı
makale, İbn Meymûn’un yazılarındaki İslamî etkiye dikkat çekmektedir.[85] Onun
“Ismailî Theology and Maimonides’ Philosophy” isimli makalesi de önemli bir
çalışmadır.[86] Ivry, bu
makalede, İbn Meymûn’un Müslüman teolojinin temel kavramlarını kullandığını
örneklerle açıklamaktadır. Ivry’nin, Delâlelü’l-Hâirîriin felsefî
kaynaklarıyla ilgili çalışması da önemli tespitler içermektedir.[87] Norman Roth,
“Maimonides and Some Muslim Sources: Al-Fârâbî, Ibn Sina, Ibn Rushd” adlı makalesinde
Müslüman filozofların İbn Meymûn üzerindeki etkisini tartışmaktadır.[88] Roth,
makalesinde İbn Meymûn’un Fârâbî (ö. 950), İbn Sina (ö. 1037) ve İbn Rüşd’den
(ö. 1198) etkilendiğini dile getirmekte ve örnekler sunmaktadır. Lawrence
Herman’a ait "Maimonides, The Disciple of al-Fârâbî" başlıklı makale
İbn Meymûn’un eserlerinde Fârâbî etkisini incelemekte ve İbn Meymûn’u
Fârâbî’nin öğrencisi gibi resmetmektedir.[89] Bazı araştırmacılara göre İbn
Meymûn’un etkilendiği bir diğer İslam bilgini Gazâlî’dir. Lazarus-Yafeh, “Ha İm
Huşpa‘ ha-Rambam mi el-Gazâlî? (Rambam, Gazâlî’den etkilendi mi?)” adlı
makalesinde, İbn Meymûn’un bazı ifadelerinden yola çıkarak Gazâlî’den
etkilendiğini söylemekte, ancak daha tatminkâr benzerliklerin bulunması
gerektiğini belirtmektedir.[90] İbn
Meymûn’un Müslüman filozoflardan etkilendiğini dile getiren bir diğer
araştırmacı da Steven Harvey’dir.[91] Harvey, İbn
Meymûn’un Mişne Tora adlı eserinin ilk bölümü olan Sefer ha-Mada‘
(İlim Kitabı) ile Gazâlî’nin Ihyâu Ulûmu’d-Din adlı eserinin ilk bölümü
olan Kitâbu’l-Ilm arasındaki şaşırtıcı benzerliğe dikkat çekmektedir.[92]
İbn Meymûn’un İslam hukukundan etkilendiği ve fıkhî
terimleri kullandığı da bir gerçektir. Bloomberg, doktora tezinde İbn Meymûn’un
eserlerinde fıkhî terminolojinin kullanımını incelemektedir.[93] Konuyla
ilgili bir diğer çalışma da Joel Kraemer’e aittir. Onun, İslam hukukunun İbn
Meymûn’a etkisini tartıştığı “Haşpaat ha-Mişpat ha-Muslemi al ha-Rambam (İslam
Hukukunun Rambam’a Etkisi)” adlı makalesi önemli tespitler içermektedir.[94] Kraemer,
“Namus ve Şeria be-Mişnat ha- Rambam (Rambam’ın Hukukunda Din ve Şeriat)” adlı
bir başka makalesinde İbn Meymûn’un eserlerinde namus ve şeriat
kavramları üzerinde durmaktadır.[95] Gideon
Libson’a ait “Zeykat ha-Rambam le-Halaha ha-Muslemit al Reka‘ Tekufato
(Döneminin Arka Planı Çerçevesinde Rambam ve İslam Hukuku Arasındaki
Parelellik)” adlı makale, İslam hukukunun İbn Meymûn’un hukukî çalışmaları
üzerindeki etkisini tartışmaktadır.[96] [97] [98] Libson, bu hacimli makalesinde
İbn Meymûn’un büyük ölçüde Şafi mezhebinin usul anlayışından etkilendiğini
iddia etmektedir. Libson, ayrıca İbn Meymûn’un fetvalarında İsmailî ekolün ve
İbn Rüşd’ün fıkıh anlayışının etkili olduğunu dile getirmekte, onun eserlerinde
görülen İslam hukuk literatürüne ait birçok terime örnek vermektedir.
Yahudilerin Orta Çağ İslam egemenliğindeki hayatlarına dair
de birçok çalışma yapılmıştır. Bilindiği üzere İslam egemenliğindeki
Yahudilerle ilgili en temel kaynaklar Geniza dökümanlarıdır. Shlomo Dov Goitein
tarafından hazırlanan AMediterrenean Society9 isimli eser, bu
konuda önemli bir kaynak özelliğini taşımaktadır. Goitein’in bir başka eseri Jews
and Arabs9 ise tarih boyunca Yahudi- Arap ilişkilerini anlatan
kıymetli bir eserdir. Bu konuda otorite sayılan isimlerden birisi de Normal
Stillman’dır. Onun “The Jew in the Medieval Islamic City”[99], “The Jewish Experience in the
Muslim World”[100], The Jews of Arab Lands: a History and Source Book[101] ve “Jews of the Islamic World”[102] isimli çalışmaları kıymetli
bilgiler içermektedir.
İslam dünyasında Yahudilerle igili Daniel Frank’ın
editörlüğünü yaptığı The Jews of Medieval Islam[103],
David Corcos’un “Le-Ofi Yahasam şel Şlitey ha- Almuvahhidun le-Yahudim
(Muvahhidî Liderlerin Yahudilere karşı Tutumları)”[104] ve bunların
dışında başka eserler de önemli bilgiler barındırmaktadır.[105] Konuyla ilgili Nuh
Arslantaş’ın çalışmalarını da zikretmek gerekir. Birincil kaynaklara
dayanılarak ve mevcut araştırmalar gözden geçirilerek kaleme alınan bu
çalışmalar önemli bilgiler içermektedir. Arslantaş’ın “Hz. Muhammed’in Çağdaşı
Yahudilerin Sosyo-Kültürel Hayatlarına Dair Bazı Tespitler”[106], “Sürgünden Sonra Hayber
Yahudileri”[107], Emeviler
Döneminde Yahudiler[108], İslam Dünyasında
İlmî ve İktisadî Alanda Yahudiler[109] ve İslam
Toplumunda Yahudiler[110]'0 isimli
çalışmalarına yeri geldikçe müracaat edilmiştir.
Ülkemizde İbn Meymûn hakkında çok az sayıda çalışma
yapılmıştır. Tespit edebildiğimiz kadarıyla ilk çalışmayı Mübahat Türker, İbn
Meymûn’un Makâlefi Sinâati’l-Mantık eserinin tahkikini yaparak ortaya
koymuştur. Bunu, Hüseyin Atay’ın Delâletü’l-Hâirîn tahkiki takip
etmiştir. Atay’ın tahkiki, Yahudi ilim çevrelerinde de itibar gören bir
çalışmadır. Dolayısıyla Türk akademi dünyası için gurur vesilesidir. Müstakil
kitap olarak Hüseyin Karaman’a ait İbnMeymûn’da Tanrı-Alem İlişkisi[111] ve Atilla Arkan’a ait
İbn Meymûn Felsefesinde Tanrı[112]
adlı eserler mevcuttur. Sonraki dönemlerde İlahiyat fakültelerinde İbn Meymûn
hakkında doktora ve yüksek lisans tezleri yapılmış, makaleler yayınlanmıştır.
Doktora tezi olarak; “Fârâbî-İbn Sina Sistemi Işığında İbn Meymûn'un Din
Felsefesi”[113], “İbn
Meymûn'un Varlık ve Düşünce Öğretisi (Fârâbi ve İbn Sina ile karşılaştırmalı
olarak)”[114] ve “İbn
Meymûn’un Hayatı, Eserleri ve Delâletü’l-Hâirîn adlı Eseri Üzerinde bir
İnceleme”[115] isimli
çalışmalar mevcuttur. Yüksek lisans tezi olarak “Musa b. Meymûn'un Nübüvvet
(Vahiy) Anlayışı”[116] ve “Musa b.
Meymun'a göre Yahudi İnanç Esasları”[117] isimli tezler bulunmaktadır.
Bunların dışında, Mehmet Aydın tarafından kaleme alınan “İbn Meymûn’un
Düşüncesinde Ölümsüzlük”[118], Hüseyin
Karaman’a ait “İbn Meymûn’un Düşüncesinde Aklın Sınırları ve Din- Felsefe
İlişkisi”[119], Adnan
Küçükali’ye ait “İbn Meymûn'un Düşüncesinde Ahlaki Yetkinlik”[120], “İbn
Meymûn ve Felsefesi”[121], “İbn
Sina’nın Selbî Yorumlama Metodu”[122], “İbn Meymûn’un Düşüncesinde
Ahiret ve Ölümsüzlük”[123] ve
tarafımızdan hazırlanan “İbn Meymûn’a Göre Yahudilik’te İman Esasları”[124] adlı
makaleler vardır.
II-Orta Çağ İslam Toplumunda Yahudiler
Müslümanların Yahudilerle ilk temasları Medine dönemine
dayanmaktadır. Hz. Muhammed, Medine’ye hicret ettiğinde, burada Beni Kurayza,
Beni Nadîr ve Beni Kaynuka Yahudileri bulunmaktaydı. Medine dışında ise Hayber,
Fedek, Teyma, Taif, Vadi’l-Kura ve Makna gibi yerleşim birimlerinde Yahudiler
yaşamaktaydı.[125] Medine’deki
kabileler şehrin ekonomik gücünü ellerinde bulunduruyordu.[126] Hz. Muhammed, onlarla Medine
Vesikası olarak bilinen bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmaya göre, iki taraf şehrin
savunmasında birlikte hareket edecekti. Fakat Yahudiler anlaşma kurallarına
uymadılar ve Müslümanların düşmanlarıyla işbirliği içine girdiler.[127]
Bu kabilelerden Beni Kaynuka, Hz. Muhammed’in kuşatmasından
sonra Medine’den sürüldü. Kalelerinde bulunan birçok silah ve savaş aracı
ganimet olarak alındı.[128] Benzer
şekilde Beni Nadîr kabilesi de Müslümanlara düzenlediği komplolardan dolayı
kuşatılmış ve Medine’den sürülmüştür. Bunlardan bazısı Hayber’e giderken bazısı
da Filistin yöresine göç etmiştir.[129] Beni Kureyza Yahudileri ise
Hz. Muhammed tarafından kuşatılmış ve savaşan erkekleri öldürülmüş, kadın ve
çocuklar esir alınarak mallarına el konulmuştur.[130] Hudeybiye antlaşmasından
sonra Hz. Muhammed, Hayber’e sefer düzenlemiş ve Yahudileri kalelerinde
kuşatmıştır. Sonunda Yahudiler teslim olmuş ve bölge İslam devletinin
egemenliğine geçmiştir. Zirai alanların kurak hale gelmemesi için, zirai
gelirlerinin belli miktarını ödemek koşuluyla topraklar Yahudilere teslim
edilmiş ve bölgeye bir nevi özerklik tanınmıştır.[131] Hz. Muhammed, Hayber’den
sonra Vadi’l-Kura üzerine yürümüştür. Bir günlük bir direnişten sonra bu bölgenin
Yahudileri de, Hayber Yahudilerinin kabul ettiği şartlara razı olarak boyun
eğmişlerdir.[132] Onu takip
eden süreçte de Fedek, Teyma ve Taif’teki Yahudilerle de benzer sulh
antlaşmaları yapılmıştır.[133]
Yahudilerle Hz. Muhammed arasındaki gerginlik siyasi, ticari
ve dinî konularla ilgiliydi. İnsani ilişkilerde Hz. Muhammed’in, Yahudilerle
komşuluk yaptığı, onlara sadaka verdiği ve onlarla alışveriş yaptığı
bilinmektedir.[134] İslam
tarihi kaynaklarında Hz. Muhammed’in, Hayber’in fethinden sonra ele geçirilen
Tevrat nüshalarının Yahudilere geri iade edilmesini emrettiği nakledilmektedir.[135] Yine
Hayber’in fethi sonrası Hz. Muhammed’in Yahudilerle ortak ziraat işleri yapması
insanî münasebetler açısından önemli bir ayrıntıdır.[136]
Dört halife, Emeviler ve Abbasiler döneminde İslam
fetihleriyle Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da birçok Yahudi cemaati de İslam
hâkimiyeti altına girmiştir. Emeviler dönemi, Yahudilerin İslam toplumuyla
bütünleşme dönemi olarak görülmüştür. Yahudilerin bu dönemdeki ekonomik ve
kültürel faaliyetleri daha sonraki dönemler için zemin hazırlamıştır.[137] Abbasiler,
Murabıtlar ve Fatimilerin özgürlükçü politikaları, Yahudilere rahat bir hareket
alanı sağlamış, böylelikle zengin bir kültür üretmelerine yardımcı olmuştur.
Bağdat merkezli Abbasilere alternatif olarak Kahire merkezli Şiî Fâtimî
devletinin güçlenmesi, Yahudiler açısından biri Bağdat’ta re’sul-calutluk,
diğeri Kahire’de nagidlik olmak üzere iki yönetim merkezinin ortaya çıkmasına
sebep olmuştur. Bu durum, daha sonraki dönemlerde Bağdat’taki Yahudi akademilerinin
zayıflamasına ve zamanla ortadan kalkmasına yol açmıştır.[138]
Yahudilerin İslam hâkimiyeti altına girmeleriyle çok kısa
süre içinde Arapçayı benimsedikleri ve dokuzuncu yüzyıldan itibaren
Judeo-Arabic yazı türünde eserler vermeye başladıkları görülmektedir.[139]
Judeo-Arabic, Arapça metnin İbrani harfleri kullanılarak yazılmasıdır.[140] Bu yazı
türünün en temel özelliği Tevrat ayetlerinin ve Yahudilikle ilgili dini
terimlerin orijinal İbranice olarak korunmasıdır.[141] Orta Çağ Yahudi bilginleri
eserlerini çoğunlukla bu yazı türünde yazarken[142], şiirde İbraniceyi tercih
etmişlerdir.[143]
Bazı araştırmacılar, Yahudilerin İslamî yönetimlerden
duydukları endişenin bu yazı türünün doğmasına sebep olduğunu dile
getirmektedir. Bu iddiaya göre Yahudiler, Müslümanların anlamadığı bir alfabe
kullanarak rahatça yazma imkânına kavuşmuşturlar.[144] Fakat bu görüşler tatmin
edici bulunmamıştır. Ben-Shammai, makalesinde bu tezi Karailer örneği ile
çürütmektedir. Karailer, Rabbanilerin aksine eserlerini Arap harfleriyle Arapça
olarak kaleme almışlar ve İslam’a karşı çok sert eleştiriler yöneltmişlerdir.[145]
İslam hâkimiyeti altındaki bölgelerde Rabbani Yahudi
cemaatlerinin yanında Karai cemaatlerin varlığı bilinmektedir. Karailik,
Emeviler zamanında Annan ben David’in önderliğinde kurulmuş bir Yahudi
mezhebidir. Bazı kaynaklarda Annan ben David’in İmam-ı Azam Ebu Hanife (ö. 767)
ile hapiste beraber kaldığı ve onun tavsiyesi ile Rabbani Yahudilikten ayrı bir
cemaat kurduğu nakledilmektedir.[146] [147] İslam kaynakları Karailiğin
dışında İseviyye, Yudganiye ve Şazkaniye’den de söz 147 etmektedir.
Dokuzuncu ve okinci asırlar arasında Yahudilerin yaklaşık
yüzde sekseninin İslam egemenliği altında yaşadığı kaynaklarda
zikredilmektedir.[148] Bu dönemde,
Müslüman toplumların durumuna bağlı olarak İslam ülkelerinde yaşayan Yahudiler
de kültürel ve ekonomik anlamda Aşkenaz (Avrupa) Yahudilerine nazaran çok ileri
durumdaydılar.
Yahudi ve Hıristiyan araştırmacılar tarafından dile
getirilen en yaygın iddialardan biri, İslam hâkimiyeti altında yaşayan gayrimüslimlerin
Kur’ân öğrenmesinin yasak olduğudur.[149] Bu iddianın kökeni, eş-Şurûtu’l-Umeriyye
olarak bilinen metne dayanmaktadır.[150] Bu metin, Abdurrahman ibn
Ğanim isimli tabiinden bir şahsın rivayet ettiği ve Şam bölgesi Hıristiyanları
tarafından Hz. Ömer’e yazılmış bir mektuptur. Bu mektupta Hıristiyanlar, İslamî
yönetime karşı “Çocuklarımıza Kur’ân öğretmeyeceğiz.” şeklinde taahhütte
bulunmaktadırlar.[151] Yahudi ve
Hıristiyan araştırmacılar da buradaki ifadeleri esas alarak gayrimüslimler için
Kur’an’ın yasaklandığı iddiasını ortaya atmışlardır. Öncelikle bu taahhüt
Hıristiyanlar tarafından yapılmaktadır. Sonraki dönem İslam devletlerinde bu
metne istinaden bu yasağı koyan yöneticiler çıkmış olabilir. Fakat Kur’an
öğretme yasağının bütün bir İslam coğrafyasında standart bir yasak olduğunu
söylemek doğru değildir.[152]
Rav Saadya Gaon ve Natanel ben Feyyumî gibi Yahudi
bilginlerin Kur’an’dan birçok alıntı yapması, bu iddiaları çürütür
mahiyettedir. Bu iddiayı zayıflatan diğer bir önemli delil de günümüze ulaşan
Judeo-Arabic Kur’an yazmalarıdır. Bu da Kur’an’ın Yahudiler tarafından istinsah
edildiğini göstermektedir.[153] İslam
toplumunda yaşayan Yahudiler, Arapçayı kullandıkları için Kur’an’ı anlamada
sorun yaşamamışlardır. Bu yüzden de Yahudiler arasında İbranice Kur’an
çevirileri çok geç dönemlerde Aşkenaz Yahudileri arasında başlamıştır.[154]
İslam devletlerinde dinlerini ve kültürlerini rahatça yaşayan
Yahudilerin Muvahhidler zamanında Fas ve Endülüs’te baskıya maruz kaldıkları
bilinmektedir. Hem Yahudi kaynakları hem de Müslüman tarihçiler, Muvahhidler
zamanında birçok Yahudinin baskılar yüzünden İslam’ı seçtiklerini
kaydetmektedir.[155] Fakat din
değiştirmeler baskı sonucu olduğu için Yahudiler uygun bir ortam bulduklarında
tekrar eski dinlerine dönmüşlerdir. Dönemin Müslümanları da görünüşte Müslüman
olan bu Yahudilerin gizli bir şekilde eski dinlerini yaşamaya devam
ettiklerinden haberdardır. Bundan dolayıdır ki Muvahhidî emir Ebu Yusuf,
mühtedi Yahudilere standart Müslüman giysisinden farklı elbiseler giymelerini
emrederek yaşayışlarını takip ettirmiştir.[156] Muvahhidî emir Yakup
el-Mansur da krallığının son dönemlerinde (1198-1199) mühtedi Yahudileri ayırt
edecek elbiseler giymelerini mecbur kılmıştır.[157] Nitekim Müslüman tarihçi
Marakuşî de 1224 yılında tamamladığı Kitabu’l-Mu’cibfi Telhisi
Ahbari’l-Mağrib adlı eserinde, Yahudilerin kendileri ile namaz kıldığını,
çocuklarının Kur’ân öğrendiğini ve sünnete uyduğunu nakletmektedir. Yahudilerin
kapalı kapılar ardında nasıl yaşadıklarını ancak Allah’ın bilebileceğini dile
getiren Marakuşî, mühtedi Yahudilerin ayırt edilebilmeleri için sarı renkli
elbiseler giymeye zorlandıklarını nakletmektedir.[158]
Kıyafetle ilgili düzenlemelerden Yahudi kaynaklarında da
bahsedilmektedir. Örneğin, Orta Çağ Yahudi bilginlerinden İbn Aknin (ö. 1220),
bu tür bir kıyafet ayrımının kendilerini insanların arasında küçük
düşürdüğünden şikâyet etmektedir.[159] Bununla birlikte,
Muvahhidlerin egemenliğindeki her yerde tek tip bir uygulamadan söz etmek
mümkün değildir. Bu durum, büyük ölçüde dönemsel olup yerel yöneticilerin
bireysel tutumlarından kaynaklanmaktadır.[160] Örneğin Muvahhidî emir
Abdulmü’min (1130-1163) zamanında genel bir din değiştirme zorlamasının
olmadığı bilinmektedir.[161]
Baskı sonucu din değiştirmelerin haricinde Orta Çağ’da
birçok Yahudinin Müslüman olduğu bilinmektedir. İbn Meymûn, öğrencisi Yosef ben
Yehuda ibn Şim‘on’a gönderdiği bir mektupta Müslüman olan Yahudilerle ilgili “sayıları
çok olan İsrail’in günahkârları (Riş‘ey Yisrael kesirîn)” ifadesini
kullanmaktadır.[162] İsrail’in
günahkârları ifadesi Orta Çağ Yahudi geleneğinde Müslüman olan Yahudiler
için kullanılmaktadır. İbn Meymûn’un kullandığı “kesirin” (çok) ifadesinin kaç
kişiye tekabül ettiğini tahmin etmek mümkün olmasa da Yahudilikten İslam’a
geçenlerin çok olduğu anlaşılmaktadır.
Sıradan Yahudiler arasından Müslüman olanların sayısının
fazla olması muhtemeldir. Bu insanlar konumları itibariyle önem arz
etmediğinden kaynaklarda özel olarak zikredilmemiş olabilir. Buna karşılık,
Müslüman olan Yahudi bilginler kayıtlara geçmiştir. Buna örnek olarak on ikinci
yüzyılda Bağdat’ta yaşayan ve Müslüman olan üç Yahudi bilgin zikredilebilir.
Bunlar Ebu’l-Bereket el-Bağdadî ile öğrencileri Yitshak ben Abraham ibn Ezra[163] ve Samuel
Mağribî’dir.[164] Samuel
Mağribî, Müslüman olur olmaz Yahudiliğe reddiye olarak İfhâmu’l-Yehûd
adlı bir eser kaleme almıştır.
Yahudilerin İslam hâkimiyeti altında en rahat dönemlerini
yaşadıkları kendi kaynaklarında da itiraf ettikleri bir gerçektir. İlmi ve
kültürel anlamdaki etkileşime ek olarak Yahudi ve Müslüman tüccarların iş
ortaklığı yaptığı da bilinmektedir.[165] Dönemsel ve
bölgesel bazı uygulamalar istisna tutulacak olursa Yahudilerin İslam
hâkimiyetinde dinî, ilmî ve kültürel açıdan çok ciddi bir
üretim yaptıkları görülmektedir. Yahudilerin kendi kaynaklarında altın çağ (tor
zahav) olarak nitelendirdikleri Endülüs dönemi bunun en iyi örneğidir.[166]
III-Orta Çağ Yahudi
Kaynaklarında İslam ve Müslümanlar
Yahudi literatüründe İslam’la ilgili bilgilere sekizinci
asrın ortalarından itibaren rastlanmaktadır. Yahudi bilginler, İslam’a yönelik
reddiye tarzında müstakil eserler kaleme almak yerine, genellikle eserlerinin
belli bir bölümünde İslam ve Müslümanlarla ilgili görüşlerini aktarmayı tercih
etmişlerdir. İslam’la ilgili malumatlar ve değerlendirmeler de birkaç cümle ya
da paragrafı geçmemektedir. Bu bölümde Orta Çağ’da İslam’la ilgili bilgiler
içeren belli başlı eserler ve bilginler incelenecektir.
Yahudi literatüründe İslam’la ilgili bilgiler içeren
-muhtemelen- en eski metin, Nistarot Rabbi Şim‘on bar Yohay adlı
risaledir.[167] Risalenin
nakline göre, Rabbi Şim‘on bar Yohay bir vizyon/ru’yet görmekte ve Tanrı’nın
meleği (Metatron) ile konuşmaktadır. Bar Yohay, meleğe İsrail halkının içinde
bulunduğu zilletten nasıl kurtulacağını sorar. Melek önce Kenlilerin[168]
İsrailoğullarına hükmedeceğini ve otuz bin Yahudiyi öldüreceğini, daha sonra
İsmail krallığının Yahudileri kurtaracağını söyler. Metinde şu ifadelere yer
verilmektedir:
[Metatron bana dedi ki] Tanrı, Kenlilerin İsrailoğullanna
yaptıkları baskılar yüzünden onların üzerine İsmailoğullannı gönderir.
İsmailoğulları, İsrailoğullannı kurtarmak için onlarla savaş yapar. Ruha tutsak
deli bir adam çıkar ve Tanrı’nın adına yalanlar konuşur. Kutsal toprakları
(Filistin bölgesi) ele geçirir. Esav oğulları ile onların arasında düşmanlık
olur. Metatron’a cevaben şöyle dedim: Efendim, İsrail’in kurtuluşu
İsmailoğulları ile mi olacak? Bana dedi ki: İşaya peygamber demedi mi, “Savaş
arabalarının, atlara, eşeklere, develere binmiş insanların çifter çifter
geldiğini görünce...”[169] Savaş
arabaları Med ve Pers krallarıdır. Çifter çifter dediği Yunan krallığıdır. Ata
binen ise Edom krallığıdır. “Mütevazı ve eşeğin üzerinde”[170] denildiği gibi eşeğe binen,
Mesih’tir. Deveye binen, İsmail krallığıdır. Onun günlerinde Mesih’in krallığı
ortaya çıkacak. Bu yüzden eşeğe binen, deveye binenden önce gelmiştir.[171] [172]
Metinde geçen İsmailoğulları ifadesiyle İslam devletlerinin
kastedildiği açıktır. İsmailoğulları arasından çıkacağı söylenen ruha tutsak
deli adam (şote iş baal ha-ruah)112 ise Hz. Muhammed’e işaret
etmektedir. Bu metnin bir başka versiyonuna göre ise Tanrı, İsmailoğulları
arasından bir peygamber çıkarır ve o da kutsal toprakları (Kudüs) fetheder.[173] Metinde
görüldüğü üzere, Yahudi geleneğinde genellikle İşaya kitabında geçen “eşeğe
binen” ifadesi ile Hz. İsa, “deveye binen” ifadesiyle de Hz. Muhammed
anlaşılmaktadır.
İslam’la ilgili malumat içeren bir diğer metin de Pirke
Rabbi Eliezer’dir.[174] Bu
metinde İbrahim’in Kenan topraklarından ayrılarak oğlu İsmail’i ziyaret için
Mekke’ye gidişi anlatılmaktadır.[175] Eserin nakline göre İbrahim,
İsmail’in evine geldiğinde oğlunun Ayşe[176] adındaki eşini bulur ve
İsmail’in nerede olduğunu sorar. Ayşe, İsmail ve Hacer’in çölden yiyecek bir
şeyler getirmeye gittiklerini söyler. Bunun üzerine İbrahim, meşakkatli bir çöl
yolculuğundan geldiğini söyleyerek ondan ekmek, su ve yiyecek bir şeyler
vermesini rica eder. İsmail’in karısı “Evde ekmek de su da yok!” diyerek
isteğini reddeder. Bunun üzerine İbrahim, kadına “İsmail gelince ona ‘çölden
yaşlı bir adam geldi ve kapının eşiği iyi değil, dedi’ de!” diye tembihler.
İsmail geldiğinde olanları dinler ve babasının mesajını anlayarak karısını
evden gönderir. Annesi onu Fatıma adında başka bir kadınla evlendirir.[177] Üç yıl
sonra İbrahim yeniden gelir, İsmail ve annesini yine evde bulamaz. İbrahim,
Fatıma’dan yiyecek ve içecek bir şeyler ister, o da getirir ve ona ikram eder.
Bunun üzerine İbrahim, İsmail ve ev halkı için dua eder.[178] [179] Bu anlatım, Buhari (ö. 869)179 ve Taberî’nin (ö. 923) Târihu’r-Rusûl ve’l-Mulûk
adlı eserinde de geçmektedir.[180]
Pirke Rabbi Eliezer"in anlatımında bazı ilginç detaylar mevcuttur. Öncelikle metinde yer
alan Ayşe ve Fatıma isimleri dikkat çekicidir. Hz. Muhammed’in eşinin ve
kızının isimlerinin bir Yahudi metninde Hz. İsmail’in eşleri olarak yer alması
metne İslam kültürünün etki ettiğini göstermektedir. Fakat Hz. İsmail’in
eşlerinin bu adlara sahip olmaları tesadüf sonucu görünmemektedir. Hz.
İsmail’in Arapların atası kabul edilmesi sebebiyle böyle bir kullanımın tercih
edildiği ihtimali olsa da Ayşe adlı eşin, kötü ve evden kovulan, Fatıma adlı
eşin ise iyi ve dua alan birisi olarak sunulması, metne bu isimlerin Şiî etkisi
sonucu girmiş olabileceğini akla getirmektedir.
Pirke Rabbi Eliezer’de
ayrıca İslam devletlerinin gelecekte Kudüs ve çevresinde yapacakları
uygulamalardan ve kehanetlerden bahsedilmektedir. Bunlar; toprak ölçümleri ile
ilgili yeni sistemler, mabed tepesinin yanına mezarlık yapılacağı, yalanın
artacağı, doğrunun gizleneceği, kalem ve mürekkebin kuruyacağı, hukukun yok
olacağı, Kudüs ve çevresine bahçeler ve bostanlar dikileceği, yeni şehirler
kurulacağı, mabedin çevresine duvar çekileceği ve mabedin bulunduğu yere bir yapı
dikileceği şeklindedir.[181] Metin de
ayrıca Tanrı’nın Tora’yı İsmail oğullarına teklif ettiği, İsmail oğullarının
“Çalmayacaksın!” emrinden ötürü Tora’yı kabul etmedikleri anlatılmaktadır.[182] Bu anlatım,
Sifre Dvarim adlı daha eski bir Midraş’ta da yer almaktadır.[183]
İslam’la ilgili malumat içeren bir diğer erken dönem metni,
Tevrat’ın Targum Yonatan adlı Aramice tefsirî çevirisidir.[184] Pirke
Rabbi EliezePde olduğu gibi bu metinde de Yahudi geleneğinde sıkça görülen
İshak’ı öne çıkarıp İsmail’i ikinci plana itme tavrı görülmektedir. Bu targumda
ayrıca ilginç bir detay olarak İsmail’in putlar önünde eğildiği
zikredilmektedir.[185] Pirke
Rabbi EliezeP deki anlatıma paralel olarak İsmail’in Ayşe adlı eşi olumsuz,
Fatıma adlı eşi ise olumlu resmedilmektedir.[186] Bu targumun İslam öncesi
dönemde kaleme alındığı iddia edilse de anlatımın Müslüman kültürün etkisiyle
metne eklendiği açıktır.[187] Bazı
araştırmacılar bu eserde yer alan İsmail’in ve Hacer’in evden uzaklaştırılması
ve devamında gelişen olaylarla ile ilgili ifadeleri İslam’a işaret olarak
görürken[188], bazısı da
bu metnin İslam’a karşı reddiye ve işaretler içeren bir metin olduğu iddiasını
çok zayıf ve temelsiz görmektedir.[189]
Gaonlar döneminde (VII-XI. asırlar) İslam’la ilgili
malumata yer veren Yahudi bilginleri sınırlı sayıdadır.[190] Gaonlar döneminde eserlerinde
İslam’la ilgili en fazla malumat bulunan bilginlerin başında Rav Saadya Gaon
(ö. 942) gelmektedir. İslam dünyasında Said bin Yusuf el-Feyyumî[191] olarak
bilinen Saadya, Mısır’da doğmuş ve gençlik yıllarında Babil’e giderek Sura
akademisinin gaonu olmuştur.
Saadya, eserlerinde Müslüman kültüre ait birçok terim ve
ifade kullanmıştır. Judeo-Arabic yazı türünün standartlaşmasında da çok önemli
bir rol oynayan Saadya, kullandığı terimlerle kendisinden sonra gelen Yahudi
düşünürlerini etkilemiştir. O, Müslümanları ifade etmek için nesl-i yişmael[192], bney İsmail[193] el-Arab[194]\ Hagrîm[195] ve el-A‘rab[196] gibi tabirler
kullanmıştır.[197] Bunların
dışında Saadya’nın eserlerinde İslamî terimlerden Kur’an (Mikra/Tevrat
kelimesi yerine)[198], kıble[199] [200] beyt-i
Makdis2200, la ilahe illallah221, kamîs222
(Hz. Yusuf’un gömleği için), hull (uhille)223,
^pfaat2^^ ^ırlârİ2^^ ^^nhli^aa2^6
^^^^^^^^nlmiltp^aJıih2^^ hac2^^ fıkıh[201] [202] [203] [204] [205] [206] [207] [208] [209] Qibı
şeiaaı , c^^^^^4 , m^^nsun , tıııtrır\etııı
mıtıeşauırı , ıiac vc /^^^^ gıuı
kavramlara rastlanmaktadır.
Saadya, Kitâbu’l-Emânât ve’l-Itikâdât adlı eserinde
neshle ilgili çok uzun açıklamalar yapmaktadır. Tevrat’ın emirlerinin yer ve
gök durduğu müddetçe (mâ kâmeti’s-semâu ve’l-ard) geçerliliğini koruyacağını
ifade eden Saadya, Malaki kitabından[210] yaptığı bir alıntıyla
Tevrat’ın kıyamet gününe kadar koruma altında olduğunu belirtmektedir.[211] O,
Tevrat’ta nesh olduğunu iddia edenlerin delillerini tek tek sıralamakta ve her
bir iddiaya uzun uzun cevap vermektedir.[212] Saadya, cevaplarında
Tevrat’ın ilgili pasajlarının bağlamından koparıldığını, eksik okunduğunu,
sağlıklı çıkarımlar yapılmadığını ve metinlerin yanlış anlaşıldığını
savunmaktadır.[213] O, ayrıca
Tevrat’ta on iki yerde çelişki olduğuna dair iddialara da değinmekte ve bunları
çürütmeye çalışmaktadır.[214]
Saadya, Tevrat’ta “Tanrı Sina’dan geldi, onlara Seir’den
ışıdı, Paran dağından göründü.”[215] şeklinde
geçen Seir ve Paran isimlerine dair açıklamalarda bulunmaktadır. Sina, Seir ve Paran
dağını Müslüman düşünürler sırasıyla Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed’e işaret
olarak anlamışlardır. Saadya ise Seir ve Paran kelimelerinin Sina
dağının diğer adları olduğunu, bu üç isimle de Sina dağının kastedildiğini
ifade etmekte ve bu iddiayı reddetmektedir. Birkaç bölgeye yayılmış bu dağın
her bir bölgede değişik isimlerle anıldığını belirten Saadya, birkaç ülkeye
kıyısı olan denizler olduğunu ve her bir ülkede ayrı isimlerle anıldığını dile
getirmektedir.[216] O, ayrıca
Habakkuk kitabında yer alan “Kutsal Tanrı Paran dağından gelecek”[217]
ifadesindeki fiilin gelecek zaman formunda kullanılsa da anlam olarak geçmiş
zaman taşıdığını belirtmektedir. O, iddiasına delil olarak Tevrat’ın değişik
yerlerinde geçmişteki bir olaya işaret ettiği halde gelecek zaman formunda
kullanılan fiillere örnekler vermektedir.[218]
Saadya’nın Arapça Tevrat tercümesi ve şerhleri İslam
kültürüne ait pek çok terim içermektedir. Örneğin o, Tekvin kitabı onuncu babda
yer alan Meşa’yı Mekke, Sefar’ı da Medine olarak tercüme etmektedir.[219] Saadya’nın
bir başka ilginç tercihi de Hacer’in evden uzaklaşması ile ilgili anlatımda
görülmektedir. Tekvin kitabına göre, İbrahim’in cariyesi Hacer evden kaçar ve
Şur[220] yolu
üzerinde Tanrı’nın meleğiyle karşılaşır. Melek, Hacer’e bir çocuk doğuracağını
müjdeler ve adını İsmail koymasını tavsiye eder. Saadya burada Şur yolu (dereh
Şur) ifadesini fi tariki haceri’l-Hicaz şeklinde tercüme etmektedir.[221] Burada Hicaz’ın
taşı (haceru’l-Hicaz) ifadesiyle muhtemelen Kâbe kastedilmektedir.[222] Hz.
İbrahim’in Kâbe’nin inşasını İsmail ile birlikte yaptığı şeklindeki bilgi,[223] Saadya’nın
tercihinde etkili olmuş olabilir.
Saadya’nın Tevrat tercümesinde dikkat çekici örneklerden
biri de kohen kelimesinin imam olarak tercüme edilmesidir.[224] Örneğin o,
Tevrat’taki Kohen Harun ifadesini Harun el-îmam şeklinde
çevirmektedir.[225] Bu
kelimenin çoğul formuyla kohanim şeklinde geçtiği yerler ise eimme
(imamlar) şeklinde tercüme edilmiştir.[226] Yine kohenlik müessesi de
Saadya tarafından imamet kelimesiyle karşılanmıştır.[227] Saadya’nın bazen bu kelimeyi
fiil formuyla da kullandığı görülmektedir. Örneğin Saadya, “kohenlik yapsınlar
diye” ifadesini li-yeimmû (imamlık yapsınlar diye) şeklinde tercüme
etmektedir.[228] Burada imam
kelimesi yerine tercih edebileceği alternatif kelime sorunu gündeme
gelmektedir. Bazı araştırmacılar aynı harflerden oluşan kâhin
kelimesinin büyücü anlamını da barındırmasından ötürü Saadya’nın bu kelimeyi
tercih ettiğini dile getirmektedir.[229] Bunu hâkim dilin (lingua
franca) etkisi olarak görmek de mümkündür.
Saadya’nın Tevrat tercümesinde Allah’la Hz. Musa’nın
konuşmasını anlatan Tevrat pasajları, Kur’an’daki ifadeler kullanılarak “ve
kellemallahu Musa teklimâ”[230] şeklinde
tercüme edilmiştir.[231] Saadya’nın
Kur’an’dan etkilenerek kullandığı bir diğer kavram da İsrailoğullarına
kesmeleri emredilen ineğin rengi ile ilgilidir. Tevrat’ın Sayılar kitabında
Tanrı, Hz. Musa’ya hitaben “İsrailoğullarına söyle, sana üzerinde herhangi bir
kusuru olmayan, üzerine boyunduruk geçirilmemiş tamamen kızıl bir inek
getirsinler.”[232] [233] demektedir.
Burada geçen kızıl bir inek ifadesi Tevrat’ın metninde para aduma
şeklinde geçmektedir. Saadya ise bu ifadeyi şaşırtıcı bir biçimde bakar atun
safraır'' şeklinde yani Kur’an’daki karşılığıyla kullanmaktadır.[234]
Araştırmacılara göre Saadya çeviride tam ve maksadı hâsıl
edecek kelime ve ifadeleri kullanmayı tercih etmiştir. Bunu yaparken o, içinde
bulunduğu toplumda yer etmiş tabirleri kullanmıştır. Ayrıca, bu tabirlerin
İslamî kökenlerinin olması onu engellememiştir. Çünkü Saadya’nın temel amacı,
Arapça konuşan Yahudi cemaatine anlaşılır, akla uygun ve gelenekle uyumlu bir
Tevrat tercümesi sunmaktı.[235]
Yukarıda örneklerde kelime ve ifadelerin ne kadar İslamî
olduğu tartışılabilir. Bunu Arapçanın hâkim dil olması sebebiyle yaygın ve
herkes tarafından bilinen terimlerin ifade edilmesi olarak da, Kur’an’dan ya da
İslamî kültürden bilinçli olarak ödünç alma olarak da değerlendirmek mümkündür.
Bunu yaparken her bir kavram ve ifadeyi özel olarak değerlendirip genelleme
yapılmaması gerekmektedir. Örneğin iş ha-Elohim (Tanrı’nın adamı)
ifadesinin rasul olarak çevrilmesinde hâkim dilin etkisi daha fazla öne
çıkabilecekken, kızıl inek (para aduma) ifadesinin sarı inek
(bakaratun safrau) şeklinde tercüme edilmesinde Kur’anî etkinin olduğu açıktır.
Orta Çağ Yahudileri arasında İslam’la ilgili konulara yer
veren bir başka bilgin Yehuda Halevi’dir (ö. 1141). Endülüs’teki Yahudi
kültürünün en önde gelen temsilcilerinden biri olan Halevi, Kitâbu’r-Red
ve’d-Delîlfi’d-Dini’z-Zelîl[236] adlı eserinde İslam’la
ilgili bilgilere yer vermektedir. Onun bu eserde ürettiği senaryoya göre,
Aristocu bir filozof, bir Hıristiyan, bir Müslüman ve son olarak da Yahudi bir
din bilgini (haver) Hazar kralını kendi din ve düşünce sistemlerinin
doğruluğuna iknaya çalışırlar.[237]
Halevi’nin senaryosuna göre Hazar kralı, önce filozof ve
Hıristiyan âlimini çağırır ve onların inanç sistemlerini dinler. Onların
açıklamalarından ikna olmayınca Müslüman bir âlim çağırır ve ona İslam’ın inanç
esasları ve uygulamalarını sorar. Halevi, Müslüman âlimi şu şekilde konuşturur:
Biz Allah’ın tek ve ezeli, âlemin muhdes olduğuna ve
insanoğlunun neslinin Âdem ve Nuh’tan geldiğine inanıyoruz. Allah’a cismanî
özellikler atfetmeyi tamamıyla reddediyoruz. Eğer ona (Kur’an’da) cismanî bir
şey atfedilirse, o zaman onu mecaz ve (insan aklına) yakınlaştırma olarak
yorumlarız. Kitabımızın Allah’ın kelamı olduğunu ve başlı başına bir mucize
olduğunu ikrar ederiz. Onun şerefine (hatırına) bunu kabul etmemiz gerekir,
çünkü hiç kimse onun bir benzerini, hatta ayetlerinden bir ayetin benzerini
bile getiremedi. Peygamberimiz ise peygamberlerin sonuncusudur. O, kendisinden
önce gelen bütün şeriatleri neshetmiş ve bütün milletleri İslam’a davet
etmiştir. Cennette ruhların bedene iade edileceğine, itaat edenin mükafatını
alacağına ve yeme, içme, cinsel ilişki gibi canının çektiği her şeyi elde
edeceğine, isyan edenin ise cehenneme atılacağına ve ebedi olarak orada
kalacağına inanırız.[238]
Hazar kralı, Müslüman âlimin Kur’an’ın i’cazı ile ilgili
açıklamalarına şu şekilde itira etmektedir:
Eğer kitabınız mucize ise, kitap Arapça olduğu için benim
gibi Arap olmayan biri onun mucize ve farklı oluşunu ayırt edemez. Bana Kur’an
ve başka bir Arapça metin okunsa hangisi Kur’an, hangisi değil ayırt edemem ki![239]
Bu diyalogtan sonra konu Hz. Muhammed’in peygamberliğine
gelmektedir. Müslüman bilgin mucizelerinin çok olduğunu, fakat peygamberliğine
delil olarak kullanılmadığını belirtmektedir.[240] Hazar kralı, insanların
gözleriyle gördükleri ve bizzat yaşadıkları mucizelerin etkili olduğunu ve
dikkatli bir şekilde düşünerek bu olayların sihir ve hayal olmadığını
anlayacaklarını, dünyanın, ahiretin, meleklerin ve göklerin yaratıcısı olan
Allah’ın insanoğluna isteklerini bildirmek üzere irtibat kurduğunu kabul
edebileceklerini dile getirmektedir. Müslüman alim, de bunu şu şekilde
cevaplamaktadır:
Kitabımız, Musa ve İsrailoğullarının haberleriyle dolu
değil midir? Kimse Allah’ın Firavun’a ne yaptığını, denizi yarışını, rızasına
uyanları oradan kurtarıp ona başkaldıranları boğuşunu, kırk yıl boyunca men ve
selva’yı bahşedişini, Tur’da Musa ile konuşmasını, güneşi Yuşa için
durdurmasını[241] ve zorba
insanlara galip getirmesini, bunlardan önce de Tufan ve Lut kavmini helak
edişini inkar edemez. Bunlar aldatma ve hayal olmayacak şekilde meşhur şeyler
değil mi?[242]
Hazar kralı ile konuşan Müslüman bilginin, mucizelere örnek
olarak İsrailoğullarının yaşadığı olayları örnek vermesi dikkat çekicidir. Her
ne kadar Kur’an’ın mesajı içerisinde Hz. Musa bir İslam peygamberi,
İsrailoğulları da o devrin Müslümanları olsalar da bir ırk münasebetinin olması
bu gerçeğin ikinci plana atılmasına sebep olmaktadır. Halevi, Müslüman bilgine
mucizelere örnek olarak İsrailoğullarıyla ilgili mucizeleri söyletince bunun
sonucunda Hazar kralı da Yahudilerin, İsrailoğullarının bakiyesi olduğunu ifade
ederek bir Yahudi bilginle (haver) meseleyi tartışmak istediğini
belirtmektedir. Böylece Müslüman bilgin kralı ikna edememiş, kendi kitabını
savunurken bile Yahudiler üzerinden örnekler vermiştir. Bu da Hazar kralını,
Yahudi bilgine yöneltmiştir. Kitabın geri kalan kısmı Hazar kralı ile Yahudi
bilgin arasındaki soru-cevap şeklinde oluşan diyaloglardan oluşmaktadır. Eser
boyunca yer yer Hıristiyanlık ve İslam’a göndermeler yapıldığı görülmektedir.
Eserde Müslümanlarla ilgili bilgilerin yer aldığı bir diğer
husus da Kudüs’ün üç din için önemi ile ilgilidir. Hazar kralı, Kudüs ve
çevresinin kutsal topraklar olduğunu vurgulayan Yahudi bilgine Hıristiyanların
ve Müslümanların da Kudüs’ü kutsal kabul ettiklerini belirtmektedir. Hıristiyanların,
ruhların orada toplanıp göğe yükseldiğine inandıklarını dile getiren kral,
İslam’a göre Kudüs’ün mirac mekânı olduğunu ve peygamberlerin oradan göğe
yükseldiklerini ifade etmektedir. Kral, ayrıca Kudüs’ün Müslümanlar için
kıyamet günü haşr yeri ve herkes için kıble ve hac merkezi olduğunu dile
getirmektedir.[243]
Eserin ilerleyen bölümlerinde Hazar kralı yine konuyu
Kudüs’ün önemine getirerek, Yahudilikten sonra gelen dinlerin de Kudüs’ü kutsal
saydıklarını, peygamberlerin miracı, göğün kapısı, haşr yeri olduğuna
inandıklarını ayrıca Tevrat’ta anlatılan birçok olayı da ikrar ettiklerini
belirterek Yahudi bilgine bu konudaki görüşlerini sormaktadır. Yahudi din
bilgini ise, Hıristiyanları ve Müslümanları, Yahudiliğin detaylarını olmasa da
esaslarını kabul eden mühtedilere benzetmektedir.[244] O, Kudüs ve çevresine olan
hürmetlerine rağmen bu dinlerin eskiden putperest mekânları olan yerlere
döndüklerini belirtmektedir.[245] Ayrıca o,
Tevrat’ta geçen “Orada ağaçtan ve taştan yapılmış başka tanrılara tapacaksınız”[246] ifadesindeki
ağacı haç, taşı da Kâbe (ya da haceru’l-esved’e) işaret olarak görmektedir.[247]
Kâbe ve hac uygulamalarının putperestlikle
ilişkilendirilmesi Orta Çağ Yahudi bilginleri arasında yaygındır. Halevi de haceru’l-esved’
e gösterilen tazimi bu çerçevede görmektedir. İleride daha detaylı durulacağı
üzere Kâbe ve çevresindeki hac uygulamalarının birçoğu İslam’dan önce Talmud’da
putperestlik bağlamında yer almaktadır. Bu yüzden Yahudi din bilginleri hactaki
uygulamaları putperestlikle ilişkilendirmekte zorlanmamışlardır. Metinde
Müslümanların kıble olarak Kudüs’ü bırakıp “Eskiden putperest mekânları olan
yerlere...” dönmelerini ifade eden satırlar, Halevi’nin bu mekânları mevcut
durumuyla putperest mekânları olarak görmediği şeklinde yorumlanabilir. Böyle
olunca haceru’l-esvede gösterilen tazimi de saygı ve hürmet olarak
anlamak mümkün olabilir. Bununla birlikte Halevi’nin bağlam gereği kullandığı
Tevrat cümlesi “Orada ağaçtan ve taştan yapılmış başka tanrılara tapacaksınız.”[248] şeklinde
olduğu için bu ihtimal zayıflamaktadır.
Endülüs’te İslam toplumu içinde yaşayan Halevi’nin eserinde
İslam’la ilgili verilen bilgilerin şaşırtıcı detaylara sahip olmadığı
görülmektedir. Allah’ın cismaniyetten uzak oluşu, Kur’an’ın i’cazı, Kudüs’ün
kutsal kabul edilmesi, cennet ve cehennemle ilgili betimlemeler İslam’la ilgili
en temel bilgilerdir. İslam toplumunda yaşayan bir Yahudi bilginin bu bilgilere
sahip olması doğal bir durumdur. Neredeyse bütün Yahudi bilginlerde rastlanan,
İslam’ın Yahudiliğin taklidi olduğuna dair inancın, Yehuda Halevi’de de çok
canlı bir şekilde mevcut olduğu görülmektedir.
Orta Çağ Yahudileri arasında İslam’la ilgili konulara yer
veren başka bir bilgin de Natanel ben Feyyumî’dir (ö. 1165). Bu bilgin, İbn
Meymûn’un Yemen Mektubu’nu gönderdiği Ya‘kov ben Natanel’in babası olup ikisi
de Yemen Yahudi cemaatinin lideri olarak görev yapmışlardır. Natanel ben
Feyyumî’nin günümüze ulaşan tek eseri Bustânu ’l-Ukûl, içerdiği malzeme
itibariyle Yahudi dini literatüründe istisnaî bir yere sahiptir. Bazı
araştırmacılar eserindeki yoğun İsmailî ifade ve düşüncelerden ötürü onun
düşünce sistemine Yahudi Ismaililiği yakıştırmasını yapmışlardır.[249]
Natanel ben Feyyumî’nin en dikkat çekici görüşü Hz.
Muhammed hakkındadır. O, eserinin altıncı bölümünde Hz. Muhammed’in Araplara
peygamber olarak gönderildiğini dile getirmektedir. Feyyumî, “Allah size
(bilmediklerinizi) açıklamak ve sizi, sizden öncekilerin yollarına iletmek
istiyor.”[250] ayetini
naklettikten sonra “Bu da şuna delildir ki o (Hz. Muhammed), onlara peygamber
olarak gönderilmiştir, onlardan öncekilere değil.” ifadesini kullanmaktadır.[251] Feyyumî,
ilerleyen kısımlarda ise Hz. Muhammed’in peygamberliği konusunda şu ifadelere
yer vermektedir:
Kur’an’da “Biz her peygamberi kendi
kavminin diliyle gönderdik”[252] denildiği
gibi Allah her kavme kendi dilinde peygamber gönderir. Eğer onu (Muhammed’i)
bize gönderseydi bizim dilimizle gönderirdi. Bize göndermiş olsaydı “Sen
ataları uyarılmamış bir kavme gönderilen peygamberlerdensin.”[253] demezdi.
Burada kasıt ataları Lat ve Uzza’lara tapanlardır. Bize gelince atalarımızdan
uyarıcıların uyarıları hiçbir zaman kesilmedi ve onlardan (İsrailoğullarından)
peygamberler hiç eksik olmadı. Bu yüzden onun (Hz. Muhammed’in) peygamberliği
ataları uyarılmayan bir kavme yöneliktir.[254]
Yosef Kafih, edisyonunu yaptığı Bustânu’l-Ukûl adlı
eserin girişinde, Hz. Muhammed’den bahseden pasajların Yemen’de baskı altındaki
Yahudilere nefes aldırmak için kullanıldığını iddia etmektedir.[255] Ahroni ise,
Natanel ben Feyyumî’nin Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul etmesinin Yosef
Kafih’in zannettiği gibi endişe kaynaklı olmadığını dile getirmektedir. Ona
göre Feyyumî, Hz. Muhammed’in -sadece Araplara gönderildiğini söylese de- bir
peygamber olduğuna inanmaktadır. Çünkü Feyyumî, Allah’ın iyiyi ve güzeli
yeryüzünde yerleştirmek için her çağda peygamberler gönderdiğini ifade ederek
her topluluğun kendisine gönderilen peygambere uyması gerektiğini dile
getirmektedir. Bu çerçevede Ahroni’ye göre onun Hz. Muhammed’le ilgili sözlerini
teolojik-felsefî düşünce dünyasının bir yansıması olarak görmek gerekir.[256] Keiner de
benzer şekilde Feyyumî’nin Hz. Muhammed’i putperest Araplara gönderilmiş bir
peygamber olarak gördüğünü belirtmektedir.[257] Ona göre, Natanel ben
Feyyumî’nin Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul etmesinde İsmailî geleneğin
etkisi mevcuttur. Zira İsmailî düşünceye göre dünya peygambersiz, vasisiz ve
imamsız kalmaz.[258] Bu görüş de
Kur’an ayeti ile delillendirilmiştir.[259]
Natanel ben Feyyumî, Yahudi geleneğinde Kur’an’dan yaptığı
alıntılarla öne çıkmaktadır. O, İsrailoğullarının seçilmişliğini ispat için “Ey
İsrailoğulları, size verdiğim nimetlerimi hatırlayın, hani sizi âlemlere üstün
kılmıştım.”[260] ayetini
nakletmektedir.[261] Aynı
bölümde Feyyumî, Kur’an’ın (Muhammed şeriatının) Tevrat’ı (Musa şeriatını) nesh
etmesi konusuna değinerek, Tevrat’ın yürürlükten kaldırılmadığını ispatlamaya
çalışmaktadır.[262] Burada
dikkat çeken husus, müellifin Tevrat’ın nesholmadığına delil olarak, Kur’an
ayetlerini kullanmasıdır. Feyyumî, Kur’an’dan sırasıyla “Benden önce gelen
Tevrat’ı doğrulayıcı olarak...”[263], “İçinde
Allah’ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde nasıl seni hakem
kılıyorlar.”[264], “Allah’ın
kanununda asla bir değişme bulamazsın.”[265], “Allah size
(bilmediklerinizi) açıklamak ve sizi, sizden öncekilerin yollarına iletmek
istiyor.”265 [266], “Ey kitap
ehli! Tevrat’ı hakkıyla uygulamadıkça amelleriniz kabul edilmeyecektir.”[267], “Eğer sana
indirdiğimizden kuşkuda isen senden önce kitap verilenlere sor.”[268] şeklindeki
ayetleri nakletmektedir.
Feyyumî, nesh ve seçilmişlik dışındaki konularda da
Kur’an’dan ayet nakletmektedir. Burada dikkat çeken husus, kullandığı ayetlerin
orijinal metinden bazı değişiklikler içermesidir.[269] Örneğin o, eserin giriş
bölümünde Allah’ın isimlerini sayarken “el-Muvahhid el-Ferd es-Samed ellezi la
yelid vela yuled”[270] ifadesini
kullanmaktadır. Yine o, “Teâlâ subhanehu an ma yegulu’l-âlemine uluvven kebira”[271] ve “lem
yukellifullahu nefsen illa vus‘aha” ifadelerini Kur’an metninden kısmî
farklıkla kullanmaktadır.[272] Müellifin kullandığı
bir diğer Kur’an ifadesi de “leyse ke-mislihi şey”[273] ayetidir.[274]
Burada iki husus dikkat çekicidir. Bunlardan ilki onun
Yahudiliğin hak din olduğunu, Tevrat’ın da nesh olmadığını ispat için Kur’an
ayetlerini tercih etmesidir. Böylece o, bu iddiaları ortaya atan Müslümanların
kutsal kitaplarından bunun aksini söyleyen ayetler bulup iddiaları çürütmeye
çalışmaktadır. Reddiye geleneğine bakıldığında başta beşairü’n-nübüvve
olmak üzere birçok konuda Müslüman müellifler de benzer şekilde Tevrat’ı kaynak
olarak kullanmaktadır.
Feyyumî’de görülen ikinci dikkat çekici husus, onun Hz.
Muhammed’in peygamberliğini kabul etmesidir. Her ne kadar risaletini Araplarla
sınırlı görse de Hz. Muhammed’i peygamber olarak görmesi önem arz etmektedir.
Rabbani gelenekte Hz. Muhammed’i peygamber olarak kabul eden tek bilgin Natanel
ben Feyyumî’dir. Yukarıda da ifade edildiği üzere onun bu düşüncesi korkuya
dayalı olarak başvurulmuş taktik değildir. Feyyumî, bunu ilahî planın bir
parçası olarak görmektedir. Feyyumî’nin Hz. Muhammed hususunda dikkat çeken bir
diğer tavrı da ondan küçük düşürücü ifadelerle bahsetmemesidir. Bilindiği üzere
Orta Çağ Yahudi bilginleri Hz. Muhammed’den genellikle meşuga ya da pasul
lakaplarıyla bahsetmektedir. Feyyumî ise hem bunları hem de başka küçük
düşürücü ifadeleri kullanmamaktadır.
Natanel ben Feyyumî’nin Hz. Muhammed’i peygamber olarak
kabul etmesi Yahudi bilginler tarafından nasıl karşılanmıştır? Bu konuda
elimizde açık bir bilgi yoktur. Modern dönemde Yemen Yahudilerin ileri
gelenlerinden Yosef Kafih (ö. 2000) her ne kadar Feyyumî’nin Hz. Muhammed’in
peygamberliğini baskıları azaltmak amacıyla kabul ettiğini iddia etse de yine
de bunu “Allah muhafaza buyursun, müellif Yahudi geleneğinden sapmıştır.”
şeklinde yorumlamaktadır.[275] Orta
Çağ Yahudi bilginlerinin Feyyumî ile ilgili açık ifadelerine rastlamadık. Bunu
destekler mahiyette, Feyyumî’nin eserinin modern zamanlara kadar Yemen
dışındaki Yahudiler tarafından bilinmediği kaynaklarda zikredilmektedir.[276]
Daha önce de belirtildiği üzere Orta Çağ Yahudi bilginleri
İslam’la ilgili müstakil risale veya eser kaleme almaktansa eserlerinin belli
yerlerinde İslam’a değinmektedirler. Bunun istisnalarından biri, Şlomo ibn
Adret’e (ö. 1310) ait Maamar al Yişmael adlı risaledir. Hıristiyan İspanya’sında
İbranice olarak kaleme alınan bu risale, tamamıyla Tevrat’ın savunmasına
yöneliktir. İbn Adret, bu risaleyi İbn Hazm’ın eleştirilerine cevap olarak
hazırlamıştır. Zira İbn Adret’in risalesinde izah etmeye çalıştığı konular İbn
Hazm’ın Tevrat’a yönelttiği eleştirilerdir.[277] Araştırmacılar, İbn Adret’in
Arapça bilmediğini, bu yüzden İbn Hazm’ın eserinin orjinalini değil, İbranice
özet çevirisini görmüş olabileceğini dile getirmektedirler.[278]
İbn Adret, risalesinde, Tevrat’ın nesh olmadığı, içeriğinde
çelişkiler bulunmadığı ve gayri ahlakî anlatımların da vahiy ürünü olduğunu
ispatlamaya çalışmaktadır. Araştırmacılar göre bu risale, Müslümanları Tevrat
konusunda ikna etmek üzere değil, Yahudi okurların şüphelerini gidermek için
yazılmıştır.[279] Ayrıca müellifin
kullandığı uslüp ilmî olmaktan, İbn Hazm’ın iddialarına verdiği cevaplar da
tatmin edicilikten uzaktır.[280]
Risalenin en dikkat çekici yönü hakaret ifadeleriyle dolu
olmasıdır. İbn Adret, daha giriş cümlesinden itibaren bu tür ifadeler
kullanmaya başlamaktadır:
Kendini
âlim zanneden, gerizekalı ve aptal bir Müslüman gördüm. Musa efendimizin -
selam üzerine olsun- Tevrat’ı olan kutsal kitabımız hakkında konuşmak üzere
bakışları bulanmış, körlüğü de kafasını karıştırmış. Bu zavallı rezil Müslüman
saçmalayarak anlamadığı şeylerden konuşuyor, aptallığına başlarken Yehuda’nın
geliniyle, Reuven’in de kardeşleri Dan ve Naftali’nin annesiyle zina ettiğini
dile getirerek Tevrat’ta rezil şeyler olduğunu söylüyor. Her ne kadar aptala
ahmaklığına göre cevap vermek gerekmese ve ona cevap vermek herkes için çok
basit olsa da, hatta bebekler bile cevap verebilecekken, ben yine de onun
iddialarım cevaplayacağım. Böylece o ve onu takip edenler kendilerini âlim
zannetmesinler ve hak yerini bulsun.[281]
İbn Adret’in cevaplamaya değmez demekle birlikte özel bir
risale kaleme alması Yahudi cemaatin arasındaki aklı karışmış insanların
şüphelerini izale etmek içindir. Risalenin tamamı incelendiğinde İbn Adret’in
geleneksel Rabbani öğretiye uygun bir şekilde Tevrat’ın gayri ahlaki anlatımlar
da dâhil olmak üzere her anlatımının vahiy mahsulu olduğunu vurgulaması bunu
göstermektedir. O, birçok konuda eleştirileri yanıtlamaktan ziyade kaçamak
cevaplar vermekte ve tamamen savunmacı bir yaklaşımla meseleleri ele
almaktadır.
İbn Adret, Tevrat’ın tahrif olmadığını sıkça dile
getirmekte ve bunu yaparken de hakaret ifadeleri kullanmaktan çekinmemektedir.
O, İbn Hazm için, deli (meşuga), beyni sulanmış (mevulbal ha-moah),
aptallıkta sınır tanımayan (sahal şe- eyn kets le-sihluto) ifadelerini
kullanmaktadır.[282] Tevrat’ın
gramer yapısına hiçbir kitabın erişemeyeceğini belirten İbn Adret, İbn Hazm’ın
iddialarının beyin hastalığından ileri geldiğini ifade etmektedir.[283]
Metinde geçen Tevrat’ın dil ve gramer yapısına hiçbir
kitabın erişemediği iddiası, İslam geleneğindeki Kur’an’ın i’cazı inancını
çağrıştırmaktadır. Başka milletler arasında Tevrat’ın benzeri bir kitabın
getirelemediği iddiası, Yahudi geleneğinde bilinen bir reddiye argümanı
değildir. Kur’an’ın i’cazı konusunda İslamî literatürde pek çok eser vardır.
Fakat bu düşünürler, sadece Kur’an’ın i’cazını çürütmeye çalışmakta ve
Tevrat’ın ondan daha iyi bir dil yapısına sahip olduğunu gündeme
getirmemektedir. Bu yüzden İbn Adret’in doğrudan Müslümanların Kur’an’ın i’cazı
ile ilgili inançlarını birebir aynı kelimelerle Tevrat için söylemesi Yahudi
geleneğinde ender görülen bir durumdur.
Risalede geçen ilginç bir ayrıntı da İbn Hazm’ın Tevrat
eleştirisinin Yahudiler arasındaki algılanışı ile ilgilidir. İbn Adret, şu
ifadelere yer vermektedir:
Deli
adam (Meşuga=İbn Hazm), ayrıca Tevrat’ta din bilginlerinin reddedemeyeceği pek
çok çarpıklık ve çelişki bulduğunu iddia etmektedir. O, kendisinden önce
kimsenin bu çelişkilere dikkat çekmediğini belirterek böbürlenmekte ve
iddialarıyla hahamlarımızı sıkıştırarak kafalarım karıştırdığını iddia
etmektedir.[284]
İbn Adret, İbn Hazm’ın sözlerini iftira olarak
değerlendirmekte ve hahamlardan herhangi birisiyle oturup konuşmadığını iddia
etmektedir. Bu konuda İbn Hazm’ın yalan söylediğini dile getirerek Yahudiler
üzerinde de ciddiye alınmadığına dikkat çekmektedir. İfadelerinden, İbn
Adret’in bu risaleyi, Yahudi halkının zihnini şüphelerden arındırmaya yönelik
kaleme aldığı anlaşılmaktadır.
İbn Adret, Tevrat’ta gayri ahlaki konular bulunduğuna dair
iddiaları da cevaplamaktadır. Bu iddiaların başında Yehuda’nın, gelini Tamar
ile[285], Reuven’in,
babasının cariyesi Bilha[286] ile ve
Lut’un da iki kızı ile yatması gelmektedir.[287] İbn Adret’e göre akıl
sahipleri için Tevrat’taki her kıssanın bir hikmeti vardır. Bu hikmetler, bazen
anlatılan kötülüklere karşı uyarılar şeklinde iken bazen de yapılması gereken
şeylerle ilgili teşviklerdir. Ona göre Yehuda ve Tamar kıssası yivum
(yenge ile evlilik) yasasının eski İsrail toplumunda yerleştirilmesi amacını
taşımaktadır.[288] Lut’un
kızlarıyla yatmasını, içkide ölçüyü kaçırmamak gerektiğini öğreten bir anlatım
olarak değerlendiren İbn Adret, bununla birlikte Lut’un kızların insan neslinin
devamı gibi çok büyük bir ihtiyaçtan dolayı böyle bir şeye başvurduklarını
anlatmaktadır.[289] İbn Adret,
Yakup’un oğlu Reuven’in, babasının cariyesi Bilha ile cinsel ilişkide
bulunmadığını, sadece yatağını karıştırdığını belirtmektedir. O, Talmud’dan
yaptığı “Reuven günah işledi diyen, hata etmiştir.”[290] alıntısıyla bu iddiasını
desteklemektedir. O, Yakup’un ilk oğulluk hakkını Reuven’dan alıp Yusuf
oğullarına vermesinin de[291] bu konuyla
alakası olmadığını sadece Yusuf’a duyduğu özel sevgiden kaynaklandığını dile
getirmektedir.[292]
Yukarıda zikredilen Tevrat’taki gayr-i ahlaki anlatımlar,
İbn Hazm tarafından Allah’ın kitabına yakışmayacak anlatımlar olarak
zikredilmektedir.[293] Bu
anlatımlar günümüzde de Tevrat’a yapılan eleştirilerin başında gelmektedir.
Orta Çağ’dan günümüze kadar Yahudiler tarafından yapılan açıklamalar ise tatmin
edicilikten uzaktır. Örneğin İbn Adret’in Lut kıssasının amacına yönelik
açıklamaları bugün de aynı şekilde dile getirilmektedir. Samuel Mağribî ise
Lut’un kızlarından olan çocuklarının Moablıların ve Ammonluların atası olduğuna
dair Tevrat’taki bilginin bu kavimlere olan düşmanlığın neticesinde Tevrat’a
sokulduğunu iddia etmektedir.[294]
İbn Adret, İbn Hazm’ın temel eleştirilerinden biri olan
Tevrat’ın halk arasında bulunmadığı, sadece din adamlarının tekelinde olduğu ve
nesilden nesile naklinin sağlıklı bir şekilde gerçekleşmediği iddialarına da
cevap vermektedir. İbn Adret’in nakline göre bu deli adam (meşuga), bin
yılı aşkın süreyle Yahudiler arasında dini çöküşün olduğunu, kralların yoldan
çıkarak putlara taptığını, peygamberleri ve din adamlarını öldürdüğünü
söylemektedir. Ayrıca kral Yehoahaz’ın Tevrat’tan Tanrı’nın isimlerini
sildiğini, Yehoyakim’in ise Tevrat’ı yaktığını, Tevrat’ın uzun süre
kaybolduğunu ve onu Ezra’nın yeniden yazdığını nakletmektedir.[295] İbn Adret,
bu iddiaları ortaya atanın (İbn Hazm) Yehoyakim’in Tevrat’ın tamamını
yaktığını, Tevrat’ın uzun süre kaybolduğunu ve onu Ezra’nın yeniden yazdığını
Yahudilerin bile itiraf ettiklerini söylemesini “Bu, bize atılmış bir
iftiradır, bunu itiraf etmedik ve etmeyeceğiz de. Bilakis tam tersini
söylüyoruz. Gerçek şudur ki, Tevrat’ın bir harfi bile unutulmamış ve
unutulmayacaktır” ifadeleriyle yanıtlamaktadır.[296]
İbn Adret, beyni sulanmış bu Müslümanın, Tevrat’ın
Yahudilerin arasında uzun süre kaybolduğunu iddia ettiğini ve onun iddiasının
aksine Yahudilerin sürgünde peygambersiz ve lidersiz olmadığını belirtmektedir.
Ona göre Tevrat’ın derlenmesini sadece Ezra’ya bağlamak doğru değildir.[297] Fakat
Tevrat’ın derlenmesindeki Ezra’nın rolü, İbn Hazm tarafından uydurulmuş bir
bilgi değildir. Bu husus da bizzat Yahudi kaynaklarındaki anlatımlara
dayanmaktadır. Bu yüzden İbn Adret’in, Tevrat’ın yeniden derlenmesinin Ezra’ya
bağlanmasına yönelik eleştirisi kendi kaynaklarıyla çelişmektedir.[298]
İbn Adret’in risalesine bir bütün olarak bakıldığında
tamamen savunmacı bir yaklaşımla kaleme alındığı görülmektedir. İlmi ciddiyet
ve disiplinden uzak olduğu görülen bu risalede müellif, İbn Hazm’dan sürekli
olarak tahkir edici ifadelerle bahsetmektedir. Bu da risalenin konuları
tartışmak yerine dindaşlarını rahatlatmak ve karşı tarafı küçük düşürmek
amacını taşıdığını göstermektedir. Öyle ki İbn Adret, sırf savunma yapmak
amacıyla Yahudi kaynaklarında geçen çok meşhur hususları bile görmezden gelerek
İbn Hazm’ı iftira atmakla ya da yalan söylemekle suçlayabilmektedir.
Şim‘on ben Tsemah Duran’a (ö. 1444) ait Keşet u-Magen,
tespit edebildiğimiz kadarıyla, Orta Çağ’da bir Yahudi bilgin tarafından
tarafından müstakil olarak İslam’a reddiye şeklinde yazılan tek risaledir.[299] Bu risale,
Hıristiyan İspanya’sında İbranice olarak yazılmıştır. Maamar al Yişmael
risalesine kıyasla savunmacı yaklaşımdan ziyade İslam’la ilgili farklı
konulardaki eleştirileri içermektedir.
Duran, dinlerinin hak olduğunu iddia ederek Müslümanların,
Yahudi şeriatını eleştirdiklerini aktarmaktadır. O, Müslümanların bu tür
inançlarına beş noktada itirazlarının olduğunu zikrederek, bunları şu şekilde
sıralamaktadır:
Birincisi, iddia ettikleri şeyler Tevrat’la ve akılla
çelişmektedir. İkincisi, onun (Hz.
Muhammed) peygamberliğine ve getirdiği kitabın vahiy ürünü
olduğuna dair bir delilleri yoktur. Üçüncüsü, kitabın kendisi vahiy ürünü olmadığı
izlenimini veriyor, çünkü onu anlamaya çalışanın kafası karışıyor. Bu ise ilahi
bir kitabın özelliği değildir.
Dördüncüsü, bu kitapta mantık ve akılla
çelişen düşünceler mevcuttur. Beşincisi, bu
kitap başı sonu belli olmayan düzensiz bir
metindir.[300]
Duran’ın sıraladığı beş itirazdan Kur’an’ın ilahi kitap
olmayışı ile ilgili söyledikleri dikkat çekicidir. O, Kur’an’ın anlaşılmaz ve
mantıkla çelişen kitap olduğunu ifade ederken neyi ölçü aldığı belli değildir.
Öte taraftan, Kur’an’ın düzensiz bir metin olduğunu zikrederken kriter olarak
Tevrat’ı esas aldığı açıktır. Kur’an’ın başı sonu belli olmayan bir metin
olduğu eleştirisi günümüzde de Yahudi ve Hıristiyanlar tarafından yapılan
eleştiriler arasındadır. Bu eleştirinin temel sebebi, hem Yahudilerin hem de
Hıristiyanların Tevrat ve İncil’in kronolojik uslubuna aşina olmalarıdır.
Zihinlerinde kutsal kitap örneği olarak bu tür anlatım şekli olan bu insanların
Kur’an gibi kronolojiyi esas almayan ve sürekli olarak konudan konuya geçen bir
kitabı garipsedikleri görülmektedir.
Duran’ın eleştirilerinden biri de Kur’an’da kronolojik
hatalar olduğu şeklindedir. Müslümanların, Haman’ın Musa zamanında yaşadığına
inandıklarını belirten Duran, İsa’nın annesi Meryem’le Harun’un kardeşi
Meryem’in (Miryam) karıştırıldığını iddia etmektedir. O, Kur’an’da, İsa’nın
İmran’ın kızı Meryem’in oğlu, Meryem’in de Harun’un kız kardeşi olduğu şeklinde
ayet bulunduğunu belirtmektedir. Duran, iki Meryem’in arasında bin yıldan daha
fazla bir zaman olduğuna dikkat çekerek, bu bilgiyi açık bir yalan olarak
nitelemektedir.[301]
Hz. Meryem’in, Hz. Harun’un kızkardeşi olmadığı tarihi
verilerle sabittir. Kur’an’da nakledildiği üzere, hamile kalan Hz. Meryem’e
Yahudilerin “Ey Harun’un kızkardeşi!”[302] diye hitap etmeleri,
Yahudiler ve Hıristiyanlar tarafından eleştirisi konusu olmuştur. Aslında bu
Sami dillerin kullanım özelliğinden kaynaklanmaktadır. Arapçada eb
(baba), ah (kardeş) ve uht (kız kardeş) gibi kelimeler birinci
anlamlarının dışında ayrıca soy bildirir. Hz. Safiyye, bazı kadınların kendisine
“Yahudi kızı Yahudi!” dediklerini Hz. Muhammed’e şikâyet ettiğinde o, “Sen de
onlara, Harun babam, Mûsâ amcam, Muhammed eşim oluyor, deseydin ya!”[303]
şeklinde cevap vermiştir. Benzer bir kullanım Matta İncili’nde görülmektedir.
İsa, Davud’un ve İbrahim’in oğlu[304], Hz. Meryem’in nişanlısı
Yusuf da Davud oğlu olarak sunulmaktadır.[305] Kur’an’da Meryem ile Zekeriya
ya da onun eşi arasında akrabalık bağı bulunduğunu ifade eden bir ayet yoktur.
Zekeriya’nın Meryem’i korumakla görevlendirildiği Kur’an’da yazılıdır.[306] Burada
akrabalıktan bahsedilmese de bir kız çocuğuna yakınlarından birinin hamilik
yapması mantıklı görünmektedir. İncillerde ise Meryem’in Zekeriya’nın karısı
ile akraba olduğu ve Harun soyundan geldiği bilgisi yer almaktadır.[307]
Duran, Müslümanların Muhammed’in şeriatının bütün
şeriatlerin mührü olduğuna inandıklarını ve Muhammed’in “Musa benim zamanıma
erişseydi, kendi şeriatiyle amel etmez, bilakis bana tabi olurdu.”[308] şeklinde
bir sözünün olduğunu belirtmektedir. Duran ayrıca, Muhammed’in kendisini bütün insanlığa
peygamber olarak tanıttığını aktarmaktadır.[309] Muhammed’in ortaya koyduğu
ibadet ve uygulamaların bazı değişikliklerle Yahudilikten alındığını dile
getiren Duran, bu konuda şu örnekleri vermektedir:
Bu dinin kurucusu (Hz. Muhammed) Musa’nın Tevrat’ının
kusursuz olduğunu gördü, sonra onu daha da genişleterek taklit etmeyi düşündü
ve (Yahudiliği) inceledi. Ardından Yom Kipur’un Yahudilerin günleri arasında
tövbe ve dua için en önemli gün olduğunu, bu günde de beş vakit ibadet olduğunu
öğrendi. Bunun üzerine inananları için günlük beş vakit ibadet koydu. Yom
Kipur, oruç ve tövbe günü olduğu için o da inananlarına otuz günlük oruç şartı
koştu. [Yahudilik’te] içkiliyken ibadetin yasak olduğu kuralını[310] esas
alarak içkiyi tamamen yasakladı. Belli dualar için ayrılmış Şabat gününü de
Cuma gününe uyarladı. Bütün bunlar, küçük değişikliklerle şeriatımızın
taklididir.[311]
Kan ve domuzun yasaklanmasının da kökeninin Yahudilikten
alındığını belirten Duran, İsrailoğulları arasında sadaka ve malın ondan
birinden bağışta bulunma geleneğinin, Muhammed tarafından kırkta bir zekât
olarak taklit edildiğini, cinsel ilişkiden sonra yıkanmanın (gusul) ve ibadet
öncesinde el-ayak yıkama geleneğinin de abdest uygulaması şeklinde adapte
edildiğini dile getirmektedir. Duran, bütün bunların Yahudi şeriatı ile kendi
şeriatleri arasında fark olsun diye bazı eklemeleri olan taklitten başka bir
şey olmadığını ifade etmektedir.[312]
İslam’daki uygulamaların kökeninin Yahudilikten geldiği
şeklindeki inanç Duran’la sınırlı olmayıp İslam’la ilgili yazılar kaleme alan
hemen hemen her Yahudi bilginin eserinde görülmektedir. Halevi, İbn Meymun ve
Duran’da çok açık bir şekilde vurgulanan bu durum, son yüzyılda da
oryantalistler tarafından çok yoğun bir şekilde işlenmiştir.[313]
Duran, “İbadetler, insanı kötülüklerden ve fuhşiyattan
alıkoyar.”[314] şeklindeki
sözün doğru olduğunu, bununla birlikte Müslümanlarda bazı kötü adetlerin devam
etmekte olduğunu belirtmektedir. O, buna örnek olarak hac sırasındaki
uygulamalara değinmektedir. Duran, bu uygulamaların pagan kültürün devamı
olduğunu şu şekilde ifade etmektedir:
Mekke’de
yaptıkları hac, Yahudilikteki hac (aliyat ha-regel) uygulamasına benzemektedir.
[Şeytan] taşlama âdeti, Merkulis kültünün devam ettirilmesidir. Başlarını yere
koyup arkalarını kaldırmaları da Peor kültünün devamıdır. Dikişsiz elbise giyip
saçı kazıtarak da Kemoş kültünü devam ettiriyorlar.[315]
Duran, bu uygulamalar için eski putperest adetlerin devam
ettirilmesi ifadesini kullanmakta fakat günümüzde hangi anlam yüklendiğine dair
bir yorumda bulunmamaktadır. Duran’dan önce Halevi ve İbn Meymun da hactaki
uygulamaların putperest kökenli olduğunu dile getirmektedirler.
Duran, Allah’tan başka ilah olmadığına dair Kur’an’daki
ifadeleri de irdelemektedir. Ona göre Kur’an’da yer alan “Allah’tan başka ilah
olsaydı yer gök fesada uğrardı.”[316] şeklindeki ayetler, felsefî
tahliller içeren cümleler olup nebevî sözler değildir. Çünkü filozoflar bu
çıkarımlara düşünceleri sonucunda ulaşmışlardır. Bu tür önermelerin halka bir
faydası yoktur. Kur’an’da zikredilen İbrahim ve Nemrud tartışmasına da değinen
Duran, İbrahim’in Nemrud’a “Allah güneşi doğudan getirir, sen batıdan getir.”[317] şeklindeki
ifadelerinin midraşlardan (Yahudi kıssaları) çalıntı olduğunu belirtetmektedir.
O, bu tür ifadelerin Allah kelamı olmaktan uzak olduğunu ifade etmektedir.[318]
Yukarıda görüldüğü üzere, Duran’ın Keşet u-Magen
adlı risalesi, İslam’a karşı yazılmış bir reddiyedir.[319] O, Kur’an’daki antropomorfik
ifadelerden tevhid inancına, cennet ve cehennemde mükâfat ve cezanın cismani
olup olmamasından Kur’an’ın iç bütünlüğü ve düzensizliğine kadar çok geniş
yelpazede konuya temas etmektedir. Tespit edebildiğimiz kadarıyla Yahudi
bilginler arasında Kur’an’dan en fazla ayet nakleden Şim‘on ben Tsemah
Duran’dır. Burada şu soru sorulabilir: Hıristiyan İspanya’sında yaşayan ve
Arapça bilmeyen Duran, nasıl oldu da Kur’an’dan bu kadar ayet alıntıladı? Akla
ilk gelen cevap, onun İbranice Kur’an çevirisinden bu ayetleri naklettiği
şeklindedir. Fakat bu cevap da İbranice Kur’an çevirilerinin serüveni
düşünüldüğünde çok tatmin edici değildir. Bilindiği üzere ilk İbranice Kur’an
çevirileri XVII. yüzyıldan itibaren Aşkenaz Yahudileri arasında İtalyanca ve
Latince gibi ara diller üzerinden yapılmaya başlanmıştır.[320] Bu durumda kendi şahsi
kütüphanesi için Kur’an’ın belli bölümlerini İbranice’ye tercüme ettirmiş
olması muhtemeldir. Bir diğer ihtimal de Kur’an’ı Latince çevirileri
aracılığıyla okumuş olmasıdır.
Duran, Kur’an’dan onlarca ayet nakletmekte ve bunların
çoğunu da metne sadık bir şekilde aktarmaktadır. Bununla birlikte onun,
“Kur’an’da yazılıdır ki...” diye naklettiği bazı cümlelerin ayet olmadığı
görülmektedir. Bu da onun tam bir İbranice Kur’an tercümesine sahip olmadığını
ve bazı sözlü kaynaklarının olduğunu göstermektedir.
Özetle, Orta Çağ Yahudi bilginlerin eserlerinde İslam ile
ilgili ilginç detaylar yer almaktadır. Arapça’nın Kur’an dili olmasından dolayı
İslamî olarak nitelenebilecek birçok kavramın Yahudi bilginler tarafından
kullanıldığı görülmektedir. Bu bilginlerin başında Saadya Gaon gelmektedir.
Bununla birlikte bu bilginlerin eserlerinde İslam’la ilgili verilen bilgilerin
çoğunlukla yüzeysel olduğu görülmektedir.
Orta Çağ Yahudi bilginleri arasında görülen bir diğer
dikkat çekici husus ise Kur’an’dan ayet nakletmeleridir. Bunların başında da
Natanel ben Feyyûmî ve Şim‘on ben Tsemah Duran gelmektedir. Feyyûmî, Kur’an
ayetlerini Yahudilerin üstünlüğünü ve Tevrat’ın nesh edilmediğini ispatlamak
için alıntılamaktadır. Duran ise Kur’an’dan onlarca ayet nakletmekte ve
eleştirilerde bulunmaktadır. Duran, Yahudi geleneğinde Kur’an’dan en fazla ayet
nakleden bilgin olarak dikkat çekmektedir.
İslam’ın Yahudilikten kopyalanmış bir din olduğu düşüncesi,
bir diğer önemli husustur. Hemen hemen bütün Yahudi bilginlerde görülen bu
durum, Halevi ve Duran’da ön plana çıkmaktadır. Özellikle Duran, İslam ve
Yahudilikteki bütün benzer uygulamalarda İslam’ın Yahudilikten çalıntı bir din
olduğunu vurgulamaktadır. Böylece son iki asırda oryantalistler tarafından dile
getirilen İslam’ın Yahudi kökenine dair iddiaların Orta Çağ Yahudi bilginlerine
dayandığı da ortaya çıkmaktadır.
İBN MEYMÛN’UN HAYATI, ESERLERİ VE MÜSLÜMANLARLA İLİŞKİSİ
Asıl adı Moşe ben Meymûn olan bilgin, İslam dünyasında Ebu
İmran Musa bin Meymûn ibn Ubeydullah el-Kurtubi el-İsrailî[321] veya kısaca İbn Meymûn,
Batı’da Maimonides ve Yahudi literatüründe Rambam[322] olarak bilinmektedir. Yahudi
geleneğinde İbn Meymûn için “büyük kartal” anlamına gelen ha-neşer ha- gadol
lakabı da kullanılmaktadır.[323]
İbn Meymûn, 1138 yılında[324] Murabıtların[325] hâkimiyeti
altındaki Kurtuba’da doğdu. Kurtuba, o dönemlerde hem Müslümanların hem de
Yahudilerin ilim, kültür ve medeniyet merkezi konumundaydı. İbn Meymûn dünyaya
geldiği sıralarda Yahudi din bilgini olan babası Kurtuba şehrinde dayanlık[326]6 görevini yürütmekteydi. Meymûn ailesi nesiller boyunca din
bilginleri yetiştiren bir geleneğe sahipti. Hem İbn Meymûn’dan önceki nesiller,
hem İbn Meymûn hem de oğlu Abraham ben Moşe, Yahudilik’te otorite din
bilginleri olarak dikkat çekmektedir. İbn Meymûn, soyunu Mişna’yı derleyen
Yehuda ha-Nasi’ye dayandırmaktadır.[327]
İbn Meymûn’un çocukluğuna ait bilgiler günümüze
ulaşmamıştır. Kurtuba 1148 yılında Muvahhidlerin[328] eline geçince Meymûn ailesi
dinî baskılar yüzünden Kurtuba’dan ayrılmak zorunda kalmıştır. Bundan sonraki
sekiz-on yıllık süreçle ilgili yeterli bilgi yoktur. Bu süre zarfında ailenin
güvenilir bir yer arama amacıyla Endülüs’ün değişik yerlerinde yaşadıkları
tahmin edilmektedir. Bazı araştırmacılar, Meymûn ailesinin 1160 yılına kadar
liman kenti Almeria’da kaldığını öne sürmektedir.[329] Aile, 1160 yılında Endülüs’ü
terk ederek Fas’a yerleşmiştir. Meymûn ailesi ile birlikte birçok Yahudi aile
de dinlerini daha rahat yaşama gayesi ile Endülüs’ü terk etmiştir. Orta Çağ’ın
meşhur Yahudi mütercimlerinden İbn Tibbon ile İbn Kamhi ailesi de Muvahhidlerin
baskısı yüzünden Fransa’daki Provence bölgesine kaçmışlardır.[330] Muvahhidler
zamanında birçok Yahudi baskılardan dolayı göstermelik de olsa İslam’ı kabul
etmiştir.[331]
Meymûn ailesinin Muvahhidlerin zulmünden kaçıp
Muvahhidlerin merkezi konumundaki Fas’a yerleşmeleri çelişkili görülmektedir.[332] Bazı
araştırmacılar Fas’taki şartların Kurtuba’ya nazaran daha iyi olduğunu ve
sistemli bir din değiştirme zorlaması olmadığını ileri sürmektedir.[333] Nitekim
Muvahhidî krallığında yönetici emirin tutumuna göre bölgeden bölgeye değişen
farklı uygulamalar olduğu ve bütün bölgelerde tek tip bir uygulama olmadığı
bilinmektedir.[334] Bu
çerçevede Fas şehrindeki emirin Kurtuba yöresindeki emire kıyasla daha hoş
görülü olması da muhtemeldir. Meymûn ailesiyle birlikte birçok Yahudi aileyi bu
bölgeye çeken temel saik yöredeki emirin nispeten hoşgörülü tavrı olabilir.
Meymûn ailesinin Fas’a gelme sebebi olarak birkaç iddia
üzerinde durulmaktadır. Bu iddialardan ilki, İbn Meymûn’un Fas’taki Yahudilerin
dini lideri olarak bilinen Rabbi Yehuda ibn Şoşan’dan ders alma isteğidir.
Diğer sebep ise ailenin görünüşte Müslüman olmasıdır. Buna göre Fas’taki
insanların Meymûn ailesini tanımamaları, onlara daha rahat etme imkânı vereceği
için bu şehir tercih edilmiştir. Bir diğer sebep olarak Endülüs’ten kaçan
birçok Yahudinin bu şehre sığınması gösterilmiştir. Böylece Meymûn ailesi,
dostlarının ve yakınların yerleştiği bir şehir olarak Fas’ı tercih etmiştir. Bu
son ihtimal, ikinci ihtimal ile çelişmektedir.
İbn Meymûn, Fas ikâmeti sırasında ilmî faaliyetlerine devam
etmiştir. Ona ait Iggeret ha-Şemad, Maamar ha-İbur, Makale fi
Sınaati’l-Mantık ve Hilhot ha- Yeruşalmî gibi eserler Fas ikameti
sırasında kaleme alınmıştır. İbn Meymûn’un yine bu dönemde Şerhu’l-Mişna
üzerinde çalıştığı ve tıbla ile ilgili risaleler de kaleme aldığı
bilinmektedir. O, tıb tahsilinde Kuzey Afrika’daki Müslüman hekimlerden
istifade ettiğini dile getirmiştir.
İbn Meymûn ve ailesi, Fas’ı 1165 yılında terk etmiştir.[335] Ailenin
deniz yoluyla Filistin’in kuzeyindeki Akka’ya geldiği ve orada altı ay kadar
kaldığı bilinmektedir. Akka’da Meymûn ailesine bu şehrin dayanı olarak
bilinen Yefet ben Eliyahu ev sahipliği yapmıştır.[336] Bu süre zarfında İbn
Meymûn’un babasıyla Kudüs ve el-Halil’e (Hevron) giderek dinî mekânları ziyaret
ettikleri bilinmektedir. Ailenin Kudüs’teki Haçlı hâkimiyeti sebebiyle bölgeyi
terk ettiği nakledilmektedir.[337]
Filistin topraklarındaki kısa ikametten sonra Mısır’a geçen
aile kısa bir süre İskenderiye’de kalmış, daha sonra Kahire’ye geçerek şehrin
tarihî kısmı olan Fustat’a yerleşmiştir. İbn Meymûn’un Akka dayanı Yefet ben
Eliyahu’ya gönderdiği mektupta Mısır’daki hayatı hakkında önemli detaylar
bulunmaktadır. İbn Meymûn’un Mısır ikametinin ilk aylarında babasının, daha
sonra kardeşi Davud’un öldüğü ve kendisinin şiddetli hastalık geçirdiği bu
mektuptan anlaşılmaktadır.[338]
İbn Meymûn’un Yefet ben Eliyahu’ya gönderdiği mektupta en
dikkat çeken satırlar kardeşi Davud’un ölümüne dair ifadelerin yer aldığı
satırlardır. Kahire’ye yerleştikten sonra hiçbir işle meşgul olmadan kendini
ilme veren İbn Meymûn, geçimini mücevher ticareti yapan kardeşi Davud’un maddi
desteğiyle sağlamıştır. Kardeşi Davud, ticaret için gittiği Hindistan seyahati
sırasında geminin batması sonucu boğularak ölmüştür. İbn Meymûn, kardeşinin
ölümünden sonra onun ailesi ve ona para emanet etmiş insanların paralarıyla
ilgilenmek zorunda kalmıştır. Kardeşinin ölümünden sonra bir yıl kadar çok ağır
sağlık sorunları yaşayan İbn Meymûn, bu sıkıntıları ve yaşadığı bunalımı şu
cümlelerle ifade etmektedir:
Son
zamanda yaşadığım felaket, bütün hayatım boyunca başıma gelen en büyük felaket
oldu. Bu felaket - ruhu şad olsun- aziz kardeşimin ölümüdür. Elinde, bana,
kendisine ve başkalarına ait birçok parayı (emanet olarak) taşırken Hint
denizinde boğuldu ve beni geride küçük bir kız çocuğu ve bir dul kadın ile
bıraktı. Kötü haber bana ulaştıktan sonra yaklaşık bir yıl kadar çıban, ateş ve
depresyonla yataktan kalkamadım ve ölümün eşiğinden döndüm. Bugüne kadar
yaklaşık sekiz yıldır yasını tutuyorum ve hala da avutamadım kendimi. Neyle
avunayım ki? O benim oğlum gibiydi; dizimin dibinde büyüdü. O, tam bir kardeş
ve talebe idi; piyasada alışveriş yapar, para kazanır ben de güven içerisinde
evimde otururdum. O, Talmud, Tevrat ve dilin gramerini iyi bilirdi. Ancak onu
görünce mutlu oluyordum. O, ebediyete intikal etti, bütün mutluluk da battı
gitti. Beni de bu yaban ellerde mahzun ve mükedder bıraktı. Ne zaman onun el
yazısını ya da kitaplarından birini görsem acım tazelenir. Eğer benim en büyük
zevkim (neşe kaynağım) olan Tevrat ve acımı unutturacak ilimle iştiğal
olmasaydı, kederimden çoktan yok olup gitmiştim.[339]
İbn Meymûn, kardeşinin ölümünü müteakip geçimini sağlamak
için çareyi hekimlik yapmakta bulmuştur. Hekimlik kariyerinde saray hekimi
olacak kadar ilerleyen İbn Meymûn, özellikle Eyyubîlerin etkili veziri Fadıl[340] ile olan
hukukundan dolayı imtiyazlı bir konum elde etmiştir. O, saray hekimliği yaptığı
dönemde sarayın dışında da bu mesleği icra etmiştir. Bu dönemlerde aynı zamanda
Mısır Yahudi cemaatinin işleri ile ilgilenmeye devam etmiş ve Şabat günlerinde
Yahudi cemaatine ders vermiştir.
Eserlerini İbraniceye tercüme eden ve Fransa’dan gelerek
kendisini ziyaret etmek isteyen İbn Tibbon’a gönderdiği mektubundan İbn
Meymûn’un günlük yaşamı ile ilgili detayları öğrenmek mümkündür. İbn Meymûn,
mektupta, kendisinin Fustat’ta ikamet ettiğini ve her sabah sultanı ziyaret
etmesi gerektiğini nakletmektedir. Sultan veya çocuklarından ya da
haremdekilerden biri hastalandığı zaman günün büyük bir bölümünü sarayda
geçirdiğini dile getiren İbn Meymûn, öğleden sonra Kahire’den ayrılıp evine
döndüğünde, insanlarla tıka basa dolu bir bekleme odası bulduğunu
bildirmektedir. Gece geç saatlere kadar hastalarla ilgilendiğini nakleden İbn
Meymûn, tâkâtsizlikten ötürü hastalara yazdığı reçeteleri bile uzanarak
yazdığını belirtmektedir. İbn Meymûn, iş yoğunluğu nedeniyle Şabat dışında
hiçbir Yahudinin kendisiyle özel görüşme yapamadığını ifade etmektedir.[341] Bazı
araştırmacılar İbn Tibbon’a gönderilen mektuptaki bilgilere ihtiyatlı
yaklaşarak verilen bilgilerin tarihi bilgilerle çeliştiğine dikkat
çekmişlerdir.[342]
İbn Meymûn’un Mısır’daki hayatının yoğun olduğu farklı
yazılarından da anlaşılmaktadır. O, Fransa’nın Montpellier bölgesinden
gönderilen bir soruya karşılık kaleme aldığı cevabî mektubun girişinde Yahudi
cemaatinin işlerinden nefes alamadığını, İskenderiye dayanı Pinhas’ın ısrarıyla
mektubu yazdığını ifade etmektedir.[343]
İbn Meymûn’un Yahudi cemaati arasındaki konumu belli
değildir. Orta Çağ’a ait Arap kaynakları ondan Reisu’l-Yehûd şeklinde
bahsetmektedir. İbn Ebi Usaybia, İbn Meymûn için '“Mısır diyarında
Yahudilerin lideriydi” ifadesini kullanmaktadır.[344] Bazı
araştırmacılar İbn Meymûn’un 1171 yılında Reisu’l-Yehûd ünvanıyla göreve
getirildiğini iddia etmektedirler.[345] Bazı kaynaklarda ise İbn
Meymûn’un Şalom Levi ile rekabet ettiği, 1177 yılında kaptırdığı cemaat
reisliğini 1195 yılında tekrar aldığı ve ölümüne kadar bu görevde kaldığı
nakledilmektedir.[346] Goitein,
İbn Meymûn’un Yahudilerin lideri olduğunu iddia ederken,[347] bir başka Yahudi araştırmacı
Jacob Mann ise İbn Meymûn’un hiçbir zaman Yahudilere liderlik yapmadığını
savunmaktadır.[348] Encyclopedia
Judaica ise İbn Meymûn’un Mısır Yahudi cemaatinin lideri olarak görev yaptığını
belirtmektedir.[349]
Eldeki veriler değerlendirildiğinde İbn Meymûn’un resmî
olarak nagidlik[350] (reislik)
görevinin bulunmadığı, fakat fiilen Yahudilerin lideri olduğu ortaya
çıkmaktadır.[351] Mevcut
bilgilere göre Selahaddin Eyyubî zamanında (1171-1193) Mısır’da resmî olarak
Yahudi Reisliği (Reisu’l-Yehud, Nagid veya Sar ha-Sarim) makamı
bulunmamaktadır. Bununla birlikte İbn Meymûn’a Yahudi dünyasının birçok
yerinden gönderilen mektuplarda Nagid, Sar ha-Sarim, Reis,Müfti gibi
değişik lakaplarla hitap edilmektedir.[352] Fakat bu ifadeler onun resmî
olarak bu makamları işgal ettiği anlamına gelmez. Çünkü yaygın bir adet olarak
fetva soran şahıslar fetvalarında birçok iltifat ifadesi kullanmaktadır.[353] İbn Meymûn,
Mısır’da bulunduğu süre zarfında Avrupa, Kuzey Afrika ve Ortadoğudaki Yahudi
cemaatlerinden mektuplar almış ve yazışmalar yapmıştır. Çok farklı Yahudi
cemaatlerinden kendisine gönderilen mektuplar onun fiilen tartışma götürmez bir
biçimde Yahudilerin dinî otoritesi olduğunu ortaya
koymaktadır. Araştırmacılar arasındaki genel kanaat, İbn Meymûn sonrasında
cemaat reisliği makamının ihdas edildiği ve resmi ünvanların oğlu Abraham ben
Moşe’den itibaren kullanılmaya başladığı şeklindedir.[354] İbn Meymûn’un ölümünden sonra
altı nesil boyunca Mısır Yahudi cemaatinin liderliğini İbn Meymûn’un oğlundan
başlamak üzere ailesinden gelen bilginler yürütmüştür.[355]
İbn Meymûn, eserlerinde kendisini Endülüslü olarak
(ha-Sefardî veya el- Kurtubî) tanıtmaktadır.[356] İbn Meymûn’un düşüncelerinden
etkilendiği ve kendine örnek aldığı kişiler de yazılarında rabotay
(hocalarım) ifadesiyle atıfta bulunduğu Endülüslü Yahudi bilginler Yitshak
el-Fâsî (ö. 1103) ve Yosef Halevi ibn Miğas’tır (1141). Yitshak el-Fâsî, İbn
Meymûn doğmadan önce hayatını kaybetmiştir. İbn Miğas öldüğünde ise İbn Meymûn henüz
çocuktur. Bu yüzden İbn Meymûn’un bu isimlerden doğrudan ders almadığı açıktır.
Buradan onun “hocalarım” ifadesiyle bu bilginlerin eserlerinden istifade etmeyi
kastettiği ortaya çıkmaktadır.[357]
İbn Meymûn’un ailesiyle ilgili günümüze çok az bilgi
ulaşmıştır. O, yazılarında ailesinden hiç bahsetmemektedir. Açık bir şekilde
verdiği tek bilgi oğlu Abraham ile ilgilidir. Kaynaklarda İbn Meymûn’un iki
evlilik yaptığı zikredilmektedir. İbn Meymûn’un ilk eşi Mısır’da hayatını
kaybetmiştir. Onun bu eşinden çocuğu olmamıştır. İbn Meymun daha sonra,
Mısır’da Mişael Halevi’nin kızı ve kraliyet sekreteri İbn Almali’nin kızkardeşi
ile evlenmiştir. Eşinin adı kendi eserlerinde de diğer kaynaklarda da zikredilmemektedir.
İbn Meymûn’un tek oğlu Abraham, 1187 yılında bu eşinden dünyaya gelmiştir.[358] İbn Meymûn,
1204 yılında hayatını kaybetmiş ve tahminlere göre bugünkü İsrail’in
kuzeyindeki Taberiye’ye gömülmüştür.
İbn Meymûn, hayatının tamamını İslam ülkelerinde geçirmiş
ve çok farklı siyasî-dinî dönemler görmüştür. Bu dönemlerden ilki, 1138-1148
yılları arasında Kurtuba’da Berberi hanedanı Murabıtlar hâkimiyetidir. 1148
yılında Kurtuba bir başka Berberi hanedanı Muvahhidler tarafından ele
geçirilmiştir. İbn Meymûn’un 1148-1160 yılları arasındaki yaşamı ile ilgili
bilgi yoktur. İbn Meymûn 1160 yılında ailesiyle Muvahhidler’in kontrolündeki
Fas’a yerleşmiş ve orada beş yıl kalmıştır. 1165 yılında Fas’ı terk eden İbn
Meymûn, bir yıldan kısa bir süre Filistin’de kaldıktan sonra Kahire’ye
yerleşmiştir. İbn Meymûn, Mısır’da 1166-1171 yılları arasında Şii Fatimî
Devleti’nin hâkimiyeti altında yaşamıştır. Onun hayatındaki son dönem, 1171
yılında Mısır’ın Sünnî Eyyubîler tarafından ele geçirilmesinden ölümüne kadar
(1204) devam eden süreci kapsamaktadır.[359]
A.
Dinî-Felsefî
İçerikli Eserler
İbn Meymûn, dinî otorite ve filozof olarak din ve felsefe
alanında birçok eser kaleme almıştır. Çok küçük yaşlardan itibaren yazmaya
başlayan İbn Meymûn’un bu alanlardaki çalışmaları bazen gelen sorular üzerine,
bazen de kendi planı çerçevesinde kaleme alınmıştır. Bu eserlerden bazıları
ciltler tutacak kadar hacimli iken bazısı da kısa birkaç satırdan oluşan
fetvalardan oluşmaktadır. Bu bölümde İbn Meymûn’un din ve felsefî ilimler
alanında yaptığı çalışmalar hakkında kısa bilgiler verilecektir.
Bu çalışma İbn Meymûn’un Yahudi takvimi hakkında kaleme
aldığı erken döneme ait bir risaledir. Yahudiler ay takvimini kullandıkları
halde Müslümanların sistemini esas almamaktadırlar. Ay yılının 354 gün güneş
yılının ise 365 gün olması sebebiyle Müslümanlar dini bayramları her yıl 11 gün
daha erken kutlarlar. Yahudilikte ise bayramların ve özel günlerin belli zaman
dilimleri içinde kutlanması düzenlenmiştir. Bunun için de bazı aylara ve
yıllara eklemeler yapılarak bayramlar belli zaman dilimleri içerisinde
sabitlenmektedir. İbn Meymûn, bu risalesinde Yahudi takviminin bu gibi temel
özelliklerinden bahsetmektedir. Bu risaleyi 1158 yılında yirmili yaşlarda
yazdığı tahmin edilmektedir.[360]
Bu eser, İbn Meymûn’un Fas ikameti sırasında başladığı
fakat tamamlamadığı, Kudüs Talmud’undaki hukukî konuları derleme girişimidir.
1166 yılında kaleme alındığı tahmin edilmektedir. İbn Meymûn bu eseri, Yitshak
el- Fâsî’nin (ö. 1103) Sefer ha-Halahot adlı eserini esas alarak
hazırlamaktaydı.[361] O, bu
çalışmasını yarıda bırarak zamanını Kitâbu’l-Ferâiz ve Mişne Tora
isimli eserlerine ayırmıştır.[362] Günümüze bu
eserle ilgili İbn Meymûn’un kendisi tarafından yazılmış (müellif nüshası) bazı
el yazmaları ulaşmıştır.[363]
Bu çalışma İbn Meymûn’un 1159 yılında kaleme aldığı bir
risaledir.[364] O, bu
risalede on dört bölüm halinde Mantık ilminin esaslarını ve temel terimlerini
açıklamaktadır. İbn Meymûn, din dışı bir alanla ilgili olduğu için bu risalede
Tevrat’tan ve Talmud’dan hiç alıntı yapmamaktadır.[365] Bu risale, Arap harfleriyle
Mübahat Türker tarafından Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi
Dergisi’nde neşredilmiştir.[366]
İggeret ha-Şemad,
Müslüman bir yönetim tarafından baskı gören bir Yahudinin mektubuna karşılık
yazılmış cevabî mektup olup, Yahudilerin baskı altında din değiştirmelerini
konu edinmektedir. Fas’ta 1161-1164 tarihleri arasında kaleme alındığı tahmin
edilmektedir. Mektubun bir diğer adı da Maamar Kiduş ha- Şem’dir
(Şehitlik Risalesi).
Şemad kelimesi baskı
sonucu zorla din değiştirme anlamına gelip, baskılar sonucu Yahudilerin din
değiştirmelerine özel ad olmuştur. İbn Meymûn, mektupta, Müslümanların
putperest olmadığını, kelime-i şehadet getirmeye zorlanan bir Yahudinin bunu
söyleyerek canını kurtarmasını tavsiye etmektedir. O, ayrıca, dinî baskıların olduğu
bir beldede durulmaması gerektiğini ve bu durumda kalanların dinlerini daha
rahat yaşayacakları başka bir memlekete göç etmelerini tavsiye etmektedir.
Mektubun Judeo-Arabic orijinal metni günümüze ulaşmayıp
sadece Orta Çağ’a ait İbranice çevirileri mevcuttur. Ayrıca bu mektubun İbn
Meymûn’a ait olduğu bazı araştırmacılar tarafından ihtiyatla karşılanmıştır.[367]
İbn Meymûn bu eseri, Mişna’da izaha muhtaç olduğunu
düşündüğü yerlere açıklık getirme amacıyla kaleme almıştır. Judeo-Arabic olarak
yazılan bu eser 1168 yılında tamamlamıştır. Akademik çevrelerde Kitâbu’s-Sirâc
olarak bilinmektedir. Bu isim, esere Halep Yahudileri tarafından verilmiştir.
İbn Meymûn ise bu ismi kullanmamakta ve eseri Şerhu’l-Mişna olarak
isimlendirmektedir.[368] Eser, İbraniceye
Peruş ha-Mişna adıyla çevrilmiştir.
İbn Meymûn bu eserinde her bir Mişna bölümüne uzun
mukaddimeler yazmıştır. O, Zeraim bölümüne yazdığı mukaddimede Sözlü
Tora’ın Musa zamanından kendi zamanına kadar nasıl intikal ettiğini aktarmakta,
semaniye fusul (Şmone Prakim=Sekiz bölüm) olarak bilinen Avot
bölümüne yazdığı mukaddimede Aristo’nun düşünceleri ile Rabbani öğretileri
harmanlamaktadır. İbn Meymûn, Sanhedrin bölümüne yazdığı mukaddimede ise
Yahudilik için belirlediği on üç maddelik iman esaslarını sıralamaktadır.
f.
Sefer ha-Mitsvot
(Kitâbu’l-Ferâiz)
Sefer ha-Mitsvot
olarak da bilinen bu eser, Tevrat’taki 613 maddelik emir- nehiy listesini
içermektedir. 1170 yılında kaleme alınmıştır. O, 248’i emir, 365’i de yasaktan
oluşan 613 kuralı (mitsvot) mukaddime kısmında değerlendirmektedir. İnsan
vücudunda 248 kemik olduğunu, her biri için bir olumlu şey yapılması
gerektiğini belirten İbn Meymûn, yılın 365 gününde de yasaklardan uzak durarak
bütün yılın günahtan uzak geçirileceğini dile getirmektedir.[369] O,
mukaddime kısmında ayrıca emir ve nehiyleri listelerken gözettiği on dört
ilkeden bahsederek kendisinden önceki sınıflandırmaları eleştirmektedir. Eser,
Judeo-Arabic olarak kaleme alınmış ve birçok kez İbraniceye çevrilmiştir. İbn
Meymûn, bu eseri Mişne Tora’ya giriş olarak değerlendirmektedir.[370]
g.
er-Risâletü’l-Yemeniyye
(İggeret Teyman)
Bu mektup, Yemen Yahudilerinin lideri olan Ya‘kov ben
Natanel’in İbn Meymûn’a gönderdiği mektubuna cevap olarak 1172 yılında kaleme
alınmıştır. Ya‘kov ben Natanel, Yemen’de Şiî rejimin baskıları ve bazı
Yahudilerin Mesihlik iddiası sebebiyle tavsiyelerini almak üzere İbn Meymûn’a
mektup göndermiştir.[371] Onun
mektubu günümüze ulaşmamıştır. Fakat içeriği İbn Meymûn’un Yemen’e gönderdiği
mektubun içeriğinden anlaşılmaktadır.
Mektubun Arapça adı er-Risaletü’l-Yemeniyye,
İbranice adı iggeret Teyman"dır. İbn Meymûn’un bu mektuba hangi
başlığı kullandığı kesin olarak bilinmemektedir. Bununla birlikte günümüze
ulaşan Judeo-Arabic yazmalarından birisinin başlığı er-Risaletü’l-Yemeniyye
olduğu için başlığın er-Risaletü’l- Yemeniyye olması daha kuvvetli
ihtimaldir.[372]
Mektubun ana konuları; Yemen’deki Yahudilerin baskı ve
zulüm görmeleri, Mesih iddiasında bulunanlar, Tevrat’ta Hz. Muhammed’e işaret
eden ifadeler, Tevrat’ın tahrifi ve Musa şeriatının neshi gibi konulardır. İbn
Meymûn, Fransa’nın Lunel bölgesindeki hahamlara gönderdiği bir mektubunda Yemen
Yahudi cemaatinin Mesih meselesi başta olmak üzere bazı konularda görüş
istediğini, kendisinin de 3-4 ayrı küçük risale kaleme aldığını ifade
etmektedir. Bu yüzden bazı araştırmacılar, İbn Meymun’un bunları birleştirerek
Yemen Mektubu’nu oluşturduğunu düşünmektedirler.[373] İbn Meymûn, Yemen’deki
Yahudilere, baskıların geçeceğini, bunların Allah tarafından kendilerine
verilen bir imtihan olduğunu hatırlatmaktadır. O, ayrıca dünyanın sonunun
yaklaştığını iddia ederek kendilerini Mesihin müjdecisi gibi sunanları ve
astrolojik hesaplar yapanları ciddiye almamaları konusunda Yemen Yahudilerini
uyarmaktadır. İbn Meymûn, Isfahan’da Mesihlik iddiasıyla ortaya çıkan bir
şahsın Yahudi cemaatlerini nasıl kandırdığını ve Emevi yönetiminin iddiasını
ispatlaması için bu şahsı Yahudi âlimleriyle yüzleştirdiğini nakletmektedir.[374]
Bu mektubun Orta Çağ’a ait üç İbranice tercümesi vardır.
Bunlar Samuel İbn Tibbon (ö. 1230), Abraham İbn Hasday (ö. 1240) ve Nahum
ha-Maaravi (13. yy) tarafından yapılmıştır. Mütercimlerden Nahum ha-Maaravi bu
mektubu Petah Tikva olarak adlandırmaktadır.[375] Ayrıca bu mektup Arabistan
yarımadasının güneyine yani Yemen’e yazıldığı için İngilizce kaynaklarda Letter
to the South (Güneye Mektup) olarak da zikredilmektedir.[376]
İbn Meymûn’un en önemli eseri olup on yıllık bir çalışmanın
sonucunda 1180 yılında tamamlanmıştır. Mişne kelimesi hem “tekrarlayarak
öğrenme” hem de “ikinci” anlamına gelmektedir. Bundan dolayı kelime anlamı
olarak “Tevrat’ın Tekrarı”, “İkinci Tevrat”, veya “Tevrat Tahsili” gibi
anlamlara gelmektedir. İbn Meymûn, eserin girişinde Yahudi hukukunun yeni
nesiller tarafından anlaşılmadığını, Gaonların yorumlarının kendi döneminde çok
az kişi tarafından anlaşılabildiğini ve bundan dolayı kendisini bu çalışmayı
hazırlamaya mecbur hissettiğini ifade etmektedir. Mişne Tora, Talmud’da
yer alan bütün konuları sistematik bir tarzda ele almaktadır. Eser, net
hükümler vermesi, teferruata girmemesi ve kolay kullanımı sebebiyle çok rağbet
görmüştür. İbn Meymûn, bu eserinde konularına göre bölümler oluşturmakta ve
bunlarla ilgili gelenekteki fetvaları bir insicam içerisinde okuyucuya
sunmaktadır.
Mişne Tora, on dört
bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, yaratıcı inancı, Tevrat çalışması,
putperestlik ve tövbe gibi konular ele alınmaktadır. İkinci bölümde Tanrı
sevgisi, dualar ve tefilin gibi konular hakkında bilgi verilmektedir. Önemli
zamanlar başlığını taşıyan üçüncü bölümde İbn Meymûn, Şabat, Yom Kipur, Roş haŞana,
Sukot ve Pesah gibi Yahudi bayramlarının anlam ve öneminden bahsetmektedir. O,
dördüncü bölüm kadın, evlilik, boşanma ve kayınbiraderle evlilik (yivum)
konularına değinmektedir. Beşinci bölümde ise cinsel suçlar, kaşer kuralları ve
hayvan kesim usulleri hakkında bilgi verilmektedir. İbn Meymûn, altıncı bölümde
yeminler, adaklar ve mabede yapılan sunulardan bahsetmektedir. Zeraim
adını taşıyan yedinci bölümde ziraat ile ilgili Yahudi hukukunun kuralları
işlenmektedir. Sekizinci bölüm mabed ile ilgili kuralları, dokuzuncu bölüm
kurban sunularını, onuncu bölüm temizlik konularını, on birinci bölüm suç ve
cezaları, on ikinci bölüm alış-veriş kurallarını, on üçüncü bölüm sivil hukuk
kurallarını, ön dördüncü bölüm de krallar, hâkimler ve Sanhedrin ile ilgili
kuralları incelemektedir.
Eserin derli toplu oluşu, din eğitimi alan öğrencilerin
Talmud’dan uzaklaşacakları endişesini doğurmuştur. Dönemin bazı Yahudi
bilginleri, öğrencilerin kolaycılığa kaçarak, sistematik, kullanışlı ve her
konuya değinen bu eser yüzünden Talmud eğitimini ikinci plana atacaklarını
iddia ederek İbn Meymûn’u eleştirmiştir. İbn Meymûn da değişik mektuplarında bu
eleştirilere cevap vererek niyetinin bu olmadığını, kısa ve öz bir eser ortaya
koyma amacı güttüğünü, bu yüzden konuyla ilgili bütün görüşlere tek tek
değinmediğini ifade etmiştir. O, eserinde konuyla ilgili fetvaları sıralarken
görüşlerin kaynaklarını zikretmemektedir. Bununla, okuyucunun kafasını
karıştırıp kaynaklarla onu sıkmamayı hedef aldığını belirtmektedir.[377] İbn Meymûn,
ayrıca kendisinden önce kimsenin bu şekilde bir çalışma ortaya koymadığını dile
getirmektedir.[378]
İbn Meymûn eserlerini genelde Judeo-Arabic yazdığı halde bu
eseri İbranice kaleme almıştır. Yahudi araştırmacılar bunun nedenini, İbn
Meymûn’un en değerli eserini kutsal dil olarak görülen İbrani dilinde vermek
istemesine bağlamaktadırlar. O, bu eserden bazen Mişne Tora (משנה תורה), bazen de isim zikretmek yerine büyük eserimiz
anlamında İbranice “hiburenu ha-gadol” (חיבורנו הגדול) ya da Arapça “te’lîfune’l-kebîr” (j^'
lââjJîj) şeklinde bahsetmektedir.[379] İbn Meymûn,
Delâletü’l- Hâirîri de de bu eser için fıkhî eserimiz tabirini
kullanmakta ve “kemâ beyyennâ fî te’lîfine’l-fıkhiyye” (¼^1
/■Mj j י ^-י-^)
ifadesiyle bu esere atıfta bulunmaktadır.[380] [381] Mişne Tora, Yahudi
ilim çevrelerinde Yad ha-Hazaka38 (Güçlü el) olarak da
bilinmektedir.
Bu eser, Orta Çağ’ın en büyük Yahudi filozofu sayılan İbn
Meymûn’un felsefe alanındaki başyapıtıdır. 1190 yılında kaleme alınmıştır.
Eserin adı Türkçe’ye Şaşkınlara Rehber/Kılavuz veya Aklı Karışıklara
Rehber/Kılavuz şeklinde çevrilmektedir.[382] Araştırmacılara göre İbn
Meymûn bu eseriyle, aklî ilimlerlerle (felsefe) naklî ilimler (din) arasında
zihinleri karışmış Yahudilere rehberlik yapma amacı gütmekte ve Yahudiliğin de
bir dinî sistem olarak akıl ile çelişmeyeceğini göstermeye çalışmaktadır.[383] Diğer
eserleriyle karşılaştırıldığında Delâletü’l- Hâirîriin özellikle felsefe
tahsili görmüş ilim çevreleri için kaleme alındığı görülmektedir. Bugün
elimizdeki mevcut eser, İbn Meymûn’un değişik zamanlarda öğrencisine hitaben
yazdığı üç ayrı mektubun daha sonra tek parça kitap haline getirilmiş halidir.[384]
İbn Meymûn’un Delâletü’l-Hâirîrii gönderdiği
öğrencisinin kimliği akademi çevrelerinde uzun süre karışıklıklara sebep
olmuştur. Bazıları mektubun gönderildiği şahsın Yosef ben Yehuda ibn Aknin
olduğunu iddia ederken bazıları da Yosef ben Yehuda ibn Şim‘on olduğunu
savunmaktadır. Bu karışıklık Yahudi araştırmacıların eserlerinde de
görülmektedir. Her iki şahsın isminin de Yosef ben Yehuda olması dolayısıyla,
bu iki şahsın tek bir kişi olduğu zannedilmiştir. Eldeki mevcut kaynaklardan
bunların iki ayrı şahıs olduğu bilinmektedir. Yakın dönemlere kadar akademik
çevrelerdeki genel eğilim Delâletü’l-Hâirîriin gönderildiği öğrencinin
Yosef ben Yehuda ibn Aknin olduğu şeklindeydi. Fakat yapılan araştırmalar bu
öğrencinin İbn Şim‘on olduğunu ortaya koymuştur.[385]
İbn Meymûn, 1197 yılında Güney Fransa’da bulunan Lunel
şehrinin hahamlarına Judeo-Arabic orijinal haliyle Delâletü’l-Hâirîriin
ilk iki bölümünü göndermiştir. Lunel bölgesi hahamları eserin bu bölümlerini
aldıklarına dair İbn Meymûn’a teşekkür mektubu göndermişler, sonrasında ise
Arapça bilmedikleri için metni Samuel İbn Tibbon’a teslim etmişlerdir. İbn
Tibbon, ilk iki bölümü İbraniceye tercüme etmiş ve tercüme sırasında İbn
Meymûn’a mektup göndererek bazı kelime ve ifadelerle ilgili sorular
yöneltmiştir. İbn Meymûn da açıklama istediği yerleri izah etmiş ve hangi
Arapça kelimeyi hangi İbranice kelimeyle karşılayacağına dair açıklamalar
yapmıştır. Eserin üçüncü ve son bölümü 1199 yılında İbn Tibbon’a ulaşmıştır.
İbn Tibbon bu son bölümü de İbn Meymûn’un ölümünden çok kısa bir süre önce
tamamlamış ve böylece eser İbn Meymûn daha hayattayken 1204 yılında tamamıyla
İbranice’ye çevrilmiştir.[386]
İbn Meymûn’un bu eseri bazı Yahudi cemaatleri arasında
kabul görürken bazıları da eseri sapkın fikirler içeren zararlı bir çalışma
olarak değerlendirmiştir. Bu eser sebebiyle Aşkenaz Yahudi cemaatleri arasında
büyük kavgalar yaşanmıştır. Fransa’nın güneyindeki Provence eyaleti hem
Endülüs’ten gelen Sefarad Yahudilerini hem de kuzeyden gelen Aşkenaz
Yahudilerini barındıran kozmopolit bir yapıya sahipti. Sefarad Yahudileri ciddi
bir şekilde Arap düşünürlerin etkisi altında iken Aşkenaz Yahudileri geleneksel
Rabbanî öğretiden yanaydılar. Bu cemaatler arasındaki kavga ileri boyutlara
taşınmış ve Montpellier bölgesinin ileri gelen hahamlarından Rabbi Şlomo, Delâletü’l-Hâirîrii
ve Mişne Tora’nın ilk bölümü olan Sefer ha-Mada‘yı yasaklamıştır.
Bu eseri benimseyenler ve esere muhalif olanlar karşılıklı olarak birbirleri
hakkında herem[387] ilan
etmişlerdir.[388]
Fransa’nın Lunel bölgesindeki hahamlar da İbn Meymûn’un
eserlerine sahip çıkarak kavgada taraf olmuşlardır. Meşhur Yahudi bilgini
Nahmanides (ö. 1270) bu iki düşman grubu barıştırmak ve bir orta yol bulmak
için uğraştıysa da başarılı olamamıştır. Montpellier hahamı Rabbi Şlomo, İbn
Meymûn taraftarlarının etkisini kırmak için bölgedeki Papalık yetkililerinden
destek istemiştir. Zira İbn Meymûn’un Delâletü’l-Hâirîriinde hâkim olan
Aristo’nun fikirleri 1210 yılında Kilise tarafından düzenlenen Sens bölge konsilinde
sapkın bulunmuş ve kınanmıştı. Rabbi Şlomo bunu fırsat bilerek kiliseyi bu
esere karşı kışkırtmıştır. Provence, Montpellier ve Paris bölgelerindeki Yahudi
bilginler tarafından bu eseri okuyanlar herem cezasına çaptırılmış ve Delâletü’l-Hâirîn
nüshaları yakılmıştır.[389]
Bu eserin ilk edisyonu Salomon Munk tarafından 1856-1866
yılları arasında üç cilt halinde halinde yapılmış ve hem Judeo-Arabic hem de
Fransızca çevirisiyle birlikte Paris’te yayınlamıştır. Eserin ikinci neşri Munk
edisyonu esas alınarak Issachar Joel tarafından 1931 yılında Telaviv’de
yapılmıştır. Eserin Arap harfleriyle tahkiki ise Hüseyin Atay tarafından
yapılmış ve 1974 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları
arasında yayınlanmıştır. Ayrıca Delâletü’l-Hâirîri in ikinci bölümünün
başında yer alan yaratıcıyı ispat ile ilgili yirmi beş maddelik delile, XIII.
yüzyıl Müslüman bilginlerden Muhammed Ebubekir ibn Muhammed et-Tebrizi
tarafından şerh yazılmıştır.[390]
İbn Meymûn bu risalesini ölülerin diriltileceğine
inanmadığı şeklindeki eleştirilere cevap olarak yazmıştır. Bu risalenin 1191
yılında kaleme alındığı tahmin edilmektedir. Günümüze ulaşan Judeo-Arabic
yazmalarda bu risalenin adı Makale fi Thiyat ha-Metim, Risaletü Thiyat
ha-Metim ve Cevabu Thiyat ha-Metim şeklinde üç farklı isimle
geçmektedir.[391]
Bu risalenin kaleme alınmasında Babil gaonlarından Samuel
ben Eli’nin İbn Meymûn’u ölülerin diriltilmeyeceğine inanmakla suçlaması etkili
olmuştur.[392] İbn
Meymûn’un ölülerin bedenen dirilmesi konusunda zihninin net olmadığı birçok
araştırmacı tarafından da dile getirilmiştir.[393] Kaynaklardaki bilgilere göre
İbn Meymûn’un Halep’teki öğrencisi Yosef ben Yehuda ibn Şim‘on, 1190 yılında
Bağdat’a giderek İbn Meymûn’un fikirlerini esas alan bir akademi kurma teşebbüsünde
bulunmuştur. Burada Babil gaonlarından Samuel ben Eli’nin İbn Meymûn’u
eleştirerek otoritesini zayıflattığını ve kendisini ön plana çıkardığını
görmüştür. İbn Şim‘on, Babil gaonu ile bu konuda münazara yapmış ve durumu İbn
Meymûn’a aktararak risalenin yazımına vesile olmuştur.[394]
Kaynaklarda Bağdat gaonu Samuel ben Eli ile İbn Meymûn
arasındaki ölülerin dirilmesi üzerinden yaşanan polemiğin altında yatan gerçek
sebebin iktidar mücadelesi olduğu da dile getirilmiştir. Buna göre bir yanda
Mısır’da İbn Meymûn, diğer tarafta Bağdat’ta Samuel ben Eli, Yahudi dünyasının
liderliği için ölülerin dirilmesi konusu üzerinden mücadele etmişlerdir. Bu
süreçte Yemen Yahudileri Bağdat gaonu Samuel ben Eli’ye gönderdikleri mektupta
İbn Meymûn’un yeniden dirilme konusundaki görüşlerinden ötürü insanlarda
şüpheler oluştuğunu dile getirerek Babil gaonlarının otoritesinin azaldığı
uyarısında bulunmuşlardır.[395] Yemen
Yahudilerinin doğrudan İbn Meymûn’a bu konudaki rahatsızlıkları ile ilgili
mektup gönderdikleri de bilinmektedir.[396]
Risaleye sözlerinin yanlış anlaşıldığını ifade ederek
başlayan İbn Meymûn, Tanrının sözlerinin bile yanlış anlaşıldığını belirterek
Hıristiyanların Tanrı’yı üçlemelerinin bunun örneği olduğunu dile
getirmektedir. O, ölülerin dirilmesinin hak olduğunu, bununla ruhların cesede
dönmesinin kastedildiğini, fakat ölüm sonrası hayatta nihai safha ve amaç
olmadığını vurgulamaktadır. İbn Meymûn’a göre olam ha-ba denen safha
ölüm sonrası hayatta son ve en önemli safhadır. Bu safhada cismani istekler ve
beden bulunmayacaktır. O aşamaya gelen insanların mükafakatları da bedenî değil
aklî ve ruhî olacaktır.[397]
İbn Meymûn’un ölülerin bedenen diriltilmesi konusundaki
görüşlerine çok değişik kesimlerden eleştiri gelmiştir. Bunlardan en ilginç
olanı Yemenli Müslüman âlim Şevkanî’ye (ö. 1834) aittir. Şevkanî, ölülerin
dirilmesi ile ilgili risalesinde bedenen dirilmenin hak olduğunu ve önceki
peygamberlerin de bundan bahsettiğini zikretmektedir. O, Yahudilerin arasından
Musa bin Meymûn adında zındık birinin çıkarak ölüm sonrası hayatta lezzetlerin
bedenî değil ruhî ve aklî olacağını iddia ettiğini aktarmaktadır. Musa bin
Meymûn’un bu görüşlerinde İbn Sina’yı taklit ettiğini dile getiren Şevkanî,
mel‘un ve zındık olan Musa bin Meymûn’un Yahudiler arasında da lanetlendiğini
ve kâfir olarak isimlendirildiğini ifade etmektedir.[398]
j.
Şeelot u-Teşuvot
(Fetvalar=Responsa)
Responsa olarak meşhur olan fetva literatürü İbranice’de Şeelot
u-Teşuvot (sorular ve cevaplar) şeklinde ifade edilmektedir. Şeelot
u-Teşuvot, Yahudi geleneğinde çok köklü bir yere sahiptir. Birçok Yahudi
bilgine ait özel fetva koleksiyonları mevcut olup, bunlar Talmud dönemlerine
kadar gitmektedir. Rav Saadya Gaon’a kadar bu literatürün temel yazışma dili
Aramice idi. Saadya Gaon ile birlikte Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki Yahudiler
arasında fetva yazışmalarının büyük ölçüde Judeo-Arabic üzerinden yapıldığı
görülmektedir.
İbn Meymûn’a ait elimize ulaşan yüzlerce fetva
incelendiğinde, fetvaların İbranice ve Judeo-Arabic kaleme alındığı görülmektedir.
İbn Meymûn’un bu fetvalarda tercih ettiği dil genelde mektubun gönderildiği dil
ile aynıdır. Arap egemenliği altında yaşayan Yahudiler mektuplarını
Judeo-Arabic kaleme alırken Hıristiyan Avrupa’da yaşayan Yahudiler İbranice’yi
tercih etmişlerdir. Her ne kadar yazım dilleri İbranice ve Judeo-Arabic olsa da
Talmud’dan ve diğer Yahudi dinî literatüründen yapılan alıntılar sebebiyle
Aramice deyim ve ifadelerin de sıkça kullanıldığı görülmektedir.
Mısır’da bulunduğu sırada farklı ülkelerdeki Yahudi
cemaatlerinden kendisine gönderilen mektuplar İbn Meymûn’un büyük bir otorite
olduğunu göstermektedir. Mektuplar incelendiğinde fetva soranlar arasında
sadece sıradan halkın değil üst düzey rabbiler, dayanlar ve gaonların
da bulunduğu görülmektedir.[399] Günlük
işlerden en hayatî meselelere kadar her türlü soruya muhatap olan İbn Meymûn,
coğrafya olarak da Bağdat, Şam, Halep, Yemen, Filistin, Kuzey Afrika, Endülüs
ve Fransa gibi çok farklı bölgelerin başvuru kaynağı olmuştur.[400]
İbn Meymûn, Orta Çağ’ın en büyük Yahudi filozofu olmanın
yanı sıra kabiliyetli bir hekim olarak da bilinmektedir. Saray hekimliği
yaptığı hem Arap kaynaklarında hem de kendi mektuplarında anlatılmaktadır.[401] Arap
kaynakları İbn Meymûn’dan bahsederken hekim olduğunu özellikle vurgulamaktadır.
Arslan yürekli lakabıyla bilinen Kral Richard’ın[402] bölgede olduğu sırada İbn
Meymûn’un ününü duyarak haber gönderdiği ve özel hekimi olmasını teklif ettiği,
İbn Meymûn’un ise bu teklifi reddettiği kaynaklarda zikredilmektedir.[403] İbn Meymûn,
tıbla ilgili eserlerinde Fas ikameti sırasında Müslüman hekimlerden istifade
ettiğini zikretmektedir.[404] Müslüman
tıb bilginlerinden özellikle Ebu Mervan İbn Zühr ve Ebul Hasan Süfyan
el-Endelusî’den büyük bir hayranlıkla bahseden İbn Meymûn, bu hekimleri tıb alanının
ulema ve uzema'’ sı (büyükleri ve uluları) olarak nitelemektedir.[405]
İbn Meymûn’un tıbla ilgili risalelerini 1185-1200 yılları
arasında kaleme aldığı tahmin edilmektedir. Bu risalelerin çoğu Müslüman
yöneticiler için kaleme alınmıştır. Muhataplarının İbranice bilmeyen
yöneticiler olması hasebiyle bu risaleler Arap harfleriyle Arapça olarak kaleme
alınmıştır. Bununla beraber Geniza dökümanları arasında yakın zamanlarda ortaya
çıkan bazı yazmalar İbn Meymûn’un bu risaleleri hazırlarken müsvedde versiyonu
üzerinde Judeo-Arabic olarak çalıştığını ortaya koymaktadır. İbn Meymûn’un
tıbla ilgili risaleleri hakkında en önemli ve muteber çalışmalar tıp profesörü
Fred Rosner tarafından yapılmıştır.[406] Bu bölümde İbn Meymûn’un
tıbla ilgili risaleleri hakkında kısa bilgiler verilecektir.
El-Muhtasarât, İbn
Meymûn’un tıb bilgini Galen’in eserlerinden yaptığı seçmelerden oluşmaktadır.
Bu yüzden bu eser akademi çevrelerinde “Galen’den Seçmeler” şeklinde de
isimlendirilmiştir.[407] Tıb tahsili
yapacaklar için hazırlanan bu risale, Arapça yazılmış olup bazı bölümleri
İbranice çeviriler aracılığıyla günümüze ulaşmıştır.
Bu risale, Hipokrat’ın tıpla ilgili vecizelerine İbn Meymûn
tarafından yazılmış bir şerhtir. İbn Meymûn bu risalesinde hem Galen’i hem de
Hipokrat’ı eleştirdiği konulara yer vermiştir. Hipokrat’ın Vecizeler’i
dokuzuncu asırda Huneyn bin İshak tarafından Grekçeden Arapçaya çevrilmiştir.
İbn Meymûn, risalenin yazımında bu çeviriyi esas almıştır. Arapça kaleme alınan
Şerhu Fusûli Abukrat, Samuel ibn Tibbon tarafından İbraniceye tercüme
edilmiştir. Günümüze Arapça orijinal metinden iki ayrı hasarlı yazma
ulaşmıştır.[408]
Bu çalışma İbn Meymûn’un en fazla alıntılanan tıb eseridir.
İbn Meymûn başta Yunan tıpçılar olmak üzere birçok tıb bilginine ait yaklaşık
bin beş yüz kadar vecizeyi bu eserde toplamıştır. Risale, İbn Meymûn’un tıb
alanındaki en hacimli eseridir. Yirmi beş bölümden oluşan bu risalenin her bir
bölümü tıbbın ayrı bir alanı ile ilgilidir. Arapça orijinal metnin tamamı
korunarak günümüze kadar ulaşmış olup tek nüshası Almanya’daki Gotha
kütüphanesinde yer almaktadır. Risale, XIII. asırda PirkeyMoşe adıyla
İbraniceye çevrilmiştir. Bu çalışmanın Orta Çağ’da Latince çevirileri de
yapılmıştır.[409]
Hemoroidler üzerine yazılmış bir risaledir. Risale,
Müslüman hekimlerin basur hakkındaki görüşlerini aktarmakta ve bu hastalığın
nedenleri ve tedavisi hakkında bilgiler içermektedir.[410] Sarayda çalışan devlet
adamlardan birisinin ricası üzerine yazılmıştır. İbn Meymûn, risalenin
girişinde, basur hastası bir devlet yetkilisinin tedavi için kendisini
görevlendirdiğini nakletmektedir. Risale, yedi bölümden oluşmaktadır. İbn
Meymûn, risalede faydalı gıdalardan, hazımdan ve basur hastalarının kaçınması
gereken yiyeceklerden bahsetmekte ve çok ileri düzeyde olmadığı müddetçe
basurla ilgili cerrahî müdaheleleri tercih etmediğini ifade etmektedir. Arapça
orijinal metin Almanca çevirisiyle birlikte yayınlamıştır.[411]
Cinsel ilişkiden bahseden bir çalışmadır. Selahaddin
Eyyubî’nin yeğeni Hama valisi Ömer el-Muzaffer için kaleme alınmıştır. Bu şahıs
çok yoğun cinsel hayat yaşamasından dolayı İbn Meymûn’dan cinsel gücü artırıcı
bilgiler içeren bir risale yazmasını istemiştir. İbn Meymûn, risalede, cinsel yaşamla
ilgili İbn Sina ve İbn Zühr gibi hekimlerin görüşlerini nakletmekte ve sağlıklı
bir cinsel hayatla ilgili önerilerde bulunmaktadır. Afrodizyak etkisi yapan
yiyecekler ve ilaçlar ile cinsel gücü düşüren yiyecek ve ilaçlara da yer veren
İbn Meymûn, cinsel hayatta aşırılıktan kaçarak orta bir yolun takip edilmesi
gerektiğini dile getirmektedir.[412]
İskenderiyeli astım hastası bir aristokratın isteği üzerine
yazılmış bu risale, astımın sebeplerinden bahsetmekte ve çözüm yolları ile
ilgili öneriler sunmaktadır. Risalenin yazılmasını rica eden şahıs aşırı baş
ağrılarından şikâyet etmekte ve mekân değişikliğinin faydalı olup olmayacağını
sormaktadır. İbn Meymûn, on üç bölüm halinde yazdığı bu risalesinde astım
hastaları için diyetten ve bu hastalığı etkileyen havalardan bahsetmektedir. O,
Mısır’ın kuru ikliminin astım hastaları için faydalı olduğunu belirtmekte ve bu
hastalar için yiyecek ve ilaç listesine yer vermektedir. Risalenin son
bölümünde bu tür hastalar için en temel çözümün temiz hava, düzenli beslenme ve
temiz su kullanımı olduğunu ifade eden İbn Meymûn, yaşanan mekânların temiz
tutulması ile ilgili detaylı önerilerde bulunmaktadır.[413] Bu risalenin edisyonu Gerrit
Bos tarafından yapılmıştır.[414] [415]
g.
Kitâbu’s-Sumûm
ve’l-Müteharriz mine’l-Edviyeti’l-Kitâle
Zehirler ve panzehirler ilgili bu risalesini vezir Fadıl’ın
isteği üzerine kaleme almıştır. Bu yüzden bu risalenin ismi el-Makale
el-Fâdıliyye olarak da bilinmektedir. O, bu risalede yılan, köpek, örümcek,
arı ve akrep zehirlenmelerini konu edinmektedir. İbn Meymûn, vezir Fadıl’ın
Mısır’da çok yaygın olan bu tür zehirlenmelere çare olması amacıyla Ortadoğunun
değişik bölgelerinden çeşitli ilaç malzemesi getirttiğini ve bunlarla büyük bir
ecza deposu oluşturulduğunu dile 1.1• 415 getirmektedir.
Sağlıklı yaşam ile ilgili bir rehber niteliğinde olan bu
risale, İbn Meymûn’un en meşhur eserlerinden birisidir. Bu risale Selahaddin
Eyyubî’nin büyük oğlu vezir Fadıl için kaleme alınmıştır. Dört bölümden oluşan
risalede İbn Meymûn, sağlam kafa sağlam vücutta bulunur (salâhu’l-beden
salâhu’n-nefs) kaidesine vurgu yaparak zihin ve beden sağlığı arasındaki
dengeye dikkat çekmektedir.[416] Temiz bir
ortam, düzenli yemek, beden egzersizleri yapma, müzik, şiir, resim ve temiz havada
yürüyüş gibi tavsiyelerde bulunmaktadır. Risale, sağlıklı yaşam için rehber
niteliğinde olduğu için çok rağbet görmüş ve çok değişik coğrafyalarda
yayılmıştır. Risalenin hem orijinal Arapça nüshaları hem de Orta Çağ’a ait
İbranice ve Latince nüshaları günümüze ulaşmıştır.[417]
1200 yılı civarında vezir Fadıl’ın sürekli tekrarlayan
depresyonları için kaleme alınmıştır. Bu metin, Makale fi tedbiri’s-Sıhha
adlı risalenin beşinci bölümünün müstakil hali olarak düşünülmüştür. İbn Meymûn
bu risalesinde sultanın diğer hekimlerinin yazdığı reçeteleri ve tavsiyeleri
doğrulamakta ve risalenin sonunda da sıhhatli yaşamla ilgili saat saat günlük
yapılması gerekenleri sıralamaktadır.[418] Arapça orijinal metin 1928
yılında H. Kroner tarafından Almanca ve İbranice tercümesiyle birlikte
yayınlanmıştır.[419]
İlaçlar üzerine yazılmış bir risaledir. Bu risale Max
Meyerhof tarafından Ayasofya Kütüphanesi 3711 nolu yazmanın keşfedilmesiyle
ortaya çıkmıştır. İbn Meymûn risalenin giriş kısmında ilaçları meşhur adlarıyla
isimlendirmenin öneminden bahsetmektedir. O, risalede ilaçların isimlerini
Arapça, Grekçe, Süryanice, Farsça, Berberice ve İspanyolca vermektedir. İbn
Meymûn bu risaleyi Arap tıpçıların eserlerinden istifade ederek hazırlamıştır.[420] [421] Meyerhof,
bu risaleyi Arapça orijinal metin ve Fransızca tercümesiyle birlikte 1940
yılında 421 yayınlamıştır.
III. Müslüman
Bilginlerin İbn Meymûn Üzerindeki Etkisi
Hayatının tamamını İslam coğrafyasında geçiren İbn Meymûn,
tabi olarak içinde yaşadığı kültür ortamından etkilenmiştir. Onun ilim tahsil
ettiği bütün kitaplar Arapça ve İbranicedir. Arapça eserlerin çoğu da Müslüman
müellifler tarafından kaleme alınmıştır. Kaynaklarda İbn Meymûn’un Yunanca
bilmediği zikredilmektedir. O, Yunan filozoflarının eserlerini de Arapça
tercümeleri aracılığıyla okumuştur.[422]
İbn Meymûn’un Müslüman bilginlerden etkilendiği tartışma
götürmez bir gerçektir.[423] Onun
Müslüman bilginlerin eserlerinden haberdar olduğu bazen yazılarında kullandığı
ifadelerden bazen de müellifleri ismen zikretmesinden anlaşılmaktadır. Bu durum
İbn Tibbon’a gönderdiği mektupta açıkca görülmektedir. İbn Meymûn bu mektubunda
Yunan, Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman filozoflardan ismen bahsetmekte ve her
biri hakkında değerlendirmelerde bulunmaktadır.[424] İbn Meymûn mektupta şu
ifadelere yer vermektedir:
Dikkat et, Aristonun kitaplarını Alexander [Afrodisiyaslı]
ve Temistiyus veya İbn Rüşd’ün şerhleri olmadan inceleme. Yanında olduğunu
söylediğin kitaplara gelince, onlardan Elma ve Altın Saray adlı
kitapların tamamı hezeyan, delilik ve saçmalıktır. Bunlar Aristo’ya nispet
edilen iki eserdir ki aslında ona ait değildirler. [Ebu Bekir Zekeriyya] Râzî
tarafından kaleme alınan İlahi Hikmet adlı eserde de bir fayda yoktur.
Çünkü Râzî sadece bir hekimdi. Aynı şekilde İshak bin Süleyman el-İsrailî
tarafından kaleme alınan Kitâbu’l-Hudûd ve’r-Rusûm ve Kitâbu’l-Ustukussât
adlı eserler de tamamıyla hezeyan, delilik ve saçmalıktır. Çünkü İshak bin
Süleyman el-İsrailî de sadece bir hekimdi. Yosef ha-Sadik tarafından kaleme
alınan ha-Olam ha-Katan [el- Alemu’s-Sağir] adlı eseri görmedim. Fakat
müellifi ve uslubunu biliyorum. Kendisinin ve eserinin değerini tanıma fırsatım
oldu. Hiç şüphesiz o İhvân-ı Safâ’nın[425] yolunu takip etti.426
Genel olarak sana diyeceğim şu ki; mantık çalışmaları ile
ilgili bilgin Ebu Nasır Fârâbî’nin kaleme aldığı şeylerin dışında bir şey ile
meşgul olma, çünkü genel olarak yazdığı her şey ve özel olarak da Kitâbu’l-Mebâdi’l-Mevcudât421
adlı eserinin tamamı kusursuzdur. Bir insan da onun sözlerini kolayca anlar ve
bilgilenir çünkü o büyük bir bilgedir. Benzer şekilde Ebu Bekir ben es-Saiğ[426] [427] [428] de büyük
bir filozof ve bilgedir. Sözleri ve eserleri anlayan için açıktır ve bilgiye
erişenler yazdıklarının doğru olduğunu bilir.[429] Aristo’nun eserleri bütün
bilimsel eserlerin temeli ve esasıdır. Fakat zikrettiğimiz üzere Alexander
[Afrodisyaslı] ve Temistiyus veya İbn Rüşd’ün şerhleri olmadan anlaşılmazlar.
Bu zikredilen eserlerin dışında, Banduklos’un, Pitagoros’un, Hermes’in,
Porforyus’un eserleri vardır ki bunların hepsi antik çağ felsefesidir. Onlarla
zaman kaybetmeye ve üzerlerinde mütalaa yapmaya değmez. Aristo’nun hocası
Eflatun’un sözleri ise derindir (anlaşılması zordur) ve mesellerle ifade
edilmiştir. Bilgili insan onun eserlerini dikkate almayabilir, Aristo’nun
eserleri yeterlidir. Çünkü talebesi Aristo’nun eserleri kendinden önceki bütün
eserlere gerek bırakmayacak şekilde kâfidir. Aristo’nun aklına gelince; demem o
ki, ilahi bir bereket ile nübüvvet mertebesine erişenler hariç tutulacak olursa
-ki ondan daha üstün mertebe de yoktur- Aristo’nun aklı insan aklının nihaî
sınırıdır.[430] Her ne
kadar iyi bir hassasiyetin ve ince bir felsefenin ürünü olsalar da Ali ibn
Sînâ’nın eserleri Fârâbî’ninkiler gibi değildir. Fakat kitapları faydalıdır ve
o, sözleriyle meşgul olmaya ve kitaplarına göz atmaya değer bir şahıstır. İşte
sana neye bakacağını ve değerli ruhunu nelerden uzak tutacağını bilmen için yol
gösterip rehberlik ettim.[431]
Harvey, İbn Meymûn’un bu tavsiyelerinin başta İbn Tibbon
olmak üzere Yahudi mütercimler tarafından dikkate alındığına dikkat
çekmektedir.[432] O, İbn
Meymûn’un tavsiye ettiği eserlerin İbraniceye çevrildiğini, zaman kaybı dediği
eserlerin çoğunun İbraniceye çevrilmediğine dikkat çekmektedir.[433] Örneğin İbn
Meymûn, Aristo’nun eserlerinin Afrodisyaslı Alexander, Temistiyos ve İbn Rüşd
şerhleri ile okunmasını tavsiye etmektedir. Buna paralel olarak Aristo’nun
kendi eserleri İbranice çok az çevrilmiş, zikredilen şerhlerinin pek çok
çevrisi yapılmıştır. Kayda değer bir diğer ayrıntı da Aristo’nun bu üç isim
dışındaki şerhlerinin Arapça ve Grekçe şerhlerinin İbraniceye tercümelerinin
yok denecek kadar az olmasıdır. Benzer şekilde antik filozoflarla
ilgilenilmemesi tavsiyesi de tutulmuş ve neredeyse bu filozoflardan hiç
İbranice çeviri yapılmamıştır. İbn Meymûn, Fârâbî’nin bütün eserlerini ve
özellikle de Mantık eserlerini tavsiye etmiş ve bu tavsiyeye uyulmuştur.[434] İbn Meymûn,
Ebu Bekir Râzî ile İshak bin Süleyman el-İsrailî’nin sadece hekim olduklarını
söyleyerek meşgul olmaya değmeyeceği tavsiyesinde bulunduğu için her iki
müellifin sadece birer eseri tercüme edilmiştir.[435] İbn Meymûn, İbn Sina’nın
eserleri için “göz atmaya değer” ifadesini kullanmakla birlikte, onu Fârâbî ile
karşılaştırmakta ve daha düşük resmetmektedir. Bu yüzden İbn Sina, Fârâbî’nin
gölgesinde kalmış ve fazla çeviri yapılmamıştır.[436] Bununla birlikte İbn
Meymun’un birçok konuda Farabi-İbn Sina düşünce sistemini takip ettiği
görülmektedir.
Yukarıdaki metinde görüldüğü üzere İbn Meymûn, Aristo’nun
yazılarını bütün ilimlerin kaynağı olarak tanımlamaktadır. Bundan dolayı
araştırmacılar tarafından onun için Aristocu filozof ya da Endülüs Aristo
ekolünün temsilcisi şeklinde nitelemeler yapılmıştır. Eserlerinin geneline
bakıldığında Aristo, İbn Meymûn için en değerli filozoftur.[437]
Hem bu mektubundan hem de Delâletü’l-Hâirîn adlı
eserindeki ifadelerinden anlaşıldığı üzere Fârâbî, Aristo’dan sonra İbn
Meymûn’un en fazla değer verdiği filozoftur. İbn Meymûn, İbn Tibbon’a
gönderdiği mektupta Fârâbî’nin yazılarından Yahudi geleneğindeki solet
nekiya[438] tabiri ile
bahsetmektedir. Solet nekiya, elekten geçirilmiş en ufak bir kusur
olmayan temiz un için kullanılan bir tabirdir. Bu anlamda Fârâbî’nin eserleri
de solet nekiya’ya benzetilerek çalışmalarının kusursuz olduğu
vurgulanmaktadır. Eserlerinde yoğun bir Fârâbî etkisi bulunan İbn Meymûn’a Fârâbî’nin
talebesi nitelemesi yapılmıştır.[439] Makâlefi
Sınâati’l-Mantık’ı Arapça harflerle neşreden Mübahat Türker, bu eser için
“Fârâbî’nin İbn Meymûn üzerinde yapmış olduğu tesiri, cümlelerine varıncaya
kadar, doğrudan doğruya gösteren bir vesika” ifadesini kullanmaktadır.[440] İbn Meymûn Delâletü’l-Hâirîn’de,
Fârâbî’nin dört eserini ismen zikretmektedir. Bunlar es-Simâ‘[441] [442] [443] [444], Şerhu
Kitabi Nikomahos442, el- Mevcudâtü’l-Müteğayyire44 ve Risâlefi’t-Akl'u adlı eserlerdir.
İbn Meymûn’un birçok konuda Fârâbî-İbn Sina düşüncesini
takip ettiği görülmektedir. Örneğin o, kelamcıları eleştirirken Fârâbî’nin
eleştirilerine benzer eleştirilerde bulunmaktadır. Fârâbî, Mütekellimun’un akıl
bunu gerektirir, akıl bunu kabul eder veya akıl bunu kabul etmez gibi
sözlerinde akıl ile çoğunluğun genel görüşünü kastettiklerini bildirmektedir.[445] Fârâbî gibi
İbn Meymûn da Mütekellimun’un doğrunun peşinde gitmediğini amacının dini
savunmak olduğunu dile getirmektedir. Mütekellimun’un eserlerini fırsat
buldukça okuduğunu ifade eden İbn Meymûn, bununla birlikte hiçbir eseri ismen
zikretmemektedir. O, Mütekellimun’un her ne kadar ayrı ayrı gruplar gibi
görünseler de esasta hepsinin aynı şeyleri ifade ettiğini belirtmekte ve
eleştirmektedir.[446] İbn Meymûn,
aynı bölümde Mutezile ve Eşariye’nin doğuşu hakkında bilgi vermektedir.
Tartıştıkları konuların ve malzemelerinin Yunan ve Süryani düşüncesinden
alındığını ifade eden İbn Meymûn, bunun sonucu olarak Ilm-i Kelâm’ın
doğdunu belirtmektedir. O, Mütekellimun için, “Birçok konuda hayalin peşine
düşüyorlar ama akıl olduğunu iddia ediyorlar.” ifadesini kullanmakta ve bazı
düşünürlerin Mütekellimun’dan etkilenip onların yolunu takip ettiklerini dile
getirmektedir.[447]
İbn Meymûn’un Fârâbî’yi takip ettiği bir diğer husus da
ilahiyat biliminin tanımı hakkındadır. O, mantık risalesinde ilahiyat bilimini
tanımlarken “Cisim olmayan ve cisimde bilkuvve olmayan şeyler hakkında
araştırma yapar.” şeklinde bir tanım yapmaktadır.[448] Fârâbî’nin de aynı ifadelerle
ilahiyat bilimini tanımladığı görülmektedir.[449]
Bazı araştırmacılara göre İbn Meymûn, Fârâbî’nin dinlerin
tekâmülü ile ilgili görüşlerini Yahudiliğe uyarlamıştır.[450] İbn Meymûn’a göre dinin
tarihi, üç aşamada oluşmuştur. İlki putperestliğin hâkim olduğu dönemdir.
İkincisi Hz. İbrahim’in putlara karşı çıkıp tevhid inancını yerleştirmeye
çalıştığı dönemdir. Üçüncüsü ise Tevrat’ın verilişi ve Hz. Musa ile birlikte
şeriat döneminin gelmesidir.[451] İbn
Meymûn’un bu tasnifi Fârâbî’nin Grek felsefesinin gelişim aşamalarını dikkate
alarak felsefe ve dinin tarihsel gelişimini sunmasını andırmaktadır. Buna göre
insanlar önce etrafında olan şeyleri bilmeyi arzu ederler. Bu insanlar ilk
olarak hatabî metotları (söylevle ikna) kullanırlar. Daha sonra cedelî yolu
öğrenirler. Daha sonra cedelî yolun da yeterli olmadığı ortaya çıkar ve
matematiksel yollara başvururlar. Bu durum Eflatun zamanına kadar devam eder.
Aristo zamanında ise bilimlerin metodları birbirinden ayrılır, teorik ve pratik
felsefe olgunlaşır. Bütün bunlardan sonra ise yasaların konularak teorik ve
pratik şeylerin halka sunulmasına ihtiyaç duyulur. Bu safhada da devreye din
girer.[452]
İbn Meymûn’da Fârâbî etkisinin görüldüğü bir diğer husus da
insanın Tanrı’nın mahiyetini değil ancak varlığını (inniyetini) bileceği ile
ilgilidir. Bu görüşe göre akıl, Tanrı’nın zatını bilmede aciz kalır. Aynı
şekilde Tanrı’nın zatından kaynaklanan eylemler de akıl tarafından bilinemez.
Bu yüzden Tanrı akılla idrak edilemez ve mahiyeti bilinemez. Filozoflara göre
insan aklının yetersizliği ve Tanrı’nın mükemmelliği bu acziyeti doğurmaktadır.[453] İbn
Meymûn’a göre de semavî alanın bilgisi insan idrak alanının dışındadır.[454]
İbn Meymûn’un peygamberliğin tabiatı, fonksiyonu, ideal
şehir ve toplum hakkındaki düşünceleri Fârâbî ve İbn Sina’nın düşüncelerini
yansıtmaktadır. O, iman esaslarının altıncısı olarak peygamberliği işlemekte ve
şu ifadelere yer vermektedir:
Altıncı kaide, nübüvvettir. Bilinmelidir ki insan türü
içerisinde gerçekten çok yüksek fıtrata ve kemâle sahip şahıslar mevcuttur.
Nefisleri öyle gelişir ki, akıl suretini alır. Sonra (akıl suretini almış)
insan aklı, faal akıl ile birleşir ve ondan o şahıslara büyük feyizler akar.
İşte onlar peygamberlerdir.[455]
İbn Meymûn’a göre vahiy, ilahi varlıktan taşan feyzin faal
akıl vasıtasıyla insanın akli yetisine oradan da mütehayyile gücüne
ulaşmasıdır.[456] Fârâbî ve
İbn Sina, ittisal teorisi ile peygamberliği ve nübüvveti temellendirmektedir.
İbn Meymûn da nübüvvetin imkânı ve ittisal teorisi konusunda büyük ölçüde
Fârâbî-İbn Sina düşüncesini takip etmiştir.[457]
İbn Meymûn’un Fârâbî ve İbn Sina’dan etkilenerek dile
getirdiği bir diğer husus da yokluk kavramının tanımı ile ilgilidir. O, yokluk
kavramını var olması mümkün olan bir şeyin var olmaması olarak izah etmektedir.
İbn Meymûn’a göre görme yetisi varlık, görememe yani kör olma durumu ise
yokluktur. Benzer şekilde bilgi varlık, bilgisizlik yokluktur. İbn Meymûn
yokluk ifadesini, tabiatında bu özelliğe zıt bir sıfat barındıracak durumlar
için kullanmaktadır. Örneğin duvar için bilgisiz, kör veya dilsiz denmez.[458] Yokluğun
varlık üzerinden açıklanması Fârâbî ve İbn Sina düşünce sisteminde yer
almaktadır. Onlar da yokluğu varlığa kıyas ederek izah etmişlerdir.[459]
İbn Meymûn’un Fârâbî-İbn Sina düşüncesinden etkilendiği bir
diğer alan da Tanrı’nın muharriki-i evvel (ilk hareket ettirici) oluşu
konusundadır. İbn Meymûn’a göre kâinattaki her şeyin bir hareket ettiricisi
vardır. Her bir hareket ettiricinin de bir hareket ettireni vardır ve bu durum,
silsile halinde devam ederek son feleğe kadar gider. Feleğin de bir hareket
ettiricisinin olması gerekir. İbn Meymûn’a göre bu Tanrı’dır. Fakat Tanrı,
kendisi hareket etmeyen bir hareket ettiricidir. Ona göre bu silsile sonsuza
kadar götürülemez. Bu yüzden başka bir şey tarafından hareket ettirilmeyen ilk
muharrikin olması zorunludur.[460] Bu düşünce
ilk olarak Aristo’da görülmektedir. Sonrasında ise Fârâbî ve İbn Sina bu
düşünceyi devam ettirmiştir.[461]
İbn Meymûn’un Fârâbî ve İbn Sina’dan etkilendiği bir diğer
husus da Tanrı için zat ve mahiyet birliğini öne sürmesidir. Ona göre Tanrı’nın
varlığı onun zatı ve hakikatidir. Böylece onda varlık, zat ve hakikat birdir.
Onun zatı varlığına ilave edilmiş bir araz değildir.[462] Fârâbî ve İbn Sina da
Tanrı’nın dışındaki bütün varlıkların var oluşlarının onların mahiyetlerine
sonradan eklendiğini savunmaktadır. Sadece Tanrı’nın mahiyeti ile zatı bir ve
aynıdır.[463]
Fârâbî-İbn Sina düşüncesinde Tanrının birliği kendine has
bir birlik olup âlemdeki diğer varlıkların birliği gibi değildir. Tanrı hem
ontolojik anlamda hem de sayısal anlamda birdir. Zatına herhangi bir ilave
olmadığı için Tanrı terkip değildir. Hiçbir şekilde cüzlere ve fasıllara
bölünemez.[464] Bu
düşüncelerin etkisi İbn Meymûn’un eserlerinde de açık bir şekilde
görülmektedir. İbn Meymûn’a göre Tanrı bölünemez ve çokluk da içermez. O, iman
esasları listesinde ikinci esası şu şekilde açıklamaktadır:
İkinci kaide yaratıcının birliğidir, bu, her şeyin illeti o
tek olan ilahdır, anlamına gelir. Onun “bir”liğ i ne cins ve türün, ne birçok
birlere ayrılan mürekkeb bir şahsın ne de sayısal bakımdan sonsuz sayıda
bölünmeyi ve parçalara ayrılmayı kabul eden basit bir cismin birliği gibidir.
Bilakis o, (herhangi bir yönden) birliği hiçbir şeye benzemeyen bir’dir.[465]
İbn Meymûn’un Tanrı algısında, İslam filozoflarının
varlığı, vacip (zorunlu) ve mümkün olarak ayırmaları etkili olmuştur. Bu
düşünceye göre Tanrı, vâcibu’l-vucûd olup varlığı zorunlu olandır.
Tanrı, zatı dolayısıyla zorunludur ve varlığını başkalarına borçlu değildir.
Mümkün varlık ise Tanrı dışındaki bütün varlıklar olup var olmak için başka
sebebe ihtiyaç duyar. Oluş ve bozuluşa tabi olmayan varlığın yok olması da
mümkün değildir. Çünkü o, mümkinu’l-vucûd değil, vâcibu ’l-
vucûd’dur. Tanrı dışında her şeyin varlığının mümkün olduğu, Tanrı’nın ise
varlığının zorunlu olduğu düşüncesi Fârâbî-İbn Sina düşünce sistemine ait bir
tezdir.[466] Bu
düşüncenin etkisi Delâletü’l-Hâirîn’de görülmektedir. İbn Meymûn Tanrı
için varlığı zorunlu varlık anlamında vâcibu’l-vucûd ifadesini
kullanmaktadır.[467] Yine
Allah’ı ifade etmek için kullanılan el-mevcudu’l-evvel ifadesi İbn
Meymûn’un Mişne Tora adlı eserinin ilk cümlesinde birebir literal
İbranice çeviri ( מצוי ראשון = matsuy rişon) ile kullanılmaktadır.[468]
İbn Meymûn’a göre Tanrı, sürekli bilfiil akıldır. Onun için
bilkuvve olma durumu yoktur. Çünkü sadece cismani varlıklar bilkuvve durumundan
bilfiile geçerler. Tanrı her zaman bilfiil müdriktir. Tanrı ile idrak edilen
şey bir ve aynıdır. Bu da Tanrı’nın zatıdır. Dolayısıyla da Tanrı her zaman hem
akıl, hem âkil, hem makul’dur.[469] Fârâbî ve
İbn Sina da Allah’ın sürekli olarak bilfiil akıl olduğunu ifade ederek Allah
için o akıldır, âkildir ve ma‘kuldur ifadelerini kullanmaktadır.[470]
İbn Sînâ’ya göre peygamber eşyanın bilgisine herhangi bir
eğitim almaksızın sahip olur. Buna göre peygamber mantık, fizik, matematik ve
metafizik gibi ilimlerle meşgul olmaksızın eşyanın bilgisine ulaşır.[471] Filozof ise
adı geçen bilimlerle nefsini yetkinleştirmek suretiyle eşyanın bilgisine vakıf
olur. Bu düşüncenin yansıması İbn Meymûn’da da görülmektedir.[472]
İbn Meymûn’a göre oluşan ve oluşmakta olan her şey dört
sebepten birine bağlıdır. Bunlar maddi sebep, sûrî sebep, fail sebep ve gaî
(gaye) sebeptir. Örneğin sandalyenin maddesi tahtadır, faili marangozdur,
sureti dörtgen, gaye ise üzerinde oturmaktadır. Bu dört sebebin her birinin
ayrı bir sebebi vardır. İbn Meymûn, gâî sebebe de sorular sorararak bu
silsilenin devam ettirileceğini belirtmektedir. Örneğin gaye sandalyenin
üzerinde oturmaksa, oturmanın gayesi nedir? Oturmanın gayesi kişiyi yerden
yükseltmek ise, yükseltmenin gayesi nedir?. İbn Meymûn bu soruların
bitmeyeceğini, ancak “Allah böyle istedi.” ya da “Hikmeti, bunu gerektirdi.”
cümleleriyle sonlanabileceğini belirtmektedir. Ona göre sebepler silsilesinin
sonsuza kadar gitmesi mümkün değildir. Bu yüzden bu zincirin nihaî bir sebepte
durması gerekmektedir. Buna da ilk sebep denir ki bu da Tanrı’dır.[473] Bu görüş
ilk olarak Aristo tarafından dile getirilse de İbn Sina’da detaylandırılmıştır.[474]
İbn Meymûn’un İbn Sina’dan etkilendiği bir diğer husus,
Tanrı’nın noksan sıfatlardan tenzih edilerek açıklanmasıdır. Selbî teoloji
(negative theology) adı verilen bu metoda göre Tanrı’yı anlamak için onun ne
olduğu değil, ne olmadığı açıklanmalıdır. İbn Meymûn’a göre, isnat edildiğinde
Tanrıya yakışmayacak durumlar ortaya çıkaran sıfatlar, Tanrıdan selb edilerek
yani olumsuzlanarak kullanılır. İbn Meymûn, bunları dört sınıfta toplamaktadır.
İlki Tanrı’ya cismaniyet isnat edilemez, ikincisi etkilenme ve değişim
Tanrı’dan uzaktır. Üçüncüsü Tanrıya yokluk ve eksiklik atfedilemez, dördüncüsü
de isnat edildiğinde yaratıklara benzeyen şeyler Tanrı için kullanılamaz. Bu
son şık İslam geleneğinde Tanrı’nın muhâlefetun lil-havadis özelliğine
denk gelmektedir. Bu sisteme felsefe literatüründe selbî teoloji adı
verilmektedir. En genel anlamıyla Tanrı’yı noksan sıfatlardan tenzih etmek
demektir. Bu sistem İbn Sina’nın en temel düşüncelerinden birini teşkil
etmektedir. İbn Meymûn’un da bu noktada İbn Sina’yı takip ettiği görülmektedir.[475]
İbn Meymûn’un zikrettiği bir diğer Müslüman filozof da İbn
Bâcce’dir (ö. 1138). İbn Bâcce, Endülüs Aristo ekolünün kurucusu sayılmaktadır.
O, İbn Saiğ adıyla Delâletü’l-Hâirîn’de üç defa zikredilmektedir.[476] Pines’e
göre İbn Bâcce’nin faal akılla birleşmenin on değişik akıl türünden
sonuncusunda gerçekleştiği şeklindeki düşüncesi, İbn Meymûn tarafından Hz.
Musa’ya uyarlanmıştır.[477] Yine ona
göre İbn Meymûn’un bireyin peygamberlik potansiyeli ile ilgili kullandığı
terimler ve ifadeler İbn Bâcce’nin düşüncelerinin özeti şeklindedir.[478]
İbn Meymûn’un bahsettiği bir diğer Müslüman bilgin İbn
Rüşd’dür (ö. 1198). İbn Rüşd’ün Aristo’nun eserlerine yaptığı şerhleri öven İbn
Meymûn, Aristo’nun eserlerinin bu şerhler ışığında incelenmesi gerektiğini ifade
etmektedir. Bir başka mektubunda ise kendisinde İbn Rüşd’ün el-His
ve’l-Mahsus adlı eser hariç bütün çalışmalarının mevcut olduğunu
belirtmektedir. İbn Meymûn, İbn Rüşd’ün her eserini okuma fırsatı bulamadığını,
fakat göz attığını ve şerhlerinin çok iyi olduğunu dile getirmektedir.[479] İbn Rüşd
ile İbn Meymûn arasındaki benzerliklerin sebebi her ikisinin de Aristocu
Endülüs ekolüne mensup olmalarıdır.[480] Her iki bilginin de aynı
zaman dilimlerinde Kurtuba’da yaşamaları İbn Meymûn ile İbn Rüşd’ün karşılaşmış
olma ihtimalini gündeme getirmiştir.[481] Bununla birlikte İbn
Meymûn’un eserlerinde böyle bir şeyden bahsedilmediği ve herhangi bir şekilde
bunu kanıtlayacak bir bilgi olmadığı için araştırmacılar bu bilgiyi ihtiyatla
karşılamaktadır. Araştırmacıların genel kanaati İbn Rüşd ile İbn Meymûn’un hiç
karşılaşmadıkları yönündedir.[482]
İbn Rüşd’e göre kutsal metinler, uslubları ve doğaları
gereği anlaşılması zordur. Bu da yorumlamayı ve tevili zorunlu kılmaktadır. Ona
göre tevil konusunda yetkili kişiler bürhani bilgiye ulaşmış filozoflardır. İbn
Meymûn’un Tevrat’ta teşbih ve tecsim içeren ifadelerin mecazla anlaşılması
gerektiğini ifade etmesi de bu yönde değerlendirilebilir.[483] İki filozofun da muharrik-i
evvel ile Tanrı’yı özdeşleştirmeleri, ayrıca Mütekellimun’un Tanrı’nın
varlığını ispat için atom telakkilerine dayanan hudüs delilini kullanmalarını
eleştirmeleri ortak noktalar olarak dikkat çekmektedir.[484] İbn Rüşd ve İbn Meymûn
arasında vahiy anlayışı açısından da benzerlikler vardır.[485]
İbn Meymûn’un etkilendiği bilginlerden birisi de İbn
Miskeveyh’tir (ö. 1030). Harvey, İbn Meymûn’un Türkler ve zenciler hakkındaki
düşüncelerinde İbn Miskeveyh’in Tehzibu’l-Ahlak’ ından yararlandığını
iddia etmektedir.[486] İbn Meymûn,
Türkleri ve zencileri insanlığın en düşük ve hayvan derecesine en yakın
grupları olarak zikretmektedir. O, Türklerin uzak kuzeyde zencilerin de uzak
güneyde[487]
medeniyetten uzak yaşadıklarını ifade etmektedir.[488] Aynı ifadeler İbn
Miskeveyh’in Tehzibu’l-Ahlak adlı eserinde zikredilmektedir.[489] İbn
Meymûn’un temel ifadelerinden biri olan salahu ’n-nefs salâhu ’l-beden
ifadesi[490] İbn
Miskeveyh’in Tehzibu’l-Ahlak adlı eserinde geçmektedir.[491] Harvey’in
dikkat çektiği bir başka benzerlik de insandaki kemâlin kısımları ve
özellikleridir. İbn Miskeveyh, insanda nazari ve ameli kemâllerden bahsetmekte
ve nazari kemâlle insanın ilimlere iştiyak duyacağını ve bu vesileyle nazarını,
basiretini ve itikadını doğru yol üzerine tesis edeceğini belirtmektedir.
İkinci kısım kemâl ise ameli yani ahlâki kemâldir ki kişi bu yolla kuvvelerini
ve fiillerini bu çerçevede tanzim etmektedir. Ahlaki özellikleri gereği gibi
olan insanın durumu da tedbir-i medeni (medeni düzen) ile sonuçlanır ve
bu da ortak bir saadeti (saâde müştereke) netice verir.[492] Bu
düşünceler, benzer ifadelerle Delâletü’l-Hâirîn’de de zikredilmektedir.[493]
İbn Meymûn’un İslamî akımlardan da etkilendiği iddia
edilmiştir. Bazı araştırmacılar, İbn Meymûn’un İsmailî ekolün önde gelen
düşünürlerinden Sicistanî (ö. 975) ve Kirmanî’nin (ö. 1021) eserlerinden ve görüşlerinden
haberdar olduğunu dile getirmektedir.[494] Libson, İslam hukuku ile İbn
Meymûn’un fetvaları arasındaki parelellikleri incelediği makalesinde, İbn
Meymûn’un hangi noktalarda İsmailî ekolden etkilendiğini örneklerle
açıklamaktadır.[495] Örneğin zor
durumda kalan bir Yahudinin takiyye yapabileceğine dair fetvasında da İsmailî
düşüncenin etkisi görülmüştür.[496] Ayrıca
İsmaili düşüncenin temel terimlerinden olan te ’vil, zâhir ve bâtın
gibi terimler onun eserlerinde sıkça kullanılmaktadır.[497]
Araştırmacılara göre, İbn Meymûn’un etkilendiği bir başka
Müslüman bilgin Gazâli’dir (ö. 1 1 1 1).[498] İbn Meymûn’un İbn Tibbon’a
gönderdiği mektubun günümüze ulaşan bir nüshasında Gazâli ile ilgili “Ebu Hamid
bütün Müslüman bilginlerin en üstünüdür.” şeklinde bir cümle yer almaktadır.[499]
Lazarus-Yafeh, Gazâlî’nin İbn Meymûn üzerindeki etkisini tartıştığı
makalesinde, onun Gazâli’nin eserlerini görmüş ve ondan etkilenmiş
olabileceğini örnekler vererek açıklamaktadır. Bununla birlikte o, daha ikna
edici deliller ortaya koymak gerektiğini belirtmektedir.[500]
İbn Meymûn’un Gazâli’den etkilendiğini iddia eden bazı
araştırmacılar, Delâletü’l-Hâirîn isminin verilmesinde bile bu etkinin
görüldüğünü belirtmektedirler. Bu iddiaya göre Gazâli’nin Ihyâu Ulûmu’d-Dîn
adlı eserinde Allah’ı ifade etmek için kullandığı Delilu’l-Mütehayyirin
tabiri[501] İbn Meymûn
tarafından değiştirilerek eserine başlık yapılmıştır.[502] İlginç bir
şekilde Orta Çağ’dan bu yana yapılan İbranice çevirilerde genelde delil
kelimesinin anlamı muhafaza edilerek More Nevuhim başlığı tercih
edilmiştir.[503] Fakat Delâletü’l-Hâirîriin
bizzat İbn Meymûn’un kendi isimlendirmesi olduğu kesindir.[504]
Kimi araştırmacılar da Gazâli’nin İhyâ’sının içeriği
ve konuları işleyişi ile İbn Meymûn’un Mişne Tora’sı arasında benzerlik
kurmuş ve açık bir etkilenme olduğunu dile getirmişlerdir. Zira her iki eser de
Kitâbu’l-İlm (ספר
המדע) bölümüyle
başlamaktadır. Bu iddiayı dile getiren Rosenthal, “Buhari ve Gazâli olmasaydı
ve İbn Meymûn İslam entelektüel çevresinde yetişmeseydi, bir Yahudiden, bu
şekilde içeriği oluşturulmuş bir Kitabu’l-İlm bölümü görme ihtimalimiz
çok zayıf olurdu.” demektedir.[505] Rosenthal, Mişne
Tora’nın Sefer ha-Mada’ bölümünün içeriğini Gazâlî’nin İhyâ’sının
özeti gibi görmektedir. Ona göre Mişne Tora’nın ilk bölümünün Sefer
ha-Mada‘ ismini alışı, kitapta ilk bölüm olarak yer alışı, İslam
medeniyetinin ilme bakışına borçludur.[506]
İbn Meymûn’da Gazâlî etkisi, İhyâ’daki Kitâbu’l-İlm
ileMişne Tora’daki Sefer ha-Mada’ bölümünün içerikleri arasındaki
benzerliklerde de görülmektedir. Hocanın ve talebenin üzerine düşen
sorumlulukların anlatıldığı kısımlarda, iki bilgin arasındaki şaşırtıcı
benzerlikler dikkat çekmektedir. Gazâlî, hocanın talebesine karşı şefkat
göstermesi, ücret almadan Allah rızası için öğretmesi, gizli bilgileri
öğretmemesi, azarlamaması, diğer ilimleri küçümsememesi ve talebenin
kapasitesine göre öğretmesi sorumlulukları olduğunu belirtmektedir.[507] Bu esaslar,
neredeyse aynı ifadelerle İbn Meymûn’un Mişne Tora’sında[508] yer
almaktadır.[509] Talebenin
hocasına karşı sorumlulukları kısmında da temiz duygu ve düşüncelerle ilim
talebinde bulunması, kendini tamamen ilme adaması, hocasına bilgiçlik
taslamaması, Allah’a yakınlaşmayı hedef edinmesi ve öğrendiğine odaklanıp
dikkatini başka şeylerle dağıtmaması gibi konular da iki eserde benzer
ifadelerle zikredilmektedir.[510]
İbn Meymûn’un Gazâlî’yi takip ettiği bir diğer husus da
âlemin yaratılmış oluşu ile ilgili düşünceleridir. İbn Meymûn, zamanın ancak
âlemin yaratılışından sonra ortaya çıktığını, bu yüzden Tanrının âlemi
yaratmasının zamansal bir başlangıcı olmadığını iddia etmektedir. Çünkü ona
göre zaman yaratılmıştır. Bu yüzden de mutlak olarak yoktan yaratma, zamanda
vuku bulmuştur. Dolayısıyla âlemin yaratılmasından önce zaman olduğu
söylenemez. İbn Meymûn’a göre de âlemin yaratılmasından önceki süre ile ilgili
zihinden geçen bütün düşünceler zaman hakkında varsayıma ve tahayyüle dayanır,
zamanın hakikatini ifade etmez.[511] Bu
düşünceler Gazâlî’nin âlemin kıdemini savunan filozoflara yaptığı eleştirilerde
de yer almaktadır.[512]
Bazı araştırmacılar, İbn Meymûn’un sevgi ve çeşitleri için
kullandığı kelimeleri de Gazâli’den etkilenerek tercih ettiği kanaatindedir.[513] Yine
Gazâlî’nin İhya’sındaki tevbe kısmının İbn Meymûn’un yazılarında etkili
olduğu dile getirilmiştir.[514]
Araştırmacılar arasında Gazâli’nin sufilik ile İslam’ı bağdaştırmasının İbn
Meymûn’un Delâletü’l-Hâirîn adlı eserinde felsefe ile Yahudiliği
bağdaştırması şeklinde tezahür ettiği yorumları yapılmıştır.[515] İbn
Meymûn’un Gazâli’nin el-Munkız mine ’d-Dalâl adlı eserinin başlığını
Yemen Mektubu’nda Tevrat’ın sıfatı olarak kullanması da dikkat çekicidir.[516] Felsefecilerin Tanrı anlayışı ile dinin Tanrı anlayışı
arasındaki fark konusunda da Gazâlî etkisini görmek mümkündür.[517]
İbn Meymun’un Müslüman kültürden etkilendiğine bir diğer
örnek de iman esasları ile ilgilidir. Bazı araştırmacılar, Muvahhidlerin iman
esaslarını listeleyen kitapçıklar hazırlatıp halka dağıtmalarının İbn Meymûn’un
iman esaslarını hazırlamasında etkisi olduğu kanaatindedirler. Muvahhidler
tarafından amentü şeklinde hazırlanan bu metin, temel iman esaslarını
içermektedir.[518] İbn
Meymûn’un, Endülüs ve Fas’ta Muvahhidler tarafından halka dağıtılan bu
kitapçıkları okumuş olması kuvvetle muhtemeldir. Onun, Tanrı’yı antropomorfik
ifadelerden soyutlaması, Tanrı’nın cisim olmadığına vurgu yapması ve bunu da
iman esasları maddesine koyması bu etkinin sonucu olarak görülmüştür.[519] İbn
Meymûn’un Muvahhidlerden etkilenmesi ve birçok görüşünde bunun etkisi olması
araştırmacılar tarafından gündeme getirilmiştir. Bu çerçevede Stroumsa, İbn
Meymûn için Muvahhidî düşünür ifadesini kullanmaktadır.[520]
Özetle, İslam medeniyetinin bir ferdi olan İbn Meymûn,
eserlerinde içinde bulunduğu kültürün karakteristik özelliklerini yansıtmaktadır.
Bu yüzden bazı araştırmacılar onu İslam filozofu olarak kategorize etmektedir.[521] İbn
Meymûn’un Müslüman filozofların isimlerini zikrederek tavsiye etmesi önem arz
etmektedir. O, fikirlerini beğenmediği ve felsefe noktasındaki yeterliliklerine
inanmadığı bilginleri, Yahudi bile olsalar eleştirmekten geri durmamıştır. Bu
anlamda onun için düşünürün dini ve kültürü değil, çalışmaları ve düşünce
sistemi önem arz etmektedir.
IV. İbn
Meymûn’un Müslüman Olduğuna Dair İddialar
İbn Meymûn’un Müslüman olduğuna dair iddialar akademi
dünyasını uzun zamandan beri meşgul etmektedir.[522] Konuyla ilgili keşfedilen her
yeni belge araştırmacıların dikkatine sunularak konu tekrar gündeme
gelmektedir. Müslüman tarihçilerin biyografi kitaplarında Müslüman olduğunun
açıkca zikredilmesi ve bu eserlerin yazarlarının da İbn Meymûn’un çağdaşı veya
hemen sonraki dönemlerde yaşamış olması, Yahudi araştırmacıları bu konuya ilgi
duymaya yöneltmiştir.
İbn Meymûn’un Müslüman olduğuna dair bilgilere yer veren
başlıca Arap kaynakları İbnü’l-Kiftî’nin (ö. 1248) Îhbâru’l-Ulemâ,
İbnü’l-Adim’in (ö. 1262) Buğyetu’t-Talebfi Tarîhi Haleb, İbn Ebi
Usaybia’nın (ö. 1270) Uyûnu’l-Enbâ‘fi Tabakâti’l-Etibbâ’, Zehebî’nin (ö.
1348) Tarîhu’l-Îslam ve Vefâyâtu’l-Meşâhir ve’l- A’lam, Kütübî’nin (ö.
1363) Fevâtu’l-Vefâyât, Safedî’nin (ö. 1363) Kitâbu’l-Vâfi
bi’l-Vefâyât adlı eserleridir. Bu kaynaklar İbn Meymûn’un Endülüs veya
Fas’ta iken Müslüman olduğunu nakletmektedir.[523]
Bu eserlerin kronolojik olarak ilki, İbnü’l-Kiftî’nin Îhbâru’l-Ulemâ'’sıdır.
İbnü’l-Kiftî, İbn Meymûn’un Halep’teki öğrencisi Yosef ben Yehuda İbn Şim‘on’un
arkadaşıdır. O, Muvahhidlerin Endülüs’te bir fermanla herkesi Müslüman olmaya
zorladığını, malı olmayanların ülkeyi terk ettiğini, fazla malı olanların da
göstermelik olarak Müslüman olduğunu zikretmektedir. Onun nakline göre, İbn
Meymûn da bu süreçte sureten Müslüman olmuş ve Müslüman olduğu ortaya çıkınca
Kur’ân ve namazla meşgul olmuştur. Eserde anlatılan bilgilere göre Endülüs’te
bulunduğu süre zarfında Müslüman gibi davranan İbn Meymûn, daha sonra Mısır’a
geldiğinde Yahudilerin arasına yerleşerek eski dinini açıktan yaşamaya
başlamıştır. Endülüs’ten Mısır’a gelen Ebu’l-Arab ibn Muişa adında bir şahıs,
Endülüs’te iken İbn Meymûn’un Müslüman olduğunu iddia ederek onu devlet
yetkililerine şikâyet etmiştir. Vezir Fadıl da zorlama anındaki ihtidaların
geçersiz olduğunu ifade ederek Ebu’l-Arab’ın şikâyetini dikkate almamış ve İbn
Meymûn’a sahip çıkmıştır.[524]
Bazı araştırmacılar, İbnü’l-Kiftî’nin bilgi kaynağının,
arkadaşı ve aynı zamanda İbn Meymûn’un öğrencisi olan Yosef ben Yehuda ibn
Şim‘on olduğunu iddia etmektedir. Bu yüzden bu bilgiler dikkate değer
bulunmuştur.[525] Bazı
araştırmacılar ise İbnü’l-Kiftî’nin, bilgi kaynağı olarak güvenilir olmadığını
ve dikkate alınmaması gerektiğini dile getirmişlerdir. İbnü’l-Kiftî’nin
anlatımında, özellikle İbn Meymûn’un canını kurtarmak için değil de mallarını
garantiye almak için İslam’ı tercih etmiş gibi gösterilmesi eleştirilmiştir.[526]
Araştırmacılar, bu bilgilerin İbn Meymûn’un öğrencisinden dinlenilmesi
durumunda İbnü’l-Kiftî’nin daha sağlam ve net bilgiler kaydedeceğini öne
sürmüşlerdir. Diğer bir husus da İbn Şim‘on’un, hocası İbn Meymûn hakkında
olumsuz bir şey anlatmayacağı şeklindeki kanıdır. Bundan dolayı bilgi
kaynağının İbn Şim‘on olma ihtimali zayıf bulunmuştur.[527] Her ne kadar bu şekilde bir
mantık yürütülse de bu tez de güçlü değildir. Bir kimsenin bir bilgine
öğrencilik yapması onun hayatına dair her detaydan haberi olacağı anlamına
gelmez. İbn Şim‘on’un Endülüs ve Fas’ta İbn Meymûn’un yanında olmadığı bilinmektedir.
Bu yüzden İbn Meymûn’un, hayatının o dönemlerinde meydana gelmiş bir olayı
öğrencisiyle bilerek paylaşmamış olması ihtimal dâhilindedir.
Konuyla ilgili bir başka kaynak da İbnü’l-Adim’e (ö. 1262)
ait Buğyetu ’t-Taleb fi Tarîhi Haleb adlı eserdir. İbnü’l-Adim de İbn
Meymûn’un daha önce Müslüman olduğunu, Mısır’a geldikten sonra Yahudiliğe geri
döndüğünü ifade etmektedir. İbnü’l-Adim’e göre, Fas’ta İbn Meymûn’u koruyan
Ebu’l-Arab İbn Muişa, Kahire’ye geldiğinde onu Yahudilerin reisi olarak bulmuş
ve şehrin kadısından İbn Meymûn’un mürted olarak cezalandırılmasını talep
etmiştir. İbnü’l-Adim’in anlatımında ilginç bir ayrıntı daha yer almaktadır.
Buna göre İbn Muişa, İbn Meymûn’un ayarladığı bir adam tarafından Nil nehri
kenarında dövülmüş ve nehre atılarak öldürülmüştür. İbnü’l-Adim, İbn Meymûn’un
İbn Muişa’yı öldürtmesini, onun Fas’ta Müslüman olduğunu ve Kur’ân’ı
ezberlediğini bilmesine bağlamaktadır.[528] Zira bu durumda İbn Meymûn,
mürted durumuna düşmekte ve ölümle karşı karşıya gelmektedir. Bu anlatım,
Safedî’nin (ö. 1363) Kitâbu’l-Vâfi bi’l-Vefâyât adlı eserinde de
geçmektedir.[529] Bu
anlatımlardan çıkan sonuca göre İbn Meymûn, İbn Muişa’yı, sırrını ifşa etmesinden
korktuğu için öldürtmüştür. Fakat İbn Meymûn’un bir adam ayarlayıp onu
öldürtmesi düşük bir ihtimaldir.[530] Zira bu durumun ortaya
çıkması durumunda kısas cezasından öldürülmesi söz konusudur. Daha az ihtimal
olan bir durum yüzünden öldürülmesi garanti olan bir duruma sebebiyet vermesi
mantıklı görünmemektedir.
Konuyla ilgili bir başka kaynak da İbn Ebi Usaybia’nın (ö.
1270) Uyûnu’l- Enbâ’ fi Tabakâti’l-Etibbâ’ adlı eseridir. İbn Ebi
Usaybia, İbn Meymûn’un Müslüman olması hakkında ilginç bilgilere yer
vermektedir. O, İbn Meymûn’un Ebu İmran Musa bin Meymûn Kurtubî namıyla
Mısır’da yaşadığını, Yahudilerin reisi olduğunu ve tıb, felsefe ve diğer ilim
dallarında bilgi sahibi olduğunu belirtmektedir. Onun anlatımında İbn Meymûn’un
Fas’ta iken Müslüman olduğu, Kur’ân’ı ezberlediği ve fıkıh ile meşgul olduğu
yer almaktadır. Eserin nakline göre, İbn Meymûn, daha sonra Mısır’a gelip
Fustat’a yerleştiğinde Yahudiliğini açıktan yaşamaya başlamıştır.[531]
İbn Ebi Usaybia’nın babası İbn Meymûn’la, kendisi de İbn
Meymûn’un oğlu ile Kahire’de bulunan Nâsirî hastanesinde beraber çalıştıkları
için verdiği bilgiler araştırmacılar tarafından değerli kabul edilmektedir.[532] Zira İbn
Ebi Usaybia’nın, naklettiği bilgileri İbn Meymûn’un oğlundan duymuş olma
ihtimali vardır. Kraemer, İbn Ebi Usaybia’nın, anlatımına “denilmiştir ki”
şeklinde başlamasını, İbn Meymûn’un oğlunun kendi isminin zikredilmesini
istememesi olarak değerlendirmektedir.[533] [534] İbn Ebi Usaybia’nın
İbnü’l-Kiftî’nin eserinden haberdar olma ihtimali de yüksektir. Müellif,
İbnü’l-Kiftî’nin İbn Meymûn hakkında verdiği bilgileri İbn Meymûn’un oğlu ile
müzakere de etmiş olabilir.
Konuyla ilgili diğer kaynaklar; Zehebî’nin (ö. 1348) Târihu’l-Islam
ve Vefayâtu’l-Meşâhir ve’l-A’lâm53 ve Kütübî’nin (ö. 1363) Fevâtu’l-Vefâyât
adlı eserleridir.[535] Bu
eserlerde de benzer anlatımlar mevcuttur. Kütübî’nin eserinde diğer
kaynaklardan farklı bazı ayrıntılar yer almaktadır. Onun nakline göre, İbn
Meymûn, Fas’tan Filistin’e yaptığı gemi yolculuğu sırasında gemideki adamlarla
birlikte teravih namazlarına iştirak etmiştir. İbn Meymûn, Mısır’a yerleştikten
sonra gemidekilerden birisi Mısır’a gelerek İbn Meymûn’un kendileriyle birlikte
teravih namazlarını kıldığını iddia ederek onu İslam’dan dönmekle suçlamıştır.
Kutubi’ye göre İbn Meymûn, belirtilen tarihten önce Şam’da bulunduğunu ve orada
ev satın aldığını belirterek bu suçlamayı reddetmiştir. Bu kaynakta ayrıca İbn
Meymûn’un Akka’da iken Şam’a giderek kadı Muhyiddin İbn Zeki’yi tedavi ettiği,
oradan bir ev satın aldığı ve kadıya da kontrat tarihinin beş yıl öncesine
yazılmasını rica ettiği de zikredilmektedir. Böylece İbn Meymûn, o döneme ait
ev satış kontratını da göstererek kendini savunmuş, bunun üzerine vezir Fadıl,
İbn Meymûn’u haklı bulmuştur. Bu anlatım birçok açıdan kritiğe tabi tutulmuş ve
temelsiz bulunmuştur. Özellikle İbn Meymûn’un Şam kadısını tedavi etmesi ve ev
satın alması gibi ayrıntılar araştırmacılar tarafından sorunlu bulunmuştur.[536]
İbn Meymûn’un Müslüman olduğuna dair anlatımlar Yahudi
kaynaklarında açıkca zikredilmez. Fakat Kuzey Afrika’daki Yahudi halk
hikâyelerinde ve Iggeret ha-Şemad adlı mektupta bazı işaretler yer
almaktadır. Bu hikâyelerden birinde İbn Meymûn’un Müslüman elbisesi giyerek ve
“Efendimiz kimdir?” sorusuna “Adı Muhammed’dir.” cevabını vererek Müslümanları
kandırdığı anlatılmaktadır. Hikâyeye göre bir defasında Müslümanlar, Müslüman
sandıkları İbn Meymûn’u sinagogtan çıkarken görmüş, fakat İbn Meymûn,
bilgeliğini kullanarak onları atlatmıştır.[537] İbn Meymûn, Iggeret
ha-Şemad adlı mektupta baskı gören Yahudilerin Hz. Muhammed’in
peygamberliğini itiraf etmelerini ve canlarını kurtarmalarını tavsiye
etmektedir. Bu tavsiye, Fas veya Endülüs’te benzer durumda kalma ihtimali çok
yüksek olan İbn Meymûn’un bu şekilde davrandığı ihtimalini gündeme
getirmektedir.[538]
İbn Meymûn’un hayatının ilk döneminde canını kurtarmak için
Müslüman olduğu iddiası çok tartışılmıştır.[539] Bununla birlikte aradan onca
zaman geçmesine ve birçok araştırma yapılmasına rağmen bu konu netlik
kazanmamıştır. Dünyanın ileri gelen İbn Meymûn uzmanlarından biri olan Sara
Stroumsa, İbn Meymûn’un sureten Müslüman olduğunu kabul etmekte ve bunu
reddetmek için hiçbir sebep olmadığını ifade etmektedir.[540] Ona göre İsmailî gelenekte
takiyye olarak bilinen olgu İbn Meymûn tarafından yaşam tecrübesi olarak
öğrenilmiş ve tatbik edilmiştir.[541] Çünkü İbn Meymun, Endülüs ve
Kuzey Afrika’da Muvahhidler yönetimi altında yaşamıştır.[542] Yahudi araştırmacılardan
Bernard Lewis de İbn Meymûn’un Endülüs’te Müslüman olduğunu, daha sonra Mısır’a
geldiğinde tekrar Yahudiliğe döndüğünü ifade etmekte ve bu noktada Arap
kaynaklarının verdiği bilgileri doğru kabul etmektedir.[543]
İbn Meymûn gibi Yahudilerin lideri olan bir ismin görünüşte
bile olsa Müslüman olmasının Yahudi kaynaklarında yer almaması düşündürücüdür.[544] Çünkü onun
Müslüman olması, onu çekemeyen devrin ileri gelen Yahudileri için çok önemli
bir fırsat olurdu.[545] İbn
Meymûn’un Delâletü’l-Hâirîn adlı eserini tahkik ederek Arapça harflerle
neşreden Hüseyin Atay da İbn Meymûn’un Müslüman olmadığı kanaatindedir. İslam’ı
kabul etmesinin İbn Meymûn’u zor durumda bırakacağını savunan Atay, kendi
milleti arasında bu kadar rahat hareket edemeyeceğini ve itibarının bu kadar
büyük olamayacağını dile getirerek Yahudilikten ayrılmadığını kabul etmenin
daha doğru olacağını iddia etmektedir.[546] Bazı araştırmacılar bu ve
benzeri nedenlerle İbn Meymûn’un göstermelik bile olsa İslam’ı kabul etmediği
kanaatindedirler.[547]
Bir kısım araştırmacılar Müslüman olduğuna işaret eden
delilleri sıralarken diğer grup da kendi iddialarıyla bu tezi çürütme
gayretinde olmuşlardır. İbn Meymûn’un Müslümanlığına dair iddialar sadece Fas
veya Endülüs’teki dönemiyle ilgili olup, bu dönemlerle ilgili İbranice ve
Arapça yeterli kaynak yoktur.[548] Müslüman
olduğunu reddedenlere göre, konunun sadece Arap kaynaklarında yer alması ve hiçbir
Yahudi kaynağın bu konudan bahsetmemesi iddiayı zayıflatmaktadır. Müslüman
olduğunu kabul edenlere göre ise bu kaynakların İbn Meymûn’la çağdaş veya hemen
sonraki dönemlere ait olması, ayrıca müelliflerinin İbn Meymûn’un oğlu ve
öğrencisiyle arkadaş olmaları iddiayı güçlendirmektedir. Bazı araştırmacılar da
konunun netlik kazanmamasından ötürü bu durumu “Eliyahu gelince meseleyi
çözer.”[549] şeklinde
bir latifeyle yorumlamışlardır.[550]
Özetle İbn Meymûn’un Müslüman olduğunu iddia edenlerin
delilleri de bunu kabul etmeyenlerin delilleri de kendi içinde tutarlı ve
güçlüdür. Bununla birlikte Endülüs ya da Fas’ta geçici olarak sureten Müslüman
olduğu kanaati daha ağır basmaktadır. Günümüzde kesinlik kazanmayan bu
iddialar, önümüzdeki yıllarda konuyla ilgili bir belge çıkması durumunda daha
da netlik kazanacaktır.
İBN MEYMÛN’UN ESERLERİNDE HZ. MUHAMMED
Yahudi inancına göre Hz. Muhammed peygamber olarak kabul
edilmemektedir. Yahudi dini literatüründe Hz. Muhammed’in isminin nadiren
zikredildiği görülmektedir. Yahudi bilginler, isim zikretmek yerine Hz.
Muhammed’den pasul (defolu, ayıplı, eksik)[551], roe tson (koyun
çobanı), roe evili (akılsız çoban), meşuga (deli, mecnun), iş
ha-ruah (ruhanî adam)[552], nivze
(hakir), şote (aptal), arur (lanetli), ha-raşa‘ (kötü)
gibi küçük düşürücü lakaplarla bahsetmektedirler.[553] Bu lakaplardan en yaygınları meşuga
ve pasul’dür.[554] Pasul tabiri,
rasul kelimesine olan ses benzerliğinden ötürü tercih edilmiştir.[555]
Hz. Muhammed için meşuga lakabı, Nistarot Rabbi
Şim‘on bar Yohay adlı sekizinci asra ait bir risalenin bazı yazmalarında
geçmektedir.[556] Eğer
yazmadaki bu tabir sonraki dönem müstensihlerin müdahelesi değilse, bu risale,
Hz. Muhammed’den meşuga tabiriyle bahseden ilk metindir. Meşuga tabiri
yine erken dönem metinleriden Rav Şerira Gaon’a (ö. 1006) ait bir mektupta da
kullanılmaktadır.[557] Onuncu
asırda yaşamış Natan ha-Bavli’ye ait Seder Olam Zuta’ da ise Hz.
Muhammed’den ha-Pasul tabiriyle bahsedilmektedir.[558] Onuncu asra ait anonim başka
bir eser de Hz. Muhammed’den roe tson (koyun çobanı) ve ilem ha-raşa‘
(kıt akıllı, kötü) ifadeleriyle bahsetmektedir.[559]
Yahudiler arasında Hz. Muhammed için küçük düşürücü
lakaplar kullanıldığına dair başka bir kaynak da Samuel Mağribî’dir. Yahudiyken
İslamiyeti seçen Mağribî, Ifhâmu’l-Yehûd adlı eserinde Yahudilerin
arasında Hz. Muhammed için meşuga ve pasul tabirlerinin yaygın
olarak kullanıldığını şu ifadelerle aktarmaktadır:
Peygamber efendimize (sav)
gelince, onun Yahudilerin arasında -Allah’ın, meleklerin ve bütün insanlığın
laneti onların üzerine olsun- iki ismi vardır. Birincisi pasul’dur ki
anlamı sefih demektir. İkincisi de meşuga’dır, deli anlamına gelir.[560]
Yahudi geleneğinde İslam’ın putperestlikle
ilişkilendirilmesi genellikle Kâbe ve hac uygulamaları üzerinden yapılırken
istisnaî bir şekilde, Hz. Muhammed üzerinden yapılmaktadır. Hatalı olarak
Nissim Gerondi’ye (ö. 1375) atfedilen bir metinde şu ifadelere yer
verilmektedir:
Kutim’in kutsal nesneleri/mabedleri gibi İsmailoğullannın
Meşuga’sı da (Hz. Muhammed) böyledir. Her ne kadar onlar (Müslümanlar) onun
ilah olduğunu iddia etmeseler de bir ilahın önünde eğilir gibi ona hürmet ve
tazimde bulunuyorlar. Bu da putlara tapma çerçevesinde değerlendirilir.[561]
Yukarıda da ifade edildiği üzere bu görüş, Nissim
Gerondi’ye ait değildir. Bu durum, Nissim Gerondi’ye ait günümüze ulaşan bir
fetvadan anlaşılmaktadır.[562] Metnin
yazarının, Müslümanların Hz. Muhammed’i ilah olarak kabul etmediklerini itiraf
etmesine rağmen böyle bir yargıya varması şaşırtıcıdır. Orta Çağ Avrupa’sında
Hz. Muhammed’den ilah olarak bahseden birçok esere rastlanmaktadır.[563]
Orta Çağ Yahudi geleneğinde Hz. Muhammed’le ilgili
bilgilerin çoğunun efsanevi olduğu görülmektedir. Yahudi bilginler, Hz.
Muhammed’i sanki bütün ömrünü Yahudilerle mücadeleye ayırmış gibi
resmetmektedir. Ayrıca bu metinlerin çoğunda, Yahudiler bir şekilde onu
yanıltmayı başararak Yahudilerin lehine yönlendirmektedir. Bu bölümde İbn
Meymûn’un Hz. Muhammed’le ilgili düşünceleri üç alt başlık altında
işlenecektir.
I. İbn
Meymûn’un Hz. Muhammed için Kullandığı Sıfatlar
İbn Meymûn, Hz. Muhammed’den bazen ima ile bazen de açıkça
küçük düşürücü ifadeler kullanarak bahsetmektedir. Bu çerçevede İslam
egemenliği altında yaşayan Yahudi düşünürlerin Hz. Muhammed’i ismen zikretmeme
ihtiyatı İbn Meymûn’da da görülmektedir. İbn Meymûn’un eserlerinde Hz. Muhammed
için meşuga ve pasul tabirlerinin yanı sıra İbranice iş
(adam), yişmaelî (İsmail soyundan/Müslüman), pulonî (falanca) ve
Arapça meliku’l-Arab (Arapların Kralı) tabirleri kullanılmaktadır. Bu
bölümde bu tabirler kullanıldığı bağlamları itibariyle incelenecektir.
İbn Meymûn’un Hz. Muhammed için kullandığı en yaygın tabir meşuga’dır
(משוגע). Arapça
karşılığı mecnun, meczub olan bu tabir deli, çılgın ve kaçık gibi
anlamlara gelmektedir.[564] İbn Meymûn
bu tabiri Yemen Mektubu’nda altı defa kullanmaktadır.[565] O, bu tabiri ilk kullandığı
yerde, İsa’dan sonra Meşuga’nın ortaya çıkarak yeni bir din ihdas ettiğini ve
krallık arzusuyla kendisine itaat edilmesini istediğini nakletmektedir.[566]
İbn Meymûn, mektubun başka bir yerinde Hz. Muhammed’in
ortaya çıkışının Daniel aracılığıyla bildirildiğini ifade etmektedir. Daniel’in
uyarılarına göre gelecekte bir şahıs çıkacak, Yahudi dinine benzer bir din
ihdas ederek bir kitap ortaya koyacak ve bu kitabı Allah’tan aldığını iddia
edecektir. İbn Meymûn, Daniel’deki ilgili cümlelerin doğrudan İslam
peygamberinde tahakkuk ettiğini şu şekilde ifade etmektedir:
Daniel’deki ayet özel ve genel olarak ele alındığında, Roma
krallığından sonra Arap krallığının ortaya çıkışını vasfetmektedir. Bu da
Meşuga’nın (Hz. Muhammed) ortaya çıkıp büyüyen, uzayan ve güçlenen küçük
boynuzun durumu gibi Roma, Fars ve Yunan krallıklarına galebe çalmasına
benzemektedir. Bu ayetin vucud bulmuş anlamıdır. Başka bir şekilde de tevil
edilemez.[567]
Müslümanların Tanah’tan çıkarım yapmalarını kabul etmeyen
birçok Yahudi bilgin, İşaya kitabında geçen “deveye binen adam”[568] ile Daniel
kitabında geçen “küçük boynuz”un[569] Hz. Muhammed’e işaret
ettiğine inanmaktadırlar.[570] Böyle
olunca Yahudi bilginlere göre de Tevrat, Hz. Muhammed’in gelişine işaretler
barındırmaktadır. Fakat bu işaretler Müslümanların iddia ettiği gibi
müjdeleyici işaretler değil, bilakis İsrail halkına zarar vereceğine dair
işaretlerdir. İbn Meymun, küçük boynuzla ilgili Tevrat cümlesinin başka bir
şekilde tevil edilemeyeceğini söyleyerek alternatif yorumların önünü kapatmaktadır.
İbn Meymûn, Tevrat’taki beşairü’n-nübüvve
iddialarını cevaplarken de meşuga tabirini kullanmaktadır. O, Yemen’de
İslam’ı seçen bir Yahudinin Tevrat’taki bim’od meod (çok çok)570 [571], hofia
mi-har paran (Paran dağından göründü)[572] ve navi mi- kirbeha
me-aheyha (aranızdan, kardeşlerinden bir peygamber)[573] ifadelerinin meşuga’ya (Hz.
Muhammed) işaret ettiğini söyleyerek insanlara evham verdiğini belirtmektedir.[574] Yemen
Mekubu’nun Orta Çağ’a ait İbn Hasday tercümesinde buradaki meşuga tabiri
doğrudan Muhammed şeklinde çevrilmiştir.[575]
İbn Meymûn, mektubun ilerleyen bölümlerinde beşairü’n-nübüvve
bağlamında bu tabiri yine kullanmaktadır. O, Müslümanların meşuga’nın
(Hz. Muhammed) Tevrat’ta yazılı olduğu şeklindeki Kur’ânî bilgiyi doğrulatmak
için Tevrat’taki bazı ifadeleri İslam peygamberine yorduklarını belirtmektedir.[576]
Müslümanların Tevrat’ta Hz. Muhammed’e işaret eden yerler arama gayreti, İbn
Meymûn’un da vurguladığı üzere Kur’an’daki ilgili ayetler sebebiyledir.
Kur’an’ın böyle bir bilgi vermesi, onun vahiy mahsulu olduğuna inanan
Müslümanlar için mutlak doğrudur ve İbn Meymûn’un da dikkat çektiği üzere
Müslümanlar bunu doğrulatma çabasına girmişlerdir. Reddiye literatürü de bu
gayretlerin en somut ürünüdür.
İbn Meymûn, Daniel’in öngörülerinin zamanla çıktığını
belirterek, değişik milletler tarafından Yahudilere yapılan baskı ve zulümlerin
Mesih’in habercisi olduğunu dile getirmektedir. O, İşaya’nın, Mesih’in gelişine
delil olarak meşuga’nın ortaya çıkışını bildirdiğini belirtmektedir.[577] İbn Meymûn,
böylelikle hem Hz. Muhammed’i olumsuz resmetmekte hem de Mesih’in gelişinin
alametlerinden biri olduğunu ifade ederek dindaşlarını ümitlendirmektedir. Hz.
Muhammed’in ortaya çıkışının, Yahudilikte beklenen Mesih’în alametlerinden biri
oluşu şaşırtıcıdır. Aslında burada İsrailoğullarına zarar verecek birinin
ortaya çıkışından bahsedilmekle birlikte İbn Meymûn, bunu bağlamı içerisinde
doğrudan Hz. Muhammed’le ilişkilendirmektedir. Yemen Mektubu’nun Orta Çağ’a ait
Nahum ha-Maaravi çevirisinde buradaki meşuga tabiri doğrudan Muhammed
olarak çevrilmiştir.[578] Yukarıda
geçtiği şekliyle Hasday’ın ve Nahum ha-Maaravi’nin bu çevirileri, meşuga tabirinin
Hz. Muhammed’le özdeşleştiğine en somut örnektir. Bir diğer dikkat çekici husus
da ne Judeo-Arabic ne de İbranice metinlerde Hz. Muhammed’in adı açıkca
yazılmazken burada açıkca yazılmasıdır.
Meşuga tabiri
Arapların Yahudilere çektirdiği sıkıntılar bağlamında da kullanılmaktadır. İbn
Meymûn, Yahudi din bilginlerinin Mezmurlar’da geçen “Vay bana, Meşek'te garip
kaldım sanki, Kedar çadırları arasında oturdum.”[579] cümlesindeki Kedar
kelimesini, İsmailoğulları olarak anladıklarını bildirmektedir. O, meşuga’nın
(Hz. Muhammed) nesebinin Kedar soyundan olduğunun bizzat kendisi tarafından
bildirildiğini ve bunu herkesin bildiğini zikretmektedir.[580]
Tanah’ta Kedar, İsmail’in ikinci oğlu olarak
anlatılmaktadır.[581] Böylece
Kedar soyu da İsmailoğulları olmaktadır. İbn Meymûn’un, Hz. Muhammed’in soyu
ile meşhur olmasına vurgu yapması da dikkat çekicidir. Ayrıca bizzat Hz.
Muhammed’in nesebinin Kedar[582] soyundan
olduğuna vurgu yapması da konuyla ilgili İslamî literatürden haberdar olduğunu
göstermektedir. İslami gelenekte Hz.
Muhammed’in şeceresi, dedelerinin isimleri tek tek
zikredilerek Kedar aracılığıyla Hz. İsmail ve İbrahim’e ulaştırılmaktadır.[583]
İbn Meymûn, meşuga tabirini İggeret ha-Şemad
adlı mektupta da kullanmaktadır.[584] Bu mektupta o, ilginç bir
bilgiyi nakletmektedir. Buna göre onun döneminde yaşayan hahamlardan birisi, meşuga’nın
(Hz. Muhammed) yirmi dört bin Yahudiyi öldürdüğünü iddia etmektedir.[585] Bu hahamın
aktardığı bilgi, tarihi karşılığı olmayan gerçek dışı bir bilgidir. Burada
şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır: Halk arasından bir Yahudi, din bilgini
sıfatıyla kendilerine rehberlik eden bir haham tarafından tamamen yanlış bilgilerle
yanıltılmaktadır. Soruyu soran Yahudinin, dinî baskı gören bir Yahudi olduğu
düşünüldüğünde bu hahamın, bu kişinin Müslüman olmasını engellemek için böyle
bir yalana başvurduğu anlaşılmaktadır.
İbn Meymûn’un Hz. Muhammed için kullandığı tabirlerden biri
de pasul’dur (פסול).
Bu tabir, Türkçe tam olmayan, ayıplı, eksik anlamlarına gelmektedir.[586] Pasul,
Yahudi hukukunda kaşer olmayan dini objeleri ifade etmek için kullanılan bir
terimdir. Örneğin, yazım kurallarına uygun olarak yazılmamış Tevrat tomarı pasul’dür.
Benzer şekilde, ibadet sırasında kullanılan talit, şofar, tefilin ya da Sukkot
bayramında kullanılan arbaa minim (dört çeşit bitki) gerekli şartları
taşımıyorlarsa pasul olarak nitelendirilirler. Yahudilerin Hz. Muhammed
için pasul tabirini kullanmaları, rasul kelimesi ile olan ses
benzerliğinden dolayıdır. Kur’an’da da geçtiği üzere, Yahudilerin dillerini
bükerek, kelimeleri benzer sesli kelimelerle değiştirme adetleri burada da
görülmektedir.
İbn Meymûn, Hz. Muhammed için pasul tabirini Yemen
Mektubu’nda kullanmaktadır. O, Müslümanların, peygamberlerinin adının Tevrat’ta
yazıldığına inandıklarını, fakat bunu delillendiremediklerini dile
getirmektedir. Ona göre Müslümanlar, peygamberlerinin adını Tevrat’ta
bulamayınca, Yahudileri Tevrat’ı tahrif edip onun ismini Tevrat’tan silmekle
suçlamaktadırlar. İbn Meymûn mektupta şu ifadelere yer vermektedir:
Onlar bu iddialara dayanak olarak, çirkinlik ve alçaklıkla
(Tevrat’ı) değiştirdiğimizi söylemelerinden daha güçlü delil bulamazlar. Bu iddiaların
çürüklüğü avama da havasa da aşikârdır. Çünkü Tevrat, Pasul (Hz.
Muhammed) ortaya çıkmadan yüz yıllar önce Süryaniceye, Yunancaya, Latinceye ve
Farsçaya çevrilmişti.[587]
İbn Meymûn’a göre Hz. Muhammed ortaya çıkmadan önce
dünyanın birçok diline çevrilen Tevrat’ta İslam peygamberinin adını gizlemek
pratik olarak mümkün değildir. Ona göre İbranice Tevrat’lardan çıkarılsa bile
dünyanın bütün dillerindeki Tevrat’ları bulup tek tek Hz. Muhammed’in adını
silmek imkânsızdır. İbn Meymûn dünyanın her tarafındaki Tevrat’ların birbirinin
aynısı olduğunu ve noktasına varana kadar hiç bir farklılık olmadığını ifade
ederek belirli bölgelerdeki Tevrat’lardan silinse bile hiçbir gücün birçok
dilde mevcut olan Tevrat nüshalarından belirli bir kelimeyi silmeyi başaramayacağına
dikkat çekmektedir.[588]
Yemen Mektubu’nun Judeo-Arabic orijinal metninde Hz.
Muhammed için kullanılan pasul, Orta Çağ’a ait Abraham ibn Hasday ve
Nahum ha-Maaravi tercümelerinde de pasul olarak korunmuştur. İbn
Tibbon’a ait çevirinin bazı yazma nüshalarındapasul yerine ha-nizkar
(zikredilen), bazısında da kenar notu Muhammed yazılmıştır.[589] Bazı
nüshalarda ise silinmiş veya boş bırakılmıştır. Müstensihin endişesinin bunda
etkili olduğunu söylemek mümkündür.
İbn Meymûn’un eserlerinde Hz. Muhammed için kullanılan
tabirlerden biri de İbranice ha-iş (האיש), Arapça şahs kelimesidir. Ha-iş kelimesi,
adam/şahıs anlamına gelmektedir.
Bu tabir Iggeret ha-Şemad’da, Hz. Muhammed’i ifade
etmek üzere üç defa kullanılmaktadır. İbn Meymûn’a mektubu gönderen şahıs,
Müslüman idarenin o adamın (Hz. Muhammed’in) peygamberliğini itiraf
etmeleri için baskı yaptığını aktarmaktadır.[590] [591] İbn Meymûn da Hz. Muhammed’in
peygamberliğini itiraf ile ilgili mektubun iki yerinde “o adamın” (Hz.
Muhammed’in) peygamberliği” ifadelerine 591
yer vermektedir.
Daha önce de belirtildiği üzere bu mektubun Arapça aslı
günümüze ulaşmamıştır. Mektubun günümüze ulaşan en eski İbranice çevirilerinde
Hz. Muhammed için oto ha-iş (אותו האיש) ifadesi kullanılmaktadır. İbranice’ye bu şekilde çevrilen
ifadenin, Arapça orjinal metinde eş-şahs (^^ZJI) olarak geçmesi en kuvvetli ihtimaldir. Zira bu ifade,
İbranicede ha-iş (האיש)
kelimesine karşılık gelmektedir. Talmud’da ve Rabbanî gelenekte Hz. İsa’nın
ismini zikretmek istemeyen rabbiler ondan bahsederken de genelde oto ha-iş
ifadesini kullanmaktadırlar.[592] Burada aynı
şeyin bu mektubun İbranice çevirisinde müstensihin müdahalesiyle Hz. Muhammed’e
uyarlandığı anlaşılmaktadır. Ayrıca oto ha-iş ifadesi Kuzey Afrika
Yahudileri arasında Hz. Muhammed için de kullanılan bir isimlendirme haline
gelmiş, daha da kapsamı genişletilerek adı Muhammed olan bütün insanlar için
kullanılmaya başlanmıştır.[593]
Yemen Mektubu’nun farklı nüshalarında meşuga tabiri
yerine eş-şahs tabiri kullanılmaktadır. Mektubun yeni edisyonunu yapan
Şilat, eş-şahs ifadesini tercih etmekte ve meşuga‘ kelimesini
dipnota alarak başka nüshalarda da bu şekilde geçtiğini belirtmektedir. Yemen
Mektubu’nun müellif nüshası elimize ulaşmadığı için istinsah edilen nüshalarda
bazen birbirlerinden farklı kelimeler kullanıldığı görülmektedir. Bundan dolayı
orijinal metinde meşuga veya eş-şahs tabirlerinden hangisini
kullanıldığı kesin değildir. Yazma eser araştırmalarında karşılaşılan en önemli
sorunlardan biri, müstensihin ihtiyarî bir düzeltme ve değişiklikte bulunarak
metne müdahale edip etmediğidir. Ayrıca birbirinden farklı birçok nüsha oluşu
da araştırmacıları zor durumda bırakmaktadır.
Yişmaelî (ישמעאלי), İbn Meymûn’un Hz. Muhammed için kullandığı bir diğer tabirdir
(çoğulu yişmaelim). Yişmaelim kelimesi İslam’dan önce sadece Araplarla
sınırlandırılırken İslam’ın ortaya çıkışından sonra bütün Müslümanları
nitelemek için kullanılmaya başlamıştır. Orta Çağ Yahudi bilginleri, Arapların
dışında da Müslüman milletlerin olduğunu bildikleri halde, yaşadıkları toplumun
hâkim kültürü ve egemen ırkı olması hasebiyle bu kelimeyi birinci derecede
Arapları ifade etmek için kullanmışlardır.
Tespit edebildiğimiz kadarıyla İbn Meymûn, Hz. Muhammed
için yişmaelî59 tabirini bir defa kullanmaktadır. O, Hz. İsa
ve Hz. Muhammed’in Mesih’in gelişine zemin hazırladıklarını dile getirmektedir.
Onların, dünyada tesis ettikleri dinlerle dünyanın ıslahına (tikkun olam)
yardımcı olduklarını belirten İbn Meymûn, konuyla ilgili şu ifadelere yer
vermektedir:
İnsanoğlunun kapasitesi Tanrının düşüncelerini anlamaya
yetmez. Çünkü yöntemlerimiz ve düşüncelerimiz bir değildir. Nasıralı[594] [595] İsa’nın ve
arkasından ortaya çıkan şu Yişmaelî’nin (Hz. Muhammed) yaptığı bütün her
şey, kral Mesih’in yolunu düzeltmek (ona yol açmak) ve dünyayı ıslah edip tek
olan Allah’a ibadet edilmesini sağlamaktan başka bir şey değildir. Denildiği
gibi “O zaman birlikte bana yakarmaları, omuz omuza hizmet etmeleri için
halkların dudaklarını pak kılacağım.”[596] Peki nasıl?
Bütün dünya zaten Mesih, Tora ve mitsvaların
(emir ve yasaklar) sözleriyle doldu.[597]
Metinde görüldüğü üzere Hz. Muhammed ve Hz. İsa, dünyayı
Mesih’in gelişine hazırlamaktadırlar. İbn Meymûn, genelde hakaret kelimeleri
ile zikrettiği Hz. İsa hakkında bu bağlamda olumlu ifadeler kullanmaktadır.[598] Yine Hz.
Muhammed’den meşuga, pasul ve pulonî gibi ifadelerle bahseden İbn
Meymûn, bağlamın olumlu olmasından dolayı yişmaelî kelimesini tercih
etmektedir. Zira burada meşuga kelimesi, İbn Meymûn’un olumlu
ifadeleriyle ters düşecektir. İbn Meymûn’a göre dünyanın dört bir tarafına
dağılmış Hıristiyanlar ve Müslümanlar sayesinde, kökeni aslında Tevrat olan
birçok emir ve öğreti her yere iletilmiş oldu. İbn Meymûn’un bu düşüncesinde
Yehuda Halevi’den etkilenmiş olması muhtemeldir. Halevi, Yahudiliği toprağa atılmış
bir tohuma benzetmektedir. O, Hıristiyanlığı ve İslam’ı kökü bu tohum olan
ağaçlara benzetmektedir. Ona göre Hıristiyanlar ve Müslümanlar, dünyayı
beklenen Mesih’e hazırlamaktadırlar.[599]
İbn Meymûn tarafından Hz. Muhammed için kullanılan bir
diğer tabir, falanca anlamına gelen pulonî’dir (פלוני). O, bu tabiri Daniel kitabında bir kehanet olarak gelecekte
ortaya çıkacak krallıklardan bahsederken kullanmaktadır.[600] Bazı Rabbanî bilginler, bu anlatımda
zikredilen son krallığı Müslüman hâkimiyeti olarak yorumlamaktadır. İbn Meymûn
da kehanette bahsedilen son krallığın kralı olarak Hz. Muhammed’e, “falancanın
ortaya çıkışı” (kıyâmu pulonî) ifadesiyle atıfta bulunmaktadır.[601]
İbn Meymûn, Yemen Mektubu’nda Tevrat’ın tahrif edildiği
iddiasına cevap verirken yine Hz. Muhammed için pulonî tabirini
kullanmaktadır. O, Müslümanların tahrif iddiasını dillendirdiklerini, ama buna
delil bulamayınca Yahudileri, “Falancanın ismini Tevrat’tan sildiniz.” diyerek
suçladıklarını dile getirmektedir.[602] İbn Meymûn, bu
cümleyi Müslümanların ağzından aktarmakla birlikte, Hz. Muhammed’i ismen
zikretmemek için falanca ifadesini tercih etmektedir. Yoksa bir
Müslümanın Hz. Muhammed’den falanca diye bahsetmesi söz konusu değildir.
İbn Meymûn, Tevrat’ta Hz. Muhammed’e işaret olarak görülen bim’od
meod ifadesini açıklarken yine Hz. Muhammed’denfalanca diye
bahsetmektedir. Bim’od meod ifadesi, “çok çok” anlamına gelip Tevrat’ta
“Yişmael ile ilgili olarak da seni duydum. Onu mübarek kıldım; onu verimli
kılacağım ve sayıca çok çok artıracağım.”[603] cümlesinde geçmektedir. İbn
Meymûn’a göre ayette kullanılan fiiller ve bu ifadenin bağlamı kesinlikle İslam
peygamberine yorumlanamaz. Ona göre ayette çoğaltacağım yerine onu
kutsayacağım ifadesi kullanılsaydı o zaman -zayıf bir bağla da olsa- bu
ifade falancaya (pulonî=Hz. Muhammed) işaret olarak görülebilirdi.”[604]
İbn Meymûn’un Hz. Muhammed için kullandığı tabirlerden biri
de Meliku’l- Arab’dır. Arapların efendisi, kralı anlamına gelen bu
tabir, Orta Çağ’ın diğer Yahudi bilginleri tarafında da kullanılmıştır. İslam
hâkimiyetinden mülk-ü Arab (Arap krallığı) olarak bahseden Yahudi
kaynakları, Hz. Muhammed’i siyasi ve dini otorite kurmak isteyen birisi olarak
resmetmektedir.
İbn Meymûn, İşaya kitabında geçen “eşeğe binen”, “deveye
binen” ve “at arabasına binen iki kişi”[605] şeklindeki ifadeleri tefsir
ederken Hz. İsa ve Hz. Muhammed’den bahsetmektedir. O, metinde geçen “eşeğe
binen”in Hz. İsa olduğunu belirterek zaten kendisinin de eşek üzerinde Kudüs’e
girdiğini[606]
belirtmektedir. İbn Meymûn, “deveye binen” tabirinin Arapların kralına
(Meliku’l-Arab=Hz.
Muhammed) işaret ettiğini dile getirmektedir.[607] Devenin
Araplar ile özdeşleştirilmesi ise sadece Yahudi literatüründe değil, Hıristiyan
literatüründe de yaygındır. İbn Teymiye de ilginç bir şekilde “eşeğe binen”
ifadesinin Hz. İsa’ya, “deveye binen” ifadesinin de Hz. Muhammed’e işaret
ettiğini belirtmektedir.[608]
Özetle, bu bölümde incelenen meşuga, pasul,
ha-iş/eş-şahs, yişmaelî, pulonî ve meliku’l-Arab gibi terimlerden meşuga
ve pasul dışındakiler doğrudan hakaret içermeyen tabirlerdir. Yişmaelî,
pulonî, ha-iş/eş-şahs, meliku ’l-Arab gibi tabirlerin bir mektupta geçmesi,
mektubun yazarını sıkıntıya sokacak cinsten ifadeler değildir. Öte taraftan meşuga
ve pasul tabirleri, yazarları için ciddi sorunlara yol açabilecek
hakaret kelimeleri kapsamında değerlendirilebilir. Kelimelerin ifade ettiği
anlamlar ve kullanım alanları dikkate alındığında pasul tabirinin meşugadan
daha fazla hakaret anlamı içerdiği görülmektedir. Bir insanın çılgınlığı,
deliliği yüz kızartıcı bir durum olarak görülmeyebilir. Eksik ve ayıplı
anlamına gelen pasul kelimesi daha net ve güçlü bir şekilde hakaret
anlamını barındırmaktadır.
Orta Çağ Yahudi bilginleri, genellikle mektuplarının
sonunda, mektubun Yahudi kökenli mühtedilerin eline geçmemesini tembih
etmektedirler. Bu ihtiyatlı tutumlarına rağmen İslam dininin en temel değerleri
ile ilgili başlarına sıkıntı açacak ifadeleri kullanmaktan da geri
durmamışlardır. Bunda da muhtemelen açıktan isim zikretmemeleri, Müslümanların
İbranice bilmemeleri ve Yahudi cemaatinin mektubu muhafaza edeceği kanaati gibi
faktörler etkili olmuştur. En azından kaynaklarda bu tür ifadelerden dolayı
öldürülen bir Yahudiden bahsedilmemektedir.
II. Beşâirü’n-Nübüvve
ve İbn Meymun’un Görüşleri
Tevrat ve İncil’de Hz. Muhammed’e ait işaretlere ve
müjdelere beşairü’n- nübüvve adı verilmektedir. Bu konu Müslüman
bilginler tarafından kaleme alınan reddiyelerde en fazla dile getirilen
konudur. Reddiye literatürü incelendiğinde Müslümanların reddiyelerinin beşairü’n-nübüvve,
nesh ve tahrif konularında yoğunlaştığı görülmektedir.
Müslümanların Tevrat ve İncil’de Hz. Muhammed’in adını
aramaları temelsiz bir çaba değildir. Kur’ân-ı Kerim “Yanlarındaki Tevrat ve
İncil’de yazılı buldukları o ümmî peygamber...” ayeti[609] ile Hz. Muhammed’in Tevrat ve
İncil’de yazılı olduğunu haber vermektedir. Böyle açık bir ifadenin yer
almasından dolayı Müslüman bilginler, Tevrat’ta ve İncil’de Hz. Muhammed’e
işaret eden ifadeler aramışlardır.[610] Bunu yaparken, Hz.
Muhammed’in isminin açıkca zikredildiği ifadelerin silindiğini iddia
etmişlerdir. Reddiye eserlerinden anlaşıldığı kadarıyla Müslüman bilginler, Hz.
Muhammed’in isminin açıkca zikredildiği yerlerin silindiği kanısındadırlar.
Müslüman bilginlerin reddiye eserleri incelendiğinde,
Tevrat’ta Hz. Muhammed hakkında birçok işaretin mevcut olduğuna dair kuvvetli
bir inanç olduğu ortaya çıkmaktadır. Ali b. Rabban et-Taberî, bu konularla
müstakil olarak ilgilenen ilk bilginlerdendir. O, Kitâbu’d-Dîn ve’d-Devle
adlı eserinde Mezmurlar, İşaya, Hoşea, Mika, Habakkuk, Sefanya, Zekeriya,
Yeremya, Hezekiel ve Daniel kitaplarından örnekler vererek Hz. Muhammed’e
işaret ettiğini düşündüğü yerleri açıklamaktadır.[611]
İbn Kayyım
el-Cevziyye, Tevrat ve İncil’de Hz. Muhammed’in isminin aranmaması gerektiğini
belirtmektedir. Ona göre Allah Tevrat ve İncil’de Hz. Muhammed’in çıkışından,
vasıflarından ve özelliklerinden bahsetmiştir. Yoksa Hz. Muhammed bu kitaplarda
ismen zikredilmemi ştir. O, Hz. Muhammed’in Tevrat’ta ismiyle zikredildiği
şeklindeki kanaatin avam arasında yaygın olduğunu, Müslüman âlimlerden kimsenin
böyle bir şey iddia etmediğini dile getirmektedir.[612]
Kur’an’da konuyla ilgili ayetlerde Hz. Muhammed’in Tevrat
ve İncil’de hangi isimle geçtiği konusunda netlik olmadığı için kesin bir şey
söylemek mümkün değildir. Bu ayetlerden birinde Hz. İsa, kendisinden sonra
gelecek Ahmed adında bir peygamberi müjdelemektedir.[613] Fakat ayette Ahmed
isminin İncil’de ya da Tevrat’ta yazılı olduğuna dair bir ifade yoktur. İkinci
ve daha net ayette ise “Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları ümmî
peygamber”[614] ifadesi geçmektedir.
Ancak bu ayette, Tevrat ve İncil’de yazılı olan şeyin ne olduğu açık bir
şekilde belirtilmemiştir. Eğer ayetin metni literal olarak esas alınırsa Tevrat
ve İncil’de ümmî peygamber kelimesinin karşılığı olan bir ifade geçtiği
anlaşılmaktadır. Fakat bu da kesinlik ifade etmemektedir.
Ayetin metninde Hz. Muhammed’den Tevrat ve İncil bağlamında
ümmî sıfatıyla bahsedilmesi dikkat çekicidir. Ümmî, İslam
geleneğinde genellikle okuma- yazma bilmeyen olarak anlaşılmıştır. Siyer
kitaplarında da Hz. Muhammed’in okuma-yazma bilmediği vurgulanmaktadır. Son
dönemde oryantalistler tarafından ortaya atılan diğer yoruma göre ümmî
kelimesi, geniş manada Ehl-i Kitap’tan olmayan, özelde de Yahudi olmayan
anlamına gelmektedir. Kelime, bu anlamıyla İbranice’de goy veya Arapça ümmî
ile aynı kökten gelen uma tabirlerine denk gelmektedir.[615]
Tahrif edildiğine inanılan bir metinden Hz. Muhammed’e
işaretler aramanın ne derece tutarlı bir davranış olduğu tartışma konusudur.[616] Bazı
reddiye yazarları doğrudan bu soruna değinmişlerdir. İbn Hazm, Allah’ın bir
koruması olarak Tevrat’ta Hz. Muhammed’e işaret eden yerlerin günümüze
ulaştığını ifade etmektedir.[617] İbn Hazm’ın
bu ifadeleri tipik bir savunmacı anlayışın örneğidir. Her ne kadar onun iddiası
imkân dâhilinde olsa da, hem Tevrat’ın çoğu kısmının tahrif edildiğine inanıp
hem de sadece Hz. Muhammed’e işaret eden yerlerin korunduğunu söylemesi çok
tutarlı görünmemektedir. Karafî, eserinde Tanah’tan elli bir ifadenin Hz.
Muhammed’e işaret ettiğini belirterek şu sözlere yer vermektedir:
Derlerse ki; nasıl oluyor da tahrif edildiğini iddia
ettiğiniz bu kitaplara (delillere) sarılıyorsunuz? Deriz ki; peygamberimizin
nübüvveti mucizeleri ile sabittir ve bu kitaplara ihtiyacı yoktur. Bizim bu
kitaplardan onun peygamberliğine işaretler zikretmemizin sebebi bu kitapların
sahih olduğuna inanan Ehl-i Kitab’ı susturmak içindir. Eğer bizim
çıkarımlarımızı benimserlerse o zaman maksadımız hâsıl olmuş olur. Eğer
çıkarımlarımızı benimsemezlerse, o zaman Ehl-i Kitab’ın ellerindeki her şey
boşa çıkmış olur. Nasıl oluyor da Ehl-i Kitab bu kitaplara inandığı halde
Muhammed’e (as) dair sayısı çok fazla bir yeküne ulaşmış işaretlere inanmazlar?[618]
Müslüman bilginler tahrif edildiğini ifade etseler de
Tevrat’ta Hz. Muhammed’e dair işaretler arama gayretlerini sürdürmüşlerdir.
Daha önce de belirtildiği üzere beşâirü’n-nübüvve olarak bilinen bu konu
Yahudi ve Hıristiyanlara karşı yazılan reddiyelerin vazgeçilmez konularından
olagelmiştir. Yahudiler, Müslüman düşünürlerin bir taraftan Tevrat’ın tahrif
edildiğini söyleyip öte taraftan da peygamberlerine işaretler bulmaya
çalışmalarını bir çelişki olarak değerlendirmektedirler.[619] İbn Meymûn da Müslümanların
Tevrat’tan peygamberlerine işaretler aradıklarını, bulamayınca da Yahudileri
onun ismini silmekle suçladıklarını dile getirmektedir.[620]
İbn Meymûn, beşâirü’n-nübüvve meselesine Yemen
Mektubu’nda detaylıca değinmektedir. Bunun temel sebebi, Yemen’den kendisine
gönderilen mektubun içeriğidir. Mektuptan, dinî baskı ve Mesihî hareketlerin
yoğunlukta olduğu bir dönemde, Yemen Yahudilerinin beşâirü’n-nübüvve
meselesini ayrıntılı olarak sordukları anlaşılmaktadır.[621] İbn Meymûn’un cevabî
mektubunda kullandığı “bahsettiğin üzere....” diye başlayan beşâirü’n-nübüvve
ile ilgili ifadelerinden, mektubu kaleme alan Yakov ben Natanel’in, Yemen’deki
Yahudilerin tereddütlerini giderme amaçlı sorular sorduğu anlaşılmaktadır.
İbn Meymûn, Yemen Mektubu’nda, beşairü’n-nübüvve
kapsamında Tevrat’taki dört ifadeyi incelemekte ve her birine ayrı ayrı
cevaplar vermektedir. Bunlar goy gadof12, bim’od meoct23,
hofia mi-har paran62 ve navi mi-kirbeha me- aheyha'6'
ifadeleridir. Bu bölümde sırasıyla bu ifadelerin bağlamı ve İbn Meymûn’un verdiği
cevaplar incelenecektir.
Büyük ulus anlamına gelen goy gadol (גוי גדול) ifadesi, Müslüman müellifler tarafından Hz. Muhammed’e işaret
olarak yorumlanmıştır.[622] [623] [624] [625] [626] Tevrat’ın
anlatımına göre Tanrı, İsmail’in doğumu sırasında “Soyunu büyük bir ulus
yapacağım.”[627] demiştir.
Hz. Muhammed’in, Hz. İsmail’in soyundan gelmesi nedeniyle buradaki ifade,
Müslüman bilginler tarafından Hz. Muhammed’le ilişkilendirilmiştir.
İbn Meymûn, goy gadol ifadesinin Müslüman bilginler
tarafından yanlış yorumlandığını belirterek İslam peygamberine işaret
etmediğini ifade etmektedir. O, bu ifadenin yeni bir şeriat anlamına
gelmediğini, sadece sayı çokluğuna işaret ettiğini dile getirmektedir. Sayı
çokluğunun kutsallık ve Tanrı katında bir kıymet ifade etmediğini vurgulayan
İbn Meymûn, Tevrat’ta putperestler için de “büyük uluslar (goyim gdolim)”[628] ifadesinin
kullanıldığını hatırlatmaktadır.[629]
Goy gadol ifadesi, Hz. Muhammed’in ümmetinin büyüklüğü ile
ilişkilendirilirken, İbn Meymûn’un sayı çokluğuna itirazda
bulunmayıp, şeriat ve din anlamına gelmediğine vurgu yapması dikkat çekicidir.
Arapların Hz. İsmail’in soyundan geldiğine inanan İbn Meymûn, Tevrat’taki bu
ifadenin tahakkuk ettiğini ve İsmail soyunun çoğaldığını görmektedir. Fakat
burada İsmail (Yişmael) kelimesinin kullanımı ile ilgili ince bir
ayrıntı söz konusudur. Reddiye yazarları konuyu din bağlamında ele alırken, İbn
Meymûn tamamen ırk/soy ilişkisi içinde değerlendirmektedir. Böyle olunca İbn
Meymûn’a göre ayette, Arapların sayısının çok olması işaret edilmiştir. Yeni
bir şeriat ve din anlamına gelmediği müddetçe de, sayılarının çok olması onun
açısından sıkıntı doğurmamaktadır. Zira bu durum, zaten Tanrı’nın Tevrat’ta
yazan vaadidir. İbn Meymûn’un dikkat çektiği bir diğer nokta da sayı çokluğunun
kemâl ve kutsallık içermemesidir. Burada o, putperestler için de benzer
ifadelerin kullanıldığının altını çizerek sayı çokluğuyla övünmenin ya da başka
anlamlar çıkarmanın sağlıksız bir düşünce olduğunu ifade etmektedir.[630]
Tevrat’taki ilgili ifadeden İsmail’in soyundan büyük bir
ulus çıkacağı açık bir şekilde ifade edilmekle birlikte, bir peygamberin
çıkacağı ya da ileride çıkacak birisi aracılığıyla bu vaadin gerçekleşeceğine
dair en ufak bir ima bulunmamaktadır. Bu yüzden bu ifadeyi eserlerinde beşairü’n-nübüvve
olarak kullanan reddiye yazarları da sınırlı kalmıştır.
Müslüman reddiye yazarları tarafından Hz. Muhammed’e işaret
olarak yorumlanan ifadelerden biri de bim’od meod’dur ([631].(במאד מאד Reddiye yazarlarından bazıları gematria hesabını (Yahudi
ebcedi) dikkate almakta, bazıları da bu ifadenin Hz. Muhammed’in ismiyle olan
ses benzerliğine dikkat çekmektedir.[632] İbn Kayyım el-Cevziyye, bu
ifadenin Hz. Muhammed’i işaret ettiğini, telaffuzunun da Muhammed kelimesine
benzediğini iddia etmektedir.[633]
Samuel Mağribî gematria yöntemine göre bu ifadenin 92
rakamına tekabül ettiğini, Muhammed isminin de 92 rakamına denk geldiğini, bu
yüzden burada Hz. Muhammed’e işaret olduğunu iddia etmektedir.[634] İbranicedeki
harflerin sayısal değerine (gematria) göre mim harfi (2 defa) 40, het
harfi 8, dal harfi de 4 rakamı ile karşılanmaktadır. Böylece Muhammed
kelimesinin gematria’daki karşılığı 92 olmaktadır. Bim’od meod
kelimesinde bet harfi 2, mem harfi 40 (2 defa), alef harfi
1 (2 defa) ve dalet harfi (2 defa) 4 rakamına denk gelmekte ve sayısal
değeri de 92 olmaktadır. Mağribî’nin haricinde Abdulhak el-İslamî de (14.
yüzyıl) bu ifadeleri gematria yoluyla Hz. Muhammed’e işaret olarak görmektedir.[635]
Bim’od meod ifadesi
Tevrat’ın Türkçe çevirisinde[636] çok çok
kelimesiyle karşılanmıştır. İbn Meymûn, bu ifadenin bağlamından kesinlikle
İslam peygamberinin çıkmayacağını şu cümlelerle dile getirmektedir:
Bim’od meod sözü “çok
fazla” anlamına gelmektedir. Eğer bu ifadenin maksadı ondan falancaya (Hz.
Muhammed) işaret etmek olsaydı “ve berahtiv bim’od meod (onu çok çok
kutsayacağım)” şeklinde olması gerekirdi ve o zaman da ancak bir örümcek ağı
ile bu bağlantıyı kurmak mümkün olurdu. Böyle olunca “onu kutsayacağım” ifadesi
onun (İsmail’in) neslinden falanca (Hz. Muhammed) anlamına gelebilirdi. Ama
“ve-hirbiyti” (çoğaltacağım) kelimesinden sonra bim’od meod demesi, sayı
çokluğunu mübalağa ile söylediğine delâlet eder.[637]
İbn Meymûn’a göre İsmailoğullarını sayıca çoğaltmak onlara
kutsallık kazandırmamaktadır. Ona göre ayetin metninde sayıca çokluğa vurgu
yapıldığı için Müslümanların iddiaları geçersizdir.
İbn Meymûn, ayrıca Müslümanların gematria yoluyla çıkarımda
bulunmalarını da eleştirmektedir. O, ilginç bir şekilde bu iddiaları Kur’ân’dan
ayetler naklederek çürütmeye çalışmaktadır. Ona göre Müslümanların bim’od
meod ile onun (Hz. Muhammed) ismini irtibatlandırmaları temelsizdir.[638] Çünkü İslam
peygamberinin Tevrat ve İncil’de aranması gereken ismi mim-ha-mim-dal
(Muhammed) harflerinden değil elif-het-mim-dal (Ahmed) harflerinden
oluşmaktadır.[639] O,
Kur’an’da[640] “Onun
ismini Tevrat’ta ve İncil’de Ahmed olarak yazılı bulacaklar.”[641] şeklinde
ayet bulunduğunu, bu yüzden bim’od meod ifadesinin sayısal değeri ile
Tevrat’ta yazıldığı iddia edilen bu ismin (Ahmed) sayısal değerinin
örtüşmediğini belirtmektedir.[642] Ahmed
kelimesinin sayısal değerinin 53 rakamına tekabül ettiğini ifade eden İbn
Meymûn, bunun da bim’od meod ifadesine denk gelmediğini vurgulamaktadır.[643]
İbn Meymûn’un Kuran’dan ayet nakletmesi iki açıdan dikkat
çekicidir. Bunlardan ilki, bir Yahudi bilginin Kur’an ayetini delil getirerek
Müslümanların iddialarını çürütme gayretidir. Yahudi geleneğinde İbn Meymûn’un
dışında da Tevrat’ın tahrif olmadığını ispatlamak için Kur’an’dan ayet nakleden
din bilginleri mevcuttur. Aynı şekilde Müslüman reddiye yazarları arasında da
Tevrat cümlelerini kullanarak Yahudilerin iddialarını çürütme gayreti sıkça
görülen bir yöntemdir.
İbn Meymûn’un Kur’an’dan yaptığı alıntıda dikkat çeken
ikinci husus ise iki ayrı ayetin birleştirilerek tek ayet gibi verilmesidir.
Kur’an’da “Hani, Meryem oğlu İsa, ‘Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben, Allah’ın
size, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed
adında bir peygamberi müjdeleyici (olarak gönderdiği) peygamberiyim’, demişti.”[644] ayetinde
Ahmed ismi geçmekte, fakat Tevrat’ta bu ismin yazılı olduğuna dair bilgi
verilmemektedir. Diğer taraftan Kur’an’da “Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de
yazılı buldukları resûle, o ümmî peygambere uyan kimselerdir.”[645] şeklinde
bir başka ayet bulunmaktadır. İbn Meymûn bu iki ayeti “Onun ismini Tevrat’ta ve
İncil’de Ahmed olarak yazılı bulacaklar.” şeklinde birleştirerek
nakletmektedir.[646] Tevrat ve
İncil’de Hz. Muhammed’in adının Ahmed şeklinde yazıldığı kesin değildir. İbn
Meymûn’un ayetlerden böyle bir sonuca gitmesi, ilk akla gelen ihtimallerden
biri olduğu için, çok zorlama bir yorum olarak görülmemelidir.
Daha önce de dile getirildiği üzere Samuel Mağribî,
gematria yöntemine göre bim’od meod ifadesiyle Muhammed isminin 92
rakamına tekabül etmesinden dolayı bu ifadeyi Hz. Muhammed’e işaret olarak
görmektedir.[647] Samuel
Mağribî’nin bim’od meod ifadesini gematria tekniğiyle Hz. Muhammed’le
ilişkilendirmesine şu şekilde itiraz edilebilir: Tevrat’ta gematria hesabına
göre 92 rakamına denk gelen tek ifade bim’od meod mu? Anlamı olumsuz
olan ve 92 rakamına denk gelen başka kelimeler de Hz. Muhammed’e işaret olarak
görülemez mi? Bu soruların benzerini Samuel Mağribî de sormakta ve şu şekilde
cevap vermektedir:
Eğer derlerse ki; Tevrat’ta rakamsal değerleri Zeyd, Amr,
Halid ve Bekir gibi isimlere denk gelen pek çok kelime vardır, fakat bu durum
Zeyd, Amr, Halid ve Bekir’in peygamber oldukları anlamına gelmez. Cevap: Eğer
bu ifade Tevrat’ın diğer ayetleri gibi olsaydı dedikleri doğru olurdu. Fakat
biz bu ayette kullanılan ifadelerin benzerinin Tevrat’ta yer almadığının
delillerini ortaya koyacağız. Tevrat’ın hiçbir ayeti İsmail’i bu şekilde bir
şerefe haiz konumda anlatmamaktadır. Çünkü İsmail’in ne kadar büyük şeref
sahibi olacağı, bu ayetle İbrahim’e Allah tarafından vaad edilmiştir. Tevrat’ta
Zeyd, Amr, Halid ve Bekir’in kabilelerinin haiz oldukları şerefe dair hiçbir
ayet bulunmaz. Ayrıca deriz ki bu ayetin içinde ‘çok çok’ anlamına gelen bim’od
meod ifadesine denk bir ifade yoktur. Bu ifade, şanı yüce Allah tarafından
söylenmiş mübalağa ifadesidir. Zikredilen ayette bu ifadeye denk bir kelime
yoktur. Madem bu ayet, İsmail ve soyu hakkında en fazla övgü içeren ayettir ve
ilgili ifade ayetteki en mübalağalı ifadedir, o
zaman bu ayetin İsmail’in şerefçe en yüce ve
kıymetçe en değerli evladına (Hz.
Muhammed) işaret etmesi şaşılacak bir durum
değildir.[648]
Mağribî’nin çıkarımı ilginç detaylar içermektedir.
Öncelikle rakamsal değerler ile Tevrat’taki başka isimlere de işaretler
çıkacağını gündeme getirmesi, iddiasını delillendirme açısından önem arz
etmektedir. İkinci safhada Mağribî’nin özel olarak bir kabilenin övülmediğini
vurgulaması dikkat çekicidir. Fakat “soylarını çok çok artıracağım” gibi bir
ifade kullanılmasa da Levililer’in pek çok Tevrat ayetinde merkezi konumda
oldukları ve Tanrı tarafından özel olarak görevlendirildikleri açıkca
yazılıdır. Öte taraftan İsmail ile ilgili övgüde herhangi bir faziletten
bahsedilmemekte, sadece sayı çokluğundan söz edilmektedir.
Tevrat’ta Hz.Peygamber’e işaret ettiği söylenen bir diğer
ifade de Hofia mi- Har Parari dır (הופיע מהר פרן). Bu ifade, Tevrat’ta “Tanrı Sina’dan geldi, onlara Seir’den
ışıdı, Paran dağından göründü.”[649] şeklinde
geçmektedir. Metinde geçen Sina, Seir ve Paran dağını bazı Müslüman bilginler
sırasıyla Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed’e işaret olarak anlamışlardır.[650] Tevrat’ta
Hacer ile oğlu İsmail’in Paran çölünde yaşadıklarının anlatılması[651] Paran’ın
Mekke’ye işaret ettiği şeklinde yorumlanmıştır. Yine bazı reddiye yazarları
Sina, Seir ve Paran ifadeleriyle Tin suresinin ilk üç ayeti arasında ilişki
kurmuştur. Buna göre Tin suresinin ilk ayetinde İncir ve zeytin Filistin
yöresine yani Hz. İsa’ya, Sina dağı Hz. Musa’ya, beled-i emin de Mekke’ye yani
Hz. Muhammed’e işaret etmektedir.[652] İbn Teymiye, ayette
Tevrat’taki gibi kronolojiye dikkat edilmediğini, sıralamanın önem sırasına
göre olduğunu iddia etmektedir.[653]
Saadya Gaon, Seir ve Paran isimlerinin Sina dağının diğer
isimleri olduğunu, bu üç isimle Sina dağının kastedildiğini ifade ederek bu
iddiayı reddetmektedir.[654] Saadya,
ayrıca Habakkuk kitabında yer alan “Kutsal Tanrı, Paran dağından gelecek.”[655]
ifadesindeki fiilin gelecek zaman formunda kullanılsa da anlam olarak geçmiş
zaman taşıdığını belirtmektedir.[656] Yahudi geleneğinde bu genel
tutumun dışında Paran ve Seir ifadelerini İslam ve Hıristiyanlık şeklinde
yorumlayan bilginler de çıkmıştır. Yahudi bilgin Yosef Albo (ö. 1444) ise
ilgili Tevrat cümlesini bu bölgelerden çıkan din kurucularına yani Hz. İsa ve
Hz. Muhammed’e işaret olarak görmektedir.[657]
İbn Meymûn Sina, Seir ve Paran üçlemesi ile ilgili uzun
gramatik açıklamalar yaparak bu ifadenin İslam peygamberine işaret etmesinin
mümkün olmadığını ifade etmektedir. Ona göre bu cümlelerde kullanılan zaman
kipi Müslümanların iddialarını çürütmektedir. O, fiillerin metinde sürekli
olarak “geldi, ışıdı ve göründü” şeklinde geçmiş zaman kipinde kullanıldığını,
bunların da geleceğe ait olaylar olamayacağını vurgulamaktadır. İbn Meymûn’un
konuyla ilgili açıklamaları şu şekildedir:
Hofia mi-har Paran (Paran dağından göründü) ifadesi geçmiş zaman fiilidir.
Eğer Paran dağından “görünecek” deseydi bu hilekârların iddia ettikleri
irtibata benzer bir şeyler çıkabilirdi. Ama “göründü” şeklinde kullanıldığı
için bu geçmişte cerayan etmiş bir iştir.
Ruhları şad olsun, hahamlar
anlatırlar ki Allah, Musa efendimizden önce goylara peygamber gönderdi, onlara
Tevrat’ı sundu fakat onlar onu kabul etmediler. Sonra Araplara[658] gönderdi ve
onlara sundu; onlar da kabul etmediler. Sonra bize Musa
efendimizi gönderdi ve biz de kabul ettik ve Tanrının
söylediği her şeyi işittik ve itaat ettik, dedik. Bunların hepsi Tevrat nazil
olmadan önce olan olaylardır. Bu yüzden de hep geldi, ışıdı ve göründü fiilleri
geçmiş zaman kipiyle kullanılmaktadır. Bunlar, geleceğe ait gerçekleşecek
uyarılar değildir.[659]
Paran dağlarının Mekke’yi çevreleyen dağlar olduğu
bilinmektedir. Bu coğrafi bilgi İbn Meymûn tarafından yalanlanmayıp gramerle
ilgili açıklamalar tercih edilmektedir. Samiri bilgin Ebu Said bin Hüseyin (ö.
1261) ise cografi verilere göre Paran dağının Mekke’yi çevreleyen dağlar
olmadığı kanaatindedir. Ona göre bu ifadeden İslam peygamberine işaret çıkarmak
mümkün değildir. O bu ifadelerin Hz. Muhammed’e işaret ettiği iddiasını “Tora
nasıl olur da kendisini neshedecek birini müjdeler?” sözleriyle reddetmektedir.[660]
Tevrat’ta Hz. Peygamber’e işaret ettiği söylenen bir diğer
ifade de “Tanrın Rab aranızdan, kardeşlerinden benim gibi bir peygamber
çıkaracak.”[661] cümlesinde
geçmektedir (נביא
מקרבך
מאחיך). Bu cümle,
Müslüman reddiye yazarları tarafından en fazla alıntılanan cümlelerdendir.[662] İbn Kayyım
el-Cevziyye, Ehl-i Kitab’ın, çok açık bir şekilde ifade edilmiş bu cümleyi
inkâr edemediklerini, bu yüzden dört farklı şekilde yorumladıklarını
belirtmektedir. İbn Kayyım’a göre bunlardan ilki, bu ifadeleri Mesih’e
yormaktır ki bu Hıristiyanların yorumudur. Diğer üç yorum ise Yahudilere
aittir. İlk Yahudi yorumuna göre, “çıkaracağım” fiilinden önce gizlenmiş bir
soru edatı vardır. Yani “Peygamber mi çıkaracağım?” denmek istenmiştir. Diğer
Yahudi yorumuna göre burada kastedilen peygamber Samuel’dir. Son yoruma göre
ise burada kastedilen peygamber, ahir zamanda çıkacak ve Yahudileri onurlu
yaşama kavuşturacak Mesih’tir.[663] İbn Kayyım,
bu iddiaların her birini tek tek cevaplamakta ve reddetmektedir.[664]
İbn Meymûn, bu cümlede Hz. Muhammed’e işaret olduğunu
reddetmekte ve ifadelerin bağlamından saptırıldığını iddia etmektedir. O,
Tevrat’taki ayetlerin siyak ve sibakları ile okunması gerektiğini, aksi
takdirde Tevrat’tan putperestliği ve peygamberlere isyanı emreden anlamların
bile çıkarılabileceğini belirtmektedir. İbn Meymûn, bu cümlenin İslam
peygamberine işaret ettiğine dair iddialara Yemen Mektubu’nda şu şekilde cevap
vermektedir:
Bahsettiğin üzere bazıları “Tanrın Rab benim gibi,
aranızdan, kardeşlerinden bir peygamber çıkaracak.” ifadesinin ona (Hz.
Muhammed) delâlet ettiğini söylemektedirler. Bazısı “aranızdan” ifadesinden
ötürü onunla ilişkilendirmekten geri durmuşlardır. Bazı insanların [ilgili
ifadeyi] onunla ilişkilendirmeleri veya bu konuda tereddüte düşmeleri çok
şaşırtıcıdır. “Aranızdan” ifadesinden ötürü bu çıkarıma gittiler; bilakis
“aranızdan” ifadesi olmasa belki buna delil olabilirdi.
Şimdi bu konuda zihnini toplayıp benim dediğim şeyi anlaman
lazım. Bilmelisin ki bütün bir sözün bir parçasını alıp delil saymak doğru
değildir; bilakis siyak ve sibakı içerisinde manayı tam amlamak ve söyleyenin
amacını anlamak gereklidir ki onunla delil çıkarmak mümkün olsun. Eğer başından
ve sonundan kesilmiş cümleleri delil olarak kullanmak caiz olsaydı o zaman
Allah tealanın nebilere itaatı nehyettiğini “Peygamberin sözünü
dinlemeyeceksin.”[665] ifadesinden
çıkarmak mümkün olurdu.
Benzer şekilde Allah’ın putlara ibadeti emrettiğini de
“Başka ilahlara tapacaksınız.”[666] ifadesinden
çıkarmak mümkün olurdu. Buna benzer örnekler çoğaltılabilir.
Bir sözü, siyak ve sibakına bakmadan, bağlamından kopuk
olarak, nassın amacı dışında yorumlamak doğru değildir. “Onlara kardeşleri
arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım.” ayetini de siyak ve sibakı
içerisinde değerlendirmek lazım ki maksat hâsıl olsun ve şüpheler giderilsin.
“Göndereceğim her peygamber olacakları bildirecek.” demesi “sizi
ilgilendiren/sizin aranızda olan olayları” anlamına gelmektedir ki bundan da
onu belde belde aramanın gereksizliği ortaya çıkar. Yani “Aranızdan peygamber
çıkaracağım” demesi uzak mesafelerde değil, kendi beldenden anlamına
gelmektedir. Yine başka haberlerle bildirdi ki “aranızdan” ifadesiyle
İsrailoğullanndan demek istemektedir. Böyle olması lazım ki geleceği önceden
bilme ayrıcalığının sizde (İsrailoğullannda) olduğu ortaya çıksın. “Benim gibi”
ifadesi de durumu netleştirmektedir. Çünkü kardeşlerin arasından deyince Esav
ve İsmail anlaşılabilir. Benzer şekilde, Tevrat’ta Esav’dan “Kardeşin İsrail bu
şekilde söyledi.”[667] şeklinde
bir cümleyle bahsedildiğine rastlıyoruz. “Benim gibi” ifadesi ise Yakup
neslinden olacağını teyid etmektedir. Çünkü “benim gibi” ifadesini
“peygamberlik derecesinde bana benzer bir yüce dereceye sahip” anlamında demek
istememiştir. Çünkü zaten “İsrailoğulları arasında Musa gibi bir peygamber
çıkmamıştır.”[668]
denilmiştir. Bütün bu açıkladıklarımız, meselenin özüdür.... Açık ve nettir ki
burada vaad edilen peygamber, yeni bir şeriatle gelip din ihdas edecek biri
değildir.[669]
İbn Meymûn’un yukarıdaki tafsilatlı açıklamaları birkaç
açıdan önemlidir. Öncelikle ister Yemen’den gelen mektup aracılığıyla olsun
ister kendi tecrübelerinden olsun, İbn Meymûn’un Tevrat’taki bu ifadelerin Hz.
Muhammed’e işaret ettiğine dair iddiadan haberdar olduğu anlaşılmaktadır. İbn
Meymûn’un ilk dikkat çektiği husus, Tevrat metninde geçen mi-kirbeha
yani aranızdan ifadesidir. İbn Meymûn bu ifadeyle sadece
İsrailoğullarının kastedildiğini, bu yüzden Müslümanların anladığı şekilde
yorumlanamayacağını belirtmektedir. Metinde geçen bir diğer önemli ayrıntı da
İbn Meymûn’un, ilgili ifadelerin bağlamına yaptığı vurgudur. Arapça’da
siyak-sibak diye bilinen ifadelerin öncesi ve sonrasının anlam için hayati önem
taşıdığına vurgu yapan İbn Meymûn’un Tevrat’tan verdiği örnekler dikkat
çekicidir.
İbn Meymûn, Tevrat’ın ilgili cümlesinde geçen כמוני (kmonf=benim gibi)” ifadesini, kabile ve Yakup nesli
olarak yorumlamaktadır. Bilindiği üzere Hz. Musa, Yakup’un oğlu Levi soyundan
gelmektedir. İbn Meymûn, Hz. Musa büyüklüğünde bir peygamber çıkmayacağının
Tevrat’ta müstakil olarak zikredilmesinden dolayı “benim gibi” ifadesini
doğrudan Yakup nesline hasretmekte ve Esav ve Yişmael alternatiflerini
reddetmektedir.
İbn Meymûn’un görüşünün tam aksine Müslüman reddiye
yazarları “kardeşlerin arasından” ifadesinden dolayı bu ifadeyi Hz. Muhammed’e
işaret olarak görmektedirler. Onlara göre, “kardeşleri arasından/aranızdan”
ifadesinden Harun, Samuel ya da Yeşu gibi peygamberlerin anlaşılamaz. Çünkü
kardeş ifadesi ile İsrailoğulları değil, İsmailoğulları kastedilmektedir. Reddiye
yazarlarına göre İsrailoğulları, İsrailoğullarının kardeşleri olamaz, bilakis
kendileri (enfusuhum) olurlar.[670] Ayrıca metinde geçen kmonî
(benim gibi) ifadesi de Musa gibi şeriat sahibi ve büyük bir peygamber olmasını
gerektirir. Samuel ve Yeşu, hem İsrailoğullarından oldukları için hem de şeriat
sahibi olmadıkları için burada işaret edilen peygamber olamazlar. Ayrıca Harun
ve Yeşu, Musa zamanında yaşamıştır. Oysaki ilgili ayet gelecekte çıkacak bir
peygamberden bahsetmektedir. Bu reddiye yazarlarına göre bütün bu özellikleri
Hz. Muhammed’den başkası taşımamaktadır.[671] [672]
İbn Kayyım, “Kardeşlerinizin arasından peygamber
çıkaracağım.” ifadesi ile ilgili Fas’ta bir Müslüman ile Yahudi arasında
meydana gelen bir münazarayı nakletmektedir. Yahudi, “kardeşleriniz arasından”
ifadesiyle İsrailoğullarının kastedildiğini Kur’an ayetlerini delil getirerek
çürütmeye çalışmaktadır. Kur’an’da “ve ila Medyene ehâhum Şuayba ”67, “ve ila Semude
ehâhum Saliha”[673] [674], “ve ila
Adin ehâhum Hûda'”’71 ayetlerini örnek veren Yahudi, Hz. Şuayp,
Hz. Salih ve Hz. Hud’un kendi kavimleri içinden çıktıklarını, Kur’an’ın da
onlar için “kardeşleriniz” ifadesini kullandığına dikkat çekmektedir. Demek ki
“kardeşleriniz” ifadesiyle aynı kabile kastedilmektedir. Böyle olunca, Musa’ya
“kardeşleri arasından” demesi, İsrailoğulları arasından anlamına gelmektedir.
Müslüman ise “Beni İsrail, beni İsrail’in kardeşi olamaz, beni Tamim benim Tamim’in
kardeşleri olamaz, beni Haşim Beni Haşim’in kardeşi olamaz; bu tür bir kullanım
hiçbir milletin dilinde mevcut değildir; fakat Zeyd, beni Tamim’in; Hud Ad’ın;
Salih, Semud’un kardeşi olabilir. Bu şahıslar soy olarak onların kardeşleri
olurlar. Fakat Ad, Ad’ın; Semud, Semud’un; Medyen, Medyen’in kardeşi olamaz”
diyerek Yahudiye cevap vermektedir.[675] “Kardeşleriniz arasından”
ifadesiyle İsrailoğullarından başkasının kastedilemeyeceği ile ilgili bir
münazara da İfhâmu’l-Yehûd da yer almaktadır. Mağribî, bu iddiaya şöyle
cevap vermektedir:
Eğer derlerse ki Tevrat’ın uslubu içerisinde kardeş
ifadesiyle İsrailoğullarından başkası anlaşılmaz. O zaman deriz ki Tevrat’ta
“Seir’de yaşayan kardeşleriniz Esavoğullannın (aheyhem bney Esav) ülkesinden
geçeceksiniz.”[676] cümlesinde
görüldüğü üzere Esavoğulları, İsrailoğullarının kardeşleri olarak
zikredilmektedir.[677]
İbn Meymûn’un "navi mi-kirbeha me-aheyha"
ifadesini değerlendirdiği bir diğer bir eseri Mişne Tora’dır. O, bu
eserde Tora’nın değişmeyeceğini, peygamber diye ortaya çıkacak kişinin de bu
gerçeği dile getirmedikçe peygamber olamayacağını ifade etmektedir. İbn Meymûn,
bu ifadenin Hz. Muhammed’e işaret ettiği iddiasına şu şekilde cevap
vermektedir:
Madem öyle o zaman Tevrat’ta neden “Onlar için kardeşleri
arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım ve sözlerimi onun ağzına
yerleştireceğim, [bu peygamber] kendisine emrettiğim her şeyi onlara
konuşacak.”[678] denmiştir?
O, gelip yeni bir din ihdas edecek diye değil tabi ki! Bilakis Tevrat’ın
sözlerini emretmek ve insanları bu emirleri çiğnememeleri hususunda uyarmak
için gelecek. Onlardan sonuncusunun (son peygamberin) dediği gibi[679] “Kulum
Musa’nın Tevrat’ını hatırlayın!”[680]
Metinde, İbn Meymûn’un Malaki’den yaptığı alıntıda dikkat
çekici bir detay vardır. Kanaatimizce bu alıntı bilinçli olarak seçilmiştir.
Onun, Tanah’ın başka yerlerinde benzer ifadeler bulabilecekken, Malaki
kitabından alıntı yapması Malaki’nin Yahudi tarihindeki özel yerine işaret
etmeye yöneliktir. Yahudi geleneğine göre Malaki son peygamber olarak kabul
edilmektedir. İbn Meymûn, Malaki’nin son peygamber olduğu gerçeğinin göz ardı
edilme ihtimalini de dikkate alıp ayrıca “onlardan sonuncusu”, yani
peygamberlerin sonuncusu şeklinde vurgu yapmaktadır. Bu ifadeyi, İbranice
kaleme aldığı Mişne Tora’da “aharon be-hem”, Arapça kaleme aldığı Şerhu’l-Mişna'’
da ise “hatimetuhum” şeklinde kullanmaktadır.[681] İbn Meymûn’un Arapça
kullandığı bu ifadeyle Kur’ân’da Hz. Muhammed için kullanılan “hatemü’n-nebiyyin”
ifadesine gönderme yapmış olması kuvvetle muhtemeldir. O, böylece ilgili
cümlelerin Hz. Muhammed’e işaret ettiğini reddederken, aynı zamanda Hz.
Muhammed’den çok önce yaşamış Malaki ile peygamberliğin bittiğini
vurgulamaktadır.
İbn Meymûn, yukarıda incelenen ifadelerin İslam
peygamberine işaret ettiği şeklindeki iddiaların tekrarlanmasının bıkkınlık
verdiğini dile getirmektedir. O, ayrıca “Bu iddialar için zayıf demek yetmez;
bunlar aynı zamanda gülünç ve aptalcadır.” ifadesini kullanmaktadır.[682] İbn Meymûn’a
göre Müslümanların Tevrat’tan Hz. Muhammed’e işaret olarak gördükleri ifadeler
tatmin edici olmaktan uzaktır. Bununla birlikte o, her bir iddiaya detaylı
cevaplar vermektedir. Bu durum onun kafası karışabilecek Yahudilere rehberlik
etmek isteğinden kaynaklanmaktadır. Zira Yemen Mektubu’ndan anlaşıldığı üzere
bu konuda Yemen Yahudilerinin zihinleri karışmıştır.
İbn Meymûn, Müslümanlar arasında yaygın olan “beşâirü’n-nübüvve”
iddialarını kabul etmeyip değişik gerekçelerle çürütmeye çalışmaktadır.
Onun bu konudaki en ilginç tavrı, Tevrat’ta Hz. Muhammed’e işaretler olduğuna
dair iddiaları Müslümanların bile ciddiye almadıklarını söylemesidir.[683] İbn
Meymûn’un bu cümleyi ifade etmesi iki ihtimale dayanmaktadır. Birinci ihtimale
göre İbn Meymûn, kendisinden önce yaşayan ve eserlerinde Tevrat’tan Hz.
Muhammed’in peygamberliğine dair ifadelere yer veren Müslüman müelliflerin
eserlerini görmemiş ve haberdar olmamıştır. İbn Meymûn’un bu tür reddiye
eserlerini görmese bile haberdar olmaması çok zayıf bir ihtimaldir. En azından
Müslümanlar arasında çok yaygın olan ve Müslümanların da ciddiye alıp
eserlerinde detaylıca işledikleri bu konu için önemsiz muamelesi yapması
gerçekçi değildir. İkinci ihtimale göre, İbn Meymûn’un Yemen Yahudi cemaatini
teselli etmek için bilinçli bir şekilde bu konuyu önemsiz göstererek böyle bir
ifade kullanmaktadır.
Kanaatimizce Yemen’de meşhur olan “beşâirü’n-nübüvve”
iddialarına Samuel Mağribî’nin Îfhâmu’l-Yehûd adlı eseri kaynaklık
etmiştir.[684] Bu durumda
İbn Meymûn’un cevaplarının dolaylı muhatabı Samuel Mağribî’dir. Nitekim İbn
Meymûn’un Hz. Muhammed’e işaret olarak anlaşılamayacağını tafsilatlı olarak
açıkladığı Tevrat’taki ifadeler, Mağribî’nin eserinde Hz. Muhammed’i müjdeleyen
ifadeler olarak geçmektedir.[685] Mağribî,
1163 yılında Bağdat’ta Müslüman olmuştur. O, Müslüman olur olmaz Yahudilere
reddiye olarak Îfhâmu’l-Yehûd adlı meşhur eserinin yazımına başlamıştır.
Bu da Yemen Mektubu’nun kaleme alınışından yaklaşık dokuz yıl öncesine tekabül
etmektedir. Mısır’da bulunduğu sürede Bağdat’ta kendisi ile ilgili her türlü
eleştirilerden haberdar olan İbn Meymûn’un, meşhur Yahudi bilgin Ebu’l-Bereket
el-Bağdadi’den[686] (ö. 1164)
ders alan, Bağdat ve çevre bölgelerde tanınan bir Yahudi bilginin Müslüman
olduğunu ve Yahudiliğe reddiye yazdığını duymaması düşük bir ihtimaldir.
Mağribi’nin eserinden, Yemen ve Mısır’daki Yahudi cemaatlerinin haberdar olma
ihtimali çok yüksektir.[687]
Bu iddiamızı teyid eden bir diğer ayrıntı da bim’od meod
ifadesiyle ilgilidir. Bu ifadeyi gematria yoluyla Hz. Muhammed’e işaret olarak
gören iki düşünür bulunmaktadır. Bunlar Samuel Mağribî ve Abdulhak
el-İslamî’dir. Abdulhak el- İslamî, XIV. yüzyılda yaşamıştır. Böylece İbn
Meymûn’dan önce bu ifadeleri gematria yoluyla Hz. Muhammed’e işaret olarak
gören tek reddiye yazarı Samuel Mağribî kalmaktadır. Bu durumda daha önce de
belirttiğimiz üzere, Yemen’deki mühtedi Yahudilerin gematria yoluyla bu
ifadeleri Hz. Muhammed’e işaret olarak görmelerine Mağribî’nin kaynaklık ettiği
şeklindeki iddiamız güç kazanmaktadır. Zira İbn Meymûn, bu ifadelerin gematria
yoluyla Hz. Muhammed’e işaret görülemeyeceğini tafsilatlı bir şekilde
cevaplamaktadır. Bu yüzden Yemen’de beşairü’n-nübüvve iddialarını dile
getiren mühtedi Yahudilere İfhâmu’l-Yehûdun kaynaklık etmesi ve İbn
Meymûn’un açıklamalarının muhatabının dolaylı olarak Samuel Mağribî olması
kuvvetle muhtemeldir.
III. Peygamberlik
Vasıfları Bağlamında Hz. Muhammed
Yahudi inancına göre peygamberlik, MÖ. V. yüzyılda yaşamış
Malaki ile son bulmuştur. Dolayısıyla Hz. Muhammed, Yahudi geleneğinde peygamber
olarak kabul edilmemektedir. Bunun tek istisnası, Natanel ben Feyyumî’dir.
Feyyumî, Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu fakat sadece Araplara
gönderildiğini belirtmektedir. İbn Meymûn ise Hz. Muhammed’in peygamberliğini
kabul etmemekle kalmayıp eserlerinde bazen açık, bazen ima yoluyla olumsuz
ifadelerle Hz. Muhammed’e göndermelerde bulunmaktadır.
İbn Meymûn’un özellikle peygamberlik kriterleri ile ilgili
Hz. Muhammed’i ima eden ifadeler kullandığı görülmektedir. Ona göre gerçek
peygamberi yalancı peygamberden ayıran en önemli alâmet, gerçek peygamberin
bedenî lezzet ve isteklerden uzak durmasıdır.[688] O, Yeremya kitabından Sıdkiya
ben Maaseya[689] ve Ahab ben
Kolaya’nın[690] bedenî
istekleri altında kalarak arkadaşlarının ve takipçilerinin eşleri ile zina
ettiklerini (zeneyâ bi-nisai ashâbihima ve nübbaihima) nakletmektedir.[691]
Orta Çağ Yahudi bilginlerinden Yitshak Abravanel (ö. 1509),
Delâletü’l- Hâirîn’e yaptığı şerhte İbn Meymûn’un, peygamberin bedeni
zevklerden uzak durması gerektiğine dair ifadeleriyle Hz. Muhammed’i
kastettiğini belirtmektedir.[692] Modern
dönem araştırmacılar, metinde geçen “Arkadaşlarının eşleriyle zina ettiler.”
ifadesini Hz. Muhammed’in Zeynep ile evliliğine işaret olduğunu
düşünmektedirler.[693] Hz.
Muhammed’in Zeynep ile evliliği asırlar boyunca hem Yahudi hem de
Hıristiyanların İslam’a ve Hz. Muhammed’e karşı saldırı noktalarının başında
gelmektedir. İbn Meymûn’un bu ifadeyle Hz. Muhammed’e imada bulunduğunu
söylemek mümkündür. Delâletü’l-Hâirîn metninde bu ihtimali güçlendiren
iki ipucu bulunmaktadır. Bunlardan ilki intihal kelimesi, ikincisi de “nisai
ashabihima” ifadesidir. İbn Meymûn için peygamber olduğunu iddia eden şahıs
gerçekten vahye muhatap birisi mi, yoksa sözleri intihal ürünü mü, bunu
anlamanın en büyük kriteri, bu şahsın bedeni lezzetlerden uzak durmasıdır.
Burada intihal ifadesi[694], Kur’an’ın
Tevrat’tan intihal olduğu iddiasını çağrışmaktadır. İkinci ipucu da İbn
Meymûn’un, Sıdkiya ve Ahab’ın arkadaşlarının eşleriyle zina ettiklerini (hattâ
zeneyâ bi-nisai ashabihima) bilgisini aktarmasıdır. Yeremya kitabında
İbranice ifadeyle “vayyaanafu et neşey reeyhem (Komşularının eşleriyle
zina ettiler.)” ifadesi kullanılmaktadır.[695] Arapça Kitab-ı Mukaddes
çevirilerinde de bu ifade “zeneyâ bi-nisai ashabihima” şeklinde tercüme
edilmektedir. İbn Meymun’un Tanah’tan bu olayı alıntılaması bilinçli bir tercih
görünmektedir.
İbn Meymûn’un Hz. Muhammed’e işaret olarak değerlendirdiği
bir diğer husus da Daniel kitabının yedinci ve sekizinci bablarındaki
kehanetlerdir. Bu kehanetlere göre Daniel, iki uzun boynuzu olan bir koç
görmüştür. Bu koç, bütün hayvanları alt etmiş ve çok güçlenmiştir. Daniel daha
sonra batı tarafından gelen bir tekenin koçun boynuzlarını kırıp yere yıktığına
şahit olmuştur. Teke zamanla çok güçlenmiş ve en güçlü olduğu sırada büyük
boynuzu kırılmış ve bu boynuzun yerine dört boynuz çıkmıştır. Sonra da bu dört
boynuzun birinden insan gözü gibi gözleri olan ve böbürlenerek konuşan bir ağza
sahip ayrı bir küçük boynuz çıkmış, her yöne yayılarak güçlenmiş ve her tarafa
hâkim olmuştur. Daniel, Cebrail’den bu gördüklerinin açıklamasını istemiş o da
iki boynuzlu koçu Med ve Pers kralları, tekeyi ise Grek kralı olarak
yorumlamıştır. Bu yoruma göre kırılan boynuzun yerine çıkan dört boynuz Grek
ulusundan çıkacak olan dört krallığı simgelemektedir. Bu dört krallığın sonu
yaklaşıp yapılan kötülükler doruğa çıkınca küçük boynuzu temsil eden sert yüzlü
ve aldatmada usta bir kral ortaya çıkacaktır. Bu kral büyük bir güce ulaşacak,
işlerini aldatarak yapacak ve yeryüzünde çok büyük tahribatlar yapacaktır.[696]
İbn Meymûn, İslam devletinin Yahudilerin egemenliği altında
yaşadıkları son krallık oluşu ve çok geniş bir coğrafyada hâkimiyet kurmasından
ötürü küçük boynuzu Müslümanlarla özdeşleştirmektedir. O, küçük boynuzun insan
gözüne benzeyen bir göze sahip olmasını, ortaya çıkacak kralın (Hz. Muhammed)
ilahi dine (Yahudiliğe) benzer bir din (İslam) sunacağına, böbürlenerek konuşan
bir ağza sahip olmasını da nübüvvet iddia ederek bolca konuşacağına
yormaktadır.[697]
İbn Meymûn’un ima ile Hz. Muhammed’den bahsettiği bir diğer
husus da Musa şeriatının ebedi oluşu ile ilgilidir. O, Musa şeriatında ekleme
ve çıkarma yaptığı müddetçe peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan bir kimseye
itibar edilmeyeceğini vurgulamaktadır. Ona göre bu şekilde ortaya çıkan bir
şahıs putperestliğe çağıran biri hükmünde olur. Bu yüzden de mucize gösterse
bile itibar edilmez ve mucizelerine hile ve sihir muamelesi yapılır. İbn
Meymûn’a göre ister kohen sülalesinden ister Levililerden isterse
Amalikalılardan olsun, bütün şeriatların kendinde toplandığını iddia edip
Tevrat’a ihtiyaç kalmadığını ifade eden bir kimse gerçek peygamber olamaz. O,
“Eğer bu şekilde gerçek peygamber çıkarsa, bize ve çocuklarımıza Tevrat’ın
ebedi olduğunu söyleyen Musa’yı yalanlamış olur.” cümlesiyle bu ihtimali
reddetmektedir. Ona göre böyle bir şey mümkün olmadığı için bu tür iddialarla ortaya
çıkan peygamberler yalanlanır ve mümkünse öldürürülür.[698]
Yukarıda ifade edildiği üzere İbn Meymûn’a göre
peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan kişide ilk aranacak özellik Tevrat’ı inkâr
etmemesi ve Musa şeriatını kabul etmesidir. Eğer Musa şeriatına ekleme ve
çıkarma yapmıyorsa ikinci aşamada kendisinden mucize istenir. Mucize gösterirse
tasdik edilir ve ona peygamber muamelesi yapılır, gösteremezse öldürülür.[699] İbn Meymûn,
Mişne Tora’da ise farklı bir yöntemden bahsetmektedir. Buna göre
peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan şahıs Tevrat’ı esas alıyorsa ondan mucize
istenmez, sadece geleceğe ait kehanette bulunması istenir.[700]
İbn Meymûn’un bu düşüncelerinin benzerini Saadya Gaon’da da
görmek mümkündür. Ona göre mucizeler peygamberlik için tek başına yeterli
değildir. Bir peygamberi tasdik etmenin ölçüsü, mesajının Tevrat’a uygun
olmasıdır. Eğer uygunsa peygamberlik iddia eden şahıstan mucize istenir, yerine
getirmesi halinde iman edilir. Ona göre Tevrat’a uygun bir mesajla ortaya
çıkmayan şahıstan mucize istemeye gerek yoktur.[701] Kendisinden yaklaşık üç asır
önce yaşamış Saadya ile nerdeyse aynı ifadeleri kullanan İbn Meymûn’un burada
Rabbanî geleneğin peygamberlik inancını yansıttığı görülmektedir.
Muzice göstermenin peygamberliğin bir alameti olmadığına
dair vurgu Hz. Muhammed’e işaret olarak görülebilir.[702] Müslüman reddiyeciler, bazen
Hz. Muhammed’in önemini anlatmak için diğer peygamberlerin mucizeleri ile
karşılaştırma yapıp onların mucizelerini nispeten küçük mucizeler olarak
görmüşlerdir.[703] Örneğin
reddiye yazarlarından Karâfî, ayı yarmanın (Hz. Muhammed) denizi yarmaktan (Hz.
Musa) daha büyük bir mucize olduğunu savunmaktadır.[704] Araştırmacılar, hicrî ikinci
asırdan itibaren Hz. Muhammed’in mucizelerinin Yahudilere ve Hıristiyanlara
karşı yoğun bir şekilde üstünlük aracı olarak kullanıldığını belirtmektedirler.[705]
İbn Meymûn, Hz. Musa’ya iman edilmesinin sebebinin
gösterdiği mucizeler olmadığını ve mucize göstermenin peygamberliğe delil
olmayacağını ifade etmektedir.[706] İbn
Meymûn’un bu ifadeleri, içinde yaşadığı İslam toplumuna cevap olarak
görülebilir. İbn Meymûn’a göre Hz. Musa’yı özel yapan mucizelerinin büyüklüğü
değil, “Maamad Har Sinay” (Sina dağında Tanrı ile buluşma) tecrübesidir.[707] İbn Meymûn,
mucizeyi esas alarak inanan insanın kalbinde sorun olduğunu dile getirmektedir.
Ona göre peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkanlar, harikulade olaylarla
insanları aldatabilirler. Bundan dolayı tabiatüstü bir takım olaylar meydana
getirmek peygamberliğin delili sayılamaz. Hz. Musa’nın Mısırlıları alt etmesi,
denizi yarması, Firavun ve ahalisinin boğulması, gökten man[708] inmesi, su ihtiyacını
karşılamak için taşı yarması, yerin Karun’u ve adamlarını yutması ve diğer
bütün mucizeler buna dâhildir. İbn Meymûn’a göre Hz. Musa’ya inanmayı
gerektiren husus, “Maamad Har Sinay”dır. Bu istisnaî buluşmaya
İsrailoğulları da şahit olmuştur.[709] Bu ifadeler, Samuel
Mağribî’nin “Hz. Musa’nın mucizelerini aranızda gözleriyle gören var mı?”
sorusuna cevap gibidir.[710]
İbn Meymûn’un Hz. Muhammed’in peygamber olma ihtimalini
dolaylı olarak değerlendirdiği de görülmektedir. Ona göre, Hz. Muhammed’in
İsrail soyundan olmaması, Yahudilerce peygamber kabul edilmeyişinin sebebi
değildir. O, iddiasını desteklemek için hem İsrail soyundan olmayan
peygamberleri hem de İsrail soyundan olup yalancı peygamberlik yapanları örnek
göstermektedir. İbn Meymûn, şu ifadelere yer vermektedir:
Amr veya
Zeyd’in[711]
peygamberliğini kabul etmeyişimiz, avamın zannettiği gibi onların
İsrail soyundan olmayışları ile ilgili değildir. “Aranızdan (bir peygamber)”
ifadesinden
hareketle “İsrail dışından bir peygamber çıkmaz” sözümüzü de böyle
yorumladılar.
Hâlbuki Eyüp[712], Tsofar[713], Bildad[714], Elifaz[715] ve
Elihu’nun[716] hepsi
nezdimizde
peygamber olup İsrailoğullarından değildirler. Benzer şekilde
İsrailoğullarından
olmasına rağmen Hananya ben Azur[717] mel’un ve yalancı bir
peygamberdir. Çünkü biz
peygamberi davet ettiği şey açısından yalanlar veya tasdikleriz, nesebine göre
değil.[718]
Yukarıdaki metinde Amr ve Zeyd isimlerinin yerine Muhammed
ismini koymak mümkündür. Zira Tevrat’taki ‘aranızdan bir peygamber’ ifadesiyle,
Hz. Muhammed ilişkilendirilmektedir. İbn Meymûn’un Yahudi olmayanların da
peygamber olabileceklerine dair ifadeleri çok dikkat çekicidir. Yukarıda
isimleri zikredilen beş kişi, İbn Meymun tarafından peygamber olarak
zikredilmektedir (kulluhum indena enbiya' ve in kânu leyse min Yisrael).[719]9 Tsofar, Bildad, Elifaz ve Elihu, Eyüp’ün arkadaşları olup,
Tanah’ta peygamber oldukları açıkca belirtilmese de dürüst ve Tanrı’yla konuşan
kişiler olarak zikredilmektedir.
İbn Meymûn, bu şahısların İsrailoğullarından olmadıkları
halde peygamber kategorisinde değerlendirmekle birlikte yine Yemen
Mektubunda beşairü’n-nübüvve iddialarını yanıtlarken “Aranızdan peygamber
çıkaracağım, demesi uzak mesafelerde değil, kendi beldenden anlamına
gelmektedir. Yine başka haberlerle bildirdi ki ‘aranızdan’ ifadesiyle
İsrailoğullarından demek istemektedir. Böyle olması lazım ki geleceği önceden
bilme faziletinin sizde (İsrailoğullarında) olduğu ortaya çıksın.”[720] ifadelerini
kullanarak peygamberliği İsrailoğullarına hasretmektedir.[721] Metinde geçen “geleceği
önceden bilme fazileti” ifadesi, İbn Meymûn’un yazıları esas alındığında gerçek
peygamberlerin bir özelliği olarak bilinmektedir. Böyle olunca İbn Meymûn’un
ifadelerinde çelişki ortaya çıkmaktadır. Burada şu soru sorulabilir: İbn
Meymûn’dan başka Yahudilerin dışında peygamber kabul eden var mı? Eyüp
kitabında geçen bu beş isim için Yahudi bilginler peygamber ifadesini
kullanıyorlar mı? Yoksa İbn Meymûn’a has bir yorum mu? Bu sorunun cevabı
Talmud’da yer almaktadır. Talmud, bu şahıslardan diğer milletlere gönderilmiş
peygamberler olarak bahsetmektedir.[722]
İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîride peygamberlikle
ilgili açıklamalar yapmakta ve kimlerden peygamber olabileceğini
sıralamaktadır. Bu konuda üç tür görüş olduğundan bahseden İbn Meymûn,
bunlardan ilkinin halkın kabul ettiği görüş olduğunu belirtmektedir. Bu görüşe
göre, âlim-cahil fark etmeksizin, Allah istediği kişiyi seçip peygamber
yapabilir. İkinci görüş ise filozofların görüşüdür ki buna göre sadece fıtraten
ve ahlaken yüksek seciyeye sahip insanlar peygamber olabilir. Bu görüşe göre
cahil kimseden peygamber olmaz. Üçüncü görüşün Yahudi şeriatının görüşü
olduğunu dile getiren İbn Meymûn, filozofların görüşleri ile aynı şeyleri
paylaştıklarını, fakat peygamberin ilahî bir seçimle belirlendiği noktasında
ayrıldıklarını ifade etmektedir.[723]
İbn Meymûn’a göre Allah, istediği kişiye istediği zaman
peygamberlik verir. Fakat Allah, peygamberliği cahil insana değil, kâmil ve
fazilet sahibi insana verir. İbn Meymûn’a göre eşek ve kurbağa ne kadar
peygamberliğe ehil ise cahil de o kadar ehildir.[724] Bazı araştırmacılar, cahilden
peygamber olmayacağına dair ifadeleri Hz. Muhammed’e işaret olarak
yorumlamışlardır. Bu iddiaya göre İbn Meymûn, Hz. Muhammed’in ümmiliğine işaret
etmekte ve peygamber olma ihtimalini reddetmektedir.[725] Bilindiği üzere İbn Meymûn,
bu görüşlerini dile getirdiği Delâletü’l-Hâirîrii Arapça kaleme
almıştır. Konuyla ilgili cümlelerde “ümmî” kelimesi değil “cahil”
kelimesi kullanılmaktadır. “Ümmi” ve “cahil” kelimeleri arasındaki
fark düşünüldüğünde, İbn Meymûn’un cahil kelimesiyle “ümmî”yi kastetmesi
ve Hz. Peygamber’e gönderme yapması düşük bir ihtimaldir. Ümmî, annesinden
doğduğu gibi saf kalan, okuma-yazma bilmeyen, mektebe gitmeyen ve hiçbir
hocadan ders almayanlar için kullanılmaktadır.[726] Bu anlamda okur-yazar olmanın
zıddıdır. Cahil ise bilgili (âlim) olmanın zıddıdır.
İbn Meymûn her ne kadar Hz. Muhammed’in peygamberliğini
kabul etmese de ölüm tehlikesi durumunda bunun ikrar edilebileceği
görüşündedir. Onun görüşleri şu şekildedir:
Bu yüzden, o adamın (oto
ha-iş=Hz. Muhammed) peygamberliğini itiraf etmeyip ölümü tercih eden biri
için, “emri yerine getirmiştir ve Tanrı’nın katında çok büyük bir ecri vardır”,
demekten başka bir şey demeyiz. Çünkü ruhunu Tanrı uğruna şehit olmak için
vermiştir. Fakat birisi bize gelse ve ölmeli mi yoksa itiraf mı etmeli diye
sorsa ona itiraf etmesini ve ölmemesini söyleriz.[727]
İbn Meymûn’un bu sözlerinde önemli tespitler yatmaktadır.
Öncelikle şahsi kanaati bu durumda kalan bir Yahudinin kelime-i şehadet
getirip canını kurtarması şeklindedir.[728] İbn Meymûn’un bu şekilde
fetva vermesi, kelime-i şehadet getirmenin putperestlik tanımına
girmediğini göstermektedir. İbn Meymûn, “Ölmeye gerek yok, emirleri
çiğneyebilirsin.” denilen mevzularda ölmeyi tercih edenlerin kendi hayatlarını
tehlikeye attıklarını ve günah işlediklerini belirtmektedir.[729] Diğer
taraftan yukarıda alıntılanan Iggeret ha-Şemad’da bu düşüncesine ters
bir şekilde ölümü tercih eden biri için “Emri yerine getirmiştir ve Tanrı’nın
katında çok büyük bir ecri vardır.” ifadelerini kullanmaktadır.[730] Kafih, İbn
Meymûn’un bu çelişkili ifadelerini kronololojik olarak değerlendirmekte ve
zamanla fikrinin değiştiğini iddia etmektedir. Ona göre halaha, canı kurtarmayı
emrettiği halde Talmud’da ölümü tercih etmenin de caiz olduğu bildirilmektedir.[731] O, İbn
Meymûn’un bu düşüncesini Mişne Tora’da değiştirdiğini belirtmektedir.[732] Cohen ise
İbn Meymûn’un düşüncesinde değişim olmadığını, onun şartları dikkate alarak bu
mektubun muhatabına özel olarak böyle bir ifade kullandığını iddia etmektedir.[733]
Konuyla ilgili Bernard Lewis de ilginç bir değerlendirmede
bulunmaktadır. Ona göre, Yahudi geleneğinde İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğunu
göstermelik bile olsa ikrar etmeye izin verilmemiş, öte taraftan Hz.
Muhammed’in peygamberliğini göstermelik olarak kabul etmeye izin verilmiştir.
Lewis’e göre Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul etmek, İsa’nın Tanrı’nın
oğlu olduğuna inanmaktan daha küçük bir yalandır.[734]
Bazı araştırmacılara göre İbn Meymûn, Hz. Musa ile Hz.
Muhammed’i karşılaştırmakta ve Hz. Musa’nın üstünlüğünü vurgulamaktadır. Daha
önce de zikredildiği üzere İbn Meymûn, Hz. Muhammed’i peygamber olarak kabul
etmemekte, fakat Müslümanların inandıkları şekliyle ele alıp
değerlendirmektedir. Bilindiği üzere Hz. Musa, Yahudi geleneğinde
peygamberlerin en büyüğü olarak kabul edilmektedir. Yahudi dini literatüründe
Hz. Musa için kullanılan ve peygamberlerin efendisi anlamına gelen Rabban
ha-Neviim ve Adon ha-Neviim ifadeleri bunun en bariz göstergesidir.
İbn Meymûn, eserlerinde Hz. Musa’nın bütün peygamberlerin en büyüğü olduğunu
her fırsatta dile getirmektedir. O, bununla kalmayıp, Hz. Musa’nın hangi
noktalardan diğer peygamberlerden üstün olduğunu teferruatı ile açıklamaktadır.
Onun Hz. Musa’ya bu kadar fazla vurgu yapması ve asla onun gibi peygamber
gelmediğini ve gelmeyeceğini vurgulaması, muhtemelen içinde yaşadığı İslam
toplumuna cevap niteliğindedir.[735] Burada
dikkat çeken husus, Hz. Musa için kullandığı tabirlerin Müslümanların Hz.
Muhammed için kullandığı tabirler olmasıdır.[736]
İbn Meymûn, Hz. Musa’yı diğer peygamberlerden ayıran
özellikleri Şerhu’l Mişna[737] [738], Mişne
Tora~'3 ve Delâletü’l-Hâirîn[739]
adlı eserlerde detaylıca işlemektedir. O, Şerhu’l-Mişna’ da Yahudiliğin
on üç maddelik iman esaslarını sıralarken yedinci maddede Hz. Musa’nın
peygamberliğine iman etmeyi zikretmektedir. Bu madde, Hz. Musa’nın kendisinden
önceki ve sonraki bütün peygamberlerin en büyüğü olduğunu ve Allah’ın Hz.
Musa’yı insanlar arasından özel olarak seçtiğini ifade etmektedir. İbn Meymûn’a
göre Hz. Musa, gelmiş ve gelecek bütün insanlar arasında Allah’ı en fazla idrak
edendir.[740]
Bu ifadelerden sonra İbn Meymûn, Musa’nın peygamberliğinin
diğerlerinden dört farkla ayrıldığını anlatmaktadır. İlk fark, diğer
peygamberlerin Allah ile bir aracı vasıtasıyla konuşurken, Musa’nın aracısız
konuşmasıdır. İkinci fark, diğer peygamberlerin vahiyleri rüyada ya da
vizyon/ru’yet halinde alırken Musa’nın uyanık ve bilinçli bir vaziyette vahye
muhatap olmasıdır.[741] Üçüncü
fark, vahiy alma esnasında peygamberlerde görülen fiziki değişikliktir. Ona
göre vizyon/ru’yet şeklinde veya bir melek aracılığıyla bir peygambere vahiy
geldiğinde gücü zayıflar, bünyesi sarsılır, çok şiddetli korku duyar ve
vahiyden ötürü parçalanacak gibi olur. İbn Meymûn, Musa’nın böyle olmadığını,
ona hitap geldiğinde herhangi bir şekilde ıstırap duymadığını dile
getirmektedir. Tevrat’ın “Tanrı Musa’yla yüz yüze konuşurdu, tıpkı kişinin
akranıyla konuştuğu gibi.”[742] cümlesini
buna örnek gösteren İbn Meymûn, bir insanın arkadaşıyla konuşurken endişe
duymayacağını, aynı şekilde Musa’nın da yüz yüze bile olsa ilahi hitaptan
kaygılanmadığını vurgulamaktadır. İbn Meymûn’un dile getirdiği dördüncü fark,
diğer peygamberlere vahyin kendi isteklerine göre değil, Allah’ın dilemesine
göre gelmesidir. Bir peygamber uzun süre beklemesine rağmen ona vahiy
gelmeyebilir. Herhangi bir peygamberin günlerce, aylarca vahiysiz
kalabileceğini ve yeni vahyin ne zaman geleceğini bilemeyeceğini dile getiren
İbn Meymûn, Hz. Musa’nın istediği zaman Tanrı’nın huzuruna çıkarak vahiy alma
özelliğine sahip olduğunu vurgulamaktadır.[743]
İbn Meymûn, Şerhu’l-Mişna1־ daki zikrettiği bu farkları, neredeyse aynı ifadelerle Mişne
Tora ve Delâletü’l-Hâirîn adlı eserlerinde de zikretmektedir.[744] Yahudi
araştırmacılara göre İbn Meymûn, bu farklarla, Hz. Musa’nın Hz.
Muhammed’den üstün olduğunu ispatlamaya çalışmaktadır.[745] Her ne
kadar dört farkla ilgili verdiği örnekler Tanah’taki diğer peygamberler ile
ilgili olsa da bu örneklerdeki durumların her biri, Hz. Muhammed’in vahiy alma
sürecinde karşılaştığı durumlar olarak hadis ve siyer kitaplarında
zikredilmektedir. İbn Meymûn özel olarak hadis kitaplarından bu bilgileri
okumuş olmasa bile yaşadığı İslam toplumunda bunlardan haberdar olmuş olması
muhtemeldir.[746] İbn
Meymûn’un verdiği örneklerde Hz. Muhammed’i kastettiğini düşünecek olursak, Hz.
Muhammed’in vahiy alış süreci ile ilgili örtüşmeyen bazı bilgiler ortaya
çıkmaktadır. İbn Meymûn, diğer peygamberlerin vahyi sadece uykuda ya da görümde
aldıklarını bildirmektedir. Oysa Hz. Muhammed’in uyanık ve bilinçli şekilde
vahye muhatap olduğu çok durum vardır. Ayrıca Cebrail’in insan suretine girerek
Hz. Muhammed’e vahiy getirdiği durumlar da vardır.
Hz. Musa-Hz. Muhammed karşılaştırması bağlamında ele alınan
bir diğer konu da Hz. Musa’nın bedeni ihtiyaçlar karşısındaki özel konumudur.
İbn Meymûn, Mişne Tora’da, peygamberlerin vahiy alma sürecinin dışında
aileleriyle birlikte olduklarını ve bedeni ihtiyaçlara sahip olduklarını dile
getirmektedir. Bu tür peygamberlerin eşlerinden ayrı kalamadıklarını belirten
İbn Meymûn, Hz. Musa’nın bedeni ihtiyaçlardan uzak olduğunu ve melekvârî bir
hayat yaşadığını ifade etmektedir.[747] İbn Meymûn’un, Hz. Musa’nın bedeni ihtiyaçları olmadığını
ve eşinden uzak kaldığı iddiası, Yahudi geleneğindeki bilgilerle çelişmektedir.
En azından Tevrat’ta Hz. Musa’nın Tsipora adlı bir eşinden ve Gerşom ile
Eliezer adlı iki çocuğundan bahsedilmektedir.[748] Fakat evlilik ve çocuklar
Sina vahyi öncesinde olmuştur. Yine de Hz. Musa’nın ailesinden uzak bir şekilde
hayat sürdüğünü söylemek çok mantıklı gelmemektedir.
Yosef Kafih’e göre İbn Meymûn’un, Hz. Muhammed’e imada
bulunduğu bir yer de Müslümanların Allah’ın isminin yanında Hz. Muhammed’in
adını anmalarıdır. Kafih, İbn Meymûn’un Müslümanlara bakışını incelediği
makalesinde şifâhî bir bilgi zikretmektedir. Bu şifahi bilgiye göre İbn Meymûn,
Ovadya’ya yazdığı mektupta, “Müslümanların hataları ve aptallıkları (tautam
ve tipşutam)” şeklindeki ifadeyle la ilahe illallah1־ ın yanına Muhammedun resulullah ifadesinin eklenmesini
kasdetmektedir.[749] Kafih,
Talmud’dan “Tanrının yanına ismi eklenen yeryüzünden silinir.”[750] şeklindeki
ifadeyi alıntılamakta ve Tanrının isminin yanında yaratılmışlardan kimsenin
zikredilemeyeceğini belirtmektedir. İbn Meymûn bu ilkeyi, Sefer ha-Mitsvot
(Kitâbu’l-Ferâiz) adlı eserinde, Tanrı’dan başkasının adıyla yemin
edilmemesiyle ilgili mitsvada açıklamaktadır. Ona göre Tanrı’nın adının yanında
gök cisimlerinden ya da insanoğlundan hiçbir yaratılmışın adıyla yemin edilemez.
Yalnız mevsufun hazfi ile söylenmesi caiz görülmüştür. Örneğin “ve
hakki’ş-şems” (güneşin hakkı için) gibi yeminler “ve hakki
rabbı’ş-şems" (güneşin rabbinin hakkı için) niyetiyle söylenebilir.
İbn Meymûn, Yahudilerin, derin saygılarından dolayı Musa’nın adıyla yeminler
ettiklerini fakat burada “Musa’nın Rabbinin hakkı için” veya “Musa’yı
gönderenin hakkı için” şeklinde bir niyetle bu yeminlerin yapıldığını dile
getirmektedir.[751] Kafih’in
naklettiği iddia sağlıklı bir çıkarım değildir. Allah’ın adının yanında Hz.
Muhammed’in isminin anılması, Müslümanların Allah’ın yanında Hz. Muhammed’e
ilahlık yükledikleri anlamına gelmemektedir. Müslüman gelenekte bunun örneği
yoktur.
Yemen Mektubu’nun günümüze ulaşan bir nüshasında, Hz.
Muhammed’in adından beddua ile bahsettiği görülmektedir. O, beddua cümlesini
Müslümanların bim’od meod ifadesini Hz. Muhammed ile
irtibatlandırmalarını eleştirirken kullanmaktadır. Mektubun günümüze ulaşan
Judeo-Arabic yazmalarından birinde, Hz. Muhammed’in isminin kastedildiği el-ism[752]
kelimesinden sonra מהרה יאבד (mahere yeabed=tez yok
olası) şeklinde beddua cümlesi yer almaktadır.[753] Mektubun müellif nüshası
günümüze ulaşmadığı için bu beddua cümlesi sonraki dönem müstensihlerinden
birisi tarafından eklenmiş de olabilir.
Yukarıda zikredilen örnekler incelendiğinde, İbn Meymûn’un,
bazen açık bazen de ima ile Hz. Muhammed’e birçok göndermede bulunduğu
görülmektedir. Bu göndermelerden bazılarının Hz. Muhammed’e işaret ettiği çok
güçlü iken bazısı da zayıf bir ihtimal olarak değerlendirilebilir.
İBN MEYMÛN’DA İSLAMÎ KAVRAM VE DEĞERLER
Orta Çağ Yahudi bilginleri, eserlerini genelde Arapça
kaleme aldıkları için İslami terimleri sıkça kullanmışlardır. Hatta bazı Yahudi
müellifler Kur’ân’dan birçok ayet nakletmekte bile tereddüt etmemiştir.
Eserlerinde yoğun olarak İslamî terimler kullanan bilginlerden biri de İbn
Meymûn’dur. Bu bölümde İbn Meymûn’un eserlerinde kullanılan terimler
incelenecektir.
I. İbn
Meymun’un Eserlerinde İslamî Terimler
Kur’ânda Yahudilik ve Hıristiyanlık şeklinde din ismi
bulunmayıp o dinlerin müntesipleri olarak Yehûd (Yahudiler) ve Nasârâ
(Hıristiyanlar) ifadeleri kullanılmaktadır. Hıristiyanlık ve Yahudilik şeklinde
din adı, Tevrat ve İncil’de de bulunmamaktadır. Öte taraftan Kur’an’da İslam,
din adı olarak açıkca zikredilmektedir. Her ne kadar Kur’an’da kullanılan İslam
kelimesi, Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e bütün peygamberlerin getirdiği ilahi
mesaj için kullanılsa da özel olarak Hz. Muhammed’in mesajına ad olmuştur. İbn
Meymûn da Delâletü’l- Hâirîride Kur’ân’ın da kullanımına uygun şekilde
Yahudiler (el-Yehûd) ve Hıristiyanlar (Nasârâ) ifadelerini
kullanmaktadır. O, diğer dinlerin müntesiplerini yazarken, İslam’la ilgili
doğrudan dinin ismini (el-îslam) yazmaktadır.[754] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn’
de İslam kelimesini on iki defa kullanmaktadır.[755]
İbn Meymûn, İslam kelimesini Yemen Mektubunda da
kullanmaktadır. Isfahan bölgesinde Mesih iddiasıyla ortaya çıkan bir Yahudinin,
Yahudileri ciddi sıkıntıya soktuğunu ifade eden İbn Meymûn, Mesihlik iddia eden
şahsın ortaya çıktığı zaman için “İslam’ın erken dönemleri” anlamında fi
sadri’l-îslam ifadesiyle bahsetmektedir.[756] İbn Meymûn mektubun aynı
bölümünde “İslam memleketleri” anlamında bilad-i İslam tabirini
kullanmaktadır.[757] İbn
Meymûn’un İslam kelimesi yerine alternatif tabirler kullandığı da
görülmektedir. O, Yahudiliği seçen Ovadya’ya yazdığı cevabî mektupta İslam’dan Dat
ha-Yişmaelîm (İsmailoğullarının dini) ifadesiyle bahsetmektedir.[758]
Yahudilerin Kur’an ile temasları vahyin iniş sürecinde
başlamıştır. Kur’an’ın bazı ayetleri, Yahudilerle olan temaslar neticesinde
inmiştir. Yahudi geleneğinde Kur’an için şeriatu’l-Arab?[759] [760] [761] Kur’an?6
faran?6 kalon (utanç),[762] Torat ha-Ta‘tuîm (aldatma
yasası)[763] gibi
isimlendirmeler kullanılmıştır. Bunlardan en yaygın olanı kalondur (קלון). Bu kelime utanç ve ayıp gibi anlamlara gelmektedir. Kur’ân’ı
ifade etmek için kalon kelimesinin seçilmesinin sebebi Kur’ân ile
kalon kelimelerinin telaffuz benzerliğidir.[764] Samuel Mağribî de Yahudilerin
Kur’ân için kalon kelimesini kullandıklarını, bununla da Kur’ân’ın,
Müslümanların ayıbı olduğunu kastettiklerini nakletmektedir.[765]
İbn Meymûn, Yemen Mektubunda iki yerde Kur’ân’dan
bahsetmektedir. Bunlardan birinde Kur’ân kelimesini, diğerinde nassu
kavlihim (־«b^
^j) ifadesini kullanmaktadır. O, mühtedi
Yahudilerin, Müslümanların güvenini kazanmak için Tevrat’tan İslam peygamberine
işaret eden yerler bulmaya gayret ettiklerini belirtmektedir. İbn Meymûn,
burada Kur’ân kelimesini kullanmaktadır.[766]
İbn Meymûn’un günümüze ulaşan bazı Judeo-Arabic
yazmalarında Kur’an yerine kalon kelimesinin kullanıldığı da
görülmektedir.[767] Yemen
Mektubunun orijinal metninde Kur’ân şeklinde geçen kelime, Orta Çağ’da
yapılmış üç ayrı İbranice tercümesinde de kalon olarak tercüme
edilmiştir.[768] Üç
tercümenin de kalon kelimesini kullanması, İbn Meymûn’un orijinal
metninde de bu kelimeyi kullandığı ihtimalini gündeme getirmiştir. Bu bir
ihtimal olmakla birlikte, tercümeyi yapan mütercimlerin veya sonraki dönem müstensihlerin
müdahalesi olması da mümkündür. Bundan dolayıdır ki mektubun tahkikini yapan
Halkin, haklı olarak üç tercümenin de kalon kelimesini kullanmasının
orijinal metnin öyle olduğu anlamına gelmeyeceğini belirtmektedir.[769] İbn Meymûn,
Kur’ân ayeti için ayrıca nassu kavlihim ifadesini kullanmaktadır.[770]
İbn Meymûn, Yahudiler dışındaki başka halklara Tevrat’tan
bazı şeylerin yeni vahiy gibi sunulduğunu ifade etmektedir. Uydurma şeriatler
ile ilahi şeriat arasındaki farktan bahseden İbn Meymûn, din iddiasıyla ortaya
çıkan bazı insanların peygamberlerin sözlerinden bir şeyler alarak kendi
sözüymüş gibi intihal yaptıklarını ifade etmektedir.[771] Araştırmacılar İbn Meymûn’un
bu sözleriyle Kur’an’ın, Tevrat’tan intihal olduğu imasında bulunduğunu
dile getirmektedirler. İbn Meymûn, kendisine ait olmayan şeyleri yeni vahiy
gibi sunma konusuna Hananya ben Azur’u örnek göstermektedir. Bazı
araştırmacılara göre Hananya ben Azur[772] örneği, İbn Meymûn’un Hz.
Muhammed’i ismen zikretmemek için tercih ettiği bir isimdir.[773] İbn
Meymûn’un aynı bölümde verdiği örnekler ve benzetmeler bu iddiayı
güçlendirmektedir.
Kur’ân’ın Tevrat’tan intihal yoluyla oluşturulmuş bir eser
olduğu düşüncesi Yahudi geleneğinde yaygın bir kanaattir. Orta Çağ’da İbn
Meymûn’un satırlarında da bulduğumuz bu intihal suçlaması özellikle son
iki yüzyılda oryantalistlerin en temel iddialarından biri olmuştur.[774]
İbn Meymûn eserlerinde birçok İslamî terim kullanmaktadır.
Bunların başında da İslam hukukuna ait terimler gelmektedir. Onun farz,
müstehap/mendup, caiz, mekruh ve haram gibi fikhî terimleri sıklıkla kullandığı
görülmektedir. Şerhu’l- Mişna’da insanların sözlerini, faydaları ve
gereklilikleri açısından beş kısma ayıran İbn Meymûn, bu tasnifi şu cümlelerle
ifade etmektedir:
İfade etmeliyim ki şeriatımıza göre gerekliliği açısından
söz beş kısma ayrılır. Farz, nehyedilmiş (haram), mekruh, müstehab ve mübah.
Birinci kısım farzdır, Tevrat okumak, talim etmek ve onun üzerinde düşünüp
anlamaya gayret etmek gibi. İkinci kısım, haram kılınan ve nehyedilen sözdür.
Yalancı şahitlik, yalan söylemek, koğuculuk, gıybet etmek ve dedikodu yapmak
gibi. Üçüncü kısım mekruh olan sözdür.
Bu insanın kendisine hiçbir faydası olmayan sözdür.
Herhangi bir isyan ve itaat ifadeleri de değildir. Avamın çoğunun sözleri buna
örnektir. Dördüncü kısım, müstehab sözdür. Bu davranış ve söz olarak
faziletleri medh, rezillikleri de kınamak için söylenen sözdür. Beşinci kısım,
mübahtır. Bu insanın ticareti, geçimi, yemesi, içmesi, giyimi ve sair ihtiyaçları
ile ilgili [gündelik] sözlerdir.[775]
Bazı araştırmacılar bu tasnifin İslam hukukundaki ahkâm-ı
hamse esas alınarak oluşturulduğunu dile getirmektedir.[776] İbn Meymûn, burada bir arada
zikrettiği bu terimleri eserlerinde müstakil olarak sıkça kullanmaktadır.[777]
İbn Meymûn’un, Yahudi hukukunu ifade eden halaha
kelimesi için fıkıh, şeriat ve sünnet gibi İslamî terimleri
tercih ettiği görülmektedir. Ayrıca o kıyas, ictihad, icma, gasb, şuf’a
hakkı gibi İslam hukukunun diğer bazı terimlerini de kullanmaktadır. Onun Delâletü’l-Hâirîride
İslam hukukunun mehir için belirlediği ilkelerden biri olan ‘Kadının
haklarından bir haktır.” ifadesini kullanması da dikkat çekmektedir.[778] Bazı
araştırmacılar, eserlerinde zikredilen İslam hukuku terimlerinden hareketle İbn
Meymûn’un, İbn Hazm’ın Muhalla' sını, Gazâli’nin Mustasfa ve Veciz־ini ve İbn Rüşd’ün Bidayetü’l-Müctehid adlı eserini
okuduğunu dile getirmişlerdir.[779]
İbn Meymûn’un kullandığı İslamî kavramlardan biri de neshtir.
Bu kavram, Musa şeriatının İslam şeriatiyle, Tevrat’ın da Kur’ân’la yürürlükten
kaldırılması anlamına gelmektedir. Tevrat’taki değişiklikler için genelde tahrif
ve tebdil kelimeleri kullanılırken şeriatın yürürlükten kaldırılması ve
geçersiz oluşu ile ilgili nesh kavramı tercih edilmektedir. İbn Meymûn, Şerhu’l-Mişna'’da,
iman esaslarının dokuzuncu maddesi olarak yine bu terimi kullanmakta ve Musa
şeriatının nesh olmayacağını vurgulamaktadır.[780]
İbn Meymûn’un nesh kavramını kullandığı bir diğer
yer de Yemen Mektubu’dur. O, Daniel Kitabı yedinci babda anlatılan küçük
boynuzun böbürlenerek konuşan bir ağza sahip olduğu ifadesini İslam’ın çıkışını
ve Hz. Muhammed’in tebliğine işaret olarak görmektedir. Ona göre ortaya çıkacak
kişinin, Musa şeriatının nesh edildiğini iddia edip onu değiştirmeye
kalkışacağı Daniel tarafından önceden bildirilmiştir.[781]
İbn Meymûn’un kullandığı İslamî ifadelerden biri de
besmeledir. Müslüman müellifler gibi Yahudi müellifler de eserlerine Rahman
ve Rahim olan Allah’ın adıyla veya Âlemin Rabbi olan Allah’ın adıyla
şeklinde başlamaktadır. İslam toplumu içerisinde yaşayan Yahudi bilginlerden
çoğu “Âlemin Rabbi olan Allah’ın adıyla” anlamına gelen be-Şem ha-Elohim El
ha-Olam (בשם
ה׳
אל
העולם) ifadesini
tercih etmektedir. İbn Meymûn da eserlerine başlarken genellikle bu ifadeyi
kullanmaktadır. Bazı Müslüman yöneticilere rahatsızlıkları yüzünden tibbî
risaleler kaleme alan İbn Meymûn, bu risalelerde muhatabı dikkate alarak
besmele ile başlamaktadır.[782]
İslam kültüründe Hz. Muhammed için kullanılan seyyidü’l-mürselîn
ve seyyidü’n-nebiyyin ifadesi, İbn Meymûn tarafından Hz. Musa için sıkça
kullanılmaktadır. Bu ifadenin İbranice karşılığı olan Moşe rabenu rabban şel
kol ha- neviim (Bütün peygamberlerin efendisi Musa efendimiz) ifadesi ilk
olarak Midraş Raba adlı eserde geçmektedir.[783] İbn Meymûn da eserlerinde hem
Arapça haliyle seyyidü ’l-mürselîn veya seyyidü ’n-nebiyyin hem
de İbranice karşılığıyla rabban şel kol ha-nevıım ifadelerini kullanmaktadır.[784] Onun Hz.
Musa için kullandığı bir diğer ifade de seyyidu cemıı'n-nebıyyıne ve
ekmelihim şeklindedir.[785] İbn Meymûn,
Hz. Musa için övgü ifadesi olarak yine İslamî gelenekte Hz. Muhammed için
yaygın olarak kullanılan seyyidu’l-evveline ve’l-ahirin ifadesini
kullanmaktadır.[786] Benzer
ifadelere İbn Meymûn’un Yemen Mektubu’nda da rastlanmaktadır. İbn Meymûn burada
evvelin ve ahirin kelimelerinin yerine mütekaddimin ve müteahhirin
kelimelerini koyarak seyyidu ’l-mütekaddimine ve ’l-müteahhirin
şeklinde kullanmaktadır.[787] Buna benzer
şekilde İbn Meymûn’un Hz. Musa için seyyidü’l- âlimîn (âlimlerin
efendisi) ifadesini kullandığı da görülmektedir.[788] İslam geleneğinde Hz. Musa,
Allah’la konuşan anlamında Musa Kelîm veya Kelimullah olarak
isimlendirilmiştir. İbn Meymûn’un bu ifadeyi Yemen Mektubu’nda Hz. Musa için (ve
enne Musa nebiyyuhu ve kelîmuhu) kullandığı görülmektedir.[789]
İbn Meymûn’un kullandığı İslamî terimlerden birisi de bid‘attir.
Bu terim, İslamî gelenekte dinin aslından olmayan ve sonradan ortaya çıkan
uygulamalar için kullanılmaktadır. İbn Meymûn’a talitin[790] üzerine
Tevrat ayetlerinin yazımı ile ilgili bir soru sorulmuştur. O da bu soruya “Bu
bid‘attir ve milletimizde daha önce böyle bir uygulama olduğunu bilmiyoruz.”[791] şeklinde
cevap vermektedir.[792] Libson, İbn
Meymûn’un Mişne Tora’da kullandığı le-hadeş dat (bir din ihdas
etmek) şeklindeki ifadenin de Yahudi hukukunda bilinen bir kullanım olmadığını
ve İslam kültüründeki bid‘at kavramının etkisiyle kullanıldığını öne
sürmektedir.[793]
İbn Meymûn, ölülerin diriltilmesi ile ilgili kaleme aldığı Thiyat
ha-Metim adlı risalesinde de bazı İslamî ifadelere yer vermektedir.
Risalenin girişinde sözlerinin yanlış anlaşıldığını belirten müellif, Tanrı’nın
sözlerinin bile bazen yanlış anlaşıldığını ve Hıristiyanların onu üçleyerek
nitelendirdiklerini belirtmektedir. İbn Meymûn, burada Hıristiyanların Allah
hakkında ennellahe salisu selaseh (Allah, üçün üçüncüsüdür.) şeklinde
bir inançlarının olduğunu dile getirmektedir.[794] Bu ifadeler birebir
kelimelerle Kur’an’da zikredilmektedir.[795] İbn Meymûn, Hıristiyanların
bu inançlarını eleştirerek teâlâ ammâ yechelun (Allah, onların
cahilliklerinden münezzehtir.)[796] ifadesini
kullanmaktadır ki bu da Kur’an’da benzer şekilleriyle geçmektedir.[797] O, Yahudi
bilginlerden bazılarının Allah’ın cismani özelliklere sahip olduğuna
inandıklarını belirterek “Onlar kendilerini İsrail’in hahamlarından
zannediyorlar, (fakat) onlar insanlığın en cahilleri ve sapkınlıkta da
hayvanlardan daha aşağıdırlar.”[798] ifadesini
kullanmaktadır.[799] Bu ifadeler
de Kur’an’da benzer şekilde kullanılmaktadır.[800]
İbn Meymûn’un İslam kültürünün etkisiyle kullandığı tahmin
edilen bir diğer tabir de i‘lây-ı kelimetullah (Allah’ın sözünü
yüceltmek) tabiridir. Bu tabir Kur’an’da ve kelimetullahi hiye ’l- ‘ulyâ[801] şeklinde
kullanılmaktadır. İbn Meymûn, Mişne Tora’da Yahudilere liderlik yapacak
kralın görevleri arasında hak dini yüceltmek (le- harîm dat ha-emet)
şeklinde bir ifade kullanmaktadır.[802] Bazı araştırmacılar İbn
Meymûn’un bu kullanımını i‘lây-ı kelimetullah ifadesinin İbranice çevirisi
olarak değerlendirmişlerdir.[803] İbn
Meymûn’un cümlelerinde geçen dat ha-emet (hak din) ifadesi de
Kur’an’daki dinu’l-hakk ifadesine tekabul etmektedir.[804] O, İbranice
dat ha-emet olarak tercih ettiği bu kelimeyi dinu’l-hakk şeklinde
orijinal haliyle de kullanmaktadır.[805] Benzer bir kullanım da Yemen
Mektubu’nda mevcuttur. İbn Meymûn, Yahudilik ve Hıristiyanlık’tan bahsederken
“Hepsi şanı yüce Allah’ın dinine benzemeye çalışıyorlar.” ifadelerini
kullanmaktadır.[806]
Libson, İbn Meymûn’un eserlerinde İslam hukukunun etkisini
tartıştığı makalesinde ger toşavın statüsü ile ilgili ifadelerin Kur’an
izlerini taşıdığını iddia etmektedir. Buna göre İbn Meymûn, Mişne Tora’da
ger toşav için “İsrail’in otoritesine baş kaldırmayıp boyun eğerek zelil
bir şekilde (küçülerek) yaşayacak.”[807] ifadelerine yer
vermektedir. Bu ifadeler Kur’an’da İslam egemenliği altında yaşayan zimmîlerin
cizyeyi boyun eğerek (ve hum sâğirûn) vermelerini ifade eden cümleleri
çağrıştırmaktadır. [808]
İbn Meymûn’un eserlerinde görülen bir diğer İslamî terim de
icmâdır. İslam kültüründe ulemanın/ümmetin bir konu üzerinde ittifak
etmesi anlamına gelen icma, onun eserlerinde de İslam kültüründeki kullanımına
uygun olarak Yahudi bilginlerin ve bütün İsrailoğullarının hemfikir olduğu
konular için kullanılmıştır. Talmud’un kurallarında ve Yahudi bilginlerin
ittifak ettikleri hususlarda aykırılığın kabul edilmeyeceğini belirten İbn
Meymûn “Herhangi bir şekilde Yahudi milletinin üzerinde icma ettiği hususlarda
aykırılık caiz değildir.” ifadelerini kullanmaktadır.[809] Onun icmâ-ı
ümmet ifadesiyle kullandığı bir diğer bağlam da Tevrat’ın yaratılmış
(mahlûk) olup olmadığı konusudur. İbn Meymûn, Tevrat için “Özellikle
(belirtmeliyim ki), ümmetimizin icmasıyla Tevrat yaratılmıştır.” ifadelerini
kullanmaktadır.[810] Onun icmâ
kelimesini terim olarak kullandığı bir yer de Daniel Kitabı’nın Tanah’ın hangi
bölümünde tanzim edildiği ile ilgilidir. İbn Meymûn burada “Daniel kitabı,
ümmetin icmasıyla Neviim bölümüne değil, Ketuvim bölümüne konulmuştur.”
ifadelerini kullanmaktadır.[811]
İbn Meymûn’un emr-i bi’l-ma‘ruf ve nehyi ani’l-münker
ifadesini de Kur’an’daki şekliyle kullandığı görülmektedir. O, Sefer
ha-Mitsvot (Kitâbü’l-Ferâiz) adlı eserinde yapılması (mitsvot ase)
ve uzak durulması (mitsvot lo tease) gereken emirleri listemiştir. Yapılması
gereken emirler listesinde 176. sıradaki emir, dinin emirlerinin yerine
getirilmesini denetleyecek otoritelerin tesisi’dir. İbn Meymûn, dini
otoritelerin sorumluluklarını zikrederken veye’murune bi’l-ma‘ruf veyenhevne
ani’l-munker cümlesini kullanmaktadır.[812] Bu ifadeler Kur’an’da aynı
kelimelerle yer almaktadır.[813] İbn Meymûn,
bu cümleden sonra ve yukımûne’l-hudûde ale’l- mıriedi[814]
ifadesini kullanmaktadır. Onun, İslamî gelenekte emirleri yerine getirmeyenler
için konulan hukukî (şer’î) cezaları ifade eden hudûd kelimesini
kullanması dikkat çekicidir.
Yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere İbn Meymûn, birçok
İslamî terim kullanmaktadır. Bu örnekler genellikle İslam hukuku içerisinde yer
etmiş terimlerle ilgilidir. Bunların haricinde Arap-İslam kültürünün etkisiyle
İslamî çağrışımlar yapan pek çok kelime kullanmaktadır. Fakat bu kelimeler
İslamî birer terim mi yoksa Arap dilinin kullanmanın zorunlu sonucu mu olduğu
kesin olmadığı için buraya almaya gerek görmedik. Eserlerini Arapça kaleme alan
İbn Meymûn, Arap dilinde ve hâkim kültürün terminolojisi içerisinde daha
anlaşılır bir metin sunmak amaçlı bu tür terimleri kullanmaktan çekinmemiştir.
II. Kâbe
ve Hac ile İlgili Görüşleri
İbn Meymûn’un Kâbe ve hac ile ilgili görüşlerine geçmeden
önce Yahudi geleneğinde Kâbe ve hac ile ilgili algıyı genel olarak incelemek
faydalı olacaktır. Ona ait bir fetvada geçen Kemoş, Peor ve Merkulis isimli üç
putun hangi özelliklere sahip olduğu ve Yahudi geleneğinde nasıl ele alındığını
bilmek konuyu anlamayı kolaylaştıracaktır. Tanah ve Talmud’da zikredilen bu
putlar, tapınma şekilleri itibariyle Kâbe ve hac uygulamaları ile
ilişkilendirilmektedir.
İbn Meymûn’un Ovadya’ya gönderdiği mektupta Merkulis,
Baal-Peor ve Kemoş putlarının ismi zikredilmektedir. Rabbanî eserlerde Merkulis
şeklinde geçen put, Roma putperest kültüründe tüccarların ve seyyahların yol
göstericisi olarak bilinmektedir.[815] Mişna ve Talmud’da
“Merkulis’e taş atarak tapınılmaktadır” denilerek bu kült ile ilgili bilgi
verilmektedir.[816] Merkulis
putu, Rabbanî gelenekteki yaygın kullanımından ötürü putperestliğin sembolü
haline gelmiş ve putperestlik için kullanılan bir terim haline dönüşmüştür.
Merkulis, Mişna’da üç adet taştan oluşan yapı için de
kullanılmıştır.[817] Eski bir
pagan kültü olan bu uygulamada bazen dik şekilde oturtulmuş üç adet taşın
üzerine yan olarak bir taş yerleştirilir. Dünyanın birçok yerinde bu tür
yapılara rastlamak mümkündür. Talmud’da Merkulis’ten ve ibadet şeklinden şu şekilde
bahsedilmektedir:
Merkulis’e taş atan bu şekilde ona ibadet eder, niyeti onu
aşağılamak bile olsa. Rabbi Menasse Toratha’ya[818] gidiyordu. Yolda kendisine “İşte orada dikili bir put var.”
denildi. O da yerden bir taş aldı ve puta fırlattı. Bunun üzerine “O, Merkulis
putudur” dediler. O da onlara dedi ki “Biz öğrendik ki Merkulis’e taş atan bu
şekilde ona ibadet eder”. Bunun üzerine bir Bet-Midraş’a gitti. Onlar da onu
bilgilendirdiler ve biz öğrendik ki “Merkulis’e taş atan bu şekilde ona ibadet
eder, yani onu aşağılamak için bile olsa.” dediler. O da onlara “O zaman ben
gidip taşı oradan alacağım.” dedi. Onlar da ona “İster taş at, istersen taş
topla ikisi de suçtur, çünkü kaldırdığın her taş yeni bir taş için yer
açmaktadır.” dediler.[819]
Talmud’da yer alan bu bilgiler, Yahudi bilginlere hac
sırasındaki şeytan taşlama ritüelini hatırlatmıştır. Talmud metninde dikkat
çeken bir ayrıntı da Merkulis’e taş atmak, aşağılama amacı taşısa bile ibadet
kapsamında değerlendirilmektedir. Çünkü ona taş atılarak ibadet edilmektedir.
İbn Meymûn’un mektubunda zikredilen ikinci put Baal-Peor’dur.
Tevrat’ta birkaç defa geçen bu kelime, bazen Peor bazen de Baal-Peor
şeklinde zikredilmektedir.[820] Baal-Peor,
Moablıların tanrılarındandır.[821] Tevrat’ta
İsrailoğullarının Baal-Peor’un arkasından gittikleri ifade edilmektedir.
İsrailoğulları Moablı kadınlarla zina etmişler ve onlarla birlikte Baal-Peor’a
tapmışlardır.[822] Talmud’da
Baal-Peor putuna nasıl tapıldığına dair bilgiler yer almaktadır.
Hikâyeye göre, bir Yahudi Baal-Peor putunun bulunduğu bir mabedin
rahibine bu puta nasıl tapıldığını sorar. O da “İnsanlar pancar yiyorlar,
sınırsız içiyorlar, sonra da putun önünde soyunup büyük abdest bozuyorlar.”
şeklinde cevap verir. Talmud, bu putun önünde büyük abdest bozanın, hakaret
amaçlı bile yapsa, ona tapmış olacağını bildirmektedir.[823]
İbn Meymûn da Mişne Tora’da Baal-Peor putuna tapma
şekliyle ilgili açıklamalarda bulunmaktadır. O, aşağılamak amacıyla bile olsa
putlara tapınma şekilleriyle hakaret edilmesinin yasak olduğunu şu cümlelerle ifade
etmektedir:
Putperestler her bir put ve heykel için ayrı ayrı tapınma
şekilleri icat etmişlerdir. Bu tapınma şekilleri birbirine benzemez. Örneğin,
Peor putuna önünde soyunup büyük abdest bozularak ibadet edilir. Merkulis
putuna ise taş atarak veya putun önündeki taşları temizleyerek ibadet edilir.
Benzer şekilde diğer putlar için değişik tapınma şekilleri icat edilmiştir.
Merkulis’e abdest bozan ya da Peor’a taş atan kişi onlara ibadet şekilleriyle
davranmadığı için cezadan muaf olur.[824]
Hem Talmud’da hem de Mişne Tora’da yer alan
ifadelerden anlaşıldığı üzere bu putlara tapınma şekillerinin onları küçük
düşürme gayesi ile yapılması bile bu işin putperestlik kapsamına girmesine
engel değildir. İbn Meymûn, Peor putuna hakaret amaçlı pisleyenin veya
Merkulis’e hakaret amaçlı taş atanların aslında onlara ibadet ettiğini
vurgulamakta ve bu uygulamaların Yahudi hukukunda cezaî işlem gerektirdiğini
hatırlatmaktadır. Bilmeden yaptıkları zaman ise bu kişilerin kurban
sunmaları gerekmektedir.[825] Metinde yer alan dikkat
çekici bir diğer ayrıntı ise bir puta diğer putun tapınma şekliyle hakaret
etmenin cezayı gerektirmediğidir.
Mektupta zikredilen üçüncü put Kemoş’tur. Kemoş,
Moablıların baş/millî tanrısıdır.[826] Moablıların meşhur kralı
Meşa, İsrail’e karşı kazandığı zaferleri Kemoş’a atfetmiş ve Dibon’da
adına yüksek bir platform yaptırmıştır. Hâkimler Kitabı’ndaki[827] ifadelerden
Kemoş’un savaş tanrısı olduğu düşünülmüştür. Kemoş’un kaynaklarda
Tanrıça İştar olarak da tanımlandığı görülmektedir.[828] I. ve II. Krallar kitabında
Kral Süleyman’ın Kemoş adında Kudüs’te büyük bir tapınak yaptırdığı[829] ve
bunun ancak dört yüz yıl kadar sonra Yoşia zamanında yıkıldığı anlatılmaktadır.[830]
Orta Çağ Yahudi literatüründe Kâbe’nin İslam öncesinde
putlarla dolu oluşu ve hac uygulamaları, Yahudi ve Hıristiyan bilginler
tarafından putperest adetlerinin devamı olarak yorumlanmıştır.[831] Örneğin
Talmud’da, Merkulis’e onu taşlamak suretiyle ibadet edildiğine dair ifadelerin
yer alması, hac sırasındaki şeytan taşlama uygulamasının Merkulis’le
ilişkilendirilmesine yol açmıştır.[832] Yahudiyken Hıristiyanlığı
seçen Petrus Alfonsi (ö. 1140), Hacerü’l-Esved’i Merkulis olarak anlamakta ve
Satürn gezegeni onuruna yerleştirildiğini ifade etmektedir.[833] Kâbe’nin putperestler
tarafından Satürn ile ilişkilendirildiği bilgisi, Mesûdî’nin Murûcu’z- Zeheb
adlı eserinde de yer almaktadır.[834] Abraham İbn Ezra da (ö.
1164), şeytan taşlama uygulamasını Merkulis kültüyle ilişkilendirmektedir.[835] Meir ben
Todros Halevi Ebu’l-Afiye (ö. 1244), Mekke’de ikisi yan yana bir tanesi de
onların üstünde olmak üzere üç adet taş bulunduğunu ve bunların Merkulis olarak
adlandırıldığını ifade etmektedir.[836] Tobiah ben Eliezer’e (11. yy)
ait Midraş Lekah Tov adlı eserde Hacerü’l-Esved, Kemoş ile
ilişkilendirilmekte ve Kâbe putperest bir pagan tapınağı olarak
resmedilmektedir.[837] îggeret
ha-Şemad adlı mektuptan öğrendiğimize göre İbn Meymûn’un çağdaşı olan bir
hahamın Mekke’de putların bulunduğunu belirtmesi Yahudi bilginler arasındaki
genel algıyı ortaya koyması açısından önemlidir. İbn Meymûn mektubun girişinde
bu hahama kızarak “Sanki soruyu soran adam Mekke’ye gidip hac yapmalı mıyım
diye sormuş da bu (haham) tutmuş Müslümanların Mekke’de putları var diye cevap
veriyor.” ifadelerine yer vermektedir:[838] Steinschneider, Kâbe ve
çevresindeki uygulamaların Yahudi geleneğinde Orta Çağ boyunca nasıl
algılandığını Yahudi düşünürlerden örnekler vererek listelemektedir.[839]
İbn Meymûn, Ovadya’ya gönderdiği mektupta Kâbe ve hac
uygulamaları ile ilgili detaylı açıklamalara girmektedir. Mektubun içeriğinden
anlaşıldığı üzere Ovadya’nın hocası olan haham, Kâbe için putperest tapınağı,
hac için de pagan ibadeti nitelemesi yapmaktadır. Her ne kadar Yahudiliği
seçmiş de olsa eski dini olan İslam’ın putperest bir din olmadığı düşüncesinde
olan Ovadya, hocasının kendisinin eski durumunu putperestlikle nitelendirmesine
alınmış ve durumu İbn Meymûn’a aktarmıştır. İbn Meymûn cevabî mektupta bu
iddianın doğru olmadığını şu şekilde ifade etmektedir:
Eğer
birisi derse ki “Onların (Müslümanların) kutsal saydıkları ev (Kâbe) putperest
mabediydi ve içi put doluydu ve babaları da onlara tapıyorlardı, buna ne
dersin”? Bugün ona doğru dönerek secde edenlerin kalbi oraya (mabede) değil
Allah’a yönelmektedir. Nitekim hahamlar da bu meseleyi Sanhedrin’de
açıklamışlardır[840] ki bir adam
putperest mabedine yönelip oranın sinagog olduğunu zannederek ibadet etse o
adamın kalbi yaratıcıya yönelmiştir. Günümüzde artık putperestlik, kadınıyla
çocuğuyla Müslümanların ağızlarından ve kalplerinden sökülüp atılmıştır.
Arapların
daha önceden aynı mekânlarda Peor, Merkulis ve Kemoş adında üç çeşit putlarının
bulunduğu doğrudur. Onlar da zaten bugün bunları itiraf ediyorlar ve bu putları
Arap dilinde isimlerle isimlendiriyorlar. Peor’a, bugün de Müslümanların
ibadetlerinde secde ettikleri gibi, önünde soyunup ya da başını eğip, avret
mahallini ona doğru kaldırarak ibadet edilir. Merkulis’un ritueli ise taş
atmaktır. Kemoş’un ritüeli ise saçları kazımak ve dikişsiz elbise giymektir.
Bütün
bu şeyler daha Müslümanların dini (Dat ha-Yişmaelim) ortaya çıkmadan
önce bizce bilinmekteydi ve aşikârdı. Ama bugün Müslümanlar diyorlar ki
“Başımızı kazımamızın ve dikişli elbise giymememizin sebebi, yaratıcının önünde
acziyetimizi ifade etmek ve insanın kabirden nasıl kalkacağını hatırlamak
içindir. Şeytan taşlama işini şeytanı (kafasını, işini) karıştırmak için
yapıyoruz.”. Yine onların âlimlerinden bazıları da bu uygulamaların şöyle bir
hikmeti olduğunu ifade etmektedir: “Eskiden orada putlar vardı ve biz putların
olduğu yerleri taşlıyoruz yani onlara inanmıyoruz, onları aşağılamak suretiyle
onları taşlıyoruz”. Başkaları da şöyle demektedir: “Bu bir gelenektir”.
İşin
gerçeği, her ne kadar aslı itibariyle bunlar putperest kökenli olsa da dünyada
hiç kimse (Müslüman) ne diliyle ne de kalbiyle putperestlik amaçlı onlara taş
atmamakta, oraya secde etmemekte ve diğer hiçbir işi bu amaçla yapmamaktadır.
Bilakis kalpleri yaratıcıya yönelmiştir.[841]
Yukarıdaki mektup birçok açıdan önemli bilgilerle doludur.
Daha önce de ifade edildiği üzere İbn Meymûn için Müslümanlar putperest
değildir. İbn Meymûn, her ne kadar daha önce putperest olsalar da Arapların
İslam’ın gelişiyle tevhid çizgisine geldiğini ve kadınıyla çocuğuyla
putperestliğin dillerinden ve kalplerinden sökülüp atıldığını vurgulamaktadır.
Ona göre Allah’ın varlığı ve birliği noktasında Müslümanların inanışlarında
hiçbir sorun yoktur.
İbn Meymûn, Arapların daha önceden aynı mekânlarda Peor,
Merkulis ve Kemoş adında üç çeşit putlarının bulunduğu zikretmektedir. Bu da
Talmud’da zikredilen putların Mekke’de yer aldığını ifade etmesi açısından
dikkat çekici bir detaydır. Onun ifadelerindeki bir diğer ayrıntı da
Müslümanların bu putların varlığını itiraf ettiği ve bu putları Arapça
adlarıyla isimlendirdikleridir. İbn Meymûn’un Peor putuna ibadet şekli ile
Müslümanların ibadet şekli arasında bağ kurması ilginçtir. Ona göre Peor putuna
“Müslümanların ibadetlerinde secde ettikleri gibi, önünde soyunup ya da başını
eğip, avret mahallini ona doğru kaldırarak ibadet edilir”. Burada, önünde
soyunma ile muhtemelen Kâbe’nin İslam öncesinde çıplak olarak tavaf edilmesi,
İslam’ın gelişinden sonra da hac sırasında elbiselerin çıkartılıp sadece ihram
elbisesi ile kalma kastedilmektedir. Araf suresi 31. ayetteki “Mescidlere
gittiğinizde güzel elbiselerinizi giyiniz.” ifadesinin sebeb-i nuzulü olarak
Kâbe’nin Cahiliye döneminde çıplak olarak tavaf edilmesi zikredilmektedir.
Ayrıca “Kâbe çıplak tavaf edilmeyecek!”[842] şeklindeki hadis de bu konuya
işaret etmektedir. Secde ve ruku sırasında baş eğme de yine bu puta tapma
şekliyle ilişkilendirildiği görülmektedir. Avret mahallini kaldırmak
ifadesinden muhtemelen ruku ya da secde sırasında kaba etin ön plana çıkması
kastedilmiş olmalıdır.
İbn Meymûn, Yahudi geleneğindeki algıyı devam ettirmekte ve
şeytan taşlamayı Merkulis kültüyle ilişkilendirmektedir. Onun Kemoş putu ile
ilgili dile getirdiği “Kemoş’un ritüeli ise saçları kazımak ve dikişsiz elbise
giymektir.” şeklindeki ifadeleri dikkat çekicidir. Hacıların saçlarını
kazımaları ve ihram denen dikişsiz elbise giymeleri bugün de devam eden bir
uygulamadır. İbn Meymûn’un mektupta “Bütün bu şeyler daha Müslümanların dini
ortaya çıkmadan önce bizce bilinmekteydi ve aşikârdı.” ifadesiyle İslam’dan
önce Mişna ve Talmud’da bu putlara tapınma şekillerinin bilindiğini
vurgulamaktadır. İbn Meymûn, hac uygulamalarının putperest adetlerinin devamı
olduğunda tereddüt etmemektedir. Bununla birlikte o, Müslümanları putperest
olarak görmemektedir. Bunun sebebi de, kendisinin de belirttiği üzere, bu
uygulamaların putperest amaçlı olarak değil tamamen Allah’a yönelerek
yapılmasıdır. Niyetin değişmiş olması ve Müslümanların putlar karşısındaki
tutumları onları putperest adetlerini devam ettirseler de bu kategoriden
çıkarmıştır.
Mektuptaki bir diğer ayrıntı da İbn Meymûn’un, hac ile
ilgili Müslüman âlimlerin yorumlarını aktarmasıdır. İbn Meymûn’un dikişsiz
elbise giyme ve saç kazıma ile ilgili Müslüman âlimlerden naklettiği bilgi,
Müslüman kültürde karşılığı olan bir yorumdur. Dikişsiz beyaz ihram
elbiselerinin kefene benzetilmesi, saçın kazınmasının ölümü-kabri hatırlatması
ve Allah karşısındaki acziyeti ifade etmesi İslam kültüründe yaygın bir
düşüncedir. Ayrıca şeytanı aşağılama amaçlı taşlama düşüncesi de Müslümanlar
arasında yaygın olarak kabul edilen bir inanıştır. Burada şeytanların işini
zorlaştırma ya da kafasını karıştırma yorumu yaygın olmayan ilginç bir iddia
olarak yer almaktadır.
İbn Meymûn’un Kâbe ve hac ile ilgili düşüncelerine Yosef
Sambari’nin (ö. 1703) Sefer Divrey Yosef adlı eserinde de rastlamak
mümkündür. Bu eser, İbn Meymûn’un Kurtuba’dan kaçmak zorunda kalışını, Müslüman
kralla arasında hac üzerine geçen bir konuşmaya dayandırmaktadır. Buna göre İbn
Meymûn, bir Sukot[843] bayramında
elinde lulavla[844] sinagogtan
çıkmış ve evine doğru ilerlemektedir. Yolda kralla karşılaşır ve kral onunla
alay ederek “Bugün günlerden ne ki, elinde lulav’la sarhoşların ve delilerin
âdeti üzere yolda yürüyorsun?” diye sorar. O da “Delilerin âdeti bu değil, taş
atmaktır efendim, bu ise Musa efendimizin ve Kudüs’ün âdetidir.” diye cevap
verir. Bu diyaloğu yorumlayan Sambari, İbn Meymûn’un taş atma ile
Müslümanların Arafat dağında[845] attıkları taşları
kastettiğini belirtmektedir. Ardından Peor, Merkulis ve Kemoş’tan
bahseden Sambari, hactaki uygulamaları açıklayarak bu putlarla
ilişkilendirmektedir. Sambari, bu ara bilgileri verdikten sonra hikâyeyi
anlatmaya devam etmektedir. İbn Meymûn ile kral arasındaki konuşmadan sonra
danışmanları krala “Yahudi hekim size nasıl cevap verdi efendimiz?” diye
sorarlar. O da İbn Meymûn’un cevabını aktarır. Onlar da “Efendim, bu adam
bizlerle ve hactaki şeytan taşlama âdetimizle alay etmiş.” derler. Bunun
üzerine kral sinirinden çıldırır ve İbn Meymûn’u öldürmek üzere adamlarını
gönderir. Bu sırada söylentileri duyan İbn Meymûn, durumun anlaşıldığını fark
eder ve kralın adamları gelmeden önce kaçarak Mısır’a gider.[846] Bu rivayet
tarihi açıdan sorunlu gözükmektedir. Öncelikle İbn Meymûn ve ailesinin
Kurtuba’yı terk etmesi Muvahhidlerin 1148 yılında şehri ele geçirmesinden sonra
olmuş ve İbn Meymûn ve ailesine has bir durum değildir. Muvahhidler tarafından
gayrimüslim halka uygulanan baskı sonucu birçok aile şehri terk etmiştir. İbn
Meymûn ve ailesi de bu süreçte Fas’a göç etmişlerdir. O yüzden yukarıda
zikredildiği şekilde bir özel olay, efsanevi bir anlatım olarak
değerlendirilebilir. Bununla birlikte Yahudiler arasındaki hac algısını
göstermesi açısından dikkat çekicidir.
İbn Meymûn, Mişne Tora’da insanların Tanrıyı unutup
ağaç ve taşlara taptığını ifade etmektedir.[847] Bu cümleler, Tevrat’ta “Orada
ağaçtan ve taştan yapılmış başka tanrılara tapacaksınız.”[848] şeklinde ifadelerden
kaynaklanmaktadır. Yehuda Halevi, Tevrat’ta geçen taşlar ve odunlar
ifadesindeki odunları Hıristiyanların çarmıhı, taşları da Haceru’l-Esved veya
Kâbe şeklinde yorumlamaktadır.[849] İbn Meymûn
ise bu ifadeleri yorumlarken Müslümanları dâhil etmemekte ve sadece
Hıristiyanlara işaret olarak görmektedir.[850]
III. İslam’ın
Statüsü ile İlgili Görüşleri
İbn Meymûn’un en önemli değerlendirmelerin biri de İslam’ın
statüsü hakkındadır.[851] O,
Müslümanlara iki farklı açıdan yaklaşmaktadır. Bunlardan ilki, Müslümanların
Yahudi hukuku yani halaha açısından statüleridir. Diğeri ise içinde
yaşadığı toplumdaki Müslümanların yaşamları ve Yahudilerle olan ilişkileridir.[852]
İslam’ın İbn Meymûn’un düşüncesindeki yerini en açık ifade
eden bilgiler, İbn Meymûn’un Ovadya’nın sorusuna yazdığı cevabî mektupta yer
almaktadır. Ovadya, Yahudi hocasının Müslümanların putperest olduklarını
söylemesi üzerine rahatsız olmuş ve İbn Meymûn’dan bu konuda fetva istemiştir.[853] İbn Meymûn’un
bu mektubunda İslam’la ilgili kullandığı cümleler Yahudi geleneğindeki en açık
ve olumlu ifadelerin başında gelmektedir. İbn Meymûn mektupta İslam’la ilgili
şu ifadelere yer vermektedir:
Müslümanların
putperest olmadıklarını söylemişsin, fakat senin hocan onların putperest
olduğunu ve ibadet yerlerinde attıkları taşın da Merkulis’e atıldığını ifade
etmiş. Sana uygun bir cevap vermemiş ve senin canını sıkarak seni incitmiş ve
seni “Aptala anladığı dilden konuş.”[854] sözüyle cevaplamış.
Müslümanlar putperest değildirler. Putperestlik uzun zamandır onların
ağızlarından ve kalplerinden sökülüp atılmıştır. Onlar Tanrı’ya olması
gerektiği gibi bir teklik atfediyorlar. Bu teklikte herhangi bir kusur ve şüphe
yoktur. Bizim Tann’ya oğul isnad ettiğimizi söyleyip bize karşı yalan
söylemeleri, bizim de onlara putperest deyip yalan söylememizi gerektirmez.[855]
İbn Meymûn’un verdiği cevapta dikkat çeken husus,
Müslümanların Allah’a oğulluk isnadında bulundukları gerekçesiyle Yahudileri
suçlamasıdır. Kur’an “Yahudiler Üzeyr Allah’ın oğludur, dediler.”[856] şeklinde
bir bilgi vermektedir. Bu konu, Kur’ân’da Yahudiler bağlamında geçen en
problematik konudur. İbn Meymûn, Kur’ân’ın bu ifadesini Yahudilere atılmış bir
iftira ve yalan olarak değerlendirmekte ve kendi ifadesiyle hakkaniyeti elden
bırakmayarak Müslümanları putperestlikle suçlamamaktadır.[857] Müslüman bilginler ayette
geçen Üzeyr’i telaffuz benzerliğinden ötürü genellikle Ezra ile
ilişkilendirmişlerdir. Fakat bu bilgiler Yahudi kaynaklarında geçmediği için
Yahudiler tarafından ciddiye alınmamıştır. Kur’an’ın Üzeyr kelimesi ile ne
kastettiği henüz netlik kazanmış bir konu değildir. Bazı araştırmacılar
buradaki Üzeyr’in isim olmadığını, Mesih anlamına gelen bir sıfat olduğunu dile
getirmişlerdir.[858]
İbn Meymûn’un İslam için kullandığı bu ifadeler Yahudi
tarihinde hiçbir zaman Hıristiyanlık için kullanılmamıştır.[859] O, mektupta hac sırasında
putperest adetlerin devam ettirildiğini fakat Müslümanların bu uygulamalara
değişik anlamlar yüklediklerini belirtmektedir.
İbn Meymûn’un İslam’ın statüsü ile ilgili görüşlerine bir
diğer örnek de içki konusudur.[860] Yahudi
bilginlere göre Müslümanlar tarafından hazırlanan içkinin Yahudi şeriatindeki
hükmü ile Hıristiyanların hazırladığı içkinin hükmü farklıdır.[861] İbn
Meymûn’un, “Eğer içkimize putperest olmayan birisi, örneğin Müslüman gibi,
kasıt olmaksızın dokunursa içilmesi caizdir.”[862] fetvası Müslümanların
statülerini ifade etmesi açısından önemli bir ayrıntıdır. Burada bir Müslüman
tarafından üretilen bir içkiden gelir elde etmeyi ve Müslümanın dokunduğu
içkinin içilmesini caiz kılan kriter, İbn Meymûn’un halahasında İslam’ın
tevhid dini olmasıdır.[863] İbn Meymûn,
bir başka yerde yine Müslümanları putperest olmayan insanlara örnek olarak
zikretmekte ve “Putlara tapmayan goyların, İsmailoğulları gibi, içkilerini
içmek yasaktır fakat ondan gelir elde etmek caizdir.”[864] ifadesine yer vermektedir.
Yahudilikte içkinin kaşer olmasına özellikle dikkat
edilmektedir. Bu çerçevede içkiyi hazırlayacak kişinin öncelikle Yahudi olması
gerekmektedir. Müslümanlar, Hıristiyanlar ve putperestler tarafından hazırlanan
içkileri alıp satmak suretiyle bu içkilerden kâr elde eden Yahudiler için bu
içkilerin kaşer olup olmadığı gündeme gelmiştir. İbn Meymûn da gaonlar
döneminde olduğu gibi Müslümanların hazırladığı içkilerden gelir elde etmenin
caiz olduğuna dair fetva vermektedir. Müslümanların içkilerinden istifadeyi
caiz kılan husus, Müslümanların puta tapmamalarıdır.[865]
İbn Meymûn’un halaha’sında Hıristiyanların statülerini
bilmek İslam’ın statüsünü anlamayı kolaylaştıracaktır. O, Mişne Tora’da
Hıristiyanları açıkça putperest olarak ifade etmektedir. Hıristiyanların[866] putperest
olduğunu, Pazar gününün de onların bayramı olduğunu belirten İbn Meymûn, İsrail
topraklarında Perşembe, Cuma ve Şabat günü onlarla alış veriş yapmanın yasak
olduğunu ifade etmektedir. İbn Meymûn, Hıristiyanlarla pazar günü alışveriş
yapmanın her halükarda yasak olduğunu ve onların her bayramına da bu şekilde
muamele yapılması gerektiğini dile getirmektedir.[867] Eserlerinin geneline
bakıldığında İbn Meymûn, hiçbir zaman Müslümanları bu kategoriye sokmamaktadır.[868]
İbn Meymûn, sünnet konusunda Hıristiyanlar ve Müslümanlar
arasında fark gözetmemektedir. Ona göre sünnet olmak üzere gelen Hıristiyan ve
Müslüman, bir Yahudi tarafından sünnet edilebilir. Bu konuda Hıristiyan ve
Müslüman arasında fark yoktur. Her ne kadar sünnet ile ilgili ifadede Müslüman
ve Hıristiyan arasında fark görmese de yazılarının geneline bakıldığında İbn
Meymûn’un her halükarda İslam’ı Yahudilik dışındaki dinlerden en üstünü ve
Yahudiliğe en yakın din olarak gördüğü kesindir.[869]
İbn Meymûn, Müslümanları tautam ve tipşutam
(hataları ve aptallıkları) kelimeleriyle de eleştirmekten geri durmamıştır.
Fakat burada dikkat edilmesi gereken husus, onun din olarak İslam’ı değil
Müslümanları hedef almış olmasıdır. Bununla birlikte İbn Meymûn’un eserlerinin
bazı yerlerinde doğrudan İslam’ı hedef aldığı yerler de mevcuttur. Örneğin o,
Yemen Mektubu’nda Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam arasında şu şekilde bir
kıyaslama yapmaktadır:
Hepsi (diğer dinler) şanı yüce Allah’ın dinine (Yahudiliğe)
benzemek istiyor, ama ilahi bir yapı beşeri bir yapıya benzemez. Bu ikisi
arasındaki farkı ancak bir aptal ayırt edemez. Bizim dinimizle ona benzeyen
diğer dinler (Hıristiyanlık ve İslam) arasındaki fark, konuşan canlı bir insan
ile malzemesi mermerden, odundan, gümüşten ve altından yapılmış ve insan
suretinde olan bir heykelin arasındaki fark gibidir.[870]
İbn Meymûn, ilahî sanattan ve rabbanî hikmetten yoksun
cahillerin insan suretinde heykeller görünce onları insan gibi
değerlendirdiklerini belirtmektedir. Hikmet sahibi insanların işin iç yüzünü
bileceklerini ve bu heykellerin gerçeği gibi olamayacağını anlayacağını dile
getiren İbn Meymûn, bir şeyin dış görünüşünün değil, özünün önemli olduğunu
vurgulamaktadır. O, Yahudiliğe benzeyen din ve şeriatler için (Hıristiyanlık ve
İslam) Yahudilikten alınan, kopyalanan, çalınan, kullanılan anlamında datot
gzurot88'1, datot gnuvot87 ve şeriat-ı
musta’mele383 ifadelerini kullanmaktadır. İbn Meymûn, bu
bağlamda Musa şeriatının dışında hiçbir dini inancın, ilahî şeriat olarak
anılamayacağını ifade etmektedir.[871] [872] [873] [874]
İbn Meymûn’un İslam’ı ima ile eleştirdiği de görülmektedir.
O, Musa şeriatının diğer şeriatlerden üstün olduğunu, diğer dinlerde
eksiklikler ve aşırılıklar olduğunu ifade etmektedir.[875] İbn Meymûn, Tevrat’tan “Ve
kim, bugün önünüze sunduğum tüm bu Tora’dakiler gibi adil hükümleri ve
kanunları olan büyük bir ulustur?”[876] cümlesini
aktarmakta ve Tevrat’ın (Musa şeriatının) emirlerinin ifrat ve tefritten uzak
bir şekilde itidal ve denge üzerine kurulu olduğunu belirtmektedir. İbn Meymûn,
şeriatte ifrata örnek olarak ruhbaniyeti, tefrite örnek olarak
bedeni isteklerdeki aşırılıkları örnek vermektedir. Hourani, burada ruhbaniyet
ile Hıristiyanların, bedeni isteklerdeki aşırılıklar ifadesiyle de çok eşlilik
sebebiyle Müslümanların kastedildiğini iddia etmiştir.[877]
İbn Meymûn’un bu ifadelerinin Hıristiyanlara ve İslam’a
işaret ettiği iddiası kısmen doğru kabul edilebilir. Öncelikle ruhbaniyet
ifadesi büyük ölçüde manastır hayatı ve Hıristiyanlarla özdeşleştiği için bu
ifadenin Hıristiyanlara işaret etmesi kuvvetle muhtemeldir.[878] Bedeni isteklerin aşırılığı
ile İslam’ın kastedilmesi bağlam içerisinde mümkün gözükmekle birlikte daha
zayıf bir ihtimaldir. Öncelikle Yahudilik karşısında İbn Meymûn’un muhatap
aldığı Hıristiyanları ve Müslümanları bir arada değerlendirdiğini varsayarsak
buradaki ifadelerin İslam’a işaret olarak kullanıldığını söyleyebiliriz. Öte
taraftan İbn Meymûn, tefrit uygulamaları olan şeriate örnek olarak
geçmiş kavimlerin şeriatlerini (ke-misli nevâmisi’l-mileli’s- sâlife)
örnek göstermesi bu ihtimali zayıflatmaktadır.[879] Hourani’nin iddia ettiği gibi
eğer bu ifadeler İslam’daki çok eşliliğe işaret ediyorsa, o zaman başta
Yahudilerin Avot (babalar) dediği Hz. İbrahim ve Hz. Yakup gibi Yahudi
atalarının çok eşli olmaları görmezden geliniyor demektir. Tevrat’ın her bir
harfini Allah’tan gelen vahiy olarak değerlendiren Yahudi bilginlerin, Yahudi
ataların birden fazla eş ve cariyelere sahip olmalarını anlatan Tevrat
pasajlarına inanmamaları mümkün değildir.
Daha önce de belirtildiği üzere İbn Meymûn, Iggeret
ha-Şemad adlı mektupta baskı altında kalan Yahudilere kelime-i şehadet
getirip canlarını kurtarmalarını tavsiye etmektedir. Yahudi hukukuna göre bir
Yahudi, putperestliğe, ensest ilişkiye ve adam öldürmeye zorlanırsa her
halükarda ölümü tercih etmesi gerekir.[880] Burada kelime-i şehadet
getirip canlarını kurtarmalarını tavsiye etmesi, kelime-i şehadet’in İbn Meymûn
için putperestlik anlamına gelmediğini göstermektedir.
Özetle İbn Meymûn, çok açık bir şekilde İslam’ın putperest
bir din olmadığını dile getirmektedir. Burada şöyle bir soru akla gelebilir:
İslam’ın putperestlik olmadığını söylemesi, Müslüman idare altındaki ihtiyatlı
tavrından kaynaklanmış olabilir mi? İbn Meymûn’un hayatının ilk dönemleri
Müslüman memleketlerinde tedirginlik içinde geçtiği bir vakıadır. Fakat onun
bütün eserleri ve fetvaları incelendiğinde zihninin bu konuda çok net olduğu ve
İslam’ın asla putperest bir din olarak görmediği ortaya çıkmaktadır. Eğer
ihtiyattan ötürü olumlu ifadeler kullandığı söylenecek olursa, Hz. Muhammed ve
Müslüman idareciler hakkındaki ağır eleştirileri izah edilemeyecektir.
Kabaca bir tasnif yaparak, İbn Meymûn’un Müslümanlar mevzu
bahis olduğu zaman eleştirilerini sertleştirdiği, din olarak İslam mevzu bahis
olduğu zaman daha olumlu bir yaklaşım sergilediği söylenebilir. İbn Meymûn’un
yazılarına bir bütün olarak bakıldığında İslam ile ilgili Yahudi geleneğindeki
temel görüşleri büyük ölçüde devam ettirdiği görülmektedir.[881] Bu geleneğe katkı olarak o
kendisinden önce yaşayan Yahudi düşünürlerin söylediklerini daha net ve güçlü
bir tonla söylemektedir.
IV. Tevrat’ın
Tahrifi ve Neshi ile İlgili Görüşleri
Terim olarak tahrif ya da tebdil, Tevrat’ın
değiştirilmesi anlamında kullanılırken, nesh ise Musa/Yahudi şeriatının
ve onun kitabı olan Tevrat’ın yürürlükten kalkması anlamına gelmektedir.[882] Kur’ân’da
ise nesh, bir ayetin diğer bir ayetle değiştirilmesi ve hükmünün
kalkması anlamında kullanılmaktadır.[883] İslam geleneğinde Tevrat’ın
tahrifi ile ilgili değişik görüşler mevcuttur. Müslüman düşünürlerden bazısı
Tevrat’ın büyük bir kısmının hem lâfzen hem de mana olarak değiştirildiğini
iddia ederken bazısı da kısmî bir tahriften bahsetmektedir. Ayrıca Tevrat’ın
metninin korunduğunu sadece yorumda tahrif yapıldığını iddia eden Müslüman
bilginler de çıkmıştır.[884]
Müslüman bilginler, Yahudi şeriatının (Tevrat’ın), Kur’an
tarafından neshedildiğini dile getirmişlerdir. Bununla birlikte onlar, tahrif
iddiası ile beşâirü ’n- nübüvve inancı arasındaki çelişkiyi gidermek
için Tevrat’ın tamamının tahrif olmadığını, orijinal kalan yerlerinin olduğunu
belirtmişlerdir. Buna göre orijinal kalan yerlerde İslam ve Hz. Muhammed’le
ilgili işaretler, ilahi bir koruma ile korunmuştur. Örneğin İbn Hazm,
Yahudilerin bozmasına rağmen Allah’ın Tevrat ve Zebur’da İslam ve Hz.
Muhammed’le ilgili yerleri koruduğunu ifade etmektedir.[885]
İslam toplumunda yaşayan her Yahudi bilgin gibi İbn Meymûn
da nesh ve tahrif iddiasına muhatap olmuştur. O, Tevrat’ın değiştirildiği ve
nesh edildiği iddiasını kesin bir dille reddetmekte ve yeri geldikçe bu
iddialara cevap vermektedir. Müslümanların peygamberlerinin ismini Tevrat’ta
aradıklarını belirten İbn Meymûn, bulamayınca da Yahudilerin kasden onun ismini
sildiklerini iddia ederek Yahudilere iftira attıklarını belirtmektedir.[886]
İbn Meymûn’un eserlerindeki vurgulardan nesh iddiasının İbn
Meymûn’un zihnini meşgul ettiğini görmek mümkündür.[887] O, on üç maddeden oluşan iman
esasları listesinde de Tevrat’ın vahiy oluşuna ve nesh edilmediğine dair özel
maddelere yer vermektedir. Listenin sekizinci maddesi, Tevrat’ın Allah’tan
gelişini (Tora min ha-Şamayim) yani Allah’ın sözü ve vahyi oluşunu ifade
etmektedir. İbn Meymûn, bu maddede bugün elimizde bulunan Tevrat’ın, Musa’ya
Sina’da verilen Tevrat ile aynı olduğunu ve bu şekilde inanılması gerektiğini
dile getirmektedir. Ona göre “Ham'ın oğulları: Kûş, Misrayim, Pût, Kenan.”[888] ayeti ile
“Karısı Matret'in kızı Mehetavel'di.”[889] ayeti arasında yine “Ben,
Tanrı Rab’bim.”[890] ile “Dinle
ey İsrail! Tanrı Rab tektir.”[891] ayetleri
arasında vahiy mahsulu oluşları açısından bir fark yoktur. O, Menaşşe’nin[892] “Tevrat
ağaç ve kabuktan (luzümsuz bilgilerden) oluşmuştur, bu tarihlerin ve
hikayelerin bir faydası yoktur ve Musa’nın derlemesidir.” şeklindeki
sözlerinden ötürü küfür ve nifakta bütün kafirlerden daha azılı olduğunu
belirtmektedir.[893]
İbn Meymûn’a göre Tevrat’ta gereksiz gibi gözüken detay
bilgilerin özel bir sebebi vardır. Ona göre Tevrat’ın her harfi bir hikmet ve
muhteşemlik barındırmaktadır.[894] O, Delâletü’l-Hâirîn’de
Tevrat’ta bahsedilen hikayelerin, kabile isimlerinin ve şecerelerin de çok
teferruatlı ve faydasız olduğu şeklindeki eleştirilere cevap vermekte ve her
birinin bir hikmetin olduğunu ifade etmektedir. Bu bağlamda o, faydasız
zannedilen detayların ya şeriatın bir kaidesini tasdik için ya da insanlar
arasında kötülük ve düşmanlıkları ıslah amaçlı nakledildiğini vurgulamaktadır.
İbn Meymûn, iman esasları listesinin dokuzuncu maddesini neshe
ayırmıştır. Yahudi tarihinde iman esasları listesi hazırlayan hemen hemen bütün
Yahudi din bilginlerinin listelerinde Tevrat’ın Allah’tan gelişi ve vahiy
mahsulu oluşu yer almaktadır. Tevrat’ın Allah’ın vahyi oluşu ile günümüzdeki
Tevrat’ın Sina’da verildiği şekliyle korunduğu anlamı kastedilse de İbn Meymûn,
diğer Yahudi din bilginlerinden farklı olarak Tevrat’ın değiştirilmediğini ve
onun yerine asla bir şeriat gelmeyeceğini müstakil bir madde olarak
sunmaktadır. Yahudi din bilginlerinin yaşadıkları dinî ve kültürel ortam,
hazırladıkları listelerdeki bazı maddelerde etkisini göstermektedir. Bu
çerçevede İbn Meymûn’un nesh maddesini listeye almasında İslam
toplumunun etkisi olduğu açıktır. İbn Meymûn’un nesh ile ilgili
dokuzuncu maddesi şu şekildedir:
Dokuzuncu kaide Nesh’tir. Yani Musa şeriatı
neshedilmeyecektir ve Allah tarafından da başka şeriat gelmeyecektir. Ne
tefsirinde ne de ayetinde onda bir artma ve eksilme olmayacaktır. (Yaratıcı)
“Ona bir şey eklemeyecek ve çıkarmayacaksınız”[895] buyurmuştur.[896]
İbn Meymûn’un eserlerinin birçok yerinde başka şeriat
gelmeyeceğine dair ifadeler görmek mümkündür. O, hem Tevrat’ın metninde hem de
onun yorumu sayılan sözlü Tora’da değişikliğin olmayacağını belirtmektedir.[897]
İbn Meymûn’un nesh konusunu sözlü Tora’yı da içine
alacak şekilde kullandığı bir diğer yer de Mişne Tora’dır. O, Tevrat’ı
inkâr eden (kofer be-Tora) üç grubu ve özelliklerini şu şekilde
sıralamaktadır:
Üç
grup, Tevrat’ı inkâr edenlerdir. [Birinci grup] “Tevrat, Tanrıdan gelmemiştir”
diyenler, hatta bir ayeti, hatta daha da ötesinde bir harfi bile. Biri dese ki
“Musa onu kendi ağzından söyledi.”, işte o adam Tevrat’ı inkâr etmiştir.
[İkinci grup] Benzer şekilde sözlü Tevrat diye anılan tefsirini reddedenler de
Tevrat’ı inkâr etmiştir. Aynı şekilde onu nakleden hahamları reddedenler de
Tevrat’ı inkâr etmiştir; Sadok ve Baytos gibi. [Üçüncü grup] “Bu Tora Tanrıdan
gelmesine rağmen nesholdu ve Yaratıcı falanca emri diğer bir emirle
değiştirdi.” diyenlerdir; Hıristiyanlar ve Müslümanlar gibi. İşte bütün bu üç grup
insan Tora’yı inkâr edenlerdir.[898]
Yukarıdaki ifadelerde dikkat çeken ayrıntı, İbn Meymûn’un
Tevrat’ın neshi konusunda Müslümanlarla Hıristiyanları bir arada zikretmesidir.
Muhtemelen burada Hıristiyanların zikredilmesinin sebebi, kutsallığına
inanmakla birlikte Tanah’ın hukukî geçerliliğinin sona erdiğine inanmalarıdır.
Benzer şekilde Tanah’ı Hz. İsa’ya ve Hıristiyan inancına dayanak teşkil edecek
şekilde yorumlamaları da Hıristiyanları bu kategoride değerlendirmesine sebep
olmuş olabilir.
Rabbanî Yahudiliğe göre Musa’ya Sina’da biri yazılı biri de
sözlü olmak üzere iki tür vahiy verilmiştir. Yahudi geleneğinde sözlü Tevrat (Tora
şe-baal pe) olarak bilinen Mişna, Gemara ve Midraşların vahiy mahsulu
olduğu düşüncesi Rabbanî geleneğin ve günümüzde de Ortodoks Yahudiliğin temel
inançlarından birisidir. Buna göre sadece Tevrat’ı değil sözlü Tevrat’ı da
inkâr edenler ve vahiy olduğuna inanmayanlar Tevrat’ı inkâr etmiş
sayılmaktadır. İbn Meymûn, Yemen Mektubu’nda, hem Tevrat’ta hahamlar tarafından
rivayet edilen tefsirinde (sözlü Tevrat) bir artma ve eksilmenin söz konusu
olmadığını vurgulamaktadır.[899] İbn
Meymûn’un dikkat çektiği bir nokta da bu özel vahyi alan Hz. Musa’nın bile
Tevrat’a herhangi bir müdahelesinin bulunmamasıdır. Metinde geçen “Biri dese ki
Musa onu kendi ağzından söyledi, işte o adam Tora’yı inkâr etmiştir.” ifadesi
bu duruma işaret etmektedir.
İbn Meymûn’un nesh’e değindiği bir diğer eseri de Yemen
Mektubu’dur. O, bu mektupta Tora’nın hükmünün kalkması için ancakMaamadHar
Sinay (Sina dağında Tanrı ile buluşma) gibi bir olayın olması gerektiğini
belirtmektedir. Ona göre ancak böyle bir özel buluşma neticesinde yeni şeriat
verilirse o zaman ona uyulabilir. İbn Meymûn, Musa’dan sonra bir şeriat ve
kitap gelmeyeceğini Allah’ın kendilerine bildirdiğini ifade ederek Yahudilerin
de şeriatın tamamında bir ekleme veya çıkarma yapmaktan men edildiklerini dile
getirmektedir.[900]
İbn Meymûn, peygamberlik iddiası ile ortaya çıkacak bir
şahsın Tevrat’ın emirlerinde ekleme ve çıkarma yapmamasının şart olduğunu
vurgulamaktadır.[901] Tevrat’ın
emirlerinde ebediyete kadar değişiklik olmayacağını belirten İbn Meymûn, ona
ekleme veya çıkarmada bulunan, kendince bir şeyler keşfeden, emirlerini normal
anlamları dışına çıkaran herkesi raşa‘ (kötü) ve apikoros
(zındık/sapkın) olarak nitelemektedir.[902] Metinde geçen “Tevrat’tan
kendince bir şeyler keşfeden ve emirlerini normal anlamları dışına çıkaran”
ifadeleriyle genellikle Hıristiyanlar anlaşılmaktadır. Özellikle Tanah’ın Yeni
Ahit çerçevesinde okunması ve sürekli olarak Hz. İsa’ya işaret eden yerler
tespit edilmesi bu bağlamda değerlendirilebilir. Buna paralel olarak Müslüman
reddiye yazarlarının Tevrat’tan Hz. Muhammed’e işaretler bulma çabaları da
anlaşılabilir.
Yemen Mektubu’nda Tevrat’ın ilk kelimesi Bereşit’in
ilk harfi bet’den son harfi olan /amed’ine[903] kadar Tevrat’ın tamamının
Allah kelamı olduğunu vurgulayan İbn Meymûn, onun neshedilmeyeceğini ve
değiştirilmeyeceğini, onda artma-eksilme olmayacağını ve başka şeriat
gelmeyeceğini tekrarlamaktadır.[904] Ayrıca
metinde vurgu yapılan bir diğer nokta da Hz. Musa’nın rolüdür. Tevrat, Musa
gibi Tanrı’yla yüz yüze konuşabilen birisi aracılığıyla gelmiştir.
İbn Meymûn, Daniel Kitabı’ndaki küçük boynuzla ilgili
vizyondan/ru’yetten bahsettiği yerde nesh konusuna değinmektedir. Orta Çağ
Yahudi geleneğinde küçük boynuzla İslam ve Hz. Muhammed kastedilmektedir.
Metinde küçük boynuzun insan gözü gibi gözleri, böbürlenerek konuşan bir ağza
sahip olduğu belirtilmektedir.[905] İbn
Meymûn’a göre ortaya çıkacak bu kişinin Musa şeriatının nesh edildiğini iddia
ederek onu değiştirmeye kalkacağı, Daniel’deki bu ifadelerle önceden
bildirilmiştir.[906]
İbn Meymûn, Yahudi toplumundaki statüsü gereği her türden
soruya muhatap olmaktadır. Bu sorulardan birisi de Rabbi Yohanan’ın “Tora ile
meşgul olan goyun katli vaciptir.”[907] sözü esas alınarak bir
Yahudinin goylara (Yahudi olmayanlara) Nuh’un yedi kanununun dışında bir
şeyi öğretip öğretemeyeceği hakkındadır. İbn Meymûn, bu soruya cevap verirken
Hıristiyan ve Müslümanlarla ilgili dikkat çekici bir tasnif yapmaktadır. O, bu
kuralın genel geçer bir kural olduğunu ve Yahudilerin hâkimiyeti altındaki
yabancıların Yahudiliği kabul etmedikleri müddetçe Tora’yı öğrenemeyeceklerini
belirtmektedir. İbn Meymûn, Hıristiyanları Yahudiliğe çekmek için onlara
Tevrat’ın emirlerinin öğretilebileceğini fakat Müslümanlara öğretmenin yasak
olduğunu dile getirmektedir. O, Müslümanların mevcut Tevrat’ın vahiy mahsulu
olduğuna inanmadıklarını, bu yüzden de onlara Tevrat öğretmenin caiz olmadığını
zikretmektedir. İbn Meymûn, Hıristiyanların Tevrat’ın bozulmadığına ve
değişmediğine inandıklarını, bununla birlikte Tevrat’ta kendilerince hatalı
te’vil ve tefsirlerde bulunarak yeni şeyler keşfetmeye[908] çalıştıklarını
nakletmektedir.[909]
İbn Meymûn’un bu fetvası birçok açıdan önemli yorumlar
içermektedir. Öncelikle Talmud’da geçen “Tora ile meşgul olan goyun katli
vaciptir.” ifadesine İbn Meymûn’un getirdiği yorum dikkat çekicidir. İbn
Meymûn, bunun bir kural olduğunu fakat doğrudan “Hayatına son verin” şeklinde
uygulanabilir bir emir olarak algılanmaması gerektiğini belirtmektedir. Burada
önemli olan ayrıntı o beldenin Yahudilerin hâkimiyetinde olup olmamasıdır.
Fetvada dikkat çeken ikinci husus da Hıristiyanları
Yahudiliğe kazanmak için onlara Tevrat’ın öğretilebileceğine cevaz vermesidir.
Her ne kadar kapalı bir yapıya sahip olsa da Yahudiliğin ihtidaya açık bir din
olduğu bir gerçektir. İbn Meymûn’un Hıristiyanları Yahudiliğe çekmek için
Tevrat’tan emirler öğretilmesini uygun görmesi önemli bir ayrıntıdır. O, bunun
sebebini “Sünnetsizler (Hıristiyanlar) Tevrat’ın metnine ve aynısı olduğuna
(değişmediğine) inanıyorlar.” şeklinde açıklamaktadır. Müslümanlara getirilen
yasak ise “Çünkü bildiğiniz gibi onların itikatlarına göre Tevrat vahiy mahsulu
değildir.” cümlesiyle dile getirilmektedir.[910] Metinde geçen
“bildiğiniz gibi” ifadesi de bu iddianın Yahudi geleneğindeki bilinilirliğini
ifade etmesi açısından önemli bir ayrıntıdır.
İbn Meymûn, Hıristiyanların ve Müslümanların dinlerini
yayma faaliyetleri çerçevesinde de nesh konusuna değinmektedir. Dünyanın dört
bir tarafında Müslümanlar ve Hıristiyanlar vesilesiyle Tevrat’ın emirlerinin
tanındığını ve konuşulduğunu belirten İbn Meymûn, şu ifadelere yer vermektedir:
Bu
emir ve yasaklar uzak diyarlarda birçok inatçı milletin arasında yaygınlaştı.
Onlar kendi aralarında bu meseleleri tartıştılar ve şöyle dediler
(Müslümanlar): “Bu emir ve yasaklar hak/doğru idi, ancak şu an itibariyle (bu
emir ve yasaklar) artık nesholundu (yürürlükten kaldırıldı) ve ebedi olarak
uygulanamaz”. Bazıları da (Hıristiyanlar) dediler ki: “Bu emir ve yasaklarda
gizli sırlar vardır ve basitçe anlaşılmaz. Mesih geldi ve bu gizli gerçekleri
ifşa etti”. Gerçek kral Mesih ortaya çıkıp başarılı olduğunda ve yücelip
tahtına kurulduğunda işte o zaman herkes bilecek ki meğer ataları onlara yalan
yanlış şeyleri miras bırakmış ve peygamberleri ve babaları da onları yanıltmış![911]
İbn Meymûn, fırsat bulduğu her yerde Tevrat’ın
değiştirilmediğine ve herhangi bir ekleme ve çıkarma olmadığına vurgu
yapmaktadır. Tevrat’ın doğuda da batıda birçok nüshası olup hiçbirinde çelişki
olmadığına dikkat çeken İbn Meymûn, genel bir farklılık bir kenara, bir
noktasında bile farklılık olmadığını vurgulamaktadır.[912] Dünyanın dört bir
tarafındaki Tevrat’ların birbirinin aynısı olması, İbn Meymûn için Tevrat’ın
değiştirilmediğinin en önemli delillerindendir.
Dünyadaki bütün Tevrat’ların birbirinin aynısı olması, bu
yüzden de -en azından tamamının- tahrif edilmesinin mümkün olmadığı Yahudi ve
Müslüman birçok bilgin tarafından dile getirilmiştir. İbn Sina da eserinde
benzer ifadelere yer vermektedir. O, dünyanın sayılmayacak kadar çok milleti
arasında, birbirinden uzak diyarlarda, düşünceleri farklı ve birbirlerine
düşman Yahudi ve Hıristiyanlar arasında yayılmış bir kitabın tamamen tahrif
olduğunu söylemenin mümkün olmadığını belirtmektedir.[913]
Burada ince bir ayrıntı söz konusudur. Hem İncillerin hem
de Tevrat’ın bugün yeryüzünde hiçbir farklılık göstermeden mevcut oluşu
Müslümanların iddialarının çürük olduğu anlamına gelmez. Tahrif iddiasını
dünyanın dört bir tarafındaki Tevrat’ların birbirinin aynısı olduğunu
söyleyerek yanıtlamak, Müslümanların iddialarını ya cehaletten ya da kasden
yanlış yorumlamaktan ileri gelmektedir. Müslümanlar bugünkü ve İbn Meymûn
zamanındaki Tevrat’ın son şekli verildiğinde tahrif edilmiş olarak derlendiğine
inanmaktadırlar. Buna göre Hz. Musa’ya verilen Tevrat değişik aşamalardan
geçerek Ezra zamanına gelmiştir. Ezra kendi zamanında dinde reform yaparak
Tevrat’ı da eldeki mevcut nüsha ve bilgilere göre yeniden derlemiş ve bu
Tevrat’ın Makkabiler Dönemi’ne kadar birçok versiyonu kullanılmıştır.
Makkabiler Dönemi’nde standart bir Tevrat metni oluşturulmuş ve Yahudi
cemaatlerine dağıtılmıştır. Böylece Yahudi dünyasında Tevrat’ın tek
versiyonunun kullanımı yaygınlaşmıştır.[914]
Bugün dünyanın dört bir tarafındaki bütün Tevrat
nüshalarının birbirinin aynısı olması Makkabiler dönemindeki bu resmî
(masoratik) metnin oluşturulmasına dayanmaktadır.[915] Müslümanların tahrif iddiası
ise Makkabiler dönemindeki bu resmi masoretik metnin oluşturulmasından önceki
döneme aittir. Yani Müslümanlar bu metnin tahrif edilmiş bir şekilde resmiyet
kazanıp yaygınlaştığını iddia etmektedir.[916] Bu yüzden Yahudi ve
Hıristiyanların günümüze kadar ulaşan eski Tevrat ve İncil yazmalarında hiç
fark olmadığını dile getirmeleri öncelikle doğru bir bilgi değil ikinci olarak
da tahrif eleştirisini çarpıtarak baştan savma girişimidir.
Diğer taraftan tahrif iddiasının beşâirü’n-nübüvve
iddiasıyla temellendirilmesi sağlıklı değildir. İbn Meymun’un da ifade ettiği
gibi Tevrat, Hz. Muhammed’den asırlar önce Süryaniceye, Yunancaya ve diğer
dillere çevrilmiş ve her tarafta yaygınlaşmıştır. Yukarıda da belirtildiği
üzere bugün elimizde bulunan Tevrat, MÖ.
II.
yüzyılda
resmileşmiştir. Tevrat’ın standart bir metne kavuşması esnasında bu işle
görevli kişilerin yaklaşık sekiz asır sonra ortaya çıkacak Hz. Muhammed’le
ilgili bilgileri sildiklerini iddia etmek mantıklı değildir. Bu yüzden tahrif
iddiasıyla beşâirü’n-nübüvve iddialarının ayrı değerlendirilmesi
gerekmektedir. Ayrıca Kur’an veya hadislerde Yahudilerin, Hz. Muhammed’in
ismini Tevrat’tan sildiklerine dair bir bilgi yer almamaktadır.
V. İbn
Meymûn’a göre Allah Kelimesinin Kutsallığı
Yahudiliğin hemen her alanında soruya muhatap olan İbn
Meymûn’a sorulan sorulardan biri “Müslümanlar tarafından kullanılan Allah
kelimesi Tanrı’nın isimlerinden midir ve bu ismi silmekte sakınca var mıdır?”
şeklindedir. Sorunun iyi anlaşılması için konuyla ilgili iki ayrıntının açığa
kavuşturulması gerekmektedir. Bunlardan ilki, isim ve sıfat arasındaki farka
yapılan vurgudur. Yahudi geleneğinde aynen İslam geleneğinde olduğu gibi Allah
için kullanılan sıfatlar mevcuttur. Örneğin Arapça’daki Rahman ve Rahim
kelimeleri yerine İbranice’de Rahman ve Rahum kelimeleri kullanılmaktadır.
İslamî gelenekte her ne kadar sıfat anlamları olsa da Rahman ve Rahim
kelimeleri isim olarak değerlendirilirken, Yahudilik’te Rahman ve Rahum,
Tanrı’nın isimleri değil sıfatlarıdır. Bu bağlamda soruyu soran kişi, Allah
kelimesinin Tanrı’nın ismi mi sıfatı mı olduğunu sormaktadır.
Meselenin bir diğer yönü de Allah kelimesinin Tanrı’nın
ismi mi sıfatı mı olduğu sorusuna verilecek cevabın, Yahudilik’te farklı hukuki
sonuçları doğurmasıdır. Rabbanî geleneğe göre Tanrı’nın yedi adet özel ismi
vardır. Bunlar Yahve Adonay, El, Eloha, Elohim, Ehye, Şedday ve Sıvaot’tur9V7
Buna göre bu isimler Tanrı’nın özel isimleri olup sıfatı değildir. Yahudi
hukukuna göre bu isimleri silmek, bu isimlerin yazılı olduğu kâğıtları yakmak
ve yıkanma yerlerinde telaffuz etmek yasaktır.[917] [918] Yahudi hukukunda bu konuyla
ilgili detaylı düzenlemeler mevcuttur. Örneğin bu isimler bir camda, tenekede
yazılı veya kazılı olursa bu malzemeler yakılamaz ve eritilemez. Ayrıca bu
isimlerin önünde harf olursa o harfleri (le-elohim kelimesindeki -le
harfi gibi) silmek caizken, bu isimlerin sonuna gelen harfleri (eloheyhem
kelimesindeki -hem eki gibi) silmek yasaktır.[919]
Bilindiği üzere Yahudiler sinagoglarda özellikle tavan
aralarında Tanrının bu yedi isminin geçtiği evrakları saklamışlar ve bu yerlere
de saklama yeri anlamında geniza denilmiştir. Bu evraklar, içinde bu
isimlerin olması sebebiyle atılması, yakılması ve üzerlerinin silinmesi Yahudi
hukukuna göre yasak olan belgelerdir. Bu açıklamalardan sonra soruyu “Allah
kelimesi Tanrı’nın bir sıfatı mıdır yoksa özel ismi midir?” şeklinde
sorabiliriz.
İbn Meymûn, Allah kelimesinin yaratıcı için kullanılan
diğer sıfatlar gibi bir sıfat olduğunu bu yüzden de silinmesinin ve yıkanma
yerlerinde telaffuz edilmesinin caiz olduğunu ifade etmektedir.[920] O, Allah
kelimesini elihe (ilahlık yapmak) kökünden ma‘bûd anlamında bir
sıfat gibi düşünmektedir. Fakat burada dikkat çeken nokta onun Allah kelimesini
sıfat olarak değerlendirirken, Allah kelimesi ile aynı kökten gelen Eloha
ve Elohim kelimelerini Yahudilikte silinmesi yasak olan Tanrı’nın özel
isimleri olarak zikretmesidir. Bunun sebebi, Allah kelimesinin Araplar
tarafından İslam öncesinde politeist bir bağlamda kullanılıyor olması ve
yaratıcı Tanrı olarak tevhid bağlamında kullanımın İslam’la gerçekleşmesidir.
Kaaatimizce temel sebep, bu kullanımın Yahudi kökenli olmayışıdır.
Her ne kadar İbn Meymûn, fetvasında Allah kelimesinin
silinebileceğini ve yıkanma yerlerinde zikredilebileceğini ifade etse de bu
fetvada hakaret anlamı bulunmamaktadır. Yani o, Allah kelimesini küçümsememekte
sadece sıfat ve özel isim bağlamında bu değerlendirmeyi yapmaktadır. Bu açıdan
bakıldığında Yahudilikte Tanrı için kullanılan ve özel isim olmayan sıfatlar da
(Rahman ve Rahum gibi) Allah kelimesiyle aynı muameleye tabidir.
Bu konunun günümüz İsrail’inde, Araplarla birlikte yaşayan
Yahudiler açısından da güncelliğini koruduğuna şahit olmaktayız. İsrail’de bir
hahama sorulan “Allah kelimesinin kutsallığı var mıdır? Duvarlara Filistinliler
tarafından yazılan ve içinde Allah kelimesi barındıran ayet ve sloganları
silebilir miyiz?” şeklindeki soru meselenin günümüzde de ne kadar canlı bir
karşılığının olduğunu göstermesi açısından dikkat çekicidir. Haham da İbn
Meymûn’un verdiği fetvayı naklederek duvarlardaki yazıların silinmesinde bir
sakınca olmadığını, çünkü Allah kelimesinin silinmesi yasak özel isimlerden
biri değil bilakis Tanrı için kullanılan bir sıfat olduğunu ifade etmektedir.[921]
Allah kelimesinin yedi özel isimden biri olup olmadığı
tartışması Yemen Yahudileri arasında da görülmektedir. Son dönem Yemen
Yahudilerinin ileri gelenlerinden Yosef Kafih’e “Allah ismi silinemez
isimlerden birisi midir?” şeklinde bir soru sorulmuştur. Kafih, cevabında
ilginç bilgiler aktarmaktadır. Buna göre Yemen Yahudi bilginlerinden bazıları
Allah kelimesini yedi özel isimden kabul etmekte ve Eloha kelimesinin
bozuk telaffuzla söylenmiş hali olarak görmektedirler. Kafih ise bu iddianın
doğru olmadığını, Allah kelimesinin Arapça’da ma‘bûd (kendisine ibadet
edilen) anlamına geldiğini, bu yüzden de isim değil sıfat olduğunu ifade
etmektedir.[922]
İbn Meymûn’un Allah kelimesiyle ilgili fetvasının tahkir
amaçlı olmadığının bir diğer göstergesi onun yazılarıdır. O, eserlerinde
sürekli olarak yaratıcı tek Tanrı için Allah kelimesi kullanmaktadır. Allah
kelimesinin Orta Çağ Yahudileri arasında değerli olduğunun bir diğer göstergesi
de Allah adı kullanılarak yapılan yeminler hakkında Yahudi din adamlarının
verdikleri fetvalardır. Özellikle Orta Çağ’da Müslüman toplumlarda yaşayan
Yahudiler, din adamlarına Allah’ın adıyla yapılan yeminleri sormuşlardır.
Yahudi fetva literatürü bu tür sorularla doludur. Buna göre Allah’ın adını
anarak yapılan yeminler geçerlidir ve çok ağır yeminlerdir. Bu yeminler, Yahudi
hukukunda ciddi bir sorumluluk ve ehemmiyet gerektiren ve hukukî karşılığı olan
yeminler olarak görülmüştür.[923]
Allah kelimesi, Orta Çağ Yahudi bilginlerinin en fazla
kullandıkları kelimelerin başında gelmektedir. Rav Saadya Gaon, Arapça Tevrat
çevirisinde Yahve isminin geçtiği yerleri Allah şeklinde çevirmiştir. Yahudi
din bilginlerinin eserlerine bakıldığında Allah kelimesinin geçtiği yerler
yaratıcı ilah bağlamında kullanılmakta ve kelimenin küçük düşürücü bir anlamı
bulunmamaktadır.
Yahudiler kendilerini Tanrının seçilmiş halkı
görmektedirler. Bu yüzden Yahudiler dünya düzeninde ve ilahi planda çok özel
bir yere sahip olup, diğer bütün halklar bu kutsallıktan mahrum kitleler olarak
değerlendirilmektedir. Yahudi geleneğine göre insanlar Yahudiler ve Yahudi
olmayanlar olarak ikiye ayrılır. Yahudi olmayanların arasında ayrıma
gidildiğinde ise Müslümanların, Yahudiliğe en yakın inanç grubu olarak
konumlandığı görülmektedir. Öte taraftan her ne kadar Tevrat’ın tahrif olduğuna
inanmasalar da Yahudi kaynaklarında Hıristiyanlardan putperest olarak
bahsedilmektedir.
Yahudi dinî literatüründe Yahudi olmayanları ifade etmek
üzere özel terimler mevcuttur. Bu bölümde bu terimlerin açıklaması ve kullanım
yerleri üzerinde durulacaktır.
I. Yahudilikte Yahudi
Olmayanlar İçin Kullanılan Kavramlar
Yahudi geleneğinde Yahudi olmayanlar için kullanılan temel
kavramlar; oved avoda zara (putperest), goy (Yahudi olmayan), nohri
(yabancı), ger toşav (yerleşik yabancı), ben Noah (Nuhî), hasidey
umot ha-olam (dünya milletlerinin dindarları), oved gilulim
(putperestler), oved elilim (putperest), akum[924] (gök cisimlerine tapanlar), kutim
(Samiriler), edomî (Hıristiyan), yişmaelîm (Müslümanlar/Araplar) arelim
(sünnetsizler/ Hıristiyanlar), kofer (kâfir), anusim (zorla din
değiştirenler), minim (heretikler), apikoros (zındık/heretik), meşumad
(mürted) ve mumar’dır (mürted).[925] Yahudi hukukuna göre
yönetilen yerlerde bu grupların her birisi için uygulanacak farklı hukukî
düzenlemeler mevcuttur.
Avoda zara, Yahudi
hukukunun en temel kavramlarından biridir. İbadet anlamındaki avoda ile
yabancı anlamındaki zara kelimelerinin birleşiminden oluşan bu terim,
Allah’tan başka tanrılara tapmak anlamına gelmektedir. Bu kavram bazen
oved avoda zara92 (putperest) şeklinde kullanılmaktadır. İbn
Meymûn’un eserleri incelendiğinde, onun ovdey avoda zara tabirini
Müslümanlar için hiç kullanmadığı görülmektedir. Bilakis, Yahudiliğe geçen
Ovadya’ya gönderdiği cevabî mektupta açık bir şekilde Müslümanların ovdey
avoda zara olmadıklarını ifade etmektedir.
Yahudi olmayanlar için kullanılan kavramlardan biri de goy‘dur
(çoğulu goyim). Ulus, millet anlamlarına gelen goy, Yahudi olmayan
herkes için kullanılan genel bir isimlendirmedir. Bununla birlikte, bu kavramın
Tevrat’ta Yahudiler için de kullanıldığı görülmektedir. Tanrı İbrahim’e soyunu
büyük bir ulus (goy gadol) yapacağını vaat etmektedir.[926] [927] Ayrıca
İsrailoğulları Tanrı tarafından kutsal bir ulus (goy kadoş) olarak
isimlendirilmektedir.[928] Yahudi
geleneğinde bu terim, daha sonra Yahudi olmayan herkesi ifade etmek için
kullanılmıştır. Bu anlamda Yahudilik dışındaki bütün milletler ve din
mensupları, inançlarının tevhide yakınlığı dikkate alınmaksızın goy
olarak nitelendirilir. Bu nedenle, putperest olarak görülmemesine rağmen
Müslümanlar da putlara tapanlar gibi goyim olarak isimlendirilmektedir.
Yabancı anlamına gelen nohri, genellikle
ticaret amacıyla başka beldelerden İsrail topraklarına gelen ve geçici olarak
ikamet eden kimseler için kullanılmaktadır.[929] İbn Meymûn, Mişne Tora’
da goy ve nohri terimlerini eş anlamlı olarak kullanmaktadır.[930] Bunlar aslî
vatanlarıyla irtibatlarını tamamen kesmemiş kişilerdir.[931] Nohrilerle ilgili bazı özel
hukukî düzenlemeler mevcuttur.[932] Buna göre
bir yabancı İsrail toplumuna yönetici olamaz.[933] Yedi yılda bir bütün
İsraillilerin birbirlerine olan borçları düşerken yabancının borcu düşmez.[934] Yabancıya
tefecilik yapılıp faiz alınabilir.[935] Koşer olmayan et yabancıya
satılabilir.[936]
Yahudiliği kabul ederek İsrail topluluğuna katılan kişiler[937] için
kullanılan ger, Tevrat’ta bazen yabancı, bazen de İsrailoğullarının
inancını kabul eden anlamında kullanılmaktadır.[938] Bu kavramın sözlük anlamı
başka bir milletin arasında yaşayan yabancı anlamındadır. Ger kelimesi
ile Arapça’daki jt> (câr) kelimesi arasında ilişki kurulmuştur. Ger kendi
milletinden olmayan bir milletin siyasi otoritesi altında yaşayan yabancılar
için de kullanılmaktadır.'[939] Bu bağlamda Tevrat, İsrailoğullarının Mısır’da ger
(yabancı) olduklarını bildirmektedir.[940] Tevrat’ın kaydına göre İsrail
toplumuna karışan ilk gerler Mısır çıkışı İsrail oğulları ile birlikte
çıkan insanlardır.[941] İkisi de
yabancı anlamına gelmekle birlikte nohri ile ger kavramları
arasında fark bulunmaktadır. Aradaki temel fark, nohri’nin asıl ikamet
ettiği vatanını terk etmemesi ve İsrail toprağında geçici olarak bulunmasıdır. Ger
ise İsrail toplumunun bir parçası olmak üzere eski vatanı ile irtibatını
kesmiştir.[942]
Ger’in hem yabancı hem
de Yahudiliği seçen anlamında kullanılması sonucu bu kelimeden iki ayrı terim
doğmuştur. Bunlar ger tsedek ve ger toşav’dır.[943] Ger
tsedek terimi, Yahudiliği seçen başka milletlerden insanlar için
kullanılmaktadır. Bu insanlar İsrail toplumun bir ferdi sayılarak her açıdan
Yahudi kabul edilirler.[944] Yahudi
geleneğinde bir kural olarak Yahudi olana geçmişi hatırlatılmaz.[945] Bununla
birlikte siyasi endişelerden ötürü sonradan Yahudi olanların birkaç nesil
geçmeden İsrail toplumunda yönetici olarak görev yapmalarına izin
verilmemiştir.[946] Yahudi
geleneğinde Hz. İbrahim, Yahudiliği kabul eden bütün ger tsedek’lerin
manevi babası kabul edilmektedir.[947] Bu yüzden Yahudiliği seçen
kişi baba ismi olarak Avraham, anne adı olarak Hz. İbrahim’in eşinin adı olan
Sara ismini alır.[948] Böylelikle
sonradan Yahudi olanlar için Avraham-Sara ikilisi manevi ebeveyn olarak kabul
edilir.[949] Yahudiliği
seçen yabancıların Hz. İbrahim’in manevi evlatları oluşunu İbn Meymûn’un
yazılarında da görmek mümkündür.[950]
Ger kelimesinden
türetilen ikinci terim, ger toşavdır.[951] Sözlük
anlamı “yabancı” olan ger kelimesi ile “ikamet etme” anlamına gelen toşav
kelimesinin terkibinden oluşan bu terim, putperestliği reddederek Nuh’un yedi
kanununu kabul eden ve İsrail otoritesi altında yaşayan yabancılar için
kullanılmaktadır.[952] Ger
toşav, Nuh’un yedi kanunu uygulamak üzere üç Yahudi bilgininin önünde söz
vererek bu statüyü elde etmekte ve kendisine İsrail topraklarında ikamet izni
verilmektedir.[953] Özellikle
ticaret amacıyla Yahudi yönetimi altındaki bölgelere gelen bu insanlar, bir
nevi eman alarak can ve mal güvenliğine sahip olmaktadır. Ger toşav
statüsü, bazı araştırmacılar tarafından, putperestliği reddetmesi ve temel
ahlakî kriterleri yerine getirmesi sebebiyle ihtidanın bir çeşidi olarak
görülmektedir.[954]
Ger toşav statüsü için
o bölgenin siyasi olarak Yahudilerin egemenliği altında olması gerekli
görülmüştür. Bu yüzden bazı araştırmacılar ger toşavın tarihte geçerli
sayıldığı tek dönemin, I. Mabed Dönemi’nde İsrailoğullarının her bir
kabilesinin Filistin topraklarında ayrı ayrı bölgelerde otorite olarak hüküm
sürdüğü dönem olduğunu belirtmişlerdir.[955] Öte yandan İsrail otoritesi
altında yaşayan Müslümanların putperest olmadıkları için otomatik olarak ger
toşav statüsünde olacağı ifade edilmiştir.[956] Bu ise yukarıdaki tespitle
çelişmektedir. Ger toşav statüsü sadece I. Mabed Dönemi’nde geçerli ise
Müslümanlar için kullanımı kronolojik olarak mümkün değildir. Fakat herhangi
bir zaman kaydı yapılmaksızın Müslümanların bu gruba girdiği kastedilmiş
olabilir.
Talmud’da ger toşav’ın ne olduğu ile ilgili üç temel
görüşe yer verilmektedir. Bunlardan ilki Rabbi Meir’in görüşüdür ki buna göre ger
toşav üç Yahudi bilginin önünde putlara tapmayacağına dair beyanda bulunan
yabancı kişiye denir. İkinci görüşe göre ger toşav, Nuh’un yedi kanununa
göre yaşamayı kabul eden yabancılara denir. Üçüncü görüşe göre ise ger toşav,
murdar et yememe kuralı hariç Tevrat’ın bütün kurallarını kabul eden
yabancılara denir.[957] Tannaim[958] ger
toşavın üç Yahudi din bilginin (haverim) önünde yemin etmesi
hususunda ittifak halindedirler. Ayrıldıkları konu ise ger toşav’ın
hangi kurallara uyması hususundadır.[959] Ayrıca ger toşavın
sünnet olması gerektiği ve on iki ay içerisinde sünnet olmayan ger toşav
için putperest muamelesi yapılacağı belirtilmiştir.[960]
İbn Meymûn Mişne Tora’da ger toşav’ın
statüsünü şu şekilde açıklamaktadır:
Ger
toşav kimdir? Putlara tapmamayı ve diğer
Nuh kanunlarına uymayı kabul eden goydur. Bu kimse sünnet olmaz ve
mikveye girmez. O bu şekilde kabul edilir ve dünya milletlerinin dindarlarından
sayılır. Peki, neden toşav diye isimlendirilmiştir? Çünkü bize, bu
kimseyi aramızda, İsrail toprağında iskân ettirmeye izin verilmiştir de ondan.[961]
İbn Meymûn’un ger toşav statüsü verilen kişiden
sünnet ve mikve şartı aranmayacağına dair ifadeleri önemlidir. O, Nuh’un yedi
kanunun kabul eden ger toşavın imal ettiği içkiyi içmenin yasak, fakat o
içkiden gelir elde etmenin caiz olduğunu dile getirmektedir.[962]
Yahudi olmayanları ifade etmek üzere kullanılan
kavramlardan bir diğeri ben Noah (çoğulu bney Noahytır[963] Nuhî anlamına gelen
bu kavram, Hz. Nuh’a verilen yedi esasa uyan kişiler için kullanılmaktadır. Nuh
kanunları olarak bilinen bu esaslar ilk olarak Tosefta’da zikredilmektedir.[964] Bunlar;
şirkten uzak durmak, küfre girmemek, kan dökmemek, zina etmemek, hırsızlık
yapmamak, canlı hayvandan et koparmamak ve adaleti tesis edecek bir sistem
kurmaktır.[965] İbn Meymûn,
Nuh’un yedi esasını kabul edip, onlara uyarak yaşayanların gelecek dünyadan
nasibinin olduğunu ifade etmektedir.[966] Ona göre bu kurallardan altı
tanesi ilk insana emredilmiştir. Canlı hayvandan et koparmamak ise Nuh ile
birlikte yürürlüğe girmiştir.[967]
Yahudi hukukuna göre nuhî ile ger toşav
arasında bazı farklar mevcuttur. Ger toşavın üç Yahudi din bilginin
önünde yemin ederek Nuh kanunlarını uyulması gereken zorunlu kurallar olarak
bilmesi ve tanıması şart iken bu durum nuhî için geçerli değildir.[968] İbn Meymûn,
Nuh kanunlarını kendi aklî çıkarımları ile uygulayanların ger toşav
olmayacağını bilakis bu kuralların ilahi emir olarak kabul edilmesi gerektiğini
ifade etmektedir.[969] Nuhî ise bu
kuralları evrensel ahlaki değerler olarak kendi isteğiyle yerine getirmektedir.[970] Bir diğer
fark da ger toşav statüsünün İsrail toprağı/İsrail hâkimiyetiyle sınırlı
olmasıdır. Nuhî için ise mekân kaydı yoktur.[971]
Nuh kanunlarını yerine getirenler için kullanılan bir diğer
kavram da “dünya milletlerinin dindarları” anlamına gelen hasidey umot
ha-olamdır. Bu kavram Zohar’da Yahudilere yardımcı olan ve nefret
beslemeyen insanlar için kullanılmaktadır.[972] İbn Meymûn’a göre Nuh’un yedi
emrini ilahî emirler olarak kabul eden herkes “dünya milletlerinin
dindarları”ndandır ve gelecek dünyadan nasibi vardır.[973]
II. İbn Meymûn’un
Müslümanlar için Kullandığı İfadeler
Daha önce de belirtildiği üzere İbn Meymûn, hayatının
tamamını İslam hâkimiyetindeki beldelerde geçirmiştir. O, Arapların dışında
başka milletlerin de Müslüman olduğunu bilmekle birlikte kendi bireysel
tecrübesi ve İslam algısı Araplar üzerinden olmuştur. Bundan ötürü İbn
Meymûn’un eserlerinde Müslümanlardan bahsedilirken birinci derecede Araplar
kastedilmektedir.
İbn Meymûn’un Müslümanları ifade etmek üzere kullandığı
kavramların çoğu aslında Arapları ifade etmek için kullanılan kavramlardır. Bu
kavramlar; Yişmaelîm (İsmailoğulları), Muslimûn (Müslümanlar), Hagrîm
(Haceroğulları), Millet-i İslam (İslam Milleti), Millet-i Yişmael
(İsmail Milleti), Bney Ketura (Keturaoğulları) ve Müslüman olan
Yahudiler için Poş‘ey Yisrael/Riş‘ey Yisrael (İsrail’in günahkârları)’dir.[974]
İbranice Yişmael kelimesinin çoğulu olan Yişmaelîm
tabiri, İsmailoğulları anlamına gelmektedir.[975] Yahudi geleneğinde Hz.
İbrahim’in Sara’dan olma oğlu İshak Yahudilerin atası sayılırken, cariyesi
Hacer’den olma İsmail Arapların atası olarak kabul edilmektedir. Rabbanî
gelenekte Yişmaelîm (İsmailoğulları), Müslüman Arapları nitelemek için
kullanılan en yaygın isim olmuştur.[976]
Yahudi dinî literatürü incelendiğinde İsmail ile ilgili
anlatımlarda olumlu- olumsuz her tür bakış açısını görmek mümkündür. Örneğin
Tanrı’nın, İsmail’in soyunu kutsayacağı ve sayısını çoğaltarak ondan büyük bir
ümmet çıkaracağını vaad etmesi, olumlu ifadelerdir. İsmail’in on üç yaşındayken
sünnet olması, sünneti tatbik etmesi açısından yine olumlu bulunmaktadır.
Bununla birlikte İshak’ın sekiz günlükken sünnet olmasına kıyaslandığında
küçümsenmektedir. İsmail’in olumlu olarak resmedildiği bir diğer kaynak da
Filistin (Kudüs) Talmudu’dur. Bu eserde Tanah’ta anlatıldığı üzere doğmadan
önce isimleri konan dört kişiden bahsedilmektedir. Bu kişiler İshak,[977] İsmail,[978] Yeşa‘yahu[979] ve
Şlomo’dur[980]. Eserde bu
isimler zikredildikten sonra “Dürüst insanların durumu işte bu şekildedir.”
ifadesi kullanılmaktadır.[981]
İsmail’in Hacer ile birlikte evden uzaklaştırılması, Mısır
kökenli bir kızla evlendirilmesi, çölde hayat sürmesi ve vahşi yaşantı sahibi
insan olarak tanımlanması dikkat çekmektedir. Tevrat, İsmail’den bahsederken pere
adam yani asi, vahşi, yabani adam nitelemesi yapmaktadır.[982] Tekvin
kitabında İsmail için kullanılan “Hem onun eli herkese karşı, hem de herkesin
eli ona karşı olacak.”[983] ifadeleri
başka milletlerle savaşacağı şeklinde yorumlanmıştır. Rabbanî gelenekteki bir
yoruma göre “onun eli herkese karşı” ifadesi hırsızlıkla ilişkilendirmiştir.
Tanrı dünya milletlerine Tevrat’ı sunduğunda İsmailoğulları Tanrıya içinde ne
olduğunu sormuşlar, Tanrı da “çalmayacaksın” emrinin olduğunu bildirmiştir.
İsmailoğulları, hırsızlıkla ilgili zaaflarından dolayı Tevrat’ı almaya
yanaşmamışlardır.[984] İslam’ın
ortaya çıkışından sonra ise İsmail, Yahudiler için İslam’ın prototipi haline
gelmiştir.[985] Tevrat’ta
zikredilen İsmailoğullarının elinin herkesin elinin üzerinde olması, bazı
reddiye eserlerinde İsmailoğullarının diğer milletlere hükmetmesi olarak
yorumlanmıştır.[986]
Eserlerinin geneline bakıldığında İbn Meymûn’un
Müslümanları ifade etmek için en sık kullandığı tabirin Yişmaelîm olduğu
görülmektedir. O, bu isimlendirmeyi daha çok içkiyle ilgili fetvalarda
kullanmaktadır.[987] İbn
Meymûn’un Müslümanlardan Yişmaelîm (İsmailoğulları) şeklinde bahsettiği
bir diğer yer de Ovadya’ya gönderdiği mektuptur. O, mektupta Yişmaelîmin
(Müslümanlar) putperest olmadığını dile getirmektedir.[988] Burada ifadenin bağlamından,
İbn Meymûn’un Yişmaelîm ifadesiyle doğrudan dini bir grup olarak
Müslümanları kastettiği anlaşılmaktadır.
İbn Meymûn, İskenderiye Yahudi cemaatinin dayanı Pinhas’a
gönderdiği mektupta da Yişmaelîm ifadesini kullanmaktadır.[989] O,
mektubunda Yahudi hukuku ile ilgili değişik konulara değinmektedir. Mektubun
girişinde kızgın bir şekilde, bazı Yahudilerin, cinsel ilişkiden sonra gusul,
Tevrat okumadan önce de abdest benzeri
temizlenme uygulamalarından dolayı kendilerine “Bunları
Yişmaelim’den mi (Müslümanlar) öğrendiniz?” diyerek alay ettiklerini
nakletmektedir. Irak ve Endülüs’teki Yahudilerin gusul ve abdest geleneklerini
devam ettirdiklerine değinen İbn Meymûn, bunun kültürel olarak atalarından
kaldığını, Hıristiyan memleketlerinde yaşayan Yahudilerin bu geleneğe sahip
olmadıklarını belirtmektedir. Kendisinin de Endülüs Yahudi geleneğinden gelen
birisi olarak atalarının töresini (minhag) devam ettirdiğini ifade eden
İbn Meymûn, gusul ve abdest benzeri uygulamaların bir zorunluluk olmadığını,
herkesin bulunduğu beldedeki adetleri devam ettirmesi gerektiğini
belirtmektedir. İbn Meymûn “Kişi ister Yişmaelim (Müslümanların)
arasında temizlenme âdetlerini yapsın, isterse sünnetsizlerin (Hıristiyanlar)
arasında olup bu adetleri yapmasın, her halükarda atalarının adetlerini
değiştirmesin.”[990]
cümleleriyle geleneklerini devam ettirmelerini tavsiye etmektedir.
İbn Meymûn, aynı mektubun ilerleyen satırlarında Hıristiyan
bölgelerdeki Yahudi dayanların uygulamalarına değinirken Müslüman
kadıların ve fakihlerin teferruatlı ve sistemleşmiş fetva geleneğini ve
Müslümanların yargılama usulünü örnek vermektedir.[991] O burada da Müslümanlardan
bahsederken Yişmaelîm ifadesini tercih etmektedir.
Bu tabir, bazen İbranice formuyla ha-Yişmaelîm
şekliyle kullanılırken bazen de Judeo-Arabic yazı türünün bir özelliği olaral el-Yişmaelîm
şeklinde kullanılmaktadır. Yemen Mektubu’nda İbn Meymûn, Müslümanların ve
Hıristiyanların Hz. Musa’nın peygamberliğini tasdik ettiklerini ifade ederken
Müslümanlardan el-Yişmaelîm şeklinde bahsetmektedir.[992] İbn Meymûn bu örneklerin
dışında da pek çok kez bu tabiri kullanmaktadır.
İbn Meymûn’un Müslümanları ifade etmek üzere kullandığı
isimlerden biri de Muslimûn/Muslimîri dır93 O, bu
isimlendirmeyi beşairü’n-nübüvve’ye dair açıklamalar yaparken
kullanmaktadır. İbn Meymûn, Müslümanların (muslimûn) da bu delilleri
ciddiye almadıklarını ifade etmektedir.[993] [994]
İbn Meymûn, Yemen Mektubu’nun son bölümünde Yahudi
cemaatleri arasında çıkan sahte Mesihlere örnek verirken de bu isimlendirmeyi
tercih etmektedir. Endülüs’ten Fas’a gelen Moşe Dar‘î’den bahseden İbn Meymûn,
bazı sözlerinin doğru çıkması sebebiyle insanların ona güvendiğini
nakletmektedir. İbn Meymûn’un nakline göre, insanlar nazarında hüsn-ü kabul
gördüğünü fark eden Moşe Dar‘î, Mesih’in o sene geleceğini söyleyerek
Yahudilerden mülklerini satmalarını, ayrıca Mesih geldiğinde geri ödemelerine
gerek kalmayacağı için on katı faizle Müslümanlardan borç almalarını
sağlamıştır. Yahudi cemaatinden birçok kişinin evini sattığını ve ihtiyaçları
olmadığı halde Müslümanlardan borçlandığını anlatan İbn Meymûn, Mesih
gelmeyince Yahudilerin borçlar altında ezildiğini ve çok sıkıntı çektiklerini
ifade etmektedir. İbn Meymûn burada Yahudilerin Müslümanlardan borç almalarını
ifade ederken Muslimîn kelimesini kullanmaktadır.[995]
İbn Meymûn, Muslimîn kelimesini bir Yahudi bilgini
olan ve eş-Şeyh es-Sika namıyla bilinen kayınpederi Mişael Hal evi’ye
gönderdiği mektupta da kullanmaktadır.[996] O, bu mektupta, Mısır’da
Yahudilikten İslam’a geçen bir kadına ait ketubanın Müslümanların kadılarına (kâdi
’l-Muslimîn) gösterilmemesi gerektiğini ifade etmektedir.[997]
İbn Meymûn’un Muslimîn kelimesini, İskenderiyeli
astım hastası bir aristokrat için kaleme aldığı Makale fi’r-Rebv adlı
risalede de kullanmaktadır. Risalede Fas’tayken duyduğu bir rivayeti nakleden
İbn Meymûn, Murabıtların lideri Ali ibn Yusuf bin Tâşfin’den (ö. 1143) “Emiru’l-Muslimîri”
şeklinde bahsetmektedir.[998] Burada
İbn Meymûn’un Murabıtlar tarafından kendi liderleri için kullandıkları
isimlendirmeye uygun olarak bu ifadeyi kullandığı görülmektedir.[999]
Görüldüğü üzere Muslimûn kelimesi Yahudiler arasında
kullanılan ve metinlerde sıkça geçen bir kelimedir. Özellikle İbn Meymûn’a
gönderilen sorularda Muslimûn kelimesinin yoğun olarak kullanıldığı
görülmektedir.[1000] İbn Meymûn
ise cevaplarını genelde kısa tuttuğu için bu kelimeye sınırlı sayıda yer
vermektedir. Bunun sebebi ihtiyat ve korku değil, cevaplarda doğrudan kelimenin
kullanılmasını gerektirecek bir durumun olmaması ve onun Yişmaelîm gibi
daha yaygın kullanılan kelimeleri tercih etmesidir.
İbn Meymûn tarafından Müslümanları ifade etmek için
kullanılan bir diğer isim, Haceroğulları anlamına gelen Hagrîm’dir.[1001] Bu isimlendirme, Hz.
İbrahim’in cariyesi Hacer’e nispetle kullanılmaktadır.[1002] Hagrîm
kelimesi, Tanah’ta bir kabile ve soyu ifade etmek üzere birkaç kez
kullanılmaktadır. Mezmurlar kitabında Asaf’ın, Edom, İsmailoğulları, Moav ve
Haceroğulları (ahaley Edom ve Yişmaelim Moav ve Hagrîm) hakkındaki
bedduası anlatılmaktadır.[1003] Burada
ilginç bir şekilde Yişmaelîm ve Hagrîm kelimeleri ayrı ayrı
topluluklar için kullanılmıştır. Yine I. Tarihler kitabında Haceroğullarının
savaşta yenilerek esir düştükleri nakledilmektedir.[1004] Rabbanî
gelenekte Yişmaelim ve Hagrim kelimeleri çoğu zaman eşanlamlı
olarak kullanılmaktadır. Müslümanların Haceroğulları olarak isimlendirilmesi
Rav Saadya Gaon’da da görülmektedir. O, Hivi Belhî’nin iddialarına karşı
yazdığı reddiye türü eserinde, Müslüman Araplardan Hagrîm (Haceroğulları)
şeklinde bahsetmektedir.[1005]
İbn Meymûn, Hagrîm ismini Mişne Tora’da
kullanmaktadır. Burada Hagrîm, Tevrat’ın değiştirildiğini iddia eden
gruplardan üçüncüsü olarak zikretmektedir. Hagrîm, “Bu Tora, Tanrıdan
gelmesine rağmen nesholundu ve Allah falanca emri diğer bir emirle değiştirdi.”
diyenlerdir.[1006] Yukarıda
da ifade edildiği üzere Hagrim, daha çok ırkla ilgili bir isimlendirme
iken, burada ifadenin bağlamından dini bir topluluk olarak Müslümanların
kastedildiği açıktır.
İbn Meymûn, Arap dilinden bahsederken de bu kelimeyi
kullanmaktadır. O, Delâletü’l-Hâirîri in tercümesinde karşılaştığı bazı
müphem ifadeleri tasrih sadedinde Samuel ibn Tibbon’a cevaben yazdığı
mektubunda Arapça’dan laşon hagrî (Haceroğullarının dili) tabiriyle
bahsetmektedir.[1007]
D.
Milletü’l-İslam/Milletü
Yişmael
İbn Meymûn’un eserlerinde Müslümanlar için kullanılan bir
diğer isimlendirme de Milletü’l-Islam"dır. Delâletü’l-Hâirîride
Yahudi, Hıristiyan ve İslam geleneğindeki felsefî ve kelamî hareketlerden
bahsederken İbn Meymûn, bu üç medeniyetin birbirlerinden etkileşimine dikkat
çekmektedir. O, Müslüman bilginlerin İslam’ın ortaya çıkışından sonraki
asırlarda hem felsefe kitaplarıyla hem de felsefeyi reddeden kitaplarla
karşılaştıklarını nakletmektedir. İbn Meymûn, başka kültürlerle karşılaşan
Müslümanlardan bahsederkenMilletü’l-İslam ifadesini kullanmaktadır.[1008]
Tespit edebildiğimiz kadarıyla İbn Meymûn bu tabiri sadece
bir defa kullanmaktadır. Orta Çağ Yahudi düşünürleri arasında kullanımı yaygın
olmayan Milletü’l-Islam ifadesi bazen yakın anlama gelen Devletü
Yişmael (İsmail Devleti) veya Malhut Yişmael (İsmail Krallığı)
ifadeleriyle karşılanmaktadır.[1009] İbn Meymûn’un devlet, mülk
ve millet kelimeleri ile kullandığı ifadelerde genellikle olumsuz anlamlar
yüklediği görülmektedir. O, özellikle Yemen Mektubu’nda Yahudilerin İslam
egemenliği altındaki yaşamlarından bahsederken İslam devletlerini Yahudilere en
fazla baskı yapan milletler olarak tanımlamaktadır.
Müslümanları ifade etmek üzere kullanılan bir diğer
isimlendirme, Milletü Yişmael’dir. İbn Meymûn, Yemen Mektubunda
Yahudilerin çektiği sıkıntılara vurgu yaparken bunların Tanrı tarafından
kendilerine bir imtihan olarak verildiğini belirtmekte ve dindaşlarından
sabretmelerini istemektedir. O, Milletü Yişmaelin Yahudilere karşı
acımasız ve gaddar olduğunu belirtmektedir.[1010]
İbn Meymûn, Mısır’a yerleşene kadar sürekli yer değiştirmek
zorunda kalmıştır. Bu nedenle farklı Müslüman yönetimlerle ilgili hayat
tecrübesi vardır. Bununla birlikte o, hem Fatimiler (1166-1171) hem de Eyyubiler
zamanında (11711204) rahat bir yaşam sürmüştür. Mektubun tarihinin 1172 olduğu
düşünülürse, Mısır’daki Eyyubî hâkimiyetin ilk yıllarında rahat bir ortamda
yazıldığı anlaşılmaktadır. O yüzden Yemen Yahudilerinin sıkıntılı durumlarının,
İbn Meymûn’u Milletü Yişmael ile ilgili olumsuz ifadeler kullanmaya
ittiği görülmektedir.
İbn Meymûn’un Müslümanları ifade etmek için kullandığı
diğer bir isimlendirme de bney Ketura’dır. Bu ifade, Yahudi dinî
literatüründe Arapları ifade etmek için kullanılmaktadır.[1011] Yahudi
geleneğinde yaygın olan görüşe göre Ketura, Hz. İbrahim’in cariyesi Hacer’in
diğer ismidir.[1012] Buna göre bney
Ketura ifadesi Haceroğulları anlamına gelen bir başka isimlendirmedir.
Zohar da Ketura’nın, Hacer’in diğer ismi olduğunu nakletmektedir. Zohar’ın
kaydına göre Mısır asıllı olan Hacer ilk başlarda putperestliğe meyletmiş daha
sonra da bundan vazgeçerek doğru bir yol takip etmiştir. Bu yüzden ismi Ketura
olarak değiştirilmiştir.[1013] Bu isim,
önceleri ırk olarak Arapları ifade ederken daha sonra genişleyerek Müslümanları
da kapsayacak şekilde kullanılmaktadır. Yahudi geleneğinde, bu genel kabulün
dışında, Ketura’nın Hacer’in diğer ismi olmadığını, Sara ve Hacer’den hariç Hz.
İbrahim’in üçüncü eşi olduğunu iddia eden kaynaklar da mevcuttur. Örneğin Yalkut
Şim‘oni adlı midraşta Hz. İbrahim’in üç kadınla evlendiği; Sara’nın Sam’ın
kızı, Ketura’nın Yafet’in kızı, Hacer’in de Ham’ın kızı olduğu ifade
edilmektedir.[1014]
İbn Meymûn, bu ifadeyi Mişne Tora’da Araplar için
kullanmaktadır. O, rabbilerden alıntı yaparak Keturaoğullarının Hz. İbrahim’in
soyundan geldiğini nakletmektedir. İbn Meymûn’un ifadelerinden
İsmailoğullarıyla Keturaoğullarının ayrı kabileler olarak görüldüğü
anlaşılmaktadır. Ona göre Müslüman Araplar, Yişmaelim ile bney
Ketura’nın soy olarak birbirlerine karışımından meydana gelmektedir.[1015] İbn
Meymûn’un bu kullanımının benzeri kanonik kabul edilmeyen ve Tanah dışında
kalan eserlerden biri olan Sefer ha-Yovalim’de (Jubileler Kitabı)
görülmektedir. Bu esere göre İsmailoğulları ile Keturaoğulları, Paran
çöllerinden Babil’e kadar olan bölgede dağınık olarak yaşadılar. Aynı mekânları
paylaşmanın bir sonucu olarak birbirleriyle iç içe yaşayıp birbirlerine
karıştılar. Bu yüzden de Araplar ya da İsmailoğulları şeklinde
isimlendirildiler.[1016]
F.
Poş'ey
Yisrael / Riş'ey Yisrael
Yahudi bilginler, İslam’ı seçen Yahudiler için İsrail’in
günahkârları ve İsrail’in kötüleri anlamında Poş‘ey Yisrael
ve Riş‘ey Yisrael tabirlerini kullanmaktadır.[1017] Bu
tabirler, İbn Meymûn başta olmak üzere Orta Çağ Yahudi bilginlerinin
eserlerinde sıkça görülmektedir. İbn Meymûn, Ovadya’ya yazdığı mektupta,
mektubun Müslüman olan Yahudilerin eline geçmesinden endişe ettiğini dile
getirmektedir. O, Müslümanlarla ilgili eleştirileri açıkça yazmaktan endişe
ettiğini, “Başka meselelerdeki hatalarına ve aptallıklarına gelince, onları
İsrail’in günahkârları yüzünden mektupta açıkça söylemem mümkün değil.”
cümlesiyle ifade etmektedir.[1018]
İbn Meymûn’un “İsrail’in günahkârları yüzünden” ifadesiyle
İslam’ı seçen Yahudileri kastettiği açıktır. Müslümanlarla ilgili ağır
eleştirilerinin hem kendisine hem de Yahudilere zarar vereceğinden endişe eden
İbn Meymûn, ihtiyatlı davranmayı tercih etmektedir. Yahudi kaynaklarında
sonradan Müslüman olan Yahudilerin, otorite nezdinde hüsn-ü kabul görmek için,
Yahudileri Müslüman idarecilere şikâyet ettikleri şeklinde yaygın bir kanaat
vardır. Judeo-Arabic mektuplar söz konusu olduğunda Arapların da birkaç
haftalık gayret ile çözebilecekleri bir mektup, İbranice olduğunda çözülmesi
zor bir metin halini almaktadır. Bu tür durumlarda da Yahudi mühtediler devreye
girmektedir.
Benzer bir durum Yemen Mektubu’nda da görülmektedir.
İbn Meymûn, mektubun Yahudilerin arasında toplu mekânlarda ve özel olarak
okunmasını ve birçok kişiye ulaşıp faydalı olmasını temenni etmekte, bununla
birlikte azami dikkat gösterilip bir mühtedinin eline geçmemesi konusunda
uyarıda bulunmaktadır. Böyle bir durumun Yemen’deki Yahudileri sıkıntıya
sokacağını bilen İbn Meymûn, mektubu kaleme alırken çok endişe duyduğunu da
açıkça ifade etmektedir. O, endişelerine rağmen din kardeşlerine doğru yolu
göstermek için bu riski göze aldığını ve buna değeceğini belirtmektedir.[1019]
İbn Meymûn, İslam’ı seçen Yahudilerin (poş‘îm),
kendileri de inanmadıkları halde, Tevrat’ta İslam peygamberine ait işaretler
olduğunu söyleyerek Müslümanların nezdinde hüsn-ü kabul görmeye çalıştıklarını
belirtmektedir. Bu mühtedilerin Yahudi cemaatleri arasındaki cahil zümrenin
zihnini karıştırdıklarını ifade eden İbn Meymûn, onların bu iddiaları dile
getirerek inancı zayıf Yahudileri vehme soktuklarından şikâyet etmektedir.[1020]
İbn Meymûn’un Müslümanlardan ve sonradan Müslüman olmuş
Yahudilerden çekincesi, öğrencisi Yosef ben Yehuda ibn Şim‘on’a gönderdiği bir
mektupta da görülmektedir. Bu mektup Bağdat gaonu ile arasında olan tartışmada
bazı konuları açıklama amacıyla gönderilmiştir. O, Delâletü’l-Hâirîn
nüshaları ile ilgili endişesini belirtmekte ve goylar (Müslümanlar) ve sayıları
çok olan İsrail’in günahkârları (Riş‘ey Yisraelkesirîn) yüzünden başına
bir iş gelmemesi için onları kaybetmemesini ve dikkatli davranmasını
istemektedir.[1021]
İbn Meymûn, ayrıca Müslüman olan Yahudi bir kadın için İsrail’in
günahkârı anlamında poşeat (פושעת) tabirini kullanmaktadır. O, kayınpederi Mişael Halevi’ye
gönderdiği bir mektupta, İslam’ı seçen bu kadına (poşeat) ait ketuba’nın[1022] Müslüman
kadılara verilmemesini tembihlemektedir.[1023]
Özetle, İbn Meymûn’un Müslümanlar için kullandığı
isimlendirmeler, çoğunlukla Araplar için kullanılan ve ırkı ifade eden
tabirlerdir. Bunda da Müslümanların Araplarla özdeşleştirilmeleri etkili
olmaktadır. Öte taraftan Yişmaelîm, Hagrîm, Millet-i Yişmael ve bney
Ketura gibi Araplarla ilişkili isimlendirmelerin İbn Meymûn’a has
isimlendirmeler olmadığı da açıktır. İbn Meymûn’un Müslümanlar için kullandığı
isimler, Yahudi geleneğinde kullanılagelen isimlendirmelerdir. Bu anlamda onun
kendisinden önceki geleneği devam ettirdiği söylenebilir.
III.
İbn Meymun’un Müslüman
Araplar ve Yönetimlerle İlgili Görüşleri
A. Müslüman Arap
Toplumuyla İlgili Görüşleri
İbn Meymûn’un Endülüs, Kuzey Afrika, Filistin ve son olarak
da Mısır’daki tecrübeleri tamamen Araplar üzerindendir. Eldeki verilere göre
İbn Meymûn, Arapların dışında herhangi bir Müslüman toplulukla -en azından
bilinen- ciddi bir temas içinde olmamıştır. Türklerden ve Zencilerden bahsederken
kullandığı “onlardan olup bizimle birlikte bu coğrafyada yaşayan insanlar”[1024]
ifadesinden, İbn Meymûn’un Türklerden haberdar olduğu ve en azından aynı
ortamlarda bulundukları anlaşılmaktadır.
İbn Meymûn, eserlerinde Araplardan çok farklı bağlamlarda
bahsetmektedir. Onun Araplar ile ilgili değerlendirmelerinden çoğu olumsuzdur.
Araplar hakkındaki olumsuz değerlendirmelerinden biri, Arapların Hz. İbrahim’le
olan ilişkileridir. O, Arapları “soyundan gelmedikleri halde kendilerini ona
nispet edenler” ifadesiyle eleştirmektedir.[1025] Fakat burada çelişkili bir
durum ortaya çıkmaktadır. Arapların Hz. İbrahim’in soyundan geldikleri Yahudi
geleneğinde yaygın bir düşünce olup daha önce de görüldüğü üzere Müslümanlar
için kullanılan isimlendirmeler de hep bu algı üzerinden olmuştur. Yişmaelîm
kelimesinin birinci derecede Arapları, daha geniş anlamda bütün Müslümanları
içerecek şekilde kullanılması, İbn Meymûn’un da Arapları İsmail aracılığıyla
Hz. İbrahim’le ilişkilendirdiğini göstermektedir. Fakat İbn Meymun, “Soyun
İshak’la sürecektir.”[1026] ifadesini
naklederek, İsmail’in bu manada Hz. İbrahim’in soyunu temsil etmediğini dile
getirmektedir.[1027]
İbn Meymûn, ahiret inancının Araplar arasındaki
algılanışını da eleştirmektedir. Ona göre ahiret, Tanrı’nın emirlerini yerine getiren
dürüst insanlar için bir ödül yurdudur. İnananların ahirette iyiliklerle
karşılacağını müjdeleyen İbn Meymûn, ahiret hayatının Arapların anladığı
şekilde bedenî zevklerden ibaret görülmemesi gerektiğini şu şekilde ifade
etmektedir:
Ahiret hayatını, emirleri yerine getiren ve doğru yolda
yaşayan bir adamın ecri olarak, güzel şeyler yemek içmek, güzel suretlerle
cinsel ilişkide bulunmak, ketenden ve işlemeli elbiseler giymek, fildişinden
yapılma mekânlarda oturmak, altın ve gümüş malzemeler kullanmak ve buna benzer
şeyler olduğunu zannedip, akılları fikirleri şehvet olan gerizekalı ve aptal
Araplar gibi gözünde basitleştirmeyesin sakın![1028]
İbn Meymûn’un burada, İslam kültüründe yaygın olan cennet
tasvirlerini ağır ifadelerle eleştirdiği görülmektedir. Her ne kadar ifadede Araplar
tabiri geçse de bahsedilen ifadelerin Kur’ân’da cenneti tasvir eden anlatımlar
olduğu açıktır. İbn Meymûn’un, zikredilen maddi nimetleri Araplar arasındaki
halk inanışları olarak zannedip de bu tasvirlerin kökeninin Kur’ân olduğunu
bilmemesi düşük bir ihtimaldir. İlgili tasvirleri doğrudan Araplarla
özdeşleştirip onlar üzerinden eleştirmesini onun doğrudan Kur’ân’ı hedef
almaktan kaçınması şeklinde yorumlamak mümkündür. Bilindiği üzere İbn Meymûn,
ahiret hayatını maddi lezzetlerin olduğu bir yer olarak değil, ruhî ve aklî
nimetlerin olacağı bir yer olarak kabul etmektedir.
İbn Meymûn’u bu sözleri söylemeye iten bir diğer sebep
saray hekimliği tecrübesi olabilir. Daha önce de belirtildiği üzere İbn Meymûn,
Selahaddin Eyyubî’nin yeğeni Hama valisi Ömer el-Muzaffer için cinsel hayatla
ilgili Makale fi’l-Cima adını taşıyan özel bir risale kaleme almıştır.
Bu şahıs, yoğun cinsel hayat yaşamasından dolayı İbn Meymûn’dan cinsel gücü
artırıcı tavsiyeleri içeren bir risale yazmasını istemiştir. İbn Meymûn, kaleme
aldığı risalede cinsel gücü artırıcı bitkilerden bahsetmekte ve cinsel
ilişkinin itidal üzere olması gerektiğini tavsiye etmektedir. Müslüman
yöneticilerden birisinin bu şekilde özel bir risale talep etmesi, İbn Meymûn’un
yukarıda Araplarla ilgili ifade ettiği algının oluşmasında etkili olduğu
söylenebilir.
İbn Meymûn, Arapları lüzumsuz bilgiler peşinde koşmakla da
eleştirmektedir. Şerhu’l-Mişna’ da “Araplar arasında faydasız ve
luzumsuz kitaplar” ifadesine yer veren İbn Meymûn, bu tür kitaplara örnek
olarak genel tarih, devletler tarihi, şecere kitapları ve müzik kitaplarını
zikretmektedir. İbn Meymûn, bu kitaplarla meşgul olmanın zaman kaybından başka
bir şeye yaramayacağını dile getirmektedir.[1029]
İbn Meymûn’a göre Müslümanlar ve Yahudiler sünnet ortak
paydasında birleşmektedirler.[1030] O,
sünnette ayrı bir mana ve ciddi bir hayır olduğunu ifade ederek, “Sünnet,
Tanrının birliğine inanan insanları birleştiren ortak cismanî bir alamettir.”
ifadesini kullanmaktadır.[1031] Ona göre
“Sünnet olmayanlar böyle bir iddia da bulunsalar da bu zümreden değildirler ve
yabancıdırlar.”[1032] Burada
Hıristiyanları kastetmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
Talmud’da Hz. İbrahim’in soyunun sadece İshak’tan devam
ettiği bu yüzden sünnetle yükümlü olan tek neslin İshak nesli olduğu
vurgulanmaktadır. Fakat bu sınırlamayla birlikte Talmud, Keturaoğullarının da
sünnetle yükümlü olduklarını kaydetmektedir.[1033] İbn Meymûn da, sünnetin Hz.
İbrahim’in soyuna zorunlu olduğunu dile getirmektedir. Tekvin’de yer alan
“Soyun İshak’la sürecektir.” ifadesini nakleden İbn Meymûn, İsmail’in bu manada
Hz. İbrahim’in soyunu temsil etmediğini ve sünnetten muaf olduğunu dile
getirmektedir.[1034] O,
rabbilerin Keturaoğullarını (bney Ketura) sünnetle yükümlü nesil olarak
değerlendirdiklerini, Yişmaelim ile bney Ketura’nın da soy olarak
birbirlerine karıştığını ve bu yüzden sünnetle yükümlü olduklarını
belirtmektedir. İbn Meymun’a göre sekizinci günde sünnet olmasalar da ceza
uygulanmaz.[1035]
İbn Meymûn’un sünnetle ilgili bir başka değerlendirmesi de
ona gönderilen bir soruda görülmektedir. Soruyu soran şahıs, birbiriyle
ilintili iki soru sormaktadır. Bunlardan ilki, bir Yahudinin, Yahudi olmayan
birisini sünnet etmesinin caiz olup olmadığıdır. İkinci soru, bir Yahudinin bir
Müslümanı sünnet etmesiyle bir Hıristiyanı sünnet etmesi arasında fark olup
olmadığıdır. İbn Meymûn, sünnet için gelen kimsenin Hz. Musa’nın
peygamberliğini tasdik etmesi ve bu emrin Allah’tan geldiğini ikrar etmesi
gerektiğini ifade etmektedir. Burada İbn Meymûn’un vurguladığı husus, sünnet
olmak isteyen kişinin sünnet amaçlı olarak gelmesi gerektiğidir. Eğer bu kimse
cinsel organının başındaki eti tedavi amaçlı olarak aldırmak istiyorsa bunu
yapmak Yahudi için caiz değildir. Bu konuda Müslüman ile Hıristiyan arasında
fark yoktur. İbn Meymûn, sünnet olma amacıyla gelenleri sünnet etmenin caiz
olduğu fetvasını vermektedir.[1036]
İbn Meymûn’un ifadelerinden net bir şekilde anlaşıldığı
üzere Yahudiliği kabul etmese bile gelen kişinin ilahi bir emir olarak sünneti
kabul etmesi ve Brit Mila[1037] kapsamında
sünnet olmaya niyetli olması gereklidir. İbn Meymûn’dan istenen fetvaların
günlük hayatın içinde karşılaşılan konularla ilgili olduğu sorulan sorulardan
anlaşılmaktadır. Bu soruyu, bir Müslüman çocuğu sünnet etmesi istenen Yahudi
bir sünnetçinin (mohel) sormuş olması muhtemeldir. Müslümanlar tedavi
maksatlı değil, Yahudilerin inandıkları gibi Hz. İbrahim’den gelen bir uygulama
olarak sünnet olmaktadır. Fetvada zikredilen kriter de dikkate alındığında
Müslümanların yukarıdaki tanıma birebir uyduğu görülmektedir.
İbn Meymûn, Yahudilerin Müslümanlarla ticaret yapmasını ve
ortak dükkân çalıştırmasını doğal karşılamaktadır. Yahudi bir tüccar tarafından
yöneltilen bir soru ilginç bilgi ve detaylar içermektedir. Soruyu soran kişi,
bir müslümanla birlikte züccaciye ve mücevherat dükkânı işlettiklerini ve
dükkânın gelirinin ortak bir kasada toplandığını bildirmektedir. Cuma günü
Müslüman ortağın, cumartesi (Şabat) günü de kendisinin çalışmadığını nakleden
Yahudi tüccar, cuma gününün bütün gelirini cuma günü dükkânda duran Yahudinin
alması, cumartesi gününün gelirini ise o gün dükkânı bekleyen Müslüman tüccarın
alması konusunda anlaştıklarını belirtmektedir. Haftanın diğer günlerinin
gelirinin de kendi aralarında pay edildiğini bildiren Yahudi tüccar, bu taksimatla
ilgili İbn Meymûn’un görüşünü sormaktadır. İbn Meymûn da fetvasında bu
uygulamayı onaylamaktadır. O, ayrıca Müslüman ortağın Şabat günü dükkânı
çalıştırmasında bir beis olmadığını ifade ederek Yahudi tüccarın bu konuda
endişe etmesine gerek olmadığını belirtmektedir.[1038]
İbn Meymûn’a gönderilen bir soruda Müslüman fakihlerle
ilgili bir dua cümlesi dikkat çekmektedir. Bu mektupta, babaları ölen iki genç
kızın hisse sahibi oldukları bir yerin satımı ile ilgili şuf’a hakkının[1039]
kullanılması sorulmaktadır. Burada soruyu soran şahıs, konunun Müslüman
fakihlere götürüldüğünü belirterek onlardan “Allah muvaffakiyetlerini daim
eylesin!”[1040] şeklinde
dua cümlesiyle bahsetmektedir. Soruyu cevaplayan İbn Meymûn ise, bu dua
cümlesiyle ilgili herhangi bir yorumda bulunmamaktadır.[1041] Görüldüğü
kadarıyla İbn Meymûn bu duayı normal karşılamaktadır.
Özetle İbn Meymûn’un eserlerinde Araplar genellikle olumsuz
resmedilmekle birlikte, az da olsa olumlu ifadelere rastlanmaktadır. Novak’a
göre İbn Meymûn, eserlerinde İslam ile Müslümanlar (Araplar) arasında bir
ayrımda bulunmaktadır. Buna göre İslam söz konusu olduğunda genelde olumlu
ifadeler kullanırken, Müslüman idarenin baskısından veya Araplardan bahsettiği
zaman çok sert ifadeler kullanmaktadır. Yişmaelîm kelimesinin hem Arap toplumu
hem de İslam anlamında kullanıldığına dikkat çeken Novak, İslam’ın esasları ile
ilgili konuştuğu zaman bu ifadenin dine ve teolojiye, uygulamalara ait
konularda ise Müslüman topluluğa işaret ettiğini dile getirmektedir.[1042] Novak’ın
ayrımı çok genel bir ayrım olup, İslam ile sadece İslam’ın tevhid dini olması
bağlamında doğrudur. Çünkü İbn Meymûn, İslam’dan her zaman tevhid dini olarak
bahsetmekte ve hiç bir zaman için putperest nitelemesinde bulunmamaktadır. Öte
taraftan Hz. Muhammed hakkındaki tahkir edici ifadelerini İslam’dan ayrı
değerlendirmenin ne kadar sağlıklı bir ayrım olduğu tartışmalıdır. Kafih’e göre
ise İbn Meymûn, Müslümanları oldukları gibi değerlendirmiştir. Övülecek
özelliklerini övmüş, yerilecek özelliklerini yermiştir. Herhangi bir özel
nefret beslememiştir.[1043]
B.Müslüman Arap
Yönetimleriyle İlgili Görüşleri
İslam yönetimi altında yaşayan Yahudiler, diğer yönetimler
altında yaşayan Yahudilere kıyasla her zaman daha rahat bir yaşam alanı
bulmuşlardır. Bu gerçek, Yahudi tarihçilerin eserlerinde de açıkça ifade
edilmektedir. Yahudi tarihinde altın dönem (tor zahav) olarak nitelenen
Endülüs tecrübesi bunun en güzel örneğidir. Bunun yanında Yahudi geleneğinde,
yaygın olmasa da, Müslüman yönetimler altında yaşamaktansa Hıristiyan
hâkimiyeti altında yaşamayı yeğleyen (tahat Edom ve lo tahat Yişmael)
ifadelere de rastlanmaktadır.[1044] Bu
düşüncenin dönemsel ve bölgesel bir tecrübenin ürünü olduğu açıktır.
Hayatının tamamı Arap-İslam devletlerinde geçen İbn Meymûn,
daha çocuk denecek yaşta iken Endülüs’te dini baskı ve kovuşturmalarla
karşılaşmıştır. Ailesi Endülüs’ün değişik yerlerinde yaklaşık on-on iki yıl
kadar gezici olarak dolaştıktan sonra Fas’a yerleşmiştir. Aile orada da rahat
bir yaşama imkânı bulamadığı için önce Filistin’e oradan da son olarak Mısır’a
yerleşmiştir. 1166 yılında Mısır’da ikamete başladığı bilinen İbn Meymûn’un
1148-1166 yılları arasında sürekli tedirginlikle yaşadığı ortaya çıkmaktadır.
Onun, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Avrupa’daki Yahudi cemaatlerinin maruz
kaldıkları sıkıntıları kendi hayatında tecrübe etmesi onları daha iyi anlama
fırsatını vermiştir. Bu yüzden İggeret ha-Şemad adlı mektubunun
girişinde baskı altındaki Yahudiye şehit olmasını tavsiye eden hahama şartları
dikkate almadığı için kızmaktadır.[1045]
İbn Meymûn, İslamî yönetimleri ifade etmek üzere Mülkü
İsmail, Mülkü’l- Arab ve Devletü Yişmael tabirlerini kullanmaktadır.[1046] O, bu
tabirlerle hususi bir Müslüman devleti değil, Müslüman Arap yönetimlerini
kasdetmektedir. Bu yüzden bu tabirler, Hz. Muhammed’in dönemi de dâhil dört
halife, Emeviler, Abbasiler, Murabıt, Muvahhid, Fatimî ve Eyyubî devletlerinin
tamamını kapsamaktadır. Kendisi kronolojik olarak Murabıtlar, Muvahhidler,
Fatimiler ve Eyyubiler devletlerinde yaşasa da Yahudilerin, İsmail Krallığı
altında sıkıntı çektiğini ifade ederken, Hz. Muhammed’den kendi dönemine kadar
Yahudilerin gördükleri bütün dönemleri kastetmektedir. İbn Meymûn, bu genel
isimlendirmelerden farklı olarak ayrıca Emevileri de ismen zikretmektedir. O,
Isfahan’da ortaya çıkıp binlerce Yahudiyi arkasına takan sahte mesihle ilgili
Emevilerin aldığı tedbirleri anlatırken Mülkü beni Ümeyye ifadesini
kullanmaktadır.[1047]
İbn Meymûn’un Müslüman yönetimlerle ilgili en açık
değerlendirmelerde bulunduğu eseri, Yemen Mektubu’dur. O, değişik milletlerin
Yahudilere yaptıkları zulümleri sıralamakta ve mektubun muhatabı olan Yemen
Yahudilerine sabır tavsiye etmektedir. İbn Meymûn, tarihte Yahudilerin maruz
kaldıkları baskı ve zulmü üç kategoride ele almaktadır. Bunlar; kılıçla, sapkın
fikirle ve hem kılıçla hem de fikirle yapılan zulümdür. Kılıçla ve kaba
kuvvetle Yahudilere zulmedenlere Amelek’i[1048], Sisra’yı[1049],
Sanherib’i[1050] ve
Nebukadnatsar’ı[1051] örnek
veren İbn Meymûn, sapkın fikirleri ile Yahudilerin zihnini bulandırmaya çalışan
ve Yahudi şeriatını bozmaya çalışan ikinci gruba örnek olarak da Süryani, Pers
ve Yunan medeniyetlerini örnek vermektedir.[1052] İbn Meymûn’a göre üçüncü
tarzı benimseyenler, yeni bir din iddiasıyla ortaya çıkarak nübüvvet iddia
edenlerdir. Bu grup, kendilerine iman edilmesini şart koşan, aksi takdirde
Yahudileri yok etmeye kalkışanlardır. Ona göre bu grup, birinci ve ikinci tür grubun
karışımıdır. Bu gruba örnek olarak Müslümanları zikreden İbn Meymûn, bununla
birlikte bu türün ilk örneğinin Hz. İsa olduğunu belirtmektedir. O, Hz. İsa’nın
Tevrat’ın müşkilatını çözmek üzere Allah tarafından gönderildiğini iddia
ettiğine dikkat çekerek hahamların da ona layıkı neyse o şekilde davrandığını
belirtmektedir.[1053]
İbn Meymûn, Yahudilerin Müslüman Arap yönetimleri altında
çektiği sıkıntıların, Tanrının seçilmiş milleti olduklarının göstergesi
olduğunu belirtmekte ve bütün bunların bir imtihan olduğunu vurgulamaktadır. O,
Yemen Mektubunda Yahudilerin başlarına gelen zulümleri şu ifadelerle
değerlendirmektedir:
Ey kardeşlerimiz, bu hak ayetlere dayanın! Zulümler,
kovuşturmalar, düşmanlıkların fazla olması ve zayıf durumumuz sizi endişeye
sevk etmesin. Çünkü bütün bunlar dine sarılmadığımız için birer imtihan ve
manevi temizliktir. Böylelikle Yakup neslinden sadece veliler ve muttakiler
kalacak.[1054]
İbn Meymûn’un çekilen sıkıntıların imtihan olduğu
şeklindeki inancı, İslamî gelenekteki imtihan düşüncesi ile önemli bir
benzerlik arz etmektedir. Mektubun devamında o, çektikleri sıkıntının
büyüklüğüne vurgu yaparak Allah’ın imanlarını kuvvetlendireceğini dile
getirmektedir. İbn Meymûn, bu belalarla Allah’ın kendilerine zulüm ve baskı
zamanlarında onlara sarsılmaz bir iman (yakîn) nasip ettiğine dikkat
çekmektedir.[1055]
İbn Meymûn, Yemen Mektubu"nda Müslüman
devletlerin Yahudilere en fazla zulüm yapan devletler olduğunu ifade
etmektedir. Yahudilerin başlarına gelen sıkıntıların günahları yüzünden
olduğunu, Allah’ın da Müslümanlar eliyle Yahudileri cezalandırdığını belirten
İbn Meymûn, buna örnek olarak Tevrat’ta geçen “Düşmanlarımız bizi
yargılayacaklar.”[1056] cümlesini
örnek göstermektedir. O, Müslüman yönetimler tarafından çektikleri sıkıntılar
için şu ifadeleri kullanmaktadır:
Siz ey kardeşlerim, biliniz ki Allah bizi, günahlanmızın
fazlalığından dolayı, bu milletin içinde, yani bize karşı acımasız ve gaddar
olan Millet-i Yişmael’in içinde cezalandırdı... Müslümanlar kadar Yahudilere
karşı sert, acımasız, aşağılayan ve nefret dolu hiçbir millet çıkmadı.[1057]
İbn Meymûn’un Müslümanlardan Yahudilere en fazla zulüm
yapanlar olarak bahsetmesi mektubun muhatap kitlesiyle ilgilidir. O, Yemen’de
baskı gören Yahudileri cesaretlendirerek sabretmeleri halinde kazanacakları
ecre dikkat çekmektedir. Bu yüzden de tarih boyunca Yahudilere zulmedenler
sıralamasında en sonda olan İslamî yönetimler, Yahudilere en acımasız davranan
yönetimler olarak zikredilmektedir. İbn Meymûn, Davud’un bile Yahudilerin
gelecekte çekecekleri sıkıntılarla ilgili sadece İsmail Krallığı hakkında ağıt
ve yakarışta bulunduğunu belirtmektedir. O, Mezmurlar’da geçen “Vay bana,
Meşek'te garip kaldım sanki, Kedar[1058] çadırları arasında oturdum.”[1059]
cümlesindeki Kedar’ı İsmailoğulları olarak nakletmektedir. Böylece Hz. Davud da
İsmailoğullarının Yahudilere çektireceklerini kutsal ruhun ilhamıyla görmüş ve
sadece onlarla ilgili ağıtta bulunmuştur. [1060]
Müslümanların ve Hıristiyanların Hz. Musa’yı peygamber
olarak kabul ettikleri halde ona inananlara zulmettiklerini vurgulayan İbn
Meymûn, “Hem Musa’ya inanıyorlar hem de şeriatını ve ona tabi olanları yok
ediyorlar.” diyerek şikâyet etmektedir.[1061] O, YemenMektubu" nda
İslam idaresi altında nasıl sabırla tahammül edeceklerini, Tevrat’ta Hz.
İsmail’in oğulları olarak zikredilen Mişma‘ (משמע), Duma (דומה)
ve Masa (משא) isimlerine[1062] yakın
anlamlı kelimelerle[1063], dinle
(,*->״>'), sus (^kJj)
ve katlan (lU^'j) kelimeleriyle
anlatmaktadır. İbn Meymûn, Yahudilerin maruz kaldıklarını sıkıntıları şu
cümlelerle ifade etmektedir:
Daniel,
tez yok olası Müslüman krallığındaki (mulk-i yişmael) aşağılayıcı ve
tahkir edici durumumuzu topraktaki toz misali vasfetmiştir... Hahamlarımızın
bizi terbiye ettiği gibi Müslümanların yalanlarına (kizb-iyişmael)
dinleyerek ve susarak dayanıyoruz.. Bütün bunlarla birlikte onların şerlerinin
şiddetinden ve çelişkilerinden her zaman muhafaza olacağız.[1064]
İbn Meymûn’un cümlelerinde Müslüman idareye beddua içeren
ifadeler dikkat çekicidir. O, Hz. Muhammed, Hz. İsa ve İslam devletleri için
zaman zaman “tez yok olası! (mahere yeabed מהרה יאבד) ve “tez işi bitesi! (mahereyahena‘ מהרה ’'כנע) gibi ifadeler
kullanmaktadır.[1065]
Müslüman Arap yönetimleriyle ilgili önemli ifadelerin yer
aldığı bir diğer kaynak da Iggeret ha-Şemad adlı mektuptur. Mektubun
soru kısmında “Bir insan, oğullarının ve kızlarının goyların (Müslümanların)
arasında asimile olması pahasına o adamın (Hz. Muhammed’in) peygamberliğini
itiraf etmeli mi yoksa ölmeyi mi tercih etmeli?” şeklinde bir soru yer
almaktadır.[1066] İbn
Meymûn, bu kişiye Hz. Muhammed’in peygamberliğini ikrar ederek canını
kurtarması gerektiğini tavsiye etmektedir. O, bu ikrarı yapanlara şu tavsiyede
bulunmaktadır:
Onun
peygamberliğini ikrar eden kişi, aynı kralın memleketinde ortalıkta dolaşmayıp
o ülkeden ayrılana kadar evinde otursun. Yapmak zorunda olduğu işler olursa
onları da gizlice yapsın. Çünkü şu ana kadar bu çeşit bir dinden döndürme
duymadık (rastlamadık), sadece sözlü olarak (ikrara) zorluyorlar.[1067]
Burada dikkat çeken ayrıntı, İbn Meymûn’un, Yahudilerin
kelime-i şehadet getirme gibi sözlü bir baskı türüyle ilk defa
karşılaştıklarına dikkat çekmesidir. Bu ifade, Yahudilere hükmeden
krallıkların, tanrıları adına zorla put yaptırmaları, kurban sundurmaları,
sünneti yasaklamaları vb. gibi uygulamaya yönelik ve doğrudan putperestlikle
ilgili olması düşünüldüğünde daha sağlıklı anlaşılmaktadır.[1068] İbn Meymûn
da bunu “Bu çeşit bir dinden döndürme duymadık, sadece sözlü olarak (ikrara)
zorluyorlar.”[1069] şeklindeki
bir cümleyle ifade etmektedir.
İbn Meymûn’un ifadelerinden anlaşıldığı üzere, Yahudiler
sözlü olarak İslam’ı ikrar etmekle birlikte eski dinlerini yaşamaya devam
etmişlerdir.[1070] İbn
Meymûn’un Hz. Muhammed’in peygamberliğini itiraf etmekle ilgili aynı bölümde
sarfettiği bir cümle çok ilginç bir ayrıntı içermektedir. O, bu tür ihtidaların
sadece göstermelik olduğunu, sözle bunu itiraf ederek baskıdan kurtulduklarını
ifade etmektedir. İbn Meymûn’a göre idareciler, Yahudilerin, sırf canlarını
kurtarmak için Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul ettiklerinin
farkındadırlar. O, “onlar da iyi biliyorlar ki biz bu sözü (kelime-i
şehadet) inanarak söylemiyoruz. Söyleyenler de, bunu sadece kralın
zulmünden kurtulmak ve (istediği) itirafı yaparak bize karşı olan tavrını
yatıştırmak için yapıyor” ifadesiyle durumu açık bir şekilde dile
getirmektedir.[1071] İbn
Meymûn’un bu iddiası, başka kaynaklardan da teyid edilmektedir. Marakuşi,
Yahudilerin gerçekten Müslüman olmadıklarını açıkca zikretmektedir. O, ayrıca
bazı Muvahhidi emirlerin isimlerini zikrederek onların, Yahudilerin samimi bir
şekilde Müslüman olduklarına inanmadığını nakletmektedir.[1072]
Tarihi bir vakıa olarak Yahudilerin Müslüman egemenliği
altında ölmeyi pek fazla tercih etmedikleri görülmektedir. Öte taraftan Aşkenaz
Yahudileri arasında dinden dönmemek için ölümü tercih etme yaygın bir durumdur.[1073] Bunda
Yahudi şeriatında Hıristiyanlığın putperest bir din, İslam’ın ise tevhid dini
olarak görülmesi en temel etkendir. İslam’ı kabul etmek uygulamada bir Yahudi
için basit bir eylemdir. Kendisinden istenen şehadet’in ilk kısmı Yahudiler
için zaten sorun değildir. Hz. Muhammed’in peygamberliği meselesi de İbn
Meymûn’un ifade ettiği gibi sözle atlatılabilir. Bazı araştırmacılar kelime-i
şehadet ve dinî sorumluluklar ile ilgili uygulamalar için alternatif yorumlar
getirmişlerdir. Buna göre bir Yahudi Hz. Muhammed’in peygamberliğini itiraf
ederken kalbinden onun Müslümanlara gönderildiğini geçirerek kendisini ve
ailesini kurtarabilir. Yahudi inancında cami putperest mabedi sayılmadığı için
oraya girmek de sorun değildir. Camide namaz kılmak zorunda olduğunda ise
içinden sessizce istediği dualarını yapabilir.[1074]
İbn Meymûn’un bazı Müslüman idarecileri ismen zikrettiği de
görülmektedir. O, Yemen Yahudilerinin maruz kaldığı baskıyı anlatırken
Yahudileri dinden çıkmaya zorlayan ve zorbalık yapan dönemin Şii lideri
Abdunnebi ibn Mehdi’yi ismen zikretmektedir.[1075] Bununla birlikte İbn Meymûn,
bazı Müslüman idareciler için olumlu ifadeler kullanmaktadır. O, istisna
sayılabilecek bir şekilde Murabıtların lideri Ali ibn Yusuf bin Tâşfin (ö.
1143) için “Allah rahmet eylesin (rahimehullah).” ifadesini kullanmaktadır. İbn
Meymûn, yirmili yaşlarda iken İbn Tâşfin’in bir hastalığa düçar olduğunu ve
hekimlerin maharetiyle kısa sürede ayağa kalktığını, hastalığı atlattığı
zannedilen kralın, çok kısa bir süre sonra da öldüğünü aktarmaktadır.[1076] İbn
Meymûn’un İbn Tâşfin için “Allah rahmet eylesin (rahimehullah)” ifadesini
kullanması, Murabıtlar zamanında en azından bilindiği kadarıyla Yahudilerin çok
sıkıntı çekmemelerine bağlanabilir. Bir diğer sebep de bu risalenin
İskenderiyeli astım hastası Müslüman bir aristokrat için kaleme alınmış
olmasıdır. Risalenin yazıldığı kişinin Müslüman bir devlet adamı olması, İbn
Meymûn’u -en azından- nezaketen böyle bir ifade kullanmaya itmiş olabilir.
Özetle İbn Meymûn, Müslüman Arap yönetimleriyle ilgili çok
olumsuz ve abartı sayılabilecek derecede ifadeler kullanmaktadır. Özellikle
Yahudilere Müslümanlardan daha fazla zulüm yapan bir topluluk çıkmadığına dair
ifadeleri gerçek dışıdır. Fakat burada onun yazılarını bağlamı içerisinde
okuyup ona göre değerlendirdiğimizde durum netleşmektedir. Onun günümüze ulaşan
eserlerinde ve mektuplarında görebildiğimiz kadarıyla Aşkenaz diyarındaki
Yahudilerin çektikleri sıkıntılarla ilgili kayda değer bir değerlendirmesi
yoktur. Bunun sebebi, elbetteki Hıristiyan Avrupa’daki Yahudilerin Müslüman
diyarındakilere göre daha rahat bir yaşam sürmeleri değildir. Bilakis İbn
Meymûn’un hayatının tamamını Müslüman yönetimler altında yaşaması ve kendisine
zulüm ve sıkıntı çektikleri için mektup gönderen Yahudilerin de Yemen ve Fas
gibi yine Müslüman idare altında yaşayan insanlar olmasıdır. İbn Meymûn da
zulüm sebebiyle kazanacakları ecre dikkat çekmekte ve muhataplarını motive
etmektedir. Bu yüzden Yahudilere eziyet edenler olarak sadece Müslümanlardan
bahsetmesi ve ağır ifadelerle eleştirmesi mektupların bağlamı ile ilgilidir.
Öte taraftan İbn Meymûn’un abartılı bir uslüp kullanması, Muvahhidlerin ve
Yemen’deki Şii yönetimin Yahudilere baskı ve eziyet yaptığı gerçeğini de
ortadan kaldırmaz.
IV. İbn
Meymûn’un Eserlerinde Türkler
Yahudi geleneğinde Türklerin yaşadığı bölgeler ve Türkler
için Togar veya Togarma isimleri kullanılmaktadır.[1077] Tevrat’ta
Nuh’un Sam, Ham ve Yafet adında üç oğlu olduğu zikredilmektedir. Togarma,
Yafet’in en büyük oğlu olan Gomer’in üç oğlundan en küçüğüdür.[1078] Ayrıca
Hezekiel kitabı otuz sekizinci babda Gog ve Magog’la ilgili kehanetler
anlatılmakta ve burada Gomer’den ve uzak kuzeydeki beyttogarmanın
ordusundan bahsedilmektedir.
Tarihte Yahudilerle Türklerin ilk teması muhtemelen Irak
bölgesinde olmuştur.[1079] Galanti,
bu bölgedeki Türklerin Yahudilerle teması sonucu anbar, küpe ve küfe
kelimelerinin Talmud’a girdiğini iddia etmektedir.[1080] Eldeki
mevcut verilere göre Yahudiler ve Türkler arasındaki ilk ciddi temasın,
Karadeniz’in kuzeyindeki Hazar Devleti aracılığıyla olduğu görülmektedir. Daha
sonra on birinci asırda Anadolu’nun Selçuklular tarafından fethedilmesiyle eski
zamanlardan beri Anadolu’da yaşayan Yahudi cemaatleri Türk yönetimi altında
yaşamaya başlamışlardır.[1081]
Daha önce de belirtildiği üzere İbn Meymûn’un Müslümanlarla
ilgili tecrübeleri Araplar üzerindendir. Onun Türklerle temasının ne zaman
olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Bununla birlikte Türklerle teması olmuşsa
da bu temasın Endülüs ve Fas ikameti sırasında olması düşük bir ihtimaldir. İbn
Meymûn’un Türklerle ilk ciddi teması muhtemelen Mısır ikameti sırasında
olmuştur. Burada da çok yoğun bir Türk nufüsuyla karşılaşmasa bile özellikle
Eyyubî Devleti’nde komutan ve asker olarak görev yapan Türk kökenli devlet
adamlarından haberdar olması muhtemeldir. Bazı kaynaklarda İbn Meymûn’un Türkçe
anladığı rivayet edilmişse de elimizde bunu ispatlayacak bir veri yoktur.[1082]
Tespit edebildiğimiz kadarıyla İbn Meymûn, Türklerden
sadece iki yerde bahsetmektedir. O, bu iki yerde de Türkleri tahkir edici
ifadelerle anmaktadır. Onun Türklerle bir tutarak hakaret ettiği bir diğer grup
da zencilerdir. İbn Meymûn, bir mesel üzerinden insanları, sarayında oturan bir
krala olan yakınlıkları itibariyle sınıflandırmaktadır. Buna göre bazı insanlar
saray işleri ile meşgul olurlar, bazıları saraya girmeye çalışırlar, bazıları
saraya girmiş ve sarayın dehlizlerinde dolaşmaktadırlar, bazıları da sarayda
kralla aynı mekânda bulunmaktadırlar. Bunların dışında bazı insanlar da vardır
ki o beldenin dışında yer alırlar. Bu meseldeki her bir grubu tek tek açıklayan
İbn Meymûn, Türkleri ve zencileri beldenin dışında yer alan insanlar sınıfına
koymaktadır. İbn Meymûn’un cümleleri şu şekildedir:
Beldenin
dışındaki insanlar, ne nazarî ne de taklidî herhangi itikadî bir yola sahip
olmayan bütün insanlardır. Uzak kuzeyde yaşayan Türkler, uzak güneyde yaşayan
Zenciler ve onlara benzeyip bizimle birlikte bu coğrafyada yaşayan insanlar
buna örnektir. Onların statüsü muhakeme yetisi olmayan canlıların statüsü
gibidir. Bana göre onlar insan mertebesinde değildirler, bilakis insan
mertebesinden düşük başka mevcudatın mertebesindedirler. Bununla birlikte
maymunlardan daha üstündürler. Çünkü fiziki suretleri ve yüz hatları insan
şeklindedir ve temyiz kabiliyetleri maymunlarınkinden daha üstündür.[1083]
İbn Meymûn’un Türklerin yaşadığı yerle ilgili ifadesi
Tanah’a dayanmaktadır. Tanah’ta Togarma’nın uzak kuzeyde yaşadığı ifade
edilmektedir. Örneğin, Hezekiel kitabında Gog ve Magog’tan
bahsedilirken “Gomer’in bütün ordusunu, uzak kuzeyde (yarketey tsafon) Beyt
Togarma nın bütün ordusunu ve yanındaki birçok ulusu da sürükleyeceğim.”
ifadelerine yer verilmektedir.[1084] Benzer bir şekilde aynı
yerde “Sen ve seninle birlikte birçok ulustan oluşan tümü ata binmiş büyük bir
kalabalık, güçlü bir ordu uzak kuzeyden geleceksiniz.”[1085]
ifadeleriyle de mekân olarak uzak kuzey gösterilmektedir.
İbn Meymûn, dünya milletlerinin Hz. İbrahim’e olan
saygıları bağlamında da Türklerden bahsetmektedir. O, uzak kuzeyde yaşayan
kâfir Türkler, uzak güneyde yaşayan Hindular ve Sabiler hariç bütün
milletlerin Hz. İbrahim’e hürmet gösterdiğini belirtmektedir.[1086] O, Türkler
ve Hintlileri millet-i mütedemmire (yok olmuş millet) olan Sabilerin
kalıntıları olarak zikretmektedir.[1087] İlginç bir şekilde İbn
Meymûn, yukarıda güneydeki millete Zencileri örnek verirken burada Hintlileri
vermektedir.
Harvey, İbn Meymûn’un Türkler ve zenciler hakkındaki
görüşlerine İbn Miskeveyh’in Tehzibu’l-Ahlak adlı eserinin kaynaklık
ettiğini iddia etmektedir.[1088] Zira
İbn Meymûn’un ifadeleri İbn Miskeveyh’in (ö. 1030) Tehzibu’l-Ahlak adlı
eserinde aynı kelimelerle zikredilmektedir.[1089] Harvey, Orta Çağ’dan bu
algıyı zikreden başka eserler de zikretmekle birlikte İbn Miskeveyh’e vurgu
yapmaktadır. İbn Miskeveyh’in Türklerle ilgili algısının ona has olmadığı,
genel olarak uzak kuzey ve uzak güneyde yaşayanlar için, özelde de Türkler ve
Zenciler için benzer ifadelerin kullanıldığı bilinmektedir. Burada üzerinde
durulması gereken husus, İbn Meymûn’un Türklerle ilgili aşağılayıcı ifadelerin
dini bağnazlıktan ya da ırkçılıktan kaynaklanmadığıdır. Bu algı, hem İbn Meymûn
öncesi hem de sonrası Müslüman bilginlerin eserlerinde yer almaktadır. Bu
bilginlerden belli başlıları Fârâbî, Mesûdî (ö. 956), İbn Sina ve İbn Haldun’dur
(ö. 1406).
Fârâbî, es-Siyâsetü’l-Medeniyye adlı eserinde uzak
kuzey ve uzak güneyde yaşayan insanların hayvansı bir tabiata sahip olduklarını
(el-behimiyyûne bi’t-tab‘i) ve onlardan bazısının vahşi, bazısının da
leş yiyici hayvanlara benzediğini ifade etmektedir. Fârâbî’ye göre bu insanlar
kuzeyin ve güneyin uzak bölgelerinde ma‘mur beldelerden (el-mesâkinu’l-ma‘mure)
ayrı bulunmaktadırlar.[1090] Mesudî de
(ö. 956), Kitâbü’t-Tenbîh ve’l-Işrâf adlı eserinde iklimlerin insan
zihni ve bedeni üzerindeki etkisinden detaylıca bahsetmektedir. Onun nakline
göre, soğuk tabiatları ve güneş görmeyişleri sebebiyle kuzeyin uzak köşelerinde
yaşayan insanlarda ahmaklık, kabalık ve hayvanilik ağır basar ve bu özellikler
daha da kuzeye gidildikçe artar. Bundan ötürü kuzeyin uzak köşelerinde yaşayan
Türkler, bu özelliklere sahiptirler.[1091]
İbn Sina da Kitâbü’ş-Şifa adlı eserinin sonunda,
Türkler ve Zencilerin değerli bölgelerden uzaklarda yaşadığını, bu yüzden
değerli bölgedeki insanlara hizmet etmeleri gerektiğini dile getirmektedir.
Çünkü Türkler ve Zenciler, fıtraten salim insanların yaşadığı değerli
bölgelerin (el-ekâlimü’ş-şerîfe) dışındaki bölgelerde yaşamaktadırlar.
Bu topluluklar, erdemi kabulden uzak olup tabiatları köleliğe uygundur.[1092] İbn Haldun
da, Türkleri ve Zencileri insaniyetten uzak ve hayvanlara yakın görmektedir.[1093] O, Mukaddime adlı eserinde iklimlerin insan ahlakı
üzerindeki tesirine özel bölümler ayırmakta ve teferruatlı bilgiler
vermektedir.[1094] İbn
Haldun, Türklerle ilgili benzer ifadeleri eserin değişik yerlerinde yinelemekte
ve Türkleri vahşi hayvanlara benzetmektedir.[1095]
Yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere İbn Meymûn’un
Türklerle ilgili algısının altında yatan temel sebep, Orta Çağ’ın diğer
bilginlerinde olduğu gibi iklim ve mekân algısıdır. Buna göre ortadoğu
coğrafyası medeniyetin merkezidir. Medeniyetin merkezi olması itibariyle
ortadoğudaki insanlar iki temel açıdan diğer bölgelerin insanlarından daha
üstündürler. Bunlardan ilki akıl ve zihin yapıları diğeri de fizikî
suretleridir. Bu bölgenin insanlarının özellikleri sayılırken mizaclarının
güzel, akıl ve doğalarının sağlıklı olduğuna vurgu yapılmaktadır. Ortadoğu
coğrafyasından uzaklaştıkça insanların hem aklî yetileri zayıflamakta hem de
fizikî suretleri kabalaşmakta ve suretleri insan suretinden hayvan suretine
doğru kaymaktadır. İbn Meymûn’un Türklerle ilgili düşüncesinin temelinde de bu
algı yatmaktadır. Ayrıca hem İbn Meymûn hem de diğer bilginler, o dönemler
itibariyle devlet kurmuş, medeniyet üretmiş ve Ortadaoğu coğrafyasında gözle
görülür etkileri olan Türklerden haberdardırlar. Muhtemelen burada Türkler ile
bütün bir tür değil, göçebe yaşayan istilacı Türkler kastedilmektedir.
Arap-İslam kültürünün bir ferdi olarak İbn Meymûn’un
eserlerinde kullandığı terminoloji, içinde bulunduğu medeniyetin karakteristik
özelliklerini yansıtmaktadır. Farklı bir din ve milletten olması onun İslam
filozoflarından etkilenmesini engellememiştir. İbn Meymun, etkilenmenin de
ötesinde Müslüman filozofları ismen zikrederek tavsiye etmektedir. Özellikle
Fârâbî hakkında hayranlık ifade eden sözleri, Yahudi bilginler için bile kullanmamaktadır.
O, fikirlerine katılmadığı ve felsefî yeterliliklerini kabul etmediği
bilginleri, Yahudi bile olsalar eleştirmekten geri durmamaktadır. Bu noktada
onun için düşünürlerin dinleri ve kültürleri değil, düşünce sistemleri önem arz
etmektedir.
İbn Meymûn’un İslam algısını yansıtan en temel metinler; Yemen
Mektubu, Iggeret ha-Şemad ve Ovadya’ya gönderdiği mektuptur. O, İslam’ın
statüsü, Hz. Muhammed’in peygamberliği, Kâbe ve hac uygulamaları gibi
konulardaki açıklamalarını bu mektuplarda yapmaktadır. İbn Meymun’un Yemen
Mektubu özellikle beşâirü’n-nübüvve bağlamında incelendiğinde dolaylı
muhatabanın Samuel Mağribi olduğu görülmektedir. 1163 yılında Bağdat’ta
Müslüman olan Mağribî, Yahudilere reddiye olarak Ifhâmu’l-Yehûd adlı
eserini kaleme almış ve her tarafa yayılması için özel gayret sarfetmiştir.
Muhtemelen Yemen’de Müslüman olan Yahudiler de özellikle beşâirü’n-nübüvve
ile ilgili iddialarında Mağribi’nin eserinden yararlanmışlardır. Mağribi’nin Ifhâmu’l-Yehûd
adlı eserinde Tevrat’ta Hz. Muhammed’e işaret olarak zikrettiği ifadelerin,
Yemen Mektubu’nda tek tek cevaplanıyor olması bu iddiamızı güçlendirmektedir.
İbn Meymun, Hz. Muhammed’e hem açıktan hem de ima yoluyla
çok sayıda göndermede bulunmaktadır. Bu imalardan bazıları Hz. Muhammed’in çok
eşliliğine bazıları da peygamberlik mesajına yöneliktir. Bütün eserleri dikkate
alındığında İbn Meymûn’un Hz. Muhammed için meşuga‘ (deli), pasul
(ayıplı, eksik), yişmaelî (İsmail soyundan), pulonî (falanca), eş-şahs/
ha-iş (adam, şahıs) ve meliku’l-Arab (Arapların kralı) ifadelerini
kullandığı görülmektedir. Bu lakaplar, ilk defa İbn Meymun tarafından
kullanılmamıştır. Bilakis o, Hz. Muhammed için Yahudi geleneğinde kullanılan
tabirleri kullanmaya devam etmiştir.
İbn Meymun’un, Müslümanların iddialarını çürütmek için
Kur’an’dan ayet nakletmesi dikkat çekicidir. Onun Kur’an’dan ayet nakletmesi
kütüphanesinde Kur’an bulunduğu ihtimalini güçlendirmektedir. Bazı Orta Çağ
Yahudi bilginlerinin İslam’a reddiye amaçlı ya da ilmî meraktan ötürü Kur’an
ile ilgilendikleri bilinmektedir. Bu çerçevede İbn Meymûn’un da en azından
Yemen’den kendisine gönderilen mektuba cevap hazırlığı sürecinde Kur’an’ı
incelediğini söyleyebiliriz. Onun Kur’an için kullandığı kalon (utanç)
ifadesi de Yahudi geleneğinde daha önceden bilinen bir kullanımdır. Ayrıca İbn
Meymûn -Yahudi geleneğinde yaygın olmasa da- doğrudan Kur’an kelimesini
de kullanmaktadır.
İbn Meymûn, Arapların dışında Müslüman olan başka
milletlerden haberdar olsa da İslam’a ve Müslümanlara bakışı Araplar üzerinden
olmuştur. Müslümanları ifade etmek için kullandığı yişmaelim, bney ketura,
hagrim gibi kavramların da ırkla ilgili olması bunu teyit etmektedir. Fakat
burada dikkat edilmesi gereken nokta bu isimlendirmelerin ilk defa İbn Meymûn
tarafından yapılmadığıdır. Yahudi geleneğinde İslam’ı Araplar üzerinden
anlamlandırma İbn Meymûn’dan önce de var olan bir gelenektir ve İbn Meymûn da
bunu devam ettirmiştir. İbn Meymûn’un Arapların dışında zikrettiği Müslüman
grup Türklerdir. O, Türkler ve Zencileri insan mertebesinden düşük, maymunlardan
daha üstün görmektedir. İbn Meymûn’un Türklerle ilgili algısının altında yatan
temel sebep, iklim ve mekân algısıdır. Bu algıya göre, Ortadoğu coğrafyası
medeniyetin merkezidir. Medeniyetin merkezi olması itibariyle insanlar, diğer
bölgelerin insanlarından daha üstündürler. İbn Meymun’un, o dönemler itibariyle
devlet kurmuş, ordularda komutanlık yapan ve medeniyet üretmiş Türklerden
haberdar olmaması imkânsızdır. Bu yüzden Türkler şeklinde isimlendirmeyle bütün
bir türün değil, ağır işlerde çalışan, göçebe yaşayan ve istilacı Türklerin
kastedilmiş olması daha mantıklı görünmektedir.
İbn Meymûn, Murabıt, Muvahhid, Fatimî ve Eyyübî
devletlerinin hâkimiyeti altında yaşamıştır. Onun sadece Muvahhidler zamanında
sıkıntı çektiği, diğer üç devletin yönetiminde herhangi bir baskıya maruz
kalmadığı bilinmektedir. Müslüman tarihçilerin eserlerinde İbn Meymûn’un
Muvahhidler zamanında Müslüman olduğu, Kur’an talim ettiği, fıkıhla meşgul
olduğu ve namaz kıldığına dair açık ifadeler bulunmaktadır. Kaynaklar, İbn
Meymûn’un Mısır’a yerleştiğinde Yahudiliğe döndüğünü aktarmaktadır. Bununla
birlikte bu bilgilerin Yahudi kaynaklarında yer almaması bu iddiayı
zayıflatmaktadır. Eldeki mevcut veriler incelendiğinde, onun Endülüs veya
Fas’ta geçici bir süre sureten Müslüman olduğu kanaati daha ağır basmaktadır.
İbn Meymûn’un İslam memleketlerinde yaşadığı sıkıntılara
rağmen Müslümanlara yapmadıkları şeyleri isnad etmemeye özen gösterdiği
görülmektedir. Bilindiği üzere Kur’an, Yahudilerin, Üzeyr’in Allah’ın oğlu
olduğuna inandıklarını bildirmektedir. İbn Meymûn, Kur’an’da geçen bu bilgiyi
Yahudilere atılmış bir iftira kabul etmekle beraber Ovadya’ya yazdığı mektupta
bu durumun, Yahudilerin de onlara iftira etmesini gerektirmediğini dile
getirmektedir. O, Müslümanların tam bir tevhid ehli olduklarını
vurgulamaktadır.
İbn Meymûn’un İslam algısı ile ilgili dikkatten
kaçırılmaması gereken en temel noktalardan biri, ifadelerinin bağlamıdır. Onun
Müslümanlarla ilgili kullandığı ifadelerde muhatap kitleyi esas alarak
kelimelerini seçtiği açıktır. İbn Meymûn, baskı altındaki Yemen Yahudilerine
yazdığı mektupta İslam ve Müslümanlar hakkında sert bir üslup kullanmaktadır.
Ancak Müslümanken Yahudiliği seçmiş Ovadya’ya yazdığı mektupta diğer
yazılarında görülmeyecek şekilde İslam’ı ve İslamî değerleri takdirle
anmaktadır. Benzer şekilde İbn Meymûn’un Yemen Mektubu’nda Müslüman
yönetimlerle ilgili sarf ettiği acımasız ve gaddar olanMillet-i Yişmael
ifadeleri dönemsel ve bölgesel şartlar dikkate alınarak okunmalıdır.
İbn Meymûn’un İslam’a ve Müslümanlara karşı tutumunun
Hıristiyanlarla karşılaştırılarak okunması resmi daha da netleştirmektedir. O,
Hıristiyanların Tanah’ı kutsal kabul ettiklerini bildiği halde onları putperest
olarak nitelerken Tanah’ın kutsallığına inanmayan Müslümanları hiçbir zaman
putperest olarak nitelememiştir. Bu da İbn Meymûn’un ölçü olarak aldığı en
temel kriterin tevhid olduğunu göstermektedir.
Albo, Yosef, Sefer ha-İkkarim, ed.
Isaac Husik, Jewish Publicati on Society, Philadelphia 1946 (5 cilt).
Alfonsi, Petrus, Dialogue against the
Jews, trans. Irven M. Resnick, The Catholic University of America Press,
2006.
Buhârî, Ebu Abdullah Muhammed bin İsmail, el-Câmiu‘s-Sahîh,
neşr. Salih b. Abdulaziz Muhammed b. İbrahim, Dâru’s-Selâm li’n-Neşri ve’t-Tevzi‘,
4. Baskı, Riyad 2008.
Cahız, Ebi Osman Amr bin Bahr, Kitâbu’l-Hayevân,
tahk. Abdusselam Muhammed Harun, II. Baskı, 1966 Mısır (8 cilt).
El-Cevzî, Muhammed b. Ebi Bekr b. Eyyub ibn
Kayyım, Hidâyetu’l-Hayârâfi Ecvibeti’l-Yehûd ve’n-Nasârâ, tahk. Osman
Cuma Dümeyriyye, Dâru Alemi’l-Fevâid, t.y.
, Ahkâmu Ehli’z-Zimme, tahk. Subhi Salih, Beyrut
1994 (2 cilt).
Duran, Şim‘on ben Tsemah, Magen Avot, Mahon ha-Ktav,
Yeruşalayim 2003.
, Keşet u-Magen, ed. Moshe Steinscneider, Berlin
1881.
Ebu Yusuf, Yakup bin İbrahim al-Ensâri, Kitâbu’l-Harâc,
terc. Ali Özek, II. Baskı, Akçağ Yay., İstanbul 1979.
Fârâbî, Ebu Nasr, Kitâbu’s-Siyaseti’l-Medeniyye,
ed. Ali Ebu Melhem, Dâr ve Mektebetü’l-Hilal, Beyrut 1994.
_____ , es-Siyâsetü’l-Medeniyye,
tahk. Fevzi Metri Neccar, el-Matbaatu’l- Katolikiyye, Beyrut 1998.
, el-Medinetü’l-Fâdıla, tahk. E. Nasri Nadir,
Dâru’l-Meşrık, Beyrut 1986.
_____ , Kitâbu’l-Hurûf,
tahk. Muhsin Mehdi, Dâru’l-Meşrık, II. Baskı, Beyrut 1970.
_____ , Kitâbu’l-Hurûf,
çev. Ömer Türker, Litera Yay., İstanbul 2008.
, “Uyûnu’l-Mesâil”, çev. Mahmut Kaya, İslam
Filozoflarından Felsefe Metinleri, II. Baskı Klasik Yay., İstanbul 2005,
ss. 127-137.
, “et-Tavtie fil-Mantık”, el-Mantık
‘ınde’l-Fârâbî, tahk. Refiku’l-Acem, Dâru’l-Meşrık, Beyrut 1985.
, Ihsâu ’l-Ulûm, tahk. Ali Bu Mulhim, Dâr ve
Mektebetü Hilal, Beyrut 1996.
Feyyumî, Natanel ben, Bustânu’l-Ukûl, ed. David
Levine, 1908.
, Bustânu’l-Ukûl, ed. Yosef Kafih,
Halihot Am Yisrael, II. Baskı, Yeruşalayim 1984.
Feyyumî, Said bin Yusuf (Saadya Gaon), Sefer
ha-Nivhar be-Emunot ve be-Deot (Kitâbu’l-Emânât ve’l-Itikâdât), ed. Yosef
Kafih, Mahon Sura, Yeruşalayim 1970.
, Tefsiru’t-Tevriye bi’l-Arabiyye, ed. Yosef
Derenburg, Paris 1893.
, Version Arabe D’Isaie, ed. Joseph
Derenbourg&Hartwig Derenbourg, Paris 1896.
, Tehilim im Targum ve Peruş Rasag,
ed. Yosef Kafih, Mahadura Şniya, Mahon Mişnat ha-Rambam, Kiryat Ono 2010.
, Peruşey Rav Saadya Gaon le-Bereşit, ed. Moşe
Zucker, New York 1984.
, Daniel im Targum ve Peruş, ed.
Yosef Kafih, ha-Vaad le-Hotsaat Sifrey Rasag, Yeruşalayim 1980, ss. 156-157.
_____ , Mişley im Targum ve Peruş Rasag, ed. Yosef Kafih, ha-Vaad le-Hotsaat Sifrey Rasag,
Yeruşalayim 1976.
, Peruşey Rav Saadya Gaon le-Sefer Şemot,
ed. Yehuda Razhabi, Mosad ha- Rav Kook, Yeruşalayim 1998.
Gazâlî, Ebu Hamid Muhammed bin Muhammed, Ihyâu
Ulûmu’d-Dîn, Tahric ve ta’lik: Muhammed Vehbi Süleyman-Üsame Ammure,
Dâru’l-Fikr, Dımeşk 2006 (5 cilt).
, Tehâfütü’l-Felâsife, tahk. Süleyman Dünya,
Dâru’l-Maarif, Kahire 1972.
Gerondi, Nissim, Hiduşey ha-Ran al Masehet Sanhedrin,
Jerusalem 1972.
, Şeelot u-Teşuvot, Warsaw 1882.
Gvişon, Avraham, Sefer Omer ha-Şikha:
Peruş al SeferMişley, Livorno 1748 (Tıpkıbasım: Kudüs 1973).
Halevi, Yehuda, Kitâbü’r-Red ve’d-Delil
fi’d-Dini’z-Zelil, ed. David Baneth, Jerusalem 1977.
Halevi, Rabbi Meir Sefer, Yad Rama al Masehet Sanhedrin,
Yarid ha-Sfarim, 2004.
Hemda Genuza (Teşuvot ha-Geonim), Yeruşalayim 1863.
İbnü’l-Adim, Kemaleddin Ömer ibn Ahmed, Buğyetu’t-Talebfi
Tarihi Haleb, ed. Süheyl Zekar, Daru’l Fikr, Cilt IV.
İbn Adret, Şlomo, Maamar al Yişmael, ed.
Bezalel Naor, Orot, New York 2008.
İbn Ebi Usaybia, Ahmed bin Kâsım es-Sâdi
el-Hazrecî, Uyûnu’l-Enba’fi Tabakâti’l- Etibbâ, ed. İmru’l-Kays bin
et-Tam’an, Kahire 1882.
İbn Ezra, Abraham, Peruş Katsar le-Sefer
Daniel, ed. Aharon Mondshine, MA Thesis, Ramat-Gan 1977.
İbn Haldun, Ebu Zeyd Abdurrahman, el-Mukaddime,
ed. Abdusselam eş-Şedâdî, Hizanetu İbn Haldun: Beytü’l-Funûn ve’l-Ulûm
ve’l-Âdâb, ed-Dâru’l-Beydâ’ 2005 (5 cilt).
, Mukaddime, çev. Süleyman Uludağ, 7.
Baskı, Dergâh Yay, İstanbul 2011 (2 cilt).
İbn Hanbel, Ahmed, el-Müsned, tahk.
Ebu Süheyb Hassan Abdulmennan el-Cebelî, 4. Baskı, Beytu’l-Efkâri’d-Duveli,
Amman 1998 (2 cilt).
İbn Hazm, Ebu Muhammed Ali bin Ahmed bin
Saîd, Kitâbu’l-Fasl fi’l-Milel ve’l- Ahvâi ven-Nihal, ed. Muhammed
İbrahim Nasr&Abdurrahman Umeyre, Dâru’l-Cîl, Beyrut 1996 (5 cilt).
İbn Kelbî, Ebu’l-Münzir Hişam bin Muhammed, Kitâbu’l-Esnâm,
tahk. Ahmed Zeki Paşa, Dâru’l-Kutubi’l-Mısriyye 1995.
, Putlar Kitabı, çev. Beyza Düşüngen,
Ankara Üniv. İlahiyat Fakültesi Yay., Ankara 1968.
İbn Kifti, Ebu’l-Hasan Ali bin Yusuf, Târihu’l-Hukemâ,
ed. J. Lippert, Leipzig 1903.
İbn Manzur, Muhammed ibn Mukerrem, Lisânu’l-Arab,
tahk. Abdullah Ali el-Kebir, Muhammed Ahmed Hasbullah, Haşim Muhammed
eş-Şazeli, Dâru’l-Maarif, Kahire 1982 (6 cilt).
İbn Meymûn, Musa, “İggeret
el Hahmey Montpeşlir al Gzirat ha-Kohavim”, îggerot ha-Rambam, ed.
Yitshak Şilat, Hotsaat Şilat, III. Baskı, Maale Adumim 1995,
, “İggeret el Rabbi Pinhas ha-Dayan”, îggerot
ha-Rambam, ed. Yitshak Şilat, Hotsaat Şilat, III. Baskı, Maale Adumim 1995,
c. 2, ss. 436-454.
, “İggeret el Rabbi Samuel ibn Tibbon
be-İnyaney Targum ha-More”, îggerot ha-Rambam, ed. Yitshak Şilat,
Hotsaat Şilat, III. Baskı, Maale Adumim 1995, c. 2, ss. 525-554.
, “İggeret el Yosef bar Yehuda be-İnyan
ha-Mahloket im Roş ha-Yeşiva”, îggerot ha-Rambam, ed. Yitshak Şilat,
Hotsaat Şilat, III. Baskı, Maale Adumim 1995, c. 1, ss. 293-299.
, “İggeret ha-Şemad”, îggerot ha-Rambam,
ed. Yitshak Şilat, Hotsaat Şilat, III. Baskı, Maale Adumim 1995, c. 1, ss.
30-59.
, “İggeret el Ovadya ha-Ger”, îggerot
ha-Rambam, ed. Yitshak Şilat, Hotsaat Şilat, III. Baskı, Maale Adumim 1995,
c. 1, ss. 233-241.
, “İggeret el Rabbi Yefet ha-Dayan”, îggerot
ha-Rambam, ed. Yitshak Şilat, Hotsaat Şilat, III. Baskı, Maale Adumim 1995,
c. 1, ss. 228-230.
_____ , “Teşuvot be-İnyaney Şitato ve
Darho şel Mişne Tora”, îggerot ha-Rambam, ed. Yitshak Şilat, Hotsaat
Şilat, III. Baskı, Maale Adumim 1995, c. 2, ss. 647656.
_____ , “İggeret le-Hoteno be-Davar Matan
Edut al-Ketubat Poşeat”, îggerot ha- Rambam, ed. Yitshak Şilat, Hotsaat
Şilat, III. Baskı, Maale Adumim 1995, c. 2, s. 722.
_____ , “İggeret Teyman”, îggerot
ha-Rambam, ed. Yitshak Şilat, Hotsaat Şilat, III. Baskı, Maale Adumim 1995,
c. 1, ss. 82-102.
, “İggeret Thiyat ha-Metim”, îggerot
ha-Rambam, ed. Yitshak Şilat, Hotsaat Şilat, III. Baskı, Maale Adumim 1995,
c. 1, ss. 309-338.
, “Teşuva le-Aram Suva be-İnyan Zamar
ha-Yişmaelim ve Yeynam”, îggerot ha-Rambam, ed. Yitshak Şilat, Hotsaat
Şilat, III. Baskı, Maale Adumim 1995, c. 1, ss. 426-427.
_____ , “İggeret el Rabbi Hasday Halevi
le-Aleksandriya”, îggerot ha-Rambam, ed. Yitshak Şilat, Hotsaat Şilat,
III. Baskı, Maale Adumim 1995, c. 2, ss. 677684.
, Delâletü’l-Hâirîn, ed. Isachar
Joel, Hotsaat Yehuda Yonavits, Yeruşalayim 1931.
, Delâletü’l-Hâirîn, ed. Yosef Kafih,
Mosad Rav Kook, Yeruşalayim 1972 (3 cilt).
, Delâletü’l-Hâirîn, tahk. Hüseyin
Atay, Ankara Üniv. İlahiyat Fak. Yay., Ankara 1974.
, Hakdamot ha-Rambam, ed. Yitshak
Şilat, Hotsaat Şilat, Maale Adumim 1992.
, Hilkhot ha-Yerushalmi (The laws of
the Palestinian Talmud), ed. Saul Lieberman, The Jewish Theological Seminary of
America, New York 1947.
, Iggeret Teyman, ed. Abraham S.
Halkin, American Academy for Jewish Research, New York 1952.
, Iggerot ha-Rambam, ed. David
Baneth, Mekitsey Nirdamim, Yeruşalayim 1946.
, Iggerot ha-Rambam, ed. Yitshak
Şilat, Hotsaat Şilat, III. Baskı, Maale Adumim 1995 (2 cilt).
_____ , Iggerot ha-Rambam, Mordehay
Rabinovitz, Hotsaat Rişonim, Tel Aviv, 1951.
_____ , Iggerot ha-Rambam, ed.
Yosef Kafih, Mossad ha-Rav Kook, Yeruşalayim 1972.
, Iggerot, Şeelot u-Teşuvot, Amsterdam 1712.
, Kovets Teşuvot ha-Rambam ve Iggerotav, Leipzig
1859.
, Le Guide des Egares, ed. ve
Fransızca çev. Salomon Munk, Paris 1856-1866 (3 cilt).
, Makale fi’r-Rebv (Maimonides on
Asthma), ed. Gerrit Bos, Brigham Young University Press, Utah 2002.
, Mûsâ Ibn-i Meymûn'un al-Maqâlat fi
Sinâ'at al-Mantiq'ının Arapça Aslı, tahk. Mübahat Türker, Ankara Üniv.
DTCF Dergisi, XVI, 1-2, Ocak-Haziran 1960, ss. 9-64.
, Mişne Tora, ed. Şabtay Frankel, Yeruşalayim 2001
(15 cilt).
, Mişne Tora, ed. Yohay Makbili,
Hotsaat Yeşivat Or Vişua‘ (Mifal Mişne Tora), Hayfa 2009.
, Mişne Tora, ed. Yosef Kafih, Mahon Moşe,
Yeruşalayim 1985.
, Sefer ha-Mitsvot, ed. Yosef Kafih, Mosad Rav Kook,
Yeruşalayim 1971.
, Mishnah im Perush Rabbenu Moshe ben
Maimon (Şerhu’l-Mişna), ed. Yosef Kafih, Mosad ha-Rav Kook, Yeruşalayim
1963-1968 (7 cilt).
, Teşuvot ha-Rambam, ed. Alfred
Freimann, Mekitsey Nirdamim, Yeruşalayim 1934.
, Teşuvot ha-Rambam, ed. Jehoshua
Blau, Mekitsey Nirdamim, Jerusalem, 1989 (4 cilt).
, Un Glossaire de Matiere Medicale
Compose par Maimonide (sharh asma al- uqqar), ed. Max Meyerhof, Inst.
Francais d'Archeologie Orientale, Cairo 1940.
, The Guide of the Perplexed, trans.
Shlomo Pines, University of Chicago Press, Chicago and London 1963 (2 cilt).
İbn Miskeveyh, Ahmed bin Muhammed, Tehzibü’l-Ahlak,
ed. İbnü’l-Hatib, Mektebetü’s-Sekafetü’d-Diniyye, Mısır 1961.
, Ahlakı Olgunlaştırma, terc.
Abdulkadir Şener, İsmet Kayaoğlu, Cihad Tunç, Ankara 1983.
İbn Sa’d, Muhammed, Tabakâtu’l-Kübrâ,
tahk. Ali Muhammed Ömer, Mektebetü’l- Hancı, Kahire 2001 (11 cilt).
İbn Sina, Ebu Ali el-Hüseyin ibni Abdullah, el-Edhaviyye
fi’l-Meâd, ed. Hasan Asi, II. Baskı, Beyrut 1987.
, Kitâbu’n-Necât, tahk. Macid Fahri, Beyrut 1982.
, Metafizik II, çev. Ekrem Demirli-Ömer Türker,
Litera Yay, İstanbul 2005.
, Fizik I, çev. Muhittin Macit-Ferruh Özplavcı,
Litera Yay, İstanbul 2004.
, “Arş Risalesi”, çev. Enver Uysal, Uludağ
Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, 9/9 (2000), ss. 641-655.
İbn Teymiye, Ebu'l-Abbas Takıyyuddîn Ahmed
bin Abdülhalîm, el-Cevabu’s-Sahîh li-men beddele dine’l-Mesîh, tahk. Ali
bin Hasan bin Nasır, Dâru’l-Asıme, II. Baskı, Riyad 1999 (7 cilt).
El-İskenderi, Said bin Hasan, Mesaliku’n-Nazarf
Nübüvveti Seyyidi’l-Beşer, ed. Sidney Adams Weston, 1903 (Tıpkıbasım,
Gorgias Press, 2007).
El-İslami, Ebi Muhammed Abdulhak, el-Husâmu’l-Memdûd
fi Reddi ale’l-Yehûd, ed. Esperanza Alfonso, Consejo Superier de
Investigaciones Cientificas, Madrid 1998.
, el-Husâmu’l-Memdûd fi Reddi
ale’l-Yehûd, tahk. Abdulmecid Hayali, Daru’l- Kutubi’l-Ilmiyye, Beyrut
2001.
Kapsali, Eliyahu, Seder Eliyahu Zuta,
ed. Aryeh Shmuelevitz, the Yad Ben-Zvi Institute, Hebrew University Jerusalem,
and the Diaspora Research Intitute of Tel-Aviv University, Jerusalem 1975-1977
(2 cilt).
El-Karafî, Şihâbu’d-Din Ebu’l-Abbas, Ecvibetü’l-Fâhirah
ani’l-Es’ileti’l-Fâcirah, tahk. Mecdi Muhammed eş-Şihavi, Matbaatu
Âlemi’l-Kutub, Beyrut 2005.
El-Kirkisanî, Yakub, Kitâbu’l-Envâr
ve’l-Merâkıb, ed. Leon Nemoy, The Alexander Kohut Memorial Foundation, New
York 1939 (5 cilt).
El-Kütübî, Muhammed bin Şakir bin Ahmed, Fevâtu’l-Vefâyât,
ed. İhsan Abbas, Dar Sader, Beyrut 1973-4 (4 cilt).
Mağribî, Samuel, Bir Rüyanın izinde, çev. Osman
Cilacı, İnsan Yay., 2004.
, Yahudiliği Anlamak, çev. Osman Cilacı, İnsan yay.,
1995.
, İfhâmu’l-Yehûd, ed. Moshe Perlmann,
Proceedings of the American Academy for Jewish Research 32 (1964).
, İfhâmu’l-Yehûd, ed. Muhammed
Abdullah Eş-Şerkavi, Dâru’l Hidaye, Nasr 1986.
, Samaw'al al-Maghribi's (d. 570/1175)
Ifham al-Yahud, ed. İbrahim Marazka, Reza Pouıjavady, Sabine Schmidtke,
Harrassowitz Verlag, 2006.
Makrizî, Ebu Muhammed Takiyyüddin, İmtâu’l-Esmâ’,
tahk. Mahmuh Muhammed Şakir, Kahire 1941.
El-Marakuşî, Abdulvahid, Kitâbu’l-Mu‘cibfi
Telhisi Ehli’l-Mağrib, ed. R. Dozy, Leiden, 1847.
Mes’udî, Ebul Hasan Ali, Les prairies
d'or (Murucu’z-Zeheb), ed. Barbier de Meynard, Paris 1865. (9 cilt).
, Kitâbu’t-Tenbih ve’l-İşrâf ed. M. J. Goeje, Brill,
Leiden 1967.
Meymûn, Abraham ben, Milhamot ha-Şem, Hanover 1840.
Midraş Lekah Tov,
Vilna 1881.
Midraş Raba, ed. Moshe
Mirkin, Hotsaat Yavne, Telaviv 1957 (11 cilt).
Narbonî, Abraham b. Yitshak, Sefer
ha-Eşkol, ed. H. Albeck, II. Baskı, Yeruşalayim, 1984.
Pirke Rabbi Eliezer,
ed. C. N. Horowitz, Jerusalem 1972.
“Pirke Rabbi Eliezer”, ed. Michael Higger, Horeb 10
(1948), ss. 185-294.
Rozanes, Şlomo, Divrey Yamey Yisrael
be-Togarma (Korot ha-Yehudim be-Turkiya ve Artsot ha-Kedem), 1930-1945 (6
cilt).
Safedi, Salahaddin Halil bin Aybek, Kitâbu’l-Vafi
bil’-Vefâyât, tahk. Ahmad Arnavut & Turkî Mustafa, Dâru
İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut 2000 (29 cilt).
, Kitâbu’l-Vafi bil’-Vefâyât, tahk.
Joseph Van Ess, Dar Sadır Matbaası, Beyrut 1982.
Sambari, Yitshak, Sefer Divrey Yosef, ed. Şimon
Stuber, Yad ben-Zvi, Kudüs, 1994.
Es-Sananî, Abdurrezzak bin Hemmam, el-Musannef,
neşr. Habiburrahman el-Azamî, el-Mektebetü’l-İslamî, Karaçi 1983 (12 cilt).
“Seder Olam Zuta”, Medieval Jewish
Chronicles, ed. Adolf Neubauer, c. 2, Oxford Press, 1895, ss. 68-88.
Sifre le-Dvarim, ed.
Louis Finkelstein, New York 1969.
Şehristani, Ebu’l-Feth Muhammed bin
Abdulkerim, Milel ve Nihal, çev. Mustafa Öz, Litera Yay., İstanbul 2008.
Şerira Gaon, Iggeret Rav Şerira Gaon, ed. Benjamin
Lewin, Haifa 1921.
Şevkânî, Muhammed bin Ali, Irşâdu’s-Sikât
ila Ittifaki’ş-Şerai, Dâru’l-Kutubi’l- İlmiyye, Kahire 1984.
Et-Taberi, Ebu Cafer Muhammed ibn Cerir, Tarihu’r-Rusûl
ve’l-Mulûk, tahk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, II. Baskı, Dâru’l-Maarif,
Kahire 1967 (10 cilt).
Et-Taberî, Ali b. Rabban, Kitâbu’d-Din
ve’d-Devle, tahk. Adil Nuveyhad, Dâru’l- Afaki’l-Cedide, Beyrut 1973.
, Hz. Muhammed’in (sav) Peygamberliğinin
Delilleri, çev. Fuat Aydın, Ensar Neşriyat, İstanbul 2012.
Targum Yonatan, ed. M.
Ginsburger, Berlin 1903.
Tebrizî, Ebi Abdullah Muhammed b. Ebi Bekr
b. Muhammed, Şerhu’l- Mukaddemâti’l-Hams ve Îşrûn min Delâleti’l-Hâirîn,
thk. Muhammed Zahid el-Kevserî, Matbaatü’s-Saadet, Kahire 1993.
“Tefilat Rabbi Şim‘on bar Yohay”, Bet
ha-Midraş, ed. Aharon Jellineck, Vien 1857, heder revii, ss. 117-126.
Tora,
tercüme ve neşr. Moşe Farsi ve dğr., Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın AŞ,
İstanbul 2002-2009 (5 cilt).
Turtûşî, Muhammed bin, Sirâcu’l-Mulûk, Kahire 1872.
, Sirâcu’l-Mulûk: Siyaset Ahlakı ve
ilkelerine Dair, yayına hazırlayan: Said Aykut, İnsan Yay., İstanbul 2011.
Vakidî, Muhammed bin Ömer, Kitâbu’l-Meğâzi,
ed. Marsden Jones, Beyrut 1966 (3 cilt).
El-Velid, Ali bin Muhammed, Tâcu’l-Akâid
ve Ma‘denu’l-Fevâid, tahk. Arif Tamir, Dâru’l-Meşrık, Beyrut 1986.
Zehebî, Muhammed bin Ahmed, Tarihu’l-islam,
tahk. Ömer Abdusselam Tedmuri, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, 1990-2000 (53 cilt).
Zimra, Rabbi David ben Şlomo ben, Şut ha-Radbaz,
Yeruşalayim 1882.
Adam, Baki, “Tevrat’ın Tahrifi Meselesine
Müslüman ve Yahudi Cephesinden Bir Bakış”, AÜİFD 36 (1997), ss. 359-404.
, “Üzeyr’in Allah’ın Oğulluğu Problemi”, Kur’ân’ın
Tartışmalı Konuları, Pınar Yayınları, İstanbul 2010, ss. 45-89.
, “Yahudiliğin Hıristiyanlığa ve İslam’a
Bakışı”, AÜİFD 37 (1997), ss. 333358.
____ , Yahudi
Kaynaklarına Göre Tevrat, Pınar Yayınları, İstanbul 2010.
____ , Yahudilik
ve Hıristiyanlık Açısından Diğer Dinler, Pınar Yayınları, 2002.
Adang, Camilla, Muslim Writers on Judaism
and the Hebrew Bible, Brill, Leiden 1996.
_____ , “A Jewish Reply to Ibn Hazm Solomon b. Adret's Polemic
against Islam”, Judiosy musulmanes en al- Andalus y el Magreb: contactos
intelectuales, ed. Maribel Fierro, Madrid 2002, ss. 179-209.
Ahroni, Reuben, “Some Yemenite Jewish
Attitudes towards Muhammad’s Prophethood”, Hebrew Union College Annual
69 (1998), ss. 49-99.
Alfonso, Esperanza, Islamic Culture
through Jewish Eyes, Routledge Group, Oxon 2008.
Alfred Guillaurne, “The Influence of Judaism
on İslam”, The Legacy of Israel, eds. Edwyn R. Bevan& Charles
Singer, Oxford University Press, Oxford 1927, ss. 129-191.
Allaire, Gloria, “Noble Saracen or Muslim
Enemy? The Changing Image of the Saracen in Late Medieval Italian Literature”, Western
Views of İslam in Medieval andEarly Modern Europe, St. Martin’s Press, New
York 1999, ss. 173-84.
Altman, Alexander, “Articles of Faith”, EJ
(Second Edition), ed. Fred Skolnik, Thomson Gale, 2007, c. 2, ss. 529-532.
Arafat, W. N., “New Light on the Story of
Banu Qurayza and the Jews of Medina”, Journal of Royal Asiatic Society of
Great Britain and Ireland 1976, ss. 100107.
Arkan, Atilla, İbn Meymûn Felsefesinde Tanrı,
Değişim Yayınları, Sakarya 2007.
Arslantaş, Nuh, “Hz. Muhammed’in Çağdaşı
Yahudilerin Sosyo-Kültürel Hayatlarına Dair Bazı Tespitler” İSTEM 6/11
(2008), ss. 9-46.
, “Sürgünden Sonra Hayber Yahudileri”, Belleten 264
(2008), ss. 431-474.
, Emeviler Döneminde Yahudiler, Gökkubbe Yay.,
İstanbul 2005.
, İslam Dünyasında İlmî ve İktisadî
Alanda Yahudiler, Marmara Üniv. İlahiyat Fak. Yay., İstanbul 2009.
, İslam Toplumunda Yahudiler, İz Yay., İstanbul
2008.
, Yahudilere göre Hz. Muhammed ve İslamiyet, İz
Yay., İstanbul 2011.
Ashtor, Eliyahu, Toldot ha-Yahudim be-Mitsrayim
ve Suriya tahat Şilton ha- Memlûkim, Mosad ha-Rav Kook, Yeruşalayim 1944.
, “Darhey ha-Pulmus ha-İslamî”, Sefer
ha-Zikaron le-bet ha-Midraş le- Rabanim be-Vina, ed. Aryeh Schwartz, Reuven
Mass, Yeruşalayim 1946, ss. 182-197.
, “Shim‘on, Joseph ben Judah İbn”, EJ
(Second Edition), ed. Fred Skolnik, Thomson Gale, 2007, c. 18, ss. 480-1.
Astren, Fred, Karaite Judaism and
Historical Understanding, University of South Carolina Press, South
Carolina 2004.
Atay,
Hüseyin, “Musa bin Meymûn’un Delâletü’l-Hâirin Adlı Eserine Göre İslam İlm-i
Kelâm Anlayışı”, İslami Araştırmalar, sayı:1, 1986, ss. 33-40.
Avişur,
Yitshak, “Kinuyey Gınay İvriyim le-Goyim vele-Yahudim be-Aravit Yahudit”, Şay
le-Hadasa, ed. Yaakov Bentolila, University of Ben Gurion Press, c. 5, 1997,
ss. 108-112.
, Şivhey ha-Rambam, Magnes Press, Yeruşalayim 1998.
Aydın, Mehmet, “İbn Meymûn’un Düşüncesinde
Ölümsüzlük”, Dokuz Eylül Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi 20
(2004), ss. 53-74.
, Fârâbî-İbn Sina Sistemi Işığında İbn
Meymûn'un Fin Felsefesi, Doktora tezi, Dokuz Eylül Üniv. SBE, 2003, 317 s.
Aydın, Ravza, Musa b. Meymun'a göre
Yahudi İnanç Esasları, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Sakarya Üniv. SBE,
2012, 113 s.
_____ , “Yahudi İman Esasları”, Sakarya
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 25/1 (2012), ss. 189-210.
Azar, Henry, “Ibn Maymun (Maimonides): Ibn
Zuhr’s Medical Disciple and a Second Moses”, The Sage of Seville: Ibn Zuhr,
His Time and His Medical Legacy, The American University in Cairo Press,
2008, ss. 83-93.
Bakhos, Carol, Ishmael on the
Border, State University of New York Press, 2006.
Baneth, David, “Yosef ben Şim’on
ha-Talmid ha-Haşuv şel ha-Rambam ve Yosef ibn Aknin”, Ozer Yehudey Sefarad
7 (1964), ss. 11-20.
Bar-Asher, Moshe, “Al Kama Hiduşey
ha-Laşon”, Masorot 5-6 (1998), ss. 35-49.
_____ , “Milim İvriyot ve-Gilguleyhen
be-Aravit ha-Yahudit be-Tsafon Afrika, Divrey ha-Kenes ha-İvri ha-Mad’î
ha-Şmini be-Eyropa, Universitat Barselona, ed. T. Gor-Arya, Yeruşalayim
1992, ss. 125-139.
Bar-Sela, Ariel, Hebbel E. Hoff, Elias Faris,
“Moses Maimonides' Two Treatises on the Regimen of Health: Fi Tadbir al-Sihhah
and Maqalah fi Bayan Ba'd al- A'rad wa-al-Jawab 'anha”, Transactions of the
American Philosophical Society 54/4 (1964), ss. 3-50.
Baron, Salo Wittmayer, A Social and
Religious History of the Jews: High Middle Ages 500-1200, c. 5, Columbia
University Press, New York 1957.
Bashan, Eliezer, Elinoar Bareket, “Nagid”, EJ
(Second Edition), ed. Fred Skolnik, Thomson Gale, 2007, c. 14, ss. 729-733.
Benisch, A., Benisch, Two Lectures on the
Life and Writings of Maimonides, London 1847.
Ben-Shammai, Haggai, “Attitude of Some Early
Karaites to İslam”, Studies in Mediaeval Jewish History and Literatüre,
ed. I. Twersky, Harvard University Press, 1984, c. 2, ss. 3-40.
, “Between Annanites and Karaites:
Observations on Early Medieval Jewish Secterianism”, Studies in
Muslim-Jewish Relations, Ronald L. Nettler, Harwood Academic Publishers,
1993, c. 1, ss. 19-30.
, “Hebrew in Arabic Script: Qirqisani’s
View”, Studies in Judaica, Karaitica and Islamica Presented to Leon Nemoy,
ed. S. R. Brunswick, Ramat Gan 1982, ss. 115-126.
, “Observations on the Beginnings of
Judeo-Arabic Civilization”, Beyond Religious Borders, ed. David M.
Freidenreich, Miriam Goldstein, University of Pennsylvania Press, Philadelphia
2012, ss. 13-29.
Berman, Eliezer Zeev, İbn Bâcce ve
ha-Rambam: Perek be-Toledot ha-Filosofya ha- Medinit, PhD Thesis, Hebrew
University of Jerusalem, 1959.
Bermann, Lawrence, “Ethical Views of
Maimonides within the context of Islamicate Civilization”, Perspectives on
Maimonides, Oxford University Press, 1991, ss. 13-32.
, "Maimonides, The Disciple of
AlFârâbî", Israel Oriental Studies 4 (1974), ss. 195-214.
Besalel, Yusuf, Osmanlı ve Türk
Yahudileri, Gözlem Gazetecilik Basım ve Yayın AŞ, İstanbul 2004.
Blau, Joshua, “Ben Aravit-Yahudit le-Kuran”, Tarbits
40/4 (1971), ss. 512-4.
, “Some Instances Reflecting the Influence
of Saadia Gaon’s Bible on Later Judeo-Arabic Writings”, Occident and Orient:
a Tribute to the Memory of Alexander Scheiber, ed. Sândor Scheiber, Brill,
1988, ss. 21-30.
, The Emergence and Linguistic Background
of Judaeo-Arabic, Ben Zvi Insitute, Jerusalem 1981.
Blidstein, Yakov, “Maamad ha-Islam be-Halaha
ha-Meymonit”, Rav Tarbutiyot be- Medina Demokratit u-Yahudit, ed. Avi Sagi
Menachem Mautner& Ronen Shamir, Tel Aviv 1998, ss. 465-76.
Bloomberg, Jon Irving, Arabic Legal Terms
in Maimonides, PhD Thesis, Yale Univ., 1980.
, The Jewish world in the Middle Ages,
Ktav Publishing House, Jersey City 2000.
Blumenthal, H. Elchanan, “Hasidei Ummot
ha-Olam”, EJ (Second Edition), ed. Fred Skolnik, Thomson Gale, 2007, c.
8, ss. 389-390.
Bobzin, Hartmut, “Das Siegel der Propheten”,
The Trias of Maimonides: Jewish, Arabic, and Ancient Culture of Knowledge,
De Gruyter, Berlin 2005, ss. 289306.
Bosmajian, Haig, BurningBooks, McFarland Company,
North Carolina 2006.
Bulleit, Richard W., Conversion to Islam
in theMedieval Period: An Essay in Quantative History, UMI Books, 2006.
Bustanay Oded, “Chemosh”, EJ (Second
Edition), ed. Fred Skolnik, Thomson Gale, 2007, c. 4, s. 594.
Cohen, Jeffrey Jerome “On Saracen Enjoyment:
Some Fantasies on Race in the Late Medieval France and England”, The Journal
of Medieval and Early Modern Studies 31/1(2001), ss. 113-146.
Cohen, Mark, Under Crescent and Cross, Princeton
University Press, 1994.
Cohen, Martin A., “Anan ben David and
Karaite Origins”, The Jewish Quarterly Review, 68/3 (1978), ss. 129-145.
, “Anan ben David and Karaite Origins-II”, The
Jewish Quarterly Review, New Series, 68/4 (1978), ss. 224-234.
Cohen, Mordechai, Opening the Gates of Interpretation,
Brill, Leiden 2011.
Cook, David, Studies in Muslim Apocalypse, The
Darwin Press, Princeton 2002.
Corcos, David, “le-Ofi Yahasam şel Şlitey
ha-Almuvahhidun le-Yahudim”, Tsion 32 (1967), ss. 137-160 (Yeni basım, Studies
in the History of Jews of Morocco, Rubin Masas, Jerusalem 1976, ss.
319-342).
Crone, Patricia and M. Cook, Hagarism:
the Making of the Islamic World, Cambridge University Press, Malta 1977.
Çağrıcı, Mustafa, “İbn Meymûn”, DlA, c. 20, İstanbul
1999, ss.194-197.
Davidson, Herbert A. “Maimondides’ Putative
Position as Official Head of Egyptian Jewish Community”, Hazon Nahum:
Studies in Jewish Law, Thought and History Presented to Dr. Norman Lamm,
ed. Yaakov Elman and Jeffrey S. Gurock, Yeshiva University Press, New
York 1997, ss. 115-128.
Davidson,
Herbert, Moses Maimonides: The Man and His Works, Oxford University
Press, New York 2005.
Davidson,
Israel, Saadia’s Polemic Against Hiwi al-Balkhi, The Jewish Theological
Seminary of America, New York 1915.
Davies,
Daniel, Method andMetaphysics in Maimonides' Guide for the Perplexed, Oxford
University Press 2011.
Demirci, Kürşat, Yahudilikte Dini
Çoğulculuk, Ayışığı Kitapları, İstanbul 2000.
Delitzsch, Franz, Zur Geschichte
der jüdischen Poesie, Leipzig 1836.
Dienstag,
Jacob, “Maimonides, Moses: As Halakhist”, EJ (Seond Edition), ed. Fred
Skolnik, Thomson Gale, 2007, c. 13, ss. 385-388.
Dobbs-Weinstein,
Idit, Lenn Goodman, James A. Grady (eds.), Maimonides and His Heritage,
State University of New York Press, New York 2009.
Doğan,
Hatice, Maymonides’in Hayatı ve Eserleri, Gözlem Gazetecilik Basın ve
Yayın AŞ, İstanbul 2010.
Drazin, Israel, Maimonides,
Gefen Publishing, Jerusalem 2009.
Elon, Menachem,
“Noachide Laws”, EJ (Seond Edition), ed. Fred Skolnik, Thomson Gale,
2007, c. 15, ss. 284-287.
Entsiklopediya Mikrait, “Baal”, ed. Moşe David Casuto,
Yeruşalayim 1965, c. 2, s.
290.
Entsiklopediya
Talmudit, “Ger toşav”, ed. Meir Berlin& Shlomo Yosef Zewin, Yad ha-Rav
Hertsog, Yeruşalayim 1975, c. 6, ss. 289-303.
_____ , “Ger”,
ed. Meir Berlin& Shlomo Yosef Zewin, Yad ha-Rav Hertsog, Yeruşalayim 1975,
c. 6, ss. 253-289.
Ephal Israel,
David Sperling, “Keturah”, EJ (Second Edition), ed. Fred Skolnik, Thomson
Gale, 2007, c. 12, s. 99.
Eran, Amira,
“Al-Ghazali and Maimonides on the World to Come and Spritual Pleasures”, Jewish
Quarterly Review 8 (2001), ss. 137-166
_____ ,
“Ghazali, Abu Hamid Muhammad Ibn Muhammad al-Tusi Al-”, EJ (Second
Edition), ed. Fred Skolnik, Thomson Gale, 2007, c. 7, ss. 571-573.
Ered, Dotan,
“Bikoret ha-Mikra be-İslam ve Haşkafota be-Targum Rasag le-Tora”, Hayo Haya
5 (2006), ss. 7-32.
Even-Hen, Yaakov, The Rambam,
Mahon ha-Ktav, Jerusalem 1994.
Fayda, Mustafa, Hz. Ömer Zamanında
Gayrimüslimler, Marmara Üniv. İlahiyat Fak. Vakfı Yay., İstanbul 1989.
Fenton, Paul, “A Meeting with Maimonides”, Bulletin
of the School of Oriental and African Studies, 45/1 (1982), ss. 1-4.
, “Pulmus Muslemi mi-Teyman Neged ha-Rambam:
ha-İmam Eş-Şevkanî ve Sifro be-İnyan Hayey Olam ha-Ba”, Le Roş
Yosef:Mehkarim be-Hohmat Yisrael, ed. Yosef Tobi, Jerusalem 1995, ss.
409-434.
Finkelstein, Menachem, Conversion, Bar-Ilan
University Press, Telaviv 2006.
Firestone, Reuven, Journeys in Holy
Lands, State University of New York Press, Albany 1990
Frank, Daniel, “On Defining Maimonides’
Aristotelianism”, Medieval Philosophy and Classical Tradition, ed. John
Inglis, Curzon Press, London 2002, ss. 194205.
, Jews of Medieval Islam, Brill, Leiden 1995.
_____ , Search Scripture Well: Karaite
Exegetes and the Origins of the Jewish Bible, Brill, Leiden 2004.
Freidenreich, David M., “The Use of Islamic
Sources in Saadiah Gaon's "Tafsır" of the Torah”, The Jewish
Quarterly Review 93/3-4 (2003), ss. 353-395.
Frimer, Dov, “Israel, The Noahide Laws and
Maimonides: Jewish-Gentile Legal Relations in Maimonidean Thought”, Jewish
Law Association Studies II, ed. B. S. Jackson, Scholars Press, 1986, ss.
89-102.
Gafni, Isaiah, “Mercury”, EJ (Second
Edition), ed. Fred Skolnik, Thomson Gale, 2007, c. 14, s. 62.
Galante, Avram, Türkler ve Yahudiler,
Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın AŞ, İstanbul 1995.
Gehman, Henry, “Maimonides and Islam”, The
Muslim World 25/4 (1935), ss. 375386.
Geiger, Abraham, Was hat Mohammad
aufgenommen aus den Judentum?, Bonn 1833.
Gil, Moshe, Jews in Islamic countries in
the Middle Ages, trans. David Strassler, Brill, 2004, ss. 3-40.
Giladi, Avner, “Heara be-Davar Makor Efşarî
le-Koteret More Nevuhim”, Tarbits 48 (1979), ss. 346-7.
Goitein, Shlomo D., “The Cairo Geniza as a
Source for the History of Muslim Civilisation”, StudiaIslamica 3 (1955),
ss. 75-91.
, "The Origin and Nature of the Muslim
Friday Worship," Studies in Islamic History andInstitutions, Leiden
1966, ss. 111-125.
, A Mediterrenean Society: The Jewish
Communities of the Arab World as Portrayed in the Documents of the Cairo
Geniza, University of California Press, Berkeley, 1967-1973 (6 cilt).
, Jews and Arabs, Schocken Books, New York 1964.
, Yahudiler ve Araplar, çev. Nuh
Arslantaş, Emine Buket Sağlam, İz Yay., İstanbul 2004.
Goldfeld, Lea Naomi, Moses Maimonides'
Treatise on Resurrection: an Inquiry into Its Authenticity, Ktav Pub Inc.,
Jersey City 1986.
Goldziher, Ignaz, “Die Bekenntnissformeln
der Almohaden”, ZDMG 44 (1890), ss. 168-171.
Goodman, Lenn E., “Maimonides and The
Philosophers of Islam: The Problem of Theophany”, Judaism and Islam:
Boundaries, Communications, and Interaction, eds. William M. Brinner,
Benjamin H. Hary, John Lewis Hayes, Fred Astren, Brill 2000, ss. 279-301.
Goodman, Martin Abraham, the Nations, and
the Hagarites: Jewish, Christian, and Islamic Perspectives on Kinship with
Abraham, Brill, 2010.
Göregen, Mustafa, Islam-Yahudi Polemiği
ve Tartışma Konuları, Basılmamış Doktora Tezi, Marmara Üniv. SBE, İstanbul
2002.
Grinatz, Joshua Meir, “Baal”, Entsiklopediya
Ivrit, ed. B. Netenyahu, Yeruşalayim 1967, c. 9, ss. 257-8.
Grosman, Avraham, “Communication among
Jewish Centers during the Tenth to Twelfth Centuries”, Communication in the
Jewish Diaspora, ed. Sophia Menache, Brill, Leiden 1996, ss. 107-126.
, “Kiduş ha-Şem be-Meot ha-Ehad Esre ve Ştem
Esre ben Aşkenaz le-Artsot ha-Islam”, Peamim 75 (1998), ss. 27-46.
Guillaume, Alfred, “The Influence of Judaism
on İslam”, Legacy of Israel, ed. Edwyn Bevan, Oxford 1928, ss. 129-172.
Guttman, Michael, “The Term “Foreigner
(Nohrî)” Historically Considered”, Hebrew Union College Annual 3 (1926),
ss. 1-20.
Güleryüz, Naim, Türk Yahudileri Tarihi-I,
Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın AŞ, İstanbul 1993.
Günaltay, Şemseddin, İslam Öncesi Araplar
ve Dinleri, Ankara Okulu Yay., Ankara 1997.
Gürkan, Salime Leyla, “Yahudilik’te İhtida
Meselesi”, İSAM Dergisi 7 (2002), ss. 31-55.
, Yahudilik, 4. Baskı, İsam Yay, İstanbul 2011.
Halbertal, Moshe, ha-Rambam, Merkaz Zalman Şazar,
Yeruşalayim 2009.
Halkin, Abraham Shlomo, “Aknin, Joseph ben
Judah ben Jacob Ibn”, EJ (Second Edition), ed. Fred Skolnik, Thomson
Gale, 2007, c. 1, ss. 569-570.
, “Judeo-Arabic Literature”, The Jews:
Their History and Their Cultures, ed. Louis Finkelstein, The Jewish
Publication Society of America, Philadelphia 1966, III. Baskı, c. 2, ss.
1116-1148.
, “Le-Toldot ha-Şemad be-Yemey
ha-ElMuvahhidin”, The Joshua Starr Memorial Volume: Studies in History and
Philology, New York 1953, ss. 101-110.
, “The Medieval Jewish Attitude towards
Hebrew”, Biblical and Other Studies, ed. Alexander Altmann, Harvard
University Press, Cambridge 1963, ss. 233248.
, “Judeo-Arabic Literature”, EJ
(Second Edition), ed. Fred Skolnik, Thomson Gale, 2007, c. 11, ss. 530-538.
, Crisis andLeadership: Epistles of
Maimonides, Jewish Publication Society of America, Philadelphia 1993.
Hamidullah, Muhammed, İslam’da Devlet
İdaresi, terc. Kemal Kuşcu, Ahmed Said Matbaası, İstanbul 1963.
, İslam Peygamberi, terc. Mehmet Yazgan, Beyan Yay.,
İstanbul 2011.
Hanafi, Hasan, “İslam and Judaism: A Model
from Andalusia”, Bulletin of the Institute of theMiddle Eastern Studies,
International University of Japan, Niigata, 1986, c. 2, ss. 55-70.
Harman, Ömer Faruk, “Feyyumî, Said bin
Yusuf’, DİA, İstanbul 1995, c. 12, ss. 517519.
Harris, Jay (ed.), Maimonides after 800
Years: Essays on Maimonides and his Influence, Harvard University Center
for Jewish Studies, 2008.
, “Maimonides in 19th Century
Historiography”, Proceedings of the American Academy of Jewish Research
54 (1987), ss. 117-139.
Hartman, David, Maimonides: Torah andPhilosophical
Quest, Varda Books, 2001.
Harvey, Steven, "Meaning of Terms
Designating Love”, Studies in Muslim-Jewish Relations, Judaeo-Arabic
Studies, ed. Norman Golb, Harwood Academic Publishers, Amsterdam 1997, ss.
175-196.
Harvey, Steven, “A New Islamic Source of
the Guide of the Perplexed”, Maimonidean Studies II, ed. Arthur
Hyman, Yeshiva University Press, New York 1992, ss. 31-59.
, “AlGhazali and Maimonides and Their Books
of Knowledge”, Be'erot Yitzhak: Studies in Memory of Isadore Twersky,
ed. J. M. Harris, Harvard University Press, Cambridge 2005, ss. 99-117.
, “Arabic into Hebrew: The Hebrew
Translation Movement and the Influence of Averroes upon Medieval Jewish
Thought”, Cambridge Companion to Medieval Jewish Philosophy, ed. Daniel
H. Frank, Oliver Leaman, Cambridge University Press, Cambridge 2003, ss.
258-280.
, “Did Maimonides' Letter to Samuel Ibn
Tibbon Determine Which Philosophers Would Be Studied by Later Jewish
Thinkers?”, The Jewish Quarterly Review, 83/1-2 (1992), ss. 51-70
, “The Meaning of Terms Designating Love in
Judaeo-Arabic Thought and Some Remarks on the Judeao-Arabic Interpretati on of
Maimonides”, Judaeo-Arabic Studies, ed. Norman Golb, Harwood Academic
Publications, Amsterdam 1997, ss. 175-196.
Hasanov, Eldar, Yahudi Ahit Geleneğinde
Nuh Kanunları ve Nuhîlik, Basılmamış Doktora Tezi, Marmara Üniv. SBE,
İstanbul 2012.
Hayward, Robert, "Targum
Pseudo-Jonathan and Anti-Islamic Polemic", Journal of Semitic Studies
34 (1989), ss. 77-93.
Heide, Albert van der, “Their Prophets and
Fathers misled them: Moses Maimonides on Christianity and Islam”, The Three
Rings, ed. Barbara Roggema, Marcel Poorthuis, Pim Valkenberg, Peeters
Publishing, Leuven 2005, ss. 35-47.
Heinemann, I., Maimuni und die Arabischen
Einheitslehrer, MGWJ 79 (1935), ss. 102-148.
Hıdır, Özcan, “İslam’ın Yahudi Kökeni
Teorisi ile İlgili İddialar ve Çalışmalar”, İLAM Araştırma Dergisi 3/1
(1998), ss. 155-169.
Hoffman, Edward, The Wisdom of
Maimonides: the Life and Writings of the Jewish Sage, Trumpeter,
Boston&London 2008.
Holzman, Gitit, “Truth, Tradition and
Religion. The Association between Judaism and Islam and the Relation between
Religion and Philosophy in Medieval Jewish Thought”, Al-Masâq 18/2
(2006), ss. 191-200.
Hourani, George, “Maimonides and Islam”, Studies
in Islamic and Judaic Traditions I, eds. William M. Brinner & Stephen
D. Rick, Atlanta 1986, ss. 153-165.
Hughes, Aaron W., “The 'Golden Age' of
Muslim Spain: Religious Identity and the Invention of a Tradition in Modern
Jewish Studies,” Historicizing “Tradition” in the Study of Religion, ed.
Steven Engler, Greg Greive, Berlin 2005, pp. 51-74.
Husik, Isaac, A History of Medieval
Jewish Philosophy, The Macmillan Company, 1916.
Hyman, Arthur (ed.), Maimonidean Studies
I-V, Ktav Publishing House, Jersey City 1990-2008.
_____ , “Maimonides, Moses: Philosophy”, EJ
(Seond Edition), ed. Fred Skolnik, Thomson Gale, 2007, c. 13, ss. 388-393.
Ivry, Alfred, “Islamic and Greek Influences
on Maimonides’ Philosophy”, Maimonides and Philosophy, ed. Shlomo Pines,
Martinus Nijhoff Publishers, Dordrecht 1986, ss. 139-156.
_____ , “Ismailî Theology and Maimonides’
Philosophy”, The Jews of Medieval Islam, ed. Daniel Frank, Leiden 1995,
ss. 271-299.
, “The Guide and Maimonides’ Philosophical
Sources”, The Cambridge Companion to Maimonides, ed. Kenneth Seeskin,
Cambridge University Press, New York 2005, ss. 58-81.
İlhan, Sinan,
Fetihten Murabıtlar Dönemine Kadar Endülüs’te Yahudiler (711-
1091), Basılmamış Doktora Tezi, Ankara Üniv. SBE, Ankara 2006.
Jacobs, Louis, “Are Muslim Idolaters?”, Jewish
Law, Behrman House Inc., New Jersey 1968, c. 1, ss. 181-186.
Jacobs, Martin, Islamiche Geschihte in
Jüdischen Chroniken, Mohr Siebeck, Tübingen 2004.
, “Interreligious Polemics in Medieval
Spain: Biblical Interpretation Ibn Hazm, Shlomoh ibn Adret, and Shimon ben
Semah Duran”, Jerusalem Studies in Jewish Thought 21 (2007), ss. 35-57.
Kafih, Yosef, “Ha-Islam ve ha-Yahas
le-Muslemim be-Mişnat ha-Rambam”, Mahanayim 1 (1991), ss. 16-21.
Kahle, Paul, The Cairo Geniza, Frederick Praeger
Publishing, New York 1959.
Kaplan, Lawrence, “The Unity of Maimonides’
Religious Thought”, Judaism and Modernity, ed. Jonathan Malino, Ashgate
Publishing, Corwall 2004, ss. 393394;
Karaman, Hüseyin, “İbn Meymûn’un
Düşüncesinde Aklın Sınırları ve Din-Felsefe İlişkisi”, Dinbilimleri Akademik
Araştırma Dergisi 6/4 (2006), ss. 153-174.
, Ibn Meymûn’da Tanrı-Âlem ilişkisi, Karadeniz Basın
Yayın, Rize 2007.
Karlığa, Bekir, “Delâletü’l-Hâirin”, DİA, İstanbul
1994, c. 9, ss. 122-125.
Kasher, Hanna, “Maimonides’ View of
Circumsion as a Factor Uniting Jews and Muslims”, Medieval and Modern
Perspectives on Muslim-Jewish Relations, ed. Ronald L. Nettler, Luxembeurg
1995, ss. 103-109.
_____ , “Moşe mul Muhammed: ben Rabbi
Yehuda Halevi ben le-Rambam”, Masora le-Yosef 5 (2008), ss. 227-233.
Kasher, Rimon, “Targumey ha-Mikra ha-Aramiim”, Peamim
83 (2000), ss. 70-107.
Katar, Mehmet, “Tevrat’ın Lut Kıssası
Üzerine Bir Araştırma”, AÜİFD 48:1 (2007), ss. 57-76.
Katsh, Abraham, Judaism and the Koran:
Biblical and Talmudic Backgrounds of the Koran, New York 1962.
Kaya, Mahmut, İslam Filozoflarından
Felsefe Metinleri, II. Baskı, Klasik Yayınları, İstanbul 2005.
Keiner, Ronald, “Jewish Ismailism in Twelfth
Century Yemen: R. Nethanel ben al- Fayyümî”, The Jewish Quarterly Review
74:3 (1984), ss. 249-266.
Khoury, Theodoro, Polemique Byzantine contre l'Islam,
Brill, Leiden 1972.
Kirschner, Robert S., "Maimonides'
Fiction of Resurrection." Hebrew Union College Annual 52 (1981),
ss. 163-93.
Klein, Ernest, A Comprehensive
Etymological Dictionary of Hebrew Language for Readers of English, The
Israel Map and Publishing Company, Jerusalem 1987.
Klorman, Bat-Zion, “The Yemeni Messiah in
the of Maimonides, Prelude for Future Messiahs”, From Iberia to Diaspora,
ed. Yedida Kalfon Stillman& Norman A. Stillman, Brill 1999.
Kojaman, Yeheskel, “Meşuga”, Milon
İvri-Aravi Şalem, Misrad ha-Bithahon, Yeruşalayim 2000, s. 918.
, “Pasul”, Milon İvri-Aravi Şalem,
Misrad ha-Bithahon, Yeruşalayim 2000, s. 1251.
Kraemer, Joel, “Haşpaat ha-Mişpat ha-Muslemi
al ha-Rambam”, Teuda 10 (1996), ss. 225-244.
, “Maimonides’ Messianic Posture”, Studies
in Medieval Jewish History and Literature, ed. Isidore Twersky, Harvard
University Press, Cambridge 1979, c. 2, ss. 109-142.
, “Namus ve Şeria be-Mişnat ha-Rambam”, Teuda 4
(1986), ss. 288-324
, “The Islamic Context of Medieval Jewish
Philosophy”, Cambridge Companion to Medieval Jewish Philosophy, eds.
Daniel H. Frank and Oliver Leaman, Cambridge University Press, 2003, ss. 38-68.
, Maimonides: The Life and World of One
of Civilization's Greatest Minds, The Doubleday Religious Publishing Group,
New York 2010.
Kraus, P., “Hebraische und Syrische Zitate
in ismailitischen Schriften”, Der Islam 19 (1931), ss. 243-263
Kreisel, Howard, “Maimonides on Christianity
and Islam”, Jewish Civilization: Essays and Studies III, ed. Ronald
Brauner, Philadelphia, 1985, ss. 153-62.
Kroner, Hermann, “Der Medizinische
Schwanengesang des Maimonides”, Janus 32 (1928), ss. 12-116.
, "Die Haemorrhoiden in der Medizin des
XII. und XIII. Jahrhunderts", Janus 16 (1914), ss. 441-56, 645-718.
Kutluay, Yaşar, İslam ve Yahudi Mezhepleri, Anka
Yay, İstanbul 2001.
Kutluer, İlhan, İslam’ın Klasik Çağında Felsefe
Tasavvuru, II. Baskı, İz Yay., İstanbul 2001.
Küçük, Abdurrahman, Dönmeler
(Sabatayistler) Tarihi, 8. Baskı, Berikan Yay., Ankara 2010.
Küçükali, Adnan, “İbn Meymûn ve Felsefesi”, EKEV
Akademi Dergisi, Bahar 2007, ss. 141-160.
, “İbn Meymûn’un Düşüncesinde Ahiret ve
Ölümsüzlük” EKEV Akademi Dergisi 26 (2006), ss. 83-90.
_____ , “İbn Meymûn'un Düşüncesinde Ahlaki
Yetkinlik”, EKEV Akademi Dergisi 24 (2005), ss. 111-116.
, “İbn
Meymûn'un Varlık ve Düşünce Öğretisi (Fârâbi ve İbn Sina ile
karşılaştırmalı olarak)”, Doktora tezi, Atatürk Üniv. SBE, 2005, 201 s.
, “İbn Sina’nın Selbî Yorumlama Metodu”, Atatürk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 13/1 (2009), ss. 57-68.
Lampel, Zvi, Maimonides' Introduction to
the Talmud, Judaica Press, III. Baskı, New York 1998.
Langer, Ruth, “Jewish Understandings of
Religious Other”, Theological Studies 64 (2003), ss. 255-277.
Lasker, Daniel, “Masoret ve Hiduş be-Yahaso
şel ha-Rambam le-Datot Aharot”, ha- Rambam, ed. Aviezer Ravitzky, Merkaz
Zalman Shazar, Yeruşalayim 2008, ss. 79-94.
_____ , “Neged mi Hitpalmes Rav Saadya
Gaon be-Diyuno be-Bitul ha-Tora?”, Daat 32-33 (1994), ss. 5-11.
_____ , “Proselyte Judaism, Christianity,
and Islam in the Thought of Judah Halevi”, The Jewish Quarterly Review
81/1/2 (1990), ss. 75-91.
Laskier, Michael, “Almohads”, EJ
(Seond Edition), ed. Fred Skolnik, Thomson Gale, 2007, c. 1, ss. 681-2.
, “Almoravids”, EJ (Seond Edition), ed. Fred
Skolnik, Thomson Gale, 2007, c.
1, s. 684.
Lavinger, Jacob, “Was Maimonides Rais
Al-Yahud in Egypt?”, Studies in Maimonides, ed. Isidore Twersky, Harvard
Univ. Press, 1990, ss. 83-93.
, “Ha-Nevua etsel Umot ha-Olam lefi
ha-Rambam”, ha-Me‘in 12:1 (1970), ss. 16-22.
Lawrence V. Herman, “Maimonides, The
Disciple of alFârâbî”, Israel Oriental Studies 4 (1974), ss. 154-171.
Lazarus-Yafeh, Hava, “Al Yahas ha-Yahudim
le-Kuran”, Sefunot 20 (1991), ss. 3747.
, “Ha İm Huşpa‘ ha-Rambam mi-elGazâlî?”, Tehillah
le-Moshe: Biblical and Judaic Studies in Honor of Moshe Greenberg, eds.
Mordechai Cogan, Barry Eichler, Jeffrey Tigay, Eisenbrauns, Indiana 1997, ss.
163-169.
_____ , “Ha-Problematika Ha-Datit şel
Aliya ha-regel be-Islam”, Divrey Ha- Akademya Ha-leumit ha-Yisraelit
le-Madaim 5 (1976), ss. 222-243.
_____ , “Judeo-Arabic Culture”, EJ
(Second Edition), ed. Fred Skolnik, Thomson Gale, 2007, c. 11, ss. 538-545.
_____ , Intertwined Worlds: Medieval
Islam and Bible Criticism, Princeton University Press, New Jersey 1992.
Leaman, Oliver, "Introduction to the
Study of Medieval Jewish Philosophy", The Cambridge Companion to
Medieval Jewish Philosophy, ed. Daniel Frank & Oliver Leaman, Cambridge
University Press, 2003, ss. 3-15.
Leveen, J., “Mohammed and His Jewish Companion”, JQR
16:4 (1926), ss. 399-406.
_____ , “Mohammed and His Jewish
Companions: Additions and Corrections to "JQR." N.S., Vol. XVI,
399-406”, JQR 17:2 (1926), s. 237
Lewis, Bernard, Ever be-Sifrut Arav:
Teudot Araviyot al Ha-Rambam, Metsuda 3-4 (1945), ss. 171-180.
, The Jews of İslam,
Princeton University Press, Princeton 1984.
_____ , “An Apocalyptic Vision of Islamic
History”, Bulletin of the School of OrientalandAfrican Studies,
University of London, 13:2 (1950), ss. 308-338.
Lewis, Rose, “Maimonides and Muslims”, Midstream
25:9 (1979), ss. 16-22.
Libson, Gideon, “Islamic Influence of Medieval
Jewish Law? Sefer Ha‘arevuth (“Book of Surety”) of Rav Shmuel ben Hofni Gaon
and Its Relationship to Islamic Law”, StudiaIslamica 73 (1991), ss.
5-23.
, “Zeykat ha-Rambam le-Halaha ha-Muslemit al
Reka‘ Tekufato”, ha- Rambam, ed. Aviezer Ravitzky, Merkaz Zalman Shazar,
Yeruşalayim 2008, ss. 247-294.
Lieber, David L., “Strangers and Gentiles”, EJ
(Second Edition), ed. Fred Skolnik, Thomson Gale, c. 19, s. 241.
Lieber, Elinor “Maimonides: The Medical
Humanist”, Maimonidean Studies-4, ed. Arthur Hyman, Yeshiva University,
2000, ss. 39-60.
Lupovitch, Howard, Jews And Judaism in WorldHistory,
Routledge, Oxon 2010.
Mainz, E., “Koranverse in Hebraische Schrift”, Der Islam
21 (1933), s. 229.
Mann, Jacob, Texts and Studies in Jewish
History and Literature I-II, Hebrew Union College Press, Cincinnati
1931-1935.
_____ , The Jews in Egypt and Palestine
under the Fatimid Caliphs I-II, Oxford University Press, Milford 1920-1922.
, “A Polemical Work Against Karaite and
other Sectaries”, Jewish Quarterly Review 12:2 (1921-22), ss. 123-150.
Margoliouth, D. S., "The Legend of
the Apostasy of Maimonides," Jewish Quarterly Review 13 (1901), ss.
539-41.
Margoliouth, G., “A Muhammadan Commentary on
Maimonides' Mishneh Torah. Chapters I-IV”, The Jewish Quarterly Review
13:3 (1901), ss. 488-507.
Marx, Alexander, “Texts by and about
Maimonides”, The Jewish Quarterly Review 25:4 (1935), ss. 371-428.
Mazor, A., “Hit’aslemuto Meunas şel ha-Rambam”, Peamim
110 (2007), ss. 5-8.
McAuliffe, Jane D., “The Prediction and
Prefiguration of Muhammad”, Bible and Qur’an, ed. John Reeves, Society
of Biblical Literature, 2003, ss. 107-131.
Meral, Yasin, “İbn Meymûn’a Göre
Yahudilik’te İman Esasları”, AÜİFD 52:2 (2011), ss. 243-266.
, “Orta Çağ Yahudileri Arasında Judeo-Arabic
Kullanımı”, Bütün Yönleriyle Yahudilik, Dinler Tarihi Derneği Yayınları,
Ankara 2012, ss. 319-332.
Morais, Sabato, A Letter by Maimonides to
the Jews of South Arabia Entitled "The Inspired Hope", The Jewish
Quarterly Review, New Series, 25:4 (1935), ss. 330-369.
Munk, Shlomo, “Salomon Munk, "Notice
sur Joseph ben Jehuda," Journal Asiatique 14 (1842), ss. 5-70.
Munro, Dana Carleton, "The Western
Attitudes Toward Islam During the Period of the Crusades," Speculum
6 (1931), ss. 329-43.
Muntner, Suessman, “Maimonides, Moses: As
Physician”, EJ (Seond Edition), ed. Fred Skolnik, Thomson Gale, 2007, c.
13, ss. 393-395.
Neusner, Jacob &Alan J. Avery-Peck,
“Ger”, Dictionary of Judaism, Routledge, New York London, 2004, ss.
44-45.
Niewöhner, Friedrich “Are the Founders of
Religions Imposters?”, Maimonides and Philosophy: Papers Presented at the
Sixth Jerusalem Philosophical Encounter, ed. Shlomo Pines, Yirmiyahu Yovel,
Jerusalem 1987.
Norman, Daniel, Heroes andSaracens, Edinburg University
Press, Edinburg 1984.
_____ , Islam
and the West, Oneworld Publications, Oxford 2000.
Novak, David, “The Treatment of Islam and
Muslims in the Legal Writings of Rambam”, Studies in Islamic and Judaic
Traditions, ed. W. Brinner & S. Ricks, Scholars Press, Atlanta 1986,
ss. 233-250.
, The Image of Non-Jew in Judaism, The Edwin Melen
Press, Lewiston 1983.
, “The Samuel H. Goldenson Lecture”, Hebrew
Union College-Jewish Institute of Religion, Cincinnati, Ohio, February 23
1997.
Nöldeke, Theodor, Geschihte des Qorans, Leipzig
1909.
Nuland, Sherwin, Maimonides, Schocken Books, New
York 2005.
Oded, Bustanay, “Chemosh”, EJ (Second
Edition), ed. Fred Skolnik, Thomson Gale, 2007, c. 4, s. 594.
Ohana, M., “La Polemique Judeo Islamique Et
l'Image d'Ismael Dans Targum Pseudo-Jonathan Et Dans Pirke de Rabbi Eliezer”, Augustinianum
15 (1975), ss. 367-387.
Outhwaite, B. M., S. Bhayro, From A SacredSource,
Brill, Leiden 2011.
Özdemir, Mehmet, “Muvahhidler”, DİA, İstanbul 2006,
c. 31, ss. 410-2.
Özgenç, Semahat, Musa binMeymûn’un
Nübüvvet Anlayışı, Yüksek Lisans Tezi, Sakarya Üniv. SBE, 2006, 108 s.
, “İbn Rüşd ve İbn Meymûn’un Vahiy
Anlayışlarının Mukayesesi”, Doğu-Batı ilişkisinin Entelektüel Boyutu: ibn
Rüşd’ü Yeniden Düşünmek, Asitan Yay., Sivas 2009, c. 1, ss. 455-467.
Pasachoff, Naomi & E. Robert J. Littman,
A Concise History of the Jewish People, Rowman& Littlefield
Publishing, Maryland 2005.
Perets, Mihael, Otsar Piskey Avoda Zara, Yeruşalayim
2010.
Perlmann, Moshe, “Polemics between Islam and
Judaism”, Religion in a Religious Age, ed. Shlomo Dov Goitein,
Association for Jewish Studies, Cambridge 1974, ss. 103-138.
Pines, Salomon, “Ibn Khaldun and Maimonides:
a Compararison between Two Texts”, Studia Islamica 32 (1970), ss.
265-274.
_____ , “Philosophical Sources of
Maimonides”, Guide for the Perplexed, trans. by Shlomo Pines, Chicago
University Press, Chicago 1963, ss. lvii-cxxiv.
Polliack, Meira, The Karaite Tradition of Arabic Bible,
Brill, Leiden 1997.
Rabinowitz, Louis Isaac, “Moses Maimonides”,
EJ (Seond Edition), ed. Fred Skolnik, Thomson Gale, 2007, c. 13, ss.
381-385.
Rabkin, Yakov, Hinda Rabkin, “Perspectives
on the Muslim Other in Jewish Tradition”, Journal of the Interdisciplinary
Study of Monotheistic Religions 5 (2010), ss. 26-45.
Ratzhabi, Yehuda, Otsar Laşon ha-Kodeş şe-le-bney
Teyman, Telaviv 1978.
Reif, Stefan C., “Maimonides on the
Prayers”, Traditions of Maimonideanism, ed. Carlos Fraenkel, Brill,
Leiden 2009.
Richler, Benjamin (ed.), HebrewManuscripts
in the Vatican Library, Bibliotecha Apostolica Vaticana, 2008.
Robinson, James T. & Uri Melammed, “Ibn
Tibbon”, EJ (Seond Edition), ed. Fred Skolnik, Thomson Gale, 2007, c.
19, ss. 712-4.
Rodriguez, Carlos Del Valle, “The Jews of
Al-Andalus under Almohad Rule”, Iberia Judaica, vol. I, Madrid 2009, ss.
49-54.
Rosenthal, Erwin, Judaism and İslam, California
University Press, New York 1961.
Rosenthal, Franz, Knowledge Triumphant, Brill,
Leiden 1970.
Rosner, Fred, Medicine in the Bible and
the Talmud: Selectionsfrom Classical Jewish Sources, Ktav Publishing,
Jersey City 1995.
, PracticalMedical Halachah, Jason Aronson
Publishing, 1997.
, Medical Encyclopedia of
MosesMaimonides, Jason Aronson Publishing, 1998.
_____ , Medicine in the Mishneh Torah
of Maimonides, Jason Aronson Publishing, 1997.
, ModernMedicine and Jewish Law,
Yeshiva University, Department of Special Publications, 1972.
_____ , Moses Maimonides' Glossary of
Drug Names, American Philosophical Society, 1979.
, MosesMaimonides:physician, scientist,
and philosopher, Jason Aronson Publishing, 1993.
_____ , Sex Ethics in the Writings of
Moses Maimonides, Jason Aronson Publishing, 1994.
, Six Treatises Attributed to Maimonides, Jason
Aronson Publishing, 1991.
_____ , The medical aphorisms of Moses
Maimonides, Yeshiva University Press, 1971.
_____ , The Medical Legacy of Moses
Maimonides, Ktav Publishing, Jersey City 1997.
_____ , Treatises on Poisons,
Hemorrhoids, Cohabitation, Maimonides Research Institute, 1984.
Roth, Norman, “Jews in Muslim Spain
Revisited”, Iberia Judaica 1 (2009), ss. 1748.
, “Maimonides and Some Muslim Sources:
Al-Fârâbî, Ibn Sina, Ibn Rushd”, Maimonides: Essays and Texts: 850th
anniversary, Symposium on Maimonides, University of Southern
California 1985, ss. 89-103.
, “The Jews in Spain at the Time of
Maimonides”, Moses Maimonides and His Times, ed. Eric Ormsby, Catholic
University of America Press, Washington 1989, ss. 1-20.
_____ , Jews, Visigoths, and Muslims in
Medieval Spain: Cooperation and Conflict, Brill, Leiden 1994.
, “Forgery and Abrogation of the Torah: A
Theme in Muslim and Christian Polemic in Spain”, Proceedings of the American
Academy for Jewish Research 54 (1987), ss. 203-36.
Rubin, Uri, “Koran”, EJ (Second
Edition), ed. Fred Skolnik, Thomson Gale, 2007, c. 12, ss. 301-304.
Rudavsky, Tamar, Maimonides, Blackwell Publishing,
West Sussex 2010.
Ruthven, Jon Mark, The Prophecy that is
Shaping History: New Research on Ezekiel’s Vision of the End, Xulon Press,
Fairfax 2003.
Sari, Yaron, “Munahim Şaulim min ha-Islam be-Tefsir
Rav Saadya Gaon le-Mikra”, Mesora le-Yosef ed. Yosef Parhî, Mahon Moşe,
Yeruşalayim 2004, ss. 43-50.
Sarıoğlu, Hüseyin, fbn RüşdFelsefesi, Klasik Yay.,
İstanbul 2003.
Scheindlin, Raymond, “Merchants and
Intellectuals: Judeo-Arabic Culture in the Golden Age of İslam”, Cultures of
Jews, ed. David Biale, Schocken Books, New York 2002, c. 2, ss. 11-80.
Schiffman, Yair, “Od al-Makorotav ha-Araviim
şel More Nevuhim le-ha-Rambam”, ha-fslam ve Olmot ha-Şazurim bo, ed.
Natan Eilan, Mahon ben Zvi& Mosad Bialik, Yeruşalayim 2002, ss. 566-582
Schlossberg, Eliezer, “Yahaso şel ha-Rambam
el Ha-Islam”, Peamim 42 (1990), ss. 38-60.
, “Yahaso şel Rav Saadya Gaon el ha-Islam”, Daat 25
(1990), ss. 21-51.
Schmidtke, Sabine, “Samaw’al al-Maghribi”, Encyclopedia
of Jews in Islamic Lands, ed. Norman Stillman, Brill, 2010, s. 239.
Schreiner, Martin, “Die apologetische
Schrift des Salomo b. Adret gegen einen Muhammedaner”, ZDMG 48 (1984),
ss. 39-42.
Schreiner, Stefan, “Irrtum, Torheit oder
falsche Religion: Christentum und Islam nach dem Urteil Moshe b. Maimons”, Frankfurter
Judaistische Beitrage 32 (2005), ss. 23-52.
Schwabe, M., “Asarat Haverav ha-Yahudîm şel
Muhammed”, Tarbits 2 (1930), ss. 74-89.
Schwartz, Michael, “Maşmaut ha-Hevdel ben
Nisey Moşe Rabenu ve niseyhem şel Şaar ha-Neviim lefi More Nevuhim”, Daat
38 (1997), ss. 5-7.
Schweid, Eliezer, ha-Filosofim ha-Gdolim Şelanu,
Yediot Aharonot, Israel 2009.
, The Classic Jewish Philosophers, Brill, Leiden
2008.
Seeskin, Kenneth (ed.), The Cambridge
Companion toMaimonides, Cambridge University Press, 2005.
Segiv, David, Milon Segiv: Aravi-İvri,
İvri-Aravi, Schocken Publishing House, Telaviv 2008.
Septimus, Bernard, “Petrus Alfonsi on the
Cult of Mecca” Speculum 56 (1981), ss. 517-533.
, “Tahat Edom ve lo Tahat Yişmael”, Zion 47 (1982),
ss. 103-111.
Sevilla-Sharon, Moshe, İsrail Ulusunun Tarihi, Graph
Press Ltd., Yeruşalayim 1981.
, Moshe, Türkiye Yahudileri, İletişim Yayınları,
İstanbul 1993.
Shamir, Yehuda, “Allusions to Muhammad in
Maimonides' Theory of Prophecy in His "Guide of the Perplexed"”, The
Jewish Quarterly Review 64/3 (1974), ss. 212-224.
Shapiro, Marc, “Islam and Halakhah”, Judaism 42:3
(1993) , ss. 332-343.
Sharon, Moshe, “People of the book”, Encyclopedia
of the Qur’an, ed. Jane Dammen McAuliffe, Brill, Leiden-Boston 2004, c. 4,
ss. 36-43.
Silver, Daniel Jeremy, Maimonidean
Criticism and the Maimonidean Controversy 1180-1240, Brill, Leiden 1965.
Simmons, L. M., “Maimun's Letter of
Consolation: Arabic Text”, The Jewish Quarterly Review, 2:3 (1890), ss.
335-368.
Simonsen, D., “Arabic Responses of
Maimonides”, The Jewish Quarterly Review, 12/1 (1899), ss. 134-138.
Sinanoğlu, Mustafa, “Eski Ahid ve Kur'ân-ı
Kerîm'de Sina Vahyi”, İslam Araştırmaları Dergisi 2 (1998), ss. 1-22.
Sklare, David, “The Yeshivot in Bagdad”, Samuel
ben Hofni Gaon and His Cultural World, Brill, Leiden 1996, ss. 69-98.
Slotki, Israel, Moses Maimonides,
Jewish Religious Educational Publishings, London 1952.
Solomon, Normon, “Muhammad from a Jewish
Perspective”, Abraham's Children: Jews, Christians, and Muslims in
Conversation, ed. Norman Solomon, Richard Harries, Tim Winter, T&T
Clark, London 2005, ss. 132-139.
Stampfer, Zvi, “Hilhot Yeruşalmi le-Rambam
al Masehet Ketubot”, Mi-Birhat Moşe, ed. Zvi Habar, Karmiel Kohen,
Hotsaat Maaliyot, Maale Adumim 2012, ss. 12-100.
Steinschneider, Moritz, “Introduction to
Arabic Literature of Jews”, Jewish Quarterly Review 12 (1899-1900), ss.
481-501.
, Die Hebraischen Übersetzungen des
Mittelalters und die-Juden als Dolmetscher, Berlin 1893.
, Hebraische Bibliographie III, Berlin 1860.
, Polemische und Apologetische Literatur
in Arabischer Sprache zwischen Muslimen, Christen und Juden, Leipzig 1877.
Stern, M. S., “Al-Ghazzali, Maimonides and
Ibn Paquda on Repentence: A Comparative Model”, Journal of the American
Academy of the Religion 47:4 (1979), ss. 589-607.
Stern, Sacha, Jewish Identity in Early Rabbinic
Writings, Brill, Leiden 1994.
Stillman, Norman A., “The Jew in the
Medieval Islamic City”, The Jews of Medieval Islam, Brill, Leiden 1995,
ss. 3-13.
, “The Jewish Experience in the Muslim
World”, The Cambridge Guide to Jewish History, Religion, and Culture,
ed. Judith R. Baskin& Kenneth Seeskin, Cambridge University Press, 2010, ss.
85-112.
, The Jews of Arab lands: a History and
Source Book, Jewish Publication Society, Philadelphia 1979.
, “Jews of the Islamic World”, Modern Judaism 10:3
(1990), ss. 367-378.
, Encyclopedia of Jews in the Islamic World, Brill,
Leiden 2010.
Stroumsa, Sara, "On Jewish
Intellectuals who Converted to Islam in the Early Middle Ages," in D.
Frank, ed., The Jews of Medieval Islam: Community, Society, Identity,
Brill, Leiden 1995, ss. 179-97.
, “Ha-im ha-Rambam Hoge Muvahhidi?”,
Proceeding of the Tenth Conferecne of the Society for Judaeo-Arabic Studies,
ed. D. J. Lasker and H. Ben- Shammai, Ben Gurion University, Ber-Sheva 2008,
ss. 151-171.
, “Heaara Al Yahaso şel ha-Rambam le-rav
Yosef ibn Tsadik”, Shlomo Pines Jubilee Volume, Part II (Jerusalem Studies
in Jewish Thought 8, 1990), ss. 210-15.
, “The Literary Corpus of Maimonides and
Averroes”, Maimonidean Studies- V, ed. Arthur Hyman, Yeshiva University
Press, 2008, ss. 193-210.
, “The Muslim Context”, The Cambridge
History of Jewish Philosophy, Cambridge Univ. Press, 2009, ss. 39-59.
, Maimonides in His World: Portrait of a
Mediterranean Thinker, Princeton University Press, Princeton 2009.
, Reşito şel Pulmus ha-Rambam be-Mizrah:
İggeret ha-Haştaka al odot Thiyat ha-Metim, Mahon Yad-Ben Zvi, Yeruşalayim
1999.
Sundiata, Abbas, Look behind the
Facade, Xulon Press, USA 2006.
Szarmach,
Paul, Aspects of Jewish Culture in the Middle Ages, State University of
New York Press, New York 1974.
Şaban,
Zekiyyüddin, İslam Hukuk ilminin Esasları, terc. İbrahim Kafi Dönmez,
Diyanet Vakfı Yay., Ankara 2004.
Şut
ha-Ribad (ha-Rav Yosef ben David Kafih),
ed. Avraham Hamamî, Yeruşalayim 2009.
Talmage,
Frank, “Nethanel ben Al-Fayyumi”, EJ (Second Edition), ed. Fred Skolnik,
Thomson Gale, 2007, c. 15, ss. 92-93.
Tanyu, Hikmet, Tarih Boyunca
Yahudiler ve Türkler, Elips Kitap, 2005.
Tarakçı, Muhammet, “Tahrif’, DİA,
İstanbul 2011, c. 39, ss. 422-424.
, “Tevrat ve
İncil’in Tahrifi ile İlgili Kur’ân Âyetlerinin Anlaşılması Sorunu”, Usûl
2 (2004/2), ss. 33 - 54.
Tisdall, Clair, The Original Sources of
the Qur’an, Society for Promoting Christian Knowledge, New York 1911.
Toprak, Mehmet Sait, Talmud ve
Hadis, Atılım Üniversitesi Yayınları, Ankara 2011.
Torki, Fahad, Al-Qirqisani and
Maimonides’ Polemics against Islam, PhD Thesis, Boston University 2008.
Torrey, Charles, Jewish Foundation of
Islam, New York 1933 (Yeni basım, Ktav Publishing, Jersey City 1967).
Tovnahviz, Efrayim, ha-Rambam:
Hayav ve Paalo, Telaviv 1956.
Tritton, Arthur Stanley, The Caliphs and
Their non-Muslim Subjects, Oxford University Press, London 1930.
Twersky, Isadore, AMaimonides Reader,
Behrman House Inc. Publishers, New Jersey 1972.
Urban, A., “Ger”, ha-Entsiklopediya
ha-İvrit, Encyclopedia Publishing Company, Tel-Aviv 1960, c. 11, ss. 172-184.
Waldenberg, Rabbi Eliezer, Tsits Eliezer, Jerusalem
1990 (19 cilt).
Warhaftig, İtamar, “Yahaso ha-Hilhatî şel
ha-Rambam le-Muslemim”, Maaliyot 2728 (2008), ss. 151-188.
Werblowsky, R.J. Zwi, Geoffrey Vigoder,
“Ger”, Oxford Dictionary of Jewish Religion, Oxford University Press,
1997, s. 269.
Wilfinson, İsrail, Musa binMeymûn Hayatuhu ve
Musannafatuhu, Kahire 1936.
Wolfson, Harry Austryn, “Hallevi and
Maimonides on Prophecy”, The Jewish Quarterly Review 32:4 (1942), ss.
345-370.
, Kelam Felsefeleri, çev. Kasım Turhan, Kitabevi,
İstanbul 2001.
Wyschogrod, Michael, “Islam and Christianity
in the Perspective of Judaism”, Trialogue of Abrahamic Faiths, ed.
Ismail Faruqi, International Islamic Federation, 1991, ss. 13-18.
, “Musevilik Açısından İslam ve Hıristiyanlık”
İbrahimî Dinlerin Diyaloğu, ed. İsmail Faruqi, çev. Mesut Karaşahan,
İstanbul 1993.
Yaspa, Rafael, Filosofya Yahudit be-Yemey
ha-beynayim: ha-Rambam, ha-Universita ha-Ptuha, Raanana 2005.
Yellin, David &Israel Abrahams, Maimonides,
The Jewish Publication Society, 1903.
Yiğit, İsmail, “Murabıtlar”, DİA, İstanbul 2006, c.
31, ss. 152-155.
Zeitlin, Solomon, Maimonides, Bloach Publishing, New
York 1935.
Zucker, Moşe, “Berurim be-Toldot ha-Vikuhim
şe-ben ha-Yahadut ve ha-Islam”, Festschrift Armand Kaminka zum siebzigsten
Geburstage, Verlag des Wiener Maimonides-Insituts, Vienna 1937, ss. 31-48.
http://www.shaalvim.co.il/torah/maayan-article.asp?id=150, 25.03.2012.
http://www.daat.ac.il/encyclopedia/value.asp?id1=368, 15.09.2011
http://www1.yadvashem.org/yv/he/righteous/stories/ulkumen.asp, 26.01.2012.
http://www.tsel.org/torah/yalkutsh/index.html, 14.04.2012.
http://net-sah.org/he/node/838,
17.11.2011.
http://www.daat.ac.il/daat/hasfarim/hayovlim/20.htm, 25.03.2012
http://www.mikragesher.org.il/titles/encyclopedia/2/baal_peor.htmi, 26.05.2011.
http://plato.stanford.edu/entries/maimonides-islamic/, 15.06.2011.
http://www.lib.cam.ac.uk/Taylor-Schechter/fotm/september-2011/index.html,
15.04.2012
Yasin Meral, İbn Meymun’un Eserlerinde İslam
veMüslümanlar, Doktora Tezi, Danışman: Prof. Dr. Baki Adam, 5+247 s.
Ortaçağ Yahudi Düşüncesinde İslam Algısı başlığını taşıyan bu tez dört bölümden oluşmaktadır. Giriş
kısmında çalışmamızla ilgili kaynaklar ve çalışmalar hakkında tanıtım yapılmış
ve bu eserler hakkında kısa değerlendirmelerde bulunulmuştur. Bu bölümde ayrıca
İbn Meymûn öncesi Yahudi düşüncesinde İslam algısı ile ilgili genel bir bilgi
verilmiştir.
Tezin birinci bölümünde İbn Meymûn’un hayatı ve eserleri
hakkında temel bilgiler verilmiştir. Bu bölümde ayrıca İbn Meymûn’un hangi
müslüman filozoflardan hangi noktalarda etkilendiği tartışılmıştır.
Tezin ikinci bölümünde İbn Meymûn’un eserlerinde Hz.
Muhammed’le ilgili bilgiler tartışılmıştır. İbn Meymûn’un Hz. Muhammed için
kullandığı ifadeler tek tek incelenmiş ve bağlamlarıyla birlikte
değerlendirilmiştir. Bu bölümde ayrıca İbn Meymûn’un beşairü’n-nübüvve iddialarıyla
ilgili cevapları konu edinilmiştir.
Tezin üçüncü bölümü İbn Meymûn’un eserlerinde öteki olarak
Müslümanları kapsamaktadır. Bu bölümde önce Yahudi geleneğinde yahudi
olmayanların için kullanılan isimlerin incelenmekte, ardından da İbn Meymûn’un Müslümanlar
için kullandığı isimler üzerinde durulmaktadır. Bu bölümün sonunda ise İbn
Meymûn’un Türkler’e bakışı ve yaşadığı kültürel çevrenin buna etkisi
değerlendirilmektedir.
Tezin dördüncü ve son bölümü ise İbn Meymûn’un eserlerinde
İslamî kavram ve değerlere ayrılmıştır. Bu bölümde İslam, Kur’an, nesh ve diğer
bazı İslamî kavramların İbn Meymûn’un eserlerinde hangi bağlamlarda geçtiği
incelenmiştir. Ayrıca İbn Meymûn’un Kâbe ve hac uygulamaları ile ilgili
görüşleri de bu bölümün konuları arasındadır.
Sonuç bölümünde ise bir bütün halinde İbn Meymûn’un
eserlerinde İslam’la ilgili bütün görüşlerinin analizi yapılarak değerlendirme
yapılmıştır.
Anahtar Kavramlar: İbn Meymun, Orta Çağ Yahudi Düşüncesi,
İslam, Hz. Muhammed, Yemen Mektubu, Beşairü’n-Nübüvve, Reddiye Literatürü
Yasin Meral, İslam and Muslims in the Writings of
Maimonides, PhD Dissertation, Supervisor: Prof. Dr. Baki Adam, Ankara
University, Graduate School for Social Sciencies, 5+247 p.
This dissertation consists of introduction, four chapters,
conclusion and bibliography. In the introduction, I examined and evaluated the
method and the sources of the dissertation. Also I gave a general outline on
the perception of Islam in the pre-Maimonides Jewish Thought.
The first chapter mainly investigates the life and the
works of Maimonides. This chapter discusses the claim of Maimonides’ conversion
to Islam with special concentration on Arabic sources and contemporary studies,
respectively. I also discussed the influence of Muslim philosophers on
Maimonides.
The second chapter analyzes the references to the Prophet
Muhammad in the writings of Maimonides particulary considering the contexts and
Hebrew usage of the references. This chapter also studies the prediction for
the Prophet Muhammad in the Torah.
The third chapter examines the perception of Muslims in
Maimonides’ thought. The chapter firstly analyzes the epithets for non-Jews in
Jewish tradition and then Maimonides’ preferences of special names for Muslims.
This chapter also investigates the Turks in the writings of Maimonides.
The fourth chapter discusses the Islamic terms such as
Islam, Qur’an, naskh used in the works of Maimonides. It also deals with the
place of al-Ka’bah and practicum of Muslim pilgrimage (Hajj) in
Maimonides’ perception.
Key Words: Maimonids, Medieval Jewish Thought, Islam,
Epistle to Yemen, Predictions for the Prophet Muhammed, Polemical Literature.
[1] Halaha
kelimesinin alaha şeklinde yazılması gibi.
[2] İbn Meymûn’un verdiği birçok fetva ve kaleme
aldığı metinler günümüze kendi el yazısıyla (autograph=müellif nüshası)
ulaşmıştır. Bu yazmalar “Moşe be-rav Meymûn zeher tsadik livraha” ifadesiyle
bitmektedir. Ruhu şad olası Meymûn’un oğlu Musa anlamına gelen bu ifade
İbn Meymûn’un standart imzası olarak bilinmektedir.
[3] Kahire’deki Ben-Ezra
Sinagogu’nda 1895 yılında keşfedilen bu dökümanlar IX-XIX. asırlar arasında
Ortadoğu Yahudi cemaatleriyle ilgili birçok bilgi barındırmaktadır.
[4] “Uncensored edition
(sansürsüz edisyon)” şeklinde.
[5] İbn Meymûn, Mişne
Tora, ed. Şabtay Frankel, Yeruşalayim 2001 (15 cilt).
[6] İbn Meymûn, Mişne Tora, ed. Yosef
Kafih, Mahon Moşe, Yeruşalayim 1985. Yosef Kafih, son dönem Yemen Yahudilerinin
ileri gelenlerindendir. 1918 yılında dünyaya gelen ve daha sonra İsrail’e göç
eden Kafih, 2000 yılında hayatını kaybetmiştir. Kafih, Orta Çağ’a ait birçok
Judeo-Arabic metni tahkik etmiştir. Bunların arasında Saadya Gaon’un Kitâbu
’l-Emânât ve’l-İtikadât, Netanel ben Feyyumî ’nin Bustânu ’l-Ukûl,
İbn Meymûn’un Sefer ha-Mitsvot (Kitâbu ’l-Ferâiz), Delâletü ’l-Hâirîn, Şerhu
’l-Mişna gibi eserler vardır.
[7] Rambam Meduyak,
ed. Yitshak Şilat, Hotsaat Maaliyot, Yeruşalayim. Bu çalışma 2003 yılında
başlamış ve şu ana kadar altı cildi yayınlanmıştır.
[8] İbn Meymûn, Mişne
Tora, ed. Yohay Makbili, Hotsaat Yeşivat Or Vişua‘ (Mif‘al Mişne Tora),
Hayfa 2009.
[9] İbn Meymûn, Hakdamot ha-Rambam, ed.
Yitshak Şilat, Hotsaat Şilat, Maale Adumim 1992. Bu Mukaddimelerin İngilizce
tercümesi için bkz. Zvi Lampel, Maimonides' Introduction to the Talmud, Judaica
Press, III. Baskı, New York 1998.
[10] İbn Meymûn, Mişna im Peruş ha-Rambam,
ed. Yosef Kafih, Mosad ha-Rav Kook, Yeruşalayim 1963-1968 (7 cilt). Bu esere
tez boyunca müellifin isimlendirmesine uygun olarak Şerhu’l-Mişna adıyla
atıfta bulunulacaktır.
[11] İbn Meymûn, Le
Guide des Egares, ed. ve Fransızca çev. Salomon Munk, Paris 1856-1866 (3
cilt).
[12] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
ed. Isachar Joel, Hotsaat Yehuda Yonavits, Yeruşalayim 1931.
[13] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
ed. Yosef Kafih, Mosad Rav Kook, Yeruşalayim 1972 (3 cilt).
[14] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn, tahk.
Hüseyin Atay, Ankara Üniv. İlahiyat Fak. Yay., Ankara 1974. Atay, tahkikinde
Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki Carullah nüshasını esas almış ve Judeo- Arabic
Joel edisyonuyla karşılaştırmıştır. O, Delâletü’l-Hâirîn’in
mukaddimesinde Judeo-Arabic Joel edisyonu ile Arap harflerle yazılı Carullah
nüshası arasında cüz’î kelime farklılıklarının bulunduğunu dile getirmektedir.
Atay, “Mukaddime” (Delâletü ’l-Hâirîn), XXXIII.
[15] İbn Meymûn, Sefer
ha-Mitsvot (Kitâbü ’l-Ferâiz), ed. Yosef Kafih, Mosad Rav Kook, Yeruşalayim
1971. Bu esere Sefer ha-Mitsvot (Kitâbü ’l-Ferâiz) şeklinde atıf
verilecektir.
[16] İbn Meymûn, Iggerot,
Şeelot u-Teşuvot, Amsterdam 1712.
[17] İbn Meymûn, Kovets
Teşuvot ha-Rambam ve Iggerotav, Leipzig 1859.
[18] İbn Meymûn, Teşuvot
ha-Rambam, ed. Alfred Freimann, Mekitsey Nirdamim, Yeruşalayim 1934.
[19] İbn Meymûn, Teşuvot
ha-Rambam, ed. J. Blau, Mekitsey Nirdamim, Yeruşalayim 1989 (4 cilt).
[20] İbn Meymûn, Iggerot
ha-Rambam, ed. David Baneth, Mekitsey Nirdamim, Yeruşalayim 1946.
[21] İbn Meymûn, Iggerot
ha-Rambam, ed. Mordehay Rabinovitz, Hotsaat Rişonim, Telaviv 1951.
[22] İbn Meymûn, Iggerot
ha-Rambam, ed. Yosef Kafih, Mossad Harav Kook, Yeruşalayim 1972.
[23] İbn Meymûn, Iggerot
ha-Rambam, ed. Yitshak Şilat, Hotsaat Şilat, Maale Adumim 1995 (2 cilt).
[24] Tezde Şilat edisyonu içerisinde yer alan
“İggeret el Rabbi Yefet ha-Dayan”, “İggeret el Rabbi Samuel be-İnyaney Tirgum
ha-More”, “İggeret el Hahmey Montpeşlir al Gzirat ha-Kohavim”, “İggeret
ha-Şemad”, “İggeret Teyman”, “İggeret el-Pinhas ha-Dayan”, “İggeret Thiyat
ha-Metim”, “İggeret ha-Şemad”, “İggeret Teşuvot el Rabbi Ovadya ha-Ger”,
“Teşuva le-Aram Tsuva be-İnyan Zamar ha-Yişmaelim ve Yeynam”, “İggeret el Rabbi
Hasday Halevi le-Aleksandriya”, “İggeret le- Hoteno be-Davar Matan Edut
al-Ketubat Poşeat”, “İggeret el Yosef bar Yehuda be-İnyan ha-Mahloket im Roş
ha-Yeşiva” gibi mektuplar kullanılmıştır. Bu mektuplara yapılan atıflarda basım
yeri ve yılı gibi detaylar ayrıca verilmeyecektir.
[25] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Abraham S. Halkin, American Academy for Jewish Research, New
York 1952.
[26] Ebu’l-Hasan Ali bin
Yusuf el-Kiftî, İhbâru’l-ülemâ bi-Ahbâri’l-Hukemâ, ed. J. Lippert,
Leipzig 1903, s. 319.
[27] Kemaleddin Ömer ibn
Ahmed İbnül-Adim, Buğyetu’t-Taleb fî Târihi Haleb, ed. Süheyl Zekar,
Daru’l-Fikr, 1988, c. 4, ss. 1830-1831.
[28] Ahmed bin Kâsım
es-Sâdi el-Hazrecî ibn Ebi Usaybia, üyûnu’l-Enbâ fi Tabakâti’l-Etibbâ,
ed. İmru’l-Kays bin et-Tam’an, Kahire 1882, s. 117.
[29] Ebû Abdullah Muhammed
b. Ahmed ez-Zehebî, Târihu’l-İslam, tahk. Ömer Abdusselam Tedmuri,
Dâru’l-Kitabu’l-Arabî, 1990-1999, c. 41, s. 212.
[30] Selahaddin Halil b.
Aybek es-Safedî, Kitâbu’l-Vâfi bi’l-Vefâyât, tahk. J. Van Ess, Dar Sadır
Matbaası, Beyrut 1982, c. 9, s. 227.
[31] Muhammed bin Şakir
bin Ahmet el-Kütübî, Fevâtu’l-Vefâyât, ed. İhsan Abbas, Dar Sader,
Beyrut 1973-4, c. 4, s. 175.
[32] Tevrat ve İncil’de
Hz. Peygamber’e işaret eden ifadeler ve müjdeler.
[33] Tespit edebildiğimiz kadarıyla eserin şu ana
kadar dört edisyonu yapılmıştır. Samuel Mağribî, İfhâmu’l-Yehûd, tahk.
Muhammed Hamid el-Fıkkî, Kahire 1939; Samuel Mağribî, İfhâmu’l-Yehûd, ed.
Moshe Perlmann, Proceedings of the American Academy for Jewish Research 32
(1964); Samuel Mağribî, İfhâmu’l-Yehûd, ed. Muhammed Abdullah
eş-Şerkavi, Dâru’l-Hidâye, 1986; Samaw'al al- Maghribi's (d. 570:1175) Ifham
al-Yahud, ed. Ibrahim Marazka, Reza Pomjavady, Sabine Schmidtke,
Harrassowitz Verlag, 2006.
[34] İbranice harflere
rakamsal değerler verme sistemi. Buna Yahudi Ebcedi de denilebilir.
[35] Ebu Muhammed Ali bin
Ahmed bin Saîd İbn Hazm, Kitâbu ’l-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ahvâi ve’n-Nihal, ed.
Muhammed İbrahim Nasr&Abdurrahman Umeyre, Dâru’l-Cîl, Beyrut 1996 (5 cilt).
[36] Muhammed b. Ebi Bekr
b. Eyyub ibn Kayyım el-Cevziyye, Hidâyetü’l-Hayârâ fi Ecvibeti’l-Yehûd ve
’n-Nasârâ, tahk. Osman Cuma Dümeyriyye, Dâru Alemi’l-Fevâid, ty, yy.
[37] İbn Kayyım
el-Cevziyye, Ahkâmu Ehli’z-Zimme, tahk. Subhi Salih, Matbaatu Camiati
Dımeşk, 1994 (2 cilt).
[38] Ebu'l-Abbas
Takıyyuddîn Ahmed bin Abdülhalîm ibn Teymiye, el-Cevâbu’s-Sahîh limen
Beddele Dine’l-Mesih, tahk. Ali bin Hasan bin Nasır, Dâru’l-Asıme, II.
Baskı, Riyad 1999 (7 cilt).
[39] Şihabuddin Ahmed
el-Karâfî, Ecvibetü ’l-Fâhira ani’l-Es’ileti’l-Fâcira, tahk. Mecdi
Muhammed eş- Şihavi, Matbaatu Alemi’l-Kütüb, Beyrut 2005.
[40] Ali b. Rabban
et-Taberî, Kitâbu’d-Din ve’d-Devle, tahk. Adil Nuveyhad,
Dâru’l-Afaki’l-Cedide, Beyrut 1973.
[41] Mustafa Fayda, Hz.
Ömer Zamanında Gayrimüslimler, Marmara Üniv. İlahiyat Fak. Vakfı Yay.,
İstanbul 1989, s. 180.
[42] Kuzey Afrika ve
Endülüs’te 1130-1269 yılları arasında hüküm süren Berberi Hanedanı. Bkz. Mehmet
Özdemir, “Muvahhidler”, DİA, İstanbul 2006, c. 31, ss. 410-2.
[43] Abdulvahid
el-Marakuşî, Kitabu’l-Mu ’cib fi telhisi Ehli’l-Mağrib, ed. R. Dozy,
Leiden 1847.
[44] “Tefilat Rabbi Şim‘on
bar Yohay”, Bet ha-Midraş, ed. A. Jellineck, Vien 1857.
[45] Pirke Rabbi Eliezer’in İbranice metninin tenkitli neşri Michael Higger tarafından
Horeb dergisinde üç ayrı sayıda yayınlanmıştır. Tezimizde bu edisyon
kullanılacaktır. İçerik itibariyle bu üç seriden üçüncüsü tezimizi
ilgilendirmektedir. Bkz. “Pirke Rabbi Eliezer”, ed. M. Higger, Horeb 8
(1944), ss. 82-119; 9 (1946-7), ss. 94-166; 10 (1948), ss. 185-294.
[46] Targum Yonatan,
ed. M. Ginsburger, Berlin 1903.
[47] Saadya Gaon, Sefer ha-Nivhar be-Emunot ve
be-Deot (Kitâbu’l-Emânât ve’l-Itikâdât), ed. Yosef Kafih, Mahon Sura,
Yeruşalayim 1970. Bu esere Kitâbu’l-Emânât ve’l-Itikâdât şeklinde atıf
verilecektir.
[48] Saadya Gaon, Tefsiru’t-Tevriye
bi’l-Arabiyye, ed. Joseph Derenburg, Paris 1903.
[49] Yehuda Halevi, Kitâbu’r-Red
ve’d-Delil fi’d-Dini’z-Zelil, ed. David Baneth, Jerusalem 1977.
[50] Natanel ben Feyyumî, Bustânu’l-Ukûl,
ed. Yosef Kafih, Halihot Am Yisrael, II. Baskı, Yeruşalayim 1984.
[51] Ronald Keiner,
“Jewish Ismailism in Twelfth Century Yemen: R. Nethanel ben al-Fayyûmî”, JQR
74:3 (1984), ss. 253-254.
[52] Şlomo ibn Adret,
Maamar al Yişmael, ed. Bezalel Naor, Orot, New York 2008.
[53] Rabbi Şim‘on ben
Tsemah Duran, Keşet u-Magen, ed. Moshe Steinschneider, Berlin 1881.
[54] Yitshak Sambari, Sefer
Divrey Yosef, ed. Shimon Shtuber, Yad ben-Zvi, Yeruşalayim 1994.
[55] David Yellin &
Abrahams Israel, Maimonides, The Jewish Publication Society, London
1903.
[56] Israel Slotki, MosesMaimonides,
Jewish Religious Educational Publishings, London 1952.
[57] Herbert A. Davidson, Moses
Maimonides: The Man and his Works, Oxford University Press, New York 2005.
[58] Sara Stroumsa, Maimonides
in His World: Portrait of a Mediterranean Thinker, Princeton University
Press, Princeton 2009.
[59] Moşe Halbertal, ha-Rambam,
Merkaz Zalman Shazar, Yeruşalayim 2009.
[60] Joel Kraemer, Maimonides:
The Life and World of One of Civilization's Greatest Minds, The Doubleday
Religious Publishing Group, New York 2010.
[61] Sherwin B. Nuland, Maimonides,
Schocken Books, New York 2005.
[62] Edward Hoffman, The
Wisdom of Maimonides: the Life and Writings of the Jewish Sage, Trumpeter,
2008.
[63] İsrail Wilfinson, Musa
bin Meymûn Hayatuhu ve Musannafatuhu, Kahire 1936.
[64] Maimonidean Studies-1, ed. Arthur Hyman,
Yeshiva University Press 1990; Maimonidean Studies- 2, ed. Arthur Hyman,
Yeshiva University Press, 1992; Maimonidean Studies- 3, ed. Arthur
Hyman, Yeshiva University Press 1995; Maimonidean Studies- 4, ed. Arthur Hyman,
Ktav Publishing House, Jersey City 2000; Maimonidean Studies- 5, ed.
Arthur Hyman, Ktav Publishing House, Jersey City 2008.
[65] The Cambridge
Companion to Maimonides, ed. K. Seeskin, Cambridge University Press, New
York 2005.
[66] Tamar Rudavsky, Maimonides,
Blackwell Publishing, West Sussex 2010.
[67] Maimonides and His
Heritage, ed. Idit Dobbs-Weinstein, Lenn E. Goodman, James A. Grady, State
University of New York Press, Albany 2009.
[68] Maimonides after
800 Years: Essays on Maimonides and his Influence, ed. Jay Harris, Harvard
University Center for Jewish Studies, Cambridge 2008.
[69] Moritz
Steinschneider, Polemische und Apologetische Literatur in Arabischer
Sprache, Leipzig 1877.
[70] Yitshak Avişur,
“Kinuyey Gınay İvriyim le-Goyim ve le-Yahudim be-Aravit Yahudit”, Şay le-
Hadasa, ed. Yaakov Bentolila, University of Ben Gurion Press, 1997, c. 5,
ss. 108-112.
[71] Eliyahu Strauss,
“Darhey ha-Pulmus ha-İslamî”, Sefer Zikaron le-rabbanim be-Hina,
Yeruşalayim 1946, ss. 182-197.
[72] Moşe Zucker, “Berurim be-Toldot ha-Vikuhim
şe-ben ha-Yahadut ve ha-Islam”, Festschrift Armand Kaminka zum siebzigsten
Geburstage, Verlag des Wiener Maimonides-Insituts, Vienna 1937, ss. 31-48.
[73] Fahad Torki, Al-Qirqisani
and Maimonides’ Polemics against İslam, PhD Thesis, Boston University 2008.
[74] Mustafa Göregen, İslam-Yahudi Polemiği ve
Tartışma Konuları, Basılmamış Doktora Tezi, Marmara Üniv. SBE, İstanbul
2002.
[75] Eliezer Schlossberg,
“Yahaso şel ha-Rambam el ha-Islam”, Peamim 42 (1990), ss. 38-60.
[76] David Novak, “The
Treatment of Islam and Muslims in the Legal Writings of Maimonides”, Studies
in Islamic and Judaic Traditions, ed. W. Brinner, S. Ricks, Scholars Press,
Atlanta 1986, ss. 233-250.
[77] Yakov Blidstein,
“Maamad ha-Islam be-Halaha ha-Meymûnit”, Rav-Tarbutiyot be-Medina Demokratit
u-Yahudit, ed. Avi Sagi Menachem Mautner, Ronen Shamir, Tel Aviv 1998, ss.
465-76.
[78] Marc Shapiro, “Islam
and Halakhah”, Judaism 42:3 (1993), ss. 332-343.
[79] Esperanza Alfonso, Islamic
Culture through Jewish Eyes, Routledge Group, Oxon 2008.
[80] Henry Gehman,
“Maimonides and Islam”, TheMuslim World25:4 (1935), ss. 375-386.
[81] Baki Adam,
“Yahudiliğin Hıristiyanlığa ve İslam’a Bakışı”, AÜİFD 37 (1997), ss.
333-358.
[82] Baki Adam, Yahudilik
ve Hıristiyanlık Açısından Diğer Dinler, Pınar Yayınları, İstanbul 2002.
[83] Kürşat Demirci, Yahudilikte
Dini Çoğulculuk, Ayışığı Kitapları, İstanbul 2000.
[84] Nuh Arslantaş, Yahudilere
göre Hz. Muhammed ve İslamiyet, İz Yay., İstanbul 2011.
[85] Alfred Ivry,
“Islamic and Greek Influences on Maimonides’ Philosophy”, Maimonides and
Philosophy, ed. Shlomo Pines, Martinus Nijhoff Publishers, Dordrecht 1986,
ss. 139-156.
[86] Alfred Ivry,
“Ismailî Theology and Maimonides’ Philosophy”, The Jews of Medieval İslam,
ed. Daniel Frank, Leiden 1995, ss. 271-299.
[87] Alfred Ivry, “The
Guide and Maimonides’ Philosophical Sources”, The Cambridge Companion to
Maimonides, ed. Kenneth Seeskin, Cambridge University Press, New York 2005,
ss. 58-81.
[88] Norman Roth, “Maimonides and Some Muslim
Sources: Al-Fârâbî, Ibn Sina, Ibn Rushd”, Maimonides: Essays and Texts:
850th anniversary, Symposium on Maimonides, University of Southern
California 1985, ss. 89-103.
[89] Lawrence Berman,
"Maimonides, The Disciple of alFârâbî", Israel Oriental Studies
4 (1974), ss. 195-214.
[90] Hava Lazarus-Yafeh, “Ha İm Huşpa‘ ha-Rambam mi
el-Gazâlî?”, Tehillah le-Moshe: Biblical and Judaic Studies in Honor of
Moshe Greenberg, eds. Mordechai Cogan, Barry Eichler, Jeffrey Tigay,
Eisenbrauns, Indiana 1997, ss. 163-169.
[91] Steven Harvey, “A New
Islamic Source of the Guide of the Perplexed”, Maimonidean Studies 2,
ed. Arthur Hyman, Yeshiva University Press, New York 1992, ss. 31-59.
[92] Steven Harvey, “AlGhazali and Maimonides and
Their Books of Knowledge”, Be'erot Yitzhak: Studies in Memory of Isadore
Twersky, ed. J. M. Harris, Harvard University Press, Cambridge 2005, ss.
99-117.
[93] Jon Irving Bloomberg,
Arabic Legal Terms in Maimonides, PhD Thesis, Yale Univ., 1980.
[94] Joel Kraemer,
“Haşpaat ha-Mişpat ha-Muslemi al ha-Rambam”, Teuda 10 (1996), ss.
225-244.
[95] Joel Kraemer, “Namus
ve Şeria be-Mişnat ha-Rambam”, Teuda 4 (1986), ss. 288-324
[96] Gideon Libson,
“Zeykat ha-Rambam le-Halaha ha-Muslemit al Reka‘ Tekufato”, ha-Rambam,
ed. Aviezer Ravitzky, Merkaz Zalman Shazar, Yeruşalayim 2008, ss. 247-294.
[97] Shlomo Dov Goitein, A Mediterrenean
Society: The Jewish Communities of the Arab World as Portrayed in the Documents
of the Cairo Geniza, University of California Press, Berkeley 1967-1973 (6
cilt).
[98] Shlomo Dov Goitein, Jews
and Arabs, Schocken Books, New York 1964. Bu çalışma Türkçe’ye
çevrilmiştir. Yahudiler ve Araplar, çev. Nuh Arslantaş, Emine Buket
Sağlam, İz Yay., İstanbul 2004.
[99] Norman A. Stillman,
“The Jew in the Medieval Islamic City”, The Jews of Medieval Islam,
Brill, Leiden 1995, ss. 3-13.
[100] Norman A. Stillman, “The Jewish
Experience in the Muslim World”, The Cambridge Guide to Jewish History,
Religion, and Culture, ed. Judith R. Baskin, Kenneth Seeskin, Cambridge University
Press, New York 2010, ss. 85-112.
[101] Norman A. Stillman, The
Jews of Arab Lands: a History and Source Book, Jewish Publication Society,
Philadelphia 1979.
[102] Norman A. Stillman,
“Jews of the Islamic World”, Modern Judaism 10:3 (1990), ss. 367-378.
[103] Jews of
MedievalIslam, ed. Daniel Frank, Brill, Leiden 1995.
[104] David Corcos, “Le-Ofi Yahasam şel
Şlitey ha-Almuvahhidun le-Yahudim”, Tsiyon 32 (1967), ss. 137-160 (Yeni
basım, Studies in the History of Jews of Morocco, Rubin Masas, Jerusalem
1976, ss. 319-342).
[105] Mark Cohen, Under
Crescent and Cross, Princeton University Press, Princeton 1994; Moshe Gil, Jews
in Islamic Countries in the Middle Ages, trans. David Strassler, Brill,
Leiden 2004, ss. 3-40.
[106] Nuh Arslantaş, “Hz.
Muhammed’in Çağdaşı Yahudilerin Sosyo-Kültürel Hayatlarına Dair Bazı Tespitler”
İSTEM 11 (2008), ss. 9-46.
[107] Nuh Arslantaş,
“Sürgünden Sonra Hayber Yahudileri”, Belleten 264 (2008), ss. 431-474.
[108] Nuh Arslantaş, Emeviler
Döneminde Yahudiler, Gökkubbe Yay., İstanbul 2005.
[109] Nuh Arslantaş, İslam
Dünyasında İlmî ve İktisadî Alanda Yahudiler, Marmara Üniv. İlahiyat Fak.
Yay., İstanbul 2009.
[110] Nuh Arslantaş, İslam
Toplumunda Yahudiler, İz Yay., İstanbul 2008.
[111] Hüseyin Karaman, İbn
Meymûn ’da Tanrı-Âlem İlişkisi, Karadeniz Basın Yayın, Rize 2007.
[112] Atilla Arkan, İbn
Meymûn Felsefesinde Tanrı, Değişim Yay., Sakarya 2007.
[113] Mehmet Aydın, Fârâbî-İbn
Sina Sistemi Işığında İbn Meymûn'un Din Felsefesi, Basılmamış Doktora Tezi,
Dokuz Eylül Üniv. SBE, İzmir 2003, 317 s.
[114] Adnan Küçükali, İbn
Meymûn'un Varlık ve Düşünce Öğretisi (Fârâbi ve İbn Sina ile karşılaştırmalı
olarak), Basılmamış Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi SBE, Erzurum 2005,
201 s.
[115] Hatice Doğan, İbn
Meymûn’un Hayatı, Eserleri ve Delâletü’l-Hâirîn Adlı Eseri Üzerinde bir
İnceleme, Selçuk Üniv, SBE, Konya 2009.
[116] Semahat Özgenç, Musa
b. Meymûn'un Nübüvvet (vahiy) Anlayışı, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi,
Sakarya Üniv. SBE, 2006, 108 s.
[117] Ravza Aydın, Musa
b. Meymûn'a göre Yahudi İnanç Esasları, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi,
Sakarya Üniv. SBE, 2012, 113 s.
[118] Mehmet Aydın, “İbn
Meymûn’un Düşüncesinde Ölümsüzlük”, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi 20 (2004), ss. 53-74.
[119] Hüseyin Karaman,
“İbn Meymûn’un Düşüncesinde Aklın Sınırları ve Din-Felsefe İlişkisi”, Dinbilimleri
Akademik Araştırma Dergisi 6:4 (2006), ss. 153-174.
[120] Adnan Küçükali, “İbn
Meymûn'un Düşüncesinde Ahlaki Yetkinlik”, Ekev Akademi Dergisi 24
(2005), ss. 111-116.
[121] Adnan Küçükali, “İbn
Meymûn ve Felsefesi”, EKEV Akademi Dergisi 31 (2007), ss. 141-160.
[122] Adnan Küçükali, “İbn
Sina’nın Selbî Yorumlama Metodu”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi 13:1 (2009), ss. 57-68.
[123] Adnan Küçükali, “İbn
Meymûn’un Düşüncesinde Ahiret ve Ölümsüzlük” EKEV Akademi Dergisi 26
(2006), ss. 83-90.
[124] Yasin Meral, “İbn
Meymûn’a Göre Yahudilik’te İman Esasları”, Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi 52:2 (2011), ss. 243-266.
[125] Muhammed Hamidullah, İslam
Peygamberi, terc. Mehmet Yazgan, Beyan Yay., İstanbul 2011, ss. 490-510.
[126] Hamidullah, İslam
Peygamberi, s. 476.
[127] Yahudiler, haset ve kıskançlıkla
Hz. Muhammed’e karşı çıkmışlardır. Erken dönem İslam tarihçilerinden Vakidî’ye
göre Yahudilerin Hz. Muhammed’i kabul etmemelerinin temelindeki en büyük etken,
onun Yahudi değil, Arap olmasıdır. Yahudi din adamlarının cemaatleri üzerindeki
güçlü otoriteleri ve köklü dinî gelenekten ayrılmama isteği de Yahudilerin Hz.
Muhammed’i kabul etmeyişlerindeki temel sebeplerden biri olarak görülmektedir.
Bkz. Vâkidi, Kitâbu’l-Meğâzi, ed. Marsden Jones, Beyrut 1966, c. II, s.
677; Nuh Arslantaş, “Hz. Muhammed’in Çağdaşı Yahudilerin Sosyo-Kültürel
Hayatlarına Dair Bazı Tespitler”, İSTEM 6:11 (2008), ss. 36-7.
[128] Hamidullah, İslam
Peygamberi, ss. 479-480.
[129] Hamidullah, İslam
Peygamberi, ss. 484-485.
[130] Hamidullah, İslam Peygamberi,
ss. 488-490. Arafat, kaynaklarda zikredilen ve Benu Kureyza’dan sayıları
500-900 savaşcı erkeklerin öldürüldüğüne dair rivayeti asılsız olarak
görmektedir. Ona göre, MS. 72-75 yılları arasında Romalıların işgali sırasında
Matsada’da intihar eden 700-900 civarındaki Yahudi ile ilgili efsanevi anlatım
Benu Kureyza Yahudilerine uyarlanmıştır. Bkz. W. N. Arafat, “New Light on the
Story of Banu Qurayza and the Jews of Medina”, Journal of Royal Asiatic
Society of Great Britain and Ireland 1976, ss. 100-107.
[131] Hamidullah, İslam
Peygamberi, ss. 493-495.
[132] Hamidullah, İslam
Peygamberi, s. 496.
[133] Hamidullah, İslam
Peygamberi, ss. 497-500.
[134] Arslantaş, Yahudilere
göre Hz. Muhammed ve İslamiyet, s. 30.
[135] Muhammed bin Ömer Vâkidî, Kitâbu’l-Meğazi,
ed. Marsden Jones, Beyrut 1966, c. II, ss. 680-1; Ebu Muhammed Takiyyüddin
Makrizî, İmtâu ’l-Esma, tahk. Mahmud Muhammed Şakir, Kahire 1941, s.
323.
[136] Arslantaş, Yahudilere
göre Hz. Muhammed ve İslamiyet, s. 65.
[137] Nuh Arslantaş, Emeviler
Döneminde Yahudiler, Gökkubbe Yay., İstanbul 2005, s. 166.
[138] Nuh Arslantaş, İslam
Toplumunda Yahudiler, İz Yay., İstanbul 2008, s. 635.
[139] Geniş bilgi için bkz. Blau, Background
of Judaeo-Arabic, ss. 19-20, 50; “Judeo-Arabic Literature”, The Jews:
Their History and Their Cultures, ed. Louis Finkelstein, III. Baskı, The
Jewish Publication Society of America, Philadelphia 1966, c. 2, ss. 1116-1148.
[140] Judeo-Arabic ifadesi her ne kadar
yaygın olarak yazı türünü ifade etmek için kullanılsa da bazı araştırmacılar bu
ifadeyi bir kültür ve medeniyet ifadesi olarak tanımlamaktadır. Bkz. Raymond p.
Scheindlin, “Merchants and Intellectuals: Judeo-Arabic Culture in the Golden
Age of Islam”, Cultures of the Jews, ed. David Biale, Schocken Books,
2002, s. 317; Haggai ben-Shammai, “Observations on the Beginnings of
Judeo-Arabic Civilization”, Beyond Religious Borders, ed. David M.
Freidenreich, Miriam Goldstein, University of Pennsylvania Press, Philadelphia
2012, ss. 13-29.
[141] Detaylı bilgi için
bkz. Yasin Meral, “Ortaçağ Yahudileri Arasında Judeo-Arabic Kullanımı”, Bütün
Yönleriyle Yahudilik, Dinler Tarihi Derneği Yayınları, Ankara 2012, ss.
319-332.
[142] Bunun istisnaları da
vardır. Örneğin İbn Meymûn, Yahudi hukukuyla ilgili Mişne Tora’yı
İbranice kaleme almıştır.
[143] Blau, Background
of Judaeo-Arabic, s. 22.
[144] Ortaçağ Müslümanları arasında
İbranice bilgisinin son derece sınırlı olduğu ve İbranice ile ilgili bir
ihtiyaç olduğunda bunu Müslüman olan Yahudiler aracılığıyla giderdikleri kaynaklarda
zikredilmektedir. Bkz. Eliyahu Strauss Ashtor, Toldot ha-Yahudim
be-Mitsrayim ve Suriya tahat Şilton ha-Memluhim, Mosad ha-Rav Kook,
Yeruşalayim 1944, c. 1, ss. 359-361.
[145] Haggai ben-Shammai,
“Hebrew in Arabic Script: Qirqisani’s View”, Studies in Judaica, Karaitica
andIslamica Presented to Leon Nemoy, ed. S. R. Brunswick, Ramat Gan 1982,
ss. 115-126.
[146] Jacob Mann, Text and StudiesII,
Hebrew Union College Press, Cincinnati 1935, s. 108; Salo Baron Wittmayer, A
Social and Religious History of the Jews, Columbia University Press, New
York 1957, c. 5, ss. 210-1; M. A. Cohen, “Anan ben David and Karaite Origins”, JQR
68:3 (1978), ss. 132.
[147] Ebu’l-Feth Muhammed bin
Abdulkerim eş-Şehristani, Milel ve Nihal, çev. Mustafa Öz, Litera Yay.,
İstanbul 2008, ss. 195-197; Yaşar Kutluay, İslam ve Yahudi Mezhepleri,
Anka Yay, İstanbul 2001, ss. 251-257.
[148] Avraham Grossman,
“Communication among Jewish Centers during the Tenth to Twelfth Centuries”, Communication
in the Jewish Diaspora, ed. Sophia Menache, Brill, Leiden 1996, s. 107;
Naomi E. Pasachoff, Robert J. Littman, A Concise History of the Jewish
People, Rowman& Littlefield Publishing, 2005, s. 117; Raymond p.
Scheindlin, “Merchants and Intellectuals: Judeo-Arabic Culture in the Golden
Age of Islam”, Cultures of Jews, ed. David Biale, Schocken Books, New
York 2002, s. 317.
[149] Bu iddiayı dile getirenler ayrıca
Kur’ân’ı istinsah etmenin Yahudiler ve Hıristiyanlar için yasak ve cezasının
ölüm olduğunu söylemektedir. Konuyla ilgili Ebu Munacca Şlomo ben Şa’ya adında
hapis cezasına çarptırılmış bir Yahudi örnek verilmektedir. Hikâyeye göre bu
Yahudi ölmek ve bir şekilde hapis hayatından kurtulmak için hapisteyken bir
Kur’ân istinsah etmiş sonuna da kimliği bilinsin diye imzasını atarak satılmak
üzere pazara göndermiştir. Bkz. Jacob Mann, The Jews in Egypt and Palestine
under the Fatimid Caliphs, Oxford University Press, Milford 1920, c. 1, s.
215; Lazarus- Yafeh, “Al Yahas ha-Yahudim le-Kur’ân”, s. 37; Lazarus-Yafeh, Intertwined
Worlds, ss. 144-5.
[150] Bu metnin İslam kaynaklarında ilk
olarak geçtiği yer Turtûşî’nin Siracü ’l-Mülûk adlı eseridir. Bkz.
Fayda, Gayrimüslimler, s. 180. Bu eser Türkçe’ye çevrilmiştir. Bkz.
Muhammed bin Turtûşî, Siracu ’l- Mulûk: Siyaset Ahlakı ve İlkelerine Dair,
yayına hazırlayan: Said Aykut, İnsan Yay., İstanbul 2011.
[151] Et-Turtûşî, Sirâcu ’l-Mulûk,
Kahire 1872, s. 136; İbn Kayyim el-Cevziyye, Ahkâmu Ehli’z-Zimme, tahk.
Subhi Salih, Dâru’l-İlm li’l-Melayin, Beyrut 1994, c. 2, ss. 663-4; Fayda, Gayrimüslimler,
s. 179.
[152] Yahudiler arasında yaygın olan bu
düşüncede, Yahudi geleneğindeki bir düzenlemenin etkili olduğunu söylemek
mümkündür. Yahudi şeriatında Tevrat ile meşgul olan bir yabancının katli
vaciptir (TB, Sanhedrin 59a). Bunun tek istisnası Tevrat’ı kutsal ve korunmuş
kabul etmeleri sebebiyle Hıristiyanlardır. Böylece -Turtûşî’nin nakli mahfuz
olmak üzere- yabancıların Tevrat öğrenmelerini istemeyip Tevrat ile meşgul
olanlara ölüm cezası takdir eden Yahudi geleneği, bu konuyu Müslümanlara
uyarlamış olabilir.
[153] Moritz Steinschneider, Hebraische
Bibliographie III, 17 (1860), s. 113; Steinschneider, “Introduction to
Arabic Literature of Jews”, JQR 12 (1899-1900), s. 499; Benjamin Richler
(ed.), Hebrew Manuscripts in the Vatican Library, Bibliotecha Apostolica
Vaticana, 2008, s. 302, 317; Hava Lazarus-Yafeh, “Al Yahas ha-Yahudim
le-Kuran”, Sefunot 20 (1991), ss. 37-47; E. Mainz, “Koranverse in
Hebraische Schrift”, Der Islam 21 (1933), s. 229; Hava Lazarus-Yafeh, Intertwined
Worlds, Princeton University Press, New Jersey 1992, ss. 154-160. On ikinci
yüzyıla ait Judeo- Arabic Fatiha suresi dökümanı Cambridge Üniversitesi Geniza
Dökümanları bölümünde T-S Ar. 51. 62 numarasıyla kayıtlıdır.
[154] İlk İbranice Kur’an çevirileri
Avrupa Yahudileri arasında görülmektedir. Avrupa’daki Yahudiler arasında
İbranice Kur’an tercümesi konusunun ciddiyetle ele alındığını söylemek mümkün
değildir. Bu iddiayı güçlendirecek en temel bilgi Kur’ân’ın İbranice
tercümelerinin Arapça’dan değil Latince, İtalyanca ve Hollandaca Kur’ân
çevirileri esas alınarak yani ara diller üzerinden yapılmasıdır. Arapça metin
üzerinden ise günümüze kadar dört çeviri yapılmıştır. Bunlar Reckendorf (1857),
Yosef Yoel Rivlin (1933-6), Aharon ben Şemeş (1971) ve Uri Rubin (2005)’e ait
çevirilerdir. Bkz. Lazarus- Yafeh, “Al Yahas ha-Yahudim le-Kur’ân”, s. 42; Uri
Rubin, “Koran”, EJ, c. 12, s. 304.
[155] Marakuşî, Kitâbu’l-Mu ‘cibfi
Telhisi Ehli’l-Mağrib, s. 223; Shlomo Dov Goitein, A Mediterrenean
Society II, University of California Press, Berkeley 1971, ss. 299-311;
Fred Astren, “The Islamic Context of Medieval Judaism”, Karaite Judaism and
Historical Understanding, University of South Carolina Press, South
Carolina 2004, s. 39.
[156] Carlos Del Valle Rodriguez, “The
Jews of Al-Andalus under Almohad Rule”, Iberia Judaica, vol. I, Madrid
2009, s. 50; Henry Gehman, “Maimonides and Islam”, The Muslim World 25:4
(1935), s. 375.
[157] David Corcos, “Le-Ofi Yahasam şel
Şlitey ha-Almuvahhidun le-Yahudim”, Studies in the History of Jews of
Morocco, Jerusalem 1976, s. 144. Goitein, bu uygulamayla ilgili iki noktaya
dikkat çekmektedir. Bunlardan ilki Muvahhidlerin ana damar (ehl-i sünnet)
Müslüman geleneğe uygun olmadıklarıdır. Diğeri ise bunların ırk olarak Arap
değil Berberi olduklarıdır. Bkz. Shlomo Dov Goitein, Jews and Arabs,
Shocken Books, New York 1970, s. 81.
[158] Marakuşî, Kitâbu’l-Mu‘cib fi
Telhisi Ehli’l-Mağrib, s. 223. Ayrıca bkz. Joel Kraemer, Maimonides: The
Life and World of One of Civilization's Greatest Minds, The Doubleday
Religious Publishing Group, New York 2010, s. 105; Herbert Davidson, Moses
Maimonides: The Man and His Works, Oxford University Press, 2005, s. 15.
İslamî yönetimlerin altında yaşayan Yahudilerin Müslüman tebadan farklı
giyinmeleri gerektiği erken dönem İslam kaynaklarında da yer almaktadır. Bu
uygulamaya göre Yahudiler, Müslümanların giydiği genel kıyafetleri giymekten
men edilmişlerdir. Erken dönem İslam hukuku kaynaklarından biri olan Ebu
Yusuf’a (ö. 798) ait Kitâbu ’l- Harâc adlı eserde gayrimüslimlerin kılık
kıyafetleriyle ilgili şu bilgilere yer verilmektedir: “Zimmilerden hiçbirinin
elbise, binek hayvanı ve kıyafetinde Müslümanlara benzemesine müsaade
edilmeyeceği kendilerine anlatılmalıdır. Onlar, Müslümanların bellerine
bağladıkları kuşak yerine kalın iplikten yapılmış kemerleri bellerine bağlamaya
mecbur edilmelidirler. Keza başlarına çizgili kalensüveler giydirilmelidir.
Atların eğerlerindeki tümseğin tahtadan yapılması, papuç bağlarının ikili
olması, elbise ve kıyafetlerinde Müslümanları taklit ememeleri tavsiye olunur.
Hz. Ömer vali ve amillerine zimmilerin bu kıyafetle dolaşmasını emrederdi.
Bundan maksat Müslüman ile zimminin birbirinden tefrik edilmesidir. Yoksa
maksat sadece zimmileri muayyen kıyafetlere mecbur etmek değildir”. Bkz. Yakup
ibn İbrahim al-Ensari Ebu Yusuf, Kitâbu’l-Harâc, terc. Ali Özek, II.
Baskı, Akçağ Yay., İstanbul 1979, ss. 207-8. Tritton, kılık-kıyafetle ilgili uygulamaları
Hz. Ömer’e nispet eden ilk Müslüman bilginin Ebu Yusuf olduğunu dile
getirmektedir. Bkz. Arthur Stanley Tritton, The Caliphs and Their non-Muslim
Subjects, Oxford University Press, London 1930, s. 119.
[159] Abraham Shlomo
Halkin, “Le-Toldot ha-Şemad be-Yemey ha-ElMuvahhidin”, The Joshua Starr
Memorial Volume: Studies in History andPhilology, New York 1953, s. 103.
[160] Davidson, Moses
Maimonides, s. 27.
[161] Yahudi araştırmacılar
tarafından İslam devletlerine kılık kıyafetle ilgili eleştiriler yapılması, bazı
Müslüman ilim adamları tarafından haksız bulunmaktadır. Bunlardan Muhammed
Hamidullah, gayrimüslimlerin Müslümanlara ait elbiseleri giyememelerini,
onların kültürlerini koruma adına önemli bulmaktadır. Hamidullah, hükümet
idaresine iştirak etmeyen gayrimüslim tebaanın arasında aşağılık duygusunun
oluşabileceğini ve zimmilerin kendilerine hükmedenler gibi giyinmek
isteyeceklerini belirtmektedir. Ona göre “Bu hal onların cemaat kültürünü
öldürür. Gayrı-müslim tebayı kendi himayesine alırken İslam devletinin, onlara
Müslümanları elbise hususunda veya benzer sosyal tezahürlerde taklid etmemeyi
emretmesi onların menfaatinedir”. Bkz. Muhammed Hamidullah, İslam’da Devlet
İdaresi, terc. Kemal Kuşcu, Ahmed Said Matbaası, İstanbul 1963, s. 92.
Benzer şekilde Fayda da bunu gayrimüslimlerin kendi kimlik ve kültürlerini
korumaları için bir vesile olarak değerlendirmektedir. Bkz. Mustafa Fayda, Hz.
Ömer Zamanında Gayrimüslimler, Marmara Üniv. İlahiyat Fak. Vakfı Yay.,
İstanbul 1989, s. 176.
[162] İbn Meymûn, “İggeret
el Yosef bar Yehuda be-İnyan ha-Mahloket im Roş ha-Yeşiva”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 298.
[163] Kaynaklarda Yitshak
ben Abraham ibn Ezra’nın daha sonra tekrar Yahudiliğe döndüğü zikredilmektedir.
[164] Sara Stroumsa, “On Jewish
Intellectuals who Converted to İslam in the Early Middle Ages”, The Jews of
Medieval Islam, ed. Daniel Frank, Brill, Leiden 1995, s. 186. Bu
öğrencilerin de hocaların etkisiyle Müslüman oldukları dile getirilmiştir.
[165] Goitein, A
Mediterrenean Society, c. 2, ss. 294-5.
[166] Altın çağ ifadesi ilk defa Yahudi
olmayan bir bilim adamı Franz Delitzsch tarafından 1836’da kaleme aldığı Zur
Geschichte derjüdischen Poesie adlı eserinde das goldne Zeitalter
şeklinde kullanılmaktadır. Bkz. Franz Delitzsch, Zur Geschichte der
jüdischen Poesie, Leipzig 1836, s. 45. Yahudi bilim adamları arasında
Yahudilerin Endülüs tecrübesi ile ilgili farklı algılar mevcuttur. Günümüzde de
Yahudi araştırmacılardan Endülüs dönemini altın çağ olarak değerlendirenler
olmakla birlikte bu isimlendirmeyi abartılı bulup mit olduğunu iddia edenler de
mevcuttur. Tartışmalar için bkz. Aaron W. Hughes, “The 'Golden
Age' of Muslim Spain: Religious Identity and the Invention of a
Tradition in Modern Jewish Studies,” Historicizing “Tradition” in the Study
of Religion, ed. Steven Engler, Greg Greive, Berlin 2005, ss. 51-74.
[167] Şim‘on bar Yohay (MS. II. Yy.),
Rabbi Akiva’nın öğrencisi olup adı Mişna’da sıkça geçmektedir. Kendisine nispet
edilen bu eserin yazılış tarihi net olmamakla birlikte, Emevilerin yıkıldığı
yıllarda (yaklaşık MS. 750) kaleme alındığı tahmin edilmektedir. Metinde yer
alan Haçlıların Kudüs’ü işgal etmesi ve Moğol istilası gibi bazı konular metne
dönem dönem eklemelerde bulunulduğunu göstermektedir. Bu eserin adı bazen Tefilat
Rabbi Şim‘on bar Yohay şeklinde geçmektedir.
[168] Tekvin, 15:19. Kenliler tabiri,
İsrailoğullan zamanında Midyanlılann yaşadığı bugünkü Ürdün’ün güneyindeki
bölge halkı için kullanılmaktadır. Buna karşın Lewis, bununla Roma-Bizans
krallığının kastedildiğini ifade etmektedir. Bkz. Bernard Lewis, “An
Apocalyptic Vision of Islamic History”, Bulletin of the School of Oriental
and African Studies 13:2 (1950), s. 321.
[169] İşaya, 21:7.
[170] Zekeriya, 9:9.
[171] “Tefilat Rabbi Şim‘on
bar Yohay”, Bet ha-Midraş, ed. A. Jellineck, Vien 1857, c. 4, s. 119.
[172] Başka yazmalarda
benzer anlamlara gelen şote navi ve meşuga ve navi şote iş ha-ruah
şeklinde kullanımlar mevcuttur. Bkz. Lewis, “An Apocalyptic Vision of Islamic
History”, s. 323, 4. dipnot.
[173] Lewis, “An
Apocalyptic Vision of Islamic History”, ss. 321-323.
[174] Bu metnin yazılış tarihi tam
olarak bilinmemekle birlikte sekizinci veya dokuzuncu yüzyıl olduğu tahmin
edilmektedir. Bu eser bazen Pirke de-Rabbi Eliezer şeklinde
yazılmaktadır. Rabbi kelimesinin ön eki olarak kullanılan -de eki Aramice olup
Türkçe’deki “-nın, nin” ekine tekabül etmekte ve “Rabbi Eliezer’in Sözleri”
anlamına gelmektedir.
[175] Anlatımdaki benzerliklerin
tahlili için bkz. Reuven Firestone, Journeys in Holy Lands, State
University of New York Press, Albany 1990, ss. 76-78; Carol Bakhos, Ishmael
on the Border, State University of New York Press, Albany 2006, ss. 96-128.
[176] Eserin Venedik
yazmasında bu isim geçmekte, diğer yazmalarında benzer telaffuzlu başka isimler
mevcuttur.
[177] “Pirke Rabbi
Eliezer”, ed. Michael Higger, Horeb 10 (1948), ss. 192-193.
[178] “Pirke Rabbi
Eliezef’, ss. 192-194; Bakhos, Ishmael on the Border, s. 107.
[179] Buhari, Enbiya
9, no: 3364, neşr. Salih b. Abdulaziz Muhammed b. İbrahim, 4. Baskı, Dâru’s-
Selâm li’n-Neşri ve’t-Tevzi‘, Riyad 2008.
[180] Ebu Cafer Muhammed
ibn Cerir et-Taberi, Tarihu’r-Rusûl ve’l-Mulûk, tahk. Muhammed Ebu’l-
Fadl İbrahim, II. Baskı, Daru’l-Maarif, Kahire 1967, c. 1, ss. 256-257.
[181] “Pirke Rabbi Eliezer”, ss.
193-194. Kudüs bu eserin derleniş tarihinden çok önceleri Müslümanlar
tarafından fethedildiği için kehanet olarak zikredilen bu bilgiler, o
gelişmeler yaşandıktan sonra metne girmiş olabilir.
[182] “Pirke Rabbi
Eliezer”, s. 219.
[183] Sifre Dvarim,
ed. Louis Finkelstein, New York 1969, piska 343.
[184] Bu targum, Tannaim’den Yahudi
bilgin Hilel’in öğrencisi Yonatan ben Uziel’e atfedildiği için bu isimle
anılmaktadır. Bu eserin tarihi belli olmamakla birlikte metnin ilk formunun
Tannaim dönemine ait olması muhtemeldir. Ohana ise, metnin Kudüs’ün Müslümanlar
tarafından fethinden sonra kaleme alındığını iddia etmektedir. Metnin ana
kısmına sonraki dönemlerde eklemeler yapıldığı açıktır. Eldeki verilere göre
Yonatan ben Uziel’in targumu Tanah’ın sadece Neviim bölümüne yapılmıştır.
Burada incelenen targum ise Tora’nın beş kitabının tamamına yapılmış midraş
türünde bir targumdur. Yazarı belli olmayıp hatalı olarak Yonatan ben Uziel’e
nispet edilmektedir. Bundan ötürü de kaynaklarda yanlış bir şekilde Yonatan ben
Uziel’e atfedilen anlamında Pseudo-Jonathan ifadesi kullanılmaktadır. Bu
targum’u Yonatan ben Uziel’e nispet edip Targum Yonatan ismiyle kullanan
ilk kişi, XIII. yy’ın sonu XIV. yy’ın başlarında yaşayan rabbi Menahem
Rikanati’dir. Bu tarihten önce bu targumdan Targum Yeruşalmî veya Targum
Erets Yisrael isimleriyle bahsedilmektedir. Bkz. Rimon Kasher, “Targumey
ha-Mikra ha-Aramiim”, Peamim 83 (2000), ss. 16-17; M. Ohana, “La
Polemique Judeo Islamique Et l'Image d'Ismael Dans Targum Pseudo-Jonathan Et
Dans Pirke de Rabbi Eliezer”, Augustinianum 15 (1975), ss. 367-387.
[185] Targum Yonatan, ed. M.
Ginsburger, Berlin 1903, Bereşit, 21:9, s. 34. Hayward, İsmail’in putlar önünde
eğilmesini İslam’ı kötüleme girişimi olarak gören Ohana’yı eleştirmekte ve
Müslümanların başından beri putlara özel bir karşıtlıklarının olduğunu ve bu
örnek üzerinden İslam’ı eleştirmenin sağlıksız olduğu görüşünü ifade
etmektedir. Bkz. Robert Hayward, “Targum Pseudo-Jonathan and
Anti-Islamic Polemic”, Journal of Semitic Studies 34 (1989), ss. 82-84.
[186] Targum Yonatan,
Bereşit, 21:21, s. 35.
[187] Hayward, “Targum Pseudo-Jonathan
and Anti-Islamic Polemic”, ss. 92-93. Hayward, makalesinde bu targumun İslam
öncesi döneme ait olduğunu iddia etmekte ve İsmail ile İslam’ın
özdeşleştirilmesinin yanlış olacağını, bilakis İsmail karakteriyle İslam öncesi
putperest Arapların kastedildiğini dile getirmektedir. Ona göre bu targum
Ayşe-Fatıma isimleri dışında İslam öncesi döneme aittir.
[188] M. Ohana, “La
Polemique Judeo Islamique Et l’Image d’Ismael Dans Targum Pseudo-Jonathan Et
Dans Pirke de Rabbi Eliezer”, Augustinianum 15 (1975), ss. 367-387.
[189] Hayward, “Targum
Pseudo-Jonathan and Anti-Islamic Polemic”, ss. 77-93.
192
Gaonlar
Müslümanlar tarafından hazırlanan içkinin içilmesinin yasak, fakat o içkiden
gelir elde etmenin caiz olduğuna dair fetva vermişlerdir. Onları takip eden
asırlarda da Babil’deki (Irak) Yahudi akademisinin Gaonları aynı yönde görüş
belirtmişlerdir. Müslümanların hazırladıkları içkiden gelir elde etmeyi caiz
kılan şey, İslam’ın tevhid dini, Müslümanların da putperest olmayışlarıdır. Öte
taraftan Hıristiyanlar tarafından hazırlanan içkilerin hem içilmesi hem de
onlardan gelir elde edilmesi, Yahudi din bilginleri tarafından yasaklanmıştır.
Bkz. Hemda Genuza (Teşuvot ha-Geonim), Yeruşalayim 1863, no. 114; “Stam
Yeynan şel Yişmaelim (Siman 38)”, Otsar Piskey Avoda Zara, ed. Mihael
Perets, Yeruşalayim 2212, ss. 134-138.
[191] Ömer Faruk Harman,
“Feyyumî, Said bin Yusuf’, DİA, İstanbul 1995, c. 12, ss. 517-519.
[192] Saadya Gaon, Version
Arabe D’Isaie, ed. J. Derenbourg&H. Derenbourg, Paris 1896, s. 122.
[193] Saadya Gaon, Version
Arabe D’Isaie, s. 111, 113.
[194] Saadya Gaon, Kitâbu
’l-Emânâtve’l-İtikâdât, 7:2, s. 223.
[195] Israel Davidson, Saadia’s
Polemic Against Hiwi al-Balkhi, The Jewish Theological Seminary of America,
New York 1915, s. 62. Bu kelime Haceroğulları anlamında kullanılmaktadır.
[196] Saadya Gaon, Version
Arabe D’Isaie s. 111, 113.
[197] Eliezer Schlossberg,
“Yahaso şel Rav Saadya Gaon el ha-Islam”, Daat 25 (1992), s. 22.
[198] Saadya Gaon, Tehilim im Targum
ve Peruş Rasag, ed. Yosef Kafih, Mahadura Şniya, Mahon Mişnat ha-Rambam,
Kiryat Ono 2212, Tehilim, 82:14, s. 192; Saadya Gaon, Mişley im Targum ve
PeruşRasag, ed. Yosef Kafih, ha-Vaad le-Hotsaat Sifrey Rasag, Yeruşalayim
1976, 22:6, s. 172.
[199] Saadya Gaon, Kitâbu’l-Emânât
ve’l-İtikâdât, 3:9, s. 142, Saadya Gaon, Tehilim im Targum ve
PeruşRasag, 99:9, s. 221.
[201] Saadya Gaon, Tehilim
im Targum ve PeruşRasag, Tehilim 18:30, s. 80.
[202] Saadya Gaon, Tefsiru’t-Tevriye
bi’l-Arabiyye, Tekvin, 39:12, 15, 16, 18, ed. Joseph Derenburg, Paris 1903.
[203] Saadya Gaon, Tefsiru’t-Tevriye
bi’l-Arabiyye, Çıkış, 12:32.
[204] Saadya Gaon, Tefsiru’t-Tevriye
bi’l-Arabiyye, Tesniye, 9:18, 25.
[205] Saadya Gaon, Tefsiru’t-Tevriye
bi’l-Arabiyye, Levililer, 26:30.
[206] Saadya Gaon, Tefsiru’t-Tevriye
bi’l-Arabiyye, Tesniye, 4:29, 6:5, 10:12.
[207] Saadya Gaon, Peruşey
Rav Saadya Gaon le-Bereşit, ed. Moşe Zucker, New York 1984, s. 17.
[208] Saadya Gaon, Tefsiru’t-Tevriye
bi’l-Arabiyye, Çıkış, 34:22.
[209] Saadya Gaon, Mişley
im Targum ve PeruşRasag, 10:18, s. 90; 22:6, s. 170.
[210] Malaki, 3:22-23.
[211] Saadya Gaon, Kitâbu’l-Emânâtve’l-Itikâdât,
3:8, s. 132.
[212] Saadya Gaon, Kitâbu’l-Emânâtve’l-Itikâdât,
3:8-3:9, ss. 132-142.
[213] Bazı araştırmacılara göre,
Saadya’nın nesh konusundaki cevaplarının asıl muhatabı Müslümanlar değil,
Tanah’ı kutsal kitap kabul eden fakat hukukî olarak geçerliliğinin kalktığını
söyleyen Hıristiyanlardır. Bkz. Daniel Lasker, “Neged mi Hitpalmes Rav Saadya
Gaon be-Diyuno be-Bitul ha- Tora?”, Daat 32-33 (1994), ss. 5-11.
[214] Saadya Gaon, Kitâbu’l-Emânâtve’l-Itikâdât,
3:10, ss. 143-149.
[215] Tesniye, 33:2.
[216] Saadya Gaon, Kitâbu
’l-Emânât ve’l-îtikâdât, 3:8, s. 137.
[217] Habakkuk, 3:3.
[218] Saadya Gaon, Kitâbu’l-Emânâtve’l-îtikâdât,
3:8, s. 138.
[219] Saadya Gaon, Tefsiru’t-Tevriye
bi’l-Arabiyye, Tekvin, 10:30.
[220] Sina yarımadasında
Filistin toprakları sınırındaki bölge.
[221] Saadya Gaon, Tefsiru’t-Tevriye
bi’l-Arabiyye, Tekvin, 16:7. Saadya, Şur ismini Çıkış 15:22’de Şur diye
muhafaza ederken Tekvin, 20:1’de Cifar şeklinde tercüme etmektedir.
[222] David M.
Freidenreich, “The Use of Islamic Sources in Saadiah Gaon's "Tafsır"
of the Torah”, JQR 93:3-4 (2003), ss. 372-375.
[223] Bakara, 2:127.
[224] Saadya Gaon, Tefsiru’t-Tevriye
bi’l-Arabiyye, Levililer, 5:6, 8, 10, 12, 13, 16; 6:3, 15; 7:7, 14, 32.
[225] Saadya Gaon, Tefsiru’t-Tevriye
bi’l-Arabiyye, Levililer, 7:34; Sayılar, 3:6.
[226] Saadya Gaon, Tefsiru’t-Tevriye
bi’l-Arabiyye, Sayılar, 3:3.
[227] Saadya Gaon, Tefsiru’t-Tevriye
bi’l-Arabiyye, Çıkış, 19:6; 40:15; Sayılar, 3:10.
[228] Saadya Gaon, Tefsiru’t-Tevriye
bi’l-Arabiyye, Çıkış, 40:15.
[229] Freidenreich, “The
Use of Islamic Sources”, s. 362.
[230] Nisa, 4:164.
[231] Saadya Gaon, Tefsiru’t-Tevriye
bi’l-Arabiyye, Çıkış, 13:1, 25:1, 31:1, 40:1; Levililer, 4:1, 12:1, 25:1;
Sayılar 8:23, 10:1, 13:1, 15:1, 19:1, 28:1, 31:1, 34:1. Tevrat’ın başka
yerlerinde geçen Allah’ın Hz. Musa ile konuşmasını ifade eden ifadeler Saadya
tarafından genellikle ve kellemallahu Musa kailen şeklinde tercüme
edilmiştir. Bkz. Levililer, 11:1, 14:1, 17:1, 18:1, 19:1, 22:1, 23:1, 24:1,
27:1; Sayılar, 2:1, 4:1, 5:1, 6:1, 8:1.
[232] Sayılar, 19:2.
[233] Bakara, 2:69.
[234] Saadya Gaon, Tefsiru’t-Tevriye
bi’l-Arabiyye, Sayılar, 19:2. Safrau kelimesinin kullanılması ile
ilgili bkz. Freidenreich, “The Use of Islamic Sources”, ss. 387-393.
[235] Freidenreich, “The Use of Islamic
Sources”, ss. 393-4. Saadya’nın eserlerinde dikkat çeken bir diğer husus da meşuga,
pasul, kalon gibi İslam’la ilgili aşağılayıcı ifadelere yer vermemesidir.
Bkz. Schlossberg, “Yahaso şel Rav Saadya Gaon el ha-Islam”, s. 30.
[236] Bu eser akademi
çevrelerinde Kuzari olarak da bilinmektedir.
[237] Kral, sırasıyla davet ettiği ilk
üç bilginin açıklamalarından tatmin olmaz ve son olarak Yahudi bilgini çağırır.
Halevi, kral ile Yahudi bilgini diyaloglar şeklinde konuşturmakta ve
Yahudiliğin savunmasını yaparak Hıristiyanlık ve İslam’dan üstün olduğunu
ispatlamaya çalışmaktadır. Sonuçta Yahudi bilgin kralı Yahudiliğin hak din
olduğuna ikna eder ve kral Yahudiliği benimser. Bkz. Yehuda Halevi, Kitâbu’r-Red
ve’d-Delil, 1:4-10, ss. 6-9.
[238] Yehuda Halevi, Kitâbu
’r-Red ve’d-Delil, 1:5, s. 8.
[239] Yehuda Halevi, Kitâbu
’r-Redve’d-Delil, 1:6, s. 9.
[240] “Ve kad zahara ala
yedeyhi mu’cizât lâkin lem tuc‘al huccetun fi kabuli şeriatihi".
[241] Güneşin Yuşa için durdurulması
Kur’an’da değil hadis literatüründe yer almaktadır. Hadiste “Muhakkak, güneş
hiçbir beşer için hapsedilmedi. Ancak Kudüs’ün fethinde Yûşa için
durduruldu" şeklinde bir ifade yer almaktadır. Bu olay Yeşu kitabında da
anlatılmaktadır. Bkz. Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, no: 8315, tahk. Ebu
Süheyb Hassan Abdulmennan el-Cebelî, 4. Baskı, Beytu’l-Efkâri’d- Duveli, Amman
1998, c. 1, s. 695; Yeşu, 10:12-14.
[242] Yehuda Halevi, Kitâbu
’r-Redve’d-Delil, 1:10, s. 9.
[243] Yehuda Halevi, Kitâbu’r-Redve’d-Delil,
2:23, s. 57. “ve inde’l-İslami enneha mev’dıu’l-mi‘raci ve min hunake urice
bi’l-enbiyai ile’s-semai ve huve mev’dıu’l-haşri yevme’l-kiyameti ve hiye
lil-cemii kıbletun ve haccun”
[244] Yehuda Halevi, Kitâbu’r-Red
ve’d-Delil, 4:11, s. 162. “Ennema küntü üşebbihuhum bil-gerim ellezine lem
yakbelû cemia furui’ş-şerai lakin usuliha”.
[245] Yehuda Halevi, Kitâbu’r-Red
ve’d-Delil, 4:11, s. 162. Lasker’e göre bu ifadede Hıristiyanlar için Roma
kastedilmektedir. Bkz. Daniel J. Lasker, “Proselyte Judaism, Christianity, and
İslam in the Thought of Judah Halevi”, JQR 81:1-2 (1990), s. 83.
[246] Tesniye, 4:28, 28:36.
[247] Yehuda Halevi, Kitabu’r-Red
ve’d-Delil, 4:11, s. 162. “Ennema huve işaretun ilellezine
yuazzimunel-haşabe vellezine yuazzimunel-hacer”.
[248] Tesniye, 4:28, 28:36.
[249] Keiner, “Jewish
Ismailism”, ss. 265-266.
[250] Nisa, 4:26.
[251] Natanel ben Feyyumî,
Bustânu’l-Ukûl, ed. Yosef Kafih, II. Baskı, Halihot Am Yisrael,
Yeruşalayim 1984, s. 112.
[252] İbrahim, 14:4.
[253] Yasin, 36:3, 6.
Müellif burada 3. ve 6. ayeti birleştirerek tek ayet gibi sunmaktadır.
[254] Natanel ben Feyyumî, Bustânu’l-Ukûl,
s. 115.
[255] Yosef Kafih,
“Mukaddime” (Bustânu ’l-Ukûl), ss. 10-13.
[256] Reuben Ahroni, “Some
Yemenite Jewish Attitudes towards Muhammad’s Prophethood”, HUCA
69 (1998), ss. 55-57. Feyyumî’nin
görüşleri için bkz. Natanel ben Feyyumî, Bustânu’l-Ukûl, s. 68.
[257] Keiner, “Jewish
Ismailism”, ss. 265-266.
[258] Ali bin Muhammed
el-Velid, Tâcu ’l-Akâid ve Ma‘denu’l-Fevâid, tahk. Arif Tamir,
Dâru’l-Meşrık, Beyrut 1986, ss. 70-71.
[259] Rad, 13:7. “ve li
kulli kavmin hâd”.
[260] Bakara, 2:47, 122.
[261] Natanel ben Feyyumî, Bustânu’l-Ukûl,
s. 111.
[262] Natanel ben Feyyumî, Bustânu’l-Ukûl,
s. 109.
[263] Ali İmran, 3:50.
[264] Maide, 5:43.
[265] Fatır, 35:43.
[266] Nisa, 4:26.
[267] Maide, 5:68.
“Amelleriniz kabul edilmeyecektir.” kısmı Feyyumî tarafından ayete eklenmiştir.
Ayette “lestum ala şey’in” (bir şey üzere değilsiniz) ifadesi yer almaktadır.
[268] Yunus, 10:94.
Feyyumî ayette geçen “fes’elillezine yekraune’l-kitabe” (kitabı okuyanlara sor)
ifadesini “fes’elillezine utu’l-kitabe” (kitap verilenlere sor) şeklinde
kullanmaktadır.
[269] Kanaatimizce müellif ya
dikkatsizlikten ya da ayetleri ezberinden naklettiğinden ötürü bazı değişikler
mevcuttur. Ayetlerin metnindeki değişiklikler anlamı bozmayacak kısmi kelime
değişiklikleridir.
[270] İhlas, 112:2-3. Ayet
”....es-Samed. lem yelid ve lem yuled” şeklindedir. Bkz. Natanel ben Feyyumî, Bustânu’l-Ukûl,
s. 19.
[271] İsra, 19:43. Ayet “subhanehu Teâlâ
an ma yegulune uluvven kebira” şeklindedir. Bkz. Natanel ben Feyyumî, Bustânu’l-Ukûl,
s. 20. İbn Meymûn benzer bir ifadeyi Delâletü’l-Hâirin’de “Teâlâ an
naksin uluvven kebira” şeklinde kullanmaktadır. Bkz. İbn Meymûn, Delâletü
’l-Hâirin, I:5.
[272] Natanel ben Feyyumî,
Bustânu’l-Ukûl, s. 28; Bakara, 2:286. Ayet “la yukellifullahu nefsen
illa vus‘aha” şeklindedir.
[273] Şura, 42:11.
[274] Natanel ben Feyyumî, Bustânu’l-Ukûl,
s. 20.
[275] Yosef Kafih,
“Mukaddime” (Bustânu ’l-Ukûl), s. 11, dipnot 3.
[276] Norman Solomon, “Muhammed from
Jewish Perspective”, Abraham's Children: Jews, Christians and Muslims in
Conversation, ed. Norman Solomon, Richard Harries, Timothy Winter, T&T
Clark, New York 2005, s. 137.
[277] İbn Hazm’ın Tevrat’taki
anlatımlardaki sıkıntılarla ilgili eleştirileri için bkz. İbn Hazm, Kitabu
’l- Fasl fi’l-Milel ve’l-Ahvai ve’n-Nihal, ed. Muhammed İbrahim
Nasr&Abdurrahman Umeyre, Daru’l Cîl, Beyrut 1996, c. 1, ss. 177-329. Martin
Schreiner, “Die Apologetische Schrift des Salomo b. Adret gegen einen
Muhammedaner”, ZDMG 48 (1984), ss. 39-42; Norman Roth, “Forgery and
Abrogation of the Torah: A Theme in Muslim and Christian Polemic in Spain”,
Proceedings of the American Academy for Jewish Research 54 (1987), ss.
222-225; Camilla Adang, “A Jewish Reply to Ibn Hazm Solomon b. Adret's
Polemic against İslam”, Judiosy musulmanes en al-Andalusy el Magreb:
contactos intelectuales, ed. Maribel Fierro, Madrid 2002, ss. 180-183.
[278] Roth, “Forgery
and Abrogation of the Torah”, s. 223; Adang, “A Jewish Reply to Ibn Hazm”, ss.
182-183.
[279] Adang, “A Jewish
Reply to Ibn Hazm”, s. 181.
[280] Roth, “Forgery
andAbrogation of the Torah”, s. 225.
[281] İbn Adret, Maamar
al Yişmael, s. 59.
[282] İbn Adret, Maamar
al Yişmael, ss. 61-62.
[283] İbn Adret, Maamar
al Yişmael, s. 63.
[284] İbn Adret, Maamar
al Yişmael, s. 63.
[285] Tekvin, 38:1-30. Tevrat’ın
anlatımına göre Yehuda, oğlu Er için Tamar adından bir kadın almıştı. Er, kötü
işler yaptığı için Tanrı onu öldürdü. Yehuda da Er’in kardeşi Onan’a Tamar’la
evlenip kardeşinin soyunu devam ettirmesini söyledi. Onan da evlenmesine rağmen
çocuk yapmamak için azl yaptığı için Rab onu da öldürdü. Bunun üzerine Yehuda,
gelini Tamar’a babasının evine dönmesini istedi. Yehuda’nın karısı öldü ve
Yehuda yasını tuttuktan sonra sürülerin yanına Timna bölgesine gitti. Bunu
haber alan Tamar, üzerindeki dul giysilerini çıkararak yüzünü peçeyle örttü ve
fahişe kıyafetine büründü. Yehuda, Tamar’ı tanıyamadı ve onunla yatarak onu
hamile bıraktı ve ikiz çocuğu oldu.
[286] Tekvin, 35:22.
[287] Tekvin, 19:30-38. Tevrat’ın
anlatımına göre Lut ve iki kızı Sodom ve Gomora’dan kurtularak bir dağa
yerleşmiş ve bir mağarada yaşamaya başlamışlardı. Büyük kız küçüğe, insan
neslinin tükeneceğini ve babalarından başka dünyada erkek kalmadığını söylerek
sırasıyla babalarıyla yatmaları ve çocuk yapmaları gerektiğini aktardı. Sonra
da babalarına şarap içirerek sarhoş hale getirdiler ve sırasıyla yatarak
babalarından hamile kaldılar. Büyük kızdan doğan çocuk Moablıların küçük kızdan
doğan çocuk da Ammonluların atası kabul edildi. Tevrat’ın nakline göre Lut
sarhoş olduğu için kızlarıyla yattığının farkında değildir.
[288] İbn Adret, Maamar
al Yişmael, s. 73. Buna göre, evladı olmadan ölen erkek kardeşin eşini
diğer kardeşlerinden birisi nikâhlaması gerekmektedir.
[289] İbn Adret, Maamar
al Yişmael, s. 72.
[290] TB, Şabat, 55b.
[291] I. Tarihler, 5:1.
Ayrıca bkz. Tekvin, 49. bap.
[292] İbn Adret, Maamar
al Yişmael, ss. 74-75.
[293] İbn Hazm, el-Faslfi’l-Milelve’l-Ahvai
ve’n-Nihal, c. 1, ss. 223-224, 234, 237.
[294] Samuel Mağribî, İfhâmu’l-Yehûd,
ed. Perlmann, ss. 59-62; Daha geniş analiz için bkz. Mehmet Katar, “Tevrat’ın
Lut Kıssası Üzerine Bir Araştırma”, AÜİFD 48:1 (2007), ss. 57-76.
[295] İbn Adret, Maamar
al Yişmael, ss. 75-77. İbn Hazm, el-Faslfi’l-Milel ve’l-Ahvâi
ve’n-Nihal, c. 1, ss. 288-301.
[296] İbn Adret, Maamar
al Yişmael, s. 81.
[297] İbn Adret, Maamar
al Yişmael, s. 101.
[298] Bkz. Adam, Tevrat,
ss. 121-123; ayrıca bkz. İbn Kayyım, Hidâyetu’l-Hayârâ, s. 248.
[299] Bu risale, Magen Avot adlı
eserinden bir bölüm olup Steinschneider tarafından 1881 yılında Keşet
u-Magen adıyla müstakil olarak basılmıştır. 2003 yılında ise Magen Avot
adlı eserinde bir bölüm olarak yeni edisyonu yapılmıştır. Bu edisyonda
risalenin başlığı Al Emunat ha-Yişmaelim (Müslümanların İnançları
Üzerine) şeklinde verilmiştir. Tezimizde bu iki edisyon karşılaştırmalı olarak
kullanılacaktır. Risaleye yaygın adıyla Keşet u-Magen şeklinde atıfta
bulunulacaktır.
[300] Şim‘on ben Tsemah Duran, Magen
Avot, Mahon ha-Ktav, Yeruşalayim 2003, s. 227; Şim‘on ben Tsemah Duran, Keşet
u-Magen, s. 4.
[301] Şim‘on ben Tsemah
Duran, Magen Avot, s. 227; Şim‘on ben Tsemah Duran, Keşet u-Magen,
s. 4.
[302] Meryem, 19:28.
[303] Tirmizî, Menâkıb 63,
no: 3892.
[308] Ahmed bin Hanbel, Müsned,
no: 14685, c. 1, s. 1182; Abdurrezzak bin Hemmam es-Sananî, el- Musannef
no: 19213, neşr. Habiburrahman el-Azamî, el-Mektebetü’l-İslamî, Karaçi 1983, c.
10, ss. 311-314. Metin, Musannef’te “Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah’a
yemin ederim ki, Musa şimdi aranızda yaşamış olsa ve siz de ona tabi olup beni
terk etmiş olsanız, mutlaka sapıtmış olurdunuz” şeklindedir.
[309] Şim‘on ben Tsemah
Duran, Magen Avot, s. 233; Şim‘on ben Tsemah Duran, Keşet u-Magen,
s. 13.
[310] TB, Brahot 31b,
Eruvin, 64a.
[311] Şim‘on ben Tsemah
Duran, Magen Avot, s. 233; Şim‘on ben Tsemah Duran, Keşet u-Magen,
s. 14.
[312] Şim‘on ben Tsemah
Duran, Magen Avot, s. 233; Şim‘on ben Tsemah Duran, Keşet u-Magen,
s. 14.
[313] Bkz. M. Schwabe, “Asarat Haverav
ha-Yahudîm şel Muhammed (Muhammed’in On Yahudi Arkadaşı)”, Tarbits 2
(1930), ss.74-89; J. Leveen, “Mohammed and His Jewish Companion”, JQR 16:4
(1926), ss.399-406; “Mohammed and His Jewish Companions: Additions and
Corrections to "JQR." N.S., Vol. XVI, 399-406”, JQR 17:2
(1926), s. 237; Özcan Hıdır, “İslam’ın Yahudi Kökeni Teorisi ile İlgili
İddialar ve Çalışmalar”, İLAM Araştırma Dergisi 3:1 (1998), ss. 155-169;
Ervin Rosenthal, Judaism and Islam, California University Press, 1961;
Charles Torrey, Jewish Foundation of Islam, New York 1933; Abraham
Katsh, Judaism and the Koran: Biblical and Talmudic Backgrounds of the Koran,
New York 1962; Abraham Geiger, Was hat Mohammed aus dem Judentume
aufgenommen?, Bonn 1833; Alfred Guillaume, “The Influence of Judaism on
Islam”, Legacy of Israel, ed. Edwyn Bevan, Oxford 1928, ss. 129-172; Nuh
Arslantaş, Yahudilere Göre Hz. Muhammed ve İslamiyet, İz Yay., İstanbul
2011.
[314] Ankebut, 29:45.
[315] Şim‘on ben Tsemah
Duran, Magen Avot, s. 234; Şim‘on ben Tsemah Duran, Keşet u-Magen,
s. 14.
[316] Enbiya, 21:22.
[317] Bakara, 2:258.
[318] Şim‘on ben Tsemah
Duran, Magen Avot, s. 243; Şim‘on ben Tsemah Duran, Keşet u-Magen,
s. 27.
[319] İbn Adret’in Maamar
al Yişmael adlı risalesi İbn Hazm’a cevap olarak hazırlanmış olup sadece
Tevrat’ta çelişki olmadığına ve tahrif olmadığına değinmektedir.
[320] Uri Rubin,”Koran”, EJ,
c. 12, s. 304.
[321] Mustafa Çağrıcı, “İbn
Meymûn”, DİA, İstanbul 1999, c. 20, ss. 194-197.
[322] İbranice Rabbi Moşe
ben Meymûn kelimelerinin baş harflerinden oluşan kısaltma.
[323] Bu lakap, ilk olarak İspanya
Yahudi bilginlerinden Yom Tov ben Abraham (ö. 1330) tarafından Hezekiel
kitabındaki büyük kartal ifadesi esas alınarak kullanılmıştır. Bkz. Kraemer, Maimonides,
s. 12.
[324] Son zamanlara kadar İbn Meymûn’un
doğum tarihi 1135 olarak zikredilse de mevcut veriler 1138 olduğunu ortaya
koymuştur. Bazı araştırmacılar da ihtiyatlı davranarak 1136-1138 yılları
arasında bir tarihte doğduğunu belirtmektedirler. Bkz. Davidson, MosesMaimonides,
s. 9.
[325] Kuzey Afrika,
Endülüs ve Balear adalarında 1056-1147 yılları arasında hüküm süren Berberi
Hanedanı. Bkz. İsmail Yiğit, “Murabıtlar”, DİA, İstanbul 2006, c. 31,
ss. 152-155.
[326] Yahudilerin dini
mahkemesinde hâkim, kadı.
[327] İbn Meymûn, Şerhu’l-Mişna,
ed. Kafih, c. 6, s. 738; Louis Isaac Rabinowitz, “Moses Maimonides”, EJ,
c. 13, s. 381.
[328] Kuzey Afrika ve
Endülüs’te 1130-1269 yılları arasında hüküm süren Berberi Hanedanı. Bkz. Mehmet
Özdemir, "Muvahhidler”. DİA, c. 31, ss. 410-412.
[329] Edward Hoffman, The
Wisdom of Maimonides: the Life and Writings of the Jewish Sage, Trumpeter,
Boston&London 2008, s. 163.
[330] Moshe Halbertal, ha-Rambam,
Merkaz Zalman Shazar, Yeruşalayim 2009, s. 23; James T. Robinson & Uri
Melammed, “Ibn Tibbon”, EJ, c. 19, ss. 712-4; Norman Roth, “The Jews at
Spain at the time of Maimonides”, Moses Maimonides and His Time, ed.
Eric L. Ormsby, Catholic University of America Press, Washington 1989, ss.
1-20; Norman Roth, Jews, Visigoths, and Muslims in Medieval Spain:
Cooperation and Conflict, Brill, Leiden 1994, s. 129.
[331] Bu durumda kalan Yahudiler İbn
Meymûn’un babasına vicdanî rahatsızlıklarını bildirerek nasıl davranacakları
konusunda fetva sormuşlardır. O da 1160 yılında bu durumda kalan Yahudilere İggeret
ha-Nehama (Teselli Mektubu) adlı bir mektup kaleme almıştır. Bu mektupta o,
kalben Yahudi kalındığı ve iyilik üzere yaşandığı takdirde Yahudi
sayılacaklarını bildirmektedir. O, ayrıca Yahudilik’te yapılması gereken
duaları en kısa halleriyle bile olsa yapmaya çalışmalarını tavsiye etmektedir.
Bkz. L. M. Simmons, “Maimun's Letter of Consolation: Arabic Text”, JQR
2:3 (1890), ss. 335-368.
[332] Rose Lewis,
“Maimonides and Muslims”, Midstream 25:9 (1979), s. 18.
[333] Roth, Jews,
Visigoths, andMuslims, s. 119; Halbertal, ha-Rambam, s. 30.
[334] Corcos, “Yahasam şel
Şlitey ha-Elmuvahhidin”, s. 155.
[335] Davidson, Moses
Maimonides, s. 28.
[336] Slotki, Moses
Maimonides, s. 13.
[337] Davidson, Moses
Maimonides, s. 29.
[338] İbn Meymûn’un bu mektubu, Yefet
ben Eliyahu’nun gönderdiği mektuba cevaben yazılmıştır. Yefet ben Eliyahu,
mektubunda Filistin topraklarından ayrıldığından beri irtibatı kestiği için İbn
Meymûn’a sitem etmektedir. İbn Meymûn ise cevabî mektubunda Filistin’i terk
ettikten birkaç ay sonra babasının öldüğünü, Aşkenaz diyarlarındaki
Yahudilerden bile taziye mektupları geldiğini fakat kendisinin hiçbir şey
göndermediğini belirtmektedir. İbn Meymûn ayrıca Mısır’da başına bir sürü
sıkıntılar geldiğini ve maddî zorluklar yaşadığını hatırlatarak bu zamanlarda
kendisinden ses çıkmadığını yüzüne vurmaktadır. Bkz. İbn Meymûn, “İggeret el
Rabbi Yefet ha-Dayan”, İggerot ha- Rambam, ed. Şilat, c. 1, ss. 229-230.
[339] İbn Meymûn, “İggeret
el Rabbi Yefet ha-Dayan”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, ss.
229-230.
[340] Selahaddin Eyyubi’nin
büyük oğlu. Bu şahsın ismi kaynaklarda bazen vezir Fadıl bazen de sultan Efdal
ya da melik Efdal şeklinde geçmektedir.
[341] İbn Meymûn, “İggeret
el Rabbi Samuel be-İnyaney Tirgum ha-More”, İggerot ha-Rambam, ed.
Şilat, c. 2, ss. 550-551.
[342] Buna göre İbn Meymûn’un bu mektubu
kaleme aldığı yıl 1199’dur. Selahaddin Eyyubî ise 1193 yılında hayatını
kaybetmiştir. Selahaddin’in ölümünden sonra tahta geçen oğlu Aziz 1198 yılında
vefat etmiştir ve mirasçısı olan oğlu da henüz on yaşındadır ve eşi ve haremi
yoktur. Vezir Efdal ise Suriye’ye ordu komutanı olarak gönderilmiştir. Bu
yüzden sultan ifadesiyle muhtemelen vezir Efdal’ın Mısır’da olduğu günler
kastedilmiştir. Bir başka ihtimal de bu mektubun değişik zamanlardaki durumun
harmanlanmış hali olmasıdır. Bkz. Davidson, Moses Maimonides, ss. 69-70.
Ayrıca İbn Tibbon’un ziyaretine gerek görmediği için bilinçli olarak abartılı
bir uslüp kullanmış olması ve kendisini çok meşgul göstermesi de ihtimal
dâhilindedir.
[343] İbn Meymûn, “İggeret
el Hahmey Montpeşlir al Gzirat ha-Kohavim”, İggerot ha-Rambam, ed.
Şilat, c. 2, s. 490.
[344] İbn Usaybia, Uyûnu
’l-Enba ‘, tahk. İmrul Kays bin Tam’an, Kahire 1882, s. 117.
[345] Halbertal, ha-Rambam,
s. 43.
[346] Eliezer Schweid, ha-Filosofim
ha-Gdolim Selamı. Yediot Aharonot, İsrail 2009, s. 161. Safedi eserinde
ilginç bir ayrıntı vererek İbn Meymûn’un liderlik sevdası (makam sevgisi)
olduğunu nakletmektedir. Bkz. Safedi, Kitâbu ’l-Vâfi bi ’l-Vefâyât,
tahk. Ahmed Arnavut&Turki Mustafa, Daru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut
2000, c. 19, s. 77.
[347] Goitein, A
Mediterrenaen Society II, ss. 22-23.
[348] Mann, Texts and
Studies I, ss. 416-8.
[349] Rabinowitz, “Moses
Maimonides”, EJ, c. 13, ss. 382-283.
[350] İslam ülkelerinde Yahudi
cemaatlerinin başkanlarına verilen unvan. Arapça karşılığı Reisu ’l-Yehud şeklinde
kullanılmaktadır. İstisna olarak Abbasi devletinde Yahudi cemaat başkanlarına Re’su
’l-Câlût lakabı kullanılmıştır.
[351] Herbert A. Davidson, “Maimonides’
Putative Position as Official Head of Egyptian Jewish Community”, Hazon
Nahum: Studies in Jewish Law, Thought and History Presented to Dr. Norman Lamm,
ed. Yaakov Elman and Jeffrey S. Gurock, Yeshiva University Press, New York
1997, ss. 115128; Davidson, MosesMaimonides, ss. 63-64.
[352] Davidson, Moses Maimonides,
ss. 42-45. İbn Meymûn’a yazılan hitap şekillerden en dikkat çekici olanı
“müfti”dir. Kendisine gönderilen bir soruda İbn Meymûn’dan “müfti’l-mille”
ifadesiyle bahsedilmektedir. İbn Meymûn da bir başka soruyu cevaplarken
kendisinden müfti olarak bahsetmektedir. Bunların dışında İbn Meymûn’a
gönderilen sorularda “efendimiz bize fetva versin” anlamında yüftina
seyyiduna şeklinde ifadelere rastlanmaktadır. Bkz. İbn Meymûn, Teşuvot
ha- Rambam, ed. Blau, c. 1, s. 275; c. 2, s. 326.
[353] Davidson, Moses
Maimonides, ss. 54-57.
[354] Jacob Lavinger, “Was
Maimonides Rais Al-Yahud in Egypt?”, Studies in Maimonides, ed. Isidore
Twersky, Harvard University Press, 1990, ss. 92-93.
[355] Eliezer Bashan,
Elinoar Bareket, “Nagid”, EJ, c. 14, s. 731.
[356] İbn Meymûn, “İggeret el Hahmey
Montpeşlir al Gzirat ha-Kohavim”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 2, s.
478; İbn Meymûn, “İggeret el Rabbi Samuel be-İnyaney Tirgum ha-More”, İggerot
ha- Rambam, ed. Şilat, c. 2, s. 554; İbn Meymûn, “İggeret el Rabbi Hasday
Halevi le-Aleksandriya”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 2, s. 684; İbn
Meymûn, “İggeret ha-Şemad”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 30.
[357] Halbertal, ha-Rambam,
s. 24.
[358] Isadore Twersky, A
Maimonides Reader, Behrman House Inc. Publishers, New Jersey 1972, s. 5; Israel
Drazin, Maimonides, Gefen Publishing, Jerusalem 2009, s. 83; Rudavsky, Maimonides,
s. 4.
[359] Sarah Stroumsa, “The
Politico-Religious Context of Maimonides”, Maimonides in His World: Portrait
of a Mediterranean Thinker, Princeton University Press, New York 2009, ss.
258-259.
[360] Davidson bu risalenin
İbn Meymûn’a ait olmadığını iddia etmektedir. Bkz. Moses Maimonides, ss.
299-301.
[361] İbn Meymûn, Hilkhot
ha-Yerushalmi (The Laws of the Palestinian Talmud), ed. Saul Lieberman, The
Jewish Theological Seminary of America, New York 1947, Zvi Stampfer, “Hilhot
Yeruşalmi le- Rambam al Masehet Ketubot”, Mi-Birhat Moşe, ed. Zvi Habar,
Karmiel Kohen, Hotsaat Maaliyot, Maale Adumim 2012, ss. 12-100.
[362] Davidson, Moses
Maimonides, ss. 296-299.
[364] Davidson bu
risalenin İbn Meymûn’a ait olmadığını iddia etmektedir. Bkz. Davidson, Moses
Maimonides, ss. 313-322.
[365] Kraemer, Maimonides,
s. 70.
[366] Mübahat Türker,
“Mûsâ İbn-i Meymûn’un al-Maqâlat fi Sinâ'at al-Mantiq'mın Arapça Aslı”, Ankara
Üniversitesi DTCF Dergisi, 16:1-2 (1960), ss. 9-64.
[367] Davidson, Moses
Maimonides, ss. 501-509.
[368] İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot
ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 98; İbn Meymûn, “İggeret Thiyat ha-Metim”, İggerot
ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 326, 327, 329, 332; İbn Meymûn, “Teşuvot
be-İnyaney Şitato ve Darho şel Mişne Tora”, İggerot ha-Rambam, ed.
Şilat, c. 2, s. 647; İbn Meymûn, Hakdamotha-Rambam, ed. Şilat, s. 638.
[369] İbn Meymûn, Sefer
ha-Mitsvot (Kitâbü ’l-Ferâiz), ed. Kafih, s. 7.
[370] İbn Meymûn, Teşuvot
ha-Rambam, ed. Blau, c. 2, s. 725.
[371] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 84; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 106.
[372] Bkz. Halkin, “Mukaddime” (İggeret
Teyman), s. ix. Bununla birlikte İbn Meymûn’un Judeo- Arabic kaleme aldığı
bu mektuba İbranice başlık atma olması da Ortaçağ Judeo-Arabic geleneği dikkate
alındığında ihtimal dâhilindedir.
[373] Bkz. İbn Meymûn, “İggeret el
Hahmey Montpeşlir al Gzirat ha-Kohavim”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat,
c. 2, s. 489; Halkin, “Mukaddime” (İggeret Teyman), s. ix. İbn Meymûn’un
yaşadığı dönemin Mesihî hareketler açısında yoğun olduğu bilinmektedir.
Bağdat’taki Yahudi akademisi ile irtibatta olan Yemen Yahudi cemaatinin 1147
yılında ortaya çıkan ve Yahudi cemaatleri üzerinde büyük etki bırakan David
Alroy hareketinden etkilenmiş olmaları güçlü bir ihtimaldir.
[374] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 98, 100; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot
ha- Rambam, ed. Şilat, c. 1, ss. 109-110.
[375] Halkin, “Mukaddime” (İggeret
Teyman), s. ix; Şilat, “Mukaddime” (“İggeret Teyman”), İggerot ha-Rambam,
ed. Şilat, c. 1, s. 79.
[376] Sabato Morais, “A
Letter by Maimonides to the Jews of South Arabia Entitled "The Inspired
Hope”, JQR 25:4 (1935), ss. 330-369; Slotki, Moses Maimonides, s.
18; Solomon Zeitlin, Maimonides, Bloach Publishing, 1935, s. 45. Bu
mektup tezimizde Türkçede yer etmiş ismiyle Yemen Mektubu şeklinde
kullanılacaktır.
[377] İbn Meymûn, “İggeret
el-Pinhas ha-Dayan”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 2, ss. 440-442.
[378] İbn Meymûn, “İggeret
el-Pinhas ha-Dayan”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 2, ss. 439-440;
İbn Meymûn, “İggeret Thiyat ha-Metim”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c.
1, s. 320.
[379] İbn Meymûn, -tespit
edebildiğimiz kadarıyla- bir yerde bu ifadeyi Şerhu’l-Mişna için
kullanmaktadır. Bkz. İbn Meymûn, İggeret Teyman, ed. Halkin, s. 56.
[380] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
I:71.
[381] Bu tabir Tevrat’ın
son cümlesinde (Tesniye, 34:12) geçmektedir. Yad kelimesinin gematria’da
14 rakamına tekabul etmesi ile eserin 14 bölümden oluşması arasında irtibat
kurulmuştur.
[382] Türkçe’de şaşkınlık
kelimesi çok çeşitli bağlamlarda kullanıldığı için eserin başlığını Aklı
Karışıklara Rehber/Kılavuz olarak çevirmek daha uygun gözükmektedir.
[383] Daniel Davies, Method and
Metaphysics in Maimonides' Guide for the Perplexed, Oxford University Press
2011, ss. 7-8; Eliezer Schweid, The Classic Jewish Philosophers, Brill,
Leiden 2008, ss. 156-7. Lawrence Kaplan, “The Unity of Maimonides’ Religious
Thought”, Judaism and Modernity, ed. Jonathan Malino, Ashgate
Publishing, Corwall 2004, ss. 393-394.
[384] Halbertal, ha-Rambam,
ss. 62-3.
[385] Yosef ben Yehuda ibn Şim‘on (ö.
1226) aslen Fas’lı olup Muvahhidler yönetimi altında görünüşte Müslüman
olmuştur. Fas’ta bulunduğu sıralarda Müslüman bilginlerden ders alan İbn
Şim‘on, daha sonra Mısır’a giderek İskenderiye’ye yerleşmiştir. Mısır’da bir
müddet İbn Meymûn’a öğrencilik yapmış, ardından da Halep’e gitmiştir. İbn
Meymûn’un oğlu Abraham ben Moşe bir yazısında İbn Şim‘on’dan kendisine bir
mektup ulaştığını, bu şahsın Halep’te bir yeşivası olduğunu ve rahmetli
babasının Delâletü’l-Hâirîn’i bu öğrencisine gönderdiğini ifade
etmektedir. İbn Şim‘on’un ticaret
amaçlı Bağdat’a sık sık gittiği ve Gaon Samuel ben Eli ile
münazaralarda bulunduğu kaynaklarda yer almaktadır. İbn Meymûn’u ölülerin
dirilmesine inanmamakla suçlayan Samuel ben Eli’ye karşı İbn Şim‘on’un özel bir
risale kaleme aldığı da bilinmektedir. Bu risaleyi İbraniceye çeviren XIV.
yüzyıl İspanya Yahudi bilginlerinden Hayyim ibn Bibas, önsözde İbn Şim‘on’dan,
İbn Meymûn’un Delâletü’l-Hâirîn’i gönderdiği öğrencisi olarak söz
etmektedir. Karışıklığa sebep olan diğer isim Yosef ben Yehuda ibn Aknin (ö.
1220) ise Barcelona’lı olup Tibbu ’n-Nüfûs adlı eserin sahibidir. İbn
Meymûn’la karşılaşmamış ve öğrencisi olmamıştır. Bazı araştırmacılar tarafından
İbn Meymûn’un Fas ikameti sırasında İbn Aknin’le karşılaştıkları nakledilmektedir.
Seville’de iken baskı sonucu görünüşte Müslüman olmuş daha sonra Barcelona’ya
gittiğinde tekrar Yahudiliğe geri dönmüştür. Bu bilgilere göre İbn Meymûn’un Delâletü’l-Hâirîn’i
gönderdiği öğrencisi Yosef ben Yehuda ibn Aknin değil, Yosef ben Yehuda ibn
Şim‘on’dur. Yosef ben Yehuda ibn Aknin ile Yosef ben Yehuda ibn Şim‘on’un iki
ayrı şahıs olduğu ilk olarak Salomon Munk tarafından gündeme getirilmiştir.
Araştırmacılar arasında bu konu yüz yıl kadar tartışılmış; David Banet iki ayrı
şahıs olduklarını ve İbn Meymûn’un öğrencisi olanın Yosef ben Yehuda ibn Şim’on
olduğunu ortaya koymuştur. Tartışmalar için bkz. Abraham ben Meymûn, Milhamot
ha-Şem, Hanover 1840, s. 11; Norman Roth, “Jews in Muslim Spain Revisited”,
Iberia Judaica, vol. I, Madrid 2009, s. 38; Abraham Shlomo Halkin,
“Aknin”, EJ, c. 1, s. 569; Salomon Munk, “Notice sur Joseph ben
Jehuda", Journal Asiatique 14 (1842), ss. 5-70; Eliyahu Ashtor,
“Shim‘on, Joseph ben Judah Ibn”, EJ, c. 18, ss. 480-1; Abraham Shlomo
Halkin, “Aknin, Joseph ben Judah ben Jacob Ibn”, EJ, c. 1, ss. 569-570;
Sara Stroumsa, Reşito şel Pulmus ha-Rambam be-Mizrah: İggeret ha-Haştaka al
odot Thiyat ha-Metim, Mahon Yad- Ben Zvi, Yeruşalayim 1999, ss. VII-IX;
David Zvi Baneth, “Yosef ben Şim‘on ha-Talmid ha-Haşuv şel ha-Rambam ve Yosef
ibn Aknin”, Ozer Yehudey Sefarad 7 (1964), ss. 11-20; İggerot
ha-Rambam, ed. Baneth, ss.1-2; Rudavsky, Maimonides, s.11.
386
Halbertal, ha-Rambam, ss. 65-6.
[387] Yahudi toplumundan
tecrit cezası.
[388] Howard N. Lupovitch, Jews And
Judaism in World History, Routledge, Oxon 2010, s. 89; Tamar Rudavsky, Maimonides,
s.16; Lea Naomi Goldfeld, Moses Maimonides' Treatise on Resurrection: an
Inquiry into Its Authenticity, Ktav Pub Inc., Jersey City 1986, s. 136.
[389] Yaakov Even-Hen, The Rambam,
Mahon ha-Ktav, Jerusalem 1994, ss. 318-325; Rudavsky, Maimonides, s. 16;
Halbertal, ha-Rambam, ss. 64-5; Henry Gehman, “Maimonides and Islam”, s.
375; Haig Bosmajian, Burning Books, McFarland Company, 2006, s. 45.
[390] Ebi Abdullah
Muhammed b. Ebi Bekr b. Muhammed Tebrizî, Şerhu Mukaddemâti ’l-Hams ve
‘Îşrûn min Delâleti’l-Hâirîn, tahk. Muhammed Zahid el-Kevserî,
Matbaatü’s-Saadet, Kahire 1993.
[391] İbn Meymûn, “İggeret
Thiyat ha-Metim”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 315.
[392] İbn Meymûn, “İggeret
Thiyat ha-Metim”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, ss. 324-325, 328.
[393] Bkz. Lea Naomi Goldfeld, Moses
Maimonides' Treatise on Resurrection: an Inquiry into Its Authenticity,
Ktav Pub Inc., Jersey City 1986, ss. 27-28; Rafael Yaspa, Filosofya Yahudit
be-Yemey ha-beynayim: ha-Rambam, ha-Universita ha-Ptuha, Raanana 2005, ss.
41-42, Daniel Jeremy Silver, Maimonidean Criticism and the Maimonidean
Controversy 1180-1240, Leiden Brill, 1965, ss. 109135; Rudavsky, Maimonides,
ss. 105-106; Halbertal, ha-Rambam, ss. 126-131; Robert S. Kirschner,
"Maimonides' Fiction of Resurrection" HUCA 52 (1981), ss.
163-93.
[394] Goldfeld, Treatise on
Resurrection, ss. 27-28; Yaspa, Filosofya Yahudit, ss. 41-42,
Silver, Maimonidean Controversy, ss. 109-135, Rudavsky, Maimonides,
ss. 105-106; Halbertal, ha-Rambam, ss. 126-131; Kirschner,
"Maimonides' Fiction of Resurrection." HUCA 52 (1981), ss.
163-93; Rabinowitz, “Moses Maimonides”, EJ, c. 13, s. 383; Gehman,
“Maimonides and Islam”, s. 379.
[395] İbn Meymûn, “İggeret
Thiyat ha-Metim”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 324; Stroumsa, Reşito
şel Pulmus ha-Rambam be-Mizrah, s. VIII.
[396] İbn Meymûn, “İggeret
Thiyat ha-Metim”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 350.
[397] İbn Meymûn, “İggeret
Thiyat ha-Metim”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, ss. 321-322, 327,
329.
[398] Muhammed bin Ali eş-Şevkanî, İrşâdu’s-Sikât
ila İttifaki’ş-Şerâi, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Kahire 1984, ss. 10-24; Paul
Fenton, “Pulmus Muslemi mi-Teyman Neged ha-Rambam: ha-İmam eş-Şevkanî ve Sifro
be-İnyan Hayey Olam ha-Ba”, Le Roş Yosef: Mehkarim be-Hohmat Yisrael,
ed. Yosef Tobi, Jerusalem 1995, s. 415.
[399] Jacob I. Dienstag,
“Moses Maimonides: As Halakhist”, EJ, c. 13, s. 386.
[400] İbn Meymûn’un günümüze ulaşan
İbranice ve Judeo-Arabic fetvaları Teşuvot ha-Rambam adıyla
yayınlanmıştır. Bkz. İbn Meymûn, Teşuvot ha-Rambam, ed. Joshua Blau,
Mekitsey Nirdamim, Yeruşalayim 1989 ( 4 cilt).
[401] İbn Meymûn’un 1174
yılında Mısır’da saray hekimi olarak göreve atandığı tahmin edilmektedir. Onun
sarayın tek hekimi olmadığı tıbla ilgili bazı risalelerinden anlaşılmaktadır.
[402] İngilizlerin
1189-1199 yılları arasındaki kralı. Üçüncü haçlı seferine (1189-1192) katılmış
fakat Kudüs’ü ele geçirememiştir.
[403] İbnü’l-Kiftî, İhbâru’l-Ulemâ,
s. 319; F. Rosner, The Medical Legacy of Moses Maimonides, Ktav
Publishing, Jersey City 1997, s. 4.
[404] İbn Meymûn, Makale
fi’r-Rebv (Maimonides onAsthma), ed. Gerrit Bos, Brigham Young University
Press, Utah 2002, s. 78.
[405] İbn Meymûn, Makale fi’r-Rebv,
ed. Gerrit Bos, s. 103; Henry Azar, “Ibn Maymun (Maimonides): Ibn Zuhr’s
Medical Disciple and a Second Moses”, The Sage of Seville: Ibn Zuhr, His
Time and His Medical Legacy, The American University in Cairo Press, 2008,
ss. 83-93. İbn Meymûn’un İbn Zühr’den etkilenmekle birlikte doğrudan öğrencisi
olmadığı bilinmektedir. Bkz. Sarah Stroumsa, Maimonides in his World, s.
129.
[406] Fred Rosner’e ait İbn Meymûn’la
ilgili belli başlı çalışmalar şunlardır: The Medical Legacy of Moses
Maimonides, Ktav Publishing, Jersey City 1997; Medical Encyclopedia of
Moses Maimonides, Jason Aronson Publishing, 1998; Sex Ethics in the
Writings of Moses Maimonides, Jason Aronson Publishing, 1994; Medicine
in the Mishneh Torah of Maimonides, Jason Aronson Publishing, 1997; Medicine
in the Bible and the Talmud: Selections from Classical Jewish Sources,
Jersey City Publishing, 1995; Moses Maimonides: physician, scientist, and
philosopher, Jason Aronson Publishing, 1993; The medical aphorisms of
Moses Maimonides, Yeshiva University Press, 1971; Moses Maimonides'
Glossary of Drug Names, American Philosophical Society, 1979; Modern
Medicine and Jewish Law, Yeshiva University, Department of Special
Publications, 1972; Treatises on Poisons, Hemorrhoids, Cohabitation,
Maimonides Research Institute, 1984; Six Treatises Attributed to Maimonides,
Jason Aronson Publishing, 1991; Practical Medical Halachah, Jason
Aronson Publishing, 1997.
[407] Rosner, The Medical Legacy of
Moses Maimonides, Ktav Publishing, Jersey City 1997, s. 6; Elinor Lieber,
“Maimonides: The Medical Humanist”, Maimonidean Studies-IV, ed. Arthur
Hyman, Yeshiva University, 2000, s. 48.
[408] Rosner, The
Medical Legacy, s. 7.
[409] Rosner, The
Medical Legacy, s. 7-8.
[410] Rosner, The Medical
Legacy, s. 8-9.
[411] Hermann Kroner, “Die
Haemorrhoiden in der Medizin des XII. und XIII. Jahrhunderts”, Janus 16
(1914), ss. 441-56, 645-718.
[412] Rosner, The
Medical Legacy, ss. 10-11.
[413] Rosner, The
Medical Legacy, ss. 11-12.
[414] Maimonides on
Asthma, ed. Gerrit Bos, Brigham Young University, Provo 2002.
[415] Elinor Lieber,
“Maimonides: The Medical Humanist”, Maimonidean Studies-4, ed. Arthur
Hyman, Yeshiva University, 2000, s. 55; Fred Rosner, TheMedicalLegacy,
ss. 12-13.
[416] Rosner, The
Medical Legacy, s. 14.
[417] İngilizce çevirisi için bkz. Ariel
Bar-Sela, Hebbel E. Hoff, Elias Faris, “Moses Maimonides' Two Treatises on the
Regimen of Health: Fi Tadbir al-Sihhah and Maqalah fi Bayan Ba'd al-A'rad
wa-al- Jawab ‘anha”, Transactions of the American Philosophical Society,
54:4 (1964), ss. 3-31.
[418] Rosner, The
Medical Legacy, ss. 15-6.
[419] H. Kroner, “Der Medizinische
Schwanengesang des Maimonides”, Janus 32 (1928), ss. 12-116. İngilizce
çevirisi için bkz. Ariel Bar-Sela, Hebbel E. Hoff, Elias Faris, “Moses
Maimonides' Two Treatises on the Regimen of Health: Fi Tadbir al-Sihhah and
Maqalah fi Bayan Ba'd al-A'rad wa-al- Jawab 'anha”, Transactions of the
American Philosophical Society, 54:4 (1964), ss. 32-40.
[420] Rosner, The
Medical Legacy, s. 16.
[421] Un Glossaire de
Matiere Medicale Compose par Maimonide (sharh asma al-uqqar), ed. Max
Meyerhof, Inst. Francais d'Archeologie Orientale, Cairo 1940.
[422] Wilfinson, Musa
bin Meymûn, s. 61; Yosef Kafih, “ha-Islam ve ha-Yahas le-Muslemim be-Mişnat
ha-Rambam”, Mahanayim 1 (1991), s. 18.
[423] Ivry, “Islamic and
Greek Influences”, ss. 143-152.
[424] İbn Meymûn’un mektubunda belirli
isimlerin geçmesi İbn Tibbon’un sadece kendinde olan bilginlerin kitapları ile
ilgili görüş istediği şeklinde anlaşılmıştır. Bkz. Alexander Marx, “Texts by
and about Maimonides”, JQR 25:4 (1935), s. 378; Stroumsa, Maimonides
in His World, s. 24.
[425] Metinde İhvanı Safa geçmemekle
birlikte bu metnin diğer nüshaları ile birlikte incelendiğinde bu ortaya
çıkmaktadır. Muhtemelen baal ha-tahorim yani temizlenenler (İhvan-ı
Safa) ifadesi baal ha- taarim şeklinde istinsah hatası olmuştur. Çünkü diğer el
yazmalarının bazısında doğrudan ihvan-ı safa ifadesi geçmektedir. Taarim ifadesi
Tanrıyı betimleyenler anlamında zikredilmektedir. Ha-Metaarim şeklinde Tanrı’yı
sıfatlarla niteleyenler anlamında (Ehl-i Sıfat, Sıfatiyye) kullanılması da
ihtimal dâhilindedir. Bkz. Sara Stroumsa, “Heaara Al Yahaso şel ha-Rambam lerav
Yosef ibn Sadik”, s. 34; Daniel Lasker, “Masoret ve Hiduş be-yahaso şel
ha-Rambam le-datot Aharot”, s. 81
[426] Sara Stroumsa makalesinde eserinin
değerini ifadesini eserinin derecesini şeklinde anlayarak, İbn Meymûn’un bu
Yahudi düşünür için herhangi bir övücü ifade kullanmadığını iddia etmektedir.
Ayrıca bu makalade yazar Tevrat’tan yaptığı alıntıyı esas alarak İbn Meymûn’un
bu düşünür için aptal dediğini iddia etmektedir. Sara Stroumsa, “Heaara Al
Yahaso şel ha-Rambam lerav Yosef ibn Sadik”, ss. 35-8.
[427] Es-Siyasetü’l-Medeniyye.
[428] Bu zat İbn Bâcce
olarak da bilinir.
[429] Süleyman’ın Meselleri 8:9; Bu
mektubun Oxford 158 nolu yazmasında bu cümleden sonra Gazâli ile ilgili “Ebu
Hamid bütün Müslüman bilginlerin en üstünüdür” şeklinde ek bir cümle yer
almaktadır. Muhtemelen bu ifade müstensihin eklemesidir.
[430] Bu mektubun New York yazmasında bu
cümleden sonra “İbn Tayyib’in, Yahya ibn Adi ’nin ve ibn el-Bitrik’in
şerhleri faydasızdır. Onlarla meşgul olan zamanını öldürür. Mecbur olmadıkça
kimse onların eserleriyle meşgul olmamalı” cümlesi yer almaktadır. Mektubun
Oxford 158 nolu yazmasında ise “Ebu’l-Velid’e gelince ondan işittiğim ve bir
yazısında gördüğüm üzere Allah, Aristo’nun ruhunu ona akıtmış ve belki de onun
yerini dolduracak” şeklinde bir ifade yer almaktadır. Bu ifade müstensihin
eklemesi gibi görünmektedir.
[431] İbn Meymûn, “İggeret el Rabbi
Samuel be-İnyaney Tirgum ha-More”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 2,
ss. 552-554; Alexander Marx, “Texts by and about Maimonides”, JQR 25:4
(1935), ss. 378-80.
[432] Steven Harvey, “Did Maimonides’
Letter to Samuel ibn Tibbon Determine Which Philosophers Would be Studied by
Later Jewish Thinkers?”, JQR 83:1-2 (1992), ss. 51-52. Ayrıca bkz.
Steven Harvey, “Arabic into Hebrew: The Hebrew Translation Movement and the
Influence of Averroes upon Medieval Jewish Thought”, Cambridge Companion to
Medieval Jewish Philosophy, ed. Daniel H. Frank, Oliver Leaman, Cambridge
University Press, Cambridge 2003, ss. 258-280.
[433] Harvey, “Did
Maimonides’ Letter”, ss. 51-70.
[434] Moritz
Steinschneider, Die Hebraischen Übersetzungen des Mittelalters und die-Juden
als Dolmetscher, Berlin 1893, ss. 43-48.
[435] Harvey, “Did
Maimonides’ Letter”, ss. 56-7.
[436] Harvey, “Did
Maimonides’ Letter”, s. 66.
[437] Daniel Frank, “On
Defining Maimonides’ Aristo te lianism”, Medieval Philosophy and Classical
Tradition, ed. John Inglis, Curzon Press, London 2002, ss. 202-203.
[438] TB, Kiduşin 69b.
[439] Lawrence Berman, ״Maimonides, The
Disciple of alFârâbî", IOS 4 (1974), ss. 195-214.
[440] Türker, “Makale fi
Sınaati’l-Mantık”, s. 12.
[441] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
II:19. Aristo’nun Fizik’ine şerh.
[442] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
III:18.
[443] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
I:74. Farklı Cevherler Üzerine.
[444] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
II:18; Pines, “Philosophical Sources of Maimonides”, s. lxxix.
[445] Fârâbî, “Aklın Anlamları”, çev.
Mahmut Kaya, İslam Filozoflarından Felsefe Metinleri, II. Baskı, Klasik
Yayınları, İstanbul 2005, ss. 128-129. Fârâbî ayrıca İhsâu ’l-Ulûm’da
Kelamcıların görüşlerini özetler. Bkz. Fârâbî, İhsâu’l-Ulûm, tahk. Ali
Bu Mulhim, Dar ve Mektebetü Hilal, Beyrut 1996, ss. 86-92. Pines,
“Philosophical Sources of Maimonides”, s. Lxxxiv; Arkan, İbn Meymûn
Felsefesinde Tanrı, s. 59; Adnan Küçükali, İbn Meymûn’un Varlık ve
Düşünce Öğretisi, s. 16.
[446] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
I:71.
[447] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
I:71.
[448] İbn Meymûn, Makâle
fi Sinaâti’l-Mantık, s. 62
[449] Fârâbî, “et-Tavtie
fil-Mantık”, el-Mantık ‘ınde’l-Fârâbî, tahk. Refiku’l-Acem,
Dâru’l-Meşrık, Beyrut 1985, s. 59.
[450] Bkz. Lawrence Berman,
״Maimonides,
The Disciple of alFârâbî", IOS 4 (1974), ss. 200-204.
[451] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Avoda Zara, I:1-18; İbn Meymûn, Delâletü ’l-Hâirîn,
III:29.
[452] Fârâbî, Kitâbu’l-Hurûf,
tahk. Muhsin Mehdi, II. Baskı, Daru’l-Meşrık, Beyrut 1970, ss. 150-152; Fârâbî,
Kitâbu’l-Hurûf, çev. Ömer Türker, Litera Yay., İstanbul 2008, ss. 86-87.
Ayrıca bkz. Aydın, İbn Meymûn’un Din Felsefesi, ss. 21-26; İlhan
Kutluer, İslam ’ın Klasik Çağında Felsefe Tasavvuru, II. Baskı, İz Yay.,
İstanbul 2001, ss. 172-173.
[453] Fârâbî, Medinetü’l-Fâdıla,
tahk. E. Nasri Nadir, Dâru’l-Meşrık, Beyrut 1986, ss. 50-51. Detaylı bilgi için
bkz. Aydın, İbn Meymûn’dan Din Felsefesi, ss. 83-85, 97-98; Karaman, İbn
Meymûn’da Tanrı-Âlem İlişkisi, s. 74.
[454] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
I:37; I:54; I:58; I:59; II:24.
[455] İbn Meymûn, Şerhu
’l-Mişna, ed. Kafih, c. 4, s. 212.
[456] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
II:36. Bkz. Arkan, İbn Meymûn Felsefesinde Tanrı, s.78, Özgenç, İbn
Meymûn’da Nübüvvet, s. 30.
[457] Fârâbî, es-Siyâsetü’l-Medeniyye,
tahk. Fevzi Metri Neccar, el-Matbaatu’l-Katolikiyye, Beyrut 1998, ss. 79-80;
İbn Sina, Metafizik II, ss. 188-190. Bkz. Özgenç, İbn Meymûn’un
Nübüvvet Anlayışı, s. 26; Kutluer, İslam’ın Klasik Çağında Felsefe
Tasavvuru, ss. 206-217.
[458] İbn Meymûn, Makâle
fi Sinâatil-Mantık, s. 33.
[459] Fârâbî, es-Siyasetü’l-Medeniyye,
s. 23; İbn Sina, MetafizikII, s. 50, ss. 162-164. Bkz. Küçükali, İbn
Meymûn’un Varlık ve Düşünce Öğretisi, s. 177.
[460] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
II:1; İbn Meymun, Mişne Tora, Hilhot Yasodey ha-Tora, 1:5.
[461] Fârâbî,
“Uyûnu’l-Mesâil”, İslam Filozoflarından Felsefe Metinleri, çev. Mahmut
Kaya, II. Baskı Klasik Yay., İstanbul 2005, s. 122; İbn Sina, Kitâbu
’n-Necât, ss. 299-303. Ayrıca bkz. Karaman, İbn Meymûn’da Tanrı-Âlem
İlişkisi, ss. 54-56; Küçükali, İbn Meymûn’un Varlık ve Düşünce Öğretisi,
s.
52.
[462] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
I:58; I:51; I:52.
[463] Fârâbî, Medinetü’l-Fâdıla,
ss. 46-51; Fârâbî, es-Siyâsetü’l-Medeniyye, s. 43; İbn Sina, Kitâbu’n-
Necât, tahk. Macid Fahri, Beyrut 1982, ss. 262-264; İbn Sina, “Arş
Risalesi”, çev. Enver Uysal, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
9:9 (2000), ss. 643-644; Detaylı inceleme için bkz. Karaman, İbn Meymûn’da
Tanrı-Âlem İlişkisi, ss. 24-5, 33; Arkan, İbn Meymûn Felsefesinde Tanrı,
ss. 62, 237-240; Aydın, İbn Meymûn’un Din Felsefesi, ss. 51-52;
Küçükali, İbn Meymûn’un Varlık ve Düşünce Öğretisi, s. 43.
[464] Fârâbî, es-Siyâsetü’l-Medeniyye,
s. 44-45; Fârâbî, Medinetü’l-Fâdıla, ss. 37-40, 44-45; İbn Sina, Kitâbu’n-Necât,
s. 263-267; Karaman, İbn Meymûn’da Tanrı-Âlem İlişkisi, ss. 124-125;
Arkan, İbn Meymûn Felsefesinde Tanrı, ss. 240-242; Aydın, İbn
Meymûn’un Din Felsefesi, ss. 56-63; Doğan, Maymonides, ss. 96-98; Küçükali,
İbn Meymûn’un Varlık ve Düşünce Öğretisi, ss. 64-65.
[465] İbn Meymûn, Şerhu’l-Mişna,
ed. Kafih, c. 4, s. 211. Ayrıca bkz. İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn I:52,
57; Meral, “İbn Meymûn’a Göre Yahudilikte İman Esasları”, s. 256.
[466] Fârâbî, “Uyûnu’l-Mesâil”, s. 118;
İbn Sina, Metafizik II, ss. 88-91; İbn Sina, Kitâbu’n-Necât, ss.
261-262, 271-272; İbn Sina, “Arş Risalesi”, ss. 641-642. Ayrıca bkz. Karaman, İbn
Meymûn’da Tanrı-Âlem İlişkisi, s. 24, 60; Arkan, İbn Meymûn Felsefesinde
Tanrı, ss. 233-237; Aydın, İbn Meymûn’un Din Felsefesi, ss. 48-56,
72-74; Küçükali, İbn Meymûn’un Varlık ve Düşünce Öğretisi, ss. 36-44.
[467] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
I:20, I:57; II:1; II:Mukaddime, I:64.
[468] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Yasodey ha-Tora, 1:1; Fârâbî, el-Medinetü’l-Fâdıla, s.
37.
[469] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
I:68; I:55.
[470] Fârâbî, el-Medinetü’l-Fâdıla,
ss. 37-38, 46-47; Fârâbî, es-Siyâsetü’l-Medeniyye, s. 45; İbn Sina, Kitâbu’n-Necât,
ss. 280-281; Karaman, İbn Meymûn’da Tanrı-Âlem İlişkisi, ss. 29-30;
Arkan, İbn Meymûn Felsefesinde Tanrı, s. 60, 248; Aydın, İbn
Meymûn’un Din Felsefesi, s. 153.
[471] İbn Sina, Kitâbu
’n-Necât, ss. 205-206.
[472] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
II:38.
[473] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
I:69.
[474] İbn Sina, Fizik I, çev.
Muhittin Macit-Ferruh Özplavcı, Litera Yay, İstanbul 2004, ss. 59-60; İbn Sina,
Metafizik II, s. 1, 25; İbn Sina, “Arş Risalesi”, ss. 642-643; Karaman, İbn
Meymûn’da Tanrı- Âlem İlişkisi, ss. 56-57.
[475] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
I:47, I:55, I:58; İbn Sina, Metafizik II, ss. 113-4; İbn Sina, “Arş
Risalesi”, s. 644; Karaman, İbn Meymûn’da Tanrı-Âlem İlişkisi, ss.
101-115; Arkan, İbn Meymûn Felsefesinde Tanrı, ss. 227-262; Aydın, İbn
Meymûn’un Din Felsefesi, ss. 114-134; Doğan, Maymonides’in Hayatı, ss.
98-101; Küçükali, “Selbi Yorumlama” ss. 57-68; Küçükali, İbn Meymûn’un
Varlık ve Düşünce Öğretisi, ss. 77-82.
[476] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
I:74, II:9, II:24.
[477] Pines, “Philosophical
Sources of Maimonides”, s. civ.
[478] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
II:36; Pines, “Philosophica! Sources of Maimonides”, s. cv.
[479] Halbertal, ha-Rambam,
s. 28.
[480] Hourani, “Maimonides
and İslam”, s. 162.
[481] Atay, “Mukaddime” (Delâletü
’l-Hâirîn), s. VI.
[482] Sarah Stroumsa, “The
Literary Corpus of Maimonides and Averroes”, Maimonidean Studies-V, ed.
Arthur Hyman, Yeshiva Univ. Press, 2008, s. 223; Hoffman, The Wisdom of
Maimonides, s. 8.
[483] Bkz. Hüseyin
Sarıoğlu, İbn Rüşd Felsefesi, Klasik Yay., İstanbul 2003, ss. 212-220;
Arkan, İbn Meymûn Felsefesinde Tanrı, s. 67.
[484] Bkz. Arkan, İbn
Meymûn Felsefesinde Tanrı, ss. 68-69.
[485] Semahat Özgenç, “İbn Rüşd ve İbn
Meymûn’un Vahiy Anlayışlarının Mukayesesi”, Doğu-Batı İlişkisinin
Entelektüel Boyutu: İbn Rüşd’ü Yeniden Düşünmek, Asitan Yay, Sivas 2009, c.
1, ss. 455467.
[486] Harvey, “A New
Islamic Source”, ss. 33-34.
[487] Bu tabirler hem Tanah’ta
(Hezekiel, 38:6, 15) hem de İbn Meymûn’un İbranice ve Arapça yazılarında
geçmektedir.
[488] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
III:51.
[489] İbn Miskeveyh, Tehzîbu’l-Ahlâk,
tahk. İbnü’l-Hatib, Mektebetü’s-Sekâfetü’d-Diniyye, Mısır 1961, s. 28; İbn
Miskeveyh, Ahlakı Olgunlaştırma, terc. Abdulkadir Şener, İsmet Kayaoğlu,
Cihad Tunç, Ankara 1983, s. 68.
[490] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
III:27.
[491] İbn Miskeveyh, Tehzîbu’l-Ahlâk,
s. 99.
[492] İbn Miskeveyh, Tehzîbu’l-Ahlâk,
s. 50. Bkz. Harvey, “A New Islamic Source”, s. 34.
[493] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
III:27. Bkz. Harvey, “A New Islamic Source”, s. 34.
[494] Ivry, “Ismailî
Theology and Maimonides’ Philosophy”, ss. 270-299.
[495] Bkz. Libson, “Zeykat
ha-Rambam le-Halaha ha-Muslemit”, ss. 267-272.
[496] İbn Meymûn, Teşuvot
ha-Rambam, ed. Blau, c. 2, ss. 372-373. Bkz. Libson, “Zeykat ha-Rambam
le-Halaha ha-Muslemit”, s. 270.
[497] İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot
ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 87, 88, 100; İbn Meymûn, “İggeret Thiyat
ha-Metim”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 323, 326, 333; İbn
Meymûn, Hakdamot ha-Rambam, ed. Şilat, s. 327, 330, 358, 364, 397; İbn
Meymûn, Teşuvot ha-Rambam, ed. Blau, c. 1, s. 256, 277; İbn Meymûn, Teşuvot
ha-Rambam, ed. Blau, c. 2, s. 437; İbn Meymûn, Delaletü’l-Hâirîn,
II:25, III:26.
[498] Hava Lazarus-Yafeh, “Ha İm Huşpa‘
ha-Rambam mi-elGazâlî?”, Tehillah le-Moshe: Biblical and Judaic Studies in
Honor of Moshe Greenberg, eds. Mordechai Cogan, Barry Eichler, Jeffrey
Tigay, Eisenbrauns, Indiana 1997, s. 163.
[499] İbn Meymûn, “İggeret el Rabbi
Samuel ibn Tibbon be-İnyaney Tirgum ha-More”, İggerot ha- Rambam, ed.
Şilat, c. 2, s. 552, dipnot 19. Şilat, başka örneklerle de destekleyerek bu
ifadelerin müstensihin eklemesi olduğunu öne sürmektedir. Bkz. İbn Meymûn,
“İggeret el Rabbi Samuel ibn Tibbon be-İnyaney Tirgum ha-More”, İggerot
ha-Rambam, ed. Şilat, c. 2, ss. 553-554, dipnot 17.
[500] Lazarus-Yafeh, “Ha İm
Huşpa‘ ha-Rambam mi-elGazâli?” s. 163.
[501] Gazâlî, Ihyâu
Ulûmu’d-Din, Tahric ve ta‘lik: Muhammed Vehbi Süleyman-Üsame Ammure,
Daru’l-Fikr, Dımeşk 2006, c. 2, s. 1524.
[502] Avner Gil‘adi, “Heara be-Davar
Makor Efşari le-Koteret More Nevuhim”, Tarbits 48 (1979), ss. 346-7. Bu
teze göre İbn Meymûn şaşkınların rehberi anlamına gelen ve Allah için
kullanılan Delilu ’l- Mütehayyirin tabirini kendi kitabı için
kullanmaktan endişe etmiştir. Bu yüzden de delil kelimesini delâlet
şeklinde değiştirerek kitabına uyarlamıştır.
[503] Delaletü’l-Hâirîn’in tam
karşılığı Horaat ha-Nevuhim şeklindedir. Orta Çağ’a ait bir eserde İbn
Meymûn’un Arapça kaleme aldığı eserlerin el-Harizi ve Samuel İbn Tibbon gibi
mütercimler tarafından İbranice’ye çevrildiği ifade edilmekte ve More Nevuhim’i
İbn Meymûn’un Arapça kaleme aldığı ve eseri Delilü’l-Hâirîn olarak
isimlendirdiği nakledilmektedir. Bkz. Avraham Gvişon, Sefer Omer ha-Şikha:
Peruş al Sefer Mişley, Livorno 1748 (Tıpkıbasım: Kudüs 1973) s. 119a.
[504] İbn Meymûn, “İggeret
Thiyat ha-Metim”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 326.
[505] Franz Rosenthal, Knowledge
Triumphant, Brill, Leiden 1970, s. 96.
[506] Rosenthal, Knowledge
Triumphant, s. 96.
[507] Gazâlî, İhyâu
Ulûmu’d-Din, c. 1, ss. 144-150.
[508] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Sefer ha-Mada‘, 5:5-8.
[509] Detaylı karşılaştırma
için bkz. Harvey, “AlGhazali and Maimonides”, ss. 105-110.
[510] Bkz. İbn Meymûn, Mişne Tora,
Sefer ha-Mada‘, 5:5-8; Gazâlî, İhyâu Ulûmu’d-Din, c. 1, ss. 131143. İbn
Meymûn’un konuyla ilgili metni Türkçe’ye çevrilmiştir. Bkz. Mehmet Sait Toprak,
Talmud ve Hadis, Atılım Üniversitesi Yayınları, Ankara 2011, ss.
341-352.
[511] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
II:13.
[512] Gazâlî, Tehâfütü’l-Felâsife,
tahk. Süleyman Dünya, Dâru’l-Maârif, Kahire 1972, ss. 110-111. Ayrıca bkz.
Karaman, İbn Meymûn’da Tanrı-Âlem İlişkisi, ss. 178-181; Aydın, İbn
Meymûn’da Din Felsefesi, ss. 184-190; Doğan, Maymonides, ss.
123-126.
[513] Steven Harvey, "Meaning of
Terms Designating Love”, Studies in Muslim-Jewish Relations, Judaeo-Arabic
Studies, ed. Norman Golb, Harwood Academic Publishers, Amsterdam 1997, ss.
175196.
[514] M. S. Stern, “Al-Ghazzali,
Maimonides and Ibn Paquda on Repentence: A Comparative Model”, Journal of
the American Academy of the Religion 47:4 (1979), ss. 589-607.
[515] Schweid, ha-Filosofim
ha-Gdolim Şelanu, s. 161; Amira Eran, “Ghazali, Abu Hamid Muhammad Ibn
Muhammad al-Tusi Al-”, EJ, c. 7, ss. 571-573.
[516] İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot
ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 103. Halkin edisyonunda ise bu ifade el-murşid
mine ’d-dalâl şeklinde verilmektedir. Bkz. İbn Meymûn, İggeret Teyman,
ed. Halkin, s. 74.
[517] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
II:22; Pines, “Philosophical Sources of Maimonides”, s. cxxvii; Ayrıca bkz. A.
L. Ivry, “The Guide and Maimonides’ Philosophical Sources”, The Cambridge
Companion to Maimonides, ed. Kenneth Seeskin, Cambridge University Press,
New York 2005, ss. 68-70.
[518] Ignaz Goldziher,
“Die Bekenntnissformeln der Almohaden”, ZDMG 44 (1890), ss. 168-171;
Yellin& Abrahams, Maimonides, s. 20.
[519] I. Heinemann,
“Maimuni und die Arabischen Einheitslehrer”, MGWJ 79 (1935), ss.
102-148.
[520] Bkz. Stroumsa, “Ha İm
ha-Rambam Hoge Muvahhidî?”, ss. 151-171.
[521] Atay, “Mukaddime” (Delâletü’l-Hâirîn),
s. xi.
[522] Amir Mazor,
“Hit’aslemuto Meunas şel ha-Rambam”, Peamim 110 (2007), s. 5.
[523] Kraemer, Maimonides,
s. 118.
[524] İbn Kiftî, Îhbâru
’l-Ulemâ, s. 319.
[525] Kraemer, Maimonides,
s. 119; Lewis, “Maimonides and the Muslims”, s. 20.
[526] Davidson, Moses
Maimonides, s. 27.
[527] Bernard Dov Lewis, Ever
be-Sifrut Arav: Teudot Araviyot al ha-Rambam, ss. 178-9.
[528] İbnü’l-Adim, Buğyetu’t-Taleb,
c. 4, ss. 1830-1831.
[529] Safedi, Kitâbu
’l-Vâfi bi ’l-Vefâyât, c. 9, s. 227.
[530] Bkz. Mazor,
“Hit’aslemuto Meunas şel ha-Rambam”, s. 7.
[531] İbn Ebi Usaybia, Uyûnu’l-Enba’,
s. 117.
[532] Kraemer, Maimonides,
s. 14.
[533] Kraemer, Maimonides,
s. 121.
[534] Zehebî, Târihu’l-Islam,
c. 41, s. 212.
[535] Kutubi, Fevâtu
’l-Vefâyât, c. 4, s. 175.
[536] Kraemer, Maimonides,
ss. 122-3; Slotki, MosesMaimonides, s. 20.
[537] Avişur, Şivhey
ha-Rambam, s. 41.
[538] İbn Meymûn, “İggeret
ha-Şemad”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, ss. 25-59.
[539] Margoliuth, D. S., The Legend
of theApostasy of Maimonides, JQR 13 (1901), s. 539; İbn Meymûn’un gizli
Yahudi olduğuna dair bilgiler için bkz. Jay Harris, “Maimonides in 19th Century
Historiography”, Proceedings of the American Academy of Jewish Research
54 (1987), ss. 117-139.
[540] Sara Stroumsa, “Ha-im
ha-Rambam Hoge Muvahhidi?”, s. 156.
[541] Stroumsa, “Ha-im ha-Rambam Hoge
Muvahhidi?”, ss. 155-156. İbn Meymûn’un eserlerinde İsmailî düşüncenin izleri
ile ilgili olarak bkz. Alfred Ivry, “Ismaili Theology and Maimonides’
Philosophy”, Jews of Medieval İslam, ed. Daniel Frank, Brill, Leiden
1995, ss. 271-299.
[542] Ivry, Islamic and
Greek Influences, s. 142.
[543] Bernard Lewis, The
Jews of İslam, Princeton University Press, Princeton 1984, s. 100.
[544] Davidson, Moses
Maimonides, s. 18.
[545] Halbertal, ha-Rambam,
s. 31.
[546] Atay, “Mukaddime” (Delâletü
’l-Hâirîn), ss. VII-VIII.
[547] Slotki, Moses Maimonides,
s. 10; Yellin&Abrahams, Maimonides, ss. 34-5. Bazı araştırmacılar
Muvahhidlerin sadece kelime-i şehadet şartını aradıklarını iddia etmektedir.
Bundan namaz, oruç, zekât gibi İslamî gereklilerin şart olmadığı veya en
azından takibatının yapılmadığı sonucu çıkmaktadır ki bu iddiayı ispatlayacak
yeterli veri de mevcut değildir. Torki, Al-Qirqisani and Maimonides, s.
102.
[548] Torki, Al-Qirqisani
andMaimonides, s. 99.
[549] İbranice’de teyku
diye ifade edilen ve kilitlenmiş, kararsız kalınan ve çözülemeyen meselelerle
ilgili konular için kullanılan bir sözdür. Teyku, tişbi yetarets kuşiyot
u-ba ‘yot (Eliyahu gelecek ve sorunu çözecek) şeklindeki İbranice cümlenin
baş harflerinden oluşan bir ifadedir.
[550] Lewis, Ever
be-Sifrut Arav, s. 180.
[551] Pasul tabiri, rasul kelimesine
olan ses benzerliğinden ötürü tercih edilmiştir. Bu kullanımın Kuzey
Afrika’daki Yahudiler arasında yaygın olduğu bilinmektedir. Özellikle Fas
Yahudileri arasında revaç bulan bu kullanım bazen de ha-Pasul şeklinde
belirlilik eki ile birlikte kullanılmaktadır. Bkz. Bar- Asher, “Al Kama Hiduşey
ha-Laşon”, Masorot 5-6, Yeruşalayim 1998, ss. 45-7.
[552] Bu ifadenin literal
karşılığı ruhani adamdır. Fakat bağlam itibariyle Hz. Muhammed için ruhî
dengesi ve akıl sağlığı yerinde olmayan anlamında kullanılmaktadır.
[553] Moritz Steinschneider, Polemische
und Apologetische Literatur in Arabischer Sprache Zwischen Muslimen, Christen
und Juden, Leipzig 1877, ss. 302-303; Arslantaş, Yahudilere Göre Hz.
Muhammed ve İslamiyet, s. 208.
[554] Steinschneider, Yahudi
geleneğinde Rav Şerira Gaon’dan başlayarak meşuga‘ kelimesini kullananların
listesini vermektedir. Bkz. Steinschneider, Polemische und Apolegetische
Literattur, ss. 302-303.
[555] Ortalama bir yahudi bilgini
tarafından iyi bilinen bu kullanımın Kuzey Afrika’daki Yahudiler arasında
yaygın olduğu bilinmektedir. Özellikle Fas Yahudileri arasında revaç bulan bu
kullanım bazen de ha-Pasul şeklinde belirlilik eki ile birlikte kullanılmaktadır.
Bkz. Bar-Asher, “Al Kama Hiduşey ha-Laşon”, ss. 45-7.
[556] Başka yazmalarda
benzer anlamlara gelen şote navi ve meşuga ve navi şote iş ha-ruah
şeklinde kullanımlar mevcuttur. Bkz. Lewis, “An Apocalyptic Vision of Islamic
History”, s. 323, 4. dipnot.
[557] İggeret Rav Şerira Gaon,
ed. Benyamin Menaşe Levin, Hayfa 1921, s. 100. Yahudi araştırmacılar İslam
peygamberi için kullanılan meşuga kelimesinin Yahudilerin icadı
olmadığını, Kur’ân’daki mecnûn ifadesinin yansıması olduğunu dile
getirmektedirler. Bkz. Steinschneider, Polemische und Apologetische
Literatur, s. 302; Ratzhabi, Otsar Laşon ha-Kodeş şele-bney Teyman,
Telaviv 1978, s. 172; Mark Cohen, Under Crescent & Cross, Princeton
University Press, 1994, s. 154.
[558] “Seder Olam Zuta”, Medieval
Jewish Chronicles, ed. Adolf Neubauer, Oxford Press, 1895, c. 2, s. 83.
Steinschneider, eserinde pasul tabirini kullanan Yahudi bilginlere örnek
olarak iki Karai, iki de Rabbani bilgini örnek vermektedir. Karai bilginler,
Yakov ben Reuven (11. yy) ve Hizuk Emuna adlı eserin sahibi Trokili
Yitshak ben Abraham’dır (16. yy). Rabbani metinlerden ise İbrani harfleriyle
Farsça yazılmış apokaliptik bir eser ile Yosef Kaspi tarafından 1330 yılında
kaleme alınan bir eseri örnek vermektedir. Bkz. Steinschneider, Polemische
und Apolegetische Literattur, s. 349, 356, 366, 383.
[559] Jacob Mann, “A
Polemical Work Against Karaite and other Sectaries”, JQR 12:2 (1921-22),
ss. 139-140.
[560] Samuel Mağribî, Ifhâmu’l-Yehûd,
ed. Moshe Perlmann, Proceedings of the American Academy for Jewish Research 32
(1964), s. 67; Samuel Mağribî, İfhâmu’l-Yehud, ed. Muhammed Abdullah eş-
Şarkavi, Daru’l-Hidâye, 1986, s. 157.
[561] Rabbi Nissim Gerondi,
Hiduşey ha-Ran al Masehet Sanhedrin, Jerusalem 1973, Sanhedrin 61b, s.
126; Konuyla ilgili bkz. Rabbi Eliezer Waldenberg, Tsits Eliezer,
Jerusalem 1990, c. 18, no 47.
[562] Gerondi, bu fetvasında gaonların
Müslümanlar tarafından hazırlanan içkilerin içilmesinin yasak fakat bu
içkilerden gelir elde etmenin caiz olduğu fetvasını verdiklerini belirterek
Müslümanların putperest olmadığını dile getirmektedir. Bkz. Rabbi Nissim Gerondi,
Şeelot u-Teşuvot, Warsaw 1882, no. 5, s. 20.
[563] Bkz. Gloria Allaire, “Noble
Saracen or Muslim Enemy ? The Changing Image of the Saracen in Late
Medieval Italian Literature”, Western Views of Islam in Medieval and Early
Modern Europe, St. Martin’s Press, New York 1999, ss. 173-84; Dana Carleton
Munro, ""The Western Attitudes Toward Islam During the Period
of the Crusades," Speculum 6 (1931), ss. 329-43.
[564] David Segiv, Milon
Segiv: Aravi-İvri, İvri-Aravi, Schocken Publishing House, Telaviv 2008, s.
802; Yeheskel Kojaman, Milon İvri-Aravi Şalem, Misrad ha-Bitahon,
Yeruşalayim 2000, s. 918.
[565] Yemen Mektubu’nun Halkin
edisyonunda meşuga‘ geçen altı yerin tamamında Şilat, eş-şahs ifadesini
tercih etmekte ve meşuga‘ kelimesini dipnota alarak başka nüshalarda da
bu şekilde geçtiğini belirtmektedir.
[566] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 14; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 86.
[567] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 18; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha- Rambam,
ed. Şilat, c. 1, s. 87.
[568] İşaya, 21:7. “Rab bana dedi ki:
“Git, bir gözcü dik, gördüğünü bildirsin. Savaş arabalarının, Atlara, eşeklere,
develere binmiş insanların çifter çifter geldiğini görünce dikkat kesilsin.
Gözcü “Ey efendim, Her gün aralıksız gözcü kulesinde duruyor, Her gece yerimde
nöbet tutuyorum, diye bağırdı.”
[569] Daniel, 7:8. “Babil Kralı
Belşassar'ın krallığının birinci yılında, Daniel yatağında yatarken bir düş ve
görümler gördü. Sonra düşünün özetini yazdı; şöyle dedi: “Gece bir görümde göğün
dört rüzgârının büyük denize saldırdığını gördüm. Denizden birbirinden farklı
dört büyük yaratık çıktı. Birinci yaratık aslana benziyordu, kartal kanatları
vardı. Ben bakarken kanatları koparıldı, yaratık yerden kaldırıldı, insan gibi
ayakları üzerine durduruldu. Ona bir insan yüreği verildi. İkinci yaratık ayıya
benziyordu. Bir yanı üzerinde doğrulmuştu. Ağzında, dişleri arasında üç kaburga
kemiği vardı. Ona, 'Haydi kalk, yiyebildiğin kadar et ye! dediler. Sonra
baktım, parsa benzer bir başka yaratık gördüm. Sırtında dört kuşkanadı vardı.
Bu yaratığın dört başı vardı ve ona egemenlik verilmişti. Bundan sonraki gece
görümlerimde korkunç, ürkütücü, çok güçlü dördüncü bir yaratık gördüm. Büyük
demir dişleri vardı; yiyip parçalıyor, artakalanı ayakları altında çiğniyordu.
Kendisinden önceki yaratıklara benzemiyordu. On boynuzu vardı. Ben gözümü
dikmiş boynuzlara bakarken, onların arasından daha küçük başka bir boynuz
çıktı. İlk boynuzlardan üçü onun önünde söküldü. Bu boynuzun insan gözü gibi
gözleri, böbürlenen bir ağzı vardı.”
[570] NistarotRabbi
Şim‘on bar Yohay, s. 119; İbn Meymûn, İggeret Teyman, ed. Halkin,
s.80.
[571] Tekvin, 17:20.
[572] Tesniye, 33:2.
[573] Tesniye, 18:15.
[574] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 36; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha- Rambam,
ed. Şilat, c. 1, s. 92.
[575] İbn Meymûn, İggeret
Teyman (İbn Hasday tercümesi), ed. Halkin, s. 36.
[576] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 38; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 93.
[577] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 80; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 105.
[578] İbn Meymûn, İggeret
Teyman (Nahum ha-Maaravi tercümesi), ed. Halkin, s. 81.
[579] Mezmurlar, 120:5.
[580] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 96; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 109.
[581] Bkz. Tekvin, 25:13;
I. Tarihler, 1:29.
[582] Arap-İslam
kaynaklarında Kayzer şeklinde nakledilmektedir.
[583] Muhammed ibn Sa’d, Tabakâtu
’l-Kübrâ, tahk. Ali Muhammed Ömer, Mektebetü’l-Hancı, Kahire 2001, c. 1,
ss. 38-39; Taberi, Târihu’r-Rusûl ve’l-Mulûk, c. 2, ss. 272-274; Zehebî,
Târihu’l-İslam, c. 1, s. 20.
[584] Bu mektup, muhtemelen Muvahhidler
tarafından baskı gören bir Yahudi tarafından gönderilen mektuba cevaben
yazılmıştır. Mektubu gönderen Yahudi, içinde bulunduğu durumu daha önce bir
başka hahama sormuş, o da Muhammed’in peygamberliğini kabul etmektense ölmesini
tavsiye etmiştir. Bu şahıs, daha sonra durumu İbn Meymûn’a da bildirmiştir. İbn
Meymûn da, mektupta bu hahamı eleştirmekte daha sonra da nasıl davranılması
gerektiği ile ilgili bir mektup kaleme almıştır. Bkz. İbn Meymûn, “İggeret
ha-Şemad”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, ss. 30-32.
[585] İbn Meymûn, “İggeret
ha-Şemad”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c.1, s. 42. Bir başka nüshada
52 bin rakamı verilmektedir.
[586] Bu tabir, Arap
dilinde batıl, muiyb, mefsuh, merfud kelimeleri ile karşılanmaktadır.
David Segiv, “Pasul”, Milon Segiv: Aravi-İvri, İvri-Aravi, Schocken
Publishing House, Telaviv 2008, s. 956; Yeheskel Kojaman, “Pasul”, Milon
İvri-Aravi Şalem, Misrad ha-Bitahon, Yeruşalayim 2000, s. 1251.
[587] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 38; İbn Meymûn, ''İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 93.
[588] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, ss. 38-40; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 93.
[589] İbn Meymûn, İggeret
Teyman (İbn Tibbon tercümesi), ed. Halkin, s. 39.
[590] İbn Meymûn, “İggeret
ha-Şemad”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 30.
[591] İbn Meymûn, “İggeret
ha-Şemad”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 53, 57.
[592] TB, Avoda Zara, 6a,
8b.
[593] Moşe Bar-Aşer, “Milim İvriyot
ve-Gilguleyhen be-Aravit ha-Yahudit be-Tsafon Afrika”, Divrey ha-Kenes
ha-İvri ha-Mad’î ha-Şmini be-Eyropa, Universitat Barselona, ed. T.
Gor-Arya, Yeruşalayim 1992, s. 126.
[594] Yişmaelim
kelimesinin tekil formu. Bu kelime aynı zamanda Ortaçağ Yahudi bilginleri
tarafından herhangi bir Müslüman anlamında da sıkça kullanılmaktadır.
[595] Metinde ha-Notsri
şeklinde geçen bu ifade hem Nasıralı hem de Hıristiyan anlamında kullanılmaktadır.
[596] Sefanya, 3:9.
[597] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Melahim ve Milhamot, 11:4.
[598] O, Yemen Mektubu’nda Hz. İsa’dan
bahsederken “kemikleri toz olsun (שחיק עצמות)” şeklinde
beddua etmektedir. İbn Meymûn bu ifadeyi aynı mektupta Yeroboam için
kullanmaktadır. Yeroboam kuzeydeki İsrail krallığının ilk kralı olup MÖ.
925-905 yılları arasında krallık yapmıştır. Bkz. İbn Meymûn, İggeret Teyman,
ed. Halkin, s. 12, 36, 92; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha- Rambam,
ed. Şilat, c. 1, s. 86, 92, 108.
[599] Yehuda Halevi, Kitâbu’r-Red
ve’d-Delil, 4:23, ss. 172-3. “fehazihi’l-milel ennema hiye tavtietün ve
mukaddimetün li’l-meşiah el-muntazar”.
[600] Daniel, 7 ve 8.
baplar.
[601] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 80; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha- Rambam,
ed. Şilat, c. 1, s. 105.
[602] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 38; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 93.
[603] Tekvin, 17:20.
[604] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 40; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 93.
[605] İşaya, 21:7.
[606] Matta, 21:1-11;
Markos, 11:1-11; Luka, 19:28-38.
[607] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 80; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 105.
[608] İbn Teymiye, el-Cevâbu’s-Sahih,
c. 5, s. 249.
Crescent and Cross, ss. 147-150; Jane Dammen McAuliffe, “The Prediction and
Prefiguration of Muhammad”, Bible and Qur’an, ed. John C. Reeves,
Society of Biblical Literature, 2003, ss. 107-
[613] Saf, 61:6.
[614] Araf, 7:157.
[615] Bkz. Theodor Nöldeke, Geschihte
des Qorans, Leipzig 1909, c. 1, s. 14. Goy kelimesi, Yahudi olmayan herkes
için kullanılmaktadır. Uma ise Arapçadaki ümmet kelimesiyle aynı köktendir.
Millet ve ümmet anlamına gelip daha çok umot ha-olam (dünya milletleri)
ifadesiyle kullanılmakta ve Yahudiler dışındaki milletler kastedilmektedir. İbn
Meymûn da başka milletlerden birisinin peygamberlik iddia etmesi durumunda
Yahudilerin nasıl tepki vermeleri gerektiğini izah ettiği bölümde bu peygamber
için “iş min ha-umot (dünya milletlerinden bir adam)” ifadesini kullanmaktadır.
Bkz. İbn Meymûn, Mişne Tora, Hilhot Yasodey ha-Tora, 9:1.
[616] Müslüman bilginler
arasında Tevrat’ın ne kadarının tahrif edildiği hususunda birlik yoktur. Ayrıca
tahrif lafızda ve manada tahrif olarak iki kategoride değerlendirilmektedir.
Geniş inceleme için bkz. Adam, Tevrat, ss. 217-241; Muhammet Tarakçı,
“Tevrat ve İncil’in Tahrîfi ile İlgili Kur’ân Âyetlerinin Anlaşılması Sorunu”, Usûl
2 (2004:2), 33 - 54.
[617] İbn Hazm, Kitâbu’l-Fasl,
c. 1, ss. 313-315.
[618] Karafî, Ecvibetü’l-Fâhira,
ss. 196-7.
[619] Zucker, “Berurim
be-Toldot ha-Vikuhim”, s. 34.
[620] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 38; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 93.
[621] Bat-Zion Eraqi-Klorman,
“The Yemeni Messiah in the of Maimonides, Prelude for Future Messiahs”, From
Iberia to Diaspora, ed. Yedida K. Stillman, N. Stillman, Brill 1999, s.
129.
[622] Tekvin, 17:20.
[623] Tekvin, 17:20.
[624] Tesniye, 33:2.
[625] Tesniye, 18:15.
[626] Ali bin Rabban et-Taberî, Kitâbu’d-Din
ve’d-Devle, s. 131; İbn Teymiye, el-Cevâbu ’s-Sahîh, c. 5, s. 211,
219; Karâfî, el-Ecvibetü’l-Fâhira, tahk. eş-Şihavi, s. 179; Karâfî, el-Ecvibetü’l-Fâhira,
tahk. Avd, s. 422; İbn Kayyım, Hidâyetü’l-Hayârâ, s. 126.
[627] Tekvin, 17:20.
[628] Tesniye, 9:1.
[629] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 40; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 93.
[630] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 40; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 93.
[631] Samuel Mağribî, İfhâmu’l-Yehûd,
ed. Perlmann, s. 31-34; Samuel Mağribî, İfhâmu’l-Yehûd, ed. Şarkavi, ss.
115-6; Ali bin Rabban et-Taberî, Kitâbu’d-Din ve’d-Devle, s. 131; Said
bin Hasan, Mesâliku’n-Nazar, s. 325-326, 347; İbn Teymiye, el-Cevâbu’s-Sahîh,
c. 5, s. 211, 219-220; Karâfî, el- Ecvibetü’l-Fâhira, tahk. eş-Şihavi,
ss. 177-178; Karâfî, el-Ecvibetü’l-Fâhira, tahk. Avd, s. 418; İbn
Kayyım, Hidâyetü’l-Hayârâ, s. 126.
[632] Said bin Hasan, Mesâliku’n-Nazar’da
bim’od meod ifadesinin bazı âlimler tarafından Ahmed Ahmed
şeklinde, bazısı tarafından cidden cidda, bazısı tarafından da azimen
azima şeklinde anlaşıldığını dile getirmektedir. Said bin Hasan
el-İskenderi, Mesâlikun-Nazar, ss. 325-326; Ayrıca bkz. Eliyahu Ashtor,
“Darhey ha-Pulmus ha-İslamî”, s. 190.
[633] İbn Kayyım, Hidâyetü’l-Hayârâ,
ss. 142-144.
[634] Samuel Mağribî, İfhâmu’l-Yehûd,
ed. Perlmann, s. 32; Samuel Mağribî, İfhâmu’l-Yehûd, ed. Şarkavi, ss.
115-6.
[635] Abdulhak el-İslamî, el-Husâmu’l-Memdûd
fi Reddi ale’l-Yehûd, ed. Esperanza Alfonso, s. 40; Abdulhak el-İslamî, el-Husâmu’l-Memdûd
fi Reddi ale’l-Yehûd, ed. Abdulmecid Hayali, s. 36.
[636] “Yişmael ile ilgili olarak da seni
duydum. Onu mübarek kıldım; onu verimli kılacağım ve sayıca çok çok
artıracağım.” Tekvin, 17:20.
[637] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 40; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 93.
[638] “Ennel-ism ellezi tez’umu
el-yişmaelim ennehu mektubun fi’t-Tevrati elleti yeteallaku bihi el- poş’im min
bim’od meod”. Nahum ha-Maaravi el-ism kelimesinin İbranice tercümesinde
doğrudan Muhammed ismini kullanmaktadır. Bkz. İbn Meymûn, İggeret
Teyman (Nahum ha-Maaravi tercümesi), ed. Halkin, s. 45.
[639] İbn Hasday, bu
ifadeyi “mim-het-mim-dal şeklinde yazılan Muhammed” şeklinde
nakletmektedir. Bkz. İbn Meymûn, İggeret Teyman (İbn Hasday tercümesi),
ed. Halkin, s. 44.
[640] İbn Meymûn burada “nassu
kavlihim” ifadesini kullanmaktadır. İbn Tibbon ise bu ifadeyi İbranice’ye
“Laşon Muhammed (Muhammed’in sözü)” şeklinde çevirmektedir. Bkz. İbn Meymûn, İggeret
Teyman (İbn Tibbon tercümesi) ed. Halkin, s. 45.
[641] Araf, 7:157 ve Saf,
61:6. ayetlerin birleştirilmiş halidir.
[642] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 42, 44; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 94.
[643] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 40; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 94.
[644] Saf, 61:6.
[645] Araf, 7:157.
[646] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 42, 44; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 94.
[647] Samuel Mağribî, İfhâmu’l-Yehûd,
ed. Perlmann, s. 32; Samuel Mağribî, İfhâmu’l-Yehûd, ed. Şarkavi, ss.
115-6.
[648] Samuel Mağribî, İfhâmu’l-Yehûd,
ed. Perlmann, ss. 32-33; Samuel Mağribî, İfhâmu’l-Yehûd, ed. Şarkavi,
ss. 115-6.
[649] Tesniye, 33:2.
[650] Ali bin Rabban et-Taberî, Kitâbu’d-Din
ve’d-Devle, ss. 138-139; Samuel Mağribî, İfhâmu’l-Yehûd, ed.
Perlmann, ss. 34-36; Samuel Mağribî, İfhâmu ’l-Yehûd, tahk. Şarkavi, s.
118-120; Said bin Hasan, Mesaliku’n-Nazar, s. 328, 342; İbn Teymiye, el-Cevâbu’s-Sahîh,
c. 5, s. 199-200; Karâfî, el- Ecvibetü’l-Fâhira, tahk. eş-Şihavi, s.
179; Karâfî, el-Ecvibetü’l-Fâhira, tahk. Avd, s. 422-423; İbn Kayyım, Hidâyetü’l-Hayârâ,
ss. 122-124, 155-160; İbn Hazm, el-Faslfi’l-Milel ve’n-Nihal, c. 1, s.
194.
[651] Tekvin, 21:21.
[652] İbn Kayyım, Hidâyetü’l-Hayârâ,
ss. 123-124; İbn Teymiye, el-Cevâbu’s-Sahîh, c. 5, s. 207.
[653] İbn Teymiye, el-Cevâbu’s-Sahîh,
c. 5, s. 207.
[654] Saadya Gaon, Kitâbu
’l-Emânâtve’l-İtikâdât, s. 137.
[655] Habakkuk, 3:3.
[656] Saadya Gaon, Kitâbu
’l-Emânâtve’l-İtikâdât, 3:8, s. 138.
[657] Yosef Albo, Sefer ha-İkkarim,
I:20, ed. Isaac Husik, Jewish Publication Society, Philadelphia 1946 (5 cilt),
s. 170. Ered, makalesinde bu isimleri listelemektedir. Dotan Ered, “Bikoret
ha-Mikra be-İslam ve Hiştakfuta be-Targum Rasag le-Tora”, Hayo Haya 5
(2006), s. 25. Sifre Dvarim adlı eserde de Sina İbranice’ye, Paran
Arapça’ya, Seir de Latince’ye işaret olarak görülmektedir. Bkz. Sifre
Dvarim, piska 343.
[658] Goyim (Yahudi
olmayanlar) terimi Arapları da içine alsa da İbn Meymûn, burada müstakil olarak
zikretmektedir.
[659] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 44, 46; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, ss. 94-95.
[660] Bkz. Baron, History
of the Jews, c. 5, s. 89.
[661] Tesniye, 18:15, 18.
[662] Ali bin Rabban et-Taberî, Kitâbu
’d-Din ve’d-Devle, ss. 137-8; İbn Kayyım, Hidâyetü’l-Hayârâ, ss.
119-120, 127, 143; Samuel Mağribi, İfhâmu ’l-Yehud, ed. Perlmann, ss.
29-31, 107-108; Abdulhak el- İslamî, el-Husâmu’l-Memdûdfi Reddi ale’l-Yehûd,
ed. Esperanza Alfonso, s. 59, 62; Abdulhak el- İslamî, el-Husâmu’l-Memdûd fi
Reddi ale’l-Yehûd, ed. Abdulmecid Hayali, ss. 42-43; Said bin Hasan, Mesâliku’n-Nazar,
s. 327; İbn Teymiye, el-Cevâbu’s-Sahîh, c. 5, s. 188; Karâfî, el-Ecvibetü’l-Fâhira,
tahk. eş-Şihavi, ss. 178-179; Karâfî, el-Ecvibetü ’l-Fâhira, tahk.
Avd, ss. 419-420.
[663] İbn Kayyım, Hidâyetü’l-Hayârâ,
ss. 119-120.
[664] İbn Kayyım, Hidâyetü’l-Hayârâ,
ss. 120-122.
[665] Ayetin tamamı “Aranızdan bir
peygamber ya da düş gören biri çıkarsa, bir belirtiyi ya da şaşılası bir olayı
önceden bildirirse, 'Bilmediğiniz başka ilahlara yönelip tapalım' derse, söz
ettiği belirti, şaşılası olay gerçekleşse bile, o peygamberi ya da düş göreni
dinlemeyeceksiniz” şeklindedir (Tesniye, 13:4).
[666] Ayetin tam metni
“Sakının, dikkat edin (yoksa) başka ilahlara tapacaksınız” şeklindedir.
Tesniye, 11:16.
[667] Sayılar, 20:14.
[668] Tesniye, 34:10.
[669] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 46, 48, 50; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot
ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, ss. 95-96. Ayrıca bkz. Samuel, 9:9.
[670] Ali bin Rabban
et-Taberî, Kitâbu’d-Din ve’d-Devle, s. 138; İbn Kayyım, Hidâyetü’l-Hayârâ,
s. 127.
[671] İbn Kayyım, Hidâyetü’l-Hayârâ,
ss. 120-122; Samuel Mağribi, İfhâmu’l-Yehûd, ed. Perlmann, ss. 30-31.
[672] Araf, 7:85 (Medyen’e
kardeşleri Şuayb’ı gönderdik).
[673] Araf, 7:73.(Semud’a
kardeşleri Salih’i gönderdik).
[674] Araf, 7:65. (Ad’a
kardeşleri Hud’u gönderdik).
[675] İbn Kayyım, Hidâyetü’l-Hayârâ,
s. 203.
[676] Tesniye, 2:4. “Attem
ovrim bi-gvul aheyhem bney Esav ha-yoşvim be-Seir”.
[677] Samuel Mağribi, İfhâmu’l-Yehud,
ed. Perlmann, ss. 29-30.
[678] Tesniye, 18:18.
[679] Malaki, 3:22.
[680] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Yasodey ha-Tora, 9:2.
[681] İbn Meymûn, Hakdamot
ha-Rambam, ed. Şilat, s. 330.
[682] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 36, 38; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 93.
[683] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 38; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 93.
[684] Samuel Mağribî’nin Îfhamu’l-Yehûd
adlı eseri “Yahudiliği Anlamak” adıyla Osman Cilacı tarafından Türkçe’ye
çevrilmiştir. Mütercim eserin başlığındaki susturma, ilzam etme anlamına gelen ?Uj|
kelimesini anlama anlamına gelen ^1
şeklinde okuyarak “Yahudiliği Anlamak”
şeklinde tercüme etmiştir. Oysaki eser, “Yahudileri Susturma” anlamına
gelmektedir. Aynı yayınevi 2004 yılında Îfhâmu’l-Yehûd adlı eseri Samuel
Mağribî’nin Müslüman oluşunu anlattığı rüyasıyla birlikte “Bir Rüyanın İzinde”
adıyla yeniden yayınlamıştır.
[685] Samuel Mağribî, Îfhâmu’l-Yehûd,
tahk. Şarkavi, ss. 111-120.
[686] Bu bilgin de Müslüman
olmuş ve Samuel Mağribî’nin Müslüman olmasına tesiri olmuştur.
[687] Otobiyografisinde aktardığı üzere
Mağribî, Îfhâmu’l-Yehûd’un her tarafa yayılması için özel gayret
göstermiş ve kendi gözetiminde pekçok nüsha çoğalttırmıştır. Bu risalenin
Tahran, Kudüs, İstanbul, Mısır, Musul, Diyarkabır, Bağdat gibi çok değişik
yerlerde nüshalarının olması, bunu teyit etmektedir. Bkz. Samaw'al
al-Maghribi's (d. 570/1175) Ifham al-Yahud, ed. Ibrahim Marazka, Reza
Pourjavady, Sabine Schmidtke, Harrassowitz Verlag, 2006, s. 7.
[688] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
II:40. Bazı araştırmacılara göre ise bedeni ihtiyaçlar ve kadınlara ilgi
noktasında İbn Meymûn’un özel bir tavrı vardır. O, helal yollardan bile olsa bu
tür meselelerle meşgul olmayı basitlik saymaktadır. Bkz. Halbertal, ha-Rambam,
s. 38. İbn Meymûn’un kadınlar hakkındaki olumsuz düşünceleri için bkz. İbn
Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn, III:8, III:37, III:49; İbn Meymûn, “İggeret
Thiyat ha-Metim”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 351; İbn
Meymûn, “İggeret ha-Şemad”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 30.
[689] Yeremya, 29:21-23.
[690] Yeremya, 29:21-23.
[691] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
II:40; Yeremya, 29:21-23.
[692] Hartmut Bobzin, “Das
Siegel der Propheten”, The Trias of Maimonides: Jewish, Arabic, and Ancient
Culture of Knowledge, De Gruyter, Berlin 2005, ss. 302-3.
[693] Hourani, “Maimonides
and İslam”, s. 158. Bobzin, “Das Siegel der Propheten”, s. 578;
[694] “ve bekâ en ta‘leme
hel muddeı‘ zalike huve’l-kâmil ellezi evhâ ileyhi biha ev huve şahsun iddeâ
tilke’l-ekâvil ventehaleha”
[695] Yeremya, 29:21-23.
[696] Daniel, 7:7-8.
[697] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 18; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 87.
[698] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 52, 54; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, ss. 95-96.
[699] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 56; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 98.
[700] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Yasodey ha-Tora, 10:1.
[701] Saadya Gaon, Kitâbu’l-Emânâtve’l-İtikâdât,
3:8, s. 136.
[702] Zucker, “Berurim
be-Toldot ha-Vikuhim”, ss. 31-32.
[703] Abdulhak el-İslamî, el-Husâmu’l-Memdûdfi
Reddi ale’l-Yehûd, ed. Esperanza Alfonso, ss. 61-62; Abdulhak el-İslamî, el-Husâmu’l-Memdûd
fi Reddi ale’l-Yehûd, ed. Abdulmecid Hayali, s. 43, Karâfî, el-Ecvibetü’l-Fâhira,
tahk. eş-Şihavi, ss. 157-159, 196; Karâfî, el-Ecvibetü’l-Fâhira, tahk.
Avd, ss. 363-364, 463. Ayrıca bkz. Samuel Mağribî, İfhâmu’l-Yehûd, ed.
Perlmann, ss. 24-27; İbn Hazm, el- Fasl fi’l-Milel ve’n-Nihal, ss.
185-187.
[704] Karâfî, el-Ecvibetü’l-Fâhira,
tahk. eş-Şihavi, ss. 158; Karâfî, el-Ecvibetü’l-Fâhira, tahk. Avd, s.
366.
[705] Zucker, “Berurim
be-Toldot ha-Vikuhim”, ss. 44-5.
[706] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Yasodot ha-Tora, 5:1-2.
[707] İbn Meymûn, Mişne Tora,
Hilhot Yasodey ha-Tora, 8:1. İbn Meymûn, bu özel buluşmadan Arapça “meşhed-i
azim” ifadesiyle bahsetmektedir. Bkz. İbn Meymûn, İggeret Teyman,
ed. Halkin, s. 28; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-Rambam, ed.
Şilat, c. 1, s. 90.
[708] İsrailoğullarının
Mısır’dan çıkıştan sonra çölde yaşadıkları dönemde Allah tarafından indirilen
özel bir yiyecek. Bkz. Çıkış, 16:31; Bakara, 2:57.
[709] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Yasodey ha-Tora, 8:1-3.
[710] Samuel Mağribi, İfhâmu’l-Yehûd,
ed. Perlmann, s. 25
[711] Herhangi bir adam
anlamında Arap dilinde örnek vermek için kullanılan genel isimler.
[712] Eyüp, 1:13.
[713] Eyüp, 2:11; 42:7-9.
[714] Eyüp, 2:11; 42:7-9.
[715] Eyüp, 2:11; 42:7-9.
[716] Eyüp, 32:1-5.
Elihu’nun Yahudi asıllı olduğunu söyleyen kaynaklar da mevcuttur.
[718] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 50, 52; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 96.
[719] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 52; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 96.
[720] İbn Meymûn, İggeret Teyman,
ed. Halkin, s. 50; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha- Rambam, ed.
Şilat, c. 1, s. 96. Daha geniş tartışma için bkz. Yakov Lavinger, “Ha-Nevua
etsel Umot ha-Olam lefi ha-Rambam”, ha-Me‘in 12:1 (1970), ss. 16-22.
[721] Metinde tam olarak
ifade edilmese de burada Musa sonrası peygamberliğin İsrailoğullarına
hasredilmesi durumu ortaya çıkmaktadır.
[722] TB, Bava Batra, 15b.
[723] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
II:32.
[724] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
II:32.
[725] Shamir, “Allusions to
Muhammad”, ss. 212-224.
[726] Muhammed ibn Mukerrem ibn Manzur, Lisânu
’l-Arab, tahk. Abdullah Ali el-Kebir, Muhammed Ahmed Hasbullah, Haşim
Muhammed eş-Şazeli, Dâru’l-Maârif, Kahire 1982, c. 1, s. 138. Oryantalistler
tarfından ortaya atılan iddiaya göre ise ümmî, genelde Ehl-i Kitap’tan özelde
de Yahudilerden olmayan anlamında kullanılmaktadır. Bkz. Nöldeke, Geschihte
des Qorans, c. 1, s. 14.
[727] İbn Meymûn, “İggeret
ha-Şemad”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, ss. 53-4.
[728] Yahudilik’te üç şey
için kesinlikle ve kesinlikle ölünür. Buna göre bir Yahudi putperestliğe,
ensest ilişkiye ve adam öldürmeye zorlanırsa her halükarda ölüm tercih edilir.
Bkz. TB, Sanhedrin, 74a.
[729] İbn Meymûn, “İggeret ha-Şemad”, İggerot
ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 52; İbn Meymûn, Mişne Tora, Hilhot
Yasodey ha-Tora, 5:2.
[730] İbn Meymûn, “İggeret
ha-Şemad”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, ss. 53-54.
[731] TB, Avoda Zara, 27b.
[732] İbn Meymûn, İggerot
ha-Rambam, ed. Yosef Kafih, Mosad Rav Kook, Yeruşalayim 1972, s. 118, 87.
dipnot.
[733] Abraham Shlomo
Halkin, Crisis and Leadership: Epistles of Maimonides, Jewish Publication
Society of America, Philadelphia 1993. s. 86, 22. dipnot.
[734] Bkz. Lewis, The
Jews of İslam, s. 84.
[735] Kraemer, “Namus ve
Şeria”, s. 197; Yellin, Abrahams, Maimonides, s. 41.
[736] Krş. Kasher, “Moşe
mul Muhammed”, ss. 227-233.
[737] İbn Meymûn, Şerhu
’l-Mişna, ed. Kafih, c. 4, ss. 210-216.
[738] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Yasodey Tora, 7:6.
[739] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
II:40.
[740] İbn Meymûn, Şerhli ’l-Mişna,
ed. Kafih, c. 4, s. 212. İbn Meymûn için Hz. Musa her halükarda en büyük
peygamberdir. Bunun yanında İbn Meymûn’un Hz. Musa’yı ilk resul (er-resûlu’l-evve!)
şeklinde adlandırması da dikkat çekicidir. Bkz. İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 78.
[741] İbn Meymûn, Şerhu
’l-Mişna, ed. Kafih, c. 4, s. 213.
[742] Çıkış, 33:11.
[743] İbn Meymûn, Şerhu’l-Mişna,
ed. Kafih, c. 4, ss. 214. İbn Meymûn’un Hz. Musa’nın büyüklüğünü ifade etmek
için kıyas yaptığı bir başka karakter de Yahudilikte beklenen Mesih’tir.
Mesih’in Hz. Davud’un soyundan geleceğini ve Hz. Süleyman’dan daha fazla hikmet
sahibi olacağını ifade eden İbn Meymûn, onun Hz. Musa’ya yakın büyüklükte bir
peygamber olacağını ifade etmektedir. Burada yüceltilen Mesih, her halükarda
Hz. Musa’dan daha düşük konumda resmedilmektedir. Bkz. İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Teşuva, 9:2; İbn Meymûn, İggeret Teyman, ed. Halkin, s.
86.
[744] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Yasodey ha-Tora, 7:6; İbn Meymûn, Delâletü ’l-Hâirîn,
II:35.
[745] Schweid, ha-Filosofim
ha-Gdolim Şelanu, s. 182; Kraemer, “Namus ve Şeria”, s. 197; Yellin&
Abrahams, Maimonides, s. 41; Kasher, “Moşe mul Muhammed”, ss. 227-233.
[746] Yehuda Shamir,
“Allusions to Muhammad in Maimonides' Theory of Prophecy in His "Guide of
the Perplexed"”, JQR 64:3 (1974), s. 227.
[747] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Yasodey ha-Tora, 7:6.
[748] Çıkış, 18:2-4.
[749] Kafih, “ha-Yahas
le-Muslemim be-Mişnat ha-Rambam”, ss. 18-19.
[750] TB, Suka, 55b.
[751] İbn Meymûn, Sefer
ha-Mitsvot (Kitabü’l-Feraiz), ed. Yosef Kafih, ss. 61-2.
[752] Nahum ha-Maaravi el-ism
kelimesinin İbranice karşılığında doğrudan Muhammed ismini
kullanmaktadır. Bkz. İbn Meymûn, İggeret Teyman, ed. Halkin, s. 45.
[753] İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot
ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 94; İbn Meymûn, İggeret Teyman, ed.
Halkin, s. 40. Şilat, beddua cümlesini metinde verirken, Halkin dipnotta başka
bir yazmada geçtiğini belirterek vermektedir.
[754] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
I:71. Daha önce de görüldüğü üzere İbn Meymûn, Müslümanlar kelimesini
kullanmaktadır. Fakat burada Yahudiler ve Hıristiyanların karşılığı olarak
Müslümanlar değil İslam kelimesini tercih etmektedir. Tevrat’ta din olarak
Yahudiliği ifade edecek bir kelime bulunmamaktadır. Yahudi geleneğinde dinin
ismi Dat Moşe ve Yisrael veya Dat Moşe ve Yahudit şeklinde
geçmektedir ki Musa ’nın ve İsrail’in dini veya Musa ’nın Dini ve
Yahudi Dini gibi anlamlara gelmektedir. Mişna, Ketubot, 7:4. Ayrıca
bkz. İbn Meymûn, Mişne Tora, Hilhot İsurey Bia, 17:15.
[755] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
I:71, II:25, III:17.
[756] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 98; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 109.
[757] İbn Meymûn, İggeret Teyman,
ed. Halkin, s. 102, İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha- Rambam,
ed. Şilat, c. 1, s. 111. İbn Meymûn, bu mektubu kaleme almadan yaklaşık elli
yıl kadar önce Moşe Dar’î adında bir Yahudi bilginin Endülüs’ten Fas’a gelerek
Mesih’in ortaya çıktığını ilan edip halkı etkilediğini nakletmektedir.
Söylediği bazı şeylerin dediği gibi çıktığını bu yüzden de halkın ona peygamber
muamelesi yaptığını aktaran İbn Meymûn, daha sonra iç yüzü ortaya çıkınca
Müslüman memlekette kalmasına müsaade edilmediğini ve Fas’ı terk etmek zorunda
kaldığını aktarmaktadır.
[758] İbn Meymûn, “İggeret
Teşuvot el Rabbi Ovadya ha-Ger”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s.
239.
[759] Natanel ben Feyyûmî, Bustânu’l-Ukûl,
s. 111.
[760] Natanel ben Feyyûmî, Bustânu’l-Ukûl,
s. 115.
[761] Eliyahu Kapsali, Seder Eliyahu
Zuta, ed. Aryeh Shmuelevitz, the Yad Ben-Zvi Institute, Hebrew University
Jerusalem, and the Diaspora Research Intitute of Tel-Aviv University, Jerusalem
1975, c. 1, s. 37.
[762] Jacob Mann, “A
Polemical Work Against Karaite and other Sectaries”, JQR 12:2 (1921-22),
s. 140.
[763] İbn Adret, Maamar
al Yişmael, ss. 110-111.
[764] Yitshak Avişur, “Kinuyey Gınay
İvriyîm le-Goyim ve le-Yahudim be-Aravit Yahudit”, s. 105; Yehuda Ratzhabi, Otsar
Laşon ha-Kodeş şele-bney Teyman, Telaviv 1978, s. 247. Kur’ân, Yahudilerin
kelimeleri benzer sesli kelimelerle değiştirme âdetinden bahsetmektedir. Nisa
4:5, 46; Maide 5:13, 41; Bakara 2:58-9; Araf 7:161-2. Bu özellikleri o kadar ön
plana çıkmıştır ki Kur’ân farklı yerlerde kelimeleri nasıl değiştirdiklerine örnekler
vermektedir. Yahudilerin Hz. Muhammed’e gelerek bizi dinle (vesma‘)
dedikleri ardından da hem “dinlemez olasıca” hem de “bizi dinlemek zorunda
değilsin anlamına” gelen ğayra musme‘ın dedikleri Kur’ân’da
anlatılmaktadır (Nisa 4:46). Ayrıca bizi gözet, kolla anlamına gelen raina
ifadesini dillerinde yuvarlayarak çobanımız anlamına gelen raayna
şeklinde söyledikleri de Kur’ân’da konu edinilmiştir (Bakara 2:104). Yine hıttatun
yani “bizi affet” anlamına gelen kelimeyi hıntatun (buğday) şeklinde
söylemişlerdir (Araf 7:161; Bakara 2:58). Yahudilerin Hz. Muhammed’le
selamlaşma olayı meşhur bir hadise olarak hadis kitaplarında yer almaktadır.
Buna göre Yahudiler Hz. Muhammed’e es-Selamu Aleykum yerine kelimeleri
yuvarlayarak es-Sâmu aleykum yani “ölüm senin üzerine olsun” şeklinde
selam vermişlerdir. Yahudi literatürü incelendiğinde Yahudilerin rasul-pasul,
Kur’an-kalon benzetmeleriyle bu adetlerini devam ettirdikleri
görülmektedir.
[765] Samuel Mağribî, İfhâmu’l-Yehûd,
ed. Perlmann, s. 67. Kuran için küçük düşürücü kalon kelimesini tercih
eden Yahudi bilginlerin, Tevrat’ı ifade etmek için Kur’ân kelimesini
kullanmaları şaşırtıcıdır. Ortaçağ Yahudi bilginlerinin Tevrat için Kur’ân
kelimesini kullanmaya iten temel sebep - muhtemelen- Tevrat’ın bir diğer ismi
olan Mikra kelimesi ile Kur’ân kelimesinin aynı anlam ve köke
sahip olmasıdır. Dolayısıyla Tevrat’tan bahsederken Kur’ân kelimesini
kullanmaları Kur’ân’a saygı duydukları anlamına gelmemektedir. Bu olguyu dil ve
kültür açısından hâkim kültürün etkisi olarak görmek mümkündür.
[766] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 38; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 93.
[767] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 38; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 93.
[768] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, ss. 38-39.
[769] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 38, dipnot 52.
[770] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 44; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 94.
[771] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
II:40. “Ene ubeyyinu leke zalike hatta la yeşkulu aleyke’l-emr, ve tekunu
ındeke tefrika tumeyyizuha beyne tedâbiri’n-nevâmisi’l-mevduati ve beyne
tedâbiri’ş-şeriati’l- ilahiyyeti ve beyne tedâbiri men ye’huzu şey’en min
ekâvaili’l-enbiya’ ve yeddiîhi ve yentehiluhu”
[772] Yeremya, 28:1-17.
[773] Hourani, “Maimonides
and Islam”, s. 158.
[774] Bkz. Ervin Rosenthal, Judaism
and Islam, California University Press, 1961; Charles Torrey, Jewish
Foundation of Islam, New York 1933 (Yeni basım, Ktav Publishing, Jersey
City 1967); Abraham Katsh, Judaism and the Koran: Biblical and Talmudic
Backgrounds of the Koran, New York 1962; Abraham Geiger, Was hat
Mohammad aufgenommen aus den Judentum?, Bonn 1833; Alfred Guillaurne, “The
Influence of Judaism on Islam”, Legacy of Israel, ed. Edwyn Bevan,
Oxford 1928, ss. 129-172.
[775] İbn Meymûn, Şerhu
’l-Mişna, ed. Kafih, c. 4, ss. 417-8.
[776] Bkz. Joel Kraemer, “Haşpaat
ha-Mişpat ha-Muslemi al ha-Rambam”, ss. 232-233. İslam hukukunda hükümler
bilginlerin çoğunluğuna göre beşe ayrılır. Bu hükümler için ahkâm-ı
şer’iyye, ahkâm-ı hamse ve ef’âlu’l-mükellefîn gibi isimlendirmeler
mevcuttur. Detaylı bilgi için bkz. Zekiyyüddin Şaban, İslam Hukuk İlminin
Esasları, terc. İbrahim Kafi Dönmez, Diyanet Vakfı Yay., Ankara 2004, ss.
225-254.
[777] Bkz. İbn Meymûn, Teşuvot
ha-Rambam, ed. Blau, c. 2, ss. 386-387, 379, 507.
[778] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
III:49. “enne zalike hakkun min hukuki’l-mer’a”.
[779] Bloomberg, Arabic
Legal Terms, ss. 161-166; Libson, “Zeykat ha-Rambam le-Halaha ha- Muslemit”,
ss. 264-267.
[780] İbn Meymûn, Şerhu
’l-Mişna, ed. Kafih, c. 4, ss. 215-216.
[781] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 20; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 88.
[782] İbn Meymûn’un başka yerlerde de
besmele ile başladığı görülmektedir. Bunun en tipik örneği Hüseyin Atay
tarafından tahkiki yapılan Delâletü’l-Hâirîn adlı eserdir. Süleymaniye
Kütüphanesi Carullah koleksiyonunda bulunan ve Arapça harflerle istinsah
edilmiş bu nüsha besmele ile başlamaktadır. Oysaki üç bölümden oluşan bu eserin
her bölümünün Âlemin Rabbi olan Allah ’ın adıyla anlamına gelen בשם ה׳ אל העולם ifadesiyle başladığı
bilinmektedir. Burada yazma eserlerde sıkça rastlanan müstensihin müdahelesi
olduğu görülmektedir. Müslüman müstensih girişteki ifadeyi besmeleyle
değiştirmektedir. Eşeri neşreden Atay da bu olguya işaret etmektedir. Bkz.
Atay, “Mukaddime” (Delâletü’l-Hâirîn), s. 7.
[783] Midraş Raba, Dvarim, 2:1.
Midraş Raba’nın Dvarim bölümünün altıncı yüzyılın sonunda kaleme alındığı
tahmin edilmektedir. Bu yüzden İslam öncesi döneme ait kullanım örneği olması,
İbn Meymûn’un eski İbranice kullanımı Arapçaya uyarlayarak kullandığı şeklinde
izah edilebilir. Bu konudaki görüşünü sorduğum Kudüs İbrani Dili Akademisi Sami
Dilleri Uzmanı ve İbn Meymûn otoritelerinden Dr. Uri Melammed, İbn Meymûn’un
kullanımlarında İslam etkisinin olduğunu söylemenin yanlış olmayacağını
belirtmektedir.
[784] İbn Meymûn, İggeret Teyman,
ed. Halkin, s. 52; İbn Meymûn, Mişne Tora, Hilhot Sanhedrin, 25:3; İbn
Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn II:19, 31, III:18, 29, 43, İbn Meymûn,
“İggeret Teşuvot el Rabbi Ovadya ha-Ger”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat,
c. 1, s. 235, 241.
[785] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 28; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 90.
[786] İbn Meymûn, Şerhu’l-Mişna,
ed. Kafih, c. 4, s. 386; İbn Meymûn, Hakdamot ha-Rambam, ed. Şilat, s.
385.
[787] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 6; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 84.
[788] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
I:54, II:28, III:12, 54.
[789] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 28; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 90.
[790] Yahudilik’te dua
şalı.
[791] “Hâzâ eydan bid‘atun
lem tetekaddem fi’l-mille fi ılmina”.
[792] İbn Meymûn, Teşuvot
ha-Rambam, ed. Blau, c. 2, ss. 512-513.
[793] Libson, “Zeykat
ha-Rambam le-Halaha ha-Muslemit”, s. 251, 6. dipnot.
[794] İbn Meymûn, “Thiyat
ha-Metim”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 319.
[795] Maide, 5:73.
[796] İbn Meymûn, “Thiyat
ha-Metim”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 319.
[797] Nahl, 16:1, 3; İsra,
17:43.
[798] “ve hum yez‘umune
ennehum hahmey Yisrael ve hum echelu’n-nasi ve edallu sebilen mine’l- behaim”
[799] İbn Meymûn, “Thiyat
ha-Metim”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 320.
[800] Furkan, 25:44 (in hum
illâ kel en’âmi bel hum edallu sebîlâ)
[801] Tevbe, 9:40.
“Allah’ın sözü yücedir”.
[802] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Melahim ve Milhamot, 4:9.
[803] Libson, “Zeykat
ha-Rambam le-Halaha ha-Muslemit”, s. 252.
[804] Tevbe, 9:29, 33;
Fetih, 28:48; Saf, 61:9.
[805] İbn Meymûn, Sefer
ha-Mitsvot (Kitabü ’l-Feraiz), ed. Kafih, s. 63.
[806] İbn Meymûn, İggeret Teyman,
ed. Halkin, s. 14; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha- Rambam, ed.
Şilat, c. 1, s. 86. “yuridune kulluhum et-teşbih bi-dinillahi subhanehu”.
Ayrıca bkz. Stefan Schreiner, “Irrtum, Torheit oder falsche Religion:
Christentum und Islam nach dem Urteil Moshe b. Maimons”, Frankfurter
Judaistische Beitrage 32 (2005), s. 32.
[807] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Melahim ve Milhamot, 6:2.
[808] Tevbe, 9:29. “Kendilerine kitap
verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Resûlünün
haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslam’ı din edinmeyen kimselerle,
küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın”.
[809] İbn Meymûn, Hakdamot ha-Rambam,
ed. Şilat, s. 340. “Vela yecuzu et-teaddi aleyha bi-vechin iz ecmaat
aleyhe’l-mille”. Benzer şekilde aynı sayfada “iz vakaa el-icmau eydan ala
şey’in min hazihi... fela sebile li-teaddi aleyha bi-vechin”
[810] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
I:65. “ve la siyyema bi-icmai ümmetina enne’t-Tevrate mahlukatun”. Bu ifadeler
İslam geleneğindeki Kur’an’ın mahlûk olup olmadığıyla ilgili tartışmaları
hatırlatmaktadır.
[811] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
II:45. “ve li-zalike icmau’l-ümme ala tertîbi sefer Daniel min cümleti Ketuvim
la min Neviim”.
[812] İbn Meymûn, Sefer
ha-Mitsvot (Kitabü ’l-Feraiz), ed. Kafih, s. 148.
[813] Ali İmran, 3:104,
114; Tevbe, 9:71. “İyiliği emrederler, kötülükten men ederler”.
[814] “Emirleri yerine
getirmeyenlere dinde belirlenmiş cezaları uygularlar”.
[815] I. Gafni, “Mercury”, EJ,
c. 14, s. 62.
[816] Mişna, Sanhedrin,
7:6; TB, Sanhedrin, 64a; TB, Avoda Zara, 50a.
[817] Mişna, Avoda Zara,
4:1.
[818] Bugünkü Irak’ta
Felluce yakınlarındaki bir yerleşim yeri.
[819] TB, Sanhedrin, 64a.
[820] Sayılar, 23:28,
25:1-18, 31:16; Tesniye, 3:29, 4:3; Yeşu, 22:17, Hoşea, 9:10; Mezmurlar,
106:28; Sayılar, 25:1-18, 31:16.
[821] “Baal”, Entsiklopediya Mikrait,
ed. Moşe David Casuto, Yeruşalayim 1965, c. 2, s. 290; Joshua Meir Grinatz,
“Baal”, Entsiklopediya İvrit, Ed. B.Netenyahu, Yeruşalayim 1967, c. 9,
ss. 257-8; http://www.mikragesher.org.il/titles/encyclopedia/2/baal_peor.htmi, 26.05.2011.
[822] Sayılar, 25:1-3.
[823] TB, Sanhedrin, 64a.
[824] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Avoda Zara, 3:1-2.
[825] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Avoda Zara, 3:5.
[826] Bustanay Oded,
“Chemosh”, EJ, c. 4, s. 594; Sayılar, 21:29; Yeremya, 48:7, 13, 46.
[827] Hâkimler, 11:24.
[828] Oded, “Chemosh”, s.
594.
[829] I. Krallar, 11:7, 33.
[830] II. Krallar, 23:13.
[831] Mustafa Göregen, İslam-Yahudi
Polemiği ve Tartışma Konuları, Basılmamış Doktora Tezi, Marmara Üniv. SBE,
İstanbul 2002, ss. 181-207; Daniel Norman, Heroes and Saracens, Edinburg
University Press, 1984, s. 146; Petrus Alfonsi, Dialogue against the Jews,
trans. Irven M. Resnick, The Catholic University of America Press, 2006, ss.
157-8; Jeffrey Jerome Cohen, “On Saracen Enjoyment: Some Fantasies on Race in
the Late Medieval France and England”, The Journal of Medieval andEarly
Modern Studies 31:1(2001), ss. 119-120, 125, 130.
[832] Bernard Septimus, “Petrus Alfonsi
on the Cult of Mecca” Speculum 56 (1981), s. 521; Lazarus- Yafeh,
“ha-Problematika ha-Datit şel Aliya ha-Regel be-Islam”, Divrey ha-Akademya
ha-leumit ha- Yisraelit le-Madaim 5 (1976), ss. 222-243.
[833] Petrus Alfonsi, Dialogue
against the Jews, s. 158.
[834] Ebu’l-Hasan Ali bin
Hüseyn bin Ali el-Mesudi, Murûcu’z-Zeheb, ed. Barbier de Meynard, c. 4,
Paris 1865, s. 44.
[835] Abraham ibn Ezra, Peruş
le-Sefer Daniel, 11:30.
[836] Rabbi Meir Halevi, Sefer
Yad Rama al Masehet Sanhedrin, Yarid Hasrim, 2004, ss. 229-230.
[837] Tobia ben Eliezer, Midraş
Lekah Tov, Vilna 1881, s. 18.
[838] İbn Meymûn, “İggeret
ha-Şemad”, îggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 42.
[839] İslam öncesi Arap toplumunda
putperestliğin yaygın olduğu ve Kâbe’nin bir put panteonu olarak kullanıldığı
bilinmektedir. İslam kaynaklarına göre Kâbe’nin içerisindeki 360 adet put ancak
Mekke’nin fethi sırasında temizlenmiştir. İslam’ın ortaya çıktığı dönemlerde
her kabilenin kendine has putu olduğu bilinmektedir. O dönemdeki en önemli
putlardan olan Lat, Menat ve Uzza, Kur’ân’da (Necm, 53: 19-20) da
zikredilmektedir. Detaylı bilgiler için bkz. Ebu’l-Münzir Hişam bin Muhammed
ibn Kelbî, Kitâbu’l-Esnâm, tahk. Ahmed Zeki Paşa,
Dâru’l-Kutubi’l-Mısriyye, 1995; Şemseddin Günaltay, İslam ÖncesiAraplar ve
Dinleri, Ankara Okulu Yay., Ankara 1997; Steinschneider, Polemische und
Apologetische Literatur, ss. 310-313. Ayrıca bkz. Daniel Norman, Islam
and the West, Oneworld Publications, Oxford, 2000, ss. 12, 214 vd., 311 vd.
[840] TB, Sanhedrin, 61b.
[841] İbn Meymûn, Teşuvot
ha-Rambam, ed. Blau, c. 2, ss. 726-727.
[842] Buhari, Salât 10, no:
369.
[843] İsrailoğullarının Mısır çıkışında
çöldeki yaşamlarının anısına kutlanan bayramdır. İsrailoğulları çölde çadırlar,
barakalar ve çardaklarda barındıkları için Yahudiler de o günlerin anısına yedi
gün boyunca evlerinin önlerine ya da balkonlarına kurdukları çardak türü
yapılarda ikamet ederler.
[844] Sukkot bayramında
elde taşınan veya sukanın (barakanın) üstüne çatı olarak serilen palmiye
dalları.
[845] Eserde şeytan taşlama
yeri olarak Arafat dağı geçmektedir. Oysaki şeytan taşlama yeri Mina’dır.
[846] Yitshak Sambari, Sefer
Divrey Yosef ed. Şim‘on Stuber, Yad ben-Zvi, Yeruşalayim 1994, ss. 151154.
[847] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Avoda Zara, 1:2.
[848] Tesniye, 4:28, 28:36.
[849] Yehuda Halevi, Kitâbu
’r-Redve’d-Delilfi’d-Dini’.z-Zelil, 4:11, s. 162.
[850] İbn Meymûn, Şerhu
’l-Mişna, ed. Kafih, c. 4, s. 339.
[851] Yahudilik açısından İslam’ın
durumu ile ilgili Türkçe çalışma için bkz. Adam, Yahudilik ve Hıristiyanlık
Açısından Diğer Dinler, ss. 44-62; Ayrıca bkz. Michael Wyschogrod,
“Musevilik Açısından İslam ve Hıristiyanlık” İbrahimî Dinlerin Diyaloğu,
çev. Mesut Karaşahan, İstanbul 1993.
[852] Schlossberg, “Yahaso
şel Rambam el ha-Islam”, s. 40.
[853] İbn Meymûn mektupta Müslümanların
putperest olmadıklarını açıkça ifade etmektedir. O, sırasıyla Yahudiliği
seçenlerin İsrail toplumundaki yeri, her şeyin Allah’ın elinde olduğu gerçeği,
Müslümanların statüsü ve Yahudiliğe geçenlere gösterilecek tavır konularını ele
almaktadır. Mektupla ilgili bir diğer ilginç detay da büyük bir ihtimalle Arap
olan ve İslam’dan Yahudiliğe geçen Ovadya’ya gönderilen mektubun İbranice
kaleme alınmasıdır. Günümüze ulaşan el yazmalarının tamamının İbranice olması
bu iddiayı desteklemektedir. Bunda, muhtemelen Arapça yazacağı mektubun Müslümanların
eline geçme endişesi yatmaktadır. İbn Meymûn mektubun sonunda yazdığı mektubun
mühtedi Yahudilerin eline geçmesinden endişe ettiğini açıkça ifade etmektedir.
Mektupta İbn Meymûn’un Mişne Tora’da belirttiğimiz gibi şeklinde
ifadeler kullanması mektubun Mişne Tora’nın yazılmasından sonraki bir tarihte
kaleme alındığı bilgisini vermektedir. Mişne Tora’nın 1180 yılında tamamlandığı
varsay ılırsa mektubun en erken 1180’li yıllarda yazıldığı düşünülebilir.
Bununla birlikte mektubun net tarihi bilinmemektedir. Bkz. İbn Meymûn, “İggeret
Teşuvot el Rabbi Ovadya ha-Ger”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s.
231.
[854] Süleyman’ın
Meselleri, 26:5.
[855] İbn Meymûn, Teşuvot
ha-Rambam, ed. Blau, c. 3, ss. 726-8.
[856] Tevbe, 9:29.
[857] İbn Meymûn, Teşuvot
ha-Rambam, ed. Blau, c. 3, ss. 726-8; Blidstein, “Islam be-Halaha
Meymûnit”, s. 475.
[858] Moshe Sharon, “People of the
Book”, Encyclopedia of the Qur’an, ed. Jane Dammen McAuliffe, Brill,
2001-2006, c. 4, ss. 36-43; Baki Adam, “Üzeyr’in Allah’ın Oğulluğu Problemi”, Kur’ân’ın
Tartışmalı Konuları, Pınar Yayınları, İstanbul 2010, ss. 45-89.
[859] Daha geniş
değerlendirme için bkz. Albert van der Heide, “Their Prophets and Fathers
Misled them: Moses Maimonides on Christianity and Islam”, The Three Rings,
Leuven 2005, s. 46.
[860] İçki Yahudilikte çok önemli bir
yere sahiptir. Yahudi hukukunda içkinin kaşer kurallarına uygun olarak yapımı,
içkiden gelir elde edilmesi, Yahudilerin yaptığı içkiye Yahudi olmayan birinin
dokunması halinde içkinin hükmü vs gibi konularda çok detaylı hükümler vardır.
Yahudi hukukuna göre Yahudi olmayanların içkisini içmek ve onun üzerinden
kazanç sağlamak caiz değildir. Bunun en temel sebebi goyların şarabının
putperestliğe adanmış olmasıdır. İkinci sebep ise goylarla irtibatı minimize
etme gayretidir. Bunun altında da bu sosyal irtibatın daha sonra karışık
evliliklere bunun da ileride putperestliğe götüreceği endişesi yatmaktadır.
Bkz. Mişna, Avoda Zara 2:3; TB, Avoda Zara, 29b; TB, Avoda Zara, 36b, 57b; TB,
Kidduşin, 68b ve TB, Avoda Zara, 36b; Novak, “The Treatment of Islam and
Muslims”, s. 236.
[861] Temelde İslam’ın tevhid dini
oluşuna dayanan bu farklılık, İbn Meymûn’a goylar tarafından hazırlanan içkiler
hakkında sorulan sorularda zikredilmektedir. İbn Meymûn, Hıristiyanların
içkilerinin hem içiminin hem de onlardan gelir elde etmenin yasak olduğunu,
Müslümanların yaptığı içkilerin ise içilmesinin yasak, gelir elde etmenin caiz
olduğunu belirtmektedir.
[862] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Maalahot Asurot, 13:11.
[863] İbn Meymûn, Halep’ten kendisine
gönderilen bir soruyu cevaplarken de kendisinden önce gaonlann Müslümanlar
tarafından hazırlanan içkinin içiminin yasak, fakat ondan gelir elde etmenin
caiz olduğu şeklinde fetva verdiklerini aktarmaktadır. O ayrıca bu fetvada
Yahudi birisi tarafından hazırlanan içkiye bir müslümanın dokunması durumunda o
içkinin de içilmesinin yasak fakat gelir elde edilmesinin caiz olduğunu
belirtmektedir. İbn Meymûn burada “Yahudi biri tarafından hazırlanan içkiye
Müslüman dokunduğunda o içki, Müslüman tarafından hazırlanmış içki hükmünde
olur, içilmesi yasak, gelir elde edilmesi caizdir” ifadelerini kullanmaktadır.
O, ayrıca Yahudilerin kendi aralarında kendi hazırladıkları içkiden içtikleri
ortamlarda meclise bir Müslüman ya da Hıristiyan girdiği zamanlarda içkinin
içine hemen bal karıştırdıklarını böylece o içeceği içki hükmünden çıkarıp
meyve suyu türü bir içeceğe dönüştürdüklerini nakletmektedir. Bkz. İbn Meymûn, Teşuvot
ha- Rambam, ed. Blau, c. 2, ss. 515-516.
[864] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Maahalot Asurot, 11:7.
[865] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Maalahot Asurot, 13:11.
[866] Mişne Tora’nın
Ortaçağda kilise tarafından sansüre tabi tutulan versiyonlarında Hıristiyanlar
yerine Kenanlılar veya Edomlular ifadeleri kullanılmaktadır.
[867] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Avoda Zara, 9:4.
[868] Daha detaylı
değerlendirmeler için bkz. Howard Kreisel, “Maimonides on Christianity and
Islam”, Jewish Civilization: Essays and Studies III, ed. Ronald A.
Brauner, Philadelphia, 1985, s. 154.
[869] Bkz. Novak, “The
Treatment of Islam and Muslims”, s. 243, 246.
[870] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 14; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 86.
[871] İbn Meymûn, Teşuvot
ha-Rambam, ed. Blau, c. 2, s. 728.
[872] İbn Meymûn, Teşuvot
ha-Rambam, ed. Blau, c. 2, s. 728.
[873] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 16; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 87.
[874] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
II:39.
[875] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
II:39.
[876] Tesniye, 4:8.
[877] Bkz. Hourani, Maimonides
andIslam, s. 158.
[878] Kur’an, Hıristiyanların
ruhban sınıfı oluşturmalarını eleştirmektedir. Bkz. Hadid, 57:27.
[879] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
II:39.
[880] TB, Sanhedrin, 74a.
[881] Daniel Lasker,
“Masoret ve Hiduş be-Yahaso şel ha-Rambam le-Datot Aharot”, ha-Rambam,
ed.
Aviezer Ravitzky, Merkaz Zalman
Shazar, Yeruşalayim 2008, s. 89.
[882] Bkz. Abdulhak el-İslamî, el-Husâmu’l-Memdûdfi
Reddi ale’l-Yehûd, ed. Esperanza Alfonso, s. 8, 46, 60, 65; Abdulhak
el-İslamî, el-Husâmu’l-Memdûd fi Reddi ale’l-Yehûd, ed. Abdulmecid
Hayali, s. 25, 38, 42, 44.
[883] Bakara, 2:106.
[884] İbn Kayyım, Hidâyetü’l-Hayârâ,
ss. 114-115; Bkz. Muhammet Tarakçı, “Tahrif’, DİA, İstanbul 2011, c. 39,
ss. 422-424. Bkz. Muhammet Tarakçı, “Tevrat ve İncil’in Tahrifi ile İlgili
Kur’ân Âyetlerinin Anlaşılması Sorunu”, Usûl 2 (2004:2), 33 - 54; Adam, Tevrat,
ss. 217-241.
[885] İbn Hazm, Kitâbu’l-Fasl,
c. 1, ss. 314-315.
[886] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 38; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 93.
[887] Schlossberg, “Yahaso
şel Rambam el ha-İslam”, ss. 52-3.
[888] Tekvin, 10:6.
[889] Tekvin, 36:39.
[890] Çıkış, 20:2.
[891] Tesniye, 6:4.
[892] Yahuda krallığının putperest
kralı. İlk on yılı babasıyla ortak olmak üzere 55 yıl krallık yaptı. Yaklaşık
MÖ. 687-643 yılları arasında krallık yapmıştır. Bkz. II. Krallar, 21:1-18; II.
Tarihler, 33:120.
[893] İbn Meymûn, Şerhu
’l-Mişna, ed. Kafih, c. 4, ss. 214-215.
[894] İbn Meymûn, Şerhu
’l-Mişna, ed. Kafih, c. 4, ss. 214-5.
[895] Tesniye, 4:2.
[896] İbn Meymûn, Şerhu
’l-Mişna, ed. Kafih, c. 4, s. 215.
[897] İbn Meymûn, sözlü
Tora için Arapça Tefsiru ’t-Tevrat (Tevrat’ın tefsiri) ifadesini
kullanmaktadır.
[898] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Teşuva, 3:8.
[899] İbn Meymûn, İggeret Teyman,
ed. Halkin, s. 58; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha- Rambam, ed.
Şilat, c. 1, s. 98. “ve mimma yenbeği en ta‘lemehu ennehu kemâ la ziyadete fi
şeraiti Moşe vela nuksane ebeden fi nususiha, kezalike fi tefsiriha el-merviyy
ve huvellezi ravâhu’l-hahamim zihronam livraha ve hiye tora şe baal-pe”.
[900] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 52; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 97.
[901] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Yasodey ha-Tora, 10:1.
[902] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Melahim ve Milhamot, 11:3.
[903] Tevrat’ın son
kelimeleri Tesniye 34:12’te /e-ayne/ ko/yisrae/ şeklinde bitmektedir.
[904] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 28; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 90.
[905] Daniel, 7:7-8.
[906] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 20; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 88.
[907] TB, Sanhedrin, 59a.
[908] Hz. İsa’ya işaretler
bulma gibi.
[909] İbn Meymûn, Teşuvot
ha-Rambam, ed. Blau, c. 1, s. 284.
[910] İbn Meymûn, Teşuvot
ha-Rambam, ed. Blau, c. 1, s. 284.
[911] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Melahim ve Milhamot, 11:4.
[912] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 40; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 93.
[913] İbn Sina, el-Edhaviyyefi’l-Mead,
ed. Hasan Asi, II. Baskı, Beyrut 1987, s. 104.
[914] Adam, Tevrat,
s. 248.
[915] Adam, Tevrat,
s. 153.
[916] Konu İbn Teymiye
tarafından da tartışılmaktadır. Bkz İbn Teymiye, el-Cevâbu’s-Sahîh, c.
3, ss.
47-52.
[917] İbn Meymûn, Mişne Tora,
Hilhot Yasodey ha-Tora, 6:1-8. İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn, I:61’de
diğer altı ismi de müştak (türemiş) kabul etmekte ve yalnızca Yahve için özel
isim tanımlaması yapmaktadır.
[918] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Yasodey ha-Tora, 6:1-8. Ayrıca bkz. Mişna, Şabat, 16:1.
[919] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Yasodey ha-Tora, 6:1-8.
[920] İbn Meymûn, Teşuvot
ha-Rambam, ed. Blau, c. 3, s. 181.
[921] http://net-sah.org/he/node/838, 17.11.2011.
[922] Şut ha-Ribad
(ha-Rav Yosef ben David Kafih), ed. Avraham Hamamî, Yeruşalayim 2009, s.
27. Konuyla ilgili Sami dilleri uzmanı Dr. Uri Melammed’in açıklamaları için
bkz. Şut ha-Ribad, s. 224.
[923] Abraham ben Yitshak Narboni, Sefer
ha-Eşkol, Hilhot Nedarim 198b, ed. H. Albeck, II. Baskı, Mekitsey Nirdamim,
Yeruşalayim 1984, s. 153; Rabbi David ben Şlomo ben Zimra, Şut ha-Radbaz, 3:419,
Yeruşalayim 1882, s. 8. İbn Meymûn da başka dillerde de olsa Tanrı’nın adına
yapılan beddua ve yeminlerin hukuki karşılıklannın olduğunu dile getirmektedir.
Bkz. İbn Meymûn, Mişne Tora, Hilhot Sanhedrin, 26:3.
[924] Oved kohavim u-mazalot
ifadesindeki kelimelerin baş harfleri.
[925] Sacha Stern, Jewish
Identity in Early Rabbinic Writings, Brill, Leiden 1994, ss. 7-9.
[931] Michael Guttman, “The
Term “Foreigner (Nohrî)” Historically Considered”, HUCA 3 (1926), s. 1.
[932] Guttman, “The Term
Foreigner (Nohrî)”, ss. 5-7.
[933] Tesniye, 17:15.
[934] Tesniye, 15:3.
[935] Tesniye, 23:21.
[936] Tesniye, 14:21.
[937] Yaygın kanaatin aksine Yahudilik
ihtidaya açık bir dindir. Irken Yahudi olmadığı halde Yahudiliği seçenlerin her
devirdeki mevcudiyeti bunun en bariz kanıtıdır. Daha geniş bilgi için bkz.
Salime Leyla Gürkan, “Yahudilik’te İhtida Meselesi”, İSAMDergisi 7
(2002), ss. 31-55.
[938] “Ger”, Entsiklopediya
Talmudit, ed. Meir Berlin, Shlomo Yosef Zewin, Yad ha-Rav Hertsog,
Yeruşalayim 1975, c. 6, s. 253.
[939] Lieber, “Strangers
and Gentiles”, EJ, c. 19, s. 241; David Novak, The Image of Non-Jew
in Judaism, The Edwin Melen Press, Lewiston 1983, s. 18.
[940] Çıkış, 12:48;
Tesniye, 24:14; Levililer, 25:47.
[941] Çıkış, 12:48;
Levililer, 24:10.
[942] Guttman, “The Term Foreigner
(Nohrî)”, s. 1; A. Urban, “Ger”, ha-Entsiklopediya ha-İvrit, Encyclopedia
Publishing Company, Tel-Aviv 1960, c. 11, s. 172; David Lieber, “Strangers and
Gentiles”, EJ, c. 19, s. 241.
[943] Toşav ve tsedek
ekleri olmaksızın sadece ger kelimesi kullanılıyorsa bununla Yahudiliği
kabul etmiş kişi yani ger tsedek kastedilir.
[944] R. J. Zwi Werblowsky,
Geoffrey Vigoder, “Ger”, Oxford Dictionary of Jewish Religion, Oxford
University Press, 1997, s. 269.
[945] Mişna, Baba Metsia 4:10;
TB, Sanhedrin 94a. Mühtedinin dua ettiğinde “babalarımızın ilahı” anlamına
gelen elohey avoteynu ifadesi yerine İsrail babalarının ilahi anlamına
gelen elohey avot yisrael ifadesini kullanması tercih edilmektedir.
Bununla birlikte bazı din bilginleri, Hz. İbrahim’in bütün mühtedilerin babası
sayılması hasebiyle “babalarımızın ilahı” demesinde sakınca olmadığı
kanaatindedirler. Bkz. “Ger”, Entsiklopediya Talmudit, ed. Meir Berlin,
Shlomo Yosef Zewin, c. 6, s. 258.
[946] Tesniye, 17:15;
Ayrıca bkz. “Ger”, Entsiklopediya Talmudit, c. 6, s. 266.
[947] Yahudiliği seçen erkek Hz.
İbrahim’in topluluğundan olmanın nişanesi olarak sünnet edilir. Bkz. Jacob
Neusner, Alan J. Avery-Peck, “Ger”, Dictionary of Judaism, Routledge,
New York London 2004, s. 44.
[948] Ruth Langer, “Jewish
Understandings of Religious Other”, Theological Studies 64 (2003), s.
261.
[949] Bunun yanında hem yeni aldığı
isminin hem de baba isminin Avraham olduğu ve Avraham ben Avraham adıyla yeni
hayatına başladığı durumlar da yaygındır. Ayrıca sakıncalı görülmeyen eski
isminin Yahudilikteki benzer karşılığını aldığı da Yahudi tarihindeki
örneklerden bilinmektedir. İbn Meymûn’la mektuplaşan Ovadya’nın (Allah’ın kulu)
daha önceki isminin Abdullah olması muhtemeldir.
[950] İbn Meymûn, Yahudiliğe geçen
Ovadya’ya Hz. İbrahim’in evladı olduğunu hatırlatmakta, zira bütün “ger
tsedek”lerin babasının Hz. İbrahim olduğunu dile getirmektedir. Bkz. İbn
Meymûn, “İggeret Teşuvot el Rabbi Ovadya ha-Ger”, İggerot ha-Rambam, ed.
Şilat, c. 1, s. 234.
[951] Tekvin, 23:4;
Levililer, 25:35, 47.
[952] “Ger”, Entsiklopediya
Talmudit, c. 6, s. 289.
[953] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot İsurey Bia, 14:7; “Ger”, Entsiklopediya Talmudit, c. 6,
s. 290.
[954] Menachem Finkelstein,
Conversion, Bar-Ilan University Press, Telaviv 2006, s. 93.
[955] Novak, The Image
of Non-Jew, s. 15.
[956] “Ger”, Entsiklopediya
Talmudit, c. 6, s. 291.
[957] TB, Avodah Zarah,
64b.
[958] Mişna’da yorumları
ifade edilen rabbiler.
[959] Finkelstein, Conversion,
s. 90.
[960] TB, Avoda Zara, 65a; Mişne
Tora, Hilhot Melahim ve Milhamot, 8:7. Ayrıca bkz. Eldar Hasanov, Yahudi
Ahit Geleneğinde Nuh Kanunları ve Nuhîlik, Basılmamış Doktora Tezi, Marmara
Üniv. SBE, İstanbul 2012, ss. 227-229.
[961] İbn Meymûn, Mişne Tora,
Hilhot İsurey Bia, 14:7. İbn Meymûn burada sünnet olması gerekmez derken aynı
eserinin bir başka yerinde on iki ay içerisinde sünnet olmazlarsa bu statüden
çıkacaklarını belirtmektedir. Bkz. İbn Meymûn, Mişne Tora, Hilhot
Melahim ve Milhamot, 8:10.
[962] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Maalahot Asurot, 11:4.
[963] Bu kavram tekil
formunda ben Noah (Nuhî) şeklinde İbn Meymûn tarafından sıkça
kullanılmaktadır. Bkz. Mişne Tora, Hilhot Melahim ve Milhamot, 8, 9 ve 10
baplar.
[964] Tosefta, Avoda
Zara, 9:4; Hullin, 141a-b; Bu liste Mişna’nın Sanhedrin bölümünde dağınık
olarak yer almaktadır. Sanhedrin, 56-60. Bkz. Novak, The Image of non-Jew,
s. 3.
[965] Tosefta, Avoda Zara, 8:4;
TB, Sanhedrin, 56a. Bunun yanında Yahudiliğe ait kaynaklarda Nuh kanunlarının
sayısının otuz olduğu şeklinde bilgiler de mevcuttur. Detaylı bilgi için bkz.
Eldar Hasanov, Yahudi Ahit Geleneğinde Nuh Kanunları ve Nuhîlik, ss.
98-107.
[966] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Melahim ve Milhamot, 8:11.
[967] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Melahim ve Milhamot, 9:1-2. Bkz. Tekvin, 9:4.
[968] Finkelstein, Conversion,
s. 92.
[969] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Melahim ve Milhamot, 8:11.
[970] Finkelstein, Conversion,
ss. 94-6. Bkz. Novak, The Image of Non-Jew, ss. 259-260; Menachem Elon,
“Noachide Laws”, EJ, c. 15, ss. 284-287.
[971] Bkz. Salime Leyla
Gürkan, Yahudilik, 4. Baskı, İsam Yay, İstanbul 2011, ss. 260-261.
[972] Zohar, Exodus, 268a. Bu
tabir günümüzde de Zohar’da ifade edildiği gibi Yahudilere sıkıntılı
zamanlarında yardım eden insanlar için özel olarak da Holokost sırasında
Yahudilerin kurtulmasına yardımcı olanlar için kullanılmaktadır. İsrail’de
bulunan Yad va-Şem Holokost müzesinin kayıtlarına göre dünyada toplam 23.788
kişi hasidey umot ha-olam olarak isimlendirilmiştir. Müzenin kayıtlarına
göre en fazla hasidey umot ha-olam 6266 kişi ile Polonya’dandır.
Türkiye’den ise sadece Selahattin Ülkümen (1914-2003) hasidey umot ha-olam
olarak kaydedilmiştir. Ülkümen, 1943 yılında Rodos başkonsolosu iken kırk iki
Yahudi aileyi Holokost’tan kurtarmıştır. Selahattin Ülkümen için Yad ve- Şem
müzesinin resmi sitesinde özel bir sayfa hazırlanmış ve müze bahçesinde adına
ağaç dikilmiştir. Bkz. http://www1.yadvashem.org/yv/he/righteous/stories/ulkumen.asp, 26.01.2012.
[973] İbn Meymûn, Mişne Tora,
Hilhot İsurey Bia, 14:7; Hilhot Teşuva 3:5. İbn Meymûn’un ifadelerinden şu
sonuç çıkmaktadır. Nuh’un yedi emrini yerine getirenler için üç ayrı isim
kullanılmaktadır. Bunlar bney Noah (Nuhîler), ger toşav (yerleşik
yabancı) ve hasidey umot ha-olam tabirleridir. İbn Meymûn’a göre ger
toşav ve hasidey umot ha-olam kategorisine girmek için Nuh’un yedi
emrinin ilahî prensipler olarak Allah tarafından verildiğine inanmak
zorunludur. Yani kendi aklıyla bunları kendisine ilke yapmamış olması
gerekmektedir. Eğer akıl yoluyla yaparlarsa o zaman onlara bu isimler verilmez
bilakis dünya milletlerinin bilgeleri olarak adlandırılırlar.
[974] Bunların dışında Araplar
anlamında el-Arab şeklinde kullandığı da görülmektedir. Bkz. İbn Meymûn,
“İggeret Teyman”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, s. 95, 104, 105; İbn
Meymûn, Hakdamot ha-Rambam, ed. Şilat, s. 369.
[975] Yişmaelim
kelimesinin karşılığı olan İsmailîler kelimesi Şii mezhep İsmaililer ile
karışıklığa sebebiyet verebileceği için İsmailoğulları ifadesi daha sağlıklı
görünmektedir.
[976] Carol Bakhos, Ishmael
on the Border, State University of New York Press, Albany 2006, s. 2.
[977] Tekvin, 17:19.
[978] Tekvin, 16:11.
[979] I. Krallar, 13:2.
[980] I. Tarihler, 22:9.
[981] TY, Brahot 1:6 (11b).
[982] Tekvin, 16:12.
[983] Tekvin, 16:12.
[984] Sifre Dvarim, ed.
Finkelstein, New York 1969, piska 343; TB, Suka 52b; TY, Taanit 3:4 (15a);
Cohen, Under Crescent and Cross, s. 155. Arapların küçük düşürücü
ifadelerle anıldığı bir diğer Yahudi kaynağı da Zohar’dır. Zohar’da Yahudilere
en fazla eziyet çektiren yönetimin Müslüman yönetim olduğu ifade edilmektedir.
Yine Zohar’ın kaydına göre bir Arap tarafından hakarete uğrayan Rabbi
Yehoşua’nın duası üzerine yer, Arap ve oğlunu yutmuştur. Bkz. Zohar,
Şemot 17a.
[985] Bakhos, Ishmael on
the Border, ss. 123-130.
[986] Said bin Hasan, Mesâliku’n-Nazar,
s. 330; Ali bin Rabban et-Taberî, Kitâbu’d-Din ve’d-Devle, s. 131; İbn
Teymiye, el-Cevâbu’s-Sahîh, c. 5, s. 211, 224; İbn Kayyım, Hidâyetü’l-Hayârâ,
ss. 160-161; Adang, Muslim Writers, ss. 146-7. Bkz. Daniel Frank, Search
Scripture Well: Karaite Exegetes and the Origins of the Jewish Bible,
Brill, Leiden 2004, s. 231. Cizye, Tevbe 9:29’da geçmektedir.
[987] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Maahalot Asurot, 11:7, 13:11.
[988] İbn Meymûn, Teşuvot
ha-Rambam, ed. Blau, c. 3, ss. 726-8.
[989] Bu haham Fransa’nın Provance
bölgesinde doğmuş ve İbn Meymûn hayatteyken Mısır’a yerleşmiştir. İbn Meymûn’un
desteğiyle İskenderiye Yahudi cemaatinin dayan’ı olan Pinhas, İbn Meymûn’la
düzenli olarak mektuplaşmıştır. Pinhas, İskenderiye’de bulunduğu sürede
Arapça’ya tam hâkim olamadığı için İbn Meymûn’la sadece İbranice üzerinden
mektuplaşmıştır. Bu zat, İbn Meymûn’a Fransa’daki Yahudi cemaatlerinden gelen
sorular ve mektuplar için bir nevi aracı görevi üstlenmiştir. İbn Meymûn
Fransa’daki Monpellier bölgesi hahamlarına gönderdiği cevabî mektupta hiç
zamanının olmadığını, fakat Pinhas’ın kendisini sürekli sıkıştırmasından ötürü
utancından mektubu kaleme aldığını dile getirmektedir. Bkz. “İggeret el Hahmey
Montpeşlir al Gzirat ha- Kohavim”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 2,
s. 490; “İggeret el-Pinhas ha-Dayan”, İggerot ha- Rambam, ed. Şilat, c.
2, s. 434.
[990] İbn Meymûn, “İggeret el-Pinhas
ha-Dayan”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 2, ss. 437-438. Mektuptaki
tartışma için bkz. Stefan C. Reif, “Maimonides on the Prayers”, Traditions
of Maimonideanism, ed. C. Fraenkel, Brill, Leiden 2009, s. 84.
[991] İbn Meymûn, “İggeret
el-Pinhas ha-Dayan”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 2, ss. 436-7.
[992] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 58; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 99.
[993] Kendisi de Arap olan Hasan Hanefi
aslı Arapça olan Delâletü’l-Hâirîn’in orjinalini görme yerine Friadlender
tarafından yapılan İngilizce tercümeyi esas alarak İbn Meymûn’un İslam ve
Müslümanlar kelimelerini kullanmadığını, bunun yerine Muhammediler ve Muhammedilik
kelimelerini tercih ettiğini söyleyerek büyük bir yanılgıya düşmektedir. Zira
Friadlender, çevirisinde İslam/Müslüman kelimesini Mohammedan,
Müslümanlar kelimesini de Mohammedans şeklinde tercüme etmektedir.
Bilindiği üzere İbn Meymûn, Muhammed ismini açıkca hiç zikretmemektedir.
Bkz. Hasan Hanefi, “İslam and Judaism: A Model From Andalusia”, Bulletin of
the Institute of the Middle Eastern Studies, International University of
Japan, Niigata, 1986, c. 2, s. 56.
[994] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 38; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 93.
[995] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 102; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 111.
[996] Bu mektup günümüze
İbn Meymûn’un kendi el yazısıyla korunarak gelmiştir.
[997] İbn Meymûn, “İggeret
le-Hoteno be-Davar Matan Edut al-Ketubat Poşeat”, İggerot ha-Rambam, ed.
Şilat, c. 2, s. 722.
[998] İbn Meymûn, Makale
fi’r-Rebv (Maimonides on Asthma), s. 103.
[999] Bağdat’taki Abbasi
halifesi emiru’l-mü’minîn ünvanını kullanırken, Murabıtlar kendi
liderleri için emiru’l-müslimîn ifadesini tercih etmişlerdir.
[1000] İbn Meymûn, Teşuvot
ha-Rambam, ed. Blau, c. 1, s. 12, 28-29, 145, 195; İbn Meymûn, Teşuvot
ha-Rambam, ed. Blau, c. 2, s. 348, 353, 456.
[1001] Bu ifade Kitabı
Mukaddes’in Türkçe yeni çevirisinde Hacerliler olarak çevrilmektedir.
[1002] Detaylı bir
araştırma için bkz. Martin Goodman, Abraham, the Nations, and the Hagarites:
Jewish, Christian, and Islamic Perspectives on Kinship with Abraham, Brill,
2010; P. Crone & M. Cook, Hagarism, Cambridge University Press,
1977.
[1003] Mezmurlar, 83:6.
[1004] I. Tarihler, 5:18-22.
[1005] Israel Davidson, Saadia’s
Polemic Against Hiwi al-Balkhi, The Jewish Theological Seminary of America,
New York 1915, s. 60.
[1006] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Teşuva, 3:8. O, bu gruba örnek olarak Hıristiyanlar ve
Haceroğullannı (Müslümanlar) vermektedir. Hıristiyanların da zikredilmesi
muhtemelen Tanah’ı Eski Ahid olarak görüp hukuki geçerliliğini yitirdiğine
inanmalarından ötürüdür.
[1007] İbn Meymûn, “İggeret
el Rabbi Samuel ibn Tibbon”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 2, s. 530.
İbn Meymûn, Arapça için ayrıca laşon yişmael, lisânu ’l-arabiy, el-arabiyye
ve laşon Kedar ifadelerini kullanmaktadır. Bkz. İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 3; İbn Meymûn, Delâletü ’l-Hâirîn, III:29;
İbn Meymûn, “Teşuva le-Aram Suva be-İnyan Zamar ha-Yişmaelim ve Yeynam”, İggerot
ha- Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 426.
[1008] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
I:71.
[1009] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 96, 98; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, ss. 108-109.
[1010] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 94; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 108.
[1011] Tekvin, 25:1-4; I.
Tarihler, 1:32-33; TB, Sota, 13b, TB, Sanhedrin, 59b.
[1012] MidraşRaba,
Bereşit 61:4; Targum Yonatan, ed. M. Ginsburger, Berlin 1903, Bereşit
25:1; Israel
Ephal&David Sperling, “Keturah”,
EJ, c. 12, s. 99.
[1013] Zohar,
Bereşit, 133b.
[1014] Yalkut Şim ‘oni,
“Eyov”, 8: 904.
[1015] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Melahim ve Milhamot, 10:8.
[1016] http://www.daat.ac.il/daat/hasfarim/hayovlim/20.htm, 25.03.2012; Sefer ha-Yovalim, 20:15-17.
[1017] Yitshak Avişur,
“Kinuyey Gınay İvriyim le-Goyim ve le-Yahudim be-Aravit Yahudit”, Şay le-
Hadasa, ed. Yaakov Bentolila, University of Ben Gurion Press, 1997, c. 5,
ss. 108-112; Goitein, A Mediterranean Society, c. 2, s. 300. Yahudilerin
din değiştirmeleri ile ilgili paşa‘, peşa‘, paş‘ut ve poşea
ifadeleri kullanılmıştır.
[1018] İbn Meymûn, Teşuvot
ha-Rambam, ed. Blau, c. 2, s. 398.
[1019] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 106; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 112.
[1020] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 36, 38, 42, 44; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot
ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 94.
[1021] İbn Meymûn, “İggeret
el Yosef bar Yehuda be-İnyan ha-Mahloket im Roş ha-Yeşiva”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 298.
[1022] Ketuba, bir kadın
ile bir erkeğin evlilik töreni yapıldıktan sonra, dini nikâhı gerçekleştiren
hahamın, iki tanık huzurunda damada imzalatıp, gelin tarafına teslim ettiği bir
anlaşma belgesidir. Bu akitte, kocanın karısına karşı olan görev ve sorumlulukları
yer alır.
[1023] İbn Meymûn, “İggeret
le-Hoteno”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 2, s. 722.
[1024] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
III:51.
[1025] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
III:29. Konuyla ilgili bkz. Hourani, “Maimonides and Islam”, s.
158.
[1026] Tekvin, 21:12.
[1027] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Melahim ve Milhamot, 10:7.
[1028] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Teşuva, 8:6.
[1029] İbn Meymûn, Şerhu’l-Mişna,
ed. Kafih, c. 4, s. 210.
[1030] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
III:49; Daha geniş bilgi için bkz. Hannah Kasher, “Maimonides’ View of
Circumsion as a Factor Uniting Jews and Muslims”, Medieval and Modern
Perspectives on Muslim-Jewish Relations, ed. Ronald Nettler, Luxembeurg
1995, s. 107.
[1031] “Alâmatun vahidetun
cismaniyyetun tecmauhum”.
[1032] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
III:49.
[1033] TB, Sanhedrin, 59b.
[1034] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Melahim ve Milhamot, 10:7.
[1035] İbn Meymûn, Mişne
Tora, Hilhot Melahim ve Milhamot, 10:8.
[1036] İbn Meymûn, Teşuvot
ha-Rambam, ed. Blau, c. 1, ss. 282-4.
[1037] Sünnet ahdi.
[1038] İbn Meymûn, Teşuvot
ha-Rambam, ed. Blau, c. 2, s. 360.
[1039] Şuf’a hakkı ortak
olunan bir evde veya mülkte ortaklardan biri hissesini satmak istediğinde diğer
ortakların dışarıdan gelen kişilerden daha önce alıcı olma hakları ve
konumlarıdır. Yani ortakları kendilerine haber verilmeden bir başkasına satılan
hisse için mahkemeye başvurarak öncelik haklarım esas alarak satışı iptal
ettirebilirler.
[1040] Fukahâu’l-Muslimine
edâmallahu tevfikahum.
[1041] İbn Meymûn, Teşuvot
ha-Rambam, ed. Blau, c. 1, s. 145.
[1042] Novak, “The Treatment
of Islam and Muslims”, s. 241.
[1043] Kafih, “ha-Islam ve
ha-Yahas le-Muslemim be-Mişnat ha-Rambam”, s. 21.
[1044] Bkz. Dov Septimus,
“Tahat Edom ve lo Tahat Yişmael”, Zion 47 (1982), ss. 103-111.
[1045] İbn Meymûn, “İggeret
ha-Şemad”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, ss. 30-32.
[1046] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 94, 96, 98; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot
ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 105, 108, 109.
[1047] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 98; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 110.
[1048] Filistin’in
güneyindeki Ameliklerin kralı. Davut ve Saul zamanında sürekli olarak
Yahudilere ait şehirlere baskın yaparak Yahudilere zulmetmişlerdir.
[1049] Kadın peygamber
Debora zamanında Yahudilere sıkıntı veren Kenanlıların ordu komutanıdır. Bkz.
Hâkimler, 4:12-22.
[1050] Asur kralı (MÖ. 705 -
681). Yehuda krallığına saldırıp Kudüs’ü abluka altına almış ve Yahudilere ait
şehirleri yağmalamıştır.
[1051] Kudüs’ü ele geçirip
Yahudileri Babil’e süren Babil kralı.
[1052] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 8; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 85.
[1053] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 12; İbn Meymûn, ''İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 86. Metinde “layıkı neyse onu yaptılar” ifadesi
geçmekte fakat bunun ne olduğu açıkca zikredilmemektedir. Muhtemelen bununla
Hz. İsa’nın öldürülmesini kastetmektedir. Çünkü Yahudi hukukuna göre yalancı
peygamber öldürülür.
[1054] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 26; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 89.
[1055] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 30; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 90.
[1056] Tesniye, 32:31.
[1057] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 94; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, ss. 108-109.
[1058] Halkin, İbn Meymûn’un
Kedar’ı Kureyş olarak anladığını ifade etmektedir. Bkz. İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 96, dipnot 140.
[1059] Mezmurlar, 120:5.
[1060] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 94; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 109.
[1061] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 58; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 99.
[1062] Mişma‘
İsmail’in beşinci, Duma altıncı, Masa da yedinci oğludur. Bkz.
Tekvin, 25:14.
[1063] Mişma işitme, Duma
susma ve Masa da katlanma, taşıma anlamına gelmektedir.
[1064] İbn Meymûn, Iggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 96; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 109.
[1065] İbn Meymûn, “İggeret
Teyman”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 94, 109.
[1066] İbn Meymûn, “İggeret
ha-Şemad”, İggerot ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 30.
[1067] İbn Meymûn, “İggeret
ha-Şemad”, İggerotha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, ss. 53-4.
[1068] İbn Meymûn ayrıca Tann’nın
Yahudilere miras bıraktığı din (Yahudilik) için bu sıkıntıları çekmeye
değeceğini belirtmektedir. Bkz. İbn Meymûn, “İggeret ha-Şemad”, İggerot
ha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, ss. 55-57.
[1069] “ki me-olam lo nişma‘
kmo ze ha-şemad şe-eyn kofîn bo ela ha-dibur bilvad”.
[1070] Gehman, “Maimonides
and Islam”, s. 375.
[1071] İbn Meymûn, “İggeret
ha-Şemad”, İggerotha-Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 53.
[1072] Marakuşî, Kitabu’l-Mu
’cib fi Telhisi Ehli’l-Mağrib, s. 223.
[1073] Bkz. Avraham Grosman,
“Kiduş ha-Şem be-Meot ha-Ehad Esre ve Ştem Esre ben Aşkenaz le- Artsot
ha-Islam”, Peamim 75 (1998), s. 28, 31, 36.
[1074] Grosman, “Kiduş
ha-Şem”, s. 28, 31, 36.
[1075] İbn Meymûn, İggeret
Teyman, ed. Halkin, s. 84; İbn Meymûn, “İggeret Teyman”, İggerot ha-
Rambam, ed. Şilat, c. 1, s. 106, dipnot 3.
[1076] İbn Meymûn, Makâle
fi’r-Rebv, s. 103.
[1077] Bkz. Şlomo Rozanes, Divrey
Yamey Yisrael be-Togarma, 1930, c. 1, s. 1. Togarma’nın Ermenilerin atası
olarak kabul edilmesi de yaygın bir rivayettir. Bu, muhtemelen Togarma’nın orta
Asya ve Kafkasya’daki halklarla ilişkilendirilmesinden kaynaklanmaktadır. Bkz.
Jon Mark Ruthven, The Prophecy that is Shaping History: New Research on
Ezekiel’s Vision of the End, Xulon Press, 2003, ss. 102-3.
[1078] Tekvin, 10:2-4; I.
Tarihler, 1:5-6. Gomer’in diğer iki oğlu Aşkenaz ve Rifat’tır.
[1079]Abraham Galante, Türkler ve Yahudiler, Gözlem
Gazetecilik, İstanbul 1995, s. 14; Naim Güleryüz, Türk Yahudileri Tarihi-I,
Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın AŞ, İstanbul 1993, s. 41. Yahudi geleneğinde
Türklerin en çok söz konusu edildiği üç olay vardır. Bunlardan ilki bir Türk
devleti olan Hazarların (en azından yöneticilerinin) Yahudiliği seçmesidir.
İkinci önemli olay 1492 yılında İspanya’dan kovulan Yahudilere Osmanlı
devletinin kucak açması ve İstanbul, İzmir, Selanik ve Edirne gibi şehirlere
yerleştirmesidir. Türk-Yahudi etkileşiminde dönüm noktası olarak
değerlendirilebilecek üçüncü olay ise Osmanlı devletinde ortaya çıkan Sabatay
Sevi hareketidir. Yahudi tarihindeki en önemli Mesihî hareket olarak bilinen bu
hareket bütün Yahudi cemaatleri arasında çok büyük bir etki yaratmıştır. Geniş
bilgi için bkz. Abdurrahman Küçük, Dönmeler (Sabatayistler) Tarihi, 8.
Baskı, Berikan Yay., Ankara 2010.
[1080] Galante, Türkler
ve Yahudiler, s. 14.
[1081] Moshe Sevilla-Sharon,
Türkiye Yahudileri, İletişim Yayınları, İstanbul 1993, s. 29.
Anadolu’daki Türk beylikleri döneminde Yahudilere ait net bilgilere
rastlanmamaktadır. Sevilla-Sharon eserinde Milas (Menteşe beyliği), Sinop
(Çandaroğullan) ve Konya (Karamanoğullan) kentlerindeki o döneme ait Yahudi
izlerinden ve yaşamından bahsetmektedir. Osmanlıların, Bursa’nın (1324) ve
Gelibolu’nun fethi (1354) sırasında Yahudi cemaatleri ile karşılaştıkları
bilinmektedir. Orhan Bey’in Bursa’nın fethinden sonra Yahudilere bu şehirde Ets
ha-hayim adlı bir sinagog kurmalarına izin verdiği kaynaklarda
zikredilmektedir. Ortaçağda kronik yazarlarının özellikle Osmanlı sultanları
ile ilgili verdikleri bilgiler dikkat çekicidir. Eliyahu Kohen, Moşe Kapsali ve
Yosef Sambari gibi kronik yazarları Osmanlılar hakkında detaylı yorumlara yer
vermişlerdir. Daha geniş bilgi için bkz. Sevilla- Sharon, Türkiye
Yahudileri, ss. 30-31; Moshe Sevilla-Sharon, İsrail Ulusunun Tarihi,
Graph Press Ltd., Yeruşalayim 1981, s. 159; Yusuf Besalel, Osmanlı ve Türk
Yahudileri, Gözlem Gazetecilik Basım ve Yayın AŞ, İstanbul 2004, ss. 22-3;
Martin Jacobs, Islamiche Geschihte in Jüdischen Chroniken, Mohr Siebeck,
Tübingen 2004.
[1082] A. Benisch, Two
Lectures on the Life and Writings of Maimonides, London 1847, ss. 21-22.
[1083] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
III:51.
[1084] Hezekiel, 38:6.
[1085] Hezekiel, 38:15.
[1086] İbn Meymûn, Delâletü’l-Hâirîn,
III:29; Hourani, “Maimonides and İslam”, s. 158.
[1087] “Tilke’l-milleti’l-mütedemmire
ellezine baku fi akâsâ’l-ardi misle kâfir Turk fi aksâ’ş-şimâl ve’l- Hunûdu fi
aksâ’l-cenûb”. Metnin bağlamından İbn Meymun’un Türkler ve Hintlileri Sabilerin
kalıntısı olarak tanımladığı görülmektedir. İbn Meymun, burada Sabileri
putperestler anlamında bir tür ismi olarak kullanmaktadır.
[1088] Harvey, “A New
Islamic Source”, ss. 33-34.
[1089] İbn Miskeveyh, Tehzibu’l-Ahlak,
tahk. İbnü’l-Hatib, Mektebetü’s-Sekafetü’d-Diniyye, Mısır 1961, s. 28; İbn
Miskeveyh, Ahlakı Olgunlaştırma, terc. Abdulkadir Şener, İsmet Kayaoğlu,
Cihad Tunç, Ankara 1983, s. 68.
[1090] Fârâbî, es-Siyâseti’l-Medeniyye,
s. 87.
[1091] Mesudî, Kitâbu
’t-Tenbih ve’l-Işrâf, tahk. M. J. Goeje, Brill, Leiden 1967, ss. 23-24.
[1092] İbn Sina, Metafizik
II, s. 202.
[1093] “Hâkimiyet altına
alınan ve başkasının aleti haline getirilen insanın tabiatı bundan ibarettir.
Bundan dolayı daha evvel de söylediğimiz gibi, kendilerindeki insaniyetin eksik
oluşu ve yabanî hayvanların arazlarına (ve vasıflarına) yakın bulunmaları
sebebiyle ekseriya Zenciler köleliği benimserler. Kölelik düzeni içinde bir
makamın veya servetin veyahut da izzetin husulünü ümit edenler köleliği
kabullenir. Mesela doğudaki Türk kölemenler, İspanya’daki gâvur Galician ve
Hıristiyan Avrupalılar da bu durumdadır. Çünkü cari olan âdete göre, devlet
hizmetlerini görmek bunlara mahsustur. O yüzden kul olmak güçlerine gitmez,
zira hanedanlığın makam ve mevkileri kendilerine tahsis edeceğini ümit
etmektedirler. En iyisini yüce Allah bilir”. Bkz. İbn Haldun, el- Mukaddime,
ed. Abdusselam eş-Şedâdî, Hizanetu İbn Haldun: Beytü’l-Funûn ve’l-Ulûm
ve’l-Âdâb, ed-Daru’l-Beydâ’ 2005, c. 1, II:23, s. 245; İbn Haldun, Mukaddime,
çev. Süleyman Uludağ, 7. Baskı, Dergâh Yay, İstanbul 2011, s. 363.
[1094] İbn Haldun, Mukaddime,
çev. S. Uludağ, c. 1, ss. 217-275. Dördüncü mukaddime olarak zikredilen bölümün
başlığı “Havanın (ve iklimin) insan ahlakı üzerindeki tesiri” şeklindedir.
[1095] “Vahşi ve yabani
kavimlerin medeniler karşısındaki durumu, yırtıcı vahşi hayvanların ehlileşmiş
hayvanlar karşısındaki durumu gibidir. Bunlar Arap, Zenate ve onlar hükmünde
olan Kürtler, Türkmenler ve Sinhâce’den Lisam gibi kavimlerdir. Ayrıca
sözkonusu vahşi ve yabani kavimlerin, maişetlerini rahatlıkla temin
edebilecekleri bir vatanları bulunmadığı gibi benimseyerek yerleştikleri bir
memleketleri de yoktur. Bütün yerler ve bölgeler onlara göre bir ve eşittir”.
İbn Haldun, el- Mukaddime, c. 1, II:20, s. 237; İbn Haldun, Mukaddime,
çev. S. Uludağ, c. 1, s. 358.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar