BASRALI RABİA ve AVİLALI TERESA’NIN MİSTİK GÖRÜŞLERİ
Ömer YILMAZ [1]
Tek ve çok Tanrılı, Hint, Çin, Asya, İran,
Yunan Paganizmi gibi ilahi ve beşeri kaynaklı dinlerde zahiri boyutla birlikte
deruni bir boyut vardır. Dinleri, ırkları, cinsiyetleri, coğrafyaları ne olursa
olsun beden ve ruhtan müteşekkil her insanın kendi doğasından kaynaklanan bir
maneviyat ve iç dünyalarının olduğu, dolaysıyla bunların da itminana kavuşturulması
gerektiği anlaşılmaktadır.
Çalışmamızın esasını oluşturan
Râbiatü'l-Adeviyye İslam tasavvuf tarihinin zühd dönemi, Azize Teresa ise
Hıristiyan Yeniçağ mistik düşüncesinin en önemli şahsiyetlerinden biridir. Her
ikisinin de mistik düşünceleri kendilerinden sonra yaşayan dindaşlarında büyük
bir rağbet görmüştür.
Râbia hakkındaki bilgilerimiz daha çok
etrafındaki insanların rivayetlerine dayanmakta ve ona atfedilen menkıbelerden
oluşmaktadır. Bahusus bu makalede kullanmak zorunda kaldığımız Râbia'nın
Hasan-ı Basrî (Ö.110/728) ile olan ilinti ve ilişkisini bu bağlamda görmek
gerekir. Zira Hasan-ı Basrî vefat ettiğinde, on yaşları civarında olan
Râbia'nın onunla ilişkisini dile getiren Attâr'ın et-Tezkira isimli
eserindeki bilgiler bu kabil menkıbevi yaklaşımlardan oluşmaktadır. Belki
bunlar reel olmaktan öte mistik değeri olan ve kıssadan hisse çıkarmayı
tavsiye eden bilgilerdir.
Râbia için bir diğer problem daha çok pratik
hayatı öne çıktığından hakkında yapılan çalışmaların büyük oranda biyografik
kalmasıdır. Bu yüzden biz de zorunlu olarak onun tasavvufi düşüncesini,
eylemlerini, hayatını etkileyen tecrübelerini, hayat öyküsünü ona atfedilen
menkıbelerle ele almaya çalıştık. Buna karşın Teresa'nın gerek düşünce dünyası
gerekse pratik veya mistik tecrübelerini genelde kendisi tarafından kaleme
alınan eserlerden öğreniyoruz.
Bu çalışmadan maksat, Râbia'dan sekiz asır
sonra dünyaya gelen Azize Teresa'nın ondan etkilenip etkilenmediğini sorgulamak
değildir. Yine bu çalışmayla, her iki mistik anlayış arasında bir farkın
bulunmadığını söylemek istemiyoruz. Böyle bir yaklaşım işin doğasına da
aykırıdır. Bilakis biz bu yazımızla her iki şahsiyetin sahip oldukları mistik
anlayışları, insan ruhunun değişmez yapısı, tanrıya olan erişme arzusu,
gayreti ve mistisizmin evrensel boyutunu da dikkate alarak ne denli bir biriyle
örtüştüğünü veya ayrıştığını okuyucuya göstermek istiyoruz. Öyleyse konunun
daha iyi anlaşılabilmesi için önce Râbia ve Teresa'nın hayatlarına bakılacak,
mistik düşüncelerine değinilecek, daha sonra da genel bir değerlendirme
yapılacaktır.
I-
Râbiatül-Adeviyye ve Teresa’nın Hayatı
a) Basralı Râbia
Bilindiği gibi tasavvuf tarihinin ilk
dönemine “Zühd Dönemi" adı verilmektedir. Aralarında Râbia'nın da
bulunduğu âbid ve zâhidler bu dönemin ikinci halkasını teşkil etmektedir. Râbia
ve diğer hanım sufiler tasavvuf kaynaklarında daha çok “nâsikat, sâlihât,
mütezehhidât" diye tanınmaktadır. Ancak Râbia, bununla birlikte, zühd
hareketinin tasavvufa dönüşmesinde müessir bir rol üstlenmiştir.[2] Onun tarafından söylenilen pek çok söz başta Kelâbâzî (ö.380/990),
Kuşeyrî (ö.465/1072), Hucvîrî (ö.465/1072) Gazâlî (ö.555/1111), Ferîdüddîn
Attâr (ö. 618/1221) olmak üzere ilk dönem sufilerin temel klasiklerine konu
edinilmiş ve referans olarak gösterilmiştir.
Ümmü'l- Hayr Râbia binti İsmail el- Adeviyye, 95/714 veya
99/718 yılında Basra'da fakir bir ailenin dördüncü kızı olarak dünyaya gelmiş-
tir.[3] Ailenin fakirliği hakkında bilgi veren müellifler, onların
her an ya açlık ya da soğukluk nedeniyle ölümle iç içe yaşadıklarını, Râbia
doğduğunda babasının evinde onu saracak bir bez parçası, göbeğini yağlamak
için bir damla yağ ve çırağ bulunmadığını rivayet ederler.[4]
Küçük yaşta anne ve babasını kaybeden Râbia, içinde
yaşanılan zamanın sosyal statüsüne göre Kays b. Adi veya Atik Oğulları kabilesinin
azatlı kölesidir.[5] Hakkında en detaylı bilgi veren Tezkire sahibi
Feri- düddin Attâr Râbia'nın köle olarak çok ağır işlerde ve ucuz ücretle çalıştırıldığını
söylemektedir. Ancak gece ibadetine düşkün olan Râbia'da olağanüstü haller
sezen sahibi onu bu halinden dolayı kölelikten çabucak azat eder.[6]
Râbiâtü'l-Adeviyye İslam tasavvuf kültüründe bir
"veli-eren" olarak hak ettiği makamı kazanmış ve kendisine büyük bir
değer atfedilmiş- tir. Nitekim Attâr, böyle birinin adını defterin erkekler
hanesine yazmak gerektiğini nakletmektedir.[7] Meşahiru'n- Nisa müellifi Mehmed Zihni Efendi de
(ö.1913) onu beşeri kemal ölçüsünde erkeklerin çoğunun üstünde olması
hasebiyle, "Erkeklerin Tacı" (tacü'r-rical) diye nitelendirir.[8]
Râbia tasavvuf tarihinde genel yaşam tarzı nedeniyle
kendinden sonra gelenler için adeta model bir şahsiyet olarak addedilmiştir. O
sebeple, takva ve zühd ile mümeyyiz hanımlara "Râbia-ı Sâni" adı
verilmiş,[9] hayatı boyunca tavizsiz uyguladığı iffetlilik özelliğiyle
Hz. İsa'nın annesi Hz. Meryem'e benzetilmiş ve "Meryem'in Nâibi"
şeklinde tanıtılmıştır.[10] Yine bu bağlamda halkın fazilet, iffet, namus, hayâ vb.
hasletlerde ileri seviyeyi yakalamış bayanlara Râbia'dan mülhem, "Zamanın
Râbiası" [11] veya bir başka ifadeyle "İkinci Râbia"[12] dediği anlaşılmaktadır.
Basra Valisi Muhammed b. Süleyman (ö. 172/788)[13] başta olmak üzere çok sayıda tanınmış zengin ve mütedeyyin
kişilerin evlilik tekliflerini reddeden ve ömür boyu bekar yaşayan Râbia
ölümünün yaklaştığı sırada başında bulunanlardan odayı boşaltmalarını,
kendisini yalnız bırakarak Allah'ın melekleriyle baş başa kalmak istediğini
belirtmiş ve bundan kısa bir süre sonra 180/796 veya 185 (801?) yılında vefat
etmiştir.[14]
b) Avilalı Teresa
Asıl adı Teresa de Cepeda y Ahumada olan Teresa 28. 3. 1515
tarihinde İspanya'nın Kastilya vilayetine bağlı Avila şehrinde dünyaya gelmiştir.
Bu durumda o, Hıristiyan Ortaçağ döneminin (604-1500) sona erdiği ve yeniçağın
henüz başladığı yıllarda doğmuştur. Onun doğduğu dönem aynı zamanda Kilisenin
çalkantılı bir devreye girdiği, özellikle Batı ve Kuzey Avrupa'da Protestan
hareketlerinin başladığı bir döneme rastlamaktadır.
Teresa Yahudilikten Hıristiyanlığa geçmiş bir
ailenin kızıdır.[15] Bas- ralı Râbia gibi o da fakir bir hayat yaşamıştır.
Teresa, babasının karşı çıkmasına rağmen 1525 yılında adını inziva için çıktığı
dağdan alan "Carmeli" tarikatına girmiştir. Henüz otuz dokuz yaşında
iken on dokuz yıl kaldığı aktif bir manastır hayatı söz konusudur. Teresa 1539
yılında Carmeli tarikatının kadınlar kolunu kurmuş ve yeni düzenlemeye göre
tesis ettiği bu tarikatın ilk şubesini 1562 yılında San Jose/ Avila'da tesis
etmiştir. Her ne kadar karşı koymalar olsa bile bizzat otuz iki adet manastır
inşa etmeyi başarmıştır.
Avilalı Teresa manastır hayatına girişten
altı yıl sonra Tanrısal vizyonla karşılaşmıştır. Yaşantısı sadece Katolik
mezhebinde değil tüm Hıristiyan âleminde yankı bulmuş ve kendisine büyük değer
atfedilmiştir. Nitekim Katolik dünyasının ruhani lideri Papa X. Pius resmi bir
yazıyla onu kutsamış, Teresa için “Carmeli Tarikatının Generali" ve
“Mistik Psikolojinin Üstadı" tabirini kullanmıştır. Evanjelik ilahiyatçı
Jürgen Molt- mann ise, Teresa'yı sadece İspanyol ve Katoliklerin azizesi değil,
yeryü- zündeki tüm Tanrı dostlarının kız kardeşi olarak nitelemiştir.[16]
Teresa çok sıkı bir asketik yaşam sürmüş ve
bu arada çok ağır hastalıklarla mücadele etmiştir. O, 1554 yılına kadar dini
metin ve mistik anlatıları okumuş, 1554-1560 yılları arasında ise mistik
tecrübeler yaşamıştır. Teresa'nın özellikle 1556 yılında yaşadığı “Tanrıyla
manevi evlilik tecrübesi" tüm dikkatlerin üzerine toplanmasına sebep
olmuştur. Bu yönüyle Teresa, Hıristiyan tarihi içinde yüz binlerce ilan edilmiş
aziz (e) arasından tesiri itibariyle en kuvvetlilerden biri sayılmıştır.
Azize Teresa çok sayıda eser yazmıştır.
Bunlar arasında Almanca- ya da tercümeleri yapılan Camino, Der Weg der
Vollkommenheit, Die innere Burg isimli yapıtları hayli önem arz etmektedir.
Burada bahse konu birinci eserinde, tarikattaki bayanlara ve rahibelere
öğütleri ihtiva eden, faziletli, iffetli amel ve ibadete teşvik eden yazılar
kaleme almıştır. İkinci eseri, Kemalata Giden Yol, diğeri ise Batıni
Kule adını verdiği ve ruhla ilgili önemli mistik görüşlerini içermektedir.
Bunlardan başka Teresa'nın 1200-1500 arasında risalelerinin bulunduğu, ancak
bunlardan 650 adedinin günümüze kadar ulaşabildiği beyan edilmektedir. Ne var
ki onun asketik yolculukta kendisine eşlik eden arkadaşı Johannes von Kreuz (ö.
1591) ile yaptığı önemli yazışmaları ihtiva eden mektupları kaybolmuştur. Yine
Teresa, Vida isimli eserinde bazı mistik makalelerini, Castillo adındaki
eserinde ise fiilen yaşadığı mistik tecrübelerini anlatmaktadır.
Teresa ölümünden kısa saatler önce Râbia benzeri bir
ifadeyle Hz. İsa'yı kastederek, “Ey Efendim! Artık kavuşma zamanımız gelmiştir" demiş ve bu
sözünden çok kısa süre sonra 4 Ekim 1582 yılında vefat etmiştir.[17] Avilalı Teresa 1622 yılında azize, 1970 yılında “Kilise
Doktoru" unvanı ile taltif edilmiştir.
II-
Râbia ve Teresa’nın Mistik Düşüncelerine Bakış
Râbia ve Teresa'nın görüşlerinin oluşması ve
olgunlaşmasında içinde yaşanılan zaman, yer, çevre, sosyo-kültürel, dini vb.
pek çok faktörün katkısı vardır. Ancak her ikisi de gerek yaşadıkları asır,
gerekse daha sonraki asırlarda hem kendi müntesiplerinde hem de farklı din
mensuplarında tesirini göstermiş iki önemli şahsiyettir. Buradan hareketle
önce Râbia daha sonra Teresa'nın savunduğu temel mistik görüşlere değineceğiz:
aa) Râbia’da "İlahi Aşk" Olgusu
Râbia'nın zühd/tasavvuf anlayışını mücahede/riyazet, rıza,
tevekkül, teslimiyet, ibadet, takva, tövbe, sabır, hamd/şükür, vera,
havf/reca, zühd, fakr, marifet, rü'yet, muhabbet, aşk ve tevhid gibi belli
başlı tasav- vufi hal ve makamlar oluşturur. Ancak bunlar arasında en fazla
temey- yüz eden ondaki Allah sevgisidir. Râbia öncesi zahidlerde
"muhabbetul- lah" (Allah Sevgisi) şeklinde geçen bu kavram ilk kez
Râbia'yla birlikte "ilahi aşk" adını almıştır. Zira tasavvufi
düşüncede "ilahi aşk" ile "mu- habbetullah" arasında
literal bir fark vardır. Nitekim
"aşk" kavramının Allah için kullanılmasını doğru bulmayan bazı
âlimler bu sebeple sufileri eleştirmişlerdir. Doğrusu Râbia "sevgi"yi
onun daha ileri bir boyutu olan "aşk"a tahavvül etmiş, öyle algılamış
ve öyle uygulamış kişilerin başında gelir. İbn Arabi (ö.638/1240)
çalışmalarıyla tanınan Afifi, Râbia'nın ilahi aşktan bahseden ilk veli olduğunu
söylemiştir. Daha sonra Afifi, ondan önce bazı zahid ve sufilerin Allah
sevgisiyle O'na ulaşmayı idrak ettiklerini, dolaysıyla bu açıdan Râbia ilk
sayılmasa dahi konu üzerinde ısrarla duran ve bunu sistemleştiren, bu hususta
çığır açan ilk kişi olduğunun altını çizmiştir.[18] Chittik'te aynı hakkı teslim ederek, tasavvuf kültüründe
aşk/sevgi denilince isimleri en fazla zikredilen iki üç şahıstan birinin Râbia
olduğunu ifade etmiştir.[19]
Gerek İslam müellifleri gerekse Batılılar
tarafından kaleme alınan tüm mistik eserlerde Râbia anlatılırken onun aşk/sevgi
bağlamında sıkça müracaat ettiği şu duaya yer verilmektedir: “Ey Rabbim!
Seni iki sevgi ile severim: Sevginin biri benim sevgi aşk ve iştiyakımdan,
diğeri ise senin sevilmeye layık olmandandır. Benim aşkımdan dolayı gelen sevgi
senden başkasını bırakıp sadece senin zikrinle iştigal etmeyi, senin sevilmeye
layık olmandan dolayı gelen sevgim de bana müşahede makamını erdirmenden
dolayıdır. Şu halde hamd ve şükür ne bana mahsus, ne de övülme ciheti bana
aittir. Her iki açıdan da şükür ve hamd sana aittir."[20] Gazali burada
Râbia'nın “heva" sevgisini de “Allah sevgisi" ile yorumlamaktadır.[21] Ancak Râbia'ya göre birinci aşkta hevâ sevgisi mevcut
olup, bunda bir noksanlık söz konusudur. Seyyid Hüseyin Nasr ise, Râbia'nın bu
şiiriyle nefsi aşkla ilahi aşkı dikkatlice birbirinden ayırdığını söyle-
mektedir.[22] Râbia'nın sahip olduğu bu ilahi aşk algısı ve bir anlamda
kullukta menfaati dışlayan özelliği Batılıların dikkatini çekmektedir. Nitekim
Smith ve Schimmel'in de sık sık kitaplarında yer verdiği, Efla- ki'den
(Ö.761/1360)[23] yapılan bir alıntı buna örnek gösterilmektedir:
Buna göre bir gün Râbia, Basra sokaklarında
bir elinde çakmak diğer elinde bir kova su ile dolaşmaktadır. Râbia elindeki
çakmakla cenneti yakmak, kova ile cehennemi söndürmek ister. Bundan maksadı
kimse bir menfaat ve cennete girmek için ibadet etmesin, günahı da cehenneme
düşmek korkusuyla yapmasın. Bütün bu eylemleri sırf Allah rızası için yapsın.[24] Şüphesiz bu rivayet tasavvuf nokta-i nazarından bakıldığında
sadece bir metafordan ibarettir. Çünkü Râbia'nın zühd anlayışında sırasıyla
terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hest, terk-i terk söz konusudur. Dolaysıyla
bu anekdotla Râbia Batıda saf ve karşılıksız aşkın simgesi ve yardımseverliğin
modeli olarak görülmektedir. Hatta bahse konu bu söylence IX. Ludwig'in
temsilcisi Joinville tarafından Batıya nakledilmiş ve 1640 yılında neşredilen
Fransız yazar Camus'un Carite adlı hikâyesinin konusunu teşkil
etmiştir.[25]
Râbia'nın öncelediği ilahi aşkı
örneklendirmek için başka menkıbeler de dile getirilmektedir. Bunlardan biri
gerek İslam kaynaklarında gerekse Batılı kaynaklarda çok sık zikredilmektedir.
Buna göre bir gün Süfyan-ı Sevri (Ö.161/778) kendisine; Senin gerçeğe imanın ve
Allah'a olan itikadın ne merkezdedir? Diye sormuş, o da cevaben; “Allah'a ne
cehennem korkusu ne de cennet sevdasıyla ibadet ederim. Zira bu hal ırgatlık
sıfatıdır. Ben ona ilahi aşk ve şevkimden dolayı kulluk yaparım"[26] demiştir. Bir diğer yakarışında bu durumu biraz daha
netleştiren Râbia bu defa şöyle demektedir: "Allah'ım! Eğer sana cehennem korkusuyla ibadet
ediyorsam beni cehennem ateşinde yak. Eğer cennet ümidiyle ibadet ediyorsam
beni ondan mahrum et. Yok, eğer sana olan aşkımdan dolayı ibadet ediyorsam, o
zaman beni ilahi ve ezeli cemalinden mahrum eyleme!"[27] Zira ona göre cehennem korkusu ve cennet ümidiyle ibadet
yapan bir kul en kötü kuldur.[28] Eğer cennet ümidi yoksa niye ibadet ediyorsun? Ey Râbia!
Diyenlere o, Arapçada atasözü haline gelen, "Önce komşu, sonra ev" [29] cümlesiyle cevap vermektedir.
Râbia, "İzzetin hakkı için beni dergâhından kovsan da,
zikrini eda edeceğim ve kalbime senin sevginden başka bir sevgi
sokmayacağım"[30] diyerek
şeksiz-şüphesiz ve karşılıksız bir ilahi aşkı amaçladığını ve kalbinde
Allah'tan başka birine yer kalmadığını yinelemiştir. Bu bağlamda kendisine kim
bir evlilik teklifi yaparsa yapsın onu kesin bir dil ile reddeden ve adeta Hz.
Meryem gibi kendisini tanrıya adayan Rabia, evlilik akdinin maddi varlığı olan
kimselerle olacağını beyan etmiş ve kendisinin maddi varlığının bulunmadığını
söylemiştir.[31] Ondaki bu ilahi aşkı yorumlayan Brodbeck, Râbia'nın
sözlerinden yola çıkarak bir gerçeğin altını çizmektedir. Ona göre Râbia bu
sözleriyle beklenti ve menfaate dayalı dini inancı yok edip manevi riyakârlığı,
kutsal değerlerin suiistimalini, kafa karıştıran akıl oyunlarını, pazarlık
yaparcasına eda edilen ibadetleri ber-taraf etmek istemiştir.[32]
Râbia'nın Allah sevgisi bu defa onun tövbe algısında da
sezinlen- mektedir. Rivayete göre Râbia Allah ile buluşmayı çok arzulamış,
ayrılığın uzun sürmesi nedeniyle ölümü istemiş ve ibadette karşılık kokusu
hissettiği için tövbe etmiştir. Râbia bir gün bu ümitsizlik içinde iken hastalanır.
Yanına gelenlere aslında hastalanmam için bir sebep yoktur. Ancak bir ara bana
cennet gösterildi, gönlüm ona meyletti. Sanki Tanrım beni kıskandı ve bana
sitem etti. Sitem etmek doğrusu O'nun hakkıdır! Demiş ve cennete meyletme
nedeniyle bu defa tövbe etmiştir.[33]
ab) Kullukta "Korku" Yerine
"Sevgi"
Zühd/tasavvufta çok farklı mektep ve meşrepler vardır.
Medine, Basra, Bağdat, Kufe, Horasan, Mısır, Şam, Nişabur bunların başında
gelir. Râbia ile aynı şehirden olan Hasan-ı Basrî'nin temsil ettiği Basra Mektebinde
ağırlıklı olarak hüzün ve korku esasken, Râbia buna karşın sevgiye dayalı bir
zühd yolunun temsilciliğini üstlenmiştir.
Râbia kulluk anlayışında iyi niyete, samimiyete ve ümit var
olmaya büyük önem atfetmektedir. Bu bağlamda niyet, söz ve davranışlarında
riya tehlikesinden çok korkan Râbia, “Günahınızı gizlediğiniz gibi sevabınızı
da gizleyin"[34] demekte ve amellerinden biri bir başkası tarafından
görülürse onu yapmış saymamaktadır. Çağdaşı Salih Mürri (ö. 176/792) ise bir
gün Râbia'ya “Allah'ın kapısı önünde ısrarla beklersek bu kapı bize açılır mı?
Diye sormuş, “Ey Salih! Bu kapı ne zaman kapandı ki açılsın" diyerek
sevgi ve ümit varlığı yeğleyen bir karşılıkta bulunmuştur.[35]
Râbia'nın ubudiyet anlayışında dikkat çeken bir diğer
husus, onun aşk ve iştiyak sarhoşluğu içinde kendinden geçerek istiğrak halinde
Allah'a ibadet etmesidir. Bir başka ifadeyle, Râbia sevgiliyi temaşa ederken
ilahi sevginin galebe çalmasıyla kendinden geçme hali denilen ve vecdin bir üst
hali istiğraka sık sık bürünmesiyle tanınmaktadır. Nitekim bir gün Malik b.
Dinar (ö. 131/748), Şakik Belhi (ö. 174/790) gibi bir kısım tanınmış
zâhidlerin de bulunduğu bir mecliste Râbia, “Mevlâsını temaşa esnasında
darbelerin ızdırabını unutmayan ve bunu hissetmeyen kimse iddiasında samimi
değildir. Adeta Hz. Yusuf'u seyre dalan hanımların ellerini bıçak kestiği[36] halde onu hissetmemeleri gibi"[37] demiştir.
Şüphesiz Râbia'nın savunduğu sevgi merkezli tasavvufi
düşüncede korku ve hüzne de yer vardır. Bir başka söylemle, onun savunduğu
zühd anlayışında sevgi ve ümit paralel seyreder. “Seni seven kalbi ateş de
yakar mısın Allah'ım!" [38] Diyen Râbia'da korku hiçbir zaman göz ardı edilmemiştir.
Nitekim Şârânî'nin (ö. 973/1565)“Güldüğünü gören olmadı"[39] dediği Râbia'nın bu durumunu anlatan Süfyan bir sözünde
şöyle demektedir: “Râbia'nın yanına geldim. İhtiyar kupkuru bir hanımdı.
Seksen yaşlarında gözüküyordu. Kulübesinde kamıştan yapılmış uzunca bir hasır
vardı. Küçük bir tuğla parçası yastık, birkaç kiremit de seccade görevi
yapıyordu. Ötede bir köşede kefenlik bezi hazırdı. Râbia ölüm anıldığında
sapsarı kesilirdi. Aynı husus Ömer Rıza Doğrul tarafından da tekrarlanmaktadır.
Doğrul, Râbia'nın ölümü unutmuş ise onun sık sık evinde bulundurduğu kefene
bakıp hatırladığını, kendisini ölüm korkusuna kaptırıp ağlama nöbetine
tutulduğunu ve ölümden dolayı tasa taşıdığını nakletmektedir.[40]
“Tövbemiz yeni bir
tövbeye muhtaçtır"[41] diyen Râbia bu yolda sabrın önemine de inanmış ve
dayanıklı olduğunu göstermiştir.[42] Ona göre Hakkı müşahede ederken kul başına gelen sıkıntı ve
musibetlerden asla şikâyetçi olmamalıdır.[43] Tasavvuf kitaplarında sabırla birlikte kullanılan şükür
konusunda da başarılı bir kulluk sergileyen Râbia, şükrü Allah'ın kendisine
verdiği bir nimet şeklinde görür.[44] Aşırı riyazet sahibi Râbia kendisini bitap düşürecek bir
tarzda gündüzlerini oruçla, gecelerini ibadetle geçirerek kulluk algısında
rehavete asla imkân tanımamıştır.
ac) Râbia’da
"Zühd" ve "Dünya" Algısı
Tasavvufun pek çok tanım ve gayesinden biri
de, insanın iç âlemini imar, kötü duygularını tashih edip, ruhu tezyin etmeyi
amaçlamasıdır. Her zahid ve sufi gibi Râbia da bu amaç için büyük gayret sarf
etmiştir. Râbia'nın zühd yaşantısında dikkat çeken en önemli hususlardan biri
onun dünyaya önem vermemesidir. Hatta çok fakir olmasına rağmen hiçbir şeyi
kuldan beklememiş ve kabul etmemiştir. Allah'tan dünyevi bir şey istemeyi edebe
mugayir addedecek kadar titiz davranan, her şeyi Allah'tan isteyen teslimiyetçi
bir halet-i ruhiyeye sahip Râbia ile karşılaşıyoruz. Onun bu denli mütevekkil
oluşunda ve her türlü nesne ile ilişiğini kesmesinde Rabbine duyduğu tevekkül
hissinin ve O'ndan gelen her şeye rıza göstermesinin büyük payı vardır.[45] Nitekim bir sermaye sahibi ona: Dile benden ne dilersen,
sana vereyim! Deyince Râbia: “Be adam! Ben dünyayı onun yaratıcısından bile
istemekten utanıyorum da, senin gibi birinden nasıl isterim" [46] şeklinde cevap vermiştir. O böylece "fakr"
inancının gereği zühdi bir tavırla dünya ve içindeki nimetlerden yüz
çevirmiştir.
Attâr ise eserinin XV. Destanında Râbia'nın
fakirlik ve başına gelen musibet bağlamında onun dünyaya bakışını şöyle tasvir
etmektedir: “Râbia'nın tüm uğraşısı namaz ve oruçtu. Bir gün açlıktan dolayı
dermansız kalmış komşusu ona bir tencere yemek getirmiş, ancak kedi yemeği
devirdiği için yiyememiştir. Bunun üzerine, gaipten gelen bir ses ona dünyayı
hediye edeceğini söyler. Ancak o, dünya sevgisi ile Tanrı sevgisinin aynı
kalpte yer edinemeyeceğini belirterek Rabbini tercih eder."[47] Yine zenginliği ile tanınan sûfi Malik b. Dinar Râbia'nın
kulübesine gittiğinde, abdest aldığı kırık bir testi, altına serdiği bir hasır
ve başına yastık yapıp koyduğu kerpiçten başka bir şey görmemiştir.[48] Râbia'ya göre dünyanın her türlü hile ve desiselerinden
kurtulmanın yegane yolu, onu tamamen terk etmekten geçer.[49] Bütün bu rivayetler, Râbia'nın yanında dünyevi mal ve
menfaatin bir kıymetinin olmadığını, zühdi bir yaşamın kendisine daha sevimli
geldiğini göstermektedir. Bu bağlamda Râbia uzun süreli insanlardan uzakta
münzevi bir hayat sürmeyi tercih etmiştir. Râbia'nın tasavvufi görüşlerini ve
pratik hayatını bu şekil açıkladıktan sonra şimdi Teresa'nın mistik
düşüncelerine göz atabiliriz:
ba) Teresa’da
"İsa Mesih" Sevgisi
Teresa'nın mistik düşüncesinin merkezi
noktasını İsa Mesih'le sevgi ve dostluğa dayalı tecrübe teşkil etmektedir. O,
bu haliyle tam bir “Mesih Mistisizmi" temsilcisidir. Teresa kendi
ifadesine göre sadece göksel İsa ile değil, hatta tarihsel İsa ile de mistik
birleşmenin vuku bulduğuna inanmakta[50], hatta bu bağlamda çok kez tarihsel İsa ile mistik tecrübe
yaşadığını iddia etmektedir.[51] Nitekim onun "Ruh Kulesi" öğretisinin en üst
noktasında İsa Mesih ile bütünleşme yer almaktadır. Bir başka ifadeyle, İsa
Mesih ile evlenmek onun mistik yolunun bir tür nirvanası- dır.
Buradan hareketle Teresa aynı zamanda İsa
Mesih ile özdeşleşen ve onun vücudundaki beş adet kanayan yaradan (Stigmata)
hareketle fiilen aynı acı ve ızdırabı taşımaya büyük önem vermektedir. Bu durumda,
kökü Ortaçağa kadar uzanan "Acı ve Haç Mistisizmi" diye bilinen
mistik tecrübenin Teresa tarafından daha da zenginleştirildiğini söyleyebiliriz.
Ancak onun riyazete dayalı yaşamı ve haç ızdırabı, acı ve yara mistisizmi
önemli olmakla birlikte İsa sevgisinden sonra gelmektedir.
bb) Teresa ve
"Ruh Kulesi" Öğretisi
Teresa'nın en önemli mistik görüşleri
kendisinin "Ruh Kulesi" (Se- elenburg/İnnenburg) adını verdiği
öğretilerde yer almaktadır. Burada kişi (salik) fiziki değil ama ruhsal bir
yolculuğa çıkmakta ve manevi bir yükseliş (miraç) gerçekleştirmektedir. Bir
başka deyişle bu yola giren insan yukarı ve içe doğru, maddi şeylerin çok
ötesine geçip ruhun derinliklerine inmeye çalışmaktadır. Bu uzun soluklu
yolculuk tefekkürle başlayıp, ruhun tedricen yükselmesine imkân vermekte,
akabinde Tanrıyı tefekkür ederek onunla birleşmeye kadar gitmektedir. Teresa'ya
göre yedi odadan müteşekkil ruh katmanları şu şekilde vücut bulmaktadır:
1.
Odacığa
girmek için salikte farkındalık, nefsini bilme[52] ve aczini itiraf asıldır. Bu safhada henüz kişi dünyaya
bağlıdır. Burada daha ziyade sözel dua hâkimdir. Bu makamda İsa Mesih düşünce
ve duygu safhasında gözlemlenmektedir. Teresa bu makamda sözlü ibadet, tevazu,
dua ve tövbeyi oldukça önemsemektedir.
2.
basamakta
salik kendi isteği ve gönül hoşnutluğuna dayalı ısrarcı bir şekilde beklemede
kalmalıdır. Bu haldeyken salike rehber (mürşid) tarafından yapılan zorlama çok
tehlikelidir. Bu makamda artık Tanrının içe dönük sesi artmıştır. Yine bu
makamda iken iyi vaaz dinleyerek, hastalık ve ızdırapla buluşmak suretiyle
olgunluk artacak ve kul daha aktif hale gelecektir.
3.
basamak
Teresa'ya göre bir geçiş makamıdır. Mistik daha önceki makamlarda hayli kıtlık
çekmiştir. Artık çeşmeden su akmamaktadır. Sözle yapılan ibadet zorlaşmış, kul
kendi hatalarıyla daha yakından yüzleşmeye başlamıştır. Burada Tanrı inayetini
kula bahşedip ona rapt olmuştur. Bu makamda bazı tehlikelere de dikkat çeken
Teresa, mistiğin üçüncü basamakta iken yaptığı bazı hataları Tanrıya mal
edebileceğini, buraya kadar kendi gayretiyle ulaştığı vehmine kapılabileceğini
ve kendisine ilahi bir görev verildiği zannıyla başkasına karşı peygamberlik
taslayabileceğini söylemekte ve onları ikaz etmektedir.
4.
basamak
aslında mistik yolun ikinci ana merhalesini oluşturmaktadır. Burada sevk ve
idare kuldan çıkmış ve Tanrının eline geçmiştir. İnsan burada pasifleşmiştir.
Tanrı artık kuruyan çeşmeye su göndermeye başlamış ve burada Tanrının efali
tecelli etmiştir. Mistik bu makamda tüm dikkatini içe yöneltmekte ve insan
Tanrının kutsallığına bürünmektedir. Ruhun dördüncü basamağında artık ibadetin
sözlü, bedeni ve ruhi hali değil tamamen bir sessizlik hali söz konusudur. Abid
dördüncü basamakta tamamen Tanrının müşahedesi altında bulunduğunun bilincine
varmıştır. Tanrı ile ruh arasında ilk karşılıklı değişim başlamıştır. Kişi her
ne kadar bu makamda Tanrıya tam yakın olamamış ise de bazı acı ve ızdırabla
yüzleşmiştir. Burada İsa Mesih'in sevilmesi dışında başka bir gayrete gerek
kalmamıştır. Dördüncü basamakla yedinci basamak arası "müşahede"
makamıdır. Trans (vecd) hali akabinde artık Tanrıyla evlenme gerçekleşecektir.
5.
basamak
tasavvufta bizim vecd, cezbe ve istiğrak hali dediğimiz ancak Hıristiyan
mistisizminde daha çok trans kavramıyla karşılık bulan ve kişinin tamamen
kendini kaybettiği bir haldir. Daha önce kazanılmış olan sessizlik ibadeti
burada birleşmeye tahvil olunacaktır. Bu makamdaki Tanrısal lütuflar
(mevhibeler) kısa süreli ve geçicidir. Burada masiva kulda bir "hiç" hükmündedir. Hatta sadece
masiva değil kulun kendisi de bir hiçtir. (annihilation of self) Salik beşinci
basamakta hiç bir şey dileyemez, bu haldeyken nefes alıp veremez, akıl
çalışmaz, kan dolaşımı görevini yapamaz bir konumdadır. Zira bu basamakta Tanrı
kişinin ruhunda hazır ve nazırdır. Teresa bu şekil Tanrıyla bütünleşme
ibadetinin yarım saatten fazla sürmediğini söylemektedir.
6.
basamak
mistisizmde ekstase, tasavvufta sekr hali denilen bir makamdır. Kişi burada
büyük acılara düşme, iftiraya uğrama, ızdırap, samimi arkadaşların onu terk
etmesi gibi bazı durumlarla karşılaşmaktadır. Bu makamda Tanrıdan uzaklaşma ve
kimsesizleşme söz konusudur. Salikte güçsüzlük ve baygınlık görülmektedir.
Teresa altıncı basamak için bir benzetmede bulunarak, kişiyi bu haldeyken yer
ile gök arasında kalmış ve çarmıha gerilmiş şeklinde tasavvur etmektedir.
7.
makama
ulaşıldığında resimden soyutlanmış üç boyutlu Tanrı artık görülecek (rü'yet)
hale gelmiştir. Teresa bu makama "ruhun Tanrıyla evlenmesi" adını
vermektedir. İçeri giren nişanlı, kulun ruhuna inkar- ne (hulul) etmek
suretiyle orada meskûnlaşmıştır. Bu durumda metaforik bir yaklaşımla evlenme
gerçekleşmiş ve ruhani düğün yapılmıştır. Mükemmel damat (perfecta vir),
mükemmel gelin (perfecta sponsa) ile yek- vücut olmuştur. Ruh şimdi huzur ve
güven içindedir. Bu makamda sarhoşluk (sekr) değil uyanıklık (sahv) hali söz
konusudur. Ancak Teresa'ya göre yine de Tanrı ile bütünleşmiş bir ruh mahlûk
olduğundan günahtan masun değildir. O bu makamda kulda görülen değişikliği
tırtılın kelebek- leşmesiyle izah etmektedir. Ona göre Tanrıya bu denli bir
yaklaşım ancak evlilikle resmedilebilir. Şüphesiz bu evlilik fiziki, bedeni ve
cinsi değildir, ruhi bir evliliktir. Nitekim Teresa erişilen mistik tecrübenin
anlatılamaz olduğunu ima ederek, "Ben size beden gözüyle hiçbir şeyi göremediğimi, kulakla
duyamadığımı söyledim. Ruh gözüyle de yapamadım. Olağanüstü bir bilgiyle üç
Tanrısal şahsiyetin orada olduğunu müşahede ettim. Bunun nasıl olduğunu ben de
bilmiyorum. Ama bunun bir blöf olmadığını söyleyebilirim"
demektedir.[53] Teresa aynı zamanda bu sözleriyle mistisizmde bazı
şeylerin ifadesinin kısmen literal olmakla beraber, çoğu tecrübenin alegorik
(mecazi) ve anagog (batıni) sembollerle ifade edileceğini belirtmek
istemiştir. Aynı durumu sufiler “Tadmayan bilmez" cümlesiyle izah
etmektedirler.
bc) Teresa’da "Kulluk"
"Fakir"lik ve "Asketik" Yaşam
Teresa Tanrının lütfü olan mistik tecrübeleri ve olağanüstü
halleri ritüel ibadete sıkı sıkıya bağlanmaya, dua, kalbi tazarru, niyaz,
tefekkür ve cemaate adanmaya hasretmektedir. O, mistik merhalede sözlü duanın
yetersizliğini değil, bilakis onun neticeye götüren bir işleve sahip bulunduğunu
belirterek kulun gayretine dikkat çekmektedir. Çünkü içten yapılan, samimi,
riyasız dua kişiyi kâmil insan yapacaktır. Ona göre ibadette kalb, aşk, vecd
ve heyecan müştereken bulunmak zorundadır.[54] Teresa Râbia gibi menfaate yönelik bir ibadeti etik
bulmaz. O, Tanrıdan geleceklere değil, O'nun sevgisine nail olmayı amaçlar.
Sevilen değil, seven olmak, onunla fiilen buluşmak ister.[55]
Avilalı Teresa mistik deyimle, “Kuldan gayret, Tanrıdan
himmet"e inanan bir yapıya sahiptir.[56] Onun mistisizme getirdiği bir diğer değişiklik, Tanrı
görürcesine ibadet etmektir.[57] Ona göre böyle bir ibadet anlayışında ruh daha canlı ve
dinamik kalacak, İncil veya diğer Hıristiyan ritü- eller meditasyon tekniğiyle
icra edilecek, bütün bunlar monastik (manastır) dindarlığa erişmenin ayrılmaz
birer parçaları olacaktır.
Teresa olgunluğa (kemâlât) giden yolun Tanrıda erimek ve
onunla tek vücut olmaktan geçtiğine inanır. Bu durum hâsıl olunca artık acemiler
ve mübtediler için gerekli sözlü dua burada bitmiştir. Çünkü ibadetin amacı ve
zirve noktası Tanrıyı görmektir.[58] Rüyete ulaşabilmek için önce tevazu sonra da ibadette
ısrarcı ve müdavim olunmalıdır. Teresa'ya göre kendini rüyete hazırlamayan
kişiden aziz olamaz. Aziz olabilmek ancak rüyet ile mümkündür. Şüphesiz bunda
Tanrının himayesi yanında, kulun ibadetlerinin de büyük bir önemi vardır.
Teresa ibadette meditasyon (tefekkür) ile kontemplasyon
(teemmül) arasında bir ayrıma da gitmektedir.[59] Ona göre iki türlü ibadet vardır: Bunlardan biri dil ile
yapılan, diğeri kalp ile yapılan ibadettir. Tefekkür ve teemmül ancak bunların
akabinde gelecektir. Teresa'nın Hıristiyan mistisizmine getirdiği bir diğer
yenilik, mistik makama ve Tanrıyı müşahedeye giden yolda ibadet ve erdemli
davranışların oldukça önemli olduğunu, ancak Tanrının lütfünün da göz ardı
edilmemesi gerektiğini hatırlatmasıdır.[60] Teresa bu bağlamda şunları söyler: “Biz bazı faziletli
amellerle yüksek seviyeye ulaşma gayreti göstermezsek, Tanrıyla birle- şemeyiz.
O'nunla birleşemezsek, o bizim ruhumuza tecelli etmez. Bir başka deyişle Tanrı,
rüyeti insandan koparma gayreti gösteren şeytanın elinden kişiyi emniyet ve
garantiye almak ister".[61] Ne var ki kişi rüyete erişemedim diyerek üzülmemelidir.
Belki bazıları bu nimete erken bazıları geç kavuşabilir. Çünkü Tanrıya giden
yollar herkes için çok farklıdır.[62] Bu sözleriyle Teresa'nın oldukça emek vermelerine rağmen
kendilerinde mistik ilerleme göremeyen ve üzüntüye kapılan rahibeleri teselli
ettiği söylenmektedir. Ona göre kurtuluş sadece gözyaşı dökmekle değil, Tanrıya
ruhun gücü nispetinde yakarışla ve kuvvetli bir imana sahip olmakla mümkündür. [63]
Bütün bunlarla birlikte Teresa'nın mistik düşünce algısında
önem atfettiği bir diğer nokta da kişinin Tanrı ile ne kadar birleşirse
birleşsin, onun kulluk özelliğinin halen devam ettiğidir. Hulul, ittihad,
inkarnas- yon, tenasuh çerçevesinde çokça tartışılan bu konuya açıklık getiren
Te- resa, böylece Hıristiyanlık mistik anlayışında “Tanrılaşma" diye bir
şeyin olmaması gerektiğini savunmaktadır. O her halükarda hâlik-mahlûk
tefrikini korumakta, bunun yerine identifikation/aynileşmeden söz etmektedir.
Hatta Teresa'ya göre en yüce Tanrısal makama erişilse dahi aradaki fark
bilinmek zorundadır.[64]
Teresa'nın mistik düşünce yapısında tevazu, fakirlik,
yardımseverlik, iyimserlik, aksiyon ve dünyayı küçümseyen bir tavır
sezinlenmek- tedir. Ona göre kişi yoğun bir gayretle dünyaya mesafeli durmayı
başarır ve Tanrı sevgisini kazanırsa, bunları bir daha kolay kolay kaybetmeyecektir.
Hatta bu durum onda gelip geçici bir hal olmayıp, süreklilik arz edecektir.[65] Şüphesiz o bu yaklaşımı ile mistik yolun basit ve
zahmetsiz olduğunu söylemez. Bilakis bu yol çabuk bulunmaz ve bu yolda çok sık
med-cezir, kabz-bast gibi bir birine zıt paradoksal haller vuku bulacaktır.
Pasifizmi değil aktivizmi öneren Teresa bu bağlamda
sözlerini şöyle sürdürür: “Tekrar ederek söylüyorum, sadece ibadet etmek ve
rüyete nail olmakla aslınızı koruyamazsınız. Faziletli eylemleri dikkate almaz
ve bunları yapmazsanız sürekli ikilemde kalırsınız. İç dünyanızda elde ettiğiniz
ve size bahşedilen iç dinginlik ve huzur halini, siz dış dünyanızda olup
bitenle ilintilendirmezseniz kaybedersiniz."[66] Teresa bu cümleleri ile duygusallığın ön planda olduğu
Ortaçağ mistisizmine yeniçağda psikolojik ve sosyal bir derinlik katmaktadır.[67] Bu arada Teresa aynen efendisi Mesih gibi toplumdaki
ahlaki çözülmeye karşı çok cesur, korkusuzca eleştiriler yöneltmeyi bilmiştir.
Onun mistik anlayışında elit ve ayrıcalıklı bir zümre
yoktur. Ona göre Tanrı belli bir sınıf tarafından değil, istisnasız gerekleri
yerine getirildiği takdirde herkes tarafından erişilebilecek özelliktedir.
Nitekim Tanrının herkesi rüyeti temaşaya davet etmesi bundan dolayıdır.[68] [69] Teresa bu anlamda sözlerini şöyle sürdürür: "Yolda
kalmayıp gelen herkes için bu rüyet mümkündür, ancak su içilen kabın hacminde
farklılıklar olabilir." 68
Teresa'nın asketik yaşamla ve dünya ile ilgili eylem ve
söylemleri daha ziyade Carmeli tarikatını ıslah bağlamında yaptığı şeylerle
temayüz etmektedir. O, tarikatta derin tefekküre ağırlık vermiş, asketik bir
yaşama dönülmesini tavsiye etmiştir. Bununla beraber Avilalı Teresa sadece iç
dünyanın değil dış dünyanın ıslahını da savunmuştur. O, bu yönüyle olsa gerek
Katolik âleminde reformcu, yenilikçi ve aktivist tavırlarıyla tanınmaktadır.[70] Ona göre özellikle mistikler dünyevileşmekten kurtulamazsa,
dünyayı adalet ve rahmetle idare etmek mümkün olmayacaktır. Çünkü Tanrının
rızasını kazanmak komşularla hem-hal olmayı gerektirmektedir. Avilalı Teresa
burayla bağlantılı bir ekole dikkat çekmekte, Katolik mistik anlayışında daha
çok "Quitizm" akımı diye bilinen bir tür melameti, cebriyeci, pasif
ve teslimiyetçi davranışı yeğleyen heretik ekole karşı çıkmaktadır.
Teresa, tarikatında ritüel ibadet esnasında def kullanmış
ve bir tür Mevlevilikteki sema ayinine benzer dans yapmıştır.[71] Yine pek çok diğer Hıristiyan mistik tarikatlarının
değişmez amaçlarından biri olan misyonerlik faaliyeti Teresa'nın da eylemleri
arasında bulunmaktadır.
III-
Râbia ve Teresa’nın Görüşlerinin Örtüştüğü ve Ayrıştığı
Noktaları Kısa Bir Değerlendirme
Kuran-ı Kerim iman edenlere en fazla yakınlık gösterenlerin
biz "Nasraniyiz" diyenler olduğunu, bunun da içlerinde kibirlenmeyen
ve gözlerinden yaşlar akıtan keşiş ve rahiplerden kaynaklandığı beyan et-
mektedir.[72] Böylece Kuran, yaşam tarzı itibariyle Tanrıyı merkeze almış
ve kendilerini sadece ibadete adamış ruhban sınıfından/mistiklerden
bahsetmektedir. Doğrusu İslam, doğduğu çağ itibariyle fiilen bu şekil bir yaşam
tarzını kendilerine ilke edinenleri onaylamasa bile, bunu tamamen yasaklayan
bir hüküm de getirmemiştir. Nitekim Hz. Peygamber döneminde dünyaya karşı
isteksiz, mala mülke rağbet etmeyen, buna karşın ibadette yoğunluğu ve ahrete
ağırlık verilmesi gerektiğine inanan ve zühdi bir yaşamı tasvip eden sahabeler
ve tabiler bulunmaktadır. Dolay- sıyla Hıristiyanlıktaki bu tür bir asketik
yaşam anlayışı İslam kültürüne yabancı bir olgu değildir.
İşin bir yönü böyleyken, bir diğer yönü farklı dinlerin
mistik anlayışlarının birbirini etkile(n)mesidir. Nitekim tartışmalı olmakla
birlikte pek çok ilim adamı politeist ve monoteist dinlerdeki mistik anlayışın,
bir başka ifadeyle bir dinsel geleneğin asli umdelerini kendi kaynağından
almakla beraber diğeriyle etkileşim sonucu senkretik bir şekle büründüğünü
yadsımamaktadır. Bu iddiayı yapanlardan biri Ömer Rıza Doğrul' dur. Doğrul,
zamanın ilerlemesi, itikatların karışması ve milletlerin bir- birleriyle
karşılaşmasıyla birlikte bir kısım Hıristiyan unsurların İslam tasavvufuna
girdiğini söylemektedir.[73]
Bir diğer Müslüman ilim adamı İdris Şah'a göre de;
hayatlarını ve zâhidane yaşantılarını Allah'a itaat kavramı üzerine bina eden
Hıristiyan ve Müslüman mistiklerin arasındaki yakınlıklar, içlerinde Teresa'nın
da bulunduğu pek çok kişinin dini yaşantısında ve eserlerinde kullandıkları
terminolojide etkin olmuştur.[74]
Yine bu bağlamda çağdaş Arap yazarlardan Abdurrahman el- Bedevi,
Râbia'nın Hıristiyan mistiklerden etkilendiğini öne sürmekte[75] Ju- lian Baldick de aynı görüşü savunarak, tasavvuf
kitaplarında ve menkıbelerinde anlatılan Râbia protipinin ilk dönem Hıristiyan
mistiklerinden esinlenerek uyarlandığını ve Râbia'nın Luka İncilinde kendisine
işaret edilen Mary Magdalen'in takipçisi olduğunu iddia etmektedir.[76] Elsas, Suriye ruhbanlığının Hıristiyan ve İslam'ı, İspanya
İslam kültürünün ise Hıristiyanlığı etkilediğini belirtip Râbia ile Avilalı
Teresa arasındaki benzerliğe dikkat çekmektedir. [77]
Tasavvuf üzerine çalışmalarıyla tanınan Nicholsun, ilk
zâhidlerin görüşlerinin Bernard of Clairvauxs (Ö.1153), Kempenli Thomas (ö.
1471) gibi Hıristiyan zâhidlerin görüşleriyle yakınlık arz ettiğini söylemekte-
dir.[78]
Alman Oryantalist ve mistik yazar Annamarie
Schimmel (ö. 2003), Bağdatlı Sûfi Ebu'l- Hüseyn en- Nuri (ö. 285/908)'nin
yedili nefis/ruh taksimini Teresa'dan sekiz asır önce yazdığını[79], Nasr ise adı geçen Sufi en- Nuri'nin Bağdat ekolü olarak
ilahi aşk ve yedili ruh tasnifinde Râbia'dan etkilendiğini ileri sürer.[80]
Mistiklerin karşılıklı etkileşimini
doğrulayanlardan biri de Browne'dir. Browne'ye göre, “Meister Eckhart (Ö.1328), Tauler (Ö.1361), Azize
Teresa gibi mistiklerin sözleri eğer Farsçaya tercüme edilseydi, bu dilde şiir
yazan sûfilerin sözlerinden ayırt edilemezdi. Müslüman okuyucu bunu bir
Müslüman sûfinin söylediğine inanırdı"[81] demektedir. Şüphesiz bütün bunlar İslam tasavvufu ile
Hıristiyan mistisizminin karşılıklı etkileşimini iddia edenlerin kendi
görüşlerini yansıtmaktadır. Karşılıklı etkileşimi mümkün görmeyen ilim adamları
da vardır. Ancak bu ayrı ve detaylı bir araştırmayı gerektirir.
O halde biz, gerek karşılıklı etkileşimi
savunan bu yazarların görüşlerinden, gerekse konumuza esas teşkil eden her iki
kadın mistiğin algı ve anlayışlarından hareket etmek suretiyle genel bir değerlendirme
ve karşılaştırma yapmak istiyoruz:
Avilalı Teresa'nın olgunlaşma dönemi için
tercih ettiği uzun süreli manastır ve münzevi hayat, İslam tasavvufunun genel
ve temel ilkeleriyle bağdaşmaz. Tasavvufta inziva, çile, halvet adı verilen
kısa süreli insanlardan uzaklaşma hali daimi değil geçicidir. Buna rağmen
Râbia'nın da insanlardan ayrı uzun süreli bir uzlet hayatı yaşamasını[82] tasavvufta bir istisna olarak görebiliriz.
Teresa'da adeta düstur haline gelen ve bir
anlamda zorunluluk hali diye görülen acı ve ızdırap olgusu, sünni İslam
tasavvuf ilkeleriyle örtüşmez. İslam'da nefse eziyet etmek asıl değildir. Asıl
olan nefsi öldürmeden onu ıslah etmektir. Hiç şüphesiz İslam tasavvuf
kültüründe nefse eziyet etmeyi savunanlar vardır. Ancak bunlar geneli temsil
etmezler. Çünkü Hz. Peygamber “İslam'da ruhbanlık yoktur"[83] diyerek bu tür davranışları onaylamamış ise de, rahipler
gibi erkekliği yok etmek, çile çekmek, nefse eziyet etmek, zincire vurmak,
aralıksız oruç tutmak gibi bazı alışkanlıklar İslam toplumunda her zaman var
olagelmiştir.[84]
Teresa ve onun gibi diğer bazı kadın
mistiklerin Tanrıyla birleşme maksadına matuf kullandıkları "evlilik"
metafor/sembolü İslam tasavvuf geleneğinde "vuslat"ı gaye edinmiş
sufiler tarafından da kullanılagel- mektedir. Nitekim Mevlana'nın ölüm gecesi
için "şeb-i arus" (düğün gecesi) benzetmesinde bulunmasını bu
cümleden görmek mümkündür. Ancak Batılı bayan mistiklerin bu bağlamda
kullandıkları erotik söylemler[85] tasavvuf adab ve erkânıyla asla bağdaşmaz.
Mistisizmde özellikle kadınların temsil
ettiği mekteplerde ilahi aşk olgusu tüm netliğiyle dikkat çekmektedir. Hatta
Graudy (ö. 2012) Râbia ile Teresa arasındaki bu benzerliğe dikkat çekerken, her
ikisinin de ilahi aşkı öncelediğinden yola çıkarak, Râbia'nın; "Seni iki
sevgiyle severim" sözünden hareketle, onun böylece ilahi aşkı büyük
Teresa'dan sekiz asır önce söylediğine vurgu yapmaktadır.[86] Ancak ilahi aşk fenomeni Râbia'da tevhide dayalı Tanrı
ağırlıklı iken (Theosentrist), Teresa'daki ilahi aşk ekanim-i selase denilen
teslise dayalı bir Tanrı algısı veya İsa Mesih (Kristosentrist) merkezli
tezahür etmektedir. Teresa'nın savunduğu ilahi aşkta, Eski Ahit'in daha çok
hukuk ve misilleme ihtiva etmesine karşın, Yeni Ahit'in daha çok bağışlama ve
sevgi içermesi etkin olabilir. Râbia'nın ilahi aşkında ise Kur'an ayetlerinin
rolü oldukça etkindir.
Buraya kadar söylediklerimiz her iki mistiğin
birbirinden kısmen ayrıştığı temel noktalardan bazılarıdır. Şimdi de bu iki
bayan mistiğin hayatları, görüş ve davranışlarından hareketle müşterek
görülebilecek bazı konulara değinelim:
Her iki mistiğin pratik hayatına
yansıttıkları benzer bir konu dünyaya karşı ilgisizlik ve dünya malına karşı
soğuk duruş sergilemeleri, buna mukabil fakir bir yaşamı tercih etmeleridir. Ancak
genel anlamda her iki mistik algıda sıkça temas edilen husus, reel dünyaya
karşı bu soğukluk dünyadan tamamen el- etek çekmek değildir. Bilakis dünya
içindeki nimetlerin kalbe yerleştirilmemesi ve gönüldeki sevginin ona tahsis
edilmemesidir. Bir başka ifadeyle her iki mistik de dünyaya değil ama
dünyevileşmeye şiddetle karşıdır.
Teresa'nın dünyevileşmeye karşı görüşleri
daha ziyade kendisi tarafından yeniden dizayn edilen Carmeli tarikatının temel
esaslarında görülmektedir. Teresa burada fakirliğe yeniden rucu edilmesini
salık vermektedir. Yine onun yaklaşık yirmi yıl boyunca insanlardan uzak
münzevi bir hayat sürmesi ve aktif bir manastır hayatı yaşaması buna delil
olarak gösterilebilir. Böylece hem Râbia hem Teresa, peygamberlerin
sıfatlarından biri olan "tebliğ" ve esnasında çektikleri sıkıntıyı da
göz önüne alarak dünyaya, mala, menfaate karşı isteksiz bir tavır sergilemişlerdir.
Her iki kadın mistiğin görüşlerinin
karşılaştırılmasında dikkat çeken bir diğer ortak nokta, mistik disiplinin de
ayrılmaz öğelerinden biri olan keşf-keramet-ilham vizyon ve mistik tecrübelerin
ulu-orta konuşulmaması gerektiği ve bunların mistik yaşantıda birincil değere
sahip olmadığıdır. Ona göre önemli olan keramet değil marifettir.[87] Bir gün Râbia'ya veli olarak kabul edilmen için hiç
keramet gösterdin mi? diye sorulmuş, o da buna, "Eğer böyle olsaydı, bana
bir çıkar kaynağı olmasından korkardım[88] diye cevap vermiştir. Böylece Râbia tasavvufta kerametin
değil, istikametin esas olduğunu beyan etmek istemiştir.[89]
Teresa ise manastır hayatına girişten
yaklaşık altı yıl sonra bazı Tanrısal vizyonlara muhatap olmuştur. O, Castillo
isimli eserinde fiilen yaşadığı mistik rü'yet ve vizyonları anlatmaktadır.
Ancak Teresa da aynen Râbia gibi, mistik tarafından gösterilen olağanüstü
şeylere pek iltifat etmez. Nitekim tanıdık birine yazdığı mektubunda Teresa
şöyle der: “Bu hadiseler bana şüpheli geliyor. Bunların bazıları gerçek ve
saygın da olabilir. Ama babamızın (İsa Mesih) yaptığı gibi onlara asla kıymet
vermeyelim. O pek çok kez bunları tahkir etmiştir. Eğer bunlar gerçekse zaten
kaybedilecek bir şey yoktur." [90]
Sonuç
Bu çalışmada ana hatlarıyla Basralı Râbia ve
Avilalı Teresa'nın savunduğu temel mistik düşüncelere değinilmiş ve ikisi
arasında bir karşılaştırma yapılmıştır. Şüphesiz her iki mistiğin mensup
oldukları dinin ana ilke ve iman esasları çok farklıdır. Ancak beşer olmaları
hasebiyle iç huzuru temin maksadına matuf örtüşen görüşleri vardır.
Kanaatimizce bu mistiklerin söylem ve yaşam biçimleri sadece kendi asırları
için değil, günümüz insanlığı için de müessir bir rol üstlenebilecek işleve
sahiptir.
Sonuca doğru özetle söylemek gerekirse; Râbia
yaşamı ve sözleriyle Doğuyu tenvir etmiş, Teresa Batı'yı aydınlatmıştır. Râbia
tasavvufta ekol müessisi olmuş, Teresa mistisizmde bir tarikat kurmuştur. Râbia
gerek kendi ve gerekse daha sonraki zamanlarda Müslümanlar tarafından bir veli
(ye) olarak görülmüş, Teresa ise resmi Kilise tarafından aziz (e) ilan edilmiştir.
Her ikisi de kadındır, her ikisi de
duygusaldır ve ömürlerinin sonuna kadar bekâr yaşamışlardır. Her ikisi de
fakir bir ailede dünyaya gelmiş, yoksul ve yoksun bir hayat sürmüşlerdir. Her
ikisi de kullukta samimiyeti, toplumsal erdemi, insana değer vermeyi, sosyal
dayanışma ve paylaşmayı önemseyerek tarihin sayfalarında hak ettikleri yeri
almışlardır.
Kaynakça
Aclûni, İsmail b. Muhammed, Keşfu'l-hafâ,
Daru ihyai turasi'l-Arabiyye, c. I-II, Beyrut 1933.
Afifi, Ebu'l-A'lâ el-,Tasavvuf ,İslamda
Manevi Hayat, terc. E. Demirli, A. Kartal, İz Yayıncılık, İstanbul 1996.
Araz, Nezihe, Anadolu Evliyaları, Atlas Yayınları,
İstanbul 1966.
Ateş, Süleyman, İslam Tasavvufu, Yeni Ufuklar
Yayınları, İstanbul 1992.
Attâr, Feridüdin, Tezkiratü'l- evliya,
trc. M. Vestani, tah. M. Cadir, Daru'l- Mektebi, Şam 2009.
Bolat, Ali, “Tasavvufun Doğuşu", Tasavvuf
El Kitabı, Grafik Yayınları, Ankara 2012.
Böhme, Wolfgang, Der Christ von morgen - ein Mystiker,
Würzburg 1989.
Brobdbeck, Râbia, Christine, Hazreti İnsan, Sûfi
Yayınları, İstanbul 2011.
Cahiz, Ebu Osman, el-Beyan ve't-tebyin,
Mektebetü'l-Hanci, c. I-III, Mısır 1975.
Cami, Abdurrahman, Nefehâtü'l-üns,
haz. S. Uludağ, M. Kara, Dergah Yayınları, İstanbul 1995.
Chittick, William, Tasavvuf, İz Yayınları, İstanbul
2011.
Çubukçu, Hatice, İlk Dönem Hanım Sufiler, İnsan
Yayınları, İstanbul 2006.
Derin, Süleyman, İngiliz Oryantalizmi ve
Tasavvuf, Küre Yayınları, İstanbul 2006.
Doğrul, Ö. Rıza, Hazreti Râbiatü'l-Adeviyye, Eser
Matbaası, İstanbul 1976.
-------- , İslamiyetin
Geliştirdiği Tasavvuf, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2008.
Eflaki, Ahmed, Ariflerin Menkıbeleri,
çev. T. Yazıcı, MEB Yayınları, c. I-II, İstanbul 1995.
Elsas, "Mystik II," Evangelisches
Kirchenlexion Internationale theologisch Enzylopeadie, Ruprecht Verlag,
Göttingen 3. Baskı, 1992.
et-Taftazânî, Ebu'l-Vefâ el-Guneymî,
"Zühd Hareketinin Tasavvufa Dönüşüm Süreci -Râbiatü'l-Adeviyye
Örneği-", çev. A. Ögke, EKEV Akademi Dergisi, Erzurum, 2001, cilt:
3, sayı: 1, ss. 107-114.
Faruki, İsmail R., İbrahimi Dinlerin
Diyaloğu, çev. M. Karaşahan, Pınar Yayınları, İstanbul 1993.
Gazali, Muhammed, Ihyâu ulûmi'd-din,
Halebi Baskısı, c. I-IV, Kahire 1334.
Graudy,
Roger, İslam'ın Vaadettikleri, Pınar Yayınları, İstanbul 2010.
Gürkan,
Salime Leyla, "Ruhban", DİA, c. XXXV.
Hucviri, Ebu'l-Hasan Ali b. Osman, Keşfu'l-
Mahcub, (Uludağ Tercümesi, Hakikat Bilgisi), Dergah Yayınları, İstanbul
1996.
İbn Hallikan, Vefayatü'l-a'yan ve enbau
ebnai'z-zaman, c. I-VIII, tah. İ. Ab- bas,Daru'-sekafe, Beyrut 1968.
İbn Kesir, Ebu'l-Fida İsmail b. Ömer, el-
Bidâye ve'n-nihâye, Mektebetü'l- meârif, c. I-XIV, Beyrut trz.
Isfehani, Ebu Nuaym, Hilyetü'l- evliyâ ve
tabakâtü'l- asfiyâ, Beyrut 1967, c. I-IX.
Kalın,
İbrahim, İslam ve Batı, İSAM Yayınları, İstanbul 2008.
Kelebâzî, Ebu Bekir Muhammed, et- Tearruf, Doğuş
Devrinde Tasavvuf, ter. S. Uludağ, Dergah Yayınları, İstanbul 1992.
Krebs,
Engelbert, Grundfragen der kirchlichen Mystik, Freiburg 1921.
el- Kuşeyri, Abdülkerim, er- Risâletü'l- Kuşeyriyye,
tah. M. Zerruk, A. Bal- taci, Dâru'l- Cil, Beyrut 1990.
Kuşeyri, Abdülkerim, er- Risale, Tasavvuf İlmine Dair
Kuşeyri Risalesi, ter. S. Uludağ, Dergah Yayınları, İstanbul 2003.
Küçük- Hülya, Ceyhan-Semih, "Râbia el-Adeviyye", DİA,
c. XXXIV, s. 380-382.
Gaetani, Aşk ve Hikmet Yolu Tasavvuf, çev. N.
Koltaş, İnsan Yayınları, İstanbul 2012.
Nasr, Seyyid Hüseyin, Tasavvufi Makaleler, çev. S.
Kılıç, İnsan Yayınları, İstanbul 2007.
Schimmel, Annamarie, Ruhum Bir Kadındır, İz
Yayıncılık, çev. Ö. E. Akbu- lut, İstanbul 2011.
------- , Gaerten
der Erkenntnis, Diederichs Yay., München 1995, s. 20.
------- ,
Mystische Dimensionen des İslam, İnsel Tascehenbuch, Frankfurt am Main,
1995.
Schumacher, Joseph, “Die Mystik im Christentum
und in den Religio- nen",Vorlesung im WS 2003/2004.
Smith, Margaret, Râbia the Mystic and Her Felow Saints
in İslam, Cmbridge Universty, 1928.
Stolz,
Anselm, Theologie der Mystik, Regensburg 1936.
Sudbrack, Josef, “Mystik-Erfahrungserkenntnis von
Gott", Der Glaube der Christen, Stuttgart 1994.
Theresa
von Avila, Samtliche Werke, c. I-VI.
Theresa
von Avila, Weg der Vollkommenheit, Kap. 17, 18, 19.
Thiede, Werner, Mystik in Christentum 30 Beispiele, wie
Menschen Gott be- gegnet sind, Lindendruck, Hannover 2009.
Tietz, Manfred, “Theresia von Avila", Wörterbuch
der Mystik, Kröner Ver- lag, Stuttgart 1989.
Türer, Osman, “Batının İslam'ı Tanımasında Tasavvufun
Rolü", Tasavvuf Kitabı, haz. C. Çiftçi, Kitabevi Yayınları,
İstanbul 2008.
Uludağ,
Süleyman, Sufi Gözüyle Kadın, İnsan Yayınları, İstanbul 2009.
------- /'Ruhbanlık
ve Tasavvuf" ,Tasavvuf Dergisi, Sayı 13, Ankara 2004, ss. 9-23.
Uzun, Râbia Brodbeck, “Bir Kadın Bakışıyla 21. Yüzyılda
Tasavvuf", Tasavvuf ve Kadın, Nefes Yayınları, İstanbul 2008.
Zihni Efendi, Hacı Mehmed, Meşâhiru'n-nisa, sad. B.
Çetiner, Şamil Yayınları, İstanbul 1982.
[1] Doç. Dr., Yıldırım Beyazıt
Üniversitesi İslami İlimler Fak. Öğretim Üyesi. (oyilmaz@ybu. edu.tr)
[2] Geniş bilgi
için bk. Ebu'l-Vefâ el-Guneymî et-Taftazânî, "Zühd Hareketinin Tasavvufa
Dönüşüm Süreci -Râbiatü'l-Adeviyye Örneği-", çev.: A. Ögke, EKEV
Akademi Dergisi, Erzurum, 2001, cilt: 3, sayı: 1, ss. 107-114.
[3] Hülya Küçük-
Semih Ceyhan, “Râbia el-Adeviyye", DİA, c. XXXIV, s. 380-382.
[4] Feridüdin Attâr, Tezkiratü'l- evliya, trc. M.
Vestani, tah. M. Cadir, Daru'l-Mektebi, Şam
2009, s. 96; Nezihe Araz, Anadolu Evliyaları, Atlas
Yayınları, İstanbul 1966, s. 112.
[5] İbn Hallikan, Vefâyâtü'l-a'yân ve enbâu ebnâi'z-zamân,
c. I-VIII, tah. İ. Abbas, Daru'-sekafe,
Beyrut 1968, c. II, s. 285.
[6] Attâr, age., s. 96.
[7] Attâr, a. yer.
[8] M. Zihni Efendi, a.yer.
[9] Annamarie Schimmel, Ruhum Bir
Kadındır, İz Yayıncılık, çev. Ö. E. Akbulut, İstanbul 2011,
s. 38.
[10] Attâr, age., s. 97.
[11] Araz, age., s. 11.
[12] Schimmel, Mystische
Dimensionen des İslam, İnsel Taschenbuch, Frankfurt am Main, 1975, s. 603.
[13] Gazâlî, age,
c. III, s. 103; İbn Hallikân, age, c. II, s. 286.
[14] Attâr, age.,
s. 113. Ancak Râbia'nın ölüm tarihi hakkında bazı farklılıklar göze çarpmaktadır.
Bunlar arasında genelde üç tarih öne çıkmaktadır: 135/752, 180/796, 185/801.
Ölüm tarihi için en uzak ihtimal 135, en kuvvetli olanı ise 185'tir. Çünkü
muhaddis Şeyban b. Ferruh hicri 140 civarında kendisinden hadis rivayet
ettiğini söyler. Mehmed Zihni Efendi ise onun vefatını 135/752 ve 185/801
olarak iki farklı şekilde verir. Râbia'nın ölüm tarihi kadar öldüğü ve
defnedildiği yer de çelişkilidir. İbn Kesir (ö. 774/1373), İbn Hallikân (ö.
681/1282), M. Zihni Efendi ve çağdaş İslam düşünürlerinden Seyyid Hüseyin Nasr
vefat yeri olarak Kudüs'ü gösterirler. Ancak bu doğru olmasa gerektir.
Muhtemelen bu yanılgı aynı ismi taşıyan Şamlı Râbia b. İsmail'den (ö. 135/752)
dolayıdır. Ömer Rıza Doğrul (ö. 1952) ise, onun Kudüs yakınlarında Hz. İsa'nın
semaya yükseldiği yerde vefat ettiğine dair rivayetin sahih olmadığını beyan
ederek Basra'yı doğrulamaktadır. Şüphesiz bu çelişkilerin ardında yatan
sebeplerden biri, Râbia gibi topluma mal olmuş saygın kimselerin pek çok yerde
kabirleri ve makamlarının bulunmasıdır.
[15] Manfred
Tietz, "Theresia von Avila", Wörterbuch der Mystik, Kröner Verlag,
Stuttgart 1989,
s. 489.
[16] Joseph Schumacher, “Die Mystik im Christentum und in den
Religionen", WS 2003/2004, Basılmamış Seminer Notları, s. 250, 251.
[17] Tietz, agm.,
s. 489-492.
[18] Ebu'l-A'lâ el- Afifi,Tasavvuf, İslam'da Manevi Hayal,
terc. E. Demirli, A. Kartal, İz Yayıncı
lık,
İstanbul 196, s. 181.
[19] William
Chittick, Tasavvuf, İz Yayıncılık, İstanbul 2011, s. 143.
[20] Kelabâzî, age,
132; Gazâli, Ihyâu ulûmi'd-din, Halebi Baskısı, Kahire 1334 ,c. IV, s.
360; M.
Zihni
Efendi, age., c. I, s. 276.
[21] Gazâlî, age,
IV, s. 266.
[22] Nasr,
Seyyid Hüseyin, Tasavvufi Makaleler, çev. S. Kılıç, İnsan Yayınları,
İstanbul 2007. s.
45.
[23]Ahmed Eflaki, Ariflerin
Menkıbeleri, çev. T. Yazıcı, MEB Yayınları, İstanbul 1995, c. I, ss.
615-616.
[24] Margaret
Smith, Râbia the Mystic and Her Felow_Saints in İslam, Cmbridge
Universty, 1928; Annamarie Schimmel, Mystische Dimension des İslam, s.
66; Schimmel, Sûfismus-Eine Ein- führung in die islamische Mystik, C.H.
Beck Verlag, München 2000, s. 16.
[25] Schimmel, Mystische Dimension des İslam, s. 22
[26] M. Zihni, age., c. I, s. 276.
[27] Kuşeyri, Tasavvuf
İlmine Dair Kuşeyri Risalesi, ter. S. Uludağ, Dergah Yayınları, İstanbul
2003, s. 37; Râbia Christine Brobdbeck, Hazreti İnsan,
Sûfi Yayınları, İstanbul 2011, s. 52.
[28]Annamarie Schimmel, Gaerten der Erkenntnis,
Diederichs Yayınları, München 1995, s. 20.
[29] Attâr, age., s. 108; Schimmel, Mystische
Dimension,s. 603. Arapça "el-câr kable'd-dâr" sözü
Türkçede "Ev alma komşu al" diye karşılık
bulmaktadır.
[30] Ö. R. Doğrul, Hazreti Râbiatül-Adeviyye, Eser
Matbaası, İstanbul 1976, s. 75-76.
[31] Attâr, age, I, 101.
[32] Râbia
Brodbeck Uzun, “Bir Kadın Bakışıyla 21. Yüzyılda Tasavvuf", Tasavvuf ve
Kadın,
Nefes Yayınları, İstanbul 2008, s. 79.
[33] Attâr, age.,
s. 109; Kuşeyri, Tasavvuf ilmine Dair Kuşeyri Risalesi, s. 346;
Kelâbâzî, et- taarruf
Doğuş Devrinde Tasavvuf,
ter. S. Uludağ, Dergah Yayınları, İstanbul 192, s. 215.
[34] Ebu Nuaym
Isfehani, Hilyetü'l- evliyâ ve tabakâtü'l-esfiyâ, Beyrut 1967, c.
I, s. 247.
[35] Attâr, age.,
s.106.
[36] Yusuf,
12/31.
[37] Attâr,age., s. 111.
[38] Kuşeyri, age,
c. II, s. 624.
[39] Ali Bolat,
"Tasavvufun Doğuşu", Tasavvuf El Kitabı, Grafik Yayınları,
Ankara 2012, s.128.
[40] Doğrul, Hazreti
Râbia, s. 94-96.
[41] Gazâlî, age,
c. IV, s. 47.
[42] Smith, age,
s. 96.
[43] Attâr, age,
s.108.
[44] Attâr, age, s. 109.
[45] Kelâbâzî, age,
122; Sühreverdi, age, s. 501.
[46] Hucviri,
Ebu'l- Hasan Ali b. Osman, Keşfu'l- Mahcub, (Uludağ Tercümesi, Hakikat
Bilgisi),
Dergah Yayınları, İstanbul1996, s. 607; İbn Hallikan,
age, II, s. 287.
[47] Schimmel, Ruhum
Bir Kadındır, s.39-40.
[48] Attâr, age.,
s. 110-111.
[49] Abdurrahman,
Cami, Nefehatü'l-üns, haz. S. Uludağ, M. Kara, Dergah Yayınları,
İstanbul
1995, s. 844.
[50] Josef
Sudbrack, "Mystik-Erfahrungserkenntnis von Gott", Der Glaube der
Christen, c.I,
Stuttgart 1994, s. 516.
[51] Anselm
Stolz, Theologie der Mystik, Regensburg 1936, 61.
[52] Tasavvufta
"Kendini bilen Rabbini Bilir” ifadesine benzer yaklaşım mistisizmde de vardır.
Delphi'deki Apollon tapınağının giriş kapısında yazılı Yunanca "Gnöthi
seuton” (Kendini bil) bunu çağrıştırmaktadır.
[53] Schumacher,
261-271.
[54] Theresa von
Avila, Samtliche Werke, c. I, 142.
[55] Stolz, age., s.64.
[56] Schumacher, agm,
s. 261.
[57] Tasavvufta buna “İhsan" denilmektedir.
[58] Theresa von
Avila, Samtliche Werke, VI, 130 .
[59] Hıristiyan
mistisizminde geçen ve karşılığı tam olarak tasavvufta bulunmayan kavramla
rın orijinal haliyle kullanılmasına özen gösterilmiştir.
Bununla aynı zamanda tasavvuf terminolojisine ait kavramların olur olmaz
yerlerde kullanılmasının önüne geçilmiştir. Ancak bazen yeri geldikçe tam
karşılamasa bile mistisizmde geçen o sözün tasavvuftaki benzerine atıfta
bulunulmuştur.
[60] Tasavvufta
bu durum tam tersidir. Hal Allah vergisi yani vehbi iken, makam ise kulun
gayreti
yani kesbidir.
[61] Engelbert Krebs, Grundfragen der kirchlichen Mystik,
Freiburg 1921, 154 bzw. 153 f.
[62] Theresa von Avila, Weg der Vollkommenheit, Kap. 17,
18 und 19.
[63] Theresa von
Avila, Samtliche Schriften, I, 113.
[64] Schumacher, agm,
s. 259.
[65] Böhme, Wolfgang, Der Christ von morgen - ein Mystiker,
Würzburg 1989, s. 88.
[66] Stolz,age. s. 61.
[67] Sudbrack, agm,
s. 522.
[68] Theresa von Avila, Weg der Vollkommenheit, Kap. 19.
[69] Krebs, age.,
s.156.
[70] Schumacher,
agm, s. 260
[71] Jean -Louis
Michon, Roger Gaetani, Aşk ve Hikmet Yolu Tasavvuf, çev. N. Koltaş,
İnsan
Yayınları, İstanbul 2012, s. 49.
[72] Maide, 5/82,
83.
[73] Ö. Rıza Doğrul, İslamiyetin Geliştirdiği Tasavvuf,
Kaknüs Yayınları, İstanbul 2008, s. 60.
[74] Türer, Osman, "Batının İslam'ı Tanımasında Tasavvufun
Rolü”, Tasavvuf Kitabı, haz. C. Çiftçi, Kitabevi Yayınları, İstanbul
2008, s. 721.
[75] Küçük, H.- Ceyhan, S.,
"Hıristiyanlık", DİA, c. XXXIV, s. 380.
[76] Süleyman Derin, İngiliz
Oryantalizmi ve Tasavvuf, Küre Yayınları, İstanbul 2006, s. 293.
[77] Bk. Elsas, "Mystik II," Evangelisches
Kirchenlexion Internationale theologisch Enzylopeadie, Ruprecht Verlag,
Göttingen 3. Baskı, 1992, s. 576; İbrahim Kalın, İslam ve Batı, İSAM Yayınları,
İstanbul 2008, s. 32.
[78] Derin, age, s. 213; Bk. İsmail R. Faruki, İbrahimi
Dinlerin Diyaloğu, çev. M. Karaşahan, Pınar Yayınları, İstanbul1993, s.16.
[79] Schimmel, Mystische
Dimensionen des İslam, s. 97.
[80] Nasr, age.,
a. yer.
[81] Ö. Rıza
Doğrul, İslamiyetin Geliştirdiği Tasavvuf, s. 71; Derin, age., s.
212-213.
[82] Hatice Çubukçu, İlk Dönem Hanım Sufiler, İnsan
Yayınları, İstanbul 2006, s. 72.
[83] Aclûni, İsmail b. Muhammed, Keşfu'l-hafâ, Daru İhyâi
Turâsi'l-Arabiyye, Beyrut 1933. c. II,
s. 377.
[84] Salime Leyla
Gürkan, "Ruhban", DÎA, c. XXXV, s. 204-205; Süleyman Uludağ,
"Ruhbanlık ve Tasavvuf" Tasavvuf Dergisi, Ankara 2004, Sayı
13, ss. 9-23.
[85] Bu gibi
erotik ifadeler kendi müntesipleri tarafından da çok rahat kabul
edilmemektedir. Nitekim XIII. Yüzyıl mistiklerinden biri olan Albertus Magnus,
bu cümleleri "saçmalık" olarak nitelendirip, bunları söyleyen kadın
mistiklerin dayak cezasına çarptırılması gerektiğini ifade etmektedir. (Bk.
Werner Thiede, Mystik in Christentum 30 Beispiele, wie Menschen Gott
begegnet sind, Lindendruck, Hannover 2009, s.1 19)
[86] Graudy,
Roger, İslam'ın Vaadettikleri, Pınar Yayınları, İstanbul 2010, s. 57.
[87] Attâr,age., s. 102.
[88] Ebu Osman, el-Cahiz, el-Beyan ve't-tebyin,
Mektebetü'l- Hanci, Mısır 1975, c. III, s. 103.
[89] Ö. Rıza
Doğrul, tasavvuf klasiklerinde geçtiği haliyle Râbia'nın kerametleri bağlamında
Kâbe'nin hac yolculuğu esnasında onu karşılamaya geldiğini, hac seyahati
esnasında binitinin öldüğünü ve Râbia'nın Allah'a yalvararak tekrar binitinin
dirildiğini nakletmektedir. Yine onun keramet cümlesinden olmak üzere bir gün
yemeğine soğan bulamadığında gökyüzünden bir kuş ona soyulmuş soğan getirdiği,
parmak uçlarının gece kandil gibi ışık verdiği, onun seccadesiyle havada
uçtuğu, havaya el uzatıp zahmetsizce altın (para) topladığı rivayet
olunmaktadır. (Bkz. Attâr, age., s. 101, 103; Araz, age., s. 118;
Schimmel, Ruhum Bir Kadındır, s. 38, 85.)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar