METAPHYSICS IN SECURITY MANAGEMENT / GÜVENLİK YÖNETİMİNDE METAFİZİK
Hazırlayan; Osman ULUSAN
Özet
Bu
tez çalışmasında, insanın kitleleri yönetirken kullandığı yöntemlere güvenlik
penceresinden bakıp, güvenliğin içinde yönetenlerce kullanılabilecek metafizik
gerçekler olup-olmadığı ele alınmaktadır. Buna göre, metafizik, içinde
sayılabilecek alanlar, bu alanlarla ilgili örnek olaylar, örnek olayların
güvenlikle ilgileri ve sonuç olarak güvenlikte benzer olaylar yaşanacağı zaman
yöneticilerin ne yapması gerektiği ve sisteme getirilebilecek yeni yönetim
anlayışı ile ilgili konulara değinilmiştir. Suçla daha iyi mücadele
edilebilmesi için güvenlik yönetiminde metafiziğin kullanılabileceği ile ilgili
örnek olaylar verilerek konu açıklanmaya çalışılmıştır.
GİRİŞ
Bu tez
çalışmasının amacı, insanın kitleleri yönetirken kullandığı yöntemlere güvenlik
penceresinden bakıp, güvenliğin içinde yönetenlerce kullanılabilecek metafizik
gerçekler olup-olmad ığıdır. Bu amac ı gerçekleştirmek için makaleler,
gazeteler, internet ve kitaplardaki bilgilerden faydalanılmıştır. Literatür
taramasından sonra; metafizik, içinde sayılabilecek alanlar, bu alanlarla
ilgili örnek olaylar, örnek olayların güvenlikle ilgileri ve sonuç olarak
güvenlikte benzer olaylar yaşanacağı zaman yöneticilerin ne yapması gerektiği
ile ilgili konulara değinilmiştir. Bu çalış mayı yapmak için temel düşüncem
bilimler aras ında
etkileşimle fayda sağlanması mümkün ise, bir örnek olarak güvenlik yönetimi ile
metafiziği yan yana, iç içe ele almaya çalışarak, metafizikten nas ıl
faydalanabilirizi ortaya koymaya çalıştım. Test edilen varsayım: ‘güvenlik
yönetiminde metafiziği ^llanabiliriz’dir.
Metafizik, doğaötesi, doğaötesel[1],
duyularla kavranamaz olan, doğaötesi bir özelliği bulunan, doğaötesiyle ilgili[2],
duyularla kavranamayan varlıkları konu edinen felsefe, fızikötesi, akıl ve
sezgiyle sağlanan bilgiyi araştıran, inceleyen, tanrısal öz üzerine düşünen
felsefe[3]
olarak tanımlanmıştır. "Fizik
bilimlerinin ötesinde kalan"[4]
diye de tarif edilir. ‘Bergson’a göre, araştıran ve bilgi ortaya koyan pozitif
bilimin karşısında metafizik, ‘iç deney’e dayalı ve mutlağa götüren bir bilme
etkinliğidir.[5]
‘Metafizik nedir?’ sorusu ile ilgili ‘metafizik’ terimine, önceden bir anlam
vermeksizin ve ona olumlu ya da olumsuz bir değer yüklemeksizin, metafiziğin
bir felsefe terimi - diyalektik, yöntem, bilim gibi- olduğu düşüncesine
dayanarak, kullanıldığı çeşitli anlamlar çerçevesinde ele alarak araştırmak
gerekiri ‘Rene
Guenon’, ‘Metafizik’in yap ılış şekli itibariyle kelimesi kelimesine ‘tabiat
ötesinde’ manas ına geldiğini ifade etmektedir. ‘Tabiat’(fizik) kelimesini
daima eskiler nazarında sahip olduğu manada, yani bütün yönleriyle ‘tabiat
ilmi’ manasında anlıyoruz. ‘Fizik’ tabiat alanına ait olan her şeyin
incelenmesi demektir. Metafizikle ilgili olan şey ise tabiat ötesinde oland ır.[6]
Yine ‘Rene Guenon’a göre ilim, akli, nazari, daima dolaylı ve akis yoluyla elde
edilen bir bilgi iken metafizik, akıl-üstü bir bilgidir, sezgiye dayanır(kalbi)
ve doğrudan doğruyadır.[7]
Metafizik’in
felsefe'nin
bir dalı olduğu ve Aristoteles’in bu alana ismini verdiği, yüzyıldan bu yana
metafiziğin konusu olmayan konular ın, metafizik içine dâhil edildiği
belirtilmektedir. Metafizik kelimesinin kaynağı, Eski Yunan filozof} Aristoteles’in
Fizik ismi verilen bir seri kitabından gelmektedir. Bu seri kitabındaki bazı
çalışmalar Fizik'ten hemen sonra yer almıştır. Bu çalışmalar felsefi sorgulama
ile ilgilidir. Bu
sebeple bu kitaplara
"ta meta ta fızika" yani "fizik ile ilgili kitaplardan sonra
gelen kitaplar" ismi verilmiştir. Bu 'metafizik' kelimesinin kaynağıdır.؟
Metafizikle
ilgili çe şitli tanımlar, düşünceler ortaya koyulmuş bilim insanlar ınca. ‘Martin Heidegger’ şunları
ifade etmektedir: ‘Her halde insan şu veya bu şekilde metafizik olarak kuşat
ılmıştır.’[8]
‘Henri Bergson’, pozitif
bilimin her şeyden önce sembollerle çalıştığını, hatta en somut tabii
bilimlerin, yani hayatla ilgili olanlar ın bile kendilerini yaşayan varlıklar
ın görülebilir formuyla, onların organları, anatomik unsurlarıyla sınırladığını
ifade eder.
Bu formlar arasında
karşılaştırmalar yaparak, girift olanı daha basit olana dönüştürüp, hayatın
işleyişini, sadece onun görülebilir sembolü olan şeyde incelerler. Bir
gerçekliğe, onu göreli olarak bilmek yerine mutlak bir biçimde sahip olmanın
bir yolu varsa, ona dışardan çeşitli zaviyelerden bakmak yerine, onun içine
yerleşmenin, analiz etmek yerine sezgiye sahip olmanın, sonuç olarak onu
herhangi bir anlatıma, tercümeye, sembolik temsile gerek kalmaksızın kavramanın
imkânı varsa eğer, işte metafizik tam da bu anlama gelir Bergson’a göre. O,
metafiziğin sembolleri terk eden, onlardan vazgeçmeyi iddia eden bilim olduğuna
inanır.**
‘Descartes’e
göre fizik, maddi dünyaya manevi dünyayı da ekleyerek, bütün tabiat ilmini
kapsamaktadır.[9]
Dolayısıyla, ‘Descartes’in o meşhur vecizesi; ‘düşünüyorum, hissediyorum,
algılıyorum; öyleyse varım’a genişletilmeliydi belki de.[10]
Descartes’in
felsefeyi tarif ettiği cümle şudur: ‘Bütün felsefe bir ağaç gibidir: kökleri
metafizik, gövdesi fizik, bu gövdeden çıkan dallar da öteki ilimlerdir, onlar
da başlıca üçe irca edilebilir: tıp, mihanik ve ahlak. Burada kastettiğim ahlak, öteki
ilimlerin tam bir bilgisini isteyen ve bilgeliğin en son basamağı olan en
yüksek ve en tam ahlakt ır.’[11]
Francis
Bacon, metafiziği
“ilk felsefe”den ayırıp, onu, “form ve amaç nedenini” araştıran bir doğa bilimi olarak tarif etmiştir.[12]
Heidegger, “metafizik,
varolanı olduğu gibi ve bütünüyle kavramak üzere yeniden ele geçirmek için onun
ötesine ilişkin soru sormaktır” tanımını yapmaktadır.[13]
Metafizik’in
tarihsel gelişimi ile ilgili olarak uzunca bir geçmiş yazılabilir. Ancak özet
olarak ifade etmek gerekirse: Metafizik, Aristoteles’in yapıtları düzenlenirken
ilk olarak belirtilmiştir. O zamanlar ilk felsefeden yani “varlık olmak bakımından varlık” ve “varlığa özü gereği ait
olan ana nitelikler”den
bahseden bölüme ad ını vermişlerdir.
Ortaçağ’a
gelindiğinde ‘metafizik’teki ‘fizik’ do ğa olarak, ‘meta’ da ‘öte’ (trans)
olarak anlaşılmıştır. Ve ‘metafizik’ doğayı aşan, doğadan varlıkça ve değerce üstün olanların araştırılması
anlamına gelmiştir. Varlıklar -değerce- üstün olandan değersiz olana doğru bir
sıra içinde olduğu ve bu üstün alanının araştırılması “do ğa-üstü” anlamı
verilen ‘metafizik’e bırakıldığı anlaşılmaktad ır. Kavrama ortaçağ’daki bu
yükleme, daha sonraki dönemlerde de etkisini sürdürmüştür.
18. yüzyılda
Hobbes, metafiziğin ‘nedenler’i araştırdığı görüşünü
eleştirmiştir. Ona göre ‘neden’ yalnızca madde ile ilgilidir. Buradan, onun
‘metafizik’i “doğaötesi” olarak anlamland ırdığını anlıyoruz.
Berkeley,
nedenlerin, cisimsel olmayan şeylerin, şeylerin var oluşunun araştırılmasını
‘metafizik’e bırakır. Kant, bu bilimin olanaklılığı ve nasıllığı üzerinde
durur. Vardığı sonuç, ‘metafizik’ denilebilecek bir bilimin olabileceği ve
bunun “sentetik a priori” önermelerden oluşması gerektiğidir.
19. yüzyılda
Fichte, metafizik ile felsefeyi ayn ı sayar ve metafiziği
deneylerin temeline ilişkin öğreti olarak aç ıklar. Engels’te ise metafizik bir
“dü şünüş biçimi” ve “açıklama yöntemi”dir. O, metafiziğe olumsuz bir anlam
yükler ve bu yükleme ile o 20. yüzyılda metafiziğe olumsuz bakan tutuma
kaynaklık edecektir. Metafizikle ilgili Dilthey, deneyin göreliliği
nedeniyle onu bilim olarak kabul etmez de büsbütün yadsımaz da. 19. yüzyılda
bilimlerde sağlanan gelişmeyle birlikte metafizik, bilimin dışında fakat
sanatın ve/veya dinin yanında görülmeye başlanmıştır.
20. Yüzyıl’da
Heidegger, düşünmenin düşünürce olabilmesi için yalnızca varlıktan çıkarak
etkinliğini sürdürmesi gerekir demiştir. Bu şekilde ortaya çıkan metafizik,
giderek her alanda etkili bir düşünüş olarak kendini göstermiş ve uzun süre
etkili olmuştur. Heidegger, varlığın kendini iki tarzda ola getirdiğini söyler:
“metafizik düşünme” ve “düşünürce düşünme”. Heidegger, metafizik düşünüşün
aşılması ve düşünmeye geçilmesini savunur. Metafizik düşünüş zamanı gelince
yerini özlü düşünmeye bırakacakt ır. Metafiziği bilimden ayıran soru şudur: “neden hep varolan var da hiç yok?” Heidegger, hiç’e
ilişkin soruyu olumlar, hatta bilimi bu soruyu sormamış olmasından dolayı
yadırgar.
Bergson’a göre, zekâ ile bilim
ve mekanik; sezgi ile metafizik alanına dair önermeler oluşturulabilir.
Dolayısıyla, Bergson’da metafizik bilme ve bilmeyle ilgili bir konu olarak
karşımıza çıkar. Bergson, pozitif
bilimin kar şısına metafiziği yerleştirir. Metafizikte kullanılacak bilme yolu
“sezgi” olarak kendini gösterir. Sezginin nesnesi “süre” ya da “içsüre”dir.
Sezgi yoluyla bilgi edinmek istenildiğinde kendi kişiliğimize yönelmemiz
gerektiğini belirtmiştir. Bergson felsefeyi zekânın sınırlarını aşan bir
etkinlik olarak ifade etmiştir. Ona göre felsefede kullanılması gereken bilme
yetisi sezgidir. Bergson, zekânın
yerine sezginin geldiği yeni bir metafizik kurma çabasındadır. Bergson’un
‘metafizik’i felsefeyle neredeyse eşanlamlı kullandığı görülür. Ona göre
metafiziğin özel yöntemi sezgi, sezginin nesnesi de süredir ve metafizik,
mutlak olanı tanımayı sağlayan bilgi alanıdır. Ayrıca Bergson’da metafiziğin
varlık ve varolanla ilgili olmadığı da görülür.1؟
Metafiziğin
bir bilim dalı olup-olmamas ı ile ilgili bir bilim dergisinde: Metafizik bir
bilim dalı mıdır? Bir bilim dalının, bilim dalı olabilmesi için, konusu olan
materyallerle etkileşim içinde olması gerekmez mi? (Fırat Hac ıahmetoğlu) sorularına
cevap olarak Zuhal Özer: Metafizik, bir bilim dalı değildir çünkü bilim dalı
olabilmesi için, o konuyla ilgili bilimsel gözlemler, analizler, deneyler yap
ılabilmesi gerekir. Metafizik ise bilim dışı konularla ilgilidir. Metafiziği bilimle ilişkilendirmeye
dönük çalışmalar varsa da, bu konuda herhangi bir bulgu elde edilememiştir,[14]
demektedir. Anlaşılacağı üzere diğer bilim dalları ile ilgili yöntemler pek
kullanılamadığı için metafizik bilim olarak kabul edilmeyebiliyor. Morgan’ ın
kitabında metafizik yaşantıyla ilgili olarak bir kişi gözlerini kapıyor ve
havada gezerek kilometrelerce ötede olan şeyleri görebiliyor. Yeralt ına
yolculuklar yaparak hangi bitkilerin büyümekte olduğunu, yeraltı ırmağında ne
kadar su olduğunu ve yeni bir hayvan yuvasının nerede olduğunu ve içinde kaç
tane yavru olduğunu görebiliyor. Kuşların ve hayvanların duyularını kullanarak,
bunun yap ılması istendiğinde, halkına ve tüm diğer canlılara yardım
edebiliyor. Bu onun, bir insanın bedeninin içini görebilmesini ve orada neler
olduğunu bilmesini sağlıyor. Ona gereken tek şey konuşma, müzik ya da
renklerdir. Ruhsallıkla bağlantısı olmayan hiçbir dış güç, hastalık ya da kaza
yoktur bir bakıma. Herhangi bir insanı iyileştirmesi için o, kendisine sunulan
ruhsal gelişim fırsat ını belirlemede yardımcı oluyor.[15]
Bir an
bu yazılanların tamamen doğru-gerçek olduğunu kabul edelim. Hatta test edelim
ve doğruluğunun farkına varalım. Bu insan kendisine ve başkasına zarar
vermedikten sonra, söylediği şeyler başkasına faydalı oluyorsa onu dikkate
almalı değil miyiz? Kilometrelerce ötede olan şeylerle mesela bir suçla ilgili
bilgi, doğru bilgi alındığında, bu bilgiyle beraber suç önlense veya suçlu
yakalansa bu yanlış mı olur? Dünyanın iki kutuplu olması bu konuda da farklı
bakış açılarını getirmekte. Batı rasyonalizmi, doğu mistik ve gizemli olanı
simgelemekte. Doğu kültürleri Batı’da yükselen eğilimlerden. Yani metafiziki
konular her geçen gün artan bir ilgiyle araştırılmakta. Bir taraf mantıkçı
pozitivistlerin, kendileriyle uyu şmayan bütün filozo^arı metafizikçi diye
yabalama eğiliminde olduğunu belirtmektedir. Onlara göre metafiziğin sözcük
anlamı boştur ve metafizikçi gürültü eder, fakat hiçbir şey söylemez. Kantçılar da benzer düşünür: Onlar
için Kant’tan farklı görüşte olan herkes metafizikçidir; bu onlarda
metafizikçilerin boş konuştukları anlamına değil, eskimiş ve felsefe dışı
oldukları anlamına gelir,[16]
diyor. Diğer taraf ise; doğru, gerçek bilgiye ulaşmak için, duyu organları ve
akılla birlikte sezginin de kriter olarak kabul edilmesi gerekir diyor.
Bergson’a göre metafizik, ‘hakikat’in bilgisine ula şmamızı sağlayan ‘bilim’dir
ve hatta kendine özgü yöntemiyle gerçekleştirilecek çok özel türden bir bilme
etkinliği olarak bilimdir.[17]
Tarih
içinde din ve metafiziğin çok ciddi eleştirilere maruz kaldığı ve her şeyin
bilimsel ilke ve normlara göre açıklandığı zamanlar olmuştur. Mantıkçı
pozitivizm olarak bilinen bir akım, pozitivizmin 20. yüzyıldaki bir devamı
niteliğindedir. ‘Mantıksal atomculuk’ olarak da adlandırılan bu felsefi akım,
metafiziğe ve dine ağır eleştirilerde bulunarak metafizik ve dinsel önermelerin
anlamsız olduğunu ileri sürmüştür. Herbert Feigl, Philipp
Frank, Moritz Schilick, Rudolph Carnap
ve A. j. Ayer
gibi filozo^ara göre, bir
önermenin bilişsel ya da bilgisel bir anlama sahip olup olmad ığını belirlemede
temel ölçüt do ğrulanabilirlik kriteridir. Bu ak ıma göre dinsel ve metafizik
önermeler, deneysel olarak doğrulama kriterine uymadıklarından anlamsızdırlar.[18]
Mantıkçı
pozitivizm, 1920’li tarihlerden bu yana uzun bir süreç geçirmiştir. Bu
süreçteki filozo^ar artık metafizik, teoloji ve dini reddetmiyorlar. Onlar
hala, metafiziksel ve teolojik ifadelerin bilişsel bir anlama sahip olup olmad
ığı
konusuyla
ilgilenmektedirler. Birçoğu bu tür ifadelerin
hiçbir öngörüsel değeri
olmadığını ve onların gerçekte olgu
durumlarıyla uygunluk arz etmediğini ve bu yüzden
de onların
edimsel anlamdan yoksun olduklarını iddia etmektedirler.[19] Biliniyor
ki din ile metafiziğin bilimden asıl ayrılması aydınlanma ile başlad ı ve
pozitivistlerce aç ığa çıkarıldı. Pozitivist düşünce günümüzde etkisini
sürdürmektedir.[20]
Pozitivistler
metafiziği, gerçekliğin duyusal dünyadan başka bir şey olduğunu iddia eden bir
tür transandantalizmle özdeşleştirmişlerdir ve metafizikçi filozof bu
transandant dünyanın bilgisini bize sunabilir. Pozitivistin metafizikçiye
cevabı, tecrübe sınırlar ını aşan bir gerçekliğe referans olan hiçbir ifadenin
literal bir anlama sahip olamayacağıdır.[21] Pozitiviste göre
metafiziksel iddialar ‘kötü gramer’ veya bilişsel anlamsız olarak elendiği gibi
aynı şekilde, teolojik iddialar da elenebilir; çünkü teoloji bir tür
metafiziktir.[22]
Fransız
matematikçi M. Poincar her yeni keşif, tasavvur kabiliyetimizin yetersizliğini
gösteren bir bilinmeyenle bizi kar şıla ştırmaktad ır demektedir. Hislerimize
sığabilen gerçek kâinattan, gerçek ötesi bir kâinata, metafiziğe dâhil bir
âleme girmekteyiz.لennifer Trusted’a göre; mistik
metafizik(din dâhil) inançlar, Hume ve
pozitivistlerin iddia ettikleri kadar anlamsız ve faydasız değillerdir. Ona
göre bunun bir sebebi, onları spekülatif teorilerden ve fiziksel varsayımlardan
tümüyle çıkarıp atmamızın mümkün olmayışı, diğer sebebi de maddi dünyayı
anlamak ve açıklamak isteyenlerin pek çoğunu tartışma götürmez şekilde motive
etmiş ve esinlendirmiş olmalar ıdır. Bütün bilimler metafizik inançlar sistemi
öngörmüş ve mistik inançlar ço ğu sistemlerin önemli bir parçası olagelmiştir.[23]
Trusted, bilimde kanıtlanamayan unsurlar olduğu konusunda Anthony O’Hear’a
katılarak, bunları da ‘mitolojik’ten çok ‘metafizik olarak adlandırır.[24]
Günümüzde
modern bilim, tek doğru bilgi bilimsel bilgidir diyerek, diğer kaynaklara ait
bilgi türlerinin ba şardığı, fakat bilimsel bilginin aç ıklayamadığı do ğrular
ı kabul etmemektedir. Modern bilim ‘niçin?’ sorusuna cevap vermekten de
kaçınır, çünkü sorunun cevabı metafizikle ilgili düşünceleri akla getirebilir.
Olayları daha doğru aç ıklayabilmek için modern bilimin metafiziki aç
ıklamalara yer vermesi gerekir.
Alev
Alatlı bir yazısında ‘Klasik Fizik’in doğrusal sistemleri çözdüğünü ancak
gerçek dünyada doğrusal sistem olmadığını belirtmektedir. Birşeyi etkilersek,
bu sonucu alırız diye kesin bir şey söylenemeyeceğini; çünkü gerçek dünyanın
doğrusal olmadığını ifade etmektedir. Ona göre gerçek dünya kırçıl, gerçek
dünya puslu ve gerçek dünya saçaklıdır. Siyah-beyaz olan, tertipli, düzenli
olan, bilimdir, dünya değildir. Kırçıl bir dünyayı anlatmak için, içinde kırçıl
kelime olmayan bir dili, bilimin dilini kullanmak sorun olmaktadır. Bu soruna
‘Uyumsuzluk Problemi’ denildiğini belirtiyor. Ona göre Eski Yunan ve Demokritus
kâinatı atomlara ve boşluğa indirgedi, Eflatun dünyayı doğrularla, üçgenlerle
doldurdu, Aristo siyah-beyaz mant ığın kanunlarını yazdı. Bu yüzden
matematikçiler ve bilim adamlar ı, aslen puslu/kırçıl/saçaklı olan evreni tarif
etmek için, siyah-beyaz kanunlar ı kollanıyorlar. Alatlı, Aristo mant ığının
ikili (doğrusal) sisteminde gökyüzü ya mavidir, ya da mavi değildir,
demektedir. Hem mavidir hem de değildir olmaz. Bir şey, doğrudur veya
yanlıştır. Dijital bilgisayar, 0/1 ikili sistemde çalışır. Bilim, siyah-beyaz
düşüncenin zaferidir aslında. Yazısında Alatlı, ‘Yeni Fizik’in önde gelen iki
aç ılımından birisinin ‘Kaos Paradigmas ı’,
diğerinin ‘Fuzzy’, yani puslu veya saçaklı mantık olduğunu iddia eder. Bu iki
açılımın, insanlığı siyah-beyaz düşünceden, kesin yargıların kabalığından,
dayatmasından kurtaracağı söylenmektedir. Dünyada kesin doğru olan hiçbir tanım
veya ölçü olmadığı düşüncesi, düşünce biçimimizin radikal bir değişime
uğrayacağının habercisi olduğunu ifade etmektedir.[25]
Alatlı’nın
bu değerlendirmesi, fiziğin yeni açılımlarını dikkatli bir şekilde takip etmek
gerektiğini hatırlatmaktadır.
İnsan metafizik
bir hayvand ır, (Yani metafizik teriminin içermiş olduğu meseleleri düşünmeğe
yarat ılışça yetenekli olan bir hayvan -ki canlı varlık demektir)[26]
diyen Alman filozof Schopenhauer metafizik meseleleri bizi uykudan uyand ıran
ve bununla beraber, içinden çıkılmaz bir hayret girdabına düşüren meseleler[27]
olarak ifade etmektedir. Paulsen’in Felsefeye Giriş ‘Introduction to
philosophy’ adlı eserinden ve İngilizce’ye tercüme olunmuş nüshasından iktibas
ederek Rıza Tevfik ise kitabında felsefenin bütün varlık âlemini iki açıdan
incelemeye elverişli olduğunu belirtmektedir. Biri felsefi bakışla, diğeri de
bilimsel bir bakış açısıyla. Yani tasavvuri veya tecrübî bir surette. Ona göre
bilimin ödevi, metodik bir tecrübe (experience
methodique) sayesinde
olaylar, tek tek olgular hakkında bilgi elde edilmesidir. Felsefenin ödevi ise
kendine
özgü
bir araştırma vetiresi (procede d’investigation) ile şey’lerin özsel gerçekliğini ayrıca bir
diğeri arasındaki içsel bağları ortaya koyabilmektir.[28]
Emile Boutroux, âlemde
zorunsuzluğun hâkim olduğunu savunan bir filozo^ur. Başka bir deyişle, tabiat
bilimleri ve kanunlarının tenkidine dayanarak ruhi melekelere başvuran ve ilmi
zekâya indirgenemez bir zekâyı esas alan Boutroux, ‘Zorunsuzluk
Doktrini’nin kurucusu olmaktadır.[29]
Ona
göre bilimler, bir takım kanunları zorunlu olarak koymak istiyorlar ancak
tabiat gerçekte, zorunsuz bir takım kanunlarla donat ılmıştır. Yani kanunlar ın
varlıklardan önce gelmediğini, varlıklar ın, kanunlar ın taşıyıcısı ve dayanağı
durumunda bulunduğunu ifade etmektedir.[30]
Boutroux’a
göre tabiat kanunları, ‘deney yapan şahsın tabiata yönelttiği bir takım
sorulardır. Tabiat bu kanunlara uymayacak olursa, deney yapan bu soruları
değiştirmeye hazırdır’. Kısaca, onun nazarında tabiat kanunları mutlak değil,
izafi ve değişebilir niteliktedir.[31] Değişebilir nitelikteki
olaylardan mistik olay, bir tecrübeden ibarettir; kavramlarla, kelimelerle
ifadesi imkânsız olan bir tecrübedir ona göre. Kendisinde tecrübe etmeyen hiç
kimse, bunun ne olduğunu bilemeyecektir. Dolayısıyla böyle bir olay, d ıştan
incelenemez. Bu konuda bir fikir sahibi olmaya yardım eden bütün dış
belirtiler, onu anlatmakta yetersizdir.[32]
Esrarengiz
bir güç veya mucizevî bir olgu; böyle bir şeyin varlığı kabul edilse bile, bilinen
kanunlar yardımıyla açıklamakta başarılı olunamayan bir olaydan başka bir şey
değildir bunlar. Bu imkânsızlığın doğruluğu ortaya çıkarsa, bilim bu olguyu
açıklamak için başka kanunlar arar.[33]
C. Sunar kâinatı bilmek,
anlamak ve tefsir edebilmek için ancak tecrübe üzerine yapılacak bir şeye
dayanılması gerektiğini belirtmektedir. Dayanılacak bu tecrübenin, tek bir
kişinin şahsi tecrübesi olmaması gerekir. Şahsi tecrübe sadece küçük bir tasvir
verebilir. Dolayısıyla tam bir bilgiye, anlamağa ulaşabilmek için geçmişin ve
şimdinin bütün tecrübelerini toptan almağa mecbur olunur. Hatta sadece bilim
adamının tecrübesiyle de yetinmeyip artistlerin, mistiklerin tecrübelerini de
yani d ış dünyanın tecrübeleriyle birlikte iç dünyanın tecrübelerini de dikkate
almak gerekebilir.[34]
Tartışma konusuyla
ilgili olarak Andruzac, hakikat arayışında sonuna kadar gitmek isteyen bir
zekânın çıkış noktası, dışsal deneyimdir, demektedir. Ona göre bu bir
psişizmi, bir zekâyı ve
bir iradeyi barındıran bedenin, onun için olanaklı kıldığı deneyimler
birlikteliğidir; varoluş yargısının çeşitli kipliklerinde bir biçimde
tamamlanan ve sonunda ‘evet, böyle bir şey var’ olumlamasına ulaşılan
deneyimlerdir. Bu olumlama esinlenmeyi, sezgiyi, diğer insanların deneyimlerini
ve olumlamalarını görmezden gelemez ona göre. Tam tersine, onları yargılamayı
ve kabul etmeyi olanaklı kılan koşulu belirleyebilir. Bu kabul, duygusalc ılığın
kökeninde değildir; bilgi kaynağını sadece duyuların verilerinin oluşturduğunu
öne sürmez. Bu temel ilkenin, insanın bir psişizme sahip olduğunu unutmuş olan
felsefe ‘sistem’leri için korkutucu olduğunu belirtmektedir.[35]
Metafiziki
zannedilen bazı olaylar iyice soruşturulmadan, emin olunmadan hikâye edilmekte.
Örnek verilebilecek bir olayı Fontenelle şu şekilde ifade etmekte:
‘ 1593
yılında, dolaşan söylentilere göre, Silezya’da yedi yaşında bir çocuğun bütün
dişleri düşmüş, fakat azı dişlerinden birinin yerine altın bir diş gelmişti:
1595 yılında, Helmstad üniversitesinde tıp profesörü olan Horstius adında biri
bu diş hakkında bir yazı yazdı ve onun kısmen tabii, kısmen de mucizevî bir şey
olduğunu, Tanrının çocuğa bu dişi Türklerden çok ızdırap çeken hristiyanları
teselli etmek üzere verdiğini anlattı. Gerçekten tuhaf bir teselli vasıtası! Bu
dişin hristiyanlarla veya Türklerle ne ilgisi olabilirdi? Aynı yıl, bu altın
diş hakkında tarihçiler de bir şey söylemiş olsunlar diye, Rullandus bu işin
tarihini yazdı. İki yıl sonra Ingolsteterus adında bir başka allame bir eser
yazarak Rullandus’un fikirlerine itiraz etti, bunun üzerine Rullandus da ona
gayet âlimane bir şekilde cevap verdi. Bu arada bir başka büyük zat, Libavius,
altın diş hakkında bütün söylenenleri toplayarak kendi nazariyesini de ekledi.
Bunların hepsi de gayet güzel eserlerdi, ama hepsinde de eksik olan bir nokta
vardı: bu dişin altın olduğuna dair açık-seçik bilgi vermiyorlardı. Çocuğun
dişi muayene edilmek üzere kuyumcuya gösterilince anlaşıldı ki, dişin üzerine
altın bir varak fevkalade bir maharetle yapıştırılmıştı. Önce kitaplar yazıldı, sonra
kuyumcuya danışıldı.’[36]
Polonyalı
bilim adamı Ludwik Fleck’e
göre bilinen herhangi bir şey, onu bilene, her zaman sistemli, kanıtlanmış,
uygulanabilir ve doğruluğu belli gibi görünmüştür. Bunun yanında her yabancı
bilgi sistemi de, aynı biçimde, çelişkili, kanıtlanmamış,
uygulanamaz
nitelikte, hayali ya da gizemli görünmüştür.[37]
Bilinmeyeni,
hayali görüneni uygulanabilir
niteliğe dönüştürürken zor yollardan geçmek durumunda kalınıyor.
Berke’nin ifade ettiğine göre Amerikan akademik çevreleri üstüne incelemesinde
Veblen, sosyolojinin fenerini üniversite sisteminin karanl ık yerlerine tutmuş
ve akademisyenleri, ‘papazlar, şamanlar, büyücüler’ gibi diğer ‘gizli
(esoterik) bilgi’ bekçileriyle karşılaştırmıştır. Sonuç olarak bu gizli
bilginin, ‘dışarıdaki herhangi birinin gözünde niteliğini, kapsamını ve
yöntemini grubun yaşam alışkanlıklarından aldığı besbelli olmakla birlikte’ o
grup içinde evrensel gerçek sayıldığını belirtmektedir.[38]
Bilgiyle
ilgili bir ayrım, kamusal ile ‘özel’ bilgi aras
ındad ır.
Özel bilgi, ‘kiş isel’ bilgi olmaktan çok, belirli bir seçkinler grubuna özgü
enformasyon anlamındadır. Devlet sırlarını ve incelenmesine bazen ‘gizli
felsefe’ de denilen doğa sırlarını kapsamaktadır. Örneğin, simyagerlik sırları,
bazen şifreli olarak, bazen dost ve meslektaşların gayri resmi şebekeleri
aracılığıyla bazen de gizli derneklerin içinde aktarılır. Teknik sırlar zanaatçı
loncalar ında paylaşılır, ama d ışar ıya sızd ırılmazlar.[39]
P. Burke, toplum dünyası
bir tarafa, bütün doğa dünyasını bile deneyler arac ılığıyla incelemenin
olanaklı olmad ığını belirtmektedir.[40]
Benzer
anlama gelen ifadeleri Otto (Rudolf), dışarıda
duran birisi için doğal olarak herhangi bir otorite değeri taşımayan mistik
durumların, mistikler için kesin bir geçerlilik arz ettiğini belirtir. Ona göre
mistik yaşantı, gerçekte rasyonalist birinin ula şamad ığı, hakikatle ilgili
başka alanlara kapı açan bir bilinçlilik durumudur.[41]
August
Comte (1798-1857),
insanlığın üç aşamadan geçtiğini ileri sürmüştür. Birincisi, doğa olaylarının
doğaüstü nedenlerle açıklandığı dinsel aşama. İkincisi, insanın felsefi ve
metafizik soyutlamalarla düşündüğü metafizik aşamaydı. Üçüncüsü, deneyime ve
nesnel gözlemlere dayanarak gerçeğe ulaşılan pozitivist aşama. Bu düşünceler
ağır eleştiriler aldı. Bunlardan biri, doğa bilimleri modelinin maddeden farklı
olarak istenç sahibi insana ve topluma uygulanamayaca ğıydı. Diğeri, duygular
ın ve ideolojilerin etkisi altında her insan gibi bilimcinin de, değil toplum
bilimlerinde, doğa bilimleri alanında bile yansız kalamayacağı ‘nesnel’ bilgiye
ulaşamayacağıydı. Bir
diğeriyse, pozitivist
bilim anlayışının toplum bilimleri alanında ‘değerler’ sorununu göz önüne
almadığı yolundaydı.[42]
‘Haluk
Nurbaki’ akılcı bilimin, dar gözlem penceresinden her şeyi çözmeye, yorum
yapmaya çalıştığını belirtir. Onlar, beş duyu aracılığı ile kavramak istediği
evrende bu beş duyunun ne kadar dar bir pencere olduğunu tartışmak istemezler.[43]
Dr.
Halûk Nurbaki’nin ‘İnsan Gerçeği’ başlıklı yazısında aşk, sevgi ve nefret de
kesinlikle madde ötesidir. İnsanın madde ötesi yanıdır.[44] Ona göre çağımızda madde
ötesi varlık kavramı fiziğe girmiştir.[45]
Çok yerde
bilgi türleri olarak ‘gündelik bilgi’, ‘din bilgisi’, ‘sanat bilgisi’,
‘teknik bilgi’ ve
‘bilimsel bilgi’ sayılmaktadır. E. Durkheim, M. Weber, M. Scheler, K. Mannheim,
P. A. Sorokin gibi
birçok bilim insanı bilimsel bilgiyle diğer bilgileri birbirinden ayırmıştır.
Bilimsel bilgilere mutlak ve evrensel kesinlik niteliği verirken, diğer bilgi
tiplerinin, sosyal aktörlerin toplumdaki konumlar ı tarafından belirlendiği
düşüncesini savunmuşlardır. Karl Popper ise, bilimsel araştırmalarda metafiziki
paradigmalar ın da (mesela yarat ılış gibi) kullanılabileceğini ileri sürerek,
alışılagelmiş pozitivist bilim anlayışının karşısına çok önemli bir metot ve
bak ış açısı teklifi getirmiştir.[46]
‘Sir لames لeans’, ‘Physics and
Philosophy’de fiziğin tanıdığı dünya tüm gerçekliğin yalnızca bir kesitini
yansıtır demektedir.[47]
Francis Bacon(1561-1626), doğru ve bilimsel bilgilere ulaşılabilmesi için,
‘idola’lardan yani ‘dü şünsel putlar’ olarak çevrilebilecek bu kavram içinde
duyulardan, kişisel düşüncelerden, toplumsal önyargılardan ve inançlardan
kurtulunması gerektiğini ifade eder.[48]
İngiliz
din bilgini Occamlı William ise mant ık, din ve felsefe kavramlarla, bilim
nesnelerle ( şeylerle) ilgili bilgi dallarıdır demektedir.[49]
Viyana Çevresi diye adland ırılan
oluşum içinde genel felsefe tavr ı, felsefenin bilimsel olması gerektiği
yönündedir. Viyana çevresi’nin metafiziğe bakışı da aynı çerçevede olmuştur.
Viyana çevresi filozo^arı metafiziğe karşı çıkmışlardır.
Metafiziğin doğrulama
sorunu ve doğrulanabilirliğine bakıldığında; bununla ilgili Ayer,
doğrulama ve
doğrulanabilirlik deneysel olgularla ilgili önermelere
ilişkin
kavramlardır demiştir. Viyana çevresi, doğrulanabilirliği
söz konusu
olmayan önermeleri bilimden
ve felsefeden çıkartmak istemiştir. Onlara göre olgusal birer anlam taşımayan
önermeler yalancı önermelerdir. Carnap’a göre de viyana çevresi’nde, bir
önermenin anlaml ılığı onun deneye dayalı doğrulanabilirliğine bağlıdır.
Carnap, doğrulanabilir önermelerin anlamlı olduğunu söyleyerek deneyi aşan ve
deneyin ötesinde kalan şeye ilişkin bilgi ortaya koymak isteyen tüm önermeleri
metafizik olarak adland ırır. Metafiziği yadırgama tavrında olan Carnap felsefe
tarihindeki görüşlerin neredeyse hepsini metafizik sayar. Carnap, felsefe
sorular ını, metafizik, psikoloji ve mant ık adlı alanlarda toplar. Felsefe
sorularından metafizik olanların sanat alanına ait olduğunu, psikolojiyi,
deneysel bir bilim alanı, kalanı ise mantığı oluşturur. Felsefenin amacı,
mantıksal çözümleme yaparak eleştirel bir etkinlik gerçekleştirmektir
dolayısıyla metafizik, bilgi olma bak ımından geçersiz k ılınmıştır. Bir
önermenin do ğrulanması için duyusal ya da anlık algılarımıza dayanan gözlem
yapmak gerekir. Bunun dışındaki önermelerin bilgisel değeri olmaz. Metafizik
önermeler, madde ötesine ait olduğu için bilgisel açıdan bir şey ifade
etmezler. “Öte” ile gözlemlenebilir olarak deneyin dışındaki her şey anlatılır.
Bilgilerin doğruluğu sorununa açıklık getirmeyi amaçlayan Viyana çevresi, güven
duymamızı sağlayıcı bir ölçüte dayanarak sorunu çözdüğü düşüncesindedir.
Onlar bu ölçüte göre
metafizik kavramını oluşturur. Sonuçta Viyana çevresi’nin kendi felsefe
anlayışı çerçevesinde oluşturduğu bir metafizik kavramına dayanarak felsefede
metafiziği yadsıdığı görülmektedir.[50]
Bilimsel aç ıdan,
metafiziki yaşant ılar ve meditasyonel alıştırmalardaki değişmelerin
kaydedilmesiyle ilgili çe şitli imkânlara ulaşılmıştır. Beyin aktivitesini ölçmek
üzere geliştirilen elektroansefalografi (EEG), kalp aktivitesini ölçmek üzere
geliştirilen elektrokardiyografi (EKG) ile göz hareketlerini tespit etmek üzere
geliştirilen elektrookulografi (EOG), bu bağlamda kullanılan ölçme araçlarından
bazıları olarak sayılabilir[51]
‘Metafiziğin Adı’ ve
‘Metafizik Tartışmaları’ bölümlerinde metafizik içinde yer alan başlıklarla
ilgili bilim insanlarınca çeşitli görüşler olduğu belirtildi. Bu bölümde
mantık, felsefe, din ve kehanet konularına girmeksizin farklı özellikleri olan
veya insanların yaşayarak öğrendiği ve gösterdiği çeşitli metafiziki,
psikolojik, parapsikolojik konulara değinilecektir. Tart ışması devam eden ve
kimilerine göre tanımlanamayan varlık, kimilerine göre ise cinler diye tarif
edilen konuya yer verdikten sonra zihin kontrolü ile parapsikoloji içinde
önemli yer tutan ve daha çok görüldüğü, yaşandığı iddia edilen konu başlıklarına
değinilecektir.
4 ا ^Tanımlanamayan Varlıklar
Tanımlanamayan
varlıklar, kimilerince cin olarak adlandırılan varlıklardır.
Cinler, masallara ve baz ı
inançlara göre, görünmeyen, türlü biçimlere girebilen, iyilik veya kötülük
yapabilen yarat ık[52]
olarak tarif edilmektedir. Deyim içinde ele alındığında cin çarpmak: Bir
inanışa göre, cinlerin ökesiyle inme inmek manasında kullanılır.
Birini cin tutmak: Bir inanışa
göre cinlerin etkisiyle delirmek,[53]
olarak açıklanmaktadır. Büyük Larousse’de cin, İslam inanışına göre, bir
dumandan ya da ateşten oluşan, duyularla algılanamayan ve zekâs ı olan cisimsel
bir varlıkt ır. Cin çarpmak
ise inanışa göre cinlerin kötülüğüne uğrayarak ağzı burnu eğilmek, aklını
yitirmek,[54]
diye tarif edilmektedir. Benzer bir kelime ise peridir. Peri; cin taifesinden
hayali bir güzelliğe sahip zararsız ve daima dişi olarak tasvir edilen,
cisimleri ‘latif olan ve görünmeyen bir varlıktır.[55]
Cin,
göze görünmeyen akıllı ve mükellef varlıkları temsil etmektedir. Cinler
hakkında İslam âlimleri iki görüş belirtmişlerdir. Bunlardan biri, cinlerin
mutlak manada gizli, görünmeyen yaratıklar olduğu görüşüdür. Bir diğeri ise,
cin görünmeyen varlıklar ın bir kısmının ismidir. Görünmeyen varlıklar ın, iyi
olanlar ına melekler, kötü olanlarına şeytanlar, her iki özelliği gösterenlere
ise cinler denmektedir. Deyim içinde cin çarpmak, gözle görülmeyen varlıkların
kötülüğüne uğramış olanlar için söylenen bir tabirdir.[56]
Anadolu’da
yaygın bir inanışa göre cinler gözle görünmeyen, insan biçiminde küçük
yaratıklardır. Genellikle ağaç kavuklarında, terk edilmiş değirmenlerde,
karanlık çöktükten sonra hamamlarda ve ıssız evlerde yaşamaktadırlar.
Gündüzleri ortaya çıkmazlar, güneş bat ımından sonra ıssız yerlerde dolaşırlar,
eğlenceler düzenlerler. Yaşama biçimleri insanlara benzer. Doğar, büyür,
evlenir ve çocukları olur, sonra da ölürler. İnsanlara bazen iriyarı bir Arap,
bazen kara köpek, keçi, tavuk gibi hayvan kılığında görünürler. Bazı insanları
etki altına alarak, istekleri doğrultusunda kötü işler yapt ırdıklar ına
inanılır. İstedikleri kiş iyi tanıdıklar ının sesiyle çağırarak evden çıkar ır,
karanlıkta uzaklara götürüp bırakır ya da çeşitli hayvan biçimlerine sokarlar.
Kendilerine iyilik eden insanlar ı ödüllendirir, saygısızlıkta bulunanlar ıysa
cezalandırırlar. Buna halk arasında cin tutması ya da cin çarpması denmektedir.[57] Kuran’a göre, akıllı
varlıklardan insanlar topraktan ya da çamurdan, melekler nurdan, cinler ise
ateşten veya çok sıcak ateşten yaratılmışlardır. Cinlerin, insanlar gibi
akılları, sorumluluklar ı ve yükümlülükleri vardır.[58]
‘Cinler’
başlıklı yaz ıda Prof. Dr. Kerem Doksat: "Pozitif bilimle uğraşan bir
bilim adamı olarak cinlerle ilgili spekülasyonlar ın içine girmem. Ben hastanın
beyninde ne oluyor, bunlar ın psikolojik mekanizmalar ı neler, bu hastalara
nasıl yardımcı olurum bununla uğraşırım... Bize gelen insanların büyük
çoğunluğu akıl hastası. Ancak az sayıda vakada böyle bir hezeyan ve yanlış
inanç yokken benzeri şeylerin olduğunu görüyoruz. O zaman içim cız ediyor!
Çünkü rahmetli babam Recep Doksat'ın da olmasını çok istediği, bilimsel bir epistemoloji
ile çalışan bir parapsikoloji enstitüsü ya da kürsüsünün hala olmamas ına içim
sızlıyor. Çünkü bu
tip konularla parapsikoloji uğraşır,"[59] demektedir. Bir bilim
insanı olan Doksat, parapsikoloji ile ilgili eksikliği görmektedir. Cinler
konusunda yüksek lisans yapan ve master tezi
hazırlayan Dr. Ali Ataç cinlerin, nasıl adlandırırsak adlandıralım, ateşten
yarat ıldığını ve şekillerinin saydam olduğunu, insan gibi akıl ve irade sahibi
olduklarını ve yeryüzünde yaşadıklarını belirtmektedir. Kur'an-ı Kerim'deki Cin
Suresi ve 35'i aşkın ayete göre cinler insana itaat etmek zorundadır ona göre.
Bu yüzden kompleksli yarat ıklardır.[60]
Ona
göre cinler ışık hızıyla hareket edebiliyor, gökyüzüne bile ç ıkabiliyor. En
üstün cin olan şeytan, Allah'a başkaldırdığı için cezalandırıldığını söylüyor.
Cinlerin insandan önce yarat ıldığını ve Hz. Muhammed döneminde ya şayan
cinlerin bugün hala hayatta olduğunu ifade ediyor. Cinlerin ömürlerinin
1000-1500 yıl arasında değiştiğini, insanlarla aralarındaki tek farkın, onlar
bizi görüp, incelemekte, oysa biz onlar ı görememekteyiz. Aristo'nun, Kristof
Kolomb'un ya da Naz ım Hikmet'in ruhuyla konuştuğunu öne sürenler, hummalı ruh
çağırma seansları düzenleyenler Ataç'a göre kendilerini aldatıyor. Çünkü cinler
oyun oynuyor ve bir kişinin ruhu adı altında seanslara bambaşka bir boyutta
yaşayan cinler katılıyor. Dr. Ataç’ın araştırmalarına göre
cinler
toplu halde, insanların yaşamadıkları tenha yerlerde, dere kenarlarında,
mezarlıklarda ve çöplüklerde yaşıyorlar, insanlar ın yemek artıklar ıyla
besleniyorlar. Ataç, cinlerin insandan güçlü, üstün özelliklere sahip,
korkulması gereken bir varlık olarak görülmemesi gerektiğini söylüyor. Çünkü bu
âlemde en üstün varlık insandır, diyor. Yine Ataç'a göre cinlerin ilim üretme,
medeniyet kurma gibi yetenekleri yoktur. Kapasiteleri, zekâları ve bilgi
seviyeleri 12 yaşındaki bir çocuğunki kadardır. Dr. Ali Ataç, "cinlerle
iletişim karmak için medyumlara ihtiyaç yok" diyor ve dileyen herkesin
cinlerle kolayca temasa geçebileceğini iddia ediyor. Ancak cinlerin geçmişten
gelen yaratıklar olarak bugün de yaşadığını, dolayısıyla gelecekten haber
veremeyeceğini ifade etmektedir. Ataç, "Medyum Memiş hem 'Gaybden bilgi
veremem' diyor, hem de 'Bu sene Fenerbahçe şampiyon olacak' diyor. Bu ancak
onun yorumudur. Cinlerine dayanarak gelecekle ilgili hiçbir kehanette
bulunamaz, hiçbir haber veremez" diyor. Yine Ataç, "Baz ı insanlar ın
ruhlar ı cinlerle temasa müsaittir, çabuk trans haline geçebilir, çabuk bizim
buudlarımızın dışına çıkabilir ve onların âlemi, onların buudları, onların
dilleri ve haberleşmeleriyle mayalanabilirler. Bu bir fıtrat meselesidir ve
bundan bir insani üstünlük manası çıkarılmamalıdır," demektedir. İnsanın
her arzu ettiği yerde cinlere iş yaptıramayacağını ama kolayca onlarla bağlant
ıya geçebileceğini ifade etmektedir Ataç. Kişinin birtak ım kelimeleri ve
isimleri, sırlı kilitleri açar gibi kullanarak cinlerle temasa geçebileceğini
ama cinlerden kolay kolay istifade edemeyeceğini dile getirmektedir. İnsanlar,
birtakım kelimeleri birer kod, birer telefon numarası gibi kullanarak ve
belirli sayıda tekrarlayarak cinlerle irtibat kurmakta, fakat genelde zararlı
çıkan da insanoğlu olmaktadır. Çünkü bu irtibatların bilen kişilerle yapılması
gerekir. Her iki varlık da farklı boyutlarda yaşadığı için irtibat kurmaya
karar verildiğinde enerji onları karşılamaya yetmeyebilir ya da onları negatif
etkileyebilir. Dolayısıyla ipler cinlerin eline geçer ve psikiyatrların
possesyon dediği durum ortaya çıkar. Sonuçta bedensiz bir varlık insanı
yönetmeye başlar. Birtakım yolları ve usulleri olmakla beraber cinlerle irtibat
kurmak bir rehber eşliğinde yap ılmalı ve rehber işinin ehli olmalıdır. Belli
bir usul, prensip ve rehber olmazsa hata yapıp paçayı kaptırmak, meczup
yaftasını sırtta görmekle sonuçlanabilir ona göre.6؟ Doktorasını "cinler
ve büyü" üzerine yapan Doç. Dr. Ali Osman Ateş ‘Cin Dosyası’ başlıklı
yazıda ifade edilene göre; cinleri görmek, onlarla evlenmek ve cinlerin
yiyecekleri konusundaki kaynakların çürük olduğudur. Yine bu konuda geniş bir
araştırma yapan Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. İlyas Çelebi de,
kaynaklardaki iki görüşten birinin sessiz olarak kabul edildiğini ve diğer
görüşün hiç kaale alınmadığını belirtiyor. İnsanlar ın cinlerden
faydalanmasının kesinlikle mümkün olamayacağını savunan bu iki bilim adamı,
cinlerle uğraşanların yüzde doksanının şarlatan olduğunu ve bu kişilerden
yardım talep etmenin doğru olmad ığını ileri sürüyorlar. "Ruh Dosyas ı'
adlı bir kitabı bulunan araştırmac ı- yazar Ahmet Ersöz ise cinlerle
ilgilenmenin yasak olduğunu, onlar vasıtasıyla yardım istemenin doğru
olmadığını vurgularken, insanların cinlerle irtibat kurmalarının mümkün
olabileceğini ifade ediyor. Ahmet Ersöz, "gönül gözü açık olan herkesin
cinlerle irtibat kurmalarının mümkün olduğunu" kaydederek bu konudaki
yaşanmış olayları örnek gösteriyor. Psikolog Dr. Kerem Doksat, beyinsel bir
rahatsızlığı olmayan bazı insanlar ın yaşad ıklar ı olaylarla karşılaştıklar
ını ve bunu bilim ad ına reddetmenin bağnazlık olacağını vurguluyor: "Bu
tip konularla parapsikoloji uğraşır. Çünkü parapsikoloji, klasik psikolojinin
uğraşmaktan kaçındığı noktaları bilimsel metotlarla inceler. Ruhbilim deyimi
yanlış kullanılıyor aslında, çünkü ruh çok geniş bir kavram. Hâlbuki bizim
ilgilendiğimiz saha yalnızca beyinle ilgili. Bu nüansı yalnız Araplar ayırmış
lar. 'İlm-i nefs' diyorlar."
Doksat, bu konular ın açıklığa kavuşabilmesi için ülkede parapsikoloji
kürsülerinin kurulması gerektiğini söylemektedir. Cinlerin en çok hamam, otluk
ve çöplük gibi pis yerlerde bulunduğu kaydedilmiştir. Cinler cismen latif
varlıklar olsalar da insan, hayvan, yılan, akrep, deve ve sığır kılığına
bürünüp çeşitli şekiller alabildiği hatta katır ve merkep şekline girdikleri,
kuş kılığına bürünüp havada uçtukları belirtilmektedir. Maric ve nar'dan yarat ılan
cinler, insana benzer şekilde görünür hale de gelirler. Yani cinlerin,
rüyalarda insanların mana âlemine girdikleri gibi, rüya dışında da görünür hale
gelerek, insanların yaşadığı âlemi onlarla paylaşabildiği ifade edilmektedir.
Fakat bu, cinlerin as ıl hüviyetleri değildir, göründükleri insanların ruh
aynalarına aksediş şeklidir. Yani insan olan alıcının kabiliyetine göre bir
aksediştir.[61]
١ 4 ? Zihin Kontrolü
Güvenlikle
ilgili önemli metafiziki olaylardan birisi zihin kontrolüdür. Bu konuda saygın
bir yeri olan N. Tarhan, ‘Duyu Ötesi Algı’ başlıklı yazısında Amerika
Birleşik Devletlerinin,
parapsikolojik araştırmalar için büyük bütçeler ayırdığını
belirtmektedir. Beş duyuyu kullanmada insanın geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman
hakkında bilgi edinmesinin çok ilgi çeken bir konu olduğunu ifade etmektedir.
Telepati, durugörü(Clair-voyance), altıncı his de denilen bu algılama biçimi
hakkında bilimsel çalışmalar yapıldığını ama henüz sağlam delillere ulaşılamadığını
yazmaktadır. Ona göre, sesin, elektromanyetik frekansın ve lazerin varlığı
başka dalga boylarının varlığına da kanıt olabilmektedir. Zihni kontrol
etmenin, ikizlerin, anne-çocuk arasındaki uzaktan duygusal etkilenmelerin nasıl
olduğu, henüz tam olarak çözülemedi ona göre. Bu arada rüya laboratuarlar ında
telepati yolu ile kavram ve imaj uyand ırıldığının gözlemlenmesi elektronik
psikiyatri açısından devrim niteliğindeki bir gelişme olduğu inancındadır.
Araştırmalarda, duru görü veya beden dışı sezgi denilen bir yöntemde de, bazı
denekler bir odaya gizlenen nesnelerin yerini tespit etmeyi başarabiliyor
demektedir. ‘Remote Viewing, remote sensing’ denilen uzaktan görme ve hissetme
özelliği olan insanların, bunu nasıl başardıkları konusu bilimin ilgi alanına
girdiğini, uzaktan görüşün, elektromanyetik işleyişinin nasıl olduğu
çözülebilirse insanlığın kaderi bundan etkileneceğini ve sonuç olarak insan
zihninin uzaktan kontrol edilebilmesinin dünya için sosyal ve politik
etkilerinin çok fazla olacağını ifade etmektedir.[62] ‘Psikolojinin Bugünü’
başlıklı yazısında ise Tarhan, insan beyninin nöron denilen hücrelerden
oluştuğunu, bilgisayarların da silikonlardan oluştuğunu, bilim adamlarının
sürekli zihinlerini işgal eden ‘beyindeki bilgileri bilgisayara, bilgisayardaki
bilgileri de beyne nakledebilir miyiz?’ sorusu artık hayal
olmaktan çıktığını ifade etmektedir. İnsan beynine mikroçip konulursa onu
yönlendirmek mümkün olur mu? İlaç verilmesi halinde insan davranışlarını
değiştirmek mümkün müdür? Bu soruların, üzerinde çalışılan akademik araştırma
konuları olduğunu yazmaktadır.[63]
j.
Keith, ‘CIA ve
Zihin Kontrolü’ başlıklı yazıda ifade ettiğine göre sorgu sırasında
kullanılacak bir ‘gerçek ilacı’ için bir araştırma başlat ılmış. Bu ilac ın
sonralar ı ‘Mançuryalı Aday’ -hipnoz yöntemiyle programlanan ajanlar ve
suikastçılar- olarak adlandırılacak kişiler üzerinde kullanılacağını iddia
etmektedir.[64]
Ayn ı
yazıda İnsan Kaynaklar ı Komitesi Sağlık ve Bilim Araştırmaları Alt Komitesi
tarafından, 1977’de hazırlanmış Kongre Raporu’ndan derlenen, ilk önemli CIA
zihin kontrol araştırmalarının listesi kısa açıklamalar ıyla beraber şu şekilde
sunuluyor:
‘‘MKDELTA:
Gizli operasyonlarda biyokimyasalların kullanımı konulu, Ekim 1952’de CIA
tarafından yürütülen ilk projedir. Fiili olarak hiçbir zaman
gerçekleştirilmemiş olabilir.
MKULTRA:
Nisan 1953’te başlatılan, MKDELTA’nın ardılı olan ve 1960’ların sonlarında,
muhtemelen 1966’dan sonra son verilen bir projedir. Bu program, insan
davranışını denetlemenin çeşitli araçlar ını tasarlamıştır. İlaçlar bu
etkinliğin yalnızca bir yönüdür.
^/□؛NAOMİ: Bu proje 1950’lerde
başlatıldı ve 1969’da bitti. MKDELTA’dan sonra başlatılmış olabilir. Amacı
hareketi kısıtlayan ve öldürücü malzemeleri depolamak ve bu malzemeleri yayacak
bir aygıt geliştirmekti.
^/□؛CHKWIT:
^/□؛SEARCH
programının devamı niteliğindeydi. Bunun amacı Avrupa ve Asya’daki yeni
uyuşturucu gelişmelerini belirlemek, bilgi ve örnek toplamakt ı.
MKOFTEN:
Bu da MKSEARCH projesinin bir devamıydı. Bazı ilaçlar ın insanlar ve
hayvanlar üzerindeki davranışsal ve toksikolojik etkilerini test etmek
amaçlanıyordu. ’’[65]
Aynı
yazıda, 25 Ocak 1952 tarihli çok gizli ‘Başkan İçin Muhtıra, Tıbbi Personel,
ARTICHOKE Projesi, I&S Role’ün değerlendirmesinde şu soru soruluyor: ‘‘Bir
kişiyi iradesine ve hatta kendisini koruma içgüdüsüne rağmen istediklerimizi
yaptıracak kadar kontrol altına sokabilir miyiz?’’ Cevabı, 1953’te, Princeton
mezunları karşısında konuşan CIA yöneticisi Allen Dulles veriyor: ‘‘İnsanlar ın
zihnindeki savaş’ta iki cephede mücadele ediliyor. Amerika’daki cephelerden ilki, sansür
ve halkla ilişkiler yöntemleriyle sürdürülen indoktrinasyon; daha hayati ve
uzmanlaşmış bir cephe olan ikincisiyse kişisel ‘beyin yıkama’ ve beyni
değiştirmedir.’’[66]
Yine CIA’de zihin kontrol programlarının önemli idarecilerinden biri olan ve
Coltech’de biyokimya üzerinde doktorasını tamamlayan Sidney Gottlieb’in 33 ya
şında Ajans’ın teknik servis bölümünün başına geçtiğini ve 1973’e kadar MKULTRA
ve onun, üniversiteleri, hastaneleri, hapishaneleri, ülke sınırındaki askeri
kurumlarıyla en az 149 alt kümesini yönettiğini ifade ederek, Gottlieb’in
günlüğünden bir alıntı şu şekilde yazılmaktadır:
‘‘11 Mayıs 1953, Kayıtlı
Denek Üzerine Notlar:
1-
Yazar bugünü deneyleri inceleyerek geçirdi.
2-
Projenin mevcut
durumunun genel tablosu, dikkatle hazırlanmış beş büyük deneyden birini ifade
ediyor. Yılın büyük bir bölümü yaklaşık yüz kişilik büyük bir denek grubunun
gözlenmesi ve ayarlanmasıyla geçti.ل Eylül’e kadar mümkün olduğunca fazla verinin toplanması ve bu
tarihte beş deneyin tamamlanmış olması tasarlanıyor. Bu beş deney; (N, deneye
katılan toplam denek sayısıdır.)
Deney 1- N-18, Hipnoz
yoluyla neden olunan endişelerin 1 Eylül’de tamamlanması. Deney 2- N-24,
Hipnozla ö ğrenme ve karmaşık bir yazının hat ırlanma becerilerinin
geliştirilmesi, deneyin tamamlanma tarihi 1 Eylül.
Deney 3- N-3, Hipnoz
altında doğru yanıt verme, deneyin tamamlanma tarihi 15 Haziran.
Deney 4- N-24, Hipnoz
yoluyla karmaşık biçimde yerleştirilmiş fiziksel objeleri çözümleme ve anımsama
becerisinin geliştirilmesi.
Deney 5- N-100, Hipnoza
karşı hassasiyet ve kişilik arasındaki ilişki.
3-
Gelecek yıl
(1 Eylül 1953’ten 1 Haziran 1954) üzerinde yoğunlaşılacak işler:
Deney 6- Mors alfabesi
problemi, üniversite gönüllüleri arasından daha düşük IQ seviyesine sahip
kişiler seçilecek.
Deney 7- Hipnozla edinilen
bilginin belirli işaretler aracılığıyla hat ırlanması.’’[67]
Aynı
başlık altında ifade edilenler arasında ^]؛ULTRA kapsamındaki
araştırma alanları da var. Bu alanları
saymak gerekirse; ‘‘lobotomi ve diğer beyin ameliyatları; elektroşok ve
kimyasal şokun kullanımı; stresin insan üzerindeki açlık, korku, yorgunluk,
baskı ve şiddet gibi etkileri; uyuşturucu analizi; ultrasonik ve titreşim
dengesizliği ve denetimi; sorgulama teknikleri; konuşmaya ve hafıza kaybına yol
açan uyuşturucular, duyu yoksunluğu ve ‘elektro uyku’, radyasyon; gen
yapıştırma ve mutasyon yarat ımı gibi genetik araştırmalar; ESP; çeşitli beyin
yıkama formlar ı; kiş ilik değerlendirmesi; bilinci uzaktan denetimi; beyin
nakli ve elektrotlar; fahişelerin ajan olarak kullanımı; hormonal
ürünler ve
salgı ürünleri, uyuşturucu spreyler; LSD, amfetamin, morfin, eroin, kokain ve
haşhaş gibi uyuşturucular.’’[68]
Bilimin birçok alanında insanı kontrol etmekle ilgili, zihin kontrolünü
sağlayacak her nasıl bir yol varsa hemen hepsi araştırma konusu olmaktadır. Bu
araştırma konuları için bilimsel olup- olmaması değil, sonuç alıp-almamak
önemli bir kıstastır. Dikkat edilirse, bu araştırma konular ından bazılar ı
metafiziki konulara girmektedir. j. Keith benzer konular ı ele aldığı
kitabındaki ‘Estabrooks ve Mançuryalı Aday’ başlıklı yazısında, New York
Buffalo
yakınlarındaki
Colgate Üniversitesi
Psikoloji Bölüm Başkanı Dr. George Estabrooks’un
istihbarat ajanları ve casusların hipnoz ile denetlenebileceklerini fark eden
ilk kişilerden olduğunu belirtmektedir. Birinci Dünya Savaşı yıllarında
hipnozun casuslukta kullanılmaya başlandığını belirten yazar, 1920’lerde
Estabrooks’un, Harvard’da psişik fenomenler araştırmasıyla ilgilendiği, fakat
kısa süre sonra hipnoz ve bireylerin iradelerinin denetlenmesi üzerinde
yoğunlaştığını ifade etmektedir. Estabrooks’un ilk ve benzersiz bulu şlar ından
birisinin de çoklu kişiliğe sahip kişilerin iyileştirilmesinde kullanılan
hipnozun, kişiye birden çok kişilik kazandırmak için de kullanılabileceği
olduğunu yazmaktadır.[69]
Benzer bir konu-yöntem ise son yıllarda üzerinde çok çalışılan ve durulan,
insana elektronik implantlar yerleştirilerek kişinin beynini, uzaktan kumanda
ile yönetme çabaları olduğu belirtilmektedir.[70]؛ N. Tarhan ‘Mikrodalga ile
Beyin Kontrolü’ başlıklı yazısında mikrodalga ile uzaktan gürültü hissi
oluşturmanın mümkün olduğunu ifade ederek şu açıklamayı yapıyor:
‘‘Elektromanyetik ritmik vuruşlar, kişiye başını elektrikli matkapla oyulduğu
hissi uyandırabilir. Çok düşük frekans da (VLF), iyonlamanın olmadığı bir radyoaktivite
ile baş ağrısı, kulakta çınlama, sinirlilik hali, depresif durumlar, hafıza
kaybı hatta panik duygusu oluşturulabilir. Radyasyonun diş dökülmesine, kan
kanserine ve sakat doğumlara neden olduğu bilinmektedir. İyonlanmanın olduğu
radyasyonlar, X ışınları Radyum gibi kanser tedavisinde, kanserli hücreleri
öldürmek için kullanılır. Bu ışınları uzaktan yönetmek mümkün olmamakta, fakat
mikrodalga kaynağını 1-2 km. uzaktan bir hedefe yöneltmek mümkün
olabilmektedir. Kötü niyetli
kişilerin elinde korkunç bir silah haline dönebilen bu teknoloji, insanlık dışı
amaçlarla kullanılırsa bu dünyanın sonu demektir.’’[71] Beyin kontrolü, zihin
kontrolü ile ilgili gelişen teknolojinin kullan ıldığını ve bu teknolojinin
sıkı denetimle takip edilmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte bazı
olaylarda kullanılan ve yakalanan zanlılar ın, olayla ilgili hafıza kayıplar
ının ve panik durumlarının anlaşılması bakımından önemli bir bilgidir bu. Aynı
yazar ‘Elektronik Parça Yerleştirmek Mümkün Mü?’ başlıklı yazısında insan
davranışını kontrol etmeyi isteyenlerin, hayvan deneylerinde bu düşüncelerini
gerçekleştirdiğini belirtmektedir. Bu konuda şunlar ifade edilmektedir: ‘‘FM
radyo kanalı ile sinyaller alabilen ve nakledebilen minyatür elektrotlar,
hayvan kafasına yerleştiriliyor. Bu işlemlerden sonra maymunda cinsel
saldırganlık, boğada aniden durma komutu verme deneyleri başarılı oldu. Yunus
balıkları yönetilebildi. Beyin elektronikle uyarılması konusu, ABD’de zihinsel
özürlüler ve e şcinseller üzerinde araştırıldı. Araştırmacı لames Olds, beynin
hipotalamus bölgesine elektronik implant yerleştirerek eşcinselleri kontrol
etmeyi başardı. Hastalarda korku, heyecan, halüsinasyon oluşturarak onların
davranışlarını ödüllendirdi veya cezalandırdı. Zihinsel özürlülere de benzer
deneyler yap ıldı. Yap ılan bu çalış malar çok tartışıldı. Bilimin iyiliği
değil, hastanın iyiliğinin ön planda tutulması gerektiği etik kuralına göre
çalışmalar durduruldu. FM radyo kanalında sinyaller alabilen ve nakledebilen,
uzaktan beynin elektronik uyarılması konusu ateşli tartışmalara konu oldu.
Hatta Fransa’da ‘her doğan çocuğa kimliğini belirtir elektronik parça
yerleştirerek ömür boyu nerede olduğunu izleyebiliriz’ tezi bile ortaya atıldı.
İnsanın robot gibi tuşlarla kontrol edilebilmesi, çok tehlikeli bir gelişmeydi.
Elektronik implantı (Stimoreceiver) bulan Dr. Delgado, beynin amigdal ve
hipokampus gibi alanlarını canlandırarak neşe, tuhaf duygu, renkli görüntü
gözlemlediğini kitabında kaydederek açıkladı. Radyohipnotik beyinler arası
kontrol projesi, elektronik hipnoz yapmayı amaçlamaktad ır. Bu proje ile kişiye
istemediği şeyler yaptırmak mümkün hale gelecektir. Tuşlarla kontrol edilebilen
insana neler yaptırılmaz ki!’’[72] Anlaşılmaktadır ki,
insanın kontrol edilmesiyle ilgili gelişmeler dünyanın kontrolünü kaybetmeden
önce insanlarca iyi takip edilmelidir. 1943’te Estabrooks’un yazdığı Hypnotism
adlı kitapta denetim altına alınan suikastçıların yarat ımı anlat ılmaktad ır.
1945’te ise Estabrooks, Richard Lockridge ile birlikte, Death in the Mind
adında bir roman yazarak, romanında Naziler’in Müttefik güçlerini ele geçirerek
hipnozla onlar ı ajanlaştırdığı belirtilmektedir.[73]
R^ode
Island Evening Bulletin’e verdiği bir demecinde Estabrooks, hipnoz sıras ında
kişilikleri bölünerek casuslaştırılan kişilerle ilgili: ‘‘Bu meziyet bilim
kurgu meselesi değildir. Bu yapıldı, yapılıyor. Bunu ben yaptım,’’ demektedir.[74]
George Estabrooks zihin kontrol suikastç ılar ının ve hipnozla yerleştirilmiş
çoklu kişiliğin yarat ımında ilk çalışmaları yapan kişidir.[75]
‘Estabrooks
ve Mançuryalı Aday’ başlıklı yazıda İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Amerikalı
istihbarat ajanlarının, deneklerin kişiliklerini bölüp yeni bir kimlik
oluşturabildikleri ve bu sayede hem denekten hem de deneği sorguya çeken
kişiden bilgi sızd ırabildikleri ve deneğin zihnine yanlış bir hafıza
yükleyebildikleri ifade edilmektedir.[76]
22
Kasım 1963’te gerçekleşen Başkan John F.
Kennedy
suikastı
ile ilgili zanlı Lee Harvey Oswald’ın zihninin denetlendiği ve Kennedy’yi
öldürmek üzere hipnozla programlandığı, zanlı Oswald’ın katilinin(Ruby) de
zihni programlanmış biri olduğu, beynine bilinmeyen bir şekilde zarar verildiği
iddia edilmektedir.[77]
Yazar
j. Keith ‘Estabrooks ve Mançuryalı Aday’ başlıklı yazısında şunları ifade
ediyor: ‘‘İşleyen bir ABD İstihbaratı Zihin Denetim Programının Taslağı’
üzerine konuşurken, Açık Gözler operasyonundan örnek veriyor; bu proje içinde
zihni denetlenen deneğe ‘Açık Gözler’ diye hitap ediliyormuş. ‘Bu kısım, ‘Açık
Gözler’ operasyonuna adanmıştır. İnsanlarımızın hazır bir bölümü ülke
hastanelerini ve göçmen merkezlerini gezerek, adı geçen operasyon için adaylar
bulmak adına kapı kapı dolaşıyorlar. Yakın akrabası ya da dostu olmayan hedef
bireylerin yerini keşfediyoruz. Daha sonra uygunlukları psikiyatrlarımız
tarafından test edilen bu kişiler, ağır bir hipnoza alınıyorlar. Aday nispeten
yüksek bir IQ’ ya sahipse ‘çağrı listesi’ denen bir kategoriye kaydediliyor. Denenen
katılımcının IQ’ su 120’nin üzerindeyse, birinci derecede hipnoz altındayken,
tetikleyici bir sözcük ya da sayıyla uyarılıyor. Daha sonra sistematik olarak
deneğin geçmişini araştırıyor ve sonraları kullanılacak bir dosya
oluşturuyoruz. Haber verilmesi gereken bir akrabası yoksa dayanıklılığını test
etmek için deneği bizim seçtiğimiz bir yere götürüyoruz. Daha sonra muhtelif
basit ve belirli buyrukların kişiliğine yazılacağı 2. aşama hipnoza geçiyoruz.
Denek hipnozdan sonra buyruklara hala uyuyor, 2. seviye hipnoz altında
kendisine söylenen küçük ve önemsiz görünen işleri yerine getiriyorsa,
kendisine tanıştırdığımız birinden hatırlatıcı bir ‘hizmet notu’ alacaktır.
Diğer aşama, kendi kişiliğinin yeniden biçimleneceği 3. seviye hipnozdur. Ona
‘arkadaşları’ için yaptığı her şeyin, hatta ülkenin yasalarına karşı olduğu
düşünülse bile, iyi olduğu söylenecektir. O bizim tüm taleplerimizi yerine
getirebilecek yeterlilikte olduğuna inanacak ve yine normal yaşamını yaşamak
üzere serbest bırakılacaktır. (Sahaya gönderilmeden evvel bütün ajanlarımız bu
üç aşamadan da geçmek zorundadır.) Deneğin IQ’su
ne kadar
yüksekse, program da o derecede ilerletilir. IQ’su yeterince yüksekse kişiyi
Birleşik Devletler ve Kanada’nın pek çok yerinde bulunan tesislerimize ya da Çiğliğe
getiririz. (Dallas, ‘Doktor’un Hastanesi’ ana merkezlerimizden biridir.) Burada
deneği, artık doğru ve yanlış arasında ayrım yapamayacağı 4. seviye hipnoza
sokuyoruz. Bunu Çiğliğin t ıbbi tesisinde yapıyoruz- anlaşmalı olduğumuz
hastanelerden birinde. (Özellikle ölümcül ya da önemli görevler
gerçekleştirecekse, deneği Stony Dağı tesislerinde hazırlıyoruz.) 4. seviyede
beyne muhtelif programlar yazılabiliyor. Bu aşamada her buyruk kabul edilir.
Deneğe tamamen yeni bir kişilik, özgeçmiş verebilirsin ve onu, arzulanan
projenin gerçekleşmesi için programın ihtiyacı olan ne varsa ona
inandırabilirsin. Daha sonra ona yeni bir şehirde, yeni bir ülkede yeni bir
yaşam verilir. Ehliyet, araba, banka hesabı, pasaport, kredi kartları, kimlik
ve tüm küçük şeyler (aslında gerçek olmayan) aile fotoğra^arı gibi. Denek ve
hasta (aynı kişi), (kendisinin olduğuna inandığı) bir gündeme sahiptir ve
hipnozun 5. aşamasına hazırdır. Bu basamakta, bir kod kelime ya da bir seri
numarası ya da bir ses, kişinin beynine dikkatle işlenir. Bu, deneği harekete
geçirecek olan ‘tetik’tir. Sonra kişi sıradan ve hatta yararlı bir yaşam sürer,
ta ki 5. seviye hipnoz esnasında kendisine işlenen ‘tetik’ çekilinceye dek,
ancak bu sırada kişi bir şey anımsayamaz. 5. seviye hipnoza alınmış birine,
ancak operasyonu tamamlamasından sonra yaklaşılmasının nedeni de budur. Hiçbir
bilinçaltı hipnoz programında gerçek hafıza yoktur. Bir şiddet edimi
gerçekleşirse, kişinin fiille hiçbir ilgisi bulunmayacakt ır. Yalnızca, bu
bilinçaltı davranış biçimini bilen psikiyatristler, 1. ve 2. seviye zihin
denetimine tabi tutulan birini ayırt edebilir. Bizzat kendim 1-5 arası
programlama aşamalarına tanık oldum ve 3. aşamada programlananlardan biriydim.
Ancak yüksek IQ (tercihen 130-140 arası) sahibi kişiler, onlara söylenenleri
çabucak anlayabilirler. Tüm yurtsever gruplar ve normal işçiler ve hükümetle
sözleşmeli büyük firmalarda çalışan işçiler arasında hipnoz edilmiş kişi
vardır. .. .Açık Gözler kazara aktive edilmişti.
Cinayetleri durdurmanın bir yolu yoktu. Hepsi, en azından 3. seviyeye programlanmıştı.’’[78]
Ayn ı kitapta ‘Tanık: Claudia Mullen’
başlıklı yaz ıda Claudia Mullen’ın İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hükümetin
radyasyon deneylerini araştıran Birleşik Devletler Danışma Komitesi’nin
huzurunda konuştuğu belirtilmektedir.
Mullen, komisyona, 1957
ve 1984 yılları arasında, hükümetin oyununda bir rehine haline geldiğini ifade
etmiştir. Oyunun nihai amac ının; kimyasallar, radyasyon, ilaç, hipnoz,
elektrik şokları, su tüplerinde yalıtım, uyku bozukluğu, beyin yıkama, sözlü,
fiziksel, duygusal ve cinsel taciz aracılığıyla zihin kontrolünü sağlamak ve
mükemmel dedektifi yaratmaktı ona göre. Bilgisi dâhilinde olmadan 30 yıl
boyunca kullanıldığını ve ona yap ılan tek aç ıklamanın ‘Amaç, arac ı me
şrulaştırır’ ve ‘Onların kahramanlıkları sayesinde, komünizmle savaşarak ülkeme
hizmet ediyor olduğuydu’.[79]
j.
Keith’in kitabında bir başka tanık olarak yer verilen Katherine Sullivan: ‘anı
görüntüleri’nin, ona neler yap ıldığını ve hangi operasyonlara kat ılmak
zorunda bırak ıldığını saklamak için zihnine aşılandığından dolayı yanlış
detaylar hatırladığını iddia ediyor. Sanal gerçeklik
sistemleri
gibi ilaçlar, hipnoz ve elektrik tabancalar ı, onun kendi zihinsel
programlamasını gerçekleştirmesini neredeyse imkânsız kılacak biçimde, onu
programlamak için kullanıldığı belirtilmektedir.[80] Yazıda, 5 temel zihin
kontrol programlama sistemi(Alpha, Beta, Delta, Theta, Omikron) bulunduğu,
Theta programlamaya ‘psiş ik katiller de dendiği ve zihinsel enerji, telepatik
cinayet ile olayları etkilemek için kullanıldığı belirtilmektedir.[81]
‘ABD'nin
zihin kontrol harekâtı’ başlıklı bir gazete haberinde ABD'nin gizli bir
araştırmasının, New York Times Gazetesi'nin l6 Temmuz 1977 sayısında "ABD
insanlığın esir edilebileceği görünmez silahlar geliştiriyor" başlığıyla
duyurulduğu ifade edilmekte. Arizonalı gazeteci Walter Boward’ın 1978'de
yazdığı Operation Mind Control (Zihin Kontrol Harekâtı) adlı kitabında şunları
yazdığı belirtilmektedir:
"CIA'nın
uyuşturucu ilaçlarla yaptığı deneyler hükümetin uyguladığı çok gizli zihin
kontrol projesinin yalnızca bir kısmıdır. Bu deneyler binlerce kişi üzerinde 35
yıl devam etmiştir. Bu araştırmalar; hipnoz tekniği, narkotik-hipnoz,
elektronik olarak beyinin uyar ılması, ultrasonik, mikrodalgalar, alçak ses
frekanslar ıyla davranışlar ın etkilenmesi ve davranış değişiklikleri
terapisidir. Bu kabiliyetleriyle yeni tip bir harbe girişmesi mümkündür."[82]
1.4.3.Parapsikoloji
1.4.3.1.
Parapsikolojinin Adı
Parapsikoloji,
doğaüstü olayları araştıran ve telepati, gaipten haber alma, duyu dışı algılama
vb. olayları inceleyen
ruh bilimi,[83]
olarak tarif edilmektedir. ‘Parapsikoloji
Sözlüğü’nde ise normal ötesi olan ama ruhsal olaylara yönelik nicelik ve
nitelikteki çalışmalara ve deneylere verilen bilimsel tanımlama, ruhsal
olaylardan daha da uzaklaşarak, normal ötesi araştırmaların tüm bilimsel
yönlerini kapsamaktadır,[84]
şeklinde açıklaması yapılmaktad ır. ‘Parapsikoloji’ ba şlıklı yazıda, 1930’lu
yılların başında A.B.D de Duke üniversitesinde j.B.Rhine ve eşi L. R^ine
tarafından yürütülen
çalışmalarda psişik
çalışmalar ı belirtmek için almanca parapsychologie terimini kullandığı
belirtilmektedir. Alışılagelmişin dışı farklı psikoloji anlamına geldiği ifade
edilmiştir.[85]
‘Gizemden Bilime Parapsikoloji’ başlıklı yazıda parapsikolojinin doğanın
yasalar ıyla belirlenen ve ortaya çıkan olaylar ı, klasik-akademik bilimsel
anlayışın 'ötesine' geçerek araştıran bilim olduğu belirtilmektedir.[86]
Bir
başka yerde zihin faaliyetine bağlı olarak ortaya çıkan paranormal
olaylar ın
bilimsel yollardan incelenmesi[87]
veya ruh ötesi, gizli kuvvetler bilimi olarak tarifi yapılmaktadır. Mistik eğ
ilimli olmakla beraber deneyci olduğu ve fizik ile psikoloji alanına girmemiş
ruhsal fenomenleri incelediği, bugünkü pozitif bilime ters düşen bu gerçeklerin
sebeplerini ve oluşum şeklini araştırdığı ifade edilmektedir.[88]
Ruh varlığının bedende tezahüründen dolayı ortaya çıkan duyular dışı olaylara
ya da duyular dışı algılamalarımıza (DDA) da parapsikoloji olarak isim
verilmektedir.[89]
Normal
yaşantımızın kenarında, yanında cereyan eden fakat mevcut bilgilerimizle
açıklanamayan ruhi olaylar ifade edilmek için kullanılan parapsikoloji, beş
duyumuzun dışında bazı olayları sezebilmek, etkileyebilmek ve geleceğe, geçmişe
ait bazı şeyleri anlamayı kapsayan bir bilim dalı olarak ortaya çıkmaktadır.[90]
Parapsikoloji
duyular d ışı, algılama yeteneğini inceleyen, alışılagelmiş in dışında
psikoloji olarak tanımlanmaktadır.[91]
Bugünkü
bilimsel yasalar çerçevesinde yer almıyor izlenimini veren normal d ışı insan
yeteneklerini inceleyen bilimdir ve inceleme konuları uzun zaman doğaüstü ya da
yanılsama sonucu olduğu düşünülen olaylard ır. Anormal olgulara, bilimsel bir
yakla şımla yönelmek isteyen parapsikoloji, ispritizma, mistisizm ya da gizli
bilgilerden ayr ılır. Bu bilim dalı, ruhbilim sistemi içerisinde henüz yer
almamış, ama alacak olan ruhsal işlevlerin var olduğunu ileri sürer.
Parapsikologlar, hileleri, yanılsamayı ya da bilinen bir ruhbilimsel işlevin
çalışmasını bir yana bıraktıktan ve rastlantıyı da hesaba kattıktan sonra,
henüz çok yetersizce tanımlanmış bulunan ve insanın duyu ya da kas arac ılığı
olmaksızın çevresindeki dünya ile iletişime girmesini sağlayabilen yetilerin
var olduğunu savunmaktadırlar.[92]
Parapsikolojik
araştırmalarda, sonuçları tekrarlanabilir yöntemler geliştirmek üzerinde
özellikle durulmaktadır. Çünkü parapsikolojiye bilimsel bir statü tanınmas
ındaki başlıca engel, tatmin edici bir kuram ın olmamasının yanında, herhangi
bir
ekip tarafından bildirilen deneysel sonuçların, başka ekipler tarafından çoğu
kez tekrarlanamamasıdır.[93]
Parapsikoloji ile ilgili
bazı bilim insanlarınca ifade edilenler şöyle:
Dr. Halûk Nurbaki’nin ‘İnsan
Gerçeği’ başlıklı yazısında şunlar ifade edilmektedir: ‘‘Parapsikoloji bilim
adamlar ı, ruh varlığını ispat eden binlerce yayını bilimsel seminerlerde
yayınlamış lardır.’’[94]
Albert
Einstein ‘‘Yaşad
ığımız en güzel deneyim gizemler içinde olmakt ır’’,
diyor.
Psikanalizin babası Freud ise;
tekrar dünyaya gelse kendisini seve seve parapsikolojiye adayabileceğini
söylemektedir.[95]
Tasmanya
Üniversitesinden Dr. Jurgen, Rus
ve Çek bilginleri, paranormal olayları
kanunları olan birer fizik olay olarak kabul etmektedirler.[96]
1.4.3.2.
Parapsikolojinin Tarihsel Gelişimi
‘Siyasi Ve Askeri Sahada
Hipnozun Kullanımı’ başlıklı yazıda parapsikoloji teriminin ilk olarak 1880
yıllar ında Dessouir tarafından kullanıldığı belirtilmektedir.[97] Diğer taraman
parapsikoloji kelimesi 1920'li 1930’lu yıllarda Dr. j. B. R^ine tarafından,
Fransız psikolog Emil Boirac'ın "psikoloji ötesi" anlamında
kullandığı "parapsychique" kelimesinden uyarlanmış ve 1953'te
Hollanda, Utrecht'a toplanan Uluslararası Psişik Araştırma Konferansınca
parapsişik araştırma yapanlarca onaylanmış olduğu belirtilmektedir.
Parapsikoloji tarihini 4 önemli devreye ayırabiliriz: Klasik dönem, Mesmerizm
dönemi, spritüel bilgilerin ilk yayıldığı ve ekolleştiği dönem, deneysel parapsikolojinin
bir bilim dalı olarak üniversitelere yayıldığı dönem. 1700'lü yılların ikinci
yarısında, ilk olarak Viyanalı Doktor Anton Mesmer, kendisine sinirsel
problemlerle gelen bazı hastalar ının tedavisi sırasında mıknat ıslı çubuklar
kollanılarak sonuç alabildiğini görmüştür. Bir süre sonra ellerini de
kullanarak ayn ı işi yapabildiğini keşfeder ve bunu bedensel mıknatıslık olarak
açıklar. Bu deneysel çalışmalardan sonra, insana ait bu özellikler para ve ün
kazanma yolunda kullanılmıştır.
Parapsikoloji hakkındaki
bilimsel araştırmalar 19. yy.ın sonlarında başladı. O dönemde pozitif bilimin
ruhsal fenomenlere karşı katılığından dolayı çok az sayıda bilim adamı konuyla
ilgilendiler. 1841 yılında Dr. james
Braid, hipnoz
konusunda gelişmeler sağlarken, j. j. Thomson ve Sir
Oliver Lodge, 1870'lerde,
telepati çalışmalarının öncüsü oldular. 1882 yılında İngiltere'de bilimin
metotlarını ruhsal olaylara uygulamak üzere ilk parapsikoloji derneği kuruldu.
Çalışmalar iki ana yolda gelişme gösteriyordu. Bu yollardan birisinde
telepatinin gerçekliğini kanıtlama çalışmalar ı yapılıyordu. Diğerinde ise
ruhsal celseler yap ılarak, medyumlar ın ölmüş kişilerle bağlant ıya geçmesi
inceleniyor ve ölümden sonra ya şam araştırılıyordu.
1900'lü yıllarda
Amerikalı medyum Edgar Cayce
şifa ve geçmiş yaşam okumalarını gündeme getirdi. Dr. Edith Fiore ve Dr. Helen Wembach ekminezi
(ipnozla geriye götürme) çalışmaları yaparken, Sovyet mühendis Semyon Kirlian
tarafından 1939'da bulunan fotoğraf tekniği ile cisimlerin etrafında bulunan enerji
alanları tespit edilmiştir. 1950'li yıllara gelindiğinde, Amerika'da askeri
denizcilikte telepatinin kullanılması konusunda çalış malar ın ileri boyutlara
ulaştığı belirtilmektedir.[98]
‘Siyasi Ve Askeri Sahada Hipnozun Kullanımı’ başlıklı yazıda 30 Aralık 1969
yılında parapsikolojinin Amerikan Bilim Geliştirme Birliği (AAAS)'ne esas üye
olarak resmen kabul edildiği ve kararın AAAS Meclisi tarafından alındığı, bu
meclisin tıp, mühendislik gibi 300 bilimsel üye birlikleri delegelerinden
teşekkül ettiği ifade edilmektedir.[99]
Parapsikoloji
Kurumu 1969’dan bu yana Amerikan Bilimini Geliştirme Kurumu’nun bir üyesi
olmasına karşın, birçok bilimci ve filozof; açık bir ret veya sırf üstünde hiç
düşünmeme yoluyla, bunu hala bir bilim olarak görmemektedirler.[100]
Türkiye'de ruhsal
konularla ilgili ilk çalış malar 1900'lü yılların başlarında Dr. Bedri
Ruhselman tarafından yapılmıştır. 1945'de ilk eseri olan ‘Ruh ve Kâinat’ adlı
çalışmasından sonra 1950 yılında Metapsişik Tetkikler ve İlmi Araştırmalar
Derneği'ni kurmuştur. Halen faaliyetini sürdüren MTİA Derneğinin yanı sıra bir
kaç başka dernek ve kişi de bu konuda çalış malar yapmış ve baz ı bilim adamlar
ımız bu konu ile ilgili tezler vermiştir.[101]
Günümüzde
bu alanlarda çalışmakta olan onlarca kitapevinin yayınlamış olduğu yüzlerce
kitap vardır.
1.4.3.3.
Parapsikoloji’nin Konusu
Parapsikoloji
konusu ile
ilgili tart ışmalar çeşitli alanlarda yap ılmaktad ır. Bunlardan birisi de
gazetelerdir. ‘Ruhların peşinde...’ başlıklı haberde ölülerle ya da
kilometrelerce uzaktaki biriyle sadece beyin dalgalarını kullanarak iletişim
kurmanın, beyin dalgalar ıyla hastalık teşhisi ve tedavisi olmanın
‘‘parapsikoloji”nin inceleme alanına girdiği ifade edilmektedir. Günlük ya şant
ımızda zaman zaman başımıza gelen "rüyaların gerçek çıkması, olayları
önceden sezebilmek, bir anı daha önceden yaşad ığımızı hissetmek" gibi
nedenini aç ıklayamadığımız birçok olay, parapsikolojinin ilgilendiği konular
arasında yer almaktadır. Dünyada 19. yüzyıldan sonra hızla gelişen bir alandır
parapsikoloji. ABD, Kanada ve Japonya başta olmak üzere, birçok üniversitede
kürsüsü bulunuyor bu dalın. İstihbarat birimleri bu alanda çalışmalar yapan
kişileri kullanmaktan çekinmiyorlar. Türkiye'de üniversitelerde okutulmuyor ve
akademik olarak "parapsikolog" ünvanını taşıyan bilim insanı
bulunmuyor. Fakat bu alanda kişisel ya da dernek olarak, faaliyet yürütülüyor.
Pozitif bilimle uğraşanlar ise parapsikolojiyi eleştiriyor ve sorguluyorlar.[102]
Parapsikoloji çalış malar ını, modern bilimin dini konulara yakınlık göstermesi
olarak değerlendiren modern bilim ve yeni psikoloji, aslında dini anlamak için
ciddi bir gayret göstermemektedir.[103]
Bu
konuda gayret gösteren Naumov: ‘‘Ruhbilimin ortaya çıkardığı sorunlara bir
cevap bulunmak isteniyorsa, tüm parapsişik olaylar neden incelenmiyor?’’ diyor. Ona göre
parapsikoloji bütün bilgilerin, bütün ilimlerin karşı karşıya geldikleri bir
noktada olduğu için felsefe, bilim, din ve sanatın bir terkibi olarak göz önüne
alınmalıdır. İnsani faaliyetlerin tümünü kapsayan parapsikoloji, insanı kendi
tabiatını, esrarlı yapısını anlamaya yöneltmektedir.[104]
Bazı
olaylar ın aç ıklanmasında parapsikoloji anahtar görevi görmektedir. Bazen bu
bilim dalı bile açıklama getirememektedir. Bir örnek olarak şunu ifade
edebiliriz: ‘‘Tibet’teki Khaldan Manastırı inanılması güç bir mucizeye sahne
olmaktadır. Burası Budistlerin ve Tibet Lamalarının kutsal saydıkları bir
yerdir. Her sene binlerce kişi bu manast ıra hacı olmak için gelir. Manast ırın
bu derece ilgi görmesinin sebebi XIV yüzyılda ölen bir Budist rahiptir. Bu
Budist rahip Tsong- Koba’nın cesedi özel bir odada mumyalanmış olarak ve yerden
1,5 metre yükseklikte, boşlukta durmaktadır, ölü rahip tam alt ı asırdan beri
öyle havada durmaktadır. Mumya ne tavandan sarkan iplere bağlıdır ne de yerde
veya duvarda bir noktaya dayanmaktadır.
Bu olağan üstü tabiat
olayını izah edemediğimize göre Einstein’in sözlerini kabul etmek zorundayız:
‘Eskiler bizim bilmediğimiz pek çok şeyin sırrını biliyorlardı.’ Kozirev,
yerçekiminin yok olmasını, madde içinden geçen zaman enerjisiyle izah ediyor.
Fakat basit bir yöntemle bunu nasıl gerçekleştirebiliriz? Henüz bunun tam bir açıklaması
yok.’’[105]
‘Medyum Uzer: Üzeyir Garih’i uyarmıştım’ başlıklı haberde sadece Amerika değil,
Avrupa ve Rusya’da da parapsikolojiye çok ilgi duyulduğu ve bu ülkelerde
araştırmalar yapıldığı, lisansüstü üniversitelerde eğitim veren kürsüler ve
üniversiteler bulunduğu belirtilmektedir. Hatta Rusların da medyumlardan sıkça
kullandığı ifade edilmektedir.[106]
Peyami
Safa, paranormal, parapsikolojik
veya metapsişik olaylar ının kendi başlarına bir saha, yeni bilim konusu
olduklarını görmektedir. Bu konuda bilimsel yayınların çok olduğunu ve Avrupa
ve Amerika Üniversiteleri’nde bu konuyla ilgilenen enstitüler ve yapılan
araştırmalar için burslar verildiğini ifade etmektedir. Mistik hadiselerde
olduğu gibi parapsikolojik hadiselerde de mant ığımızın, standart bilimsel
tecrübe yöntemlerimizin d ışında kalan ve birçok aç ıklamalara yol açan sayısız
olaylar ın var olduğunu belirtmektedir.[107]
Parapsikolojinin
araştırma alanına giren ruhsal yeteneklerin, ya zihinsel deneyimler ya da
fiziksel etkiler olarak ortaya ç ıkt ığı, duyular dışı algılamaların (DDA) ise
bir kimsenin beş duyusunu kullanmadan kendi çevresindeki bir şeye karşı
duyarlılık göstermesi olarak açıklamak mümkündür. Parapsikolojinin kökenine
bakıldığında yaygın olarak "ruhsal deneyimler" olarak adlandırılan,
kendiliğinden ortaya çıkan olaylara rastlanır. Bu deneyimler hemen tüm
kültürlerde yer almıştır ve birbirlerine çok benzerlik gösterir. ‘Chicago
Üniversitesinin Ulusal Düşünceyi Araştırma Merkezi’ tarafından yapılan bir
araştırma sonucunda, Amerikalıların büyük bir çoğunluğunun hayatlarının bir
döneminde bir veya birden fazla ruhsal bir deneyimi yaşadığı anlaşılmıştır.
Avrupa'da yapılan araştırmalar da benzer sonuçlar vermiştir. Türkiye’de ise
telepati, haberci rüyalar, geleceği önceden sezinlemek ve şifa gibi konular
toplumumuzun doğal öğelerindendir.[108]
1.4.3.3.1.Suyun
Bilinmeyen Gücü
Su ile ilgili yapılan
birçok araştırma neticesinde elde edilen bilgilerin yerald ığı bir kitapta
konumuzla ilgili sayılabilecek yeni bilgilere ulaşılmıştır. M. Arat, bu konuda
bilgilendikten sonra köşesinde kitabın yazarı Dr. Masaru Emoto’nun deneyleri
ile ilgili
şunları ifade
etmektedir: ‘‘Tek bir su kristalini almış, ona ‘Senden nefret ediyorum’ demiş,
su kristali bulanmış ve çamur gibi olmuş. Aynı su kristaline ‘Seni seviyorum’
demiş, kristal mükemmel bir kar formuna dönüşmüş. Aynı su kristaline dua etmiş,
su kristali hayran olunacak güzellikte mükemmel bir form almış. Vücudumuzun yüzde 70’inden fazlası
su olduğuna göre, kızmak, bağırmak vücudumuzdaki su kristallerini bozmaktan
başka bir işe yaramıyor olsa gerek.’’[109] ‘Sudaki sır’ başlığıyla
yazılan haberde ise japon araştırmacı
Masaru Emoto’nun, suyun molekül yapısının insanların düşüncelerinden,
sözcüklerinden ve dinlemiş olduğu müzikten etkilendiğini belirlediğini
bildirmiştir. Tokyo’daki HA^O Enstitüsü’nün internet sitesinde yeralan haberde,
insanların yaşam kalitesinin, vücutlarındaki ve yerküredeki suyun kalitesiyle
bağlantılı olduğunu savunan Emoto, yaşama geçirilen pozitif düşünceler
sayesinde insanın vücudunda yeralan suyun, kişiyi mutlu kılabileceğini
bildirmektedir.[110]
M. Emoto,
‘Suyun Bilinmeyen Gücü’ adındaki kitabında aklına gelen bir varsayımdan
hareketle, suyun aldığı bilgiye bağlı olarak farklı kristal tipleri
gösterdiğini ispatlamıştır. ‘‘Buz kristali oluşumundaki farklılıkların
nedeninin yalnızca içinde klor bulunup bulunmaması değil, aynı zamanda o suyu
etkileyen bilgi olduğundan emindim. Bunu test etmek için, iki cam şişeye su
koydum. İçlerindeki suyun ‘okuyabileceği’ bir şekilde şişelerden birine
‘Teşekkür ederim,’ diğerine ise ‘sen aptalsın’ yazan bir etiket yapıştırdım.
Her iki şişedeki su da aynıydı. Sonra iki şişedeki suyu da dondurdum. Sonuçlar
teorimi desteklemenin çok ötesindeydi; ‘Teşekkür ederim’ yazılı şişedeki su
güzel altıgen kristaller oluştururken, ‘Sen aptalsın’ yazılı şişedeki suda
ancak kristal parçacıkları vardı. Su bilgiyi alıyor ve kristalleri bu
kara^eristikleri yansıtıyorsa, suyun niteliği aldığı bilgi temelinde değişiyor
demektir. Başka bir
deyişle, suya verdiğimiz bilgi onun niteliğini değiştirir.’’[111]
Kitabında ‘Su sözleri anlar’ başlığıyla yazılmış deneye de yer veren yazar,
deneyin, teorisinin doğru olduğu konusunda kendisini ikna ettiği için, suya
çeşitli bilgiler vermeye, onu dondurmaya ve kristallerini foto ğraflamaya
başlar ve çok ilgi çekici sonuçlara ula şır. ‘‘Tutarlı bir şekilde, suyun
olumlu sözcüklere güzel kristaller oluşturarak tepki verdiğini bulduk. Sanki
keyifli halini ifade etmek istercesine, kristaller bir çiçek gibi açılıyordu.
Tersine, suya olumsuz sözcükler gösterildiğinde, kristal oluşmadı. Örneğin,
suya ‘mutluluk’ sözcüğünü gösterdiğimizde, güzelce kesilmiş elmaslar gibi
dengeli biçimleri olan kristaller oluşturdu. Diğer yandan, suya ‘mutsuzluk’
sözcüğünü gösterdiğimizde bozuk ve dengesiz kristaller ortaya çıktı. Su
kristaller oluşturmak içim kendini zorlamış, ama gücü tükenmiş ve parçalanmış
gibi görünüyordu; mutluluk, o sudan uzaklaşıp gitmişti. Aynı suya, karşıt
sözcük çilleri göstermeye devam ettik: ‘aferin’ ve ‘çok kötü’, ‘hoşlanmak’ ve
‘hoşlanmamak’, ‘güçlü’ ve ‘güçsüz’, ‘melek’ ve ‘şeytan’, ‘barış’ ve ‘savaş’. Su
ancak kendisine olumlu sözcükler gösterildiğinde kristaller oluşturdu. İşin
ilginç yanı; su yabancı sözcüklere de Japonca sözcüklere verdiğine benzer, ama
bütünüyle aynı olmayan bir tarzda tepki verdi. Dünyanın her yanında minnettarlık
ifade eden thank you (İngilizce), duoxie (Çince), merci (Fransızca), danke (Almanca),
grazie (İtalyanca) ve kamusamunida (Korece) gibi sözcüklere tepki olarak güzel
kristaller oluşturdu.’’[112]
Araştırmasında, suyun aldığı bilgiyi yansıtacak şekilde iyileştiği ya da
kötüleştiği açığa çıkmaktadır. Dolayısıyla insanların aldığı
bilgiden etkilendiğine inanan Emoto, ‘‘çünkü bir yetişkinin vücudunun % 70’i
sudur,’’[113]
demektedir. Başlıca sudan oluşan insanların iyi bilgi alarak, zihin ve
bedenleri daha sağlıklı hale, tersine, olumsuz bilgi alarak hasta olmaya
gidebileceğini belirtmektedir.[114]
Olumlu
düşünme yönünde bir tutum olduğunda, sağlığın da genellikle düzeldiğini
belirten Emoto, açıklamayı tıp alanındaki ‘plasebo etkisi’yle yapar. ‘‘Yeni bir
ilac ın etkililiğini test etmek için, ilaç şirketleri klinik incelemeler yapmak
amacıyla tıp doktorlarıyla birlikte çalışırlar. Geleneksel bir yöntem iki grup
hasta almaktır. Hasta gruplarından birine yeni ilaç verilir. Diğer gruba yeni
ilaç verileceği söylenir, ama aslında bir plasebo (ilaç olmayan bir şey,
genellikle basit bir vitamin) verilir. Kendilerine gerçek ilaç verilen gruptaki
kişilerin ilac ın etkisi nedeniyle kendilerini iyi hissetmeleri anlaşılır bir
durumdur, ama plasebo grubundaki birçok kişi de kendisini iyi hisseder.
Elbette, plasebo grubundaki iyileşme derecesi çoğunlukla ilaç grubundakinden
daha azdır. Bununla birlikte,
çağdaş tıp bilimi insanların sadece bir plasebo kapsülü alarak kendilerini
nasıl daha iyi hissettiklerini kesin biçimde açıklayamamaktadır.’’[115]
‘Dikkatini vermek enerji vermenin bir yoludur’ başlıklı yazısında bir vakadan, The Hidden Messages in Water (Beyond Words Publishing, 2004) adlı kitabından bir
alıntı yaparak bahseder: ‘‘Dergimize abone olan bir aile ilgi çekici bir deney
yaptı. İki cam kavanoza pirinç koydular ve bir ay boyunca her gün birine
‘teşekkür ederim’ diğerine ise ‘sen aptalsın’ dediler ve bu dönem içinde
pirincin nasıl değişim gösterdiğini izlediler. Çocuklar bile, okuldan eve
döndüklerinde, pirinç kavanozlarına bu sözcükleri söylediler. Bir ay sonra,
kendisine ‘teşekkür ederim’ denen pirinç malt kokusuna benzer olgun, yumuşak
bir kokuyla mayalanmaya başlarken, ‘sen aptalsın’ denen pirinç çürüdü ve
karardı. Bu deneye yayımladığım kitapta (Messages from Water, C.1) yer
verdim, bunun sonucunda bütün Japonya’da yüzlerce aile aynı deneyi kendileri
yaptı. Herkes aynı sonuçları bildirdi. Ailelerden biri deneyde ufak bir
değişikliğe gitmişti: diğerleri gibi onlar da ilk pirinç şişesine ‘teşekkür
ederim’ ikincisine de ‘sen aptalsın’ demişler ve üçüncü bir şişe daha
hazırlayıp ona aldırmamışlardı. Sizce ne oldu? Kendisine aldırılmayan pirinç
gerçekten de ‘sen aptalsın’ sözüne maruz bırakılan pirinçten daha önce
çürümüştü. Başkaları da aynı deneyi yapmaya çalıştıklarında, sonuçlar yine aynı
oldu. Öyle görünüyor ki alay edilmek aslında aldırış edilmemek kadar zarar
verici değil. Bu deneyin sonucu çok anlamlı. Hayatta en zor şey aldırış
edilmemek ve dikkatini vermemektir. Bir şeye dikkatini vermek,
enerji vermenin bir yoludur.’’[116]
Bir başka olay ise su kristali fotoğra^ar ı çekmeye kendini kapt ıran genç bir
araştırmac ı ile ilgilidir. Araştırmac ı bir gün: ‘‘gelin suya müzik
dinletelim, sanırım ilginç su kristalleri ortaya çıkacak,’ dedi. Bu fikir hemen
çok ilgimi çekti. Her şey bir yana, müziğe çok düşkünüm. Bir zamanlar ciddi
ciddi bir vokalist olmayı bile düşünmüştüm. Neyse, en sevdiğim klasik müzik
parçalar ını birbiri ardına çalmaya karar verdik. .. .Müziği kendi zevk
aldığımız koşullarda çaldık. Sonuçlar beklentilerimizi çok aştı. Su, bizim
müzikten hissedeceğimiz iyileştirici etkilere benzer bir tepki gösterdi.
Özellikle, tam bir orkestranın çaldığı müziğe maruz bırakıldıktan sonra oldukça
karmaşık ve girift kristaller oluşturdu. .. .Klasik müziğin dışında, suya
iyileştirici müzik denen müzik de çaldık ve sonuçta güzel kristaller oluştu;
diğer yandan, suya heavy-metal dinlettiğimizde hiçbir kristal oluşmadı. Ben
müziğin gerçekten iyileştirici etkileri olduğuna inanıyorum. Müzik dinlerken
iyileştirildiğimizi düşünüyorum, çünkü belki de bedenimizdeki su müzik
dinleyerek iyileştiriliyordur.’’[117] Olumlu düşünme, olumlu
konuşmanın yanında iyileştirici müziğin de etkileri açığa kavuşmaktadır. Bir
başka deneylerinde iki şişe suya ‘haydi yapalım!’ ve ‘yap!’ sözlerinin yaz ılı
olduğu etiketleri yap ıştırıp fotoğra^ar ını çekmişlerdir. Sonuçta ‘haydi
yapalım!’ etiketli suda güzelden çok şirin denebilecek bir biçimi olan kristal
oluştu. Diğer yandan, kendisine ‘yap!’ etiketi gösterilen suda yalnızca
korkutucu bir daire şekli oluşmuştur.[118]
Düşünceye
ve seslere tepki veren
suyun
bunu nasıl algıladığı net olarak ortaya konulamamaktadır. Fakat yapılan
deneyler sonucu, suyun bunlardan etkilendiğini öğrendiyse insanlık, bu yeni
bilgiyle beraber yeni değişiklikler gerçekleştirilmelidir. İnsan düşüncesinin
ve konuşmasının etki alanının yeni boyutunda, düşünürken ve konuşurken sonuçta
neyi etkilediğimize daha çok dikkat etmemiz gerekecek. Kendi dışımızdaki
insanlardan da bu çerçevede yeni etkilere maruz kaldığımızı söylemek mümkündür.
14
3 4 Parapsikoloji Alanları
1.4.3.4.1.
Duyu Dışı Algılama (Telepati, ESP, Düşünce
Okoma, Uzaduyum, Öteduyum)
Duyu dışı
algılama, telepati, uzaduyum ve zihinler arasındaki paranormal bilgi iletişimi
olarak kabul edilmektedir.[119]
Birinin
düşündüklerini veya uzakta geçen bir olayı hiçbir bağlantı olmadan algılama
veya uza duyum,[120]؟ olarak da tarif edilir. ‘Siyasi ve askeri sahada
hipnozun kullanımı’ başlıklı makalede diğer bir insanın zihin haline veya düşüncelerine
karşı bir uyanıklık ve algılama,[121] diye tanımlanmaktadır. Bir başka yerde duyu ötesi
algı yoluyla, iki zihin arasındaki doğrudan haberleşme[122] veya telepati[123]
şeklinde de açıklanmaktadır. Telepati ise bir kimsenin
kafasından geçenleri veya çok uzakta geçen bir olayı, arada hiçbir araç,
duygusal hiçbir bağlantı olmaksızın algılama yeteneği, uzaduyum[124]
olarak ifade edilmektedir. Uzaktan ilgi karmak anlamında da kullanılır.[125]
Türkçe
tıp dili kılavuzunda telepati; uzaduyum, öteduyum[126] olarak aç ıklanmakta.
Telepati ile ilgili olarak, telepati uygulayan kimseye, medyuma telepat
denmektedir.[127]
Bir
kişinin düşünce ya da izlenimlerinin bir başka kişiye bilinen duyu yolları
dışında ulaşmasıdır telepati. Telepatik görüngülerin Fransa’da Charles Richet
ile başlayan incelenmesi, gelişimini Amerikalı parapsikolog j. B.
R^ine’e borçludur. Rhine bu olayların yalnızca rastlantı ya da aldatmacaya
bağlanamayacağını deneysel olarak göstermiştir. Yakın tarihlerde Amerikalı
psikiyatr M. Ullman telepatik
düşleri
deneysel olarak ortaya koymuştur.[128]
‘Telepatik
güç herkeste var’ başlıklı haberde parapsikolojinin temel araştırma dallarından
biri olarak kabul edilen telepatinin, duyu organları ya da herhangi bir araç
kullanmadan, düşünce ve duyguların zihinden zihine gönderilip, alınması olarak
aç ıklaması yap ılmaktad ır. Kelime olarak, Yunanca "tele" (uzak), "pathos" (birine
ya da bir şeye karşı meydana gelen normalüstü duygusal bağ) kelimelerinin
birleşiminden meydana gelir ve telepati sadece baz ı insanlara özgü bir yetenek
değildir. Parapsikologlara göre telepati yeteneği "doğuştan" gelen
bir yetenek ve herkeste bulunur. Ancak kullanılmadığı için zamanla körelir
fakat kaybolmaz. Örneğin, anne ile çocuğu arasında, özellikle de tek yumurta
ikizlerinde kuvvetli bir telepatik bağ bulunmaktadır.[129]
‘Gizemden
bilime parapsikoloji’ ba şlıklı yazıda telepatiyle ilgili bir başka kişinin
düşüncelerinin, izlenimlerinin ve zihin hallerinin duyu-dışı algılanmasıdır
denilmektedir. Ana-çocuk, eşler gibi yakın kişiler, giderek toplum fertleri ve
nihayet dünya beşeriyet ailesinin tüm fertleri arasında duygu ve düşünce
birliğinin sağlanması telepati ile mümkündür. Telepatiyle ilgili tarihteki bir
örnekte, Apollo 14'ün ay yolculuğu sırasında, astronot Dr.Edgar Mitchell ile
NASA'dan mühendis Olaf Jonsson
arasında telepatik aktarımın gerçekleşmesi öne çıkmaktadır. Yine, 1959 yılında,
Nautilius atom denizaltısının Atlas Okyanusu'nun derinliklerinde 16 gün süren
bir yolculuğu boyunca, denizalt ındaki bir görevliyle Maryland'deki başka bir
görevli arasında telepatik iletişimin sağlandığı da belgelenmiş durumdadır.[130]؟ Araştırmacılar, Ukrayna Psikoloji
Enstitüsünden Alexi Guko’nun:
‘‘Beyin tabiat ı pek bilinmeyen, fakat telepatik olaylara yardımcı olan özel
tip bir dalga yaymaktadır,’’[131]
fikrine inanmaktadırlar.
‘Siyasi ve askeri sahada
hipnozun kullanımı’ başlıklı makalede SRI "Stanford Research institute"
(Stanford Araştırma Enstitüsü) fizikçilerinden Laser Uzmanı Russel Targ ve Dr.
Harold Puthoff yazdıkları Mınd-Reach, Positive Proof that E.S.P. Exısts
(Zihin-Vüsat, ESP'nin Pozitif Mevcudiyetinin İspatı) adlı kitapta, 20 den fazla
süje üzerinde yapılan, yüzden fazla bilimsel deneyde duyumlar dışı bir
algılamanın mevcut olduğu anlatılmaktadır.[132]
Aborjin halkının
telepatiyle konuştuğu iddia edilmektedir. Diğer halklarda yap ılamamasının tek
nedenini, korku tarafından bloke edilmiş olmalar ına bağlıyorlar.
Diğer halkların sır
tuttuğu ve her zaman doğruyu söylemediği ifade edilmektedir.
‘‘Onlar birisinin kendi
kafalarından ve kalplerinden geçeni okumasından ve içlerinde sakladıklarının
açığa çıkmasından korkarlar. Kendilerine bunun yapılamayacağını ve yapılabilse
bile bunun istenmeyen, hatta kötü bir şey olacağını söylerler, çünkü doğaüstü
olanla bağlantıya geçmek değişime uğramış olanların çoğu için korkutucudur.
Onlar bunun insan yeteneklerinin normal sınırlarının ötesinde olduğuna
inanırlar. Ama öyle değildir. Bunun için yalnızca çalışma
yapmaya ve konsantrasyona gerek vardır.’’[133]
Özellikle
ikizler arasında yaşanan telepatik vakalardan söz edilmektedir. ‘Ben ne
hissedersem o da aynısını hisseder’ başlıklı haberde bununla ilgili şunlar yaz
ılı: ‘‘İkizlerin neler yaşad ığını en iyi bilenlerden biri de gazetedeki
çalışma arkadaşımız Ömer Bahar. Ömer tek yumurta ikizi Önder'le birkaç dakika
arayla doğmuş. Bugün bilim dünyasının bile çözmekte zorland ığı ikiziyle aralar
ındaki ilişkileri şöyle anlat ıyor: "Bugüne kadar birçok olayda ikizler
arasında olduğu söylenen telepatik etkinin izlerini hissettik. Aynı zamanda
hastalanmak da bunlardan biri. Örneğin ben grip olduğumda aynı zamanda ya da
bir gün arayla ikizim de grip olur. Hele diş ağrılarımız var ki. Neredeyse bir
anda oluverir. Tesadüf yaralanmalarımız bile aynı zamanlara denk gelir. Futbol
oynarken ben bacağımı sakatlamışsam o da hemen ertesinde futbol oynad ığında
aynı yerden sakatlandı. Bu başımıza birkaç kere geldi. Ortada hiçbir şey yokken
içime bir sıkıntı doğuyorsa hemen ikizimi arıyorum çünkü yüzde yüz onun bir
sıkıntısı vardır diye düşünüyorum ve öyle çıkıyor." Ömer'in o çok
tartışılan telepatiye verdiği bir örnek var ki. Bu kadar da olmaz dedirten
cinsten: "Önder'le bir arkadaşının evinde buluşmak üzere sözleştik. Ancak
apartmanın yerini ve evi tam olarak bilmiyordum. Sokağa girdim ve içimden
"Dışarıya çıkıp bana bakınsaydı keşke" diye geçirdim. İki üç saniye
sonra bir apartmanın kap ısı açıldı ve Önder kar şımdaydı." Arkadaşlar ı ise olayı
şöyle anlatıyor: İskambil oynarken birden Önder yerinden kalktı ve aşağıya
indi.’’[134]
Yapılan araştırmalarla
ilgili ‘Psikolojik Savaş’ başlıklı yazıda komünist devlet otoriteleri, askeriye
ve KGB’nin, 1960’lar öncesi bir ara ştırmada, kitlelerin zihin kontrolünde ESP
kullanımıyla ilgilendiği belirtilmektedir. ‘‘Dr. Milan Rayz, birkaç yıl
öncesinde, anti-sosyal bireyleri yeniden eğitici ve öğretici telepati uygulamak
için SSCB’de bir projenin başlad ığını söyledi. Bir mesafeden insanlar ın,
onlar farkında olmaksızın, resmen istenen politik ve sosyal davranışları
benimsemelerine neden olunabilecek bir telkin metodu geliştirme umudu söz
konusuydu. 1961’de CIA’in bir kurum içi raporuna göre, ‘CIA’in Teknik Servis
Ofisi’nin (daha sonra Teknik Servisler Bölümü oldu) bazı araştırmacıları,
ESP’nin bir gerçeklik olduğu iddialarıyla ilgilenir hale geldi. Teknik proje
personeli hemen İngiltere Oxford Üniversitesi
Parapsikoloji Laboratuarının yöneticisi Stephen I. Abrams ile
ilişki kurdu. ^ULTRA Projesi desteği ile Abrams, ESP’nin ispat edildiğini,
fakat anlaşılamad ığını ya da kontrol edilebilir olmad ığını iddia eden bir
eleştiri makalesi hazırlad ı. Rapor ilgiyle okundu, fakat
sonraki on yıl için hiçbir araştırmaya sevk etmedi. ’ ’[135] Aynı yazıda SRI (uzak
görüntüleme araştırma fonlarının adı) deneylerinin başarılarından sonra, uzak
görüş araştırmalarına maddi desteğin arttığı[136] belirtilmektedir.
1.4.3.4.2.
Önsezi (Premonisyon)
Önseziyi hiçbir belirti yokken
bir şeyin olacağını sezme, içe doğma, altıncı duyu veya his[137] olarak tarif etmek mümkün.
Temellendirilmeyen duygu,
verilmemiş olanın, bilinmeyenin, özellikle gelecekle ilgili olanın önceden
duyulması, doğru sayılması[138]
olarak da açıklanabilir. ‘Gizemden bilime parapsikoloji’ başlıklı yazıda
gelecekteki bir durum, gelişme ya da olayın kendiliğinden bilinmesi tarifi yap
ılmaktadır. Herhangi bir
konuda karar verici mevkide bulunan kişilerin yak ın ya da uzak gelecekle
ilgili sağlam kararlar almalarına[139] denilmektedir. Parapsikoloji terimleri sözlü ğünde ise
önsezi, premonisyon, geleceğe dair işaretler verdiğine inanılan deneyimler[140]؛ olarak ifade
edilmektedir. Dr. Halûk Nurbaki’nin ‘İnsan Gerçeği’ başlıklı yazısında
önsezinin kesinlikle doğrulanmış ve altıncı duyu kabul edildiği
belirtilmektedir. Ona göre bu yetenek zaman duvarını aştıkları için madde ötesi
bir yetenektir.[141]
Önseziyi gönülden gelen çok net bir gerçek olarak ifade etmek de mümkündür.[142]
Henüz
hiçbir belirtisi yokken bir şeyin olacağını sezme veya gelecekle ilgili olanın
önceden duyumsanması[143]
diye tarif yapan da vardır. Görünüşte aralarında hiçbir ilişki
olmayan iki olay arasında kurulan gizemli bağ,[144] önsezi olarak
tanımlanmıştır. Bu olaylardan birinin ortaya çıkması, öteki olayın da ortaya
çıkmasına yol açtığından böyle bir bağın var olduğuna götürür bizi.[145]
H.
Nurbaki, ‘İnsan Bilinmezi’ adlı kitabında artan sezgi yeteneğinin aşırı önsezi
ile birlikte sergilenmesiyle gelecek mesajlar ının ortaya çıkacağı
belirtilmektedir. ‘‘Bazıları, her olayın başında, o olayın sonu hakkında bir
sezgiye sahip olur ve daima tahmini doğru çıkar. Bazıları, dıştan bakınca çok
çekici gelen olaylara önsezi sezgisine has bir inisiyatife girmezler. Ço ğu kez
böyle kimselere ailede bir iş teşebbüsünde sorulur: ‘İçine nasıl geliyor, hayır
ya da şer?’ Bazıları, çok net biçimde insanların geleceğine ait olayları
sezinler. Bazı sezgiler telepatiye benzer. Sevdiği bir insanın gelişini,
hastalığını hemen sezerler. Nadir denmeyecek kadar çoktur. Uzun yıllar görmediğimiz bir
dostumuzu birden hatırladığımız zaman, beş dakika sonra o dostumuzun
çıkageldiği çok olmuştur.’’[146]
j. Murphy ‘Bilinçaltının Gücü’ adlı kitabında, Duke Üniversitesi’nden Psikoloji
Bölüm Başkanı Dr. Rhine’ın çok
sayıda kanıt toplayarak dünyadaki pek çok insanın olayları önceden bildiğini ve
bu durumların pek çoğunda düşlerindeki capcanlı gördükleri olayın geleceğini
anlayıp trajik sonlardan kurtulduklarını ortaya çıkardığını[147] ifade etmektedir
1.4.3.4.3.
Psikokinezi (Telekinezi, Ruhsal Devim,
Ruhkinezi, Uza Devim)
Parapsikoloji sözlüğü
psikokineziyi, düşüncenin olayları ve oluşumları normal ötesinde etkilemesi[148]
olarak tanımlamaktadır. Düşünce gücü
ile cisimleri oynatmak,[149]
telekinezi, uza devim,[150]
fiziksel etkili medyumlar ın gerçekle ştirdiğ i öne sürülen olaylardan biri
olan, nesnelerin dokunulmaksızın hareket edişi,[151] nesnelerin herhangi bir
fiziksel gücün etkisi olmaksızın, dokunulmaksızın devinime geçmesi olayı,[152]
cisimlerin salt zihin gücüyle hareket ettirilmesi,[153] düşünce gücüyle nesneleri
hareket ettirebilme ya da fiziksel özelliklerini değiştirebilme gücü,[154]
ruhkinezi, bugün bilinen hiçbir enerji biçiminin müdahalesi olmaksızın bir
nesne ya da bir fizik sistem üzerinde
doğrudan
bir zihinsel etkide bulunmak konusundaki normal dışı yetenek,[155]
gibi benzer anlamlarda tanımlar da yapılmaktadır. ‘Siyasi Ve Askeri Sahada
Hipnozun Kullanımı’ başlıklı yazıda zihnin madde üzerine etkisi, bir insan ın
fiziki organlar ını kullanmadan, diğer bazı güçlerini kullanarak, maddeler
üzerinde etkili olması,[156]
şeklinde açıklanmıştır. Yine,
cisimleri el dokundurmadan, ruhsal güçle bakışla hareket ettirme,[157]
ruhkinezinin eşanlamlısı[158]
ve ‘Gizemden Bilime Parapsikoloji’ başlıklı yazıda genel anlamıyla, zihnin
maddeye hâkimiyeti, özel anlamıyla, inorganik ve organik maddenin ve maddesel
faaliyetin, hiçbir fiziki vasıta kullanmaksızın, sadece zihin gücüyle uzaktan
etkilenmesi gibi tanımlar yap ılmaktad ır. ‘‘Bilimsel araştırmalarda, fiziki
manipülasyonun imkânsız olduğu ya da dezavantaj teşkil ettiği durumlarda, etüt
edilen obje, ortam veya mekanizmanın uzaktan manipüle edilmesinde kullanılıyor.
PK yeteneği olan hassas kişiler, PK gücüyle, örneğin bir eriyiğin içine kırılan
çiğ yumurtanın beyazını sarısından ayırıp, sonra tekrar birleştirebiliyor. Yine
aynı yöntemle bir manyometrenin içindeki manyetik alan etkilenebiliyor yahut
bir pusula iğnesi saptırılabiliyor. Tıbbi uygulamalarda; Filipinli
şifacılar, hastanın bedeninde, neşter kullanmaksızın, uzaktan ameliyat
yapabiliyor ve gene PK vasıtasıyla, teşekküllerin kendiliklerinden bedenden d
ışar ıya ç ıkmalar ını temin edebiliyorlar.’’[159] Yeni teknolojiler
içersinde telepatinin bir kavram olarak yer aldığını görmekteyiz. Mesela
dünyanın ilk ‘telepatik daktilo’sunun bilim adamlarınca geliştirildiği haberi.
Bu haber başlığı belki de şu şekilde yazılmalıydı: ‘Telekinetik Daktilo’. Bu
haberde telekinezi ile daktilo kullanarak iletişim sağlandığı için ba şlığa
‘telepatik daktilo’ yakıştırmasında bulunulmuş. ‘‘Yaptığı ilginç buluşlarla
dünyanın en önemli araştırma merkezlerinden biri kabul edilen Almanya’nın ünlü Fraunhofer Enstitüsü’nde
geliştirilen alet, elleri kullanmadan beyinden geçenleri yazıya dökebilecek.
İngiltere’de Pazar günleri yayınlanan The Mail on Sunday gazetesindeki habere
göre, telepatik daktilo sayesinde hem ofis işlerinde inanılmaz bir zaman kaybı
ortadan kalkacak, hem de felçli ya da konuşma özürlü kişiler yeniden
çevreleriyle iletişim k^rma imkânına kavuşacaklar. ‘Brain-Computer Intetface’
adlı daktilo, proje başkanlığını Prof. KlausRobert Müller’in
yaptığı bir ekip tarafından geliştirildi. Daktilonun önümüzdeki yıllarda
günlük yaşamın
vazgeçilmez bir parçası olacağı belirtildi.’’16؟ Yine Almanya’daki CeBit
Fuarı’nda dikkat çeken ve benzer bir teknoloji harikası olan BBCI isimli Alman
bilim adamlarının geliştirdiği bilgisayar, düşünce gücüyle çalışıyor. Özel bir
sistem sayesinde beyin dalgalarıyla bağlantı kuran bilgisayarı böylece, düşünce
gücüyle kontrol etmek mümkün olmaktadır. Bu bilgisayar, devrim niteliği taşıyor
onlara göre.[160] İngiltere Reading
Üniversitesi’nden Prof. Dr. Warwick ‘Uluslararası Akıllı
Sistemler Yenilikleri ve Uygulamaları Sempozyumu’ndaki (]NISTA 2005) konuşmasında
amaçlarının düşünce gücüyle bir aracı veya başka bir şeyi hareket ettirmek,
kontrol etmek olduğunu belirterek, çalışmalarının henüz başlangıç aşamasında
olduğunu ve düşünce gücüyle hareket eden sistemlerin gün geçtikçe daha da
gelişeceğini[161]
bildirmiştir. Habere göre insan beyninden verilen sinyalleri alg ılayan bir
yöntem geliştiren Prof. Dr. Warwick, 1998’de bileğindeki motor sinirlerine
taktığı çiple eline bağlant ılı bir robot eli ve bir tekerlekli sandalyeyi
yönlendirmeyi başarmıştır.[162]
Benzer
bir haber ‘Düşünceyle bilgisayar çalıştırmada yeni bir aşama’ başlığıyla
verilmiştir. ‘‘Geliştirilen sensörlü başlık, beyindeki sinyalleri kafa
derisinden algılayan 64 elektrotla donatılı. Dört kişi üzerinde yapılan
deneylerde, denekler düşünceleriyle bilgisayar imlecini istedikleri gibi
yönlendirmeyi başardılar. ״.New York Devlet Üniversitesi
bilim adamları, jonathan Wolpaw ve
Dennis MsFarland,
bir ‘beyin-bilgisayar ara yüzü’ geliştirdiler. Böylece insan ve bilgisayar aras ındaki
bağlantı konusunda önemli aşama kaydedildi.’’[163] Yine bir gazetede
yayınlanan ‘Beynimizin ürettiği elektrikle bir makineyi çalıştırmak mümkün mü?’ başlıklı haberde: ‘‘İngiltere
Birmingham Üniversitesi’nden nörolog Prof, john jetfreys, ‘Baz ı bölgelerde,
sadece düşünerek beynin sinyaller üretmesi sağlanabilir’ görüşünde. ״Beyin
ve merkezi sinir sisteminde bilgi taşıyan küçük elektrik atımları, bir voltun
milyonda biri gibi büyüklüklerle ölçülüyor. ״Bu nörolojik atımlar,
beynin elektriksel etkinliğinin ölçüldüğü ve sonucun bir bilgisayara
aktarıldığı, elektroansefalografi(EEG) tekniğiyle saptanabiliyor. Burada
kişi, vücudunun bir kısmını, örneğin ayak parmağını kıpırdatmayı düşünüyor ve
bu sayede üretilen sinyal, ekrandaki okun hareket ettirilmesinde
kullanılıyor.’’[164]
Bir olay var ki ilk olarak ‘'Telekinezi' gerçek oldu’ başlığıyla şu şekilde
duyuruluyor: ‘‘Amerika'da ellerini kullanamayan felçli bir hasta, sadece
düşünce gücüyle e-mail atıp,
bilgisayar oynamayı
başardı; beynine yerleştirilen çip sayesinde ABD'nin
Massachusetts
eyaletinde
bulunan Cyberkinetics'in çalışmalar ı, düşünce gücüyle bilgisayar kullanmayı
mümkün kılıyor. Şirketin 'Brain gate' adını verdiği bilgisayar çipini
kullananlar, telekineziyle e-mail'lerini kontrol edip, isterse televizyonun
kanal ını bile değiştirebiliyor.’’[165] Bu olay ‘Dünyanın ilk
‘beyin çipli adamı’ başardı!’ başlıklı haberde ise şu
şekilde aktarılmış okuyuculara: ‘‘...Matthew Nagle adındaki
adamın boynundan aşağısı tamamen felçli. Başındaki kablo, platin bir vida ile
kafatasına sabitlenmiş durumda. Bunun altından bir kablo direkt beyne gidiyor
ve minik bir işitme aygıtına bağlı. Bu aygıt sayesinde hasta düşüncelerini
yönetebiliyor. Bu aslında bir gömlek düğmesi büyüklüğünde bir bilgisayar çipi.
.. .Bu tekniği geliştiren ise Amerikalı Cyberkinetics ş irketi. Yard ımc ıları,
Brown Üniversitesi ara ştırmac ıları. ...Ş irket Amerikan Gıda ve
İlaç Dairesi’nden (FDA) ‘Braingate’ implant ının klinik deneyleri için onay
almış. .. .bilim adamları felçli hastanın beynine 100 nörondan yansıyan
sinyalleri işlemciye aktaran bir çip yerleştirdiler. .adam artık düşünüyor ve
örneğin
•
Televizyonda programları değiştiriyor.
•
TV’sinin sesini kısıyor veya arttırtıyor.
•
E-posta gönderiyor.
•
Bilgisayarda mesela Tetris oyunu
oynuyor.
•
Televizyonda ‘zaplayabiliyor’.
•
Işığı açıp kapatabiliyor. ’’[166]
Aynı olay
beş ay sonra başka bir gazetede ‘Felçli gencin beynine çip tak ıldı’ başlıklı
haberle okuyuculara duyuruluyor: ‘‘İngiliz Guardian gazetesinde dün yer alan
haberde... boynundan aşağısı tutmayan Matt Nagle isimli gencin beynine
küçük bir çip yerleştirilmesi sonucu protezlerini kontrol etmeyi başaran ilk
kişi olduğunu duyurdu. Çalışmayı yürüten ABD’deki Brown Üniversitesi’nden
nöroloji profesörü john Donohue, omurilik hasar gördüğünde beyin ve vücudun
geri kalan bölümü arasındaki iletişimin kesildiğini ve beynin gönderdiği
‘hareket’ emirlerinin kaslara ulaşamad ığını söyledi. Ancak beynin içindeki
düşünmeyi simgeleyen elektriksel faaliyetini devam ettiğini ifade eden Donohue,
deneyde elektrik titreşimlerini algılayan bir silikon çip ve bu titreşimleri
çözümleyecek bir bilgisayar kulland ıklar ını açıklad ı. Nagle,
çip
sayesinde, artık sadece kolunu oynattığını düşünerek bilgisayar ekranındaki
imleci hareket ettirebiliyor. Nagle’nin televizyonu aç ıp
kapayabildiği, sesini ayarlayabildiği ve
kanalları değiştirmeyi başardığı
belirtiliyor.’’™ Yeni teknolojinin veya yeni bilimin parapsikolojik olaylarda
kullanılabilecek gelişmeler, örnekler sunması dikkate alınmalıdır.
1.4.3.4.4.
Rüya (Düş)
Rüya; düş, gerçekleşmesi
beklenen ve istenen şey, umut; rüyas ı çıkmak ise görülen rüyanın gerçekleşmesi[167]
anlamına gelmektedir. Düşü,
uyurken zihinde beliren olayların, düşüncelerin, görüntülerin[168]؛ bütünü[169]
olarak tanımlamak mümkündür. Düşbilimini ise düşlerin kaynağını,
düş görme nedenlerini, düşün ruhbilimsel ve kişisel durumlarını araştıran bilim
yönelimi[170]
diye tarif edebiliriz. Uyku sırasında zihinden geçen hayal dizisi veya şuur
üzerindeki iradeli baskının, uyku sırasında kalkmasıyla hayal ve his
merkezinin, aklın kontrolünden çıkarak, kişinin eğilim, heyecan ve tutkularına
uygun esnek, kaypak ve fantezi olayların zincirleme cereyan etmesi gibi
tarifleri de vardır rüyanın.[171]
Sad ık rüyalar ın bazılar ının aynen bazılar ının da k ısmen çıkt ığı ve bunun
için sezgi gücünün fazla geliş miş olması gerektiği yazılmaktad ır.[172] Uyku sırasında zihinde
ortaya çıkan ve bir kısmı belleğe kaydedilebilen ruhsal olay[173]
olarak da tarif edilir. Baz ı bilim insanlar ının ke şişerinde rüyalar ının
etkili olduğunu görmekteyiz. Mesela, Niels Bohr
ad ındaki
genç fizikçi, modern atom teorisini, rüyasından aldığı ilhamla keşfetmiştir.[174]
Aynı
konu bir bilim dergisinde ifade edilene göre: Bohr
rüyasında
güneşin kızgın gazlarla dolu merkezinde durduğunu, gezegenlerin ince ipliklerle
bağlı oldukları güneşin çevresinde döndüğünü görür. Her gezegen Bohr’un
yanından geçerken bir ses çıkartıyordur. Sonra yanan gazlar soğuyup
katılaşarak, güneş ve gezegenler uzaklaşıp gider ve Bohr
uyanır. Bohr bu
rüyayı, güneş sistemiyle atom yap ısı aras ında bir benzerlik
olarak yorumlar. Ortada bir çekirdekle bunun etrafında dönen elektronlar, yani
modern atom kuramı ortaya çıkmıştır.[175]
Benzer
bir örnek Richard Wagner adındaki
bir müzisyenle ilgili: ‘‘Tristan ve
İsolde’’ adlı operasını, rüyasında işittiği sesleri uyanır uyanmaz nota ile
yazar. Kendisi, ‘Bu opera benim dehamın eseri değildir. Rüyamda gördüğüm ve
işittiğim sesleri uyanır uyanmaz notaya döktüm. Beğendiğiniz bu müzik, rüyalar
ımın sesidir.[176]
Benim zavallı kafam, böyle bir harikayı asla isteyerek ve düşünerek bulamazdı’
demiştir.[177]
İngiltere’de
yaşayan 28 yaşındaki Lee Doona adındaki kişi de lotodan 2 milyon sterlin
kazandığını görmüştür. Loto oynadıktan sonra aynı gece rüyada kazandığını görür
ve bu rüyayı eşi Esther’e anlatır fakat eşini inandıramaz. Sonuçlar birkaç gün
sonra açıklandığında çok sevi^rler.^ Rüyalardaki görüntü ve seslerin
kaynağının, daha önce belleğe kaydedilmiş bilgiler olduğu ve beynin çeşitli
merkezlerinde kayıtlı olan yakın ve uzak bellek bilgileri kullanılarak çeşitli
ses ve görüntüler oluştuğu tespit edilmiştir.[178] İnsanın, gün
içersindeki olaylarından ve yoğun duygularından rüyaların etkilendiği ifade
edilmektedir.[179]
MS
46-125 yıllarında yaşayan Plutharkos ‘‘her insan uyanıkken ortak bir
dünyadadır, fakat uykuda herkes kendi dünyasındadır,’’ demektedir. Rüya ile
ilgili araştırmalar ı olan F. Şenel bir bilim dergisinde ifade edilenlere göre
rüyalar ın kaynağını, esas olarak daha önceden algılanmış ve belleğe atılmış
çeşitli veriler oluşturduğunu belirtmektedir. Kimi bilim adamları, bu verilerin
çocukluk çağlarında algılanan ve beynin derinliklerinde saklanan kaygılar olduğunu
savunurken kimileri de rüyaların kaynağının, etkisi altında kalınan günlük
olaylardan başka bir şey olmadığını savunuyor ona göre. Kaynağı ne olursa olsun
rüyaların işlevlerinin ne olduğu konusu oldukça tartışmalıdır. O, rüyaların
gelecekten haber getirdiğini ve insana doğru yolu gösteren tanrı mesajları
olduğunu, halen bazı dinlerde bu şekilde kabul gördüğünü ifade etmektedir.
Henüz olmamış bir olayı birkaç gün önceden rüyasında gördüğünü ifade eden
birçok insan bulunmaktadır. Örneğin rüyasında bir yakınının öldüğünü görüp
ertesi gün ölüm haberini alan, rüyasında para görüp ertesi gün piyangodan para
kazanan bazı insanlar vardır ona göre.[180]
İnsan,
hayatının üçte birini uyuyarak geçiriyor. Bu uyku sırasında görülen rüyaların
çok önceleri eski Mısırlılar zamanında, gerçeküstü bir dünyanın habercileri
olduğu düşünülürdü. ‘‘Onlara göre rüyalar, felaketlerin ya da iyi talihin ön
habercileri olarak tanrılar tarafından gönderilen mesajlardı. İlk rüya tabirleri
kitabı eski Mısırlılar tarafından yazıldı. Rüyalar aynı zamanda tedavi amaçlı
da kullanılabiliyordu. Kötü durumda olan bir kişi, bir tapınakta uyuyarak
tanrılardan onu iyileştirmesini diliyordu. Ertesi gün, kişinin gördüğü rüyayı
yorumlayan rahipler, nasıl bir mesaj geldiğini anlamaya çalışıyordu. Eski
Yunanlılar da M.Ö.
8. yüzyılda rüyaların tanrılardan gelen kutsal mesajlar olduğuna inanıyordu.
Rüyaların dış dünyadan ya da tanrılardan gelen mesajlar değil, insanın kendi
zihninden kaynaklandığı fikri ilk olarak M.Ö. 5. yüzyılda Heraklitos tarafından
ortaya atıldı. Ünlü düşünür Aristo ise rüyaların tanrı mesajları olduğu fikrine
son noktayı koydu. ‘Parva naturalia’ adlı eserinde Aristo, rüyaların günlük
hayatta meydana gelen olayların birikimi sonucunda oluştuğu fikrini ortaya
attı. Aristo, rüyalar ın insanın sağlığını yansıttığını ve rüyalar sayesinde
çeşitli hastalıkların iyileştirilebileceğine inanıyordu. Modern tıbbın kurucusu
olan Hipokrat da bu fikri destekleyenlerdendi. Ünlü psikiyatrist Sigmund Freud, rüyaların
ruhsal hastalıkları anlamak ve tedavi etmekte çok önemli olduğunu savunuyordu.
Günümüzde bazı bilimciler rüyaların beyin biyokimyasının bir yan ürünü olduğunu
ve özel bir amacı olmad ığını ifade ediyorlar. Ancak, halen araştırmacılar ın
çoğu rüyalar ın bir işlevi olduğunu ve bunların tedavi amaçlı
kullanılabileceğini düşünüyorlar. Son yıllarda yapılan
araştırmalar, uykunun öğrenme sürecine de olumlu etkisi olduğunu gösteriyor.’’[181]
Anlaşılacağı üzere rüyanın insan hayat ına kattığı bazı faydalar tespit
edilmiştir. Bu faydaların güvenlikle ilgili olan kısmına örnek olabilecek bir
ifadeyi H. Nurbaki kitabında yazmaktadır. O, gelecekte karşılaşacağımız bir
olayı önceden tüm ayrıntıları ile rüyamızda görebiliriz iddiasındadır. Ona göre
bu rüyalar o kadar çoktur ki, hemen herkesin ya kendisi ya da yakınlarından
biri böyle bir rüya görmüştür. Ansiklopedilere geçmiş çok sayıda rüyalar, akıl
almaz bir şekilde uçak kazalarını haber veren rüyalar sayılmayacak kadar çoktur
ona göre. Abraham
Lincoln’un,
öldürülmeden bir gece önce, olayı rüyasında aynen görmesi ve kendisine ateş
edildiği anda ‘rüyamdaki adam buydu’ diye bağırması, birçok insan tarafından
görülen ve geleceğe ait olan rüyalardan sadece bir tanesi[182] olduğunu ifade etmektedir.
Rüyası Abraham Lincoln’u
tedbir almaya zorlayabilirdi belki. Rüyas ındaki adamı ressam polislere
çizdirip onun bulunmas ı ve yakalanmas ı talimat ını verebilirdi. Bilimsel
olarak rüyayı ve etkilerini aç ıklamaya çalışan F. Şenel yaz ısında şunlar ı
ifade etmektedir: ‘‘Rüyalarda aktif hale geçen görme ve işitme merkezleri,
bellekte önemli yeri olan talamus ve limbik sistemle de yakın bağlant ı
içerisinde. Rüyalardaki görüntü ve seslerin kaynağı, daha önce belleğe
kaydedilmiş bilgiler. Beynin çeşitli merkezlerinde kayıtlı olan yakın ve uzak
bellekteki bilgiler kullanılarak çeşitli ses ve görüntüler oluşuyor. Limbik
sistemin etkisiyle, bellekten alınan ses ve görüntülere duygusal unsurlar
ekleniyor. Beynin ön bölümlerindeki bilinçten sorumlu merkezler de, tüm bu
unsurları belirli bir düzen içerisine sokmaya çalışıyor. Yani, bir bakıma
eldeki materyalle belirli bir senaryo oluşturuyor. Rüyada birçok merkezin aynı
anda uyarılması ve günlük hayatta bizi kontrol eden bilincin baskılanması
nedeniyle her zaman anlamlı ve düzenli bir rüya görmüyoruz. Bu nedenle rüyalarda bazen
son derece makul bir senaryo yaşanırken, çoğu kez anlam veremediğimiz şekiller
ve sesler duyabiliyoruz.’’[183]
Belki de rüya, beynin bir fonksiyonu değil, ona yansıyan ruhsal etkinin bir
sonucudur,[184]
açıklaması doğrudur. Yeni bir örnek bir mistik olan Saint
Jean Bascot
ile ilgili: ‘‘Bir gece rüyasında, oturduğu evdeki bütün insanların bütün
vicdani hallerini görmüş. Ertesi gün kendilerine sormuş ve rüyası doğru çıkmış.
En hayret verici olay da, bu zatın Lyon Coğrafya Derneği’nde Patagonya hakkında
verdiği konferanstır. Hiç görmemiş olduğu bu memleketi görmüş gibi en ince
teferruatına kadar tasvir etmiş. Çünkü ölmüş arkadaşı Louis Cole rüyada bütün
bunları anlatmıştır.’’[185]
‘Yaşam rüyadır!’ diyor Arthur Schopenhauer.[186] R^za
Tevfik rüyanın metafizik âleme açılan bir pencere olduğunu iddia etmiştir. Ona
göre rüyalar, baz ı önemli belirsiz meseleleri önemli gösterdiği ve dikkatleri
maddesel dünyadan çevirerek maneviyat âlemine yönlendirmiştir. ‘‘İnsan zihni,
yaşam ve ölüme, dünya ve ahirete ilişkin olan meselelerini ancak bu istikamet
yönünde keşfedebilmiştir. Bu meselelerinin cümlesi de metafizik meseleler
türündendir; yani özellikle felsefe konularındandır. Hatta ölüm endişesi ve ölümün
hakikati, rüyanın gariplikleriyle esasen alakadardır. ’’[187] Rüyaların birisinin ruhuna
ulaşmaya çalışırken kullanılan bir yöntem olduğunu öğrenmekteyiz. Mesela,
terapistin hastanın bilinçdışı sorunlardan ve ihtiyaçlardan bilgi edindiği rüya
yorumu.[188]
Rüyanın
açılımlar ı ile ilgili bir başka örnek Kanadalı parlak bir cerrah ve hekim olan
Dr. Frederick Banting ile ilgili: ‘‘Bütün dikkatini şeker hastalığının yaptığı
tahribat üzerine yoğunlaştırmıştı. O günlerde tıp bilimi bu hastalık konusunda
etkili bir yöntem geliştirememişti. Dr.
Banting bu konu üstüne
yazılan bütün yazıları inceledi ve uzun bir süre deney yaptı.
Çok yorgun olduğu bir
gece uyuyakalmış ve uykusunda bilinçalt ı ona, bir köpeğin
dejenere pankreas
salgısındaki kalıntıları incelemesini önermiş. İşte bugün milyonlarca insana
yardım eden ensülin böyle keşfedilmiş.’’[189] Sonuç olarak, yazarlar,
sanatçılar, bilim insanları ve diğer yenilikçi uğraşların peşinden giden
insanların, rüya görme yetilerini, faydalı fikirler edinebilmek, iç
dünyalarından güzellik ve gerçek yenilikleri çıkarıp gerçekliğe getirmek için
kullandıklarını[190]
ifade edebiliriz.
1.4.3.4.5.Hipnoz
Parapsikoloji Sözlüğü’nde hipnoz,
yüksek düzeyde telkin aracılığı ile ASC'nin yani bilinçli uyko halinin olu
şması,[191]
olarak tarif edilmektedir. Bir başka yerde sözle,
bakışla telkin yapılarak meydana getirilen bir çeşit uyku hali ve bu halde
uyuyan kimsenin, uyutanın etki ve telkinlerine açık, fakat dış dünyanın başka
etkilerine karşı kapalı[192]
olduğu ifade edilmektedir. ‘Hipnozun Tanımı Yapısı
Merak Edilenler’ başlıklı yazıda hipnozun, kişinin bilinçaltı düşüncelerine
erişmeye çalışan bir teknik[193]
olduğu belirtilmektedir. Dr. Halûk Nurbaki’nin ‘İnsan Gerçeği’ başlıklı
yazısında ise hipnozla ilgili bilimsel olarak bir insanın, başka insanın beyin
ve sinir sistemini etkileyerek, tamamıyla devre d ışına alabildiği ifade
edilmektedir.[194]
‘Hipnoterapi:
Hipnozla Tedavi’ başlıklı yazıya göre hipnoz; sözcükler, bakış veya bazı
yardımcı nesneler kullanılarak telkin gibi tekniklerle oluşturulan ve kişinin
duygu, düşünce, algı ve bellek işlevlerinde değişikliklerin
gerçekleştirilebildiği özel bir bilinç durumudur. Tedavi amacıyla kullanımına
hipnoterapi, bu tedaviyi yapana hipnoterapist veya hipnolog denilmektedir.[195]
Hipnozu
sözle, bakışla telkinle sağlanan bir çeşit uyku durumu[196] olarak tarif etmek de
mümkündür. Telkinle yarat
ılan ve hipnotizmac ının etkisinin artmas ı, başka etkileri algılamanın
azalmasıyla belirginleşen yapay duruma^ hipnoz adı verilebilir. Hipnozun salt tıbbi amaçlarla
kullanılmasına da hipnoterapi[197]
diyebiliriz. Bazı kaynaklarda eski tabiriyle ipnoz kelimesi ile hipnoz ifade
edilmek istenmiştir. Bir kimsede
söz, bakış ve telkin yoluyla sağlanan, o kimseyi dış dünyanın
etkilerine kapatan ama
uyutan kimsenin etkilerine açık tutan bir tür uyku durumu[198] olarak açıklanmaya
çalışılmıştır. Bir kimsedeki
bakış, söz ve telkinle sağlanan bir tür uykuya ipnotizma[199] denilmiştir. İpnotizma
yoluyla etki altına alınmış olma haline ipnotize,[200] ipnotizmayla uğraşan
kimse, ipnotizma uzmanına ipnotizmacı adı verilmiştir.[201]
Bir
bilinç durumu olarak hipnoz, temelde telkine ileri derecede açık olma, zihinsel
rahatlama ve artmış hayal gücünün belirlediği, uykudan çok, uyanıkken ‘dalıp
gitmek’ ya da bir şey yaparken ‘kendini kaybetmek’ olarak ifade edilmektedir.[202] ‘Bilimsel Hipnoz’ ba şlıklı
yazıda "Hypnoz" sözcüğünün eski Yunanca'da "uyku" manasına
geldiği ancak hipnozun aslında bir uyku değil, aksine derin konsantrasyon hali
olduğu ifade edilmektedir. Beyin faaliyetleri açısından, uyku ile uyanıklık
arası bir durum olduğu düşünülmüştür. Yani bir bakıma hipnoz, kişinin kendi
iradesi ve isteğiyle, bir hipnozitör tarafından trans haline sokulmas ıdır.[203]
Bir
başka kaynakta şunlar yazılmaktadır: ‘‘Hipnozun, telkin edilende üst düzeyde
uyum ve ekstra bir dikkat toplanması ile karakterize olan farklılaştırılmış bir
bilinç durumu olarak tanımlandığını söyleyen Dr. Füsun Yaşar, hipnozun
sanılanın aksine bir baygınlık ve kendinden geçme hali olmad ığını, hipnozda
kişinin bilinen anlamda uyumad ığını belirterek “Aksine yoğunlaşmış bir dikkat
ve farklı bir bilinç durumu söz konusudur. Hipnozda kişiye istemediği bir şey
yapt ırılamaz, çok derin hipnozlarda bile kişinin ahlak anlayışına ters
telkinler geri teper ve kişi hipnozdan çıkar. Bu yönüyle hipnoz çok güvenilir
ve risksiz bir tedavi yöntemidir” dedi. Yaşar, hipnozda Meslek Ahlak
Tüzüğü’nün, 1979 yılında hazırlanıp Ağustos 1980’de tüm Uluslararası Hipnoz
Derneği (ISH) üyelerinin oylarıyla kabul edildiğini ve bu tüzüğe göre tıbbı
hipnozun, sadece hekim, diş hekimi ve psikologlar tarafından uygulanabilir
olduğunu kaydetti. Hekimlerin bireysel merakla hipnozu öğrendikleri ve bunu
tedavilerinde yardımcı bir yöntem olarak kullandıklarını belirten Yaşar, buna
karşın Sağlık Bakanlığı bugüne kadar hipnozu bir tedavi aracı olarak kabul
etmediğini ifade etti. Yaşar,
ülkemizde hipnozdan profesyonelce yararlanan değişik meslek gruplarından
yaklaşık 250 kişi olduğunun tahmin edildiğini kaydetti.’’[204] ‘Hipnozun Tarihi’ başlıklı
yazıda günümüze kadar olan gelişmeler yer almaktadır. Hipnoz eski bir sanattır
ve ilk olarak, kutsal kitaplardan önce, büyü, din ve
tıp bir ve aynı olduğu
zamanlarda dinî ayinlerde kullanılmıştır. Mısır'da rahiplerin başarılı tedaviler
yaptığı uyku tapınakları vardır. Eski Yunanistan'da tıp tanrıları tapınaklar
ında hayaller gösterilir ve şifalar meydana getirilirdi. Hipnotik anestezi;
çivili yatakların üzerine rahatça uzanan ya da kızarmış kömürlerin üzerinde
yalınayak yürüyen Hint fakirleri tarafından yüzyıllardan beri uygulanmaktadır.
Önceden transın kutsal olduğuna inanılırdı. Hristiyan inanışında, hipnoz
büyücülüğün bir şekli olarak değerlendirildi. Onsekizinci yüzyılın sonuna
doğru, neticede faydalı bir tedavi vasıtası olarak tarif ve kabul edildi.
1779'da "canlı magnetizm" (animal magnetizm) teorisini
ileri süren Viyanalı Dr. Franz Mesmer bir
bakıma modern hipnoterapinin babası olarak kabul edilebilir. Dr. Mesmer, hipnozun
hipnotistten hastaya doğru akan bir magnetizm şekli olduğuna inanmıştır. Bu
magnetizma akışının yöneltilmesiyle hastalıklar ın tedavi edilebileceğini iddia
etmiştir. Britanya T ıp Birliği 1955'de Medikal Hipnoz üzerine mükemmel,
takdire değer bir rapor yayınlamıştır. Amerikan Tıp Birliği Yönetim Kurulu 1958'de
Medikal Hipnozu onaylamıştır.[205]
‘Bilimsel
Hipnoz’ başlıklı yazıda bilimsel hipnotizmanın başlangıç tarihi olarak Franz Antoine Mesmer’in
"Y ıldızların
İnsan Vücudu Üzerine Tesiri" adlı tezinin yayım tarihi olan 1765 yılı
kabul edilmiştir. 1950’li yıllarda Stanford Hipnotik Yatkınlık
Skalasının geliştirilmesiyle hipnotik fenomenler laboratuarda incelenmeye
başlanmıştır. 1950’li yılların ortasında Amerikan Tıp Birliği ve Amerikan
Psikiyatri Birliği hipnozu resmi bir tedavi yöntemi olarak kabul etmiştir.[206]^
Dr.
Füsun Yaşar, ‘Diş Hekimliği Ve Hipnoz’ başlıklı yazısında ülkemizde bilimsel
anlamda hipnozun ilk defa 1951 yılında Watson’un yaptığı seanslar ile
başlad ığını belirtmektedir. Özellikle cerrah Hüsnü İsmet Öztürk birçok hekime
hipnozu öğretmiştir o tarihlerde. Hipnoanestezi ile çok sayıda ameliyat
gerçekleştirmiştir Öztürk. 1960’lı yıllarda ise Psikiyatr Dr. Recep Doksat
doktora tezini hipnoz konusunda vermiştir. 1991 yılına gelindiğinde İstanbul’da
aralarında Dr. Hüsnü İsmet Öztürk’ün öğrencilerinin de bulunduğu bir grup hekim
tarafından ‘Tıbbı Hipnoz Derneği’ kurulmuştur.[207] ‘Dünya Sağlık Örgütü’nün
raporlarında, insanların % 90 kadarının hipnotize edilebilir olduğu
belirtilmektedir.[208]
Tedavi
edilemediği takdirde ömür boyu sürebilen korkuların tedavisi ilaç,
bilişsel-davranışçı tedaviler ve gerekiyorsa hipnoz ile yapılabilmektedir.[209]
‘Büyüklere
hipnoz’ başlıklı röportajda yetişkinlerin geçmişlerine ait bilgilere nasıl
ulaşabileceğiyle ilgili anlık anılar dışında o bilgilere rüyalarla
değil ama
hipnoz ile gidilebileceği ifade edilmektedir.[210] İnsanın
derinlerindeki sorunlarını çözmek için hipnozla geçmiş hayatlar ına götürüldüğü
ve böylelikle sıkınt ılar ın temelini oluşturan gerçeklikle yüzleştikleri[211]
tespiti yapılmıştır. Hipnozun, günümüzde artık gerçek bir fenomen olduğu ve
başta ağrının denetiminde olmak üzere, psikoterapide, aşırı yeme, uyuyamama
v.b. davranış bozukluklarında, astım ile bazı cilt hastalıkları gibi alerjik
durumlarda, dişçilikte, tedaviye yardımcı kullanımları bulunduğu kabul edilmiş
durumdadır. Hipnoz, üzerinde yayınlanmakta olan çok sayıda makaleyle, artık
dünya çapındaki tanınmış bilimsel dergiler ve tıp dergilerindeki yerini de
sağlamlaştırmış bulunuyor.[212]
‘Narkoz
yerine hipnoz’ başlıklı haberde Almanya’nın Lübeck kentinde hastalar artık
narkoz yerine hipnozla ameliyat edilebilmektedir. Çene-tümör ve yüzdeki diğer
ameliyatları sınırlı uyuşturma ve hipnozla gerçekleştiren Dirk Hermes (Lübeck
Üniversitesi), hastalar ın müzik ve rahatlat ıcı seslerle hipnotize edilirken,
geçmişteki güzel olaylar ı hat ırlamaya çalıştıklar ını aç ıklamaktad ır.
Ameliyat sırasında 17 dişi çekilen bir hasta, hipnoz esnasında son Türkiye
tatilini düşünüyor ve doktorların girişimlerini fark etmiyor böylece. Ancak
hipnoz esnasında neden daha az acı hissedildiği henüz tespit edilememiştir.
Yaşları 15-87 arasında değişen 101 hasta hipnozla ameliyat edilmiş. Sonuçta
hipnoz, hastaların % 95’inde etkili olurken sadece 4 kişi hipnotize edilememiş.
Hastalar ın hipnoz sıras ında bilinçlerinin yerinde olduğunu belirten Hermes, hastanın
zorla hipnoz edilemeyeceğini, kendisinin de istekli olması gerektiğini
vurgulamaktadır.[213]
Hipnozun
korkunç bir silaha dönüşmesi de mümkündür. Mesela bir hipnozitör kör olan bir
hastas ının bacağının kesildiğini ve sürekli kan boşaldığını ona telkin
ederken, bu arada bacağa ılık su döker. Hasta heyecanlanıp kalp krizi geçirir
ve sonradan enfarktüsten ölür. Güvenlikle ilgili olarak kullanılabilecek
konulardan olan hipnotik hipermnezi kişinin, bütünüyle unutmuş olduğu olay ve
durumları hipnoz sırasında büyük kesinlikle hatırlayabildiği inancına dayalı,
ancak çok tartışmalı ve bilim adamları tarafından da kuşkuyla karşılanan bir
kavramdır. Hipnozun bazı ülkelerde adli uygulamaları olduğu da düşünülürse,
konunun hassasiyeti kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.[214]
‘Altın
öğütler’ başlıklı haberde bir doktor ve ekibi ameliyatları öncesinde hipnoz
kullanıyor. Çünkü hasta heyecanlanıp kalp krizi geçirebilmektedir.
Sakinleştirici verildiğinde de sorun geçici olarak çözülmüş gibi olur ama
kökenine inilmediği için problem devam etmektedir. O nedenle hipnoz yapılıp sorunun
kaynağına inilerek, hasta daha çabuk sağlığına kavuşmaktadır.[215]
‘‘Hipnozun
adli kullanımı: Hipnozun hukuki amaçlarla kullanımı daha çok tanıklar ın veya
suç kurbanlar ının hafızalar ını güçlendirmek için kullanılagelmiştir. ABD’nin California eyaletinin
Chowchilla kentindeki
bir otobüs kaçırma vakasında olduğu gibi bazı durumlarda faydalı olmuş bir
yöntemdir. Bu vakada şoför hipnoz alt ında otobüsü kaç ıran kişilerin plaka
numaras ını hat ırlayabilmiş ve yakalanmalar ını sağlamıştır. Hipnozun bu
amaçla kullanılmasına iki önemli noktadan itiraz gelmiştir. Birisi hipnoz
altındaki hatırlama işlevindeki konfobülasyon yani boşlukları doldurma yönüdür.
Kişinin hipnoz altında hipnotizörü mutlu etmek kaygısıyla aslında hatırlamadığı
boşlukları konuyla hiç ilgisi olmayan şeylerle doldurmasıdır. Bu şekilde yanlış
bilgi veren kişiye “dürüst yalancı” denir. Diğeri de hipnoz süreci içindeki
“somutlaştırma” dır. Hipnoz yapılan kimse bu durumda farklı veya yeni bir bilgi
vermese de hipnozdan çıktıktan sonra hat ırladıklarının doğruluğuna olan inancı
artar ve tanık sandalyesinde söylediklerinden hipnoz yapılmadan olabileceğinden
daha emindir. Bu nedenle hipnoz yapılan kişilerin şahitliğinin geçerliğinin
tehlikeye düşebilmektedir. 1985 yılında ABD’nin California
eyaletinde
çıkarılan bir kanunla, tanıkların belirli ilkelere uyularak yapılan hipnoz alt
ındaki soruşturmadan sonraki şahitliklerini kabul eden bir kanun çıkarılmıştır.
Bu ilkeler: hipnozun, soruşturmadan bağımsız ve konusunda uzman bir
psikiyatrist veya psikolog tarafından yapılması; şahidin hipnoz öncesi
hatırladıklarının kaydedilmesi; hipnoz seanslarından önce, hipnoz sırasında ve
sonrasındaki bütün iletişimlerin kaydedilmesidir. Adli amaçlı kullanılan ülkelerde
Hipnoz, rutin soruşturma yöntemleri yerine kullanılmamaktadır. Derin hipnozda
bile olsa istemli olarak yalan söylenebilir. Bu ve daha önce sayılan nedenlerle
hipnoz altında elde edilen bilgilerin hipnozdan bağımsız bir yolla doğrulanması
gereklidir. Hipnoz alt ında bilgi verecek şahitlerin aydınlat ılmış rızalarının
alınması gerekir. Hipnozun, kriminal araştırmalarda doğruyu bulmak için eşi
bulunmaz bir silah olduğu ispatlanamamıştır. Hipnoz araştırmaları henüz
kesin bir sonuca ulaşmadığından ne zaman, nasıl kullanılacağı ve etkin bir
şekilde kullanılıp kullanılamayacağı soruları henüz cevapsızdır.’’22؟ ‘Anestezi yerine hipnozlu ameliyat’ ba
şlıklı haberle bilim dergisi New Scientist’ta
yer alan haberde, hipnozun, ameliyatlar öncesi ilaçlı anesteziye ciddi
alternatif olduğu belirtilmektedir. Haberde, Londra’nın Lister Hastanesi’nde
göğüs estetiği ameliyatı geçiren Pippa Plaisted, (46) yaşadıklarını
anlatmaktadır. Bir uzmanın hipnotize ettiği Plaisted, operasyon öncesi anestezi
olmamasına rağmen, ameliyatta hiç acı hissetmediğini söylemiştir. Dergi,
Belçika’daki çalışmalara da yer vermiştir. Belçika’da hipnozun genel anesteziye
alternatif olarak kullanıldığının belirtildiği haberde, Liege
Hastanesi’nde,
hipnotize hastalarda ameliyat sırasında daha az kanama olduğunun ve bu yüzden
operasyonların daha başarılı sonuçlar verdiğinin ortaya çıkarıldığı yer
almıştır. Dergide, ‘Florida’daki ara ştırmalar da, hipnotize kad ınların, çocuklarını
daha kolay doğurduklarını ortaya çıkarmıştır.[216]
‘Hipnozla
diş çekimi devri’ başlıklı haberde ise İzmirli Diş Hekimi Kadir Demirel,
yaklaşık 5-6 yıldır hastalar ını hipnoz yöntemiyle tedavi ettiğini
belirtmektedir. Hipnozun cerrahi müdahalelerde de kullanıldığını söyleyen
Demirel, bu yöntemle uyutulan hastan ın kendini rahat hissettiği için doktora
da kolay çalışma imkânı verdiğini kaydetmiştir. Kadir Demirel, hipnoz
yöntemiyle uyuttuğu hastaya, acı çekmemesi ve kendini rahat hissetmesi için
telkinde bulunuyor ve hasta bu telkinle yapılan operasyon sırasında ne acı
hissediyor, ne de huzursuz oluyor. Bu şekilde işini daha rahat yapıyor.[217]
Daha birçok
örnek vermek mümkündür. Hipnozun birçok alanda kullanılabildiğini görmekteyiz.
Yani kabul edilmiştir artık bu yöntem. Dolayısıyla güvenlik yönetiminde de
kullanılabilmesi için bilimler arası etkileşim olması gerekir. Bu etkileşimle
nasıl faydalanılabileceğini ortaya koymak gerekir. ‘Hitlerin yaptığına bakınız’
başlıklı Haber 7 Özel kaynaklı haberde japonların hipnotize edildiği
yazmaktadır. japonların savaşa girmesinde Almanlar ve Rusların hipnoz
diplomasisi etkili olduğu belirtilmektedir.[218]
Hipnozla
ilgili yap ılan araştırmalarda deneklerin, hipnoz durumunda, telkinlere büyük
bir yumuşak başlılıkla uyarak, bütün soruları cevaplandırmakta, gerek hipnoz
durumunda, hatta gerek uyandıktan sonra, verilen buyrukları yerine getirmekte
olduğu görülmüştür. Telkin yoluyla bu durumun yarat ılmasını sağlayan yöntemler
bütünü, hipnotizma olgusunu ortaya koymaktadır.[219]
j. Murphy 1955
yılında, Hindistan, R^şikeş’teki Yoga Forest Üniversitesi’nde bazı
seminerler vererek bir ara Bombay’dan gelen bir cerrahla tanışır. Ona, eter
veya diğer anestezi yöntemlerinin henüz keşfedilmediği zamanlarda Bengal’de
çalışan Dr. james Esdaille adlı bir İskoç cerrahtan söz eder. Dr. Esdaille
1843 ve 1846 yılları
arasında çeşitli uzuvların kesilmesi, tümörlerin alınması ve kanser
ameliyatları, göz, kulak ve boğaz operasyonları da dâhil olmak üzere dört yüz
kadar ameliyata girmiştir. Bütün bu operasyonları yalnızca zihinsel anestezi
kullanarak yapmıştır. Rişikeş’teki Hintli doktorun söylediğine göre, Dr.
Esdaille’in ameliyat ettiği hastalar arasındaki ameliyat sonrası kayıp sayısı,
yüzde iki ya da üç gibi son derece düşükmüş. Hastalar hiçbir ac ı hissetmemiş
ve operasyon sırasında ölen hiç olmamış. Dr. Esdaille, hipnoz altına aldığı tüm
hastalarının bilinçaltlarına hiçbir enfeksiyon ya da septik durumun
olmayacağını sokmuştur böylece.[220]
Aynı
kitabında Dr. M. Bourru’ın bir deneği uyutarak, ona şu fikri aşılad ığını
yazar: ‘‘Hipnotizmanın ardından bu ö ğleden sonra saat dörtte büroma
geleceksin, koltuğa oturacaksın, kollarını göğsünde kavuşturacaksın ve burnun
kanamaya başlayacak.’ Tam söylediği saatte bu genç adam gelir ve bütün dediklerini
yapar. Burnunun sol tarafından kan gelmeye başlar. Bir başka seferinde aynı
araştırmacı elindeki bir aletin keskin olmayan ucuyla hastasının adını adamın
koluna yazdı. Hastası hipnoz altındayken ona şöyle der: ‘Bu öğleden sonra saat
dörtte uyuyacaksın ve koluna dokunduğum yerler kanamaya başlayacak ve kolundaki
kan izlerinde adının yazılı olduğunu göreceksin.’ Saat dörtte adamın uykuya
daldığı izlendi. Adamın sol kolunda ad ı kaz ınmıştı ve kan damla damla akmaya
ba şlamıştı. Harfler üç ay sonra bile, biraz solmasına rağmen hala belirgin bir
biçimde okunabiliyordu. Bu olgular daha önce belirtilen iki temel önermenin,
yani bilinçaltının aşılanan fikirleri almaya yatk ınlığını ve bilinçalt ının,
bedenin fonksiyonlar ı ve koşullar ı üzerinde tam bir denetimi olduğunun ne
kadar doğru olduğunu göstermektedir. Tüm bu fenomenler fikir
aşılama yoluyla anormal durumlar ın ortaya çıkar ılabileceğini canlı bir
biçimde dramatize etmiştir ve bunlar, kişi yüreğinde (bilinçaltında) neye
inanırsa o olur ifadesini bir kez daha kanıtlamaktadır.’’[221] Tematik uygulanmış hipnoz
ile en güçlü ağrı kesicilerinin üzerinde etkili olamadığı ağrılar bile, zaman
zaman etkili bir şekilde tedavi edilebilmektedir. Psikolojik ve psikomatik
sorunları olan çok sayıda hastanın, hipnoz arac ılığıyla yardım aldığı
bilinmektedir.[222]
Tarhan
‘Hipnozla Beyin Y ıkamak’
başlıklı yazısında hipnozun bilimsel bir yöntem olduğunu belirtmektedir. ‘‘Kişi
hipnotik uykuya geçtiğinde vücut ve beyin uyur., fakat terapistle, kişi
arasında seçici bir algılama alışverişi kanalı açılır. Böylece kişi hipnoz
yapan kişi tarafından yönlendirilebilir, düşünceleri ve duygular ı
değiştirilebilir. Psikiyatristler olarak biz, hastalıklı düşünceleri
yok
etmek, sağlıklı düşünceler kazandırmak, ego gücünü
arttırmak için bu
yöntemi kullanıyoruz.
Her bilimsel yöntem gibi hipnoz da, bu işi etik yapmayanlar tarafından gösteri
malzemesi veya siyasi amaçla kullanılabiliyor. Hipnozda ilk şart iki tarafın
birbirine güvenmesidir. Daha sonra kişide konsantrasyon gücü arttırılır, uygun
telkinle geçmişine götürülebilir. Beyni yıkanabilir ve yanlış şeylere
inandırılabilir. Ancak hipnozda olan kişiye istemediği şeyi yapt ıramazsınız.
Bazı kişiler telkine çok daha yatkındır, kolaylıkla hipnoza girerler. Fakat obsesif ve paranoid
olarak tanımlanan, güvensizlik özelliği fazla olan kişileri hipnotik transa
geçirmek çok güçtür.’’[223]
‘Estabrooks ve Mançuryalı Aday’ başlıklı yazıda ise Estabrooks’un deneyi
sırasında psikologlar arasındaki genel düşünce bir insanın iradesinin hipnozla
denetlenemeyeceğiydi ama Estabrooks farklı düşünüyordu. Estabrooks,
hipnozcuların gücünün sınırsız olduğuna inanıyor -ya da yalnızca aklı ve
vicdanın sesiyle sınırlanabileceğine inanıyordu.[224]
14
3 4 6 Hayvanlarca Telepati
B. Ward Çinlilerin,
hayvanların altıncı duyusunu deprem tahmin işlemlerinde kullanacak kadar
güvenilir bulduğunu ifade etmektedir. Kedi ve köpeklerin kilometrelerce uzakta
bile olsalar, sahiplerini ya da eskiden yaşadıkları evin yolunu bulma
yeteneklerini çok şaşırt ıcı bulmaktadır. Kediler, ev halkının başka bir yere
taşınmasından sonra eski evlerini bulmada özellikle yeteneklidirler;
güvercinlerin yuvalarına dönmeleri de buna benzer ona göre. Bir köpeğin tümüyle
yabancı bir çevrede sahibini bulmas ı, duyu ötesi algıdan başka hiçbir şeyle
açıklanamayacağını belirtir.2^^ Gazete haberlerinde, güvenlik konusunda
hayvanların bu özelliklerinin kullanılabileceği ile ilgili haberler
bulunmaktadır. Bunlardan birisi, ‘ABD donanması yunusa emanet’ başlıklı dış
haberler servisinin haberinde, ABD Donanmas ı’nın saldırı ihtimali yüksek
bölgelerini, terörle mücadele yunusları ve denizaslanları koruyacağı belirtilmektedir.
1960’ta kurulan Donanma Memeli Hayvanlar Programı uzmanları, yunusları ve
denizaslanlarını terör uzmanı gibi yetiştirmiştir. Devriye gezen eğitimli
yunuslar sualt ı mayınlar ını ve diğer tehlikeleri anında merkeze
bildirmektedir. Yunuslar ın verdiği alarmla harekete geçen sualt ı taarruz
timleri, tehlikeyi henüz oluşum aşamasındayken bertaraf ediyor böylece.
Sayıları 300’ü aşan hayvanlar, Irak’ta Ümmü Kasr bölgesindeki sualtı
mayınlarını tespit etmek için de kullanılmış.[225]
Yine
benzer bir haber ise ‘ABD’nin yeni silahı yunus askerler’ başlığıyla
verilmiştir. ABD’nin San Diego şehrine
bağlı Point Loma
Askeri Deniz Üssü’nde eğitilen yunuslar ve denizaslanları, donanmanın gururu
olmuştur. Savaş zamanında denizden gelebilecek olası saldırılara karşı
eğitilen, 75 yunus ve 25 denizaslanının en büyük ödülü ise balıktır. Devriye
görevinde kullanılan özel eğitimli yunus ve denizaslanları, düzenlenebilecek
terör saldırıları ve mayın tehlikesine karşı, ‘Amerikan Donanması Memeli
Askerler Programı’ dâhilinde eğitilmektedir.[226]
Bu
haberler, bilgiler göstermektedir ki canlılar arasındaki iletişim henüz tam
olarak açıklanamamıştır. Bir başka örnek kurşundan yapılmış metal kutulara
konulup toprağa gömülen 20-30 civarındaki karınca ile ilgilidir. Bu kutular
röntgen ve gama ışını geçirmemesine rağmen karıncaları kurtarmak üzere aynı
türden çok sayıda karınca gelerek toprağı kazmaya başlıyorlar. Başka bir örneği
yazar N. Sezik anlatıyor; japonya yakınlarında bir adada yaşayan maymunlara
yeni bir yiyecek atılır. Bunlar kabukları soyulmuş, üzeri kumla kaplanmış
patateslerdir. Maymunlar, diğer yiyecekler için önceden herhangi bir işlem
yapmad ıklar ı için, kirli patatesleri ellemediler. Genç maymunlardan birisi,
patateslerin suda yıkanıp temizlendiğini ve yenilebildiğini keşfetti. Bu
yöntemi ailesine ve çevresine ö ğretti. Buraya kadar normal olan bu çalışmanın
asıl ilginç yanı bir süre sonra gerçekleşti. Birbirleriyle hiçbir teması
olmayan ve başka bir adada yaşayan maymunlar da aynı işlemi öğrenmiş lerdi.
Gerçekten dikkatle incelenmesi, üzerinde araştırmalar yap ılması gereken
konular bunlar. Hayvanların bu özelliklerinden güvenlik yönüyle yararlanmak
gerekir.
14 3 4 7 Bitkilerde Parapsikoloji
Bitkiler ile ilgili
yapılan bir araştırmada, savaş ve kavga sözlerinin onlarda ürperti meydana
getirdiği görülmüştür. Bu sözler şaka tavırlı söylenince bitkilerin aldırış
etmedikleri tespit edilmiştir. New York
Yalan Bulma Okulu Müdürü Mr. Backster, canlı varlıklar arasında bir idrakin
varlığını ispat için pek çok deliller toplamıştır. Mesela bitkilerin yakın
mesafedeki karideslerin öldürülmesinden derhal etkilendiği ve tepki gösterdiği
öğrenilmiştir. Hiçbir kuvvet, hatta x ışınlarına engel olan
kurşun
levhalar bile bu irtibatı önleyememiştir.[227]
Okulun
sahibi de olan Clive Backster,
deneylerinden aldığı sonuçlara göre bitkilerin heyecanları, hafızaları ve
ruhsal tesirleri vardır demektedir. Ona göre bitkiler yalan detektörünü
etkileyebiliyorlar. Yakınlarında ölen bir canlıdan haberdar olmakta,
sahiplerini tanımakta etrafta bulunan insanların düşünce ve heyecanlarına
tepkide bulunabilmektedir. Her canlıda ilkel bir algılama ve şuurluluk
olabileceğini söylemektedir Backster.[228]
Bitkiler
içinde 10000(onbin) yıla kadar yaşayanları var ve bu bitkilerden geçmişe dönük
bilgiler elde edilebilmektedir.
Bir
kaynağın Dr. Yanıt adlı bölümünde bitkilerin belleği var mı? sorusuna yanıt
olarak: Evet vardır, cevabı verilerek şu şekilde açıklama getirilmiştir:
‘‘Fakat bitkilerdeki bellek insanlara benzemez, sinirsel bir düzeni yoktur;
"bilgi biçimi" şeklinde kendini gösterir. Biyolojik bellek
gelecekteki tepkilerimizi etkileyen fiziksel durumdaki bir de ğişikliktir.
Sözgelimi incindiği, zarar gördüğü durumlara tepki olarak, pek çok akasya,
kendi gelişimi pahasına yapraklarında zehirli bir madde üretir. Ve bir şekilde
bu mesajı rüzgâr yönündeki komşularına iletir. Afrika'daki kudu antilopları
kendilerini "anımsayan" bitkilerden uzak durmaya bakar. Bunun için
hafif bir otlama seansından sonra rüzgâr yönüne doğru hızla uzaklaşırlar. Ancak
kudular deneyimli akasyaların bulunduğu bir bölgede otlamak zorunda kalırlarsa
seçenekleri az olduğu için sonuçta ölürler. Bitkilerin belleği olduğunu
kanıtlayan bir diğer olgu da geceyi gündüzden ayıran veya bitkinin mevsimsel
olarak ne kadar ışık aldığını bildiren kimyasal bir maddeyi depolamalarıdır.
Fotosentezin meydana geldiği kloroplast'ların içinde bulunan bu kimyasal
maddeler, çevreden alınan uyarı tipine tepki olarak ne kadar glikoz veya
fotosentetik polipeptid'in depolanması gerektiğini bitkiye
"hatırlatır." Bazı uzmanlar bitkilerde bir tür belleğin bulunduğunu,
ancak bunların bilinçli yaratıklar olmadıkları için depoladıkları bilgilere
erişemediklerini ileri sürüyor. Bu bağlamda bitkiler CD çalıcılar ı olmayan
CD'lere benzer. Veri vardır fakat bu veriler kullanılamaz. Sözgelimi ağaçların
gövdelerinde insanların okuyabileceği halkalar bulunur. Bunlar belirli bir
yılda iklimin nasıl olduğu, ağac ın yaşı, orman yangınlar ının olup olmad ığı,
böcek istilasına maruz kalıp kalmad ıklar ı ile ilgili bilgi verir.
Bitkilerdeki belle ğe en iyi örnek Venüs sinekkapanıdır. Kapanın içindeki
duyusal tüylerden birine bir kez dokunulduğu zaman tuzakta herhangi bir hareket
izlenmez. Ancak 10 saniye içinde aynı tüye bir kez daha dokunulursa tuzak
aniden kapanır. Dolayısıyla tuzak bilgiyi 10 dakika kadar koruyabilir. Bu da
belleğin tanımını en ilkel şekliyle tatmin eder. Ancak bunun çok kısa vadeli
bir bellek olduğu
görülür.
Bitkilerin ayrıca strese maruz kaldıklar ı durumlar ı anımsadıklar ı
düşünülüyor. Sözgelimi böcek
istilası veya kuraklık gibi olumsuzlara maruz kalan böcekler, aynı duruma
ikinci kez tanık olduklarında daha hızlı tepki verirler.’’[229] O. Dicle, bir bilim
dergisinde bitkilerin hassasiyet konusu ve bitkilerin bizleri anlayabilmesi ile
düşünme ve tespit etme yetenekleri hakkında, 1970’li yıllarda Amerika’lı bazı
bilim adamlarının, galvanometre denilen bir alet üreterek bitkilerdeki
elektriksel uyarıları sese çevirip, daha sonra da bu seslerin bir alfabesini
oluşturdukları bir takım çalışmalarda bulunduklarını belirtmektedir.[230]
Benzer bir bilgi ‘Bitkilerde yeni bir zekâ biçimi keşfedildi!’ başlıklı haberle bir
bilim ekinde okuyucuya duyurulmuştur. Bu haberde Edinburg Üniversitesi’nden
Tony Trewavas, bitkilerin hesaplama gücüne sahip olduklarını, ileriyi
görebildiklerini ve başlarından geçenleri anımsayabildiklerini öne sürmektedir.
New Scientist dergisinin 27 Haziran sayısında yayımlanan yazıda bitkilerin
öncelikle, duyulara sahip olduklar ı, ışığa, seslere, kimyasallara,
titreşimlere, dokunuşlara, özellikle de suya, yerçekimine ve sıcaklığa duyarlı
olup, bunlara tepki verebildikleri belirtilmiştir.[231]
1.4.3.4.8.Psikometri
Parapsikoloji Sözlüğü’nde
bir cisme konsantre olarak, normal ötesi yoldan geçmişi hakkında bilgi edinmek,[232]
ruhölçümü,244 245 ruhsal süreçlerin ölçülmesinde kullanılan,
araçları ve yöntemleri gerektiren bir ruh bilimi dalı[233] ve medyumun geçmiş
olayları yorumlamasında bir cismin odak işlevi gördüğü bir tür ruhsal görü[234]
gibi anlamlara sahiptir psikometri. ‘Psikometri’ başlıklı yazıda uzak veya
yakın geçmişte bir eşya ile temas etmiş bulunan kişi ya da kişiler hakkında
bilgi edinme yöntemi olduğu belirtilmektedir. Bu yöntemle sadece eşyalarla
temas etmiş kişiler hakkında değil, o cismin başından geçen her türlü olay
hakkında da bilgi edinilebilmektedir.[235]
Bir
başka kaynakta psikometrinin, ruhbilimin testlerle, testlerin hazırlanması ve
uygulanmasıyla uğraşan dalı olduğu ifade edilmiştir. Duyum dışı algı biçimidir.
Bu algıda, öznenin normal dışı izlenimleri, maddi bir nesne aracılığıyla
algılanmakta gibidir. Söz konusu
maddi nesneyle divinasyon konusu olan olaylar ve kişiler arasında önceden bir
ilişki vardır ve bu nesne clairvoyance’ı kolaylaştırıcı rol oynamaktadır.[236]
‘Parapsikoloji’ başlıklı yazıda ise, bir eşya üzerine kullanıcı tarafından
bırakılan enerji, elektro manyetik alan, trans altındaki hassas bireyde
kullanıcıya ait bilgilerin zihinsel ve duygusal algılanmasıdır psi^me^.^0 ‘Siyasi Ve Askeri Sahada
Hipnozun Kullanımı’ başlıklı yazıda psikometri, bir insan veya olay hakkında,
geçmişte ve gelecekte olacak veya olmuş şeyler hakkında cansız bir obje
yardımıyla bilgi sahibi olmaktır tanımı yapılmaktadır^1 ‘Gizemden Bilime
Parapsikoloji’ başlıklı yaz ıda da benzer anlama gelen ifadelerle psikometri,
bir objeye temas sonucunda, bu obje ile ilgili olan kişi veya kişiler, olaylar
ve objenin içinde bulunduğu ortamlar hakkında, özellikle geçmişe, ayrıca zamana
ve geleceğe ait enformasyon yahut izlenimlerinin tespit edilmesinde
kullanılmaktadır^2
‘Duru görü’ başlıklı
yazıda psikometrinin duru görü medyumluğunun bir türü olduğu ifade
edilmektedir. Uzak veya yakın geçmişte bir eşya ile temas etmiş bulunan kişi ya
da kişiler hakkında bilgi edinme yöntemidir. Sadece eşyalarla temas etmiş
kişiler hakkında değil, o cismin başından geçen her türlü olay hakkında da
bilgi edinilebilir psikometri ile. Ruhsal enerjinin en önemli niteliklerinden
biri etki etmektir, buna karşı madde enerjisinin en önemli niteliklerinden biri
de etki almaktır. Bu temel prensip, çevremizdeki tüm nesnelerin kendilerine
canlılardan gelen enerjileri emmesine ve saklamasına neden olmaktadır. Bu
yüzden sahip olduğumuz tüm eşyalara bilmeden kendi enerjilerimizi
yüklemekteyiz. O eşya ile ne kadar uzun süre beraber olunursa, o da, o kadar
çok beraber olunanla ilgili enerjileri bünyesinde saklamaktad ır. Bu yöntemle
tarihin çok eski dönemlerinde meydana gelen olaylar hakkında eski yapıtlara
dokunarak bilgiler veren psikometri medyumları var olduğu bilinmektedir.
Tarihin aydınlanmamış kısımlar ına ışık tutmas ı bakımından bu çalışmalara
yurtd ışında ayrı bir önem verilmektedir. Yine yurtdışında polislerle çalışan
psikometri medyumlar ının, suçlular ın dokundukları eşyalar aracılığıyla
onların yakalanmasında önemli bilgiler vermektedir. Bilgi edinilmek istenen
eşyaya psikometri medyumları elle dokunarak ya da onu
ellerinin
arasına alarak o eşyanın başından geçenler ya da o eşyayla temas edenler
hakkındaki bilgiler, durugörü tekniğindeki gibi çeşitli imajlarla
gelebilmektedir.23؛
1
43 4 9 Astral
Seyahat
‘Gizemden
Bilime Parapsikoloji’ başlıklı yazıda insan bedeninin bir ö ğesi olan 'astral'
bedenin, kontrollü ya da kontrolsüz olarak fizik bedenden ayrışması ve bunun
sonucunda edinilen deneyimler^4 ‘Siyasi Ve Askeri Sahada Hipnozun
Kullanımı’ başlıklı yazıda ise vücut dışı deney (Out of body experience) OOBE,
astral projeksiyon, fiziki vücudun dışında, ruh veya zihnin, mekân ve zaman
içinde seyahati^^ gibi anlamlara sahiptir astral seyahat. Bir bilim ekinde
astral seyahatle ilgili olarak, uyuşturucu madde -özellikle de LSD ve benzeri
halüsinojenler- kullananlarla, metafizik uğraşılara aşırı düşkün histerik
nevroz olgularında ya da ölüme çok yaklaşmış yoğun bakım hastalarında zaman
zaman görülen geçici bir dissosiyatif bozukluk olduğu belirtilmektedir.
Dissosiasyon kişinin çeşitli mental süreçleri aras
ındaki bağ
ve sürekliliğin ortadan kalkmasıyla birlikte bir grup mental sürecin
diğerlerinden bağımsız olarak işlemeye başlaması hali olmaktad ır. Böyle
dönemlerde bilinçte ve kimlik duygusunda bozulmalar meydana gelmektedir.
Bunlara hareket bozuklukları da eşlik edebilmektedir. Kişi, dissosiyatif dönem
sürecinde, ruhunun bedeninden ayrılmış olduğu hissine kapılabilmektedir.
Genellikle uçuyor ve kendi bedenine dışarıdan bakıyormuş gibi olabilir. Bu
durum medyumlar, Hint fakirleri, gurular, şamanlar, evliyalar, vb. kişiler
zaman zaman hipnoz ya da oto-hipnozla trans durumuna geçtiklerinde o denli
karmaşık bir hal alır ki kişi zamanın ve mekânın sınırlar ını aşarak
gezegenler, hatta yıldızlar arasında dolaşmakta olduğunu sanabilmektedir.^6 ‘Yaşamdan sonra yaşam’
isimli dizide yaşanan bir olayla ilgili olarak 53 yaşında bir ev kadını olan
May Parker Eulitt, 1971 yılında, 22 yaşındayken mısır tarlasında yanında iki
kuzeni ile dolaşırken fırt ınaya yakalanmıştır. Yakınına bir yıldırım düşer.
Bir anda yere yıkılır ve kalbi durur. Kendisini havada kuzenlerinin üstünde
süzülürken bulur. Kuzenlerinin onu 100 m. uzaklıktaki kamyonete taşıdıklarını
görür. Uyandığında kalbinin durduğunu söylerler.^ Aynı dizideki bir başka
olay 60 yaşında ve subay olan
John Foreman ile
ilgilidir. Jacksonville’de bir
iş kazasında karnından yaralanır. 1963 yılında acil ameliyata alınır. 6 saatlik
ameliyat sırasında kan kaybı yüzünden bir süreliğine ölür. Birden havada asılı
olduğunu fark eder. Sedyede yatan ölü bedenini görür. Sedyenin etrafında
koşuşturan doktorlar sürekli ilaçlar ve kan enjekte ediyorlardır. Gözünü
açtığımda doktorlar bu bir mucize derleri8 İnsanların bu ve benzeri
olaylar yaşaması bilim insanlar ının bu konulara ilgisini art ırmaktad ır.
‘Nature online’, ‘www.welt.de’, ‘www.science.otf.at’ kaynaklarından
yararlanılarak verilen ‘Bilim ruhu bedenden ayırdı’ başlıklı haberde konuyla
ilgili bir olay şu şekilde yer almıştır. Olaf Blanke ve arkadaşları, 43 yaşındaki
bir epilepsi hastas ının beynine bağlad ıkları elektrotlarla, normalde beyin
ameliyatlar ı öncesinde kesinlikle dokunulmamas ı gereken beyin bölgelerini
incelemişlerdir. Blanke, beynin
sağ tarafındaki bir elektrotla önce 3 mili amperlik bir elektrik akımı verince
hastanın bilinci kaybolmamış ama kendisini yatağın içine gömülür ya da düşer
gibi hissetmiştir. Oysa elektrik akımı 3.5 mili ampere yükseltildiğinde, hasta
iki metre kadar havalanarak kendisini yatakta yatar gördüğünü ayrıca kolunu
kaldırdığında sanki kendisine tokat at ılacak gibi hissettiğini ve bacaklar
ının da kısaldığını açıklamıştır. Birçok kişinin bu tür olayları dinsel
nedenlere bağlayarak, ölümden sonra gerçekten de beden ve ruhun birbirinden
ayrıldığına inandığını anımsatan Oxford Radcliffe
İnfirmary kuruluşundan John Marshall, son araştırmalar ın bu iddiayı
çürütmediğini sadece beden dışı deneyimin yapay olarak yaşat ılabildiğini
gösterdiğini savunmaktadır. Çeşitli alıştırmalar sonucunda beden dışı deneyimin
mümkün olduğunu bulan parapsikologlar, rahatlama sırasında örneğin uykuya
dalmadan kısa bir süre önce bilincin bedenden ayrıldığını tespit etmişlerdir. Blanke, kol
veya bacağı ameliyatla alınan kişilerin, organların yokluğuna rağmen bunları
hissedebilmelerinin de beden dışı deneyim mekanizmasıyla ilişkili olabileceğini
söylemektedir.^9 Güvenlik alanında astral
seyahatin
faydaları olabilir. ‘Psikolojik Savaş’ başlıklı yazıda bununla ilgili olarak
1970’lerin ba şlarında ‘uzaktan görüntüleme’ olarak anılan bir araştırma, Stanford Araştırma
Enstitüsü’nde başlamıştır. Bu araştırmanın, projenin, Scanate Projesi’nin amac
ı, kişilerin bedenlerinden ayrı olarak seyahat etme yeteneklerini belirlemek ve
uzak mevkileri tanımlamakt ır; özellikle de yabanc ı askeri hedeflerin
kısımlarını ve yerlerini.[237]
1.4.3.4.10.Işınlama
(Teleportasyon)
‘Parapsikoloji
Sözlüğü’nde cisimlerin normal ötesi yollarla bir yerden başka bir yere
iletilmesi, ışınlama[238]
‘Gizemden Bilime Parapsikoloji’ başlıklı yazıda ise maddenin bir mekândan
ötekine, fizik irtibat olmaks ızın, demateryalizasyon- materyalizasyon
(demat-mat) yöntemiyle aktarılması[239] olarak açıklanmaktadır
teleportasyon. Bilim kurguya
göre ışın gücüyle bir varlığı, atomlara ayırarak görünmez duruma getirmek ve
atomlarını birleştirerek bir varlığı yeniden oluşturmak[240] ve de canlı ya da cansız
bir cisim üzerinde ışımayla bilinçli ya da rastlant ısal olarak oluşturulmuş
etki; ışınlanma olayı[241]
gibi anlamlandırmalar da yap ılmaktad ır. Bir varlığı ışın gücüyle yok
etmek, başka bir yerde onu yeniden oluşturmak ya da ışın gücüyle bir yerden çok
uzak bir yere göndermek,[242]
manası da veriliyor ışınlamaya. Güvenlik alanında ‘ABD ordusu, ışınlama ile
ilgileniyor’ başlıklı 10.02.2005 tarihli haberde daha önce radara yakalanmayan
uçak ve lazer teknolojilerini ABD ordusuna kazandıran Ohio’daki Wright-Patterson Üssü
laboratuarlar ı, ışınlama teknolojilerinin askeri uygulamalarını
incelemektedir. ABD Hava Kuvvetleri ışınlama teknolojilerinin geliştirilmesi
için bu konuda uzmanlaşan Warp Drive Metrics şirketi ile bir anlaşma yapar.
Şirketin ordu için hazırladığı 78 sayfalık raporda, “Mevcut teknoloji insanları
ve nesneleri ışınlamaktan uzaktır ve bu konuda kaydedilmesi gereken birçok
gelişme vardır” denilmektedir. Laboratuarın direktörü Kurmay Albay Mike Heil, raporu
‘ışınlamanın şimdi ve gelecekte ordu için pratik bir çözüm olmayacağı’ şeklinde
yorumlamaktad ır. Albay Heil ışınlama çalışması ile
ilgili: “Geleceğe bakmak zorundayız, sadece bugünün değil, geleceğin
ihtiyaçlarına göre de donanım hazırlıyoruz, diyelim ki 30 yıl sonrasının,”[243]
diyerek bu alanda çalışanlara uf}k çizmektedir. Bir başka yerde ‘Işınlama’
gerçek oldu’ başlıklı Assocıated Press’den alınan, 17 Haziran 2004 tarihli
haberde şunlar yazılı: ‘‘Bilim adamları atomlar arası özellik iletimini, 1
milimetreden kısa bir mesafede de olsa başardılar. ‘Teleportasyon’ ad ı verilen
bu yöntemle, atomlar, enerji, hareket, manyetik gibi koantum özelliklerini
birbirlerine aktarıyorlar. ‘Işınlama’ ya da atomlar aras
ı ‘kuantum
aktarımı’nın başarılması, gelecekte üretimi öngörülen koantum bilgisayarlarını
mümkün kılacak. Son
derece hızlı çalışacak
olan kuantum bilgisayarlarının radara çıkmasının 10 yıldan fazla sürmesi
bekleniyor. ABD’den National Institute of
Standards and
Technology öğretim üyesi David j. Wineland ve Avusturya’dan Innsbruck
Üniversitesi’nden Rainer Blatt başkanlığındaki
ekibin çalışması, atomlar ın fiziksel özelliklerinin birbirleri aras ında
alışverişini sağlıyor. Çalışma üzerine Nature dergisinde bir makale yayımlayan
Dr. Wineland, aktarımın
şimdilik sadece 1 milimetre’den küçük bir mesafe içinde yapılabildiğini, ancak
gelecekte daha uzun mesafeler arasında da aktarım yap ılabileceğini belirtti. Dr. Wineland ‘Kuantum
aktarımı’ çalışmasını beril atomları arasında gerçekleştirdi. Avusturyalı ekip
ise, aynı işlem için kalsiyum atomu kulland ı. Her iki çalışmada da, bir atomun
içinde bulundurduğu kuantum özellikleri diğer eş- atoma aktarıldı. Bilim
adamları, laboratuar ortamında atomları birbirleri ile ‘entaglement’ denen, Albert Einstein’ın
el yazmalarında “korkutucu” diye tarif ettiği, bir yöntemle eşliyorlar. Bu
eşlemenin doğası gereği, bir atomun edindiği özelliği, ya da tam tersini,
eş-atomu da otomatikman üstleniyor. Özelliklerin iletimi için, eş-atomlar
arasındaki mesafe önem taşımıyor. Atomlar teorik olarak kilometrelerce uzakta
olsalar dahi, özelliklerini ‘Kuantum aktar ımı’ ile değiş tokoş edebiliyorlar. Işınlama süresi sadece
milisaniyelerle ifade ediliyor.’’[244]
Işınlama
hakkında aç ıklayıcı bilgiler içeren bir yaz ıda şunlar ifade edilmektedir:
‘‘Işınlama Teknolojisi... Enterprise'ın en imkânsız gibi görünen teknolojisi,
hiç kuşkusuz ''ışınlama''... Günümüzün bilim adamları, bir insanı atomlarına
ayırıp, başka bir yerde birleştirebilmenin hiç bir zaman mümkün olamayacağını
söylüyorlar. insanın gideceği yerde birleştirebilmek için toplanamayacak kadar
fazla bilgi gerekiyor. Bununla birlikte, geçen yıl, bir IBM fizikçisi olan
Charles Bennett, kuantum mekaniğinde özellikleri birbirine bağlı olan karmaşık
elektronlardan bir çift yarat ılabilmesinin mümkün olduğunu söyledi. Bağlı
elektronlar ın birbirleri ile birleştirilmesi ile iki özdeş çift
yaratılabilecek. Buna rağmen, sadece tek bir elektronu kopyalanmış oluyor,
bütün bir insan vücudu değil.... Gemi mürettebatını Enterprise'dan alıp
istenilen yere, oradan da yeniden geriye ışınlayabilen ''ışınlama cihazı'',
günümüzün teknolojisine göre imkânsız... 1 2 3 Işınla... Bazen bir atom
uyarıldığı zaman enerji fazlasını aynı anda iki foton salarak açığa çıkarır.Bu
fotonlar birlikte yarat ılmış olduklarından, özellikleri birbirlerinden
bağımsız değildir, birbirleriyle ilişkilidir.Dolayısıyla, ikiz parçacıklardan
birinin başına gelen, milyonlarca kilometre uzakta olsa bile öteki ikizi aynı
anda (ışık hızından daha hızlı!!) etkileyecektir.Bu tür ikizlere EPR
(Einstein-Podolsky-Rosen) çifti denir. Bu tür çiftlerin özelliklerini okumaya
başlad ığımız zaman kuvantik bilgisayarlar üretebileceğiz. Bunlar sayesinde
şifrelenmiş her tür bilgiyi herhangi bir yere tele iletebileceğiz
(ışınlayabileceğiz).Bu çiftler madde iletişiminde nasıl kullanılacak? Bu
fotonların birini tele ileteceğimiz maddeyle etkileşime sokmalıyız. Bu
etkileşim aynen kendini öbür ikizde gösterecektir. Bu da bize maddenin aynısını
oluşturmamız için gerekli bilgiyi verecektir. Ama şu anki bilgilerimizle asla
maddenin kendisini başka yere gönderemeyiz, sadece kopyasını yapabiliriz. Peki,
günün birinde insanlar ın tele iletişimini sağlayabilir miyiz? İnsanın yaklaşık
''10 üzeri 28'' kadar parçacığı ihtiva eden yapısını çözmek gibi ''mini
minnacık!'' bir problemi çözmeyi başardığımız gün, sıra kendimizi tele iletmeye
gelecek. Bunu yapabilmek için bir kere insanın kuvantik değil, moleküler
yapısını yeniden oluşturmayı bilmesi gerekecektir. Ancak bu sevindirici teorik
bilgilere rağmen bir maddeyi ya da canlıyı tele iletmekten oldukça uzağız.
Fakat müthiş kuvantik bilgisayarlar yolda. Bilim ilk kez ışınlamayı başardı
İnsanın da ışınlanması konuşuluyor... Bilim adamları bilim kurgu filmlerinde
rastlanan ''ışınlama'' benzeri bir olayı gerçekleştirmeyi başardılar.
Avusturya'daki bir laboratuarda, ışığın temel parçacığı olan fotonları, bir
yerde kopyalayarak bir metre ötede benzerini yarattılar. Bunu, fotonlar ın
içerdiği bilgiyi diğer fotonlara taşıyarak gerçekleştirdiler. Inssbruck
Üniversitesi'nde gerçekleştirilen bu deney, Nature
Dergisi'nde
yayımlandı (390, 551552 (1997). Daha sonra, aynı deney, Roma'da tekrarlanarak,
başka bir dergide daha yayımlandı. Bu deney, ''kuantum taşıma'' (Quantum teleportation)
olarak bilinen, doğadaki en küçük parçacıkların ne kadar uzak olursa olsun,
başka bir yere kaydırılması olayını ilk defa olarak gerçekleştiriyor. Projede
çalışan bilim adamlarından Zeilinger, bir kaç yıl içerisinde atomların; on yıl
içerisinde de moleküllerin bu yolla taşınabileceğini belirtiyor. Bu olayın
temelindeki prensip, ''uzay Yolu''ndakiyle benzeşmese de, belik, bir gün
insanların da bir yerden başka bir yere ışınlanmasını olanaklı kılabilir. Bunun
için, insanın vücudundaki herbir parçac ığın taşıdığı bilginin alınıp,
ışınlanacağı yerdeki parçacıklara aktarılmas ı gerekiyor. Uzmanlara göre,
kuramsal açıdan bunda bir sorun yok; ama gerçekçi olmak gerekiyor. Eğer bu olay
bir gün gerçekleştirilebilirse, taşınması gerekecek o kadar çok bilgi olacak
ki, bunu göndermek çok pahalıya malolacak. Bu durumda, insanın kendisini
göndermek bile daha ucuz olacak. Ohio’daki Kenyon koleji'nden Benjamin
Schumacher, ışınlama hakkında şunları söylüyor: '' Sizi atomlarınıza ayırıp,
diğer yerde birleştirmeyi umacaklar; bana hiçte iyi bir fikir gibi
görünmüyor.'' Bunlara karşın, uzmanlar, gelecekte, kuantum bilgisayarların
gerçekleştirilmesiyle, işlemlerin bugünkünden çok daha hızlı
gerçekleştirilebileceği fikri üzerinde duruyorlar. Oraya ulaşmak eğlencenin
yarısıdır Kuantum Mekaniği, genel anlamda telepatik parçacıklara cevap vermek
için birçok suçlamalarda bulunur, örneğin diğer dünyalardaki solucan
çukurları... Kuantum ışınlama ile madde iletimi ve nakli mümkün mü? Bu
inanılması güç şeyler şimdi eski bir şapkayı andırıyor. Fakat geçen mart
Amerika Birleşik Devletlerinden, Kanada'dan Fransa'dan ve İsrail’den bir gurup
fizikçi buna bir tane daha ekledi: Teleportasyon. İlk bakışta teleportasyonun
kuramsal fizikten ziyade sadece teknolojinin bir problemi olduğu fark ediliyor.
Çığır açan yeni bir kaç teknolojik bakışla, düşünün ki siz arkadaşınızın
verdiği akşam yemeğine alet üzerindeki tarayıcıya basarak ki bu anda sizi inşa
eden atomlar hakkında bilgi alacak katılacaksınız. Tabii ki onların durumları,
onların atom bağları ve enerji seviyeleri de vücudunuz için önemli olsa gerek!
Toplanılan bütün bilgilerle, makine vücudunuzu buharlaştıracak ve bilgiyi
arkadaşınızın tele taşıyıcısına yollayacak ki bu şekilde siz depolanmış olan
hidrojen, karbon diğer maddelerle tekrar oluşturulacaksınız. Bu uygulamadaki
problem maalesef, tele taşıyıcısının birinci parçacığı ile başlar, çünkü tele
taşıyıcının tarama yapması yani inceleme yapması gerekmektedir. Ölçme işi her
zaman ölçülen şeyi etkiler. Eğer siz bir el lambasıyla sigorta kolunun yerini
tespit etmek isterseniz, siz esasında kutuyu değiştirirsiniz. Çünkü kutunun bir
kaç atomu el lambasındaki fotonları emer. Emin olmak için, sigorta kutusuna
etki yok gibi düşünülür. Fakat siz bir şeyi yarı atomik terazide ölçmeye
kalkarsanız, değişiklik açık seçik görülür. Bu fotonun nasıl polarize (bu da;
yatay, dikey veya esasında titreşim yapma durumuna bağlıdır) edildiğini bilmek
istediğinizi söylüyorsunuz. Siz fotonu yatay titreşimli ışığı bloke eden bir
filtre’ye gönderilebilirsiniz ve onun geçip geçmediğini de görürsünüz. Fakat
Heinsburg'un belirsizlik prensipleri -kuantum mekaniğinin tam yapısı- şu açıklamayı
yapar.''Fotonun yatay düzleme belirli bir açı yapardık, titreşim yapması
yüzünden, ölçümlerimizde elde edilen sonuçlar gibi yatay polarizasyona geçiş
olas ılığı kesindir. Geriye dönmenin hiç bir yolu yoktur. Ve özellikle orijinal
fotonunuzun yatay polarizasyonu olsun ya da olmasın, tekrar keşfetme yolu da
yoktur''. Geçen sonbahar fizikçiler bir araya gelerek Heinberg'in şaşkınlık
duvarı hakkındaki bilgileri araştırma yolları araştırdılar.(Ve sonradan onlar
anlayacaklar ki tele taşıma mümkündür.) Nihayet onlar, Einstein
tarafından
60 yıl önce tanınan kuantum mekaniğinin bazı hilelerini anlad ılar. Patlamaya
ihtiyaç gösterir gibi, onun gördüğü kuantum mekaniğindeki kalıtımsal
saçmalıklardı.
Einstein, Boris,
Podolsky ve Nathan Rosen ile birlikte, düşünce deneyi anlamına benzeyen,
kuantum parçacıklar ının telepatik olarak haberleştikleri kanısını gösterdiler.
Bu ''saçmalıklar'' sonradan doğru oldu Einstein'ın düşünce deneyi laboratuarda
yapıldı ve en kötüsü onun kuantum telepati yöntemi, diğer bir saçmalık olan
teleportasyon (tele taşıma)'u doğurdu. Einstein'ın fikrini anlamak için,
çiftler halindeki fotonlarını arada sırada tükürük gibi saçan kobalt atomunu
göz önüne alın. Kuantum mekaniği 2 fotonun toplam polarizasyonunun sıfıra eşit
olmasını ister, diğer bir değişle bu iki foton zıt yönlerde polarize
edilmişlerdir. Fakat geçen örnekte belirli bir polarizasyonu olan fotona
benzemeyen, baz ı fotonlar vardır. Bunlar ı Einstein incelemiştir ve bunlar ın
sabit polarizasyonu olmad ığını anlamıştır. Sadece, bir kimse fotonlardan
birini ölçmek istediğinde, polarizasyonu seçmek yeterli olacaktır. Aynı
zamanda, (işte burada telepati işin içine giriyor), diğer foton zıt
polarizasyonun olduğunu sanarak veya tahmin ederek kuantum belirsizliğinden
ortaya çıkacak. İki fotonunu kaderi birbirlerinden uzak bile olsalar
birbirlerine karışma durumunun olmasıdır. Bu karışan çift, kuantum tele taşıma
için en iyi vasıtadır. Alice'in T adında bir fotonu olduğunu farzet. Alice bu
fotonu arkadaşı Bob'a teletaşıma yoluyla göndermek istiyor. O onu ölçemez ve
sonra Bob'u elindeki bilgilerle arar, çünkü direk ölçmeye güven
duymamaktadır.(Ölçüm fotonu belki değişik seviyelere çıkarabilir).Bunun yerine,
Alice ve Bob yöresel atom kobalt dükkanına giderler ve bir çift karışmış foton
alırlar. Alice fotonlardan birini ( A fotonu diyelim) ışılı bir tuzak içine
koyar, Bob aynı işi bir başka fotonla (B fotonu diyelim) yapar ve her ikisi de
evlerine geri dönerler fotonların karışık durumda, kalan parçacıklara ne Alice
ne de Bob bakmamıştır. Alice evine ulaştığında, T'yi şimdi teleport
yapabilir-yani kendinin orijinal fotonu- halen doğru bir şekilde polarizasyonu
ölçemezken, o A ile T arasındaki polarizasyon farkını ölçebilir. Bunu da bir
atomdaki her iki fotonu ateşleyerek yapabilir; söylemek gerekirse onlar ın onu
nasıl etkilediğini ölçer. Bu son ölçüm A ile T fotonlarını karışık (dolanık)
fotonlara doğru zorlar. Ve A, B ile zaten karışmış olduğundan, o aniden Bob'un
fotonu zıt polarizasyona doğru zorlar. Şüphesiz ki, Alice kendi cevabını
alabilmek için her iki fotonu yok etmek zorundadır. Her ikisi atom tarafından
emilir ve yok olur. Yeni foton T Bob'un evinde tekrar yapılabilir. Buda şöyle
çalışır: Alice Bob'u arar ve ona A ile T arasında ölçmüş olduğu farkı söyler.
Bob karışık(dolanık) çiflin kendine ait olan bölümü (foton B) A'ya göre zıt
polarizasyondadır. Bu iki şey ona B ile T arasında polarizasyon farkını
anlatır. O sonradan foton B 'yi açı boyunca döndürür. (Mesela onu tatlı su
içinden geçirerek) böylece kendi fotonu şimdi aynıdır.(Her iki ihtimalde kendi
polarizasyonu içinde
hareket
ettirilen sevgili T fotonuna göre) Bu işlemler teleportasyon kadar basittir. Ve
siz sadece bir parçacığın bir karakterini bir yerden bir yere transfer
ediyorsunuz. Bir parçanın bütün karakterlerini taşımak teorik olarak
mümkündür.(yani tüm maddeyi taşımak) Avusturya'da Innsbruck Üniversitesi'ndeki
araştırıcılar bir fotonu bu yolla taşımak için bir cihaz yapmaya hali hazırda
uğraşıyorlar. Kuram olarak, bireysel elektronlar ve protonlar içinde çalışmalı,
onlar da karıştırılmalı. insan vücudu şüphesiz ki başka bir hikâye...
Teleportasyonun zorluğu, aynı anda taşınmak istenen her yeni parçacıkla üssel
olarak artar, insan vücudu (10 üzeri 27) atom içerir ki pratik olarak onu
tekrar yapmak imkânsızd ır. Fakat teleportasyon olayının hayalini koran bazı
fizikçiler pratik uygulamaların olabilirliği konusunda açık kapı bıraktılar.
Bunlardan biri olan Williams Kolejinden
William Wooters şöyle
der, ''kim bilir? Belki de
o bizde oluşan bir hayal eksikliği, yüzlerce yıl sonra ne çeşit bir
teleportasyon'un olacağını şimdiden kestirmek zor olsa gerek''.’’[245]
1.4.3.4.11 .Kirlian
Fotoğrafçılığı
Parapsikoloji Sözlüğü’nde,
SSCB'de S.D ve V.Kirlian tarafından keşfedilen fotoğraf metodu; bu yöntemle,
açığa çıkan yüksek elektrik frekansı, cisim ve canlıyı çevreleyen renkli alan
veya haleler gösterilir,[246]
şeklinde açıklaması yapılmaktadır. Semen Kirlian tarafından icat
edilmiş olan fotoğrafçılık yönteminde görülen ışıldama etkisine,[247]
kirlian etkisi denilmektedir. Parapsikoloji bilim adamları ilk zamanlar bunu
ruh olarak yorumladılar fakat sonraları bu ışın haleleri, yaşayan canlılarda
bir biyomanyetik alan olarak tüm bilim dünyasınca kabul edilmiştir.[248]
Canlıların
iki bedeni olduğu varsayılmaktadır. Birisi herkesin görebildiği ‘fiziki beden’,
diğeri Kirlian fotoğra^arıyla tespit edilen ‘enerji bedeni’dir.[249]
‘Kirlian
Effect’ başlıklı yazıda konuyla ilgili olarak Semyon D. Kirlian tarafından
keşfedilen bir fotoğrafama tekniği olduğu belirtilmektedir. Bu teknik aura
fotoğrafçılığının kaynağıdır ve aura fotoğrafçılığı ilk olarak 1890'lerde
Nicola Tesla tarafından araştırılmaya başlanmıştır. Sovyetler Birliği
1960’lardaki psychic araştırmalarına aura fotoğrafçılığını da
dâhil eder. 1975 yılında auralar University Of California'da büyük bir basarıyla
ölçülebilmiştir. Basitçe kirlian
fotoğrafçılığında
polaroid filmine monte edilmiş bir metal plakaya yüksek frekanslı akım
iletilir. Parmaklar yumuşak şekilde filmin üzerine konur ve 60 saniye kadar
sonra fotoğraf belirdiğinde görüntü ortaya çıkar ve fotoğrafı çekilen maddenin
enerji alanı görülür.[250]
Sovyet
Tıp profesörlerinden Dr. M. Pavlenko, kirlian metodunun hastalıkların erken
teşhisinde, özellikle kanserde çok faydalı bir buluş olduğunu belirtmektedir.[251]
‘Kirlian
Fotoğrafçılığı’ başlıklı yazıda şunlar yazmaktadır: ‘‘Semyon Davidovich Kirlian
ve karısı Valentina Kirlian tarafından bulunan ve aura
fotoğrafı
çekmeye yarayan teknik. Bay ve Bayan Kirlian'ın yaptığı ilk kameranın şans
eseri olarak ortaya çıktığı söylenebilir. Semyon Davidoviç Kirlian bir gün
elektrikli bir cihaz üzerinde çalışırken şiddetli bir elektrik çarpması
geçirmişti. O günlük işlerini bırakıp evine gitti. Karısı Valentina, üzerinde
çalıştığı bir fotoğraf işinde kendisine yardım etmesini istedi. Semyon birkaç
yeni film ald ı ve üzerine resim çekilmiş filmlerin yerine bunları taktı ve
filmleri banyo etmesi için karısına verdi. Sonunda, filmler onları hayrete
düşürdü. Negatiflerde mavi, sarı ve diğer renkler açıkça görülüyordu. Semyon'un
geçirdiği şiddetli elektrik çarpmasının onda, 'enerji yüklü' ellerinin
temasıyla yeni filmlerde bir görüntü bırakmasına yol açabilecek bazı 'değişikliklere'
neden olduğu sonucuna vardılar. Kirlian'ların, ruhun fotoğrafını çektiği
söylentisi yayıldı. Bu, 1939 yılında olmuştu. İkinci dünya savaşı'nın başlaması
yüzünden keşif gizli tutuldu. Kamera başlangıçta, bitkilerin veya onların bazı
kısımlarının, özellikle yapraklarının fotoğraflarının çekilmesinde kullanıldı.
Bu konuda pek çok şey yazılmıştır. Canlılık durumlarına göre çevreye yayılan
auranın görülebildiği yaprak fotoğrafları, magazinlerde bile sık sık yer
alıyordu. Yaprak bitkiye bağlıyken koparıldıktan hemen sonra ve epeyce zaman
geçtikten sonra bu fotoğraflar çekiliyordu. Aurada çok açık bir değişme
görülüyor ve yaprak kurudukça aura yavaş
yavaş kayboluyordu. 'hayalet yaprak etkisi'(phantom leaf effect) olarak bilinen
bu olay, medyumların öne sürdükleri iddiaları kanıtlar nitelikteydi. Çünkü
medyumlar, uzuvlarından biri kesilmiş kişilerin, kesilen uzuvlarının
'hayaletlerini' gördüklerini söylüyorlardı. Kirlian kamerası cansız nesne veya
canlı varlıkların fotoğraf görüntülerinin yüksek değerli bir elektriksel alan
vasıtasıyla elde edildiği cihazdır. Teknik bakımdan, bu görüntülerin elde
edilmesinde kullanılan iki metot vardır. Birinci metot, söz konusu nesneye
kuvvetlice elektrik vermek ve ondan yayılan radyasyonun karanlıkta normal bir
kamera ile fotoğrafım çekmekten ibarettir.
İkinci metotsa nesneye birinci metotta olduğu gibi doğrudan değil de, nesnenin
çok yak ınına yerleştirilmiş voltajı farklı bir veya iki tane metal plakadan
geçirilen yüksek gerilimli akım uygulanır. Bu metotta kamera kullanılmaz;
hassas fotoğraf materyali, nesneden doğrudan doğruya görüntü alacak şekilde
düzenlenir. Birinci metot (en azından teorik olarak) daha kapsamlı görüntülerin
elde edilmesini mümkün kılar. İkincisi, daha düşük güçlü elektrik kullanarak
çok daha fazla ayrıntının görülmesini sağlar. Bu nedenle deneycilerin çoğu
güvenlik ve kullanım kolaylığı açısından birinci metottan vazgeçerek ikincisini
tercih ederler. İkinci metotta kullanılan sistem yukarıdaki şekilde şematik
olarak görüldüğü gibi, sandviç biçiminde düzenlenmiş bölümlerden oluşur. Cihaz
metal plakaya yüksek gerilimli elektrik impulsları sağlayacak şekilde
düzenlenmiş bir araçtır. Bu metal plakaya belli bir poz süresince yüksek
gerilimli impuls uygulanır ve daha sonra üzerine obje konulup pozlandırılmış olan
fotoğraf kâğıdı banyo edilir. Banyo sonucunda fotoğraf kâğıdı üzerinde; renkli
fotoğraflarda mavimsi menekşe rengi haleler, siyah-beyaz fotoğraflarda ise,
fırça veya tüy görünümünde karakteristik bir siyahlıkta ortaya çıkmaktadır.
Türkiye'deki ilk kirlian fotoğraf makinesi 1983 yılında Altan Yıldız tarafından
İstanbul Teknik Üniversitesi Elektronik Mühendisliği'nde okuduğu yıllarda
gerçekleştirilmiştir. Kendisi çeşitli fotoğraf çekme parametreleri
ayarlanabilen bir makine ile yüzlerce canlı ve cansız obje üzerinde çalışarak
fotoğraflar çekmiştir. İnsanda değişik şekillere bürünen bir enerji realitesi
bulunur; yani fiziksel, elektriksel, biyoelektriksel, biyoenzimatik enerjiler.
Bu enerji formları karşılıklı olarak birbirine dönüşmektedir.
Her
canlı hücre bir şebekeye bağlıdır. Bir bakıma hiçbir hücre gerçekten bağımsız
değildir. Bu şebeke sadece kan dolaşımıyla bağlantılı, kimyasal veya
biyokimyasal olmakla kalmaz, her şeyden çok sinirlerle ilgili bir şebekedir,
çünkü tüm hücrelerin biyokimyası en başta sinir sistemiyle yönetilmektedir.
Sonuç olarak vücudumuzda tüm organlarımızı saran ve fiziksel, kimyasal,
hücresel düzeyde, motor düzeyde ve bunlara benzer şekilde değişebilen bir
'sinir sistemi' enerjisi mevcuttur. Akupunkturun temeli olan Çin t ıbbı kesin
bir tavır alarak bu enerjinin insan bedeninde sürekli olarak tek yönlü
aktığından söz eder. Bu enerji insan bedeninin sinir ağı boyunca daima
akmaktadır. Dediklerine göre, kendi başına bir varlık olarak izole edilmiş
halde onu asla bulamayacağımızdan dolayı bu sinirsel enerjiyi aramak zaman
kaybıdır, çünkü biyoelektrik türden son derece süptil bir enerjidir. Ancak,
kimyasal ve biyokimyasal değişiklikler olu şturarak varlığını hissettirir.
Bununla beraber öyle görülüyor ki, insan bedeninin dış yüzünde cilt üzerinde
akış yolları boyunca da kendini gösterebilir. Bu akış yollarında, elektrik
akımının geçmesine karşı daima daha az direnç mevcuttur. İnsan, enerjinin yanı
sıra, beyni ve fizik bedeni ile 'tüm olmaya' şartlanmıştır ve öyle
yönetilmektedir. Bedenli varlığın, hayatta kalması için ihtiyaç duyduğu bir
psişe-can vardır. Bu psişe-can 'aura' olarak
tanımlanmıştır. Fizik bedenin içini doldurup dış yüzünü de sarar. Fizik
bedenimizle diğer bir canlıya yaklaşıp ona dokunduğumuzda enerjimizi de, aynı
zamanda o canlı ile irtibata geçiririz. Bu durumda bir biyoenerji diğer bir
biyoenerji ile temas etmiş olur ve böylece, bir enerji alışverişine yol açılır.
Cansız nesnelerle temas konusunda daha çok bizim enerjimizin onlara nakli söz
konusu olur. Beyin, dolayısıyla düşüncenin aktivitesini irade ile yönlendirmek
suretiyle bu enerjiyi etkilemek mümkündür. İrade olmazsa hiçbir şey yapılamaz.
İrade enerjiyi yoğunlaştırıp tek bir hedefe sevk eder. Yoga ve bazı teknikler
bu amaca ulaşılmasında yardımcıdır. Bu olay, aynı zamanda deneysel olarak da
ispatlanabilir, yani ele aldığım ünlü kirlian fenomeni ile. Örneğin bir
mıknatıstan yayılan elektromagnetik alanları çıplak gözle görmemiz mümkün
değildir, ancak demir tozlarıyla bu magnetik alanın ışıma çizgilerini takip
eden şekilleri görebiliriz. Kirlian fotoğraf tekniği de benzer bir prensiple
çalışır. Normalde göremeyeceğimiz
biyoenerji alanımız, özel bir elektrik alanı içine alınarak sınırlar ı ve çe
şitli ışıma şekilleriyle foto ğraf kâğıdı üzerinde açıkça görünür hale
getirilmektedir ’’2لآ
1.4.3.4.12.
Durugörü (Telestezi, Clairvoyance,
Ruhsalgörü)
Telestezi,
duyuüstü algının eşanlamlısıdır.[252]
‘Siyasi
Ve Askeri Sahada Hipnozun Kullanımı’ başlıklı yazıda ise duru görü, clairvoyance, bir
olay veya bir şeyin normal duyumlar dışında, uzaktan algılanmasını sağlayan
uyanıklık[253]
şeklinde açıklaması yapılmaktadır. Örnek verilecek olursa duvar arkasındaki bir
cismi, bir kimseyi veya başka şehirdeki bir olayı görmek. Bu olayda gözlerin
bir rolü yoktur.[254]
‘Durugörü Nedir?’ başlıklı
yazıda beş duyunun dışında, eşyaları, olayları ve düşünceleri algılama ve görme
tanımı yapılmaktadır. Ruhsal görü adı da verilen bu yetenek,
Duyular Dışı Algılamalar
içinde üzerinde en fazla araştırma yap ılan yeteneklerden biridir. Beş duyu
organlarımızdan biri olan gözler, bu algılamada fonksiyon görmem ektedir İki
kaşın arasında; gözler kapalıyken ya da her hangi bir objeye
konsantre edildiği
bir esnada, televizyon ekranında bir
film seyredercesine, bir takım
şekillerin görülmesi olayıdır. Bu yeteneği gelişmiş kişilere durugörü medyumu
adı verilmektedir.[255]
‘Gizemden
Bilime Parapsikoloji’ ba şlıklı yazıda ise şunlar yazılı: ‘Fiziki bir objenin
ya da olayın görsel olarak duyu-dışı algılanması. Ulaşılması imkânsız obje,
ortam veya kişilerin, jeolojik katmanların, gömülü arkeolojik kalıntıların,
denizaltı ortamlarının, keşif ekiplerinin, uygarlığın girmediği bölgelerde
kazaya uğramış veya kaybolmuş kişilerin araştırılması ve izlenmesi. Arkansaslı
tanınmış hassas (psişik) kişi Harold Sherman, Sir
Hubert Wilkins'i Kuzey Kutbu'na yapt ığı bir gezi sırasında durugörü sayesinde
adım adım izlemişti. leolog-arkeolog I.Goodman da,
A.Abrahamsen
adlı durugörücünün verdiği talimatlara uyarak, Arizona'da yaptığı kazılarda,
100.000 yıldan eski objeler ortaya çıkarmıştı. Yine duru-görü kapsamı içinde
yer alan paradiagnostik çalışmalarda: Durugörüye dayanan ve hasta ile herhangi
bir fiziki bir temasın söz konusu olmadığı paranormal tıbbi teşhis koyma
metotları uygulanıyordu.’[256]
‘Meşhur durugörü sahibi Filen Garrett ‘Aworness’ adlı kitabında bütün bitki,
insan ve hayvanları saran buğulu kuşaklar gördüğünü ve bu kuşakların renkleri
çevreledikleri canlının heyecansal durumuna göre değiştiğini,[257]
ifade etmektedir. Peyami Safa
bazı mistiklerde ‘clairvoyance’ adı
verilen bilinmeyeni bilme, uzağı görme, gelecekten haber verme özelliğinin çok
yüksek ve ileri derecelere vardığının tespit edildiğini[258] yazmaktadır. Bir elmaya
bakıldığında o görülür. Ama eğer bu elma görme alanı dışında, örneğin, başka
bir odada, hatta kilometrelerce uzaktaki bir odadaysa ve o yine de zihinlerde
görülebiliyorsa, bu imgesel bir elma olmadığı sürece, görüntüyü gözleri ya da
başka bir normal duyuyu kullanmaksızın doğrudan doğruya zihinlerde algılandığı
söylenebilir. İşte bu duyu ötesi algı olmaktadır. Gözleri kullanmaksızın
gerçekleştirilen bu görme olayına durugörü denilir.[259]
14
3 4 13 Psişik Arkeoloji
Psişik,
ruhsal[260]
manasına gelmektedir. ‘Psikolojik Savaş’ başlıklı yazıda Scanate projesindeki
uzak görüş çalış malarının, Rusya ve Çin’deki önemli mevkiler ile bat ık Sovyet
denizalt ılarının yerleriyle ilgilendiği belirtilmektedir. Swan’ın ve diğer beş
SRI personelinin
çalıştığı bir deneyle, Pasifik’te 2000 fite (yaklaşık 610 metre) derinlikte
batan bir denizaltıda bulunan nesneleri, okyanus yüzeyine çıkarma yeteneklerini
denemek أ28.محئصظهسل Konuyla ilgili K. Keskin’in ‘Metafiziksel
Yanılgılar’ başlıklı 02.10.2001 tarihli yazısında ise şunlar yazılı: ‘‘Şimdi bu
konu ile ilgili olarak yapılan akademik düzeydeki çalışmaları görelim: 14 Şubat
1935 yılında Polonyalı Stefen Ossowiecki adındaki ünlü medyum, taşlaşmış bir
insanın ayağına bir parça dokunduğu zaman, boşluğa doğru bakarken bulunduğu oda
birden solup saydamlaşarak (ki bu esnada kendi bedenide yok olmakta) çok çok
eski zamanlara ait bir sahnenin içinde bulur kendini (bu üç boyutlu filme bakarken
sahnenin içinde dilediği her yere giderek istediği görüntüyü seyredebilmekte,
öyle ki bu durumda gördüğü, betimlediği şeylerin maddesel bir yap ısı
varmışçasına da gözleri hareket etmektedir) ve dokunduğu adamla ilgili tüm
gerçekleri görür ve sonunda imgeler solarak yine eski durumuna döner. Bu kişi
Psiko-metre denen bu fenomene karşı o kadar yetenekli idi ki, Polonya’da
zamanın en iyi Etnoloğu olan Prof Stanislaw Poniatowski, bu medyum ile ilgilenerek dünyanın farklı
yerlerinden toplamış olduğu birkaç tür kuars ve diğer taşlardan yapılan bazı
aletler yardımıyla Stefen’a bazı deneyler uyguladı. Lithic ismiyle adlandırılan
taşlar ın ancak bu konuda eğitim almış bir kişi tarafından insan eliyle
biçimlenmiş olduğu anlaşılabilirdi. Böylece Profesör bunların hangi tarih ve
dönemden geldiğini bilmesine karşın Stefen’ın bunlardan hiçbir şekilde haberi
yoktu, olması da imkânsızdı. Stefani her seferinde, bu nesnelere doğru
tahminler yaparak kaç yaşında ve hangi kültüre ait olduklar ını, bulunduklar ı
co ğrafi yerleri tek-tek tanımlad ı. Hatta bazı çelişkili bilgiler verse de
daha sonra bunun profesörün kendi notlarından kaynaklanmakta olduğu görüldü.
Deneyler sadece bununla sınırlı değil. M.Ö on beş bin ve on bin yıllarında
Fransa’daki yontma taş devrine ait bir taşı eline aldığında ise, o dönemin
kadınlarının çok karışık bir saç tarama biçimlerine sahip olduklarını
söylediğinde tasvip görmemesine karşın, daha sonra bulunan heykellerden doğru
söylediği anlaşılmış ve bunun gibi yüzlerce kez daha sonraki araştırmalarla
doğruluğu kanıtlanmıştır. Bunların birinde de, taş devri insanlarının büyüklük
ve biçimine var ıncaya kadar tarif ederek yağ kandilleri kullandıklar ını
söylemiş ve sonradan Fransa Dordogne de yapılan kazılarda söylediği
doğrulanmıştır. Bunun dışında, Kanada Arkeoloji Birliğinin kurucu üyesi ve Toronto Üniversitesi
Antropoloji Profesörü Norman Emerson
da bir kamyon şoförü olan George Mc.
Müllen ile
yaptığı deneylerde, arkeolojik bir alana gidildiğinde bir müddet sağa sola
hareket ettikten sonra eski döneme ait olan o kültürü ve insan yaşayışlarını
vb. tanımladığını görmüştür. Bunların birinde, Iroquois uzun evin üzerinde
durduğunu ve yapılan kazılarda bu antik yapı tarif ettiği biçimde ortaya
çıkmıştır. Ve hatta Kanada’nın önde gelen arkeologlarının 1973’teki
konferansında “Arkeolojik olgular ve arkeolojik yerleşimler hakkında aktardığım
bilgileri -bu bilgileri şuurlu bir mantık yürütme sonucunda elde etmiş olduğu
konusunda herhangi bir kanıt bulunmayan-bir psişik insandan almış olduğuma
kaniyim” diyerek bulgularını ortaya koymuştur. Utrecht Devlet Üniversitesindeki
Parapsikoloji Enstitüsünün başkanı W.C.H. Tenhaeff ve Güney Afrika,
Johannesburg’daki Witwatersrand Üniversitesi Dekanı Marius Valkhoff da, ünlü
Hollandalı duru görür Gerard Croiset’ in 1960’ lı yıllarda yaptıkları bir dizi
deneylerde küçük bir kemik parçasını eline aldığında bunun geçmişi ile ilgili
olarak tanımlamalar yaptığı tespit edilmiştir. Bununla birlikte New York’ da
bulunan bir klinik Psikolog ve Dr Lawrence LeShan ise, Psişik yeteneğe sahip
ünlü Amerikalı Eileen Garrett’le benzer türden deneyler yapmış ve ilginç
sonuçlar elde etmişlerdir. 1961 yılında Amerikan Antropoloji Birliğinin yaptığı
toplantıda Arkeolog Claince W. Weiant,
dünyaca, orta Amerikanın en önemli arkeolojik bulu şlar ından biri olarak kabul
edilen Tres Zapotes keşfinin psişik yeteneğine sahip birinin sayesinde
bulduklarını bildirmişlerdir.’’[261]
1.4.3.4.14.Telkinbilim
Telkin,
bilinç d ışı bir sürecin arac ılığıyla, kişinin ruhsal veya fizyolojik alanıyla
ilgili bir düşüncenin gerçekleştirilmesi[262] veya bir duyguyu, bir
düşünceyi birinin belleğine sokma, ona aşılama[263] olarak tarif edilmektedir.
Telkinbilimin ise
telkinlerin sonuçlarını, algılanabilirin sınırında yer alan, ama bu etkinin
açık bilincine varılmadan insan edimine yön veren etkileri inceleyen bilim dalı[264]
olarak aç ıklaması yap ılmaktad ır. Ebru Özek’in ‘Telkinin Hayatımıza Etkisi’
başlıklı yazısında, bir fikrin zihne sokulup, o zihin tarafından kabul edilmesi
eylemine telkin adı verilmiştir. Hangi anlamda olursa olsun, ruha girmiş olan
her şey -fikir, çağrışım, okumak, öğrenim vs.- süjenin kendi kendine meydana
getirdiği şeylerin tümü, fiiller ve inanmalar, kaynakları ne olursa olsun,
psişik (derin) şuuraltı faaliyetini uyaran her şey telkindir ona göre.[265]
Aynı
yazıda: ‘‘Telkinbilim - Telkin Eğitim: Telkinbilimin konusu insan kişiliğini
araştırmad ır. Bu kişilik, çevre ile karmaşık etki alış verişi içindedir.
Ayrıca, aç ıkça idrak edilmeyen, şuur dışı ya da şuur eşiğinde bulunan psişik
ilişkilerle ilgilenir. Telkinbilimi, şartlandırma, beyin yıkama gibi sıkınt ı
verici terimlerle ve ipnozla kar ıştırmamak gerekir. Klinik telkinbilimi
deneyseldir. Terbiye, eğitim alanında kullanılır. Öğretim ve eğ itimde telkinin
kullanılışı “telkin-eğitim”i oluşturur. Özellikle çok k ısa sürede lisan
öğrenmek üzerinde yaygın bir uygulamaya geçilmiştir. İleri uygulamalarda fen
bilimlerinin büyük bir kısmı da telkinbilim yöntemi ile hızla
öğrenilebilmektedir.
Bulgar bilim adamı Dr.
Georgi Lozanov “telkinbilim” dediği öğrenme teorisine dayalı tam bir okul
geliştirmiştir. Dr. Lozanov’un keşifleri uykuda öğrenme çalışmalarından sonra
ortaya çıktı. Lozanov’un uyku sırasında ders bantlarını dinleyen öğrencileri
vardı. Bir gece Lozanov uyumakta olan bir öğrenci grubunun hoparlörlerini
çıkardı. Ertesi gün her iki grup da sınavlarda normalin üstünde puan tutturdu.
Bunun üzerine Lozanov, belki de sadece daha iyi öğreneceklerine dair verilen
telkinin bile öğrenmeyi hızlandırabileceği sonucuna vardı. Lozanov Bulgar
okullarında çok büyük bir başarı elde etmiştir. Dünyanın her tarafında öğretim
görevlileri, öğrenme alanında telkini nasıl kullanacaklarına dair kendisine
talepte bulunmuştur. Ortalama bir insan, normal şartlar alt ında eğer
geleneksel bağıms ız çalışma yöntemini kullanıyorsa, günde yaklaşık olarak yirmi
ya da otuz yabancı kelime öğrenebilir. Diğer yoğun öğrenme teknikleriyle kişi
günde seksenle yüz arası kelime öğrenebilir. Berlitz Lisan Okolu günde iki yüz
kelimeyi son derece başarılı kabul eder. Telkinsel öğrenme tekniklerini
kullanan Lozanov’un lisan öğrencileri 1966’da günde beş yüz kelime öğreniyordu.
1977’de ise bazı öğrencileri, yoğun lisan kurslarındaki öğrencilere nazaran
hatıralarında daha uzun süre kalacak şekilde, günde üç bin kadar kelime
öğreniyordu. Lozanov’un sistemindeki farklı ve etkili unsur öğrencinin tutumu
ve inançlarıdır. İnanç, performansı mutlaka etkiler. Telkin, şifa bulmayı nasıl
etkiliyorsa, öğrenmeyi de etkiler. Lozanov “Telkinbilimin, sanatta yeri vard
ır. Aktöre seyircinin ruhunu nas ıl kazanacağını, yazara okuyucunun kalbine
nasıl girebileceğini gösterebilir. Spor alanında, atlete enerjilerini nasıl
toplayacağını ve bunları zafere ulaşmak için en kritik anda nasıl kullanacağını
gösterebilir. Telkinbilim faydalı bir bilim olarak toplum hayatının her
sektöründe yer alır.” demektedir.’’[266]
1975
tarihli ‘Le Monte’
yayınında bulunan ‘Sofya Telkinbilim Enstitüsü’ başlıklı yazı ‘Murat Okur’un
çevirisiyle şu şekilde yer almıştır: ‘‘Prof. Lozanov Sofya Telkinbilim
Enstitüsü’nde yönetici olarak görev yapmaktad ır. Çalışmaları ile Amerika’da
bile tanınmış ve kendisine haklı bir ün sağlamıştır. Lozanov ilk
çalışmalarında, yabancı dil öğreniminde oldukça kolaylık sağlayan bir metot
keşfetmiş ve geliştirmiştir. Bu enstitüde, Lozanov metoduyla oldukça hızlı ve
sıkılmadan yabancı dil öğretimi yapılmaktadır. Daha ilk derste, bu kursa
katılan her meslekten ve yaştan insan şaşkınlıklarını gizleyemez. Dershane
salonları daha çok, derin koltuklarla döşenmiş ve yumuşak tonda ışıkla
aydınlatılmış, rahat bir oturma odası havasını verir. İlk aşamada kursiyerlere,
öğrenecekleri dile uygun olarak yeni bir isim, meslek ve adresi benimsemeleri
için istekte bulunulur. Böylece alıştıkları, uzun zamandır içinde bulunduklar ı
sosyal kiş iliklerini bir kenara bırakmış olurlar. Bunun için kursiyerlerin çok
fazla bir gayret sarf etmeleri gerekmez. Yalnızca orada olmaları ve bundan
dolayı kendilerini mutlu hissetmeleri yeterlidir. Öğretim esas olarak, gündelik
olaylar ın neşeli sohbetler halinde sürdürülmesine dayanır. Bu aşamada, sürekli
tekrarlar, konu çözümlemeleri ve ö ğrenilen yeni kavramlar ın hafızaya aktar
ılması ile bilgiler aktif hale geçirilir. Kursiyerlerin ö ğrendikleri dilin ana
hatlar ına hâkimiyetleri art ıkça diğer bir aşamaya zemin hazırlanmış olur.
İkinci aşamada Lozanov, üzerinde çalışılan okuma parçalarını değişik ses
tonları kullanarak kursiyerlere dikte eder. Bazen çok güçlü ve otoriter sesle,
bazen de yumuşak bir fısıltıyla sürdürür okumasını. Bir sonraki aşamada, fonda
hoş bir müzik çalarken, aynı okuma parçası defalarca dinlenir. Kursiyerler
hiçbir görsel destek olmaksızın (poster, slâyt vb.) koltuklarına gömülmüş,
Lozanov’un normal bir hızda okoduğu parçayı dinler durumdadırlar. Burada amaç;
süjenin o an gevşemesine yardımcı olan etkenleri kullanarak, üzerinde dikkatini
yoğunlaştırdığı yabancı dildeki okuma parçasına hâkim olmasını sağlamaktır.
Prof. Lozanov bu şekilde, 96 bölümden oluşan dersleri, 45’er dakikalık seanslar
halinde bir aylık zaman dilimine dağıtmıştır. Bu bir aylık dilimde, kursiyerler
1800 kelime, deyim ve gramer kalıbını kavramışlardır. Yapılan testlerde başarı
oranı yaklaşık %70 olarak tespit edilmiştir. Kursiyerler, kendilerine verilenin
büyük bir kısmını akıcı bir konuşmada ^llanabilmişlerdir. Elde edilen bu hız,
fazlasıyla ilginç ve düşündürücüdür. Genelde, kişiye, hızlı öğrenilen kavramlar
çok daha çabuk unutulurmuş gibi gelir. Oysa Lozanov’un ekibi, kurs bitiminde
süjelerin herhangi bir yardım olmaksızın, %93 düzeyinde öğrendiklerini
hatırladığını gösterdi. Kurs bitiminden üç ay sonra seviye azalacağına, %100
gibi bir değere ulaştı ve altı ay sonrasına kadar durumunu korudu.
Aradan bir yıl geçmesine
ve süje hiçbir ara çalışma yapmamasına rağmen değer %80 olarak ölçülmüştür.
Ancak iki yıl sonra %60’a düşer. Görüldüğü gibi sonuç fazlasıyla hayret
vericidir. Lozanov özellikle ilk üç aylık dönem üzerinde dikkatini
yoğunlaştırmıştır. Bu dönemde şuuraltı bilgileri saklayan, muhafaza eden derin
bir kap gibi görev yapmıştır. Bu metodun başarısı üzerine psikoterapide
kullanılan teknikler sadeleşmiş ve yeni esaslara bağlanmıştır. Telkin ile
yapılan tedavilerde, fizik ve ruh gevşemesinin gerekli olduğu görülmüştür.
Gevşeme sağlandıktan sonra, telkinler şuuraltını yeterli şiddette
uyarabilmektedir. Böylelikle hastalardaki iyileşme oranı hatırı sayılır
derecede artmaktadır. Hastalardaki bu telkine açık, aşırı duyarlı sabayı kesin
çizgilerle ortaya koymayı düşünen Lozanov, işe dil öğrenen süjelerin elverişli
psikolojik durumlarını inceleyerek başladı. Bu konuda yapmış olduğu deneysel araştırmalarının
özetini 1971’de bir kitap halinde yayınladı. Kitap “Telkinbilim” adı altında
İngilizceye de tercüme edilmiştir. Prof. Lozanov telkinbilimde yeni bir çığır
açmıştır. Telkin yardımıyla tedavi ve eğitim bu yeni psikolojik keşiflerin
ürünüdür. Telkinbilimin dayandığı teorik temelleri özetlemek gerekirse;
-
Bütün insanlar telkine yatkın bir yapıya
sahiptir, ancak kişiye özel durumlara göre telkine hassasiyet değişebilir.
-
Uyanık durumda iken, şuuraltımızın ruhsal
aktivitesi üzerinde telkin güçlü bir etkinliğe sahiptir.
- Telkin,
ciddi ruhsal birikimlerin uzakla ştırılmasına büyük ölçüde yard ımcı olur.
Psikolojik tedavinin amaçlandığı ipnoz durumlarında ve ilaçla tedavi gören
hastalarda telkinin mucizevî gücü gözlenmiştir. Böylece telkin uyanık durumdaki
(şuuru yerinde olan) kişilerde de uygulama alanı bulmuştur. Yani telkin metodunda
kullanılan teknikler yardımıyla kişiyi olumlu davranış ve düşüncelerden
alıkoyan savunma ve bastırma mekanizmalarının önüne geçmek mümkündür.’’[267]
14 3 4
Diğer Parapsikolojik Alanlar
Duruişiti
‘Gizemden Bilime
Parapsikoloji’ ba şlıklı yazıda seslerin ve diğer işitsel fenomenlerin duyud
ışı algılanmas !29ق olarak
anlamlandırılmıştır. ‘DDA
ve Radyestezi’
başlıklı
yazıda ise normalde işitilir olmayan sesleri işitmek veya algılamakt ır[268]
denilmektedir. Halüsinasyon olaylarındaki, hastanın duyduğu seslerin kökenlerinin
araştırılmasında ve bunlar ın başka şuurlu varlıklara ait olup olmad ıklar ının
tespitlerinde, duruişiti olgusunun verilerinden yararlanılmaktadır.[269]
Levitasyon
(Yerçekimsizlik, Yükselim)
Parapsikoloji Sözlüğü’nde normal ötesi
havaya yükselme yani yerçekimsizlik,[270] ‘Gizemden Bilime
Parapsikoloji’ ba şlıklı yazıda ise obje ya da kişilerin, yerçekiminin
paranormal yoldan alt edilmesiyle, havalanmaları ve havada asılı kalmaları[271]
şeklinde açıklaması yapılmaktadır levitasyonun. Düşünce gücüne bağlı olarak
insanın kendi manyetik alanından faydalanıp havalanma yeteneği,[272]
yükselim, paranormal yollardan
vücudun (ya da cisimlerin) yerden yükseltilmesi[273] gibi anlamlar da
verilmektedir. ‘Levitasyon’ ba şlıklı yazıda ise düşünce gücüne bağlı olarak,
insanlar ın yer çekimine karşı gelerek havalanması olayıdır.[274]
Bazı
mistiklerde ‘Levitation’ denilen
yerden irtibatı kesilip yükselme olayları görülmektedir. Örnek olarak,
Cathanerine de Sienne’in, bir kiliseden yorgun argın dönüşünde havaya
kalktığını ve bir müddet boşlukta asılı kaldığını üç tanık görmüştür. Fakat
kendisi vecd anında duyduklarını anlatırken kendisine, vücudunun ağırlığını
kaybetmiş, ayağı yerden kesilmiş gibi geldiğini belirtmektedir. Saint loseph
Cupertino’nun bir davada yetmiş defa havada uçtuğunu birçok tanıklar ifade
etmektedir. Fossombrone Manastırının bahçesinde onun ağaçlar boyunca uçtuğunu
ve saatlerce diz çökmüş, kolları açık, vecd halinde durduğunu birçok kişinin
gözleri ile gördüğü ifade edilmektedir.[275]
Paranormal Şifacılık
Ve Cerrahi
Örnek bir olayla bu
konuyu aç ıklamaya çalışalım: ‘‘Şimdi emekli olan Krivorotov, doktor olan
oğlunun yanında yedi yıl ruhsal şifacı olarak çalışmıştır. Bilhassa sinir
sistemi, bulaşıcı hastalıklar, sırt ağrılar ında başar ılı olmuştu. İyileşme
için bazen bir aylık celseler gerekiyordu. Albay Alexei Krivorotov hastanın
arkasında durup ellerini beş santim uzaktan vücut
üzerinde dolaştırırdı.
Hastalar, albayın ellerinden sıcak bir şeyin çıktığını hissettiklerini söylediler. Burada
albayın elleri hastalara dokunmuyordu. Ayrıca bu yolla tedavi edilenler hasta
organlarından da bir sıcaklığın çıktığını söylemişlerdir. Albay Krivorotov da
hasta organlardan gelen bu radyasyon sıcaklığının tesirlerine göre teşhis ve
tedavi ederdi. Tedavi seansları sırasında Krivorotov’un elleri alev alev
yanardı. Buna rağmen ne hastaların vücudunda, ne de albayın ellerinde
temperatür bir artma olmuyordu. Birçok hasta alev alev yanma
hissinin celselerden sonra birkaç gün daha devam ettiğini söyledikleri halde,
tıbbi testler, vücut ısısının artmadığını göstermiştir.’’[276]
Paranormal
Teşhis Ve Otoskopi (Alteraskopi, Telemnezi)
‘Parapsikoloji
Sözlüğü’nde otoskopi, astral bedeni
görebilmek veya birinin bedenine bakarak, bedenin dışında farklı bir görüntü
görebilmek[277]
olarak açıklanmaktadır.
Gezici
Duru Görü (Astral Vizyon)
‘Parapsikoloji
Sözlüğü’nde gezici durugörü, astral yolculuğun
eski tanımı veya duru görücünün başka mekânlara bedensiz olarak gidip gelmesi[278]
olarak açıklaması yapılmaktadır.
Beden Enerji Merkez Ve Alanları (Şakralar
Ve Auralar)
Bu konuyla ilgili şunlar ifade
edilmektedir: ‘‘1900 yıllarında Londralı Dr.
Walter Kilner,
dikyanim’e (bir çeşit boya) batırılmış bir cam arkas ından bakıldığında insan
aurasının görüldüğünü keşfetmişti. Bu insan vücudunu çepeçevre kaplayan 15-18
cm. kalınlığında bir bulut kılıftır. Bu radyasyon bulutunun rengi ve kalınlığı
insanın hastalık ve heyecansal durumlarına göre bağlı olarak değişmektedir. Bu
radyasyon bulutunu hipnotizma, manyetizma ve elektrik de etkilemektedir. Dr.
Kilner auranın durumundan hastalık teşhis edebilen bir cihaz yapmıştır. Bütün Avrupa’da bu konuda
çalışmalar yapılmaktadır ’’ص
Enerji Bedenleri
Bu konuda
yazılan açıklama şu şekilde ifade edilmektedir: ‘‘Bir bacağı ya da kolu kesilen
kimseler uzun zaman onu, yerindeymiş gibi hissederler. Doktorca bu olayın ismi
ve açıklanması ‘halüsinasyon meydana getiren arzu’dur. Fakat üstün ruhsal
yetenek sahibi klervoyanlar, kesik uzuvlu birinin, fantom bacağını veya kolunu
gördüklerini söylemişlerdir. Bu fantom ak ıcı bir şekildedir ve bedenle ilgilidir.
Yine ruhsal yetenekleri gelişmiş klervoyanlar ın söylediklerine göre duble (Astral) bedenimiz
fizik bedenden daha büyüktür. Aura dediğimiz
ve bulutumsu ışık olarak görünen kısım, Astral bedenin, fizik bedenden
taşan kısımlarıdır. Güvenilir medyumlardan olan (New
York
Parapsikoloji Derneği Başkanı) Eileen Garrett, ‘warness’ adlı kitabında şöyle
diyor: ‘Hayatım boyunca herkesin bir ikinci bedeni olduğunu bizzat gördüm.
Doğu’da bütün teofizik öğretide bu ikinci bedenimizden söz edilmiştir. Enerji bedenimiz fizik
bedenimizle eş tempoda olan bir manyetik alan, ferdin ruhsal ve heyecansal
durumuna göre biçim değiştiren bir planetin, güneş sisteminin ve kozmosun maddi
olmayan(esiri madde) elemanlar ından yapılmıştır’’[279]
Geller Etkisi
‘Rusya’da Tanrıya Dönüş’
kitabında Geller etkisiyle
ilgili şunlar yazılıdır: ‘‘Uri Geller zihinsel gücüyle kaşıkları ve başka maden
cisimleri bükme yeteneğini gösterir. Metalürjistler Geller’in büktüğü ya da
kırdığı maden cisimleri incelemiş ler ve baz ı örneklerin mikroskobik yap ılar
ındaki değişimleri açıklayamamış lardır. Geller’in bir yeteneği de başka
birinin daha önceden çizmiş olduğu ve daha sonra bir zarfa koyularak sıkı sıkı
kapat ılan bir resmin aynısını çizmekti. Geller, genellikle zarfı bir
süre elinde tutar ve sonra bir eliyle tuttuğu zarfı bırakmaksızın, öbür eliyle
bir kâğıda resmi çizerdi. Çizdiği resim
bazen zardaki resmin tam bir kopyası olur, çoğu zaman da tıpat ıp eşi olmasa
bile çok yakın bir benzerlik gösterirdi.’’[280] Bu konuyla ilgili ‘Aslında
kaşık yok’ başlıklı haberde ise şunlar yaz ılı: ‘‘İsrailli sihirbaz Uri Geller, düşünce
gücüyle kaşıklar ı eğebiliyor. Doğaüstü güçlere sahip olduğunu söyleyen sihirbaz
Geller, ülkede
kendisine karşı çıkanlara ve şarlatan diyenlere de ‘kaşık’ ile cevap verdi.
Geller’in gösterisi,
Matrix filminin
ünlü repliği ‘aslında kaşık yok’u hatırlattı. AFP’’[281]
Tekinsiz
Ev (Kendiliğinden Psikokinezi)
Tekinsiz,
tekin olmayan, uğursuz[282]
manalar ına gelmektedir. ‘Gizemden Bilime Parapsikoloji’ başlıklı yazıda
konuyla ilgili şunlar yazılı: ‘‘Beşeri bir amil tarafından, bilinçsiz olarak,
çeşitli objelerin uzaktan harekete geçirilmesi. Neticede meydana gelen ve belirli
bir süre boyunca kendiliğinden tekerrür etme özelliği gösteren bu tür bir
olaya, parapsikolojide 'Tekinsiz ev' olayı deniliyor.’’[283] ‘Eşyaların Uçtuğu Ev’
başlıklı yazıda ise şunlar yazılı: ‘‘Tekinsiz ev vakalarıyla kayıtlı ilk olay
M.Ö. 856'ya kadar dayanıyor. O günden bugüne kadar bu konuyla ilgili dünya
üzerinde binlerce olay yaşandı ve yaşanmaya da devam ediyor. Telekinezik olarak
nitelendirilen bu tür vakalarda, objeler sağa sola uçuşurken, hiçbir gözle
görülür etki olmaksızın odaların ışıkları yanıp, sönüyor. Kapılar
kendiliğinden, bazen kırılırcasına açılıp, kapanıyor. Bu şekilde, bir odadaki
herhangi bir eşyanın insan eli ya da herhangi bir fiziksel etki olmaksızın,
yerinden havalanarak, kalkıp başka bir yere gitmesi "Poltergeist
Activity"
yani tekinsizlik olayları olarak adlandırılıyor. Parapsikologlar, tekinsizlik
aktivitesini ruhların rahatsızlığı ya da ziyareti şeklinde kabul ediyor.’’[284]
Düşünce Fotoğrafçılığı
Parapsikoloji Sözlüğü’nde,
fotoğraf filmleri üzerinde, paranormal yetilerin kullanılmasıyla, görüntüler
oluşturmak veya zihinsel imaj tekniği, [285] olarak açıklaması
yapılmaktadır düşünce fotoğrafçılığının. Bugüne kadar sadece Ted Serios adlı
yetenekli bir kişi tarafından ba şar alabilmiştir ص
Gözsüz
Görüş
Fransızlar gözsüz görüşe
‘para-optik yetenek’, Amerikalılar ise ‘gözsüz görüş’ veya ‘dermaoptik’
demektedirler.[286]
Sovyetler ise gözsüz görüşe ‘bio-introskopi’ (içsel görü) diyorlar ص
Radyestezi Ve Radyonik
Bilimi
‘Parapsikoloji
Sözlüğü’nde, yeralt ı sularını ve maden kaynaklarını bulmak için kullanılan
normal ötesi bulma yöntemine,[287]
‘Siyasi Ve Askeri Sahada Hipnozun
Kullanımı’
başlıklı yazıda ise bir anten, çubuk veya sarkaç ile cisimlerin ve canlılar ın
neşrettikleri dalgalar ı algılayarak, yeralt ı su kaynaklar ı ve madenlerin
keşfedilmesi ve hastalıkların teşhis edilmesine[288] radyestezi denilmektedir. Paranormal güçlerin sarkaç ya da
özel bir makine aracılığıyla hastalık teşhisi ve tedavisi için kullanılması[289]
şeklinde tarifi de yapılmaktadır. ‘Bu amaçla çatal dallar veya bir sarkaç
kollanılır. Aynı yöntemin kayıp insanları veya eşyaları bulmak içinde
kullanıldığı bilinmektedir.’[290]
Bir başka yerdeki tarifinde, bazı hassas kimselerin ellerine ağaçtan yapılmış
bir çatal çubuk alarak kırlarda dolaşarak yeraltındaki su ve madenleri
bulmasına radyestezi denilmektedir.[291]
‘Radyestezi’nin
7000 yıllık bir mazisi vardır. Yeraltı suları ve hazine aramakta
kullanılıyordu. Eski Mısırda su arayıcıları Radyestezi çubuklarıyla iş
görürlerdi. Eski Çin
krallarından King-Yu (M.Ö.
2000 yılları) elinde Radyestezi çubuklarıyla tasvir edilirdi.’[292]
Konuyla ilgili Dr. Rgilvi: ‘Bitkiler, hayvanlar, insanlar ve bütün canlı
organizmalar yeraltındaki madenlerden ve sulardan yayılan fiziksel alanlara
karşı tepki göstermektedirler’ demektedir.[293] Radyoniği ise şu şekilde
tanımlamak mümkün: Yaşanan organizmalardaki radyasyonun ayg ıtlarla
araştırılmasıdır.[294]
Geçmiş in
Bilinmesi (Retrokognisyon)
‘Parapsikoloji
Terimleri Sözlüğü’nde, geçmiş olaylara dair paranormal
bilgilere[295]
retrokognisyon denilmektedir.
Ayrıca
biyo-kozmik enerji ve psikotronik bilimi, şuurlu beden kontrolleri ve değişik
şuur halleri başlıklar ı içinde ele alınan konular da olduğu belirtilmelidir.
2.1.
KİTAP VE
GAZETE KAYNAKLARI
2.1.1.
‘Lincoln’un Eceli
‘‘Amerika’nın eski
cumhurbaşkanlarından Abraham Lincoln,
1865 yılının 14 Nisan gecesi gördüğü rüyada, kendisinin öldürüldüğünü haber
alıyor. Rüyadan sonra çok sıkılmıştı. Teskin edici ilaçlara rağmen, ruhunu
saran karanlıklardan bir türlü kurtulamamıştı. Sanki gizli bir ses ona, ‘Ecelin
geldi!’ demişti. Rüyasını o gün kabine toplant ısında bile anlatmaktan
çekinmedi. Ayn ı günün akşamı, Abraham Lincoln
tiyatroya gitmişti. Temsilin heyecanlı bir sahnesinde, oturduğu locanın kapısı
yavaşça aralandı. Tabancası parlayan genç bir adam, kurşunları Lincoln’un
beynine bo şaltt ı. Böylece bir
ülkenin koca bir devlet başkanı, öleceğinden haber veren rüyanın üzerinden 24
saat geçmeden hayatını kaybetti ’’3لا
2.1.2.
Tanınmış Bir
Profesör Problemi Uykusunda Çözüyor
‘‘Pennsylvania Üniversitesinde
Asur Dönemi Profesörü olan Dr. H. V.
Heplrecht
şöyle yazmış: ‘Bir cumartesi akşamı artık iyice yorulmuştum, Babillerin
yüzükleri olduğu varsayılan iki küçük akik parçasını deşifre etmeye çalışmış
ama bir türlü başaramamıştım. Gece yarısına doğru, bıkkın ve bezgin bir halde,
yatmaya gittim ve şu tuhaf rüyayı gördüm: Kırk yaşlarında, uzun boylu, ince bir
Nipur rahibi beni tapınağın hazine odasına götürdü. Burası küçük, alçak
tavanlı, penceresiz bir odaydı yerlere akik ve lapis taşları saçılmıştı. Rahip
bana şöyle dedi: ‘Senin yayınladığın yazında yirmi iki ve yirmi alt ı ile
numaralanan iki parça aslında bir bütündür ve onlar parmak yüzüğü değildir. İlk
iki yüzük, tanrı heykelinin küpeleridir; o iki parça (sendeki) onlardan birer
parçadır. Eğer ikisini bir araya getirirsen dediğimin doğru olduğunu
göreceksin.’ Hemen uyandım, parçaları inceledim. Hayretler içinde bu düşümde
gördüklerimin doğru olduğunu anladım. Sonunda problem çözülmüştü.’’[296]
2.1.3.
Yılanların Öcü
‘‘Abdullah A. anlatıyor;
annemin çocukluğunda, oturdukları evlerinin üst
katında birkaç
yumurta bulurlar. Bunların yılan yumurtası olduğunu anlayıp aşağıda bir yere
saklarlar. Daha sonra yumurtalarını koyduğu yere gelen yılan onları bulamayınca
evdeki insanlara hiç aldırış etmeden evin her tarafını alt-üst ederek dolaşmaya
başlar. Belli ki yumurtalar ını aramaktad ır. Bir ara yumurtalar ını bulmaktan
ümidini kesen yılan evdeki süt dolu tabağın içine ağzındaki zehiri boşaltır. Ev
halkı daha sonra yılanın yumurtalarını aldıkları yere bırakır. Yılan yumurtaları bulunca
hızlıca süt tabağının yanma gider ve onu sarmalayıp devirmeye çalışır.’’[297]
2.1.4.
Lucky’nin Uyar
ıları
‘‘On iki
yaşındayken Sucile’in oğlu Joe, eve yağa bulanmış bir kedi getirdi ve bunun
annesine doğum günü hediyesi olduğunu söyledi. Sucile cevap verirken sert
olmaya niyetlenmişti, ‘Tatlım şu an bir kediye bakamayız’.
‘Ama anne o senin doğum
günü hediyen.’
‘Böylece kediyi
temizledik. Onu bir havluya sardım ve kucağıma aldım. Orada kıvrılıverdi, sanki
evindeymiş gibiydi. O süre içinde kediyi bırakamadım ve böylece kedi bizde
kaldı. Joe artık 23 yaşında olduğuna göre kedinin ne zamandır bizimle olduğunu
anlayabilirsiniz.’
‘Lucky’ adını koydukları
kedi hayatlarına girdiğinde Sucile ve çocukları Güney Dakota’da yaşıyorlardı.
Sucile, kedinin hayvani sezgileriyle alakalı olarak; ‘Bir fırtına veya
kasırganın kopmasından birkaç saat önce Lucky duvarlara tırmanırdı. Sonunda her
fırt ınadan önce beni uyard ığını anlamıştım,’ diyor.
‘Lucky hep karnıma
yatardı’ diye devam ediyor. Sucile, ‘Ameliyat olmuştum ve eve geldiğimde, Lucky
sanki neremden ameliyat olduğumu biliyor gibi sadece boynuma yaslanıyordu.’
‘Eğer beni seviyorsan
gözlerini kırp derdim ona ve o da gözlerini iki defa kırpardı, sonra bana bakıp
mırıldanır, yavaşça patisiyle dokunurdu bana.’’[298]
2.1.5.
Trixie İmdadıma
Yetişir
‘‘1991’de
Avustralya’nın Sydney kentinde yaşayan 75 yaşındaki Jack Fyfe’a uyurken sol
yanına felç geldi. Emekli çiçekçi, yıllardır 6 yaşındaki Trixie isimli köpeğiyle
beraber yaşıyordu; evde başka kimse yoktu. Kalkıp telefon etmek istedi ama
yataktan doğrulamadı
bile. Fyfe, sonradan gazetecilere, ‘Hiç bu kadar çaresiz olmamıştım, hiç bu
kadar korkmamıştım,’ diyecekti.
Odanın ısısı gittikçe
yükseliyordu ve Fyfe susuzluktan ölmekten korkuyordu. Umutsuzca bağırarak su
istedi.
‘Trixie ansızın odadan
fırlayıp gitti,’ diyor Fyfe. ‘Mutfakta su kabının sesini duydum. Sonra ağzında
eski bir havluyla çıkageldi yatak odasına. Havluyu su kabına batırarak
ıslatmıştı. Yatağıma atlad ı. Havlunun ıslak yanını yüzüme dayad ı. Sağ elimle
havlunun ucunu ağzıma götürüp emdim.’
‘Her susuz kaldığımda, Trixie’ye, ‘su’
diye seslenirdim hep. Onun durumu anlayıp bana su getirmesi inanılmaz bir
şeydi.’
Dört gün boyunca Fyfe’a
sürekli ıslak havlu taşıdı Trixie. Fakat su kabı da boşalmıştı. ‘İnanılmaz bir
şey daha oldu,’ diyor Fyfe. ‘Trixie, banyoya gidip havluyu küvete batırmaya
başladı. Suyun nereden geldiğine aldırmıyordum bile. Çaresiz bir bebek gibi
havluyu emmeyi sürdürüyordum.’
‘Fyfe’ın ölümle hayat
arsındaki gel-gitleri 9 gün sürdü. 9. gün, onu merak eden kızı eve geldi;
babasını yatağında çaresiz vaziyette yatarken buldu.
Uzun
süren bir tedaviden sonra yeniden yürümeye başlayan Fyfe, ‘Biliyorum’, diyor. ‘Başım bir daha derde
girerse, Trixie yine
imdadıma yetişir’’[299]
2.1.6.
Akıl Ve Madde
‘‘Art ık düşüncenin bir
enerji, bir güç olduğunu söyleyebiliyoruz״
USA Today(2 Aralık
2004): 2003 yılında Amerika’da Duke Üniversitesi’nde yapılan bir laboratuar
çalış ması: Ellerini kullanamayan maymunlar ın saç derisi altına elektrot
görevini gören ufak bir metal konuluyor. Bu metal beyindeki düşünce
sinyallerini alıyor ve sinir sistemine komut veriyor. Böylece maymunlar düşünce
enerjileriyle, kollar ına takılan robotlar ı hareket ettirebiliyor. T ıpkı
bunun gibi, her iki kol ve bacağı felçli bir hastanın saç derisinin alt ına
takılan demir parçası, ona, ellerini ve ayaklar ını dü şünce gücüyle hareket
ettirmesi imkânı sağlıyor.
Discover Magazine (25
Kasım 2004): Amerika’nın Brown Üniversitesi’nde hocalık yapan Dr. lohn Donoghue’un
gerçekleştirdiği ameliyat sayesinde hastası, telekinezi yani düşünce gücüyle
nesneleri hareket ettirmeyi başardı. Bu hasta, bilgisayar çipine
benzeyen
ve saç derisi
altına yerleştirilen ufak bir metal parçasıyla televizyonu kumanda edip,
bilgisayarda oyun oynadı.’’[300]
2.1.7.
Düşünerek TV’yi
Açıyor
‘‘ABD’de 4 yıl önce
uğrad ığı bıçaklı saldırı sonucunda tamamen felç olan Matthew Nagle(25), özel
bir solunum cihazı olmadan nefes bile alamıyordu.
Doktorlar ın tekrar
yürümesinin mucize olacağını söylediği Nagle’nin beynine, 3 saat süren
operasyonla bir çip takıldı. Böylece genç adam, dünyada elektronik eşyaları
‘sadece düşünerek’ kullanabilen ilk insan oldu. Nagle,
bu mucize
yöntem sayesinde artık sadece düşünerek televizyonu açıp kapatabiliyor,
bilgisayarda oyun oynayabiliyor. Ve bu operasyonda beynine yerleştirilen
çip aracılığıyla, beyin dalgaları bilgisayar ortamında bilim adamları
tarafından okunabiliyor’’[301]
2.1.8.
Rüya
‘‘Melissa Givagnoli
diğer kardeşleriyle beraber Cleveland’da tek katlı evde yaşar. Evde babasından
ziyade anneannesinden güç alır. Anneannesi Baubie, Melissa’nın düğününe
katıldıktan sonra 1 sene boyunca görüşemezler. Baubie torununu ziyarete gider
ve çok mutlu zamanlar geçirilir. Ziyaretten iki ha^a sonra Melissa Baubie’nin
öleceğine dair bir rüya görür. Beş sene önce bir kalp krizi geçirdiği için
Baubie hakkında endişelenir Melissa. Onu
arayarak gördüğü rüyayı anlatır. Bir saatlik görüşme boyunca Baubie iyi
olduğunu, ölse bile üzülmemesi gerektiğini, daha iyi bir yere gideceğini
söyler. Melissa bu
rüyayla ilgili başkaca kimseye bir şey anlatmamıştır. Yedi gün sonra
Melissa’nın babası telefonla aradığında, daha ilk sözcüklerde durumu anlar. Baubie ölmüştür ama onlar
birbirlerine çoktan hoşça kal demiştir.’’[302]
2.1.9.
PKK Terörünü
Haber Veren Rüya
30.08.1996 tarihinde
İskenderun’da yaşayan Beyhan Yayman’ın başından geçen olay şu şekilde ifade
edilmiştir: ‘‘Kuaförüm Sevda Hanım evimi arayarak, dün gece yanında çalışan
kalfası Beyhan’ın evinde garip olayların meydana geldiğini ve bunların benim
araştırmalarımla ilgili olabileceğini düşünerek bana anlatmak istediğini
söyledi.
Hemen
geliyorum diyerek evden ayrıldım. Beyhan’ın erkek kardeşi Tunceli’de
askerliğini yap ıyordu. Gideli 7 ay olmas ına rağmen hemen hemen her gün
telefonla konuşma şansları vardı. Bir gün önce annesini aradığında oldukça durgundu.
Kardeşlerinin çok neşeli olduğunu bilen ablaları oldukça şaşırmışlardı. Ama
askerliğin getirdiği mesuliyetten dolayıdır diyerek, bu olayın üstünde pek
durmadılar. Aradan bir gün geçti. Sabah kahvaltı sofrasında, o gece gördükleri
rüyayı birbirlerine anlatırlarken inanılmaz bir şeyle karşı karşıya geldiler.
Her iki abla ve anneleri o gece aynı rüyayı görmüşlerdi. Bu gerçek karşısında
içlerini büyük bir ürperti aldı. Çünkü gördükleri ortak rüya askerdeki
kardeşleriyle ilgiliydi. Askerdeki kardeşleri rüyalarında sivil kıyafetler
giymiş ve ailesine şunlar ı söylüyordu: ‘Ben görevimi en iyi şekilde yapt ım.
Art ık gidiyorum. Kendinize iyi bakın.’ Ve maalesef çok kısa bir süre sonra
korkulan haber gelmekte gecikmedi... Birkaç saat sonra tüm televizyon kanalları
haber bültenlerinde; 30 Ağustos Merasimi’nde Tunceli’de gerçekleştirilen hain
saldırıdan bahsediyordu. Kendisine hamile süsü veren bir kadın terörist
tarafından bombalı bir saldırıda bulunulmuştu. Haber bültenlerinde şehit olan
erlerimiz arasında, Yayman ailesinin biricik oğlu Ahmet Yayman’ın da ismi
sayılıyordu!’’[303]
2.1.10.
Ruhlar Ölmüyor
‘6 Mayıs
1995’de İskenderun’da olayı yaşayan Nebile T. şunları ifade etmektedir:
‘‘Saatler gece yarısına yaklaşmıştı. Telefonum çalmaya başladı. Telefonu açtım.
Telefonun öbür ucundan gelen heyecanlı bir sesle irkildim...
-Antakya’dan cenaze
evinden sizi ar ıyorum. Beni tanımazsınız. Cevaplayamad ığımız çok garip bir
olayla karşı karşıyayız.
-Sizi dinliyorum
buyurun.
-Biz üç
kardeşiz. Hepimiz evliyiz. Ağabeyim Antakya dışında, kız kardeşimle ben ise
Antakya’da oturuyorum. Dün gece geç saatlerde ağabeyim beni telefonla arayarak,
büyük bir telaş içinde annemi sordu. Ses tonu çok ürkütücüydü. Kendisine 7-8
saat önce anneme uğradığımı, yemeği birlikte yediğimizi ve çok iyi olduğunu
söyledim. Ancak o bir türlü rahatlayamıyordu. ‘Nebile, yarım saat önce uykudan
annemin sesiyle uyandım. Beni çağırıyordu. Sesi hala beynimin içinde
yankılanıyor’ dedi. Biraz duraksadıktan sonra, telaşla sözlerine devam etti:
‘Rüyamda annemin evindeymişim. Pencereyi açıp aşağıya baktım. Annemi bahçedeki
ağacın alt ında dururken gördüm. Üzerinde siyah zemin üzerine
yeşil
yaprakları bulunan kadife bir sabahlık vardı. Pencereyi açtığımı görünce, bana gülerek
el salladı. Sanki bir yere gitmek üzereymiş gibi bir hali vardı. Sonra aniden
yok oldu. Uyanır uyanmaz derhal annemi aradım. Telefonu uzun uzun çaldırmama
rağmen açan olmad ı. Hemen annemin yanına git. Galiba bize ihtiyac ı var’ dedi.
Ağabeyimin
anlatt ıklar ını duyunca çok şaşırdım. Zira ağabeyimin tarif ettiği sabahlığı,
kız kardeşim dikmiş ve o gece anneme vermişti. Ağabeyimin bunu normal olarak
bilmesi imkânsızd ı. Ağabeyime hemen anneme gideceğimi ve kendisini oradan
arayacağımı söyleyerek telefonu kapattım. Annemin evine gittiğimde ise, onu
bahçedeki ağacın dibinde cansız yatarken gördüm. Yüzünde çok mutlu bir
gülümseme, üzerinde ise ağabeyimin tarif ettiği sabahlık vardı. Telepatik bir
rüyayla karşı karşıyaydık. Telefondaki bayana bu olayı, 3 yıldır oğlunu
görmeyen bir annenin, biricik oğluna vedası olarak değerlendirmeleri
gerektiğini söyleyip, başsağlığı diledim. O an için yapılacak hiçbir şey yoktu. En kısa zamanda yanlarına
gideceğimi, böylece daha detaylı konuşabileceğimizi söyleyerek telefonu
kapattım.’’[304]
2.1.11
.Ölüm Anını Uzaktan Gördü
09 Mart
1993’te Erzurum’da olayı yaşayan Vahide Kaya şunları ifade ediyor: ‘‘Erzurum’un
Tortum kazasında yaşayan Vahide Hanım’ın yaşadığı bir olay, cevap bulamadığı
birçok soruyu da beraberinde getirdi״
—Vahide Kaya: Bundan
30-35 yıl önce kocam Edirne’de askerliğini yapıyordu. Yeni evliydik. 3-4 ay
sonra terhis olup gelecekti. Bir gece sabaha karşı kocam Ekrem’in sesiyle
uyandım. Ses sanki kafamın içinden geliyordu:
‘Vahide çok üşüyorum״ Dayanamıyorum״ Uyumak
istiyorum״ ’
Çok şaşırmış ve
korkmuştum. Evdekileri uyandırmak istedim ama yapamadım. Uykum da kaçmıştı.
Üstümü giyinip, ambara geçtim. Bir şeyler yapmak istiyordum. Tand ırı yaktım.
Ekmek yapmak için un eliyordum. Aniden elimdeki eleğin içinde kocam Ekrem’i
gördüm. Nöbet tutuyordu. Karların içinde kayalık bir tepede gözleri kapalı,
başı tüfeğine dayanmış öylece duruyordu. Birden kayıp kayaların üstüne düştü.
Ben çığlık attım ve o sıra bayılmışım.
Çığlığını duyan ev halkı
derhal Vahide Hanım’ın yanına geldiler. Vahide Hanım’ı baygın yerde yatarken
buldular. Vahide Hanım, kendisine gelince başından geçenleri
evdekilere anlattı. Ev
halkı Vahide Hanım’a: ‘Hamile olduğun için karabasan görmüşsündür’ diyerek gördüğünü
kötüye yormamasını istediler.
-O
zamanlar haberleşme çok zordu, iki gün sonra askerlik şubesinden köyümüze atla
gelen bir çavuş; Ekrem’in nöbet tutarken kazayla kayalara düşüp öldüğünü,
cenazesinin köyümüze götürülmesi için paramızın olup olmadığını sordu. Paramız yoksa Edirne’deki
askeriye, cenazeyi defnedecekmiş ’’3لا
2.1.12.
Üstün Yetenekli
Nikolayev
‘‘Nikolayev,
üç bilginin şüpheci bakışları altında, kendini azami gevşeterek konsantre
olmaya çalışıyordu. Vakit gece yarısıydı... Ve binlerce kilometre ötede,
Moskova’da saat 8’di. Bilginler burada, ses ve elektrikten tecrit edilen özel
bir bölmeye hapsedilmiş Yuri Kamenski’ye, mühürlü bir paket verdikten sonra,
kapıyı iki defa kilitlediler.
Bundan sonrasını
Kamenski şöyle anlatıyor:
‘Nikolayev’e imajını
aktaracağım şeyin ne olduğunu önceden bilmiyordum. Mühürlü paketten çıkacak her
objenin nakli için verilen süre on dakikaydı.’
‘Açt ığım ilk paketten
yedi halkalı çelik bir yay çıkmıştı. Elime aldım, parmaklarımı halkalar
üzerinde dolaştırdım. Dış görünüşünü, yapısını iyice içime sindirdim. Bu arada
Nikolayev’in yüzünü hayallemeye çalışıyordum. Karşımda oturduğunu hayal
ediyordum. Sonra Nikolayev’in omuzları üzerinden bakıyormuşçasına görüş açımı, perspektifimi
değiştirmeye çalıştım. Sonunda yayı, onun gözleriyle görmeyi denedim.’ Aynı
anda, 3000 km. ötede, Nikolayev’in dikkati gelen dalgalar paralelinde artmıştı.
Gözlemcilere göre Nikolayev, elinde görünmeyen bir şey tutuyor gibiydi:
‘dairevi... Madeni... Parlak... Dişli değil... Bir bobine benziyor... ‘
diyordu.
‘İkinci
deneyde Kamenski, sapı siyah plastikten bir tornavidaya konsantre oldu. Nikolayev algılarını şöyle ifade
etti: ‘Uzun... İnce Madeni Plastik Siyah...’’[305]
2.1.13.
Düşünce Okundu
‘‘Beyin
dalgalar ımızın etrafta yapt ığı tesirlerin farkında değiliz. Kamenski gibi Alex Monin
adlı başka bir verici de Nikolayev’in gayet net alabildiği telepatik tebliğler
neşredebiliyordu. Kız kardeşini hipnotize ederek oyalanan Monin, bu tecrübelere
başladığı zaman 14 yaşlarındaydı. Bir gün sekreter Luda’yı hipnotize etmeyi
denedi.
Luda uykudayken Monin,
düşüncelere (belki tatlı hayallere) dalıp hipnotize ettiği kızı unutmuştu
sanki... Fakat bir müddet sonra Luda’yı uyandırdığında genç sekreter kendisinin
düşüncelerine çok benzeyen şeyler söylemeye başlad ı... Monin şaşkındı;
‘Nereden biliyorsun bunları?’ dedi. ‘Bilmem, dedi Luda, aklımdan geçenleri
söylüyorum.’
Bu
olaydan sonra Monin, parapsikolojiye iyice merak sardı. Kitaplar okudu ve
günlerce parklarda gezinerek egzersizler yaptı. Yakınından geçenlere zihnen
‘Boynunuz kaşınıyor, kaşıyın!’ ‘Ensenize arı kondu sokacak, kovalayın!’ gibi
telkinler yapıyordu. Bazı insanlar boynunu kaşıyor, baz ılar ı da hayali ar ıyı
kovalıyorlardı! Böylece Monin
telepatik verici olarak yetişiyordu.’’[306]
2.1.14.
Hayvanlarda Telepati
‘‘Bilindiği
gibi, tehlike anında denizalt ılar kara ile irtibat karamazlar. Radyo çalışmaz.
Bilginler küçük tavşanları denizaltıya yerleştirdiler, ana tavşanı da, beynine
elektrot sokarak, laboratuarda gözlemeğe başladılar. Denizaltı derinlere
daldıktan sonra yavru tavşanlar teker teker öldürüldü. ’
‘Ana
tavşan, yavruların ne zaman öldürüleceğini elbette bilemezdi. Fakat yavrular ın
tam ölüm anında ananın beyni tepki gösteriyordu. Haberle şme olmuştu ve aletlerimiz
her yavrunun ölümünde duyu d ışı algılama tezahürlerini kaydetmişti.’’[307]
2.1.15.
Diktatöre Karşı
Telepati
‘‘Yıl
1940... Telepat Wolf Messing: ‘Bilmediğim bir yere geldik, bir otel
odasına benzeyen yere götürüldüm. Az sonra da başka bir odaya geçtik. Bıyıklı
bir adam girdi içeri.’ Telepat Messing Stalin ile kar şı karşıyaydı! Stalin,
Messing’in paranormal yetenekleriyle ilgili değildi; onun yüksek mevkilerde
bulunan Polonyalı dostlarıyla ilgileniyordu, onlar hakkında bilgi istiyordu. Messing alelade
psişik yetenekleri olan bir kişi değildi, parapsikolojinin ünlü bir simasıydı.
Dünyayı dolaşmış Einstein, Freud, Gandi...
gibi ünlü kişilerle deneyler yapmış, siyasi şahsiyetlerle karşılaşmıştı.
Dostlar ı arasında Mareşal Pilsudski ve Polonya hükümet adamlar ı da vardı.
Polonya Naziler tarafından işgal edilince kaçmış, Hitler başına 200 000 mark
mükafat vaat etmişti. Stalin başlangıçta bunlarla ilgilenmişti. Messing’in,
Stalin ile karşılaşması telepatın, telepatinin zaferiyle sonuçlanan bir sürü
deneyin başlangıcı oldu.
Stalin
Messing’in üstün
yeteneklerini biliyordu: telepatik yolla düşüncesini başkasına aktarabilir,
karşısındakinin dü şüncelerine tesir edebilirdi! Bunlar ı bildiği için Stalin
Messing’den çok güç bir deneme yapmasını istedi: sadece zihinsel kabiliyetini
kullanarak Gosbank’tan (Moskova’da) 100 000 Ruble çalacaktı. Messing Gosbank’ın
yerini bile bilmiyordu. Messing, not delerinden kopardığı bir sayfayı
Gosbank’ın veznedarına uzattıktan sonra, çantasını açıp para sayılan yere
koydu. Bu arada veznedara 100 000 Rubleyi çantasına koyması için zihni telkinde
bulunuyordu. İhtiyar veznedar kağıda baktı, sonra kasayı açıp Messing’e 100 000
Rubleyi saydı. O da çantasına istifledi ve Stalin’in, tecrübeyi takip için
görevlendirdiği, adamlarına doğru yürüdü. Görevliler her şeyin şartlara uygun
olarak yapıldığına tanıklık ettikten sonra hep beraber vezneye yaklaştılar.
Veznedara çekleri çıkarmasını ve kontrol etmesini söylediler. Çeklerin
arasında, Biraz önce 100 000 Ruble ödediği beyaz kâğıdı görünce, olduğu yere
yığılıverdi zavallı!
‘Çok şükür adam ölmedi!’
Bu tecrübeden sonra
Stalin daha güç bir görev verdi Messing’e: İzin belgesi almadan Kuntsevo’da ki
Devlet Şefi’nin odasına gidecekti!
Evin etrafı nöbetçilerle
korunuyordu. Muhafız birlikleri diktatörü çok sıkı bir şekilde koruyorlardı.
İçindeki görevlilerin hepsi gizli polise mensuptu.
Bir gün diktatör odasında
çalışırken kısa boylu esmer bir adam binadan içeri girdi. Ona kimse mani olmad
ı; üstelik muhafızlar saygıyla selamlad ı, görevliler kap ılar ı açarak hürmet
gösterisinde bulundular.
Siyah saçlı ufak tefek
adam eşyalı birbirine benzeyen bir dizi odayı aşıp diktatörün kapısı önünde
durdu. Stalin başını kaldırınca hayret etti: karşısındaki Messing’ti!
‘Bunu nasıl başardın?’
‘Muhafızlara ve
görevlilere zihinsel telkin yapt ım: Ben Beria’yım, ben Beria’yım, dedim.’
Sovyet
gizli polis şefi Laurent Beria
Stalin’in yakınında oturuyordu. Kıvırcık saçlı Messing
ile Beria
arasında en ufak bir benzerlik yoktu. Buna rağmen Messing Beria’nın
çelik kıskacına düşmemişti.’’[308]
2.1.16.
Alman Polisini Aldatan Telepat
‘‘Alman birlikleri
Varşova’ya girdikleri gün Messing, bir
kasabın soğuk hava deposuna gizlenmişti. Aynı akşam kaçmak üzere sokakta
gezinirken durdurulmuştu. Aranan kimselerin fotoğra^arı bulunan delere bakan
Alman polisi, Messing’i saçlar ından yakalayarak kimliğini sormuştu.
‘Sanatçıyım ben’ cevabı yeterli ve inandırıcı olmamıştı. Alman polisi ‘Sen Wolf Messing’sin,
Führerimizin öldürülece ğini söyleyen Adam!’ diye kükremiş ve surat ına yumruğu
indirmişti. Dişi kırılan Messing’in ağzından oluk gibi kan boşanmıştı. Polis
merkezine götürüldüğünde Messing Polonya’yı
hemen o gece terk etmezse, kaçamazsa işinin bitik olduğunu düşündü. Messing
bütün gücünü ve psişik kuvvetini toplayarak zihinsel tebliğler göndermeye
başladı; bütün polislerin kendi odasında toplanmasını istiyordu. Bir müddet
sonra bütün görevliler, nöbetçilerle birlikte Messing’in odas ında toplanmış
lardı. O ise k ımıldamadan yerde yatıyor, ölmüş gibi yapıyordu. Sonra birden fırladı, koridora
çıktı ve Almanların şaşkınlıkları geçmeden kapıyı sürmeleyip kendini sokağa
attı.’’[309]
2.1.17.
Ruh Enerjisi
‘‘Dr.
Sergeyev yakın zamanda insanı şaşkına çeviren bir yeni keşide daha bulundu.
Tıbben ölü sayılan bir insanın birkaç metre ötesine özel detektörünü yerleştirdi.
Ne beyin dalgaları, ne kalp atışları bilinen aletlere tesir etmeyen bu ölü
vücut detektörü faaliyete geçirdi. Bu ölü vücudun 4 mm. ötesinde hala
elektromanyetik kuvvet alanları titreşiyordu. Sanki yavaş yavaş sönen belli bir
enerji açığa çıkıyordu.
New
York Parapsikoloji Kurumu Başkanı Eileen Carrett de ölümü izleyen üç gün içinde
cesetten enerji spiralleri çıkt ığını ifade etmişti. Sergeyev bunu daha bilimsel yolla
ispatlamış oluyordu.’’[310]
2.1.18.
Telepat Köpek
‘‘Alsas
cinsi bir köpek olan Mars, sirkin yıldızıydı. İçlerinde doğuştan sirk sevgisi
saklı olan Sovyet halk ı sayı sayan, dans eden bu köpeğe çılgınca hayrand ılar.
Mars, Viladimil Durov kumpanyasıyla pek çok ülkeyi dolaşmıştı. Durov,
hayvanları kamçıyla idare etmezdi. Mars en önemli gösterilerinden birini Vladimir Bekhterev ve
Alexander Leontoviç
karşısında yaptı. Deneyin amacı köpeklerin de Telepat olabileceklerini
kanıtlamaktı. Her şey hazır olunca Bekhterev, Durov’a bir kâğıt uzattı. Kâğıtta
Durov’un köpeğe telepatik olarak nakledeceği şeyler yazılıydı. Durov köpeğin
başını elleri arasına
aldı, bakışlarını köpeğin gözlerine dikti. Sonra ellerini çekti. Fakat köpekte
hiçbir hareket olmamıştı. Durov tekrar gözlerini köpeğin gözlerine dikti. Az sonra
Mars başını çekti, etrafına bakındı ve şimdiye kadar hiç gitmediği laboratuarın
arka odasına doğru koştu. Odada üç masa vardı. Önce ön ayaklarını birinci
masaya uzattı, bir şey arıyordu... Sonra ikinci ve üçüncü masalara uzandı.
Aradığı telefon rehberini üçüncü masanın üzerinde bulmuştu. Uzandı, dişleri
arasına aldı ve getirip Durov’un önüne bıraktı. Bekhterev Durov’a verdiği
kâğıtta gerçekten telefon rehberini istemişti. Sirk’in bu harika köpeği Durov’un
teorisini canlı bir şekilde ispat etmişti.’’[311]
2.1.19.
Rosa Kuleşova Fenomeni
‘‘... Rosa’nın bazı aile
fertleri kördü. Bunların çalışmaları sırasında Rosa
da
Braille’i (körler alfabesi) öğrenmiş ve görmeyenlere yardımcı olmuştu. 1962
yılı baharında Rosa Dr. İosif M. Goldberg’e parmak uçlarıyla gördüğünü
söylüyordu. Doktor, kızın gözlerini bağlayarak, bir dizi deney yaptı. Rosa
hakikaten parmak uçlarıyla görebiliyor, yazı okuyor, renkleri seçebiliyordu.
Rosa’nın, Dr. Goldberg’e ilk itirafı şuydu: ‘Parmaklarımla gördüğümü fark
ettiğimde ilk aklıma gelen şey, imtihan sırasında cebimde sakladığım kopyalığı
okuyup okuyamayacağım olmuştu.’
Dr.
Goldberg, Rosa’yı 1962’de Nizhni Tagil’de toplanan Psikologlar Cemiyetinin
bölgesel konferansına götürdü. Konferansta birçok bilim adamının gözü Rosa’nın
üzerinde toplanmıştı. Gözleri iyice bantlanmıştı. Fakat Rosa etrafındaki bilim
adamlarının elbiselerinin rengini, ceplerinden çıkardıkları şeylerin
gölgelerini bile görebiliyordu. Fotoğraf kâğıdındaki insanı parmaklarıyla dokunarak
tanıyabiliyordu. Bunun sırrı neydi? ‘Pratik diyordu Rosa,
alt ı
yıldır günde birkaç saat pratikler yapıyordum. ’ Rosa’nın ünü birden bütün
Rusya’ya yayıldı. Sonra dünyaya. .. .Rosa’dan o kadar çok bahsedilmeğe
başlanmıştı ki, buna Rosa da
şaşırıyordu. Olaylar psikiyatrik bir çalışmayı gerektirecek derecede gelişti. Pragmatik (faydacı)
Sovyet bilim adamları ‘gözsüz görüş’le ilgili bilgilerini geliştirmek ve
faydalarını dünyaya sunmak üzere çalışmalara daldılar. Rosa’nın yeteneği
olağanüstü bir şey midir, yoksa yeni biyolojik bir duyum (yükseklerden sihirli
elma gibi) Rosa’nın başına düşmüştür? Dr. Shaefer başkanlığında bir heyet, Rosa ile
birlikte deneyler yapmak üzere Sueralous’daki psikiyatri kliniğine gitti.
Burada da Rosa renkleri
birbirinden ayırt edebilmişti. Hatta cam altına konan notaları da rahatça
okuyabiliyordu. Renklerin değişik miktarda sıcaklık yaydığını veya emdiğini
bilen Dr. Shaefer, soğuk renklerle boyanmış (mor, mavi״) tabakaları ısıttı, sıcak renklerle
boyanmış olanları soğuttu. Rosa yine
başarıyla renkleri ayırt edebiliyordu. Bundan sonra Rosa,
Sovyet
Bilimler Akademisi tarafından davet edildi. Burada Simirnov ve Bongaid Rosa ile
uzun uzun deneyler yaptılar. Sonunda Simirnov: Rosa Kuleşova bir yazıyı
parmaklarıyla okuyabilir, renkleri ayırdedebilir’ şeklinde rapor verdi. Bu sırada Russian Sournal of Neuropsychological Medicine’ dergisi Rosa gibi
elleriyle görebilen
bir kadın
hakkında bir makale
yayınlat
ı.’’[312]
2.1.20.
Kirlian Fotoğrafıyla
Hastalık Teşhisi
‘‘Birgün tanınmış bir
bilim adamı Kirlian metoduyla incelenmek üzere aynı bitkiden aynı zamanda
koparılmış iki yaprak getirmişti. Kirlianlar yapt ıklar ı deneyler sonucunda
her iki bitki türünün belli bir enerji yaydığını biliyorlardı. Fakat bu bilim
adamının getirdiği birbirine çok benzeyen bu iki yaprağın fotoğrafları
farklıydı. Birinde küresel alevler, diğerinde karanlık geometrik şekiller
vardı. Bir hata mı yapılmıştı, yoksa yapraklar aynı bitkilere mi aitti?
Kirlianlar sabaha kadar çalışarak çeşitli fotoğraflar çektiler. Sonuç hep
aynıydı. Sabahleyin her ikisi de yorgun ve endişeli olarak çektikleri
fotoğrafları bilgine verdiler. Konuk bilim adamı fotoğrafları inceledikten
sonra memnun bir ifadeyle: ‘Siz onu buldunuz!’ dedi. ‘Bu iki yaprak aynı
bitkiden alınmıştı fakat biri, suni olarak hastaland ırılmıştı. Size getirdiğim
zaman yaprakta bu hastalığı belli edecek bir işaret yoktu fakat siz hiçbir
testle anlaşılamayacak bu hastalığı keşfettiniz. Sizin bu yüksek frekanslı
fotoğraf metodu sayesinde hastalıklar önceden teşhis edilebilir.’’[313]
2.1.21.
Denizaltıda Telepati
Çalışması
‘‘Natilus
ilk atom denizalt ısıdır. İlk denemeye ç ıktığı gün büyük bir telepati
çalışmasına sahne oldu. Albay William Bowers’in yasal sorumluluğunda ünlü telepöd Frends
Chep 13000 mil öte ile deniz altından haberleşti. Her iki telepöd raporlarını
kasalarda kilitleyip, bir heyet huzurunda 16 günlük mesajlar karşılaştırıldı. Hayret verici biçimde su
altından bir telepati, su üstüne verilmişti ve mesajlarda zerre hata yoktu.’’34؟
2
1 22 Zihin Okuma
‘‘İkinci
dünya savaşından önce ünlü Polonyalı Messing, zihin okuma uygulaması için,
Einstein’i ve Freud’u bir arada olduğu gün ziyaret eder. Freud
denemeyi
başlatmak için aklından şunu geçirir: ‘Banyodan makası alsam, Einstein’in
bıyıklarını kessem’.
Messing, aniden
‘Yazık olur, hem makas banyoda değil’ deyince iki bilim adamı da hayretler
içinde kaldılar.’’[314]
2.1.23.
Telepatik Mi Genetik Mi?
Fikri Kaylan ve Erkan
Doğan’ın ‘Telepatik Mi Genetik Mi?’ başlıklı haberinde: ‘‘Tek yumurta
ikiziydiler. Ayrı yerlerde aynı anda kalp krizi geçirdiler, biri öldü. Acı
tesadüf uzmanları böldü. Film gibi bir dram bir tartışmayı yeniden canlandırdı.
Önce
dramın öyküsü: Almanya'da yaşayan Savaş ve Cenk Kalış adlı ikizlerden Savaş
kalp krizi geçirdi. Doktorların anında müdahalesiyle kurtuldu.
Otelde
Ölü Bulundu
Doktor,
Savaş'ın ikizi olduğunu öğrenince "Onda da aynı rahatsızlık olabilir"
dedi. İş için İngiltere'de olan Cenk arandı, kaldığı otelde kalpten ölmüş
bulundu.
Kozmik
Bağ Var
Kalp
ve genetik uzmanları "Tek yumurta ikizlerinde aynı hastalık
görülebilir"; parapsikoloji uzmanlar ı ise "Birbirlerini hissederler,
kozmik bağ var" diyor.
Tek
Fark Evlilikti
Ölen
kardeş Cenk evliydi, Savaş ise bekâr. Cenk'in Alman eşi ile 3 yaşındaki oğlu
Malik gözü yaşlı kaldı.
İkizlerin
acı kaderi uzmanları böldü
Ayrı
ülkelerde aynı gün kalp krizi geçiren ikizlerden Cenk öldü, Savaş kurtarıldı.
Parapsikologlar "telepatik" derken, tıp uzmanları "genetik"
olduğu görüşünde.
Aynı
gün kalp krizi geçiren tek yumurta ikizlerinden birinin ölmesi üzerine
uzmanlar, yaşananların "genetik mi, telepatik mi" olduğu konusunda
ikiye bölündü. Parapsikologlar 'Kaos Teorisi' ve kelebek etkisini örnek
göstererek, bir tarafta yaşanan olumsuzluğun diğer tarafı da etkilediğini
belirtirken parapsikologlar telepatik" olabileceğini ifade ediyor.
Kardiyolog ve genetik bilimciler benzer hastalıklar ın görülme sıklığının
yüksek olduğunu, ancak bu yaşanan olayın tesadüf olduğu üzerinde duruyorlar.
*
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri
Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr.
Kerem Doksat: Bu konuyu araştıran bilim
adamları, bu konuyla ilgili çalışmaları bulunan Gustav Jung bu konuyu "manidar rastlantı"
olarak değerlendirmiştir. Rastlantı olabilir ama o "manidar"
kelimesiyle bunu aç ık bırakmış, bilimsel çalışma yap ılması gereken bir konu
olarak saptamıştır. Klasik psikoloji bu konuyla ilgilenmiyor. O yüzden bu konu
para psikolojinin konusudur. Normalde tesadüfün bu kadarı olmaz. Kaos
Teorisi'nde bile kelebek etkisinden bahsedilir."
Çevresel Faktör Önemli
* Celal
Bayar Üniversitesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Talat
Tavlı: "Bazı hastalıklar genetik olarak ailenin diğer fertlerine de
geçebiliyor. Bu tek yumurta ikizlerinde daha sık görülüyor. Bunlardan biri de
kalp krizi. Tıpta 'Kronerarter' hastalığı diyoruz. Aynı yumurta ikizlerinden
birinde görüldüğü zaman, aynı anda diğer ikizde de görülme s ıklığı fazlad ır.
Burada yapılacak tek şey, ikizleri olan ailelerin
eğ itilmesidir. E ğer ikizlerden biri
hastalan ırsa diğer ikizi de hemen mü şahede alt ına alınmalı. Böylece ortaya
çıkan risk minimuma indirilebilir."
* DEÜ
Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Başkanı Prof. Dr. Sema Güneri:
"Genetik faktörler etkiliyse her ikisinin de kalp krizi geçirme riski var.
İkizler kalp damar tıkanıklığı ve ritim bozukluğu nedenleriyle kriz geçirmiş
olabilirler. 'İkizlerden biri kriz geçirdiyse diğeri de geçirir' şeklinde kesin
bir kanıya varmak doğru değil."
* Parapsikolog
Esin Uzer: "İnsanlar sadece etten bir varlık değil, aynı zamanda ruhsal
varlıklar. İkizlerin arasında ise kozmik bir bağ var. Hele tek yumurta ikizleri
birbirlerine çok bağlı. Anne karnında bulundukları suyu, DNA zincirini kısacası
her şeyi paylaşıyorlar. Kardeşlerim tek yumurta ikizi.. Biri bademcik ameliyatı
olurken, diğeri de nefes alamama sorunları yaşadı ve oksijen verildi. İkisi de
dul, ikisinin de ameliyatla rahmi alındı. Aynı burcu paylaşıyorlar. Hayatları
hatta kaderleri bile aynı."’’[315]
2.1.24.
Gördüğü Rüya Üzerine Sihirbaz Olmayı
Seçmiş
‘‘Rüyasında gördüğü David Copperfield’ı örnek alıp illüzyona
başlayan ve Ekim 2006’da katıldığı Balkan Magic Şampiyonası’nda 2’nci olan
Anadolu Üniversitesi(AÜ) öğrencisi Kıvanç Özkönü, Çin’de yapılacak İllüzyonist
Dünya Şampiyonasına katılmak için çalışıyor. Özkönü, daha sonra internette David Copperfield’ın görüntülerini bulduğunu
söyledi. İnternetten illüzyon eğitim görüntülerinin videolarını da temin
ettiğini ifade eden Özkönü, şöyle konuştu: ‘Bir aylık bir çalışmayla
şimdi sahip olduğum bilgilerimin yüzde 50’sine sahip oldum. İllüzyon
malzemeleri satışının ülkede sadece İstanbul’da olduğunu belirledim.
İllüzyonist de olan Sihirevi olan işyerinin sahibi Erdem Bulungiray ile irtibat
kurdum. Bulungiray, beni 17-18 Kasım 2006’da İstanbul’da düzenlenen Balkan
Magic Şampiyonasına kat ılmam için motive etti. Yarışmada ikinci oldum.’AA’’[316]
2.1.25.
Hipnozla Sistem Gerçekten Kusursuz
‘Estabrooks ve Mançuryalı Aday’ başlıklı
yazıda şunlar yazılı: ‘‘1971’de Estabrooks tarafından kaleme alınan bir
makaleye göre: ‘Hipnozun en büyüleyici fakat tehlikeli uygulamalarından biri,
askeri istihbaratta kullanılmasıdır. Birleşik Devletler tarafından iki dünya
savaşında kullanılan teknikler için rehberlik ettiğim sırada tanındığım bir
alandır bu. Savaşta iletişim daima bir baş ağrısıdır. Kodlar kırılabilir.
Profesyonel bir casus satın alınabilir ya da alınamaz. Kendi adamın mutlak bir
sadakate sahip olabilir, fakat ne düşündüğünden emin olunamaz. Diğer taraman
‘hipnotik kurye’ biricik çözümü sağlar. İkinci Dünya savaşı sırasında pek çok
kişiyi bu iş için hazırlamakla meşguldüm. George Smith dediğimiz Ordu Hizmeti
Müfreze Yüzbaşı başarılı bir örnektir. Yüzbaşı Smith aylarca bu deneye tabi tutuldu. O
mükemmel bir denekti, fakat bunu fark edemedi. Hipnoz sonrasında onunla
konuşarak, ona yaptıklarımı anımsamamasını sağlıyordum. Önce Müfreze Tak
ımı’nın Yüzbaşı’yı Washington’a çağırmasını ve ona Tokyo’da karargâhı bulunan X
Tümeninin mekanik malzemeleri hakkında bir rapora ihtiyaç duyduklar ını
söylemelerini sağlad ım. Smith’e ertesi sabah jetle oraya gitmesi, raporu
alması ve bir an önce dönmesi emredildi. Emirler ona uyanık durumda
veriliyordu. Bilinçli olarak bildiği tek şey buydu; karısına ve arkadaşlarına
anlattığı da bu hikâyeydi. Daha sonra onu derin bir hipnoz altına aldım ve ona
-sözlü olarak- laponya’daki askeri istihbarattan bir albaya -diyelim ki ismi
Bay Brown idi- direkt olarak söylenmesi gereken hayati bir mesaj verdim. Albay
Brown, benim dışımda Yüzbaşı Smith’i hipnoz edebilecek tek kişiydi. Bu
‘bağlama’dır. Bunu, hipnoz halindeki Yüzbaşı’ya söyleyerek yaptım: ‘Benden
gelecek bir sonraki emre kadar, yalnızca Albay Brown ve ben seni hipnoz
edebiliriz. Bir işaret cümlesi kullanacağız; ‘ay parlak’. Brown ya da benden ne
zaman bu cümleyi duysan derin bir hipnoza geçeceksin.’ Yüzbaşı Smith uyandığında,
transtayken kendisine söylenenleri anımsamıyordu. Farkında olduğu şeyin tamamı
bir tümen raporu almak için Tokyo’ya gitmesi gerektiğiydi. Smith oraya ulaşarak sinyal cümle ile onu
hipnoz alt ına alan Brown’a raporu verdi. Hipnoz alt ında Smith mesaj
ımı ula ştırdı ve bana iletmek için bir başkasını aldı. Uyandığında tümen
raporu ona verildi ve eve jetle döndü. Burada sinyal cümleyle onu bir kere daha
hipnotize ettim ve Brown bilinçsiz zihnine tıka basa doldurulan cevabı bana
iletti. Sistem gerçekten kusursuzdu.’’[317]
2.1.26.
Hipnozla Yetişen
Ajan
‘Estabrooks ve Mançuryalı Aday’ başlıklı
yazıda şunlar yazılı: ‘‘Estabrooks, aynı zamanda askeri kullanım için çoklu
kimliklerin yaratımı hakkında da yazdı: ‘İkinci Dünya Savaşı sırasında, bu
tekniği Jones diyeceğim bir teğmen üzerinde denedim. Denizcilik istihbarat ının
gözetimi alt ında, kişiliğini Jones A ve Jones B olmak üzere ikiye böldüm;
‘normal’ bir teğmen tamamen başka biri hale geldi. Komünist öğretiden söz etti
ve onu savundu. Komünist hücrelerce hevesli bir biçimde kabul edilmiş, Müfreze
tarafından kendisine küçük düşürücü bir iş verilmiş ve parti kartı taşıyan bir
üye haline gelmişti. Teğmenin asıl kimliğini Jones B adıyla joker olarak
tuttum. Hipnoz altında, bu Jones telkin edilerek dikkatlice yetiştirildi. Jones
B daha derin kişilikli, Jones A’nın tüm düşüncelerini biliyordu, sadık bir
Amerikalıydı ve bilinçliyken hiçbir şey söylemeyecek biçimde kodlanmıştı. Yapmam gereken tek şey adamı tümden hipnoz alt
ına almak, sad ık Amerikalı Jones B ile iletiş im kurmakt ı ve Komünist kampa
sızabilecek bir ajanım olmuştu.’’30؟
2.1.27.
Hipnotize Eden de Edilen de Suçlu Bulundu
‘Estabrooks ve Mançuryalı Aday’ başlıklı
yazıda şunlar yazılı: ‘‘Mart 1951’de, 28 yaşındaki Palle Hardrup, Kopenhag’daki
bir bankaya girdi ve iki banka çalışanını, ateş ederek öldürdü.
Tutuklandığında, Hardrup cinayetleri işlediğini itiraf etti; fakat Bjorn
Schovw-Nielsen tarafından cinayetleri işlemesi için hipnotize edildiğini
söyledi. Hardrup, adam öldürmekten suçlu bulundu ve
gözetim alt ına alındı, suç ortağı Schovw- Nielsen ise müebbet hapse mahkûm edildi.’’[318]
2.1.28.
Zihni Denetlenen
Suikastçılar
‘Estabrooks ve Mançuryalı Aday’ başlıklı
yazıda şunlar yazılı: ‘‘Zihni denetlenen suikastçılar hakkında, 1983’te
araştırmacı Gary Show’a konuşan Albay William Bishop şöyle diyordu: ‘Kore
Savaşı’ndan sonra CIA ile ilişkiye girmem bu sayede oldu. Bilinen her tür
uyuşturucu üzerimde denenmişti. Ajansla işbirliği içindeki tıp doktorları, bazı
kişiler üzerinde hipnozla birlikte -hipnotik ikna gücü- kullanılan bazı
uyuşturucuların işe yaradığını fark ettiler. Bunu banim üzerimde denediler.
Yalnızca mümkün olmakla kalmayıp
geçmişte ve bugün bile görülen bir kesinlik, bilgi ve deneyimle konuşuyordum.’
‘Neden özellikle beni seçtiklerini hiçbir zaman anlayamadım. İnsanların
seçiminde bir dizi psikolojik ve duygusal faktöre dikkat ediyorlardı.
Anti-sosyal davranış modelleri, paranoid ya da paranoyanın ilk belirtilerine vs״ Bu programlamada ya da daha doğrusu
beyin yıkamada başarı kazandıklarında, lohn Doe’yu kolayca George ve lohn Smith’i öldürmeye teşvik edebilirlerdi.
Ona, kurbanlarının mevkileri, alışkanlıkları vs. hakkında gerekli tüm bilgileri
verebilirlerdi. Daha sonra aklında, işlenen bu bilginin üzeri kapatılabilir ve
Joe’nun hiçbir şey hat ırlamaması sağlanabilirdi.’ ‘Muhtemelen bir ay ya da bir
yıl sonra telefon çalar. lohn Doe’ya tanıyacağı bir sesle kod kelime
söylenir. Bu, hareketi tetikleyecektir. lohn Doe, bunun üzerine suikastı
gerçekleştirir, eve döner ve bununla ilgili hiçbir şey anımsamaz. Tamamen boş
bir levhadır.’ ‘Ama bir sorun var, bu kişiler bununla başa çıkabilmenin yolunu
bulamadılar. Zaman zaman -bu bana şimdi oluyor- hiçbir rasyonel aç ıklaması
olmayan yüzler, sesler, yerler, silahlar görüyorum. Programlaman ın silinmesi
için oraya döndüm. Bu seanslarda, bunun zaman zaman olacağını, bunlar hakkında
endişelenmememi sadece zihnimi temizlememi, olanlar ı unutmamı söylediler.’
‘Görme yetilerini ya da duyu yetilerinin bir kısmını ya da ses tellerini
kaybeden insanlar biliyorum. Bazılarında kronik kabızlık oluyor. Tamamen
psikolojik sebeplerle, fiziksel değil; çünkü bu zihinsel bloklar kasıtsız
olarak gelişiyor. Ben kendim, gücümü tamamen kaybettim. Bunda fazla ayrıntıya
girmek istemiyorum.’ Röportajın yayımlanmas ını izleyen günlerde, Albay Bishop
Kalp yetmezliğinden öldü. Bu, ajansın kirli çamaşırlarım açığa
çıkaranlar arasında sıkça rastlanmayan bir ölüm biçimiydi ’’ص
2.1.29.
Düşünce Gücüyle İnsanları Kontrol Alt
ına Alıyor
Bülent Ergün’ün ‘Düşünce gücüyle
insanları kontrol alt ına alıyor’ başlıklı haberinde şunlar yazılı: ‘‘Üsteğmen
rütbesinde ordudan ayr ılan Volkan Ergenekon'un,
doğaüstü güçlerle olan ilişkisi daha 4
yaşında keşfedilmiş. Metafizik olaylar üzerine araştırma yapan eski subay
Volkan Ergenekon, düşünce gücüyle karşısındaki insanları kontrol altına
alabildiğini söylüyor. Ergenekon'un doğaüstü güçleri, henüz 4 yaşındayken keşfedilmiş.
Asker olan babasının görev yeri Karaman'da, kendi kendine birileriyle konuşup,
onları misafir eden küçük Volkan'ın bu anlamsız hareketleri ailesini
telaşlandırınca, ailesi tarafından İstanbul'da ünlü bir psikologa götürüldü.
Yapılan tetkiklerde oldukça sağlıklı çıkan küçük Volkan, ilkokul çağlarında
baktığı kahve fallarıyla çevresinde epey bir nam salmış. 11 yaşındayken
parapsikoloji ile ilgili kitaplar okumaya başlayan Ergenekon, Kuleli Askeri
Lisesi'nde okuduğu yıllarda arkadaşlarıyla ruh çağırma seansları düzenleyip,
ilginç deneyimler yaşamış. Ergenekon ve arkadaşları, 1974 yılının Ağustos
ayında Yalova'da askeri kampta, bir gece arkadaşları ile çadırda ruh
çağırırken, komutanları çadırı bastı. "Hepinizi okulda atacağım"
diyen komutan, askeri öğrencileri bir şekilde affedebileceğini söyledi. Dedesi
tarafından küçükken çağrıldığı ve eşinin dahi bilmediği ismi bilmelerini
istedi. Volkan Ergenekon'un, "İsmail diye çağırıyordu komutanım"
cevabının ardından komutanları, "tamam affettim" diyerek çadırdan
çıktı. Hem kendisini, hem de arkadaşlarını atılmaktan kurtaran Ergenekon,
doğaüstü güçleri ile çevresini de etkilemeye başladı. Yüzbaşılığa teıfi edeceği
1989 yılında, sağlık sorunları nedeniyle Üsteğmen rütbesindeyken ordudan
ayrılan Volkan Ergenekon, İran'a giderek burada 2 yıl boyunca metafizik
olayları üzerine çalıştı. Bir takım doğaüstü varlıklarla, düşünce yoluyla
iletişim halinde olduğunu ama onları göremediğini söyleyen Ergenekon,
"Onlarda bizim gibi üzülüp, seviniyor. Milliyetleri yok ama dinleri var.
Yaşama süreleri bizim zaman dilimimize göre 1000 yılı buluyor. Bu gücümü
keşfettikten sonra çok sayıda kitap okuyup, hocalarla görüştüm. Bu ilimle uğraşan çok değerli bir hocadan
ders bile aldım" diye konuşuyor.’’33أ
2.1.30.
Bollywood Bombacısının Beyni
Sevil Atasoy’un 23 Nisan 2006 tarihli
‘Bollywood Bombac ısının Beyni’ başlıklı yazısında şunlar yazmaktadır: ‘‘Şu
sıralar Hint polisinin eline düşerseniz eğer, önce yalan makinesine
bağlanacağınızı, gerekirse damarınıza bir madde verildikten sonra
sorgulanacağınızı, ayr ıca beyninizin haritas ının çıkart ılacağını unutmayın.
Bütün bunlar, elbette mahkeme kararı ve uzman hekimlerin gözetiminde yapılıyor.
10 yıldan bu yana elde edilen sonuçlar ise küçümsenir gibi değil. 12 milyonluk
Bombay’ın adı henüz Mumbai olmamıştı. Bombay-Hollywood alaşımından türetilen
"Bollywood" sinema endüstrisinin kalbi kent, 12 Mart 1993 günü, saat
13.30’da, 28 katlı borsa binasının bodrumundan gelen sesle sarsıldı. Garajdaki otomobillerden
birinin altına yerleştirilen bomba, 50 kişinin hayat ına maloldu. Kentin farklı
yerlerindeki patlamalar 15.30’a dek sürdü. 257 kişi öldü, binin üzerinde
yaralanan oldu. Otomobil, motosiklet, bavul içerisine yerleştirilen, uzaktan
kumandalı RDX tipi bombalarla gerçekleştirilen 40’a yak ın saldırının hedefi,
borsanın yanı sıra, çarşılar, Air-India Havayollar ı’nın kent içindeki pek çok
ofisi, resmi binalar, Bombay Üniversitesi, 2 hastane ve 3 oteldi.
Polise göre, terör eylemlerinin nedeni,
6 Aralık 1992’de Hindistan’ın kuzeyinde 13 milyon Müslüman’ın yaşadığı Uttar
Pradeş Eyaleti’ndeki 16. yüzyıldan kalan Babri Mescidi’nin, Hindu
milliyetçilerce saldırıya uğramasının ardından çıkan ayaklanmalarda, çoğunluğu
Müslüman 2 bin kadar kişinin ölümünün intikamını almaktı.
2 gün sonra, bir tren istasyonu
yakınlarında, patlamamış iki bomba bulundu. Pakistan’dan getirildikleri ve
Amerikan malı patlama düzenekleri içerdikleri belirlendi. Hindistan, Ceyşi
Muhammed ve Leşkeri Tayyibe adlı iki İslami örgütü patlamalardan sorumlu tuttu.
Nisan ayı geldiğinde 88 kişi
tutuklanmıştı. Haziran 1995’te yargılamalar başladı. Patlamalardan bu yana 13
yıl geçti. 635 tanıklı, çoğunluğu Müslüman yüzlerce kişinin hâlâ tutuklu
olduğu, onbinlerce sayfalık ifade tutanaklarının, anti terör yasası
çerçevesinde oluşturulan özel bir TA^A Mahkemesi’ne kamyonlarla taşındığı
duruşmalar sürüyor ve henüz kimse hüküm giymiş değil.
Abu Salem, suçlananlar arasında yer
alıyor. Savcı Ujjwal Nikam, onu olayın planlayıcılarından ve El Kaide bağlantılı
Davud İbrahim’in sağ kolu olmakla suçluyor. İddianamede yer alan delillerin en
ilginci, Salem’in beyin haritas ına ilişkin bilirkişi raporu.
Mafyadan Teröristliğe
1968’te Hindistan’ın Uttar Pradeş
Eyaleti’ndeki Sarai Mir Köyü’nde doğan Abu Salem, avukat
babasını bir trafik kazasında kaybettikten sonra, eğitimini sürdüremedi. Açtığı
tamirci dükkânı iş yapmayınca, önce Delhi’de, daha sonra Bombay’da taksi şoförü
olarak çalışmaya başladı. İşte, Bollywood mafyası liderlerinden Davud İbrahim’i
böylece tanıdı. Kısa zamanda örgüt içinde yükseldi ve Davud’un en yakınlarından
biri oldu.
Bombay terör eylemlerine patlayıcı ve silah
temin etmekten arandığı sırada, Dubai’ye kaçtı. 2001’de tutuklandı. Hindistan,
o tarihte aleyhinde yeterli delil sunamayınca, kefaletle serbest b ırakıld ı.
Plastik ameliyatla yüzünü de ğiştirdi. Sevgilisi, eski bir Bollywood artisti Monica Bedi ile birlikte önce Amerika Birleşik
Devletleri’ne, daha sonra Portekiz’e kaçtı.
Eylül 2002’de Lizbon polisi, Abu Salem
ve Monica’yı sahte pasaport taşımaktan tutuklad ı. Monica 2 yıl, Salem 4.5 yıl hapse mahkum
edildi. Hindistan, sadece Bombay bombacısı olarak değil, aralar ında iş adamı
Pradeep Jain ve Bollywood müzik prodüktörü Gulshan Kumar’ın da bulunduğu 50
kadar kişiyi öldürmekten, ayrıca şantaj, gasp, prodüktör ve artist kaçırma ve
alıkoyma suçlarından da aradığı ve hakkında kırmızı bülten çıkarttığı Salem’in
iadesini istedi.
Hindistan Başbakanı Lal Krishna
Advani’nin güvence vermesi üzerine, 2003 Eylül’ünde ölüm cezasına mahkûm
edilmemek kaydıyla iade edildi. Aralık 2005’te, Hindistan Merkezi İstihbarat
Teşkilatı ve Mumbai Terörle Mücadele Şubesi’nin elemanlarınca sorguya alındı.
Avukatı Ashok Sarogi, Lizbon Mahkemesi iade kararının sorgulanmak değil,
yargılanmak kaydıyla alındığını ileri sürerek, sorguya itiraz ettiyse de,
başarılı olamadı. Abu Salem, 2006 Mart’ında ilk kez hakim karşısına çıktı.
Bangalore Bilirkişi Raporu
Abu Salem, hâkim P.V. Bavkar’ın kararı
üzerine, 28 Aralık 2005 günü İçişleri Bakanlığı, Adli Bilim Genel Müdürlüğü,
Bangalore Laboratuarı’nda önce poligrafa yani yalan makinesine bağlandı. Adli
psikolog Dr. S. Malini, sorduğu sorulara, Salem’in evet-hayır şeklinde verdiği
yanıtlar sırasındaki kan basıncında artma, terleme ve kalp vurum sayısındaki
artışta gözlediği değişiklikler üzerine, yalan söyleyip söylemediğinin
anlaşılması için beyin haritasının çıkart ılmasına ve damarından
"gerçeklik serumu" verilerek sorgunun sürdürülmesi gerektiğine karar
verdi. Ertesi gün beyin haritası elde edildi, 30 Aralık’ta da Curzon Devlet Hastanesi’ne
götürüldü.
Psikolog Malini, Mumbai polisi, terörle
mücadele uzmanları, savcı ve avukatın da yer aldığı heyetin görüp
dinleyebileceği şekilde, camlı duvarla ayrılmış bir ameliyathanede,
anesteziyoloji profesörü Srikanta Murthy’nin damar içine verdiği maddenin 4
saat etkisinde kalan Abu Salem, birçok cinayetle doğrudan bağlant ılı olduğunu
ve patlayıcı temin ettiğ ini ikrar etti. Elde edilen tüm verileri de
ğerlendiren bilirkiş i raporu, videobant kayıtları ile birlikte savcılığa
gönderildi.
Avukat, madde etkisi altında alınan
ikrarların hukuka aykırılığını, ayrıca beyin haritalarına güvenilemeyeceğini
öne sürerek üst mahkemeye itiraz etti.
Bu sorgu
teknikleri, Hindistan mahkemeleri tarafından kabul görüyor. Örneğin, son olarak 19 Mart 2006’da bir Mumbai mahkemesi, Abhishek Kasliwal adlı tecavüz sanığı ile ilgili olarak Bangalore Laboratuvar ı’ndan verilen beyin haritas
ı sonuçlarını delil olarak kabul etti. Bu nedenle, büyük bir olasılıkla
avukatın itirazı kabul edilmeyecek. Abu Salem’in Hayatı Film
Abu Salem, yapımcısı Mahesh Bhatt olan
ve birkaç ay önce vizyona giren, onun hayatını konu eden "Gangster"
adlı filmin, kendisini halk düşmanı bir terörist olarak göstermesinin başta
kamuoyunu, ayrıca yargıçları etkileyeceğini ileri sürerek, yasaklanması için
mahkemeye başvurdu. 18 Nisan 2006’da ilgili mahkeme, bu talebini reddetti.
Bunun üzerine, gerçek yaşam öyküsünün film yapılması için, hem avukatı hem de
bir film prodüktörü olan Ashok Saraog ile anlaştı. Gazeteler, kendisini ve
birlikte olduğu kadınları oynayacak artistleri bile belirlediğini, 6 hafta
içinde gerçek yaşam öyküsünün sinemalarda gösterilmeye başlayacağını yazdılar.
Beyin haritaları, poligrafi ve
narko-analiz
Beyin haritaları, nörobilimin araştırma
ve klinik uygulama alanlarından biridir. Beyne ait görüntülerin ve verilerin
eldesinde, yapısal ve işlevsel manyetik rezonans görüntüleme (MRI), 128
elektrod bağlanarak çekilen EEG, pozitron emisyon tomografisi gibi, cerrahi
nitelikte olmayan teknikler kullanılır. Böylelikle beynin anatomisi,
fizyolojisi, kan dolaşımı ve işlevleri ile ilgili haritalar elde edilir.
Bellek, öğrenme, yaşlanma, uyuşturucuların etkisi, şizofreni, otizm ve
depresyon, beyin haritaları ile açıklanmaya çalışılıyor.
2000 yılında Pensilvanya
Üniversitesi’nden psikiyatr Daniel Langleben, işlevsel MRI tekniğini kullanarak, yalan
söylendiğinde beynin "anterior cingulate cortex" bölgesindeki
oksijen tüketiminin arttığını gösterdi. Harvard’dan psikolog Stephen Kosslyn
gibi araştırıcılar, beyin haritalar ının terörle mücadelede kullanılmasının
sakıncalar ını sıralasalar da, beyin haritalar ı özellikle istihbarat
teşkilatlar ının umut bağladığı bir veri haline dönüştü.
Hindistan’ın Merkezi İstihbarat Teşkilatı
ve ülkenin dört bir yanındaki polisler, gerekli gördüklerinde, mahkeme kararı
alarak, Adli Bilim Genel Müdürlüğü’nün bir laboratuvarında, şüphelileri yalan
makinesine bağlatıyor, beyin haritalarını çıkartıyor ve narko-analiz uygulat
ıyorlar. Nitekim Abu Salem’i yalan makinesine bağlayan ve beyin haritasını
çıkartan Bangalore Laboratuvarı’nın poligraf konusundaki deneyimi 10 yıldan
fazla, diğerlerini yaklaşık 7 yıldan bu yana uyguluyor.
Poligraf sonuçları, dünyanın pek çok
ülkesinde mahkemece delil olarak kabul
görmemekle birlikte, bir sorgu tekniği
olarak yaygın biçimde kullanılıyor. Hindistan’da ise delil değeri var.
Başarı Oranı Yüzde 98
Narko-analiz ise, belli bir kimyasal
maddenin damar içi yolla verilmesi ile şüphelinin trans durumuna geçirilmesi ya
da hipnoz oluşturulmasına dayanıyor. Bu duruma ulaşıldığında, şüpheliye
işlediği iddia edilen suçla ilgili bilgiler soruluyor. Son 5 yılda, 150 kadar
narko-analiz gerçekleştirdiğini bildiğimiz Bangalore Laboratuvarı’nın müdürü Dr. B.M. Mohan’a
göre, narko-analizler ülke genelinde aynı standartlarda yapılıyor ve başarı
oranı yaklaşık yüzde 98. Narko-analiz uygulaması öncesi, sadece lojistik destek
sağladığını belirten pek çok teröristin, analiz sırasında, bu maddeleri hangi
ülkelerden ne şekilde Hindistan’a soktuklar ını dahi aç ıklad ıklarını,
böylelikle gerçek planlayıcılar olduğunu anladıklarını, ifade ediyor.
Ülke genelindeki tüm adli bilim
laboratuvarlarının bağlı olduğu Genel Müdür Dr. M.S. Rao, ayın 24’üne kadar
Delhi dışında olduğundan, yardımcısı Dr. S.L. Vaya ile telefonda görüştüm. Şu
sıralar Gandhinagar Laboratuvarı’nda beyin haritalama tekniğini yerleştirmekte
olduklar ını belirtti. Hatta bu konuda bilimsel ara ştırma yapmak isteyen
psikolog ve fizyologlar aradıklarını, başvuruların 1 Mayıs’ta sonlanacağını,
1.5 yıl boyunca gerçekleştirilecek tüm sorgulara kat ılacak bu kişilere, ayda
20 bin Rupi (590 YTL) maaş ödeyeceklerini ekledi.
Polis-akademisyen işbirliği ve
şeffa^ığın boyutu konusunda, ders alınması gerekir diye düşünüyorum. Yeri
gelmişken, 2004 yılında psikolog Malini ile Vaya’nın, narko-analiz ve beyin
haritacılığına katkıları nedeniyle, başbakan tarafından ödüllendirildiklerini
kaydetmekte yarar var. Bu da, devletin adli bilim laboratuarı çalışanlarına
verdiği desteğe bir örnek.
20 yıldır şu mesleğin içindeyim, ülkemiz
hükümetlerinin bir tek kriminal laboratuar çalışanına, bir tek ödül verdiğini
hatırlamıyorum.
Önleyici Adli Bilimler
Önümüzdeki yıllar, adli bilimlerin
geleneksel rolünden sıyrılıp, suçun aydınlat ılmasında ve suçlunun kim
olduğunun bulunmasından ziyade, suçun önlenmesinde kullanılacağı yıllar olacak.
Dünyanın neredeyse her ülkesinde artan şiddet ve terörün geride bıraktığı
sayısız ölü ve yaralı, suçun daha işlenmeden engellenebilmesini hepimizin tek
hedefi haline getirdi.
Canlı bombaların önceden fark
edilebilmesi ve hedefine ulaşmadan durdurulabilmesi konusunda araştırma yapan
ya da en azından fikir üretenlerin sayısı henüz pek fazla
olmamakla birlikte, Hindistan hükümeti,
terörle mücadelede, öldürücü olmayan mikrodalga ve elektromanyetik silahlarla
ilgileniyor. Önceki ku şak bilim adamlar ının direnci ile karşılaşsalar bile,
beyin haritacılığı deneyimlerine dayanarak, uzaktan kumandalı, düşük frekanslı,
taşınabilir elektromanyetik radyasyon gereçleri ile, bir intihar bombac ısının
kontrol edilebileceğini ve hedefine ulaşmadan beyninde hasarlar ın
oluşturulabileceğini, böylelikle eylemden caydırılabileceğini ileri sürüyorlar.
Yeter ki, bombacının üzerinde taşıdığı malzeme, hedefe yeterli bir uzaklıkta
saptanabilsin.
Başta Bangalore Laboratuvarı’nda, uygulanan narko-analiz
ve beyin haritalama tekniği ile ulaşılan sonuçlar öylesine çarp ıcı ki, sorguda
poligrafı, yani yalan makinesini zaten kullanmakta olan ülkelerin, (mahkemelere
delil olarak sunmasalar bile) yakın bir gelecekte, bu tekniklerden de
yararlanacağı (büyük bir olasılıkla zaten gizlice yararlanıyorlardır) açık.
Ancak, Hintli yetkililer, gerek
narko-analizin, gerekse beyin haritacılığının, önleyici bir yöntem olarak da
değerlendirilebileceği ve bu yolla, terör suçlusu olma potansiyeli görülen
kişilerden, daha ortada hiç suç yokken, ileriye yönelik bir eylem planı
hakkında bilgi edinilebileceğinde ısrarcılar. En işlevsel önleyici yöntemlerin
başında gelen DNA bankalarını insan haklarına aykırı bulanlar ya da
caydırıcılığı tartışılmaz kapalı devre televizyon kameralarını özel hayata
müdahale kabul edenlerin ilgi alanı, her nedense Türkiye’nin doğu sınırında
bitiyor ve örneğin Hindistan’da gündelik uygulamalar arasına giren insan
bilincini denetlemeye yönelik bu uygulamalarla hiç ilgilenmiyorlar.’’34؟
2.2.İNTERNET KAYNAKLARI
2.2.1.
Rüyada Gördüğü Her Şey Sonra Bir Bir
Gerçekleşti ‘‘24 yaşındaki Ece Özkan, birçok olayı önceden rüyasında gördüğünü
söylüyor. Babaannesinin ölümü, Büyü filmindeki yangın ve Diyarbakır'da düşen
uçakta ölen 75 kişi ile kurtulanlar bunlardan bazıları. Bundan iki yıl önce
2003 yılının ocak ayının ilk günlerinde turizmci Ece Özkan görev için Kıbrıs'a
gitmişti. Gün boyunca turist kafilesini gezdirdikten sonra odasına çekildi.
Derin bir uykuya daldı. Korkonç bir rüya gördü. Bir yolcu uçağı yere çakılıyor,
çığlıklar kulaklarında inliyordu. Uçaktan kurtulanlar olduğunu görüyordu.
Sıçrayarak yatağından kalktı. Ertesi gün ve sonrasında rüyasını yakınlarına
anlattı ve uçağa binmemeleri konusunda uyardı. Rüyayı gördükten bir hatta sonra
henüz Kıbrıs'tayken bir akşamüstü, tüm Türkiye'nin sarsıldığı acı haber ona da
ulaştı. İstanbul-Diyarbakır seferini yapan uçak düşmüş, 75 yolcu yaşamını
yitirmişti. Beş yolcu ise mucize eseri sağ kurtulmuştu. Çocukluğundan beri
başına gelen olay bir kez daha tekrarlanmış, rüyası gerçek çıkmıştı. Özkan,
başka bir gece ise rüyasında tanınmış sanatçılar ın bir yangının ortasında
kaldıklar ını, kara dumanlar ın arasından ağlayarak çıkt ıklar ını gördü. Rüyas
ını bir yerlere bombalı saldırı yap ılacağı şeklinde yorumladı. Yakın
arkadaşlarına rüyada gördüklerini anlattı. Yaklaşık iki ay sonra
"Büyü" filminin galasının yapıldığı G-Mall Alışveriş Merkezi'nde yang
ın çıkt ı. Rüyasında gördüğü korkunç sahneleri bu kez televizyon ekranından
izliyordu. Birçok ünlü insan yükselen kara dumanların arasından çıkıyordu.
Özkan'ın rüyası bir kez daha gerçeğe dönüşmüştü... Turizmci 24 yaşındaki Özkan,
12 13 yaşlarından beri sonradan yaşanabilecek olayları rüyasında gördüğünü
söylüyor ve bu olayın başlangıcını şöyle anlatıyor: 12 yaşımdayken bir gece
rüyamda babaannemin babamla kavga ettiğini ve öldüğünü gördüm. Çocuktum ve bu
beni çok üzmüştü. Yaklaşık bir hatta sonra babaannem babamla tartıştıktan sonra
kalp krizi geçirdi. Hemen hastaneye kaldırıldı, ben babaannemin hastaneye
götürüldüğünü duyduğumda, öleceğini anladım ve ağlamaya başladım. Hemen
hastaneye gittik. Babamlar kapıda bekliyordu. Ben babaannemi son kez görmek
istedim. O sırada doktor acı haberi verdi. Büyük şok yaşadım. Yaşadıklarımdan
sonra belirli dönemlerde önceden olabilecek olayları rüyada görmeye başladım...
"
Küçükken yaşamaya başladığı ve
açıklayamadığı bu olaylar zinciri Özkan'ın hayat ını kendi deyimiyle "
çevirdi. Parapsikolojide, ' yani bir olay meydana gelmeden önce çeşitli
şekillerde bilgisinin alınması olarak tanımlanan bu olayın kendisini
korkuttuğunu
söyleyen Özkan, şöyle konuşuyor: Kimi zaman isteğim
dışında transa geçiyorum. İnsanların hayatlarından kesitler ve
hatta nasıl öleceklerini görüyorum. Çok sevdiğim insanların ölümlerini görmek
bana acı veriyor ve beni korkutuyor. Yaşadıklarımın ne olduğunu uzun zaman
çözemedim. Psikolojik destek aldım ancak doktorum da çözemedi. Nedenlerini
kendim bulmaya çalışıyorum. Kadere inanmam. Kendimi materyalist bir insan
olarak görüyorum. Ama gerçekten ilahi güçlerin olduğuna inanmam için bunlar bana
gösteriliyor. Bu durum yüzünden âşık olamıyorum, sağlıklı ilişki karamıyorum. Çünkü ne zaman ayrılacağımı görebiliyorum.’’[319]
2.2.2.
Hipnozu Kötü
Emelleri İçin Kullandı
‘‘Connecticut'ta faaliyet gösteren
İngiliz hipnozcu Michael Johnstone, hipnoz ettiği kadınlarla
cinsel ilişkiye girmek ve ilişkiyi videoya çekmek suçundan 90 gün hapis
cezasına çarptırıldı. Johnstone'un 'tecavüz suçuyla yargılanmaması' dikkat
çekti. 40-50 yaşlarında, yarım düzine kadınla
ilişkiye giren Johnstone, 3 yıl ABD'de işini yapamayacak.’’[320]
2.2.3.
Tanımlanamayan Varlık Dosyası
‘‘Sıcak bir ağustos akşamı yorgun argın
eve döndüğümde ineğin 'hasta olduğunu söylediler. Murdar olmaması için sabaha
kadar başında beklemem gerekiyordu. Battaniyemi aldım ahırın bir köşesinde,
ineğe yakın olan bir yere uzandım. Henüz uykuya geçmiştim ki sırt ıma yediğim
bir tekmenin ac ısıyla uyandım. Direğe asılı duran fanus lambanın sönük ışığı
altında seçebildiğim, bana tekmeyi vuran; iriyarı, saçı sakalı birbirine
karışmış acayip bir mahlûktu. Yerimden kalkt ım fmiusun olduğu direğe dayanarak
öylece kaldım. Gördüğüm şeyin bir cin olduğunu anlamıştım. Çünkü her sabah
ahıra geldiğimde atın yelelerini örülmüş olarak bulurdum. Korkudan zangır
zangır titriyordum. Dilim sanki boğazıma kaçmış, ağzımda tükürük namına birşey
kalmamıştı. Binlerce insan boğaz ımı sıkıyordu sanki. Bildiğim dualar ı okumak
için kendimi zorladım, hiç hareket yoktu. Bağırmayı denedim olmadı. Kollarım ve
bacaklarım da kıpırdamıyordu. Ölmek üzere olduğumu zannettim. Bana tekme atan
cin deli olarak bildiğimiz öküzün yanına giderek bağını çözdü. O anda kendisine
benzeyen birkaç cin daha geldi. Onlar da diğer malları açarak üzerlerine
bindiler. Sırtlarına oturdukları öküzleri, inekleri ahırın bir ucundan diğer
ucuna sürdüler, sürdüler.
Kendimden geçmiş cansız bir ceset gibi
dururken ezan okunmaya başladı. Hoca 'Allahüekber' der demez cinlerin hepsi
birden büyük gürültüler çıkararak kaçıştılar, kayboldular. Ezanı duyunca
rahatlamış, kendime gelmiştim. Besmele çekerek kapıya doğru gerisingeri
yürüdüm. Ahırdan çıkmamla eve gitmem bir oldu. Erzurum'un Aşağı Canören köyünde
oturan Bedir Kavak’ın başından geçen bu esrarengiz olayı anlatırken o korkuyu
yeniden yaşıyor gibiydi ’’7لا
2.2.4.
Televizyon Fişsiz Çalıştı
‘‘Bir akşamüzeri hanım ve çocuklar
yandaki komşuya gittiler, evde yalnız kaldım. Kitap okudum, televizyon
seyrettim. Zile bas ılınca kalkt ım kap ıyı açt ım. Ama kapıda kimse
yoktu. Geldim bir videokaseti aldım tekrar çalındı kapı. Kaseti videonun
üzerine koyarak kapıyı açtım. Yine kimse yoktu. Ama bu sefer kapının önünde
duran ayakkabımın teki kapının tokmağına asılmıştı. Ayakkabımı alıp yere
koydum. Belki çocuklar yapmışlardır, dedim. Ama daha sonra hat ırlad ım bizim
binada bu işi yapacak yaşta çocuk yoktu. Kapıyı kapatıp geriye döndüğümde
videonun üzerine bıraktığım kaset yoktu. Sağa sola baktım kaset kitaplığın
rafında duruyordu. Hanım geldiğinde olayı anlattım. O da ayakkabılarını bazen
kapı tokmağına asılı bulduğunu anlatınca içimize kurt düştü. Ondan sonra bütün
eşyalara dikkat etmeye başladık. Tuvalete, mutfağa ya da dışarı gidip geldikten
sonra birçok ufak eşyanın yerlerinin değiştiğini gördük. Tabii bunları görünce
uykularımız kaçıyor, büyük korkular yaşıyorduk. Aynı şeyler çocuklarda da
görülmeye başladı. II yaşındaki oğlum aynaya bakamaz olmuştu; "Aynaya
bakınca iki uzun kol üzerime doğru geliyor, boğazımı sıkmaya çalışıyor"
diyordu. Bu durumdan kurtulmak için doktora gittik. Hiçbir şeyiniz yok dediler.
Daha sonra birçok cinciye gittik; "Sizden öncekilere büyü yapmış lar"
dediler. Birtakım şeyler yaptılar ama bir türlü kurtulamıyorduk bunlardan. Yine
birgün televizyon seyrettikten sonra televizyonun fişini çektim. Yatmaya
hazırlanıyoruz. Bir de ne göreyim, televizyon fişi tak ılı olmad ığı halde
çalışmaya başlad ı. Artık dayanacak gücüm kalmamıştı, koşarak evden çıktım
manevi büyük saydığım bir hocanın yanına zor attım kendimi: "Hocam ne
olursun bir çare bul buna yoksa delireceğim" diye yalvarmaya başladım.
Hoca sakin bir şekilde; "Televizyonu çalıştırmalar ı mümkündür, iletken
olduklar ı için elele tutuşup kablo vazifesi görebilirler" dedi. Ben biraz
daha ısrar edince; "Tamam iyi olur, inşallah geçer" diyerek beni
uğurladı. Eve geldim yattım. Sabah kalkt ığımda ayakkabımı koyduğum çininin bir köşesi üçgen şeklinde kesilmiş o parça un gibi ufalanarak ayakkabımın içine
doldurulmuştu. Hocaya sordum. Hoca ayakkabıyı öylece denize atmamı söyledi. Ben
de götürdüm, attım. O gün bugündür evde böyle bir halle karşılaşmıyorum.’’^8
2.2.5.
Kedi Ve Köpeklerde Psikolojik Güç Var
‘‘Harvard Üniversitesi öğretim
üyelerinden Prof. Dr. Rupert Sheldrake, kedi ve köpeklerin inanılmaz derecede,
olağanüstü psikolojik güçlere sahip olduğunu ileri sürdü. Prof. Sheldrake,
bu
güçlerin ‘‘sevginin ötesinde bir güç’’ olduğunu belirtti. Kedi ve köpeklerin
sahiplerine ve yuvalarına olan bağlılığı, çok uzun zamandır bilinen bir
gerçek... Kedi ve köpek sahipleri, bu sevgiyi, can yoldaşlarıyla aralarında
kurulan ilişkiyi anlata anlata bitiremezler. Harvard Üniversitesi öğretim
üyelerinden Prof.
Rupert Sheldrake'ye göre ise bu bağ, iki
canlı arasındaki son derece gizemli bir ilişkiden kaynaklanıyor. Prof. Sheldrake,
kaleme
aldığı ‘‘Dogs That Know When Their Owners Ave
Comming Home’’ adlı kitapta, kedi ve köpekler ile sahipleri arasında sevginin
de ötesinde bir güç, bir tür telepati bulunuyor. Prof. Sheldrake,
sahibi
ile hayvan arasında ‘‘morfik frekanslar’’ bulunduğunu belirtiyor. Prof.
Sheldrake'e göre, tamamen psikolojik bir bağ olan bu durum, sonsuz uzaklıkları
da kapsıyor. Rupert Sheldrake, kitabında tam 200 ayrı örnekle tezini
kanıtlamaya çalışıyor. Bu örneklerden bazıları şunlar:
Alt ı Ay Sonra Buldu
Güney Carolina'dan Arizona'ya taşınmakta
olan Matt Dixon, Teksas'ta mola için durduğunda köpeği Harry'yi kaybetti. Dixon
ve ailesi, Arizona'ya yerleştikten 6 ay sonra, bir Alman çoban köpeği olan
Harry'yi yeni evlerinin kapısında beklerken buldular.
Geleceği Gören Kedi
Nashville'de yaşayan Melinda Willis,
kedisi Ruthie'nin bir sabah işe gitmesini engellemek için elinden gelen her
şeyi denediğini anlattı. Melinda, her sabah işine otobüsle gidiyordu. Melinda
Willis, o gün kedisi Ruthie'nin engellemesi nedeniyle otobüsü kaçırdı. Bayan Willis,
kısa süre sonra kaçırdığı otobüsün korkunç bir kaza yaptığını dehşetle öğrendi.
Bayan Willis, otobüsü kaçırmasa ya ölecek ya da ağır yaralanacaktı.
Yangını Haber Verdi
Pittsburgh'da yaşayan Mary Watson, bir
sabah saat 03.00'te kedisi Limbo tarafından uyandırıldı. Limbo, Bayan Watson'ın
uyumasına izin vermiyordu. Bayan Watson, kedisine kızıp azarlarken bitişikteki
apartman dairesinde yangın çıktığını fark etti. Limbo, sayesinde bir facia
önlendi.
Huzursuz Kedi Walter
Tulsa yakınlarında yaşayan Jennifer
Barton, kedisi Walter'ın kapalı olan televizyon setinin önünde sinirli bir
şekilde dönüp durduğunu gördü. Walter, garip sesler de çıkarıyordu. Jennifer Barton,
meraklanarak
televizyonu açtı. Televizyondan hortum alarmı veriliyordu. Barton, kedisi Walter'ı kucağına alarak hemen
evin bodrumuna indi. 20 dakika sonra çok büyük bir hortum, evi yerle bir etti. Jennifer Barton ve kedisi Walter'a hiçbir şey olmad ı.’’[321]
2.2.6.
Pişmanlığından İntihar Eden Aslan
Kahire Milli Sirk’inde bütün
seyircilerin gördüğü müthiş bir olayda bir aslan, terbiyecisi olan Muhammed
El’Huluv’un arkasından zıpladığı sırada, pençesini terbiyecisinin omzundan
batırdı ve ona öldürücü bir yara verdi. Olayın kalan kısmını sirk görevlileri
şu şekilde anlatıyor: Arslan yemekten kesildi. Kendisini zindana hapsetti, hiç
çıkmıyordu. Onu hayvanat bahçesine götürüp kendini avutsun diye bir dişi aslan
yanına verdiler fakat ona vurup yaraladı. Devamlı aç kalarak yemeği geri
çevirdi. Sonra ölünceye kadar suçlu eli üzerine pençe atarak onu parçaladı,
durdu. Hayvan pişmanlığından dolayı intihar ediyordu.
2.2.7.
Eşeğin İntikamı
‘‘Çanakkale'nin Bayramiç İlçesi'ne bağlı
Muratlar Köyü'nde, dayak yiyen eşek, dört gün sonra kendisini döven sahibini
hastanelik etti. AA muhabirinin ald ığı bilgiye göre, Muratlar Köyü Köpekalan
Mahallesi'nde çiftçilik yapan Murat Kabak (72), huysuzluk yapan eşeğini sopayla
dövdü. Dört gün sonra tarlasına gitmek üzere yola çıkan Kabak, dinlendiği
sırada eşeğinin saldırısına uğradı. Sahibini çifteleyen eşek, Kabak'ı çeşitli
yerlerinden de ısırarak hastanelik etti.
Yüzünden ve
kollarından yaralanan Kabak'ın tedavisi Bayramiç Devlet Hastanesi'nde
yapıldı.’’[322]
2.2.8.
Eşeğin Şahitliği
Halen İstanbul’da çalışan rütbeli bir
polis anlattığına göre:
“Yanılmıyorsam 1990 senesiydi. Giresun
ili, Görele ilçesinde çalışıyordum. Bir gün Çavuşlu’da cinayet olayı meydana
geldi. Kısa sürede, olayla ilgili çok sayıda şüpheli şahıs tarafımızdan
gözaltına alındı. Sorgulama bizi sanığa ulaştırmada yetersiz kaldı. Gözalt
ındaki şahıslarla son defa inceleme yapmak için, aç ık bir mekânda
gerçekleştirilen cinayet olay yerine gittik. Sahibi öldürülen eşek de orada
bulunuyordu. Cinayet saatinde eşeğin de orada olduğunu tespit etmiştik. Bundan
dolayı şüpheli şahısları sırayla eşeğin yanına götürerek tepkisini ölçmek
istedik. Bir ara eşeğin şüphelilerden birini ısırmaya, çi^e atmaya, üzerine
atlamaya çalıştığını gözlemledik. Bunun üzerine şahsı ayrıca sorgulamaya aldık.
Sonrasında bu şahıs olayın failinin kendisi olduğunu itiraf etti. Yargılanarak
mahkûm oldu.”
2 2 9 Croiset’in Tahminleri
‘‘Tanınmış durugörür Gerard Croiset
psikospist olarak Güney Afrika’da bulunduğu sırada kendisine hiçbir bilgi
verilmeden, tarihi asırlarca öncelere kadar giden bir fosil verilir. Eline alır
almaz tahmin ettiği tek şey bunun laboratuarın bahçesinden alınmış bir taş
olduğu idi. Croiset küçük fosili avucunun içine alarak gözlerini kapadı ve çok
geçmeden ağzından şu tanımlama ve tasvirler dökülmeye başladı: Gözleri kapalı
ve elinde fosil olduğu halde subtropikal bir iklimin hüküm sürdüğü bir yöredeki
palmiye ağaçlarından, büyük meyve ağaçları ile bunların arasında dolaşan dev
yapılı hayvanlardan sözetti. Yani küçücük bir taş parçasından algıladığı
tesirlerle altı asır öncesinden eskilere doğru gidivermiş ve oraları
anlatmıştır. Bir süre sonra Croiset’in söyledikleri Güney Afrikalı arkeologlara
kontrol ettirildi ve medyumun söylediklerinin hepsinin doğru olduğu
kanıtlandı.’’361
2.2.10.Mezarlıktaki Gelin
‘‘Bir akraba düğününden dönen Kemal ve
arkadaşı Recep, 20 Kasım akşamı, yaklaşık 00.30 sularında şehir mezarlığından
otomobille geçiyorlardı. Her iki tarafı mezarlık olan dar bir yoldu geçtikleri.
Aniden soldaki duvarın üstünden, arabanın önüne beyaz bir şey atladı. İki
arkadaş bunun beyaz bir köpek olabileceğini düşündü. Ancak normal şartlarda ona
çarpmalar ı gerektiği halde her ikisi de çarpma sesi duymamış ve
çok şaşırmışlardı. Arabayı durdurup
arkalarına baktılar ama hiçbir şey görmediler. Her
ikisi de garip bir şeyler olduğunu fark etmişlerdi. Mezarlıktan çıkmalarına çok az kalmıştı ki, aracı kullanan Recep bir
çığlık attı. Dikiz aynasından bakıyordu. Bunun üzerine arkaya dönüp bakan Kemal
arka koltukta oturan gelinlik giymiş bir kadın gördü. Kadın sessizce iki
arkadaşı izlemekteydi. Büyük bir korkuya ve telaşa kapılan arkadaşlar,
mezarlıktan nasıl çıkt ıklar ını ve arabadan nasıl indiklerini hala
hatırlamıyorlar. Ön cama yapışmış bir şekilde arabayı durdurdular fakat kadın
artik orada değildi. Bunun üzerine olayı araştırmaya başlayan Kemal, ayni gün
ölen bir kad ın olduğunu öğrendi. Kadın yakın bir köyde yapılan düğününden
dönerken trafik kazasında hayatini kaybetmişti. Ve öldüğünde üzerinde gelinliği
vardı. Ölen kadının yak ınlar ını ziyaret eden Kemal, kad ının ayni kad ın olup
olmad ığını öğrenmek istedi. Gittiği evde kendisine bir fotoğrafı gösterildi.
Fotoğraftaki kadın o gece otomobilin arka koltuğunda gördüğü kadındı. Ölen
kadının yakınları da olaya şaşırdılar. Bir daha o mezarlıktan geçemeyen Kemal
ve arkadaşı, olayı bir süre daha irdelemelerine rağmen, o gün ölen kadının
neden onlara gözüktüğünü öğrenemediler.’’362
III.
BÖLÜM
GÜVENLİK
YÖNETİMİNDE METAFİZİĞİN YERİ VE OLASI KATKILARI
Bu konuya gelene kadar yazılanlar
hazırlık mahiyetindeydi. Esas önemli kısım bu bölümde bahsedilecek olan
güvenlik yönetimi ile metafiziğin nasıl birlikte ele alınarak yönetime açılım
geleceğidir? Güvenlik hizmetleri olarak 3 ana başlık belirlenebilir. Bunlar:
1-
Suç önleme
hizmetleri
2-
Suç sonrası
hizmetler
3-
İdari hizmetler
Güvenlik yönetiminde metafiziği iki
yönden ele almak gerekir. Birincisi yöneticilerin özellikleri, ikincisi
sistemin özellikleri. Aşağıda 3 ana başlık alt ında her iki yönle ilgili
kaynaklardan alınt ılarla fikir vermeye çalışılacakt ır. Metafizik konusu içinde
ele alınan parapsikoloji ile ilgili güvenlik/polis dergilerinde yayınların
olduğu tespit edilmiştir. Örnek olarak ‘Güvenlik’ ad ında yayınlanan aylık
polis dergisi gösterilebilir. Bu
derginin
bir sayısında[323]
‘Atatürk ve parapsikoloji’ adlı kitaptan yap ılan alınt ı yayınlanmıştır.
Güvenlik yönetiminde metafizik konusu her geçen gün artan bir ilgiyle takip
edilmektedir.
‘Adamlar (veya CIA) nelerle uğraşıyor?’
başlıklı köşede Murat Birsel şunları yazmaktad ır: ‘‘Devletler bazen bilginin
kendisini gizlemiyor, işin içinde başka bir mantık var. Yıllar önce
Başbakanlıkta çalışırken rahmetli Adnan Kahveci, yabancı bir gazete kupürünü
üzerinde gizli yazan bir dosyaya yerleştirdiğinde bu dersi öğrenmiştim... "Bir gazete haberinin ne gizliliği
olabilir ki" soruma cevabı "Gizli olan haber değil, bizim bu konuyla
ilgilenmemiz" şeklinde olmuştu.’’[324]
Metafiziğin de kullanımının gizli tutulması, bu konuda faydalanılan insanların
kimliklerinin deşifre edilmemesi gerekir. Bu tezin son bölümü olan metafiziğin
güvenlik yönetimindeki yeri ve katkılarını herkesin kullanımına sunmamak doğru
bir hareket olur kanaatindeyim.
3.1.SUÇ ÖNLEME HİZMETLERİNE DÖNÜK
Suç önleme hizmetleri ilk bak ışta
sadece istihbarat birimi ile ilgili bir hizmet gibi algılanabilir. Bu başlık
altında trafik denetlemelerini, hava ve deniz güvenliğini, koruma hizmetlerini,
yaya ve motorize devriyeleri, toplumsal olay ve eylemleri önleme hizmetlerini,
terörle mücadeleyi ve çocuk suçlar ını önleme hizmetlerini ele alabiliriz.
Koruma hizmetlerine yönelik ‘Başkan’ın
bilinçalt ına KGB ‘koruma timleri’ ’ başlıklı haberde
şunlar yaz ılmıştır: ‘‘Sovyetler döneminin en korkulan istihbarat birimi
KGB’nin bu ünü hak ettiği bir kez daha ortaya çıktı... Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in de eski bir üyesi olduğu
KGB’nin, dünya liderlerinin bilinçaltını okuyarak ak ıllar ından ne
geçirdiklerini dahi ö ğrenebildiği iddia edildi. Eski KGB generali Boris Ratkinov, Rus Rossikaya
gazetesine yaptığı açıklamada dünya liderlerinin bilinçaltını okuduklarını
itiraf etti. ‘Kendi Başkanımızın bilinçaltını da diğer devletlerinin
ajanlarının saldırısından koruyorduk’ dedi. Liderlerin bilinçaltını istedikleri
gibi yönlendirdikleri iddialarına karşılık da ‘Biz sadece korumakla
görevliydik. Yönlendirmemiz yasaktı’ dedi. Soğuk savaş öncesi ve sonrasında
bilinçaltını okuyabilen 50’ye yakın özel birimler oluşturduklarını söyledi.
Eski ajan aynı zamanda bu konuda daha da ilerleme sağlandığını ve pek çok gizli
servis tarafından halen kullanıldığını iddia etti. Kendisinin de 1991’den
itibaren 6 yıl boyunca Başkan’ın bilinçaltını koruyan bir ekipte görev
yaptığını söyledi. Bir iddiaya göre, Yeltsin’in bilinçaltına hükmeden ajanlar,
Japonya gezisini iptal ettirerek muhtemel bir savaşı engelledi. Katıldığı
operasyonlara da değinen eski KGB ajanı ‘Avrupa’lı ve ABD’li üst düzey
bürokratların bilinçaltını okuyorduk, ancak bu son derece tehlikeli de
olabilirdi. Komutu gönderen kişi aniden ölümcül bir hastalığa yakalanabilir’
dedi. General Ratkinov, ‘bilinçaltı koruma ve okuma’
operasyonunun hangi yıla kadar sürdüğünü açıklamadı.’’[325]
Sadece dudak okuma değil zihin okuma da devletlere faydalı olabilmektedir.
İstihbarat birimi çalışanları ve yöneticiler ile ilgili olarak, yetenekli
insanların istihdamı iyi sonuçlar verebilir. Bununla ilgili bir örnek şu
şekilde yazılmıştır: ‘‘Fransa’da bir 17. yüzyıl İskoç gezgini, Sir John Lauder,
anılarında Kardinal Richelieu hakkında şunları yazmaktadır: ‘Fransa’da
olan her şeyi, sanki kendisi oradaymış gibi bilir; en yakın iki arkadaşı onun
hakkında Poitiers’de kötü şeyler söyleseler, dört gün sonra Paris’te onun
bundan haberi olur. Baz
ıları bunu
onun medyumluğuna yorarlar, başkalarıysa her yerde bulunan casuslarına’.’’[326]
Yöneticilerden özellikle sezgileri kuvvetli olan yani hissettiği şey sonrasında
doğru çıkan kişiler, güvenlik yönetiminde daha doğru kararlar verebilirler.
Geleceği yönlendirmede, beklentileri karşılamada ve çalışanlara hedef tayin
etmede sezginin çok büyük önemi var yöneticiler için. Bir kaynakta;
‘‘Bodin(Jean) de siyasal düşünüşünü, Aristoteles gibi, devletin amac ını
araştırmakla başlat ır. Devletin amac ı yurttaşlar ın iyiliğini ve mutluluğunu,
barışı ve güvenliği sağlamaktır. Bu amaç ise, yurttaşların bedenlerinin ve
ruhlarının gereksinimlerinin karşılanmasıyla gerçekleştirilir. Bu nedenle
devletin, ulusun maddi ve ekonomik refahını sağlamaya yönelmiş bir politika
gütmesi gerekir. Ruhun gereksinimi ise derin düşünmek ve
bilgili olmaktır ki, devlet bunu da sağlamaya çalışmalıdır.’’[327]
Bilgili olmak bir yerde istihbarat bilgisinin iyi olmas ıyla mümkündür. Devlet
bu tür bilgiyle beraber ruhların gereksinimlerini, insanların güvenliğini daha
iyi sağlayabilir. Devlet ruhun gereksinimini sağladığı gibi, ruhlardan istifade
etmesini de bilmelidir. Yetenekli ruhlar, insanlar devlet için çal
ıştırılmalıdır. Bu konudaki engellerin en kısa sürede kaldırılması gerekir. Konuyla ilgili bir Çin atasözünde, ‘‘Yüz savaş
kazanmak hüner değil, asıl hüner savaşmadan güvenliği sağlamaktır’’[328]
denilmektedir. İstihbarat gerçekten çok önemli bir iştir devlet için. Yabancı
ülkeler metafiziği devletin yararına olarak çok zamandır kullanmaktadır.
‘Psikolojik Savaş’ başlıklı yazıda bu konuda şunlar ifade edilmiştir: ‘‘1952’de
Puharich, ‘Psikolojik Savaşta Duyu Üstü Alg ının Mümkün Yararlılıklar ı’
başlıklı bir araştırmayı Pentagon’a sundu.
Zihin savaşıyla
ilgili olarak, duyular üstü güçleri kullanma imkânı üzerine Donanma ve Hava
Kuvvetleri tarafından verilen konferansta, Sovyetler’in daha fazla gözleme
sahip olduğundan söz edildi.’’[329]
Askeri ve polisiye olarak bu alandaki yenilikleri kullanmak için öncelikle
üniversitelerde yüksekokullar, fakülteler, enstitüler kurmak ve buralarda
öğrencilerle araştırma yapmak gerekir. Medyum Uzer’in belirttiğine göre sadece
Amerika değil, Avrupa ve Rusya’da da parapsikolojiye çok ilgi duyulduğu ve bu
ülkelerde araştırmalar yapıldığı, lisansüstü üniversitelerde eğitim veren kürsüler
ve üniversiteler bulunduğu hatta Rusların da medyumlardan sıkça istifade ettiği
ifade edilmektedir.3™ Türkiye’de bu ifade edilenlerden hangisi
vard ır acaba? Tanımlanamayan varlıklar başlığı alt ında ele aldığımız konuda
Psikolog Prof.
Dr. Kerem Doksat, bu konuların açıklığa
kavuşabilmesi için ülkede parapsikoloji kürsülerinin kurulması gerektiğini
söylüyordu. Açıklanamayan olayları açıklığa kavuşturmak için bir yolsa bu, o
yolda yürümek gerekir. ‘Medyum Uzer: Üzeyir Garih’i
uyarmıştım’ başlıklı haberde şunlar yaz
ılı: ‘‘Medyum Esin Uzer, Garih cinayeti konusunda ilginç bir aç ıklama yaparak,
sağlığında Garih’i uyardığını söyledi. Üzeyir Garih ile yakın arkadaş olduğunu
belirten Uzer, ‘Kendisi spritüel âleme çok yakın bir insandı. Bir görüşmemizde
kendisine başına gelebileceklerle ilgili görüşlerimi aktardım. ‘İnsanlar
doğarlar ve ölürler’ dedi. Bir
süre
sonra da bu hazin olay gerçekleşti’ dedi.’’[330]
Önleyici polislik kapsamında bu olayı ele alacak olursak Üzeyir Garih’in veya
medyum Esin Uzer’in polise bu bilgiyi vermesi ve polisin bu bilgi doğrultusunda
tedbir alması gerekir miydi acaba? Bu tür bilgiler suiistimal edilebilir.
Birçok as ılsız, uyduruk bilgi ortaya atılabilir. O zaman sorumuz şu: Devletçe
bilinen şahısların, devletin, polisin kullandığı şahısların, bu tür bilgiler
vermesi önleyici hizmetler açısından faydalı olabilir mi? Evet, olabilir.
Herhalde her türlü bilginin doğruluğu, bilgi verenin güvenilirliği ölçülür,
analiz edilir ve sonucunda bu bilgiyle ilgili harekete geçilir veya geçilmez.
Önemli olan bilgilerin analiz edilmesidir. Farzedelim medyumun polise verdiği
bilgiyle Üzeyir Garih’e yakın zamanda olabilecek bir tehlike ölçüldüyse ona
uygun bir koruma tedbiri uygulanmalı değil miydi? Bilgi güçtür aslında. Her
türlü bilgiyi ve özellikle de bilimsel bilgileri her geçen gün daha çok
kullanan suçlulara, suç örgütlerine karşı güvenlik hizmetlerindeki görevlilerin
daha h ızlı ad ım atarak ilerlemesi gerekir. Art ık insan zihni kontrol
edilmeye çalışılıyor ve onlara eylemler yaptırılıyor. Bu konuda N. Tarhan
şunları ifade ediyor: ‘‘Zihin kontrolü deneylerinde ilk kullanılan madde LSD
idi. LSD psikokimyasal bir maddedir. Bu maddeyi alan kişide, olağanüstü
psikolojik değişimler olur. Halüsinasyonlar görmeye başlar, canlı ve neşeli
olur, güçlü olma duygusu taşır, ardından farklı düşünce ve davranışlar
içerisine girer. Bu madde beynin ön bölgesinde, DOPAMİN adı verilen zevk
maddesini aşırı salgılamaktadır. Bu maddeyi alan bir kişi, inandırıldığı konuda
olağanüstü eylemler
gerçekleştirebilmededir. İkinci Dünya
Savaşı’nda, hem Hitler hem de Amerikan ordusu ‘Amphetamin’ isimli uyarıcı kimyasalı askerlere
kulland ırarak onların savaş gücünü arttırmayı hedeflemişlerdir. Hitler bu konuda çok iyi bilinen bir isimdir.
Milyonlarca psikoaktif maddeyi kullanarak ordusunu hareket kabiliyeti açısından
çok hızlı hale getirmiştir. İçkisine LSD veya uyuşturucu katan kişilerin kolay
intihar ettikleri ve kolay insan öldürdükleri bilinen gerçeklerdendir. Bu
konuda ABD’de gönüllüler, siyahlar ve eşcinseller üzerinde ilginç deneyler yap
ılmıştır. Deney yapılan kişilerde akıl hastalıklar ı, yaşayanlarda da erken
bunama ve erken yaşlanma gözlemlenmiştir. Bu konuda
araştırmaları olan Dr. Armen Victorian, ‘İnsan davranışının
Manipilasyonu-Beyin Kontrolü’ adlı kitabında ilginç kaynak ve bilgilere yer
vermiştir.’’[331]
Türkiye ve dünya gündeminde haber olan güvenlikle ilgili olaylarda suçlunun kim
olabileceği, kimler olabileceği bu açıdan da değerlendirilmelidir. Terörle
mücadele hizmetlerinde, koruma hizmetlerinde, toplumsal olaylar ı ve eylemleri
önleme hizmetlerinde, çocuk suçlar ını önleme hizmetlerinde zihin kontrolüyle
beraber eylemlerin gerçekle ştirilebileceğini düşünmek ve bu yöndeki bilgilere
ulaşmaya çalışmak, olayın muhtemel faillerinin, olayı gerçekleştirmeden
yakalanması sonucunu verebilir. Mesela LSD kullanan, satan, getiren, araştıran
şahıslar, görevliler polisçe, devletçe bilinen şahıslar olmalıdır öncelikle.
Zihin kontrolünden öte olan teknolojiler de yer almaktadır. ‘Pentagon’un Matrix planı’ başlıklı haberde şunlar yazılı:
‘‘Krone.at’ ve Alman Bild Gazetesi’nin sitesinde yer alan habere
göre Pentagon’un geliştirme dairesinin üzerinde çalıştığı projenin adı hayat ve
bağlanma anlamına gelen ‘LifeLog’ kelimelerinden oluşuyor. Bu program sayesinde
kişilere bağlantı kurulacak. Ve sonrasında Pentagon, söz konusu kişinin
gördüklerini, duyduklarını, düşüncelerini ve yazıp çizdiklerini dev bir data
bankasına kaydedebilecek. LifeLog sayesinde Pentagon istediği kişiyi, istediği
yerde takip edebilecek.
Yani bir
anlamda dinlerde öngörüldüğü gibi insanın bir çeşit dijital, günah-sevap
günlüğü oluşturulabilecek.’’[332]
Pentagon’un bu planı içerisinde neler olduğunu öğrenmek ve adapte etmek
gerekir. İnsanlar bu derecede kontrol altına nasıl alınabiliyor, takip
edilebiliyor acaba? Bunun mümkün olduğunu düşündüğümüzde suç işlemeden birçok
insan yakalanabileceği gibi, suç işledikten sonra da suçlular daha kolay
yakalanacaktır. Benzer bir konu ‘Terörist avlamak için beyin okuyan cihaz
geliştiriliyor’ başlıklı haberle duyuruldu: ‘‘Amerikan Havacılık ve Uzay
Dairesi (NASA), beyin okuyan cihaz geliştiriyor. Havaalanı kap ılar ına
konulmas ı düşünülen cihaz, herhangi bir kişinin beyninden yayılan dalgalar ile
kalp at ışlar ının ürettiği elektrik akımını kaydettikten sonra bilgisayara
gönderecek. Bilgisayar, bu verilerden yola çıkarak, tehlike
oluşturması muhtemel kişileri saptayacak.’’[333]
Bir nevi zihin kontrolü bu. Önleyici polislik hizmetleri için çok faydalı
olabilir.
Uykusunu yeterince alamayan bir kişinin
ertesi gün daha saldırgan olduğu, toleransının azaldığı ve daha çabuk
sinirlendiği bilinmektedir.[334]
Gece
olduğunda
insanların mümkün olduğunca istirahat
etmesi, uyuması gerekir. Gece bir yerde dinlenme, uyuma içindir. Suç önleme
adına insanların geceleyin istirahat etmesiyle ilgili yönlendirme yapmak,
teşvik etmek, düzenleme yapmak gerekir. Birçok olay gece geç saatlere kadar açık
olan yerlerde ve bu yerlerden çıktıktan sonra olduğunu biliyoruz. Sabahın erken
saatlerinde uykusuz yola çıkanların trafikte suça, kazaya karıştığını da
biliyoruz. Dolayısıyla çalışma ve dinlenme saatlerinin insan fizyolojisine,
biyolojisine daha uygun bir şekle dönüştürülmesi gerekir. Gece açık olan
yerleri mümkün olduğunca azaltmalı, ulaşım araçlarını gece geç saatlerde
hizmete sokmayarak insanların çok geç olmadan dinlenmeye ayr ılmasını sağlamak,
gece devletin çalışan personelini de minimum seviyede tutarak, onların da
dinlenmesini sağlamak gerekir. Bu aynı zamanda insanlar ın daha fazla uyumasını
ve daha fazla dingin olmasını, dinlenmiş bir şekilde uyanmasını sağlayacaktır.
İnsanlar daha fazla rüya da görmüş olacaktır böylece.
Rüyalar, etkisi altında kalınan günlük
olayların tekrar gözden geçirilmesi ise, suçlular rüyalarında, işlediği suçu
veya benzerini yeniden görecek olabilir. İnsanlar maruz kaldığı olayla ilgili
rüyasında yeni bir şeyler öğrenebilir. Bunu da güvenlik açısından
değerlendirmek ve bu tür bilgilerle suçluya ulaşmak veya olayın çözülmesine
sebep olmak gerekir. Ele geçirilen şüphelinin rüyalar ını analiz eden bir
polislik faydalı sonuçlar verebilir. Özellikle terörle mücadelede ve toplumsal
olayları önlemede çok iyi hizmetler görebilir. ‘Örnek Metafizik Olaylar’
bölümünde ‘Tanınmış Bir Profesör Problemi Uykusunda Çözüyor’ başlığıyla yazılan
olayda uykunun önemi anlaşılıyordu. Güvenlik yöneticileri için de uykunun önemi
büyük. Beyni çokça meşgul eden birçok olay vardır ki yöneticinin uykuda bu
olaya çözüm bulduğu olmuştur. Sabah saatlerinden itibaren gece 02:00, 03:00
saatlerine kadar süren çalışma temposunda yöneticilerin iyi karar verme ve
planlama yapma, doğru yaklaşım sergileme, stratejik kararlar alma konusunda
zafiyete uğrayacağı açıktır. Rüyaların dikkate alınması gerektiği ile ilgili
bir örnek verilmişti. ‘Örnek Metafizik Olaylar içerisinde ele alınan ‘Gördüğü
Rüya Üzerine Sihirbaz Olmayı Seçmiş’ başlığı alt ında yaz ılan olayda, insanlar
ın rüya ile beraber meslek seçtiğini ve bu meslekte başar ılı olduğunu
görmekteyiz. Gelecek ile ilgili haber veren rüyalar da örnek olarak yine bu
bölümde yaz ılmıştı. ‘Rüya’ ve ‘PKK Terörünü Haber Veren Rüya’ ile ‘Rüyada
Gördüğü Her Şey Sonra Bir Bir Gerçekleşti’ başlığı altında yazılan olaylarda gelecekten
haber verildiği ve bunun aynısıyla çıktığı görülmektedir. Yetenekli olan bu
insanlar ın polisçe kullanılması için bu şahıslarla ilgili inceleme, araştırma
ve deney yapılması, gördükleri rüyaların doğru çıkma koşullarının ortaya
konulması ve faydalı olacaklarsa devlet için, polis için görevli olmalar ı
yarar
sağlayacaktır. Birçok olay meydana
gelmeden engellenebilir böylece. Güvenlik yöneticilerinin
kendi rüyalarına
ve rüyası olaya konu olan,
olayda yer eden insanlara değer vermeleri ve bunları kullanmaları
daha iyi görev yapmayı sonuç verebilir. ‘Lincoln’un Eceli’ başlıklı olayda bir
cumhurbaşkanı rüyasında nasıl öleceğini görmekte ve bunu başka insanlara
anlattıktan sonra 24 saat içerisinde öldürülmektedir. Bu rüyayla birlikte
şahsın daha dikkatli korunması mümkün olsaydı belki de suikasttan kurtulacaktı.
‘ABD’li uzmanlar K-9 arısı yetiştirdi’
başlıklı haberde şunlar yazılı: ‘‘ABD’li bilim adamları arıları patlayıcı
koklayabilecek şekilde eğitmeyi başardı. New Mexico’daki Los Alamos Milli
laboratuarı araştırmac ıları, arılara, patlayıcı tespit ettiklerinde çiçek
nektarlar ını toplamada kulland ıklar ı hortumlar ını dışar ı çıkarmalar ını
öğrettiler. Araştırmacılar, eğitim sürecinde bal arılarını patlayıcı kokusuna
maruz bıraktıktan sonra, onları şekerli suyla ödüllendirdiler. Araştırmanın başkanı Tim Haarmann, ulaştıkları
sonucun umut verici olduğunu belirterek, bunun savunma ve iç güvenlik açısından
çok yarar sağlayacağını söyledi.’’[335],Phonex,
aa[336]
‘Hayvanlarda telepati’ konusunda benzer olaylara değinilmişti. Terörle mücadele
yunusları ve deniz aslanları örnek verilebilir. Herkesin bildiği narkotik
köpekleri ile yeni yeni bomba bulan fareler güvenlik konusunda istihdam
edilebilmekte. Depreme karşı duyarlı olan hayvan türlerinin insanlığa faydalı
olacağı muhakkakt ır. Birkaç dakika veya onlarca dakika öncesinde bu haber
herkese ulaştırılabilirse birçok insanın hayatı kurtulabilecektir. Saklanan
veya gömülü olan bir cesedi bulmada da hayvanların kullanılabilmesi olayların
çözümüne katkı sağlayacakt ır. ‘Örnek Metafizik Olaylar’ bölümünde yazılan
‘Yılanlar ın Öcü’ başlıklı olayda hayvanlar ın kısmen ak ıllı olduğunu ve
insani özellikler gösterdiğini görmekteyiz. Yine ‘Lucky’nin Uyarıları’ başlıklı
olayda fırt ına ve kasırgayı haber veren bir kedi karşımıza çıkmaktadır. Hayat
kurtarmaya bir örnek ‘Trixie İmdadıma Yetişir’ başlıklı olayda ele alındı. Bir
köpek 9 gün boyunca yatalak bir insana bakabilmektedir. Hayvanlar arasında bir
haberleşme olduğu ‘Hayvanlarda Telepati’ olayında örneklendirilmişti.
Köpeklerin düşünce okuyabildikleri ‘Telepat Köpek’ başlığıyla yaz ılan olayda
örneklendirildi. Geleceği görüp kazaya gidilmemesini sağlayan kedi, yangını
haber veren hayvan ve hortumdan koruyan kedi ile ilgili örneklendirme ‘Kedi Ve
Köpeklerde Psikolojik Güç Var’ başlığıyla yazıldı. ‘Pişmanlığından İntihar Eden
Aslan’ olayı ile insani özellikler gösteren bir hayvanın
durumu anlatıldı. ‘Eşeğin İntikamı’nda
yine insani bir duygu olan intikam duygusuyla hareket eden bir hayvan gördük.
‘Eşeğin Şahitliği’nde ise cinayet olayını gören bir eşeğin şahitliğini okuduk.
Tüm bu hayvanlarla ilgili örnekler göstermektedir ki, hayvanların insanlara
benzer duygulara sahip olduğu ve bu duyguların insanların anlayabileceği veya öğrenebileceği
bir şekilde hayvanlarca gösterilebileceği anlaşılmaktadır. Hayvanların
özelliklerini daha fazlaca merak edip öğrenen insanlık onlardan daha fazla
yerde istifade edecektir. Güvenlik alanında hâlihazırda kullanılan hayvanlar
vardır. Sadece köpekle yetinilmemesi, çeşitli hayvanlar ın özelliklerinden
istifade edilmesi gerekir.
‘Bombayı
arılar bulacak’ başlıklı haberde şunlar yaz ılı:
‘‘Arılar, dinamitten C-4 plastik
patlayıcıya kadar çeşitli tipteki patlayıcıları tanıyacak şekilde
eğitiliyorlar.’’[337]
Önemli bilgiler bunlar. Türk polisi de olaylar ı engellemek adına birçok yolu
kullanabilmeli ve hayvanların özelliklerine göre onlardan faydalanmalıdır.
Özellikle zihin okuma, beyin kontrolü,
beynin özelliklerinin keşfi ile ilgili bilgiler her geçen gün artmaktadır.
İnsan beyninin sırları çözüldükçe bu yeni bilgilerle ilgili yeni teknolojiler
kullanıma sunulmaktadır. Suç önleme adına, bir olay meydana gelmeden önce
şahısların yakalanmasında bu yeni teknolojilerin de yeri olabilmektedir. ‘NASA
beyin okuyacak’ başlıklı haberde şunlar yazılı: ‘‘The Washington Times
gazetesinin haberine göre NASA Uzay Araştırma Bölümü Müdürü Herb Schlickenmaier
bu projeyi Northwest Havayolu’na teklif ettiğini belirtti. .. .bazı fizikçiler
mevcut bilgi birikimi ve teknolojiyle beyin dalgalar ını ölçerek kişinin ne
düşündüğünün belli bir yanılma payı ile anlaşılabileceğini belirttiler.
Havaalanlarında kontrol kapılarına yerleştirilmesi planlanan beyin okuma
cihazı, nöro elektrik algılayıcıları vasıtasıyla insan beyni ve kalbinin
yaydığı elektrik dalgalarını insanın gövdesiyle hiç temas kurmadan, uzaktan
algılayabilecek. Algılayıcıların saptadığı bu sinyaller çok geliş miş bir
bilgisayara veri olarak girecek. Bilgisayar ise bu verileri, hafızasında
bulunan suçlu kişilerin psikolojik profili ile kar şılaştıracak. Yolcular ın
kişisel dosyaları ve sabıka kayıtları da veri olarak hafızada bulunacak. Sonuçta bilgisayar, algılayıcıları tarafından
gönderilen nabız atışı, vücut sıcaklığı, göz kırpmaları ve öteki biyoritmsel
tepkilerle ilgili sinyalleri değerlendirerek, yolcunun potansiyel bir terörist
olup olmad ığını saptayabilecek.’’[338]
Benzer bir haber başka gazetede yayınlanmış ‘NASA, insanların beynini okuyacak’
başlıklı haberde şunlar yazılı: ‘‘Amerikan Fizik Cemiyeti sözcüsü ve Maryland Üniversitesi öğretim görevlilerinden Robert Park, ‘sanılandan daha fazla insan
beynini okumak üzere olduklarını’ söylüyor. ‘Düşündüğün konu hakkında beynin
hangi kısmının harekete geçtiği’ yöntemiyle beyni okumak üzere olduklarını
söyleyen Park, ‘Yürürken senin beynini okuyacak bir cihazı yapmak gerçekten çok
karmaşık bir durum. Bu
mantıklı
bir fikir; ama korkutucu’ diyor.’’[339]
Bu ve benzeri haberler günlük yayınlarda ara ara yayınlanmaktadır. İnsan haklar
ı ve özgürlükler aç ısından tartışılması gereken buluşlar, teknikler,
uygulamalar olup-olmadığı ona uygun zeminde konuşulmalıdır. Kanuni altyapı ve
hukuk açısından sınırlamalar veya yetersizlikler tart ışılmalıdır. Kar - zarar
dengesi gözetilmelidir. Özellikle toplumsal olaylar ve terörle mücadelede beyin
kontrolü, zihin okuma teknolojilerinin kullanılabilirliği konuşulmalıdır.
Teknoloji ile insanlar bilimsel buluşlar sonrasında yapılan cihaz veya
sistemleri akla getiriyor. Bir yöntem olarak hipnoz ile beyin kontrolü ve zihin
okuma konusunda fayda sağlanabilir. Örnek olarak ‘Örnek Metafizik Olaylar’
bölümünde birçok olay yazılmıştı. Bunlardan birisi ‘Düşünce Okundu’ başlığıyla
yeraldı. Bu yazıda yetenekli bir kişinin hipnozla, telepati ve düşünce gücüyle
başka insanları etkilediğini öğrendik. Kendi düşüncelerini başkalarına kabul
ettirme ve istediklerini onlara yaptırmanın güvenlikteki önleyici hizmetler
açısından neler ifade edeceğini anlamaya çalışmak gerekir. İnsanlığa olumlu
düşünceler yayan yetenekli ve devletçe görevli insan grubu olsa en azından
sorunlu kişilerle ilgili, mesela teröristlerle ilgili olarak bu insanlar
yakaland ıktan sonra, serbest kalmadan önce düşüncelerini değiştirmek, onları
ikna etmek, zihnen sağlıklı bireyler haline dönüştürmek için birçok yol varsa
da bir yol da hipnozu kullanarak yapılabilir. Hipnozitör olarak çalışan veya
bilinen insanlar ın devlet kontrolünde olmas ı bu bak ımdan çok önemlidir.
İnsanlar ın kontrolsüz ortamlarda suçlu olarak yetişebileceğini ve kontrol ve
denetim eksikliğinin suç işleme düşüncesindeki insanlarca çok uygun bir ortam
olduğu unutulmamalıdır. Bu hipnozitörlerin kimlerle ilişkide olduğu ve hipnoz
seanslar ına kimlerin kat ıldığı mutlaka devletçe bilinmelidir. Suç işlemeye
insanlar ın hipnoz ile yönlendirilmesine engel olmak gerekir. Yine hipnoz ve
telepati ile düşünce okuma, beyin kontrolü konularında ‘Diktatöre Karşı
Telepati’ başlığıyla bir dizi olay yazılmıştı. Bu olayda yetenekli bir kişi
zihinsel kabiliyeti ile bir bankadan para çalıyor ve izin almadan sıkı bir
şekilde korunan bir yere girebiliyordu. Bir yerde devletin en üst kademesindeki
yetkilileri, devlet adamlarını koruyanları düşündüğümüzde yani güvenlikteki
koruma hizmetleriyle ilgili farklı bir koruma tedbiri daha sözkonusu. Frekans
iptal eden sistemler var ama düşünce gücünü önleyen, iptal eden bir sistem
henüz bulunamamıştır. ‘Alman Polisini Aldatan Telepat’ başlıklı yazıda psişik
kuvveti ve zihinsel tebliğlerle bir yetenekli insanın çok sayıda polisin olduğu
yerden kaçabildiğini okuduk. ‘Zihin Okuma’ başlığıyla anlatılan olayda zihinden
geçenlere bir başkasının nasıl bir cevap verdiğini öğrendik. ‘Telepatik Mi
Genetik Mi?’ başlığıyla anlat ılan olayda ise ikizler aras ındaki bağ ile oluşan durumlara örnek
verildi. Parapsikoloji ile ilgili metafiziki olaylar polisiye olaylardan olmayabilir.
Ancak bu tür örnek olaylar bize polisin, güvenlik biriminin bu alandaki
uygulamaları öğrenerek kendi birimine nasıl adapte edebileceği tartışılarak,
uygun bir yöntemle kullanılan bilimler, uygulamalar içerisine girebilir. Daha
polisiye konular içeren örnek olaylar da verilmişti. ‘Hipnozla Sistem Gerçekten
Kusursuz’ başlıklı yazıda istihbarat içinde hipnozla güvenli bilgi transferi,
taşınmasına örnek olacak olayın nasıl seyrettiğini okuduk. Önleyici hizmetler
açısından bilgi güvenliği de gerçekten çok önemlidir. Operasyon öncesinde
güvenlik biriminden bilgi çıkışını engellemek çok önemlidir operasyonun sonucu
aç ısından. Güvenlik hizmetinin bir k ısmının şeffaf olmamas ı çok önemlidir
işlerin doğru yap ılması açısından. ‘Hipnozla Yetişen Ajan’ başlıklı yaz ıda
yine hipnozun istihbarat hizmetlerinde nasıl ^anılabileceğine örnek verildi.
Önemli bir polisiye olayda hipnoz anahtar konumundaydı. ‘Hipnotize Eden de
Edilen de Suçlu Bulundu’ başlıklı yazıda cinayet işleyenin hipnoz edildikten
sonra bu suçu işlediği anlaşılıyor. Bundan dolayı suçlu bulunuyor. Hipnoz eden
de mahkûm oluyor bu olaydan sonra. Dolayısıyla hipnotizörlerin devlet
kontrolünde olması suç önleme adına çok önemli bir konudur. Şu ana kadar belli
başlı gündem oluşturan faili meçhul büyük olayların arkasında hipnoz edilen
kişiler olabileceğini düşünerek tedbir almak gerekmez mi? Bu şahıslar ın kimler
tarafından kullanıldığının bilinmesi konusu da önemli güvenlik
görevlerindendir. ‘Zihni Denetlenen Suikastç ılar’ başlığıyla yaz ılan olayda hipnozla
bir insanın nasıl suikastçı yapıldığı anlat ılmıştı. ‘Bollywood Bombac ısının
Beyni’ başlıklı yaz ıda yalan makinesi ve gerçeklik serumu ile birçok suçla
ilgili yakalanan bir şahısın, suçlunun itiraflarını okuduk. Bu yöntemler
mahkemelerce kabul ediliyor ve narko- analizle, hipnozla % 98 başar ı oranına
ulaşılıyor. İntihar bombac ılar ının hedefe ulaşmadan caydırılabileceğini
mümkün kılan bu yöntemler hak ettiği ilgiyi görmemektedir ülkemizde. Önleyici
bir hizmet olarak terör suçlusu olma potansiyeli görülen kişilere, daha ortada
suç yokken ileriye yönelik eylem planı hakkında bilgi almak için bu yöntemleri
kullanmak, insan bilincini çözmeye çal ışmak gerekir. ‘Bizi uydudan
yönetiyorlar’ başlıklı haberde şunlar yazılı: ‘‘Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı'nın
elektromanyetik dalgalar aracılığıyla dünyadaki herkesin düşünce,
davranışlarını takip ve kontrol edebildiği iddia ediliyor. John St. Clair Akwei 1996 yılında Amerikan Ulusal Güvenlik
Dairesi (NSA) aleyhine bir dava açtı. Akwei, NSA'nın kendisini sürekli olarak
takip ettiğini ve davranışlar ını kontrol ettiğini iddia etti. Akwei mahkemeye
bu iddialarını destekleyecek yüzlerce sayfalık deliller sundu. Kaynak olarak
birçok bilimsel ve akademik çalışmanın gösterildiği bu deliller Project Freedom
adlı internet sitesinde yayınlandı. İddiaya göre NSA, çok gelişmiş sistemleri
aracılığıyla elektromanyetik alanları kullanarak istediği kişiyi dünyanın her
yerinde takip edebiliyor, hatta elektrik dalgaları yollayarak kişinin düşünce
ve davranışlarını kontrol edebiliyor. NSA'nın "sinyal istihbaratı"
adı verilen bu sistemi, dünyadaki elektrik taşıyan her şeyin çevresinde bir
manyetik alan olduğu ve bu alanların elektromanyetik dalgalar yayd ığı
teorisine dayanıyor. Geliştirilen dijital sistemlerle elektrik taşıyan bütün
varlıkları nerede olursa olsun kontrol edebiliyor. NSA, 50 bin ajanıyla
dilediği kişinin, herkeste farklı olan ve 3-50 herz arasında değişen,
elektromanyetik dalga boyutunu tespit ettikten sonra, o kişinin denetimini
tamamen eline geçirebiliyor. NSA'nın bilgisayarlarına hedefin dalga boyutu
girildiği andan itibaren bilgisayarlar bu kişiye uydu aracılığıyla 24 saat
takip edebiliyor. Gizli merkezlerde yürütülen bu faaliyetlerin gizliliği ve
güvenliği, yapılan uluslararası istihbarat anlaşmalar ıyla koruma alt ına
alınmış durumda. Bilgisayarlar arac ılığıyla şüpheli kişideki elektriksel
hareketleri analiz eden NSA, kişinin beyin haritas ını çıkararak düşüncelerini
de okuyabiliyor. Konuşma merkezindeki elektrik akımının analizi sayesinde hedef
kişinin sözleri dahi tespit edilebiliyor, görme merkezi analiziyle kişinin
gördüklerine ulaşabiliyor. İki yönlü olarak kullanılabilen bu sistem
aracılığıyla NSA hedef olarak belirlediği kiş inin beynine yollad ığı
sinyallerle kişinin davranışlar ını da kontrol edebiliyor. Hedefin beynindeki
çeşitli merkezlere gönderilen elektromanyetik sinyallerle kişinin görme,
işitme, koklama, hareket etme gibi her türlü duyu ve davranışını
etkileyebiliyor ve değiştirebiliyor. Beyindeki elektromanyetik dalga frekansı
her insanda farklı farklı olduğu için belirli bir kişiye gönderilen görüntü,
ses ve benzeri şeyleri diğer insanların hissetmesi mümkün olmuyor. Gönderilen
sinyaller sayesinde hedef kişi başkalarının duymadığı sesler duyabiliyor ya da
görüntüler görebiliyor.
Bu
yolla NSA istediği kişiye istediği şeyi hiçbir kanıt bırakmadan yaptırabiliyor.
’’[340]
Bir bakıma korkunç sonuçlar verebilecek teknolojiler bunlar. Devletin
kontrolünde olursa eğer suç önleme adına çok faydasının olduğu muhakkak. Büyük
devletlerin çok öncelerden beri parapsikolojiye ilgi duyduklarını ve bu konuda
görevliler belirleyerek bazı olaylar için kullandıklarını görmekteyiz.
‘Parapsikoloji savaşlarında CIA ve KGB’ başlıklı haberde şunlar yazılı:
‘‘1970'li yıllarda iki ünlü gizli servis bu yolda çok büyük paralar harcadı ve
onlarca deney yaptı. Parapsikoloji geçmişte ve günümüzde bilimsel olarak
tartışılsa da, yıllarca gizli deney ve araştırmalarda kullanıldı. Başta CIA,
FBI ve Sovyet istihbarat servisi KGB olmak üzere gizli örgütlerin de bu
yöntemleri kullandığı biliniyor. 1970'li yıllarda her iki ülkenin gizli
servisleri, parapsikolojiyi kullanarak, birçok gizli bilgiyi elde etmişlerdi.
ABD, İkinci Dünya Savaşı sonrasında parapsikolojik çalışmalar için 6 milyar
dolarlık bir bütçe ayırmıştı. Pentagon'un "Medyum Teknolojik Risk
Projesi" adı altında psişik güçleri olan Madam Zodiack'ı kollandığı ve
SSCB'nin denizaltı rotalarını tespit ettiği de yıllarca dile getirilen iddialar
arasındaydı. 11 Eylül saldırılarının ardından FBI, olası terör saldırıları ile
Ladin'in yerini parapsikologlara sordu. Bu olayla birlikte ABD istihbarat
servisleri, terörle mücadelede parapsikologları etkin bir şekilde kullanma
karar ı aldı. Parapsikolojinin temel kavramlar ından telepati de güçlü
devletler için gizemli bir silah anlamındaydı. Sovyetler Birliği ve ABD'de bu
konuda yıllarca birçok deney yapıldı. SSCB'de Prof. Vassiliyev'in 1930'larda
yaptığı araştırmalar ilginç örneklerden birini olu şturuyor. Deney için ya
şları 25 olan İvanova ve Fedorova, isimli iki ruh hastası kullandı. İvanova
deney odasında beyin dalgaları, cilt direnci ve diğer biyolojik fonksiyonları
ölçülecek şekilde aletlere bağlanıyordu. İvanova'ya telkinle hipnoza giriyordu.
Cihazlar da bunu kaydediyordu. İki kadın önceleri ayrı ayrı odalarda, daha
sonra da uzak mesafelerde transa sokuldu. Beyin yoluyla birbirlerine
gönderdikleri mesajlar kaydediliyordu. Deney, kurşun tabutta ve deneklerin
birbirine 1500 kilometre uzaklıkta iki şehirde bulunduğu ortamda da tekrarlandı.
Sonuç aynıydı. Denekler, hipnotize olduklarında, birbirlerine telepatik
yöntemle mesaj gönderebiliyorlardı.
Deney başka
denekler üzerinde de denendi ve aynı sonucu verdi.’’[341]
Çok geç olmadan, büyük olaylar altında kalıp devlet olarak gücümüzü yitirmeden
bu yöntemlerle ilgili araştırmalar yap ılmasını ve bunların verdiği sonuçlar ın
tartışılarak çıkan sonucun güvenlik bünyesine katılması bir zorunluluktur. Her
ne kadar geçerliliği zayıf, doğruluğunu ispatlamak zor olsa da internette
birçok bilgi mevcuttur. ‘Örnek Metafizik Olaylar’ bölümünde bu kaynaktan da
istifade edilmiştir. ‘Hipnozu
Kötü Emelleri İçin Kullandı’ başlıklı yazıda
bir şahsın kadınları hipnoz ettikten sonra onlarla cinsel ilişkiye girdiği
haber konusu edilmektedir. Bu tür insanların hipnoz kabiliyeti bilinmiş
olsaydı ve kontrol altında tutulsaydı belki de bu tür bir olay hiç
yaşanmayacaktı. Bu bakımdan toplumun büyük kesiminin bildiği, duyduğu
konulardan olan hipnoz konusunda yetenekli kişilerin belirlenmesi ile işe başlamak
gerekir devletçe. Bir kitapta şunlar ifade edilmektedir: ‘‘W. N. Pahnke mistisizm ile uyuşturucu
arasındaki ilişkiyi, bilimsel olarak incelemiştir. Karfreitag araştırmasında
ilahiyat öğrencilerinden bir kısmını iki gruba ayırır. Birinci grupta yer
alanlara psilocybin uygularken diğer gruptakilere tadı ve kokusu ilaca benzer
etkisiz tabletler verir. Ancak deneklerden hiçbiri, kimin ne kullandığından
haberdar değildir (Doppel-Blink-Technik). Daha sonra her iki grup da kotsal
cuma ayinine katılır. Pahnke her iki grup üzerinde, ayin sırasında yaşadıkları
tecrübeleri tespit etmek üzere, mülakatlarla da desteklediği testlere dayalı
bir dizi araştırma gerçekleştirir. Ayin sırasında yaşanan tecrübelerle ilgili
elde ettiği bilgileri değerlendirdiği araştırmasından Pahnke, önemli kriterler
ç ıkarmıştır. Bu araştırmada o, psilocybin kullananların, etkisiz ilaç
kullananlara göre çok daha belirgin bir tatmin ya şadıklarını gözlemlemişti.
Buna göre bu test, halüsinasyona yol açan maddelerin belirli ko şullar alt ında mistik yaşant ılara yol
açabileceğine dair bir delil olarak kabul edilebilir.’’383 Belli
bazı ilaçlar insan iradesini etkilemekte ve farklı yaşant ıları tecrübe
etmesini sağlamaktadır. Halüsinasyona sebep olan ilaçlar bu bakımdan önem
arzeder. Yine suç önleme faaliyetleri kapsamında değerlendirilecek olursa baz ı
ilaçlar ın kullanımının kontrollü olması ve bunlar içerisindeki kimi ilaçlarla
ilgili güvenlik biriminin bilgi sahibi olmas ı gerekir. Özellikle terörle
mücadele biriminin suçlularla, teröristlerle ilgili bu tür ilaçlar ın
^anılabileceğini değerlendirerek, bu ilaçları getiren, satan, kullanan
insanlarla ilgili bilgi bankası oluşturması ve gerektiğinde bu bilgileri
kullanarak eldeki şüpheli, suçluları bu yönden sorgulamaya alması ve bu
şahıslara yardım edenleri, ilaç kullanmalarını zorlayanları tespit etmeye
çalışması gerekir. Suç önleme bakımından bu konudaki bilgi bankasında bulunan
şahıslar ve yerler sürekli denetlenerek, kontrol edilerek bu yöntemlerin suç
işleme düşüncesinde olanlar tarafından kullanılmamasını sağlamak gerekir.
Tanımlanamayan varlıklar ile ilgili
örnek olaylardan biri olan ve ‘Dü şünce Gücüyle İ nsanlar ı Kontrol Alt ına
Alıyor’ başlığıyla verilen bilgide bir yetenekli şahsın doğaüstü varlıklarla
düşünce yoluyla iletişim halinde olduğu ve bu varlıkların 1000 yıl
yaşayabildikleri ifade edilmişti. Suç
önleme açısından bu varlıklar ın bir olay meydana gelmeden, daha hazırlık
aşamasındayken olayın nasıl planlandığı ile ilgili bilgi verebileceği mümkün
gözükmektedir. Bu tür varlıklarla iletişim becerisi olan şahıslar ın güvenlik
birimlerine yard ımcı olmalar ı, yak ın tehlikelerle ilgili bilgilerin daha iyi
derlenip, toparlanması ve iyi analizlerle operasyon yapılması açısından bilgi
değeri vardır. Çok zaman yapıldığı gibi bu yetenekli şahıslar ın ulaştığı
bilgilerin güvenliği, doğruluğu ölçülerek hareket edilmelidir. ‘Tanımlanamayan
Varlık Dosyası’ başlığıyla verilen haberde de aynı türde konu işlenmişti. Bu
varlıklar bazen sıradan insanlara gözükebilmektedir. ‘Televizyon Fişsiz
Çalıştı’ başlıklı yazıda yine bu varlıkların insanların yaşadığı ortamları
etkileyebildikleri anlaşılmaktadır. Uzun süre yaşadığı söylenen bu varlıklardan
geçmişe dönük olarak bilgi almak mümkünse eğer, bundan istifade etmek gerekir.
‘Zihin Kontrolü’ içinde ele alınan ve
araştırmalarda, duru görü veya beden d ışı sezgi denilen bir yöntemde, baz ı
deneklerin bir odaya gizlenen nesnelerin yerini tespit etmeyi başarabildiği
ifade edilmişti. Aynı konu içinde ayrıca beyindeki bilgilerin bilgisayara,
bilgisayardaki bilgilerin de beyne nakledilebileceği bir hayal olmaktan çıktığı
belirtilmekteydi. Suç önlemeye dönersek özellikle terörle mücadelede ve
toplumsal olayları önlemede ağır şüphe altında bulunan şahıslarla ilgili olarak
bir suçla alakalı olabilecek yerlerde gizlenenleri ortaya çıkarmanın ve insan
beyni içindeki bilgilere ulaşmanın ne derece sonuç vereceğini anlamaya çalışmak
gerekir.
Yöneticilerin önsezilerinin iyi olmas ı,
belki de önsezilerine güvenmeleri gerekir. Yak ın gelecekte telekinezik bomba
imha robotları ve koruma hizmetlerine dönük telekinezik bariyerler yapılabilir.
Şüphelilerin rüyalarında olaylar meydana gelmeden önce görüntüler, bilgiler
alınmış olaraktan, suçun önüne geçilmiş olur. Genelde rüyası doğru çıkanları
dikkate alıp tedbirler alınabilir. Hipnozla bilinçaltına inilerek suçun
hazırlık aşamasında neler yapıldığı öğrenilebilir. Hayvanlarla telepatik
iletişim kurarak terörle mücadelede mesela mayınlar ın yerlerini daha kayıpsız
olarak bulabiliriz. Bitkilerin parapsikolojik özellikleriyle bir ortamda ne
oranda sava ş ve kavga sözleri kullanıldığı ve de oradaki insanların düşünce ve
heyecanlarının ne kadar olduğu anlaşılarak tehlike ölçülebilecek. Psikometri
ile ele geçirilen bomba yapımında kullanılan maddelerin kimlerle
ilgili olduğu tespit edilebilecektir. Astral seyahat ile suç işlemeye haz
ırlanan yerler görülerek etkisiz hale getirilecek veya tedbirler alınacak.
Kirlian foto ğrafçılığı ile terörle mücadelede ve çocuk suçlarını önlemede
hastalıklı kişilikler erken teşhis edilerek suçun önüne geçilecek. Durugörüyle
hazırlık aşamasındaki suç hakkında bilgi
alınabilir. Telkinbilimle yöneticilerin daha hızlı öğrenmelerini, daha verimli,
performanslı çalışmalar ını ve böylece yap ılan görevde daha başar ılı olmalar
ını sağlayabiliriz. Suç önlemede dolaylı bir başarı olacaktır bu şekilde. Yine
diğer parapsikolojik alanlar ın suç önlemeye katkısı olabileceğini söylemek
mümkün.
‘Suyun Bilinmeyen Gücü’ başlığıyla ele
alınan konuda yöneticilerin kalağına küpe olabilecek sonuçlara varılmıştı.
Büyük çoğunluğu sudan meydana gelen insana karşı suyu iyi yönde etkileyen
şekilde hareket edilmesi, söz söylenmesi, düşünülmesi gerekmektedir.
Yöneticilerin insan kimyasını bozmayacak şekilde idare ettikleri insanlara
yaklaşmaları iyi sonuç verecektir. Somut bir şey önerilecekse tabii ki her
hizmetle ilgili olarak yöneticilerin yeni gelişen teknolojiden haberdar
olmaları gerekir. Bu teknolojileri kendi çalıştığı birimine adapte etmesi onun,
görevinde daha ba şar ılı olmasını sağlayacaktır. Her zaman için kendi
mahiyetinde bulunan personele karşı onur kırıcı, hakaretvari konuşmaması ve
hatta çok zaman teşekkür ederek muamelede bulunması gerekir. Özellikle dengesiz
konuşan, hareket eden, kendine hâkim olamayan insanlara karşı dikkatli olunmalı
ve yönlendirilebilirliğini düşünmelidir.
3.2.SUÇ
SONRASI HİZMETLERE DÖNÜK
Suç sonras ı hizmetler ile ilgili
güvenlik yönetimi içinde birçok birim bulunmaktadır. Bunları polis
merkezlerinin adli işlemleri, narkotik, mali, organize, asayiş, terör, çocuk
suçlar ıyla mücadele birimleri ve delil toplayan, inceleyen birimler olarak sıralayabiliriz.
Suç sonrası yakalanan şahıslarla ilgili soruşturma, sorgulama ve suç yeri
incelemesi yapılmaktadır. Dünya Af Örgütü’nün 1992 yılında neşrettiği raporda
şunlar ın yazdığı belirtilmektedir: ‘‘İnsanın zihni yetilerini bozmayı, yok
etmeyi, değiştirmeyi hede^eyen sorgulama prosedürü ahlaki bir suçtur’ ifadesi
yer almıştır.
Yine aynı raporda bu durum için ‘Fiziksel
işkence sını^andırması kadar insanlık d ışıdır’ cümlesine yer verilmiştir.’’[342]
Sorgulama ile ilgili sınırlamalar olduğunu görmekteyiz. Her iş insan hakları
çerçevesinde değerlendirilmeli. Suç yeri incelemesi ile ilgili ‘Psikometri
Nedir?’ ba şlıklı yazıda şunlar yazılı:
‘‘Yurtdışında polislerle çalışan psikometri medyumları suçluların dokundukları
eşyalar aracılığıyla onların yakalanmasında önemli bilgiler
verebilmektedirler.’’[343]
Olay yeri inceleme, bomba imha ve inceleme ile kriminal laboratuar aç ısından
materyallerin, e şyalar ın bir de bu yönden incelenmesi belki faydalı sonuç
verebilir. Sorgulamayla ilgili Prof. Dr. Sevil Atasoy’un ‘Yalanlar Hakkındaki
Çıplak Gerçekler’ başlıklı yazısında şunlar yaz ılıdır: ‘‘1940’lı yıllarda CIA
iki sorgu yöntemi üzerinde çalışmaktaydı. Bunlardan ilki, narko- hipnoz diğeri,
birbirine ters etkili iki farklı maddeyi dönüşümlü olarak damar yoluyla
vermekti. Bunlardan ilki barbitürattı, diğeri uyarıcı etkisi olan bir
amfetamin.
Böylelikle, kişi uyumaya başlarken
birdenbire uyarılmakta, tam uyanmadan yeniden uyutulmaktaydı. CIA belgelerine ‘alacakaranlık kuşağı’
olarak geçen bu uygulama, her zaman tatminkâr sonuçlar vermedi.’’[344]
Denenen ancak sonuç alınamayan nice örnekten biri. Üzerinden 70-80 sene
geçtikten sonra CIA bu yöntemler üzerinde hala çalışmakta mıdır acaba?
Türkiye’de bu konuya benzer bir konuda bazı güvenlik birimlerinin yardım aldığı
ile ilgili ‘Medyum Uzer: Üzeyir Garih’i uyarmıştım’ başlıklı haberde şunlar
yazılı: ‘‘Medyum Uzer, Türkiye’nin, bütün dünyada büyük ilgi gören
parapsikolojiden faydalanmakta geç kaldığını söyleyerek, son dönemlerde
tartışma konusu olan büyücülük ve falcılığın, medyumlukla karıştırıldığını
ileri sürdü. Emniyet birimlerinde hipnozla sorgulamanın suçluları yakalamada
büyük katkısı olacağına değinen Uzer, zanlının hipnozla sorgusunda yalan
söyleyemeyeceğini savundu ve medyumluğun bilimsel temele dayandığını kaydetti.
Esin Uzer, Türkiye’de bazı devlet kurumlar ının, amaçlar ına ulaşabilmek için
medyumlara ba şvurduklar ını ifade etti. Uzer şöyle konuştu: ‘.. .Süper güç
dediğimiz ABD, parapsikoloji konusunda FBI ve CIA gibi kurumlara yardım ediyor.
Şu an ABD’deki istihbarat birimlerine 14 medyumun hizmet verdiği biliniyor. ABD
istihbarat birimlerince ünlü bir medyum kuruluşuna büyük meblağlar ödeniyor.’
.. .Amerika’daki KGB ajanlar ının yerlerini ve düşmanının
koordinatlarını bile medyum teşkilatına tespit ettirdiği iddiaları biliniyor.
Fizikçi Lev Landau, her canlının kısa dalga radyo frekansıyla yayın yaptığını
ve günün birinde bunun insanlık tarafından kullanılabileceğini söylüyor. Ruslar
bu yönteme, ‘biyolojik radyo haberleşmesi’ adını taktılar. Esin Uzer,
‘Türkiye’de biz bu konumu herhalde 50 yıl sonra yakalayacağız’ dedikten sonra
şunları ekliyor: ‘Metafizik basit büyücü ve falcılarla ifade edilmemeli. Son zamanlarda Türkiye’de özellikle baz ı
emniyet birimleri faili meçhullerle ilgili olarak bizden yardım istediler’’[345]
Faili meçhuller güvenlik biriminde görevli herkesi etkiliyor ve hemen her
yönteme başvurulabiliyor olayın çözümü için. Bu yöntemlerden birisi olabilecek
hayvanlardan bilgi almakla ilgili olarak ‘Kuş, Kaplumbağa Ve Köpekbalığı
Dedekti^eri’ başlıklı haberde şunlar yaz ılı:
‘‘Adamın birinin, Çarli adında, çok
ihtiyar, çok akıllı, çok konuşkan bir papağanı varmış... ״Anlatacaklar ım gerçek ve İngilizleri uzunca süre meşgul etmiş
bir olay. Şöyle ki: 2004 yılı başlarına doğru, mavi, sarı ‘ara’ türü 104
yaşındaki papağanın sahibi Peter Oram, kuş üreticisi olan kayınpederinin,
Çarli’yi 1937’de İngiltere başbakanı Winston Churchill’e sattığını, 1965’te,
ölümünden sonra geri aldığını iddia etti. Çarli ne zaman ağzını açsa -ki bunu
çok sık yapıyor- Churchill’in sesini taklit ederek Hitler’e ve Nazilere açık
saçık küftrler ediyor. Kuşçuya göre, bunları Churchill’den başkası öğretmiş
olamaz. Churchill’in kızı ise, babasının bir Afrika gri papağanı olduğunu,
hiçbir zaman ‘ara’sı bulunmadığını, üstelik papağanına terbiyesiz sözcükler öğretmeyecek
kadar nazik bir kişi olduğunu söylüyor.
Peter Oram,
papağanın konuşma özellikleri ile Churchill’in kayda alınmış sesini
karşılaştıracak, adli fonetik konusunda uzman bir bilirkişi bulabilirse, belki
de iddias ını kanıtlayabilecek.’’[346]
Bir papağan kendisine öğretilenleri polislere, güvenlik birimine de söyler
herhalde. Aranan bir şahsın evinde bulunan böylesi bir papağan sahibinin ismini
biliyorsa o ismi güvenlik görevlilerinden esirgemez muhtemelen. Bu haberden
şunu da alabiliriz: Suç yerinde bulunan her hayvanın suçla ilgili bize
söyleyebileceği birşeyler olabilir. Önemli olan hayvan dillerini çözmek veya
hangi hayvandan ne şekilde bilgi alınabileceğini bilmektir. Bir örnek olarak
metafizik olaylardan ‘Eşeğin Şahitliğini’ gösterebiliriz. Bu suç önlemede de
kullanılabilir. Suç yeri incelemelerinde birçok yöntem kullanılmaktadır.
Aranılan bir suç aleti ile ilgili olarak düşünecek olursak, ‘Cisimler Bo şlukta
İz Bırak ıyor’ başlığıyla verilen bilgilere göre süjeler az önce yerinden
alınmış bir objenin bile rengini söyleyebilmekte ve sanki eşyalar yer
değiştirirken havada iz bırakmaktadır.[347]
Olay
yerinden çıkar ılmış olan önemli bir eşya ile ilgili bilgi alınabilecekse bu
yol göz ardı edilmemelidir. Yine bir suç yeri incelemesinde başkaca bir yöntem
ile ilgili olarak: ‘‘... Radyestezinin cinayetlerin ayd ınlat
ılması, çalınan ve saklanan eşyaların yerlerinin bulunması, hırsızların
izlerinin takip edilmesi gibi konularda da kullanıldığını belirtmek gerekir.
Ruslar ister istemez radyestezinin bu tarafını da incelemişlerdir. Fransız Jean Aymar’ın radyesteziyi polisiye alanda
kullanmas ını Ruslardan işitmiştik: ‘Cinayetin işlendiği bodruma girdiğinde Aymar’ın
nabzı yükselir, titrer. Elindeki çatal çubuk cesetlerin bulunduğu tarafa
yönelir. Aymar katillerin yattıkları yatağı
kullandıkları sürahi ve bardakları bile tespit etmiştir.’’[348]
Radyestezinin kayıp insanlar ve eşyaları
bulmak için kullanıldığından bahsetmiştik. Olay yeri
incelemelerinde çatal çubukla çalışan görevliler olursa, çok kişi bunu kabul edemeyecek gibi
gözükmekte. İncelemelerin önemi büyük olmakla beraber soruşturma da güvenlik
görevlerinde üzerinde durulması gereken konulardandır. Suç failini bulmaya
çalışırken birçok bilgi kaynağından yararlanılır. Bilgilerin güvenilirliğine
göre değerlendirme yapılır ve ilgili şahıslar elde edilmeye, yakalanmaya
çalışılır. Yeni bir bilgi kaynağı içeriği olan ‘Cin Dosyası’ başlıklı yazıda
şunlar yaz ılı: ‘‘Kur'an'da, Süleyman Aleyhisselam'ın kuşlardan ve cinlerden
ordularının olduğu, cinlerin kaleler, havuzlar ve kazanlar yapt ıklar ı,
içlerinde bina ustalar ının ve denizlere dalan dalg ıçlar ın bulunduğu, ayrıca
birkaç bin kilometre uzaktan Belkıs'ın tahtının anında getirildiği anlatılır.
Ayetler, bizi fizik ötesi âlemlere götürmekte ve metafizik vakalarla
tanıştırıp, cin, şeytan ve ruhanilerle kalbin ve hissin diliyle
konuşabileceğimiz bir âlemde gezdirmektedir. İnsanlık, şu anda bu işin henüz
elif-basında ve emekleme devresinde bulunuyor. Telepatinin, ruhlarla
konuşmanın, cin ve şeytanlarla en geniş sahalarda haberleşme yapmanın ve onları
emir altına alıp iş gördürmenin perdesi yeni yeni aralanıyor. Özellikle
günümüzde Rusya, Amerika ve Çin gibi madde ötesi âleme kapalı ülkeler bu konuda
yeni yeni araştırma yapmakta k ıtalararas ı haberleşme sisteminde ve askeri
alanda onlardan istifadenin yollarını araştırmaktadırlar. Her geçen günle
birlikte biraz daha küçülen şu dünyanın gelecek yapılanmasında cinler çok daha
ciddi roller oynayıp uydular ve kıtalar arası hadiselerde varlıklarını daha iyi
hissettirebilirler.’’391 Kontrol edilmesi durumunda bu varlıkların
güvenlik hizmetlerinde bilgi kaynağı olarak kullanılabileceği görülmektedir.
Çok çeşitli suçlar sonras ında faille ilgili pek bilgi bulunmayan, incelemeler
sonucu delil tespit edilemeyen, olayla ilgili görgü şahidi olmayan nice olaylar
vardır. Bu olaylar narkotik, mali, organize, asayiş, terör, çocuk konulu
olabilmektedir. Olayın üzerinden bir süre geçse bile geçmişe dönük olarak
olayın faili ile ilgili bilgi alınabilecekse, tanımlanamayan bu varlıklar ın
suç sonras ı güvenlik hizmetlerine çok büyük katkısı olacaktır. Henüz ülkemizde
bu varlıklarla ilgili yeterli sayıda araştırma yap ılmamıştır. Metafizikle,
parapsikoloji ile bilimsel olarak ilgilenip, kürsüler, laboratuarlar, fakülte
ve okullar kurulmamıştır. Yabancı ülkelerde bu konuda ‘Siyasi Ve Askeri Sahada
Hipnozun Kullanımı’ başlıklı yazıda şunlar yazılı: ‘‘ABD'de parapsikolojik
savunma için psişik süje yetiştirme çalışmaları ba şlat ılmıştır. Profesyonel
yetenekli medyumlardan da yararlanılmaktadır. Parapsikoloji laboratuarında ilk planda 34 medyum
çalışmalara başlamıştır.’’[349]
Gelecekle ilgili bilginin doğruluğu her zaman için tartışmalıdır. Bu bakımdan
medyumlar yeterli sonuç vermeyebilir. Ancak burada önemli olan bu alanların
farkında olup, ilgi duyan, yetenekli olan, öyle-böyle olan herkesten fayda sa ğlamak gerekir. Toplumda ilk başlarda
kabul edilmesi zor gözüken alanlarda çalışanlara fırsat vererek alınan
sonuçlarla beraber bu alanlar ın güvenlik hizmetine kazanımlar sağlamasına
çalışmak gerekir. Başkaca ülkelerde küçük örneklerle bu alanların işe
yaradığını, sonuç verdiğini görmekteyiz. ABD’nin kontrolündeki bir yerde sanki
bir deneye tabi tutulan ‘Konuşturmak için iğne yap ıyorlardı’ başlıklı dizi
yazısında şunları ifade ediyor Guantanamo’daki Türk esir Nuri Mert: ‘‘İlk
dönemlerde bize zorla iğne yapıyorlardı.
İki mahkûm gelip ellerinizi kollarınızı
tutuyor bir diğeri de iğne yapıyordu. İğnenin ne olduğunu ne için yapıldığını
bilmiyorsunuz çünkü hiç kimse bir şey söylemiyor. Enjekteden sonra kusmaya
başlıyordum. Ciğerlerim yanıyor, nefes almam zorlaşıyordu. Bir süre sonra da
zihnim bulanıyordu. Farkında olmadan konuşmaya başlıyordum. Herhalde bizi konuşturmak için yapıyorlardı
iğneleri.’ .. .Birçok şeyi net olarak hat ırlayamamas ını ise aldığı ilaçlara
ve kendisine zorla yap ılan iğnelere bağlıyor.’’[350]
Bu yöntemleri, suç sonrası yakalanan insanlardan bilgi alırken kimine göre
insan haklarına aykırı bu yöntemleri kullanarak bir devletin güvenlik biriminin
görev yapması tepkilere sebep olabilmektedir. Hangi suçlar için yap ıldığına
göre insanlar ın tepkisi değişebilmektedir. İnsanlar zor zamanlarda yeterli
güvenliğim olsun, özgürlüğüm kısıtlansın diyebilmektedir. Korkuyla
yaşamaktansa, sınırlı bir hareket alanında güvenli bir şekilde yaşarım
anlayışına sahip olabilmektedir. Devlet güvenliğini tehdit eden, özellikle
terör suçlar ında yakalanan insanlarla ilgili, kamuoyunun da normal
karşılayabileceği düşünülürse diğer suç türleriyle ilgili yakalanan insanlara
uygulanan sorgulama yöntemlerinden farklı olarak yukarıda örneklenen, yeni,
üzerinde araştırmalar yap ıp sınırlar ı belirlenerek kullanılması fayda
sağlayabilecek bu tür yöntemler kullanılabilir belki de. Zihin kontrolü,
hipnoz, narko-hipnoz çalışmalarından elde edilen sonuçlar, özellikle terör
suçlular ından bilgi alabilmek için, bu suçlarla ilgili yap ılanmanın çözülmesi
için hayati öneme sahip çok değerli bilgiler verebilir. Günümüzde birçok alanda
çok hızlı bir şekilde bilimsel gelişmeler olmaktadır. Bunları iyi takip edip
aynı hızda bünyelere adapte etmek çok önemlidir. ‘‘İngiliz bilim dergisi
Popular Science (Popüler Bilim) bir sayısını insan bedeninin geleceğine
ayırdı.’ ‘.Beyne yerleştirilen bir mikro çip hücreler aras ındaki iletişimi sağlayacak. Böylece
beynin anıları saklayan bölümünde oluşan herhangi tahribat erkenden teşhis
edilebilecek. Dönüşü olmayan durumlarda da buradaki bilgiler mikro çipte
saklanacak.’ ‘. ABD’deki Brown Üniversitesi beyne yerle ştirilerek elektronik
aletlerle iletişim kurmayı sağlayan mikroçip için ilk adımı attı. Beynin
korteks bölgesine yerleştirilecek bu çip, beyin sinyallerini radyo dalgalar ını
aletlere iletecek. Böylece mailleri okumak ya da ışıkları açmak
için sadece ‘düşünmek’ yeterli olacak.’’394 Beyin içindeki
mikroçipler zamanla insanın başkaca birçok özelliği ile ilgili yardımcı
konumlarda kullanılabilir. Unutmak sözcüğü sözlüklerden çıkabilir.
Bilgisayardaki bilgilerin yedeklenmesi gibi beynin yedeği çiplere alınarak
insanlık tümden yeni bir çağa yelken açmış olur. Güvenlik hizmetleriyle ilgili
elde olan her sanık, şüphelinin sahip olduğu tüm bilgilerin bilinebilirliği
demektir bu. Terör suçlarını, hatta hemen her suçu bitirmek adına büyük bir
gelişme olabilir bu yöndeki teknolojiler. Düşüncenin maddeye tesiri olduğu için
metafizik bir konudur bu ifade edilenler. Düşünce ile ilgili başkaca
araştırmalar, ilerlemeler söz konusudur. ‘Sıra düşünce okumakta’ başlıklı
haberde şunlar yazılı: ‘‘Britanya University College London ve ABD Kaliforniya
Üniversitesi’nden araştırmacılar, beyin tarama sonuçlarına bakarak kişilerin
gördükleri ya da dinlediklerini belirleyebildikleri iddiasında. Britanya’da yap
ılan araştırmada deneklere aynı anda iki farklı görüntü gösterildi. Biri
kırmızı, diğeri mavi çizgilerden oluşan resimlerden biri sağ, biri sol gözün
önüne yerleştirilerek beyin aktiviteleri gözlendi. Her bir gözün sadece
önündeki resmi görmesini sağlayan gözlükler verilen deneklerin beyinlerinin iki
resim arasında gidip geldiği, bazen bir resmi bazen diğerini gördüğü
belirtildi. Bu arada ‘İMRT adlı yöntemle beyin taraması yapan uzmanlar kırmızı
ya da mavi resme odaklanırken beynin farklı bölümlerinin çalıştığını gördü. Bu
yöntem sayesinde kişinin hangi resme baktığı anlaşıldı. ABD’de yürütülen
çalışmada ise aynı teori daha gündelik bir örnek üzerinde uygulandı. Uzmanlar
deneklerin başına elektrotlar yerleştirerek iki deneğe ‘İyi, Kötü, Çirkin’
filmini izletti. Bu sırada beynin ses korteksindeki aktivite incelendi. Ekibin
başkanı Prof. Itzhak Fried, ‘Bu yöntemle hangi sahnenin izlendiğini ve hangi
sesin duyulduğunu tespit edebildik’ dedi. Uzmanlar araştırmanın bir cihaz yardımıyla
‘beynin okunabileceği’ tezini doğruladığını söyledi.’’[351]؟ Yine ifade edelim, özellikle terör
suçlar ında yakalanan şahıslarla alakalı beynin okunmasına benzer
teknolojilerin kullanılması, yakın gelecekte devletlerce uygun görülecek gibi gözükmektedir. Düşüncelerimiz, bu düşüncelerin meydana geldiği, üretildiği yer olan
beynimizden çıkmaktadır,
başkalarına ifade edilmektedir.
Yani
söz ve davranışlar ımızla düşüncelerimizi kullanıma sunmaktayız. Bilim adamlar
ı yapt ıkları araştırmalarda söz ve davranışlarımızın çevremizdeki eşya, hava
zerreleri ve bitkiler tarafından bir şekilde algılandığını belirtmektedir.
Mesela kötülük yapmış insan karşısında ağaç yaprakları gerilmekte, olumsuz
etkilenmektedir. İyi bir insan gelince de gevşeyip rahatlamaktadır. Gelecekte
belki de katilin çevresinde bulunan eşya ve bitkiler, mahkemede şahitlik yapabileceklerdir.
Bitkilerde parapsikoloji ve psikometri işte tam bununla ilgilenmektedir.
Güvenlik konusuna katkı sağlamak için tüm bilim dallarının takip edilerek
adapte edilebilecek yenilikler hızlı bir şekilde bünyeye alınmalıdır. Bir başka
açıdan dünya milletlerinden biri olan aborjinlerin suçla ilgili herkesten
farklı bir tutumu vardır. ‘‘Birisi toplum tarafından kabul edilemeyen ya da
şiddetle dolu bir şey yaptığında, ‘kemikle gösterme’ denilen yönteme
başvurulurdu. Kötülüğü yapan kişi, duyduğu suçluluk ve vicdan azabından dolayı
ortaya çıkan kendi kendine yarattığı psikolojik hastalıktan rahatsızlanır ve
bazen ölürdü. Bizim hiçbir zaman hapishanelerimiz,
giyotinlerimiz, insanları kurşuna dizen idam mangalarımız, hatta polis rolü
oynayan kişilerimiz bile olmad ı.’’[352]
Otokontrolle, toplum bireylerinin tümünün kat ılımıyla suç işleyene ceza
verilmesi çözüm olabilmektedir. Güvenlik insanın temel ihtiyaçlar ından fakat
bunla ilgili özel bir birim olmaks ızın herkesin katılımıyla güvenliğin
sağlanması mümkün olduğu görülmektedir. Suçla ilgili cezanın ne olacağına karar
verenler açısından önemli bir bilgidir bu. Topluma zarar vermesi bu şekilde
engellenmektedir. Güvenlik hizmetindeki yöneticilerin bazen bir suçluyla ilgili
benzer örnekler göstermesi faydalı sonuçlar verebilir. İnsan psikolojik olarak
etkilendiği takdirde, büyük değişimlere uğrayabilir. Suçlular büyük kederle,
vicdan azabıyla beraber topluma yeniden kazand ırılabilir. Yönetim aç ısından,
suçlular ın ikna edilmesi, düşüncelerinin değiştirilmesi onlara mahkûmiyet
cezası vermekten daha iyi olabiliyor. Yeniliklere açık olmak, yeni
düşüncelerden korkmamak gerekir. ‘‘Yatır’ kitabının yazarı ‘Sadık Yemni’ ‘İhsan
Yılmaz’a röportajında şunları ifade ediyor: ‘‘...paragnost diye bir meslek vard
ır Hollanda’da, bildiğimiz medyumluk yani. Legal olarak bu işi yapıyorlar ve ne
bileyim kayıp bir cesedin yerini söylüyor mesela ve gidiyorlar orada buluyorlar
cesedi. Bunlar ın en ünlülerinden biri Muska’yı okuyor ve burada anlat ılan
olaylar ın bir kısmı gerçekten olmu ş, diyor.
—Neydi o gerçek dediği şeyler?
—Birine sabun büyüsü yap ılmasıydı ve
sabun eridikçe o kişi eriyordu. Ve ben o sabunu bulmakla görevlendirilmiştim
kitabın kahramanı Sarp gibi. Sabunu buldum ve kadın iyileşti.
—Bildiğimiz büyü yani, sizin açıklamanız
nedir buna?
—Bir tür enerji kullanımı ya da telkin
olarak açıklıyorum ben bunu. Enerji insanları bu şekilde etkileyebilir. Vudu, nazar bu tür enerji kullanımıyla
ilgili şeylerdir.’’[353]
Kayıp ceset bulan paragnostlar... Sonuca giden bir çok yol vardır. Gidilen
yolun kanuni olması ve aykırı bir durum olmaması gerekir. Hedefe giden her yol
doğru değildir ama eğer herhangi bir şeye zarar vermiyorsa ve sonuç
alınabiliyorsa neden kullanılmasın bazı yollar. Bir yetenekli kişi tespit edip
tehlikeyi başkalarıyla paylaşıyorsa, bir sorunu çözücü olabilecek bir bilgi
veriyorsa bu başkasına veya herhangi birisine zarar vermeden değerlendirmeye
alınabilir. Suçların çözümü daha kolay olacaktır böylece. Bizim dışımızdaki
ülkelerde metafiziki, parapsikolojik konularda ilerlemeler kaydedildiğini ifade
etmiştik. ‘‘1978 yılında Walter Boward adlı yazar, Operation Mind Control
(Beyin Kontrol Harekatı) adında yayınladığı kitabında şunları anlatıyordu: ‘Bu
araştırmalar; hipnoz tekniği, narkotik-hipnoz, elektronik olarak beynin
uyarılması, ultrasonik, mikrodalgalar, alçak ses frekanslarıyla davranışların
etkilenmesi ve davranış değişiklikleri terapisidir. CIA psikolojik silah
stoklar ını, psişik silahlar ın değişik tiplerini geliştirmeyi başararak
artırmıştır. Şimdi bu kabiliyetleriyle yeni tip bir harbe girişmesi mümkündür. Bu harp görünmez, muharebe sahas ı ise
insan zihinleridir.’’[354]
‘Psişik silah’ henüz sözlüklere giren kelimelerden değildir. Yak ın ve uzak
gelecekle ilgili olarak yöneticilerde sezgilerin, önsezilerin, planlamaların
olması gerektiği muhakkak. Güvenlik yönetiminde metafiziğin artan bir hızla
kabul görebileceğini söylemek mümkündür. Dünyada hakimiyeti sağlayacak olanlar
insan zihnine hâkim olanlar, o zihinleri yönlendirebilenler olacaktır. Tam da
bu konuyla ilgili bir örnek ülkemizde meşhur bir suçlu tarafından şu şekilde
ifade edilmektedir: ‘‘Dünyanın neresine gidersem gideyim Amerikalılar beni
izledi.’ Fransa’da otelde yakalandıktan sonra ‘Türkiye’de Kürtlere işkence yap
ılıyor demesini istediklerini’ söyleyen Çakıcı, bu talebi yerine getirmeyince
kendisine işkence yapıldığını kaydetti. Çakıcı, ‘Altı ay tek başıma hücrede,
yüksek voltajlı ışık altında kaldım. Parapsikolojik müdahaleler oldu.
Aklımı kaybedebilirdim. Allah korudu, yoksa Ağca gibi olacaktım,’
dedi.’’[355]
Ülkemizde gündeme gelen birçok olayda kullanılan şahıslara genelleme yap ılacak
olursa, hangi bilgiyle, insan kaynağıyla bu şekilde yönlendirilen insanlar ın,
suçlular ın önüne geçilebileceğini sormak gerekir. Suç işlerken kullanılan bir
yöntemi görmemezlikten gelmek, suçun çözümüne katkı sağlamamaktadır. Benzer
yöntemleri kullanarak özellikle terör suçlarında ve diğer suçlardan olan
organize, asayiş ve çocuk suçlarında başarı kazanılabileceğini denemek gerekir.
Buna güvenlik hizmetlerinde imkân tanınması gerekir. ‘‘Telepat Eric Hanussen Nazilerin planlar ını tamamıyla
bilebildiği için, Hitler tarafından öldürülmüştü.’’[356]
Parapsikoloji güvenlik konusunu aşarak hemen birçok alanda insan hayat ına,
toplum düzenine etkide bulunmaktadır. ‘Korsan DVD’yle savaşıyorlar’ başlıklı
haberde şunlar yazılı: ‘‘Malezya, müzik ve film korsanlarına karşı köpeklerle
mücadele ediyor. 3.5 yaşındaki siyah Labrador cinsi ‘Flo’ ve ‘Lucky’ isimli köpekler,
kargolarda gizlenen korsan CD ve DVD’lerin yerini 10 dakikada tespit ediyor.
Flo ve Lucky, kolileri kokluyor ve şüpheli paketi tespit ettiğinde önüne
oturarak sahibine haber veriyor.
Hollywood’daki 6 büyük film şirketini bünyesinde barındıran Motion Picture
Association ile Malezyalı yetkililerin işbirliğinde yapılan çalışmada görev
alan Flo ve Lucky, optik disklerde kullanılan kimyasalları tespit etmek için 8
ay eğitim gördü.’’[357]
Hayvanların dilini, zihnini çözdükçe daha fazla alanda insanlara faydaları
dokunacaktır. Parapsikoloji içinde hayvanlarda telepati konusu olduğu gibi
durugörü de bulunmaktadır. Bu konuyla ilgili ‘İngiltere, Bin Laden’i medyumla
bulacakmış’ başlıklı haberde şunlar yazılı: ‘‘İngiltere Savunma Bakanlığı’nın,
Usame Bin Ladin’in gizlendiği yeri bulmak için medyumlardan medet umduğu ortaya
çıkt ı. İngiliz basınında yer alan haberlere göre, bakanlığın yeni açıklanan
gizli belgelerinde, 2002’de Bin Ladin’i bulmak için bir parapsikolojik deney
yürütüldüğü belirtiliyor. Gönüllülerin, bir zarfın içindeki gizli cisimleri
görüp göremediklerinin anlaşılmaya çalışıldığı deneyler yapan bakanlık, olumlu
sonuç alırsa medyumları, Ladin’in gizli üssünü ve Irak’taki kitle imha silahlarının
yerini bulmak için kullanmayı planlamış. Bakanlık bu amaçla 18 bin sterlin
(yaklaşık 49 bin YTL) harcamış.
Ankara,
aa’’[358]
Neden olmasın? Çok tehlikeli bir suçluyu yakalama imkanı veriyorsa neden
kollanılmasın? Suç sonras ı hizmetler, insanlar ın daha güvenli bir hayat
yaşamalarına daha fazla katkı sağlasa kimin itirazı olacaktır buna? Çok zaman
güvenlik
görevlileri bildiği, yakalad ığı halde
suçlular ın toplum içinde hala yaşad ığı ve suç işlemeye devam ettiği çok yerde
belirtiliyorsa, suça verilen ceza konusunda eksiklikler bulunuyorsa, bunun
yanında bir de suçluların yakalanamamasını düşünmek, toplumun huzurunu ve
devlete olan güvenini sarsacaktır. Zaten polis yakaladı, adliye bıraktı
haberleri sıklıkla haber konusu yap ılıyor. Polisin artık yakalayamadığını
görecek olursak, bu ortamda çok büyük sıkıntılar oluşabilecektir. Güvenlik
görevlilerinin suçlular ın yakalanması ile ilgili imkânlar ının, yollarının,
teknolojilerinin art ırılması, çeşitlendirilmesi gerekir. ‘‘Zahuri, İspanya’da toprak altındaki
suyu, madeni eşyayı, gizli hazineleri, cesetleri bulacak derecede fevkalade
keskin görme kudretine sahip olanlara verilen isimdir.’’[359]
Başka toplumların kültüründe yer eden ve ona özel adlar verilen bir durumu
güvenlik hizmeti açısından kullanabilmek çok güzel sonuçlar verebilmektedir. Bu
zamanda ülkemizde güvenlik hizmetlerinde benzer insanlar kullanılsaydı kamuoyu
bu işi kolay kolay kabul etmeyebilir belki de. ‘‘.. .Saint Jean Bascot’nun keşif olayları dikkate değer.
Bu zat diyor ki: ‘Ne zaman gençlerden mürekkep bir grup içinde bulunsam,
aralarında bir ahlaksız ve hayâsız varsa, onu derhal kokusundan anlamışımdır.
Herhangi bir delikanlıyı karşıma getiriniz.
Onu ilk
defa görmüş olsam bile alnına gözlerimi dikince, çocukluğundan beri işlediği
bütün hataları meydana çıkarırım.’’[360]
Aslında metafizik konular ın sıklığı ve yetenekli insan sayısının fazlalığı
bizim toplumumuzdaki kadar olmayan toplumlarda bir çok örnek olay
gösterilebilmektedir. Bu insanlar bir vakıa ve bu ülke bunlardan
faydalanamamakta. Yine ülkemiz d ışından bir örnek şu şekilde yaz ılmış: ‘‘Bir
zamanlar, bana aile yadigâr ı olarak kalan çok değerli bir yüzüğü kaybetmiştim.
Her yere baktım ama bir türlü bulamadım. Geceleri tıpkı karşımdaki biriyle
konuşur gibi bilinçaltımla konuşmaya başladım. Uykuya dalmadan önce ona şöyle
dedim.: ‘Sen her şeyi bilirsin, yüzüğün de nerede olduğunu biliyorsun ve şimdi
bana onun nerede olduğunu açıklıyorsun.’ Sabahleyin aniden uyandım; kulağımda
şu sözler çınlıyordu: ‘Robert’a sor!’ Bunu, dokuz yaşlarındaki bir çocuk olan
Robert’a sormanın çok anlamsız olduğunu düşündüm ama yine de içimden gelen
sesin dediklerine uydum. Robert şöyle dedi: ‘A, evet, onu bahçede buldum
ve odamdaki masanın üzerine bıraktım.
Pek değerli
bir şey olmadığını düşündüğüm için kimseye bir şey söylemedim.’’[361]
Beynin, bilinçalt ının sınırlar ı hala araştırılmaktadır. Bir konuya
odaklanmak, bir sorunu çözmek için tüm enerjini vermek
yöneticilerin sonuç almasına imkan
verebilmektedir. Güvenlik yönetiminde özverili çalışan, fedakar, suçla
mücadelede tüm enerjisini, kapasitesini kullanan amirlere müdürlere ihtiyaç
vardır. Polis amirlerinin hazırladığı bir kitapta şunlar ifade edilmektedir: ‘‘... incelemelerde halen kriminal polis
laboratuarlar ının kollanmakta olduğu tekniklerin yanı sıra olay mahallinde
bulunan atmosferin, eşyaların, bitkilerin ve hayvan hafızalarının kullanılacağı
öngörülmektedir. Söz konusu tekniklerin birçoğu halen bazı ülkeler tarafından
kullanılmaktadır. Örneğin laponya’da bir odada bir iki saat önce yap ılmış
konuşmaların kısmen çözümlendiği bilinmektedir.’’406 Bazı polis
amirlerinin bu ve benzeri konulara yakın olduğu anlaşılmaktadır. Gelişen
teknolojileri takip ederek güvenlik hizmetlerine ufuk kazandırmak adına suçla
mücadelede çözüm yollarının hızlı bir şekilde artırılmasıyla ilgili tüm
girişimlere büyük bir destek vermelidir. Yöneticiler basiretli olanlardan,
sezgisi iyi olanlardan seçilmeli. Yetenekli insanlar polis tarafından
kullanılmalıdır.
Hükmedenlerin, amir veya müdür olanların
alacağı şeyler var su deneyleri sonuçlarından. İnsanları suça iten sebepleri
anlamak açısından da zanlının içinde, çevresindeki durumun öğrenilerek, onu
olumsuz harekete yönlendiren unsurun ne olduğu, beslendiği kaynaklardan
olabilecek düşünce-söz-müzik-emir gibi unsurların ne ifade ettiği çok önemli
olmaktad ır. Güvenlik yöneticilerinin maiyetindeki personele tavırlarında alay
edici tavırdan kaçınmaları, onları dikkate almaları, onlara teşekkür etmeleri,
birlikte hareket etmekle ilgili ifadelerle konuşmaları, bürolarda, ekiplerde
çalışan görevlilerin klasik müzik, iyileştirici müzik dinlemeleri, Polis Radyo’sunun
bu yönde yayın yapması ve özellikle heavy-metal müziği yayınlamaması gerektiği
anlaşılmaktadır. Bina içlerinde bulunan birçok tabela sözcüklerinin kesin
emirler ve yasaklar içeren bir dile sahip olduğunu görürüz. Belki bu dilin de
birlikte hareket edelim anlamında kurulan cümlelerle değiştirilmesi gerekir.
Resmi yazışma kurallarının bu çerçevede ele alınması olumlu sonuçlar verebilir.
Personel istihdamında yetenekli insanlar güvenlik hizmetinde görev alarak
polisle yan yana, birlikte çalışmalıdır. Foto film biriminin kirlian foto ğraf
tekniği ile ilgili bilgi sahibi olması ve bir suçla ilgili şahıs yakalandığında
bu yöntemi kollanarak teşhislerde bulunmas ı, bu işlemleri sağlık birimi ve
ilgili suçla mücadele eden soruşturma birimiyle koordinasyon içerisinde
yürütmesi önerilebilir. Hukok işlerinde bu yöntemlerin kullanılabilmesi için
kanuni teklifler hazırlanarak, yönetmelik, genelge, kanun düzenlemeleri için
mümkün olan şeyler yap ılabilir. Sat ın alma ve ikmal ile bütçe biriminde bu
yöndeki teknolojilerin alımı ve kaynak aktar ımı sağlanabilir. Basın protokol
ve halkla ilişkiler birimiyle ilgili olarak ele alınan konuyla ilgili
kamuoyunda gündem oluşturup yer alacak şekilde bilgiler, görüntüler, eğitimler,
sosyal hizmetler duyurulabilir. Halk ın metafiziğe olumlu yaklaşmasını
sağlayıcı bilgiler onlara iletilebilir. Yetenekli kişilerin güvenlik biriminden
ruhsat almaları ve ruhsatsız çalışanlara cezalar verilmesi gerekir. Bu
şahısların çalışabileceği yerlerin, laboratuar koşullarının sağlanması, deneyler
yapabilmeleri için belli bir sistem içine yerleştirilmeleri ve sorumluk, görev
alanlar ının belirlenmesi gerekir. Bu şahıslar ın bağlı olabileceği bir birim
alt ında ar-ge faaliyetlerinin yap ılması gerekebilir.
SONUÇ VE GENEL DEĞERLENDİRME
Bu tez çalışmasıyla güvenlik biriminde,
alanında çalışanların yönetirken ve görevini yaparken metafizikten
faydalanabilece ği ortaya koymaya çalışıldı. Birçok kaynaktan bilgiler
derlenerek, literatürde konu hakkında ifade edilenler, yazılanlar alıntılanarak
konu hakkında bilgi toplandı. Güvenlik biriminin iki ana görevi olan suç önleme
ve suçluyu yakalama hakkında bu konunun ne gibi bir faydası olabileceği
yorumlanarak sonuç bölümü oluşturuldu. Hem güvenlik yöneticileri açısından, hem
de sistem ve bu sistemdeki çalışanlar aç ısından konu anlat ılmaya çalışıldı.
Açıklanamayan, çözülemeyen olaylarla ilgili yeni bir yol olan metafizik
bilgileri, teknolojileri kullanılırsa daha çok yoldan daha çok delille,
bilgiyle sonuca ulaşılmış olacağından güvenlik birimine duyulan güvenin
artacağı muhakkaktır. Test edilen varsayım ‘güvenlik yönetiminde metafiziği
^llanabiliriz’di. Bu varsayım ile ilgili 3. bölümde son derece önemli
uyarlamalar ele alınarak, güvenlik yönetimine metafiziğin katkılar ı ortaya
konulmuştur.
Günümüzde bireysel egemenlik çok önemli
görülmektedir. Bu egemenliğin sağlanamadığı durumlar, yürütülen kontrol
programlarıyla olmaktadır. Birçok alanda zihin kontrol programlarının
uygulandığını okumakta, görmekte, duymakta ve yaşamaktayız. Kitlelerin kontrol edilmesinde
ve bireyin egemenliğine kısıtlama getirilmesinde kullanılan bu ve benzeri
teknolojilerden haberdar olmak gerekir. Bu çalışmayla bu yöne dikkat çekilmeye
çalışılmıştır aynı zamanda.
Çalış mada var ılan sonuçlar ın sisteme
k ısa sürede adapte edilmesi zaman alacaktır. Öncelikle kamuoyunun bu konuda
bilgilendirilmesi ve bu çalışmaların faydalı sonuçlar doğuracağının iyi anlat
ılması gerekir. Özellikle daha bilimsel olan alanlar ını kullanarak güvenlik
biriminde metafiziğin yer almas ına çalışılmalıdır. Metafiziğin suç önlemedeki
yeri ile ilgili sadece güvenlik biriminin değil, bu konuda üzerine görev düşen
başkaca kurum ve görevlilerinin de faydalanabileceğini ifade etmek gerekir.
Ülkemizde güvenlikle ilgili görev alan polis, asker, istihbarat te şkilat ı ve
diğer birimlerin bu alandaki yeni bilgilere açık olmaları, bilimsel gelişmeleri
takip etmeleri, en kısa zamanda kendi bünyelerine katmaları onların günümüz ve
gelecek dünyasına yön vermelerini sağlayabilir. Ülkelerine, hizmet ettikleri
toplumlarına daha fazla huzur ve güven ortamını temin etmiş olurlar böylece.
Çalış manın son bölümü ile ilgili şunlar
ifade edilebilir. Her görevlinin faydac ı düşünmesi ve verim alınabilecek
yerlere imkân ve zaman ayırması gerekir. Bu doğrultuda hareket şu an
bilmediğimiz birçok alana açılımı sağlayacak ve yüzlerce, binlerce yoldan sonuç
üretilerek görev yapılmasını sağlayacaktır. Önyargılı olmadan yeni bilgilere
yaklaşarak, bilgi güvenliğini ölçmek ve sonucuna göre değerlendirmek gerekir. Çevremizde,
dünyamızda olan olaylara, yeniliklere açık olarak, gelişmeleri bünyeye katmak
önemlidir. Bu bakımdan güvenlik yöneticilerinin duyargalarının açık olması
ehemmiyet arzeder. Akılla birlikte sezgileri de kuvvetli yöneticilere görev
vermek gerekir bu bakımdan. Sadece metafizik konusunda değil, yeni olan hemen
her konuda duyarlı olmak ve acaba bu bilgileri ben kendi görevimde nasıl
kullanabilirimi sormak gerekir. Suç önlemede ve suçluyu yakalamada, aynı
zamanda idari hizmetlerde metafiziğin bir işe yarad ığını göstermek ilk
başlangıç açısından önemli bir kazanımdır. Bu bilgiyi önce öğrenmek ve
sonrasında nasıl kullanılabileceğini tartışmak gerekir. Dolayısıyla bu çalışma
metafiziğin işe yarayabileceğini anlatmaya çalışan bir tezdir. Net olarak
sistem içerisinde nasıl bir yer etmesi gerekebileceği bir sonraki araştırma
konusu olur ancak. Başlangıç olarak metafiziğin güvenlik yönetiminde
kullanımının faydalı olduğunu göstererek tez sonuca ulaştırılmıştır.
KAYNAKÇA
1.
Adam, C., Descartes Hayatı Ve Eserleri (Çev. M. Karasan),
İstanbul, 1997.
2.
Akşam, 14
Mart 2007
3.
Akşam, 14
Nisan 2007
4.
Akşam, 14
Ocak 2007
5.
Akşam, 14
Şubat 2007
6.
Akşam, 22
Ocak 2007
7.
Akşam, 29
Kasım 2006
8.
Alatlı, A.,
‘Siyah-Beyaz Düşüncenin Cenderesi Biterken’ Zaman, 08 Şubat 2002.
9.
Andruzac, C., Metafizik Temaşa Ve Mistik Deneyim-Rene Guenon- (Çev. L. F. Topaçoğlu), İstanbul, 2005.
10.
Ansiklopedik İslam Lügati 1-Tercüman-, İstanbul, 1982.
!!.Ansiklopedik İslam Lügati
2-Tercüman-, İstanbul, 1982.
12.
Arat, M.,
‘Su Kristallerini Bozmamak’, Zaman, 25 Mart 2006
13.
Arslan, A. Y., ‘Guantanamo’daki Türk Esir Anlatıyor, 3.
yazı, Bugün, 27 Mart 2006
14.
Atasoy, S.,
‘Kuş, Kaplumbağa Ve Köpekbalığı Dedektifleri’, Hürriyet, 3 Kasım 2005
15.
‘Atatürk 1924 Yılında Cumhuriyetin
İlelebet Süreceğini Söylüyor’, Güvenlik Dergisi, Sayı:1 Cilt:22, Ocak-Şubat
2007.
16.
Bergson, Heidegger, Marcel, Guenon, Metafizik Nedir?(Yayına Hazırlayan: A.
Aydoğan), İstanbul, 2001.
17.
Blackstone, W. T., Dinsel Bilgi Sorunu (Çev. T. İmamoğlu),
İstanbul, 2005.
18.
Bochenski, j. M., Felsefece Düşünmenin Yolları (Çev.K. Dinçer), Ankara, 1996.
19.
Boutroux, E., Çağdaş Felsefede İlim Ve Din, İstanbul, 1997.
20.
Burke, P., Bilginin Toplumsal Tarihi (Çev. M.
Tunçay), İstanbul, 2004.
21.
Büyük Larousse: Sözlük Ve Ansiklopedisi, 5. cilt,
İstanbul.
22.
Büyük Larousse: Sözlük ve Ansiklopedisi, 10. cilt,
İstanbul.
23.
Büyük Larousse: Sözlük Ve Ansiklopedisi, 11. cilt,
İstanbul.
24.
Büyük Larousse: Sözlük ve Ansiklopedisi, 13. cilt,
İstanbul.
25.
Büyük Larousse: Sözlük Ve Ansiklopedisi, 17. cilt,
İstanbul.
26.
Büyük Larousse: Sözlük Ve Ansiklopedisi, 18. cilt,
İstanbul.
27.
Büyük Larousse: Sözlük Ve Ansiklopedisi, 19. cilt,
İstanbul.
28.
Büyük Larousse: Sözlük Ve Ansiklopedisi, 22. cilt,
İstanbul.
29.
Cumhuriyet, ‘Felçli Gencin Beynine Çip Takıldı’, 01 Nisan 2005
30.
Çiller, Ö.,
‘Akıl ve madde, Özer Çiller ile alternatif tıp’, Bugün, 08 Eylül 2005.
31.
Dicle, O.,
Bilim-Teknik, Nisan 2002
32.
Ekinci, A.,
‘Telepatik Daktilo Beyindekini ‘Yazacak’’, Hürriyet, 10 Nisan 2006
33.
Emoto, M.,
Suyun Bilinmeyen Gücü (Çev. S. Soner), İstanbul, 2005.
34.
Focus, ‘Beynimizin
Ürettiği Elektrikle Bir Makineyi Çalıştırmak Mümkün Mü?’, Ocak 2005.
35.
Ford, A.,
Mistik Ruhlara Sıcak Çikolata 2(Çev. E. Nail), İstanbul, 2005.
36.
Griffin, D. R., Parapsikoloji ve Felsefe (Çev.Y.
Tokatlı), İstanbul, 1998.
37.
Güneş, 29
Kasım 2006
38.
Güven, S., ‘Astral Seyahat’, Hürriyet Bilim, 11 Ocak 2003
39.
Hazard, P.,
Batı Düşüncesindeki Büyük Değişme (Çev. E. Güngör), İstanbul, 1999.
40.
Hekim ve
Yaşam, ‘Hipnoz ve Adli Hipnoz’, Sayı:6, Mayıs-Haziran 1999
41.
Holm, N.
G., Din Psikolojisine Giriş (Çev. A.
Bahadır), İstanbul, 2004.
42.
Hürriyet Bilim,
‘Bitkilerde Yeni Bir Zekâ Biçimi Keşfedildi!’, 31 Ağustos 2002
43.
Hürriyet Bilim,
‘Dünyanın İlk ‘Beyin Çipli Adamı’ Başardı!’, 30 Ekim 2004
44.
Hürriyet Bilim,
‘Düşünceyle Bilgisayar Çalıştırmada Yeni Bir Aşama’, 07 Ocak 2005
45.
Hürriyet Bilim,
‘Narkoz Yerine Hipnoz’, 07 Eylül 2002
46.
Hürriyet Keyf,
24 Nisan 2005
47.
Hürriyet, ‘Pentagon’un Matrix planı’, 24 Mayıs 2003
48.
Hürriyet, ‘Terörist Avlamak İçin Beyin Okuyan Cihaz Geliştiriliyor’, 18
Ağustos
2002
49.
İyi, S.,
‘20. Yüzyılda Metafizik Kavramı Üzerine Bir Araştırma’, Hacettepe Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Ana Bilim Dal ı Yayınlanmamış Doktora Tezi,
Ankara, 1989.
50.
Keith, j., ‘CIA’den Medya’ya Kitlelerin
Kontrolü’(Çev. S. San), İstanbul, 2005.
51.
Keller W., Parapsikoloji(Türkçeleştiren E. N.
Erendor), İstanbul, 1995.
52.
Korkmaz, H. H., Vücudumuzdaki Harikalar, İstanbul, 1991
53.
Lübeck, W., Spiritüel NLP (Çev. G. Epçeli),
İstanbul, 2006.
54.
Milliyet, ‘Anestezi Yerine Hipnozlu Ameliyat’, 01 Eylül 2005
55.
Milliyet, ‘NASA Beyin Okuyacak’, 18 Ağustos 2002
56.
Morgan, M.,
Sonsuzluğun Mesajı.
57.
Murphy, J.,
Bilinçaltının Gücü (Türkçesi A. Babacan), İstanbul, 2000.
58.
Noyan, Ö.
F.,Bilgi’den Bilim Sosyolojisine
59.
Nurbaki, H., İnsan Bilinmezi, İstanbul, 2002
60.Ostrander, S., Schroeder, L., Parapsikolojik Savaş, İstanbul, 2003.
61.Ostrander, S., Schroeder, L., Rusya’da Tanrıya Dönüş, İstanbul.
62.
Özbaşaran, N., ‘Bilim Ruhu Bedenden Ayırdı’, Hürriyet Bilim, 28 Eylül 2002
63.
Püsküllüoğlu, A., Arkadaş Türkçe Sözlük, Ankara, 2005.
64.
Radikal, ‘Sıra
Düşünce Okumakta’, 08 Ağustos 2005
65.
Refik, İ.,
Hayatın Renkleri
66.
Reuchlin, M., Psikoloji Tarihi (Çev. T. Gökçöl), İstanbul, 1975.
67.Sabah, 29 Aralık 2006
68.Safa, P., Nasyonalizm Sosyalizm Mistisizm,
İstanbul, 1975.
69.Star, ‘Altın öğütler’, 06 Temmuz 2001
70 Sunar, C., Mistisizmin Ana Hatları, İstanbul, 2005.
71.
Şenel, A.,
‘Erkenbilimden Bilimsel Bilgi Çağına Bilim Ve Bilimciler’, Bilim ve Gelecek
Dergisi, Sayı.33, Kasım 2006.
72. Şenel,
A., Siyasal Düşünceler Tarihi, Ankara, 1996.
73. Şenel,
F., ‘Rüyalar’, Bilim Ve Teknik, Ankara,
Kasım 2004.
74. Şenel,
F., ‘Uyku Ve Rüya, Alt başlık: Rüyanın
Hafıza Kaynakları’, Bilim ve Teknik Dergisi, Yeni Ufuklara Eki, Ankara, Aralık
2005.
75.
Takvim, ‘Düşünerek
TV’yi Açıyor’, 01 Nisan 2005.
76.
Takvim, ‘Sen
Düşün, O Uygulasın!’, 11 Mart 2006
77.
Tarhan, N.,
‘Psikolojik Savaş’, İstanbul, 2005.
78.
Tevfik, R., Felsefe Dersleri (Günümüz Türkçesine
Çev. M. M. Dedeoğlu), Ankara, 2001.
79.
Tozar, Z., ‘Hipnoz’, Bilim Ve Teknik, Aralık 2001.
80.
Trusted, J.,
Fizik Ve Metafizik (Türkçesi S. Yılmaz), İstanbul, 1995.
81.
Türk Dil
Kurumu, Türkçe Sözlük, Ankara, 2005.
82.
Türkiye, ‘Sudaki
Sır’, 03 Kasım 2002
83.
Türkoğlu, B., Yaşanmış Esrarengiz Olaylar, İstanbul, 2006.
84.
Vatan, ‘20
Yılda Vücudumuz Nasıl Değişecek?’, 29 Ağustos 2005
85.
Vatan, ‘Yaşamdan
Sonra Yaşam’, 1. yazı, 29 Eylül 2002
86.
Vatandaş, A., ‘Beyin Kontrolü Mümkün mü?’, Zaman, 02 Eylül 2001
87.
Vatandaş, A., ‘Medyum Uzer: Üzeyir Garih’i Uyarmıştım’, Zaman, 08 Aralık
2001
88.
Ward, B.,
Altıncı Duyu: Duyuötesi Algı(Çev. İ. Babacan), Ankara, 1979.
89.
Yıldırım, H., Kaplan, V., Çakmak, T., Üstün, C. C., PolisCE,
Ankara, 2004.
90.
Yılmaz, İ.,
İhsanoğlu, İ. H., Aydın, S., Yeni Bir Bakış Açısıyla İlim
Ve Din 2, İstanbul, 1998
91.
Zaman, ‘Bilim
Adamları Çığır Açan Akıllı Sistemleri Tartışıyor’, 16 Haziran 2005
92.
Zaman, ‘Çakıcı:
Bizler Topluma Zararlı İnsanlarız’, 28 Temmuz 2004
93.
Zaman, ‘NASA,
İnsanların Beynini Okuyacak’, 18 Ağustos 2002
94.
http://arsiv.sabah.com.tr/2000/01/29/y33.html (17.05.2006)
95.
http://arsiv.sabah.com.tr/2000/07/21/d01.html (17.05.2006)
96.
http://arsiv.sabah.com.tr/2004/10/15/dun108.html (17.05.2006)
97.
http://arsiv.sabah.com.tr/2005/04/06/gun101.html (17.05.2006)
98.
http://arsiv.sabah.com.tr/2005/04/06/gun103.html (17.05.2006)
99.
http://arsiv.sabah.com.tr/2005/04/18/gun113.html (17.05.2006)
100.
http://arsiv.sabah.com.tr/2005/04/20/gun107.html (17.05.2006)
101.
http://arsiv.sabah.com.tr/2005/04/20/gun108.html (17.05.2006)
102.
http://arsiv.sabah.com.tr/2005/04/21/gun108.html (17.05.2006)
103.
http://arsiv.sabah.com.tr/2005/04/21/gun109.html (17.05.2006)
104.
http://arsiv.sabah.com.tr/2005/05/15/gnd106.html (17.05.2006)
105.
http://b.1asphost.com/bilim/belge15.html (29.05.2006)
106.
http://geyiq.com/forum/showthread.php?t=23901 (29.05.2006)
107.
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr (10.07.2006)
108.
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr (30.12.2005)
109.
http://kaoslargezegeni.sitemynet.com/bilinmeyenler/id1.htm (25.04.2006)
110.
http://ntvmsnbc.com/news/308993.asp (29.05.2006)
111.
http://sourtimes.org/show.asp?t=kirlian+effect (11.03.2006)
112.
http://sourtimes.org/show.asp?t=kirlian+fotografciligi (11.03.2006)
113.
http://sourtimes.org/show.asp?t=levitasyon (29.05.2006)
114.
http://sourtimes.org/show.asp?t=metafizik^kw=^a=^v=^p=1 (11.03.2006)
115.
http://sufizmveinsan.com (08.06.2006)
116.
http://tip.kou.edu.tr/dekanlik/komisyon/trk-tipdili-kilavuz^ (21.05.2006)
117.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Metafizik (11.03.2006)
118.
http://web.ttnet.net.tr/hermeticum/icerik^sikometri.htm (23.05.2006)
119.
http://www.aksam.com.tr/arsiv/aksam/2005/05/14/yazidizi/yazidizi1.html
(18.05.2005)
120.
http://www.ayyas.com/visual-trip/9641-levitasyon (29.05.2006)
121.
http://www.hipnoz.com/htanim2.html (23.04.2006)
122.
http://www.hipnoz.com/kaskeri.html (23.04.2006)
123.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/4298459.asp?yazarid=145 (24.04.2006)
124.
http://www.ipc-istanbul.org/parapis.asp (30.03.2005)
=lang^tr (23.05.2006)
126.
http://www.kadirdemirel.net/dt^hastalik.asp (25.04.2006)
127.
http://www.kisiselbasari.com/Yazi.asp?ID=234 (05.05.2006)
128.
http://www.kisiselbasari.com/Yazi.asp?ID=235 (05.05.2006)
129.
http://www.kisiselbasari.com/Yazi.asp?ID=461 (05.05.2006)
130.
http://www.kotuvepis.com/garip/gizhikt.htm (29.05.2006)
131.
http://www.medyumperihan.com/telekinezi.asp (05.05.2006)
132.
http://www.medyumperihan.com/telepati.asp (05.05.2006)
133.
http://www.meggazin.com/menunav^^^ه^^^ل^^^^^لآ^^^آ^^^^^^^^^?^ة^.ال^آnة7=ل
(25.04.2006)
134.
http://www.milliyet.com.tr/2005/03/02/yasam/ (25.04.2006)
135.
http://www.ntvmsnbc.com/news/274605.asp (29.05.2006)
136.
http://www.parapsikoloji.biz/psisik-gucler/durugoru.html (23.05.2006)
137.
http://www.parapsikoloji.org/index1.htm (23.05.2006)
138.
http://www.parapsikoloji.org/index1i.htm (23.05.2006)
139.
http://www.sabah.com.tr/2005/04/19/gun115.html (21.04.2005)
140.
http://www.saglikyayincilik.com.tr (25.04.2006)
141.
http://www.turkforum.net (26.10.2005)
142.
www.astromerkez.com/gizliilim (25.04.2006)
143.
www.biltek.tubitak.gov.tr/merak^ettikleriniz/index.php (04.06.2006)
144.
www.gizemli.org (08.06.2006)
145.
www.irad.org/telk2.htm (08.06.2006)
146.
www.irad.org/telk7 (08.06.2006)
147.
www.kalbinsesi.com (08.06.2006)
148.
www.redturk.info/default.asp (08.06.2006)
149.
www.turkforum.net/thread58922.html - 126k (29.05.2006)
ÖZGEÇMİŞ
1978-Trabzon doğumluyum. İlk ve Orta
Okulu Zonguldak’ta tamamladıktan sonra, 1995’de Polis Koleji ve 1999’da Polis
Akademisi’nden mezun oldum. 1999 yılından beri İstanbul İl Emniyet
Müdürlüğü’nde görevliyim. Askerlik görevimi 2002
2003
yılında Mardin İl Jandarma
Komutanlığı’nda tamamladım. 2004 yılında Beykent Üniversitesi, Yönetim
Organizasyon Anabilim Dalında yüksek lisans eğitimine başladım.
Özel ilgi alanlarım, kamu yönetimi,
personel yönetimi.
Yabancı dilim İngilizcedir.
Osman ULUSAN
9 hl^^://tr.wiki^edia.or£/wiki/Metafizik
(11.03.2006)
11 Aydoğan, a.g.k., s.38-39.
17 http://sourtimes.org/show.asp?t=metafizik&kw=&a=&v=&p=1
(11.03.2006)
65 http://www.meggazin.com/menunav detail.asp?menu=3&kategori
haber no=1578 (25.04.2006)
165 Ekinci, A., ‘Telepatik Daktilo Beyindekini ‘Yazacak’’,
Hürriyet, 10 Nisan 2006
73
Cumhuriyet, ‘Felçli
Gencin Beynine Çip Takıldı’, 01 Nisan 2005
185 Güneş, ‘Kazandığını Rüyasında Gördü’, 08
Ekim 2007.
205 Büyük Larousse: Sözlük
ve Ansiklopedisi, 10. cilt, İstanbul, s.5313.
225 Hekim ve Yaşam, ‘Hipnoz ve Adli Hipnoz’,
Sayı:6, Mayıs-Haziran 1999
235 Ward, B., ‘Altıncı Duyu
Duyuötesi Algı’, Ankara, 1979, s.54-57
244 Arkadaş Türkçe Sözlük, Püsk^lüoğlu,
A.,Ankara, 2005, s.799.
245 Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, Ankara,
2005, s.1630.
250 hi^p://www.para^sikoloji.or£/index1i.htm
(23.05.2006)
251 http://www.hipnoz.com/kaskeri.html
(23.04.2006)
'
' h،^p://www.para^sikolo؛i.biz/psisik-£^cler/duru£oru.html
(23.05.2006)
255 http://www.hipnoz.com/kaskeri.html
(23.04.2006)
256 Güven, S., ‘Astral Seyahat’,
Hürriyet Bilim, 11 Ocak 2003
257 Vatan, ‘Yaşamdan Som^ Yaşam’, 1. yazı, 29
Eylül 2002
Vatan, ‘Yaşamdan Som^
Yaşam’, 1. yazı, 29 Eylül 2002
259 Özbaşaran, N., ‘Bilim Ruhu Bedenden Ayırdı’, Hürriyet Bilim, 28
Eylül 2002
27ق http://sourtimes.org/show.asp?t=kirlian+fotografciligi
(11.03.2006)
285 Keith, J., ‘CIA’den Medya’ya
Kitlelerin Kontrolü’(Çev. S. San), İstanbul, 2005, s. 232.
305 Ostrander, S., Schroeder,
L.,
Rusya’da Tanrıya Dönüş, İstanbul, s.239.
313 http://www.turkforum.net (26.10.2005)
315 Ostrander, a.g.k.,
s.221.
325 Korkmaz, H. H., Vücudumuzdaki Harikalar,
İstanbul, 1991, s.114-115.
335 Türkoğlu, B., Yaşanmış Esrarengiz Olaylar, İstanbul, 2006,
s.7-8.
345 Nurbaki, H., İnsan Bilinmezi, İstanbul, 2002, s.92-93.
350 Keith,
a.g.k., s. 85.
352 Keith,
j., ‘CIA’den Medya’ya Kitlelerin Kontrolü’(Çev.
S. San), İstanbul, 2005, s. 87-88.
353 http://arsiv.sabah.com.tr/2005/04/21/gun108.html (17.05.2006)
370 Vatandaş,
A., ‘Medyum Uzer: Üzeyir Garih’i Uyarmıştım’, Zaman, 08 Aralık 2001
394
Vatan, ‘20 Yılda Vücudumuz Nasıl
Değişecek?’, 29 Ağustos 2005
[1] Püsküllüoğlu,
A., Arkadaş Türkçe Sözlük, Ankara, 2005, s.675.
[2] Püsküllüoğlu, a.g.k., s.289.
[3] Püsküllüoğlu, a.g.k., s.289.
[4] hl^^://tr.wiki^edia.or£/wiki/Metafizik
(11.03.2006)
[5] İyi, S., ‘20. Yüzyılda Metafizik Kavramı
Üzerine Bir Araştırma’, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Felsefe Ana Bilim Dalı Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 1989, s.iii.
[6] Bergson,
Heidegger, Marcel, Guenon, Metafizik Nedir?(Yayına Hazırlayan: A.
Aydoğan), İstanbul, 2001, s.164.
[7] Aydoğan, a.g.k.,
s.167.
1م Bergson,
Heidegger, Marcel, Guenon, Metafizik Nedir?(Yayına Hazırlayan: A.
Aydoğan), İstanbul, 2001, s.114.
[9] Adam, C., Descartes Hayatı Ve Eserleri (Çev.
M. Karasan), İstanbul, 1997, s.134.
[11] Adam, a.g.k., s.83.
[14] www.biltek.tubitak.gov.tr/merak
ettikleriniz/index.php (04.06.2006)
[15] Morgan,
M., Sonsuzluğun Mesaj, s.247.
[16] Bochenski,
j. M., Felsefece Düşünmenin Yolları (Çev.K. Dinçer), Ankara, 1996,
s.28.
2أ İyi, S., ‘20. Yüzyılda Metafizik Kavramı Üzerine Bir
Araştırma’, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Ana Bilim
Dalı Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 1989, s.109.
[18] Blackstone,
W. T., Dinsel Bilgi Sorunu (Çev. T. İmamoğlu),
İstanbul, 2005, s.7.
[19] Blackstone, a.g.k., s.31.
[20] Trusted, J., Fizik Ve Metafizik (Türkçesi S. Yılmaz), İstanbul,
1995, s.271.
[21] Blackstone,
a.g.k.,s.20-21.
[22] Blackstone, a.g.k., s.23.
[24] Trusted,
a.g.k., s.287.
[25] Alatlı, A., ‘Siyah-Beyaz Düşüncenin
Cenderesi Biterken’ Zaman, 08 Şubat 2002.
[26] Tevfik, R., Felsefe Dersleri (Günümüz Türkçesine Çev. M. M. Dedeoğlu),
Ankara, 2001, s.37.
[27] Tevfik,
a.g.k., s.83.
[28] Tevfik,
a.g.k., s.111.
[29] Boutroux, E., Çağdaş Felsefede İlim Ve Din,
İstanbul, 1997, s.XIII.
[30] Boutroux, a.g.k.,
s.XIV.
[31] Boutroux,
a.g.k., s.XIV.
[32] Boutroux, a.g.k., s.213.
[33] Boutroux,
a.g.k., s.405.
[34] Sunar, C., Mistisizmin Ana Hatları, İstanbul, 2005, s 48
[35] Andruzac,
C., Metafizik Temaşa Ve Mistik Deneyim-Rene Guenon-
(Çev. L. F. Topaçoğlu), İstanbul, 2005, s.12.
[36] Hazard,
P., Batı Düşüncesindeki Büyük Değişme (Çev. E. Güngör), İstanbul, 1999, s.181.
[37] Burke, P., Bilginin Toplumsal Tarihi (Çev.
M. Tunçay), İstanbul, 2004, s.2.
[38] Burke, a.g.k., s.4.
[39] Burke, a.g.k., s.83.
[40] Burke, a.g.k., s.206.
[41] Holm,
N. G., Din Psikolojisine Giriş (Çev. A. Bahadır), İstanbul, 2004, s.68.
[42] Şenel, A., ‘Erkenbilimden Bilimsel Bilgi
Çağına Bilim Ve Bilimciler’, Bilim ve Gelecek Dergisi, Sayı.33, Kasım 2006,
s.30-31.
[43] Nurbaki,
H., İnsan Bilinmezi, İstanbul, 2002, s.9.
[44] www.kalbinsesi.com (08.06.2006)
[45] Nurbaki,
a.g.k., s.82.
[46] Noyan,
Ö. F.,Bilgi’den Bilim Sosyolojisine
[47] Keller W., Parapsikoloji(Türkçeleştiren E. N.
Erendor), İstanbul, 1995, s.8.
[48] Şenel, a.g.m., s.27.
[49] Şenel, a.g.m.,
s.25.
[51] Holm, N.
G., Din Psikolojine Giriş (Çev. A. Bahadır), İstanbul, 2004, s.73.
[52] Türk
Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, Ankara, 2005, s.371
[53] Türk
Dil Kurumu, a.g.k., s.371
[54] Büyük Larousse:
Sözlük Ve Ansiklopedisi, 5. cilt, İstanbul, s.2379.
[55] Ansiklopedik İslam Lügati 2-Tercüman-,
İstanbul, 1982, s.562.
[56] Ansiklopedik İslam Lügati 1-Tercüman-,
İstanbul, 1982, s.154.
[57] Büyük Larousse:
Sözlük Ve Ansiklopedisi, 5. cilt, İstanbul, s.2380.
[58] Büyük Larousse: Sözlük Ve Ansiklopedisi, a.g.k.,
s.2380.
[59] http://www.meggazin.com/menunav
detail.asp?menu=3&kategori haber
no=1578 (25.04.2006)
[60] http://www.meggazin.com/menunav detail.asp?menu=3&kategori
haber no=1578 (25.04.2006)
[63] Tarhan, a.g.k., s.119-120.
[64] Keith,
j., ‘CIA’den Medya’ya Kitlelerin Kontrolü’(Çev. S. San), İstanbul, 2005, s. 69.
[66] Keith, a.g.k., s. 74.
[68] Keith,
a.g.k., s. 78-79.
[69] Keith, a.g.k., s. 83
[70] Tarhan, N., ‘Psikolo^k Savaş’, İstanbul,
2005, s.66.
[71] Tarhan,
a.g.k., s.69.
[72] Tarhan,
N., ‘Psikolo^k Savaş’, İstanbul, 2005, s.69-70.
[73] Keith,
J., ‘CIA’den Medya’ya Kitlelerin Kontrolü’(Çev. S. San), İstanbul, 2005,
s. 86.
[75] Keith, a.g.k., s. 122.
[76] Keith, a.g.k., s. 88.
[77] Keith,
a.g.k., s. 88-93.
[78] Keith,
j., ‘CIA’den Medya’ya Kitlelerin Kontrolü’(Çev. S. San), İstanbul, 2005,
s. 98-99-100.
[79] Keith,
a.g.k., s. 159.
[81] Keith, a.g.k., s. 180-181.
[82] http://arsiv.sabah.com.tr/2005/04/20/gun108.html
(17.05.2006)
[83] Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, Ankara,
2005, s.1573.
[84] http://www.turkforum.net
(26.10.2005)
[86] h،^p://www.aksam.com.tr/arsiv/aksam/2005/05/14/yazidizi/y^ (18.05.2005)
[88] Ostrander, S.,
Schroeder, L., Rusya’da Tanrıya Dönüş, İstanbul, s.35.
[89] h،^p://www.ipc-istanbul.org/parapis.asp (30.03.2005)
[90] http://www.hipnoz.com/kaskeri.html (23.04.2006)
[91] http://arsiv.sabah.com.tr/2005/04/18/gun113.html
(17.05.2006)
[92] Büyük Larousse:
Sözlük Ve Ansiklopedisi, 18. Cilt, İstanbul, s.9174.
[93] Büyük Larousse:
Sözlük Ve Ansiklopedisi, 18. Cilt, a.g.k., s.9175.
[94] www.kalbinsesi.com
(08.06.2006)
[96] Ostrander, S., Schroeder, L., a.g.k., s.120.
[97] http://www.hipnoz.com/kaskeri.html (23.04.2006)
[98] hi^p://www.ipc-istanbul.org/parapis.asp (30.03.2005)
[99] hi^p://www.hipnoz.com/kaskeri.html
(23.04.2006)
[100] Griffin, D. R., ParapsikoloJ
ve Felsefe (Çev.Y. Tokatlı), İstanbul, 1998, s.9-10.
[101] http://www.ipc-istanbul.org/parapis.asp (30.03.2005)
[102] http://arsiv.sabah.com.tr/2005/04/18/gun113.html (17.05.2006)
[103] Yılmaz,
İ., İhsanoğlu, İ. H., Aydın, S., Yeni Bir Bakış Açısıyla İlim
Ve Din 2, İstanbul, 1998, s.570.
[104] Ostrander, S., Schroeder, L., Rusya’da Tanrıya
Dönüş, İstanbul, s.182-183.
[105] Ostrander, S., Schroeder, L., Rusya’da Tanrıya
Dönüş, İstanbul, s.207.
[106] Vatandaş, A., ‘Medyum Uzer: Üzeyir Garih’i
Uyarmıştım’, Zaman, 08 Aralık 2001
[107] Safa, P., Nasyonalizm
Sosyalizm Mistisizm, İstanbul, 1975, s.275.
[108] http://www.ipc-istanbul.org/parapis.asp (30.03.2005)
[109] Arat, M., ‘Su Kristallerini Bozmamak’,
Zaman, 25 Mart 2006
[110] Türkiye,
‘Sudaki Sır’, 03 Kasım 2002
[111] Emoto,
M., Suyun Bilinmeyen Gücü (Çev. S. Soner), İstanbul, 2005, s.21.
[112] Emoto,
a.g.k., s.22-23.
[113] Emoto, a.g.k., s.23.
[114] Emoto, a.g.k., s.24-25.
[115] Emoto,
a.g.k., s 37
[117] Emoto, a.g.k., s.102—103.
[118] Emoto,
a.g.k., s.117.
[119] http://www.medyumperihan.com/telepati.asp (05.05.2006)
[120] Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, Ankara, 2005, s.1942.
[121] http://www.hipnoz.com/kaskeri.html (23.04.2006)
[122] Ward, B., Altıncı Duyu Duyu ötesi Algı, Ankara, 1979, s.91.
[123] Püsküllüoğlu, A., Arkadaş Türkçe Sözlük, Ankara, 2005, s.1013.
[124] Püsküllüoğlu,
a.g.k., s.958.
[125] Nurbaki,
H., İnsan Bilinmezi, İstanbul, 2002, s.92.
[127] Büyük Larousse:
Sözlük Ve Ansiklopedisi, 22. cilt, İstanbul, s.11381.
34
http://arsiv.sabah.com.tr/2005/04/21/gun109.html (17.05.2006)
36 Ostrander, S.,
Schroeder, L., Rusya’da Tanrıya Dönüş, İstanbul, s.182.
37
http://www.hipnoz.com/kaskeri.html (23.04.2006)
[133] Morgan,
M., Sonsuzluğun Mesaj s.289.
[134] h،^p://arsiv.sabah.com.tr/2005/04/06/gun103.html
(17.05.2006)
[135] Keith, j., ‘CIA’den Medya’ya Kitlelerin
Kontrolü’(Çev. S. San), İstanbul, 2005, s. 229-230.
[136] Keith, a.g.k., s. 235.
[137] Türk
Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, Ankara, 2005, s.1545.
[138] Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, a.g.k.,
s.1545.
[140] www.gizemli.org (08.06.2006)
[141] www.kalbinsesi.com (08.06.2006)
[142] Nurbaki,
H., İnsan Bilinmezi, İstanbul, 2002, s 171
[143] Püsküllüoğlu,
A., Arkadaş Türkçe Sözlük, Ankara, 2005, s.751.
[144] Büyük Larousse:
Sözlük Ve Ansiklopedisi, 17. cilt, İstanbul, s.9043.
[145] Büyük Larousse:
Sözlük Ve Ansiklopedisi, a.g.k., s.9043.
[146] Nurbaki, a.g.k., s.174-175.
[147] Murphy, j., Bilinçaltının Gücü (Türkçesi A. Babacan), İstanbul,
2000, s.157.
[148] http://www.turkforum.net (26.10.2005)
[149] http://www.medyumperihan.com/telekinezi.asp (05.05.2006)
[150] Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, Ankara, 2005, s.1942.
[151] Türk
Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, a.g.k., s.2047.
[152] Püsküllüoğlu, A., Arkadaş Türkçe Sözlük,
Ankara, 2005, s.957.
[153] Ward, B.,
Altıncı Duyu Duyuötesi Algı, Ankara, 1979, s.90.
[154] www.redturk.info/default.asp (08.06.2006)
60 Büyük Larousse:
Sözlük Ve Ansiklopedisi, 19. cilt, İstanbul, s.9955.
61
http://www.hipnoz.com/kaskeri.html (23.04.2006)
62
Ostrander, S., Schroeder, L., Rusya’da Tanrıya
Dönüş, İstanbul, s.37.
[160] Takvim, ‘Sen Düşün, O Uygulasın!’, 11 Mart 2006
[161] Zaman,
‘Bilim Adamları Çığır Açan Akıllı Sistemleri Tartışıyor’, 16 Haziran 2005
[162] Zaman, ‘Bilim Adamları Çığır Açan Akıllı
Sistemleri Tartışıyor’, 16 Haziran 2005
[163] Hürriyet Bilim, ‘Düşünceyle Bilgisayar Çalıştırmada Yeni Bir
Aşama’, 07 Ocak 2005
[164] Focus,
‘Beynimizin Ürettiği Elektrikle Bir Makineyi Çalıştırmak Mümkün Mü?’, Ocak
2005, s.105.
[165] http://arsiv.sabah.com.tr/2004/10/15/dun108.html (17.05.2006)
[166] Hürriyet
Bilim, ‘Dünyanın İlk ‘Beyin Çipli Adamı’ Başardı!’, 30 Ekim 2004
74 Türk Dil
Kurumu, Türkçe Sözlük, Ankara, 2005, s.1667.
75 Püsküllüoğlu,
A., Arkadaş Türkçe Sözlük, Ankara, 2005, s.312.
76 Türk Dil
Kurumu, Türkçe Sözlük, a.g.k., s.589.
77
Püsküllüoğlu,
a.g.k., s.312.
79 Ansiklopedik
İslam Lügati 2-a.g.k., s.584.
80
Büyük Larousse: Sözlük Ve Ansiklopedisi,
19. cilt, İstanbul, s.10004.
82 Şenel, F.,
‘Rüyalar’, Bilim Ve Teknik, Ankara, Kasım 2004, s.43.
[176] Şenel, F., ‘Uyku Ve Rüya, Alt başlık: Rüyanın
Hafıza Kaynakları’, Bilim ve Teknik Dergisi, Yeni Ufuklara Eki, Ankara, Aralık
2005, s.18
[177] Korkmaz, a.g.k., s.114.
[178] Şenel, a.g.m., s.47.
[179] Şenel, a.g.m., s.48.
[180] Şenel,
F., ‘Rüyalar’, Bilim Ve Teknik, Ankara, Kasım 2004, s.42.
[181] Şenel,
F., ‘Uyku Ve Rüya’, Bilim Ve Teknik Dergisi, Yeni Uflklara Eki,
Ankara, Aralık 2005, s.5.
[182] Nurbaki,
H., İnsan Bilinmezi, İstanbul, 2002, s 91
[183] Şenel,
F., ‘Uyku Ve Rüya, Altbaşlık: Rüyadan Sorumlu Beyin Merkezleri’,
Bilim Ve Teknik Dergisi, Yeni Ufıklara Eki, Ankara, Aralık 2005, s 17
[184] Nurbaki,
a.g.k., s.89.
[185] Safa, P., Nasyonalizm Sosyalizm Mistisizm, İstanbul, 1975, s.202.
[186] Tevfik, R., Felsefe Dersleri (Günümüz Türkçesine
Çev. M. M. Dedeoğlu), Ankara, 2001, s.69.
[187] Te^ik, a.g.k., s.69.
[188] Holm,
N. G., Din Psikolojisine Giriş (Çev. A.
Bahadır), İstanbul, 2004, s.123.
[189] Murphy,
j., Bilinçaltının Gücü (Türkçesi A. Babacan), İstanbul, 2000, s.143.
[190] Lübeck,
W., Spiritüel س? (Çev.
G. Epçeli),
İstanbul, 2006, s.49.
[191] http://www.turkforum.net (26.10.2005)
[192] http://www.hipnoz.com/htanim2.html (23.04.2006)
[193] http://www.kisiselbasari.com/Yazi.asp?ID=234 (05.05.2006)
[194] www.kalbinsesi.com
(08.06.2006)
[195] http://www.kisiselbasari.com/Yazi.asp?ID=235
(05.05.2006)
[196] Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, Ankara, 2005,
s.894.
[197] Büyük Larousse:
Sözlük ve Ansiklopedisi, a.g.k., s.5313.
[198] Püsküllüoğlu, A., Arkadaş Türkçe Sözlük,
Ankara, 2005, s.497.
[199] Püsküllüoğlu,
a.g.k., s.497.
[200] Püsküllüoğlu,
a.g.k., s.497.
[201] Püsküllüoğlu, a.g.k., s.497.
[202] Tozar, Z., ‘Hipnoz’, Bilim Ve Teknik, Aralık 2001,
s.68.
[203] http://www.kadirdemirel.net/dthastalik.asp
(25.04.2006)
[204] http://www.saglikyavincilik.com.tr (25.04.2006)
[205] http://www.kisiselbasari.com/Yazi.asp?ID=461 (05.05.2006)
[206] http://www.kadirdemirel.net/dthastalik.asp (25.04.2006)
[207] ht^p://www.sagli^ayincilik.com.tr
(25.04.2006)
[208] Tozar, Z., ‘Hipnoz’, Bilim Ve Teknik, Aralık 2001, s.67.
[209] Benim
"fobim" var !
[210] hi^p://arsiv.sabah.com.tr/2005/05/15/gnd106.html
(17.05.2006)
[211] hi^p://arsiv.sabah.com.tr/2005/05/15/gnd106.html
(17.05.2006)
[212] Tozar, a.g.m., s.67-68.
[213] Hürriyet Bilim, ‘Narkoz Yerine Hipnoz’, 07
Eylül 2002
[214] Tozar,
Z., ‘Hipnoz’, Bilim Ve Teknik, Aralık 2001, s.69.
[215] Star,
‘Altın öğütler’, 06 Temmuz 2001
[216] Milliyet,
‘Anestezi Yerine Hipnozlu Ameliyat’, 01 Eylül 2005
[217] Candar, C., ‘Hipnozla diş çekimi devri’
[218] (29.05.2006)
[220] Murphy,
j., Bilinçaltının Gücü (Türkçesi A. Babacan), İstanbul, 2000,
s.50.
[221] Murphy, a.g.k., s.69-70.
[222] Lübeck,
W., Spiritüel NLP (Çev. G. Epçeli),
İstanbul, 2006, s.50.
[223] Tarhan, N., ‘Psikolojik Savaş’, İstanbul,
2005, s.68.
[224] Keith, J., ‘CIA’den Medya’ya Kitlelerin Kontrolü’(Çev. S. San),
İstanbul, 2005, s. 86.
[225] Akşam,
14 Şubat 2007
[226] Akşam,
14 Nisan 2007
[227] Ostrander, S., Schroeder, L., Rusya’da Tanrıya
Dönüş, İstanbul, s.80.
[228] Ostrander, a.g.k., s.272.
[229] http://hurarsiv.hu1rivet.com.tr (30.12.2005)
[230] Dicle,
O., Bilim-Teknik, Nisan 2002
[231] Hürriyet
Bilim, ‘Bitkilerde Yeni Bir Zekâ Biçimi Keşfedildi!’, 31 Ağustos 2002
[232] http://www.turkforum.net (26.10.2005)
[233] Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, a.g.k.,
s.1664.
[234] Ward, B., Akıncı Duyu Duyuötesi Algı, Ankara, 1979, s.90.
[235] www.astromerkez.com/gizliilim (25.04.2006)
[237] Keith,
J., ‘CIA’den Medya’ya Kitlelerin Kontrolü’(Çev. S. San), İstanbul, 2005, s.
231.
[238] http://www.turkforum.net (26.10.2005)
[239] (18.05.2005)
[240] Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, Ankara, 2005, s.920.
[241] Büyük Larousse: Sözlük Ve Ansiklopedisi, 11. cilt, İstanbul, s.5507.
[242] Arkadaş Türkçe Sözlük, Püsküllüoğlu, A.,
Ankara, 2005, s.474.
[243] http://ntvmsnbc.com/news/308993.asp
(29.05.2006)
[244] http://www.ntvmsnbc.com/news/274605.asp (29.05.2006)
'
http://b.1asphost.com/bilim/belge15.html (29.05.2006)
[246] http://www.turkforum.net (26.10.2005)
[247] Büyük Larousse: Sözlük ve Ansiklopedisi, 13.
cilt, İstanbul, s.6808.
[248] Nurbaki, H., İnsan Bilinmezi, İstanbul, 2002, s 70
[249] Ostrander, S., Schroeder, L., Rusya’da Tanrıya
Dönüş, İstanbul, s.245.
[250] hi^p://sourtimes.org/show.asp?t=kirlian+et^ect
(11.03.2006)
[251] Ostrander,
a.g.k., s.249.
[252] Büyük Larousse: Sözlük Ve Ansiklopedisi, 22. cilt,
İstanbul, s.11384.
[253] http://www.hipnoz.com/kaskeri.html
(23.04.2006)
[254] Ostrander, S., Schroeder, L., Rusya’da Tanrıya
Dönüş, İstanbul, s.37.
[255] www.astromerkez.com/gizliilim (25.04.2006)
[256] (18.05.2005)
[257] Ostrander, a.g.k., s.238.
[258] Safa, P., Nasyonalizm Sosyalizm Mistisizm,
İstanbul, 1975, s.202.
[259] Ward, B., Altıncı Duyu Duyu Ötesi Algı, Ankara, 1979, s.4.
[260] Türk
Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, Ankara, 2005, s.1630.
[261] http://sufizmvemsan.com (08.06.2006)
[262] Türk
Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, Ankara, 2005, s.1944.
[263] Arkadaş Türkçe Sözlük, Püsküllüoğlu, A.,
Ankara, 2005, s.958.
[264] Büyük Larousse: Sözlük Ve Ansiklopedisi, 22. cilt, İstanbul, s.11391.
[265] www.irad.org/telk7 (08.06.2006)
[266] www.irad.org/telk7 (08.06.2006)
' ' www.irad.org/telk2.htm (08.06.2006)
[269] (18.05.2005)
[270] http://www.turkforum.net (26.10.2005)
[271] (18.05.2005)
[272] (29.05.2006)
[273] Ward, B., Attıncı Duyu Duyu Ötesi Algı, Ankara, 1979, s.90.
[274] http://sourtimes.org/show.asp?t=levitasyon
(29.05.2006)
[275] Safa, P.,
Nasyonalizm Sosyalizm Mistisizm, İstanbul, 1975, s.203.
[276] Ostrander, S., Schroeder, L., Rusya’da Tanrıya
Dönüş, İstanbul, s.262.
[277] www.turkforum.net/thread58922.html - 126k (29.05.2006)
[278] http://www.turkforum.net (26.10.2005)
[279] Ostrander, a.g.k., s.251-252.
[281] Akşam, 22 Ocak 2007
[282] Arkadaş Türkçe Sözlük, Püsküllüoğlu, A.,
Ankara, 2005, s.955.
[283] (18.05.2005)
[284] http://www.sabah.com.tr/2005/04/19/gun115.htmI (21.04.2005)
[285] http://www.turkforum.net (26.10.2005)
[286] Ostrander, S., Schroeder, L., Rusya’da Tanrıya
Dönüş, İstanbul, s.213.
[287] http://www.turkforum.net (26.10.2005)
[288] http://www.hipnoz.com/kaskeri.html (23.04.2006)
[289] Ward, B., Altıncı Duyu Duyuötesi Algı, Ankara, 1979, s.90.
[290] http://www.turkforum.net (26.10.2005)
[291] Ostrander, a.g.k., s.37.
[292] Ostrander, a.g.k., s.224.
[293] Ostrander, a.g.k., s.231.
[294] http://www.turkforum.net (26.10.2005)
[295] www.gizemli.org (08.06.2006)
[296] Murphy,
j., Bilinçaltının Gücü
(Türkçesi A. Babacan), İstanbul, 2000, s.159.
[297] Refik, İ., Hayatın Renkleri
[298] Refik, a.g.k.
[299] Re^k,
İ., Hayatın Renkleri
[300] Çiller, Ö., ‘Akıl ve madde, Özer Çiller ile
alternatif tıp’, Bugün, 08 Eylül 2005.
[301] Takvim, ‘Düşünerek TV’yi Açıyor’, 01 Nisan
2005.
[302] Ford,
A., Mistik Ruhlara Sıcak Çikolata 2(Çev. E. Nail), İstanbul, 2005, s.106-109
[303] Türkoğlu,
B., Yaşanmış Esrarengiz Olaylar, İstanbul, 2006, s.8-9.
[305] Ostrander, S., Schroeder, L., Rusya’da Tanrıya
Dönüş, İstanbul, s.54-55.
[306] Ostrander, S., Schroeder, L., Rusya’da Tanrıya
Dönüş, İstanbul, s.77-78.
[307] Ostrander,
a.g.k., s.79.
[308] Ostrander, S., Schroeder, L., Rusya’da Tanrıya
Dönüş, İstanbul, s.89-90-91-92.
[309] Ostrander, S., Schroeder, L., Rusya’da Tanrıya
Dönüş, İstanbul, s.93-94.
[310] Ostrander, a.g.k., s.119-120.
[311] Ostrander, S., Schroeder, L., Rusya’da Tanrıya
Dönüş, İstanbul, s.175-176.
[312] Ostrander, S., Schroeder, L., Parapsikolojik
Savaş, İstanbul, 2003, s.199-200.
[313] Ostrander, a.g.k., s.244.
[314] Nurbaki,
H., İnsan Bilinmezi, İstanbul, 2002, s.93.
[315] h،^p://arsiv.sabah.com.tr/2005/04/06/£^101.html
(17.05.2006)
[316] Akşam, 14 Ocak 2007
[317] Keith, J.,
‘CIA’den Medya’ya Kitlelerin Kontrolü’(Çev. S. San), İstanbul, 2005, s. 84-85.
[318] Keith, a.g.k., s. 86-87.
[319] http://www.sabah.com.tr/2005/04/19/gun115.html (21.04.2005)
[320] (25.04.2006)
[322] Eşeğin
İntikamı, 02.04.2004
[323] ‘Atatürk 1924 Yılında Cumhuriyetin İlelebet Süreceğini
Söylüyor’, Güvenlik Dergisi, Sayı:1 Cilt:22, Ocak-Şubat 2007, s.6-7.
[324] http://arsiv.sabah.com.tr/2000/01/29/y33.html (17.05.2006)
[327] Şenel, A., Siyasal Düşünceler Tarihi, Ankara,
1996, s.313.
[328] Tarhan,
N., ‘Psikolojk Savaş’, İstanbul, 2005, s.65.
[329] Keith, j., ‘CIA’den Medya’ya Kitlelerin Kontrolü’(Çev. S. San),
İstanbul, 2005, s. 229.
[330] Vatandaş, A., ‘Medyum Uzer: Üzeyir Garih’i
Uyarmıştım’, Zaman, 08 Aralık 2001
[331] Tarhan, N., ‘Psikolojik Savaş’, İstanbul, 2005,
s.66-67.
[332] Hürriyet, ‘Pentagon’un Matrix planı’, 24 Mayıs 2003
[333] Hürriyet,
‘Terörist Avlamak İçin Beyin Okuyan Cihaz Geliştiriliyor’, 18 Ağustos 2002
[334] Şenel, F., ‘Uyku Ve Rüya, Altbaşlık: Uyku Ve Duygular’,
Bilim Ve Teknik Dergisi, Yeni Uflklara eki, Ankara, Aralık 2005, s 10
[335] Akşam, 29 Kasım 2006
[336] Zaman, 29 Kasım 2006
[337] Güneş, 29 Kasım 2006
[338] Milliyet, ‘NASA Beyin Okuyacak’, 18 Ağustos
2002
[339] Zaman, ‘NASA, İnsanların Beynini Okuyacak’, 18
Ağustos 2002
[340] hi^p://arsiv.sabah.com.tr/2000/07/21/d01.html
(17.05.2006)
[341] ht^p://arsiv.sabah.com.tr/2005/04/20/g^107.html
(17.05.2006)
[342] Tarhan, N., ‘Psikolojik Savaş’, İstanbul, 2005,
s.66.
[344] http://hurarsiv.humyet.com.tr (10.07.2006)
[345] Vatandaş, A., ‘Medyum Uzer: Üzeyir Garih’i
Uyarmıştım’, Zaman, 08 Aralık 2001
[346] Atasoy,
S., ‘Kuş, Kaplumbağa Ve Köpekbalığı Dedekti^eri’, Hürriyet, 3 Kasım 2005
[347] Osirander, S.,
Schroeder, L., Parapsiko^ik
Savaş, İstanbul, 2003, s.221.
[348] Ostrander, a.g.k., s.233-234 .
[349] http://www.hipnoz.com/kaskeri.html (23.04.2006)
[350] Arslan, A. Y., ‘Guantanamo’daki Türk
Esir Anlatıyor, 3. yazı, Bugün, 27 Mart 2006
[351]؟
Radikal, ‘Sıra
Düşünce Okumakta’, 08 Ağustos 2005
[352] Morgan, M., Sonsuzluğun Mesajı
[353] Hürriyet
Keyf, 24 Nisan 2005
[354] Vatandaş,
A., ‘Beyin Kontrolü Mümkün mü?’, Zaman, 02 Eylül 2001
[355] Zaman, ‘Çakıcı: Bizler Topluma Zararlı
İnsanlarız’, 28 Temmuz 2004
[356] Ostrander,
S., Schroeder, L., Rusya’da Tanrıya Dönüş, İstanbul, s.93.
[357] Akşam,
14 Mart 2007
[358] Zaman, 25 Şubat 2007
[359] Hazard,
P., Batı Düşüncesindeki Büyük Değişme (Çev. E. Güngör), İstanbul, 1999, s.193.
[360] Safa, P.,
Nasyonalizm Sosyalizm Mistisizm, İstanbul, 1975, s.202.
[361] Murphy, J., Bilinçaltının Gücü (Türkçesi A.
Babacan), İstanbul, 2000, s.147-148.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar